Kur'an-ı Kerimde ve Hadislerde Söz Ahlakı
Gönderen Kadir Hatipoglu - Şubat 16 2022 02:00:00

Vaaz Resimleri: w.jpg  İNDİR

Allah'ın insana verdiği en büyük nimetlerden biri de meramını ifade edebilmesidir ki, bu sıfatı ile diğer yaratıklardan ayrılmakta ve onlara karşı değer kazanmaktadır.

اَلرَّحْمنُ (1) عَلَّمَ الْقُرْانَ (2) خَلَقَ الْاِنْسَانَ (3) عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

"Rahman, Kur'anı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı ilham etti.”[1] Nimetin büyüklüğü nisbetinde karşılığı büyür, şükrü gerekir ve ona karşı nankörlükte bulunmak çirkinleşir.

İslâm bu büyük nimetten insanların nasıl istifade edeceğini ve gün boyunca dillerinden düşürmedikleri normal konuşmalarını hayra dönüştürebileceklerini tesbit etmiştir, insanlardan çoğunun dili susmaz. Söyleyecekleri bitmez. Bu konuşulan şeyleri araştırmaya kalkışırsan çoğunu boş laflar ve zararlı lakırdılardan ibaret bulursun. Hâlbuki Allah (cc), dili bu gayeler için vermemiştir. Verilen bu nimetlerden de bu tarzda istifade edilmemelidir.

لَا خَيْرَ فى كَثيرٍ مِنْ نَجْويهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِ وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّهِ فَسَوْفَ نُؤْتيهِ اَجْرًا عَظيمًا

"Onların fısıldamalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi yahud insanların arasını düzeltmeyi emreden başka (o, müstesnadır). Her kim de bu işleri Allah (cc)'m rızasını arayarak yaparsa, biz ona âhirette büyük bir mükafaat vereceğiz "[2]

İslâm büyük bir önemle konuşma usulü ve konusu üzerinde durur. Çünkü herhangi bir insanı dilinden çıkan bir söz onun akıl ve ahlâk seviyesine delalet eder. Bir cemaatte ki konuşma metodu, adı geçen cemaatın genel seviyesini ve faziletlerde olan nisbetini tayin eder.

Kişi konuşmazdan evvel, kendi kendine “benim konuşmamı gerektiren bir durum var mıdır?” diye sormalı konuşmasını gerektirecek bir husus var ise konuşmak, aksi halde zaruret olmadıkça konuşmamanın en büyük ibâdet olduğunu bilmelidir.

Abdullah bin Mes'ud şöyle der: “Allah (cc)'a yemin ederim ki yeryüzünde dilden daha çok uzun zaman hapsedilmesi gereken birşey yoktur”,[3] Abdullah bin Abbas 'da şöyle der: "İnsanlar için şu beş husus yağız atlardan çok daha faydalıdır:

1. Seni ilgilendirmeyen konularda konuşma. Aslında bu da fazladır. Çünkü yine de yalan söylemiyeceğinden emin değilim.

2. Seni ilgilendiren bir durum karşısında, uygun bir ortam bulursan konuş. Çünkü bazı kişiler kendilerini ilgilendren hususlarda uygun ortam bulunmadığı halde konuştukları için ayıplanmışlardır.

3. Akıllı veya ahmak, hiçbir kimseyle tartışma. Akıllı senin ayağını kaydırır. Ahmak ise, sana eziyet verir.

4. Hazır bulunmadığın anlarda nasıl anılmanı istiyorsan Müslüman kardeşin için de aynısını düşün. İnsanlardan seni affetmelerini istediğin hususları sen de affet.

5. İyilik yaptığın an mükâfatlandırılacağını bilen, kötülük işlediğinde de ceza göreceğini bilen birisi gibi hareket et"[4]

Bir müslüman ancak tüm kuvvetiyle diline hâkim olduğu zaman bu hususları gerçekleştirebilir. O, susmanın gerektiği yerde diline hâkim olur. Konuşmayı arzu ettiği zamanda usulünde konuşur. Dillerini başıboş salıverenlerin âkibeti uçurumdur. Gevezelik ve lakırdı kişinin haysiyetim ayaklar altına alır. Çoğu toplantılarda başrol oynayıp durmadan konuşan kişileri dinleyenler bunların düşüncesiz ve şuursuz konuştuklarına hükmederler. Hatta bazen akıl ile, böyle uygunsuz konuşmalarda bulunan arasında çok büyük mesafenin bulunduğuna karar verirler. Kişi değerini bilip aklını kullanmayı arzuladığı zaman kargaşalı ortamlardan sakınıp sakin ve huzurlu yerleri tercih etmelidir.

İslâm, gereken yerlerde sükût etmeyi tavsiye ederek, sükûtu gerçek terbiye için bir vasıta kabul eder. Resulullah' (sav)'ın Ebu Zerr'e yaptığı nasihatlardan biri de şudur:

"Sen çoğu zaman sükût etmeyi tercih et. Bu sana, dininde yardımcı olup, şeytanı kovar."[5]

Evet dil, şeytanın elinde bir iptir ki; onunla sahibini dilediği yöne çevirir. İnsan diline sahip olmazsa dili kötülüklere sahne olur. Kalbini manevî pislikler kaplayınca gaflet bulutlan içersinde bocalayıp durur. Resulullah (sav) şöyle buyurur:

"Kişinin kalbi sağlam olmayınca, îmanı da sağlam olmaz. Dili sağlam olmadan kalbi de müstekil olmaz"[6]

Bu istikamet merhalelerinin ilki, kendisini ilgilendirmeyen hususlara girişmemesi ve sorumlu bulunmadığı mes'elelere atılmamasıdır.

 

 "Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terketmesi kâmil imanın şanındandır.”[7]

Boş sözlerden uzak durmak, kemâl ve kurtuluş alâmetidir. Kur'an bu hususu çok önemli iki ibâdet olan namaz ve zekat arasında zikretmiştir:

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) اَلَّذينَ هُمْ فى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) وَالَّذينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) وَالَّذينَ هُمْ لِلزَّكوةِ فَاعِلُونَ (4)

"Mü'minler muhakkak felah bulmuştur. (Öyle mü'minler ki) onlar boş lakırtılardan ve faydasız şeylerden yüz çeviricidirler. (Öyle mü'minler ki) onlar zekat (vazife)lerini yapanlardır. "[8]

İnsanlar başıboş hareketler ve lakırdıları saymaya kalkışırsa, kulakları celbeden, dikkatleri üzerine çeken, meşhur gazetelerin, revaçtaki kıssaların, hitabe, basın ve yayın konuşmalarının çoğunun bomboş safsatalar olduğunu görüp bu durum karşısında dehşete düşeceklerdir. İslâm boş ve meseleleri hoş karşılamadığı gibi, boş lakırdıları da tasvip etmemiştir. Boş lakırdılar ömrü, insanın yaratılışına uygun olmayan, gayri ciddi ve neticesiz yerlerde tüketir.

Müslüman boş lakırdıdan uzak durduğu nisbette Allah (cc)'ın indinde mevki kazanır. Enes bin Malik (ra) anlatıyor:

تُوُفِّىَ رَجُلٌ فَقَالَ رَجُلٌ آخَرُ لَهُ، وَرَسُولُ اللّهِ # يَسْمَعُ: أبْشِرْ بِالْجَنَّةِ. فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: وَمَا يُدْرِيكَ؟ لَعَلَّهُ تَكَلَّمَ بِمَا َ يَعْنِيهِ، أوْ بَخِلَ بِمَا َ يُغْنِيهِ

 "Adamın biri vefat etti. Diğer biri de Resulullah (sav)'ın duyacağı bir şekilde "O cennetliktir" dedi. Resulullah (sav) "Nereden biliyorsun? Belki o, kendisini ilgilendirmeyen hususlarda konuşmuş ve mala hiçbir eksiklik getirmeden sadaka verme konusunda da cimrilik etmiştir" buyurdu."[9]

Boş lakırdı sahibi, düşünce ve konuşması arasındaki irtibatı sağlayamadığı için manasız ve kuru sözler konuşur. Öyle ki bazen kendisinin mahvolmasına, geleceğinin yok olmasına sebep olacak kelimeleri bile sarf eder. Eskiler şöyle demişlerdir: "Kimin şamatası çok olursa hatası da o kadar çok olur." Şâir şöyle haykırmış:

 "Kişi, dilinin sürçmesi neticesi ölür. Fakat ayağının sürçmesinden ölmez."

Hadis-i şerifte şöyle denilmiştir:

"Kul, etrafındakileri güldürme maksadı ile bir kelime serdeder. Bunun neticesinde de yerle gök arası kadar geniş bir uçuruma yuvarlanır. Kişinin dilinin sürçmesi neticesi duçar olacağı tehlike, ayak sürçmesinden hâsıl olacak tehlikeden daha ağır olacaktır".[10]

İnsan konuştuğunda hayrı konuşarak, dilini güzelliğe alıştırmalıdır. Güzel konuşma Allah (cc)'ın tüm semavî dinlerden talep ettiği yüce bir meziyettir.

Kur'an-ı Kerim, "Güzel söz söylemenin, Musa (as) döneminde Allah (cc) tarafından İsrailoğullarından alınmış bir ahid olduğunu beyan eder:

وَاِذْ اَخَذْنَا ميثَاقَ بَنى اِسْرَائلَ لَاتَعْبُدُونَ اِلَّا اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِى الْقُرْبى وَالْيَتَامى وَالْمَسَاكينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَقيمُوا الصَّلوةَ وَاتُوا الزَّكوةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَليلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ

"Hani İsrailoğullarından Allah'dan başkasına ibadet etmeyin, anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın, insanlara güzellikle söyleyin. Dosdoğru namaz kılın, zekat verin" diye (emretmiş) te'minatlı söz almıştık."[11]

Güzel ve iffetli bir söz dost düşman herkesçe kabul görüp, hoş neticeler getirip, dostların muhabbetini celbeder. Dostluğu sürdürür. Aralarındaki bağların devamına ve şeytanın aralarını açmasına engel olur.

وَقُلْ لِعِبَادى يَقُولُواالَّتى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ  بَيْنَهُمْ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوًّا مُبينًا

 "Mü'min kullarıma söyle, (kafirlere) en güzel (söz) ne ise onu söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesad sokar. Zira şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır"[12]

Şeytan, insanlar arasında fitne-fesat tohumlarını saçmak ve basit nizalar neticesi kanlı olaylar meydana getirmek için fırsat kollar. Şeytanın bu faaliyetini engelleyen en büyük silah güzel konuşmaktır.

Düşmanlarla güzel konuşmak ise adavet alevini söndürür ve hiddeti frenler. En azından, düşmanlığın artmasına ve şerrin yayılmasına engel olur.

وَلَا تَسْتَوِى الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَميمٌ

"Ne (her) iyilik ne de (her) kötülük bir olmaz, sen (kötülüğü) en güzel (haslet ne ise) onunla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost (un olmuş) tur".[13]

Her meslekteki insanları yumuşak ve güzel konuşmaya alıştırmak maksadıyla Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:

 

"İnsanları mallarınızla râzı edemezsiniz, fakat güler yüz ve iyi ahlâkla memnun etmeye çalışırsınız."[14]

İffetli fakirlik; hayasız zenginlik ve cömertlikten yeğdir.

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا اَذًى وَاللّهُ غَنِىٌّ حَليمٌ

 “İyi (güzel ve tatlı) bir söz, bir ayıp örtme, ardından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah (c.c.) (kulların sadakalarından) müstağnidir, halimdir”. [15] Güzel söz, sahibini Allah (c.c.) rızasına kavuşturan, nimet içinde bırakan, fazilet ve iyilik nev'inden bir haslettir. Enes (r.a.)anlatıyor:

 

"Bir adam Resulullah (sav)'e  Beni cennete koyacak bir amelden haber ver, dedi. Resulullah (sav): "Taam yedir, selâmı yay, insanlar uykuda iken sen geceleyin namaz kıl. Emniyetle cennete girersin"[16] buyurdu.

Allah (cc.) diğer din mensubu insanlarla da yumuşak, tatlı ve nezaket ölçüleri içerisinde tartışmamızı emretmiştir:

وَلَا تُجَادِلُوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّتى هِىَ اَحْسَنُ اِلَّا الَّذينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا امَنَّا بِالَّذى اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلهُنَا وَاِلهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

“İçlerinden zulüm edenler müstesna olmak üzere, ehl-i kitap ile en güzel (şekilden) başka bir suretle mücadele etmeyin.[17]

Büyük insanlar, her sınıftan olan kişilerle davranışlarında kendilerinden nahoş bir kelimenin çıkmamasına dikkat eder, değerlerini bayağı insanlarla düşürmemeye gayret gösterirler.

Mâlik (r.a.) Yahya bin Sa'd (ra)'dan şunu rivayet eder: "İsa (as) yolda duran bir domuza "Allah rahatlık versin dedi. Yanındakiler: "Sen bir domuza mı söylüyorsun?" dediler. İsa (a.s): "Ben dilimi, kötülüğü söylememeye alıştırıyorum" dedi.

Bazı kişiler, ar duymaz bir yüz, kötülükten haya etmez bir huy, başkasına kötülük yapmaktan çekinmeyen bir ahlâk ve mürüvvet kaidelerini tanımayan bir hayatı yaşarlar. Onlar bilgisiz ve edepsiz nefislerini tatmin etmek için hiç bir usul ve kaideyi dinlemeyip önlerine geleni yaparlar.

Akıllı kişinin böyle sefih insanlarla uzun tartışmalara girişmesi uygun düşmez. Çünkü bunların nahoş hareketler yapmasına sebep olur ki, bu büyük bir fitnedir. Böyle kişilerin şerrini önlemek vaciptir. Onun için İslam, sefihlerle olan müderati (onları idare etmeyi) câiz görmüştür. Câhilin biri Resulullah (s.a.v.)'ın evine girmek istedi. Resulullah (s.a.v.) güzellikle engellemeye çalıştı. Çünkü böyle kişilere karşı en güzel metod, onlara hilm ile davranmaktır. Şayet Resulullah (s.a.v.) onu rencide edecek harekette bulunsaydı, belki ondan Resulullah (s.a.v.)'ın zatına uygun düşmeye bazı nahoş kelimeler sadır olurdu.

Aişe (r.anha.) anlatıyor:

"Adamın biri Resulullah (s.a.v.)'den yanına gelmek için izin istedi. O gelmeden Resulullah (s.a.v.) "O, kavminin en kötü insanıdır, dedi. İçeri girince de ona güler yüz ve yumuşak davrandı. Resulullah (s.a.v.)'ın hanımı Aişe (r.anha.) "Ey Allah'ın Resulü: İlkin ona şöyle dedin, yanına gidince de yumuşak ve güler yüzle davrandın, bu nasıl olur" dedi? Resulullah (s.a.v.): "Ey Aişe! Beni ne zaman kaba ve ahlâksız gördün ki? Kıyamet gününde Allah (c.c.) indinde insanların en kötüsü ahlâksızlığından korktukları için insanların kendisini terkettikleri kişidir"[18] buyurdu.

Bu husus, tecrübelerin tasdik ettiği bir gerçektir. Çünkü ahlâklı bir insanın ahlâksız biriyle kendini küçük düşürmesi uygun olmaz. İnsan, her gördüğü câhili edeplendirmeye kalkışırsa bu hususta göreceği sıkıntı ve cefalarla baş edemeyip âciz kalacaktır. Kur'an böyle bir müdareti müminlerin ilk sıfatlarından kabul etmektedir.

وَعِبَادُ الرَّحْمنِ الَّذينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا

"O çok esirgeyen Allah (c.c.)'ın has kulları ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine beyinsizler hoşa gitmeyecek laflar attığı zaman 'selâm (etle)' deyip geçerler."[19]

وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَانَبْتَغِى الْجَاهِلينَ

"Bunlar yaramaz lakırdıları işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Size selâm (olsun). Biz câhilleri aramayız dediler."[20]

İnsan, bir-iki defa öfkesini yutabilir. Fakat üçüncü defa hiddetlenir. Mu'mine yaraşan, işin daha fazla kötlüklerle neticelenmemesi için, daha fazla eziyetlere katlanmasıdır. Said bin Müseyyeb (r.a.) anlatıyor:

 "Resulullah (s.a.v.) ashabı arasında oturuyor iken bir adam Ebu Bekir (r.a.)'e sataştı ve incitti. Ebu Bekir (r.a.) buna ses çıkarmadı. Üçüncü defa onu rahatsız edince Ebu Bekir (r.a.) karşılık verdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) oradan kalktı. Ebu Bekir (r.a.): Ey Allah'ın Resulü! Yoksa bende nahoş bir hareket mi gördün? "Hayır öyle birşey olmadı. Ancak o adam sana eziyet verince gökten bir melek inip ona cevap veriyordu. Sen müdahe edince, melek gitti ve yerine şeytan geldi. Şeytanın bulunduğu yerde durmam bana yakışmaz"[21] dedi. Müdaret, kötülüğü kabullenmek demek değildir. Bu iki durum arasındaki fark çok büyüktür. Şöyle ki:

Müderet: Nefsin sahibini küçük düşürecek âmiller karşısında zaptedilmesi, ihtiyarî veya gayrî ihtiyarî öfkesini kırması ve öç almaktan menedilmesidir. Kötülüğü kabullenmek ise: Nefsin ahmaklığa, zillete boyun eğmesi, akıl ve mürüvvet sahibi kişilerin kabullenmeyeceği hususlara boyun eğmesidir.

Kur'an akılsızlara karşı müdareti methederken, kötülüğe boyun eğmeyi de kerih görmüştür...

لَايُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَميعًا عَليمًا (148) اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُوءٍ فَاِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا قَديرًا (149)

“Allah, fena sözün açıklanıp söylenmesini sevmez. Ancak zulme uğrayanlar müstesnadır. Allah, herşeyi işitici ve herşeyi bilicidir. Eğer hayırlı bir işi açıklar yahut gizlerseniz veya size yapılan fenalığı bağışlarsanız şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır. Her şeye kâdirdir.”[22]

Konuşmanın abesten korunması için, İslâm'ın aldığı tedbirlerden birisi de tartışmanın önüne geçerek, haklı haksız durumlarda haram kılmasıdır. Çünkü tartışmada öyle durumlar vardır ki nefis, o durumlarda gaddarlaşır, karşısındakini ezmeye kalkışır, kendini haklı çıkarmak için her çare ve metoda başvurur. Böyle zamanda kişi kendini üstün çıkarmayı, hakkı bulmaktan daha önemli görür. Böyle anlarda nefsanî ve inatvari hareketler çok görülür. Hakkın ortaya çıkması muhal olur.

İslâm, böyle durumlardan nefret edip onları din ve fazilet için tehlikeli görür. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:

 

 "Kim haklı olmadığı halde mücadeleyi terkederse kendisine cennetin yan kısmında bir ev verilir. Kim haklı olduğu halde mücadeleyi terkederse kendisine cennetin ortasında bir ev verilir. Kim de ahlâkını düzeltirse cennetin en üst yerinde kendisine bir ev verilir."[23]

Bazı kişiler, çenelerinin kuvvetli oluşundan istifade ederek âlim-câhil herkesle kargaşaya girişirler. Onların yanında, çene çalmak en büyük arzu olup böyle yapmaktan da hiçbir zaman usanmazlar. Böyleleri iş başına gelirse ortalığı bozarlar. Dinde söz sahibi olurlarsa dinin tüm güzelliklerini tersine çevirip heybetini zâyi ederler. İslâm, çok şiddetli bir şekilde bu gibi geveze ve başıboş kişilerle mücadele etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

"Allah'ın en fazla buğz ettiği kişiler, şiddetli bir şekilde düşmanlık besleyenlerdir."[24]

 

"Hidayet üzere olan bir topluluk tartışmaya girmeden dalalete düşmez"[25]

Böyle kişilerin arzusu sadece lakırdı olduğu için, konuştukları vakit hiçbir hudut tanımazlar. Onlar sadece övünme ve gevezelik peşinde koşarlar. Mânâdan ziyâde, kelime süsüne önem verirler. Böyle bir kargaşa içinde herhangi bir hedef veya gâye aramak zordur... Bu aklanmışlardan birisi güzel bir kıyafet ile Resulullah'ın huzuruna gelir, Rasulullah (s.a.v) onunla her konuştuğunda o, Resulullah (s.a.v.)'den daha güzel bir biçimde konuşmaya zorlanırdı. Oradan ayrılınca Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah (c.c.) ineklerin ot yerken ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen bu ve bunun benzeri insanları sevmez. Allah (c.c.) onların ağız ve yüzlerini cehennemde evirip çevirecektir.”[26]

Din, siyâset, ilim ve âdab sahalarındaki tartışmalara böyle edebiyat taslakçıları el atarsa siyâset, din ve âdab namına ne varsa hepsi fesada uğrar. İslâm âleminde meydana gelen sosyal yıkılmalar, fıkhî sürtüşme ve bölünmeler, bölücü ceryanlar vs... Bunların hepsi, din ve hayatı konularda yapılan bu mel'unce tartışmaların neticesidirler. Tartışmanın delil, araştırma ve ilmi çalışmalarla alakası yok. Birçok sahabeden şu hadis rivayet edilmiştir.

"Biz dinî konuların birinde tartışırken Resulullah (s.a.v.) çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi: "Ey Ümmeti Muhammed! Yavaş olun ve kendinize gelin, sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmaları yok etmiştir. Tartışmaları terkedin. Çünkü onda hayır yoktur.

Tartışmayı terkedin, çünkü mü'min tartışmaz.

Tartışmayın, çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir.

Tartışmayın, çünkü kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter.

Tartışmayın, çünkü tartışan kimseye kıyamet gününde şefaat etmem.

Tartışmayın, ben tanışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi ezerime alıyorum. (Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terkeden içindir.) Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra Rabbimin beni nehyettiği ilk şey tartışmadır."[27]

Çoğu insanların ballandıra ballandıra konuşup tartıştıkları toplantı yerleri vardır. Oysa İslâm, insanların ayıplarının araştırıldığı, haberlerin ters çevrilmek suretiyle aktarıldığı böyle oturma yerlerinde vakit öldüren tembelleri ve bu yerleri de sevmez. Güya bunlardan bazılarının harcayacakları kadar malı vardır. Bununla rahatlarını sağlama ve başkalarının işleriyle hayaller kurup oyalanmaya çalışırlar.

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ (1) اَلَّذى جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ (2) يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُ اَخْلَدَهُ (3) كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِى الْحُطَمَةِ (4)

"Veyl olsun, (insanları arkalarından çekiştiren) her ayıplayıcıya. Yüzlerine karşı dil uzatıcıya o ki; bir çok mal toplamış ve onu sayıp durmaktadır. Sanıyor ki onun malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir. Hayır... (Malı onu kurtarmaz)? Muhakkak ki o ateşe atılacaktır."[28]

Asrımızda insanların kahvehane ve eğlence salonlarında oturmaları, çok yaygın bir mes'eledir. Bu husus çeşitli yönleriyle cemiyetleri musallat olmuş bir âfettir. Hiçbir meşru ihtiyaç olmadığı halde böyle yerler şehir ve köylerde çoğalmıştır. Hadiste şöyle denilmiştir:

"Yollarda oturmaktan sakınınız." Ashab: "Ey Allah'ın Resulü konuşma ve diğer ihtiyaçlarımız için mutlaka oturmamız gerekiyor" dedi. Resulullah (s.a.v.): "Mutlaka otura cağımızda ısrar ediyorsanız, yolun hakkını veriniz:" buyurdu. Ashab- Ey Allah'ın Resulü yolun hakkı nedir? Resulullah (s.a.v.): "Gözleri günahlardan sakındırmak, yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmak, selama karşılık vermek, iyiliği emir ve kötülükten sakındırmaktır"[29] buyurdu.


 

[1] Rahman, 1-4

[2] Nisâ, 114

[3] Taberâni,

[4] 1. Ebu Dünya

[5] Ahmed,

[6] Ahmed, R. Ehadis 6084

[7] Tirmizi

[8] Mü'minûn, 1-4

[9]
islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler