Fetva Konuları
NAMAZIN FARZLARI
145. Namazda sûrelerin Türkçe tercümesi okunabilir mi?
Namazda sûrelerin Türkçe tercümesinin okunması caiz değildir. Konu ile ilgili
olarak, Din İşleri Yüksek Kurulunun 04.12.1997 tarihinde aldığı 103 numaralı
kararda şöyle denilmektedir:
Kur’anı Kerim’in namazda Türkçe tercümesinin okunmasına gelince:
Kur’anı Kerim’de “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” (Müzzem mil, 73/20)
buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.s.) de bütün namazlarda Kur’anı Kerim okumuş
ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken “...sonra
Kur’an’dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku.” (Müslim, Salât, 45)
buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur’an okumak, Kitap, Sünnet ve
İcma ile sabit bir farzdır.
Bilindiği üzere Kur’an, Cenabı Hakk’ın Hz. Muhammed’e (s.a.s.) Cebrail aracılığı
ile indirdiği manaya delalet eden elfâzın ismidir. Sadece mana olarak değil,
Resûlullah’ın (s.a.s.) kalbine lafızları (sözleri) ile indirilmiştir. Bu
itibarla bu lafızlardan anlaşılan ve başka lafızlarla ifade edilen mana Kur’an
değildir. Çünkü indirildiği elfâzın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka
sözlerle ifade edilen mana Cenabı Hakk’ın kelamı değil, mütercimin ondan
anladığı yorumdur. Oysa Kur’an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir
rüknü olarak onun elfâzı da vardır. Nitekim;
“Şüphesiz o, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Onu Rûhu’le min
(Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle
indirdi.” (Şuarâ, 26/192195); “İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’an olarak
indirdik...” (Tâhâ, 20/113); “Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur’an
indirdik.” (Zümer, 39/28); “Bu bilen bir toplum için, âyetleri Arapça bir Kur’an
olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet, 41/3) gibi tam
on ayrı yerde (Yûsuf, 12/2; Ra’d, 13/37; Nahl, 16/103; Şûra, 42/7; Zuhruf, 43/3;
Ahkâf, 46/12) Kur’an’ın Arapça olduğunu ifade eden âyetlerden, sadece mananın
değil, lafızlarının da Kur’an kavramının içeriğine dâhil olduğu açık ve kesin
bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, tercümesine Kur’an denilemeyeceği
ve tercümesinin Kur’an hükmünde olmadığı konusunda İslam âlimleri görüş birliği
içindedir.
Bilindiği üzere tercüme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle
aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine
ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü
bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir tercüme aslının yerini tutamaz ve
hiçbir tercümede her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O hâlde,
Kur’anı Kerim gibi, ilahî belağat ve i’cazı hâiz bir kitabın aslı ile tercümesi
arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü
biri yaratan Yüce Allah’ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun âciz beyanı. Hiç
böylesi bir tercümenin, Allah kelamının yerine konulması ve onunla aynı hükümde
tutulması mümkün olur mu?
Kaldı ki, İslam dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün
Müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir
gereğidir.
Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Hz. Peygam ber’in (s.a.s.)
öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi içinden
çıkılmaz birtakım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Konuya ülkemiz
açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde,
içerde ise devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların
birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak birtakım huzursuzluklara
sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Öte yandan, sayısı yüzleri aşan tercüme ve meal arasından din ve vicdan
hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak
üzere seçilmesi ve bunu herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir.
Türkçe tercüme ile namaz kılmak ve Türkçe dua etmek birbirine
karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah’tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise
herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten
genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır.
Diğer taraftan, Kur’anı Kerim’in en önemli özelliklerinden biri de i’cazıdır.
Bir benzerinin ortaya konulması konusunda, Kur’an bütün insanlığa meydan
okumuştur. Bu i’cazın sadece anlamda olduğu söylenemez. Aksine, “onun Allah
katından indirildiğinde şüpheniz varsa, haydi bir benzerini ortaya koyun”
anlamındaki tehaddi (meydan okuma) âyetlerinden (Bakara, 2/2324; Yûnus, 10/3738;
Hûd, 11/13; İsrâ, 17/88; Tür, 52/3334) bu özelliğin daha çok lafızla ilgili
olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca bir benzerini ortaya koymak için, insanlar ve cinler bir araya toplanıp
birbirlerine destek olsalar bile bunu başaramayacaklarını ifade eden İsrâ
suresinin 88. âyeti kerimesinden de, Kur’an’ın bir benzerinin yapılamayacağı ve
bu itibarla tercümesinin Kelâmullah sayılamayacağı, o hükümde tutulamayacağı ve
dolayısıyla namazda tercümesinin okunamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim
1926 yılında İstanbul Göztepe Camii İmamHatibi Cemal Efendi’nin Cuma namazında
Kur’anı Kerim’in Türkçe tercümesini okumasıyla ilgili olarak İstanbul
Müftülüğü’nün 20 Mart 1926 tarih ve 9293 sayılı yazısı üzerine, altında Atatürk
tarafından göreve getirilen ilk Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin imzası
bulunan 9 Ramazan 1324/23 Mart 1926 tarih ve 743 numaralı Müşavere Hey’eti
kararında:
“Namazda kıraeti Kur’an bi’licma farz ve Kur’an’ın hangi bir lügat ile
tercemesine Kur’an itlakı kezalik bi’licma gayrı caiz ve namazda kıraeti Kur’an
mahallinde tercemei Kur’an’ın ademi cevazı da bi’lumum mezahib fukahasının icmaı
ile sabit olduğundan, hilafına mücaseret, namazı vaz’ı şer’îsinden tağyir ve
emri dini istihfaf ve mel’abe şekline vaz’ı mutazammın olduğu gibi,
beyne’lmüslimin iftirak ve ihtilafa ve memlekette fitne hûdusuna bâis
olacağından, fiili mezbûre mecasereti sabit olan merkûm Cemal Efendinin
uhdesindeki vezaifi ilmiye ve dini yenin ref’i, emri zaruri hâlini almış olmakla
ol vechile tebligat icrası...” denilmiştir.
Şüphesiz bir Müslüman’ın en azından namazda okuduğu Kur’anı Kerim metinlerinin
anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve duyarak okuması son derece
önemlidir ve bu zor da değildir. Ancak manasını anlamak, onun hidayetinden
faydalanmak ve Yüce Rabbimi zin emir, yasak ve öğütlerinin neler olduğunu
öğrenmek için Kur’anı Kerim’i tercüme etmenin ve bu maksatla meal, tercüme ve
tefsirlerini okumanın hükmü başka; bu tercümeleri Kur’an yerine koymanın ve
Kur’an hükmünde tutmanın hükmü yine başkadır.
Namazda ve ibadet olarak Kur’anı Kerim, aslî lafızları ile okunur. Yüce
Rabbimizin bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından
yararlanmak maksadıyla ise, tercüme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla
Kur’anı Kerim’in tercüme, meal ve açıklamalarını okumak da çok sevaptır ve genel
anlamı ile ibadettir.
|