MÜFTÎ, MÜFTÜ
Fıkıhla ilgili meselelerin şeriatteki
hükümlerini beyan ve açıklamaya memur olan kimse; genç ve güçlü olan,
"fetva" kökünden "if'al" babında ismi fail.
Fetva verme, ictihada göre daha özel bir anlam
taşır. Çünkü ictihad; İslâm müctehidlerinin usulüne uygun olarak fer'î
meselelere âit şer'î hükümleri, Kur'an ve Sünnet delillerinden çıkarmaları
ve bunun için tam gayret göstermeleri demektir. Kendisine hüküm sorulsun
veya sorulmasın sonuç değişmez. Nitekim Ebû Hanîfe, derslerinde birçok fer'î
meseleleri bu şekilde açıklamıştır. Fetvâ ise; fıkha dair herhangi bir
meselenin hükmü sorulduğu zaman buna verilen bir cevaptır. Gerçek fetva
ictihad şartlarıyla birlikte diğer şartları da kendinde bulunduran müctehid
tarafından verilir. Gerçek müftî, müctehid demektir. Ancak bir müfti fer'i
meseleleri doğrudan doğruya kitap ve sünnetten çıkarabilme ehliyetine sahip
değilse mecazen müftî sayılır. Çünkü o, gerçek müctehid ve müftilerin söz ve
fetvalarını nakleden, kitaplardan cevap olarak çıkarıp tebliğ eden kimsedir
(İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, İstanbul 1984, I, 69; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr,
Kitabu'l-Kazâ, V, 457 vd.).
Kur'an-ı Kerim, çeşitli sosyal ihtiyaçları
karşılamak, problemleri çözmek ve Rasûlüllah (s.a.s)'a sorulan bazı sorulara
cevap vermek üzere indiği için fetva ile ilgili bazı âyetler onda yer
almıştır. Şu âyetlerde soru ve verilen cevabı görmek mümkündür: "Kadınlar
hakkında senden fetvâ isterler. De ki: O kadınlar hakkında size fetvayı
Allah veriyor. Yazılan haklarını vermediğiniz ve kendileriyle evlenmek
istediğiniz yetim kadınların, zayıf düşürülen çocukların hakkındaki ve
yetimlere adaletli davranmanız hususundaki hükümleri Kur'an'da size okunan
âyetler açıklar. Ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki, Allah onu bilir" (en-Nisâ,
4/127). Diğeri "kelâle" terimini açıklayan âyettir: "Ey Peygamber! senden
fetvâ isterler. De ki: "Size usul ve fürû bırakmadan ölen kimse hakkında
Allah fetvâ verir. Eğer bir kimse ölür ve onun çocuğu bulunmaz da sadece bir
kız kardeşi bulunursa, bıraktığı mirasın yarısı onundur. Ölen kız kardeş ise
ve çocuğu da yoksa erkek kardeşi terekenin hepsini alır. Eğer varis iki
kızkardeş ise, terekenin üçte ikisini alırlar. Eğer kardeşler erkek ve kadın
olmak üzere ikiden çok iseler, bir erkeğin payı iki kadının payı kadardır.
Allah size sapıklığa düşmemeniz için bunları açıklar. Allah, herşeyi çok iyi
bilendir" (en-Nisâ, 4/176).
Fetva istemek şu âyette, "rüya tabiri istemek"
anlamındadır: "Tabirini istediğiniz rüyalar kesinlikle böyledir..." (Yûsuf
12/41). Yine sormak anlamında şöyle buyurulur: "Ey Muhammed, onlara sor:
Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa diğer bütün yaratıklarımızı mı? Biz
onları nihayet yapışkan çamurdan yarattık" (es-Sâffât, 37/11; bk. Yûsuf,
12/43, 46; el-Kehf, 18/22, es-Sâffât, 37/149).
İctihad yapabilecek durumdaki gerçek müftü
fetvasında yanılsa bile ecir alır. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Hâkim
hükmettiği zaman ictihad eder ve isabet ederse iki ecir alır; eğer
ictihadında yanılırsa bir ecir alır" (Buhârî, İ'tisâm, 20, 21; Müslim,
Akdiye,15; Ebû Dâvud, Akdiye, 2; Nesaî, Ahkâm, 2, Kudât, 3). Yine Allah
elçisi ilimsiz fetvâ verenlerin Allah nezdinde insanların en kötüsü olduğunu
(Dârimî, Mukaddime,17) ve insanların fetva sormak için bir takım cahil
kimseleri lider yaptıklarını onların da kendilerine ilimsiz fetva
verdiklerini bildirir (Buharî, İlm, 34; Müslim, İlm, 13; Tirmizi, İlm, 5;
İbn Mâce, Mukaddime, 8; Dârimî, Mukaddime, 26).
İslâm'ın ilk zamanlarında icrâ, kaza ve iftâ işi
tek kişide toplanmıştı. Hz. Peygamber hem dinî lider, hem hükümlerin
uygulayıcısı olan bir devlet başkanı ve hem de her konuda kendisine
başvurulan iftânın başıdır. O'nun Yemen'e vâli olarak atadığı Muaz b.
Cebel'in durumu da öyledir. Hem vâlî, hem kâdî ve hem de fetva makamını
işgal eden bir müftidir. Yöresindeki karşılaşılacak problemleri kitap ve
sünnet'e göre çözümlemek, eğer bu iki ana kaynakta çözüm bulamazsa,
ictihadıyla konuyu çözüme kavuşturmak için Rasûlüllah'ın kendisine yetki
verdiği bilinmektedir.
Ancak Hulefa-i Râşidin döneminden itibaren iftâ
ve kaza işleri özel uzmanlık gerektiren alanlar olması sebebiyle birbirinden
ayrılmaya başlamış; devletin görevlendirdiği kadı ile ilimle uğraşan
müctehid ya da müftiler ayrı birer sınıfı oluşturmuşlardır. Ebû Hanife, ne
Emevîler ve ne de Abbasîler döneminde "kâdıyu'l-kudât (baş kadı)" teklifini
kabul etmeyip, serbest ilim ve ictihadla meşgul olmayı, tercih etmiş fakat
öğrencisi İmam Ebû Yusuf'un böyle bir göreve atanmasına da karşı
çıkmamıştır.
Müftinin fetvâ olayını iyi bilmesi, içinde
yaşadığı toplumu ve fetvâ isteyenin durumunu incelemesi, fetvanın
sonuçlarını takdir edebilmesi gerekir. Allah'ın haram kıldığı şeyleri bazı
kimselere mübah kılmak için Allah'ın dinini âlet etmemelidir. İslâm
bilginleri müftilik için ağır şartlar koymuşlardır. Ahmed b. Hanbel bir
müftinin şu beş şarta sahip olması gerektiğini söyler.
1) İyi niyet sahibi olmak. İyi niyetli hareket
etmeyenin sözüne güvenilmez.
2) İlim, hilim, vakar ve ciddiyet sahibi olmak.
3) Kendinden ve bilgisinden emin olmak.
4) Topluma kendi otoritesini kabul ettirmek.
5) Toplumu ve insanları tanımak. Bu şartlardan
anlaşılacağı gibi; müftinin fetvâ isteyenin psikolojik durumunu dikkate
alması, toplum nazarında itibarlı, basiretli, verdiği fetva'nın sonucunu ve
toplumda uyandıracağı etkiyi kavrayabilecek bir görüşe sahip olması gerekir
(Ebû Zehra, İslam'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdülkadir Şener,
İstanbul 1978,122, 123).
eş-Şatıbî, müftinin fetva verirken izleyeceği
metodu şöyle belirler: "Üstün bir dereceye ulaşmış olan müftî, insanları
doğruluğa ve itidale sevkeden, topluma mûtedil yolu gösteren kimsedir. O,
insanları güçlüğe düşürmez ve gevşekliğe de sürüklemez" (eş-Şâtıbî,
el-Muvâfakât, Kahire, t.y., IV, 258). Burada, fetvâ verirken ifrat ve
tefrîtten sakınmak gerektiği, şiddetle hareket etmek kadar, aşırı musamahalı
davranmanın da İslâm'ın temelini sarsacağına işaret edilmiştir.
Hanefilerin benimsediği bir tasnife göre, fıkıh
bilginleri yedi tabakadır:
1) Mutlak müctehidler. Büyük imamların içinde
bulunduğu bu tabaka fakihleri kendi vazettikleri metotları kullanarak ana
kaynaklardan fer'î hükümleri çıkarmışlardır.
2) Mezhepte müctehidler. Ebû Yûsuf, İmam
Muhammed gibi fakihlerin dahil bulunduğu bu tabaka mensupları genel
metotlarda üstadlarına tabi olup, fürü'da bağımsız hareket edebilen
müctehidlerdir.
3) Meselede müctehidler. el-Hassâf (ö. 261/875),
et-Tahâvî (ö. 321/933), Ebu'l-Hasen el-Kerhî (ö. 340/951), el-Halvânî (ö.
456/1064) ve es-Serahsî (ö. 500/1106) gibi fakihleri içine alan bu tabaka
bilginleri usûl ve fürûda mezhep imamlarına muhâlefet etmezler. Ancak,
mezhep imamlarının ictihadı bulunmayan meseleleri, yine onların metodunu
kullanarak ictihadla çözüme kavuşturular.
4) Tahric yapanlar. Ebû Bekr er-Râzî, el-Cassâs
(ö. 370/980) bu gruba girer. İctihad ehliyetine sahip sayılmazlar.
Müctehidlerden nakledilen görüşleri açıklayıp, ihtimalli meselelerde tercih
ve tahrîc yaparlar.
5) Tercih yapanlar. Ebû'l-Hasen el-Kudûrî (ö.
428/1037), Hidâye müellifi el-Merginânî (ö. 593/1197) bu tabakaya girer.
Tercih; bir mezhepte aynı mesele ile ilgili birkaç görüşten birini diğerine
tercih etmektir. Tercih edilen görüş için, "Bu daha uygundur"; "Bu, rivâyet
bakımından daha sağlamdır"; "Bu, kıyasa daha uygundur" "Bu, toplumun
maslahatına daha uygundur"... gibi ifadeler kullanılır.
6) Temyiz yapanlar. Zayıf, sağlam, daha sağlam
görüşleri, zâhir (açık, mevsûk) ve nâdir rivayetleri birbirinden ayıran
taklitçiler tabakasıdır. el-Kenz'in müellifi en-Nesefi (ö. 710/1310), el-Muhtâr'ın
ve şerhi el-İhtiyâr'ın müellifi el-Mevsılî (ö. 683/1284) ve el-Mecmâ'ın
müellifi İbnü's-Saatî (ö. 694/1295) bu tabakaya girer.
7) Tam taklitçiler. Yukarıdaki altı tabakaya
girmeyen, kaynak eserlerde bulup gördüklerini kuru yaş demeden alan ve
nakleden fakihlerdir (bk. İbn Kemal, Tabakâtü'l-Fukahâ ve'l-Müctehidîn,
giriş bölümü; Taşköprizâde, Tabakâtü'l-Fukahâ, el-Mevsılı 1961, giriş
bölümü; İbn Âbidîn, Ukûdu Resmi'l-Müftî, İstanbul 1325, I, 11-13).
Hanefî alimler arasında, ilk üç tabakanın
ictihadlarıyla fetva verilebileceği konusunda görüş birliği vardır
(Emîrupâdişâh, Teysîru't-Tahrîr, Mısır 1351, IV, 248).
Müftî ictihadda yüksek bir mevki sahibi değilse
ve diğer şartları kendisinde bulunduruyorsa, deliller arasında tercih
yaparak duruma en uygun olan fetvayı verebilir. Ancak bu takdirde onun şu üç
şarta bağlı kalması gerekir.
1) Delil bakımından zayıf görüşü tercih
etmemelidir.
2) Seçtiği görüş insanların yararına olmalı,
onları ne şiddete ve ne de gevşekliğe sürüklememelidir.
3) Tercih edilen görüş iyi niyete dayanmalıdır.
Sırf yöneticileri memnun etmek, bazı dünyevî menfaatler sağlamayı düşünmek,
insanların gönlünü hoş etmek, şöhret sahibi olmak vb. düşünce ve etkiler
altında fetva vermek, toplumun bu yüce makama karşı olan güvenini sarsar.
Böyle bir fasit niyetle hareket eden müfti kendisine de topluma da yazık
etmiş olur.
İbnü'l-Hümâm (ö. 861/1457) bu konuda şöyle der:
"Usûl bilginlerinin görüşü şu noktada birleşmiştir: Müftî yalnızca müctehid
olandır. Kendisi bu dereceye gelmediği halde diğer müctehidlerin sözlerini
öğrenmiş olan, gerçek müftî değildir. Onun görevi, kendisine sorulduğu zaman
müctehidin sözünü nakil yoluyla zikretmektir. Bu duruma göre, bu gün yaşayan
müftîlerin fetvaları fetva olmayıp, soranın alıp amel etmesi için müftinin
sözünü nakletmekten ibarettir. Bunun için de iki şey gereklidir. 1) Ya
kendisinden, müctehide kadar uzanan bir senedi olacak. Yani raviler yoluyla
fetvayı müctehide kadar dayandıracak. 2) Yahut da İmam Muhammed'in kitapları
gibi bilinen ve elden ele dolaşan, mevsûkiyetin şüphe bulunmayan bir
kitaptan alacaktır..."(İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kitabu'l-Kazâ, V, 457
vd.; Emîrupâdişâh, a.g.e., IV, 251; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul
1984, I, 69; bk. "İftâ" ve
"Fetvâ" mad.).
Hamdi DÖNDÜREN