96-Alak
1- Yaratan Rabbinin adıyla
oku.
2- O, insanı bir kan
pıhtısından yarattı.
3- Oku, Rabbin en büyük kerem
sahibidir.
4- O, insana kalemle yazmayı
öğretti.
5- İnsana bilmediğini
öğretti.
Kur'an'ın ilk suresi bu suredir. Ve bu sure
Allah'ın adı ile başlamaktadır. Resulullah'ı yönlendirdiği ilk esnada,
yücelerin yücesi ile bağlantı kurduğu ilk anda, seçilmiş olduğu davet
yolunda atmış olduğu ilk adımda onu Allah'ın adı ile okumaya
yönlendirmektedir: "Oku yaratan Rabbinin adı ile." Ve sure Allah'ın adı ile
başladığı gibi, Rabbin sıfatlarından olan yaratmanın ve hayata başlamanın
kendisi ile sağlandığı yaratma sıfatı ile başlamakta ve Allah'ı "yaratan"
diye nitelemektedir.
Sure sonra insanın yaratılmasını ve hayata
başlamasını özel olarak ele almaktadır. "O, insanı bir kan pıhtısından
yarattı". Evet Allah insanı, bu donmuş ve rahime yapışan bir damlacık kandan
yarattı. İşte bu son derece sade ve küçük kaynaktan yaratılmıştır insanoğlu.
Bu bir damlacık kan pıhtısı da Yaratıcının gücünü göstermekle birlikte ondan
da öte O'nun keremini, ihsanını gösterir. Çünkü onun lütfu ile bu kan
pıhtısı öğretilebilen ve buna dayalı olarak da, öğrenen insan seviyesine
yükselmiştir. "Oku Rabbin en büyük kerem sahibidir. O insana kalemle yazmayı
öğretti, insana bilmediğini öğretti."
Gerçekten insanın doğuşu ile vardığı son
durum arasında son derece büyük bir aşamadır bu. Ama Allah'ın herşeye gücü
yeter. ikramı çoktur. Zaten bu yüzden o baş döndürücü aşamayı
gerçekleştirmiştir.
Bu gerçeğin yanısıra, öğretme gerçeği, Rabbin
insanı "Kalemle" öğretme gerçeği ortaya çıkmaktadır. Çünkü kalem eskiden
olduğu gibi bugün de, insan hayatına en geniş ve en derin etkiyi yapmış ve
yapan öğretim aracıdır. O zamanlar bu gerçek şu anda bizim gördüğümüz ve
insan hayatında bildiğimiz biçimi ile bu açıklıkta değildi. Ama yüce Allah
kalemin değerini biliyor ve insanlığa gelen en son kutsal mesajın inmeye
başladığı ilk anda ve Kur'an'ın ilk suresinde kalemin önemine dikkatleri
çekiyordu. Halbuki bu kutsal mesajı getiren peygamber kalemle yazabilen
birisi değildi.
Şayet Hz. Muhammed bu Kur'an'ı kafasından
uydurmuş olsaydı, şayet bu Kur'an vahiy ürünü olmamış olsaydı ve eğer onun
getirdiği çağrı kutsal mesaj olmamış olsaydı, kalemin önemini vurgulayan bu
gerçek daha ilk anda kesinlikle ortaya çıkamazdı.
Sonra sure bilginin Alınacağı kaynağı
gösteriyor. Bilginin tek kaynağının yüce Allah olduğunu, insanın bildiği ve
bileceği herşeyi, şu varlık aleminin gizemlerine, şu hayatın ve insanın
kendi nefsinin bilinmezliklerine dair çözebildiği neler varsa bunların
tümünün kaynağının yüce Allah olduğunu belirtiyor. İnsanın tüm bildikleri,
oradan, bir başkası daha olmayan bu tek kaynaktan, aldığını ifade ediyor.
Rasulullah'ın yüceler yücesi ile bağlantı
kurduğu ilk anda inen bu biricik bölümle evet bu bölümle iman düşünce
sisteminin geniş olan temeli atılmış oldu. Her iş, her davranış, her adım,
her çalışma Allah'ın adı ile, O'nun adına yapılır. Allah'ın adı ile başlar,
Allah'ın adı ile yürür, Allah'a yönelir ve sonuçta O'na varır. Allah'tır
yaratan. O'dur öğreten. Doğuş ve başlangıç O'ndan dır. Öğretme O'ndan, bilgi
O'ndan dır. İnsan öğrenebildiğini öğrenir. Öğretebildiğini öğretir. Ama
bütün bunların kaynağı yaratan ve öğreten yüce Allah'tır. "O insana
bilmediğini öğretti."
Rasulullah'a o andan itibaren hayatı boyunca
bütün duygularına hakim olan, dilini Allah'a bağlayan, davranış ve
yönelişine etki eden kalbinin daha ilk anda almış olduğu bu ilk Kur'an
gerçeğidir. Çünkü bu gerçek imanın ilk temeli oluyordu. imam Şemseddin Ebu
Abdullah Muhammed b. Kayyim El Cevziyye Zadu'l Mead isimli eserinde,
Resulullah'ın Allah'ı zikretmesini şöylece özetliyor:
"Yaratıklar içinde yüce Allah'ı en mükemmel
zikreden Resulallah idi. Hatta ağzından çıkan bütün sözler Allah'ı zikirdi.
Allah ile ilgili idi. Ümmetine her emri, yasaklaması, yasa koyması Allah'ı
zikri demekti. Rabbinin isimlerini, sıfatlarını, hükümlerini, fiillerini,
vaadini ve ihtarını onlara anlatması hep Allah'ı zikir demekti. Allah'ı
nimetleri ile övmesi, yüceltmesi, hamd etmesi tesbih etmesi, O'nun Allah'ı
zikri demekti. Allah'tan istemesi, O'na dua etmesi, O'na yönelik sevgisi ve
O'ndan korkması da Allah'ı zikri demekti. Susması hiçbir şey söylememesi
Allah'ı kalbi ile zikri idi:' Kısacası Resulallah her an ve her şartta
Allah'ını zikrederdi. Ayakta iken, otururken, yere uzanmışken, yürürken,
binerken, yolculuk ederken, bir yerde konaklarken, bir yere giderken bir
yerde kalırken alıp verdiği nefeslerle akıp giden hep Allah'ın zikri idi.
Uykudan uyanınca, "Hamd olsun bizi öldürdükten sonra yeniden dirilene. Son
gidiş ancak O'nadır." derdi. Hz. Aişe der ki: Gece uyanınca, on kere tekbir
ve on kere de tehlil (La ilahe illallah demektir) getirir ve sonra on kez:
"Ya Rab! Dünyanın ve kıyamet gününün sıkıntısından sana sığınırım. Senden
başka hiçbir ilah yok. Seni tesbih ederim. Allah'ım senden günahlarımı
bağışlamanı ve rahmetini dilerim. Allah'ım benim bilgimi artır. Bana doğru
yolu gösterdikten sonra kalbimi kaydırma. Katından bana rahmet bahşet.
Kuşkusuz sen çok bağışlar ve verirsin" derdi. Bu rivayet Ebu Davut'da yer
Alır. Başka bir rivayette Resulallah şöyle buyurur: "Bir kişi geceleyin
uykusundan uyanır da, bir olan Allah'tan başka ilah yoktur, O'nun hiçbir
ortay yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nadır, O'nun herşeye gücü yeter, hamd
Allah'adır, Allah'ı tesbih ederim, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, Allah
en büyüktür, güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu Allah'a aittir" der sonra da
"Allah'ım beni bağışla" derse ya da başka bir dua okursa, duası kabul
olunur. Bu kişi eğer abdest alır ve namaz kılarsa, namazı da kabul olunur"
buyurur. Bu rivayet de Buhari de yer alır.
İbn Abbas, Peygamberin yanında geçirdiği
geceyi şöyle anlatır: "Resulallah, uykusundan uyanınca başını gökyüzüne
doğru çevirdi. Ve Al-i İmran suresinin "Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında
gece ile gündüzün birbirini kovalayışında derin düşünceliler için birçok
ibret dersi vardır." diye başlayan son on ayetini okudu. Sonra şöyle dua
etti: "Allah'ım hamd sanadır. Sen göklerin, yeryüzünün ve bunlarda
bulunanların nurusun. Hamd sanadır. Sen göklerin yeryüzünün ve onlarda
bulunanların hakimisin. Hamd sanadır. Gerçek Hak sensin. Senin verdiğin söz
hak ve gerçektir. Sözün doğru ve haktır. Sana kavuşmak hak ve gerçektir.
Cennet haktır ve vardır, cehennem de haktır ve gerçektir. Peygamberler
haktırlar, doğruyu söylemişlerdir. Muhammed de doğruyu söylemiştir. Kıyamet
günü doğrudur mutlaka gelecektir. Allah'ım sana teslim oldum. Sana inandım.
Sana güvendim. Sana döndüm. Senin yardımınla savaştım. Senin hükmüne
başvurdum. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla. Gizli ve açık
yaptıklarımı affet. Sen benim ilahımsın. Senden başka hiçbir ilah yoktur.
Güç ve kuvvet ancak ve ancak yüce ve ulu Allah'a aittir." Hz. Aişe der ki:
Peygamber geceleyin kalktığın zaman, "Cebrail'in, Mikailin ve israfilin
Rabbi olan, gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen ey
Allah'ım. Kullarının birbirleri ile anlaşmazlıklara düştükleri konularda sen
hükmünü verirsin. Hakka aykırı davrandığım noktalarda izninle bana doğru
yolu göster. Sen dilediğine doğru yolu gösterirsin" Hz. Aişe, "Peygamber
namazına bu dualarla başlardı" demiş de olabilir.
"Resulallah vitir namazı kıldığı zaman,
vitrin sonunda üç kez "Kuddus (Gafletten, hatadan ve her türlü eksiklikten
çok uzak) olan Allah'ı tesbih ederim" der ve üçüncüsünde sesini uzatırdı."
"Evimden çıkınca, Allah'ın adı ile çıkıyorum.
Allah'a güvendim. Sapmaktan veya saptırılmaktan ayağımın kaymasından,
zulmetmekten veya zulme uğramaktan, bilmemekten ya da cahilce davranışlara
muhatap olmaktan sana sığınırım:' dedi. (Hadis sahihtir).
Resulallah der ki: "Kim evinden çıkarken,
`Allah'ın adı ile çıkıyorum. Allah'a güvendim. Ondan başka güç ve kuvvet
yoktur derse, kendisine,sana doğru yol gösterildi, senin yönetilmen
üstlenildi, sen koruma altına alındın, denir. Ve şeytan ondan uzaklaşır"
(Hadis hasen hadistir.)
İbn Abbas Peygamberin yanında geçirdiği
geceyi ve gördüklerini şöyle anlatır: Peygamber sabah namazına kalktı ve
şöyle dedi: "Allah'ım, kalbime aydınlık ver. Dilime aydınlık ver. Kulağıma
aydınlık ver. Gözüme aydınlık ver. Arkamdan aydınlık önümden aydınlık, ver.
Üstümü aydınlat, ayağımın altını aydınlat. Allah'ım benim nurumu büyüt."
Merzuk oğlu Fazl Avf'lı Atıyye'den o da Ebu
Said el-Hudri'den nakleder. Ebu Said'in nakline göre Resulallah şöyle
buyurur: "Kim namaza gitmek üzere evinden çıkarken, `Allah'ım,senden
isteyenlerin hakkı için, sana yürüyüşümün hakkı için senden istiyorum. Ben
şımararak, azarak, gösteriş olsun diye, başkaları duysun diye çıkmadım.
Aksine senin gazabından korktuğum için, hoşnutluğunu arzuladığım için,
çıktım. Beni cehennemden kurtarmanı, günahlarımı bağışlamanı, diliyorum.
Çünkü senden başkaları günahları bağışlayamaz" derse yüce Allah bu kişi için
yetmiş bin meleği, kendisi adına bağışlanmasını dilesinler diye
görevlendirir. Yüce Allah namazını bitirinceye dek yüzünü bu kuluna çevirir"
Ebu Davut da Hz. Peygamberden şöyle rivayet
eder: "Resulallah mescide girince "Kovulmuş şeytandan ulu Allah'a sığınırım"
derdi. Resulallah bunu deyince, şeytan da "Bu günün diğer anlarında da
benden korundu" derdi:'
Resulallah şöyle buyurur: "Mescide
girdiğinizde namaz kılınız. Bana dua ediniz. Sonra da "Allah'ım bana rahmet
kapılarını aç." deyiniz. Mescitten çıkınca ise: "Ya rabbi senin ihsanından
ve fazlından istiyorum" deyiniz." Bir rivayete göre Resulallah mescide
girince, Muhammed'e ve ona uyanlara dua eder ve sonra "Allah'ım benim
günahlarımı bağışla. Bana rahmetinin kapılarını aç." Mescitten çıkınca da,
yine Muhammed'e ve ona uyanlara dua eder ardından da "Allah'ım benim
günahlarımı bağışla, ihsanının kapısını bana aç" diye dua edermiş.
Resulallah sabah namazını kıldığı zaman namaz
kıldığı yerde oturarak güneş doğana kadar Allah'ı zikrederdi. Sabaha erince
"Allah'ım senin yardımınla sabaha erdik. Senin yardımınla akşama erdik.
Senin sayende yaşıyoruz. Bizim canımızı alacak olan sensin. Kabirlerimizden
dirilip kalktığımızda sana döneceğiz" diye dua ederdi. (Hadis sahih
hadistir). Ve derdi ki: "Sabaha erdik. Sahibi yalnız Allah olan mülk de
sabahladı. Hamd Allah'adır. Bir olan Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur.
O'nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk O'nun dur, hamd O'nun dur. Onun gücü
herşeye yeter. Allah'ım bu gün en hayırlı olanı ve yarın da ve yarından
sonra da hayırlı olanı senden diliyorum. Bugünün kötülüğünden, yarının ve
yarından sonrası kötülüğünden sana sığınıyorum. Rabbim, tembellikten ve
ihtiyarlayıp kocamanın kötülüğünden sana sığınıyorum. Ya Rabbi, cehennemin
ve kabrin azabından sana sığınıyorum. Akşam olunca ise "Biz akşama erdik.
Sahibi yalnız Allah olan bütün mülk de akşama erdi... vs." derdi. (Müslim)
Hz. Ebu Bekir Rasulullah'a "Ey Allah'ın
peygamberi, sabahladığım ve akşama erdiğim zaman hangi duaları okumalıyım
bana öğretir misin?" diye sorar. Resulallah da ona: "Göklerin ve yerin
yaratıcısı olan görüleni ve görülmeyeni bilen herşeyin Rabbi, herşeyin
sahibi ve her mülkün hükümdarı olan Allah'ım! Senden başka bir ilah
olmadığına tanıklık ederim. Nefsimin ve şeytanın kötülüğünden ve sana şirk
koşmaktan sana sığınırım. Kendi nefsime ya da bir Müslümana kötülüğümün
dokunmasından sana sığınırım:' dedi. Sonra bu urdu ki: "Ey Ebu Bekir, sabaha
çıktığında, akşama erdiğinde ve yatağına uzandığında bu duayı oku." Bu hadis
de sahihtir. Sonra ibn Kayyım bu konuda birçok hadis zikreder.
Resulallah sarık, veya gömlek ya da aba gibi
yeni bir giysi giydiğinde duasında o giysinin adını anarak şöyle derdi:
"Allah'ım sana hamd olsun. Sen giydirdin bunu (giydiği ne ise onun adını
söylerdi) bana. Onun ve yapıldığı gayenin Hayrını dilerim senden. Onun ve
yapıldığı gayenin şerrinden sana sığınırım:' (Hadis sahihtir)
Bize gelen haberlere göre Hz. Peygamber evine
dönünce, "Hamd olsun her ihtiyacımı gideren ve beni barındıran Allah'a. Hamd
olsun beni yediren ve içirene Allah'a. Hamd olsun bana ihsanda bulunan
Allah'a. Senden beni ateşten korumam diliyorum." derdi.
Buhari ve Müslim'de yer aldığına göre
Resulallah tuvalete gireceği zaman "Allah'ım pislikten ve pis ve kötü olan
şeylerden sana sığınıyorum" derdi. Tuvaletten çıkınca "Affını dilerim" der.
"Benden sıkıntıyı gideren ve bana rahatlık veren Allah'a Hamd olsun" dediği
de rivayet edilir. (İbn Mace)
Rasulullah'ın elini içinde su olan bir kaya
sokarak daha sonra sahabelere
"Allah'ın adı ile abdest alınız" dediği de
rivayetler arasındadır.
Rasulullah'ın gökte hilali görünce, "Allah'ım
hilali bize gösterirken bizi güvenli, esenlikte ve islam dini üzere kıl. Ey
Hilal! Benim ve senin Rabbimiz Allah'tır." derdi. (Tirmizi hadisin hasen
hadis olduğunu belirtmiştir.)
Elini yemeğe uzattığı zaman, "Allah'ın adı
ile başlıyorum" der, yemek yiyenlere besmele çekmesini emrederek, "Yemek
yemeye başladığınız zaman, Allah'ın adını anınız. Eğer başlangıcında
Allah'ın adını anmayı unutursanız hatırladığınız anda "Başında da sonunda da
Allah'ın adı ile" deyiniz" derdi. (Hadis sahihtir)
Rasulullah'ın hayatı en ince ayrıntılarına
kadar İşte böyle idi. İlk anda aldığı ve imanî düşünce sisteminin derin ve
köklü temeline oturduğu kutsal emirlerin etkisi ile değişmiş ve yenilenmiş
bir hayattı.
İnsanın Allah'ı tanıması, O'na şükretmesi bu
gerçeğin, yani yaratanın, öğretenin ve ihsan edenin Allah olduğu gerçeğinin
gereklerindendi. Ama görülen manzara hiç de böyle değildi. İşte surenin
ikinci bölümünün ele aldığı ve konu edindiği bu sapıklıktır.
6- Hayır insan azar.
7- Kendini zengin gördüğü
için.
8- Dönüş Rabbinedir.
İnsanı yaratan ona ihsanda bulunan ve öğreten
Allah olduğu gibi, ona veren ve onu zengin eden de yüce Allah'tır. Fakat
insanoğlu genellikle, genellikle diyoruz çünkü bu yargımızdan sadece
Allah'ın imanlarını koruduğu kimseler hariçtir, kendisine verilip de zengin
olunca şükretmez, kendisini zengin eden kaynağı tanımaz, oysa kendisini
yaratan ve öğreten arkasından da rızkını veren bu kaynaktır. İnsan ise
bunlara karşılık Allah'ı tanıması ve şükretmesi gerekirken azmış, günaha
dalmış, şımarmış ve böbürlenmiştir.
Doğuşunu unutan ve zenginliğine aldanıp
şımaran insan tipi çizildikten sonra ardından bunu üstü kapalı bir tehdid
izliyor. "Dönüş Rabbinedir" Peki bu azıtıp kendisini hiçbir şeye muhtaç
görmeyen kişi nereye gidecektir?
Aynı zamanda surede iman düşünce sisteminin
temellerinden bir başkası daha, "Dönüşün Allah'a olacağı" prensibi
açıklanmaktadır. Herşeyde, her İşte, her niyette, her davranışta dönüş
Allah'adır. O'ndan başka dönecek ikinci bir nokta yoktur. iyi kişi de O'na
dönecektir, şımarık da. itaatkâr da isyankâr da. Haklı da haksız da. Hayırlı
da kötü de. Zengin de fakir de... Kendini hiçbir şeye muhtaç görmeyip azıtan
bu kişi de O'na dönecektir... Dikkat edin her iş Allah'a dönüp varır. Doğuş
O'ndan dır. Dönüş O'nadır.
Böylece iki bölümde iman düşünce sisteminin
uç noktaları bir araya gelmiş oluyor. Bir yandan yaratma ve doğuş, Allah'ın
insana ihsanda bulunması ve onu öğretmesi noktası. Buna karşın dönüş ve
varışın hiçbir ortağı olmayan bir olan Allah'a olması. "Dönüş Rabbinedir."
Bu kısa surede üçüncü bölüm azgınlık
biçimlerinden birisini ele Alıyor ve Kur'an'ın kendine özgü eşsiz üslubu ile
azgınlığın çirkinliğini sergileyerek onu yadırgıyor ve çok çirkin olduğunu
ifade ediyor.
9- Gördün mü şu men edeni.
10- Namaz kılarken bir kulu.
11- Gördün mü, ya o kul doğru
yolda ise.
12- Yahut kötülüklerden
sakınmayı emrederse.
13- Gördün mü, ya bu adam
yalanlar, yüz çevirirse.
14- O, Allah'ın gördüğünü
bilmiyor mu?
Azgınlığın çirkinliğinin ve onu yadırgamanın
ifadesi yazı dili ile anlatılması imkansız olan ifade biçiminde gayet açıkça
ortaya çıkmaktadır. Bu anlam ancak canlı konuşma üslubu ile ifade
edilebilir. Çünkü bu üslup, anlamı hızlı ve hafız bir biçimde kısa kısa
dokunuşlarla dile getirir.
"Gördün mü sen?" Bu çirkin işi gördün mü sen?
Bu çirkin işi yapılırken gördün mü? "Gördün mü şu men edeni? Namaz kılarken
bir kulu?" iğrençliğe iğrençlik katılırken gördün mü sen? Çirkinliğe
çirkinlik eklenirken gördün mü? Bir düşün bakalım ne dersin şu namaz kılan
ve onun namaz kılmasını engellemek için karşısına dikilen kimse, doğru yolu
izleseler ya da takvayı emretseler, fena mı olur. Sonra o kul kendisi doğru
yolu izleyip takvayı emrederek insanlara kötülüğü yasak etse fena mı olur?
Bir de yaptığı çirkin işe daha da çirkinini
eklerse ne dersin? "Gördün mü ya bu adam yalanlar, yüz çevirirse?" İşte
burada da daha önceki bölümün sonundaki gibi üstü kapalı tehdid gelmektedir:
"O Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu?" Allah onu yalanlamasını ve doğru yoldan
yüz çevirmesini görmektedir. Doğru yolu izleyen, takvayı emreden mü'min
kulun namaz kılmasını engellerken onu görmektedir. Görüyor ve bu görmenin
elbette bir sonu vardır. "O Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu?"
İslam çağrısının, imanın ve itaatın önüne
dikilen azgınlık tablosuna karşın caydırıcı ve kesin ve en son tehdid bu kez
üstü kapalı olarak değil aksine açık olarak gelmektedir.
15- Hayır eğer bundan
vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız.
16- O yalancı günahkar
perçeminden.
17- O zaman gitsin de
taraftarlarını çağırsın.
18- Biz de zebanileri
çağıracağız.
19- Hayır ona boyun eğme.
Rabbine secde et ve yaklaş.
Bu sert ve şiddetli bir ifade ile tam
zamanında yapılmış bir tehdiddir. "Hayır eğer bundan vazgeçmezse onu
perçeminden yakalarız." İşte böyle yakalarız. Tehdid şiddetli ve ses tonu
ile anlamını canlandıran bir sözcükle yapılmaktadır.
Ayet metninde geçen "Saf" sözcüğü şiddetle
yakalamak demektir. "Nasiye" sözcüğü ise alın demektir. Alın azgın ve
kibirli bir insanın yukarı diktiği en yüksek organıdır. Başın yukardan en ön
tarafına nasiye denir ki yakalayıp yere çarpmaya elverişli olan organ bu
organdır, bu kısımdır. "O yalancı günahkar perçeminden." Gerçekten bu
yakalayıp yere çarpma anıdır. Belki o anda, akrabalarından ve
arkadaşlarından kendisine kuvvet ve güç katan kimseleri imdadına çağırmak bu
kişinin aklından geçebilir. "O zaman gitsin de taraftarlarım çağırsın." Biz
ise evet biz "Zebanileri çağıracağız." Katı ve şiddetli zebanileri
çağıracağız. O halde savaşın sonucu bellidir.
Bu korkunç ve yukarda canlandırılan akıbetin
ışığı altında sure itaatkar mü'mini imanında ve itaatında ısrarlı olmaya ve
onlardan ayrılmayıp dayanmaya çağırarak son buluyor.
Sakın, islam çağrısını ve namazı engelleyen
şu azgına boyun eğme. Rabbine secde et O'na itaatlerle ve ibadetlerle
yaklaş. Bu azgın ve engelleyen kişiyi bırak. Onu zebanilere bırak.
Bazı sahih rivayetlerde ilk bölümü dışında bu
surenin Ebu Cehil hakkında indiği belirtilir. Ebu Cehil Hz. Peygamber
Kabe'de namaz kılarken ona rastlamış ve demişti ki: "Ey Muhammed! Sana bunu
yasak etmemiş miydim?" Sonra Rasulullah'a tehdidiler savurmuştu. Resulallah
da ona sert davranarak onu kovmuştu. Belki de Rasulullah'ın Ebu Cehil'in
boğazından tutup "Vay başına geleceklere" dediği olay budur. O sırada Ebu
Cehil Hz. Peygamber'e Ey Muhammed beni ne ile tehdid ediyorsun? diye sormuş
sonra, Allah'a and içerim ki, bu gördüğün vadide en çok taraftarı olan insan
benim demişti. Bunun üzerine yüce Allah da şu ayeti indirdi. "O zaman gitsin
de taraftarlarını çağırsın." ibn Abbas der ki: "Ebu Cehil taraftarlarını
çağırmaya kalksaydı azap melekleri o anda işini bitirirlerdi."
Ama surenin ifade ettiği anlamın genel olduğu
da bir gerçektir. Sure itaat eden, ibadet eden ve Allah'a çağıran her
mü'mini ve azgın, namazı kılmayı engelleyen, itaat edeni tehdid eden, kuvvet
ve zor kullanarak böbürlenen her zalimi kapsar. Yüce Allah'ın son emri de
şudur:
"Hayır ona boyun eğme. Rabbine secde et ve
yaklaş."
İşte surenin bölümleri böylece birbiri ile
ahenk içinde oluyor ve her bölümün bıraktığı etkiler birbirini tamamlıyor.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.