77-Mürselat
1- Dalga dalga
salınanlara,
2- Kasırga gibi esip
savuranlara,
3- Her yana
dağıtanlara,
4- Doğruyu eğriden
kesin çizgilerle ayıranlara,
5- İlahi mesajı
peygamberlere iletenlere andolsun.
6- Ya bahaneleri
boşa çıkarmak ya da uyarmak amacı ile,
7- Size söz verilen
kıyamet kesinlikle kopacaktır.
Bu kesitle ele Alınan konu "Kıyamet günü"
meselesidir. Müşriklerin gerçekleşeceğini bir türlü akıllarına
sığdıramadıkları ve Kur'an'ın, birçok ayetinde gerçekleşeceğini değişik
anlatma yöntemleri ile vurgulayarak kafalarına işlemeye çalıştığı kıyamet
günü meselesi ile yüzyüzeyiz. Kur'an'ın bu olguyu müşriklerin akıllarına
yerleştirmek, onun gerçekliğini kalplerine işlemek için gösterdiği yoğun
çaba gerekli, hatta kaçınılmaz bir çabadır. Çünkü müşriklerin vicdanlarında
temel ilkelere dayalı bir inanç yapısı kurabilmek için, bunun yanısıra
hayatlarının değer yargılarının ölçülerini bütünü ile düzeltebilmek için bu
olgunun gerçek olduğuna inandırılmaları ön şart idi. Ahiret gününe inanmak
gök kaynaklı bu inanç sisteminin temel taşı olduğu gibi, insana yaraşır
hayat düşüncesinin de temel taşıdır. Bu hayatla ilgili olan herşey sonunda
varıp ona dayanır. Hayatın her alanına egemen olan değer ölçüleri de ancak
bu inanç temeline dayandırılarak düzeltilebilir. İşte bu yüzden bu inancı
kalplere ve kafalara yerleştirebilmek için bunca uzun ve yoğun çabaların
harcanması gerekmiştir.
Yüce Allah, surenin bu ilk ayetlerinde kıyamete
ilişkin vaadinin gerçekleşeceği yolunda yemin ediyor. Yemin cümlelerini
okurken ilk başta şunu fark ediyoruz. Üzerine yemin edilen şeyler bilgi
alanımızda kapalı, evren ve insan hayatına etkileri yansıyan gizemli
güçlerdir.
Eski tefsir bilginleri bu "gizemli güçler"in ne
olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürüyorlar. Kimi bu yemin
cümlelerinde sözü edilen güçlerin kesinlikle "rüzgarlar", kimi "melekler"
olduklarını ileri sürerken kimileri bu cümlelerin bir kısmında meleklerin ve
geriye kalanlarında da rüzgarların kastedildiğini söylüyor. Bu görüş
farklılıkları, bu sözcüklerin anlamlarının belirsiz olduğunu kanıtlar.
Aslında sadece yüce Allah'ın bildiği bir gayb meselesi (yani kıyamet günü)
hakkında yemin edilirken belirsiz şeyler üzerine yemin edilmesi son derece
tutarlı ve uyum gözetici bir yöntemdir. Bu yemin cümleleri ile demek
isteniyor ki, bu gaybe ilişkin olgular nasıl aslında birer realite ise ve
insan hayatını etkiliyorlarsa kıyamet günü de öyledir, o da bir gün
gerçekleşecek olan bir realitedir. Evet;
"Dalga dalga salınanlara."
Ayette geçen "salınanlar, gönderilenler"
sahabilerden Ebu Hureyre'ye göre "melekler" demektir. Mesruk'un, Ebu
Duha'nın ve Mücahid'in görüşlerinden birine göre ve Sudey'in, Rebi b.
Enes'in, Ebu Salih'in tek olan görüşlerine göre aynı yorum geçerlidir. O
zaman bu yemin cümlesi "savaş atları gibi akın akın ve ardarda birlikler
halinde gönderilen ardışık melek gruplarına andolsun" anlamına gelir.
Abdullah b. Mesud'a göre ise bu "gönderilenler"den
maksat "rüzgarlar''dır. Buna göre yemin cümlesinin anlamı "savaş atları gibi
akın akın ve ardarda dalgalar halinde harekete geçirilen rüzgar bulutlarına
yemin ederim" olur. Abdullah b. Mesud, "Kasırga gibi esip savuranlara" ve
"Her yana dağıtanlara" ayetlerinde rüzgarların kastedildiğini öne sürüyor.
Bir rivayete göre onun bu görüşü Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Ebu
Salih tarafından da paylaşılmaktadır.
İbn-i Cerir de ilk ayetteki "Mürselât" sözcüğünün
"Melekler" mi, yoksa "rüzgarlar" mı demek olduğu konusunda tereddüte
düşerken, kesin hüküm vermekten kaçınırken ikinci ayetteki "Asıfat"
sözcüğünün kesinlikle "rüzgarlar" anlamına geldiğini belirtiyor. Üçüncü
ayetteki "Naşizat" sözcüğünün de "bulutların gökteki dağıtıcıları" anlamında
"rüzgarlar" demek olduğunu da kuşkusuz bir dille ifade ediyor.
Abdullah b. Mesud'a göre dördüncü ve beşinci
ayetlerde kullanılan "farikat" ve "mulkiyat" sözcüklerinden de melekler
kasdediliyor. Bu görüşü Abdullah b. Abbas, Mesruk, Mücahid, Katade, Rebi b.
Enes, Suddey ve Sevri de tartışmasız biçimde paylaşırlar. Bu ortak görüşe
göre sözkonusu melekler, yüce Allah'ın izni ile peygamberlere inerek gerçeği
eğriden ayırd ediyor ve bu elçilere vahyin mesajını iletiyorlar. Bu mesaj
hem insanların hesaplaşma gününde ileri sürebilecekleri bahaneleri peşinen
çürütüyor, hem de onları uyarıyor.
Bizim anladığımıza göre üzerinde yemin edilen bu
sözcüklerde amaç, insanları meçhul ile korkutmaktır. Tıpkı "ed-dariyati
derven" ve "en-naziati nez'an" ayetlerinde olduğu gibi.(Zariyat" ve "Naziat"
surelerinin ilk ayetleri) Bu sözcüklerin anlamları hakkında görüş
ayrılıkları ortada bir belirsizlik olduğunu kanıtlar. Bu belirsizlik bu
noktada temel bir niteliktir, bu sözcüklerin duyurdukları üstü-kapalı mesaj
burada son derece bariz bir öğedir. Bu üstü-kapalı anlatım, gerek
sözcüklerini oluşturan seslerin titreşimleri yolu ile, gerek vurgularının
birbirini izlemesi yolu ile ve gerekse uyandırdıkları dolaysız çağrışımlar
aracılığı ile insanda duygusal bir sarsıntı meydana getirir. İnsanın duygu
dünyasında meydana gelen bu sarsıntı, bu deprem surenin konusuna ve
doğrultusuna son derece uygun düşer. Çünkü surenin bu girişi izleyen bütün
kesitleri birer deprem, birer sarsma eylemidir. Sanki birinin gırtlağından
tutulup sarsılmış da kendisi işlediği bir günah hakkında ya da inkar ettiği
bir açık ayet hakkında sorguya çekilmiş ve arkasından "O gün inkarcıların
vay haline!" diye tehdit edilmiştir.
HESAP GÜNÜ
Bunun arkasından son hesap gününde evrenin
dengesinde meydana gelecek olan alt-üst olmalara ilişkin sahnelerde gözlenen
sert sarsıntı geliyor. O gün Peygambere verilen bir "randevu"
niteliğindedir. Bu randevuda tüm peygamberler insanlığa yönelik çağrılarının
bilançosunu sunacaklardır.
8- Yıldızlar
karardığı zaman,
9- Gök parçalandığı
zaman,
10- Dağlar ufalanıp
dağıldığı zaman,
11- Peygamberlerin
tanıklık sıraları geldiği zaman,
12- Bu tanıklık
hangi güne ertelendi?
13- Hüküm gününe.
14- Hüküm gününün ne
olduğunu biliyor musun?
15- O gün
inkarcıların vay haline!
O gün yıldızlar kararır, gök parçalanır dağlar
ufalanıp havada uçan toza dönüşür. Kur'an'ın çeşitli surelerinde bu evrensel
alt-üst oluşu tasvir eden birçok sahneler sunulur. Bütün bu sahnelerin
verdikleri ortak imaj şudur. O gün görünen evrenin şırazesi kopar. Bu
kopmaya korkunç gürültüler, sarsıntılar ve patlamalar eşlik eder. Bu
dehşetli olaylar insanların öteden beri gözledikleri deprem gibi volkanik
patlamalar gibi, yıldırımlar gibi korku ve dehşet saçan küçük çaplı doğal
olaylara hiç benzemezler. Eğer bir karşılaştırma yapacak olursak bu doğal
olaylar, kıyametin dehşetli olayları yanında hidrojen bombası yanındaki
çocukların bayram fişekleri patlamaları gibi kalır. Bu karşılaştırma bile
sadece bir meseleyi insan aklına yaklaştırma girişiminden ibarettir. Yoksa
evrenin parçalanmasının ve bize anlatıldığı biçimde dağılmasının meydana
getireceği dehşet, kesinlikle insanın tasavvur kapasitesine sığmayacak kadar
büyüktür.
Bu evrensel sahnelerde somutlaşan dehşetin yanısıra
okuduğumuz ayetlerde kıyamet gününe ertelenen bir başka büyük olaya
değiniliyor. Bu olay bütün peygamberlerin uzun insanlık boyunca
sürdürdükleri çağrı misyonunun bilançosunun sunulmasıdır, bu sunuluşa
ilişkin randevudur. Bütün peygamberlere o gün için randevu verilmiş, o gün
genel bir buluşma günü olarak belirlenmiştir. Bu buluşmada peygamberler
göklerden, yeryüzünden ve dağlardan daha ağır basan o büyük konuya ilişkin
son hesaplarını sunacaklar, dünya hayatının tüm problemleri çözüme
bağlanacak, Allah bu problemlere ilişkin hükmünü verecek, ardışık insan
kuşaklarını ve bütün çağları bağlayan son söz söylenecektir.
Ayette ifadede bu büyük olaya ilişkin bir korkutma
vardır. Bu korkutma, olayın kavrama kapasitelerini aşan mahiyetinin
büyüklüğünü anlatacak boyutlardır. Okuyalım:
"Peygamberlerin tanıklık sıraları geldiği zaman, bu
tanıklık hangi güne ertelendi? Hüküm gününe, hüküm gününün ne olduğunu
biliyor musun?"
Ayetlerin anlatım biçimi, son derece önemli ve
korkunç bir olaydan sözedildiğini açıkça ortaya koyuyor. Öyle ki, bu
korkunçluk sönen yıldızların, parçalanan göğün ve ufalanıp toz gibi uçuşan
dağların saldıkları korkuyu bile geride bırakıyor. Bu vurgunun korkunçluğu
ve dehşeti duygulara işleyince hemen arkasından şu dehşetli vurgu ve şu
korkunç uyarı ile sarsılıyoruz:
"O gün inkarcıların vay haline!" ,
Bu uyarı üstün ve karşı konulmaz iradeli yüce
Allah'tan geliyor. Üstelik evrene egemen olan dehşeti ve son mahkeme
oturumunun ürperticiliğini izliyor. bu oturuma bütün peygamberler de
katılıyor ve kéndilerine verilen bu randevuda son bilançolarının rakamlarını
sunuyorlar. Bu zaman dilimine bağlanarak yapılan bu uyarının sarsıcı bir
ağırlığı, ürkütücü bir etkisi vardır.
Müşrikler, son hüküm gününün dehşetli olaylarına
yönelik gezilerinden döner dönmez yeni bir geziye çıkarılıyorlar. Bu gezide
önceki ve sonraki insan kuşaklarının yokediliş sahneleri ile yüzyüze
geleceklerdir.
16- Önceki inkarcı
toplumları yoketmedik mi?
17- Sonraki
inkarcıları da katarız onlara.
18- İşte biz
günahkârlara böyle yaparız.
19- O gün
inkarcıların vay haline!
Görüldüğü gibi bir tek fırça darbesi ile "önceki"
yokedilen toplum yığınları ve yine bir başka fırça darbesi ile "sonraki"
yokedilmiş insan yığınları gözler önüne seriliyor. Yok edilen yığınların
vücud kalıntıları gözlerimiz önünde uzayıp gidiyor. Bu ölü vücut artıkları
önünde yüce Allah'ın varlık bütününe ilişkin şu yasası dile geliyor:
"İşte biz günahkarlara böyle yaparız."
Bu sürekli geçerliği olan bir yasadır. Onun kapsamı
dışına çıkılamaz. O anda günahkârlar "öncekiler"in ve "sonrakiler"inkine
benzer bir yokoluş darbesini beklemeye koyulmuşlarken mahvolmaya, hiç olmaya
ilişkin bildiğimiz şu tehdit içerikli beddua ile yüzyüze geliyorlar:
"O gün inkarcıların vay haline!"
İNSANIN YARATILIŞI
Yıkıntılar ve insan vücudunun kalıntıları arasında
geçen bu geziden döner dönmez yaratmayı, can vermeyi, küçük-büyük her
canlıyı belirli bir plâna, bir ön tasarıya göre geliştirme olgularını
gözlememizi sağlayan yeni bir geziye çıkarılıyoruz.
20- Sizi basit bir
sıvı damlasından yaratmadık mı?
21- Sonra o sıvı
damlasını korunaklı bir yuvaya yerleştirmedik mi?
22- Belirli bir
sürenin sonuna kadar.
23- Biz o sıvı
damlacığın gelişmesini aşamalı bir plâna bağladık. Biz ne güzel plân
yaparız.
24- O gün
inkarcıların vay haline!
Bu gezi, insan yavrusunun gelişme evrelerini izleyen
uzun ve şaşırtıcı bir gezidir. Fakat bu sahnede sayılı birkaç fırça darbesi
ile özetleniyor. Basit bir su damlacığı ana rahmindeki korunaklı bir yuvaya
akıtılıyor ve belirli bir sürenin sonuna kadar orada kalıyor. Bu yaratılma
eyleminin evrelerinde görülen bariz ve duyarlı plân ise her şeyi plânının
kapsamına alan yüce hikmeti düşündürecek, kutsal ve güzel bir yapıcılığı
kanıtlayan su değerlendirme cümlesinde dile getiriliyor.
"Biz o su damlacığının gelişmesini aşamalı bir plana
bağladık. Biz ne güzel plân yaparız: '
Hiç bir şeyi kapsam-dışı bırakmayan bu plânı
bildiğimiz o tehdit izliyor:
"O gün inkârcıların vay haline!"
Arkasından yeryüzünde bir geziye çıkarılıyoruz. Bu
gezi sırasında yüce Allah'ın bu gezegende insanın yaşamasını düzenleyen
planını, yeryüzünün bu hayatı mümkün kılacak şartlarla donatıldığı gerçeğini
gözlüyoruz.
25- Biz yeryüzünü
barinak yapmadik mi?
26- Ölüler için de
diriler için de.
27- Orada yüksek
daglar yaratmadik ve size tatli sular içirmedik mi?
28- O gün
inkarcilarin vay haline!
Bu yeryüzünü ölü-diri bütün yavrularini bagrina
basan bir ana kucagi yapmadik mi? "Orada yüksek daglar yaratmadik mi?"
Doruklari bulutlu ve yasamlarinda tatli su dereleri akitan, yerlerinden
oynamaz, yalçin daglardir bunlar. Bu isler hiç plânsiz, ön-tasarisiz olur
mu? Hikmetsiz ve amaçsiz olarak meydana gelir, varliklarini sürdürebilir mi?
Bütün bunlardan sonra inkarcilar, gerçekleri nasil yalanlayabiliyorlar?
"O gün inkârcilarin vay haline!"
İNKARCILARIN KORKUNÇ
SONU
Bu sahnelerin sunulusundan ve duygulara asiladiklari
etkilerin algilanisindan sonra surenin akisi birdenbire yön degistirerek o
son hesaplasma ve davranislara karsilik belirleme durusmasina dönüyor. Bu
sirada inkarci günahlara yöneltilen bir emrin korkunç sesi kulaklarimiza
doluyor. Aci bir paylama ve sert bir azar içeren bu emirde günahkârlar dünya
hayatinda yok saydiklari azaba dogru yol almaya çagriliyorlar.
29- Şimdi inkar
ettiğiniz yere koşunuz!
30- Üç çatallı
gölgeye koşunuz.
31- Serinlik
sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye!
32- O saray gibi
kocaman kıvılcımlar saçar.
33- Her biri birer
sarı deve gibi kıvılcımlar,
34- O gün
inkarcıların vay haline!
Uzun bir yargılanma işleminin tutukluğu ve zorunlu
konukluğu arkasından artık serbest olarak gidebilirsiniz. Fakat nereye
doğru. Bu hareket özgürlüğü, aslında tutulduktan beter bir şey! "Şimdi inkar
ettiğiniz yere koşunuz." İşte şuraya doğru. Orası tam karşınızda duruyor.
"Üç çatallı gölgeye koşunuz: ' Orası cehennem ateşinden yükselen ve üç kol
halinde yayılan dumanların gölgesidir. Ama ne gölge! Kavurucu güneşten daha
beter bir şey! "Serinlik sağlamayan ve alevden korumayan gölgeye!" Bu gölge
boğucu, yakıcı, kavurucu bir gölge! Sırf alay üslubunun bir uzantısı olarak
ona "gölge"denmiş. Bir de cehennem ateşinden yükselen dumanın gölgesi ile
avutma amacı taşıyor bu isimlendirme. Koşunuz. Nereye doğru gideceğinizi
biliyorsunuz. Varacağınız o yeri bildiğiniz için oranın adını söylemeye
gerek yok. "O, saray gibi kocaman kıvılcımlar saçar. Her biri birer sarı
deve gibi kıvılcımlar." Oranın ardarda saçtığı kıvılcımların, her biri
duvarları taştan örülmüş bir ev iriliğindedir. (Eski araplar duvarları
taştan örülmüş her eve "kasr" yani "saray" adını verirlerdi. Buna göre
burada sözü edilen sarayın şimdilerde görmeye Alıştığımız saraylar kadar
kocaman olması şart değildir.) Bu kıvılcımlar birbirini izledikçe, her biri
çayıra yayılmış otlayan birer sarı deveyi andırır. Bunlar kıvılcımlar. Ya
peki bu iri kıvılcımları saçan ateşin kendisi acaba nasıl bir şey!
Yürekleri bu korkunun doldurduğu anda o bildiğimiz
değerlendirme cümlesi yine karşımıza çıkıyor:
"O gün inkarcıların vay haline!"
Cehennemde somutlaşan maddi korkunun sunulmasını,
insanı susturan, ona dilini yutturan manevi korkunun sunulması izliyor,
böylece sahneye bütünlük kazandırıyor.
35- Bugün onların
konuşamayacakları bir gündür.
36- Özür
dilemelerine de izin verilmez.
37- O gün
inkarcıların vay haline!
Buradaki korkunç suskunluk, ürkütücü siniklik ve
ürpertici çekingenlik, duyulan dehşeti yansıtır. Bu dehşetin arasına ne bir
söz, ne de özür dileme girebiliyor. Çünkü artık tartışma ve özür dileme
zamanı geride kalmıştır. "O gün inkârcıların vay haline!"
Kıyamet gününe ilişkin başka sahnelerde
günahkarların hayıflanmaları, pişmanlıkları, yeminleri ve özür dilemeleri
dile getirilir. O gün uzun bir gündür. Abdullah b. Abbas'ın dediğine göre
içinde bu da olur, onlar da olur. Burada bu korkunç suskunluk karesinin
dondurulması, duruma ve ayetlerin çağrışımına uygun düşmesi yüzündendir. ,
38- Bugün sizi ve
sizden öncekileri biraraya getirdiğimiz bir hüküm günüdür.
39- Eğer bana karşı
oynayacağınız bir oyununuz varsa haydi, oynayın bakalım.
40- O gün
inkarcıların vay haline!
Bugün özür dileme günü değil, hüküm verme günüdür.
Sizleri, sizden öncekilerle birlikte biraraya getirdik. Alabildiğiniz bir
önlem varsa Alınız. Yapabileceğiniz bir şey varsa yapınız. Hayır. Ne
alabilecekleri bir önlemleri ve ne de yapabilecek bir şeyleri vardır.
Uğradıkları sert paylama karşısında çekingen suskunluktan başka yapacak bir
şey bulamıyorlar. "O gün inkarcıların vay haline!"
İNANANLARIN MUTLU
SONU
41- Kötülüklerden
sakınanlara gelince anlar ağaç gölgeleri altında ve pınar başlarındadırlar.
42- Canlarının
çektiği meyvalarla başbaşadırlar.
43- "Yapmış
olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak şimdi afiyetle yiyiniz ve içiniz."
44- Biz iyilik
yapanları, İşte böyle ödüllendiriniz.
45- O gün
inkarcıların vay haline!
Evet, kötülüklerden sakınanlar cennet ağaçlarının
gölgeleri altındadırlar. Bu defa gölgeler gerçek gölgelerdir. Cehennem
dumanından yükselen üç çatallı, serinlik vermez, ateşten korumaz, sözde
gölgeler değillerdir. Ayrıca onlar pınar başlarındadırlar. Yakıcı susuzluk
uyandıran, boğucu cehennem dumanları arasında déğillerdir. Bunların yanısıra
onlar "Canlarının çektiği meyvalarla başbaşadırlar." .Onlar bu somut
nimetlerin ötesinde kalabalıkların gözleri ve kulakları önünde şu yüce
onurlandırıcı sözlere de muhatap olacaklardır:
"Yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak şimdi
afiyetle yiyiniz, içiniz. Biz iyilik yapanları, İşte, böyle ödüllendiririz."
Aman Allah'ım! Yüceler yücesi Allah'tan gelen ne
büyük lütuf ve ne büyük onurlandırma! Sonra: "O gün inkârcıların vay
haline!"
Bu tehdit, az önceki nimetlerin ve onurlandırıcı
ağırlamanın tam karşıtıdır. Şimdi de daha önceki ayetlerde defteri dürülüp
arkada bırakılan dünya hızlı bir çekimle gözlerimizin önüne getiriliyor. Bir
de bakıyoruz ki, tekrar yeryüzündeyiz ve günahkârlar azar ve paylama
yağmuruna tutulmuşlardır.
46- Şimdi yiyiniz,
azıcık safa sürünüz, sizler suçlusunuz.
47- O gün
inkarcıların vay haline!
Böylece ardışık iki kesitte sunulan iki sahnede
dünya ile ahiretin bütünleştikleri görülüyor. Aralarındaki korkunç zaman
uçurumuna rağmen sanki her ikisi de aynı anda varlık sahnesinde beliriyor.
Az önce kötülüklerden sakınanlara ahirette seslenilirken şimdi dünyada
günahkârlara sesleniliyor. Sanki bu zavallılara şöyle denmek isteniyor; "Bu
iki durum arasındaki farkı kendi gözlerinizle görünüz. O dünyanın
nimetlerinden mahrum kalma, orada uzun süreli azaba çarpılma karşılığında şu
dünyada azıcık yiyiniz, keyfinizce yaşayınız bakalım:' Sonra?:
"O gün inkarcıların vay haline!"
Sonra bu zavallıların şaşırtıcı tutumlarından
sözediliyor. Adamlar doğru yola çağrıldıkları halde bu çağrıya uymuyorlar.
48- Onlara "rükûa
varın" dendiğinde rüküa varmazlar.
49- O gün
inkârcıların vay haline!
Bunca ayrıntılı yol göstermelere, bunca ısrarlı
uyarılara rağmen takındıkları tutum budur İşte. O halde;
50- Onlar Kur'an'a
inanmadıktan sonra hangi söze inanacaklar?
Yalçın kayaları sarsan, sıra dağları depreme
tutulmuş gibi sallayan bu söze, bu Kur'an'a inanmayan kimse artık hiç bir
söze inanmaz. Bu zavallının akıbeti artık bedbahtlık, mutsuzluk ve acı
sondur. Bu bedbaht kötüyü ne fena bir akibet bekliyor!
Bu sure özü ile, ifade yapısı ile müzikal ahengi
ile, çarpıcı sahneleri ile, yüksek ateşi ile doğrudan doğruya bir
saldırıdır. Bu saldırıya ne kalp dayanabilir ve ne de insan varlığı karşı
durabilir.
Kur'an'ı indiren ve ona bu yüksek etkileme gücünü
bağışlayan Allah ne kadar yücedir!
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.