85-Buruc
1- Burçları olan göğe.
2- Vaad edilen güne.
3- Şahitlik edene ve şahitlik
edilene andolsun ki.
Sure uhdud olayına geçmeden önce bu
yeminlerle başlamaktadır: "Burçları olan göğe." Bunlar yıldızları ya
olağanüstü, ki göğün büyük burçları yani dikilmiş saraylarıdır. Nitekim
Allahu Teala buyuruyor ki: "Göğü kudretle biz kurduk ve biz şüphesiz
genişleticiyiz." (Zariyat 47) Başka bir ayette de buyuruyor ki: "Ey
inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki Allah
onu bina etmiştir." (Naziat 27-28) Ya da bu cisimlerin hareketleri sırasında
uğrayıp geçtikleri konaklardır. Yani bunlar, yıldızların gökte şaşmadan
izledikleri yörüngeleri ve sahalarıdır. Bunlara işaret edilmesi genişliği ve
büyüklüğü çağrıştırmaktadır. Bu giriş bölümünde verilmek istenen mesajda
budur.
"Vaad edilen güne." Bugün dünya olaylarının
ayrıştırılacağı, yeryüzünün ve ondaki herşeyin hesabının dürüleceği gündür.
Bugün yüce Allah'ın geleceğini vaad ettiği gündür. O gün hesap ve ceza
günüdür. Sürtüşmeleri ve davaları o güne ertelemiştir. O gün tüm
yaratıkların beklediği ve işlerin nasıl sonuçlanacağını görmek için
gözetlediği büyük bir gündür.
"Şahitlik edene ve şahitlik edilene." Bütün
işlerin sergilendiği ve bütün yaratıkların hazır bulunduğu bu günde herşey,
gözler önüne serilecektir. Ve herkes bunlara şahit olacaktır. Herşey
öğrenilecek, gizlilikler açığa çıkarılacaktır. Hiçbir şey onları kalblerden
ve gözlerden gizleyip saklayamayacaktır.
Burçları barındıran, gök, vaad edilen gün,
şahit olan ve şahitlik olunan herşey mükemmel bir uyum içinde bundan sonra
sözkonusu edilen uhdud olayı ile bütünleşmektedir. Onunla ilgilenmekte onun
etrafında toplanmakta, büyüklüğü karşısında bakakalıp dehşetle
seyretmektedir. Ayrıca bu olayın içine yerleştirildiği, kapsamlı ve geniş
gerçekler konusunda mesajlar sunmaktadır. Haklılığı burada belirlenmekte ve
hesabı burada kapatılmaktadır. Burası hiç şüphesiz yeryüzünden daha büyük
dünya hayatının alanından ve sınırlı olan süresinden daha uzundur.
Bu atmosfer oluşturulduktan ve bu zemin
hazırlandıktan sonra kısa dokunuşlarla olayın sergilenmesine geçilmektedir.
4- Hendekleri hazırlayanların
canı çıksın.
5- Bol yakıtı olan ateşi
oralara dolduranların .
6- Hani onlar hendeklerin
başında oturuyorlardı.
7- Müminlere yaptıkları
işkenceleri seyrediyorlardı.
8- Müminlerden öç almalarının
tek sebebi aziz övgüye lâyık Allah'a inanmalarıydı.
9- O Allah ki göklerin ve
yerin sahibi olan Allah'a. Allah herşeye şahittir.
Olayın girişi hendeklerin sahiplerinden öç
alınacağını gösteren bir işaretle başlamaktadır. "Hendeği kazanların canı
çıksın." Bu, kızgınlığı gösteren bir sözdür. Allah'ın hem bu işe, hem de onu
yapana karşı öfkelendiğini göstermektedir. Ayrıca Allah'ı öfkelendirecek
kadar iğrenç olan bu davranışın çirkinliğini göstermekte ve Allah'ın
onlardan mutlaka öcünü alacağını belirterek onları ölümle tehdit etmektedir.
Ardından hendeklerin açıklanmasına
geçilmektedir. "Yakıtı bol olan ateştir o." Ayet-i kerimede geçen "uhdud"
kavramı yerdeki hendek gibi çukurlardır. Bu hendekleri kazanlar, ayrıca onun
içinde ateş yakınışlar ve onu ateşle doldurmuşlardı. Bu yüzden ateş kavramı,
ifadede hendeklerden daha önplana çıkmaktadır. Böylece de tüm hendeklerde
ateşin yükseldiği ve alevlerin canlandığı ifade edilmiş olunuyordu.
Hendekleri hazırlayanların canı çıksın. Onlar
bu kızgınlığı ve öfkeyi hak etmişlerdi zaten. Onlar bu sadistliği işlemekle
ve bu cinayete teşebbüs etmekle Allah'ın öc almasını hak etmişlerdi. "Bol
yakıtı olan ateşi oralara dolduranların. Hani onlar hendeklerin başında
oturuyorlardı." Bu onların konumlarını, durumlarını ve davranışlarını
canlandıran bir ifadedir. Burada onlar ateşi yakıyor, inanmış kadınları ve
erkekleri oraya atıyor ve daha sonra bu ateşin etrafında oturup
seyrediyorlardı. Bu iğrenç kıyımın çok yakınında bulunuyor, işkencenin
aşamalarını gözleri ile görüyorlardı. Ateşin vücutları yakmasını zevk alarak
sadistçe seyrediyorlardı. Sanki onlar bu çirkin ve iğrenç sahneyi
duygularına iyice yerleştirip nakşediyorlar, kazıyorlardı.
Halbuki müminlerin onlara karşı bir
kötülükleri ve herhangi bir suçları yoktu: "Müminlerden öç almalarının tek
sebebi sırf onların aziz övgüye layık Allah'a inanmalarıydı. O Allah ki
göklerin ve yerin sahibi olan Allah'a. Allah herşeye şahittir." İşte onların
suçu buydu. Allah'a iman etmeleri idi. Aziz, yani dilediğini yapabilen
hamit, yani her durumda övgüye layık olan, cahiller O'na hamd etmeseler dahi
özü itibarı ile övünmüş bulunan! Gerçekten inanılmaya ve ibadet edilmeye
layık olan Allah'a inanmalarıydı. Çünkü göklerin ve yerin tek sahibi O'ydu.
Herşeye şahid olan ve her varlığın kendi iradesine bağlı bulunduğu Allah'tı
O. Sonra O hem müminlerin, hem de ateş kuyularını hazırlayanların
yaptıklarına tanık oluyordu. Bu dokunuş müminlerin kalplerini huzura
kavuşturmakta ve azgın, zorba zalimleri tehdit etmektedir. Çünkü Allah
herşeye şahittir ve şahit olarak Allah yeter.
İşte bu kısa ayetlerle olayın sergilenmesi
sona ermektedir. Bu ayetler yapılan işin çirkinliğini ve bu işi işleyenin
iğrençliğini dile getiren, tiksinti ve nefretle kalpleri doldurmaktadır.
Ayrıca olayın arka planındaki gerçekleri Allah katındaki değerini, hak
ettiği öcü ve öfkeyi düşünmesi için de kalpleri harekete geçirmektedir. Bu
kadarla sona ermeyen bir iştir bu. Ardında Allah'ın korkunç cezası vardır.
Olayın bu şekilde anlatılıp noktalanması ile
kalb ürperti ile dolmuştur. Bu, sınava üstün gelen insanın, hayata karşı
zafer elde eden inancın, bedenin eğilimlerinden ve dünyanın cazibesinden
tamamén soyutlanan özgürlüğün verdiği ürpertidir. Müminler her türlü
yenilgiye karşın hayatlarını kurtarma imkanına sahiptiler. Fakat inançta
sebat ettikleri takdirde o ahirete gelinceye kadar dünyada kendi canlarını
dahi nice şeyleri yitirirlerdi. Bunun yanında bütün bir insanlık da neler
kaybederdi. Onlar bu büyük hakikati öldürmekle nice kayıplara uğrarlardı:
inançsız hayatın değersizliği, tutsak yaşamanın anlamsızlığı, azgın güçlerin
hem bedenlere egemen hem de ruhlara egemen olmalarının alçaklığını böylece
ortaya çıkardı. Bu gerçekten değerli şerefli bir davadır. Gerçekten büyük
bir hakikattır. Onların yeryüzündeyken kazandıkları bile gerçekten çok
yücedir. Onlar bu yüceliği ateşin yakıcı alevlerini göze alarak bedenlerini
yakarak bu değerli gerçeği zafere kavuşturarak, onu ateşle temizleyerek
kazandılar. Bundan sonra onların da, azgın olan düşmanlarının da Allah
katında verecekleri bir hesabı vardı. Nitekim surenin akışı gelip buna
dayanmaktadır.
10- İnanmış erkek ve
kadınlara işkence edip, sonra yaptıklarına tevbe etmeyenler, var ya.
Şüphesiz onlar için cehennem azabı vardır. Yakıp kavuran azapta onlaradır.
11- inananlar ve iyi işler
yapanlar için de altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük
kurtuluş budur.
Yeryüzünde ve şu dünya hayatında meydana
gelenler asla yaşananların ve yolun sonu değildir. Sonucu oradadır. Herşeyi
yerli yerince koyacak olan ceza ve mükafat ile müminleri ve azgınları
birbirinden ayıracak gün gelecektir. Yüce Allah'ın belirttiği gibi mutlaka
olacaktır:
"İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip
sonra yaptıklarına tevbe etme-yenler var ya şüphesiz onlar için cehennem
azabı vardır. Yakıp kavuran azab da onlaradır."
Burada özellikle "yakıp kavuran" kavramı
kullanılmaktadır. Halbuki bu cehennemle birlikte akla gelen bir niteliktir.
Fakat ayette özellikle bu ifade kullanılmakta ve üzerine basılmaktadır.
Böylece hendeklerdeki yakıp kavuran ateşin karşılığı verilmekte, o olayı
gerçekleştiren olgunun kendisi kullanılmaktadır. Fakat bu yakıp kavuran ateş
nerede? Cehennemin yakıp kavuran ateşi nerede? Ateşlerin alevleri ve müddeti
arasında o kadar çok fark var ki! Dünyanın yakıp kavurması insanların
yaktığı ateşle, ahiretin yakıp kavurması ise yaratıcı Allah'ın yaktığı ateş
ile gerçekleşir. Dünyanın yakınası birkaç saniyeliktir. Hemen sona
erer.,Ahiretin yakınası ise ebedidir, süresini Allah'tan başka kimse
bilemez. Dünyanın yakınası ile beraber Allah müminlerden razı olmuş ve bu
Şerefli dava zafere kavuşmuştur. Ahiretin yakınası ile beraber Allah'ın
gazabı vardır. Alçaklık, iğrenç bir düşüklükle birlikte gelir.
iman edenlere ve ameli salih işleyenlere
Allah'ın ikramda bulunacağı ve onlardan razı olacağı cennet ile ifade
ediliyor. "İnanan ve iyi işler yapanlara için-de altlarından ırmaklar akan
cennetler vardır." İşte gerçek kurtuluş budur. "İşte bu büyük kurtuluştur."
Ayet-i kerimede geçen "fevz" kavramı kurtuluş ve başarma demektir. Sırf
ahiretin azabından kurtulmak dahi büyük bir başarıdır. Altlarından ırmaklar
akan cennetleri elde etmek ise bambaşka bir zaferdir.
Bu sonuç ile herşey yerli yerine konuyor.
Duruşma yerinin son görünüşü de budur. Dünyada meydana gelen olaylar bu
sürecin sadece bir kısmıdır. Herşey burada tamamlanmaz. İşte olaya getirilen
bu birinci yorumun hedeflediği gerçekte budur. Böylece Mekke'deki Müslüman
azınlığın ve asırlar boyunca sıkıntılara uğrayacak olan müminlerin
kalplerine bu gerçek nakşedilmektedir.
Ardından açıklamalar devam etmektedir.
12- Doğrusu Rabbinin
yakalaması şiddetlidir.
13- İlk yaratan ve tekrar
yaratacak olan da O'dur.
14- O, bağışlayan ve
sevendir.
15- Arş'ın sahibidir,
yücedir.
16- İstediğini yapandır.
17- Sana orduların haberi
geldi mi?
18- Firavun ve Semud'a ait
orduların.
19- Doğrusu kâfirler bir
yalanlama içindedirler.
20- Halbuki Allah onları
artlarından kuşatmıştır.
21- Aksine, o şerefli bir
Kur'an'dır.
22- Korunan bir levhada
(levhi mahfuzda)'dır.
Burada yakalanmanın gerçek mahiyetinin ve
şiddetinin ortaya konması geçen olayla uyum sağlamaktadır. Bu olayda basit,
küçük bir yakalama manzarasını hem sergileyenler, hem de seyreden insanlar
onu bu dünyada büyük birşey sanmışlardır. Halbuki asıl şiddetli yakalama,
yüce Allah'ın kıskıvrak yakalamasıdır. Göklerin ve yerin maliki olan
Cebbar'ın yakalaması. Belli bir zaman diliminde, dünyanın belli bir
bölgesine egemen olan basit ve zayıf kulların yakalaması değil. ' .
"Doğrusu Rabbinin yakalaması..." şeklindeki
ifade, bu söze muhatab olan Hz. Peygamber ile sözün sahibi olan Allah
arasındaki bağı da dile getirmektedir. Rabb lığına teslim olduğun yaratıcın.
Yardımına sığındığın, dayandığın denmiş oluyor. Azgınların müminlere işkence
ettiği böyle bir ortamda bu bağın, çok büyük bir değeri vardır.
İlk yaratma ile tekrar yaratma genel anlamda.
ilk yaratılışı ve ahiretteki dirilişi çağrıştırmakla birlikte bunlar,
gecenin ve gündüzün her anında sürekli meydana gelen iki olaydır. Her an bir
ilk yaratılış ve var etme söz konusudur. Her an bir tekrar diriliş, çürüyen
ve ölenin yeniden dirilişi sözkonusudur. Evren bütünü ile sürekli bir
yenilenme ve sürekli bir çürüme içindedir. İşte bu kapsamlı ve sürekli ilk
yaratılış ve tekrar diriliş hareketi ışığında uhdud olayı ve apaçık
sonuçları işin gerçeğinde ve takdirin hakikatında geçici bir mesele olarak
gelip geçmektedir. Bu sürekli devam eden yenilenme ortamında tekrar diriliş
için başlangıç ve bir başlangıç için yeni bir diriliş gereklidir.
Bağışlama önceki ayetlerde geçen "sonra da
tevbe etmeyenler" sözü ile ilgilidir. Yani bağışlama Allah'ın sınırsız,
hiçbir engel tanımayan rahmetinden ve coşkun lütuf ve ihsanından
kaynaklanmaktadır. Bu tevbe edip dönüş yapan herkese açık bir kapıdır. Günah
ne kadar büyük olursa olsun, isyan ne kadar aşırı olursa olsun... Sevgi ise
müminlerin konumu ile ilgilidir. Herşeye rağmen Rabbini tercih eden
müminlerin. Bu da yüce Allah'ın onlara karşı lütufkar, cömert ve yumuşak
olduğunu ifade etmektedir. Yüce Allah'ın kendisini seven ve tercih eden
kullarını yükselttiğini bu mertebeyi eğer yüce Allah kendisi ihsanı gereği
açıklamasaydı kalemler O'nu tanıtmaktan aciz kalırlardı. Bu mertebe dostluk
mertebesidir. Rabb ile kul arasındaki dostluk. Allah'ın kendisini seven,
kendisine dost olan yakın kullarını sevmesidir. Zaten geçip gitmekte olan
hayatı O'nun uğrunda feda etmeleri. Kısa bir dönemde söz konusu olan
işkencelere katlanmaları, bu tatlı sevginin yanında nedir ki. Sevgilinin bu
güzel davranışı yanında neyi ifade edebilir ki?
Bu dünyada bile yardakçılar, sahibinin
ağzından çıkan cesaret verici bir söz veya onun yüzünde beliren bir
hoşnutluk işareti ile canlarını tehlikeye atabiliyorlar. Halbuki o da bir
kuldur, kendileri de birer kul. Bu durumda Allah'ın kulları neler yapmazlar
ki. Allah'ın yüce ve değerli sevgisine mazhar olan bu insanlar O'nun uğrunda
neler yapmazlar ki.
"Arşın sahibidir, yücedir."
Yüce arşın sahibinin, sevgili efendinin
hoşuna giden, O'nu memnun eden bir işaret... O'nun rızasını elde etme
uğrunda katlanılan her türlü acı, her türlü işkence basitleşmez mi?.. Değer
verilen herşey ve hayatın kendisi basitleşmez, değersizleşmez mi?
"İstediğini yapandır."
Bu yüce Allah'ın sürekli yürürlükte olan,
sürekli işleyen bir sıfatıdır. Dilediğini kesinlikle yapandır. O sınırsız
irade sahibidir. Dilediğini seçer. Dilediğini ve seçtiğini yapar. Bu sürekli
böyledir. Bu O'nun yüce sıfatıdır.
Dilediği bir hikmetten dolayı bazen bu
dünyada mü'minlerin üstün gelmelerini sağlar. Yine bir hikmet gereği fani
bedenlerini feda edilerek imanın imtihana, işkenceye üstün gelmesini diler.
Bazen yeryüzündeki zorbaları cezalandırmayı, bazen de onlara zamanı
belirlenmiş gün gelinceye kadar mühlet vermeyi diler. Belirlediği kaderinin
içinde hem bu yaptığının hem de diğer yaptığının birer hikmeti vardır. İşte
bu da dilediğini yapmasının bir parçasıdır. Bu, hem buradaki olaya hem de
gelmekte olan Firavun ve Semud olaylarına uygun düşmektedir. Tüm olayların
ötesinde, hayatın ve evrenin ötesinde özgür irade ve özgür kudret gerçeği
olduğu gibi kalmakta ve bütün bir varlık içinde işlemeye devam etmektedir.
Dilediğini kesinlikle yapandır... İşte dilediğini yapmasının örneğini
görüyoruz: "Sana orduların haberi gelmedi mi? Firavun ve Semud'a ait
orduların." Bunlar Kur'an-ı Kerim'de sık sık söz konusu edildiklerinden
muhatabların artık bildiği konular kabul edildikleri için sadece bir
işaretle kendilerine değinilen iki uzun kıssadır. Kur'an onlara ordular
adını vermektedir. Böylece onların kuvvetine ve hazırlığına işaret
etmektedir. "Sana onların haberi geldi mi?" Ve Rabbinin onlara dilediğini
nasıl yaptığını bildiren haber gelmedi mi sana?
Bunlar yapılan, özellikleri ve sonuçları
açısından iki ayrı olaydır. Firavun olayında yüce Allah onu ve ordusunu
mahvetmiş, israiloğullarını kurtarmış ve onları bir süre yeryüzüne hakim
kılmıştır. Belirlediği ve dilediği bir hikmetini onlarla gerçekleştirmek
için. Semud olayında ise yüce Allah onları toptan mahvetmiş, Hz. Salih'i ve
onunla birlikte olan bir avuç inanmış insanı kurtarmıştır ve onların bundan
sonra herhangi bir hakimiyetleri ve egemenlikleri olmamıştır. Sadece sapık
bir kavmin zulmünden kurtulmuşlardır.
Bu iki olay irade ve dileme sıfatlarının
işleyişinden birer örnektir. Ayrıca Allah'a çağırmanın ve bu yolda
karşılaşılacak sürprizlerin, zorlukların tablolarından ikisidir. Bunun
yanında üçüncü bir sınav biçimi uhdud olayında meydana gelmiştir. Kur'an-ı
Kerim bunların hepsini Mekke'deki mümin azınlık ve daha sonra gelecek tüm
inanmış nesiller için birer moral kaynağı olarak takdim etmiştir.
Surenin sonunda kesin ve güçlü iki vurgu yer
almaktadır. Her biri bir gerçeği; son sözü ve son hükmü dile getirmektedir:
"Doğrusu kafirler bir yalanlama içindedirler.
Allah onları artlarından kuşatmıştır."
Kafirlerin durumu ve gerçek halleri onların
bir yalanlama içinde akşamlayıp sabahladıklarıdır. "Allah onları artlarından
kuşatmıştır." Onlar ise kendilerini kuşatan Allah'ın cezası ve ilminden
habersizdirler. Onlar her şiddetli bir tufanda etrafı kuşatılmış farelerden
daha zayıf durumdalar!
"Aksine o şerefli bir Kur'an'dır. Korunan bir
levhada (levhi mahfuzda)dır." "Mecid" kavramı yüce, Şerefli, köklü demektir.
Allah'ın sözünden daha yüce daha üstün ve daha köklü ne olabilir? Allah'ın
bu sözü korunmuş bir levhadadır. Biz bu levhanın yapısını kavrayamıyoruz.
Çünkü bu sadece yüce Allah m bilebileceği gayb konularından biridir. Biz
sadece ifadenin oluşturduğu gölgeden yararlanıyor ve kalblerde bıraktığı
etkiden istifade ediyoruz. Bu da Kur'an-ı Kerimin korunduğunu değişmediğini,
Allah'ın sözünün ele Alınan her konuda en son merci olduğunu telkin
etmektedir. Bu sözün karşısında tüm sözler erir gider. Fakat bu söz
korunmuş, muhafaza edilmiş bir biçimde tüm gerçekliğiyle kalır.
Nitekim Kur'an-ı Kerim uhdud olayında da
sözünü söylemiş ve bunun ötesindeki gerçeği de gün yüzüne çıkarmıştır. Bu
aynı zamanda söylenebilecek en son sözdür.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.