73-Müzzemmil
1-Ey örtüye
bürünerek saklanan Muhammed,
2- Geceleyin biraz
uyuduktan sonra kalk
3- Gecenin yarısında
uyanık ol, ya bu miktarı biraz eksilt
4- Ya da artır da
ağır ağır Kur'an oku.
5- Çünkü biz sana
sorumluluğu ağır bir söz indireceğiz.
6- Kuşkusuz gece
ibadeti, gündüze göre daha zor, fakat sözü daha etkilidir.
7 Çünkü gündüzleri,
seni uzun uzun uğraştıracak işlerin vardır.
8- Rabbinin adını
an, bütün varlığında O'na yönel
9- O doğunun da,
batının da Rabbidir, O'ndan başka ilah yoktur. O halde tek dayanağın O
olsun.
Evet, "Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed,
kalk..." Bu göğün seslenişi, yüceler yücesi Allah'ın komutudur. Kalk, seni
bekleyen büyük görev için, senin tarafından sırtlanmak üzere hazırlanan ağır
yükün altına girmek için ayağa kalk. çalışmak, yorulmak, sıkıntı çekmek ve
eziyetlere katlanmak için ayağa kalk. Kalk, uyku ve istirahat zamanı geride
kaldı. Kalk, bu görev için hazırlan, onun gerektirdiği eğitimden geç.
Bu komut Peygamberimizi sakin evinin, ılık yuvasının
yumuşak yatağından çekip çıkararak coşkun ve kurşun gibi ağır dalgalarının
ortasına, vicdanlardaki ve pratik hayattaki çékici ve itici boğuşmaların
arasına atan büyük ve ürpertici bir buyruktur.
Sırf kendisi için yaşayan kimse huzur içinde
yaşayabilir. Fakat küçük olarak yaşar ve küçük olarak ölür. Böylesine ağır
bir yükü sırtlanan büyük adama gelince uyku, rahatlık, ılık yatak, sakin
hayat ve gönül okşayan konfor onun neyine. Peygamberimiz işin iç yüzünü
anlamış, gerçeği farketmişti. Bu yüzden eşi Hatice'nin heyecanını
yatıştırması ve uyuması yolundaki önerisine "Ey Hatice, uyku zamanı geride
kaldı" diye karşılık verdi. Evet, uyku dönemi bir daha geri gelmemek üzere
gerçekten geçmişti. O günden itibaren Peygamberimizi sadece uykusuz geceler,
yorgunluklar, uzun ve zorluklarla dolu bir cihad görevi bekliyordu. Evet;
"Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed, Geceleyin
biraz uyuduktan sonra kalk
Gecenin yarısında uyanık ol, ya bu miktarı biraz
eksilt, ya da artır da ağır ağır Kur'an oku."
Burada büyük göreve hazırlayıcı, araçları ilahi
kaynaklı ve garantili sonuç verecek bir eğitim proğramı ile karşı
karşıyayız. Bu programın ana maddesi gece uykusunu bölerek kalkmaktır. Üst
sınırı gecenin yarısından çok ve üçte ikisinden az bir süredir. Alt sınırı
ise gecenin üçte birlik bölümüdür. Gecenin bu saatlerinde namaz kılınacak ve
ağır ağır Kur'an okunacaktır. Ayetin orjinalinde kullanılan "tertil" sözcüğü
tok sesle, "tecvid" kuralları uyarınca her harfi doğru biçimde
seslendirecek, bu arada şarkı söyler gibi yapmayarak, sözcükleri ağız
boşluğunda dalgalandırmaktan kaçınarak Kur'an okumaktır.
Peygamberimizin geceleri kıldığı "vitir"
namazlarının on bir rekatı geçmediği yolunda elimizde kesin bilgiler vardır.
Fakat Peygamberimiz gecenin üçte birinden biraz eksik bölümünü bu rekatlarla
geçirirdi. Çünkü Kur'an'ı ağır ağır, tane tane okurdu.
İmam-ı Ahmed'in Yahya b. Said (ibn-i Ebu Arub),
Katade ve Zarare b. Evfa kanalı ile "Müsned" adlı eserinde verdiği bilgiye
göre Said b. Hişam bir gün Abdullah b. Abbas'a gelerek kendisine
Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığını sordu. Abdullah ibni Abbas
da ona "Peygamberimizin kıldığı vitir namazı hakkında en geniş bilgisi olan
kimsenin kim olduğunu sana söyleyeyim mi?" diye sordu. Said b. Hişam'ın
"evet, söyle" demesi üzerine Abdullah b. Abbas "Hz. Ayşe'ye git ve bu soruyu
ona sor, sonra da gel, verdiği cevabı bana anlat" dedi. Hikayenin bundan
sonrasını Said b. Hişam şöyle anlatıyor:
Hz. Ayşe'ye "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin
ahlâkı hakkında bana bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana "Sen Kur'an okumuyor
musun?" diye sordu. "Evet" demem üzerine "Peygamberimizin ahlâkı Kur'an'ın
kendisi idi:' dedi. Bu cevabın arkasından kalkmayı düşünmüştüm ki, birden
aklıma Peygamberimizin gece ibadeti konusu geldi. Hz. Ayşe'ye "Ey müminlerin
annesi, Peygamberimizin gece nasıl ibadet ettiği konusunda banâ bilgi ver"
dedim. Hz. Ayşe bana "Sen Müzzemmil suresini okumadın mı?" diye sordu.
"Evet, okudum" demem üzerine Hz. Ayşe şùnları söyledi; "Yüce Allah bu
surenin baş kısmında geceleri ibadet etmeyi farz kıldı. Bunun üzerine
Peygamberimiz ile yakın arkadaşları bir yıl boyunca geceleri ayakları
şişesiye kadar namaz kılmaya koyuldular. Yüce Allah bu surenin son ayetini
on iki ay gökte tuttu. Bir yıl sonra inen son ayetle bu yük hafifletildi ve
gece ibadeti farz olmaktan çıkarak nafileye dönüştü.
Bu cevabın arkasından yine kalkmayı düşünmüştüm ki,
birden aklıma Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığı konusu geldi.
Hz. Ayşe'ye "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı
kıldığı hakkında bana bir bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana şunları söyledi;
"Biz O'nun abdest suyunu ve misvakını hazırladık. Allah O'nu gecenin
dilediği saatinde uyandırırdı. Kalkınca ağzını misvaklar, abdest alır ve
namaza dururdu, hiç oturmadan sekiz rekat kılardı. Sekizinci rekatta
oturunca Allah'ın adını anar, O'na dua ederdi. Sonra selâm vermeden kalkar,
dokuzuncu rekatı kılardı. Sonra oturup tek olan Allah'ın adını anar, dua
eder, arkasından işitebileceğimiz bir ses tonu ile selam verirdi. Bu selamın
arkasından oturduğu yerde iki rekat daha kılardı. Yavrum, böylece kıldığı
vitir namazı on bir rekat olurdu. Sonraları yaşlanıp da vücudu ağırlaşınca
ayakta kıldığı dokuz rekatlık vitri yedi rekata indirdi. Selam verdikten
sonra da oturarak iki rekat daha kılıyordu. Yavrum, böylece kıldığı toplam
vitir namazı dokuz rekat oluyordu. Peygamberimiz kıldığı namazları sürekli
olarak kılmayı severdi. Bu yüzden geceleri uyanamayınca yahut bir sancısı,
bir hastalığı olunca kaçırdığı bu gece namazı yerine gündüzleri on iki rekat
kılardı. Peygamberimizin gece sabaha kadar Kur'an okudu~unu ve Ramazan
dışında bir ay boyunca oruç tuttuğunu hiç hatırlamıyorum.
Bu eğitim proğramı, indirilecek olan "ağır söz"e
Peygamberimizi hazırlamak içindi. Okuyoruz:
"Çünkü biz sana sorumluluğu ağır bir söz
indireceğiz."
"Ağır söz"den maksat bu Kur'an ve içerdiği
yükümlülüklerdir. Kur'an aslında "ağır" değildir, okunması ve anlaşılması
kolay bir kitaptır. Fakat o "hak" terazisindeki tartısı ve kalplere yönelik
etkisi açısından "ağır"dır. Nitekim yüce Allah başka bir ayette "Eğer biz bu
Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusu ile parça parça
olduğunu görürdün" buyuruyor. (Haşr Suresi, 21) Ama yüce Allah Kur'an'ı bir
dağa değil de onu algılamaya yetenekli ve dağdan daha sağlam, daha sarsılmaz
bir kalbe indirdi.
Bu nur ve bilgi feyzini algılayıp özümlemek,
gerçekten uzun hazırlığı gerektiren ağır bir işti.
Büyük ve soyut evrensel gerçeklerle iletişim kurmak,
gerçekten uzun hazırlığı gerektiren ağır bir işti.
Yüceler alemi ile, evrenin özü ile, canlı-cansız tüm
yaratıkların ruhları ile Peygamberimizin kurduğu gibi bir ilişki kurmak,
gerçekten uzun varlığı gerektiren ağır bir işti. Tereddütsüz ve kuşkusuz bir
kararlılıkla bu yola koyulmak, bu görevi yürütürken içgüdülerin
fısıltılarına, dışardaki çekim odaklarına ve engellere kapılmaksızın,
sağa-sola bakmaksızın ilerleyebilmek, gerçekten uzun hazırlık gerektiren
ağır bir işti.
Geceleyin herkes uyurken ayakta olup ibadet etmeyi,
gündelik hayatın dağdağasından ve karmaşasından uzaklaşarak yüce Allah ile
ilişki kurmayı,,O'nun feyzini ve nurunu algılamayı, O'nun birliğinin
beraberliğinde coşup O'nunda başbaşa kalmanın masum yaşamayı, sanki yüceler
aleminden yeni iniyormuş gibi ve varlık aleminin her yanından sözsüz ve
sözcüksüz bir yankı yükseliyormuş gibi bir heyecanla evrenin sessizliği
ortasında ağır ağır Kur'an okumayı, gecenin karanlığı içinde Kur'an'ın
ışınlarını, mesajlarını ve yüksek frekanslı titreşimlerini düşünelim. Bütün
bunlar bu "ağır sözü" yüklenmeye, bu değerli yükümlülüğü sırtlanmaya, bu
ağır sıkıntıyı göğüslemeye hazırlanan Peygamberimiz için son derece gerekli
birer azık niteliğindedirler. Aynı zamanda bu çağrının savunuculuğunu
üstlenen her kuşaktan dava adamları için bu böyledir. Bu saydıklarımız, uzun
ve meşakkatli yolları boyunca dava adamlarının kalplerini aydınlatır, onları
şeytanın vesveselerinden ve bu aydınlık yolu saran karanlıkların çöllerinde
şaşırmaktan korur. Okumaya devam edelim:
"Kuşkusuz gece ibadeti, gündüze göre daha zor, fakat
sözü daha etkilidir." Ayetin orjinalinde geçen "naşietelleyli" tamlaması
"gecenin yatsıdan sonraki gelişmeleri" anlamına gelir. Ayette "gece
faaliyetleri gündüze göre daha zor yani vücut için daha yorucu, fakat "sözü
daha etkilidir". Tefsir bilgini Mücahid'in açıklamasına göre "yararı daha
kalıcıdır" deniyor. Gerçekten gündüz yorgunluğu arkasından uykunun çağrısı
çok güçlü olur, yatağın çekiciliği dayanılmaz boyutlara ulaşır, bu çağrıya
ve bu çekiciliğe karşı koyup bir şeyler yapmak, mesela ibadet etmek insan
vücuduna son derece yorucu gelir. Fakat vücudun bu isteğini yenerek uyanık
kalabilmeyi başarmak ruhun özgürlüğünü ilan etmek,
Yüce Allah'ın çağrısına olumlu cevap vermek, O'nunla
başbaşa kalma uğruna özveride bulunmaktır. Bu yüzden gecenin sözü "daha
etkili"dir. Geceleyin Allah'ı anmanın ayrı bir hazzı, gece kılınan namazın
ayrı ürperticiliği, geceleyin Allah'a yalvarmanın ayrı bir coşkusu vardır.
Gece zikirleri, gece namazları, gece duaları kalbe öylesine büyük bir huzur
ve Allah'a yakınlık duygusu doldurur ki, kalpleri öylesine duyarlı ve ışıklı
hale getirir ki, bu durum gündüz namazlarında ve zikirlerinde
görülmeyebilir. Kalplerin yaratıcısı olan yüce Allah onların giriş
kanallarını, bam tellerini, onlara hangi mesajların gideceğini ve etkili
olabileceğini; onların günün hangi saatlerinde daha açık mesaj almaya daha
hazırlıklı ve yetenekli olacaklarını, hangi uyarıcıların onlarda daha canlı
ve güçlü etki uyandırabileceğini herkesten iyi bilir.
Kulu ve elçisi Hz. Muhammed'i bu "ağır söz"ü
algılamaya ve bu koca yükü sırtlanmaya hazırlayan yüce Allah, O'nun için
gece ibadetini uygun gördü. Çünkü gece faaliyetleri, gündüze göre daha zor
ve daha yorucu olmakla birlikte geceleyin söylenen sözler daha etkilidir.
Bunun yanısıra O'nun gündüzleri yoğun işleri ve uğraşmaları vardır, bunlar
O'nun enerjisinin ve ilgisinin çoğunu tüketmektedir. Okuyalım:
"Çünkü gündüzleri, seni uzun uzun uğraştıracak
işlerin vardır."
Öyleyse Peygamberimiz gündüzlerini bu yoğun işlere
ve uğraşmalara ayır
malı, geceleri ise Rabbi ile başbaşa kalarak namaz
kılmalı, Allah'ı anmalıdır. Okuyoruz:
"Rabbinin adını an, bütün varlığınla O'na yönel."
"Allah'ın adını anmak" demek sadece yüzlük ya da
binlik "zikir" tesbihleri ile O'nun yüce adını tekrarlamak demek değildir.
Gerçek anlamda "Allah'ın adını anmak" dille yapılacak zikir ile birlikte
uyanık bir kalbin O'nu anmasıdır; bunun yanısıra aynı kalp duyarlılığı ile
namaz kılmak ve Kur'an okumaktır. Ayetin orjinalinde geçen "tebettül"
sözcüğü de insanın yüce Allah dışındaki herşeyle ilgisini tamamen kesmesi,
tüm varlığı ile Allah'a yönelerek ibadete ve zikre dalması, her türlü
oyalayıcı ve gönül karıştırıcı yabancı duygudan arınması, tam bir duygusal
duyarlılıkla Allah ile başbaşa kalması demektir.
Yüce Allah dışındaki herşeyle ilişkiyi kesme
anlamına gelen "tebettül"ün gereği vurgulandıktan sonra zaten gerçekte Allah
dışında hiçbir şeyin varolmadığı, isteyenin O'na yönelebileceği
vurgulanıyor. Okuyoruz:
"O doğunun da, batının da Rabbidir, O'ndan başka
ilah yoktur. O halde tek dayanağın O olsun."
O bütün yönlerin Rabbidir. O doğunun da, batının da
Rabbidir. O kendisinden başka ilah olmayan "tek" ve "bir"dir. Her şeyden
soyutlanıp sırf O'na bağlânmak, aslında şu evrendeki tek gerçeğe
bağlanmaktır. O'na dayanmak, aslında şu evrendeki tek güce dayanmaktır. Tek
olan Allah'a dayanmak, O'nun birliğine, doğuyu ve batıyı, başka bir deyimle
tüm evreni kapsayan egemenliğine inanmanın dolaysız ürünü ve sonucudur. .
"Kalk" komutu ile bu ağır yükü sırtlanmaya çağrılan
Peygamberimizin her şeyden önce tüm varlığı ile Allah'a yönelmeye, diğer
herşeyi bir yana bırakarak sırf O'na dayanmaya ihtiyacı vardır. Çünkü ağır
bir yük altında çıkacağı uzun yolculuğu sırasında gerekli gücü ve azığı bu
kaynaktan alacaktır.
MÜŞRİKLER VE
CEHENNEM
Sonraki ayetlerde Peygamberimize sabırlı olması;
hemşehrilerinden gelen suçlamalara, yüz çevirmelere, engellemelere ve
baltalama girişimlerine karşı geniş gönüllü olması, mesajını yalanlayanlarla
arasına mesafe koyması, onlara mühlet tanıması direktifi veriliyor.
Yalanlayıcılara mühlet tanımalıdır, çünkü yüce Allah onlar için ağır
zincirler ve acı bir azap hazırlamıştır. Okuyoruz:
10- Müşriklerin
senin için dediklerine sabret, yanlarından nazik bir şekilde ayrıl.
11- Ayetlerimi
yalanlayan o zenginlerin işini bana bırak, onlara biraz süre tanı.
12- Çünkü bizim
yanımızda ağır zincirler ile cehennem vardır.
13- İnsan boğazından
geçmez yiyecekler ile acıklı azap vardır.
14 O gün yer ve
dağlar şiddetle sarsılır, dağlar gevşek kum yığınlarına dönüşür.
15- Ey insanlar, biz
nasıl Firavuna bir peygamber gönderdiysek size de davranışlarınızı yakından
gözleyecek bir peygamber gönderdik.
16- Firavun,
gönderdiğimiz peygambere karşı geldi de kendisini sert bir şekilde
yakalayıverdik.
17- Eğer kafir
olursanız, çocukların saçlarını anında ağartan o günün dehşetinden paçayı
nasıl kurtaracaksınız?
18- O günün dehşetinden gökler
parçalanacaktır. Allah'ın sözü kesinlikle yerine
gelir.
Surenin başlangıç bölümünün Peygamberimize
pèygamberlik görevi yerildiği ilk günlerde indiğini ileri süren birinci
rivayetin doğru olması durumunda surenin bu bölümünün çağrı kampanyasının
açığa vurulduğu, yalanlayıcıların ve dil uzatanların ortaya çıkarak
Peygamberimize ve müminlere eziyet yönelttikleri sonraki yıllarda indiği
kabul edilmelidir. Buna karşılık eğer ikinci rivayetin doğru olduğu
varsayımından hareket edilirse surenin ilk yarısının bir bütün olarak
müşriklerin Peygamberimize yönelik eziyetleri ve yürüttüğü çağrı kampanyası
karşısındaki engellemeleri üzerine indiği düşünülmelidir.
Bu ihtimallerden hangisi doğru olursa olsun, gece
ibadetine ve Allah'ı anmaya ilişkin direktifi izleyen bu ayetlerde
Peygamberimizin sabretmeye yöneltildiği görülüyor. Çünkü gece ibadeti ve
zikir ile sabır bu çağrı hareketinin uzun ve sıkıntılı yolu boyunca kalbi
besleyecek olan iki önemli ve birbirinden ayrılmaz azık türüdürler. Bu iki
azık türü, bu çağrının hem vicdanların kuytu köşelerine yönelik iç yolculuğu
sırasında hem de çağrının düşmanlarına yönelik dış yolculuğu sırasında aynı
oranda gereklidir. Çünkü her iki yolculuk da aynı derecede zor ve
sıkıntılıdır. Bu yüzden Peygamberimize "Müşriklerin senin için
söylediklerine sabret" direktifi veriliyor. Yani müşriklerin kin ve nefret
güdüsü ile senin hakkında söyledikleri bütün çirkin sözleri sabırla karşıla.
Bunun yanısıra;
"Yanlarından nazik bir şekilde ayrıl."
Yani onları paylama, onlara kızma, onlara küsme,
onlara kırıcı karşılıklar verme. Bu direktif, bu çağrı hareketin Mekke
dönemine -Özellikle bu dönemin ilk yıllarına- ilişkin yöntemini yansıtıyor.
Bu yöntem sırf kalplere ve vicdanlara seslenmekten, soğukkanlı duyurma ve
anlatma girişiminden ibaretti.
Kaba davranışları ve yalanlamaları nezaketle
karşılayarak tartışma ortamından tatlılıkla ayrılmak Allah'ı anmanın
yanısıra sabırlı olmayı gerektirir. Yüce Allah bütün peygamberlerine ve bu
peygamberlere inanan "mümin" kullarına ısrarla sabırlı olmayı öğütlemiştir.
Sabır bu davayı omuzlayacak kimselerin azığı, cephanesi, kalkanı, silahı,
sığınağı ve korunağıdır. Sabır, cihaddır. Nefse karşı, nefsin arzu ve
ihtiraslarına karşı, nefsin sapmalarına karşı, nefsin zaaflarına karşı,
nefsin yalpalanmalarına karşı, nefsin aceleciliklerine ve umutsuzluklarına,
onların yöntemlerine, önlemlerine, komplolarına, eziyetlerine ve baskılarına
karşı cihaddır. Genel olarak bütün nefislere karşı cihaddır. Çünkü nefisler
bu davanın yükümlülüklerinden kaytarmaya, sıyrılmaya çalışırlar; bu davanın
özü ile bağdaşmayan, onunla çelişen çeşitli kılıklar arkasında saklanmaya
girişirler. Dava adamının bütün tehlikeler karşısındaki tek azığı sabırdır.
Allah'ı anmak ise hemen hemen her durumda sabrın ayrılmaz yoldaşıdır.
Senin için söylediklerine sabret, yanlarından
nezaketle ayrıl ve o yalanlayıcılar ile aramızdan çekil, onların hakkından
ben gelirim. Okuyalım: "Ayetlerimi yalanlayan o zenginlerin işini bana
bırak, onlara biraz süre tanı." Evet, "Ayetlerimi yalanlayanların işini bana
bırak". Düşünelim ki, bu sözü kahredici, karşı durulmaz ve sarsılmaz üstün
gücün sahibi olan yüce Allah söylüyor. Yalanlayıcılar ise birtakım insanlar.
Onları tehdit eden ise hiç yoktan varedicileri ve bu uçsuz-bucaksız evrenin
tek bir "ol" komutu ile yaratıcısı olan yüce Allah'tır.
O yalanlayıcıları bana bırak. Dava benim davamdır.
Sana düşen sadece onu duyurmaktır. Bırak yalanlasınlar, nezaketle ayrılıver
yanlarından. Onlarla savaşmayı doğrudan doğruya ben üzerime alacağım. Sen
onlar için kafanı yorma, müsterih ol.
Ne sarsıcı, akılları baştan alıcı, bel kırıcı, ağır
bir darbe! Düşünelim ki, bir yanda ezici iradenin sahibi, öbür tarafta şu
zavallı ve güçsüz varlıklar! Bunlar zengin, varlıklı kimselermiş. Yeryüzünün
kendileri gibi olan yaratıkları karşısında istedikleri kadar zorbalık
taslasınlar, yüce Allah karşısında bunun ne anlamı olabilir ki?! Devam
ediyoruz:
"Onlara biraz süre tanı."
Onlara tanınacak süre dünyadaki hayatlarının tümünü
kapsasa bile o ine "azıcık"tır. Dünya hayatı yüce Allah'ın hesabına göre bir
gün, ya da bir günden bile azdır. Bu hayat noktalandığında onların kendi
hesaplarında da bu kadarlık bir yeri olacaktır. Dahası, onlar bu hayatı
kıyamet günü bir saat gibi göreceklerdir. Kısacası bu hayat, süresi ne kadar
olursa olsun, "azıcık"tır. Onlar bu hayatı, ezici ve öc alıcı yüce Allah'ın
pençesinden kurtulmuş olarak noktalasalar bile bunun bir anlamı yoktur.
Çünkü O, az kullarına biraz mühlet tanır, ama arkasından sert biçimde
yakalarına yapışır. Okuyalım:
"Çünkü bizim yanımızda ağır zincirler ile cehennem
vardır. İnsan boğazından geçmez yiyecekler ile acıklı azap vardır."
Ağır zincirler, cehennem ateşi, gırtlaktan geçmez ve
boğazı yırtan yiyecekler ve acı azap. Bunların tümü ellerindeki nimetin
değerini bilmeyen, bu nimeti verene şükretmeyen "varlıklıların, zenginlerin"
nankörlüklerine uygun düşen cezalardır. Ey Muhammed, sen onlara karşı
sabırlı ol, kabalıklarına aldırış etme, bana bırak onları. Çünkü bizim
elimiz altında ağır zincirler var, onlara vururuz bu zavallıları. işkence
nasılmış, görürler o zaman. Cehennemimiz var bizim, atarız onları içine,
sarar vücutlarını onun alevleri. Bizim öyle yiyeceklerimiz var ki,
gırtlaklarım, boğazlarını yırtan tırmalayıcı çıkıntılara sarılmışlardır.
Ayrıca o korkunç günde çarpılacakları acıklı azabımız var, kendilerini
bekleyen.
Arkasından bu korkunç günün sahnesi canlandırılıyor.
Okuyoruz:
"O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır, dağlar
gevşek kum yığınlarına dönüşür." Burada insanları aşarak yeryüzünü,
yeryüzünün çoğu alanlarını kapsamına alan bir dehşet tablosu ile yüzyüzeyiz.
Bu dehşetle yeryüzünün çoğu alanları sarsılıyor, paniğe kapılıyor,
parçalanıyor, çöküyor. Bu dehşetin korkunçluğu karşısında zavallı ve güçsüz
insanların ne hale düşeceklerini varın, siz düşünün.
Bu korkunç sahneyi izleyen ayette varlıklı, zengin
yalanlayıcıların bakışları başka bir tarafa çevriliyor. Kendilerine zorba
Firavun hatırlatılıyor. Arkasından yüce Allah'ın, karşı gelinmez, ezici gücü
ile bu zorbanın yakasına nasıl yapıştığına değiniliyor. Okuyoruz:
"Ey insanlar biz nasıl Firavuna bir peygamber
gönderdiysek size de davranışlarınızı yakından gözleyecek bir peygamber
gönderdik.
Firavun gönderdiğimiz peygambere karşı geldi de
kendisini sert bir şekilde yakalayıverdik."
Burada Firavun hikayesine kısaca değiniliyor. Fakat
bu kısa hatırlatma, Allah'ın ayetlerini yalanlayanların kalplerini
çırıl-çıplak soyarak, tirtir titretecek niteliktedir. Çünkü sarsılan ve
yıkılan yer ve dağ sahnesinin hemen arkasından geliyor.
Az önceki ahiretteki "yakalayış" idi, bu ise
dünyadaki "yakalayış"tır. Peki, müşrikler bu korkunç dehşetten kendilerini
nasıl kurtaracaklar, nasıl korunabilecekler? Okuyoruz:
"Eğer kafir olursanız, çocukların saçlarını anında
ağartan o günün dehşetinden paçayı nasıl kurtaracaksınız?"
Daha önce yeri sarstığı, dağları yerlerinden
oynattığı belirtilen kıyamet dehşeti burada gökleri parçalayan ve genç
yaştaki çocukların saçlarını anında ağartan bir panik tablosunda sunuluyor.
Başka bir deyimle hem cansız tabiatta hem de canlı insanlar üzerinde somut
etkisini gösteren bir dehşetle yüzyüzeyiz. Kur'an bu dehşeti olmakta olan
bir olay gibi bir canlılıkla okuyucuların gözleri önüne getiriliyor.
Arkasından bu dehşeti daha da pekiştiren bir cümle ile karşılaşıyoruz:
"Allah'ın sözü kesinlikle yerine gelir."
Havada kalmaz, mutlaka gerçekleşir. O her istediğini
yapar.. O'nun dilediği hemen oluverir.
Yüce Allah hem evrende ve hem de insanın kendisi
üzerinde somutlaşan bu dehşetin önünde müşriklerin kalplerine dokunuyor,
onları ders almaya, kurtuluş yolunu, yani O'nun yolunu seçmeye özendiriyor.
Okuyalım:
19- Bu söylenenler
bir öğüttür. Dileyen, Rabbine erdirecek yolu tutar.
Bu. sıkıntı dolu dehşete sürükleyen felâketli yolun
yanında Allah'a erdiren yol güvenli ve rahattır.
Bu ayetler yalanlayıcıların dizlerini titretirken
Peygamberimiz ile o günün bir avuçluk güçsüz mümin azınlığın kalplerine
huzur, güven ve sarsılmazlık duygusu aşılıyor. Çünkü Peygamberimiz ve
müminler bu ayetleri okurken şunları hissediyorlar: Yüce Allah onlarla
beraberdir, düşmanlarını tepeliyor, ağır cezalara çarptırıyor. Şu anda
onlara kısa bir mühlet verilmiştir, o kadar. Bu mühletin süresi dolunca
işlerini bitirecektir; tanınan mühletin sonu gelince yüce Allah, hem
kendisinin hem de müminlerin düşmanları olan bu sapıkları yakalarından
tutarak ağır zincirlere vuracak, cehenneme atacak ve acıklı azaba
uğratacaktır.
Yüce Allah gerçi düşmanlarına bir süre için mühlet
tanır, ama hiçbir zaman dostlarını onların ellerine bırakmaz.
Şimdi surenin ikinci yarısına sıra geldi. Tek ve
uzun bir ayetten oluşan bu bölüm, bu konudaki en tutarlı vè güvenilir görüşe
göre surenin girişinden bir yıl sonra inmiştir. Okuyoruz:
20- Senin ve bazı
arkadaşlarının, gecenin ya üçte ikisine yakın bölümünü ya yarısını ya da
üçte birini ibadetle geçirdiğinizi Rabbin biliyor. Gecenin ve gündüzün
sürelerini belirleyen Allah'tır. O bu gece ibadetinin temposuna
dayanamayacağınızın farkındadır. Bundan böyle kolayınıza gelecek kadar
Kur'an okuyunuz. Aranızda hastalar olacağını, bir bölümünüzün Allah'ın
lütfettiği geçim payını elde edebilmek için yeryüzünde oradan-oraya
koştuğunu, bir bölümünüzün de O'nun yolunda savaştığını Allah biliyor.
Öyleyse kolayınıza gelecek kadar Kur ân okuyunuz. Namazı kılınız, zekatı
veriniz, gönüllü olarak ve karşılık beklemeksizin Allah'a borç veriniz.
Kendiniz için yaptığınız hayırları ilerde Allah katında daha yararlı ve daha
büyük ödüllü olarak bulursunuz. Allah'tan af dileyiniz. Hiç kuşkusuz Allah
bağışlayıcı ve merhametlidir.
Bu ayet, çekilen yorgunlukları, zahmetleri ve
sıkıntıları yumuşak okşayışları ile silen serin bir "hafifletme" meltemi
estiriyor. Yüce Allah'ın Peygamberimize ve müminlere yönelik "kolaylaştırma"
çağrısını seslendiriyor. Yüce Allah Peygamberimizin ve müminlerin samimi
bağlılıklarını belirlemiştir. Onların uzun gece namazları boyunca ayakta
dikilmekten ayaklarının şiştiğini görmüştür. Aslında O, uzun uzun Kur'an
okuyarak ve saatlerce namazda durarak sıkıntı çekmesini istemektir. O'nun
istediği tek şey Peygamberimizi, hayatının geride kalan bölümü boyunca
sırtında taşıyacağı ağır göreve hazırlamak ve kendisi ile birlikte bu çetin
yola giren az sayıdaki müminlerin O'nun temposuna ayak uyduracak pişkinlik
düzeyine yükselmelerini sağlamaktı.
Ayetin ilk cümlelerini oluşturan "sesleniş" sevgi
yüklü ve güven aşılayıcıdır.
"Senin ve bazı arkadaşlarının, gecenin ya üçte
ikisine yakın bölümünü ya yarısını ya da üçte birini ibadetle geçirdiğinizi
Rabbın biliyor."
Rabbin seni ve arkadaşlarını görüyor. Yakın
arkadaşlarınla birlikte geceleri uykusuz kalarak kıldığımız namaz Allah'ın
terazisinde ağırlık sağlamış, kabul edilmiştir. Rabbin, senin yakın
arkadaşlarınla birlikte uykularınızı bölerek yataklarınızdan kalktığınızı,
soğuk gecelerde ılık döşeklerinizden isteyerek uzaklaştığınızı, kışkırtıcı
yatak fısıltısı yerine yüce Allah'ın çağrısına kulak verdiğinizi biliyor.
Rabbin sana ve yakın arkadaşlarına acıyor ve taşıdığınız bu gece ibadeti
yükümlülüğünü hafifletmek istiyor. Devam ediyoruz:
"Gecenin ve gündüzün sürelerini belirleyen
Allah'tır."
Buna göre birinden alır, öbürüne ekler. Böylece
geceler bazan uzun, bazan de kısa olur. Sen ve yakın arkadaşların kısa-uzun
ayırımı yapmaksızın gecelerin ya üçte ikiye yakın bölümlerini ya yarılarını
ya da üçte birilerini ibadetle geçirmeye devam etmek durumundasınız. Allah
bunu sürdürmenin size zor geleceğini biliyor. O sizi sıkmak, sıkıntıya
sokmak istemez. O'nun istediği tek şey sizin ilerdeki mücadeleniz için azık
biriktirmenizdir. Bu azığı biriktirdiğiniz görüldü. O halde bu
yükümlülüğünüzü hafifletin, gece ibadetinizi kolaylaştırın. Devam ediyoruz:
"Bundan böyle kolayınıza gelecek kadar Kur'an
okuyunuz."
Gece namazlarınızda uzun uzun Kur'an okuma
uygulamasına son veriniz, kendinizi sıkıntıya düşürmeyiniz, aşırı derecede
yorulmayınız. Yüce Allah, sizi tüm emeklerinizi ve enerjilerini yutacak
görevlerin beklediğini biliyor. Uzun gece ibadeti bu görevlerle birlikte zor
olur. Devam ediyoruz:
"Aranızda hastalar olacağını, bir bölümünüzün
Allah'ın lütfettiği geçim payı elde edebilmek için yeryüzünde oradan-oraya
koştuğunu, bir bölümünüzün de O'nun yolunda savaştığını Allah biliyor."
Hastalar gece ibadeti yapmak için zor kalkarlar. Bir
bölümünüz de gündüzleri geçim peşinde koşmak, bunun için çalışmak
zorundadır. Bu da hayatın kaçınılmaz gereklerinden biridir. Yüce Allah sizin
dünya işlerinden el-etek çekerek tıpkı hristiyan keşişleri,gibi manastırlara
kapanıp kendinizi tümü ile ibadete vermenizi istemez. Bunun yanısıra yüce
Allah ilerde size savaşma izni verecek, zalimler karşısında zafer
kazanmanızı nasip edecek, yeryüzüne azgınları titretecek islam sancağını
dalgalandırmayı başarmanızı sağlayacaktır. O halde bu yükümlülüğünüzü
hafifletin;
"Öyleyse kolayınıza gelecek kadar Kur'an okuyunuz."
Kendinizi zora, sıkıntıya, meşakkate koşmayınız.
Yalnız bu dinin farz olan görevlerini düzenli biçimde yerine getiriniz.
"Namazı kılınız, zekatı veriniz."
Bunların yanısıra yüce Allah'a karşılık
beklemeksizin, gönüllü olarak borç veriniz, ilerde karşılığını fazlası ile
bulacak hayırlar yapınız. Yani;
"Gönüllü olarak ve karşılık beklemeksizin Allah'a
borç veriniz. Kendiniz için yaptığınız hayırları ilerde Allah katında daha
yararlı ve daha büyük ödüllü olarak bulursunuz."
Ayrıca Allah'a yönelerek O'ndan kusurlarınızı
affetmesini dileyiniz. Çünkü insan ne kadar dikkat ederse etsin, ne kadar
doğruyu araştırırsa araştırsın, yine de yanılabilir, kusur işleyebilir.
"Allah'tan af dileyiniz. Çünkü kuşkusuz Allah
bağışlayıcı ve merhametlidir." Bu ayet, gece ibadetine ilişkin buyruktan bir
yıl sonra gelen bir kolaylaştırma direktifi; bir merhamet, sevgi ve güven
aşılama dokunuşudur. Yüce Allah böylece müminlerin gece ibadeti ile ilgili
yükümlülüklerini hafifletmiş, bu ibadeti farz olmaktan çıkarıp "nafile"ye
dönüştürmüş oluyordu. Peygamberimize gelince o bu konudaki tutumunu
değiştirmemişti. Yine gecenin üçte birinin altına düşmeyen bir bölümünü
ibadetle geçirme uygulamasına bağlı kalmıştı. Gecenin bu sessiz ve sakin
saatlerinde Rabbine yalvarıyor, O'nun dergahına sığınarak hayat ve cihad
azığı sağlıyordu. Üstelik gözleri uykuya dalsa bile kalbi hep uyanıktı.
sürekli Allah'ı anıyor, her an O'na bağlılığını tazeliyordu. Sırtında
taşıdığı yükümlülüğün ağırlığına ve sorumluluklarının yorgunluğuna rağmen
geceleri yüce Rabbi ile başbaşa kalmayı hep devam ettirmiştir. Çünkü her
şeyden yana boşalttığı kalbinde sadece yüce Allah vardı.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.