71-Nuh
1- Milletine can
yakıcı bir azab gelmezden önce onları uyar diye Nuh'u milletine peygamber
olarak gönderdik.
2- O da şöyle dedi:
"Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."
3- "Allah â kulluk
edin; ondan sakının ve bana itaat edin."
4- "Ki Allah
günahlarınızı size bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin;
doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz; keşki bilseniz."
Sure, peygamberlik misyonunun ve inanç sisteminin
kaynağını vurgulayan, pekiştiren bir ifadeyle başlıyor: "Nuh'u milletine
peygamber olarak gönderdik." Peygamberlerin görev aldıkları, inanç gerçeğini
edindikleri kaynak budur. Varlıklar alemi de hayat da bu kaynaktan
doğmuştur. Bu kaynak, insanı yaratan ulu Allah'tır. Ulu Allah insanın öz
yaratılışına kendisini bilme ve kendisine kulluk sunma yeteneğini
yerleştirmiştir. insanoğlu bu öz yaratılıştan sapıp yolunu yitirdikçe
kendisini tekrar öz yaratılışın çizgisine getirecek peygamberler
göndermiştir. Nuh peygamber Hz. Adem'den sonra bu amaçla gönderilen ilk
peygamberdir. Kur'an-ı Kerim, Hz. Adem'in yeryüzüne gönderilişinden ve dünya
hayatına alışmasından sonra kendisine peygamberlik misyonunun verilip
verilmediğinden sözetmiyor. Belki de Adem evlatlarına ve torunlarına
öğretmenlik yapıyordu. Hz. Adem'in vefatından uzun süre sonra evlatları ve
torunları tek Allah'a kulluk sunmaktan uzaklaştılar. Birtakım putları tanrı
edindiler. Bu putları başlangıçta kutsal bildikleri güçleri sembolize etmek
için diktiler. Bunlar görülen veya görülmeyen evrensel güçlerdi. Bu putların
en ünlüleri bu surede sözü edilen beş puttu. Bu yüzden yüce Allah onları
yeniden tek Allah inancına getirmek, Allah, hayat ve varlık hakkındaki
düşüncelerini düzeltmek için .Hz. Nuh'u onlara peygamber olarak gönderdi.
Kur'an-ı Kerim'den önce gönderilen kutsal kitaplar Hz. idris'in Hz. Nuh'tan
önce peygamber olarak görevlendirildiğinden sözederler. Fakat, tahrif,
ekleme ve değiştirme kuşkusundan dolayı bu kitaplarda anlatılanlar müminin
inancının yapılanmasında yer edinemezler.
Kuran'daki peygamberler kıssalarını okuyanlar Hz.
Nuh'un insanlığın ilk dönemlerinde peygamber olarak gönderildiğini anlarlar.
Hz. Nuh, dokuz yüz elli senelik ömrünü milletini davet etmekle geçirmişti.
Hiç kuşkusuz milleti de uzun ömürlü insanlardan oluşuyordu. Gerek onun,
gerekse milletinin bu şekilde uzun yıllar yaşamış olmaları o sırada
insanların az olduğunu ve sonraki kuşaklarda olduğu gibi henüz
çoğalmadıklarını gösteriyor. Biz bu sonucu, yüce Allah'ın canlılara ilişkin
yasasından çıkarıyoruz. Bu yasaya göre sayı azaldı mı ömür uzar. Sanki bu
yasa doğal dengenin ve yenilenmenin ifadesidir. Fakat bunu en iyi Allah
bilir. Bu sadece bir görüştür, Allah'ın yasası ile ilgili karşılaştırmalı
gözleme dayalı bir sonuçtur.
Sure, peygamberlik misyonunun kaynağını vurgulayan
ve bu gerçeği pekiştiren bir ifadeyle başlıyor. Ardından Hz. Nuh'un sunduğu
mesajın özünü özetleyerek hatırlatıyor. Mesajın özü, uyarıdır:
"Milletine can yakıcı bir azap gelmezden önce onları
uyar."
Hz. Nuh'un, uzun yıllar verdiği mücadelenin, yaptığı
davetin sonunda Rabbine sunduğu bilançodan anlaşıldığı kadariyle onun
milleti büyüklenme, burun kıvırma, serkeşlik yapma ve sapıklıkta o kadar
ileri gitmişlerdi ki, onlara yönelik mesajın `uyarı' kelimesi ile
özetlenmesi son derece normaldir. Kavmine yönelik davetinde ilk önce acıklı
azapla başlaması, dünya veya ahirette veya her ikisinde birlikte başlarına
gelecek olan çetin azabı gündeme getirerek söze girişmesi, onların durumuna
son derece uygundur.
Görevlendirme sahnesinden surenin akışı öz bir
ifadeyle mesajın açıkça duyurulduğu sahneye geçiyor. Bu mesajın en belirgin
özelliği uyarı içerikli oluşudur. Bununla beraber, işlenen günah ve
hataların bağışlanabileceği, hesaplaşmanın kıyametteki son hesâplaşmaya
kadar ertelenebileceği ima ediliyor. Bunun yanısıra kendilerine yöneltilen
çağrının temel ilkeleri de kısa ve öz bir ifadeyle dile getiriliyor:
"Dedi ki: `Ey milletim! Şüphesiz ben, size
gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin; O'ndan sakının ve
bana itaat edin ki Allah günahlarımdı size bağışlasın ve sizi belli bir
süreye kadar ertelesin; doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri
bırakılmaz; keşki bilseniz."
"Ey milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık
bir uyarıcıyım." Uyarıcılığını açıkça ortaya koyuyor, gerekçesini, kanıtını
gözler önüne seriyor. Kem küm etmiyor, lafı ağzında gevelemiyor. Mesajını
iletme işini ağırdan almaya kalkışmıyor. Onları çağırdığı gerçek hususunda
ve sunduğu gerçeği yalanlayanları bekleyen azap hususunda kapalılığa,
karışıklığa yer vermiyor.
Onları çağırdığı şey son derece basit, açık ve
tutarlıdır: "Allah'a kulluk edin ondan sakının ve bana itaat edin." Tek ve
ortaksız Allah'a kulluk. Duygu ve davranışlara egemen olan Allah'tan
korkmak. Hayat düzenlerini ve davranış kurallarını alacakları bir kaynak
olarak öngördüğü peygamberine itaat.
Ana hatlarıyla vurgulanan bu prensiplerle gök
menşeli dinlerin temel özellikleri dile getiriliyor. Bunun ardından daha
geniş boyutlu açıklamalara, ayrıntılara geçiliyor. imana dayalı düşüncenin
büyüklüğü, derinliği, genişliği, kapsamlılığı, en ince noktasına kadar
varlıklar aleminin ve insan varlığının değişik yönlerini içermesini
vurguluyor.
Sadece Allah'a kulluk sunmak, eksiksiz bir hayat
sistemidir. Bu sistem, ilahlık ve kulluk gerçeklerine, yaratıcı ile
yaratıklar arasındaki ilişkiye, evren ve insan hayatındaki güç ve değerlerin
gerçek mahiyetine ilişkin düşünceyi kapsar. Bu yüzden insanlığın hayat
düzeni bu düşünceye dayalı olarak biçimlenir. Böylece her yönüyle özgün bir
hayat sistemi oluşur. ilahlık makamı ile kulluk makamı arasındaki ilişkiye,
yüce Allah'ın eşya ve canlılara ilişkin olarak belirlediği değer yargılarına
dönük bir hayat sistemidir bu.
Allah korkusu... insanların bu sisteme bağlı
kalmalarının, sağa-sola sapmamalarının, çarpıtmaya kalkışmamalarının,
uygularken yanıltmamalarının tek güvencesi... Bu, aynı zamanda, riyasız,
gösterişsiz olarak Allah'ın hoşnutluğunun gözetilmesini öngören üstün
ahlakın da kaynağıdır.
Peygambere itaat etmek: Allah'ın yolunda dosdoğru
yürümenin aracıdır. Hidayeti ilk merkeze bağlı kaynaktan edinmenin yoludur.
Sağlam, güvenli ve direkt bağlantıyı sağlayan bir istasyon aracılığı ile
göklerle sürekli iletişim hâlinde olmanın tek seçeneğidir.
Dolayısıyle dünya üzerindeki hayatının ilk
dönemlerinde Hz. Nuh'un milletini çağırdığı bu geniş çizgiler, ondan sonra
her kuşağa yöneltilen Allah davasının özetidir. Buna karşılık Hz. Nuh, yine
Allah'ın tevbe edenlere, pişman olanlara vaadettiği ödülü bildirmişti:
"Ki Allah günahlarınızı size bağışlasın ve sizi
belli bir süreye kadar ertelesin."
Allah'a kulluk sunmaya, O'ndan korkmaya ve
peygamberine itaat etmeye ilişkin çağrıya olumlu karşılık vermenin ödülü
bağışlanma ve geçmiş günahların sorumluluğundan kurtulmadır; hesaplaşmanın
Allah'ın bilgisinin kapsamında belirlenen bir süreye kadar ertelenmesidir,
kıyamet gününe kadar hesap sorulmamasıdır. Dünya hayatında topyekün yok
edilme durumunda kalmamalarıdır. (ileride Hz. Nuh'un Rabbine sunduğu
bilançoda da görüleceği gibi Hz. Nuh, dünya hayatında başka şeyler de onlara
vaadetmiştir.)
Ardından Hz. Nuh, bu sürenin değişmez olduğunu ve
vakti gelince kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğini, dünya azabının ertelenmesi
gibi ertelenmeyeceğini açıklıyor. Amaç, inanç sistemini ilgilendiren şu
büyük gerçeği vurgulamaktır:
"Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri
bırakılmaz; keşke bilseniz."
Nitekim bu ayetin, yüce Allah'ın belirlediği her
süreyi kast etmiş olması da muhtemeldir. Bu durumda güdülen amaç, genel bir
ifadeyle bu ger,:eğin kalplere yerleşmesidir. Şayet peygambere itaat edip
yanlıştan dönerlerse hesaplarının kıyamet gününe bırakılacağından söz
edilmişken bu genel prensibin burada vurgulanması uygundur.
Nuh peygamber hiçbir çıkar gözetmeden, herhangi bir
maddi yarar sağlamayı düşünmeden milletinin doğru yola gelmesi için onurlu,
saygın ve soylu mücadelesini sürdürüyor. Bu soylu hedefe ulaşmak için burun
kıvırmalara, büyüklenmelere, alaycı saldırılara göğüs geriyor. Dokuz yüz
elli sene boyunca destansı bir sabır örneği gösteriyor. Çağrısına olumlu
karşılık verenlerin sayısı neredeyse hiç artmıyordu. Ama gerçekten yüz
çevirme, sapıklıkta ısrar etme ivme kazanıyordu, artarak sürüyordu. Sonra
dönüyor Hz. Nuh mücadelesinin sonunda, kendisine bu soylu görevi, bu ağır
yükümlülüğü veren Rabbine rapor veriyor. Yaptıklarını ve aldığı tepkileri
anlatıyor. Aslında Rabbi olup bitenleri biliyor. O da Rabbinden olup
bitenlerden haberdar olduğunu biliyor. Fakat bu, mücadelenin sonunda yorgun
düşen bir kalbin, peygamberlerin, resullerin, gerçek müminlerin
şikayetlerini sundukları biricik merciye, yani Allah'a sunduğu
şikayetlerdir.
5- Nuh dedi ki:
"Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım. "
6- Fakat benim
çağırmam, .sadece benden uzaklıklarını artırdı. "
7- Doğrusu ben senin
onları bağışlaman için kendilerini her çağrışımda, parmaklarını kulaklarına
tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.
8- .Sonra, doğrusu
ben onları açıkça çağırdım.
9- .Sonra onlara
açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim.
10-Dedim ki:
"Rabbini;,den bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. .
11- Size gökten bol
bol yağmur indirsin. "
12".Sizi, mallar ve
oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın. "
13- Ne oluyorsunuz
ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz.
14- Oysa .sizi
merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.
15- Allah'ın, göğü
yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz?
16- Aralarında Ay'a
aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır.
17- Allah .sizi
yerden bitirir gibi yetiştirmiştir.
18- .Sonra .sizi
oraya döndürür ve yine oradan çıkarır.
19- Yeryüzünde
dolaşabilmeniz,
20- orada yollar ve
geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur.
21- Nuh dedi ki:
"Rabbim doğrusu bunlar bana isyan ettiler. Ve malı, çocuğu kendisine .sadece
zarar getiren kimseye uydular."
İşte Nuh peygamberin yaptıkları ve İşte onun
sözleri. Uzun bir mücadelenin sonunda dönüyor ve Rabbine son raporunu
sunuyor. Burada Hz. Nuh sürekli ve kesintisiz bir çabayı tasvir ediyor:
"Doğrusu ben milletimi gece gündüz çağırdım:"
Bıkmıyor, usanmıyor, burun kıvıranılar, yanlışta
ısrar etmeler karamsarlığa düşürmüyor onu: "Fakat benim çağırmam, sadece
benden uzaklıklarını arttırdı." Allah'a; varlık ve hayatın nimet ve
lütufların, hidayet ve aydınlığın kaynağına yönelik çağrımdan kaçtılar.
Üstelik O, dinlemek için bir ücret, yol göstericiliğin karşılığı olarak da
bir vergi istemiyor. Onlar, bağışlanmaları, günah, isyan ve sapıklığın
cürmünden kurtulmaları için kendilerini Allah'a çağıran davetçiden
kaçıyorlardı.
Davetçi her yerde karşılarına çıkıp, davetini
duyurmak için her fırsatı değerlendirdiği, dolayısiyle kaçamadıkları
zamanlar sesini duymak istemiyorlardı. Onu görmeye bile tahammül
edemiyorlardı. Bu yüzden sapıklıkta ısrar ediyor, hak ve hidayet çağrısına
olumlu karşılık vermeye tenezzül etmiyorlardı, büyüklük taslıyorlardı.
"Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda,
parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler,
büyüklendikçe büyüklendiler."
Bu, davetçinin davasını duyurmak için her fırsatı
değerlendirişini, kafirlerin de sapıklıkta direnmelerini gösteren bir
tablodur. Bu tabloda kıt anlayışlı, inatçı insanlığın çocuksu tutumu
belirginleşiyor. Bu tutum, parmaklarını kulaklarına tıkamaları ile,
başlarını elbiselerine bürümeleri ile somutlaştırılıyor. Bu ayetler, çocukça
inadı kusursuz bir tabloda canlandırıyor. Hz. Nuh şöyle diyor: "Parmaklarını
kulaklarına tıkadılar." Onlar parmak uçlarıyla kulaklarını tıkıyorlardı. Ama
onlar parmak uçlarını kulaklarına o kadar sert tıkıyorlardı ki, sanki içine
hiçbir ses girmesin diye bütün parmaklarını kulaklarının içine sokmak ister
gibiydiler. Bu yanlışta ısrar etmenin, inatçılığın kaba, çirkin bir
tablosudur. Aynı zamanda bu, insanların yaşlandıkları halde ortaya
koydukları çocuksu, ilkel davranışların bir tablosudur.
Sürekli davetin, her fırsatı değerlendirmenin,
ısrarla karşılarına çıkmanın yanısıra Hz. Nuh, her türlü yönteme
başvurmuştu. Kimi zaman açıkça davet etmiş, kimi zaman da gizli ve açık
daveti birlikte yürütmüştü: "Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım.
Sonra onlara açıktan açığa gizliden gizliye de söyledim."
Bütün bunları yaparken de dünya ve ahirette bir
takım kazançlar sağlayacaklarını Rabblerinden bağışlanma diledikleri zaman
affedileceklerini, çünkü yüce Allah'ın günahları bağışladığını söylemişti:
"Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır."
Onlara geniş ve kolay elde edilen rızk, rızkın bilinen ve onlara büyük bir
arzuyla beklenen sebeplerini vaad etmişti. Onun vurguladığımızın sebebi, bol
yağmurdu. Ekinler onunla yeşerir, nehirler onun suyuyla beslenir. Ayrıca
evlat gibi hoşlarına gidecek, mal gibi arzuladıkları başka rızklar da vaad
etmişti: "Size gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi mallar ve oğullarla
desteklesin; sizin için bahçeler varetsin, ırmaklar akıtsın."
Burada Allah'tan bağışlanma dilemek ile bu rızklar
arasında bir bağlantı kuruluyor. Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde kalplerin
ıslahı, Allah'ın hidayetine uyması ile rızkın kolaylaşması ve refahın
genelleşmesi arasında bu bağlantı kurulur. Örneğin bir yerde şöyle denir:
"Eğer şehirlerin halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı,
onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden
onları, yaptıklarına karşılık suçüstü yakalayıverdik." (A`raf suresi 96) Bir
başka yerde de şöyle denir: "Şayet kitap ehli inanıp karşı gelmekten
sakınsalardı, kötülüklerini örterdik ve onları nimet cennetlerine koyardık.
Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabblerinden kendilerine indirilen Kur'an'ı
gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı." (Maide suresi
65-66) Bir başka yerde de şöyle denir: "Allah'tan başkasına kulluk
etmeyesiniz. Ve Rabbinizden bağışlanma dileyesiniz diye. Ben size O'nun
tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Allah'a tevbe edin ki,
belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Ve her layık olan kişiye
hakkettiğini versin."(Hud 2-3)
Kur'an-ı Kerimin değişik yerlerde dile getirdiği bu
kural, Allah'ın vaadi hayata egemen olan yasa gibi sağlam temellere dayanan
gerçek bir kuraldır. Asırlar boyunca yaşanan realite de bunu
doğrulamaktadır. Bu kuralla söz konusu edilen toplumlardır, fertler değil.
Allah'ın şeriatını uygulayan, Allah korkusundan kaynaklanan bir istiğfarla
ve salih amelle gerçekten Allah'a yönelen.. Allah'tan korkan, O'na kulluk
sunan, O'nun şeriatını uygulayan, bütün insanlar için adalet ve güvenlik
sağlayan hiçbir millet yoktur ki, iyiliklere gark olmasın, yüce Allah O'nu
yeryüzüne sağlam temellere dayalı olarak egemen kılmasın, imar ve ıslah için
yeryüzüne halife kılmasın.
Bazı dönemlerde, Allah'tan korkmayan, O'nun şeriatım
uygulamayan, buna rağmen bolluk içinde yaşayan, yeryüzünde hakimiyet kuran
milletlere şahit oluyoruz. Fakat bu durum, yalnızca bir sınavdır: "Biz, sizi
hayır ve şerle deneyerek imtihan ederiz." Ayrıca bu, belâlı bir bolluktur. O
toplumları, toplumsal ihtilaller, ahlaki çöküntü, zulüm, haksızlık, insanlık
onurunun çiğnenmesi gibi felaketler yer bitirir. Şu anda iki süper devlet
var karşımızda. Bunlar bolluk içinde yüzen, yeryüzünde hakimiyet kuran iki
büyük devlettir. Birincisi, kapitalist ikincisi, komünisttir. Birincisinde
ahlaki düzey, hayvanlardan daha aşağıya doğru yuvarlanmaktadır. Hayat
anlayışı tepe taklak, aşağılık bir düzeye doğru yuvarlanmaktadır. Herşey
dolara dayalıdır burada. ikincisinde ise, insanın değeri, köleden daha
aşağıdadır. Casuslar her tarafta dolaşmakta ve insanlar sistematik
katliamların dehşeti içinde yaşamaktadırlar. insanlar, sabaha sağ
çıkacaklarından emin olmadan gecelemektedirler. Karanlık ithamların kurbanı
olmayacaklarından emin değildirler. Ne bu, ne o, insana yaraşır huzurlu bir
hayat kurabilmiş değildirler.
Hz. Nuh'la birlikte uzun ve soylu cihadını izlemeye
devam ediyoruz. Burada Hz. Nuh, milletinin dikkatini iç ve dış alemde
yeralan Allah'ın ayetlerine çekiyor. Onların Allah'a karşı takındıkları kötü
edep tavrından ve şımarıklıklarından dolayı şaşmıyor. Ve bu şımarıklıklarını
kınıyor:
"Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü
yakıştıramıyorsunuz. O sizi merhalelerden geçirerek yaratmıştır."
Hz. Nuh'un milletine sözünü ettiği aşamalar onların
anladıkları bir şey olmalı. Veya bu deyimin ifade ettiği anlamlardan birini
o zaman anlıyorlardı. Hz. Nuh, böyle bir hatırlatma ile onların ruhlarını
etkileyip davetine olumlu karşılık vermelerini sağlamak istiyordu.
Tefsircilerin çoğu burada sözkonusu edilen aşamaların, ceninin ana rahminde
nütfeden, kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan iskelete ve tüm
organları tamamlanmış insana kadar geçirdiği evreler olduğunu söylüyorlar.
Hz. Nuh, bu hatırlatmada bulununca milletinin bunu anlâması mümkündür.
Çünkü, doğumdan önce meydana gelen düşükler bu konuda onlara bir fikir
vermiş olabilir. Bu ayetin ifade ettiği anlamlardan biri budur. Bu ayetin
anlamı, bugünkü embriyoloji biliminin söyledikleri de olabilir. Buna göre
embriyo, başlangıçta tek hücreli canlılara benzer, hamileliğin belli bir
aşamasından sonra çok hücreli canlılara benzeyen embriyo biçimlenir. Sonra
suda yaşayan bir canlı şeklini alır. Arkasından memeli hayvanlara benzer.
Sonra insana benzemeye başlar. Bu bilimsel açıklamayı Nuh'un kavminin
bilmesi uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu gerçekler günümüzde ortaya çıkmıştır.
Bu ayet, başka bir yerde yüce Allah'ın embriyonun aşamalarına ilişkin
sunduğu gerçeklerden sonra vurguladığı anlamı da kastetmiş olabilir: "Sonra
biz onu bir başka yaratık halinde varettik. Yaratıcıların en güzeli olan
Allah ne yücedir."(Mü'minun 14) Öte yandan gerek bu ayetin gerekse diğer
ayetin henüz ortaya çıkmamış ve yararlanamadığımız başka anlamları da
olabilir.
Her halûklarda Hz. Nuh burada milletini kendi iç
alemine bakmaya yöneltiyor. Yüce Allah kendilerini değişik aşamalardan
geçirerek yarattığı halde, onların içlerinde yaratıcıları olan Allah'a karşı
derin saygı duymamalarını kınıyor. Hiç kuşkusuz bu, bir yaratığın ortaya
koyabileceği çirkin ve Hayret verici bir tutumdur.
Aynı şekilde Hz. Nuh, onları açık, gözlemlenebilen
evren kitabına yöneltiyor: "Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını
görmez misiniz? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını
sağlamıştır." Yedi göğün anlamını evrenin tamamına ilişkin bilimsel
varsayımlarla sınırlandırmak mümkün değildir. Çünkü bilimin söyledikleri
varsayımdan öte bir şey değildir. Hz. Nuh, milletini göğe bakmaya yöneltmiş
ve Allah'ın kendisine öğrettiği şekliyle göğün yedi kat olduğunu
söylemiştir. Bu yedi kat gök içinde ay aydınlatılmış, güneş de ışık kaynağı
haline getirilmiştir. Onlar ayı, güneşi görüyorlardı. Gök adı verilen uzayı
da görüyorlardı. Şu masmavi uzay boşluğudur gök. Fakat nedir göğün mahiyeti?
Onlardan bunu bilmeleri istenmiyordu. Bu konuda hiç kimse bu güne kadar
kesin birşey söyleyebilmiş değildir. Bu işaret, şu dehşet verici
yaratıkların ve şu olağanüstü gücün arka planını düşünmek, oraya yönelmek
için yeterlidir. Zaten bu direktifin amacı da budur. Sonra Hz. Nuh,
milletinin dikkatini topraktan yaratılışlarına, ölerek tekrar oraya
döneceklerine çekiyor. Amaç, ölümden sonra diriliş yoluyla tekrar oradan
çıkarılacaklarını anlatmaktır: "Allah sizi yerden bitirir gibi
yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır."
İnsanın topraktan yaratılışını yeşermek şeklinde
dile getirmek, ilginç olduğu kadar anlamlı bir ifadedir de. Bu gerçek
Kur'an-ı Kerimde değişik şekillerde dile getirilir. Örneğin bir yerde yüce
Allah şöyle buyurur: "Güzel bir belde Rabbinin izniyle bitkisini çıkarır.
Kötü olan ise ancak kötülük çıkarır." Yüce Allah burada insanların da tıpkı
bitkiler gibi yeşerdiklerine işaret ediyor. Yine değişik yerlerde insanın
varoluşu ile bitkilerin yeşermesi arasında bağlantı kurulur. Örneğin Hacc
suresinde ölümden sonra diriliş gerçeğini kanıtlayan bir delil olarak
insanın topraktan varedilişi ile bitkinin yeşermesi bir ayette birlikte
anlatılır: "Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz,
bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için. Biz sizi topraktan, sonra
nütfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir
çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar Rahimlerde
tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına
varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına
ulaştırılır ki, bilirken birşey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki
kupkurudur; fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her
güzel bitkiden çift çift yetiştirir." "Mü'minun" suresinde de embriyonun
geçtiği aşamalar "Hacc" suresindekine yakın ifadelerle anlatır, ardından
şöyle denir: "Biz onunla size üzümden ve hurmadan bahçeler meydana
getirdik."
Hiç kuşkusuz bu dikkat çekici bir olgudur. Çünkü bu
olgu, yeryüzündeki hayatın kaynağının birliğine işaret ediyor. insanların da
tıpkı bitkiler gibi topraktan yeşerdiklerini; toprakta bulunan belli başlı
elementlerden meydana geldiğini, bu elementlerden oluşan besinlerle beslenip
geliştiğini anlatıyor. Şu halde insan da topraktan çıkan herhangi bir
bitkidir. Yüce Allah bitkilere o tür bir hayat bahşettiği gibi insana da bu
tür bir hayat bahşetmiştir. Ama her ikisi de toprağın ürünüdür ve ikisi de
bu annenin sütünden beslenir.
İşte iman, müminde onun toprak ve canlılarla
ilişkisi hakkında böylesine gerçekçi ve böylesine canlı bir düşünce
oluşturur. Bu düşünce ilmin özenliliğine ve duygusal canlılığına sahiptir.
Çünkü bu düşünce vicdanda yer eden canlı bir gerçeğe dayanır. İşte bu,
Kur'an'ın bilinen eşsiz ayrıcalığıdır.
Topraktan yeşerir gibi çıkan insanlar tekrar oraya
dönerler. Oradan yeşerttiği gibi ulu Allah tekrar oraya döndürür onları.
Kemikleri toprağa karışır, bedenlerini oluşturan atomlar onun atomları ile
kaynaşır. Nitekim topraktan yeşermeden önce bu durumdaydılar. Sonra ilk defa
kendilerini çıkaran, bir bitki gibi yeşerten Allah onları yeniden çıkarır.
insan Kur'an-ı Kerim'in meseleyi sunduğu bu açıdan bakınca olay son derece
basittir, kolay anlaşılır. Bir saniye bile üzerinde duraksamayı gerektirmez.
Hz. Nuh, kavminin dikkatini bu gerçeğe çekiyor ki,
kalplerinde Allah'ın elini hissetsinler, kendilerini topraktan bir bitki
gibi yeşerten, sonra tekrar kendilerini toprağa döndürecek olan Allah'ın
gücünü somut olarak görsünler. Bunun ardından bir diğer diriliş bekleniyor,
onun hesabı yapılıyor. O da bu kadar basit bu kadar kolay meydana
gelecektir. Tartışmayı gerektirmeyecek kadar basit ve kolay olacaktır.
Son olarak Hz. Nuh milletinin dikkatini yüce
Allah'ın kendilerine yönelik nimetine çekiyor. Yeryüzündeki hayatı
kolaylaştırmasına, kolayca yararlansınlar geçimlerini, seyahatlerini
yapsınlar, geçim imkanları bulsunlar diye yeri boyun eğdirmesine dikkat
çekiyor: "Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden
geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur."
Bu, gözlemleyebilecekleri, kavrayabilecekleri bir
gerçekti. Her yönüyle gözlerinin önündeydi. Hz. Nuh'un sesinden ve
uyanlarından kaçtıkları gibi bundan da kaçamazlardı. Çünkü bu yeryüzü -onlar
açısından- serilmiş bir döşek gibidir. Hatta yeryüzünün dağlarında bile
onlar için yollar ve geçitler sağlanmıştır. Tıpkı ovalarında, vadilerinde
olduğu gibi. insanlar yeryüzünde sağlanmış geçitlerde ve yollarda yürüyerek,
hayvan sırtında bir yerden bir yere gidebiliyorlar. Allah'ın lütfunu
arayabiliyorlar. Karşılıklı çıkar ve rızk değiş tokuşu ile geçimlerini
kolaylıkla sağlayabiliyorlar.
Onlar, kendi hayatlarına hükmeden, yaşamlarını
kolaylaştıran yasaları inceleyecekleri zor ve karmaşık yöntemlere gerek
duymadan gözler önündeki bu gerçeği kavrayabiliyorlardı. insanoğlunun bilgi
düzeyi arttıkça bu gerçeğe ilişkin yeni şeyler, değişik ufuklar öğrenmiştir.
İşte Nuh peygamber bu şekilde değişik yöntemlerle,
kesintisiz bir mücadele ile, güzel bir sabır ile, dokuz yüz elli sene süren
soylu bir çaba ile çeşitli yollar kullanarak milletin kalbine ve aklına
hitap etti -veya hitap etmeye çalıştı-. Sonra kendisini onlara peygamber
olarak gönderen Rabbine yönelmiş, mücadelesinin sonucunu anlatmış, bu
ayrıntılı açıklama ile ve bu dokunaklı ifadeler ile şikayetini bildirmişti.
Bu incelikli açıklama aracılığı ile sabır, mücadele ve meşakkatin soylu bir
tablosu canlanıveriyor gözümüzün önünde. Bu, sapık ve isyancı insanlığa
yönelik gök menşeli peygamberlik misyonu zincirinin bir halkasıdır. Peki
bunca açıklamadan sonra ne oldu?
Rabbim, bunca mücadeleden sonra, bunca çabadan
sonra, bunca direktiften sonra, bunca aydınlatıcı açıklamalardan sonra,
bunca uyarıdan, mal, evlat ve bolluk vaadinden sonra, bana başkaldırdılar.
Bütün bunların sonucu; başkaldırı, sapık ve saptırıcı liderler peşinden
gittiler. Sahip olduğu mal ve evlat, mevki ve makamın aldatıcı cazibesine
kapılıp sapıklığı tercih ettiler. "Malı ve çocuğu kendisine sadece zarar
getiren" kimselere uydular. Bunların sahip bulundukları mal ve evlat onları
yanıltmış, kendileri saptıkları gibi başkalarını da saptırmışlardı, Böylece
bu nimetler sadece mutsuzluklarını, zararlarını arttırmıştı.
22- "Birbirinden
büyük düzenler kurdular."
23- "İnsanlara
`sakın tanrılarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından
asla vazgeçmeyin' dediler."
24- "Böylece
birçoğunu saptırdılar; Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını
arttır."
Bu liderler sapıklıkla da yetinmiyorlar:
"Birbirinden büyük düzenler kurdular." Son derece büyük düzenler kurdular.
Davet hareketini başarısızlığa uğratmak, insanların kalplerine giden yolları
tıkamak için düzenler kurdular. Halkın içinde yüzdüğü cahiliye hayatını,
sapıklığı ve küfrü çekici kılmak için entrikalar düzenlediler. Bu
düzenlerden biri de halkı, tanrı diye isimlendirdikleri putlara sarılmaya
teşvik etmekti: "İnsanlara sakın tanrılarınızı bırakmayın dediler." Bu
putları "tanrılarınız" tamlaması ile sundular ki, yalancı bir gayret ve
içlerinde günahkar bir hamiyet duygusu uyandıralar. Bu putlar arasında en
büyüklerini ayrıca zikrederek onlara belli bir değer verdiler. Böylece
sapıklığa dalmış kamuoyunda bir heyecan, bir gayret uyandırmak istediler:
"Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından vazgeçmeyin: ' Bunlar onların
kulluk sundukları en büyük putlardı. Bu putlara Hz. Muhammed'in peygamber
olarak görevlendirildiği döneme kadar ibadet ediliyordu.
İşte sapık ve saptırıcı liderler, her cahiliye
ortamında yaygın olan sloganlara uygun çeşitli isim ve görüntüler altında
putlar dikerler. Bu putların etrafında bağlılar, izleyiciler oluştururlar.
Onların kalplerinde bu putlara yönelik bir gayret, bir hamiyet duygusu
meydana getirirler. Ardından bu yulardan tutup onları istedikleri tarafa
yöneltirler. Kendilerine yönelik itaat ve bağlılığın garantisi olan
sapıklığın içinde yüzmelerini sağlarlar. "Böylece bir çoğunu saptırdılar."
Değişik komplolarla, düzen ve ısrarlı propagandalarla Allah'ın davasının
önünü tıkamak, kalpleri davetçilerin açıklamalarının etkisinden
uzaklaştırmak için insanları taştan, ağaçtan, tarihsel kişiliklerden,
ideolojilerden oluşan putların etrafında biraraya getiren her dönemdeki
sapık liderler gibi...
Burada, seçkin peygamber Hz. Nuh'un gönlünden,
komplocu, düzenbaz, Sapık ve saptırıcı zalimlere yönelik şu beddua kopuyor:
"Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını
arttır."
Bu beddua uzun süre mücadele eden, çok meşakkat
çeken, her türlü yola başvurduktan sonra zalim, azgın ve kin anlayışlı
kalplerde hayır olmadığını anlayan, bunların hidayeti hakketmediklerini,
kurtuluşa layık olmadığını gören bir kalpten yükseliyor.
Surenin akışı Hz. Nuh'un duasının devamını sunmadan
önce, suçlu zalimlerin dünya ve ahirette uğradıkları akıbete değiniyor.
Çünkü ahiret olgusu da tıpkı dünya gibi Allah'ın bilgisine göre şu anda
fiilen mevcuttur. Gerçekleşmesi kaçınılmaz realite açısından da durum
böyledir:
25- Onlar, günahları
yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka
yardımcı bulamadılar.
Hataları, günahları ve isyanları yüzünden suda
boğuldular, ateşe sokuldular. Bu ayette bağlaç olarak "fa" harfinin
kullanılmış olması bir amaca yöneliktir. Çünkü ateşe sokulmaları ile su da
boğulmaları arasında uzun bir zaman yoktur. Aradaki zaman farklılığı
kısadır, yok gibidir. Çünkü zaman Allah'ın ölçüsünde bir değer ifade etmez.
Sıralânış ve ardardalık onların dünyada boğulmaları ve ahirette ateşe
sokulmalarından kaynaklanıyor. Burada dünya ve ahiret arasındaki kısa
dönemdeki kabir azabı da kastedilmiş olabilir. "Allah'tan başka yardımcı
bulamadılar."
Ne evlat, ne mal, ne iktidar ve ne de dost
edindikleri düzmece tanrıları kendilerine yardımcı olamadı.
İki kısacık ayette, isyancı, kıt anlayışlı
sapıkların işi bitiriliyor. Hayat kütüğünden isimleri siliniyor, defterleri
dürülüyor. Bu, surenin akışının Hz. Nuh'un onların yok edilmeleri için
yaptığı duayı sunmasından önce gerçekleşiyor. Burada suda boğulmaları
ayrıntılı olarak anlatılmıyor, onları boğan tufandan da uzun uzadı ya söz
edilmiyor. Çünkü burada kalıcı olması istenen atmosfer, işlerinin çarçabuk
bitirilmiş olmasıdır. Öyle ki onların suda boğulmaları ile ateşe sokulmaları
arasındaki mesafe de "fa" bağlacı ile ortadan kaldırılıyor. Kur'an-ı
Kerim'in olağanüstü tasvirler ve çarpıcı ifadeler yoluyla mesajlarını
iletmede kullandığı genel yöntem budur. Bu yüzden biz de ayetlerin akışının
oluşturduğu atmosferin önünde duruyor ve suda boğulmaları ile ateşe
sokulmaları kıssasını uzun uzadı ya anlatarak öteye geçmek istemiyoruz.
Sonra Hz. Nuh'un duası ve mücadelenin sonunda
Rabbine yakarışı sunuluyor:
26- Nuh dedi ki:
"Rabbim! Yeryüzünde hiçbir kâfir bırakma."
27- "Doğrusu sen
onları bırakırsan kullarını saptırırlar, sadece ahlâksız ve çok inkarcıdan
başkasını doğurup yetiştirmezler."
28- "Rabbim! beni,
anamı babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları
bağışla; zalimlerin de yalnız helâkini artır."
Hz. Nuh'un kalbi yeryüzünün zamanındaki insanların
ulaştığı önü alınmaz, katışıksız kötülükten yıkanması gerektiğini
sezmişti... Kimi zaman yeryüzünün zalimlerden yıkanmasından başka çıkar yol
bulunmaz olur. Çünkü onların varlıkları Allah'ın davetinin önünde aşılmaz
bir engel oluşturur. insanların kalpleri ile davanın arasına girerler. İşte
Hz. Nuh yeryüzünde tek bir zalim ve tek bir barınakları kalmamacasına yok
edilmelerini isterken bu gerçeği dile getirmişti: "Doğrusu sen onları
bırakırsan kullarını saptırırlar." "Kullarım" ifadesinden Hz. Nuh'un
müminleri kastettiği anlaşılıyor. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de buna benzer
yerlerde bu anlamda kullanılır bu kelime.
Buna göre ya, zalimler sahip oldukları süper
güçlerini kullanarak müminleri inançlarından döndürürler. Veya zalimlerin
büyük bir iktidara sahip olmaları, bunun yanısıra yüce Allah'ın onları rahat
bırakması müminleri yanıltır, böylece inançlarından dönerler.
Ayrıca zalimler, kafirlerin doğup geliştiği bir
çevre, bir ortam oluştururlar. Bu çevrede doğan çocuklar küfrün
yaygınlaşmasına aracı olurlar. Çünkü zalimlerin oluşturduğu ortam onları
kendine göre biçimlendirir. Aydınlığın doğmasına fırsat vermez. Kendi
oluşturdukları sapık ortamın çevrelerini bürümesi sonucu gözlerini açamaz
olurlar. İşte Hz. Nuh'un sözleri bu gerçeğe işaret ediyor. Kur'an-ı Kerim bu
sözleri şu şekilde aktarır: "Sadece ahlâksız ve çok inkarcıdan başkasını
doğurup yetiştirmezler..." Onlar toplumun içinde batıl ve sapık geleneklerin
yayılmasına önayak olurlar. Bunlara dayalı gelenekler, rejimler, düzenler ve
yasalar oluştururlar. Bunların gölgesinde de Hz. Nuh'un söylédiği gibi ancak
ahlâksızlar, kafirler yetişir.
İşte bu yüzden Hz. Nuh kırıp geçirmeyi, taş üstünde
taş bırakmamayı temenni eden ezici duada bulunuyor. İşte bu yüzden yüce
Allah duasını kabul ediyor, yeryüzünü o kötülükten temizliyor, herşeye gücü
yeten, karşı konulmaz gücüyle o pislikleri yıkıyor, yeryüzünü arındırıyor.
Hz. Nuh duasının sonunda yaptığı yok etmeyi, kırıp
geçirmeyi, ezmeyi öngören bedduasının yanısıra şunları da söylüyor:
"Zalimlerin de yalnız helakini artır." Yani onları yok et, köklerini kurut.
Bunun yanısıra şu ürpertici, şu sevimli yakarış yer alıyor: "Rabbim! Beni,
anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları
bağışla."
Hz. Nuh'un bir peygamber olarak, Rabbinden kendisini
bağışlamasını istemesi, yüceler yücesi Allah'ın huzurunda saygın bir
Peygambere yaraşır bir edep tavrıdır. Rabbi huzurunda bir kulun tavrıdır bu.
insan olduğunu, hata ettiğini, kusur işlediğini unutmayan, bununla beraber
itaat eden, kulluk sunan ve Allah lütfu ile kendisini bürümedikçe amelleri
ile cennete giremeyeceğini bilen bir kulun edep tavrıdır bu. Nitekim
peygamber kardeşi Muhammed de -salât ve selâm üzerine olsun- böyle
söylemişti. İşte Hz. Nuh'un isyancı, suçlu ve büyüklük taslayan kavmini
davet ettiği istiğfar budur. O, bir peygamber olarak, bunca mücadeleden
sonra ve bunca yorucu çabadan sonra bağışlanma diliyor. Rabbine çalışma
raporunu sunarken bağışlamasını istiyor.
Ve anne-babası için yaptığı dua... Bir peygamberin
mümin anne-babasına yönelik iyiliğinin belirtisidir. Eğer anne babası mümin
olmasalardı, diğerleri ile birlikte suda boğulan kafir oğlunu reddettiği
gibi onları da reddederdi. (oğlu ile ilgili meseleye Hud suresinde
değinilmiştir.)
Özel olarak evine mümin olarak girenler için yaptığı
dua da bir müminin bir başka mümine yönelik iyilik temennisinin ifadesidir.
Kendisi için istediği gibi kardeşine de hayır dilemesidir. Evine mü'min
olarak girenlerin Özellikle belirtilmesi, bunun kurtuluş alameti olmasından
ve onların kendisi ile birlikte gemiye binecek olmasından dolayıdır.
Bundan sonra genel olarak tüm mümin erkek ve
kadınlara dua etmesi de, bir müminin tüm zaman ve mekanlardaki müminlere
yönelik iyi duygularının, zaman ve mekan farklılığına rağmen aradaki
yakınlık bağının bilincinde oluşunun ifadesidir. Hiç kuşkusuz bu, zaman ve
mekan farklılığına rağmen bağlılarını, sağlam sevgi, köklü özlem bağları.
ile birbirine bağlayan bir inanç sistemine özgü Hayret verici bir sırdır.
Yüce Allah bu sırrı hem inanç sisteminin özüne hem de inanç bağı ile
birbirlerine bağlayan müminlerin kalplerine yerleştirmiştir.
Müminlere yönelik bu sevgiye karşın, zalimlere karşı
da derin bir nefret duyuyor:
"Zalimlerin de yalnızca helâkini artır."
Ve sure sona erdi. Bu surede seçkin peygamber Hz.
Nuh'un cihadının aydınlık bir tablosu sunuldu. Bir de inatçıların,
zalimlerin yanlışta ısrar arını somutlaştıran karanlık bir tablo çizildi. Bu
iki tablo kalbe bu saygın ruha yönelik bir sevgi, bu soylu cihada yönelik
bir Hayret, zorluklar ve meşakkatler ne olursa olsun, acılar ve
fedakarlıklar ne kadar ağır olursa bu sarp yolda yürüme isteği ve
kararlılığı uyandırdılar. Çünkü bu yol, insanı kendisi için yeryüzünde
öngörülen kemal/kusursuzluk düzeyine ulaştıracak biricik yoldur. Bu yol
aracılığı ile insan yüceler yücesi, ulu Allah'a doğru yol alır.
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.
|