113-Felak
1- De ki; "Sığınırım ben, karanlığı
yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbime.
2- Yarattığı şeylerin şerrinden.
3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin
şerrinden.
4- Düğümlere üfleyip tüküren büyücü
kadınların şerrinden.
5- ve hased ettiği zaman hasedcinin
şerrinden."
Ayette geçen "Felak" kavramının anlamlarından biri
sabahtır. Bir anlamı da bütün yaratıklardır. Böylece varlık ve hayatın
kendisinden geldiği herşeyin kaynağına işaret edilmiştir. Nitekim En'am
suresinde şöyle denmiş:
"Tohumu ve çekirdeği çatlatan Allah'tır. O ölüden
diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. Nasıl olur da bu gerçeği
görmezlikten geliyorsunuz."
"Sabahı açtıran O'dur. O gerçeği dinlenme zamanı,
güneş ile aynı zaman ölçme birimi yaptı. Bu, üstün iradeli ve herşeyi bilen
Allah'ın düzenlemesidir." (En'am 95-96)
Felak kavramının anlamını sabah olarak kabul
ettiğimizde sabahın Rabbine sığınmış oluruz. Yani bizi kapalı ve gizli olan
herşeyin şerrinden aydınlıkla koruyan ve güvenceye alan Allah'a.
Felak'ın anlamını yaratına olarak kabul ettiğimizde
yaratıkların Rabbine sığınmış oluruz. Yani bizi her tür yaratığın şerrinden
koruyan Allah'a. Nitekim bu anlam sonraki ayetle de uyum sağlamaktadır.
"Yarattığı şeylerin şerrinden: '
Yani genel ve özel olarak O'nun tüm yaratıklarının
şerrinden. Yaratıkların bazı durumlarda birbirleriyle ilişkilerinde pek çok
kötü yönleri vardır. Başka durumda ise pek çok iyilikleri ve yararları
vardır. Burada onların kötülüklerinden Allah'a sığınılması, onların
iyiliklerine gölge düşürmemek içindir. Bu varlıkları yaratan Allah onların
kötülüklerinin değil, iyiliklerinin ortaya çıkacağı ortamları ve durumları
oluşturmaya onları bu şekilde yönlendirmeye de kadirdir!
"Karanlığı çöktüğü zaman karanlığın şerrinden."
Ayet-i kerimede geçen "ğasık" sözlükte kaynayan, dökülen demektir. "Vekab"
ise dağlarda suların kendisinden sızdığı delik demektir. Burada çoğunlukla
amaçlanan gece ve içindekilerdir. Gece yayılıp geldiğinde, ortalığı
kapladığında evet İşte gecenin kendisi bu durumda korku salmaya başlar.
Herşeyde gizli olan, meydana gelebilecek, bilinmeyenlerin oluşturabileceği
korku şöyle dursun. Bu karanlık içinde saldıracak yırtıcı bir hayvanın,
saldırıya geçecek usta bir hırsızın fırsat kollayan pusu kurmuş bir
düşmanın, sokacak zehirli bir sürüngenin; vesveselerin, kuruntuların,
endişelerin ve korkuların hepsi gece karanlığında yayılır. Duygular ve
vicdan bunalır. Karanlık, şeytanın hareketine ve mesajlarına müsait zeminler
oluşturur. Yalnızlık bastığında görülen ve görülmeyen, yürüyen ve sürünen
herşey ürpertici bir hal Alır!
"Düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların
şerrinden."
Ayet-i kerimede geçen "düğümlere üfleyenler" duyu
organlarını yanıltma, sinir sistemini bozma yoluyla insanın iç alemine
mesajları gönderen, psikolojik olarak insanı ve duygularını etkisi altına
alan büyücü kadınlardır, cadılardır. Bunlar ip, mendil gibi şeylere düğümler
atar ve üfürürler. Bu, büyü ve etkilemenin bir geleneği haline gelmiştir.
Büyü eşyanın yapısını değiştirmez ve ona yeni bir gerçeklik kazandırmaz.
Sadece insanın duyu organlarını ve hislerini büyücünün istediği tarafa doğru
yönlendirir. Zihninde canlandırır. İşte Kur'an'ın Hz. Musa'nın kıssasını
verirken tasvir ettiği büyü de budur. Taha suresinde Kur'an şöyle
buyurmaktadır: "Büyücüler `Ya Musa, ya sen önce hünerini göster, ya da biz
hünerimizi ortaya koyalım' dediler. Musa `Önce siz hünerinizi gösterin'
dedi. O sırada adamların yere attıkları ipler ve değnekler büyülerinin
etkisi ile Musa'ya yürüyorlarmış gibi göründüler. Bunun üzerine Musa'nın
içine korku düştü. Allah ona dedi ki: `Korkma, üstün gelecek olan sensin:
Sağ elindeki değneğini yere atıver de onların gösterdikleri marifetleri
yutuversin. Onların hünerleri bir büyücü hilesinden ibarettir. Büyücü hiçbir
yerde başarılı olamaz." (Taha 65-69)
İşte bu şekilde onların ipleri ve değnekleri gerçek
yılanlara dönüşmemişlerdi. Fakat insanlara, onları hareket eden yılanlar
halinde göstermişlerdi. Öyle ki Hz. Musa'nın içinde de bir korku meydana
gelmişti. Sonra yüreği yatışınca Hz. Musa'nın asası gerçekten yılana dönünce
gerçek ortaya çıktı. Büyü ve yanıltma tesiriyle yılan diye gösterilen ipleri
ve değnekleri Asa yutuvermişti.
İşte büyünün gerçek mahiyeti budur. Bizde onu bu
şekilde kabul etmeliyiz. Ve o bu yapısıyla insanları etkiler, mesajı
doğrultusunda insanlarda duygular meydana getirir. Büyücünün istediği tarafa
doğru onları yönlendirir, korkutur ve sıkıntıya düşürür. Bu sınırda ve bu
ölçüde durmalı. Büyünün yapısını ve düğümlere üfürmeyi böyle anlamalı ve bu
şekilde değerlendirmeliyiz. Bu haliyle sihir kendisinden Allah'a sığınılması
gereken bir kötülüktür. Ondan Allah'ın konuşmasına sığınmak gerekir.
Bazıları sahih olan fakat mütevatir olmayan birtakım
rivayetler de Yahudi olan Lebid ibni Asam'ın Hz. Peygamberi Medine'de
büyülediğini kaydetmektedirler. Bazı rivayetlerde bu büyünün süresi birkaç
gün bazılarında birkaç ay olarak gösterilmektedir. Öyle ki bu sırada Hz.
Peygamber eşleriyle ilişkiye geçtiğini hayal ettiği halde aslında onlara
dokunmamıştır. Yapmadığı halde bazı şeyler yaptı gibi kendisine
gösterilmiştir. Rivayetlere göre bu ki sure Hz. Peygamberi bu halden
kurtarmak için inmiştir. Hz. Peygamber rüyasında kendisine haber verildiği
şekilde yapılan büyüyü ortaya çıkarıp bu iki sureyi okuduğunda düğümler
çözülmüş ve Peygamberin üzerinde bu kötü hal ortadan kalkmıştır.
Ne var ki bu rivayetler eyleminin ve tebliğinin
aslını oluşturan Nebevi ismet sıfatına aykırı düşmektedir. Hz. Peygamberin
her sözünün birer sünnet ve yasa olduğu şeklindeki inançla da
bağdaşmamaktadır. Sonra Kur'an'ın açıklamasına da terstir. Çünkü Kur'an,
Peygamberin büyülenmediğini belirtmektedir. Müşriklerin bu türden iftiralara
dayalı iddialarını yalanlamaktadır. Dolayısıyla bu rivayetler gerçeğe uzak
görünmektedir. inanç konusunda hadiselere itibar edilmez. Yegane kaynak
Kur'an'dır. inancın ana konuları ile ilgili hadisleri esas almak için
tevatür şarttır. Sonra bu iki sure tercih edilen görüşe göre Mekke'de
inmiştir. Bu da rivayetlerin diğer temelini zayıflatmaktadır.
"Ve hased ettiği zaman hased edenin şerrinden: '
Hased, Allah'ın bazı kullarına verdiği nimete karşı
kişinin içten tepki göstermesi ve o nimetin onun elinden alınmasını
dilemesidir. İsterse hased eden adam bu iç tepkisinden sonra kin ve öfkenin
etkisiyle o nimetin yok edilmesi için bir çaba sarf etsin isterse iç
tepkisinin sınırında dursun farketmez. Hased bu türden iki tepkiyi
doğurmakta ve onlara zemin hazırlamaktadır.
Biz, bu kainatın sırları, insanın iç aleminin
sırları ve insan vücudunun sırları konusunda bilemediğimizi inkar etme
noktasında ihtiyatlı hareket etmek zorundayız. Bilemediğimiz bu sırlardan
kaynaklanan pek çok olaylar meydana gelebilir ve bu güne kadar da biz
onların sırlarını çözememiş, gerçek mahiyetini anlayamamış olabiliriz.
Mesela insanın uzaktaki bir insanla telepati yoluyla haberleşmesi,
birbirinden uzak olan kişilerin bu vasıta ile iletişim kurmaları, sırrını
çözemediğimiz olaylardan biridir. Tevatür haline gelen bunca haberlerin ve
onun meydana geldiğini gösteren onca deneyimlerin gerçekliğinde şüpheye yer
bırakmadığı ilişkiler ve iletişimlerdir. Fakat biz bu ilişkileri elimizdeki
bilgilerle çözme imkanına sahip değiliz. İpnotizma ile uyutma olayı da bunun
biridir. Bu olay da sırrı ve keyfiyeti çözülmemesine rağmen artık defalarca
tekrarlanmış, deneylerle ispat edilmiş bir konudur. Telepati ve ipnotizma
dışında bu evrenin, insan vücudunun ve insan ruhunun daha buna benzer nice
sırları vardır.
Buna göre kıskanç adamın hased etmesi ve içinde
belli bir tepkiyi, kıskanılan adàma yönelttiği zaman bu yöneltilen eylemin;
elimizdeki bilgi ve deneyimlerin bu etkinin sırrına ve keyfiyetine
ulaşmadığını ileri sürerek onun tesirini inkar etmemize yol açmaz. Zira biz
bu sahadaki gerçeklerin ancak çok az bir kısmını bilebiliriz. Bu
bildiklerimizde çoğu zaman tesadüf yolu ile sırrını çözdüğümüz olaylardır.
Zamanla bu öğrendiklerimiz somut bir gerçek olarak yerleşmeye başlamaktadır.
Buna göre hasette de, kendisinden Allah'a
sığınılmasını ve ondan Allah'ın himayesine girilmesini gerektiren bir
kötülük vardır.
Yüce Allah, rahmeti ve lütfu ile bizzat kendisi
peygamberini ve O'nu izleyen ümmetini bu kötülüklerden kendisine sığınmaları
için yönlendiriyor. Şurası da kesindir ki onlar bu direktife uygun olarak
kendisine sığındıklarında Allah
onları korur. Bu kötülüklerin genel ve özel tüm
şerlerinden onları muhafaza eder. Buhari; -kendi senediyle- Hz. Aişe'den Hz.
Peygamberin şöyle bir halini rivayet etmektedir: "Hz. Peygamber her gece
yatağına girdiğinde avuçlarını birleştirir, içlerine üfler ve İhlas, Felak
ve Nas surelerini avucunun içine okur, sonra ellerini vücudunun ulaşabildiği
her tarafına sürerdi. Önce başından ve yüzünden başlar, vücudunun ön
taraflarını sıvazlardı ve bunu üç kere tekrarlardı:' Bu hadisi Sünen
yazarları da bu şekilde rivayet etmişlerdir.