MÜCTEHİD
Ayet ve hadislere dayanarak hüküm çıkaran İslâm
bilgini; İslâm hukukçusu; alim, fakîh.
İctihad, sözlükte güç, takat ve çaba anlamına
gelen "cehd" kökünden "iftial" vezninde olup, bir şeyi elde etmek için
olanca gücünü harcamak demektir. Âyet ve hadislerden kıyas ve benzeri
yollarla hüküm çıkarma anlamında mecazen kullanılır. Ayet ve hadislerden
hüküm çıkarma gücüne sahip olan fakîh zata da "müctehid" denir (Zebîdî,
Tâcû'l-Arûs, II, 329; Şâfiî, er-Risale, s. 477, el-Ümm, VII, 275). İctihad,
ya şer'î delillerden hüküm çıkarma şeklinde olur, ya da çıkarılan bu
hükümlerin toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur.
İslâm hukukunda şer'î hükümler kesin delillere
yani açık ayet ve hadislere veya icmaa dayanıyorsa ictihada gerek kalmaz.
Mecelle, bunu "Mevrid-i nas'da ictihada mesağ yoktur" prensibiyle ifade
etmiştir (madde, 14). Ancak nassların sübûtu veya delaleti zannî olup,
kesinlik ifade etmez veya âyet ve hadislerde çözümü bulunmayan meselelerle
karşılaşılırsa, reyle (ictihad) hareket edileceği, bizzat Hz. Peygamber
tarafından, Muâz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken açıklanmıştır.
Hz. Muhammed, Muâz'a Yemen'de ne ile hükmedeceğini sormuş; Muaz, "Allah'ın
Kitabı ile" cevabını vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) "Allah'ın Kitabında
bir hüküm bulamazsan?" buyurunca; "Rasulünün sünnetiyle" demiştir. "Onda da
bulamazsan"sorusuna ise Muaz, "Reyimle ictihad ederim" cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Rasulünün elçisini,
Peygamberinin razı olduğu şekilde muvaffak kılan Allah'a hamd olsun" (Tirmizi,
Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230, 236, 242; Şafii, el-Ümm, VII,
273). Arapça'yı iyi bildikleri ve Hz. Peygamberle beraberlik sayesinde Allah
ve Rasûlünün maksadını çok iyi anladıkları için Sahabe neslinden
müctehidlerin sayısı bir hayli çoktur. Ancak kendilerinden hüküm ve fetva
nakledilen Sahabe müctehidi yüzotuz kadardır. Bunlardan yedi tanesi
fetvaları birer kitab olacak kadar çoktur. Fukâhâ-Seb'a denen bu sahabiler
şunlardır; Hz. Ömer, Ali, Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah
b. Abbas ve Abdullah b. Ömer (İbnü'l-Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, thk.
M. Muhyiddin Abdulhamid, Mısır
1955, I, 14 vd).
Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eşârî'ye
gönderdiği mektupta onu kıyas ve ictihada teşvik etmiş yine aynı konuda Kâdî
Şurayh'a (ö. 78/697) şöyle demiştir: "Kitâptan açıkça anlayabildiğinle
hükmet. Eğer kitabın tamamını bilemezsen Rasulullah'ın hükmettiği ile
hükmet. Bunun hepsini bilmezsen, doğru yolda olan alimlerin kazalarıyla
hükmet. Bunların da hepsini bilemezsen, reyinle ictihad et, alim ve salih
kişilerle de istişare et" (Şîrâzî, Tabakât, s: 7; İbnü'l-Kayyim, a.g.e., I,
204).
Ayet ve hadislerden hüküm çıkarmak
ve ictihad gerektiren konuları çözebilmek için bir takım şartlara ihtiyaç
vardır. Bu esaslar fıkıh usulünün tedvini ile birlikte, ilk defa Müctehid
imamlar devrinde tesbit edilmiştir. Bir müctehidde bulunması gereken
özellikleri şöylece ifade edebiliriz:
a) Arapçayı bilmek.
Fıkıh usûlü bilginleri bu noktada
ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur'ân bu dille inmiş, Hz. Peygamberin sünneti de
aynı dille ifade edilmiştir. İslâm şerîatında araştırma yapan kimsenin
nasslardan hüküm çıkarma gücü, Arapçanın sır ve inceliklerini bilmesi
oranındadır. Şâtıbî bu konuda şöyle der: "Arapçayı anlamakta mübtedî olan
kimse, şerîatı anlamakta da mübtedîdir. Arâpçayı orta derecede anlayan
kimse, şerîatı anlamakta da orta durumdadır.
Bu, son dereceye ulaşmamıştır.
Arapçada son dereceye ulaşan kimse, şerîatı anlamakta da son dereceye
ulaşır. Dolayısıyla onun anlayışı şerîatte hüccet olur; tıpkı sahabîlerin ve
Kur'ân'ı hakkıyla anlayan bilginlerin anlayışlarının huccet oluşu gibi...
Bunların seviyesine ulaşmayan kimselerin şerîat konusundaki anlayışları
kendi seviyeleri ölçüsünde eksiktir. Anlayışı eksik olan herkesin görüşü ise
ne bir hüccet olur, ne de başkaları tarafından kabul edilir" (eş-Şâtibî,
el-Muvâfakât, IV,114). Ancak maslahat veya mefsedet kabilinden bir manâ ve
illete bağlı olan konularda Arapça bilmeyen de prensipleri kavrayıp uygulama
alanını belirleyebilir. Kıyas ictihadlarının çoğu bu kabildendir (eş-Şâtıbî,
a.g.e., IV, 162, 165).
Müctehidin Arapça bilgisi genel
olarak, Arapça'nın inceliklerini kapsamalıdır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm,
Arapçanın en beliğ ve en fasihini teşkil eder. Bu yüzden, ayetlerden hüküm
çıkaracak kimse, Kur'ân'ın belâgat, fesahat ve sırlarını bilmelidir ki, bu
sayede onun içine aldığı hükümleri kavrayabilecek duruma gelmiş olsun.
b) Kur'ân İlmine sahip olmak
Kur'ân, İslâm'ın direği, şer'î
hükümlerin esasıdır. Kur'ân ilmi çok geniştir. Bunu tam olarak bilen Hz.
Peygamberdir. Bu yüzden bilginler, müctehid için Kur'ân'da hüküm ifade eden
beş yüz kadar âyetin inceliklerini, özelliklerini bilmek gerekir
demişlerdir. Bu ayetlerin âmm-has*, mutlak* mukayyed*, nâsih-mensuh,
Sünnetle ilgili durumlarını bilmek gerekir. Diğer yandan Kur'ân'ın geri
kalan bütün âyetlerini de topluca (icmâlî olarak) bilmek gerekir. Çünkü
Kur'ân bir bütün olup parçaları birbirinden ayrılmaz. Kur'ân'ın hüküm
bildiren ayetlerini diğerlerinden ayırdetmek, şüphesiz bütün Kur'ân'ı
bilmekle mümkün olabilir.
Ebu Bekir el-Cassas (ö. 370/980)
ile İbnü'l-Arabî (ö. 543/1148) gibi bilginler "Âhkâmü'l-Kur'ân"adlı
eserlerinde hüküm âyetlerini açıklamaya çalışmışlardır. Ebû Abdillah
el-Kurtubî (ö. 671 H.), "el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân" ; es-Sâbûnî de,
"Tefsîru Âyati'l-Ahkâm" adlı eserleriyle hüküm âyetlerinin tefsîrini
yapmışlardır.
c) Sünneti bilmek.
Bu şart üzerinde de bilginlerin
ittifakı vardır. İctihadın bölünebileceğini kabul etmeyenlere göre bir
müctehidin teklifî hükümleri içine alan bütün hadisleri okuması, onların
amaçlarını kavraması, onlarla ilgili özellikleri bilmesi gerekir. Yine onun,
sünnetin nasih ve mensuhunu, âmm ve hass'ını, mutlak ve mukayyedini bilmesi
gerektiği gibi; hüküm hadislerinin rivayet yollarını, senedlerini, hadis
rivayetlerinin kuvvet derecelerini de bilmesi gerekir.
Hadis rivayet edenlerin hal
tercemeleri ile adâlet ve zabt bakımından durumları hakkında bir çok eserler
yazılmıştır. Kütüb-i Sitte gibi sahih hadis mecmuaları meydana getirilmiş ve
bunlar üzerine bir çok âlimler tarafından şerhler yazılmak suretiyle
hadisler senetleri bakımından tasnif edilmiş ve İslâm hukukçularının bazı
hadisler üzerindeki görüş ayrılıkları ortaya konulmuştur. Bu hadis
çalışmaları müctehidin bunlara başvurarak hüküm çıkarmasını
kolaylaştırmaktadır. Hükümlerle ilgili bütün hadislerin ezbere bilinmesi
şart değildir. Ancak gerektiğinde yerlerinin, başvurma metodlarının ve hadis
rivâyetlerinin bilinmesi yeterlidir (Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, s., 382 vd).
d) Üzerinde icma ve ihtilaf edilen konuları
bilmek.
Üzerinde icma (ittifak) meydana gelen konuları
bilmek yanında Sahabe, Tabiî ve onlardan sonra gelen müctehidlerin ihtilâfa
düştükleri konuları bilmek gerekir. Ancak bütün icmâ yerlerini ezberlemek
şart değildir. Araştırma konusu yapılan mesele hakkında icmâ veya ihtilaf
bulunup bulunmadığını bilmek yeterlidir. Medine ve Irak fıkhının metod ve
farklarını bilme yanında; doğru olanla doğru olmayan, naslara yakın olanla
uzak olan şeyler arasında karşılaştırma yapabilecek akıl, anlayış ve
değerlendirme gücüne sahip olmak gerekir. Gerçekte Asr-ı saadette ve daha
sonra yaşamış büyük hukukçuların görüşlerini incelemek, delil ve temayülleri
bakımından onlar arasında karşılaştırmalar yapmak kişinin muhâkeme gücünü ve
araştırma melekesini geliştirir.
Müctehidlerin ittifak ve ihtilaf ettikleri
meseleleri, ihtilaf sebeplerini açıklayan eserler meydana getirilmiştir.
eş-Şirâzî'nin (ö. 476/1083) "el-Mühezzeb" adlı eseri ve Nevevî'nin buna
yazdığı şerh, İbn Hazm'ın (ö. "456/1063) "el-Muhallâ" sı İbn Rüşd'ün (ö.
595/1199) "Bidâyetü'l-Müctehid" ve İbn Teymiyye'nin (ö. 728/1327)
"el-Fetâvâ" adlı eserleri bunlar arasında zikredilebilir.
e) Kıyas bilmek
İctihad, bütün şekil ve metodlarıyla kıyası
bilmeyi gerektirir. Hattâ imam Şâfiî'ye göre ictihad kıyastan ibarettir.
Kıyasın metodunu bilmek; naslardan hüküm çıkarma esaslarını öğrenme ve
ictihad yapılacak konuya en yakın olan nassı seçme imkânını sağlar. Kıyası
bilmek şu üç şeyi bilmeyi gerektirir:
1- Kıyasın dayanacağı asıl hükmü bilmek. Bu
dayanağın ayet, hadis veya icma olması, bunlarla ilgili gerekli bilgilere
sahip olunması da gereklidir.
2- Kıyas kaide ve prensiplerini
bilmek. Meselâ belirli ve özel bir durumu ifade ettiği sabit olan bir nas
üzerine kıyas yapılamaz. Kendisine dayanılan asıl hükmün illetini tesbit
ettikten sonra hükme bağlanacak yeni meselede (fer'î) de aynı illetin
gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmak gerekir.
3- Önceki müctehidlerin kıyas
metodlarını bilmek. el-İsnevî (ö. 772/1370) "Kıyas bilmek bir ictihad
kaidesi ve sayısız hükümlerin açıklanmasına götüren bir yoldur" der
(el-İsnevî, Şerhu Minhâci'l-Usûl, III, 310 (İbn Emîr'in Takrîri kenarında)
Mısır 1316; Şafii, a.g.e., s., 477).
f) Hükümlerin amaçlarını bilmek İslâmî
hükümlerin amaçları, belli bir nas'dan değil, bütün nasların toplamından
anlaşılabilir. Bu hükümlerin asıl amacı insanlar için rahmet olmaktır.
Ayette; "Biz, seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiyâ,
21/107) buyurulur. İslâm'da güçlük ve sıkıntının kaldırılması, zorluğun
değil kolaylığın tercih edilmesi bu rahmetin bir sonucudur. Emredilen bazı
güçlükler büyük zararları gidermek amacına yöneliktir. Cihadın farz kılınışı
böyledir. Nitekim âyette şöyle buyurulur: "Allah, insanların bir kısmını
diğer bir kısmıyla defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. Şüphesiz Allah, kendisine
yardım edenlere yardım eder. Gerçekten Allah, güçlü ve yücedir" (el-Hacc,
22/40).
Maslahata göre fetva vermede, gerçek
maslahatlarla (toplum yararı) nefsî ve şehevî arzulardan gelen bir vehimden
ibaret olan maslahatları birbirinden ayırdetmek gerekir. Böylece mazarratı
defetme, maslahatı celbetme, bütün insanlara faydalı olan şeyleri tercih
etme, başka bir deyimle toplum yararını kişisel yararın üstünde tutma
melekesi gelişir.
g) Doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne
sahip olmak.
Müctehidin gerçek fikirleri yanlış olanlardan
ayırdetme melekesine sahip olması gerekir. Bu da doğru bir anlayış ve keskin
bir görüşe sahip olmakla gerçekleşebilir.
h) İyi niyet ve sağlam bir itikad sahibi olmak.
İslâm dinî, ancak kalbi iman ve ihlasla
aydınlanmış olanların idrak edeceği bir dindir. İtikadı bozuk kimse bid'at
ve nefsî arzularının peşine düşer; tarafsız bir gönülle naslara yönelemez.
Kötü niyet düşünceyi de kötüleştirir. Bu yüzden büyük müctehidler fıkıhla
şöhret yapmadan önce ihlâs ve takvâlarıyla meşhur olmuşlardır. İhlaslı kimse
gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassub göstermez. Büyük imamların
hepsi; "Bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının görüşü
yanlıştır, fakat doğru da olabilir" demişlerdir (Ebû Zehrâ, a.g.e., s. 388,
389; İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, Trc. Abdulkadir Şener, Ankara 1968,
1969, s. 125, 126).
İşte İslâm hukukçularının müctehidde bulunmasını
gerekli gördükleri şartlar bunlardır. Bu şartları kendisinde toplayan
müctehide "mutlak veya müstakil müctehid" denir.
Fıkıh usulü bilginleri müctehidleri yedi
tabakaya ayırırlar: 1) Şerîatte müctehidler. Ca'feru's-Sadık, Muhammed el-Bâkır,
Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi. 2) Müntesip mutlak
müctehidler. Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer, el-. Müzenî, Abdurrahman b. Kasım
gibi. 3) Mezhebte müctehidler. Tahâvî, Kerhî, Serahsî, İsfereyânî ve Şîrazî
gibi. 4) Tercih yapan müctehidler. Bazı usulcüler önceki tabakayla bunu bir
saymışlardır. 5) İstidlâl sahibi müctehidler. Bunlar; "Şu görüş rivâyet
bakımından daha sağlam ve delilî yönünden daha kuvvetlidir" gibi açıklamalar
yapmışlardır. 6) Hafızlar tabakası. Bunlar taklidçi olup, öncekilerin
tercihlerini bilmede huccet sayılırlar. 7) Mukallidler tabakası. Bunlar,
fıkıh kaynaklarını anlayabilir, fakat görüş ve rivayetler arasında tercih
yapamazlar.
Dayandığı Kitap, Sünnet, İcmâ delillerinden biri
bilinmeksizin bir müctehidin sözünü alıp bununla amel etmeye "taklid";
deliline bakmak, öğrenmek ve ictihadına katılmak suretiyle bir müctehidin
reyini benimsemeye ise "ittiba" denir. eş-Şevkânî'ye (ö. 1250/1832) göre
sahabe, Tâbiûn ve Tebe-i tâbiîn içinde ictihad edecek dereceye ulaşamayanlar
belirli bir müctehidi taklîd etmiyor; onlardan problemleriyle ilgili
delilleri sorup öğrenerek bunlara ittiba ediyorlardı. Taklid bu nesillerden
sonra ortaya çıkmıştır. Taklid yerine, ittiba ruh ve alışkanlığının
geliştirilmesi gerekir. Bu durum, ilim adamlarını delilleri öğrenmeye
zorlar, delillerin kuvvetli olanı ile zayıf olanım tartışma imkânı doğar.
Bunun gerçekleşmesi için delillerin zikredildiği temel eserlere yönelmek,
te'lif edilecek İslâm hukuku kitaplarında hükümlerin dayandığı delilleri de
göstermek gereklidir. Bunun sonucunda araştırıcılar, vahiy, Sünnet ve icmâi
ümmet üzerinde düşünme ve değerlendirme imkânı bulurlar.
Hamdi DÖNDÜREN