100-Adiyat
1- Andolsun Allah yolunda
koştukça koşanlara,
2- Andolsun kıvılcımlar
saçanlara,
3- Sabah akşam akına
çıkanlara,
4- Ve tozu dumana katanlara,
5- Düşman topluluğu içine
dalanlara ki,
6- İnsan Rabbine karşı çok
nankördür.
7- Ve kendisi de buna
şahittir.
8- Doğrusu o, malı çok sever.
9- Bilmez mi o, kabirlerde
olanlar dışarı atıldığı,
10- Kalplerde olanlar ortaya
konulduğu zaman.
11- Doğrusu Rabbleri o gün
herşeyinden haberdardır.
Yüce Allah savaş atları üstüne yemin ediyor.
Atların savaştaki hareketlerini, koşmaya başladıkları ve koşarlarken
burunlarından bilinen soluk seslerini çıkarmalarından itibaren birer birer
çiziyor. Sonra atlar koşarlarken nallarını kayalara çarpıp kıvılcım
çıkarmakta, sabahın erken vakti düşman neye uğradığını şaşırsın diye ona
baskın yapmakta, tozu dumana katmaktadırlar. Evet hem de hiç de beklenmedik
bir biçimde düşman saflarına düşmanı gafil avlayıp dalarken ve aralarına
başıbozukluk ve bozgun yayarken tozu dumana katmaktadırlar.
Evet İşte Kur'an'da ilk kez karşılaşan
kimselerin Alıştıkları savaş biçimine göre savaşın adım adım gelişmesi
buydu. Bu çerçevede atın üstüne yemin edilmesi önce savaşın Allah'ın
ölçüsündeki değerini ve yüce Allah'ın ona yönelmesini hissettirmekte sonra
da bu savaş hareketinin onun katında sevimliliğini ve onun için
etkinliklerde bulunmanın önemini ima etmektedir.
Bu da üzerine yemin edilen sahnelerle, yemin
edilerek açıklananların ve daha önce değindiğimiz gibi bu sahnelerin
ardından getirilen olguların sunulduğu tablolarla tam bir uyum
arzetmektedir. Yüce Allah'ın atların üstüne yemin ederek açıkladığı şeye
gelince: insan kalbi iman desteğinden yoksun olduğu zaman bu, onun ruhunda
var olan bir gerçektir. insan onunla mücadele edebilsin diye Kur'an'ın
insanın iradesini güçlendirebilmek için insan dikkatini üzerine çektiği bir
gerçektir. Çünkü yüce Allah ezelden beri bu gerçeğin insan ruhundaki
köklerinin ne kadar derin olduğunu ve benliğindeki ne denli yer kapladığını
bilmektedir.
"İnsan Rabbine karşı çok nankördür. Ve
kendisi de buna şahittir. Doğrusu o, malı çok sever."
Gerçek şu ki insanoğlu Rabbinin nimetlerini
inkar etmekte ve ihsanının bolluğunu yok saymaktadır. insanın nankörlüğü ve
inkarı birçok biçimde olabilir. Bunlar insanın yaptığı hareketlerde ve
söylediği sözlerde ortaya çıkmaktadır. Ve sonunda bu hareketler ve sözler,
bu gerçeği haykıran bir tanık gibi insanın aleyhine ifade vereceklerdir.
Sanki insan, bunlar aracılığı ile kendi aleyhine tanıklık etmektedir. Ya da
belki insan kıyamet günü kendi aleyhine tanıklık edecek nankör ve inkarcı
olduğunu ifade edecektir. "Ve kendisi de buna şahittir." Hiçbir tartışma ve
mücadelenin olmadığı o gün, insan kendi aleyhine de olsa gerçek ne ise onu
konuşur.
"Doğrusu o malı çok sever." İnsan kendi
nefsini çok sever. Bundan dolayı da "hayrı" çok sever. Fakat "hayır" "mal"
olabilir, "iktidar" olabilir, dünya hayatındaki faydalı herşeyden
"yararlanma" olabilir.
İman insanın kalbine girip de onun
düşüncelerini, önem verdiği şeyleri ve değer ölçülerini değiştirmediği
sürece... Nankörlüğüne, inkarcılığına, Allah'ın ihsanım itiraf etmek ve
onlara şükretmek üzere engel olmadığı müddetçe... Bencilliğini, cimriliğini
fedakarlıkla ve acıma duygusu ile değiştirmediği, hırsa, rekabete, çalışıp
didinmeye layık gerçek değerleri -ki bu değerler maldan, iktidardan ve dünya
hayatındaki yararlı herşeyden yararlanmaktan çok daha yücedir- evet iman
insana o değerleri göstermediği sürece, insanın yapısı ve fıtratı bu
olacaktır...
Gerçek şu ki imansız insan, önemsiz ve
küçüktür. Arzu ettiği şeyler önemsiz, basit, değer ve önem verdiği şeyler
küçüktür. imansız insanın arzuları ne kadar büyük olursa olsun, hırsı ne
kadar şiddetli olursa olsun, hedefleri ne kadar üstün olursa olsun, yine de
yeryüzünün kokuşmuş çamuruna tepesi üstü gömülmüş, ömür sınırı ile bağlı ve
içindeki karanlık hapiste tutuklu kalmaya mahkumdur... insanı bu
tutsaklıktan ancak yeryüzünden çok daha büyük dünya hayatından çok daha
uzak, insanın kişiliğinden çok daha büyük bir alemle, ezeli olan (başlangıcı
olmayan) Allah'tan çıkan ve ebedi (ölümsüz) olan Allah'a dönen ve kendisi
ile dünyanın sonsuza kadar birleştiği bir aleme bağlanması kurtarır ve O'nu
yüceltir.
Bundan dolayı surede, nankörlüğü,
inkarcılığı, bencilliği ve cimriliği tedavi etmek, ruhun bağlı olduğu esaret
zincirini kırıp parçalamak için, "hayır" sevgisini unutturan, azgınlığın ve
şımarıklığın gafletinden uyandıran yeniden dirilme ve mahşere gelme
sahnesini sunarak dikkatleri son bir kez daha çekmektedir.
"Bilmez mi o, kabirlerde olanlar dışarı
atıldığı, kalplerde olanlar ortaya konulduğu zaman."
Bu tablo heyecanlı ve dehşetli bir tablodur.
Kabirde olanların ortaya çıkmaları, bunun şiddetli ve heyecan verici
sözcüklerle ifade edilmesi, sırların saklandığı ve gözlerden gizlendiği
göğüslerden Alınıp ortaya çıkarılması ve bunun bu sert ve katı sözcükle
ifade edilmesi... Kısacası olaylar bütünü ile sert, şiddetli ve tozlu
dumanlı bir atmosferde verilmektedir.
Bu gelişmeler olacağı zaman insan bilmeyecek
mi? Ancak yüce Allah insanın o zaman neyi bileceğine değinmiyor. Çünkü
insanın sadece bunu bilmesi bile duygularını sarsmak için yeterlidir. Yüce
Allah'ın bu soruyu sorması sonra da insanın vereceği cevabı hazırlasın,
bunun için herşeye başvursun, bu sert hareketlere ve gelişmelere eşlik
etmesi mümkün olan sonuçların ve acı akıbetlerin neler olabileceğini
düşünsün diye onu kendi başına bırakması, insanın duygularını sarsmak için
yeterlidir.
Bütün bu heyecan verici hareketler herşeyin
her işin ve her akıbetin kendisine ulaştığı bir istikrar, bir duruşla
bitiyor, son buluyor.
"Doğrusu Rabbleri o gün onların her şeyinden
haberdardır."
O halde dönüş Rablerinedir. "O gün" Rabbleri
onların kendilerini durumlarını ve sırlarını bilir. Allah her an ve her
durumda onlardan haberdardır. Ancak bu haberdar oluşun, bilişin birtakım
sonuçları olacaktır. İşte onların burada dikkatlerini kendi üzerine çeken bu
sonuçlardır... Bu öyle bir biliştir ki arkasında ödenecek bedel vardır,
arkasında hesaba çekilme ve ceza vardır. İşte burada ortaya çıkan da bu üstü
kapalı anlamdır.
Böylece surenin Kur'an'ın metoduna uygun
olarak, gerek anlam, gerek sözcük, gerek etki bakımından bu son noktaya
ulaşana dek soluk soluğa, çığlık çığlığa ve heyecanlarla dolu olarak
izlediği tek bir yolu, tek bir hedefi vardır.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.