109-Kafirun
1- De ki: Ey kâfirler.
2- Ben sizin taptıklarınıza
tapmam.
3- Siz de benim taptığıma
tapmazsınız.
4- Ben sizin taptıklarınıza
tapacak değilim.
5- Sizler de benim taptığıma
tapacak değilsiniz.
6- Sizin dininiz size, benim
dinim bana.
Bu reddetmenin üzerine red etme kesinlik
üzerine kesinlik, pekiştirme üzerine pekiştirmedir. Reddetmenin, kesinliğin
ve pekiştirmenin tüm üslupları burada kullanılmıştır.
"De ki: `Bu yüce Allah'ın kesin emridir." Bu
inanç sisteminin dizgininin yalnız Allah'ın elinde olduğunu ortaya
koymaktadır. Hz. Muhammed'in bu İşte bir fonksiyonu yoktur. İşi doğrudan
yönlendiren Allah'tır. Ki O, emir verdiğinde asla reddedilmeyecek, hükmüne
karşı çıkılmayacak, tek Allah'tır.
"De ki: Ey kafirler!" Onlara gerçek
kimlikleri ile seslenmekte ve onları kendi sıfatları ile nitelendirmektedir.
Onların hiçbir dini yoktur. Hiçbir dine bağlı değillerdir. Onlar inanmış ta
değiller. Sadece kafirdir onlar. Dolayısıyla herhangi bir yolda senin ve
onların buluşması mümkün değildir.
Böylece surenin girişi ve sözün açılış
bölümü, hiçbir şekilde birlik umudu olmayan, ayrılık gerçeğini ortaya
koymaktadır!
"Ben sizin taptıklarınıza tapmam." Benim
ibadetim sizin ibadetinizden farklıdır. Benim ilahım sizin ilahınızdan
başkadır.
"Sizde benim taptığıma tapmazsınız." Sizin
ibadetiniz başka, benim ibadetim başkadır. Sizin ilahınız başka benim ilahım
başkadır.
"Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim."
Bu, birinci maddenin isim cümlesi kalıbı içinde pekiştirilmesidir. Bu ifade
sözkonusu sıfatın sürekliliğini ve değişmezliğini daha anlamlı bir biçimde
dile getirmektedir.
"Benim taptığıma da sizler tapacak
değilsiniz." Bu da ikinci maddenin pekiştirilmesi için gelen bir tekrardır.
Zanna ve şüpheye yer kalmasın diye. Tekrarın ve pekiştirmenin tüm
vasıtalarının kullanıldığı bu pekiştirme ve tekrardan sonra zanna ve şüpheye
yer kalmaz.
Burada buluşma imkanı bulunmayan ayrılık,
benzerlik tarafı bulunmayan çelişki, beraberlik imkanı bulunmayan ayrılık,
karışma imkanı bulunmayan farklılık gerçeği özet biçimde veriliyor.
"Sizin dininiz size, benim dinim bana." Ben
buradayım siz ise oradasınız. Aramızda ne geçit ne köprü, ne de yol var!! Bu
tam ve kapsamlı bir ayrılıktır. En ince noktalarına varılıncaya kadar bir
farklılıktır.
Özdeki bütün farklılığın boyutlarını
açıklamak için böyle bir ayrılık zorunlu idi. Çünkü bu, yolun ortasında
herhangi bir şekilde buluşmayı imkansız kılan bir ayrılıktı. İnanç
sisteminin özünde, düşüncenin temelinde metodun gerçeğinde ve yolun
yapısında meydana gelen bir farklılıktır.
Hiç şüphesiz tevhid bir sistem, şirk ayrı bir
sistemdir. Bunlar asla buluşup birleşemez. Tevhid insanı bütün bir varlıkla
birlikte ortağı olmayan tek Allah'a yöneltir. İnsanların inanç sistemlerini
ve hukuklarını, değerlerini ve ölçülerini, eğitim ve ahlâkını, hayat ve
varlıkla ilgili tüm düşüncelerini kendisinden alacağı kaynağı belirler.
Mü'minin kendisinden alacağı bu kaynak Allah'tır, sadece Allah, ortaksız
olarak Allah. Bu nedenle müminin hayatı bütünüyle bu ilke üzerinde
kuruludur. Gizli ve açık hiçbir şekilde şirkle karışamaz. Yolunun tüm
aşamalarında böyledir. Böyle net bir ayrılık hem davet edenler için bir
zorunluluk, hem de davet edilenler için bir zorunluluktur.
Hiç şüphesiz insanlar cahiliye düşünceleri
ile iman kaynaklı düşünceleri birbirine karıştırabilirler. Özellikle daha
önce doğru inanç sistemine tabi olan ve ondan sonra sapan topluluklarda bu
tür karıştırmalar sözkonusu olduğu gibi İşte bu topluluklar, sapmak,
döneklik ve karışıklıktan uzak yalın bir iman gerçeği karşısında en fazla
direnen topluluklardır. Bunlar gerçek inanç sistemini hiç tanımamış olan
topluluklardan daha da katıdırlar. Çünkü bunlar sapıklıklarının ve
dönekliklerinin kördüğüm haline geldiği durumlarda bile kendilerinin doğru
yolda olduklarını zannederler. İnançlarında, uygulamalarında görülen doğru
yanlış karışımı, iyi ile kötünün karışıklığı davetçiyi dahi aldatabilir. Bu
durumlarda davetçiler onların iyi taraflarını kabul etme, kötü taraflarını
da düzeltmeye çalışma cazibesine kendisini kaptırdığında büyük bir yanılgıya
düşerler. Bu yanılgı son derece tehlikelidir.
Hiç şüphesiz cahiliyye cahiliyyedir, İslam da
islam. Aralarında derin farklar vardır. Tek çare bütünüyle cahiliyeden
sıyrılmak ve yine bütünüyle islama girmektir. Tek yol, içindeki bütün
özellikleri ile cahiliyyeden ayrılmak ve bütün özellikleri ile islama göç
etmektir.
Bu konuda atılacak ilk adım davetçinin
cahiliyye sisteminden farklı olduğunu ortaya koyması ve ondan tamamen ayrı
olduğunun bilincinde olmasıdır. Düşüncede, sistemde ve uygulamada tamamen
ayrı. Bu ortak noktalarda buluşmaya asla müsaade etmeyen bir ayrılıktır.
Yardımlaşmayı imkansız kılan bir farklılıktır. Ne zaman cahiliyye
taraftarları bütünü ile cahiliyyeden islama geçerlerse o zaman sona erer.
Yama yapmak yok. Orta yolda çözüm arama yok.
Yolun ortasında buluşma yok. Cahiliyye istediği kadar islam kılığına
bürünsün. İstediği kadar islamın adını kullansın.
Bu düşüncenin davètçinin bilincinde netlik
kazanması, davanın temel taşıdır. İlk adım davetçinin kendisini cahiliye
mensuplarından farklı bir insan olduğunun bilincine varması, onların
kendilerine göre dinleri, kendisinde kendine göre dini, onların kendilerine
göre yolları, kendisinin ise kendisine has yolu olduğunun bilincine varması.
Onların yollarında onlarla birlikte tek adım dahi atamayacağını kavraması,
görevinin kendi yolunda yürümesi olduğunu anlamasıdır. Hiç barışmadan ve
dininden az veya çok taviz vermeden.
Öyle ise bu tam bir uzaklaşma, kesin bir
ayrılık ve apaçık bir karşı tavırdır. "Sizin dininiz size benim dinim bana."
Bugün islama davet eden insanlar böyle bir
uzaklaşmaya, ayrılığa ve böyle bir kesinliğe o kadar muhtaçtırlar ki. İslama
çağıranlar, keşke sapık bir cahiliye ortamında ve yine islam inancını daha
önce tanımış, sonra üzerinden uzun zaman geçmesi ile "kalpleri katılaşan ve
çoklarının dinden saptığı" (Hadid 16) insanların yaşadığı bir ortamda islamı
yeniden kurmaya çalıştıklarının bilincinde olsalardı! Ortak bir çözümün
bulunmadığını, ortak noktalarda buluşulmayacağını, yanlışları düzeltmenin ve
sistemleri birbirine yamamanın mümkün olmadığını bilselerdi. Bunun yerine
asrı saadet döneminde olduğu gibi islama yeniden davet etmenin gerektiğini
cahili bir ortamda davet yaptıklarını ve kendilerinin bu cahili ortamdan
tamamen farklı olması gerektiğini keşke anlasalardı. "Sizin dininiz size
benim dinim bana." İşte benim dinim budur: Düşüncelerini, değerlerini,
inancını ve hukukunu bütünü ile Allah'tan alan, O'na ortak koşmayan yalın
tevhid dini. Herşeyde, hayatın ve yaşantının her alanında yalın tevhid dini.
Bu kesin ayrılık olmadan; karışıklık devam
edecek, karşılıklı yumuşama sürecek, karıştırmalar sürüp gidecek yamanmalara
devam edilecektir. İslama davet böylesine zayıf, güçsüz ve ısmarlama ilkeler
üzerine kurulamaz. İslam çağrısının temeli açıklık, netlik, kesinlik ve
cesarettir. "Sizin dininiz size, benim dinim bana."
Davetin başlıca yolu budur İşte: "Sizin
dininiz size! Benim dinim bana!"
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.