112-İhlas
1- De ki: O Allah tektir.
2- Allah Samed'dir.
3- O doğurmamış ve
doğmamıştır.
4- Hiçbir şey O'nun dengi
olmamıştır.
Bu kısa sure sahih rivayetlerde belirtildiği
gibi Kur'an'ın üçte birine denktir. Buhari'nin; Sa'd'dan aldığı rivayette
deniyor ki: "Biri bir adamın: "De ki: O Allah tektir" ayetini okuyup sürekli
onu tekrar ettiğini görmüştü. Ertesi gün adam Hz. Peygambere gelip bu adamın
yaptığını haber vermiş ve sanki bu adamın doğru bir iş yapmadığını
söyleyecek olmuştu. Hz. Peygamber: "Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim
ki; O Kur'an'ın üçte birine denktir' buyurdu."
Bu rivayetin hiç de garip bir yanı yoktur.
Çünkü "De ki: O Allah birdir." cümlesinin Hz. Peygambere açıklaması
emrettiği birlik, evet İşte bu birlik gönül ve vicdana yerleşen bir inanç
sistemi, varlığın bir yorumu ve hayatın bir programıdır. Bu nedenle sure
büyük islam gerçeğinin içinde ana hatlarının en genişlerini içine
almaktadır.
"De ki: O Allah tektir." Bu ifade "birdir"
sözcüğünden daha tutarlı ve daha anlamlıdır. Zira tektir kavramı "birdir"
sözcüğünün anlamı ile beraber, onunla birlikte başka hiçbir şeyin
bulunmadığını ve onun hiçbir benzeri olmadığını ifade etmektedir.
Bu varlığın tekliğidir. Ortada onun
gerçekliğinden başka gerçeklik yoktur. Onun varlığından başka gerçek bir
varlık yoktur. Diğer bütün varlıklar ancak bu gerçek varlıktan Alır
varlığını. O'nun zati gerçekliğinden Alır gerçekliğini.
Bu nedenle bu teklik, iş ve faaliyet
tekliğidir. Bu evrende ondan başkası hiçbir şey yapamaz. Hiçbir şeyi
etkileyemez.
O aynı zamanda vicdanda oluşan bir inanç ve
varlığın bir yorumudur. Bu yorum kesin yerleştiğinde ve bu düşünce netlik
kazandığında kalb, her tür karanlıktan ve şaibeden kurtulur. Varlık gerçeği
ve faaliyet gerçeği ile tek başına eşsiz bir şekilde var olan Allah'ın
dışında başka varlıklara bağlanmaktan kurtulur.
Bütün bir eşyanın var olmadığı, yok olduğu
düşüncesine ulaşmasa da, bu varlık aleminin herhangi bir ilahi varlıktan
başka hiçbir varlığın gerçekliği yoktur. ilahi iradenin faaliyetinden başka
hiçbir faaliyetin gerçekliği yoktur. Öyle ise kalb varlığının gerçekleştiği
ve faaliyetlerin gerçekliği olmayan şeylere neden bağlansın ki?
Kalb tek gerçeğin dışındaki şeyleri
hissetmekten ve bu gerçekliğin dışındaki varlıklara bağlanmaktan
kurtulduğunda bütün zincirlerden, bağlardan kurtulmuş olur. Bütün gemlerden
ve yuvalardan sıyrılmış olur. Pek çok bağların temeli olan arzu ve
isteklerden kurtulur. Yine pek çok bağların kaynağı olan korku ve
endişelerden de kurtulur. Allah'ı bulduğunda hiçbir şeyi kayıt etmeyeceğine
göre neden başka şeylere rağbet etsin ki? Allah'tan başka gerçek faaliyet
sahibi bulunmadığına göre kimden korksun ki?
Varlıklar aleminde Allah gerçeğinden başka
bir şeyi göremeyen bu düşünce iyice yerleştiğinde bununla beraber bu gerçeği
ondan kaynaklanan diğer varlıkların hepsinde görmeye başlar. Bu öyle bir
derecedir ki, kalb orada gördüğü herşeye Allah'ın elini görür. Bununda
ötesinde bir derece vardır ki kalb orada Allah'tan başka evrendeki şeylerin
hiç birini görmez. Zira orada Allah gerçeğinden başka görebileceği hiçbir
gerçek yoktur.
Bu düşüncenin yer etmesi ile insan sebeplerin
etkisini de faaliyetini de yok sayar. Her şeyi, her olayı ve her hareketi
kendisinden kaynaklandığı ve etkisinde kaldığı ilk sebebe havale eder, ona
dayandırır. İşte Kur'an'ın iman düşüncesini yerleştirirken önem verdiği en
önemli gerçeklerden biri de budur. Bunun içindir ki Kur'an sürekli olarak
zahiri sebepleri aşarak işleri doğrudan Allah'ın iradesine ve dilemesine
bağlar. "Onlara doğru toprak atarken sen atmadın fakat Allah attı." (Enfal
10) "Zafer doğrudan doğruya Allah'ın katındandır." (Enfal 17) "Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (İnsan 30) ve daha buna benzer pekçok
ayetler gibi.
Bütün zahiri sebeplerin aşılması ve işin
sadece Allah'ın iradesine havale edilmesi kalbte bir huzur meydana getirir.
Tek olan yönü belirler. Artık insan, isteyeceklerini O'ndan ister.
',Sakındığı şeylerden O'na dayanır. Bir gerçekliği ve varlığı bulunmayan
zahiri sebeplere, etkenlere ve güçlere karşı da bu hal kalbi rahata
kavuşturur.
İşte tasavvufçuların da tırmanmaya çalıştığı
yolun basamakları bunlardır. Ve İşte bu yolun cazibesi onları tuzağa
düşürmüştür. Çünkü İslam insanın bu gerçeğe doğru yol Alırken bütün
özellikleriyle ve nitelikleriyle hayat gerçeğinin içinde kalmalarını, beşeri
hayatın bütün ihtiyaçlarını ve zorlukların göğüslemelerini, yeryüzü
halifeliğinin bütün ilkelerine bağlı kalmalarını istemektedir. Bütün bu
işleri yaparken Allah'tan başka bir gerçekliğin bulunmadığının, O'nun
varlığından başka bir varlığın olmadığının, O'nun faaliyetinden başka bir
faaliyetin bulunmadığının bilincinde olmalarını istemektedir. Bu yoldan
başka yola girmelerini istememektedir.
Buradan mükemmel bir hayat yolu ortaya
çıkmaktadır. Bu hayat yolu varlığın bu şekilde yorumuna dayanmaktadır. Ve bu
yorumun gönüllere yerleştirdiği düşüncelere duygulara ve yönelişlere
yaslanmaktadır.
Yalnız Allah'a kulluğun yolu: O'nun
varlığından başka hiçbir varlığın gerçekliği olmayan, O'nun faaliyetinden
başka gerçek bir faaliyeti bulunmayan, O'nun iradesinden başka hiçbir
iradenin etkisinde bulunmayan Allah'a kulluk yolu.
Arzu ve isteklerde, korku ve endişelerde,
rahat ve sıkıntıda nimet, bolluk ve kıtlıkta yalnız Allah'a yöneltmeyi ön
gören bir yol; yoksa gerçek varlığı olmayan varlıklara ve varlıklar
dünyasında gerçek bir etkinliği bulunmayan diğer varlıklara yöneltmenin ne
anlamı olabilir?
Yalnız Allah'tan direktif alma yolu; inanç
sisteminin düşüncelere, değerlere ve ölçülere ilişkin direktifleri,
yasalara, kanunlara, düzen ve sistemlere ilişkin direktifleri, eğitim
terbiye ve geleneklere ilişkin direktiflerini yalnız Allah'tan alma yolu. Bu
yolda direktif ancak gönüllere ve hayat gerçeğine egemen olan tek varlıktan
ve yegane gerçekten alınır. Yalnız Allah için çalışma ve hareket yolu. Hem
de yegane gerçeğe yakın olma amacı ve O'ndan Alıkoyan engellerden ve
saptırıcı şaibelerden kurtulma yolu. ister bu engeller ve şaibeler insanın
gönlünün derinliklerinde olsun, isterse etrafını kuşatan canlılar ve eşya
olsun farketmez. Bu engellerden biri de benlik engelidir. Bu varlık aleminin
nesnelerinden birine arzu veya korku ile bağlanma da bunlar arasındadır.
Tüm bunlarla birlikte insanın kalbi ile bütün
varlıklar arasında; sevgi, dostluk, merhamet ve karşılıklı anlayış bağlarını
kuran bir yol. Bu varlıkların bağlarından kurtulmak onlardan iğrenmek,
nefret etmek ve onları kullanmaktan, onlardan yararlanmaktan kaçmak
değildir. Bunların hepsi Allah'ın elinden çıkmıştır. Hepsi de varlığını
Allah'ın varlığından almaktadır. Hepsinin üzerine bu temel gerçeğin nurları,
feyzleri yağmaktadır. Öyleyse bunların hepsi güzel, sevimli varlıklardır.
Çünkü hepsi "sevgilinin" armağanlarıdır.
Bu gerçekten yüce ve özgür bir yoldur. Burada
yeryüzü küçük, dünya hayatı kısa, dünya hayatının güzellikleri ve nimetleri
değersizdir. Bu engellerden ve şaibelerden kurtulmak, önemli bir umut ve
amaçtır. Fakat islama göre bunlardan kurtuluş, onlardan el etek çekmek ve
onları ihmal etmek değildir. Onlardan tiksinip kaçmakta değildir. Bunun
anlamı; bütün bir insanlığı yüce hedeflere doğru yöneltmek ve insanın tüm
hayatını kurtarmak için var gücüyle çalışmak ve sürekli mücadele etmektir.
Bu nedenle tüm zorluklarına rağmen halifeliği ve önderliği üstlenmektir. Hem
de az önce belirttiğimiz gibi özgürlüğün ve kurtuluşun bütün şartlarını
yerine getirmekle beraber.
Manastıra, mabede kapanarak kurtulma yolu
basit ve dolaydır. Fakat islam bunu istemez. Çünkü yeryüzü halifeliği ve
insanlığa önderlik yapma, ilahi yolun kurtuluş için ortaya koyduğu
şartlarından biridir. Bu daha zor bir yoldur. Ama insanın insanlığını
gerçekleştirebileceği biricik yoldur. insanın özündeki yüce soluğun zaferini
gerçekleştirebilecek yegane yol. İşte kurtuluş budur. Ruhun, ilahi kaynağına
doğru kanatlanması ve yüce hakikatını gerçekleştirmesidir. Hem de hikmet
sahibi yaratıcısının kendisi için belirlediği sahada çalışarak.
Bu nedenledir ki ilk davet, tevhid gerçeğinin
bu şekilde kalblere yerleştirilmesi ile sınırlı idi. Bütün gücünü bu noktada
yoğunlaştırmıştı. Zira bu şekildeki tevhid, vicdan için bir inanç, varlık
alemi için bir yorum ve hayat için bir yoldu. Yoksa sırf dille söylenen bir
söz değildi. Hatta vicdanlarda yerleşen bir anlayış biçimi de değildi. Tam
tersine O herşey sayılıyordu. Dinin tamamı idi. Bunun ötesinde yer alan
detaylar ve açıklamalar kalıyordu. Bunlar ise sözkonusu gerçeğin bu şekilde
kalblere yerleşmesinin doğal bir ürünü olmasından başka bir şey değildi.
Daha önceleri ehli kitabın karşılaştığı
sapmalar ve sapıklıklar; onların inançlarım, düşüncelerini ve hayatlarını
bozguna uğratan temel sapmaları, ilk önce bu tertemiz tevhid anlayışının
özünden uzaklaşmaları ve onu yitirmeleriyle başlamıştı. Bu konudaki sapmalar
bunu izleyen diğer sapmaları beraberinde getirmişti.
Bununla beraber islam inancındaki tevhidin en
önemli özelliği, hayatı bütün derinliğiyle kuşatması ve hayatı bu ilkeye
dayandırmasıdır. Hayat içinde tevhidi, realiteye dayalı çalışma proğramının
ilkesi olarak kabul etmesidir. Tevhidin etkileri inanç konularında olduğu
kadar yasama kanunlarında da kendini göstermiştir. Bu etkilerin birinci
ilkesi, Allah'ın şeriatının tek başına tüm hayata hükmetmesidir. Tevhidin bu
ilkesi gerilediğinde artık tevhid inancı orada yürürlükte olmaz. Zira tevhid
inancı ancak etkileri hayatın her tarafına egemen olup her tarafta
gerçekleştiğinde yürürlüğe girmiş olur.
Allah'ın tek olmasının anlamı; O'nun samed
olması, doğurmamış ve doğrulmamış olması ve hiç kimsenin O'na denk olmaması
demektir. Kur'an meseleyi daha iyi açıklamak ve iyice yerleştirmek için
detaylara ilişkin bu açıklamalara yer vermektir. "Allah sameddir." Samedin
sözcük anlamı izni alınmadan hiçbir işin hükme bağlanmadığı efendi, büyük
demektir. Yüce Allah gerçekten kendisinden başka efendi bulunmayan tek
efendidir. ilahlığında tekdir O. Herkes O'nun kuludur. ihtiyaçlar yalnız
O'ndan istenir. Yalnız O, ihtiyaç sahiplerine yardım eder. Herşey ancak
O'nun izni ile hükme bağlanır. Kimse O'nunla birlikte hüküm veremez. Bu
sıfat baş tarafta geçen yegane tek sıfatı ile ifade edilmiş olmaktadır.
"O doğurmamış ve doğmamıştır." Allah'ın
gerçekliği ezeli ve ebedi olarak değişmeyen bir gerçekliktir. Bir halden bir
hale geçip durmaz. Her durumda mutlak kemal sahibidir. Doğum ise üremek ve
devam etmektedir. Eksiklik veya yokluktan sonra fazla olan bir varlık
halidir. Bu ise Allah için imkansızdır. Sonra bu çift olmayı gerektirir.
Çift olmak ise denginin bulunmasını. Bunlar da O'nun hakkında imkansızdır.
Bu nedenle "tek" sıfatı baba ve çocuk anlayışını reddetmeyi de
kapsamaktadır.
"Hiç birşey O'nun dengi olmamıştır."
Yani O'nun bir eşi ve dengi yoktur. Ne
varlığının gerçekliğinde ne faaliyetinin gerçekliğinde, ne de zati
sıfatlarının herhangi birinde eşi ve benzeri yoktur. Bu da O'nun "tektir"
sıfatı ile ifade edilmiş olmaktadır. Buradaki ise pekiştirme ve açıklamadır.
Bu anlayış dualizm inancını reddetmektedir. Çünkü dualizmde Allah, iyilik
ilahı kabul edilir. Karşısında bu inanca göre bir de kötülük ilahı vardır.
Bu kötülük ilahı O'nun iyilik işlerini tersi ile karşılar ve yeryüzünde
bozgunculuğu yaymaya çalışır. Dualizm inanışlarının en yaygın olanı eski
İran inancıdır. Bu inançta bir aydınlık ilahı, bir de karanlık ilahı var
kabul edilirdi. Bu anlayış arap yarımadasının güneyinde hakim olmuştu. Zira
bu kesimler İranlıların nüfuzu ve hakimiyeti altındaydı.
Bu sure, islamın tevhid inancını, ortaya
koyup yerleştirmektedir. Nitekim Kafirun suresi de tevhid inancı ile şirk
inancı arasında herhangi bir benzerliği ve uzlaşmayı red etmiştir. Her iki
sure de ayrı ayrı açılardan tevhid gerçeğini ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber sabah namazının sünnetlerinde
bu iki sureyi okuyarak gününü onlarla açıyordu. Gününü bu surelerde açmanın
büyük bir önemi ve derin bir anlamı olduğu kuşkusuzdur.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.