Takva Ne Demektir Muttaki Kimdir?
Gönderen Kadir Hatipoglu - Aralık 20 2019 08:54:08

                                                                   Vaaz Resimleri: w.jpg

الم:ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًىلِّلْمُتَّقِينَ:الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَوَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ:والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ:أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:

     “Elif Lâm Mim. O kitap (Kur’an): Onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler için bir hidayet kaynağıdır. Onlar (o muttakiler) gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.”  (BAKARA SURESİ – 1–5. AYET)

     Muttaki, takva sahibi demektir. Takva ise kuvvetli bir himayeye girerek korunmak anlamındadır. Bunun gereği olarak korkmak, kaçınmak, sakınmak ve çekinmek manalarına da gelir. Gerçek koruma, ancak Allah’ın korunmasına girmekle olur. Kur’an-ı Kerim’de takvanın üç derecesi olduğu bildiriliyor:

      BİRİNCİSİ: Allah’a inanmak ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Başka bir ifade ile Allah’tan başka ilâh olmadığına, O’nun ortağı eşi ve dengi bulunmadığına inanmaktır. Bu inanç takvanın ilk mertebesidir ve bu inanca sahip olan kimse de muttakidir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَىوَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيماً:

     “Onları takva sözü üzerinde durdurdu.” (FETİH SURESİ – 26. AYET) Takva sözü,“Lâ ilâhe İllallah = Allah’tan başka ilâh yoktur” sözüdür.

     Osman b. Affan (RA) şöyle anlatıyor: Peygamberimiz (SAV)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Ben bir kelime bilirim ki, onu kalbinden inanarak söyleyen kimseye cehennem ateşi haram olur.” Bunun üzerine Ömer b. Hattab (RA): “Ben size o kelimenin ne olduğunu söyleyeyim. O, İhlâs kelimesidir ki, Peygamberimiz (SAV) o kelimeyi amcası Ebû Talip’e ölümü esnasında telkin etmiştir.”

     Said İbni Müseyyeb’in babası İbni Hazn (RA) şöyle demiştir: Ebû Talib’de ölüm belirtileri görüldüğü sırada Peygamberimiz (SAV) yanına gelerek: “Amca, Lâ İlâhe İllallah de ki, bunu Allah katında senin için delil olarak göstereyim (ve sana şefaat edeyim)” buyurdu.

     Bu konuda Peygamberimiz (SAV) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Her kim ölür de ölümü anında, Allah’tan başka ilâh olmadığını bilir ve buna inanırsa cennete girer.”

     İKİNCİSİ: Büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten sakınmakla farzları eda etmektir ki, bilinen takva budur.

     Nitekim Kur’an-ı Kerim, şöyle buyurur:

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ وَلَـكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ:

    “O ülkelerin halkı iman etseler ve ittika etselerdi, günahtan sakınsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.”  (A’RAF SURESİ – 96. AYET)

     ÜÇÜNCÜSÜ: Kalbini Allah’tan meşgul edecek her şeyden kaçınmak ve bütün varlığı ile Allah’a yönelmektir. Allah Teâlâ’nın:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ:

     “Ey iman edenler, Allah’tan O’na yaraşır şekilde ittika edin ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”  (ALİ-İMRAN SURESİ - 102. AYET) ayet-i kerimesindeki ittika budur. Bu takva öylesine yüksek bir mertebedir ki, hemen hiç kimse için mümkün değildir. Takvanın bu üç mertebesini toplayan bir ayette şöyle buyruluyor:

لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْالصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُواْ إِذَا مَا اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ وَعَمِلُواْالصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّأَحْسَنُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ:

     “İman eden ve iyi işler yapanlara hakkıyla korunup iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp yaptıklarını ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde onlara, (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. Allah iyi ve güzel yapanları sever.”  (MAİDE SURESİ - 93. AYET)

     Her Cuma günü hatiplerimizin hutbeden sonra okudukları ayet-i kerimede, takva derecelerinden her birini kapsar. Bu ayet-i kerime’de şöyle buyruluyor:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِوَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءوَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ:

     “Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”  (NAHL SURESİ – 90. AYET)

     Ayet-i kerime’de üç şey emrediliyor, üç şey de yasaklanıyor. Emredilen üç şey, dünyada düzeni ve huzuru sağlayan üç esastır. Bunlar adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır. Adalet, her şeyi yerli yerine koymak, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmaktır. Her haktan önce Allah hakkı gelir. Bu hakkın birincisi, Allah’ın birliğine, ortağı, dengi ve eşi olmadığına inanmaktır. Buna inançta adalet denir. İnançtaki adaletsizlik ve haksızlık ya yaratanı hiç tanımamak veya O’na ortak koşmaktır. İhsan, dinin özüdür.

     Peygamberimiz (SAV)’e ihsanın ne olduğu sorulduğunda: “Sanki görüyorsun gibi, Allah’a ibadet etmendir. Sen Allah’ı görmüyorsan da Allah seni görüyor.” diye cevap vermiştir.

     Peygamberimiz (SAV)’in bu tarifinden şu anlaşılıyor: İhsan, görevi en güzel şekilde yapmaktır. Bunun için Peygamberimiz (SAV): “Allah Teâlâ her şeyde ihsanı, yapacağı şeyi güzel yapmayı yazdı. Bundan dolayı öldürme ve kesmeyi bile güzel yapın. Her biriniz bıçağını iyi bilesin ve boğazlayacağı hayvanı rahat ettirsin.” buyurmuş ve ihsanın her şeyde dikkate alınmasını tavsiye etmiştir. Akrabaya Bakmak Akrabayı görüp gözetmek, muhtaç olanlara yardım etmek emrediliyor. Peygamberimiz (SAV) buyuruyor: “Sevabı en çabuk olan taat, yakın akrabaları gözetmektir.” Bunun için zekât ve sadaka verilirken, yakın akrabadan muhtaç olanlara öncelik tanınması tavsiye edilmiştir. Nitekim Peygamberimiz (SAV), şöyle buyurur: “Yoksula bir şey vermek sadakadır. Akrabaya sadaka vermekte iki sevap vardır.  Sadaka sevabı, diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır.”

     Ayet-i kerime’de yasaklanan üç şey de fahşa, münker ve bağy’dir. Fahşa, zina, yalan ve iftira gibi çirkinliklerdir. Bunların edepli insanlar için çirkinliklerini anlatma- ya gerek yoktur. Münker, dinin ve akl-ı selimin beğenmeyip fena saydığı iş ve davranışlardır. Bağy, insanlara zulüm ve baskı yapmaktır. İşte Allah Teâlâ bu üç şeyi de yasaklıyor.

     Ashab’ın ileri gelenlerinden biri ve Medine-i Münevvere’de ilk vefat eden sahabe olan Osman İbni Maz’ûn (RA), bu ayet-i kerime ile ilgili bir hatırasını şöyle anlattı: “Ben başlangıçta, Peygamberimiz (SAV)’in Müslüman olmam konusundaki teklifini reddetmekten utandığım için Müslüman olmuştum. İslâm henüz kalbimde yerleşmemişti. Bir gün Peygamberimiz (SAV)’in huzuruna vardım. Benimle konuşuyordu. Bir ara gözünü göğe dikti, sonra da sağından aşağı indirdi. Sonra bunu bir daha tekrar etti. Sebebini sordum. Şöyle buyurdu: “Seninle konuşurken, birdenbire Cebrail aleyhisselâm geldi ve bu ayeti getirdi.” Ben, bu ayeti duyunca çok etkilendim ve o andan itibaren iman kalbime yerleşti. Hemen koştum Ebû Talib’e haber verdim. O da şöyle dedi: “Ey Kureyş topluluğu, yeğenime uyunuz, doğru yolu bulacaksınız. Şüphesiz O, size güzel ahlâktan başka bir şey emretmiyor.” Bunu duyan Peygamberimiz (SAV): “Amcacığım, insanların bana uymalarını emredersin de, kendini unutur musun?” buyurdu. Fakat o, şehadet getirmekten kaçındı. Bunun üzerine: “Ey Peygamberim, doğrusu sen her sevdiğini hidayete eriştiremezsin. Ama Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.” ayeti nazil oldu.

     Hz. Ali (RA) şöyle demiştir: “Allah Teâlâ Peygamberine, kendisini Arap kabilelerine arz etmesini emretti. Bunun üzerine yüce Peygamber (SAV) çıktı, ben ve Ebû Bekir de beraberinde idik. Bir topluluğun yanına geldik üzerlerinde onur vardı. Ebû Bekir (RA): “Bunlar kimlerdir?” diye sordu. Şeyba b. Sa’lebeden, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV), onları iki şehadet kelimesini getirmeye davet etti ve Kureyş Peygamber (SAV)’i yalanladığı için kendisine yardım etmelerini teklif etti. Bu teklif üzerine Makrûn b. Amir: “Ey Kureyşli, bizi davet ettiğin şey nedir?” diye sordu. Peygamberimiz (SAV), bu ayet-i kerime’yi okudu. Bunu dinleyen Makrûn b. Amir: “Gerçekten sen güzel ahlâka ve güzel amele davet ediyorsun. Seni yalanlayan ve aleyhinde hareket etmek isteyenler, yemin ederim ki, iftira ediyorlar.” dedi.

     İbni Mes’ûd (RA) bu ayet-i kerime ile ilgili olarak: “Kur’an-ı Kerim’de iyilik ve kötülüğü en çok bir arada toplayan bu ayeti kerimedir” demiştir.

     Ve denmiştir ki:“Eğer Kur’an’da bu ayetten başka ayet olmasaydı ona yine, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde denmesi doğru olurdu.”

     Takva sahibi olanlara muttaki denir. Kur’an muttakilerin, gerek inanç ve gerekse ahlâk yönünden sahip oldukları nitelikleri bize bildirir. Kur’an-ı Kerim’in ikinci suresi olan Bakara Suresi’nin ilk ayetlerinde muttakilerin nitelikleri şöyle sayılıyor:

الم:ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًىلِّلْمُتَّقِينَ:الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَوَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ:والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ:أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:

     “Elif Lâm Mim. O kitap (Kur’an): Onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler için bir hidayet kaynağıdır. Onlar (o muttakiler) gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, âhiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.”  (BAKARA SURESİ – 1–5. AYET)

     İşte muttakilerin nitelikleri:

1-) Gayba İnanırlar. Kur’an-ı Kerim’e göre varlıklar iki kısma ayrılır. Bir kısmı gözle görülüp idrak edilemeyen varlıklar ki, bunlar gayb âlemini oluşturur. Bir kısmı da gözle görülen elle tutulan varlıklardır. Bunlar da şehâdet âlemini meydana getirir. Manevî varlıklar gayb âlemindedir. Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısma ayrılır. Bir kısmının varlığını Allah’tan başka kimse bilmez. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:

     “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları, O’ndan başkası bilmez.” buyrulmuştur ki, gaybın bu kısmına işaret edilmiştir.

     Kaza ve kader hep bu gaybdendir. Bir kısım varlıklar da vardır ki, bunlar duyu organlarıyla idrak edilemez ise de var oldukları delillerle anlaşılabilir. Allah’ın varlığı, Allah’ın sıfatları, melekler, âhiret, cennet ve cehennem bu tür gayba dâhildir. İşte, “onlar gayba inanırlar” ayetindeki gaybden kastedilen gayb varlıkları, bu delil ile varılan gaiplerdir. Yani mümin ve muttakiler görmedikleri halde Allah’a, O’nun meleklerine, peygamberlere gelen kitapların Allah tarafından vahyedildiğine, âhirete, cennet ve cehennem’e ve Allah’ın huzurunda sorgulanacaklarına inanırlar.

2-) Namazı Dosdoğru Kılarlar. Namazı dosdoğru kılmak demek, namazın şartlarına uyarak güzelce eda etmek demektir. Allah Teâlâ, imandan sonra namazdan daha üstün bir ibadet emretmemiştir. Peygamberimiz (SAV), namaz için, “Namaz dinin direğidir” buyurmuş, dini ayakta tutan bir ibadet olduğunu bildirmiştir. Günde beş vakit Allah’ın huzurunda duran kimsenin, duygu ve düşüncelerinde mutlaka bir değişiklik olacaktır. Allah Teâlâ’nın;

إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءوَالْمُنكَرِ:

     “Muhakkak ki namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir.”  (ANKEBUT SURESİ – 45. AYET) buyurması bu gerçeğin ifadesidir. Namazını kılan kimsenin en az dört kazancı vardır:

     Temizlik, kalp kuvveti, vakitlerin intizamı, toplumsal düzelme. Namazın büyük faydalarını hesap etmek ise mümkün değildir. Biz burada namazdan bahsedecek değiliz. Çünkü buna zamanımız yetmez.

3-) Kendilerine Verilen Rızıktan Allah Yolunda Harcarlar. İnsan kazancını sadece kendisine harcamamalı, onu toplumu ile paylaşmalıdır. Çünkü insan yalnız yaşayan bir varlık değil, toplum halinde yaşayan medenî bir yaratıktır. Toplum halinde yaşayan insanların hepsi eşit değildir. Bir kısmı varlıklı iken bir kısmı yoksuldur. Bir kısmı sağlıklı iken bir kısmı malûl ve hastalıklıdır. Sağlıklı ve varlıklı olan kimseler en yakınlarından başlamak üzere toplumdaki yoksulları, dul ve yetimleri, kimsesiz çocukları görüp gözetmek ve Allah’ın kendilerine verdiği nimetin bir bölümünü olsun onlara vermekle yükümlüdürler. Bu takva sahiplerinin özelliklerindendir. Asıl iyilik budur. Nitekim Allah Teâlâ buyuruyor:

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَـكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَىوَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْوَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَـئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ:

     “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmek değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu nitelikleri taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır.”  (BAKARA SURESİ – 177. AYET)

 4-) Sana (Ey Muhammed) İndirilen ve Senden Önce İndirilene İman Ederler. Muttakilerin dördüncü niteliği, hem son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’e, hem de ondan önce gönderilmiş olan bütün peygamberlere; hem son Peygambere indirilen Kur’an’a, hem de önceki peygamberlere indirilmiş olan kitaplara iman ederler. Bu kitapların Allah kelâmı olduğuna inanırlar. Gerçi ayet-i kerime’de peygamberlerden değil, onlara indirilen kitaplara inanırlar denilmektedir ama kitaplara inanmak, o kitaplar kendilerine indirilen peygamberlerin peygamberliğine de inanmak demektir. Çünkü getirilen habere inanan kimse, o haberi getirene de inanması gerekir. Zira onlara indirilenlerden birisi de peygamberlikleri davasıdır. Ayet-i kerime muttakilerin, peygamberler ve onlara indirilen kitaplar hakkında ayırım yapmadan hepsine inanmaları gerektiğini bildiriyor. Meselâ Hz. Musa (AS) peygamberdi ama İsa (AS) değildi; Tevrat Allah’ın kitabıdır, fakat İncil değildir yahut Musa (AS) ve İsa (AS) peygamberdiler ama Hz. Muhammed (SAV) değildir, olsa bile bizim değildir, Arapların peygamberidir; Tevrat ve İncil Allah’ın kitabıdırlar, fakat Kur’an değildir gibi sözlerle, Allah’ın peygamberlerini ve o peygamberlere indirilen kitapları farklı görmezler, hepsine inanırlar.

5-) Âhirete de Kesinlikle İman Ederler. Âhirete inanmak demek, öldükten sonra dirileceğimize ve Allah’ın huzurunda dünyada yaptıklarımızdan mutlaka sorgulanacağımıza; iman edip iyi işler yapmış ve Allah’ın rızasını kazanmış olanların Cennet’e gireceğine ve burada sonsuz bir şekilde yaşayacağına, Allah’ı inkâr edip inanmayanların ise Cehennem’de azap edileceğine inanmaktır. İşte bunlar muttakilerdir ve Rablerinden hidayet üzeredirler ve işte bunlar kurtuluşa eren bahtiyarlardır. Âl-i İmran sûresinde de Cennetin muttakiler için hazırlandığı bildiriliyor ve bunların başka özelliklerinden de söz ediliyor. Kur’an, şöyle buyruluyor:

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَاالسَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ:الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ:وَالَّذِينَ إِذَافَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْلِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَىمَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ:أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌمِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ:

     “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, muttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun. O muttakiler ki, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever. Ve onlar çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak, hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar bile bile, işledikleri günah üzerinde ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, ebedî kalacakları Cennetlerdir. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir.”  (ALİ-İMRAN SURESİ - 133–136. AYETLER)

     Bu ayetlerde muttakilerin özel ahlâkî nitelikleri sayılıyor. Onlar sadece Allah’a ortak koşmaktan sakınmakla yetinmiyor, bir takım özelliklere de sahip bulunuyorlar. Bu özellikler şunlardır:

1-) Bollukta ve Darlıkta Allah İçin Harcarlar. Mal, canın yongasıdır. İnsan kolay kolay malından ayrılamaz. Yoksul düşeceğinden korkar. Ancak muttakiler, hiç tereddüt etmeden bollukta da darlıkta da Allah yolunda seve seve harcarlar. Çünkü onlar, harcadıklarından kat kat fazlasını Allah’ın kendilerine vereceğine, ayrıca kıyamet gününde Allah’ın büyük ödülüne erişeceklerine inanırlar. İşte bu iman onları, Allah için harcamaya sevk eder. Çünkü Peygamberimiz (SAV) buyuruyor: “Asıl pehlivan, güreşte rakibini yenen değil, kızdığı zaman öfkesini yenen kimsedir.” Öfke, insana sonradan pişman olacağı işleri yaptırır. “Öfke ile kalkan, zararla oturur” demişlerdir. Birçok cinayetin öfke yüzünden işlendiği, pek çok aile yuvasının bu yüzden yıkıldığı bilinen gerçeklerdendir.

2-) İnsanları Affederler. Affetmek ahlâkî bir erdemdir ve insanı yüceltir. Peygamberimiz (SAV)buyuruyor: “Sadaka malı eksiltmez. Af sebebiyle Allah, bir kulun ancak şerefini artırır. Bir kimse Allah için tevazu gösterirse, Allah onu ancak yükseltir.”

3-) Günah İşledikleri veya Kendilerine Zulmettikleri Zaman, Hemen Allah’ı Hatırlar ve O’ndan Mağfiret Dilerler. Muttakiler, herhangi bir günahı işledikleri zaman o günahta ısrar etmez, hemen pişman olur tevbe ederler. Allah’tan bağışlanmalarını dilerler. Elbette böyle yapacaklar, çünkü Allah’tan başka, insanın günahlarını kim bağışlayabilir? İşte herhangi bir günah sonunda Allah’tan utanıp da hemen tevbe ve istiğfar edenlerin, Allah Teâlâ tevbelerini kabul eder ve onları bağışlar ve cennetine koyarak ödüllendirir. İşte muttakilerin niteliklerini Kur’an böyle bildiriyor. Muttaki, bu niteliklere sahip olan kimsedir, bunda şüphe yoktur.

     Peygamberimiz (SAV) de: “Muhakkak Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve yaptıklarınıza bakar” buyurmuştur. Yine Peygamberimiz (SAV), üç defa göğsüne işaret buyurarak: “Takva işte buradadır.”

     İşte kimin muttaki olduğunu ve muttakinin ne gibi nitelikleri bulunduğunu ayet ve hadisler böyle bildiriyorlar. Ayet ve hadislerin dışında bir takva ölçüsü aramanın yanlış olacağı ve insanı yanıltacağı şüphesizdir.

     Konumuzu Peygamberimiz (SAV)’in bir duası ile tamamlayalım: “Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim.”

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ – KASIM-2002

 



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler