Hz. Peygamber’in Hicreti – Camilerimiz Ve Din Gönüllülerimiz
Gönderen Kadir Hatipoglu - Ekim 08 2015 20:39:42

Diyanet İşleri Başkanlığı, 1986 yılında Ekim ayının ilk haftasını camiler haftası ilan etmiştir. Camiler haftasında, cami ve din görevlilerin önemi, yazı, vaaz, konferans ve hutbelerde anlatılmakta, camiler ve çevresi gözden geçirilmekte, yıllık bakım, onarım ve temizliği yapılmaktadır. Bugünkü vaazımızda Camiler ve Din Görevlileri Haftası münasebetiyle camilerimizin hayatımızdaki önemini ve din görevlilerimizin cami hizmetlerindeki önemini sizlerle paylaşacağız. Aynı zamanda 14 Ekim Çarşamba günü Peygamber Efendimizin hicretinin yıldönümü, hicri yılın başlangıcıdır. Peygamberimizin hicreti ve öneminden bahsedeceğiz.

HİCRET ve ÖNEMİ

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُوْلَـئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يُهَاجِرُواْ مَا لَكُم مِّن وَلاَيَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُواْ وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلاَّ عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

 

“İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, iste onların bir kısmi diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o Müslümanlara) yardim etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.” (Enfal, 8 /72)

Hicret, sözlükte kişinin başkasını el, dil veya kalben terk etmesi manalarına gelir. Terim olarak hicret Peygamberimizin (s.a.s) Mekke’den Medine’ye göç etmesidir.

            Hz. Peygamber (s.a.), cahiliye kelimesi ile ifade ettiğimiz öyle bir devirde gelmişti ki, o günün Arap cemiyeti, tarihinin en karanlık devresini yaşıyordu. İnsanlar ilah diye kendi elleriyle yaptıkları ağaçtan, taştan veya helva vb. gibi putlara tapıyorlardı. Kanun ve nizam yoktu. Haklı daima kuvvetli olan idi. Köle ve kadınlar insan yerine konmayarak eşya muamelesi görüyorlardı. Fakir fukara da himaye ve desteksizlik altında eziliyordu.

            Böyle bir ortamda Allah (c.c.) Hz. Peygamber (s.a.s)’i, risaletle görevlendirdi. Doğru yolu gösteren bir uyarıcı olarak insanların karşısına çıkıp onları İslama davet etti. İnsanlığın vazgeçmesi veya ertelemesi mümkün olmayan ana ilkeleri koyarak insanlığı onlara uymaya çağırdı. "Ey insanlar, Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, elinizle yaptıklarınıza tapmak sapıklıktır. Başıboş değilsiniz, hayır ve şer, iyi ve kötü yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Öyle ise, zulümden vazgeçin, zayıfın hakkını çiğnemeyin, haksız yere kan dökmeyin, kimseye zulmetmeyin. Zayıfları, yetimleri ezmeyin, onları himaye edin. Köle ve fakirlere yardım edin. Kadınlara kötü muameleden vazgeçin, onları anneleriniz, kızlarınız ve kız kardeşleriniz bilin... vs." gibi. Yaşadığı sürece de bu değer yargılarını oturtmaya ve yerleştirmeye çalıştı. Ümmetine de bunlara sahip çıkması ve bu uğurda mücadele etmelerini emrettiler.

            Hz. Peygamber'in bu davetine uymak, cemiyeti elinde tutan kuvvetli, zengin ve nüfuzlu azınlığın işine gelmiyordu. Hep zülüm ede geldikleri o insanlara değer vermek, onlara insan muamelesi yapmak ve onları kendileriyle eşit konumda görmek istemiyorlardı. Menfaatlerinin devamını eski düzenlerinin devamında görüyorlardı.

            Bu sebeple, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e şiddetle karşı koydular. Önceleri yalnız bırakmak, ciddiye almamak, alay etmek yolunu tuttular. Fakat etrafında köle, zayıf ve fakirlerin teşkil ettiği mü'minler halkasının gittikçe genişlemeye başladığını görünce taktiklerini değiştirerek zulüm ve işkenceye ve mü'minleri öldürmeye başladılar. Hatta Peygamberi (s.a.s)’i öldürmeye karar aldılar. Böylece de İslam’ı, Peygamberini ve ona inananları yok edeceklerini, kendilerince yakın tehlike saydıkları bu duruma son vereceklerini düşünüyorlardı. İşte "hicret" müşriklerin mukavemet ve İslam'ı söndürme faaliyetlerine karşı Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının dini "neşretmek, yaşamak ve yaşatmak" için Allâh Teâlâ’nın emriyle Mekke’den Medine’ye yaptıkları göç hareketinin adıdır.

            Hicretin fazilet ve değerini Kur'an-ı Kerim birçok ayetleriyle mümin kalb ve gönüllerde tesbit eder. Şu ayette faziletli ameller sayılırken, hicret, imandan sonra zikredilir:

  الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِّنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَّهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُّقِيمٌ  خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ

" İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de iste onlardır. Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Süphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır. "(Tövbe,20-22)

Umumi manada hicret devam etmektedir. Zira Mekke Fethi'nden sonra, hicret, belli bir hâdise değil, bir kavramdır. Her an, her yerde ve her asırda kıyamete kadar baki kalacak bir mananın kavramsal ismi olmuştur. Bir hadisinde "Hicret ikidir, biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Resulü'ne hicrettir" buyurmuştur.( İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe, Daru’l-Fikr, Beyrut 1994, c. 4 s 47)

            Aynı mana başka rivayetlerde daha farklı ifadelerle tebliğ ve te'yid edilmiştir:

‏عَن عَبْدِاللَّهِ بْن ِعَمْرو ‏رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا ‏عَنْ النَّبِيِّ ‏ ‏صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ‏ ‏قَالَ ‏ ‏الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ

“Hakiki müslüman, o kimsedir ki diğer müslümanlar onun dilinden ve elinin (şerrinden) emin olurlar. Hakiki muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir." (Buhari, Sahih, İman, 4(10) c.1 s. 8-9)

Hicret, herkes için her zamanda ve her mekanda mümkün ve vakidir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s. ) şöyle buyurmuşlardır: Füdeyk Ebu Beşir ez-Zebîdî (r.a.) Resulullah'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! İnsanlar zannediyorlar ki, hicret etmeyen helak olmuştur, (bu doğru mu?)" diye sorar. Resulullah şu cevabı verir: "Ey Füdeyk! Namazı kıl, zekatı ver, kötülüklerden hicret et, ondan sonra yeryüzünde de dilediğin yerde otur!". (İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe, Daru’l-Fıkr, Beyrut 1994, c.4  s 47)

 Hz.  Ömer devrinde sahabelerin, Müslümanlar için bir takvim belirleme ihtiyacını duydukları vakit, takvimin başlangıç noktası olarak, Hz. Peygamber (s.a.)'in Mekke'den Medine'ye hicretini esas almaları, "hicret"e verilen değeri en iyi şekilde izah eder.   

CAMİLER VE DİN GÖNÜLLÜLERİMİZ

Yaşayan dünya dinlerine baktığımız zaman mabetler insanların en vazgeçilmez kutsal mekanları olarak göze çarpmaktadır. Dinimizde mabetler ilk dönemlerde mescit olarak zikredilmiş, günümüzde ise bu mabetler hem “mescit” hem de “cami” olarak ifade edilmektedir.

İnsanlar için ilk kurulan mabet hakkında Allah-u Teala Kur’an-ı Kerimde şöyle bildirmektedir.

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ

“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.” (Al-i İmran, 3/96) Peygamber Efendimiz bir hadislerinde kendisine sorulan bir soru üzerine ilk bina edilen mescidin "el-Mescidu'l-Harâm" olduğunu cevap olarak vermiştir.( Buhari, Enbiya, 40)

 Peygamber Efendimizin Medine’ye hicretleri esnasında ve daha sonra gerçekleştirmiş olduğu ilk ve en önemli iş mescit inşası olmuştur. Nitekim Ranuna vadisinde ilk cumanın kılındığı Kuba mescidi daha Medine’ye gelinmeden inşa edilmiş, Medine’ye hicretin tamamlanması akabinde Mescid-i Nebevi yapılmaya başlanmıştır.

Mescit kavramı zaman içerisinde biraz daha farklı kullanımlara bürünmüş ve mescit kavramı yerine artık cami kavramı kullanılır hale gelmiştir. İlk zamanlarda sadece Cuma namazı kılınan mescitler için el-mescidü’l-cami (cemaati toplayan mescit) ifadesi kullanılırken, zamanla bu tabir kısaltılmış ve cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kur’an-ı Kerimde kullanış şekli olarak mescit ifadesi zikredilmiştir. (TDV, İslam Ansiklopedisi, “cami” md. c.7, s.46-47)

Cami', toplayan, bir araya getiren, birleştiren demektir. Dinî terim olarak, toplu ibâdet edilen yerlere denir. Kur'ân ve sünnette câmi, mescid kavramı ile ifade edilmiştir. Mescid; secde edilen yer demektir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yayınları, “Cami” md.)

Camilerin asıl fonksiyonu mabet oluşudur. Camiler Allah’ın anıldığı, birlik ve beraberlik içerisinde Allah’a ibadet edildiği yerlerdir. Camiler Allah’a açılan pencerelerdir. Camiler huzur yeridir, huşu yeridir. Kur’an-ı Kerimde bu hususla ilgili ayetlere gelin hep birlikte bakalım. “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nur Suresi, 36), “...İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.” (Tevbe, 9/108)

Cenâb-ı Hakk’ın, mescidlere bu derece ehemmiyet vermesi dolayısıyla Müslüman toplumunda onların yeri çok mühimdir. Nitekim Kuba Mescidi ve Ravza-i Mutahhara yapılırken bizzat Efendimiz de taş taşımıştır. O şevkle ki; Mescid-i Nebevî yapılırken kendisine:“Yâ Rasûlâllah! Siz taşımayın, biz kâfîyiz, biz taşırız.” diyen bir sahabeye şöyle buyurmuştur:“Sen ey kişi! Taş taşımaya devam et. Zira Allâh’a sen Ben’den daha çok muhtaç değilsin.” Yani Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz; “Ben Allâh’a senden daha çok muhtacım.” buyurdu. (İbn Hişâm, I, 496)

Mescit inşası, insanlıkla başlar ve peygamberlerin en şerefli vazifelerinden biridir. Cenâb-ı Hak, ilk mescidi Âdem(a.s)’a inşa ettirmiştir ki, o da Kâbe’dir. Asırlar sonra İbrahim (a.s), Kâbe’yi, oğlu İsmail (a.s) ile birlikte tekrar inşa etmiştir. Hükümdar bir peygamber olan Süleyman (a.s) da meşhur Beyt-i Makdis’i îmar etmiştir. Efendimiz (s.a.s.) ise; «metâf-ı kudsiyân, bûsegâh-ı enbiyâ», yani meleklerin etrafında pervane olduğu ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü mübarek bir makam olan Ravza-i Mutahhara’yı bina etmiştir. Dolayısıyla mescit inşa etmek, peygamberlerin sünneti. Buradan biz inananlara gelen mesaj, Allâh’ın mescitlerini inşa ve ihyadır. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyuruyor:

إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلاَةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللّهَ فَعَسَى أُوْلَـئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ

“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” ( Tevbe, 9/18)

Allah’ın evlerini imar edenler övülmekle beraber, mescitlerin ve camilerin harap olması için çalışanlar ise zalim insanlar olarak değerlendirilmektedir. Kur’an-ı Kerimde bu husus şöyle ifade edilmektedir.

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَـئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ  خَآئِفِينَ لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ

“Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleler oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara, 2/114)

Camiler insanları sadece bedenen birleştiren yerler değildir. Aynı şekilde ruhları birleştiren, maneviyatı sağlamlaştıran, birlik ve beraberliğe katkı sağlayan mekanlardır. Camilerde ırk, mezhep ayrılığı, zengin fakir ayrımı, amir memur, işçi işveren ayrımı yoktur. Aynı safta omuz omuza bir araya gelen insanlardaki bu birliktelik gönüllere ferahlık verir. Sevgi ve saygıya vesile olur. Problemler çözümlenir. İnsanlar birbirlerinden her daim haberdar olur.

Camiler Müslümanlık nişanıdır, İslamın şiarıdır. Bir beldenin Müslüman olduğunun en belirgin kanıtıdır. Camiler inananların bilmediklerini bildikleri, bildiklerini ise pekiştirdikleri birer eğitim yuvalarıdır. Daha ilk dönemde başlayan bu eğitim ve öğretim günümüzde de her hafta gerçekleştirilen Cuma vaazlarıyla, Cuma gününde okunan hutbeler ile toplum ve fert hayatını ilgilendiren konulara yer verilmektedir. Müminlere her türlü kötülüklerden uzak durmalarının yanında; her türlü iyilik ve güzellikler, insan sevgisi, vatan, bayrak, ezan, Kur'an sevgisi, ana-babaya saygı, büyüklere hürmet, küçüklere sevgi vaaz ve hutbelerde dile getirilmektedir.

Her işin bir adabı, erkanı olduğu gibi camilerimizde riayet etmemiz gereken birtakım hususlar vardır. Bunlara kısaca değinecek olursak;

-Camilerde sadece ve sadece Allah’a ibadet edilir. Kur’an-ı kerimde şöyle buyrulmaktadır. “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.” (Cin, 72/18)

-Camilere giderken en temiz elbisemizi giymeye özen göstermeliyiz. İnsanları rahatsız edici her türlü şeylerden uzak durmalıyız. Kur’an-ı Kerimde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır. “Ey Ademoğulları! Her mescitde ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin).” (Araf, 7/31)

-Camiler temiz tutulmalıdır. Temiz tutulmasına hem cami görevlilerimiz hem de cemaatimiz yardımcı olmalıdırlar. Cemaatimiz temiz çoraplarla camiye gelmeli, camilere elbiselerinden herhangi bir şey düşürmemeye özen göstermelidir. Cami görevlilerimiz ise cami temizliğinin Allah’ımızın bir emri olduğunu unutmamalıdırlar. Cami temizliğiyle meşgul olmak Yüce Rabbimizin emrini yerine getirmektir. Kur’an-ı Kerimde Allah-u Teala Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e şöyle emirde bulunmaktadır. “İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” (Bakara, 2/125) Allah’ın evlerini temiz tutmakla ayrıca Nz. İbrahim ve Hz. İsmail’in sünnetini yerine getirdiğimizi de unutmamalıyız.

Günümüzde camilerde hizmetler, cami görevlilerimiz tarafından devam ettirilmektedir. Mescitlerde imam olarak ilk vazifeyi icra eden Peygamberimizdir. Biz mihrabı Efendimizden emanet olarak almış görevlileriz. Bu görevin sorumluluğunu yerine getirmenin çabası içindeyiz. Allah’ın misafiri olarak Allah’ın evlerine gelen insanları ağırlama görevinin bizlere verilmesi sebebiylede Yüce Rabbimize sonsuz kez hamd ediyoruz. Cenab-ı Allah bizleri bu yüce makamın hakkını verenlerden eylesin. Cemaatimize beş vakit namaz kıldırmak için ön tarafta bulunmak ise vazifeler içerisinde çok büyük bir sorumluluk olduğu bilinci içerisindeyiz.

Özetleyecek olursak; camilerimiz milli ve manevi değerlerimizin en temel yapı taşlarından biridir. Birlik ve beraberliğimizin sağlamlaştırıldığı en önemli yerlerdendir. Eğitim yuvasıdır. Büyüklere saygı, küçüklere şefkatin en güzel aktarıldığı mekanlardır. Camilerimiz bizi birbirimize bağlayan unsurların başında gelmektedir. İslam’ın şiarındandır.

Bu vesile ile Camiler ve Din görevlileri haftamızı tebrik ediyoruz. 2015 yılı Camiler ve Din Görevlileri Haftası ana konusu ““Cami ve Namazla Arınma” olarak belirlenmiştir. Yüce Rabbim camilerimizi, görevlilerimizi ve cemaatimizi her daim var eylesin. Kul olarak Yaratan Rabbimiz, kul olarak yaşamayı ve huzuruna da Müslüman bir kul olarak varabilmeyi cümlemize nasip eylesin. Kulluk mekanı olan camilerimizi imar ve ihya etmede hepimizi muvaffak eylesin.

                                                                Mehmet Zahid İÇLİ

                                                                    Çelebi İlçe Vaizi

 

                                                                                                         



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler