81-Tekvir
1- Güneş dürüldüğü zaman
2- Yıldızlar kararıp
dağıldığı zaman
3- Dağlar sökülüp dağıldığı
zaman
4- Gebeliğinin onuncu
ayındaki develer kendi haline bırakıldığı zaman
5- Yabani hayvanlar bir araya
toplandığı zaman
6- Denizler kaynatıldığı
zaman
7- Nefisler çiftleştiği zaman
8- Ve sorulduğu zaman o diri
diri toprağa gömülen kıza;
9- "Hangi suçtan ötürü
gömüldü?" diye
10- Siciller açılıp yayıldığı
zaman
11- Gök kubbe yıkıldığı zaman
12- Cehennem kızıştırıldığı
zaman
13- Cennet yaklaştırıldığı
zaman
14- Herkes ne getirdiğini
öğrenecektir.
İşte bu, alışılagelen herşeyin bütünü ile
değişiminin sergilenmesidir. Varlığı kuşatan kapsamlı alt üst oluşun
tablosudur. Bu değişim gökteki ve yerdeki tüm cansız varlıkları kuşattığı
gibi insanlardan uzak yaşayan yırtıcı hayvanları da onlarla yaşayan evcil
hayvanları da içine almakta, bütün insanların gönüllerine ve ruhlarına
ulaşmakta ve tüm işlerin düzenine el atmaktadır. Öyle ki bu inkılap
esnasında gizli olan herşey açığa çıkmakta, bilinmeyen herşey anlaşılıp
bilinmekte, sorgu ve ayrılma yerinde her insan daha önceden hazırladığı
azığının ve mahsulünün önünde durmaktadır. Etrafındaki herşey kasırgaya
tutulmuş, herşey baştan sona alt üst olmuş değişmiştir.
Büyük çaplı bu evrensel olaylar bütünü
gösteriyor ki alıştığımız bu kainat güzel uyumu, ölçülü hareketi, değişmez
oranlamaları, sağlam yapısı, güç ve ustalıkla bina edilen bu evrenin, evet
bütün bu özellikleri ile bu evrenin, nizamının, düzeninin bağı çözülecek.
Parçaları etrafa saçılıp yayılacak. Kendisini ayakta tutan şu anki sıfatları
ve özellikleri kaybolacak. Belirlenmiş eceline doğru gidip sona erecektir.
Bütün yaratıklar orada başka bir şekil alacaktır. Evren, başka evren; hayat
başka bir hayat olacaktır. Gerçekten bu Alışılan evrenin gerçeklerinden
bambaşka olacaktır.
İşte surenin kalblere ve vicdanlara
yerleştirmeyi amaçladığı gerçekte budur. Ta ki insan ne kadar değişmez gibi
görünseler de bu geçici görüntülere gönlünü kaptırmasın ve onlardan
kopabilsin. Değişmeyen hakikate bağlanabilsin, her şeyin ve her olayın
değişip yıkıma uğradığı sırada değişmeyen ve yıkılmayan Allah gerçeğine
bağlanabilsin. Gözler önündeki bu evrende bilinen ve Alışılan ölçüler içinde
hareket ederken, hiçbir zaman yer, görüş ve duyuşla sınırlanmayan mutlak
gerçeğe doğru uzanabilsin. Hiçbir şart ve hiçbir sınırla sınırlı olmayan
temel gerçeğe bağlansın, görüntülere ve şekillere değil.
İşte bu, korkunç değişim sahnelerini gözden
geçiren gönüllere yerleştirilmek istenen genel duygudur.
Bütün bu varlıklara ilişkin olaylar ve
değişimlerin gerçek mahiyetine gelince bunların gerçek bilgisi Allah
katındadır. Şu anda onları, duygularımızın ve düşüncelerimizin Alışılagelen
sınırlı çerçevesi ile anlamamız mümkün değildir. Çünkü bunlar, gücümüzü aşan
gerçeklerdir. Bu değişimler, Alıştığımız değişimlerden çok büyüktür.
Sarsıcı, yıkıcı bu depremler, yerin sarsılmasına benzemez. Yerin içinde bir
volkanın patlamasına veya yere küçük bir meteorun düşmesi veya yıldırım
çarpmasına benzemez. insanların bildiği en büyük su baskını Nuh tufanı idi.
Şahit olduğu evrensel olayların en büyüğü ise yüz milyonlarca mil uzakta
bulunan güneşte küçük patlamaların meydana gelmesidir.
Bütün bunları kıyamet gününde meydana gelecek
olan dehşet verici ve kuşatıcı değişimle karşılaştırdığımızda onlar çocuk
oyuncağı gibi kalacaktır!! Bu varlıklarda meydana gelecek değişim gerçek
boyutlarını anlama ve kavrama imkanımız olmadığına göre günümüzde bu gerçeği
anlamamızı, zihnimize yaklaştıracak bu dünya hayatında Alıştığımız ölçülere
ve değerlere başvurmaktan başka çaremiz kalmamaktadır.
Güneşin dürülmesi, onun soğuması, alevlerinin
sönmesi şu anda etrafındaki uzaya binlerce mil uzaklıktaki varlıklara
gönderdiği ışığının ve ışınlarının sönmesi anlamına gelebilir. Nitekim bu
hal güneş tutulması sırasında rasathanelerden rahatlıkla gözlenebilmektedir.
On ikibin dereceye ulaşan kızgın sıcaklığın etkisi ile birbirinden bağımsız
halde bulunan gazlarının yer küresinin kabuğu gibi bir kabuk bağlayarak
soğuması ve donması, etrafa ışık ve ışın gönderemez hale dönüşmesi anlamına
gelebilir. Şu anda güneşin sıcaklığı, orada bulunan tüm maddeleri alevlenen
gazlara dönüştürülebilir.
Böyle olabilir, başka bir şekilde de
olabilir. Ama bu "nasıl olacak, meydana gelmesine sebep olacak faktörler
nelerdir?" konusu ise sadece Allah'ın bileceği bir iştir.
Yıldızların dökülmesi, onları bağlayan
düzenin çözülmesi, ateşlerinin sönmesi ve ışıklarının kararması anlamına
gelebilir. Bu olayın dokunacağı yıldızların hangisi olduğunu Allah daha iyi
bilir. Bunlar bizim güneş sistemimize yakın olan bir grup yıldızlar mıdır,
yoksa içinde bulunduğumuz galaksideki yüz milyonlarca yıldızlar mıdır, yoksa
sayılarını ve yerlerini Allah'tan başka kimsenin bilemediği tüm yıldızlar
mıdır? Rasathanelerimizdeki cihazlarımızla gördüğümüz galaksilerin ve
boşlukların ötesinde sayısını ve sonunu bilemediğimiz nice galaksiler ve
boşluklar bulunmaktadır. Orada da dökülmenin kendisine dokunacağı yıldızlar
sözkonusu edilebilir. Nitekim Allah'tan başkasının gerçek mahiyetini
bilemediği bu doğru haber de aynı gerçeğe parmak basmaktadır.
Dağların yürütülmesi, onların kökünden
sökülmeleri, atılmaları ve havaya savrulmaları anlamına gelebilir. Nitekim
başka bir surede şöyle denmektedir: "Ey Muhammed! Sana dağlara ilişkin soru
soruyorlar. De ki: `Rabbim onları yerlerinden ufalayıp savurur."(Taha 105)
"Dağlar ufalandıkça ufalanıp ta toz duman haline geldiği zaman." (Vakıa 5)
"Dağlar yürütülüp, serap oldukları zaman." (Nebe 20) Bu ayetlerin hepsi
dağlara isabet edecek olan olaya işaret etmektedir. Bu olay dağların
sağlamlığını, köklülüğünü, kenetlenmelerini ve karanlığını alıp
götürecektir. Bu olayın başı yere isabet edecek olan ve Kur'an'ın
kendisinden şu şekilde söz ettiği sarsıntı ve deprem olabilir. "Yer dehşetle
sarsıldıkça sarsıldığı ve içindeki ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman."
(Zilzal 1-2) Bunların hepsi o uzun günde meydana gelecek olaylardır.
"Develer gebeliğinin onuncu ayındaki kendi
haline bırakıldığı zaman"
Ayette geçen "işar" kelimesi gebeliğinin
onuncu ayına girmiş dişi deve demektir. Bu o dönemde Arapların sahip olduğu
en güzel ve en değerli hayvandı. Ve bu halde o develerin en pahalısıydı.
Zira bu durumda süt ve yavru vermek üzere idi. Yararı yakındı. İşte bu
korkunç olayların meydana geleceği günde bu develer dahi önemsenmez,
salıverilir, hiçbir değerleri kalmaz ve hiç kimse onlarla ilgilenmez.
Bu ayetle ilk olarak muhatab olan Arap burada
sözü edilen deveyi hayatta eşine rastlanmadığı bir musibete uğramadan
salıvermez ve ondan elini çekmezdi!
"Yabani hayvanlar bir araya toplandığı
zaman."
Bu yabani ve ürkek hayvanları bile meydana
gelen olaylar korkutmuş ve ürkütmüştür. Hepsi bir araya gelip birbirinin
yanına sokulmuştur. Dağların ve vadilerin arasında yayılmışken korkudan bir
araya gelmişler. Birbirlerinden kaynaklanan korkularını unutmuşlar ve
yırtıcı özelliklerini yitirmişlerdir. Şaşkın bir halde önlerine geldikleri
şekilde kaçışıyorlardı. Alışageldikleri şekilde inlerine ve yuvalarına
sığınmıyorlar, yırtıcı özelliklerinin gereğini yapıp da avlarının peşinden
gitmiyorlar. Bu korku ve dehşet sözkonusu hayvanların karakterlerini ve
özelliklerini dahi Alıp götürmüştür! Bu durumda insanlar o çetin korku
gününde ne yaparlar acaba?!
DENİZLERİN KAYNAMASI
Denizlerin kaynatılmasına gelince, bu onların
sularla dolması anlamına gelebilir. Bu sular, yerin ilk oluşumuna ve
kabuğunun soğumasına eşlik ettiği ileri sürülen taşkınlara benzer büyük
taşkınlardan meydana gelebilir. Nitekim Naziat suresinde bunlardan söz
etmiştik. Bu sular aralarındaki engellerin kalkmasına yol açacak depremlerin
ve volkan patlamalarının sonucunda onların birbirleri
ne girmesi ile de gerçekleşebilir.
Kaynamaların ve patlamaların anlamına da gelebilir. Nitekim başka bir surede
deniyor ki: "Denizler patladığı zaman," (İntifar 3) Yani bu onun
elementlerinin patlaması ve ondaki hidrojen ve oksijenin birbirinden
ayrılmasıdır. Ya da atomun patladığı gibi denizin tüm atomlarının
patlamasıdır. Hiç şüphesiz atomların patlaması daha korkunçtur. Denizin
kaynatılması, bunlardan başka bir şekilde de olabilir. Bu meydana geldiğinde
boyutları tasavvur dahi edilemeyecek büyüklükte korkunç ateşler, denizlerden
yükselmeye başlar. Çünkü atom ve hidrojen bombasından belli sayıdaki birkaç
atomun patlamasının ne korkunç olaylara yol açtığını bütün dünya
bilmektedir. Denizin atomları bu şekilde veya başka bir şekilde patladıkları
zaman insanın gücü bu korkunç olayı düşünmekten aciz olur. Bu geniş, uçsuz
bucaksız denizlerden yükselen korkunç cehennemi insan zihninde tasavvur bile
edemez!
Nefislerin çiftleşmesi ise, insanların tekrar
yaratılmasından sonra ruhlarının ve bedenlerinin birleşmeleri anlamına
gelebilir. Aynı cinsten olan bütün ruhlar grubunun grup halinde bir bütün
içine yerleşmesi de olabilir. Nitekim başka bir surede deniliyor ki: "Siz de
üç çift olduğunuz zaman." (Vakıa 7) Yani üç sınıfa ayrıldığınız zaman. Bu üç
sınıf da yaklaştırılmış olanlar, sağda kalanlar ve solda kalanlardır.
Nefislerin çiftleştirilmesi aynı türden kümelenmeler şeklinde olabilir.
KADININ ONURLANDIRILMASI
"Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa
gömülen kız hangi günahı yüzünden öldürüldü? diye."
Cahiliye döneminde insanlığın vicdan düzeyi
alçaldığından kız çocuklarını utanma veya fakirlik korkusu ile diri diri
toprağa gömme geleneği yaygınlaşmıştı. Kur'an bu gelenekten söz ederken
cahiliyenin bu iğrenç yüzüne ışık tutmaktadır. islam Arapları cahiliyenin
alçaklığından kurtarmak amacı ile geldiği gibi bütün insanlığı da kurtarmaya
gelmiştir. Yüce Allah bu geleneğe ilişkin olarak buyuruyor ki: "Onlardan
birine kız çocuğu olduğu müjdesi verildiğinde üzüntüden yüzü simsiyah
kesilir. Aldığı kara haberden dolayı tanıdıklarına görünmekten kaçınır.
Aşağılanmaya katlanarak onu Alıkoysun mu, yoksa toprağa mı gömsün diye
düşünür. Baksana ne kötü hüküm veriyorlar." (Nahl 58-59)
Diğer bir surede buyuruyor ki: "Ama onlardan
birine Allah'a isnat ettikleri kız çocuklarının müjdesi geldiğinde üzüntüden
dolayı yüzü simsiyah kesilir demek süs ve nimet içinde yetişen ve savaşta
fazla bir etkisi olmayan olanı Allah'a yakıştırıyorsunuz öyle mi?" (Zuhruf
17)
Üçüncü bir yerde buyuruyor ki: "Yoksulluk
kaygısı ile çocuklarınızı öldürmeyin. Onların da sizin de rızkınızı veren
biziz. Onları öldürmek ağır bir suçtur." (İsra 31)
Toprağa gömme olayı, acımasız bir şekilde
gerçekleşiyordu. Çünkü kız çocuğu diri olarak gömülüyordu. Bu konuda onlar
hayli ileri metodlar geliştirmişlerdi! Onlardan bazıları kız çocuğu olduğu
zaman altı yaşına kadar kendisine dokunulmazdı. Sonra annesine derdi ki;
"Kızın üstünü bayı yıka, güzel elbiselerini ve süslerini tak. Onu
anneannesine götüreceğim." Kızı Alır daha önce çölde kazdığı çukurun yanına
götürür. Kuyunun yanına vardıklarında kuyunun içine bak der, sonra onu
birden içine iterdi ve üzerine toprak doldururdu. Bazıları ise doğum
sırasında sancılar gelmeye başladığında onun annesini, kazılmış bir çukurun
yanına götürürlerdi. Doğan çocuk kız ise hemen oraya atılır ve hemen üzerine
toprak atılırdı. Erkek olursa Alıp eve getirirlerdi. Bazıları ise kız
çocuğunu öldürmemeye niyet eder, her türlü eziyete maruz bırakır, hayvan
otlatacak yaşa geldiğinde yünden veya kıldan yapılmış bir aba giydirerek
yaylaya gönderir, develerini yaydırırdı.
Kızlarını öldürmeyen ve onları çobanlığa da
göndermeyenler ona kötülük ve eziyetin tadını başka şekillerde
tattırırlardı. Bu kız evlenip kocası öldüğünde, kocasının en yakını onun
üzerine elbisesini atardı. Bu hareketin anlamı, insanların onunla
evlenmelerini engellemekti. Ondan sonra hoşuna giderse onunla evlenirdi.
Onun isteğine ve iradesine danışılmazdı. Eğer hoşuna gitmezse ölünceye kadar
onu bekletir mirasını Alırdı. Bu durumlarda kadın fidye vererek kendisini
kurtarma çarelerine de başvurabiliyordu. Bazıları ise kadını boşar ve
istediği adamdan başkası ile evlenmemesini şart koşardı. Yoksa evlendiği
sırada mehrin hepsini geri alacağını söylerdi. Bazıları ise kocası öldüğünde
eşini, küçük bir çocukları için bekletirler, çocuk büyüyünce onu Alırdı.
Bazı adamların evinde yetişen yetim kız çocukları olurdu. Onlar hakkında bu
adam söz sahibi idi. Onu evlenmekten alıkoyardı. Ya karısı ölüp kendisi
onunla evlenirdi veya güzelliğine veya malına göz koyduğu için küçük oğlu
ile evlendirir veya karısı öldüğünde onunla evlenirim düşüncesi ile bu yetim
kızı evlenmekten alıkoyardı.
İşte cahiliyenin çeşitli açılardan kadına
bakış açısı buydu. Ta ki islam gelinceye kadar. islam bu gelenekleri
şiddetli şekilde çirkin bulup mahkum etti. Kız çocuklarını öldürmeye son
verdi ve bu işi sert biçimde reddetti. Bu konuyu kıyamet gününde kendisinden
sorguya çekilecek meseleler arasına soktu. Böyle evrensel yıkımların,
yıkılışların dehşetini dile getirirken bu büyüklükte olaylardan biri imiş
gibi onu da dile getirmekte ve şöyle demektedir: "Ve sorulduğu zaman diri
diri toprağa gömülen kıza; hangi suçtan ötürü gömüldü?' diye" Peki onu gömen
adamın hali nice olacaktır?!
Cahili bir ortamda kadının, onur ve şeref
kazanması mümkün değildi. Tüm insanlığın onurlandırıldığını ve kadını ile
erkeği ile her insana saygı duyulmasını isteyen Allah'ın şeriatı ve sistemi
olmasa idi, kadın o halde kalacaktı. İslam her insana yüce ve ulu Allah'ın
ruhundan bir soluk taşıdığı için değer kazandırmıştır. İşte kadının şerefi
de bu kaynaktan geliyordu. Yani islamın getirdiği değerden. Yoksa çevrenin
herhangi bir faktöründen değil.
Yerden değil gökten gelen değerlerle
desteklenip insanın doğuşu kadında gerçekleştiğinde, şeref, haysiyet ve
itibar elde etti. Kadının değerini ve kıymetini artık aileye karşı
sorumluluklarını ve maddi kazanç sağlamasını ölçü alarak değerlendirmek ve
onu bu konudaki zayıflığı yüzünden değersiz saymak sözkonusu değildi. Çünkü
bu göğün değerlerinden değildi ve göğün ölçüsünde bir ayrılığı yoktu. Asıl
önemli olan insanın Allah'a bağlı olan onurlu ruhu idi ve bu konuda kadın
ile erkek aynı idi.
Bu dinin Allah tarafından gönderildiğini ve
peygamberin getirdiği sistemin vahiy yoluyla ona bildirildiğini ispat etmek
gerekirse kadının konumunda meydana gelen bu değişiklik, onun şaşmaz
delilleri arasında sayılmalıdır. Çünkü o zaman kadının bu kadar
onurlandırılacağını gösteren bir tek işarete dahi rastlanmıyordu. Çevreye
hükmeden faktörlerin hiçbiri özellikle iktisadi şartlar buna hiç müsait
değildi. Eğer ilahi sistem yeryüzünün tüm etkenlerinden, özellikle cahili
çevre şartlarından bağımsız bir şekilde bu gelişmeyi sağlasaydı kadının hali
öyle devam edecekti. islam kadının konumunu yeniden belirledi. Kadının bu
konumu katıksız semavi değerlerle ve katıksız semavi ölçülerle ilgili idi.
AMEL DEFTERLERİ
"Siciller açılıp yayıldığı zaman."
Bu defterler amel defterleridir. Onların
yayılması, açılmaları ve okunmaları gizli kapalı hiçbir şeylerinin kalmaması
anlamına gelir. Bu açıklık insanlara daha ağır ve daha zor gelmektedir.
Örtülü, kirli nice işler vardır ki bizzat onu işleyen kişilerin onları
hatırlamaları dahi kendilerini utandırır. Onların açıklanması halinde
titrer. Onların açıklanmasından endişe eder ve onlar karşısında erir! İşte
bütün bu gizli kapalı işler o günde yayılacak ve göz önüne serilecektir!
Bu yayılma ve açıklama kıyamet günündeki
korku türlerinden biridir. Ayrıca değişimin önemli özelliklerinden biridir.
Öyle ki saklı olan ortaya çıkıyor, gizli olan açıklanıyor ve gönüllerde
gizli olan dışarıya vuruluyor.
Gönüllerdeki gizliliğin ortaya çıkarılmasının
karşısında onun gibi bir sahne evrende de yer Alıyor. "Gök kubbe yıkıldığı
zaman." Bu kelimenin ilk çağrıştırdığı şey başımızın üzerinde bulunan şu
yüksek kubbedir. Ayette geçen "kuşitat" kavramı göğün yok olması demektir.
"bu, nasıl meydana gelir, hangi yolla olur" bu konuda kesin bir şeye ulaşma
imkanı yoktur. Ama biz şöyle düşünebiliriz. Bugünkü evrensel şartları
değiştiren herhangi bir sebep sonucu insan başını kaldırıp baktığında
üstündeki kubbeyi göremeyecektir Çünkü bunu sağlayacak şartlar değişecektir.
İşte bu kadarlık bir yorumda yeter.
Bu korkunç ve müthiş günün sahnelenmesine
ilişkin son adımda geliyor:
"Cehennem kızıştırıldığı zaman ve cennet
yaklaştırıldığı zaman."
Yani cehennem yakılıp kızıştırıldığında,
alevleri, ateşi ve sıcaklığı arttırıldığı zaman... Cehennem "nerede nasıl
yakılır, nasıl kızdırılır ne ile yakılır?" Bu konuda hiçbir bilgimiz yoktur.
Sadece Allah'ın şu sözü hariç: "Onun yakıtı in-sanlar ve taşlardır." (Bakara
24) Bu ise cehennemlikler oraya atıldıktan sonradır. Ondan önce ise onun
nasıl olduğunu ve yakıtının ne olduğunu sadece Allah bilir!
Bu sırada cennet yaklaştırılacak. Kendilerine
cennet vaadedilenlere görünmeye başlayacak, oraya girmenin kolaylığı, içine
dalmanın basitliği ortaya çıkacaktır. Çünkü cennet artık yaklaştırılmış,
yakına getirilmiş ve hazırlanmıştır. Sözcük cennetin sanki yavaş yavaş kayıp
geldiğini veya ayakların ona doğru kaydığını ifade eder gibidir.
Kainat sisteminde canlıların ve cansızların
durumlarında bütün bu korkunç olaylar meydana geldiği sırada herkesin
yaptığı işler ve bugün için yaptığı hazırlık hakkında şüphesi kalmaz.
Allah'ın huzuruna ne ile geldiği ve hesap için ne hazırladığını çok iyi
bilir.
"Herkes ne getirdiğini görecektir."
Her insan bu korkunç günde ne getirdiğini,
neyin lehinde, neyin aleyhinde olduğunu bilir. Bu korkuyu kendisini kuşatıp
üzerini bürüdüğü zaman bilir, öğrenir. Fakat önceden hazırladığı şeylerin
hiçbirini değiştiremez. Ne onları arttırabilir ne de eksiltebilir. Öğrenir
fakat artık o Alıştığı, hayatında ve düşüncesinde beraber olduğu her şeyden
ayrılmıştır. Kendi dünyasından ayrılmış, dünyası kendisinden kopmuştur
artık. Herşey değişmiş, herşey başkalaşmıştır. Değişmeyen ve başkalaşmayan
Allah'ın yüce yüzü dışında hiçbir şey kalmamıştır. Gönüllerin Allah'ın yüce
yüzüne yönelmeleri ve bütün bir kainatın değişip başka şekil aldığı bir
sırada onun yüce yüzünü bulmaları ne güzel olurdu.
Bu vurgu ile birinci bölüm sona eriyor. Artık
bu dehşet verici değişim meydana geldiği gönül sahneleri ile insanın gönlü
dolup taşmıştır.
Ardından surenin ikinci bölümü gelmektedir.
Bu bölüm evrenin güzel sahnelerine yemine dikkat çeken bir işaretle
başlıyor. Bunlar için güzel tatlı ifadeler özellikle seçiliyor. Bu vahyin
karakterine, onu taşıp getiren elçinin sıfatına, bu vahyi alan peygamberin
yapısına ve insanların Allah'ın dilemesi karşısındaki tutumlarına ilişkin
yeminlerdir bunlar.
15- Yemin ederim geri kalıp
gizlenenlere.
16- Akıp giderken ışık
verenlere.
17- Kararan geceye.
18- Soluk almaya başlayan
sabaha.
19-Şüphesiz o şerefli bir
elçinin sözüdür.
20- Kuvvet sahibidir. Arşın
sahibi Allah katında yücedir.
21- Orada kendisine itaat
edilir, güvenilir.
22- Arkadaşımız deli
değildir.
23- Şüphesiz (Muhammed) onu
apaçık ufukta görmüştür.
24- O, gayb hakkında töhmet
altında tutulamaz.
25- O, kovulmuş şeytanın sözü
değildir.
26- O halde nereye
gidiyorsunuz?
27- O alemlere öğütten başka
birşey değildir.
28- Sizden düzelmeyi
dileyenler için.
29- Ancak alemlerin Rabbi
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
Geri dönen akıp giden ve gizlenen
kavramlarıyla yıldızlara işaret edilmektedir. Bunlar yörüngelerinde gidip
gelen, akıp giden ve gizlenen gezegenlerdir. ifade güzelliği, burada onlara
ceylanın hayatına ve hareketine benzeyen güzel ve zarif bir hayat süsü
vermektedir. Bunlar akıp giden ve yuvalarında gizlenen, başka bir yoldan
geri dönen ceylanların hareketlerini andırmaktadır. Cana yakın, sıcak ifade
ile bu gezegenlerin hayat fışkırdığını dile getirmektedir. Onların
hareketlerindeki güzelliğe de duygusal açıdan işaret edilmiştir.
Gizlenmelerinde ve ortaya çıkmalarında, yollarında ve uzaklaşmalarında, akıp
gitmelerinde ve geri dönmelerinde duygusal bir güzellik göze çarpmaktadır.
Bunun yanında onu destekleyen musiki güzelliğine ait mesaj yer almaktadır.
"Kararan geceye." Yani karanlık çöktüğü
zaman. Fakat buradaki "kararan" sözcüğünde birtakım mesajlar bulunmaktadır.
"As'asa" kelimesi iki bölümden oluşmaktadır: As. As. Bu da ses tonu ile bu
gecedeki hayata işaret etmektedir. Kişi karanlıklar içinde el yordamı veya
ayak hareketleri ile hareket etmeye çalışmaktadır. Fakat bir şeyi
görememektedir. Bu gerçekten Hayrete düşüren bir mesaj ve derin anlamlar
ifade eden bir işaretin harekete dönüşmesidir.
"Soluk almaya başlayan sabaha." ifadesi de
bunun gibidir. Hatta ondan daha canlı ve daha yüklü mesaj taşımaktadır.
Sanki sabah nefes Alıp veren bir canlıdır. Nefesleri aydınlık, hayat ve
canlı olan herşeye sızan harekettir. Aşağı yukarı kesin söyleyebilirim ki,
Arap dili ve edebiyatı bütün ifade ve anlatım gücüne rağmen sabahın bu
türden bir ifadesini içermemektedir. Şafağın görünmesi, açık olan kalplere
onun bilfiil nefes aldığı duygusunu vermektedir. Sonra bu ifade geliyor,
açık olan kalbin hissettiği bu gerçeği tasvir ediyor.
İfade ve tasvirin güzelliğinden zevk alan,
herkes "Geri kalıp gizlenenlere, akıp giderken ışık verenlere, kararan
geceye, soluk almaya başlayan sabaha:' ilahi sözlerinde duygusal ve ifade
açısından büyük bir zenginlik olduğunu farkeder. Değinmekte oldukları
evrensel gerçekler bir tarafa bunlar gerçekten güzel, üstün ve zarif bir
ifade zenginliğini dile getirmektedir. insanlığın duygularına kat kat
duygular katmaktadır. Onların bu evrensel olaylar; bilinçli, duyarlı bir
duygu ile karşılamalarını sağlamaktadır.
GÜVENİLİR ELÇİ VE PEYGAMBER
Hayat giydirilen bu evrensel sahnelere dikkat
çekilmektedir. Dolayısıyla güzel ve canlı ifadelerle insanın ruhu, onların
özüne bağlanmaktadır ki insanın ruhuna sırlarını versin. Onların ardındaki
kudrete doğru yönelsin. Kendisine çağrıldığı iman gerçeğinin doğruluğunu
dile getirsin. Sonra Hz. Peygamber ile Cebrail gerçeği hatırlanacak ve kabul
edilecek en uygun hallerde söz konusu edilmektedir.
"Şüphesiz o şerefli bir elçinin sözüdür.
Kuvvet sahibidir. Arş sahibi Allah katında yücedir. Orada kendisine itaat
edilir, güvenilir: '
Şüphesiz bu Kur'an ve ahiret günü bu şekilde
tanıtılması değerli bir elçinin sözüdür. Bu elçi Cebrail'dir. Kur'an'ı
taşıyor ve O'nu tebliğ ediyor. Bu Kur'an'ı O getirip tebliğ ettiği için onun
sözü olmuştur.
Bu elçinin, yani Kur'an'ı taşıması ve O'nu
tebliğ etmesi için seçilen bu elçinin sıfatlarından söz ediliyor. O Rabbi
katında "değerlidir", nitekim "Kuvvet sahibidir." diyen rabbinin kendisidir.
Bu ifade de sözü taşımak için belli bir güce sahip olunması gerektiği
imajını vermektedir. "Arşın sahibi katındaki yeri yücedir." Derecesi ve
makamı yücedir. Kimin katında? Yücelerin yücesi, arşın sahibi katında.
Orada, yüceler aleminde sözü geçerlidir. Taşıdığı ve tebliğ ettiği konularda
güvenilen, itimat edilendir.
Bu sıfatlar bir bütün olarak bu sözün
yüceliğini, büyüklüğünü, üstünlüğünü ifade ettikleri gibi yüce Allah'ın
insana ihsanını ve yardımını da dile getirmektedir. İşte bu nedenle yüce
Allah, söz konusu mesajı Alıp getirecek ve insanlardan seçilen peygambere
vahiy tebliğ edecek bu sıfatların sahibi meleklerden bir elçiyi seçmektedir.
Bu gerçekten insanı mahcup edecek bir ilgidir. Halbuki eğer yüce Allah
insana ikramda bulunmamış ve onu onurlandırmamış olsaydı o Allah'ın mülkünde
hiçbir değer ifade etmezdi.
İşte, sözü taşıyıp getiren ve onu belirlenen
kişiye teslim eden elçinin sıfatları. Onu Alıp size bildiren peygambere
gelince o "sizin arkadaşınızdır." Uzun bir süre aranızda yaşayan ve
gerçekten tanıdığınız bir kişidir. Size gerçeği getirdiğinde size ne oluyor
ki, onun hakkında söylenmedik söz bırakmıyorsunuz? Onun dini hakkında
çeşitli görüşlere ayrıldınız. Halbuki o "sizin arkadaşınızdır" bilmediğiniz
biri değil. Ve O size gayb konusunda söz ettiğinde itimat edilen birisidir.
"Arkadaşınız deli değildir. Şüphesiz onu
apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında töhmet altında tutùlamaz. O,
kovulmuş şeytanın sözü değildir. O halde nereye gidiyorsunuz? O alemlere
öğütten başka birşey değildir."
Onlar gerçek anlamda onu tanıyorlardı. Aklı
olgunluğunu, doğruluğunu, güvenilir kişiliğini ve kararlılığını bildikleri
halde Resul-ü Ekrem hakkında şöyle diyorlardı: "O delinin biridir.
Söylediklerini bir şeytan O'na getirmektedir." Bazıları bu sözleri O'na ve
mesajına karşı bir tuzak olarak ileri sürüyor. Nitekim bu noktaya parmak
basan haberlerde vardır. Bazıları ise şimdiye kadar duymadıkları,
Alışmadıkları, insanların sözleri ile kıyaslanmayan, Hayrete ve dehşete
kapıldıkları için böyle diyorlardı. Bu konuda "Her şairin bir şeytanı
vardır. Ona eşsiz güzellikte sözler getirir. Her kahinin bir şeytanı vardır.
Uzakta olan gayb tan ona haber getirir. Şeytan bazı insanlara dokunur,
çarpar. Onlar vasıtası ile ilginç sözler söyletir" şeklindeki anlayışlarına
ve düşüncelerine dayanıyorlardı. Böylece biricik doğrudan gerçek sebepten
uzak düşüyorlardı. Bu gerçek sebep vahiy idi. Alemlerin Rabbi tarafından
gönderilen vahiy.
Surenin bu bölümünde Kur'an-ı Kerim onlara
eşsiz kainatın güzelliğinden ve güzel sahnelerin canlılığından söz
etmektedir. Böylece Kur'an'ın bu güzelliği, eşsiz biçimde yaratan O
yaratıcının kudretinden kaynaklandığını kalblere yerleştirsin. Onu taşıyan
elçinin ve O'nu tebliğ eden peygamberin sıfatlarından söz etsin. Çünkü
Peygamber onların tanıdık arkadaşlarıydı. Deli değildi. Şerefli elçi olan
Cebrail'i gerçekten gözleri ile görmüştü. Görmenin tüm şartlarının kesin
gerçekleştiği apaçık ufukta O'nu seyretmişti. Hz. Peygamber gayb konusunda
güvenilir bir kimse idi. Verdiği haber konusunda ulu orta konuşulamazdı.
Çünkü onlar şu ana kadar O'nu doğruluk ve kesin haberin dışında birşeyle
tanımamışlardı. "O, kovulmuş şeytanın sözü değildir." Çünkü şeytanlar böyle
tutarlı bir sistemi bildiremezlerdi. Yaptıklarını reddederek soruyor: "O
halde nereye gidiyorsunuz?" Hükmünüz ve sözünüz konusunda nereye
gidiyorsunuz veya hangi tarafa yönelirseniz yönelin karşınıza çıkacak olan
gerçeği bırakıp nereye gidiyorsunuz!
"O alemlere öğütten başka bir şey değildir."
Var oluşlarının gerçek mahiyetini, yetişmelerinin gerçek yönünü ve
çevrelerindeki evrenin gerçekliğini hatırlatan bir öğüt. "Tüm alemler için."
O ta ilk aşamadan itibaren evrensel bir çağrıdır. Mekke'de çağrı, kuşatma
altında ve itilmiş durumda olduğu halde. Buna benzer Mekke'de inen ayetler
bu gerçeğe işaret etmektedirler.
Bu derin anlamlı köklü açıklama yanında
hidayet yolunu dileyenler için kolaylaştırıldığı hatırlatılmaktadır. Bu
durumda onların sırf kendilerinin sorumlu oldukları belirtilmektedir.
Nitekim Allah onlara bu kolaylığı sağlamıştır.
"Sizden düzelmeyi dileyenler için."
Her şüpheyi kaldıran, her tereddüdü çürüten,
her mazereti düşüren ve arınmış kalbe doğru yolu gösteren bu açıklamadan
sonra kim Allah'a giden yolda hidayet üzere kendini düzeltmek isterse
düzeltir. Kim de düzelmezse artık sapıklığından kendisi sorumludur. Çünkü
önünde doğrulmasını sağlayacak imkanlar hazır bulunmaktadır.
Gerçek odur ki insanın iç dünyasında ve dış
dünyasında hidayete götürücü deliller ve imana yönelten mesajlar gerçekten
güçlü, köklü ve ağır etki sahibidir. Kasıtlı bir çaba olmadan kalbin onların
baskısından kurtulması çok zordur. Özellikle insan Kur'an'ın mesaj dolu
uyarıcı üslubu ve direktifine kulak verdiği zaman.
Bundan sonra Allah'ın yolundan sapanlar,
sadece kasıtlı olarak sapmak isteyenlerdir. Hiçbir mazerete ve gerekçeye
dayanmadan tabi!
Onlara hidayetin imkanı ve düzelmenin
kolaylığı gösterildikten sonra onların dilemelerinin ötesinde bulunan büyük
gerçeği dile getirmeye yöneliyor. Bu gerçek herşeyin ardında ve ötesinde
işleyen iradenin yüce Allah'ın iradesi olduğu gerçeğidir.
"Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz
dileyemezsiniz." Bu gerçeği dile getiriyor ki onlar kendi dilemelerinin her
şeyin gelip kendisine dayandığı büyük dilemeden ayrı olduğunu anlamasınlar.
Zira onlara seçme özgürlüğünün ve hidayet olgunluğunun verilmesi, olmuş ve
olacak herşeyi kuşatan bu büyük irade merkezine dayanmaktadır. Ondan
kaynaklanmaktadır.
Yaratıkların ve insanların iradelerinden söz
edilmesinden sonra Kur'an'ın bu ayetlere yer vermesinden amaç imana dayalı
düşünceyi ve onun büyük gerçeği kuşatıcı şeklini oturtmaktır. Bu büyük
gerçek, bu varlık alemindeki her şeyin Allah'ın iradesine bağlı olduğu
gerçeğidir. Allah'ın insana bir seçme gücü vermesi onun bir bütün halindeki
iradesinin bir parçasıdır. Bu da ayrı bir takdir, ayrı bir düzenlemedir.
Tıpkı emredildikleri her İşte kesin itaat etmeleri için meleklere izin
vermesi ve emredildikleri her görev için yeterli bir güç vermesi gibi. Bu da
Allah'ın iradesinin bir yönüdür. Öğretme ve açıklamadan sonra iki yoldan
birini seçme gücünü insanlara vermesi gibi.
Bu gerçeğin müminlerin düşüncelerinde iyice
yerleşmesi gerekir ki neyin dolaysız olarak hak olduğunu kavrayabilsinler ve
en büyük iradeye yönelsinler, sığınsınlar. Yardımı ve başarıyı O'ndan
dilesinler. Yol boyunca aldıklarını ve bıraktıklarını ona bağlı olarak
belirlesinler!
Herhangi bir
yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.