82-İnfitar
1- Gök yarıldığı zaman.
2- Yıldızlar saçıldığı zaman.
3- Denizler patladığı zaman.
4- Kabirlerin içi dışına
çıktığı zaman.
5- Herkes neyi öne, neyi
geriye aldığını öğrenir.
Geçen surede yüce Allah'ın kudret eli ile
değiştirmeye kalktığı ve onu köklü bir değişim sarsıntısı ile sarstığı ve bu
koca evrende hiçbir şeyin kendi hali üzerinde kalmasına imkan bırakmadığı,
kainatın bu manzarasının insanın duyguları üzerinde meydana getirdiği
etkiden söz etmiştik ve demiştik ki; bu mesaj, gönüllerin bu varlık
dünyasında dayandıkları her şeyden kurtulup arınmaları ve bu varlıkları
yaratan, her varlığım yok olmasından sonra baki kalacak olan Allah'a
yönelmelerine ilişkin bir mesajdır. Değişmeyen ve yok olmayan, sabit ve
sürekli olan tek gerçeğe yönelmelidir ki bu değişim, çalkantı, sarsıntı ve
yıkılış karşısında kalpler bu tek gerçeğe dayanarak huzur ve güven içinde
kalabilsin! İnsanın sabit, değişmez, sağlam ve ebedilik imajı veren bir
şekilde düzenlenen Alışılmış tüm şeylerin yıkıldığı sırada bu kalb yıkılmaz.
Çünkü sonsuzluk sadece yaratıcı Allah'a mahsustur.
Değişimin görünümlerinden biri olarak burada
göğün parçalanması yani yarılması verilmektedir. Nitekim başka surelerde de
göklerin yarılmasından söz edilmiştir. Rahman suresinde deniliyor ki: "Gök
yarılıp, gül kızardığı, yağ gibi eridiği zaman." (Rahman 37) Hakka suresinde
deniyor ki: "Gök yarıldı. O gün onun hiçbir düzeni kalma." (Hakka 16)
İnşikak suresinde ise şöyle deniyor. "Gök yarıldığı zaman." (İnşikak 1)
Demek ki göğün yarılışı bu zorlu günün temel gerçeklerinden biridir. Göğün
yarılmasından amacın kesin bir şekilde belirlenmesi hayli zordur. Bu
yarılmanın şeklini düşünmekte o kadar zordur. Bu konuda duygularımıza
yerleştirilen şudur ki göz ile görülen bu evrenin şekli, çetin bir şekilde
değişecek, Alışılan bu düzenin sona ereceği, bağlarının çözüleceği, bu ince
hesaplı düzen içindeki tüm dengesinin bozulacağı sahnesidir.
Bu sahnenin oluşturulmasında dağılan
yıldızlardan söz edilmesi de katkıda bulunmaktadır. Çünkü bunlar kendi
burçlarında korkunç ve dehşet verici hızla akıp gitmekte fakat onlar
yörüngeleri içinde birbirine bağlı bulunmaktadır. Sınırlarını aşmamaktadır.
Kimsenin haddini, hesabını ve sonunu bilemediği uzay boşluğunda rastgele
yuvarlanıp gitmemektedir. Eceli geldiği gün başına geleceği gibi eğer
dağılsalar ve onları birbirine bağlayan ve koruyan, görülmeyen sağlam
bağlarından boşalsalar uzay boşluğunda gidip yok olacaklardı. Tıpkı
bağlarından kurtulan atom zerrecikleri gibi.
Denizlerin patlaması, onların dolmaları,
nehirlerin yataklarına doğru akın etmeleri ve karaların tümünü kaplamaları
anlamına gelebilir. Suyun hidrojen ve oksijene ayrılması şeklinde de
olabilir. Bu durumda denizin suları iki gaza dönüşür. Birleşmelerinden ve
denizleri oluşturmadan önceki hallerine dönerler. Aynı şekilde bu iki gazın
atomlarının parçalanması şeklinde de gerçekleşebilir. Tıpkı bugünkü atom ve
hidrojen bombalarında atomların parçalandığı gibi. Bu durumda patlama müthiş
büyüklükte ve dehşet verici bir şekilde gerçekleşmiş olur. Bu patlamanın
yanında insanları korkutan bugünkü bombalar, onun yanında basit çocuk
oyuncağı gibi kalır. Veya insanların şu ana kadar görmediği, bilmediği başka
bir şekilde gerçekleşebilir. Bu gerçekten hiçbir durumda insanın duygu
sisteminin Alışmadığı büyük kaygılara yol açmaktadır.
Kabirlerin açılması, içindekilerini dışa
vurması ise ya burada sözü edilen büyük olayların sebebi ile meydana
gelecek, ya da kendi başına o uzun günde, pek çok olaya ve tabloya sahne
olan günde meydana gelecek bir olaydır. Bu günde Yüce Allah'ın tıpkı ilk
yarattığı gibi tekrar yarattığı cesetler kabirlerden çıkacak ve sorguya
çekilecek, mükafatını veya cezasını görecektir.
Bu sahnelerin ve olayların sergilenmesinden
sonra "Herkes neyi öne neyi geriye aldığını öğrenir" ayetinin gelmesi de
bunu pekiştirmekte ve onunla uyum içine girmektedir. Ayetin anlamı herkes
ilk yaptığını ve son yaptığını bilecektir demektir. Veya dünyada yaptıkları
ile ardından bıraktıklarının tesirleri görülecektir. Yahut yalnız dünyada
yararlandıkları ile dünyadan sonraki ahirete hazırladıklarını öğrenecektir.
Hangisi olursa olsun herkes bu büyük
korkularla birlikte kendi yaptıklarını öğrenecektir. Bütün bu olayların ve
tabloların kendisini korkuttuğu gibi kendi yaptıklarını öğrenmesi de onu o
derece korkutacaktır.
Kur'an'ın eşsiz ifadesi diyor ki; "Kişi
öğrenir." ifade anlam yönünden herkes öğrenir demektir. Fakat bu ayetteki
ifade daha etkili ve daha vurguludur. Öte yandan iş onun ilk yaptığı ile en
son yaptığına varıncaya kadar herşeyi öğrenmesi ile bitmiyor. Bu öğrenmenin
devrilen evrenin sahnelerindeki korkuyu ve dehşeti andıran zorlu bir etkisi
de bulunmaktadır. Kur'an ifadesi bunu açıkça söz konusu etmemekle beraber bu
havayı vermektedir. Böylece ifade daha etkili ve daha vurgulu bir şekle
dönüşmektedir.
İnsanların duyu organlarını, hislerini,
akıllarını ve vicdanlarını uyaran, harekete geçiren bu girişten sonra
insanın bugünkü durumuna, pratiğine yönelmektedir. Birde bakıyorsunuz ki
insan aldırmaz, vurdumduymaz ve düşünmez bir haldedir. Burada insanın
kalbine hoş bir sitem içeren bir dokunuş ile dokunmak-tadır. Ayrıca burada
gizli bir tehdit te yer almaktadır. Ayrıca Allah'ın ilk nimeti yani insanı
böyle düzgün bir şekilde yaratması da hatırlatılmaktadır. Halbuki Rabbi onu
dilediği şekilde yaratabilirdi. Fakat O insanı böyle düzgün, dengeli ve
güzel bir şekilde yaratmayı tercih etmiştir. Buna rağmen insan bu nimeti
takdir etmemekte ve Rabbine şükretmemektedir.
"Ey insan seni engin kerem sahibi Rabbine
karşı aldatan nedir? O, seni yaratan belini doğrultan seni dengeli kılan,
dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine." "Ey insan" diye başlayan bu
hitap insanın bünyesindeki en değerli özelliğine seslenmektedir. Bu onu
diğer canlılardan ayıran, en yüce makama çıkaran Allah'ın ikramına ve bol
keremine vesile olan "insanlığıdır."
Onun hemen ardında şu tatlı güzel sitem yer
Alıyor: "Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir?" Ey Rabbinin
kendisine ikramda bulunduğu, koruduğu ve eğittiği insan. Ey insan; seni
Rabbine karşı aldatıp O'nun hakkında kusur yapmana, emrini hafife almana ve
O'na karşı edebsizlik yapmana yol açan nedir? Halbuki Rabbin engin kerem
sahibidir. ikramın, bağışın ve iyiliğin kapılarını ardına kadar açmıştır.
İşte onun bu bol ihsanından biri de seni diğer yaratıklardan ayıran
insanlığını sana lütfetmesidir. Ona karşı neyin doğru, neyin yanlış olduğunu
kavramamızı, düşünüp anlamamızı ve iyiyle kötüyü birbirinden ayırmamızı
sağlayan bu insanlık özelliğidir.
Ardından derin anlamlı, etkili ve ifadenin
tüm gizli işaretlerini içeren bu seslenişte özlü olarak anlatılan bu ilahi
ikramı biraz açıklıyor. Ayetin başında insan olmasından dolayı kendisine
çağrıda bulunulan, insana bahşedilen engin ilahi kerem biraz izah ediliyor.
Bu izahta insanın yaratılışına, ayağa kalkışına ve dengede duruşuna dikkat
çekiliyor. Halbuki Allah insanı dilediği şekilde kalıba dökebilirdi. Fakat O
sırf engin kereminden lütuf ve ihsanından, feyz ve bağışından kaynaklanan
tercihi ile insanı bu şekilde yaratmıştır. Her şeye rağmen bu insan Allah'ın
nimetlerini takdir etmemekte, şükretmemektedir. Aldanmakta ve
aldırmamaktadır.
6- Ey insan, seni engin kerem
sahibi Rabbine, karşı aldatan nedir
7- O, seni yaratan, belini
doğrultan ve seni dengeli kılan.
8- Dilediği biçimde sana
şekil veren Rabbine.
Bu hitap insanın bünyesindeki bütün hücreleri
harekete geçirmektedir. Yeter ki insan insanlığının bilincinde olsun.
Kalbinin derinliklerine ulaşması için perdeleri ve kılıfları geçebilsin.
İşte insanın engin kerem sahibi olan Rabbi onu bu güzel sitemle
uyarmaktadır. Bu güzellikle ona hatırlatmaktadır. Fakat buna rağmen insan
yanlış şeylere dalmaktadır. Kendisini yaratan, belini doğrultan ve dengede
tutan Rabbine karşı edepsizlik yapmaktadır.
İnsanın bu kadar güzel, düzgün, dengeli,
şekil ve görev açısından mükemmel biçimde yaratılması gerçekten uzun uzun
düşünmeyi, çok çok şükretmeyi, son derece edepli terbiyeli davranmayı ve
kendisine bu güzel yaratılışı lütfunun, ihsanın ve korumasının gereği olarak
bahşeden engin kerem sahibi rabbine derinden sevgi beslemeyi gerektirir.
Çünkü yüce Allah insanı dileseydi başka bir şekilde de yaratabilirdi. Fakat
O herşeye rağmen insan için bu güzel, düzgün ve dengeli şekli seçmiştir.
Şüphesiz insan, yapısı gerçekten güzel ve
düzgün, özü itibariyle dengeli bir yaratıktır. İnsanın bünyesindeki
yaratmanın Hayret verici güzellikleri onun anlama kapasitesinin çok
üstündedir. İnsanın etrafında gördüğü her şeyden daha Hayret vericidir.
Bu güzellik, düzgünlük ve denge insanın hem
bedensel yapısında, hem akli yapısında hem de ruhsal yapısında
gözlenebilmektedir. Ve bütün bunlar insanın bünyesinde şahane bir güzellik
ve düzgünlük içinde dizilmiştir, uyum içine girmiştir.
İnsanın organik yapısının mükemmelliğini,
inceliğini ve sağlamlığını ortaya koymak amacı ile yazılmış çaplı kitaplar
vardır. Bu yaratığın bünyesindeki Hayret verici güzellikleri burada geniş
biçimde verme imkanımız yoktur. Biz burada yalnız bazılarına değinmekle
yetineceğiz.
İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en
genel sistemlerin her biri Hayret verici güzelliktedir. İnsanların
karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi
güzelliklerinin bütün Hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar:
İskelet sistemi, kas sistemi, cild sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı
sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi, sinir sistemi,
boşaltım sistemi, tad alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir.
İnsanlar insan yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri
ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde olan bu sistemleri
unutmaktadırlar! "İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan
eli eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır.
Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması yönünden insan elinin işlevini
görecek bir makinayı yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkansızdır. Mesela
bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu
okumaya en uygun biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatikmen
yerleştiren bu eldir. Kitabın bir sayfasını çevirmek istediğinde
parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de kağıdı
çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın
çevrilmesiyle baskıya son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda
eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve daktiloya varıncaya kadar
tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her
istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. her iki el yirmiyedi kemikten ve
onyedi kas sisteminden oluşmaktadır."
"İnsan kulağının (orta kulak) küçük bir
kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık kıvrımdan meydana gelen,
şekil ve hacim bakımından Hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten
oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek
mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki bunlar gök gürültüsünden, ağaç hışırtısına
kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir şekilde Alıp beyine
aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli
bütünlüğü içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane
biçimde ayarlayacak yapıdadır."
"Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı
karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından meydana gelmiştir. Kirpiklerle
beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının hareketi
refleks halindedir ve gözü topraktan,mikroplardan ve yabancı maddelerden
korumaktadır. Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının
keskinliğini kırmaktadırlar. Göz kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında
gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve gözyaşı adı verilen
salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir."
"İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu
eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma, hücrelerinin dilin
üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik
şekilleri vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı
ise mercimeksidir. Bu dokular, tad alma sinirlerini ve dilin damarlarını
beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu
etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın
zararlı olduğunu hissettiği bir şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır.
İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve tuzsuzu, zehirli
ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tad alma hücrelerinden
dokuz binini ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin herbiri birkaç sinirle
beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı kaçtır, hacimleri nedir, tek
olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar,
bilmiyoruz."
Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir
sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve kendisinden daha çok
başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır.
Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı
etkilendiğinde isterse bu etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak
bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu duyguyu vücuda yayılmış olan
merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin
gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların
hızı saniyede yüz metreye ulaşır."
"Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya
labaratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz. Yediğimiz yemeklere
baktığımızda onların Hayret verici maddelere dönüştüğünü farkeder ve orada
meydana gelen işlemin gerçekten Hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü
burada midenin kendisi dışında hemen hemen herşey yenir.
Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit
basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda lâboratuarın kendisine ait
düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl
ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve
kızartılmış balık yiyoruz. Sonra da bir miktar su içiyoruz.
Mide bu karışımın arasındaki yararlı
maddeleri seçip almaktadır. Yemeğin her çeşidini ezmekte ve onları kimyasal
bölümlerine ayırmaktadır. Geri kalanını yeni proteinlere dönüştürmektedir.
Bunlar değişik hücrelerde gıdalar haline gelmektedir. Sindirim sistemi bu
sırada kalsiyum, kükürt, iyot, demir ve diğer bütün zaruri maddeleri
seçmektedir. Ve bu sırada öz maddelerin zayi olmamasına özen göstermekte,
hormonların üretilmesine imkan sağlamakta ve hayat için gerekli olan tüm
ihtiyaçların düzenli ölçüler içinde ve her zaruri ihtiyacın hazır hale
gelmesine dikkat etmektedir. Açlık gibi herhangi bir geçici durumu
karşılamak amacı ile yağ ve diğer ihtiyati maddeleri depo etmektedir. Bütün
bunları insan düşüncesinden ve onun yorumundan habersiz yapar. Biz
sayılamayacak derecede çok olan bu maddeleri bu kimyasal lâboratuara
döküyoruz ve yaklaşıl; olarak bütünü ile yaptığımız işlerden sarfınazar
ediyor gerisine karışmıyoruz. Böylece hayatımızın devamı için gereken
otomatik bir işlem saydığımız bu faaliyete sırtımızı dayamış oluyoruz. Bu
yiyecekler sindirilip ve yeniden hazırlanıp sürekli olarak milyonlarca
hücreye dağıtılır. Bu hücrelerin sayısı yeryüzündeki bütün insanların
sayısından fazladır. Her hücreye ulaştırılması gereken bu kesin maddelerin
sürekli ve tek tek her hücreye ulaştırılması gerekmektedir. Ve bu belli
düzenin ihtiyaç duyduğu maddelerin dışında başka şeylerin ona götürülmemesi
gerekir. Bu kesin maddelerinde kemik, tırnak, et, saç, göz ve diş yapacak
olan her hücreye kendisine has besinlerin ulaştırılması gerekir.
Demek ki burada insan zekasının icat ettiği
en mükemmel labaratuvarda daha çok maddelerin elde edildiği bir kimya
lâboratuarı bulunmaktadır. Yine burada şu ana kadar dünyanın tanıdığı nakil
ve dağıtım düzenlerinin çok ilerisinde bir dağıtım düzeni vardır. Burada
herşey son derece düzenli bir şekilde gerçekleşmektedir."
İnsanın diğer bütün cihazları hakkında da çok
şey söylenebilir. Fakat bu cihazlar açık seçik olmalarına rağmen herhangi
bir şekilde hayvanların da sahip olduğu cihazlardır. İnsanın kendisine has
özellikleri ise eşsiz olan akli ve ruhi özellikleridir. İşte bu surede
özellikle üzerinde durulan konu budur. Şöyle ki "Ey insan" çağrısından
sonra, "O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan" demektedir.
İşte bu mahiyetini bilmediğimiz,
kavramadığımız özel akli kavrayış. Çünkü akıl anladığımız şeyleri anlamamızı
sağlayan araçtır. Fakat akıl kendisini kavrayamaz. Nasıl kavradığını da
idrak edemez.
Bütün bu algılanan imajların ince ve dakik
bir şekilde dizilmiş olan sinir sistemi yolu ile beyne ulaştığını
varsayıyoruz. Fakat bunlar nereye saklanmaktadır? Eğer bu beyin doğru bir
bant şeridine benzetilse insan ortalama ömrü olan altmış senede onca
tabloları, kelimeleri, olguları, duyguları yığınlarca malumatı kaydetmek
için milyarlarca metre şeride ihtiyaç duyacaktı. Ancak bu durumda onları bir
süre sonra hatırlayabilirdi. Nitekim insan bu olayları onlarca sene sonra,
niye yıllar geçtikten sonra rahatlıkla hatırlayabilmektedir! Sonra akıl tek
tek kelimelerden, tek tek olgulardan, tek tek olaylardan ve tek tek
tablolardan bütün bir kültürü oluşturmak için nasıl onları bir bütünlük
içine sokuyor. Sonra onları malumat yığınından sistemli bilgiye nasıl
dönüştürüyor. Anlaşılabilecek şeylerden anlayışa, deneyimlerden kesin
bilgiye nasıl ulaşıyor?
Bu, insanın en belirgin özelliklerinden
biridir. Fakat bununla beraber bu özellik insanın en büyük özelliği
değildir. En üstün ayırıcı vasfı olmadığı gibi. İnsanda Allah'ın ruhundan
gelen, Hayret verici bir ateş parçası da vardır. Bu insanın kendine has olan
ruhudur. Bu ruh insanı varlığın güzelliğine ve varlığı yaratanın güzelliğine
götürür. Ve ona hiçbir sınırı olmayan mutlak varlık ile temasa geçişinden
kaynaklanan güzel ve mutlu anlar bağışlar. Tabi ki bu, evrendeki güzelliğin
kaynakları ile temasa geçtikten sonra gerçekleşebilir.
Bu, insanın mahiyetini anlayamadığı ruhtur.
İnsan kavrayabileceği somut gerçekleri daha yeterince kavrayamadığı halde
bunu nasıl kavrayabilir, nasıl tanıyabilir? İnsan bu ruh sayesinde
yeryüzünde yaşadığı halde sevincin ve üstün saadetin kaynağına erişebilir.
Bu ruh onu yüceler alemi ile temasa geçirir. Onu cennetlerdeki sonsuz hayata
kendisi için belirlenen güzel hayata hazırlar. Bu mutlu dünyada ilahi
güzelliğe bakmaya hazırlar.
İşte, bu ruh... Yüce Allah'ın insana en büyük
hediyesidir, bağışıdır. İnsanı insan yapan da budur. Allah'ın adı ile
kendisine hitab ettiği de budur. "Ey insan". Utandırıcı şekilde kendisini
kınaması da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. "Engin kerem sahibi Rabbine
karşı seni aldatan nedir?" İşte bu yüce Allah'tan insana doğrudan
yöneltilmiş bir sitemdir. Çünkü yüce Allah ona seslenmekte, o ise kendisinin
önünde günahkar, kusurlu ve gururlu bir şekilde durmaktadır. Allah'ın
yüceliğini takdir etmemekte ve O'nun huzurunda edebini takınmamaktadır.
Sonra Allah ona büyük,nimetini hatırlatmakta sonra da bu konudaki
eksiklerini, edebsizliğini ve gururunu dile getirmektedir.
Bu gerçekten karşısında ezilinmesi gereken
bir sitemdir. İnsan kendi gerçeğini, gerçek bilgi kaynağını ve Rabbinin
huzurundaki gerçek konumunu düşündüğünde bu sitemin dehşetini kavrayacaktır.
Rabbi ona bu şekilde seslenmekte ardından ona bu şekilde serzenişte
bulunmaktadır:
"Ey insan! Seni engin kerem sahibi Rabbine
karşı aldatan nedir? O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli
kılan, dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine: '
Ardından bu gururun ve kusurların sebebi
ortaya konuyor. Bu ise hesap gününü yalanlamaktır. Yüce Allah hesabın gerçek
mahiyetini bildirmekte ve her işin karşılığının farklı olacağını,
pekiştirici ve kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.
9- Hayır! Aksine siz dini
yalanlıyorsunuz.
10-Şüphesiz başınızda
bekçiler vardır.
11- Şerefli katipler.
12- Yaptıklarınızı bilirler.
13- Şüphesiz iyiler
cennettedirler.
14- Kötüler de
cehennemdedirler.
15- Din günü oraya
sürülürler.
16- Oradan bir daha
çıkamazlar.
Ayet-i kerimelerin başındaki "kella" (Hayır)
kavramı, onların içinde bulunduğu tutumu red ve çürütmektedir. Hatta o
zamana kadar ki konuşmayı kestirip atmaktadır. Yeni bir söz türüne giriş
yapmaktadır. Bu açıklama, bildirme ve pekiştirme üslubudur. Bu üslup;
tasvir, hatırlatma ve sitemde bulunmaktan farklıdır.
Hayır! Aksine siz dini yalanlıyorsunuz."
Hesaba çekilmeyi, sorgulanmayı ve
cezalandırılmayı inkar ediyorsunuz. İşte asıl gururunuzun ve
görevlerinizdeki kusurunuzun temel nedeni budur. Bir kalb hesaba çekilmeyi
ve cezalandırılmayı inkar ettiği halde hidayet, iyilik ve itaat yolunu
dosdoğru takip edemez. Bazen kalbler arınıp yücelir, berraklaşır. Sırf
sevdikleri için Rabblerine itaat edip ona kulluk ederler. Azabından korkarak
değil, mükafatını umarak değil. Buna rağmen bu kalbler kıyamet gününe inanır
ve onun endişesini gönüllerinde taşırlar. Onu görmek isterler. Sevdikleri
ile karşılaşmayı, arzu ettikleri ve görmek istedikleri Rabblerinin huzuruna
çıkmak arzusunda olurlar. İnsan bu günü bütünü ile yalanladığında ise artık
hiçbir ahlak kuralı tanımaz. Bağlılık kabul etmez. Aydınlığa yanaşmaz. Artık
onda kalb, canlılığını yitirmiştir. Vicdan hassasiyetini ve duyarlılığını
kaybetmiştir.
Din gününü yalanlıyorsunuz. Halbuki adım adım
ona yaklaşıyorsunuz. İşlediğiniz her şey orada aleyhinize kayda geçmektedir.
Hiçbir şey zayi olmamakta ve hiçbir şey unutulmamaktadır. "Şüphesiz
başınızda bekçiler vardır. Şerefli katipler. Yaptıklarınızı bilirler."
Bu kaydedenler insanın başına verilmiş olan
ruhlardır. Meleklerden olan bu ruhlar insana eşlik etmekte ve onu
gözetlemektedir. "Şüphesiz başınızda bekçiler vardır." Biz tüm bunların
nasıl meydana geldiğini bilemiyoruz. Bunların nasıl meydana geldiğini
öğrenmekle yükümlü de değiliz. Çünkü yüce Allah bunları öğrenmek için
gereken yeteneğimiz olmadığını ve bunları öğrenmemizin bize bir yararı
olmadığını bilmektedir. Çünkü bu konular bizim görevimiz ve varlık amacımız
kapsamına girmemektedir. Dolayısı ile bizler bu gayb konusunda Allah'ın bize
açıkladıklarının dışında öte bilgiler elde etmeye uğraşmak zorunlu değiliz.
İnsanın kalbini başı boş bırakılmadığını hissetmesi yeterlidir. İnsanın
kendi başına herşeyi kayda geçen, yaptığı herşeyi bilen onurlu katiplerin
başına dikildiğini hissetmesi, ürpermesi, irkilmesi, uyanması ve edebini
takınması için yeterlidir. Zaten asıl verilmek istenen de budur.
Surenin havası onur ve ikram havası
olduğundan başımıza dikilen meleklerin "şerefli" melekler olduğu
belirtilmektedir. Böylece gönüllerde utanma ve bu onurlu melekler huzurunda
kendisine çeki düzen verme duygusu gönüllerde harekete geçirilmek
istenmektedir. Çünkü insan, değerli insanların huzurunda söz, hareket ve iş
olarak açık vermekten, yanlış yapmaktan haya eder ve çekinir. İnsan her an
ve her durumda "onurlu" meleklerden bir grubun huzurunda olduğunu düşünüp
hissettiğinde durumu nice olur. Dolayısıyla bu meleklerin, insanın güzel
özellik ve işleri dışında başka şeylere şahit olmamaları gerekir.
Kur'an bu gerçeği, canlı ve insanın kolayca
anlayabileceği bu düşünce ile insanın kalbinde duyguların en yücelerini
harekete geçirmektedir.
Ardından hesaba çekildikten sonra iyilerin ve
kötülerin varacakları son durağı dile getirmektedir. Tabii ki bu son durak
değerli kâtibelerin kayıtları esas Alınarak belirlenecektir.
"Şüphesiz iyiler cennettedirler. Kötüler de
cehennemdedirler. Din günü oraya sürülürler. Oradan bir daha çıkamazlar."
Bu kesin bir sondur. Belirlenmiş bir
akıbettir. İyiler cennete gideceklerdir, kötüler cehenneme. İyiler sürekli
iyi iş yapan, bunu Alışkanlık haline getiren ve vazgeçilmez sıfatı haline
getiren kişilerdir. İyi işler, bütün hayırlı işleri kapsamına alır. Bu sıfat
bütün çağrışımları ile kerem ve insanlıkta uyum sağlamaktadır.
Bunun karşısında olan "kötüler" sıfatı ile de
uyum içine girmektedir. Bu da edepsizlik, günah ve isyanın her çeşidini
içine almaktadır. Cehennem ise bu`kötülüklerin karşılığıdır. Sonra onların
hallerini daha da açığa çıkarmaktadır. Din günü oraya sürüleceklerdir." Bu
da onu bir daha pekiştirip sağlamlaştırmaktadır. "Oradan bir daha
çıkamazlar." Başta kaçıp kurtulamazlar! Belli bir süreye kadar dahi olsa
oraya girdikten sonra artık kurtulamazlar. Böylece iyiler ile kötüler cennet
ile cehennem arasındaki karşılaştırma açıklanmaktadır. Cehenneme
gireceklerin durumu daha açık ve daha kesin biçimde vurgulanmıştır!
Yalanlama konusu din günü olduğundan orada
meydana gelecek olaylar ifade edildikten sonra tekrar ona dönülüyor. Böylece
bu günün gerçek dehşetini ve büyüklüğünü ortaya koymak, onun gerçek
mahiyetinin, korkunçluğunu bilinmezlikle ön plana çıkarıyor, o gün insanları
kuşatacak olan sınırsız acizliğin yardım ve yardımlaşma konusundaki her
türlü umudun kırılması dile getiriliyor. Ayrıca bu zor günün tek yetki
mercinin Allah olduğunu vurgulanıyor.
17- Din gününün ne olduğunu
bilir misin sen?
18- Hem din gününün ne
olduğunu sen nereden bileceksin?
19- O gün kimsenin kimseye
faydası olmaz. O gün yetki sadece Allah'ındır.
İnsanların bilgisizliğini ortaya koymak için
soru sormak, Kur'an'ın ifade üslubunda kullandığı bilinen bir yöntemdir. Bu
soru ile insanın gönlüne ve hissine, işin insanın anlama kapasitesinin ve
sınırlarının çok ötesinde bir büyüklüğe ve korkunçluğa sahip olduğu
yerleştirilmektedir. Yani o tüm düşüncelerin tüm beklentilerin ve
Alışılagelen herşeyin çok üstünde çok ötesindedir.
Sorunun tekrar edilmesi ise bu korkuyu daha
da artırmaktadır.
Sonra bu tasvirle uyum sağlayan açıklama
gelmektedir. "O gün kimsenin kimseye faydası olmaz." Bu tam bir acizlik, tam
bir yıkılmışlıktır. Bu gerçekten kuşatma altına alınma ve ezilip büzülmedir.
Kendi acısı ve yükü ile uğraşan insanların tanıdıkları herkesten
ayrılmalarıdır. El etek çekmeleridir. "O gün yetki sadece Allah'ındır."
Yalnız yüce Allah'ın elinde. Aslında hem dünyada hem de ahirette hüküm ve
yetki sahibi zaten Allah'tır. Fakat bu günde yani kıyamet gününde bu gerçek
gafil ve gururlu insanların bu dünyada kendisinden habersiz kalabildikleri
bu gerçekle kesinlikle yüzyüze gelecekler. Hiçbir gizli taraf kalmayacak,
aldatılmış ve saptırılmış hiç kimsenin gözünden kaçmayacaktır.
Surenin girişindeki dalgalı, coşkun,
hareketli korku atmosferi ile surenin sonundaki bu sessiz, durgun, heybetli
korku birbirini bütünlemektedir. His bu iki korku arasında sıkışıp
kalmaktadır. Her ikisi de korkutucu, titretici ve insanın aklını başından
alacak niteliktedir. Bu ikisinin arasında ise insanı mahcup düşüren, eriten
yüce sitem yer almaktadır!
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.