CİHAT VE MİLLETLERARASI
İLİŞKİLER (SİYER)
Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor:
Hz. Peygamber (a.s.) Mustalik oğulları üzerine hayvanlarının suya götürüldüğü
bir sırada ani baskın yaptı, savaşanlarını öldürüp diğerlerini esir aldı.
Cüveyriye'yi o gün aldı. Bu ordunun içinde (ben) Abdullah b. Ömer de vardı(m).
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3260
Ebu Musa (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Hz. Peygamber (a.s.) sahabelerinden herhangi birisini bir işi hususunda bir yere
gönderdiği zaman daima: "Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylık yolunu
gösterin, güçleştirmeyin" buyurur idi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3262
Enes'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kolaylaştırın güçleştirmeyin, insanlara güven
verin de kendinizden uzaklaştırıp kaçırmayın."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3264
İbn Ömer'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala Kıyamet gününde gelmiş
geçmiş bütün insanları topladığı zaman, hainlik edenlerin teşhir olunması için
bir sancak dikilir ve: "Bu, falancanın hainliğidir" denilir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3265
Abdullah b. Mesûd'un (r.a.) naklettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Ahdini bozarak hainlik edenler için
Kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) büyük bir sancak dikilir.
Bu, falancanın ahde vefasızlığının alâmetidir" denilir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3268
Enes b. Malik'in (r.a.) naklettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Verdiği ahde vefa etmeyip hainlik eden
her kişi için Kıyamet gününde (teşhir olunmak üzere) kendisi ile tanınacağı bir
sancak dikilecektir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3270
Cabir b. Abdullah'ın (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.): "Harp bir hiledir" buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3273
Ebu Nadr'ın (r.a.) Eslem kabilesinden Hz. Peygamber'in ashabından Abdullah b.
Ebu Evfa isimli birinin mektubuna istinaden rivayet ettiğine göre:
Abdullah b. Ebu Evfa Harura haricileri üzerine gitmekte olan kumandan Ömer b.
Ubeydullah'a bir mektup yazarak O'na şunları bildirmiştir: Hz. Peygamber (a.s.)
bir savaş esnasında düşmanla karşılaştığında güneşin tepe noktasından batıya
meyletmesini bekledi. Sonra ayağa kalkıp askere şöyle bir konuşma yaptı: "Ey
insanlar! (Kendi gücünüze güvencinizden dolayı) Düşmanla karşılaşmayı temenni
etmeyiniz, Allah'tan afiyet isteyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da (harbin
bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. Ve iyi bilinizki cennet kılıçların gölgesi
altındadır." Sonra Hz. Peygamber tekrar kalktı ve şöyle dua etti: "Kitab'ı
indiren, bulutları akıtıp yürüten, düşman birliğini hezimete uğratan Allahım!
Sen onların birliklerini dağıt ve onlara karşı bize yardım et!"
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3276
Abdullah b. Ömer'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber'in (a.s.) katıldığı gazvelerden birinde bir kadın öldürülmüş
olarak bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber kadınların ve çocukların
öldürülmesini çirkin görüp tasvip etmedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3279
Saab b. Cessame'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamberimize (a.s.) Müşrikler üzerine yapılan gece baskınlarında onların
aile ve çocuklarının da hedef olduğundan bahsedilerek bu konudaki hüküm
sorulmuştu. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Onlar da müşrikler camiasındandır"
cevabını verdi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3281
Abdullah b. Ömer'in (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) savaş esnasında Beni Nadir Yahudilerinin hurma ağaçlarını
yaktırdı. Savaşın geçtiği bu bölge (hurmalık) Buveyre idi. Bu hadisin Kuteybe ve
İbn Rumh tarafından yapılan rivayetinde şu ilâve vardır: Bunun üzerine Aziz ve
Celil Allah şu ayetleri indirdi: Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz,
veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları
rezil etmesi içindir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3284
Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Peygamberlerden biri savaşa çıkarken
ümmetine şöyle demişti: "İçinizde evlenmiş fakat henüz hanımıyla biraraya
gelmemiş biri varsa benimle gelmesin. Bir inşaata başlayıp henüz onun çatısını
tamamlamamış kimse de gelmesin, Koyun ya da hamile develer almış ve bunların
yavrulamasını bekleyen kimse de benimle gelmesin!" Peygamber bu konuşmasından
sonra savaşa gitti ve nihayet ikindi namazı vaktinde yahut daha erken fethe
geldiği şehre yaklaşınca, Güneşe doğru dönerek: "Sen bir emir altındasın, ben de
öyle" dedi ve: Allahım! Bu Güneşi benim için biraz durdur diye dua etti. Bu
Peygamber şehri fethedinceye kadar Güneş yerinde durdu. Neticede bu ordu
ganimetleri bir yerde topladı. Derken bu ganimeti yakmak için ateş geldi, fakat
onu yakmadı. Peygamber, ordusuna: İçinizde ganimet malından alan biri var, her
kabileden bir kişi bana biat ederek elimi sıksın dedi ve biat gerçekleşti. Bu
sırada bir kimsenin eli Peygamber'in eline yapıştı. Peygamber: Ganimet malından
alan sizin kabilenizdendir. Senin kabilenden olan bütün askerler benim elimi
sıkarak biat etsin dedi. Bunun üzerine bu kabile onun elini sıktı. Derken iki
yahut üç kimsenin elleri yapıştı. Bu sefer Peygamber: "Bu işi yapan sizlersiniz"
dedi. Sonrasında onlar Peygamber'e sığır başı gibi bir altın çıkararak onu
yerdeki ganimet malının içine koydular. Sonra ateş geldi ve ganimet malını
yaktı. Bizden önce hiç bir ümmete ganimet helal olmamıştır. Bunun sebebi Yüce
Allah'ın bizim zaafımızı ve acizliğimizi görmüş olmasıdır."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3287
İbn Ömer (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Hz. Peygamber (a.s.) Necd tarafına benim de içinde olduğum bir askeri birlik
gönderdi. Birlik çok sayıda deve ele geçirdi. Herkesin hissesine ganimet olarak
on bir ya da on iki deve düşmüştü. Bu hisselerine ilâve olarak (Hz. Peygamber'e
ait beşte bir hisseden) birer deve de ilâve olarak verildi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3290
Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.) bize ganimetteki paylarımızdan başka fazladan, beşte bir
hisseden bir pay daha vermiş ve benim payıma yaşlı bir deve daha düşmüştü.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3293
Ebu Katâde (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Huneyn yılında Hz. Peygamber'le beraber sefere çıktık. Düşmanla karşılaşınca
ordumuzda bir dağılma oldu. Bu sırada bir müşriğin, müslümanlardan birini
altettiğini gördüm. Hemen arkasından dolanarak onun yanına geldim ve onun
boynunu vurdum. Hemen dönüp beni öyle bir kucakladı ki ölümün kokusunu orada
hissettim. Sonra can vererek beni bıraktı. Bundan sonra Ömer b. Hattab'la
karşılaştım. "Bu askerlere ne oldu?" diye sordu. Ben: Allah'ın işi, dedim. Sonra
askerler toparlanarak döndüler. Hz. Peygamber oturduktan sonra: "Bir düşmanı
öldürdüğüne dair şahidi olan kişi, öldürdüğü kimsenin elbise, silah ve diğer
eşyalarına hak kazanır" buyurdu. Ben hemen kalktım ve: Benim için kim şahit
olur? diyerek oturdum. Sonra Hz. Peygamber bunu tekrarladı. Ben yine kalkıp:
Benim için kim şahitlik eder? diyerek oturdum. Sonra Peygamber o sözünü üçüncü
defa söyledi. Ben yine ayağa kalkınca Resulüllah: "Neyin var? Ebu Katâde!
"buyurdu. Ben de olanları anlattım. Bunun üzerine oradakilerden biri: "Ebu
Katâde doğru söylüyor, Ey Allah'ın Resulü! Onun öldürdüğü adamın üzerindekileri
ben aldım. Onun hakkının karşılığında başka şey vererek onu ikna et" dedi. Orada
bulunan Ebu Bekr Sıddık müdahale ederek: "Yemin ederim ki böyle olmaz!
Peygamber, Allah ve Resulü yolunda savaşan bir Allah arslanının hakkını iptal
etmez, ve onun hakkını sana vermez" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.):
"Ebu Bekr doğru söyledi. Yanındaki şeyleri Ebu Katâde'ye ver" buyurdu. Ebu
Katâde der ki: Bunun üzerine o eşyaları bana verdi. Ben de zırhı satarak
karşılığında Beni Seleme'de küçük bir bahçe satın aldım. Bu bahçe müslüman
olduktan sonra sahip olduğum ilk maldır.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3295
Abdurrahman b. Avf (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Bedir harbi günü harp safındayken etrafıma baktım ve Ensardan yaşları küçük iki
delikanlı arasında olduğumu fark ettim. Gönlümden keşke bunlardan daha kuvvetli
kişiler arasında olsaydım diye geçirdim. Derken bunlardan biri beni gözü ile
süzerek: "Amca! Ebu Cehil'i tanıyor musun?" diye sordu. Ben de: "Evet tanıyorum,
onunla ne işin var?" dedim. O da: "Duyduğuma göre, Hz. Peygamber hakkında ağır
laflar söylüyormuş. Allah'a yemin ederim ki onu bir görürsem artık ikimizden
ömrü daha az olan ölünceye kadar onun peşini bırakmayacağım" dedi. Bu söze
şaşırdım. Az sonra diğeri de beni dürterek aynı şeyleri söyledi. Bu sırada ben
Ebu Cehil'i görmüştüm. O, askerleri arasında telaşla bir öteye bir beriye
koşuşturuyordu. Ben: Gençler! Bana sorduğunuz Ebu Cehil şu adam! dedim. Onlar
hemen kılıçlarına sarıldılar ve Ebu Cehil'e onu öldürünceye kadar vurdular.
Sonra dönüp Hz. Peygamber'in huzuruna geldiler ve hadiseyi ona haber verdiler.
Hz. Peygamber (a.s.): "Onu hanginiz öldürdü?" diye sordu. Bunlardan her biri:
"Ben öldürdüm" dedi. Hz. Peygamber: "Kılıçlarınızı sildiniz mi?" diye sordu.
"Hayır silmedik," dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber kılıçları inceledi.
Sonra: "İkiniz birlikte öldürmüşsünüz," dedi, fakat Ebu Cehil'in ele geçen
eşyasının bunlardan Muaz b. Amr b. Cemuh'a verilmesine karar verdi. Bu iki
mucahit genç, Muaz b. Amr b. Cemuh ile Muaz b. Afra idiler.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3296
Seleme b. Ekva (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber ile birlikte Hevazin gazvesine gittik. Seferde Allah Resulü ile
beraber yemek yediğimiz bir sırada kırmızı bir deve üzerinde birisi gelip
devesini çöktürdü. Sonra heybesinden, deriden bir ip çıkardı ve deveyi bağladı.
Sonra etrafı gözetleyerek ileri geçip cemaatle beraber yemeğe koyuldu. Bu
seferde bizim hayvan sayımız az olanlar da güçsüzdü, bazılarımız ise piyade idi.
Derken o kişi ani bir hareketle devesinin yanına geldi ve onu çözdü. Sonra da
devesini çöktürerek üzerine oturdu ve sonra da ayağa kaldırdı. Deve de onu hızla
götürdü. Bunun üzerine boz renkli dişi bir deve üzerinde bir adam da peşinden
gitti. Seleme der ki: Ben de çıkıp süratle hareket ettim ve o dişi devenin
hizasına geldim ve onu geçtim, nihayet öndeki adamı taşıyan erkek devenin
hizasına ulaştım. Sonra onun da önüne geçerek devenin dizgininden tuttum ve onu
çöktürdüm. Deve dizini yere koyar koymaz kılıcımı sıyırıp adamın başına vurarak
uçurdum. Sonra üzerinde semeri ve sahibinin silahı olduğu halde deveyi çekerek
getirdim. Beni insanlarla beraber Hz. Peygamber (a.s.) karşıladı ve: "Adamı kim
öldürdü? "diye sordu. Oradakiler:" Ekva'nın oğlu öldürdü" dediler. Hz.
Peygamber: "Öldürülen kimsenin bütün eşyası ve devesi onundur" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3298
Ömer (r.a.) şöyle dedi:
Beni Nadir kabilesinin malları Allah'ın elçisine, at sürüp deve koşturmak
suretiyle bir savaş olmaksızın nasip olmuş mallardandır. Bu sebeple Beni Nadir
malları Hz. Peygamber'e mahsus idi. Peygamberimiz ailesinin bir senelik geçimini
bundan temin ederdi. Artanını da Allah yolunda cihat hazırlığı olarak atlara ve
silahlara harcardı.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3301
Hz. Aişe (r.ah.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.) vefat ettiği zaman hanımları, Osman b. Affan'ı Ebu Bekr'e
göndererek Peygamber'den kendilerine düşecek mirası istemeyi kararlaştırdılar.
Aişe de onlara; Hz. Peygamber: "Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim
bıraktığımız mal sadakadır" buyurmadı mı? diye karşılık verdi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3303
Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Mirasçılarım bıraktığım maldan bir
dinar bile almazlar. Bıraktığım şeyden hanımlarımın nafakası ve işçimin ücreti
çıktıktan sonra geri kalanı sadakadır."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3306
Abdullah b. Ömer'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) ganimeti taksim ederken at için iki, savasçı için bir hisse
vermiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3308
Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) Necid tarafına bir süvari birliği göndermişti. Bu birlik
Beni Hanife kabilesinden Yemame halkının büyüğü Sümame b. Usal denilen bir
kimseyi esir edip getirdi ve onu Mescitteki bir direğe bağladı. Hz. Peygamber
Mescide çıktığında Sümame'ye: "Ey Sümame! Gönlünden sana ne yapacağımı
geçiriyorsun," dedi. Sümame: "İyilik ümit ediyorum, Ey Muhammed! Beni öldürürsen
kanlı bir caniyi öldürmüş olursun, ama eğer beni affedersen, iyiliğe karşı
şükreden bir kimseyi bağışlamış olursun. Şayet fidye olarak mal istiyorsan
istediğin kadar verilir" dedi. Bu konuşmadan sonra Hz. Peygamber Sumame'yi bağlı
olarak bırakıp gitti. Nihayet ertesi gün Hz. Peygamber Sumame'ye yine: "Ey
Sümame! Gönlünde ne var, ne umuyorsun?" dedi. O da: "Gönlümde dün sana
söylediğim şeyler vardır: Eğer beni bağışlama iyiliğinde bulunursan, iyiliğe
karşı şükreden bir kimseyi bağışlamış olursun. Eğer beni öldürürsen, kanlı bir
caniyi öldürmüş olursun. Şayet fidye olarak mal istiyorsan istediğin kadar
verilir" dedi. Resulüllah onu bu şekilde bırakarak gitti. Ertesi gün olunca yine
Sumame'ye hitaben: "Ey Sümame! Gönlünden sana ne yapacağımı geçiriyorsun," dedi.
Sümame: "Dün sana söylediğim gibi: Eğer beni bağışlama iyiliğinde bulunursan,
iyiliğe karşı şükreden bir kimseyi bağışlamış olursun. Eğer beni öldürürsen,
kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Şayet fidye olarak mal istiyorsan istediğin
kadar verilir" dedi. Peygamberimiz bu defa:" Sümame'yi salıverin" dedi. Sümame
bırakılınca hemen Mescit yakınında içinde su bulunan bir hurmalığa gitti ve
yıkandı. Sonra Mescide Peygamberimizin huzuruna girdi ve: "Şahitlik ederim ki
Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir" dedi. Sonra
şunları söyledi: "Ey Muhammed! Vallahi benim için dünyadaki en sevimsiz yüz
seninkiydi. Şimdi ise senin yüzün bana bütün yüzlerin en sevimlisi oldu. Vallahi
benim için senin dininden daha kötü ve düşman bir din yoktu. Şimdi senin dinin
benim için dinlerin en sevimlisidir. Vallahi hiç bir şehir bana senin şehrin
kadar sevimsiz gelmezdi. Fakat senin şehrin benim nazarımda şehirlerin hepsinden
daha sevimlidir. Ben umre yapmağa niyet ettiğim sırada senin süvarilerin beni
yakalamıştı. Ne buyurursunuz?" dedi. Peygamberimiz Sumame'yi müjdeledi ve ona
umre yapmasını emretti. Sümame umre için Mekke'ye varınca birisi ona: "Dinden mi
çıktın? "diye sordu. O da: "Hayır, vallahi ben dinden çıkmadım. Sadece Allah
Resulü'nün yanında müslüman oldum. Vallahi ben dinden dönmem ve Hz. Peygamber
izin vermedikçe size Yemame'den bir buğday tanesi dahi gelmeyecektir" dedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3310
Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatır:
Mescitte bulunduğumuz bir sırada Hz. Peygamber yanımıza geldi ve: "Yahudilerin
üzerine yürüyünüz" diye emretti. Biz de onunla birlikte çıktık ve Yahudilerin
yanına geldik. Hz. Peygamber onlara şöyle seslendi: "Ey Yahudi cemaati! Müslüman
olun, kurtulun!" Onlar cevaben: "Ey Ebu'l-Kasım! Tamam tebliğ ettin" dediler.
Hz. Peygamber onlara: "Bunu kabul etmenizi istiyorum. Müslüman olun, kurtulun!"
dedi. Yahudiler yine: "Ey Ebu'l-Kasım! Tamam, tebliğ ettin" dediler. Hz.
Peygamber onlara: "Bunu kabul etmenizi istiyorum"dedi. Sonra Hz. Peygamber
üçüncü kez bunu teklif ettikten sonra: "İyi bilinki bu topraklar ancak Allah'a
ve Elçisine aittir. Ben sizleri bu topraklardan çıkarmak istiyorum. Bu yüzden
malının karşılığında bir şey bulan onu satsın. Haberiniz olsun ki bu topraklar
ancak Allah'a ve Elçisine aittir" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3311
Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle anlatır:
Nadir ve Kurayza oğulları Hz. Peygamberle savaşmıştı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (a.s.) Nadir oğullarını yerlerinden sürüp çıkarmıştı. Kurayza
oğullarını ise yerlerinde bırakarak onlardan bir karşılık almamıştı. Nihayet
bunun ardından Kurayza oğulları da ahdi bozarak savaşa başlayınca Hz. Peygamber
onların erkeklerini öldürdü, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını da
müslümanlara paylaştırdı. Ancak bazıları İslâm dinine girmek için Hz.
Peygamber'e geldiler. Hz. Peygamber onlara eman verdi ve müslüman oldular. Bu
şekilde Hz. Peygamber Medine Yahudilerinin hepsini; Abdullah b. Selam'ın
kabilesi olan Kaynuka oğullarını, Beni Harise Yahudilerini ve Medine'de bulunan
diğer Yahudileri tümüyle Medine'den sürgün etti.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3312
Ebu Saîd Hudrî (r.a.) şöyle dedi:
Kureyza halkı Sa'd b. Muaz'ın hakemliğini kabul edince Hz. Peygamber (a.s.)
Sa'd'e haber gönderdi. Sa'd bir merkep üzerinde geldi. (Kuşatmada geçici olarak
edinilen) Mescidin yanına yaklaştığı zaman Hz. Peygamber Ensar'a "Büyüğünüzü (ya
da hayırlınızı) karşılamağa kalkınız!" dedi. Sonra da Sa'd'a hitaben: "Bunlar
senin hükmüne razı oldular" buyurdu. Sa'd da: "Bunların savaşa katılanlarını
öldürür, kadınları ve çocuklarını da esir edersin" hükmünü verdi. Bunun üzerine
Peygamberimiz: "Allah'ın hükmüne uygun hükmettin" ya da bazı ravilerin
rivayetine göre, galiba "Melikin hükmü gibi hükmettin" buyurmuştur. Buradaki
ravilerden İbn Müsenna ise: "Melikin hükmü gibi hükmettin" kısmını
zikretmemiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3314
Hz. Aişe (r.ah.) şöyle rivayet etmiştir:
Sa'd b. Muaz (r.a.) Hendek gününde yaralanmıştı. Onu Kureyş'ten Hıbban
İbnu'l-Arika denilen bir kimse attığı bir okla kol damarından vurmuştu.
Peygamberimiz onu yakından ziyaret edebilmek için Mescitte tedavi çadırı
kurdurdu. Hz. Peygamber Hendek harbinden Medine'ye döndüğünde silahını çıkararak
yıkandı. Bu sırada Cebrail (a.s.) başının tozunu silkerek Hz. Peygamber'e geldi
ve: "Sen silahlarını bıraktın mı? Vallahi biz henüz bırakmadık. Haydi onların
karşısına çık!" dedi. Hz. Peygamber: "Nereye?" diye sordu. Cebrail, Beni Kureyza
tarafına işaret ederek: "İşte oraya!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Beni
Kureyza'ya doğru hareket edip onlarla savaştı. Sonunda onlar Hz. Peygamber'in
hükmüne razı oldular. Peygamberimiz de onlar hakkındaki hükmü Sa'd'a havale
etti. Sa'd ise: "Ben onlar hakkında harp edenlerinin öldürülmesini, çocukları ve
kadınlarının esir edilmesini, mallarının da taksim olunmasını hükmediyorum"
dedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3315
Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle nakletmiştir:
Resulüllah (a.s.) Hendek harbinden dönüldüğünde: "Hiç kimse öğlen namazını Beni
Kureyza'dan başka bir yerde kılmasın" diye seslendi. Sahabelerden bir takımı
vaktin gecikmesi endişesiyle namazı Beni Kurayza'ya varmadan kıldılar. Diğerleri
de: Vakit geçse de biz namazı Hz. Peygamber'in bize emrettiği yerde kılarız
dediler. Sonra Peygamber bu iki zümreden hiçbirisini kınamadı.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3317
Enes b. Malik (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Muhacirler Mekke'den Medine'ye geldikleri zaman ellerinde hiçbir şey yoktu.
Ensarın ise Medine'de arazi ve gayri menkulü vardı. Bu yüzden Ensarın her sene
malının gelirinin yarısını muhacirlere vermesi muhacirlerin de Ensar'ın yerine
arazi üzerinde tarım yaparak çalışma işini üstlenmesi şeklinde bir ortaklık
yapılmıştı. Ravi Enes b. Malik'in annesi (ki Ümmü Suleym de denilirdi) Abdullah
b. Ebu Talha'nın da annesi olduğundan Abdullah, Enes'in anne bir erkek kardeşi
idi. Bu sırada Enes'in annesi Ümmü Suleym de Hz. Peygamber'e kendine ait bulunan
bir kaç hurma ağacı hediye etmişti. Hz. Peygamber de hurma ağaçlarını
mahsüllerinden istifade etmek üzere Usame b. Zeyd'in annesi ve kendi azatlısı
olan Ümmü Eymen'e vermişti. İbn Şihab der ki: Enes b. Malik bana şöyle
nakletmiştir. Peygamberimiz (a.s.) Hayber halkı ile muharebeyi bitirip de
Medine'ye döndüğü zaman Muhacirler, Ensarın kendilerine meyvelerinden istifade
etmeleri için vermiş oldukları bağışları Ensar'a iade ettiler. Hz. Peygamber de
annemin hediye etmiş olduğu hurma ağaçlarını, geri verdi. Hz. Peygamber, Ümmü
Eymen'e de bu hurma ağaçları yerine kendi bahçesinden bir kısmını verdi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3318
Abdullah b. Muğaffel (r.a.) rivayet etmiştir:
Ben Hayber günü bir tulum iç yağı ele geçirdim ve onu sıkıca tutarak: Bundan
kimseye bir şey vermem, dedim. Arkama döndüğümde Hz. Peygamber (a.s.) tebessüm
ediyordu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3320
Ebu Sufyan (r.a.) anlatmaktadır:
Hz. Peygamber'le aramızda aktedilmiş bulunan Hudeybiye barış antlaşması devam
ederken Şam'a gitmiştim. Bu sırada Roma İmparatoru Heraklius'a Hz. Peygamber'den
bir mektup getirildi. Bu mektubu Dıhyetul-Kelbi getirerek Busra Emîrine vermiş,
Busra Emîri de Heraklius'a göndermişti. Heraklius "Burada Peygamber olduğunu
iddia eden bu adamın halkından kimse var mı?" diye sordu. Adamları: "Evet
vardır" dediler. Bunun üzerine ben Kureyş'ten bir heyet içinde davet edildim.
Heraklius'un huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve: "Peygamber olduğunu
söyleyen bu adama soyca en yakınınız hanginizdir?" dedi. Ebu Sufyan der ki:
Soyca en yakınları benim, dedim. Beni onun önüne, arkadaşlarımı da benim arkama
oturttular. Sonra Heraklius tercümanını çağırdı ve dedi ki: "Bunlara söyle: Ben,
Peygamber olduğunu söyleyen o kişi hakkında bu adama bazı şeyler soracağım. Bu
bana yalan söylerse siz onu tekzip ediniz!" Ebu Sufyan der ki: Vallahi
arkadaşlarım tarafından yalanımın yayılmasından korkmasaydım Peygamber hakkında
mutlaka yalan söylerdim! Sonra tercümanına: "Ona, içinizde onun soy asaleti
nasıldır? diye sor," dedi. Ben: "Soy bakımından pek asildir" dedim. "Babaları
içinde bir kral var mıydı?" dedi. "Hayır," dedim. "Bu söylediklerinden önce onu
hiç yalan ile itham ettiniz mi?" dedi. "Hayır" dedim. "Ona kimler tabi oluyor,
halkın eşrafı mı yoksa zayıflar mı?" dedi. "Halkın zayıfları," dedim. "Ona tabi
olanlar artıyor mu yoksa eksiliyor mu?" dedi. Eksilmiyorlar aksine artıyorlar,
dedim. "Onun dinine girdikten sonra ona kızarak dininden dönen var mı?" dedi.
Hayır, yoktur dedim. "Onunla hiç harp ettiniz mi?" dedi. Evet ettik, dedim.
"Neticeleri nasıl oldu?" dedi. Aramızda zafer sırayladır. Bir, biz üstün
geliriz, bir O. "Hiç ahdi bozar mı?" dedi. Hayır, hainlik etmez. Ancak biz şimdi
onunla bir müddete kadar mütareke halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını
bilmiyoruz, dedim. Ebu Sufyan der ki: Vallahi kendiliğimdem bir şey katacağım
bir söz söylemeye bundan başka bir fırsat vermedi. "Sizde ondan önce
peygamberlik iddia etmiş bir kimse var mı?" dedi. Hayır yoktur dedim.
Tercümanına dedi ki: "Ona söyle: Bu adamın soyunu sordum, içinizde soy olarak
pek asil olduğunu beyan ettin. Peygamberler de zaten halkının asil olan
soylarından seçilir. Ben sana: Onun babaları ve dedeleri içinde bir kral gelmiş
midir diye sordum. Hayır gelmemiştir, dedin. Babalarından bir kral olsaydı O da
babalarının saltanatını geri almak isteyen bir kimsedir diye hükmederdim. Sana:
Ona tabi olanlar halkın eşrafı mı yoksa zayıfları mı diye sordum. Ona tabi
olanlar insanların zayıflarıdır dedin. Peygamberlere tabi olanlar da zaten
onlardır. Ben sana: Peygamber olduğunu söylemeden önce onun bir yalanını görmüş
müydünüz diye sordum. Sen: Hayır, dedin. Anladım ki halka karşı yalan söylememiş
bir kimse gidip de Allah'a karşı yalan söylemeğe cüret edemez. Sana: Onun dinine
girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı bırakan eden kimse var mıdır diye
sordum. Sen: Hayır dedin. İşte inanç kalbe karışıp kökleşince böyle olur. Ben
sana: Ona tabi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum. Onlar
artıyorlar dedin. İnanç kemale erinceye kadar böyle gider. Ben: Onunla hiç harp
ettiniz mi dedim. Sen: Onunla harp ettiğinizi, harbin neticesinin sırayla
değiştiğini; bir sizin bir onun üstün geldiğini söyledin. Peygamberler de
böyledir. Onlar (Allah tarafından) sıkıntılarla imtihan edilirler, ancak akıbet
onların lehine olur. Ben sana: O ahdine vefasızlık eder mi diye sordum. Hainlik
etmez dedin. Peygamberler de böyledir, hainlik etmezler. Ben sana: Halkınız
içinde ondan evvel peygamber olduğunu söylelen birisi var mı idi dedim, Sen:
Hayır, dedin. Eğer böyle birisi olsaydı, bu da kendisinden önce söylenmiş bir
söze uyup taklide kalkışmış bir kimsedir diye düşünürdüm" dedi. Bundan sonra
Heraklius: "Size ne emrediyor?" diye sordu. Ben: O bize namazı, zekâtı,
akrabalık bağına dikkat etmeyi, haramlardan el çekmeyi emrediyor, dedim.
Heraklius: "Eğer hakkında söylediklerin doğru ise, O mutlaka bir peygamberdir.
Zaten ben bir Peygamberin çıkacağını biliyordum. Fakat onun sizden olacağını
tahmin etmezdim. Onun yanına varabileceğimi bilsem, onunla buluşmayı çok
isterdim. Onun yanında olsaydım ayaklarını yıkardım. Yeminle söylüyorum ki onun
iktidarı üzerinde bulunduğum şu yere kadar ulaşacaktır, dedi. Sonra Hz.
Peygamber'in mektubunu istedi. Getiren kişi onu Heraklius'a verdi. O'da mektubu
okudu. Mektupta şunlar yazılmıştı: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,
Allah'ın Elçisi Muhammed'den Romalıların Başkanı Heraklius'a! Hidayet yoluna
uyanlara selam olsun! Ben seni İslâma davet ediyorum. Müslüman ol, kurtul.
Müslüman ol ki Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu davetimi kabul
etmezsen, Halkının günahı senin boynunadır. Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim
aramızda müşterek olan bir söze geliniz; Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na
hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp ta kimimiz kimimizi
ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun biz
müslümanlarız! deyiniz.Heraklius mektubu okumayı bitirince yanında sesler
yükseldi ve gürültü çoğaldı. Bizim çıkarılmamızı emretti. Biz de yanından
çıkarıldık. Çıktığımız zaman arkadaşlarıma: İbn Ebu Kebşe'nin (yani Peygamberin)
işi hakikaten büyüdü. Romalıların kralı bile ondan korkmakta, dedim. Artık ben
Allah İslâmı kalbime sokuncaya kadar Hz. Peygamber'in işinin üstün geleceğine
olan inancım hiç yitirmedim.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3322
Berâe b. Azib'in naklettiğine göre:
Bir kimse ona: "Ey Ebu Umare! Huneyn günü kaçtınız mı?" diye sormuş, Berâe da
şöyle cevap vermiştir: "Hayır vallahi, Hz. Peygamber (a.s.) asla geriye dönmedi.
Lâkin Peygamberin ashabı içindeki gençler ve acele ile ilerlemek isteyenler,
zırhsız, üzerlerinde silah yahut yeterli silah yokken taarruza geçtiler.
Birdenbire bir tek oku bile boşa atmayacak kadar usta atıcıların olduğu bir
grubu önlerinde buldular. Usta atıcı olan bu grup Hevazin ve Beni Nasr
kabileleri idi. Bunların bizim öncülere attıkları okların hiçbiri boşa
gitmiyordu. Öncü kuvvetleri bunlara karşı koydularsa da Hz. Peygamber'in (a.s.)
olduğu yere doğru geri dönmeye mecbur kaldılar. Fakat O, beyaz katırının
üzerinde hiç korkusuz duruyor, Ebu Sufyan İbn Haris İbn Abdu'l-Muttalip de onu
çekiyordu. Hz. Peygamber inerek Allah'tan yardım ve zafer dileğinde bulundu ve:
"Ben Peygamber'im yalan yok,
Ben o Abdu'l-Muttalip oğluyum!" diyerek bozulan orduyu tekrar harp düzenine
koydu."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3325
Abdullah b. Amr (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber (a.s.) Taif halkını kuşatmış fakat bir sonuç elde edememişti.
Bunun üzerine "İnşaallah yarın döneceğiz" diyerek kuşatmanın bittiğini haber
verdi. Fakat sahabeler: Taif'i fethetmeden nasıl döneriz? dediler. Bu söz
üzerine Hz. Peygamber onlara: "Öyle ise sabah harbe hazır olun" buyurdu. Sabah
olunca saldırı başladı ancak bir çok sahabe yaralandı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber yine: "Yarın döneceğiz" buyurdu. Bu karara bu defa sevindiler. Hz.
Peygamber de sahabelerin bu sevincini tebessümle karşıladı.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3329
Abdullah b. Mesûd'un (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamberimiz (a.s.) Mekke'ye girdiğinde Kâbe'nin etrafında ibadet için
konulmuş üç yüz altmış tane put vardı. Hz. Peygamber elindeki değnekle bu
putlara dokunarak şöyle söylüyordu: Hak geldi batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl
yıkılmaya mahkumdur.Hak geldi; artık batıl ne bir şeyi ortaya çıkarabilir ne de
geri getirebilir.Hadisin ravilerinden İbn Ebu Ömer (Peygamberimizin Mekke'ye
girişiyle ilgili olarak) "fetih günü idi" ilâvesini yapmıştır.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3333
Berâe b. Azib (r.a.) şöyle anlatır:
Hudeybiye gününde Peygamber (a.s.) ile müşrikler arasında yapılan barış
antlaşmasını Ali b. Ebu Talip yazıya geçirmişti. Hz. Ali "Bu, Allah'ın elçisi
Muhammed'in antlaşma yaptığı metindir" şeklinde yazmıştı. Kureyş heyeti:
"Allah'ın elçisi yazma! Eğer biz senin Allah'ın elçisi olduğuna inansaydık
seninle savaşmazdık" dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz Hz. Ali'ye: "Allah'ın
elçisi sözünü sil" buyurdu. O ise: "Onu ben silemem" dedi: Bunun üzerine
Peygamberimiz kendisi sildi. Antlaşmanın maddeleri arasında, müslümanların
(gelecek sene umre için) Mekke'ye geldiklerinde sadece üç gün kalmaları ve
Mekke'ye silahları mahfazalarındayken girmeleri şartı vardı. Ebu İshak'a silahın
mahfazasından ne kastediliyor? diye sorduğumda O; "Kın ve içindekiler" cevabını
verdi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3335
Sehl b. Huneyf'in (r.a.) Ebu Vail'den anlattığına göre:
Ebu Vail şöyle dedi: Sehl b. Huneyf Sıffin savaşı esnasında ayağa kalkıp şunları
söylemiştir: Ey insanlar! Kendinizi kınayınız. Hudeybiye gününde Allah Resulü
ile müşrikler arasında yapılan barışta Hz. Peygamber (a.s.) ile beraber
bulunduk. Eğer bizler harbe lüzum görseydik elbette savaşırdık. O gün Ömer b.
Hattab Hz. Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın elçisi! Onlar batıl yolda, bizler ise
hakka tabi değil miyiz?" dedi. Hz. Peygamber: "Evet, biz hak üzerindeyiz"
buyurdu. Hz. Ömer: "Bizim ölülerimiz Cennette, onlarınki ise Cehennemde değil
mi?" dedi. Peygamberimiz: "Evet öyle" buyurdu. Hz. Ömer: "Öyleyse dinimiz
hususunda bu düşüklüğe nasıl razı oluyoruz ve Allah henüz onlarla bizim aramızda
hükmünü vermemişken biz niçin geri dönüyoruz?" dedi. Peygamberimiz: "Ey Hattab
oğlu! Ben gerçekten Allah'ın elçisiyim, Allah benim koybolup gitmeme asla izin
vermeyecektir" buyurdu. Bu sözler Hz. Ömer'i yatıştırmaya yetmedi ve O, sinirli
bir şekilde çıkıp Hz. Ebu Bekr'in yanına geldi. Ona:" Ebu Bekr! onlar batıl
yolda, biz ise hakka tabi değil miyiz?" dedi. Hz. Ebu Bekr: "Evet öyle"dedi.
Ömer: "Bizim ölülerimiz Cennette, onlarınkiler Cehennemde değil mi?" dedi. Ebu
Bekr: "Evet öyle" dedi. Ömer: "Öyle ise niçin dinimiz hususunda bu zillete razı
oluyoruz ve Allah henüz aramızda hükmünü vermeden geri dönüyoruz?" dedi. Bunun
üzerine Ebu Bekr:" Hattab oğlu! Kuşkusuz O Allah'ın elçisidir. Allah onun sönüp
kaybolmasına asla izin vermeyecektir" dedi. Bu sırada Hz. Peygamber'e fethi
müjdeleyen ayetler (fetih suresi) nazil oldu. Peygamberimiz hemen Ömer'e haber
gönderdi ve bu ayetleri ona okudu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'ın elçisi!
Fetih bu mudur?" dedi. Peygamberimiz: "Evet" deyince Hz. Ömer'in gönlü oldu ve
yatışmış bir halde kalktı.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3338
CİHAT VE MİLLETLERARASI İLİŞKİLER (SİYER)
Enes b. Malik (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber'in (a.s.) Hudeybiye'den dönüşü sırasında: Biz sana doğrusu apaçık
bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. Ve sana
şanlı bir zaferle yardım eder. İmanlarını bir kat daha artırsınlar diye
müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları
Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. (Bütün bu lütuflar)
mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedi kalacakları zemininden ırmaklar
akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu Allah
katında büyük bir kurtuluştur.ayetleri nazil olduğu zaman, müslümanlara bir
üzüntü ve gönül kırıklığı hakimdi. Hz. Peygamber Hudeybiye'de kurbanları
kestikten sonra: "Andolsun üzerime bir ayet indirildi ki o bana bütün dünyadan
daha sevimlidir" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3341
Sehl b. Sa'd'ın (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber'in Uhud günü yaralanışı hakkında sorulduğunda şöyle cevap
vermişti: O gün Peygamberimizin yüzü yaralandı. Yan dişi kırıldı. Başındaki
miğfer parçalandı. Kızı Fatıma akan kanı yıkıyor, Ali b. Ebu Talip de kalkanı
ile ona su döküyordu. Fatıma suyun kanı fazlalaştırdığını görünce bir hasır
parçası alıp kül oluncaya kadar yaktı. Sonra da o temiz külü yaraya bastı ve bu
şekilde kan kesildi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3345
Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:
Şu anda Peygamberimizi Peygamberlerin birinden bahsederken görüyor gibiyim. O
Peygamber'e, kendi kavmi saldırmış fakat o, hem yüzünden kanı siliyor, hem de:
"Rabbim! Kavmimi bağışla, çünkü onlar cahillik ediyorlar!" diyordu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3347
Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
"Peygamberimiz (kırılmış) yan dişini işaret ederek: "Allah'ın elçisine bunu
yapan bir halka Allah'ın intikamı şiddetli olur" buyurmuştur. Hz. Peygamber
yine: Allah'ın gazabı, onun elçisinin Allah yolunda öldürdüğü kimseye karşı çok
şiddetli olur" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3348
Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:
Peygamberimiz Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ebu Cehil bazı arkadaşlarıyla
orada oturuyordu. Bir gün evvel de bir dişi deve kesilmişti. Ebu Cehil
yanındakilere: Hanginiz gidip falancaların dün kestiği dişi devenin sargısını
alarak, secde ettiği zaman Muhammed'in sırtına koyar? dedi. Oradakilerin en
azgını koşarak onu getirdi ve Peygamberimiz secdeye vardığında omuzları arasına
koydu. Adamlar gülüştüler ve gülmekten eğilmeye başladılar. Ben ise dikilmiş
bakıyordum. Eğer bir gücüm olsaydı Hz. Peygamber'in sırtından o sargıyı fırlatır
atardım. Peygamber secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet birisi gidip Fatıma'ya
haber verdi. Yetişmiş bir kız olan Fatıma gelerek onu sırtından attı. Sonra da o
adamlara dönüp onlara çıkıştı. Peygamber namazını bitirince sesini yükselterek
onlara beddua etti. Peygamberimiz beddua ve hayır dua ettiği zaman üç defa
tekrar ederdi. Sonra "Allahım! Kureyş'i sana havale ederim!" diye üç kez beddua
eti. Onlar Peygamber'in sesini işittikleri zaman bedduasından korktukları için
gülmeleri kesildi. Peygamberimiz daha sonra (isim sayarak): "Allahım! Ebu Cehl'i
sana havale ederim, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Ukbe'yi,
Umeyye b. Halef'i ve Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum" dedi. Yedinci bir
kişi daha saydı ama onu hatırlamıyorum. Muhammed'i hak ile gönderen Allah'a
yemin ederim ki Hz. Peygamber'in, isimlerini saydığı kimselerin Bedir gününde
hep yerlere serildiğini gördüm. Sonra bu cesetler çukura, Bedir çukuruna
sürüklendiler.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3349
Hz. Aişe'nin (r.ah.) anlattığına göre:
O bir defasında Hz. Peygamber'e: Ey Allah'ın Resulü! Uhud gününden daha
sıkıntılı bir gün geçirdin mi? diye sormuş, Hz. Peygamber de şöyle cevap
vermiştir: "Başıma kavmim Kureyş'in çıkardığı birçok zorluk ve sıkıntı geldi.
Fakat Akabe günündeki, hepsinden şiddetli idi. Ben hayatımın korunmasını Abdul
Külal oğlu İbnu Abdi Yalil'e teklif ettiğim zaman dileğime olumlu cevap
vermemişti. Ben de kederli bir halde yüzümün doğrusuna (Mekke'ye) yollandım ve
ancak Karnu Sealip denilen yere ulaştığımda kendime gelebildim. Burada başımı
kaldırıp baktığımda bir bulutun beni gölgelendirmekte olduğunu ve içinde
Cebrail'in bulunduğunu gördüm. Cebrail bana: "Yüce Allah, kavminin hakkında
söylediklerini işitti ve seni korumayı reddettiklerini gördü. Allah sana şu
Dağlar Meleğini gönderdi. Bu meleğe kavmin hakkında ne dilersen emredebilirsin"
dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana nida edip selam verdikten sonra: "Ey
Muhammed! Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben Dağlar Meleğiyim.
Rabbin, halkın hakkında istediğin şeyi bana emredesin diye beni gönderdi. Onları
ne yapmamı istersin? Eğer şu iki yalçın dağı birbirinin üstüne Mekke halkı
üzerine yıkmamı istersen, yapayım" dedi. Hz. Peygamber ise: Hayır, ben Allah'ın
bu müşriklerin soyundan yalnız Allah'a ibadet edecek ve ona hiç bir şeyi ortak
koşmayacak bir nesil meydana getirmesini niyaz ederim" dedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3352
Cündüp b. Sufyan'ın (r.a.) anlattığına göre:
Gazvelerin birinde Hz. Peygamber'in parmağı yaralanıp kanamıştı. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (a.s.):
"Sen sadece bir parmaksın kanayan,
Allah yolunda gelmiştir başına gelen" demiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3353
Cündüp'ün (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Cebrail'in (a.s.) bir süredir Peygamberimize vahiy getirmesi gecikmişti.
Müşrikler:" Muhammed'i terkettiler" demeye başladılar. Bunun üzerine Yüce Allah:
Kuşluk vaktine ve sükuna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı
ve sana darılmadıayetleriyle başlayan sureyi indirdi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3354
Usame b. Zeyd (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.) bir gün üzerinde semer bulunan bir merkebe binmişti. Semer
fedek dokuması saçaklı bir kadife ile alttan tutturulmuştu. Hz. Peygamber Usame
b. Zeyd'i de terkisine alarak Haris b. Hazrec oğulları mahallesine Sa'd b.
Ubade'ye hasta ziyaretine gitmişti. Bu, Bedir'den önce olmuştu. Giderken, içinde
müslümanlar, müşrikler, Putperestler ve Yahudilerden meydana gelmiş bir topluluk
bulunan bir meclise uğradı. Abdullah b. Ubey ve Abdullah b. Revaha da bu
mecliste bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz oturanların üzerine gelince
Abdullah b. Ubey, kaftanıyle burnunu kapayarak: "Üzerimize toz kaldırmayın!"
dedi. Peygamber onlara selam vererek durdu ve bineğinden indi. Onları İslâm'a
davet etti ve onlara Kur'an okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Ubey "Hey adam! Bu
söylediklerinden daha güzeli yok!. Fakat eğer bu söylediklerin doğru ise bizim
toplantılarımıza gelerek bizi rahatsız etme! Evine dön de bizden sana gelen
olursa ona anlat!" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha "Sen bizim
toplantılarımıza gel! Çünkü bizi ziyaret edip Kur'an okumanı istiyoruz" dedi.
Bunun üzerine müslümanlar, müşrikler, Yahudiler birbirlerine küfretmeye
başladılar ve birbirleri üzerine saldırmaya yeltendiler. Peygamberimiz ise
onları yatıştırmaya çalışıyordu. Sonra Peygamber bineğine binip Sa'd b.
Ubade'nin evine girdi. Peygamberimiz: "Saad! (Abdullah b. Ubey'i kastederek) Ebu
Hubab'ın ne dediğini duydun mu? O şöyle, şöyle dedi buyurdu. Sa'd b. Ubade: "Ey
Allah'ın Resulü! Siz İbn Ubey'in kusurunu affedin. Yemin ederim ki Yüce Allah
size nasip ettiği nübüvveti zaten vermiştir. Halbuki şu belde halkı Abdullah b.
Ubey'e tac giydirip sarık sararak onu reis olarak atamak için anlaşmış ve
hazırlanmışlardı. Yüce Allah sana ihsan ettiği Peygamberlik ile bunu
engelleyince İbn Übey'in hevesi kursağında kaldı. Bu da ona gördüğünüz bu çirkin
hareketi yaptırmıştır" dedi. Bunun üzerine Peygamber de onu affetti.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3356
Enes b. Malik'in (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber'e (a.s.) Abdullah b. Ubey'e giderek onunla konuşsanız iyi olur,
denildi. Bunun üzerine Peygamberimiz bir merkebe binip, müslümanlar da kendisi
ile beraber yürüyerek Abdullah b. Ubey'e gittiler. Gidilen yol çorak bir yerdi.
Peygamber Abdullah b. Ubey'in yanına vardığında Abdullah Peygamberimiz'e:
"Benden uzak dur. Vallahi merkebinin pis kokusu beni rahatsız ediyor" dedi.
Bunun üzerine Ensar'dan birisi (Abdullah b. Revaha), Abdullah b. Ubey'e "Vallahi
Hz. Peygamber'in merkebi senden çok daha güzel kokuyor" diye karşılık verdi.
Abdullah b. Ubey'in etrafındakilerden birisi bu söze çok sinirlenerek onun adına
karşılık verdi. Peygamberimiz ve Abdullah'ın yanındaki kişiler biribirlerine
öfkelenerek hurma değnekleri papuçları ve yumruklarıyla kavgaya tutuştular. Daha
sonra: Eğer müminlerden iki grup birbirleri ile savaşırlarsa aralarını bulup
barıştırınayetinin onlar hakkında nazil olduğu söylendi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3357
Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.): "Ebu Cehil'in ne yaptığını, kim öğrenip gelecek?" buyurdu.
Bunun üzerine Abdullah b. Mesûd (r.a.) gitti ve Ebu Cehil'i Afra'nın iki oğlu
tarafından vurularak yere yığılmış gördü. İbn Mesûd, Ebu Cehil'in sakalından
tutarak: Ebu Cehil sen misin? dedi. Ebu Cehil: "Sizin öldürdüğünüz kişiden üstün
bir kimse var mıdır?" Yahut da: "Kendi kavmi tarafından öldürülen kişinin
üzerinde bir kimse var mıdır?" demiştir. Ravi Ebu Miclez, Ebu Cehil'in "Keşke
beni öldüren kimse bir çiftçi olmasaydı" dediğini rivayet etmiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3358
Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle anlatır:
Hz. Peygamber (a.s.): bir gün" Kaab b. Eşref'i kim öldürebilir? Çünkü o Allah'a
ve elçisine eziyet etmiştir" diye sordu. Muhammed b. Mesleme ise bunun üzerine:
"Ey Allah'ın elçisi! Onu benim öldürmemi ister misin?" dedi. Peygamberimiz:
"Evet isterim" buyurdu. İbn Mesleme: "Öyle ise ona bazı şey söylememe (ve
böylece bir hile hazırlamama) izin ver" dedi. Hz. Peygamber: "İstediğini söyle"
dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme Kaab'ın yanına vardı ve ona şöyle dedi:
"Şu adam (yani Peygamber) bizden zekât istedi ve bizi darlığa düşürdü." Kaab, bu
sözü işitince: "Vallahi daha çok yaka silkeceksiniz" dedi. Muhammed b. Mesleme:
"Bir kere ona tabi olmuş bulunduk. Onun işinin nereye varacağını görmek için onu
şimdi terketmek istemiyoruz. Şimdi bana biraz ödünç vermeni istiyorum" dedi.
Kaab: "Peki sen bana rehin olarak ne veriyorsun?" dedi. Muhammed b. Mesleme:
"Neyi istersin?" dedi. Kaab: "Bana kadınlarınızı rehin verin, dedi. "Sen Arabın
yakışıklısısın, kadınlarımızı sana nasıl rehin bırakırız? dedi. Kaab: "Öyle ise
bana oğullarınızı rehin verin, dedi. Muhammed: "O zaman da birimizin oğlu
hakkında: "Bu iki deve yükü hurma karşılığında rehin olan çocuktur," denilerek
alay edilir. Fakat biz sana silahımızı, zırhımızı rehin bırakabiliriz" dedi.
Kaab bu teklifi kabul etti ve İbn Mesleme ona Haris, Ebu Abs b. Cebr ve Abbad b.
Bişr ile gelerek belli bir vakitte rehni teslim edeceğini vadetti. Bu grup bir
gece topluca gelerek Kaab'ı çağırdılar ve O da yanlarına indi. Ravi Sufyan
Amr'ın dışındaki ravilerin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kaab onların yanına
inerken, karısı kendisine hitaben: "Dikkatli ol, ben bir ses işitiyorum...sanki
kan dökecek birinin sesi!" dedi. Kaab: "Bu gelen Muhammed b. Mesleme ile onun
süt kardeşi ve Ebu Naile'dir Üstelik mert adam geceleyin kılıçla vurulmaya
çağrılsa bile kabul eder" dedi. Muhammed b. Mesleme arkadaşlarına: "Kaab geldiği
zaman ben elimi onun başına uzatacağım. Onu sımsıkı tuttuğum zaman hemen
öldürünüz" diye talimat verdi. Kaab b. Eşref onların yanına kılıcını kuşanmış
şekilde indi. Onlar: "Güzel kokuyorsun" dediler. O: "Evet, Arap kadınlarının en
güzel kokulusu benim hanımımdır" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Koklamama müsaade
eder misin?" dedi. Kaab bunu kabul edince İbn Mesleme uzanıp kokladı ve sonra:
"Bir daha koklayabilir miyim?" dedi. Bu defa Muhammed b. Mesleme, Kaab b.
Eşref'in başını sımsıkı yakaladı. Sonra arkadaşlarına: "Haydi vurunuz! dedi, ve
bu şekilde İbn Eşref'i öldürdüler.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3359
Seleme b. Ekva (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Allah Resulü ile beraber Hayber gazasına çıktık. Bir gece cemaat yürürken
kafileden bir kimse Âmir b. Ekva'ya "Hey Âmir! Kısa vezinli şiirlerinden bize
dinletmez misin?" dedi. Şair bir kişi olan Âmir hayvanından indi ve şiirini
okuyarak kafile develerini yollandırdı:
"Allahım! Sen olmasaydın biz ne hidayete erer,
ne sadaka verir, ne de namaz kılardık.
O halde canımız senin yoluna feda olsun, günahlarımızı affet!
Düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl.
Gönüllerimize sükunet ve direnç ver.
Çünkü biz savaşa çağrılırsak geliriz.
Yardım istenildiğinde hemen koşarız." Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Şiirle
develeri yollandıran kimdir?" diye sordu. Sahabeler:" Âmir b. Ekva "dediler. Hz.
Peygamber: "Allah Âmir'e rahmet etsin!" dedi. Kafileden bir kimse: "Ey Allah'ın
Resulü! Âmir'in şehit olması kesin. Keşke Âmir şimdi şehit olmasa da ondan biraz
daha istifade edebilsek" dedi. Nihayet Hayber'e geldik ve Hayber halkını
kuşattık. Kuşatma sırasında şiddetli bir açlıkla karşılaştık. Peygamberimiz:
"Yüce Allah Hayber'in fethini müjdeledi" dedi. Hayber fethi müjdelendiği günün
akşamı olunca mücahitler bir çok ateş yaktılar. Hz. Peygamber: "Bu ateşler
nedir? Niçin yakıyorsunuz?" diye sordu. Sahabe: "Et pişirmek üzere" diye cevap
verdiler. Hz. Peygamber: "Hangi et?" diye sordu. Sahabeler: "Evcil eşeklerin eti
dedi." Hz. Peygamber: "O etleri dökünüz, kaplarını da kırınız!" buyurdu.
Sahabelerden biri: "Etleri döksek ve kaplarını yıkasak olmaz mı? diye sordu.
Resulüllah: "Yahut öyle yapınız" buyurdu. Bu seferde Âmir'in kılıcı biraz kısa
olduğundan Âmir bu kısa kılıcıyla bir Yahudiye vurmak için baldırına
saldırmıştı. Fakat kılıcın keskin yüzü dönüp Âmir'in dizine isabet etti ve bu
yaradan dolayı vefat etti. Hayber'den döndükten sonra Peygamberimiz beni sessiz
bir halde görünce, iki elimi tutarak: Ey Seleme "Neyin var?" dedi. Ben de ona:
"Annem, babam, sana kurban olsun. Bazıları Âmir'in gazasının boşa gittiğini
iddia ediyorlar" dedim. Peygamber: "Bunu kim söyledi? dedi. Ben: "Falancalar ve
Useyd b. Hudayr "dedim. Peygamber: "Bunu söyleyen kimse yalan söylemiştir. (İki
parmağını birleştirerek) Muhakkak ki Âmir için iki ecir vardır" buyurdu ve
sonra: "Şu muhakkak ki Âmir, hem Allah'a itaat yolunda gücünü sarfeden bir
cahid, hem de bir mücahiddir. Yeryüzünde bu hasletlerle yürüyen Âmir'in benzeri
bir Arap pek az bulunur" diye tamamladı.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3363
Berâe (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Hz. Peygamber (a.s.) Hendek savaşında (hendek kazılırken) bizimle beraber toprak
taşıyor ve toprak karnının beyazlığını örtmüşken şöyle şiir okuyordu:
"Yemin olsun ki, Ey Allahım sen olmasaydın biz ne hidayete erer,
ne sadaka verir ne de namaz kılardık.
Şu kâfirler İslâma davetimizi kabul etmediler.
Artık sen onlara karşı bize sekinet indir!" Bazen de
"Bu topluluk İslâma davetimizi kabul etmedi.
Onlar bizim çekindiğimiz fitneyi çıkarmak istediklerinde, onlara karşı bize
sekinet indir!" diyor ve bu sözleri söylerken sesini iyice yükseltiyordu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3365
Sehl b. Sa'd (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
Biz hendek kazarak omuzlarımız üzerinde toprak taşırken Peygamberimiz (a.s.)
yanımıza geldi ve: "Allahım! Gerçek hayat Ahiret hayatı! Bu yüzden Muhacir ve
Ensar'a mağfiret eyle!" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3366
Enes b. Malik'in rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Allahım! Gerçek hayat Ahiret hayatı!
Bu yüzden Muhacir ve Ensar'a mağfiret eyle!"
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3367
Seleme b. Ekva (r.a.) şöyle anlatır:
Bir gün sabah namazı ezanı okunmadan önce yola çıktım. O günlerde Hz.
Peygamber'in (a.s.) sağmal develeri Zukared merasında otluyordu. Giderken
Abdurrahman b. Avf'ın hizmetçisi yolda bana rastladı ve: "Hz. Peygamber'in
sağmal develeri kaçırıldı," dedi. Ben: Kim kaçırdı? diye sordum. Köle:" Gatafan
kabilesi" diye cevap verdi. Ben üç kez: Ey erkenciler yetişin! diye, sesimi
Medine'nin iki kara taşlığı arasındaki halka duyuracak şekilde haykırdım. Sonra
yüzümün doğrultusuna arkalarından süratle koştum. Nihayet onlara Zukared
mevkiinde yetiştim. Adamlar develeri sulamaya başlamışlardı. Hemen onlara ok
atmaya başladım çünkü iyi bir atıcıydım. Ok atarken de:
"Ben Ekva oğluyum bu gün alçakların öleceği gündür" diyerek recezler
söylüyordum. Neticede develeri kurtardığım gibi onlardan otuz tane elbiseyi de
ganimet olarak ele geçirdim. Sonra Peygamber (a.s.) ve sahabe geldiler. Ben: Ey
Allah'ın elçisi! Bu adamların su içmelerine bile fırsat vermedim. Şu anda susuz
oldukları için (şimdi su tedariki ile meşgul olacaklardır) peşlerine bir müfreze
gönder dedim. Hz. Peygamber: "Ey Ekva oğlu! Sen alacağını aldın. Artık onlara
yumşaklık göster" buyurdu. Bunun üzerine döndük. Hz. Peygamber beni Medine'ye
kadar devesi üzerinde terkisine aldı.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3371
Enes b. Malik'in (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.) (annem) Ümmü Suleym'i harbe götürürdü. Peygamberimiz harbe
gittiği zamanlarda beraberinde Ensardan bazı kadınlar da bulunurdu. Bunlar su
taşırlar ve yaralıları tedavi ederlerdi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3375
Bureyde'nin (r.a.) naklettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) on dokuz gazaya çıkmış ve bunlardan sekiz tanesinde bizzat
savaşmıştır.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3384
Seleme (r.a.) şöyle anlatır:
"Hz. Peygamber (a.s.) ile yedi gazaya katıldım. Hz. Peygamber'in gönderdiği
seriyelerin ise dokuzunda bulundum. Bir seferinde kumandan Ebu Bekr diğer
birinde ise Usame b. Zeyd idi."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3386
Ebu Musa (r.a.) şöyle anlatır:
Altı kişilik bir birlik içinde, Hz. Peygamber (a.s.) ile beraber bir gazaya
çıktık. Sırayla bindiğimiz bir devemiz vardı. Artık ayaklarımız delinmişti.
Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza
bez parçaları sarıyorduk. Ayaklarımızı bu şekilde bez parçalarıyla sardığımız
için bu sefere Zatu'r-Rik'a adı verildi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 3387
|