105-Fil
1- Rabbinin fil sahiplerine
yaptığını görmedin mi?
Bu soru olay karşısında duyulan hayreti ifade
etmek ve onun büyük önemine dikkat çekmek içindir. Çünkü olay Araplarca
biliniyor ve onlarca meşhur bir olaydı. Hatta onlar bunu tarihin başlangıcı
olarak kabul etmişlerdi. Fil yılında şöyle olmuştu, fil yılından iki sene
önce böyle olmuştu, fil yılından on sene sonra şöyle olmuştu diyorlardı.
Meşhur olan rivayetlere göre Hz. Peygamber de yine bu fil senesinde
doğmuştu. Herhalde bu da bilinçli planlanmış, ilahi denkleştirmelerin şahane
bir zamanlaması idi!
Dolayısıyla Fil suresi onların bilmediği bir
olayı kendilerine anlatmak için değildi. Amaç onlara bildikleri bir şeyi
hatırlatmaktı. Amaç bu hatırlatmanın ötesinde gerisinde gizli idi.
2- Onların tuzaklarını boşa
çıkarmadı mı?
3- Onların üzerine sürülerle
kuşlar gönderdi.
4- Onların üzerine pişkin
tuğladan taşlar atıyorlardı.
5- Nihayet onları yenik ekin
yaprağı gibi yapıverdi.
Yani onların düzenlerinin yönünü şaşırtmadı
mı? Hedefinden ve amacından sâptırmadı mı? Tıpkı yolunu şaşırıp aradığına
ulaşamayan insan gibi. Herhalde o hâtırlatma ile Kureyş'e Allah'ın Kabe'yi
koruyup himaye etmesi şeklinde gerçekleşen nimeti hatırlatılmak isteniyor.
Çünkü yüce Allah onların güçlü olan fil sahiplerine karşı aciz kaldıkları
bir sırada Kabe'yi himaye edip korumuştu. Belki bu hatırlatma onların zayıf
ve aciz düştükleri sırada kendilerini koruyan Allah'ı inkar etmelerinden
utanmalarına yol açabilirdi. Hz. Muhammed ve O'nunla birlikte olan inanmış
azınlığa karşı bugün kendi güçleri ile gururlanmalarını bastırabilirdi. Daha
önce yüce Allah kendi evine ve haremine saldırmak isteyen güçleri ezip
geçmişti. Herhalde peygamberine ve davasına karşı duran güçleri de ezip
geçerdi.
Onların tuzaklarını nasıl boşa çıkardığına
gelince bunu da parlak nitelemeler şeklinde açıklamıştır.
"Onların üzerine sürülerle kuşlar gönderdi.
Onların üzerine pişkin tuğladan taşlar atıyorlardı. Nihayet onları yenik
ekin yaprağı gibi yapıverdi."
Ayet-i kerimede geçen "Ebabil" sürüler,
topluluklar, demektir.
"Siccil" ise Farsça bir kelimedir. iki
kelimeden, taş ve çamur kelimelerinden ya da çamura bulanmış taş
kelimelerinden oluşmaktadır.
"Asf" ise ağacın kuru yaprağıdır. Bu yaprağın
bir de "yenik" diye nitelendirilmesi onun çürüdüğünü, öğütüldüğünü ifade
eder. Böcekler onu yiyip parçaladığı anda ya da hayvanlar onu yiyip
çiğneyip, öğüttüğündeki halini anlatmaktadır. Bu ifade, sürü sürü kuşların
onlara attıkları bu taşların onların bedenlerini nasıl paramparça
ettiklerini somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu olayı, onların çiçek
veya kızamık hastalıkları ile helak edilirken ki hallerinin tasviridir
şeklinde tevil etme zaruri yeti yoktur.
Burada üzerinde durulması gereken birinci
nokta; yüce Allah'ın kendi Kabe'sinin himayesini müşriklere havale etmek
istememesidir. İsterse onlar bu Kabe ile övünsünler, onu himaye etsinler ve
himayesine sığınsınlar. Evini, Kabe'sini korumak, muhafaza etmek, onu himaye
ettiğini ve onu başkasına teslim etmeyeceğini açıklamak istediğinde
müşriklerin saldırgan güç karşısında yenilgiye uğramakla başbaşa kalmalarını
sağlamış, bu sırada egemen olan kudret, Allah'ın korunmuş evini savunmak
için olaya el koymuştur. Böylece müşriklerin Allah'ın evi üzerinde herhangi
bir gücü ve öne atılan bir koruması, cahiliye tutkunluğundan kaynaklanan
etkin bir korumalarının oluşmasını istememiştir. Herhalde bu şartlarda
saldırganların yok edilişinde meydana gelen olayın olağanüstü yasa uyarınca
gerçekleştiğini, alışılagelmiş normal yasa şeklinde gerçekleşmediğini, güçlü
deliller ile ortaya koymakta ve bu görüşü tercih etmemize yol açmaktadır.
Zira bu ortamda en uygun ve akla en yatkın olan budur.
Allah'ın kutsal evini koruma eyleminden,
ilahi kudretten gelen müdahalenin gereği olarak Hz. Peygamberin Allah'ın
dinini kendilerine getirdiğinde Kureyş'in ve diğer Arapların hemen islama
girmeleri gerekirdi. Allah'ın evi ve O'nun hizmetleri ayrıca bu konu
etrafında ördükleri putperestlikle övünmenin onları islama girmekten
alıkoymaması gerekirdi. İşte olayın bu şekilde hatırlatılması onlara
yüklenmenin ve onların inatçı tutumuna Hayret etmenin bir yönünü
oluşturmaktadır.
Yine bu olay gösteriyor ki yüce Allah ehli
kitaba -Ebrehe ve ordusuna- Allah'ın kutsal evini yıkmayı ve kutsal yurda
hakim olmayı takdir etmemiştir. Şirkin orayı kirlettiği ve müşriklerin
oranın hizmetlerini yaptığı sırada bile bu kutsal evi; her türlü saldırganın
baskısından, özgür olsun tuzak kuranların her tür tuzaklarından korunsun
diye. Böylece bu yer hürriyetini korumuş olacaktı. Orada yeni akide hür ve
özgür yetişsin. Hiçbir güç ona egemen olmasın ve oraya hiçbir saldırgan
saldırmasın. Bütün dinlere ve bütün insanlara egemen olmak için gelen bu
dine başkası hükmetmesin diye. Çünkü bu din insanlığa önderlik yapmak için
gelmişti. Ona önderlik yapılamazdı. Bu da bu dinin peygamberinin bu senede
doğduğunu bilmediği bir sırada Allah'ın kendi evi ve kendi dini için yaptığı
bir plandı.
Bu olaydan çıkarılacak ikinci nokta şudur:
Biz bu ayetlerin temalarından ve mesajlarından yola çıkarak karşı karşıya
olduğumuz durumla ilgili direktifler Alıyor ve gönül huzuruna kavuşuyoruz.
Dünya haçlı zihniyeti ve dünya siyonizminin kutsal topraklar üzerindeki
hesapları, bu konuda başvurdukları kötü ve çirkin niyetler, hileler
karşısında kendimizden emin olarak duruyoruz. Şer güçler, sözkonusu kötü ve
çirkin niyetlerini, hesaplarını gizli ve iğrenç bir biçimde gerçekleştirme
girişimlerinden de vazgeçmiyorlar, yumuşamıyorlar. Hizmetçileri, bekçileri
müşrik oldukları halde kutsal evini Ehli Kitab'ın saldırılarından koruyan
Allah, inşaallah tekrar onu koruyacaktır. Peygamberinin şehrini tuzakçıların
tuzaklarından ve düzenbazların düzenlerinden koruyacaktır!
Bu olaydan çıkarılacak üçüncü ibret şudur:
Araplar islamdan önce yeryüzünde bir fonksiyona sahip değillerdi. Hatta
oturmuş bir yapıları da yoktu. Yemen'de İranlıların veya Habeşistan
hükümdarlarının gölgesinde yaşıyorlardı. Zaman zaman orada burada devlet
kurmuşlarsa da, devletlerini İranlıların himayesi altında kurmuşlardı.
Kuzeyde Şam, Bizanslıların hakimiyeti altında idi. Bu hakimiyet ya doğrudan
Bizanslıların elinde idi ya da Bizans'ın himayesi altında kurulan Arap
devletlerinin elinde idi. Yarımadanın kalbini oluşturan orta bölgesinden
başka hiçbir tarafı yabancıların tahakkümünden kurtulmamıştı. Fakat burası
da bedevilik halinden kurtulamamış veya sürekli çözülmüşlük ve dağılmışlıkla
karşı karşıya olmuş, süper güçler sahasında gerçek bir güç
oluşturamamışlardı. Kabileler arasındaki savaşlar, kırk sene boyunca devam
edebiliyordu. Fakat bu kabilelerin ne ayrı ayrı ne de bir bütün olarak
karşılarındaki komşu devletlerin yanında bir ağırlıkları yoktu ve Fil
senesinde meydana gelen olay bu gücün, yabancı bir saldırıya uğradığında ne
gibi gerçek bir değer ifade ettiğine güzel bir ölçüdür.
İslam sancağı altında ve tarihte ilk defa
Arapların dünya çapında bir fonksiyonları olmaya başladı. ağırlığı olan bir
devlet gücüne sahip oldular. Krallıklar, imparatorlukları ezip geçen,
tahtları yerle bir eden, coşkun sel gibi bir kuvvet oldular. Sapık,
temelsiz, cahili liderlikleri ortadan kaldırdıktan sonra insanların
önderliğini öne alan bir güç oluşturdular. Fakat tarihleri boyunca ilk defa
böyle bir imkanı sağlayan, onların kendi Araplıklarını unutmalarıydı.
Arapların çığırtkanlığını, kavim asabiyetini unutmaları sadece Müslüman
olduklarını hatırlamaları idi. islamın sancağını yükseltmeleri idi.
İnsanlığa merhamet ve iyiliklerinin bir géreği olarak geniş çaplı, güçlü bir
inanç sistemini yüklenip onu insanlığa hediye etmeye çalışmaları idi.
Irkçılık, milliyetçilik ve asabiyet namına hiçbir şeyi taşımamaları idi.
Onlar semavi bir düşünce yüklenmişlerdi. insanları bununla eğitiyorlardı.
Bu, insanlar tarafından belirlenen bir görüş değildi. Onlar insanların
belirlediği bir görüşü kabul etmiyorlardı. Sırf Allah yolunda savaşmak için
yurtlarından çıkıyorlardı. Bir Arap imparatorluğu kurup onun gölgesi altında
rahat ve huzur içinde yaşamak ve onun himayesi Altında yükselip büyümek için
çıkmıyorlardı. insanları Bizanslıların ve İranlıların hakimiyetinden
kurtarıp Arap imparatorluğunun boyunduruğu altına almak için çıkmıyorlardı.
Tüm insanları kullara kulluktan kurtarıp yalnız Allah'a kul yapmak için
ayağa kalkmışlardı. Nitekim Müslümanların Yezdicerd meclisine gönderdikleri
elçi olan Rebi İbni Amir şöyle demişti: "Bizi Allah gönderdi. İnsanları
kullara kulluktan kurtarıp yalnız Allah'a kul etmek için, dünyanın
darlığından ve sıkıntısından kurtarıp Ahiretin genişliğine ve bolluğuna
eriştirmek, dinlerin zulüm ünden İslâmcın adaletine kavuşturmak için."
İşte sadece bu görevle Arapların bir varlığı
olmuş, bir güçleri oluşmuş ve insanlığın kumandanlığını ellerine almışlardı.
Yalnız bunların hepsi Allah içindi ve Allah yolunda yapılmıştı. Araplar bu
güçlerini ve insanlığa kumanda etmelerini doğru yolda yürüdükleri müddetçe
korumuşlardır. Sapmaya başladıklarında, ırklarını ve asabiyetlerini
hatırladıklarında islam sancağını bırakıp asabiyet sancağına sarıldıklarında
ise yerle bir olmuşlar ve milletler onları ayakları Altında çiğnemişlerdir.
Çünkü onlar Allah'ı unuttukları gibi Allah'ta onları unutmuştur.
İslam olmadan Arapların ne değeri olabilir?
islam düşüncesinden soyutlandıkları zaman insanlığa ne gibi bir düşünce
sundular veya ne gibi bir düşünce sunabilirler? İnsanlığa bir düşünce
sunamayan bir ulusun ne değeri olabilir? tarihin herhangi bir döneminde
insanlığa önderlik yapmış her ulus bir düşünceyi temsil ediyordu. Doğuyu
kasıp kavuran Tatarlar ve batıda Roma devletini yerle bir eden barbarlar
gibi bir düşünceyi temsil etmeyen uluslar uzun süre hayatta kalamamışlardır.
Feth ettikleri ulusların içinde eriyip gitmişlerdir. Arapları insanlığın
önüne geçiren biricik düşünce, islam inanç sistemidir. Onları insanlığa
kumanda etme konumuna yükselten de bu inanç sistemidir. Bu inanç sisteminden
soyutlandıklarında hiçbir fonksiyonları olmamıştır. Arapların yaşamak,
güçlenmek ve insanlığa önderlik yapmak istediklerinde bu gerçeği güzelce
hatırlamaları zorunludur. Sapıklıktan doğru yola ileten Allah'tır şüphesiz.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.