Günahları Küçük Görmemek
Gönderen Kadir Hatipoglu - Eylül 16 2021 06:00:00

Vaaz Resimleri: w.jpg

Büyük olsun küçük olsun bütün günahlar, Allah’ın emrine karşı gelme mânâsı taşıdığı için, O’nun hoşnutsuzluğuna ve hatta gazaplanmasına yol açar. Bu sebeple, zâhidliğiyle meşhur olan Bilâl bin Saʻd:

“Günahın küçüklüğüne değil, kime karşı isyân ettiğine bak!” demiştir. (Ahmed, Zühd, s. 460/2267; Ebû Nuaym, Hilye, V, 223)

Diğer taraftan günahlar, Allah ile kulun arasına kalın bir perde gibi gerilerek Allah’ı tanımaya ve hakkıyla kulluk yapmaya mânî olur. Dolayısıyla onların büyükleri gibi küçükleri de insanın maneviyatı için büyük tehlikeler ihtiva eder. Bu sebeple hiçbir zaman günahların küçümsenmemesi gerekir.

Günahlar, insanı Allah’ın rızâsından uzaklaştırıp ebedî düşmanımız olan şeytanı hoşnut eder.

عَنْ عَمْرِو بْنِ الْأَحْوَصِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ فِي حَجَّةِ الْوَدَاعِ لِلنَّاسِ:

Amr bin Ahvas (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i Vedâ Haccı’nda insanlara şöyle hitâb ederken işittim:

أَلَا وَإِنَّ الشَّيْطَانَ قَدْ أَيِسَ مِنْ أَنْ يُعْبَدَ فِي بِلَادِكُمْ هٰذِهِ أَبَدًا وَلٰكِنْ سَتَكُونُ لَهُ طَاعَةٌ فِيمَا تَحْتَقِرُونَ مِنْ أَعْمَالِكُمْ فَسَيَرْضَى بِهِ.

 “…Dikkat edin! Şeytan, şu topraklarınızda kendisine tapılmasından ebediyyen ümîdini kesmiştir. Ancak, küçük gördüğünüz amellerinizde (günahlarda) ona itaat söz konusu olacaktır. O da bunlardan memnun kalacaktır…” (Tirmizî, Fiten, 2/2159; İbn-i Mâce, Menâsık, 76)

 Görüldüğü gibi hadisimizde küçük günahların bile şeytana itaat olduğu ve onu sevindireceği haber verilmektedir. Çünkü iblîs kendisi ilâhî rahmetten uzak kaldığı gibi, insanoğlunu da Yüce Rabb’imizin rahmet ve merhametinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Hatta ömrünü buna vakfetmiştir. Çünkü insan ilk yaratıldığında şeytan onu kıskanmış, kibre kapılarak Allah’ın emrine baş kaldırmıştır. Yani onun rahmetten uzaklaştırılarak cennetten kovulmasında insanın da bir payı vardır. Dolayısıyla şeytanın, cennete giden yolun üzerine oturup, insanı binbir türlü hile ve desise ile cehennem yolcusu yapmaya çalışması gayet tabiîdir. Garip olan ise, insanın ebedî düşmanına gönül kaptırması ve peşinden gitmesidir.

Hedefine ulaşabilmek için şeytanın yaptığı tek şey, insanı dîninden uzaklaştırmaktır. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v), Vedâ Hutbesi’nde, hadisimizdeki ifadelerle ümmetini şeytana karşı uyardıktan sonra:

“Küçük deyip hakir gördüğünüz amellerden (günahlardan) kaçınmak sûretiyle dîniniz üzerine titreyiniz!” buyurmuştur. (Heysemî, III, 267)

Rasûlullah (s.a.v), günahları niçin küçük görmemek gerektiğini şöyle açıklamıştır:

إِيَّاكُمْ وَمُحَقَّرَاتِ الذُّنُوبِ فَإِنَّهُنَّ يَجْتَمِعْنَ عَلَى الرَّجُلِ حَتَّى يُهْلِكْنَهُ

“Küçük görülen günahlardan sakının! Çünkü onlar bir kimsede birikir de neticede onu helâk ederler.”

Sonra Rasûlullah (s.a.v) küçük günahlarla ilgili şöyle bir misâl verdi:

وَإِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضَرَبَ لَهُنَّ مَثَلًا كَمَثَلِ قَوْمٍ نَزَلُوا أَرْضَ فَلَاةٍ فَحَضَرَ صَنِيعُ الْقَوْمِ فَجَعَلَ الرَّجُلُ يَنْطَلِقُ فَيَجِيءُ بِالْعُودِ وَالرَّجُلُ يَجِيءُ بِالْعُودِ حَتَّى جَمَعُوا سَوَادًا فَأَجَّجُوا نَارًا وَأَنْضَجُوا مَا قَذَفُوا فِيهَا.

Bir topluluk bir çölde konaklar. Yemek vakti geldiğinde biri gider küçük bir dal parçası, öbürü başka bir dal parçası getirir ve böylece büyük bir yığın oluştururlar. Sonra bunlarla ateş yakarak içine yiyeceklerini atıp pişirirler. (Ahmed, I, 402-403; V, 331)

Allah Rasûlü (s.a.v), küçük çalı çırpılarla yakılan ateşin yemekleri pişirmesi gibi küçük günahların da birikerek kişinin cehenneme dûçâr olmasına yol açtığını en güzel bir şekilde anlatmıştır.

İnsan bazen farkına varmaz, işlediği günahın küçük olduğunu zanneder. Hâlbuki o Allah katında çok büyük bir cürümdür. İnsanın günahları küçük görme hatasına, Hz. Âişe vâlidemize iftira edilmesi hâdisesi dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’de şöyle işaret buyrulur:

وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فٖي مَٓا اَفَضْتُمْ فٖيهِ عَذَابٌ عَظٖيمٌۚ

“Eğer dünyada ve âhirette Allah’ın lûtuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftirâdan dolayı size mutlaka büyük bir azap isâbet ederdi.”

اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهٖ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّناً وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظٖيمٌ

“Çünkü siz bu iftirâyı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur.” (Nûr 24/14-15)

Yine insan dikkatsizce bir söz söyler ve onu çok basit görür. Hâlbuki işlediği cürüm kendisini helâk etmeye yetecek derecede büyüktür de farkında değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مَا يَتَبَيَّنُ فِيهَا، يَزِلُّ بِهَا فِي النَّارِ أَبْعَدَ مِمَّا بَيْنَ الْمَشْرِقِ

“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” (Buhârî, Rikâk, 23)

Diğer taraftan küçük günahlar, insanı büyük günahlara götüren bir yol olur. Kişiyi yavaş yavaş kaydırıp büyük günahların pençesine atıverir. Nitekim İbn-i Abbâs (r.a) şöyle demiştir:

“Büyük günah istiğfâr edildiği takdirde öylece kalmaz, affedilir. Küçük günah da ısrar edildiği takdirde küçük olarak kalmaz, büyük günah olur.” (Beyhakî, Şuab, V, 456)

Günahlara aldırmayan kimse burada da kalmaz, Allah korusun bilerek veya bilmeyerek daha ileriye gider. Bu sebeple İslâm âlimleri:

“Küçük günahlar insanı büyük günahlara, büyük günahlar da küfre götürür” diye îkaz etmişlerdir. (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, no: 2317)

Bu konuda Ebû Hafs Hazretleri der ki:

“Humma hastalığı ölümün habercisi olduğu gibi mâsiyetler de küfrün habercisidir.” (Beyhakî, Şuab, V, 447)

Dolayısıyla hata ve günahları küçük görme hastalığı, bir mü’minin vasfı olmamalıdır. Mü’min, günahların her türlüsünü ciddiye alarak onlardan uzaklaşmaya gayret etmelidir. Abdullah bin Mes’ûd (r.a) mü’minin günahlar karşısındaki hâlet-i rûhiyesini şöyle ifade eder:

إِنَّ الْمُؤْمِنَ يَرَى ذُنُوبَهُ كَأَنَّهُ قَاعِدٌ تَحْتَ جَبَلٍ يَخَافُ أَنْ يَقَعَ عَلَيْهِ، وَإِنَّ الْفَاجِرَ يَرَى ذُنُوبَهُ كَذُبَابٍ مَرَّ عَلَى أَنْفِهِ

“Mü’min kimse günahlarını hayâlinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da dağ üzerine çökecekmiş zanneder. Fâcir ise günahlarını, burnunun üstüne konan bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4)

Ashâb-ı kirâm günahlara karşı işte bu hâlet-i rûhiye içinde yaşamışlardır. Nitekim tâbiînin büyük âlimlerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri o örnek nesil hakkındaki müşâhedelerini şöyle aktarır:

“Peygamber Efendimiz’in ashâbı küçük de olsa güzel gördükleri bir şeyi yaparlardı. Buna mukâbil küçük de olsa çirkin gördükleri bir şeyi ise terk ederlerdi.” (İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mevsûa, I, 89)

Daha sonraları bu hassâsiyetini kaybeden bazı insanlara Enes (r.a) şu îkazda bulunmuştur:

إِنَّكُمْ لَتَعْمَلُونَ أَعْمَالاً هِيَ أَدَقُّ فِي أَعْيُنِكُمْ مِنَ الشَّعَرِ، إِنْ كُنَّا نَعُدُّهَا عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم الْمُوبِقَاتِ‏.‏ قَالَ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ يَعْنِي بِذَلِكَ الْمُهْلِكَاتِ‏.‏

Siz bir kısım ameller işliyorsunuz ki, onlar sizin nazarınızda kıldan daha ince (daha ehemmiyetsiz)dir. Hâlbuki biz onları, Rasûlullah (s.a.v) zamanında helâke sürükleyici büyük günahlar olarak görürdük.” (Buharî, Rikâk, 32)

Muhterem Kardeşlerim

عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: قَالَ لِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

Âişe (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle buyurdu:                 

«يَا عَائِشَةُ إِيَّاكِ وَمُحَقَّرَاتِ الْأَعْمَالِ فَإِنَّ لَهَا مِنَ اللّٰهِ طَالِبًا»

 “Ey Âişe! Küçümsenen amellerden (önemsenmeyen en küçük günahlardan dahî) sakın! Zira Allah katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29; Dârimî, Rikâk, 17; Ahmed, VI, 70, 151)

Rasûlullah (s.a.v), mü’minlerin ihsân ve murâkabe hâline ulaşarak küçük günahlardan bile sakınmalarını arzu etmektedir. İnsanın büyük küçük her hareketi kayıt altına alınmaktadır. Ondan ayrılmayan yazıcı melekler vardır. Yüce Rabbimiz şöyle haber verir:

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَقٖيبٌ عَتٖيدٌ

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 50/18)

Her şeyden evvel Cenâb-ı Hak, her şeyi görüp işitmekte ve bilmektedir.

Gün gelip bu kayıtlar açılacak ve insan ne yaptıysa hepsini önünde bulacaktır.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُؕ

 “Zerre kadar iyilik yapan onu görecek,”

وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَراًّ يَرَهُ

“Zerre kadar kötülük yapan da onu görecektir.”[ Zilzâl 99/7-8.] Günahkârların o andaki şaşkınlığını Allah Teâlâ şöyle ifade eder:

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمٖينَ مُشْفِقٖينَ مِمَّا فٖيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغٖيرَةً وَلَا كَبٖيرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًؕ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً

“Kitap ortaya konulmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlar sebebiyle dehşetli bir korkuya kapılmış olduklarını görürsün. «Vay hâlimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)

Mücrimler dünyada iken küçük günahları önemsemiyor, yaptıkları hataları küçük görüyorlardı. Bu anlayışla devam ettiklerinden, zamanla büyük günahlara da düşmüşler, hatta onlara bile ehemmiyet vermemişlerdi. Sonunda kendilerini dehşetli korkuların kucağında buldular. Artık dönüş de yoktur.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’in şu sözleri ne kadar ibretlidir:

“Kişi bir hasene işler (iyilik yapar), sonra ona güvenerek küçük günahlar işler ve Allah’ın huzûruna bu günahların doğurduğu büyük tehlikelerle çıkar. Yine kişi bir günah işler, fakat (o günahın vebâlini düşünerek) devamlı korku içinde yaşar ve nihayet Allah’ın huzûruna emniyete erdirilmiş bir kimse olarak çıkar.” (Beyhakî, Şuab, V, 456; İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, XI, 330)

Dolayısıyla mü’min dâimâ uyanık bulunarak insanlar tarafından önemsenmeyen küçük yanlışlardan dahî uzak durmalı, tam bir murâkabe hâlinde yaşamalıdır.

Mü’min günah mevzuunda o kadar hassas davranmalıdır ki, hattâ gönlündeki düşünceleri bile kontrol etmelidir.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:

“Günahtan önce kalbinize gelen istek ve arzudan sakının! Çünkü o günahın başlangıcıdır. Şayet bu arzudan sakınmazsanız gönülleriniz Allah’tan gaflete düşer.” (Beyhakî, Şuab, V, 458)

Demek ki duygu, düşünce ve tasavvurlar, kişiyi günaha götürme veya hayırlara yönlendirme hususunda büyük bir önem arzetmektedir.

Şu hadis-i şerifte, insanın kalbinden geçen düşünce ve temennilerin yönlendirici bir tesire sahip olup dua yerine geçtiğine işaret edilir:

“Biriniz herhangi bir temennîde bulunduğunda ne düşündüğüne dikkat etsin. Zira o, bu temennîsi sebebiyle kendisine ne yazıldığını bilemez.” (Ahmed, II, 357, 387; Beyhakî, Şuab, V, 457)

Hz. Âişe vâlidemiz de şöyle demiştir: “Biriniz bir şey temennî ettiğinde büyük düşünsün! Zira o bu durumda Yüce Rabbinden istemekte, O’na dua etmektedir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 48/29369; Heysemî, X, 150-151)

Muhterem Kardeşlerim

Bu hadisi şeriften şunu da öğreniyoruz ki Allah’a ibadet ve günahlardan sakınma hususunda erkek hanımını uyarmalı ve ona mes’ûliyet şuuru kazandırmalıdır. Esasen, âile yuvasında İslâm insanı olabilmek için bey ve hanım birbirlerini îkaz etmek, kötülüklerden alıkoymak, iyilik ve güzelliklere teşvik etmek mecbûriyetindedir.[ Zekeriya Güler, 40 Hadiste Kadın ve Aile, s. 338.] Nitekim hadisimizde Allah Rasûlü (s.a.v) Âişe vâlidemizi tatlı bir dille uyarmıştır.

Muhterem Kardeşlerim

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:

Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:        

«إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا أَخْطَأَ خَطِيئَةً نُكِتَتْ فِي قَلْبِهِ نُكْتَةٌ سَوْدَاءُ فَإِذَا هُوَ نَزَعَ وَاسْتَغْفَرَ وَتَابَ صُقِلَ قَلْبُهُ وَإِنْ عَادَ زِيدَ فِيهَا حَتَّى تَعْلُو قَلْبَهُ وَهُوَ الرَّانُ الَّذِي ذَكَرَ اللّٰهُ:

“Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Eğer nefsini bundan alıkoyup istiğfar eder ve günahtan dönerse, kalbi bu lekeden arınarak cilalanır. Günahlara tekrar dönerse, bu nokta çoğalır ve neticede kalbini tamamen kaplar. İşte bu, Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerimede zikrettiği kalbin paslanmasıdır:

(كَلَّا بَلْ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

«Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırıp köreltmiştir» (Mutaffifîn 83/14).” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334; İbn-i Mâce, Zühd, 29. Ayrıca bkz. Ahmed, II, 297)

Görüldüğü gibi  günahların kalbe tesiri anlatılmaktadır. Her günah kalbe vurulan siyah bir nokta gibidir. Tıpkı bembeyaz bir kağıt üzerine damlayan siyah mürekkep gibi… Kişi günahı terk edip tevbeye sarılırsa kalbi temizlenir. Tevbe etmeyip günahları işlemeye devam ederse, bu noktalar artarak kalbin tamamını kaplar. Bundan sonra kalp körelir, nûru söner, basîreti kapanır, aynanın paslanması ve buğulanması gibi üstü kirlerle kaplanır. Zamanla katılaşarak hayır nedir bilmez hâle gelir. Bundan sonra rûha zehir saçan en büyük günahları bile, ağırlığını hissetmeden işleyebilir. Ömer bin Abdülazîz Hazretleri’nin şu sözleri, bu hakikati ne güzel ortaya koymaktadır:

Haramlar bir ateştir. Ona ancak (kalbi) ölüler uzanır. Eğer haramlara el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını duyarlardı.”

Demek ki büyük günahları irtikap eden kimseler, bu hâle, önem vermedikleri küçük günahların kalplerini karartması netîcesinde gelmişlerdir.

Ebû Türâb en-Nahşebî Hazretleri şöyle buyurur:

“Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır:

1. Kişinin günahlardan ürperti duymaması.

2. İtaat ve ibadetlerin gönle lezzet vermemesi.

3. Nasîhatlerin tesir etmemesi.”

Rivâyete göre cennetten geldiğinde sütten ve kardan daha ak olan Hacer-i Esved, zamanla kendisine dokunan insanların günahları sebebiyle kararmıştır.[ Bkz. Tirmizî, Hac, 49/877; Ahmed, I, 307.] Nitekim bu siyahlığın sâdece Hacer-i Esved’in görünen kısmında bulunduğu, Kâ’be duvarına gömülü kısmının ise hâlâ beyaz olduğu söylenmektedir. [ Said Bektaş, Fadlu’l-Haceri’l-Esved ve Makâmi İbrâhîm, s. 36-38; Muhammed İlyâs Abdülğaniy, Târihu Mekkete’l-Mükerrameti Kadîmen ve Hadîsen, s. 43.]

Günahlar taşı bile böylesine karartırsa, lâtîf bir varlık olan kalbi ne hâle getirir acaba?!

Katı bir kalple günahlara aldırmayan, hatta onları gülerek işleyebilen insanlar, yarın âhirette ağlamayı hak ederler. Nitekim Abdullah bin Abbâs (r.a) şöyle der:

“Gülerek bir günah işleyen kimse ağlayarak cehenneme girer.” (Gazâlî, İhyâ, III, 273)

Günahların zararlarından bir kaçını zikrederek mevzûmuza son verelim:

• Günahlar Allah’ın gazâbını celbederek sevapların hebâ olmasına sebep teşkil eder. Şu rivâyet ne kadar ibretli ve îkaz edicidir:

Hz. Sevbân’ın nakline göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

أَعْلَمَنَّ أَقْوَامًا مِنْ أُمَّتِي يَأْتُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِحَسَنَاتٍ أَمْثَالِ جِبَالِ تِهَامَةَ بِيضًا فَيَجْعَلُهَا اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ هَبَاءً مَنْثُورًا ‏

“Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, kıyâmet günü Tihâme dağları misâli bembeyaz (tertemiz) hasenelerle gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ o sevapları saçılmış toz hâline getirir, hiç yokmuş gibi yapar.”

Sevban (r.a):

يَا رَسُولَ اللَّهِ صِفْهُمْ لَنَا جَلِّهِمْ لَنَا أَنْ لاَ نَكُونَ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لاَ نَعْلَمُ

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Onları bize tavsif ediniz, durumlarını açıklayınız da, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) şu açıklamayı yaptı:

أَمَا إِنَّهُمْ إِخْوَانُكُمْ وَمِنْ جِلْدَتِكُمْ وَيَأْخُذُونَ مِنَ اللَّيْلِ كَمَا تَأْخُذُونَ وَلَكِنَّهُمْ أَقْوَامٌ إِذَا خَلَوْا بِمَحَارِمِ اللَّهِ انْتَهَكُوهَا

“–Dikkat edin! Onlar sizin kardeşlerinizdir. Sizin gibi insanlardır. Sizin gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak, tenhâda Allah’ın haramlarıyla başbaşa kalınca o yasakları ihlâl ederler, çiğnerler.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29)

• Günahlar rızka mânî olur. Allah günahkârın üzerinden bereket ve ihsânını kaldırır.

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهٖ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْؕ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهٖ مِنْ وَالٍ



islam ve Hayat,Güncel Vaaz ve Hutbeler