NAMAZIN ŞARTLARI 3
1 — Namazın Şartları Yedi Tanedir : 3
Taharet Ve Setr'i Avret (Utan Yerlerinin Örtülmesi) : 3
Necasetin Türü Ve Miktarı : 3
Erkeğin Avreti : 3
Hür Kadının Avret Yerleri : 4
Kadının Saçı Da Avrettir : 4
Hunsa Olanlara Gelince : 4
Avret Yerini Namazda Örtmek : 4
Karanlık Bir Odada Çıplak Namaz Kılmak : 4
Üzerinde Sadece Bir Entari Bulunan Kimse. 5
Namaz Kılarken Avret Yeri Açılırsa : 5
İpek Elbise Giyinip Namaz Kılmak Caiz Midir?. 6
Namaz Kılmak İçin Müstehab Olan Elbise : 6
Kadınlar İçin Müstehab Olan Elbise : 6
Dörtte Biri Temiz Olan Bir Elbiseyle Namaz Kılmak : 7
İmamın Elbisesinde Görülen Necaset : 7
Secde Yerinde Necaset Bulunursa : 8
DOKUZ YERDE NAMAZ KILMAK MEKRUHTUR : 9
KIBLEYE YÖNELMEK : 9
Deniz Ya Da Çölde Bulunanlara Gelince : 10
NİYET : 12
A) Niyet 12
B) Niyetin Önemi : 13
E) Farz Ve Vâcib Namazlar Niyete Muhtaçtır : 13
F) Kabe'ye Yöneldim Demek : 13
G) Vakit Namazı Kılmaya Niyet Ederken : 13
H) Îmama Ne Zaman Uymak Daha İyi Olur?. 14
3 — NAMAZ KILANLAR ALTI KISMA AYRILIR : 15
4 — NAMAZ NASIL KILINIR?. 15
A) Diğer Bir Rivayet : 16
NAMAZIN FARZLARI : 16
B) Tekbîr Ancak Ayakta Getirilir : 17
C) Cemaatle Kuman Namazda Tekbîr Ne Zaman Getirilir?. 17
D) İftitah Tekbirinin Faziletli Vakti : 18
E) Başka Dil İle Tekbir Getirmek : 18
F) Dilsiz Olan, Ya Da Okur-Yazar Olmayan Kimse : 18
2 — AYAKTA DURMAK.. 18
3 — KIRAAT: 18
C) Kıraatte Harflerin Tashihi 19
D) Kıraatin Namaz Yeri : 19
F) İbn Abidîn'in Bu Konudaki Tesbiti : 19
4 — RÜKÛ'A VARMAK : 20
A) Namazda Rükû'a Varmak Farzdır. 20
B) Rükûun Vakti : 21
C) Rükû' Ve Secdenin Hikmeti 21
5 — SECDE ETMEK : 21
C) Pamuk, Kar Ve Benzeri Yumuşak Cisimler Üzerine
Secde Etmek : 21
D) Kendi Dizi Veya Uyluğu Üzerine Secde Etmek : 22
E) Secde Yerinin Yüksek Olması Halinde : 22
F) Secde Yerinde Bazı Engeller Bulunursa : 22
G) Kötü Hırsız : 22
6 — NAMAZDA SON OTURUŞ : 23
7 — NAMAZIN VACİPLERİ : 23
A) Namazın Vacipleri : 23
E) Namazdaki Tekbirlerin Sesli Getirilmesi : 25
F) Fâtiha'yı Dönüp Aşikâr Okumak. 25
G) Nafile Namazlarda Kıraat Âşiltar Okunur Mu?. 25
H) Gizli Ve Aşikâr Okumanın Sının : 25
8 — NAMAZIN SÜNNETLERİ : 25
NAMAZIN ÂDABI : 26
9 — NAMAZ NASIL KILINIR?. 26
A) Ayakta Dururken Ayaklar Arasının Açık Tutulması : 27
C) Her Rek'atte Teavvuz Okunur Mu?. 27
D) Besmele : 27
10 — NAMAZDA KIRAAT : 32
Vitir Namazındaki Kıraate Gelince : 32
Ancak Aradaki Fark Ne Kadar Olmalıdır?. 32
Sûre Tertibine Uyup Kıraati Öylece Yerine Getirmek : 33
11 — NAMAZI HATİMLE KILMAK : 34
12 — KUR'ÂN-I KERÎMİ NAMAZDA DA YEDİ KIRAAT ÜZERE
OKUMAK : 34
13 —
OTURARAK NAFİLE NAMAZ KILAN.. 34
14 — KIRAATLE İLGİLİ RİVAYETLER : 34
15 — KIRAATTE DİL KAYMASI : 35
A) Bir Kelimedeki Harfi Diğer Kelimedeki Harf İle
Bitiştirmek : 35
B) Bir Harfi Başka Bir Harf Yerine Okumak : 35
C) Bir Harfi Hazfetmek : 35
D) Kelimeye Bir Harf İlâve Etmek : 35
E) Bir Kelimeyi Başka Bir Kelime Yerine Kullanmak : 36
F) Doğrudan Doğruya Bir Kelime Fazla Olarak Okumak : 36
G) Aynı Harfin Tekrarı 36
İ) Bir Âyeti Diğer Bir Âyetin Yerine Almak : 37
J) Yeri Olmadığı Halde Vakıf, Vasıl Ve İbtida Yapmak : 37
K) İ'rabda Hata Yapmak : 37
L) Şedde Ya Da Meddi Terketmek : 38
M) İbn Mes'ud Ve Diğer Ashab'm Mushafı 38
N) Kelimenin Bir Kısmını Okuyup Gerisini Okumamak. 38
O) İlâhî İsimlere Nisbet Edilen Fiilin Te'nîs
Getirilmesi : 38
1. Küçük
büyük hades (abdestsizlik) ten taharet,
2.
Necasetten taharet,
3. Avret
Cutan) yerlerini örtmek,
4. Kıbleye
yönelmek,
5. Vakit,
6. Niyet,
7.
Tahrîme (İftitah Tekbiri ile)
başlamak...
Ancak namazın şartı
denilince ne anlıyoruz? Önce bunu açıklamamız gerekmektedir. Burada
sıraladığımız yedi şart namaza henüz başlamadan önce. yerine getirilmesi farz
olan hususlardır. Belirtilen şeyler namazın şartı olunca, namaz bunlar için
meşrut sayılır. Meşrutun gerçekleşmesi, şartın gerçekleşmesine bağlıdır O
halde namazın şartlarından biri -zaruri bir hal yoksa- yerine gelmediği
takdirde namaz da yerine gelmez. Örneğin, abdestsiz kimsenin abdest almadan
ttahareti yerine getirmeden) namaz kılması sahih ve caiz değildir. Bunun gibi
beden, elbise ya da namaz kıldığı yerde namaza engel sayılacak kadar necaset
bulunduğu takdirde yine kılınan namaz sahih olmaz.
Namaz kılan kişinin
beaeni, elbisesi ve namaz kılacağı yerin necasetten temizlenmesi vâcibdir.
Ancak buralarda bulunan necasetin, namaza engel olacak kadar olması dikkatten
uzak bulundurulmamalıdır. Aynı zamanda giderilmesi fazla bir sıkıntı ve külfete
girmeden mümkün olmalıdır.
Buna bir misal verelim
:
Bedenindeki necaseti,
halkın göreceği şekilde avret yerini açma dan gidermek mümkün olmadığı yer ve
ortamda, avret yerini açma mak için o vaziyette namaz kılmak caiz olur. Bu
durumda avrot yerini açacak olursa, gayr-i ahlâki bir davranışta bulunmuş ve
acır:lan günah işlemiş sayılır.
Bedenin necasetten
temizlenmesi denilince, bedenin zahiri (dış kısmı) kastedilir. O halde murdar
bir sürmeyi gözüne süren kimsenin gözlerini yıkaması vâcib değildir. Çünkü göz
kapakları normal biçimde kapatılınca görülen kısım gözün zahiri, görülmeyeni ise
batını sayılır. Kapaklar kapandığında sürülen sürme görülmüyorsa, yıkanması
gerekmez.
Belirtilen üç yerden
birine dokunan necaset galiz ve bir dirhem miktarından çok ise, onu yıkayıp
dokunduğu yeri temizlemek farzdır. Yıkanmadan namaz kılınacak olursa, o namaz
hükümsüzdür. Bir dirhem miktarı olursa .yıkanması ve dokunduğu yerin
temizlenmesi vâcibdir. Yıkanıp temizlenmediği takdirde namaz kerahetle caiz
olur. Bir dirhem miktarından az ise, yıkanması sünnettir. Yıkanmadan o
vaziyette namaz kılmak tenzihen mekruhtur.
Dokunan necaset galiz
(ağır) değil de hafif sayılan türden ise, bu aşın derecede Cokunmamışsa, namazın
cevazına engel olmaz.
Avret (utan) yerini
örtmek, namazın sıhhatinin şartıdır. Ancak buna güç getirdiği takdirde böyledir.
Örtünecek hiçbir şey bulamadığı durumlarda ise, ileride belirtileceği gibi, o
vaziyette namaz kılar.
Erkeğin avreti, göbeğin
tam altından diz kapakları da dahil olmak üzere aradaki kısımdır. O halde
göbeğin kendisi avret değildir. Müctehid imamlarımızdan üçünün görüş ve içtihadı
budur.
Bu konuda Resülüllah (A.S.)
Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir :
«Erkeğin avreti
göbeğiyie diz kapaklan arasıdır.»
Bunu hem destekler, hem
açıklar anlamda rivayet edilen bir diğer hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor :
-Çocuklarınıza yedi
yaşma gelince namaz ile emredin. On yaşına gelince bunun için (gerekvrseJ
dövün. Bu yaşta onların yatağını ayırın. Sizden biriniz cariyesini kölesiyle ya
da hizmetçisiyle evlen-dirirse, artık o cariyenin göbeğinden aşağısına,
dizlerinden yukarısına bakmasın. Çünkü göbekle diz arası avrettir.»
îslâm kadınlarını
erkeklerin saldırı ve kötü nazarından korumak ve onu saygıdeğer bir düzeyde
tutmak, annelik vasfının zedelenmesini önlemek için onların, iki eli, yüzü ve
ayakları dışında her taraflarını avret saymıştır.
Nitekim bu konuda bize
kadar ulaşan sahih hadisler ve güvenilir râvilerin nakilleri vardır ;
Hazreti Âişe Validemiz
(R.A.) anlatıyor :
Ebubekir kızı Esma.
üzerinde ince bir elbise bulunduğu halde Resülüllah (A.S.) Efendimize geldi.
Resülüllah (A.S.) onu bu vaziyette görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu :
«Ya Esma! Şüphesiz ki kadın ergen olunca ancak şu ve şu yerlerinin (yüzüne ve
iki ellerine işaret ederk) görünmesi uygun olur..»
Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur :
-Şüphesiz ki kız ergen
olunca yüzünden ve bileğe kadar elinden başka yerlerinin görünmesi doğru
değildir.»
Bunu destekler anlamda
Atâ bin Ebî Rebah (R.A.) Hazreti Âişe (R.A.)'nın «Mü'min kadın süslerini görünen
kısım müstesna- açmasınlar. Baş Örtülerini yakalarının üzerine gelecek biçimde
örtünsünler.» mealindeki âyette geçen «Görünen, ortada" olan kısım müstesna»
dan maksad kadınların yüzleri ve iki elleridir, dediği tesbit edilmiştir.
Kadınların saçı avret
sayılmıştır. Ancak baş sınırını aşıp omuzlara kadar inen kısmın avret olup
olmadığı hakkında farklı görüşler varsa da en sahih kavle göre o da avrettir.
Fakih Ebû Leys de bu
kavlin fetvaya uygun olduğunu belirtmiştir. O halde kadının iki eli bileklere
kadar, yüzü ve bir rivayette iki ayağı dışında kalan yerleri avrettir.
Bu konuda cariyeler de
erkekler gibidir. Yani göbekle diz kapağı arası avrettir, onlar hakkında.
Hunsa, hem erkeklik,
hem dişilik organı bulunan kimselere denir. Hunsa köle olursa, avreti cariyenin
avreti gibidir. Hür olursa, hür kadınlar gibi örtünmesini ve belirtilen yerlerin
dışındaki yerlerini açmamasını emrederiz. Ancak bu durumdaki kimse sadece
göbekle diz kapağı arasını örter de öylece namaz kılarsa, fukahadan bir kısmına
göre iade etmesi, bir kısmına göre ise iade etmemesi gerekir.
Ergenlik çağma
yaklaşmış, fakat henüz ergen olmamış kız çocuğu çıplak bir vaziyette ya da
abdestsiz olarak namaz kılacak olursa, iade etmesi emredilir. Ama başörtüsüz
kılacak olursa namazı is-tihsanen tamamdır.
Avret yerini namazda
bankası görmesin diye örtmek, farzdır-Dunda icmâ' vardır. Kendisi görmesin diye
örtmesi farz değildir.
Bunu biraz daha
açıkliyacak olursak :
îç çamaşırı olmadığı
halde sadece bir entari giyinerek namaz kılarken yakasından baktığında avrat
yerlerin: görürse, namazı bozulmaz. Fukahanm ileri gelenlerinin hepsi bu
hususta görüş birli-ğindedir. Sahih olan da budur.
Ama karanlık bir odada
-temiz elbisesi bulunduğu halde- çıplak bir vaziyette namaz kılarsa, kıldığı bu
namaz caiz değildir. Bunda da icma' vaki olmuştur.
Vücut hatları ve az-çok
bedenin rengi belli olacak ölçüde ince elbiseyle namaz kılmak caiz değildir.
Yukarıda Hz. Âişe'nin, Hz. Es- mâ ile ilgili rivayet ettiği hadiste bu husus
yeterince açıklanmıştı.
Üzerinde sadece bir
entari olup secdeye vardığında avret yeri görünmüyor, fakat alt kısmında bulunan
bir kimse eğilip baktığında avret yerini görebiliyorsa, bu durumda olan adamın
kıldığı namaz sahihtir. Çünkü bunda zaruret vardır. Fakirlikıen dolayı iç
çamaşır giyinemiyen nice kimseler bulunmaktadır. Ancak avret yerlerinden fazla
bir kısım görünecek durumda olursa, o takdirde bir zaruret yoksa, örtünmesi
gerekir. Avret yerlerindeki azanın dörtte biri az, ondan fazla olanı çok
sayılır. Sahih olan ietihad budur.
O halde avret
organlarından birinin dörtte birinden az bir kısım açılırsa, bu af kapsamına
girer. Birkaç organda meydana gelen az açıklıkların toplamı, en küçük organın
dörtte biri kadar olursa, namazın cevazına engel sayılır.
Namaz kılarken avret yerlerinden biri açılırsa,
vakit kaybetmeden hemen örterse, namazı caizdir. Bunda icmâ1 vardır. Bir rükün
yerine getirilecek kadar bir zaman beklerse, namazı bozulur. Bunda da icmâ'
vardır. Ancak İmam Muhammed'e göre bu durumda bir rükün eda edinceye kadar
örtmezse namazı bozulur. Bir rükün eda edilecek kadar bir zaman bekler, fakat
bir rükün eda etmezse namazı bozulmaz. Birinci
görüş ihtiyata uygun görülmüştür.
Bu konuda, tenasül
aleti kendi başına bir organ, husyeler de kendi başına bir organ sayılır. Dizden
aşağı topuklara kadar olan kısım da kendi başına bir organ kabul edilmiştir.
Sahih olan da budur. Dizden tenasül aletine kadar olan kısım da kendi başına bir
organdır. Bu bakımdan namaz kılınırken diz kapaklan açılırsa namaz caizdir.
Çünkü açılan kısım organın dörtte biri değildir. En sahih olan jfcf görüş te
budur.
Kadmm topuğu diz
kapağına kadar olan kısımla aynı hükümdedr. Yani kadın namaz kılarken topukları
açılırsa, namazı bozulmaz. Çünkü topuk dize kadar olan kısmın dörtte birine
tekabül etmemektedir.
Bunun gibi karın ve
sırt'dan her biri başlıbaşma birer aza sayıYan kısımlar karına dahildir. Göğüs ayrı
bir azadır. Ancak göğsü
henüz iyice büyümemiş kızların memeleri bu konuda göğüslerine tabi'dir. Büyüyen
memeler ise başlıbaşma bir organ sayılır.
Namaz kılmak için
elbise bulamayıp avret yerleri açık bulunan kimse oturarak namaz kılar; ancak
rükû' ve secdeleri baş işaretiyle yerine getirir. Bununla beraber ayakta rükû'
ve secdeyle birlikte namazını kılabilir. Fakat birinci şekil afdaldır. Çünkü
avret yerlerinin iyice açılmasını önler. Yanında kimse bulunmasa bile Allah
CC.C.) utamlmaya daha lâyıktır.
Bu bakımdan fukaha bu
meseleyi işlerken, çıplak kimse ister gece, ister gündüz, ister evinde, ister
çölde bulunsun onun için afdal ti
olan oturarak namaz kılmaktr, demiş'.erdir. Sahih
olan da budur.
O halde fakir bir kimse
elbise almaya güç getiremjyorsa, kendi-sine hediye edilen bir elbiseyi
ahpkullanması vâcib olur. Bunun dışında kendini örtmek, ya da avret yerlerini
örtmek için mubah sa-yılan bir şeyler arar. Bulamadığı takdirde başkasının
hakkına el uza-tamaz. Çünkü burada ölüme kapı açan bir zaruret mevcut değildir.
Çıplak adam, namaz
kılmak için yanında elbisesi bulunan kimseden sırf namaz kılmak için emaneten
elbise ister, verirse onunla kılar. Vermediği takdirde çiplakvazîyette
belirttiğimiz şekilde namazını kılar.
Namaz kılarken
kendisini örtecek kadar elbise bulursa, o takdirde namazı olduğu yerde bırakıp
elbiseyi giyer. Elbise bulacağını ümit ediyorsa, namazı vaktin sonuna doğru
geciktirebilir.
Birkaç çıplak bir arada
bulunuyorsa, ya birbirinden uzaklaşıp öylece namaz kılarlar, ya da cemaatle
kılmak istiyorlarsa, imam olacak onların ortasında durur, hepside oturup
ayaklarını kıbleye uzatır, eîîerinide utan yerlerinin görünmemesi için siper
yaparak namaz kılarlar. Afdal olanda budur.
Örtünmek için bir hasır
ya da yaygı bulan kimse, onlarla örtü-nüp öylece namaz kılar. Bunun gibi utan
yerlerini ağaç yaprağı ya da ot ve benzeri şeylerle Örtmek mümkün olduğu
yerlerde, Önce örtünür, sonra namaz kılar.
Utan yerlerine sürecek
kadar temiz çamur bulan kimse, namaz kılmadan önce o çamuru sürünür, sonra namaz
kılar. Bunun gibi az da olsa ön ve arkasını örtecek kadar temiz ve helâl ne
bulursa, onu örtünmesi vâcib olur. Bu hususta ittifak vardır. Sadece ön ya da
ar-kasını örtecek kadar bir şey bulursa, kendisine hangisini örtmek uygun
geliyorsa orasını örter. Bu konuda fukahanm farklı görüşü varsa da afdal olanı,
şahsın bulunduğu durumu dikkate alarak onun arzusuna bırakılmasıdır.
Bilindiği gibi ipek
elbise erkeklere haram kılınmıştır. Normal zamanlarda onların bu elbiseyle namaz
kılmalarında kerahet vardır. Ama başka bir elbise bulamıyan kimse, zarurete
binaen ipek el-bisj giyerek namaz kılabilir. Buna cevaz verilmiştir. Fukahanın
çoğuna göre, bu durumda çıplak namaz kılması uygun olmaz. Kadınlar için bu söz
konusu değildir. Çünkü onların ipek elbise giymesi mubahtır.
Kadın ayakta namaz kılınca
avret yerinden bir kısmı açılıyorsa, oturduğu takdirde bu açılma meydana
gelmiyorsa, o takdirde oturarak namaz kılar.
Erkeklerin şu üç
elbiseyle namaz kılması müstehabdır :
1. Omuzdan
topuklara kadar uzanan entari,
2. Belden
aşağıya uzanan don,
3. Başı
örtecek kadar bir sarık...
Bununla beraber
erkekler tek bir elbiseyle namaz kılacak olurlarsa -ki bu elbisenin utan
yerlerini yeterince örtmüş olması gerekir- namazları kerahetsiz caiz olur.
Belden aşağı bir don ile kılarlarsa kerahetle caiz olur.
Bu kayıtlardan, baş
açık namaz kılmakta bir beis olmadığı anlaşılıyor.
Ne var ki bu meseleyi
biraz daha açıklamak gerekir :
Baş Açık Namaz Kılmak
Caiz midir?
Fetâvâ-yi Hindiyye'nin
yukarıda yaptığı açıklamadan caiz olduğu anlaşılıyor. Bu konuyla ilgili sahih
rivayetleri araştırdığımızda İbn Abas (K.A.)'dan yapılan şu rivayeti görmekteyiz
:
«Resûlüllah tA.S.)
Efendimiz bazen sarığını çıkarıp önünde süt-re olarak kullanırdı.»
Hanefi fukahasma göre, Allah
(C.C.) huzurunda daha saygılı bir tavır almak niyetiyle baş açık namaz kılmakta
bir beis görülmemiştir.
Ubâde bin Sâmit (R.A.)den
yapılan rivayette, adı geçen diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
iki omuzu arasında düğümleyip bedenine Örtündüğü bir tek bezle bize namaz
kıldırdı.» Bu
rivayetten, Resülüllah (A.S.) baş açık namaz kıldırdığı istidlal edilmiştir.
Namaz kılmak için
kadınlara müstehab olan elbise üçtür :
1. Omuzdan
topuğa kadar entari,
2. Göbekten
topuklara kadar iç çamaşır,
3. Omuzlara
kadar sarkan baş örtüsü.
Ancak başını ve bütün
bedenini örter şekilde tek bir üstlükle namaz kılması da caizdir. Bu daha çok
yeterince giysi bulamıyanlar hakkında câridir.
Başka elbise
bulamadıkları için büyükçe bir üstlüğün ayrı ayrı taraflarına bürünerek örtünen
iki kişinin bu vaziyette namaz kılmalarına cevaz verilmiştir. Bunun gibi
üstlüğün bir ucunu uyuyan adamın üzerine örter de geriye kalan kısmına sarılarak
namaz kılarsa, kâfi gelir.
Kadının örtündüğü
üstlük onun bütün bedenini ve bir de başının ancak dörtte birini kapladığı için
başını örtmeyi terkederse, caiz değildir. Ama başının dörtte birinden az kısmını
kaplıyacak kadarsa, o takdirde başını örtmeyi terketmesinde bir zarar yoktur.
Ama örtünmesi -az da olsa- afdaldır.
Çıplak bir adam en
küçük avret azasının dörtte birini örtecek kadar bir örtü bulur da bunu
örtnıeyip terkederse, namazı bozulur. Daha az bir kısmı örtecek kadarın terkinde
bir zarar yoktur.
Çıplak kimse avretinin
görünmesini engelliyecek kadar bulanık bir suda namaz kılarsa caizdir. Berrak
suda caiz değildir.
Dörtte biri temiz olan
bir elbiseyle namaz kılmak caizdir. Çünkü u, çıplak bir vaziyette kılmaya tercih
edilmiştir. Ama ya elbisenin amamı, ya da dörtte birinden az bir kısmının
dışındaki bölümü ne-is olursa, o takdirde adam muhayyerdir : Dilerse çıplak
vaziyette ıturarak -rükû ve secdeleri baş işaretiyle yerine getirir namaz kılar;
lilerse o elbiseyle normal biçimde namazım eda eder. Ne var ki, bu ekilde, yani
çıplak kümaktansa necis elbiseyle kılması afdaldır.
Dibağet edilmedik ölü
hayvan derisinden başka örtünecek bir jey bulamıyan kimsenin bununla örtünüp
namaz kılması caiz değildir. Bu durumda çıplak kalması gerekir.
a) Her
birinde dirhem miktarından fazla necaset bulunan iki lbiseden dilediğini -eğer
üzerindeki necaset dörtte birini kapsamıyorsa- giyinip namaz kılabilir. Çünkü
dörte birine ulaşmadığı takdirde ikisi arasında fark yoktur. Ama daha az
necaset bulunanı tercih etmek müstehabdır.
Bunun aksine iki
elbiseden birinin sadece dörtte biri, diğerinin bundan daha az kısmı temiz
bulunuyorsa, dörtte biri temiz olanla namaz kılınır.
Bir ucunda necaset
bulunan ve hemen giderilmesi mümkün olmayan elbisenin temiz tarafıyla avret
yerlerini örtmek mümkünse öyle yapılarak namaz kılınır. Bunun aksi caiz
değildir. Yani bu durumda çıplak namaz kılmasına cevaz verilmemiştir. Örtündüğü
temiz tarafın hareketiyle necis tarafın hareket edip etmediğine bakılmaz.
Çünkü zaruret vardır.
b) Bu
konudaki genel kaaide şudur :
Namaz kılmak için
mevcut iki elbisede bulunan necaset eşit durumda ise, herhangi biriyle namaz
kılmak caizdir. Birinde az diğerinde çok ise, az olanı tercih edilir.
İki elbiseden
hangisinin necis olduğunu bilmiyorsa, kanaatma göre temiz olanıyla namaz kılar.
Yine kanaatine
dayanarak birinin temiz olduğunu sanıp onunla öğle namazını kıldıktan sonra bu
kez kanaatini değiştirir ve ikinci elbiseyle ikindi namazım kılarsa, ikindi
namazı yerine gelmemiş sayılır.
Beraberinde iki elbise
bulunur da onlarda necaset bulunduğunun farkında olmadan biriyle öğle namazını,
diğeriyle ikindi namazını, sonra öğle namazını kıldığı elbiseyle akşam
namazını, ikindi namazım kıldığı elbiseyle yatsı namazını kıldıktan sonra
onlardan birinde dirhem miktarım aşan bir necasete rastlar ve hangisiyle hangi
vakit namazını kıldığını tesbit edemezse, bu durumda öğle ile akşam nama.zları
caizdir, ikindi ile yatsı namazları fasiddir (bozulmuş, yerine gelmemiştir).
Üzerinde taşıdığı
büyükçe bir üstlük, boyun atkısı ve benzeri bir giysinin yerde kalan kısmı necis
bulunuyor ve bu vaziyette namaz kılmışsa, namazdaki hareketiyle yerde bulunan
ucun hareket edip etmediğine bakılır; hareket ediyorsa namaz caiz değildir,
etmiyorsa cevaz verilmiştir.
Necis olduğunu sanarak
içinde namaz kıldığı elbisenin namazdan sonra necis olmadığını anlayan kimsenin
kıldığı namaz caizdir.
Elbisesinde dirhem
miktarından az necasete' raslar, vakitte müsaitse, önce necaseti yıkar, sonra
namazını kılar. Necaseti yıkayınca-ya kadar cemaate yetişemiyeceğini, fakat
başka bir cemaate yetişebileceğini kestiren kimse yine önce necaseti yıkar. Ama
cemaati kaçıracağından veya vaktin çıkmasından endişe ediyorsa, o takdirde sözü
edilen necaseti yıkamadan namazını kılar.
Elbisesinde ağır
necasetten dirhem miktarını aşar ölçüde necasete raslar, fakat ne zaman
dokunduğunu kesinlikle bilmezse, hiçbir namazı iade etmez. Bunda icmâ' vaki
olmuştur. En sahih görüş te budur.
Cemaatle namaz
kılınırken imamın elbisesinde dirhem miktarından az bir necasetin bulunduğunu
gören cemaatin mezhebine göre bu kadar necasetin namaza engel olmadığı, imâmın
mezhebine göre engel olduğu anlaşılıyor ve imamın da böyle bir necasetin
dokunduğundan haberi yoksa, cemaatin namazı caiz, imamın ki caiz değildir.
Ama durum bunun aksine
ise, (yani imamın mezhebine göre bu kadar necaset namaza engel değil, cemaatin
mezhebine göre engeldir) hüküm de yukarıdakinin aksinedir.
Bedenimizdeki
giysilerin muhtelif yerlerinde az nisbette rasla-nan necasetin toplamı bir
dirhem miktarını aşarsa, namazın cevazına engel olur.
Ama astarlı bir
elbiseye dirhem miktarından az dokunan necaset aynı zamanda astara da nüfuz
etmişse, ikisinin toplamı bir dirhem miktarını aşsa bile namaza engel sayılmaz.
İmam Muhammed'e göre engel sayılır. Bu, ihtiyata daha uygundur.
Namaz kılarken secde
yerinde necaset bulunur da hemen giderilmesi mümkün olmazsa, sadece burnun
geldiği yerde bulunuyor, alının geldiği yerde yoksa, kıldığı namaz caizdir.
Bunda görüş farkı olmamıştır.
Hem alın, hem burun
konulacak yer necis olursa, Ebû Hanife'-ye göre hemen giderilmesi mümkün
değilse, sadece burnu ile secde yaparsa kıldığı namaz caiz olur. İsterse alnında
bir özür bulunmasın. İmameyn'e göre, alnında bir özür bulunursa, namazı caiz
olur. bulunmazsa caiz olmaz.
Necaset iki ayağın
konulduğu yerde bulunur ve giderilmeyerek o vaziyette namaz kılmırsa, kılman
namaz caiz olmaz. Sadece bir ayağın konulduğu yer necis olursa, farklı
görüşlere rağmen namazı sahih değildir.
Necaset iki elin, ya da
iki dizin konulduğu yerde bulunursa, Zahir rivayette namazı bozulmuş sayılmaz.
Ebû Leys'e göre, bu meselede muhtar olan kavi, namazın bozulmuş olmasıdır.
El-Uyûn sah.bi de bu görüşün sahih olduğunu kaydetmiştir.
Temiz bir yer üzerinde
namaz kılarken üstlüğü ya da üzerinde bulunan benzeri bir giysisi secdeye
varırken kurumuş bir necisin bulunduğu yere dokunuyor ya da yanıbaşmdaki necis
bir elbiseyle temas ediyorsa, namazı caizdir.'
Namaz kılanın
elbisesiyle namaz kıldığı yerde dirhem miktarından az ölçüde necaset bulunur,
fakat hepsi bir araya getirildiğinde dirhem miktarını aşarsa, sahih kavle göre
namazın cevazına mani' sayılmaz.
Namaz kılan kimse önce
temiz bir yer üzerinde durur ve hemen sonra necis bir yere kayarsa, burada en
kısa bir rükün miktarı duracak olursa namazı caiz olmaz. Bu kadar zaman
beklemeden tekrar temiz yere kayarsa, namazı caiz olur.
a) Necis bir
yer üzerinde niyet getirip namaza durur, sonra temiz bir yere kayarsa, namaza
başlamış sayılmaz.
Yağmurlu ve çamurlu bir
havada hayvan üzerinde -yolculuk halinde iken- namaz kılar ve fakat bineğinin
semeri üzerinde dirhem miktarından fazla kan ya da hayvan tersi gibi bir necis
bulunursa, namazı caiz değildir. Ancak bu konuda El-Muhit sahibi İmam Ssrah-si,
kılman namazın sahih kavle göre caiz olduğunu kaydetmiştir.
Üzerinde namaz kıldığı
yaygı (seccade) nin bir ucunda necaset bulunur, ama namaz kıldığı kısımda
bulunmazsa, sahih olan kavle göre kıldığı namaz caizdir. Yaygı ister büyük-
olsun, ister küçük olsun farketmez.
Üzerinde namaz kıldığı
seccade ya da yaygıya namaza engel olacak kadar necaset dokunduğunu biliyor,
fckat yerini belirliyemiyor-sa, temiz olduğuna kanaat getirdiği kısmın üzerinde
namaz kılabilir. Buna cevaz verilmiştir.
b) Namaz
kıldığı seccadenin astarında namaza engel olacak kadar necaset bulunur ve hemen
giderilmesi mümkün
olmazsa, İmam MuhammecTe göre, -astar dikili vaziyette bile olsa- kılman
namaz caizdir. îmam Ebû Yusuf'a göre, astar dikili bitişik vaziyette ise caiz
değildir. Ebü Yusuf'un görüşü,
ihtiyata daha uygundur.
c) Necis
bulunan ayakkabı ile namaz kılmak caiz midir?
Üzerinde, yanında veya
altında dirhem miktarından fazla necaset bulaşmış olan bir ayakkabıyla namaz
kılmak caiz değildir. Bunun gibi, ayaklarında çorap ya da ayakkabı bulunduğu
halde necis olan bir yer üzerinde durup namaz kılmak caiz değildir. Ama
ayak-kaplarını çıkarıp onların üzerine ayaklarını koyarak namaz kılarsa caiz
olur.
Bu husus daha çok
cenaze namazlarında meydana gelir.
O halde cenaze namazı
kılarken ayakkaplara dikkat edilir : Dirhem miktarından fazla bulaşmış bir
necaset varsa veya üzerinde durduğu yer necis bulunuyorsa, o takdirde
ayakkapları çıkarıp üzerine basarak namaz kılmak gerekir. Böyle bir şey tesbit
edilmemiş-se, ayakkabıyla namaz kılmak caiz olur.
Bu konuyu cenaze namazı
bahsinde açıklıyacağız.
d) Kalınca
bir mermer ya da sal taş veya
kalınca bir yaygı üzerinde namaz kılan kimse, bunun alt kısmının
necis olduğunu bilse bile yine namazı caizdir. Bu, İmam Muhammed'e göredir. Fetva da buna. göre verilmiştir.
Çünkü terciha daha lâyıktır.
Kalınca keçe hakkındaki
hüküm de böyledir. Kalın tahtayı ve benzeri eşyayı buna kıyas yapmak mümkündür.
Necaset dokunmuş bir toprak
üzerinde namaz kılmak gerektiğinde, su ile onu yıkamak mümkün değilse, herhangi
bir âletle kazınarak necis olan kısım atılır, sonra açılan alandan necis kokusu
gelip gelmediğine bakılır : Koku hâlâ devam ediyorsa, necasetin toprağın
derinliklerine kadar indiğini gösterdiğinden namaz kılınmaz. Temiz bir yer
aranır.
Üzerinde necaset
bulunan bir yaygı toprak ile örtülerek necaset görülmüyecek duruma getirilse
bile yine de o vaziyette üzerinde namaz kılmak caiz olmaz. Bunun
gibi necis bir toprak üzerine üstlüğünün bir ucunu yayarak secde etmesi caiz
değildir. Sahih olan görüş budur.
e) Cebinde
bozuk ya da içinde ölmüş civciv bulunan bir yumurta ile namaz kılması caizdir.
Ama içinde idrar, ya da başka bir necis bulunan ağzı kapalı bir şişe olursa, o
takdirde namaz caiz olmaz. Çünkü idrar ve benzeri bir necisin asıl yeri şişe
değildir. Ama bozuk yumurta, ya da içinde ölmüş civciv bulunan yumurta o şeyin
asıl yeri ve kaynağıdır.
Savaşta sırtında şehid
taşırken o vaziyette namaz kılması gereken bir kimsenin o vaziyette kılması
caiz midir? Şehide ait elbise kana bulanmış bile olsa caizdir. Çünkü şehid
üzerindeki kanlı elbisesiyle birlikte temiz sayılmıştır. Ama na'şı değil,
sadece onun kanlı elbisesini omuzunda bulundurarak namaz kılarsa o zaman caiz
olmaz.
Cebinde diri bir kuş ya
da civciv taşıdığı halde namaz kılar ve sonra o kuş yavrusunun öldüğünü görürse,
namazda iken öldüğü kanaatına varırsa, kıldığı namazı iade eder. Ne zaman
öldüğünde bir kanaat yürütmez de şüphede kalırsa, iade etmesi gerekmez.
f) Boynunda
köpek ve kurt gibi bir hayvanın kemiği asılı bulunduğu halde kılman namaz
caizdir.
1. Yol
ortasında,
Çünkü gelip geçenlere
engel olur ve herkesin o yoldan geçme-hakkı zedelenir.
2. Develerin
çöküp yattığı yerde,
3.
Çöplüklerde,
4. Hayvan
boğazlanan yerde, (mezbahada)
5. Hela
yapılan yerde,
6. Yıkanılan
yerde (gusulhanede),
7. Hamamda,
8.
Kabristanda,
9. Kâbenin
damında.
Ot, hasır, yaygı,
kamıştan ma'mûl bir eşya üzerinde namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
Namaz kılman yerin üst
kısmında necis bir bez asılı bulunur da namaz kılan kimse ayağa kalktığında o
bezle baş veya omuzları temas halinde olur ve bu bir rükün yerine getirilecek
kadar bir zaman sürerse, namaz bozulmuş olur.
Namaz kılarken
omuzlarına necis bir üstlük ya da benzeri bir ey konulur ve bu bir rükün miktarı
durursa, namazı bozulmuş olur.
Başkasının elbisesinde
dirhem miktarından fazla bir necasete ;özü dokunur, fakat haber verdiği takdirde
adamın buna aldırış et-(niyeceğini tahmin ederse, haber vermemesi uygun olur.
Aksini tahmin ediyorsa, haber vermesi gerekir. Çünkü bunda iyilikle emretmek,
kötülükten men'etmek konusunun geçerliliğini düşünmek ve ona göre uygulamak
vardır. Bu
nedenle İmam Serahsî mutlaka söylemenin vâcib olduğunu belirtmiştir.
Namaz farz olsun,
nafile olsun bütün çeşitleriyle ancak kıbleye yönelilerek kılımrsa caiz olur.
Cenaze namazı ve Tilâvet Secdesi de böyledir. Bunda ittifak vardır. Kıble, Mekke'de oturanlar
için Kâ'be'nin kendisidir. Mekke dışında olanların ise kıblesi Ka'be cihetidir.
Mescid-i Haram'a
yönelerek namaz kılmak hem Kitab, hem Sünnet, hem icmâ' ile sabit olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm de :
«Artık yüzünü Mescid-i
Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o
yöne çevirin.»
Buyurulmuştur.
a) Hadîs-i
Şerif :
Zeyd oğlu Üsâme (R.A.)
diyor ki :
Resûlüllah (A.S.)
Beytullah'm içine girince her tarafını dolaşarak dua etti, namaz kılmadı.
Dışarı çıkınca bu kez iki rek'at namaz Kabe'ye yönelerek kıldı ve :
«îşte bu kıbledir.»
Buyurdu.
Mekke'nin içinde
oturanların kıblesi, Kabe'nin kendisidir, demiştik. Bunu biraz daha açıklıyalım
-.
Mekke'de oturanlar Kabe'ye
yöneldiklerinde mutlaka onu görmeleri gerekmez; aralarında duvar, ev ve benzeri
engeller bulunabilir. Ne var ki namazda yöneldiklerinde aradaki duvar ya da'
engel kalktığında yüzlerinin en az Kabe semtine rasgelmesi gerekir.
b) Mekke
dışında oturanların kıblesi, fukahaya göre Kabe cihetidir. Sahih olan da budur.
Ancak Kabe ciheti ne ile bilinebilir :
a) Kasaba ve
şehirlerde camilerdeki mihraplar ve minarelerin şerefeye açılan kapısıdır.
b)
Camilerden uzak bir semtte ise yerli halktan sormak gerekir.
c) Yanında
pusula taşıyor ve manyetik sapmaları da
hesaba katmasını biliyorsa, onunla kıbleyi ta'yiiı eder.
a)
Yanlarında pusula varsa onunla tesbit ederler.
b) Pusula
yoksa güneşli bir havada bulunuyorlarsa, bulundukları yerin kuzey, ya da güney
yarımkürenin nerede olduğunu hesap-lıyarak güneşe göre kıbleyi ta'yin ederler.
Geceleyin ise yıldızlarla tesbite çalışırlar.
c) Bunlardan
hiçbiri mümkün olmadığında ictihad edip kanaatlerine göre bir tesbit yaparak
namaz kılarlar.
Cabir bin Abdullah
(R.A.) diyor ki :
Resûlülah (A.S.)
Efendimiz, içinde benim de bulunduğum bir heyeti bir tarafa gönderdi. Gqcq çok
karanlık olduğundan kıbleyi
ta'yin edemedik. Herkes kendi ictihad ve kanaatine göre yönelerek namazını
kıldı, ve yöneldiği cihete bir çizgi çekti. Sabah olunca ayrı ayrı yönlere
yönelip namaz kıldığımızı gördük. Dönüşümüzde durumu Resûlüllah'a
bildirdiğimizde bir şey söylemedi. Fakat çok geçmedi ki şu âyet indi :
«Doğu da Allah'ındır,
Batı da... Nereye dönerseniz Allah'ın vec-hi oradadır.»
Kıble Tesbitinde
Muteber Olan, Beytullah'm bulunduğu yere yönelmektir, binanın kendisine değil.
O halde rakım itibariyle Kabe'den çok yüksek ya da çok alçak bir yerdeki
binanın kendisine yüz çevirmek mümkün değildir. Ama Beytullah'ın bulunduğu yere
yönelmek kâfidir. Çünkü Kabe, yerden aynı doğrultuda yedi kat göklere kadar
kıble olarak kabul edilmiştir. Bu bakımdan Kabe'nin damında namaz kılmaya cevaz
verenler çoğunluktadır. Şöyleki Kabe'nin üstüne çıkan kimse nereye yönelirse
yönelsin, kıbleye yüz çevirmiş sayılır.
Günümüzde 10-15 kilometre
yüksekte uçan uçaklarda namaz kılmak gerektiğinde, elbetteki Kabe'nin binasına
yönelmek mümkün değil, ama Kabe'nin sözünü ettiğimiz yukarıya, yani göğe
yükselen doğrultusuna yönelmek yeterlidir. Gerçi müctehid imamlar bu yolda
ictihadda bulunurken henüz uçak ve benzeri vasıtalar icad edilmemiştir. Ama
onlar rakım itibariyle çok yüksek ya da çok alçak yerleri düşünerek bu yolda
tatmin edici bir ictihadda bulunarak kolaylık getirmişlerdir.
ç) Kıbleye
Yönelemiyecek Kadar Hasta Ne Yapar?
Kıbleye yönelemiyecek
kadar hasta ya da âciz olan kimse, kendisini yöneltecek kimse bulamazsa,
bulunduğu şekilde niyet edip namazını kılar. Yüzünün yöneldiği cihet doğu ya da
batı bile olsa yine caizdir. Çünkü namazdan maksat Kabe değildir. Kabe Allah'a
ibâdette birliği sağlamak, ibâdete bir resmiyet kazandırmak ve gelişigüzel
durup namaz 'kılmayı önlemek içindir. Tabii bunun daha birçok esrar ve
hikmetleri de vardır.
Vakit bahsinde de
dokunduğumuz gibi, bir şartın düşmesiyle diğer şartlar düşmez.
Nasıl ayakları kesik
bir adam hakkında Abdestin sadece üç far-z uygulanıyor ve bununla'namaz kılmak
caiz oluyorsa, Kıbleye yönelme imkânı olmadığında da durum buna benzer. Yani
şartlardan tliri -imkânsızlık devam ettikçe- kalkmış sayılır.
Bunun gibi ağır yaralı,
ya da fazla rahatsız bulunan kimseyi kıbleye çevirecek adam bulunuyor, fakat
çevrildiği takdirde ağrı ve sızının artacağı biliniyorsa, yine de bulunduğu
şekilde yüzü hangi cihete gelirse gelsin, namazını kılar. Sahih olan dal budur.
Düşman ya da bir
canavar korkusundan kıbleye yönelme imkânı olmayan kimse hangi yöne
dönebiliyorsa öylece inamazını kılar. Hırsızdan da korkulduğunda aynı hüküm
câridir.
Denizde küçük bir kayık
üzerinde, denge bozulup boğulma tehlikesi olduğu zaman herhangi bir yöne doğru
namaz kıhnabilir.
d) Hayvan
sırtında namaz kılan kimse ;
Bir özründen dolayı yere
inip namaz kılamıyan kimse binmiş'olduğu hayvan üzerinde kıbleye yönelerek
namaz kılması şart değildir. Mümkün olduğu şekilde hangi cihet oh rsa 'olsun
niyet edip namazını kılar. Nafile namazların hayvan üzerinde kılınması için bir
özrün bulunması şart değildir.
e) Gemide
namaz kılarken :
Gemide namaz kılan kimse
-ister farz, ister sünnet, ister Wâcib olsun- bütün namazlarda kıbleye yönelerek
kılması gerekir. Rasgele bir'cihete yönelip kılması caiz değildir. Bu bakımdan
namaz kılarken gemi yöndeğiştirecek olursa, o da namazını bozmadan kıbleye
döner ve namazını böylece tamamlar.
Gemide kıblede şüpheye
düşer, soracak kimse bulamazsa, ictihad ederek kıbleyi bulur, öylece namaz
kılar.
Âmir bin Rabia diyor ki
:
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimizi devesi üzerinde yol alırken namaz kılıyor, deve ne yöne doğru
gidiyorsa o da oraya doğru yöneliyordu.»
Buharı bu hadisin sonuna şu
cümleyi de1 rivayet yoluyla
tesbit ip koymuştur : «Rükû ve secdeleri baş işaretiyle yerine getiriyor-
Bunun sebebi açıktır
îslam güç
getirilmiyecek teklif getirmemiştir. Gemide kıbleye yönelmek mümkündür, ama
küçük bir kayıkta veya bir deve ve at üzerinde bu mümkün değildir. Mümkün olsa
bile çok sıkıntılı olur.
Bu bakımdan Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz ümmetine bu konuda şöyle buyurmuştur :
Size bir şey ile
emrettiğim zaman, onu gücünüzün yettiği nis-îtte yerine getirin.»
Kıbleyi belirlemekte
soracak kimse bulamadığında ictihad edip uhnaya çalışır. Namaz kıldıktan sonra
başka cihete yöneldiğini an-.rsa, artık namazı iade'etmez. Ama namazda iken bunu
farkeder-i, namazı bozmadan yön değiştirir.
Yanında bulunduğu bölge
halkından ve aynı zamanda kıbleyi ilenlerden bir kimse bulunduğu halde,
sornıayıp kendi içtihadına öre namaz kılar, sonra kıbleye yönelmediğini ı anlar
veya kendisine u hususta bilgi verilirse, namazı iade etmesi gerekir. Bu
bakımdan öyle hallerde kıbleyi sormadan namaza durulmamahdır.
g) Çölde
Namaz Kılarken :
Çöldef namaz kılarken
kıbleyi belirlemekte güçlük çıkar, fakat rada iki kişi hazır bulunur, onlar da
ora yerlisi olurlarsa o takdirde mlarm göstereceği yöne doğru namaz kılar.
Şayet o iki kişi de onun
gibi yolcu bulunuyorsa, onlardan sormalına gerek Voktur, kendi kanaatine göre
kıble cihetini tahmin ederek namaz kılar.
Boş arazide kıbleyi
belirlemekte şüpheye- düşmeden namazım olar, sonra şüpheye düşerse, yanlış
cihete yöneldiğini kesin olarak bilinceye kadar kıldığı namaz caizdir. Şüpheye
artık amel edilmez. Mamazda iken hatâ ettiğini anlarsa, fukahadan bir kısmına
göre, yeniden namaz kılar. Yine namazda iken kıbleyi belirlemekte1 isabet
ettiğini anlarsa, sahih olan kavle göre, namazını tamamlar, yeniden kılmaz
Kıble konusunda şüpheli
olur, fakat araştırmadan rasgele bir cihete1 yönelerek namaz kılar ve namazda
iken ya isabet, ya da hatâ ettiğini anlarsa, o namazı bozup yeniden kılması
gerekir. Namazı bitirdikten sonra hata yaptığını anlarsa, yine iade etmesi
vâcibdir. Namazdan sonra kıbleye isabet ettiği belirlenirse, artık namazı iade
etmesine gerek kalmaz.
h) Kıbleyi
ta'yin etmekte zorluk çekerse :
Kıbleyi bulmakta zorluk
çeker ve ictihad ederek araştırmada bulunur, fakat bir kanaata varamazsa, bu
hususta üç görüş vardır : Dört cihete yönelerek namazını tamamlar. Namazı
geciktirir. İsterse kılar, isterse geciktirir. Ama en doğru olan, namazı
geciktirmeyip kılmasıdır.
Geceleyin çölde
yıldızlarla yön ta'yin edebiliyorsa, ictihad edip bir kanaat yürütmesine gerek
yoktur, yıldızlara göre kıbleyi beline-yip namazını kılar. Tıpkı şehirde mihrabı
görüp o cihete namaz kılması gibi.
i) Mihrabı
olmayan bir mescide giren kimse :
Mihrabı olmayan bir
mescide girer, kıblenin ne yanda olduğunu tesbit edemediği için kendine göre bir
kanaat yürüterek namaz kılar, sonra hata yaptığını anlarsa, o namazı iade etmesi gerekir.
Çünkü kıblenin hangi cihette
olduğunu ehlinden sormaya gücü vardır. Ama namazdan sonra isabet ettiği belli
olursa, artık iadeye gerek yoktur.
lardan sorduğunda onlar
cevap vermezlerse, kendine göre bir kanaat yürüterek namazını kıldıktan sonra
kıbleye hatâ ettiği anlaşı-Mescide girip kıbleyi belirlemekte zorluk çeker,
çevredeki insan-Ursa, artık iade etmesine gerek kalmaz. Çünkü namaza durmadan
önce çevredeki insanlara sormuş, cevap alamamıştı.
j) Geceleyin
karanlık bîr camide namaz kılan kimse :
Geceleyin karanlık bir
cami'de namaz kılarken,
kendine göre kanaat yürüterek kıbleye yönelir ve sonra başka cihete
yöneldi-anlaşılırsa , kıldığı namaz tamamdır, iadesi gerekmez. Çünkü gece
karanlıkta kıbleyi öğrenmek için başkasının kapısı çalınmaz.
Bu durumdaki adam bir
rek'atini kendi yürüttüğü kanaatine gö-kıldıktan sonra görüş ve kanaati
değişir,-bu kez namazı bozma-,n başka bir cihete döner, bir rek'at kıldıktan
sonra yine ilk yöneldi cihetin doğru olduğu kanaatine vararak tekrar o yöne
döner ve lece namazını tamamlarsa, ne lâzım gelir? Fukahanm ileri gelen-ri bu
meselede farklı görüşe sahiptirler : Kimine göre, ilk yöneldi-tarafa doğru
yönelir ve namazını tamamlar. Kimine göre nama-, yeniden başlar.
Çölde bir adam kendi
kanaatine göre kıbleyi tahmin edip nama-l başladıktan sonra bir başka adam hiç
bir araştırma yapmadan, maat yürütmeden ona uyarsa, imam olan adam eğer kıbleye
isâ-3t etmişse, ikisinin de namazı caizdir. Hatâ ettiği anlaşılırsa, imalın
namazı tamamdır, ona uyan kimsenin iade etmesi gerekir.
k) Mekke'de
tutuklu bulunan kimse :
Mekke'de tutuklu
bulunan kimse, kıbleyi bilmiyor, soracak bir mse de bulamıyor ve bu nedenle
kendisi kanaat yürüterek namaz lıyor, sonra hatâ ettiğini anlıyorsa, İmam
Muhammed'e göre, iade tmesi gerekmez. Kıyasa en uygun olanı da budur.
Medine'de tutuklu
olanın da durumu böyle olursa hüküm aynı-ır.
Kıbleyi belirlemekte
şüpheden kurtulamıyor ve böylece her rekatte bir cihete dönerek namazını
tamamlıyor; dört rek'atte dört yönelmiş oluyorsa İmam Muhammed'e göre caizdir.
A'ma bir kimse bir rek'at
namaz kıldıktan sonra biri gelir de »nu kıbleye çevirir ve öylece ona uyarsa,
caiz olur mu? Eğer A'ma ıamaza başlamadan kıbleyi sorup öğrenecek kimse bulduğu
halde sormadan namaza durmuşsa, her ikisinin de namazı bozulmuştur, meniden
kılmaları gerekir. Soracak kimse bulamamış ve öylece namaza durmuşsa, imam olan
a'manın namazı caiz, ona uyanın namazı fâsiddir.
m) Kıbleyi
belirliyemiyen cemaat :
Karanlık bir gecede ya bir
evde, ya da çölde kıbleyi belirliyemi^ yen bir cemaat, yanlarında âdil
(güvenilir) bir kimse varsa ona so-i rarlar veya kıbleyi ta'yin edecek pusula ya
da benzeri bir imkân buT lunursa, onunla yetinerek namaz kılarlar. Bunlardan
hiçbiri bulun} maz ve herkes kendine göre bir kanaat yürüterek kendi başına
nal-maz kılarsa, ister kıbleye yönelmekte isabet etmiş olsunlar, ister
olmasınlar, hepsinin de namazı caizdir. Cemaatle kılmışlarsa, imamın Önüne
geçen ve namazda imama muhalefet ettiğini bilen kimse hâriç diğerlerinin namazı
yine caizdir.
Tilâvet secdesi için de
kıbleyi belirlemek konusunda kesin bir alâmet ve bilgi yoksa, kanaat yürütmek
caizdir.
n) Kabe'nin
içinde cemaatle namaz kılarlarsa :
Kabe'nin içinde
cemaatle namaz kılarlarken imâmın çevresinde yer alırlarsa, arkası imamın
arkasına ya da yüzü imamın arkasına rastlayanların namazı caizdir, İmam ile
yüzyüze gelmeleri halinde kerahetle caizdir. Ancak arkası imamın yüzüne doğru
gelen cemaatin namazı caiz değildir.
îmam, Kabe'nin içinde
durur, cemaat te Kâ'benin etrafında halka olup namaz kılacak olurlarsa,
Kâ'benin kapısı açık bulunması gerekir. Aksi halde caiz olmaz.
Kadın, Mescidi Harâm'da
imamın hizasında durur ve ayni cihete yönelerek imama uyar, imam da imamete
niyet getirirse, imamın namazı fâsid olur. Ama kadın ona uymaz veya başka bir
cihete yönelirse, imamın namazı bozulmaz.
Tam Kâ'be binasının
içinde her rek'ati bir duvara yönelerek dört rek'at namazı böylece dönmek
suretiyle kılan kimsenin namazı caiz değildir. Çünkü ilk yöneldiği cihetin kıble
olup olmadığında bir tereddüt ya da şüphesi yoktur .Kabe'nin içinde nereye
yönelirse kıble orasıdır.
Namaza girmeyi irâde
etmektir. Hangi namazı kılacağını kalben bilmesi şarttır. Bunun en basit ölçüsü
şudur : O anda kendisine, «Hangi
namazı kılmak İstiyorsun?» diye sorulduğunda hiç düşünmeden ve duraklamadan,
«falan namazı...» kılıyorum, diyebilmesidir. Bu konuda biraz durakhyacak olursa,
yeniden niyet getirmesi gerekir. Aksi halde kılacağı namaz caiz olmaz.
Niyet, bir şeye kalb ile
azmetmektir. Bunu dil ile söylemek şart değildir. Müctehid imamların bu hususta
ittifakı vardır. Niyet, ibâdeti âdetten ayırmak içindir. İslâm Dini ibâdete
resmiyet vermiş, onun gelişigüzel yapılmasını önlemiştir. Nitekim Hadîs-i
Şerifte : «Ameller ancak niyetlere göredir..» buyurulmuştur. Yani ya ibâdetin
sıhhati, ya da kemal ölçüsü niyete göredir. Bunu biraz daha açıklıya-cak
olursak, şöyle diyebiliriz : Ameller niyetlere göre değer alır. Görsünler diye
kalbinden geçirerek yapılan ibâdet, Allah (C.C.) için değil .insanlar için edâ
edilmiştir. Bunun hiçbir sevabı olmamakla beraber günahı vardır.
c) O halde
niyetin yeri, kalb'dir. Dil ile de söylenmesi iyidir. Söylenmediği takdirde bir
şey gerekmez.
Fazla evham ve vesveseden
dolayı bir türlü kalben niyet edemi-yen kimsenin dil ile getirmesi kâfidir. Bu
durum ise, pek az insanlarda meydana gelebilir.
d) Nafile,
Sünnet ve Teravih namazları için mutlaka niyet getirmek, yani nafile, ya da
sünnet namaz kılıyorum diye kayıtlamak yeterlidir. Sahih olan da budur. Fukahanm
ileri gelenlerinin hemen hepsinin görüşü bu doğrultudadır. Ne var ki Teravih
namazında ihtiyaten terâviha kaydını belirterek niyet etmesi ihtiyata daha
uygundur.
Sünnet namazlarda da
ihtiyat, Peygamberin Sünnetine uyuldu-ğunu kalbinden geçirerek kılınmasıdır.
Terkinde bir beis yoktur.
Nafile ve sünnet
namazlarda «nafile» ya da «sünnet» kaydım koymaksızm mutlak anlamda niyet
getirmek kâfiydi. Farz ve vâcib olan namazlarda ise mutlak niyet yeterli
değildir. Bunda icma' vardır. O halde bu iki namazda, hangi vaktin farzı
olduğunu ta'yin şarttır. Meselâ : Bugünün öğle namazını veya ikindi namazını
kılmaya niyet ettim, demekle ta'yin yapılmış olur. «Vaktin farzını kılmaya niyet
ettim» demek te bu cümledendir. Ancak cuma namazı için «vaktin farzını kılmaya
niyet ettim» demesi kâfi değildir. Cuma'nın farzına niyet ettim, demesi gerekir.
O halde vakit içinde
kılman vakit namazına «vaktin farzı» diyerek niyet etmek yeterlidir. "Vaktin
dışında, kazaya kalmış namazı kılıyorsa, hangi vaktin kazası olduğunu
belirlemesi lâzımdır.
Cenaze namazımda ise,
Allah için namaza ölü için duaya niyet etmek kâfidir.
Bayram namazında,
«Bayram namazına» diye niyet edilir. Vitir namazına da «Vitir namazı» diye niyet
getirmek yeterlidir. «Vâcib
olan Vitir namazına» demeye gerek yoktur. Çünkü bu namazın vâcib olup olmadığı
ihtilâf konusudur.
Adanılan namaz ile
Tavaf namazı için de adak ve tavaf namazı olduğunu belirlemek vâcibdir.
Namaza niyet getirirken
«Kabe'ye yöneldim» demek şart değildir. Bunun gibi, «durdum divana» demek te
yoktur. Yukarıda belirtilen anlam ve ölçüde sade bir niyet getirmek, Sünnete en
uygun olanıdır. Bu konuda şüpheye düşmek, bir takım vesveselere kapılmak
mekruhtur.
Kaza namazlarında ise,
hangi namazın kaza edileceğini belirlemek vâcibdir. Çünkü şahsın üzerinde
birçok kaza namazları bulunabilir. Hattâ şu günün öğle namazını, şu günün
ikindi namazını demesi daha uygun olur. En
sahih görüş te budur.
Ama bu konuda günleri
belirlemekte bir zorluk varsa, «üzerimde kazaya kalan ilk öğle namazı» veya ilk
sabah namazı» demek te caizdir. Şu
pazar gününe ait, ya da şu perşembe gününe ait kaza namazı demeye gerek yoktur.
En kolay şekli, üzerimde kazaya kalan ilk şu namaz, demektir.
Vakit namazı kılmaya
niyet ederken, dil kayması sonucu «Öğle namazına» diyeceği yerde «ikindi
namazına» derse, kıldığı namaz öğle namazı yerine geçer ve sahihtir.
Farz namaza iftitah
tekbiri getirirken, o namazın nafile olduğunu sanarak tekbir alıp namaza durur
ve böylece namazı tamamlarsa, o namaz yine de farz yerine geçer. Bunun aksine
bir zan içinde tekbir getirip kılarsa, o namaz da nafile yerine geçer. Çünkü
kılmak istediği vakit namazıdır, başka bir namaz onun yerine geçmez. Nafile
namaz kılmak istiyor, ama farz zannederek başlayıp bitiriyorsa, bu yine nafile
olarak kılınmış sayılır.
Önce farz namaza niyet
edip başladıktan sonra, bu kez ikinci bir defa nafileye niyet getirip tekbiri
yenilerse, artık nafileye başlamış olur. Bunun gibi nafileye niyet edip tekbir
getirdikten sonra bu kez farza niyet edip tekbiri yenilerse, farza başlamış
olur. Çünkü her iki şekilde de yeniden başlama vardır.
Yalnız başına namaz
kılan kimsenin daha çok iki şeye ihtiyacı vardır : «Allah için» demek ve «şu
namazı» diye belirlemek. îmama uyuyorsa, bir de «uydum hazır olan imama» elemesi
gerekir.
îmamlık yapan kimse,
münferid gibi niyet getirip ve arkasında kadın cemaat yoksa, «Bana uyanlara imam
oldum» demesine gerek yoktur. Hattâ, falan adam bana uymamak üzere diğerlerine
imam oldum, şeklinde niyet getirir ve o falan adam da gelip ona uyarsa, uyaıun
namazı caiz sayılır.
İmama uvan kimsenin
«Kıldığı namazda imama uydum» veya «İmamın namazına başlamaya niyet ettim»
demesi de yeterlidir. Hattâ «sadoce imama uydum» demek te en sahih kavle göre
caizdir.
îmam niyet getirip Alîahu
Ekber dedikten sonra niyet getirip uymak afdaîdır. Bununla beraber imam
imâmetlik makamında durduğunda henüz tekbir getirmeden ona uymaya niyet
getirmek ts caizdir îlim adamlarının çoğu bu konuda müttefiktir. Fetva da buna
göre verilmiştir.
Bunun gibi, «İmamın
başladığı namaza niyet ettim» der ve fakat imam da henüz başlamamışsa, kendisi
de bu durumu biliyorsa, yine de imamın başlayacağı namaza başlamış sayılır. Ama
o imam başlamadan ayrılır da başka biri onun yerine geçip imamlık yapacak
olursa, «birinci imamın başladığı namaza» diye niyet edenin niyetini yenilemesi
gerekir. Aksi halde namazı caiz olmaz.
i) İmamın
başladığım sanarak «imamın başladığı namaza» diye niyet eder, halbuki imâm
henüz başlamış bulunmuyorsa, caiz olmaz. Bununla
yukarıdaki mesele arasında az bir fark vardır : Yukarıda, imamın başlamadığını
bilerek «imamın başladığı namaza» diye niye getirirse, denilmişti. Burada ise,
başladığını sanarak «imamın başladığı namaza» diye niyet ediyor. Aradaki nüans
farkına dikkat etmek gerekir.
İmamın hangi namazı
kıldırdığını bildiği halde «imamın namazına* diye niyet edip uyarsa, bu ister
cuma namazı, ister herhangi bir vakit namazı olsun, caizdir. Çünkü imamın hangi
namaza niyet getirip kıldırdığım biliyor. Bu da niyet sayılır.
Ama sadece «imama
uydum» der ve bunu öğle namazı sanarak bir niyet taşır, sonra da kılman namazın
cuma namazı olduğu anlaşılırsa, muktedinin kıldığı bu namaz caiz olmaz.
Bu konuda kolaylık
düşünen kimsenin kısaca şöyle niyet getirmesi kâfidir : «İmama kıldığı namazda
uydum» veya «İmamın kıldığı namaza niyet edip ona uydum.»
Cuma günü kılınmaya başlanan
cuma namazına niyet getirirken hem cumaya, hem öğle farzına niyet ederse,
fukahadan bir kısmı bunu caiz görmüş ve getirilen niyetin cuma namazıyla
bağlantı yaptığını söylemiştir.
İmamı ismen tanımaya
veya niyet getirirken onun kimliğini hatırlamaya gerek yoktur -.
O halde imama uyarken
onun Ahmet veya Hüseyin olduğunu düşünmez veya Ahmet olduğunu sanarak ona uyar,
namazdan sonra Hüseyin olduğu görülürse, hem uyması, hem namazı sahihtir. Çünkü
bu konuda imamın kim olduğunu bilmek şart değildir.
Bunun gibi cemaat
imamın şahsını görmez, ama onu Abdullah sanarak «hazır olan imama uydum...» der,
sonra onun Abdullah olmadığı anlaşılırsa, namaz caizdir. Çünkü İmamın şahsını
görmek, ya da bilmek lüzumlu değildir.
Belirtilen kaaidenin
ışığı altında şu hükümlere yer verilmiştir :
a) Cemaat çok
olduğu zaman muktedi (imama uyan)nm niyet getirirken imamı tanıyıp belirlemesine
gerek yoktur.
b) Cenaze
namazında da cenazenin kim olduğunu ta'yme lüzum görülmemiştir.
a) 1. Farzların, Sünnetlerin anlamını ve
hükmünü bilenler,
Bunların vakit namazını
kılarken «vakit namazına niyet ettim.»
demeleri kâfidir. Çünkü
bunlar hem farzları, hem de farzlara dahil olan vâcib ve sünnetleri bilirler.
2. Farzı farz
olarak bilirler, ama farza dahil olan vâcibleri ve sünnetleri, aynı zamanda
taşıdığı hükümleri bilmezler. Bunların da «vaktin farzını kılmaya niyet ettim»
demeleri yeterlidir-
3. Farza
niyet edenler, ama onun mânasını bilmiyenlerdir. Bunların «şu vaktin farz
namazına niyet ettim» demeleri yeterli olur.
4. Halkın
kıldığı namazların bir takım farzlar ve nafileler olduğunu bilenler ve halkın
kıldığı gibi namaz kılanlardır. Ne var ki bunlar farzları nafilelerden ayırd
edecek bilgiye sahip değillerdir. Bunların sadece «öğle namazına» veya «sabah
namazına» niyet ettim demeleri kâfi değildir. Kıldıkları namazın farz ya da
nafile olduğunu bilmesi ve ona göre niyet getirmesi gerekir.
5. Halkın
kıldığı namazın hepsinin farz olduğunu itikad edenlerdir. O halde bunların
vakit namazlarını kılarken «vaktin farzını kılmaya niyet ettim» demeleri yeterlidir.
6. Allah'ın
kullarına beş vakit namazı farz kıldığını bilmeyip sadece herkes gibi vakit
girince namaz kılanlardır. Bu tarz bir niyet kâfi değildir. Çünkü namazın farz
kılındığım bilmesi ve hangi namazı kıldığını belirlemesi gerekir.
Farz namazı nafileden
ayırd edemiyen ve her kıldığı namazda farz namaz diye niyet getiren kimseye,
evvelinde sünnet namaz bulunmayan (ikindi, akşam ve yatsı) namazlarda ona uymak
sahihtir. Ama evvelinde sünnet namaz bulunan sabah ve öğle namazlarında uymak
doğru olmaz.
b) Niyette
Afdal Olan Vakit :
Namaz için niyet
getirirken en uygun ve fazileti yüksek olan şekil, başlamaya eşlik etmesidir.
Şöyleki niyetle tekbir birbirini izleyecek ara yere bir fasıla girmiyecek. Tekbirden
önce niyet getirmesi ise her zaman caizdir. Hattâ, namaza niyet ettikten sonra
abdest alıp cami'ye doğru yürür ve yeni bir niyet getirmeden tekbir getirerek
namaza başlarsa, bu caizdir.
c) Namazda
kalbe giren şüphe ve vesveseler
Gerek namaza başlarken,
gerekse namaz içinde mümkün olduğu ölçüde şüphe ve vesveseyi atmak, kalbi Allah
(C.C.) ile meşgul duruma getirmek, namazın hem ruhuna, hem sayesine uygundur.
Özellikle niyet getirirken yapılan ibâdeti sırf Allah (C.C.) için, yerine
getirdiğini düşünmek çok önemlidir. Başlangıçta böyle bir huzurla namaza
girilirse, artık ara yerde hatıra gelen ve gösteriş anlamını taşıyan şeylerin
fazla önemi yoktur ve bu «riya = gösteriş» sayılmaz. 'Ama niyet ederken
çevredeki insanlar görsün düşüncesi yer alıyorsa, bu tamamen riyaya girer ve
hiç bir sevabı, fazileti kalmaz.
Cemaat arasında namaz
kılarken çok dikkatli ve güzel kılan, yalnız başına kaldığında o dikkat ve
itinayı göstermiyen kimseye sadece namazın aslının sevabı vardır, ama ihsan
üzere kılınmış bir namaz olmadığı için büyük bir feyiz ve mükâfattan kendini
mahrum etmiş olur.
d) Cami'a
girdiğinde imamı Ettehiyata oturmuş vaziyette buldu, ama bunun birinci ya da
ikinci oturuş olduğunu bilmediğinden, eğer birinci oturuşsa ona uydum, ikinci
oturuşsa uymadım, diye niyet ettiyse, caiz olur mu? Fukahamn çoğuna göre, böyle
bir niyet caiz değildir. Fetva da buna göredir.
Veya sözü edilen imâma
uyarken, eğer birinci oturuşta ise farz namaza, ikinci oturuşta ise nafile
namaza niyet edip uydum derse, farz namazda uymuş olmaz.
Yatsı vakti yine imamı
Ettehiyatta bulur ve yatsı ile Teravih namazından hangisi olduğunu bilmediği
için, eğer Yatsı namazı ise imama uydum, Teravih namazı ise uymadım, derse sahih
olmaz.
Ama, yatsı da olsa,
Teravih te olsa bu namazda imama uydum diye niyet eder ve kılınmakta olan
namazın teravih olduğu anlaşılırsa, bu uyması sahih sayılır.
Bunun gibi imama namaz
kıldırırken yetişir, fakat Yatsı veya Terâvih'ten hangi namazı kıldırdığını
bilmez de «Eğer yatsı namazı ise ona uydum, Teravih ise uymadım» diye niyet
ederse, hangi namaz olursa olsun onun bu tarz bir niyetle imama uyması sahih
değildir.
Önce Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin nasıl namaz kıldığını Müslüman halka tarif edip anlatan büyük
sahabi Ebû Mâlik El-Aş'ariy'i (R.A.) dinleyeim; Abdullah bin Ganem naklediyor :
Bir gün Ebû Mâlik
El-Aş'ariy (R.A.), Aş'ariy kabilesine şöyle seslendi : Ey Aş'arî kabilesi!
Toplanınız, kadınlarınızı ve çocuklarınızı da toplayın, tâki size .Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin bize Medine'de kıldırdığı namazı tarif edip anlatayım. Bunun
üzerine kabile halkı erkeğiyle, kadın ve çocuklarıyla toplanıp bir araya
geldiler. Ebû Mâlik, önce güzel bir abdest aldı, Resûlüllah (A.S.)'m yaptığı
gibi her a'zayı yeterince yıkadı. Sonra güneş gök kubbe ortasına geldi, her
şeyin gölgesi titreşip kaldı. Biraz daha beklediler, netice cisimlerin gölgesi
doğuya doğru kendini gösterince, yani öğle vakti girince, kalkıp ezan okudu-
önce erkekleri öne alıp saf bağlamalarını, sonra çocukların, sonra da en geride
kadınların saf bağlamasını sağladı. Sonra ikaamet okuyup öne geçti, ellerini
kaldırarak Tekbîr getirdi. Fâtiha-i şerifeye ve kendisine kolay gelen bir sureyi
okuduktan sonra tekbir getirip rükü'a gitti; üç kere Sübhane'llah'i ve
bi-hamdihi (veya Sübhanellai-'l-Azîm) dedikten sonra «Semiallahu lhnen hamidehu»
diyerek belini doğrulttu. Sonra tekbir getirerek secdeye vardı, sonra tekbir
getirip başını secdeden kaldırdı, sonra tekrar tekbir getirip ikinci secdeye
vardı, sonra tekbir getirip ayağa kalktı. Böylece rek'atte tam altı tekbir
getirmiş oldu. Tabii ikinci rek'ate kalkarken de tekbir getirerek kalktı.
Böylece namazı kıldırıp tamamladıktan sonra cemaate dönerek şöyle dedi : Benim
getirdiğim tekbirleri iyice muhafaza edin, rükû' ve secdeleri nasıl yaptığımı
iyice öğrenin. Çünkü bu, gündüzün şu saatlerinde Medine'de Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin bize kıldırdığı namazın kendisi (bir benzeri) dir. Resûlüllah
(A.S.) farzı kıldırınca O da cemaatine dönerek şöyle buyurmuştu : «Ey insanlar!
işitin ve anlayın; biliniz ki Allah'ın Öyle kulları var ki onlar ne
peygamberdir, ne de şehittirler, fakat peygamberler ve şehitler onların
makamlarına ve Allah'a olan yakınlıklarına gıpta ederler.»
Bunun üzerine
Bedevilerden biri kalkıp
Resûlüllah'a yaklaştı ve elini göğsüne doğru kıvırıp dedi ki :
— Ya Resûlellah! Şu sözünü ettiğin Allah
(C.C.) kulları kimlerdir, onları bize tanıtır mısın?
Bedevinin bu sorusuna
fazlasiyle memnun kalan Efendimiz
(A. S.) şöyle cevap verdi :
— «Onlar insanlardan ayrılıp (Hakk'a)
dönenler ve kabilelerin garipleridir. Aralarında yakın bir akrabalık ta yoktur,
fakat onlar Allah için birbirini severler ve saf bağlayıp dururlar. Kıyamet günü
Allah, çıkıp oturmaları için onlara nurdan minberler hazırlar. Böylece onların
hem yüzlerini, hem elbiselerini nur kılar. Kıyamet günü insanlar o günün
dehşetinden korkarken onlar korkmaz. Evet, onlar, üzerlerinde hiç bir korku
olmayan ve üzülmeyen Allah dostlarıdır.»
Bir adam Mescid-i
Saadete girip namaz kıldıktan sonra Resûlül-lan CA.S.) Efendimize gelerek selâm
verdi. Efendimiz onun selâmını alıp karşılık verdi ve buyurdu ki : «Dön yeniden
namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın!.» Adam bu emir üzerine dönüp yeniden namaz
kıldı ve Peygamber'e CA.S.) dönüp
geldiğinde, Efendimiz yine ona : «Dön yeniden namaz kıl, çünkü sen namaz
kılmadın!.» buyurdu ve bu hal üç defa tekrarlandı. Adam çaresiz kalıp dedi ki :
«Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a andolsun ki bundan daha iyisini
bilmiyorum, siz bana öğretin.» Resûlüllah CAS.) da ona şöyle tarif etti :
«Namaza durunca önce
tekbîr getir. Sonra Kur'ân'dan sana kolay gelenini oku .Sonra rükû'a var, bütün
organların sakinleşin-ceye kadar bekle, sonra başını kaldırıp belini iyice
doğrult. Sonra secdeye var, yine azan sakinleşinceye kadar bekle ve secdeden
kalktığında yine oturuşun ölçüsünü alıncaya kadarbekle. Yine secdeye var ve
azan sakinleşinceye kadar bekle ve her rek'atte bunları aynen yerine getir..»
Namazın şartlarım geçen
bölümde açıkladık. Şimdi de namaza dahil olan farzlarını açıklıyoruz. Namazın
farzları altıdır ;
1. Tahrîm
Tekbîri,
Buna iftitah Tekbiri», yani
namaza başlama tekbiri de denir.
2. Ayakta
durmak,
3.
Kur'ân'dan kolay gelen bir bölüm okumak,
4. Rükû'a
varmak,
5. Secdeye
varmak,
6. Son
oturuşu (Et-Tahiyat'a oturmayı) yerine getirmek.
Açıklaması:
1. Tahrîm
Tekbiri, Hanefilerin çoğuna göre
namazın dışında onun şartlarından biridir. Bu bakımdan farz namaz için
tekbîr getiren kimsenin bu tekbirle namaz kılması caizdir. Ne var ki bu mekruh
sayılmıştır. Çünkü farzdan nafileye
geçebilmek için meşru' biçimde farz namazı çözüp nafileye başlamak gerekir.
Bir farz namaza,
getirilen Tahrim Tekbiriyle ikinci bir farzı bina etmek, icmâan caiz değildir.
Bunun gibi, nafile namaz için getirilen Tahrîm Tekbiri üzerine farz bina
edilemez.
Üzerinde necaset
bulunurken Tahrîm Tekbiri getirmek Namaz kılacak olan kimsenin üzerinde necaset
bulunduğu halde Tahrîm Tekbîri getirir, tekbirden hemen sonra necaseti giderirse
veya avret yeri açıkken Tekbîr getirir de sonra örtünür, ancak-bunları
yaparken fazla bir hareket (namaz dışı davranış) ta bulunmazsa, aldığı tekbir
caizdir.
Bunun gibi henüz tam öğle
vakti girmeden Tekbîr getirir de hemen sonra vakit girmiş olur veya başka bir
cihete dönük vaziyette iken tekbir getirir ve hemen sonra kıbleye yönelirse yine
getirdiği tekbir caizdir.
c) Namaza «Sübhanellah» veya «Lâilâhe
illallah» ile başlanırsa sahih olur, fakat «AUahu Ekber» ile başlamak daha
iyidir. Bunlardan başka bir cümleye
başlamanın caiz olmadığını
söyliyenler çoğunluktadır ve en sahih olan da budur.
îmam A'zam Ebû Hanîfe'ye
göre ise, ta'zim ifâde eden ilâhî isimlerden herhangi biriyle namaza başlamak
caizdir. Meselâ : «Allahu İlâhün, Sübhanellah, Lâ ilahe illallah gibi teşbihler
bu cümledendir. «El-Hamdu lillah», «Ve lâ üâhe gayruhu», «Tabereke'llah» gibi
teşbihlerle de olabilir. Çünkü bunların hepsi de ta'zîm ifade etmekte, ayni
zamanda îlâhî isimlerden birini kapsamaktadır.
İmam Ebû Yusuf ile îmam
Muhammed'e göre, «Allahu Ecellü», «AUahu A'zamu», «Er-Rahmanu Ekberu» denilse,
«Allahu Ekber» yerine geçer, çünkü bunlar aynı mânada ta'zimi gerektirmektedir.
Sadece «Ecellü» veya «A'zamu» ya da «Ekberu» demek kâfi değildir- Bu hususta
icmâ' vardır.
Sadece «Allahümme»
diyerek namaza başlarsa, fukahaya göre bununla namaza başlamış olur. En
sahih görüş te budur. Sıfatları anmadan sadece «Allah» veya «Er-Rahman» ya da
«Rab» demekle yetinilirse, İmam Azam'a göre yine de namaza başlamış olur,
îmameyn'e göre değil...
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Namazın anahtarı
abdesttir. Namaz dışındaki şeylerden ilgiyi kesip namaza başlamak tekbîr iledir.
Namazı çözmek (yani namazdan çıkmak) teslim (selâm vermek) iledir.»
«Tekbir'in mânası,
Allah'ı büyük tanımak ve O'na gereken ta'-zimi sunmaktır.
Bu bakımdan
«Alîahümme'ğfir lî = Allahım, beni bağtışla» cümlesiyle namaza başlamak sahih
olmaz. Çünkü bunda ta'zîm yoktur, dua vardır.
a) Bunun
gibi, «Estegfirullah», «Euzü billah», «İnnâ lillah» ve «Lâ havle velâ kuvvete
illâ billah» gibi sözlerle başlamak ta sahih değildir. Çünkü bunlar da katıksız
ta'zim değildir. Daha çok duâ ve yardım isteme ananımı taşımaktadır.
Tekbîr kasdiyle namaza
«Bismillahi'r-Rahmâni'r-Rahîm» ile başlamak ta böyledir. Yani sahih olmaz-
Çünkü Besmelenin makamı ayrı, tekbirin makamı da ayrıdır.
AUahu Ekber'in (kâf)
harfini dili rahat dönmediği için, Farça-daki (Gâf) şeklinde okursa buna cevaz
verilmiştir. Ancak ne var ki, Arapçadaki (Kâf) şeklinde okumak maksada daha
uygundur.
Zaruri haller müstesna,
Tekbir ancak ayakta ya da ayakta durmaya çok yakın bir vaziyette getirilir.
Bunun dışındaki durumlarda getirilen tekbir ile namaza başlanılmış olmaz. Meselâ
: Otururken tekbir alıp öylece ayağa kalkarsa, alman bu tekbirle namaza başlamış
sayılmaz. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ayakta durup tekbir getirmeye devam
etmiştir. Ancak hastalık ve benzeri zarurî sayılan hallerde oturarak, ya da
uzanık bir vaziyette bile Tekbir getirip namaza başlamak caizdir.
İmam A'zam Ebü
Hanîfe'ye göre, cemaatin Tekbîri imamın tekbirine eşlik etmelidir. İmameyn'e
(Ebû Yusuf ile Muhammed) göre imamın tekbirinden hemen sonra olmalıdır.
Bu iki görüşe göre amel
etmek caizdir. Ancak daha faziletli olanı hangisidir? Bu hususta farklı
görüşler vardır. Fakîh Ebû Ca'fer diyor ki : Muktedi (imama uyanînm AUahu
Ekber'inin Allah lâfzı imammkiyle eşlik eder de Ekber lâfzı onunkinden önce
söylenirse, muktedi namaza başlamış olmaz. Bunun gibi İmama rükû'da yetişen
muktedi, Tekbîr'in Allah lâfzını ayakta, Ekber lâfzım rükü'a eğildiğinde
söylerse, yine namaza başlamış olmaz- Bunun gibi muktedi-nin Allah lâfzını
İmamdan önce teleffuz etmesi de sahih değildir. Bunda icma' vaki olmuştur.
Rivayetlerin en zahir olanı da budur.
İmamdan önce Tekbir
getiren kimse, imama uymaya niyet getirmişse, namaza başlamış sayılmaz. Kendi
başına kılmaya niyet getirmişse, bu sahih olur, yani namaza başlamış sayılır.
Cemaatle kılman
namazlarda birinci rek'ata yetişen kimse İftitah Tekbirinin faziletine ermiş
olur. Sahih olan da budur. Ne var ki İmam ile birlikte İftitah Tekbiri
getirmenin fazileti daha büyüktür. Sahabe-i Kiram buna yetişmek için çok
dikkatli davranmışlardır. Salih kişilerin de âdeti hep bu yolda olmuştur.
İmama rükû'da yetişen
kimse getirdiği Tekbir ile İftitah tekbirini değil, rükû'a varma tekbirini
kasdetse bile yine de namaza başlamış sayılır, bu niyetine itibar yoktur. Çünkü
maksad namaza başlayıp imama uymaktır.
îftitah Tekbiri
konusunda fıkıhçılar cevaz dairesini hayli geniş utanışlardır. Ezan'm meşru'
kılındığı kelime, cümle ve dilde okun-tıasınm gereği üzerinde yeterince
durulmuştu. Tekbir konusunda se Farsça söylenmesinin caiz olduğuna fetva
verilmiş, birçok metin-erde bu husus belirtilmiştir. Ancak Arapça teleffuzda
güçlük çek-niyen bir kimsenin Farsça söylemesi tenzihi bir kerahet sayılmıştır.
3u, daha çok İmam Ebû Hanife'nin ictihadıdr. İmameyn'e göre, Arapça teleffuzu
bozuk olmayan kimsenin Farsça söylemesi caiz delildir.
İmamların bu farklı
görüşü, namazın zikirler, teşehhüd, kunut ve duâ ile teşbihler bölümünde de
aynen câridir. Ayrıca dil başkalığı hususnda sadece Farsça değil, diğer bütün
diller de söz konusudur.
îmâmeyn'in bu mesele
hakkındaki içtihadı, dinin genel kaidesiy-le daha çok uyum halindedir. Çünkü
Allah ve Resulü tarafından ibâdet ölçüleri içinde konulan kelime ve cümlelerden
her birinin ayrı bir mâna ve esrarı, ayrı bir feyiz ve hikmeti vardır ki aynı
esrar ve hikmeti başka dile çevrildiğinde bulmak mümkün değildir.
Bu ölçüde olan
kimselerin niyet getirmesi, sadece kalbinden yerine getireceği namazı, ibâdeti
geçirmesi kâfidir. Zaten niyetin dil-ile söylenmesi şart değildir. Çünkü niyetin
yeri kalbdir. Dört mezhebin bunda ittifakı vardır.
a) Namazda
zarurî bir durum olmadığında ayakta durmak (yani tekbir getirdikten sonra farz
olan kıraat süresince ayakta durmak) farzdır. Terki namazın iadesini
gerektirir. Ancak bu her namazda değil, sadece farz namazlarla vitir namazında
farzdır.
Gerçi El-Kâfî
kitabında, ayakta duruldu denilebilecek kadar bir süre farzdır, denilmişse de.
fukahanm çoğu bu görüşü uygun görmemişlerdir.
b) Ayakta
durma (kıyam) nm ölçüsü, eller uzatıldığında diz kapaklarına ulaşmıyorsa,
ayakta durma gerçekleşmiş sayılır.
Hiçbir özür yokken tek
ayak üzeri durmak mekruhtur. Ancak bu vaziyette kılman namazın caiz olduğuna
fetva verilmiştir. Tabii özür halinde bu kerahet kendiliğinden kalkar.
Namazın farzlarından
biri de «kıraat» tir. Ancak kıraatin miktarı üzerinde farklı ictihad ve
görüşler vardır :
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, bu farz bir tek âyet okumakla da yerine gelir- İsterse bu âyet çok kısa
olsun. En sahih olan da budur.
Hulâsa ve Tatarhaniyye sahipleri de imamın görüşünün daha sahih olduğunu
belirtmişlerdir. Ancak namazda farz yerine gelsin diye sadece bir âyetle
yetinmek, namazın ruhuna ve maksadına uygun düşmez.
İmam Ebû Hanîfe bir
âyetin okunmasıyla farz yerine gelir der-bunu mutlak anlamda kullanmıştır. Bu
bakımdan ona göre, «sümme katele», «keyfe kaddere», «sümme nazare» gibi iki
kelimeden meydana gelen kısa bir âyet okumak caizdir. İmamın bu görüş ve
ictihadda olup olmadığı üzerinde bir tartışma yapılmamıştır. Yani Onun böyle
dediği bütün meşayih tarafından tes-bit edilmiştir; aksini iddia eden
çıkmamıştır.
ancak bir tek kelime
olan «müdhammetan» veya «sad», «kaaf» gibi âyetleri okumak yeterli midir? bu
hususta farklı görüşler vardır. En sahih kavle göre, caiz değildir.
Uzun bir âyeti iki
kısma ayrılıp her kısmını bir rek'atte okumak caiz midir? Meselâ, Ayet-i Kürsiy
ya da Müdayene âyetinin yarısını bir rek'atte, diğer yarısını ikinci rek'atte
okumak... Hanefî fakihlerinin hemen hepsi bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Sn
sahih olan da budur.
Namazda kıraat farzını
yerine getirirken harfleri dil ile tashih îtmek ve bunu işitecek ölçüde
ayarlamak gerekir. Sadece dil ile tashihe bulunur da işitecek bir ölçüde
okumazsa caiz değildir. Meşayihin hemen hepsi bu hususta ittifak halindedir.
Namazın iki rek'atinde
kıraat farzdır. İster bu namaz iki, ister !üç, ister dört rek'at olsun
farketmez- Bunun gibi, ister ilk iki rek'atinde, ister son iki rek'atinde,
isterse birinci ve üçüncü, ya da ikinci ve dördüncü rek'atlerde yerine
getirilsin hüküm değişmez.
O halde hiç bir
rek'atte âyet okumaz, ya da yalnız bir rek'atte okumakla yetinirse, namazı
bozulur, iade etmesi gerekir.
Vitir ve nafile
namazların bütün rek'atlerinde kıraat farzdır.
Ayakta uyurken okursa,
en sahih kavle göre caiz olmaz. Meselâ : Yorgun ve uykusuz bir kimsenin niyet
getirip el bağladıktan sonra bir süre uyuması ve fakat bu esnada bir âyet
okuması yeterli değildir. En sahih olan görüş te budur,
e) îmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, Arapçadan başka bir dil ile kıraati yerine
getirmek caiz değildir. Yani Kur'ân'ı başka bir dile çevirip namazda o dil
üzerine okumak, caiz değildir. Çünkü Kur'ân Allah (C.C.) sözüdür. Her kelime ve
cümlesi bir nice mana ve hikmetlerle doludur. Arapça çok zengin bir dildir.
Kelimelerin kendine göre ve bulunduğu cümle itibariyle birkaç manası vardır. .
Terceme yalnız o mânalardan birini yansıtabilir. Ancak dili Arapça'ya dönmiyen,
bunun teleffuzunu bir türlü beceremiyen üm-mî bir kimsenin öğreninceye kadar kendi diline çevrilen
âyetleri okuyabilir, diye bir fetva verilmiştir.
İmam Ebû Hanife'nin
herhangi bir dile çevrilen Kur'ân âyetlerini o dil üzere okumanın caiz olduğuna
dair bir içtihadı olmuşsa da, yapılan ciddi araştırmalarla, İmamın bu
içtihadından vazgeçip îma-mey'in içtihadına döndüğü anlaşılmıştır. Nitekim
Fetâvâ-yi Hindiy-ye'de de bu hususa dokunulmuş ve «İmamın rücu' ettiği rivayet
olunmuştur. Bu rivayete de itimad gerekir» diye kaydedilmiştir.
İbn Abidîn bu konuda
Dürrü'l-Muhtar'ın metnini naklederek diyor ki :
«Namazda acizlik
hallerinin dışında Farsça tekbir getirip başlamanın sahih olduğu hususunda İmam
Ebû Yusuf ile İmam Mu-hammed, İmam Ebû Hanîfe'nin görüş ve içtihadına
dönmüşlerdir.
Namazda yine acizlik
hallerinin dışında Farsça (veya herhangi bir dil ile) kıraatin caiz olmadığı
hususunda ise, İmam Ebû Hanîfe, îmamey'in görüş ve içtihadına dönmüştür.»
Ne var ki, îmamey'in Tekbîr
(Namaza Başlama Tekbiri) konusunda İmam Ebû Hanîfe'nin kavline döndüğünü hiç
kimse nakletme-miştir. Tatahaniyye'deki nakil ise bu tekbir hakkında sarih
değildir. Teşrik ve Kurban Kesme tekbirleri hakkında olması muhtemeldir .Evlâ
olan da budur. Çünkü Tatarhaniyye sahibi bunu namaz dışındaki Ezkâr (zikirler)
bahsiyle birlikte anlatmıştır.»
g) Kâsânî (ö.
587) Bedayiu's-Sanayı'de bu konuda diyor ki :
«Ebû Hanîfe'ye göre
kıraat Arapça sabit olduğu gibi, Farsça da sabittir. Bu cevaz mutlaktır. Yani
kıraatte bulunan kimse Arapçayı uygun biçimde teleffuz etsin etmesin farketmez.
İmameyn'e göre,
Arapçayı uygun ölçüde teleffuz edemiyorsa, o takdirde Farsça (veya herhangi bir
dille caizdir. Aksi ise caiz değildir.
h) îmam
Şâfiîy'e göre, uygun biçimde teleffuz edebilsin, ede-mesin Farsça kıraat caiz
değildir. Çünkü Kur'ân Arap lügati üzere inmiştir- Bu bakımdan Farsça okunan şey
Kur'ân olamaz. Ancak Arapçayı beceremiyen kimse -öğreninceye kadar- kıraat
yerine tes-bîh ve tehlüde bulunur (Sübhanellah ve Iâ ilahe illallah) der.»
Kâsânî, müctehidlerin
bu konudaki delillerini, «Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun..» mealindeki
âyette geçen «Kur'ân» kelimesinden ne kasdedildiği üzerindeki görüşlerini
naklederek konuyu hayli genişlettikten sonra devamla diyor ki :
«İmam A'zam'a göre :
Tevrat veya İncil, ya da Zebur'dan namazda bazı parçalar okursa -bunun
muharrefe fdeğiştirilmiş) olmadığını kesinlikle biliyorsa- caizdir. Bilmiyorsa,
caiz değildir. Çünkü Allah (C.C.) Kur'ân'da : «Onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar]
kelimelerin yerlerini değiştirirler. buyurmuştur. Bu nedenle okunan kısmın
muharref olması muhtebeldir.»
İmam A'zam'a göre,
Kur'ân'dan maksad, Allah kelâmına delâlet lâfızdır, ama bu Arapça lâfız olma
itibariyle değildir. Allah kelâmıy-la kaaim olan sıfat itibariyledir ki bu,
ibretler, öğütler, özendirmeler ve korkutmalardan, övgü ve ta'zimlerden
ibarettir.
Kâsânî bu konuda İmam
Ebû Hanîfe'nin îmamey'in kavline döndüğüne dokunmamış ve bu konuda herhangi bir
nakilde bulunmamıştır.
i) Mülteka
Şerhi Mecmau'l-Enhür sahibi bu konuda diyor ki: «İmam A'zam'a göre, Arapçayı
uygun ölçüde teleffuz edebilsin, edemesin Farsça İftitah Tekbiri getirmek
sahihtir. îmameyn'e göre, ancak Arapçayı uygun biçim ve anlamda teleffuzunu
beceremiyen kimse hakkın da caizdir.»
«Ama en sahih tesbite
göre, İmam A'zam bu konuda îmamey'in görüş ve içtihadına rücu' etmiş (dönmüş)
tür.
j) «Arapça
teleffuzdan âciz olduğu için kıraati Farsça yerine getirmek hem İmam Azam'a
göre, hem îmameyn'e göre caizdir. Arapçayı teleffuzden âciz olmayan kimse
hakkında ise, İmam A'zam'a göre yine caizsede de İmameyn'e göre caiz değildir.
Çünkü İmam A'zam'a göre, Kur'ân mânadır. Farsça (veya başka bir dil de) o
mânaya delâet eder. Bu bakımdan başka dille kıraat caiz sayılır.
Ancak bu cevaz sadece
namazdaki kıraat hakkındadır.»
«Yapılan rivayete göre,
İmam A'zam bu konuda İmameyn'in görüş ve içtihadına rücu' etmiş (dönmüş) tür.
Sahih olan da budur; îtimad de bu rivayete göredir. Nitekim musannif da onun
rücu' ettiğini ihtiyar etmiş ve namazda kıraatin Arapça okunmasını imamların
ittifakına dayıyarak nakletmiştir.»
k) Fetâvâ-yi
Hindiyye'de bu konu biraz daha açıklanarak şu cümlelere yer verilmiştir :
«İmam Ebû Hanîfe'nin
tmameyn'in kavline rücu' ettiği hakkında El-Esrar sahibi, «Bu benim
ihtiyanmdır» diyor. Et-Tahkik Kitabında «Bu, muhakkiklerin hemen hepsinin seçip
beğendiği bir rivayettir. Fetva da buna göredir», deniliyor. Şerh-i Nukaaye'de
de aynı husus belirtiliyor. En sahih olan da bu tesbittir, kaydi yer alıyor.»
1) Bütün bu
rivayetlerden çıkarılan sonuç :
İmam A'zam'm bu konuda
İmameyn'in görüş ve içtihadına döndüğü, fukahanm ileri gelenlerinin hemen
hepsine göre doğrudur. Hepsi de bu rivayeti en sahih kaydiyle belirtmeye
çalışmış ve bir kısmı bunu ihtiyar ettiğini özellikle kaydetmiştir.
O halde Farsça ya da
başka bir dil üzere kıraat konusunda fetva İmameyn'in içtihadına göredir.
Kur'ân'm ruhuna ve maksadına uygun olan da budur.
Nitekim Kitabu'1-Fıkh
Alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa sahibi Abdurrah-mân El-Cezîrî, Kıraat bahsinde Hanefî
imamlarının görüşlerini ittifak halinde naklederek diyor ki : «Hanelilere göre,
Arapça okumaktan âciz olan kimsenin başka dillere göre okuması caizdir. Böylece
kıldığı namaz sahihtir.»
Terkinden dolayı namaz
sahih değildir. Bunun sınırı, ellerin rahatça diz kapaklarına kadar
uzanmasıdır. Bu kadar eğilen kimse namazda rükû' farzım yerine getirmiş olur.
Kambur kimsenin kamburluğu bu sınıra erişiyorsa, o takdirde baş işaretiyle bunu
yerine getirir.»
Rükûun vakti, kıraati
tamamladıktan sonradır. En sahih olan da budur.
Namazda ayakta durmak,
sonra rükû'a varmak, sonra da secde etmek bir nice esrar ve hikmetleri kendinde
taşımaktadır. Buna bir başlık açıp kısaca bir açıklamada bulunmamızda yarar
vardır :
Çoğu canlılar eğik,
biçimde insan ise dik biçimde yaratılmıştır. Cenâb-ı Hak bir nice canlıların
başını; yere eğerek ağızlarım rızıkla-rma uzatırken, insanı en güzel biçimde
dimdik yaratarak rızkı onun eliyle ağzına kadar yükseltmiştir. Şüphesiz ki bu
durum, insanın Allah katındaki şeref ve değerine bir belge sayılır.
Ancak insan
yaratılışından bencil ve gururludur. Kendini herkesten üstün tutmaya, ya da
görmeye çalışır. Bazen onun bu karek-teri ölçüyü aşarak Rabbine karşı baş
kaldıracak duruma getirir. Namaz' bir bakıma insanın bu tür gurur ve
bencilliğini kırmakta, onu tevazu havasına sokarak başını topraklara kadar
indirmektedir.
Namazda önce tekbir
getirip ayakta durmak, dünyayı artık geriye atıp her şeyin aslı sahibine
yöneldiğini, canlılar arasında Allah'ına kul olmanın şuura, akıl ve zekâya
dayalı ölçüsünü, Allahmın ona verdiği en güzel biçimde yerine getirdiğini ifâde
eder.
Bu da insana, az da
olsa bir üstünlük duygusu verebilir. O halde «Rahman ve Rahim» sıfatlarıyla
birlikte Allah'ın bütün âlemlerin Rabbisi olduğunu dile getirdikten sonra
kendisini hayvan biçiminde ve ölçüsünde yaratmadığının şükrünü dile getirmek ve
fiili ölçüsünü ortaya koymak için hemen Allahu Ekber denilerek rükû'a varılır.
Çok büyük olan Allah (C.C.) her türlü noksan sıfatlardan tenzih edildikten
sonra kendini tam bir mahviyet içinde O yüce kudrete teslim ederek secdeye
kapanır, aziz başını toprak üzerine koyarak bitkiler kadar ilâhî kanunlara boyun
eğeceğine söz verir ve bu hal içinde en yüce olan Allah'ı yine her türlü noksan
sıfatlardan tenzih ederek teşbihte bulunur.
Sonra Cenâb-ı Hakk'm
kendisine bu imân ve anlayışı verdiğinden dolayı O'na lâyıkıyla kulluk
edemediğini düşünerek ikinci kez bir şükür anlamında secdeye kapanır.
Artık kulun Allah'a en
yakm olduğu bir andır, secde hali. Mümin bu yakınlığın derin mana ve feyzini
için için düşünerek Allah (C.C.) huzurunda secde etme bahtiyarlığının bütün
zevkini duymalıdır.
a) Namazın
farzlarından biri de her rek'atte iki kez ardarda secde etmektir. Birinci secde
farz olduğu gibi, ikinci secdede farzdır. En
sahih olan ictihad da budur.
b) Secdenin
en uygun ölçü ve sınırı : Alnı burunla beraber yere koymaktır. Sadece ikisinden
birini koymak bir özüre dayanmıyorsa, şu sonucu doğurur : Yalnız burnu koymak
caiz değildir. Yalnız alnı koymak kerahetle caizdir. Bu hususta icmâ' vardır.
Ne var ki İmam A'zam yalnız bununla secde etmeyi de mekruh
saymıştır. İmameyn ise, yukarıda belirttiğimiz gibi caiz görmemişlerdir.
Fetva bu meselede imameyn
(İmam Ebû Yusuf ile İmam MuhammedHn görüş ve içtihadına göredir.
Tabii özür hali bu
hükmün dışındadır.
Secdede yanağını, ya da
çenesini yere koyarak farzı yerine getirmek isteyenin bu tarz secdesi caiz
değildir. Özrü olan kimse yanağını ya da çenesini koyarak değil, baş işaretiyle
secdesini yapar.
Alında bir özür
bulunduğundan sadece burnunu yere koyan kimsenin, secde ettiği cismin burnundan
daha sert olmasına dikkat etmesi gerekir. Aksi halde caiz olmaz.
Bu gibi yumuşak
cisimler üzerine secde edildiğinde alın ve burun bu cisimlere batmayıp kendine
göre bir sertlik hissederek durabiliyorsa, caizdir. Aksi halde caiz değildir.
Çuval içine iyice
doldurulmuş buğday, pirinç, arpa ve benzeri şeyler üzerine secde etmek caizdir.
Cami'lerde cemaatin
fazla sıkışık olmasından birbirinin sırtı üzerine secde etmek caiz midir? Cemaat
aynı namazı kılıyorsa, o takdirde caizdir. Her biri ayrı ayrı namazlar kılıyor
veya önündeki adam namazda bulunmuyorsa, o takdirde belirtilen şekilde secde
etmek caiz değildir.
Bu bir özürden dolayı
ise cevaz verenler olmuştur. Özürsüz ise kesinlikle caiz değildir. Muhtar olan
görüş ve ictihad da budur. Ancak diz üzerine -bir özür olsun olmasın- hiçbir
zaman caiz görülmemiştir.
Elinin üst kısmını yere
koyup ta avucu içine secde etmek caizdir. En sahih olan ictihad ve görüş budur.
Ölü bir kimse üzerine
başı koyup secde etmek caiz değildir. Ancak ölünün üzerinde keçe veya kaim bir
örtü bulunur da vücudu
hissedilmezse, o takdirde caiz olur. Bu daha çok savaşlarda ve fevkalade
durumlarda düşünülebilir. Normal zamanlarda üzerinde çok kalın bir cisim de
bulunsa mekruhtur.
Secde edilecek yerle
ayak basılan yerin aynı seviyede bulunması sünnettir. Ancak secde yerinin bir
ya da iki kerpicin yatay biçimdeki yüksekliğinde olursa (yaklaşık 22-23 cm)
caizdir. Daha yüksek olursa, başka secde edilecek yer bulunmaz veya namaz kılan
kimse bir rahatsızlığından dolayı başını yere kadar eğip secde edemezse o
takdirde baş işaretiyle secdeyi yerine getirir.
secde ederken yerde cam
parçaları, diken ve sivri çakıl gibi engeller olduğunu görür de alnını biraz
sağa ya da sola kaydırarak secde yaparsa caizdir.
Secde ederken
dizlerini, ya da elerini yere koymayacak olursa, bu caizdir, ancak sünnet
terkedildiğinden kerahet vardır. Bu suretle kıldığı namazın cevazında ise icma'
vaki olmuştur.
Secdede ayaklarını
yerden ayırıp boşlukta tutarsa, namazı caiz olmaz. İki ayağından birini koyup
diğerini kaldırırsa kerahetle caiz olur. Ancak ayağındaki bir özürden dolayı
yere bırakamıyorsa o takdirde kerahet kalkar.
Tabii bu hususta
ayakların yere konulmasından maksat parmaklarının konulmasıdır. O halde ayak
parmaklarından sadece birinin yer ile temas halinde olması bile kâfidir.
Uyur bir halde secde
ederse, iade etmesi gerekir. Ama rükû ve secdede iken uyursa onları iade
etmesine gerek yoktur.
Secdede alnını küçük
bir taş üzerine koyan kimsenin alnının çoğu, yer ile temas halinde bulunursa
caizdir. Aksi halde secde yerine getirilmemiş sayılır.
Rükû' ve secdeleri
yaparken bazı hususlara çok dikkat etmek gerekir. Rükû'da azalar sakinleşinceye
kadar beklemek, kalkınca da beli iyice doğrultmak gerekir. Secdelerdeki durum da
böyle, yani gerek secdede, gerekse iki secde arasında aza sakinleşinceye kadar
beklemek ve iki secde arasında otururken beli iyice doğrultmak vâ-cibdir.
Ta'dil-i Erkân bahsinde buna geniş yer verilecektir.
Bu konuda Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin birkaç hadîsini nakletmek yerinde olur :
«Namazında hırsızlık
yapan kimse, insanların en fena hırsızıdır.»
Buyurduğun da Ashab-ı
Kiram sordu :
— Ey Allah'ın Peygamberi! İnsan kendi
namazından nasıl çalabilir?
Buyurdu ki :
— «Rükû' ve secdelerini tamam yapmaz, rükû'
ve secdelerde belini iyice doğrultamaz.» da
ondan.
Rükû' ve secdelerini
yerine getirirken belini doğrultmayan kimsenin namazı yeterli değildir.»
Büyük sahabi Hz.
Huzayfe (R.A.), namaz kılarken rükû' ve secdelerde belini doğrultmayan bir
kimse gördü, ona şöyle dedi : «Sen namaz kılmadın. Eğer bu vaziyette ölecek
olursan, fıtrat üzere Ölmüş olmazsın.» Fıtrat1 tan maksad, «din»dir. Bundan
maksad, Haz-ret-i Muhammed'in (A.S.) getirdiği dinin anlam ve ölçülerini noksan
bırakarak ölürsün, demektir.
a) Namazın
farzlarından biri de, son oturuştur. Namazın sonunda teşehhüd miktarı oturmak
farzdır. Terkedildiği takdirde namazı iade etmek gerekir.
Teşehhüd miktarı -. Cîbn
Mesud'un rivayeti)
et-tahiyyatu lillahi
va's-salavatu va't-tayyibatu, es-selâmu aleyke eyyühe'n-nebiyyu ve rahmetullahi
ve berekatuhu, es-selâmu aleyna ve alâ ibadillahi's-salîhîn, eşhedü ellâ ilahe
illallah ve eşhedü enne mu-hammeden abduhu ve resûlühu'yu okuyacak kadar geçen
zamandır. o halde belirtilen müddet oturmak farz ve bu müddet içinde
et-tahiyyat'ı sonuna kadar okumak vâcibdir. sahih olan da budur.
muktedi (imama uyan)
et-tahîyyatı imam henüz bitirmeden bitirir ve konuşacak olursa, namazı
tamamdır. Ancak imamdan önce namazdan çıktığı için kerahet işlemiş olur.
Namazda son oturuş; hem
farz, hem vâcib, hem sünnet ve nafile namazlarda farzdır. İki rek'atli bir
namazda, namazın sonunda oturmadan selâm vererek namazdan çıkar veya kalkıp
yürürse, namazı bozulmuştur; yeniden kılması gerekir.
Et-Tahiyyat'tan sonra
kendi sun'iyle namazdan çıkması farz değildir. Sahih olan da budur.
b) Teşehhüd
konusunda Hanefîler, İbn Mes'ud (R.A.)'un rivayet ettiği şekli ihtiyar
etmişlerdir. İmam Şafiî ise bu konuda İbn Ab-bas (R.A.)'nm rivayetini daha
anlamlı bularak seçmiştir. İki rivayette sahihtir.
İmam Müslim, bu konuya
değinirken diyor ki :
«İnsanlar İbn Mes'ud'un
rivayet ettiği Teşehhüd üzerinde toplanmışlardır.» Tirmizi : 4bn Mes'ud'un
rivayet ettiği Teşehhüd hakkındaki hadis, bu konuda en sahih rivayettir» diyor.
İlim adamları, sıhhat bakımından İbn Abbas'm rivayet ettiği Teşehhüd'le ilgili
hadîsin, sıhhat bakımından diğerinden sonra geldiğini söylemişlerdir. İmam
Şafiî'ye bunu ihtiyar etmesinin nedeni sorulduğunda şu cevabı vermiştir : «Bunu
daha eniş anlamlı ve rivayeti de sahih bulduğum için...»
İmam Nevevî diyor ki :
«Teşehhüd hakkındaki
hadîslerin hepsi de sahihtir. Ama bunların daha sahihi, İbn Mes'ud'un, sonra da
îbn Abbas'm (Allah ikisinden de razı olsun) rivâyetleriyle sabit olanıdır.»
Şafiî, her hangisi
okunursa vâcib yerine gelmiş olur, demiştir.
Namazın farzlarını
açıkladıktan sonra vaciplerine geçiyoruz. Bilindiği gibi, farzın terkinden
dolayı namaz bozulur. Vacibin terkinden dolayı namazın bozulup bozulmayacağında
farklı görüşler vardır. İleride bunu yeterince açıklıyacağız.
1. Üç ve dört
rek'atli farz namazlarda kıraati ilk iki rek'atte yerine getirmek,
O halde son iki rek'atte
veya birinci rek'at ile üçüncü ya da ikinci rek'at ile dördüncü rek'atte
kıraati yerine getiren kimse, bunu unutarak yapmışsa yanılma secdesi gerekir.
Kasden yapmışsa, bazı fıkıhçılara göre, namazın iadesi gerekir.
2. Fâiha ve
bir sûre, ya da Fatiha ve üç kısa âyet okumak,
Uzun bir âyet, üç kısa
âyeti kapsayacak ölçüde ise onu da okumak kâfidir.
3. Önce
Fâtiha'yı sonra sûreyi okumak.
4. Fatiha ve
zamm-ı sûreyi nafile ve vitir namazlarının bütün rek'atlerinde okumak.
O halde birinci ya da
ikinci rek'atte Fatiha1 yi okumayı unutup sadece sureyi okuyan kimse, secdeye
gitmeden bunu hatırlarsa, döner önce Fâtiha'yı. sonra zamm-ı sureyi okur ve
namaz sonunda yanılma secdesi yapar; vacibi geciktirdiği için.
Dört rek'atli namazlarda,
örneğin yatsı namazında ilk iki rek'atte unutur da Fâtiha'yı okumaz, sadece
zamm-ı sûre okur ve sonra bunu üçüncü rek'ate kalktığında hatırlarsa, artık
Fatihayı okumaz, sadece namaz sonunda yanılma secdesi yapar. Ama ilk iki
rek'atte sadece Fâtiha'yı okur, zamm-ı sûre okumaz ve üçüncü rek'ate
kalktığında bunu hatırlarsa, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde hem Fâtiha'yı, hem
zamm-ı sûreyi sesli okur ve namaz sonunda yanılma secdesi yapar. Sahih olan da
budur.
Bunun gibi ilk iki
rek'atte hiç bir şey okumayan kimse, üçüncü ve dördüncü rek'atlerde hem
Fâtiha'yı, hem zamm-ı sûreyi okur ve namaz sonunda yanılma secdesi yapar.
5. îlk iki
rek'atte Fatihayı birer defa okumak,
O halde birinci ya da
ikinci rek'atte Fâtiha'yı iki kere üstüste okuyan kimseye yanılma secdesi
gerekir. Ama önce Fatihayı okuduktan sonra zamm-ı sureyi okur ve sonra yine
Fâtiha'yı okursa, yanılma secdesi gerekmez. En
sahih olan da budur. Ez-Zahidî de bunu böyle tesbit etmiştir.
6. Namazın
mükerrer rükünleri ve vâcibleri arasındaki tertibe uymak,
O halde birinci rek'atte
secdelerden birini unutup yerine getirmez de henüz namazdan çıkmadan bunu
hatırlarsa, namazın sonunda terkettiği secdeyi yapması ve yanılma secdesiyle bu
geciktirmeyi kapatması gerekir. Namazdan çıktıktan sonra hatırlarsa, namaz
bozulmuştur, iadesi gerekir.
Mükerrer olmayan farzlar
(yani rükünler) arasındaki tertip ise farzdır. Meselâ : Ayakta durmadan rükû'a
gider, sonra ayakta durursa bu caiz olmaz. Yeniden ayakta durması, sonra rükû'
yapması ve namaz sonunda yanılma secdesiyle bunu kapatması gerekir. Bunun gibi
rükû' yapmadan secde eden kimsenin de namazı caiz olmaz ancak kalkıp önce rükûu
yerine getirir sonra secdeleri yaparsa, bu caiz olur, ne varki yanılma secdesi
gerekir.
Et-Tahiyyat'a
oturduktan sonra, secdelerden birini yada ikisini yapmadığını hatırlarsa, hemen
secdeleri yapması, sonra Et-Tahiyyat'a oturması gerekir. Namaz sonunda da
yanılma secdesiyle bu açıklığı kapatır.
7. Rükû'dan
kalkıldığında beli doğrultmak,
Bu, İmam Ebû Yusuf'a
göre vâcib; İmam Ebû Hanîfe ile İiıam Muhammed'e göre vâcib değildir. İki secde
arasında da azaların sakinleşmesi, ölçüsünde durmak ta böyledir.
8. Rükû ve
secdelerde itidala riayet etmek,
Bu sadece rükû' ve
secdelerde değil, bütün rükünlerde buna riâyet vâcibdir. Burada itidal'm anlamı
şudur : Her rükünde nasıl durulması, bulunulması gerekiyorsa, aza yatışkanhğı
içinde öyle durmaktır. En sahih olan da budur, Ta'dil-i
Erkâ'nm en az ölçüsü, azanın bir teşbih getirilecek kadar bir süre
sakinleşmesidir.
9. Üç veya
dört rek'a-tli namazların birinci oturuşunda teşehhüd miktarı oturmak,
En sahih olan da budur.
10. Birinci
ve ikinci oturuşlarda Teşehhüd okumak,
Birinci oturuş vâcib,
ikinci yani son oturuş farzsa da her ikisinle de Teşehhüd okumak vâcibdir.
Ancak Teşehhüd'ü okurken,
mânasını kalbinden geçirmesi, Al-İah'ın huzurunda önce O'na gereken ta'zimi
gösterip sonra Peygam-iber ve sâlih müminlere duâ yapıldığını bilmelidir.
b) 11. Selâm
verirken «selâm» lafzını kullanmak,
12. Vitir
namazında Kunût okumak,
13. Bayram
namazlarında belirli sayıdaki Tekbirleri getirmek,
Sahih olan görüş budur.
O halde bayram tekbirlerini unutup yerine getirmiyen kimseye yanılma secdesi
gerekir.
14. Kıraati
aşikâr okunacak yerde aşikâr, gizli okunacak yer-! lerde de gizli okumak,
c) Sabah
namazının her iki rek'atinde, akşam ile yatsı namaz-lannm ilk iki rek'atlerinde
kıraati aşikâr okumak vâcibdir. Ancak bu vâcib imam hakkındadır. Yalnız başına
namaz kılanlar, bu hususta serbesttirler, isterlerse aşikâr, isterlerse gizli
okuyabilirler. Öğle, ikindi namazlarının her rek'atinde, akşamın üçüncü ve
yatsının üçüncü, dördüncü rek'atlerinde gizli okumak vâcibdir.
d) Arafat'ta
cemaatle kılman öğle ikindi namazlarında da durum aynıdır. Yani imam bu
namazların kıraatini gizli okur.
Cuma ve bayram
namazlarında ise aşikâr okumak vâcibdir.
Ramazanda Vitir ve
Teravih namazlarında da imamın kıraati aşikâr okuması vâcibdir. Yalnız başına
kılan kimse için vâcib değildir.
Yalnız basma namaz
kılan kimse kıraatin gizli okunduğu namazlarda herhalde kıraati gizli okuması
gerekir, Aşikâr okunan namazlarda ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, kendi
arzusuna bağlıdır. Ancak aşikâr okuduğunda imam kadar sesini yükseltmez.
îmam da fazla sesimi
çıkarayım diye kendini zorlamamalıdır. Hattâ ihtiyaçtan fazla sesini yükseltecek
olursa, isaet etmiş sayılır. Çünkü maksad cemaatin duymasıdır.
Namazdaki tekbir ve
benzeri zikirler vâcib türünden ise imam onu aşikâr söyler. Yalnız başına kılan
da kendisi duyacak kadar bir sesle yerine getirir. İftitah ve bayram tekbirleri
vâcib olduğundan aşikâr söylenir. Namaz arasındaki intikal tekbirleri sünnet
olduğundan, imam tarafından aşikâr söylenir, ama yalnız başına namaz kılanlar
kendisi işitecek kadar sesli söyler. Kunut Tekbiri de vâcibdir, cemaatle
kılındığında aşikâr, yalnız kılındığında yine kendisi işitecek kadar sesli
söylenir. Ne var ki Kunut Tekbiri'nin cemaatle de kılınırken aşikâr
söylenmemesini El-Hidâye sahibi ihtiyar etmiştir.
Geriye kalan teşehhüd,
âmin, salâvat ve dualar, rükû' ve sec-delerdeki teşbihler hep gizli söylenir.
İmam akşam ve yatsı
namazını kılmaz, gündüz olunca cemaat halinda kaza ederken yine kıraatte sesini
cemaat duyacak ölçüde yükseltmesi vâcibdir. Aksi halde yanılma secdesi gerekir.
Bunun gibi kazaya
kalmış öğle ve ikindi namazlarını imam geceleyin cemaat halinde kaza edecek
olursa, kıraati gizli okuması gerekir. Aksi halde yanılma secdesi vâcib olur.
Sözü edilen namazları
adam kendi başına kaza edecek olursa, aşikâr okunacak olanları, sesli okuması
afdaldır. Gizli okunacak olanları da gizli okuması vâcibdir. Şemsüleimme
de bunu ihtiyar etmiştir. Fahrülislâm Pezdevî'nin de görüşü bu anlamdadır.
Kaa-dıhan ise bunu en sahih kavi olarak görmüştür.
Bir adam namaz kılarken
bir başkası gelip ona uyarsa, imanı olan kimse kıraatin aşikâr okunduğu bir
namazı kılıyor ve kendisine uyulmadan önce Fâtiha'yı ya tamamen okumuş, ya da
kısmen okumuş bulunuyorsa, dönüp aşikâr olarak Fâtiha'yı yeniden okuması
gerekir.
Gündüzleyin kılman
nafilelerde aşikâr okunmaz. Geceleyin kılı-anlarda ise kişi arzusuna bağlıdır;
dilerse aşikâr okur, dilerse gizli.
Bu konuda farklı görüş ve
ictihadlar vardır :
a) Fakîh Ebü
Cafer, Şeyh îmam Ebubekir Muhammed bin Faz-ie' göre, aşikâr okumanın en az
derecesi, başkasının duynıasıdır. Giz-i okumanın en az sınırı, kendisinin
işitmesi ölçüsündeki olanıdır. Ltimade uygun olan görüş budur. Sahih olan görüş
de bu kavle damalıdır.
b) Câmi'deki
cemaatin hepsinin duyacağı kadar sesi yükseltmek, aşikar okumanın en az
sınırıdır. Bu, birinci görüşe nisbetle zayıf kabul edilmiştir.
a) Sünnet
vâcibden sonra gelir. Yapılmasında sevap, terkinde kınanma ve kerahet vardır.
Namazın sünnetlerine dikkat etmenin şu yararları söz konusudur.
a) Farzlarda
bilmiyerek bir noksanlık, bir açıklık meydana gelmişse, onları kapatır.
b)
Resûlüllah (A.S.) Efendimizin kıldığı şekle daha çok uygunluk sağlayacağından,
şefaatine kapı açar.
c) Rahmet
meleklerinin istiğfarına lâyık olur. bî
Namazın Sünnetlerini Özetliyelim :
1. İftitah
Tekbiri getirirken elleri göğüs ya da kulak seviyesine kadar kaldırmak,
2. Elleri
kaldırırken parmakları açık ve rahat biçimde tutmak,
3. İmamın
intikal tekbirlerini aşikâr getirmesi,
4. Yine
imamın Euzti-Besmele ve Amîn'i gizli söylemesi,
5. Ayakta
kıraate dururken sağ eli sol el üzerine koymak,
6. Elleri
göbeğin tam altına gelecek şekilde bağlayıp tutmak,
7. Rükû' için
tekbir getirmek,
8. Rükû'da üç
defa teşbih getirmek,
9. Ellerin
içiyle diz kapaklarını tutmak,
10. Secdeye
eğilmek için tekbir getirmek,
11. Secdeden
kalkıldığında tekbir getirmek,
12.
Secdelerde üçer defa teşbih getirmek.
13. Secdede
iki dizi ve iki eli yere koymak,
14.
Otururken sol ayağı yere uzatıp üzerinde oturmak, sağ ayağı parmakları kıbleye
gelecek şekilde dikmek,
15. Rükû'dan
kalkıldığında iyice doğrulup durmak,
16. İki secde
arasında iyice kalkıp oturmak,
17. Rükû'dan
ayağa kalkıldığında, iki secde arasında oturulduğunda en az bir teşbih miktarı
beklemek,
18.
Et-Tahiyat'tan sonra
Resûlüllah (A.S.)
Efendimize Salât-u selâm getirmek ve rivayet edilen bazı duaları okumak.
a) Ayakta
dururken secde yerine bakmak,
b) Rükû'
halinde ise ayakların üstüne bakmak,
c) Otururken
kendi dizlerine bakmak, başka tarafa gözleri
çevirmemek,
d) Sağa selâm
verirken sağ omuzuna, sola selâm verirken sol omuzuna bakıp etrafı taramamak,
e) Esnerken
ağzı kapalı tutmaya çalışmak,
f) Ceket,
pardesü, üstlük ve benzeri şeyler üzerinde bulunuyorsa, kollarını geçirmiş
vaziyette bulunmak,
g) Dikkati
tamamen namaz üzerine toplayıp kalbi başka şeyle meşgul etmemeye çalışmak.
Namazın şartlarını,
farz ve vaciplerini, sünnet ve adabını belirttikten sonra bütün bu hususlara
bağlı kalınarak namaz nasıl kılınır? Bunu anlatmamızda yarar vardır :
Namaz kılmaya
kalkıldığında niyet getirerek ellerini kaldırıp tekbir getirir. Baş parmaklar
kulak yumuşağı seviyesinde tutulur. Tekbir getirilirken baş öne doğru eğilmez,
elin iç kısmı kıbleye gelecek şekilde tutularak tekbir getirilir. Eller tam
kulak hizasına kaldırıldığında Allahu Ekber denilir. En sahih olan da budur.
Kunut ve Bayram tekbirleri bu ölçü ve biçimde getirilir. Ancak Bayram
Tek-birleriyle İftitah Tekbiri ve bir de Kunut Tekbirinde eller kaldırılır;
bunun dışındaki tekbirlerde eller kaldırılmaz. Ancak kaldırıldığı takdirde
namaz bozulmaz. Kadına gelince, o İftitah Tekbiri getirirken ellerini sadece
omuzları hizasına kadar kaldırır. Sahih olan da budur. Tekbirde ellerin
parmakları birbirine yapıştırarak değil, normal bir biçimde araları hafif açık
bir vaziyette tutulur. Ellerini kaldırmadan Tekbir getirmek sünnete uygun
değildir. Ancak bir illet ya da hastalıktan dolayı ellerim kaldıramıyanlar
müstesna... Ellerinden sadece birini kaldırabilen onunla yetinir. Allahu Ekber
derken lafz-ı celâl'in elifi uzatılmaz. ekber kelimesinin de elif veya ba
harfini uzatmakta böyledir. hattâ çoğu ilim adamlarına göre, böyle teleffuz eden
kimse namaza başlamamış sayılır. lafz-i celâl'in sonundaki (he) harfini uzatmak
mânayı bozmaz, ama kurala aykırıdır. o halde gerek allah, gerekse ekber
kelimelerinin başındaki elif'i uzatan kimsenin namazı bozulur. çünkü bu tarz
okumak, mana yönünden çok hatalıdır. kasden yapılırsa küfre kadar götürür.
Tekbir getirildikten
sonra sağ el sol el üzerine konularak göbek altında bağlanır. Kadınlar ise bu
durumda ellerini göğüsleri üzerine korlar. Ayrıca baş ve serçe parmakla sol
elin bileği hafifçe tutulur, geriye kalan parmaklar bilek üzerine uzatılır.
Rükû'a gidilirken eller konulduğu yerden kaldırılır, rükû'da elerin içi diz
kapakları üzerine konulur. Meşayihten bir kısmına göre, sadece koymakla kalmaz
bir de diz kapaklarını kavrar şekilde tutar. Bu ikisi arasında bir tutuş daha
uygundur.
Namazda ayakta
durulurken ayaklar arasını dört parmak kadar açık tutmak adâbdandır. Bunu
müstehâb kabul edenler de olmuştur. Birinci görüş daha sahihtir.
Eller belirtilen
biçimde bağlandıktan sonra,
sübhâneke'llahümme ve
bî-hamdire ve tebareke's-muke ve teâlâ ceddüke velâ ilahe gayruke, okunur. bunu
ister imam, ister münferid, ister cemaat halinde olsun, her namaz kılanın
okuması sünnettir.
Sübhaneke'de «ve cele
senâuke» okunur mu?
El-Asıl, En-Nevadir
gibi kaynak kitaplarda Cenaze namazının dışında bu cümlenin okunmaması oradaki
duâ makamına ve onun esrar ve hikmetine daha uygundur, sonucuna işaret
edilmektedir. Allah'ı lâyıkıyla övmek ne mümkün... O kendisini övdüğü gibi
uludur. Cenaze namazında mü'min kardeşimiz için duâ ederken, namazın
başlangıcında yine Sübhaneke'yi okuyoruz. Ne var ki ve celle senâuke'ye burada
yer veriyoruz. Bunun birçok nedeni vardır :
a) Her duanın
ve duada yer alan kelime ve
cümlenin bir makamı vardır ki onun başka bir yerde okunması aynı feyiz ve
rahmete kapı açmaz.
O halde ve celle senâuke'nin
feyiz ve rahmet makamı, cenaze namazmdadır.
b) Ölen
kardeşimiz için Allah'ın rahmet ve mağfiretini dilerken O'nun yüceliğini, azamet
ve kudretini, rahmet ve inayetini önce süb-haneke ile anlatmaya ya da dile
getirmeye çalışıyoruz. Bu açıdan O'nun geniş rahmet ve mağfiretini diliyoruz. ve
celle senâuke diyerek O'nun rahmet ve mağfiretinin, azamet ve kibriyasmm
yüceliğine erişmenin mümkün olmadığım, en üstün övgüye ancak o'nun lâyık
bulunduğunu kalbimizden dilimize getirmeye çalışıyor ve «ve cella senâuke»
cümlesiyle bunu ifâde ediyoruz,
c) Bu
cümlenin Cenaze Namazında okunduğunda kalbe verdiği şifâyı başka yerde
okunmasıyla elde etmek o ölçüde te'sirli değildir. bu bakımdan dualarda rivayet
edilen şekle bağlı kalmakta büyük yarar vardır. ve celle senauke cümlesinin
vereceği şifâyı biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir.
sübhaneke'den sonra
euzu-besmele söylenir. bunların kelime olarak şekli şudur :
euzü billahi
mine'ş-şeytanı'r-recîm - bismi'llahi'r-rahmâni'r-rahim... fetva buna göre
verilmiştir.
Türkçe anlamı :
«Kovulup rahmetten uzak
tutulan şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah adıyla
başlarım..
Tabii bu ikisi de gizli
okunur. Bu, hem imam, hem cemaat, hem de münferid için sünnet midir? İmama
uyanlar sadece Siibhaneke ile yetinirler. İmam ve bir de yalnız başına namaz
kılanın Euzü-Bes-mele'yi hem okumaları, hem de bunu gizli söylemeleri sünnettir.
Muhtar olan görüş budur.
çünkü imam ebû hanîfe
ile imam muhammed'e göre teav-vuz kıraate tabi'dir, sübhaneke'ye değil. mesbuk
yetişemediği rek'-atleri tamamlamaya kalktığında euzü-besmele söyler. çünkü
kıraati yerine getirmesi gerekiyor. muktedi (imama ilk rek'atte uyup onunla
birlikte namazı tamamlayan ise böyle değildir.) o teavvuz okumaz, çünkü kıraati
imam yerine getiriyor. sadece imamın euzü-besmele okuması yeterlidir.
bayram namazında ise
euzü-besmele bayram tekbirlerinden sonra okunur.
Meşayih-i Fukahaye
göre, sadece birinci rek'atte kıraate başlarken okunması kâfidir. Fetva buna
göredir. Sahih olan da budur. Kıraate başlarken teavvuz okumayı unutur,
Fâtiha'dan sonra hatırlarsa, artık buna gerek kalmaz.
Euzü'dan sonra Besmele
okunur. Bu da yukarıda belirttiğimiz gibi gizli söylenir. Besmele Kur'ân'dan bir
âyettir, surelerin arasım ayırmak için konulmuştur. Namazda sadece Besmeleyle
yetinip kıraatte bulunmamak caiz değildir. Çünkü kıraat Besmele dışındaki sure
ya da üç kısa âyet okumakla gerçekleşmektedir.
İmam Ebû Yusuf'a göre
her rek'atte kıraate başlarken besmele okunur. Fetva buna göredir, İmam Ebû
Hanîfe ile İmam Muham-med bu görüşte değillerdir.
Fatiha ile Sure
arasında besmele okumaya gerek yoktur. Sahih
olan da budur. Okunmasını tavsiye edenler de olmuştur. Ama fukahanm çoğu,
okunmaması üzerinde durmuştur.
Besmele'den sonra
Fâtiha-ı şerife okunur. Fâtiha'nm sonunda kendisi işitecek kadar «âmîn» denilir.
Sünnet olan budur. Âmîn
deme hususunda imam, cemaat ve münferid (yalnız bastına kılan) eşittir. Yani
hepsinin de kendisi işitecek, ölçüde söylemesi sünnettir.
e) Âmin
kelimesi hem med, hem kasırla okunmuştur.
Şeddeyle okunması hatâdır. Mânası, «Duamızı kabul buyur» demektir.
Gizli okunan namazlarda
cemaat imamın velâ'd-dâllîn dediğini duyarsa artık «âmin» demelerine gerek
kalmaz, diyenler olmuşsa da Fakîh Ebû Cafer El-Hende.vânî, demeleri sünnete
uygundur, sonucuna varmıştır.
Bayram ve cuma
namazlarında cemaat birbirinden âmîn sesiniyacak olursa, susmayıp kendileri de
belirtilen ölçüde söylerler,
[hin olan da budur.
Fatihadan sonra ya bir
sûre, ya da üç âyet okunur. Üç âyet uzun-ğunda bir âyet okumak ta kâfidir.
Kıraatten sonra rükû'a
varılır. Ancak eğilirken Tekbîr getirilir. itekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz :
*İmam allahu ekber deyin-3 siz de söyleyin, îmam rükû'a gidince siz de gidin.
imam rükû'dan emiallahu lîmen hamidehu deyip kalkınca siz rabbena ve-eke'l-hamd
deyin.» buyurmuştur. sahîh olan da budur. Ancak ekbir'de şuna dikkat etmek
afdaldır : Tam belini eğeceği sırada aşlanır, eller diz kapaklarına dokunacağı
sırada bitirilir.
Rükû'da ellerini iyice
diz kapaklarına dayamak ve beli müm-iün olduğu nisbette düz tutmak sünnettir. Burada
basıda ne Kıkarı kaldırır, ne de aşağıya doğru eğer, bel ile aynı seviyede
tut-naya çalışır.
f) Rükû'da
dizler de dik tutulur, mafsal bükük tutulmaz. Kalınlar ise dizlerini hafif
kırarlar, kollarını açık
tutmazlar. Erkekler Lollarmı hafif açık tutarlar. Sonra sübhane rabbiye'l-azîm
teşrihini üç defa söyler. Böylece rükû' tamamlanmış olur. Ne var ki bir ek defa
bile bu teşbihi söylemek caizdir. Ancak tenzihi kerahet var-hr. Çünkü Kesûlüilah (A.S.) Efendimizin bunu hem üç defa
söyle-iiği, hem tavsiyede bulunduğu sahih rivayetle sabit olmuştur.
g) Rükû'dan
kalkıldığında ayakta durup beli iyice doğrultmak sünnete uygundur. Hattâ Ebû
Yusuf a göre, böyle yapmazsa namazı bozulur veya kerahetle namaz kılmış olur.
Namazda her zikir ve
teşbih kendi yerinde getirilir. Aksi halde söylenmez terkedüir. Meselâ : Rükû'a
varıldığında söylenecek teşbih, rükû'dan kalkıldığında söylenirse, sünnet
yerine getirilmemiş olacağından artık söylenmez. Rükû'dan kalkıldığında
semîalla-hu lîmen hamîdeh'i beli tam doğrulttuğu zaman söylemek de sünnete uygun
olmadığı için terkedilmesi daha iyi olur. Çünkü yerinin dışında kalmıştır.
Semiallahu limen
hamiden, derken sonundaki (H) harfini sakin okumak daha uygundur.
Rükû'dan kalkılıp bel
doğrultulduktan sonra tekbir geMrilerek secdeye varılır. Secdede üç defa subhane
rabbiyet-a'lâ denilir. Bu sayı, rükû ve secdede yapılan teşbihlerin en azıdır.
Tek olmak üzere beşe ya da yediye çıkarmak müstehabdır. Ancak imam bunu üçten
fazla yapmamalıdır.
Bunun için söz sahibi
fakihler, teşbihin en azı üç, ortalaması beş, mükemmeli yedi defadır,
demişlerdir.
h) Secdeye
varıldığında önce dizler, sonra eller, sonra burun, sonra da alın yere konulur.
Kalkıldığında ise önce alm, sonra burun, sonra eller, sonra da dizler
kaldırılır. Tabii bu tertip sıhhati yerinde bulunan kimseler içindir. Ayağı ya
da kolları romatizma ya da benzeri bir hastalıktan muzdarip bulunan kimsenin
kolayına nasıl geliyorsa öyle hareket eder. Meselâ : Rükû'a varırken belini tam
doğrul-tamıyorsa, tutabildiği ölçüde bir durum alır, kendini zorlamaz. Secdeye
vardığında önce dizlerini yere koyamıyorsa, Önce ellerini koyup öylece secdeye
varmayı sağlar.
Secdede eller tam kulak
hizasına konulur, parmaklar kıbleye doğru tutulur. Ayakların parmakları da aynı
hükme girer. Erkekler bu sırada karınlarım uyluklarından biraz ayırıp yüksekçe
tutarken kadınların bunun aksine karınlarını uyluklarıyla bitiştirirler.
Erkekler yine bu durumda kollarını yere sermeyip biraz yüksekçe tutarken
kadınlar bunun aksini yapar.
Bu hususlarda cariyeler
de hür kadınlar gibidir. Ancak namaza başlama Tekbirinde erkekler gibidirler.
Gerçi bugün câriye diye bir konu mevcut değildir. İslâmiyet çok sistemli bir
tutumla kölelik ve cariyeliği kaldırmıştır. Ama bazı konularda yine yer yer
onlarla ilgili hükümleri anlatmakta yarar görülmektedir.
Secdeden Tekbir
getirilerek baş kaldırılır, bel dimdik tutularak oturulur. Bu oturuşta sünnet
bir zikir yoktur.
Secdeden kalktığında
belini doğrultmadan ikinci secdeye varacak olursa, îmam Ebû Hanîfe ile İmam
Muhammed'e göre bu da kâfi gelir. İmam Ebû Yusuf bu görüş ve ictihadda değildir.
Ta'dil-i Erkân ona göre vâcibdir. Kasden terkinden dolayı namazın iadesi
gerekir. Ancak
İmam A'zam'a göre de secdeden başı kaldırdıkta duruş vaziyetine bakılır : Başı
secdeye daha yakınsa farz yerine gelmediğinden caiz değildir. Oturma haline
daha yakınsa, caizdir. En sahih olan da budur. Fetva buna göredir.
Ebû Yusuf'a göre de,
«başını kaldırdı» denilecek ölçüde bir doğrulma meydana gelirse caizdir. Bunun
aksi caiz değildir. Sahih olan rivayet budur.
Sonra Tekbîr getirilip
ikinci secdeye varılır. Birincide olduğu gibi üç defa teşbih getirir.
İkinci secdeden
kalkıldığında mümkünse eller yere konulmadan kıbleye yönelik bulunan ayak
parmakları üzerine doğrulup ayağa kalkılır. Ancak bu arada dizlere dayanmakta
hiçbir sakınca yoktur. Sıhhati ve gücü yerinde olanların bunu da terkedip hiç
bir şeye dayanmaksızın kalkması müstehabdır.
îkinci secdeden
kalkıldığında -şâfiîlerin yaptığı gibi- hafif bir oturuştan sonra ellerini yere
dayıyarak kalkacak olursa, bunda da bir sakınca görülmemiştir. Ancak yukarıda
Hanefî imamlarının belirttiği biçimde kalkmak müstehabdır.
İkinci rek'atte,
birinci rek'atte yapılanların aynısı tekrarlanır; ancak İftitah Tekbiri
getirilmez, EUZÜ söylenmez. Besmele ile kıraate başlanır.
İkinci rek'atte ikinci
secdeyi tamamlayıp kalktığında, sol ayak yere serilerek üzerinde oturulur; sağ
ayak parmakları kıbleye gelecek biçimde tutulur. Eller dizlere yakın ölçüde
parmaklar açık bir vaziyette konulur. Dizler tutulmaz, parmaklar da birbirine
iyice bitiştirilmez, rahat bir tutuşa dikkat edilir. En
sahih olan da budur.
Kadın bu durumda sol
kalçası üzerine oturup sol ayağını sağ ayağının bileğinin altına gelecek biçimde
bir vaziyet alır.
Belirtilen biçimde gerek
erkek, gerek kadın, gerek imam ve gerekse cemaat ve yalnız başına namaz kılan
İbn Mes'ud Hazretlerinin naklettiği Et-Tehiyyatı okur. Bunu yukarıda
belirtmiştik. Namaz iki rek'atli değilse, Et-Tahiyyattan sonra bir şey okunmayıp
Tekbir getirilerek ayağa üçüncü rek'ate kalkılır. İki rek'ali bir namaz ise
Sa-lâvat, duâ ve belli zikirler yapılır.
ı)
Et-Tahiyatta, eşhedü ellâ ilahe illallah bölümüne gelince şehadet parmağıyla
işarette bulunulur. Ama bu konuda seçilen kavle göre işaret yapılmaz
denilmiştir. Fetva da bu kavle göredir.
Münyetü'l-Müftî'de
parmakla işaretin mekruh olduğu kaydedilmişse de Meşayih-i Kiram bunda bir
kerahet olmadığını söylemiştir. Uygun olan da meşayihin görüşüdür.
Et-Tehiyyat'tan sonra
birinci rek'atte belirtilen ölçü ve biçimde ayağa kalkılır. Ancak Tahavî,
kalkılırken elleriyle yere dayanmakta bir sakınca yoktur, demiştir. Yukarıda
bunu kısmen açıklamıştık. Birinci rek'atte yaptıklarının tamamını bu rek'atte
aynen yerine getirir. Üçüncü rek'atte sadece Fâtiha'yı okur. Fazla bir şey
okuması mekruhtur.
j) Üçüncü
rek'atte kırati tamamen terkedip sadece teşbihle yetinir ya da hem kıraati hem
teşbihi terkederse bir şey gerekmez. Ne var ki Fâtiha'yı okumak af daldır.
Rivayetler arasında bu konuda en sahih olanı da belirttiğimiz husustur. Çünkü
fetva buna göredir. El-Muhit bunu en sahih 'kavi olarak kabul etmiştir.
O halde üçüncü ve
dördüncü rek'atlerde kıraat af daldır. Fatiha ile yetinilir. Hiçbir şey okumayıp
susmak ise mekruhtur.
Dördüncü rek'atin
sonunda, ikinci rek'atin sonunda oturduğu gibi oturur; Et-Tehiyyat'ı belirtilen
biçimde okur, sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimize Salâvat-i Şerife getirir.
,
k) İmam
Muhammed'den sözü edüen Salâvat'm nasıl getirilmesi gerektiği sorulduğunda şu
cevbı vermiştir :
«allahümme sallî alâ
muhammed'în ve alâ âlî mu-hammed'in kemâ salleyte alâ îbrahime ve alâ âl-ı
ib-rahîm'e ve barîk alâ muhammed'in ve alâ âl-i muham-med'in kema barekte âla
îbrahîme ve alâ âl-i ibrahîme inneke hamîdün mecîd.»
bunun dışında bir de
allahümme irhem muhammed'en demek bazılarına göre mekrûhsa da, sahih olan
tesbite göre mekruh değildir, denilebilir.
Salâvat-i şerîfeden sonra
önce kendine, sonra ana-babasma, sonra da bütün mü'minlere duâ eder. sünnet
olan duâ bu tertip üzere olanıdır. kur'ân'da bunun örneği mevcuttur :
rabbena îğfir lî velî
valîdeyye veli'l
mü'minîne yevme yekumu'l-hisâb.
1) Türkçe
anlamı :
«Ey Rabbtmiz! beni,
anamı babamı ve mü'minleri, insanların kalkıp hesaba çekileceği gün bağışla,
günahlardan temizle.»
Bu duadan sonra :
Rabbena atînâ
fi'd-dünya haseneten ve fi'l-âhiretî haseneten ve kına azabe'n-nar duası
yapılır.
Bunun Türkçe anlamı :
«Rabbimiz! dünyada da
bize iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem ateşi azabından
koru...»
Dualarda afdal olanları
bunlardır. Bu bakımdan halkın sözlerine benzer tarzda duâ yapmak veya halktan
istenilmesi her zaman için mümkün olan şeyleri arzulayarak bazı sözlerle duada
bulunmak uygun değildir. Buna bir örnek verelim :
«Allahım! beni falan
kızla evlendir..», «Benim tarla bahçeme su indir..» gibi. îşte bu tür sözlerle
duâ etmek doğru değildir. Hattâ caiz olmadığım söyliyenler var ki sahih olan da
budur.
Duada bu ölçüyü dikkate
alanlara göre, «AHahıml bana çok mal ver» derse, namazı bozulur. «Allahım! bana
ilim ve hac nasîb eyle»
derse, namazı bozulmaz.
Çünkü birincisi halk sözlerinden birdir.
Bunun için Sünnete
uygun duaları ezberleyip okumak daha uygundur. Dilin başka bir söze kaymasını
önler.
Ancak bu konuda genel
kaaideyi unutmamak gerekir :
Teşehhüde oturduktan
sonra, yani «Et-Tehiyyat»ı okuduktan veya onu okuyacak mikdar oturduktan sonra
halkın sözüne benzer anlam ve ölçüde yapılan dualar namazı bozmaz, ancak kişi
böyle yapmakla namazdan çıkmış olur. Son farz olan Teşehhüd Miktarı oturmak
gerçekleştiği için namazın bozulması sözkonusu değildir. Bu mikar oturmadan
belirtilen anlam ve ölçüde duâ yapacak olursa, o takdirde namazı bozulmuş
sayılır.
m) Rivayet
yoluyla sabit olan dualardan biri de, Ebubekir sıd dîk (R.A.)'den nakledilenidir
:
Resûlüllah CA.S.)
Efendimiz, namazda
okumam için bana şu duayı öğretti :
«allahümme, innî
zalemtu nefsî zulmen kesîren ve innehu.lâ yağfîru'z-zünube illâ ente, fağfir lî
mağfî-reten min indîke verhamnî înneke entf/l-ğafuru'r-ra-hîm.»
Türkçe anlamı :
«Allahım! Ben kendime
çok haksızlık ettim. Doğrusu günahları ancak Sen bağışlarsın; beni bağışla,
kendi katından bir bağışlamayla beni mağfiretine erdir. Bana merhamet et. Çünkü
ancak Sen hem Ğafur'sun, hem Rahîm'sin,»
Büyük sahabi İbn Mes'ud
(R.A.) de daha çok şu duayı tavsiye etmiştir :
«allahümme innî eselüke
mine'l-hayrî küllihî, ma alîmtü minhu vema lâ a'lemu ve euzu bîke mine'ş-şerrî
küllihî ma alimtu mînhu vema lâ a'lemu....
Türkçe anlamı :
«Allahım! bildiğim,
bilmediğim bütün hayırları Senden dilerim.
Bildiğim ve bilmediğim
bütün şer ve kötülüklerden Sana sığınırım.»
Et-Tehiyyat ve bazı
dualardan sonra şu duayı da yapmak müs-tehabdır :
«rabbî'c'alnî
mukîme's-salâtî ve mîn zürrîyetî reb-benâ ve tekabbel duaî rabbanâ, iğfir ll
veli valîdeyye ve ul mü'mîne yevme yekumu'l-hisab..»
Türkçe anlamı :
«Rabbimizî Beni de,
soyumu da namaz kılanlardan eyle? Rabbi-bimiz! duamızı kabul buyur. Rabbimiz!
Beni, anamı-babamı ve bütün mü'minleri -insanların hesaba kalkacakları gün-
bağışla.»
Duadan sonra önce sağa,
sonra sola selâm verilip namazdan çıkılır' Birinci selâmda yüz sağ tarafa,
ikinci selâmda sol tarafa çevrilir; yanağının beyazı arkadan görülebilecek
biçimde bu çevirmeyi gerçekleştirir. En sahih olan da budur.
n) Selâm
hangi sözlerle yerine getirilir?
«Es-Selâmu aleyküm ve
rahmetu'llahi» denilir. Muhtar olan burdur. Selâm kelimesinin başına (Elîf-Lâm)
koymak daha uygundur.
Biz Hanefilere göre,
selâmın sonunda *Ve berekâtühü» denilmez.. Aynı zamanda ikinci selâmı
birincisine oranla biraz daha alçak sesle söylemek sünnettir. En uygun olan da
budur.
o) Sağ tarafa
selâm verdikten sonra sol tarafa vermeden kal-- kıp namaz kıldığı yerden
ayrılacak olursa, dünya sözü etmeden ve dışarı çıkmadan hatırlar da geri dönüp
oturarak sol tarafa selâm verirse, kâfi gelirse de fukahanm çoğuna göre arkasını
kıbleye çevirdikten sonra artık dönüp selâm için oturmasına gerek kalmaz. Sahih
olan da budur.
Sağa selâm vermeden sol
tarafa selâm verirse, konulmamışsa sağ tarafa da selâm verir ve sol tarafa
verdiği selâmı iade etmez.
Önce başım sağa çevirmeden
selâm verirse, bu da kâfi görülmüştür; ancak sol tarafa selâm vermesi gerekir.
Ne var ki bu, sünnete uygun bir selâm biçimi değildir.
p) İmamın
arkasındakiler ne zaman selâm vermelidirler?
İmam sağ tarafa selâm
verip bitirince onlar hemen sağa selâm verirler, İmam sol tarafa selâmı
bitirince onlar başlarlar.
r) Selâm
verilirken Hafeze Melekleri ve o yönde bulunan Müslümanlar niyet edilir. Namaza
katılmıyanlara niyet etmez Sahih olan da budur. Çünkü selâmdan maksad, namazın
bitiminde cami' ve cemaate katılan mü'minlere, bir de sağ ve sol omuzlarda yer
alan hafeze ve diğer meleklere Allah'ın Selâmını vermektir.
Bu konuda imama uyanlar
ise hem sözü edilenlere, hem imama niyet ederek selâm verir. Çünkü lider
durumunda İslâm Birliğini temsil eden imamı selâmetle anmak, ona olan bağlılığı
ve vahdetin anlamım belirler. İmam Ebû Hanîfe de bu görüştedir.
Yalnız başına namaz
kılan kimse selâmda sadece Hafeze Meleklerini kasdeder. Melekleri kasdederken
de belli bir sayı düşünmeye gerek yoktur. Sahih olan da budur.
İmamın öğle, akşam ve
yatsı namazını kıldırıp selâm verdikten sonra oturması mekruhtur. Hemen ayağa
kalkıp Sünnet namazları kılması ve bunu da farzı kıldırdığı yerin dışında yerine
getirmesi sünnettir. Bulunduğu yer, yer değiştirmeye uygun değilse, sadece biraz
sağa ya da sola, ya da ileri ve geriye kayması kâfidir.
s) imam farz
namazı kıldıktan sonra dilerse evine dönüp sünnet namazı orada kılar. Nitekim
ResûlüHah (A.S.) Efendimiz de çoğu kez böyle yapardı. Cemaat halinde dualar ve
teşbihler, yapılmaz, herkes kendi haline bırakılırdı.
t) İmama
uyanlara gelince
Onların farz namazdan
sonra sünneti kılıp cami'de oturarak teşbihleri yapması caizdir. Yalnız başına
namaz kılan kimse için de hüküm aynıdır.
Gerek imama uyanlar,
gerekse yalnız başına namaz kılanlar farzdan sonra sünnete kalktıklarında
serbesttirler : İsterlerse bulundukları yerde, isterlerse sağa, sola, ileri ve
geriye kaymak suretiyle yer değiştirip sünneti kılarlar.
u) Farzdan
sonra Sünnet namaz olmayan vakitlerde ise :
Sabah ve ikindi namazı
gibi farzdan sonra sünnet olmayan vakitlerde selâm verdikten sonra bulunduğu
yerde oturmak mekruhtur. ResûlüHah (A.S.) Efendimiz böyle yapmayı bid'at
saymıştır. O halde selâm verdikten sonra musalli dilerse kalkıp gider, dilerse,
güneş doğuncaya kadar mescidde oturur. Afdal olan da budur. Bu daha çok imamı
ilgilendirir. Yani onun böyle yapması afdaldır.
İmam arkasında namaz
kılan varsa, yüzünü hemen cemaate çevirmez, belki hafif sağa ya da sola
meyleder.
Bu meselede yaz, kış,
bahar, sonbahar gibi değişik mevsim ve zaman farklı ölçü getirmez. Sahih olan da
budur.
El-Hüccetü'1-İmam adlı
eserde de şöyle deniliyor :
«Musallî (namaz kılan)
öğle, akşam ve yatsı namazlarının farzını kılınca kalkıp sünnete başlar, uzun
bir süre oturup duâ ile meşgul olmaz. Sünnet
olan da budur.
ü) Farz
Namazı Kıldıktan ya da Kıldırdıktan Sonra Ne Yapılır?
a) Kılman
farz namaz sabah ve ikindi namazı ise, bulunduğu yerden ayrılıp ya evine gider,
ya da mescidde oturup duâ ve teşbihlerini yapar. Farzı kıldıktan sonra
bulunduğu yerde oturup kıbleye yönelik beklemek mekruhtur.
b) Öğle,
akşam ve yatsı farzlarını kıldıktan sonra, «Allahüm-me Ente's-Selâm ve
minke's-Selâm, Tebarekte ya zel-Celâli ve'l-tk-râm.» denildikten sonra sünnet
namaza kalkılır. İmamın yer değişmesi sünnettir. Cemaat ya da yalnız başına
namaz kılan bu konu serbesttir.
c) Camilerde
farz ya da sünnetten sonra cemaat halinde tes-Lh ve duâ yapmak sünnet değildir.
İmam Selâm verdikten sonra jrbesttir : Dilerse gidip evinde sünneti kılar,
dilerse bulunduğu ca-ii'de kılar.
d) Cemaat de
farzdan sonraki sünnet namaz, duâ ve teşbihler :onusunda serbesttir : Dilerlerse
herkes kendi başına duâ ve tesbih-Brini yapar; dilerlerse evlerine gidip sünneti
orada kılarak bu ko-Ludaki sünnete uymuş olurlar.
Bu konuyu daha çok Teşbihler
bahsinde açıklıyacağız.
Kıraat konusu oldukça
teferruatlıdır. Ayrı bir bölümde işlenip açıklanması gerekir.
Seferi ve benzen hal ve
durumlarda sadece Fatiha ile herhangi bir sureyi okumak kâfidir ve sünnete
uygundur. Korkulu ve acele anlardaki durum da böyledir.
a) Eyleşik
halinde ise vakit daralmış veya can ve mal için bir korku başgöstermişse, vakti.
kaçırmıyacak veya korkudan
güven içinde kalacak kadar kıraatte bulunması kâfidir.
Yolculuk halinde güven
içinde olur, vakit te genişse sabah farzında Buruc Sûresi ve o uzunlukta olan
sureleri okuması uygun olur. Böylece hem kıraatin sünnet miktarına, hem de
seferi haldeki ruhsata uyulmuş sayılır.
Yine seferde öğle ve ikindi
namazlarını da bu ölçüde bir kıraatle kılmak sünnete uygundur. Çoğu fukahaya
göıe, ikindi farzında bu ölçüden az bir kıraatte bulunmak uygun olur. Sahih olan
da budur. Yatsı farzı da ikindi de olduğu gibi, orta sayılan bir kıraatle
yerine getirilir. Akşam farzı kısa bir süre ile edâ edilir.
b) Eyleşik
halde ise :
Sabah farzının her iki
rek'atinde Fâtiha'dan başka 40-50 âyet uzunluğunda birer sûre okumak uygun olur.
Öğle namazı da buna yakın bir ölçüde edâ edilir. El- Asıl kitabında, öğle
farzmdaki kıraatin sabah farzmdaki kıraatten az olması belirtilmiştir. Sahih
olan da budur. Yatsı farzının her iki rek'atinde Fâtiha'dan başka yirmişer âyet
uzunluğunda bir sûre ya da doğrudan doğruya yirmi âyet okumak uygun olur. Akşam
namazında ise her iki rek'atte de Fâtiha'dan başka kısa birer sûre okunur.
Sünnet ya da müstehab olan budur.
Fukahanın çoğu, bu
konuda gene! kural olarak şöyle bir tesbit yapmışlardır ;
Eyleşik durumda sabah ve öğle farzları tıval-ı
mufassal ile, ikindi farzı, tıval-i
evsat ile, Yatsı farzını da yine böyle akşam farzını kısa sûrelerle kılmak
sünnete daha uygundur.
c) Açıklama ;
Tival-i Mufassal :
Hücurat'tan Büruc Sûresine kadar olan sûrelerdir.
Tival-i Evsat :
Büruc'dan Lem Yekûn'a kadar olan sûrelerdir.
Kısalar ise : Lem
Yekûn'dan Kur'ân'ın sonuna kadar olan sûrelerdir.
Yapılan sahih
rivâfetten resûlüllah (a.s.)- efendimizin bazen sebbîh îsme rabbike kul ya
eyyü'l kafirûn ve kul hu-va'l-lalhu ahad sûrelerini, bazen de başka sûre ve
âyetleri okuduğu anlaşılmaktadır. Çünkü devamlı aynı sûreleri okumak,
Kur'ân'ın diğer sûre ve âyetlerini namazda terketmeye yol açar. Bu da pek uygun
değildir.
O halde müstehab olarak
belirtilen ölçüde kıraate devam etmek an uygun olanıdır. Daha fazla okunması,
yalnız başına kılan kimse için uygun olursa da imamlık görevini yürüten için
değil. Çünkü cemaati sıkmak doğru değildir.
Sabah namazında ise birinci
rek'atteki kıraati ikinciye nisbetle uzun tutmak sünnettir. Bunda icma' vaki
olmuştur. Hattâ İmam Muhammed, her namazda birinci rek'atteki kıraati ikinciye nisbetle ;un tutmayı
müstehab kabul etmiştir. Fetva da buna göredir.
d) Bayram ve
cuma namazlarında da buna benzer farklı gö-ışler vardır. İmam Muhammed bu
namazlarda da aynı şeyin müs-hab olduğunu söylemiştir.
Fukahanm çoğuna göre,
üçte iki oranında olmalıdır. Yani bi-inci rek'atte okunan sûre veya âyetler
ikinci rek'attekine nisbetie ki misline yaklaşmalıdır.
Tahaviy'e göre Birinci
rek'atte otuz âyet, ikincisinde on âyet ıkumak uygun olur. İkinciyi yirmiye de
çıkarmakta, bir sakınca yok-ur. Daha uygun olanı da budur. Fetva daha çok bu
ölçüye göre verilmiştir,*
Ama kıraat hükmüne göre
konuyu bağlıyacak olursak :
Birincide en uzun
sûreyi, ikincide de en kısa sûreyi okumakta 3ir beis yoktur. Çünkü farz ve vâcib
olan kıraat yerine getirilmiştir, fukarıda belirtilen oran, daha uygun ve daha
iyi olanıdır.
İkinci rek'atte kıraati
birinciden üç ya da fazla âyet uzun okumanın mekruh olduğu, bu nisbetten azmin
ise mekruh olmadığı El-kulasa kitabında belirtilmiştir. Umum için bu güzel bir
fetva ve kolay bir yoldur.
Hidâye sahibi
EI-Merğînâniy'e göre : İki rek'atteki kıraetin uzunluk ve kısalığı âyet
sayısıyla değil kelime sayısıyladır. Ancak âyetler aynı ölçüde olursa, âyet
sayısıyla itibar edilir.
e) Farz namazlarda her gün belli sûreleri okumak :
Hergün belli sûreleri okumak
mekruhtur. Ancak işinin çoklu-ğundanbunu yapıyorsa o takdirde kerahet kalkar.
Ama şu namazda şu veşu sûrelerin, bu namazda şu ve şu sûrenin okunması vâcibdir
diye bir kanaat taşıyan kimsenin hergün belirli sûreleri okuması kesinlikle
mekruh sayılmıştır. Çünkü böyle bir vücub ne rivayet, ne ic-tihad yoluyla sabit
olmuştur.
O halde her gün başka
başka sûre ve âyetleri okumak çok daha uygundur ve Sünnetin ruhuyla uyum
halindedir. Bilhassa imamlık yapan kimsenin buna çok dikkat etmesi gerekir. Aksi
halde arkasında namaz kılan ve fıkhi bilgisi olmayan cemaat, şu vakitte şu
sûre ya da âyetlerin okunmasının vâcib olduğunu sanır.
f) Bir sûreyi
ikiye ayırıp birinci ve ikinci rek'atlerde okumanın mekruh olduğunu söyliyenler
olmuşsa da.en sahih kavle göre mekruh değildir. Ama her rek'atte ayrı bir sûre
okunması afdaldır.
Birinci rek'atte
herhani bir sûrenin orta ya da son kısmından; ikinci rek'atte de başka bir
sûrenin orta ya da son kısmından okursa bu caizdir; ancak böyle yapılmaması
daha uygundur.
Birinci rek'atte
herhangi bir sûrenin son kısmını; ikinci rek'atte bir sûrenin tamamını okursa,
-meselâ : Birincide Amene'r-re-sûl, ikinci de ihlâs sûresini okursa- mekruh
sayılmaz.
Sûrenin son kısmı, eğer
kısa sûrelerden daha çok uzunsa, o takdirde her iki rek'atto de onu okumak
afdaldır. Ama bildiği orta veya kısa sûreler, yine ezber bildiği sûrenin son
kısmından daha uzunsa, o zaman sûreyi okuması afdaldır.
Müdayene âyeti gibi
uzun bir âyeti ezber bildiği gibi kısa veya orta uzunluktaki sûrelerden de ezber
bildiği varsa, her iki rek'atte de sûreleri okumasmdansa üç âyet okuması
afdaldır. Ne var ki bunlardan hangisi okunursa okunsun, kıraatin vâcib olanı
yerine gelmiş olur.
Bir rek'atte aralarında
birkaç- sûre, ya da bir sûre bulunan iki sûreyi üstüste okumak mekruh
sayılmıştır. Tabii bu kerahet tenzihidir. Ama iki rek'atte -aralarında birkaç
sûre bulunmak şartiyle ayrı ayrı birer sûre okumak caizdir. Bazısına göre,
aralarındaki sûre uzun olursa bunda bir beis yoktur. Fetva buna göredir.
g) İki
rek'atte okunacak sûrelerin arasında kısa iki sûre bulunursa hüküm yine
böyledir. Yani kerahet olmadığını söyliyenler vardır. Bazısına göre takdim
te'hîr yapılmadıktan geri, okunacak iki sûre arasında ister bir sûre .ister
birkaç sûre bulunsun farketmez, her haliyle bu caizdir; kerahet yoktur. Sahih
olan da budur. Çünkü namaz kılanlar için de bunda kolaylık vardır.
Namazda Kur'ân'da
düzenlendiği gibi sûrelerin tertibine uymak sünnettir. Bunun müstehab olduğunu
söyliyenler de var. O halde birincilere göre, birinci rek'atte okuduğu sûreden
önce geleni ikinci rek'atte okumak mekruhtur. Âyetler arasındaki tertibe böylece
riâyet gerekir. Bir rek'atte birkaç âyet okurken, sıra ve tertibi atlamak, yani
bir âyet okuduktan sonra bir ya da birkaç âyet atlıyarak başka bir âyet okursa,
bunda kerahet var diyenler olduğu gibi, bir beis yoktur, diyenler de var. Hüküm,
tamamen sûreler hakkındaki gibidir.
Bütün bu söylenenler
farz namazlarla ilgilidir. Sünnet ve nafile namazlarda ise belirtilen tertibe
riâyete gerek yoktur. Nasıl kolayına gelirse öyle okur.
h) Ancak farz
namazdan belirtilen tertibe riâyet unutulur veya dil öylece kayıp takdim ve
te'hir şeklinde kıraate başlarsa, bunu değiştirmesine gerek yoktur, başladığı
gibi devam edip bitirir ve bundan dolayı yanılma secdesi de gerekmez. Çünkü
böyle yapmakla sadece bir müstehab ya da sünnet terkedilmiş sayılır.
Al-i İmrân sûresini okumak
isterken dili Bakare sûresine kayıp bir ya da iki âyet okudukan sonra bunu
değiştirmek isterse kerahet işlemiş olur. Hattâ bir iki kelime okuduktan sonra
bile değiştirmenin mekruh olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Fetva buna
göredir.
Kıraati bitirdikten
sonra rükû'a gitmek isterken, henüz eğilmeden birkaç âyet daha okumak isterse,
bunda bir beis yoktur. Ama eğildikten sonra dönüp ilave okuması mekruhtur.
i) Namazda
bir rek'atte sadece Fâtiha'yı veya hem onu hem de bir ya da iki âyeti okumakla
yetinirse, kerahet işlemiş olur. Ne var ki zamm-t sûrenin kasden terkedilmesi,
vacibi terk olduğundan namazın iadesi gerekir. Unutularak terkedilirse, yanılma
secdesi yapılır.
Nitekim bu konuda
yapılan sahih rivayette, Ebû Katade diyor ki : «Resûliillah (A.S.) Efendimiz
öğle ikindi ve sabah namazlarında ilk iki rek'atte hem Fâtiha'yı, hem birer
sûre okurdu. Öğle, ikindi ve yatsı'da son iki rek'atte sadece Fâtiha'yı okumakla
yetinirdi. Çoğu kez okuduğu sûreleri işitebiliyorduk. Birinci rek'atte kıraati
ikinciye nisbetîe uzun tutardı.»
Yalnız başına namaz
kılanlar için buna cevaz verilmiştir. Şayet birinci rek'atte Kur'ân'm tamamını
okursa, Muavvazeteyn'den sonra rükû ve secdelerini yapıp ikinci rek'atte sadece
Fâtiha'yı ve Bakare sûresinin baş kısmından bir miktar okumakla yetinir.
Kur'ân'm yarısını ya da
çoğunu birinci rek'atte, geri kalan kısmını ikinci rek'atte okumak suretiyle
iki rek'atte hatim yapmak da caiz ve sahihtir.
Namazda okunan sûreleri
yedi kıraat üzerine okumak caizdir. Ancak bu konuda garip rivayetlere yer verip
bir takım imalelerde bulunmak pek doğru değildir. Çünkü Resûlüllah (A.S.)'m
böyle yaptığı olmamıştır. Kıraat şekilleri sonradan bazı rivayetlere
dayanılarak çıkarılmıştır.
Oturarak nafile namaz
kılan kimse, rükû yapmak istediğinde ayağa kalkacak olursa, Kur'ân'dan bir şey
okuması afdaldır. Bir şey okumadığı takdirde yine caizdir. Ama yarı kalkar bir
vaziyet alıp rükû' yaparsa bu caiz değildir.
a) Hz. Hüseyn
diyor ki :
«Horsan'a savaşa gittiğimizde beraberemizde enaz 300 sahabe
bulunuyordu. Onlardan kimi bize namaz kıldırırken Fâtiha'yı ve herhangi sûreden
bir âyet okumakla yetinirdi.»
Yapılan sahih rivayete
göre ;
İbn Abbas (R.A.) namaz
kıldırdığında birinci ve ikinci rek'âtler-de Fatiha ile Bakare'den birer âyet
okudu.»
Abdullah bin Sâib (R.A.)
diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz sabah namazında El-Mu'minûn sûresini okudu. Musa ile Harun bölümüne
gelince veya İsa'dan bahseden kısma gelince kendisini bir ürperti aldı ve
rükû'a vardı.»
Hazreti Ömer (R.A.t
namaz kıldırırken birinci rek'atte Bakare sûresinden 120 âyet okuyup rûku'a
vardı. İkinci rek'atte Mesaniden bir sûre okumakla yetindi.
El-Ahnef birinci
rek'atte Kehf sûresini, ikinci rek'atte Yunus ya da Yusuf sûresini okudu.
İbn Mes'ud (R.A.)
birinci rek'atte Enfalden 40 âyet, ikinci rek'atte mufassal'dan bir sûre
okumakla yetindi.
b) İbn Kayyım
diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namaz kıldırdığında birinci rek'atte Fatiha ve başka bir sûre okur,
ikinci rek'atte de böyle yapar, ancak bazen uzun okur, bazen seferi hallerde
kısa, çoğu kez de orta uzunlukta okurdu.»
Fıkhü's-Sünne'nin
tesbitine göre :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin bazen her iki rek'atte KAAF.sûresini okuduğu, bazen Rum sûresini,
bazen İzâ'ş-Şemsu Küvviret sûresini, bazen Zilzal sûresini okuduğu vâkidir. İki
rek'ati Muavvaze teyn ile kıldırdığı da olmuştur. Bunu daha çok yolculuk halinde
yapardı.
c) Namazda
Kıraati güzel ve ahenkli sesle okumak :
Kür'ân gönüllere
ürperti ve inşirah verecek ölçü ve anlamda inmiştir. Bu bakımdan özellikle
namaz kıldıran imâmın kıraat adabını bilmesi ve sesinin de güzel olması
arzulanan bir husustur. Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz hem namaz
dışında, hem namaz içinde sesini güzelleştirerek ve harfleri iyice
mahreçlerinden çıkararak Kur'ân okumuştur. Buna işaretle buyuruyor ki :
«Kur'ân okurken
seslerinizi güzelleştirip süsleyin!»
«Kur'an okurken sesini
(belli makamlara göre) güzelleştirmiyen bizden değildir.»
«Kur'ân okumada
insanların en güzel seslisi, onu diklediğinizde Allah'tan saygı ile korkup
ürperdiğinizi hissettiğinizin okumasıdrr.»
«Allah'ın bir
peygambere Kitabullah'ı güzel sesle okuması kadar hiçbir şeyde o nisbette izin
vermemiştir.»
Fatiha ya da bir sûre
okurken dilin kayması veya yanılma sonucu kelime ve harflerde bir takım hatalar
yapılabilir. Bu konu fıkıhta önemli bir yer kapsamaktadır. Çünkü mânanın
değişmesi namazın bozulmasına yol açar. Kur'ân'ı iyice öğrenmek, ezberlere çok
dikkat etmek gerekir. Özellikle imam olacak şahısların hem namazın farz, vâcib,
sünnet ve adabını, hem kıraati yeterince bilmesi -kıldıracağı namazın sıhhati
bakımından- aranır. Bu nedenle biz de kitabımızda kıraatte dil kayması başlığı
altında özel bir bölüm oluşturduk.
Fıkıh dilinde buna
zelle-i kaari' denir. Yani okuyanın kayması, demektir.
Bir kelimedeki son
harfi diğer kelimenin başındaki harfle bitiştirmek namazı bozmasa da
kelimelerin rahat teleffuzunu ve ahengini bozar. Buna birkaç örnek verelim :
iyyake na'budüyu
iyyakene'abdu şeklinde (kâf) liarfi-ni ((nun)
ile bitiştirmek.
ğayri'l-mağdubî aleyhim1! ğayri'l-mağdubîa
leyhim biçiminde cba) harfim (ayn) harfiyle bitiştirmek,
semi'allahu limen
hamidehu'yu semi'allahuli men ha-mideh şeklinde (he) harfini (lam) ile
bitiştirmek... Bütün bu bitiştirmelerde mâna ciddi ölçüde bozulmadığmdan namazın
sıhhat ve cevazına engel sayılmamıştır. İsterse bu bitiştirmeleri kasden yapmış
olsun. Ne var ki dikkat etmek, kelimelerin yerli yerince hakkını verl^ıek hem
Kur'ân'a saygımızı, hem sünnet ve adabına uygun okumamızı sağlar.
Bir harfi başka bir
harf yerine okumak mânayı değiştiriyorsa ve iki harf arasında mahreç yönünden
bir yakınlık ta mevcut değilse, namazı bozar.
Ama iki harf arasında
mahreç yakınlığı bulunduğundan onları birbirinden ayırd etmek ve teleffuzde bu
yüzden sıkıntısız okumakta meşakkat varsa, namazı bozmaz.
Şimdi bu iki hususa
birkaç örnek verelim:
Mahreçleri birbirine
çok yakın olup ayırd edilmeleri meşakkatli olanlar : (za) ile (dad), (sad) ile
(sin), (ta) ile (te) gibi. her misaldeki iki harften birini diğeri yerine
okumak, fukahanın ileri gelenlerinin çoğuna göre namazı bozmaz. Fetva
buna göredir. Ne var ki Kaadi Ebû Hasen ile Kaadi Ebû Asım'a göre, bu kasden
yapılırsa namazı bozar. Ama dil kayması sonucu olursa, bozmaz. Muhtar olan da
budur. Ama birincilerin görüşünde kolaylık bulunduğundan fetvaya daha uygun
görülmüştür.
O halde bazı harfleri
rahat teleffuz edemiyen kimse, mazur sa-yılmıyacağmdan gayret göstermesi
gerekir. Ama bazı harflere dili bir türlü yatışmıyor ve bu aksaklığı gidermesi
de mümkün olmuyorsa, beceremediği harflerin bulunmadığı âyetler varsa onları
okur. Yoksa, teleffuz edebildiği şekliyle okuyarak namazını kılar, ancak imamlık
yapması doğru olmaz. Sahih
olan görüş te budur.
Kıraatta bir harfi
olduğu gibi okumayıp kaldırmaya «hazf-i harf» denir. Hazfedilen harf mânayı
bozarsa, namaz bozulur. Mânayı bozmaz da icaz ve terbim kaideleri uygulanarak
böyle yapılırsa namaz bozulmaz. Buna birkaç örnek verelim :
le-kad caethüm küsülün
a yerine le-kad caehüm rü-sülünü okunur da caet fiilinin sonundaki (te) harfi
hazfedilir-se, mâna bozulmıyacağmdan namaz sahihtir.
fe-mâ lehüm lâyü'minûne
yerine fe-mâ lehüm yü'mî-nüne okunur da fiili olumsuz yapan (lâ) edatı
hazfedilirse, mana bozulacağı için namaz sahih olmaz.
Kelimede bir harf fazla
etmek mânayı bozarsa, namaz sahih olmaz; bozmazsa namazın cevazına fetva
verilmiştir. Buna bir örnek verelim :
venhe anit-münkeri
yerine venha anit münkeri okursa, mana bozulmıyacağmdan namaz sahihtir.
veı^he'deki (he) harfine bir (ya) harfi ilâve edilmiş oluyor. ve zerabiyyü
mebsuse-tün yerine ve zerabîbün mebsusetün okunursa, mâna bozulacağından namaz
sahih olmaz.
Kur'ân'da bir kelimeyi
bir başka kelime yerine koyup okumak da mânayı bozup bozmadığı, iki kelime
arasında mâna yakınlığı bulunup bulunmadığı, Kur'ân'da o kelimenin bulunup
bulunmadığı gibi bir takım meselelerle ilgilidir :
a)
Değiştirilen kelime ile diğer kelime arasında mâna yakınlığı ve Kur'ân'da da
yeri varsa namaz bozulmaz. Buna bir örnek verelim : alîm yerine hakîm ya da
gafur yerine rahîm kelimesi-ini koymak gibi. bunların hem mânaları birbirine
yakın, hem de Kur'-iân'da yerleri vardır.
b) İki kelime
arasında mâna yakınlığı var, ama
Kur'ân'da o tür bir kelime yoksa, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre
namazı bozmaz. îmam ebû yusuf'a göre, bozar. buna bir örnek verelim : tevvabîn
yerine teyyabîn okumak..kur'ân'da teyyabîn diye bir kelime yoktur. ama ikisi
arasında mâna yönünden yakınlık mevcuttur.
c) Değişik
kelimeyle asıl kelime arasında mâna yönünden bir yakınlık olmamakla beraber
Kur'ân'da da öyle bir kelime yoksa namazı ittifakla bozar.
d) Değişik
kelimenin Kur'ân'da yeri var, fakat iki kelime arasında mâna yönünden bir
yakınlık olmamakla beraber, itikad edildiği takdirde küfrü gerektiren bir anlam
taşıyorsa, namazı bozar,
fukahanın bu hususta görüş birliği vardır. Sahih olan da budur. Buna bir örnek
verelim :
Va'den aleyne innâ
künnâ faailîn yerine ğaafilîn kelimesini koymak gibi. çünkü faaîlin ile ğaafilin
arasında mana yönünden hiç bir yakınlık olmamakla beraber tamamen ters bir
mânaya yol açmaktadır. Bu, daha çok îmam Ebû Yusut'un ısrarla üzerinde durduğu
bir konudur. Fetva onun görüşüne göredir.
Kelime asü nisbet
edileceği isimden başkasına nisbet edilerek okunursa, Kur'ân'da o nisbet
edinilen kelime varsa, imam muhammed'e göre namazı bozmaz. ya meryeme'bnete
imrân yerine ya meryeme'bnete mûsâ gibi. ama kur'ân'da öyle bir isim yoksa,
fukahanın ittifakıyla namazı bozar. ya meryeme'bnete ği-lân okumak gibi. çünkü
kur'ân'da ğilân kelimesi yoktur.
Bir kelimeyi diğer bir
kelimenin yerine değil, doğrudan doğruya fazla olarak getirip okumak, mânayı
bozuyorsa -Kur'ân'da yeri olsa hile- namaz sahih olmaz. Kur'ân'da o tür kelime
bulunmuyorsa -mânayı bozmasa bile- namaz sahih olmaz. Bunlara birer örnek ve^
relim ;
«ve'llezîne amenû billahi
yerine ve'llezîne amenû
ve keferû okumak suretiyle cümlede keferû kelimesini fazladan kullanmak, mânayı
tamamen bozmaktadır. kur'ân'da her ne kadar keferû fiili bazı yerlerde
kullanılmışsa da burada fazla olarak kullanılması nazmı ve mânayı alt-üst
etmektedir.
innemâ nümlî lehüm lî
yezdadû ismen'de ismen ve cemalen şeklinde cemal kelimesini fazla olarak
kullanmak da namazı ittifakla bozar. Çünkü Kur'ân'da bu tür bir kelime yoktur.
Hem mânayı da kısmen değiştirmektedir.
Manayı bozmaz,
Kur'ân'da da o tür kelime bulunuyorsa, o takdirde namaz sahih olur. Buna bir
örnek verelim :
înne'llahe bî-ibadîhi
lehabirün basir âyetine bir (kâ-ne) kelimesini ilâve ederek okumak, innellahe
kâne bî ibadîhi habîren basîra demek. âlimlerin icnıaıyla namaz bozulmaz.
kur'ân'da o tür kelime bulunmaz, ama mânayı da bozmuyorsa, namaz bozulmaz. buna
bir örnek verelim :
fiha fakihetün ve
nahlün ve rumman cümlesine bii de tuffah kelimesini ilâve ederek okumak.
Tekrar edilen harf,
muda'afm izharı ise namaz bozulmaz.
ve men yertedde'yi
ve men yertedid şeklinde okumak gibi. muda'if i izhâr değil de, mânayı
bozuyorsa namaz da bozulur.
El-hamdu lillahi
cümlesini, Elle'l-hamdu lillahi şeklinöe okumak gibi.
Kelimeyi de tekrar
etmek böyledir : mâna bozulursa, namaz da bozulur.
Rabl'l -âlemîn'i, ra.bi
rabbî'l-âlemîn şeklinde okumak veya mâliki
yevmi'd-dîn'i, mâliki mâliki yevmî'd-dîn biçiminde okuyarak mâlik kelimesini
tekrarlamak gibi.
Ne var ki kelimenin
tekrarı halinde namazın bozulacağını ve sahih olan kavlin de bu olduğunu
söyliyenler de var. hî
Kelimeler arasında takdim - Te'hir yapmak : Kıraatte hatâ yaparak bir kelimeyi
öne almak ya da geriye almak mânayı bozmuyorsa, namaz da bozulmaz.
lehüm fihâ
zefîrün ve şehîk'i,
lehüm fihâ şehıkun ve zefîr biçiminde okumak
gibi. Dikkat edilirse burada şehık kelimesi zefir olursa' bozulmuş sayılır, ebrare lefi naim ve înne'l-füccare lefi cehîm
yerini lnne'l-ebrare leh cehîm ve inne'l-füccare lefî naîm okumak gibi. burada
dikkat edilirse, mana tam aksine olmuştur. Bu nedenle namaz da bozulur. Fukahamn
çoğu bu görüştedir-, sahih olan da budur.
İki kelimenin diğer iki
kelime üzerine geçirilmesi veya geriye bırakılması da böyledir; mânayı bozmadığı
takdirde namaz sahih sayılır. Buna bir örnek verelim -.
Yevme tebyaddu vücuhun
ve tesvaddu vücuhun yerine, yevme tesvaddu vücuhun ve tebyaddu vücuhun okumak
gibi. dikkat edilecek olursa burada sonra gelmesi gereken iki kelime öne
alınmıştır. Ama mânada bir değişiklik meydana getirmemiştir, Bu bakımdan
namazın bozulmasına neden sayılmaz.
Bir âyeti diğer âyet
yerine alıp okur ve sonunda vakfın tam ölçüsüyle duracak olur da sonra asıl
okuyacağı âyeti getirip başlar veya diğer âyetin bir kısmını okur da sonra asıl
okuyacağı âyeti getirip
başlarsa* namazı
bozulmaz.
inne'l-ebrare lefi
naım âyetini okuyacağı yerde dili kayıp ve'l-asrı
inne'l-insane okut ve sonunda tam bir vakfe yaparsa veya,
ve't-tinî ve'z-zeytuni
ve tur-i sinine ve hazel'-beledt'l-'emîn'i okuduktan sonra tam bir vakfe yapıp
sonra,
lakad halakne'l- ınsane
fi ahseni takvim yerine lakad halekne'l-insane fi kebed okursa, namaz bozulmaz.
Ama bunlarda ve benzeri yerlerde âyetin sonunda vakf-i tam yapmadan diğerine
geçip okursa, sahih olan kavle göre namazı bozulur.
Durulması gerekmiyen
yerde durmak (vakıf yapmak), başlanması gerekmiyen yerde başlamak mânayı
bozmadığı takdirde namaz bozulmaz. Buna bir örnek verelim :
inne'lllezîne amenû ve
amilu's-sâlihati'yi okuyup vakfettikten sonra ulâike hüm hayrü'l-beriyye'ye
başlamak bu cümledendir. burada mâna bozulmadığmdan' namaz bozulmaz. ulemânın
icmâ'ı vardır.
Bunun gibi vasıl
yapılmıyacak yerde vasıl yaparsa namaz bozulmaz, ama uygun değildir. Buna bir
örnek verelim ashabu'n-nari'yi okuyup durmadan ellezîne yah-milune'l-arşe'ye
geçmek gibi. aslında birinci cümleden sonra durması gerekirken vakıf yapmadan
vasıl yapmış oluyor. Ama bu durumda mâna fahiş biçimde değişirse, bu konuda
farklı görüşler vardır, fakat sahih olan kavle göre, namaz yine bozulmaz. Buna
bir örnek verelim şehidellahu lâ
ilahe deyip vakfettikten sonra illâ huve derse, dış görünüşü itibariyle mâna
bozuluyorsa da bir ilâve yapılmadığından namaz bozulmuyor. Çoğu ilim adamlarının
görüşü böyledir. Azınlıkta olanlar ise bozulacağına hükmetmişlerdir. Fetva
birincilerin kavline göredir. Çünkü Müslüman halk için bunda kolaylık vardır.
İ'ratda hata yapmak
mânayı bozmadığı takdirde namazı da bozmaz. Meselâ :
lâ ter'faü asvateküm'ü
lâ turfeû asvateküm şeklinde okuyarak (te) harfini ötre okursa, mânayı fahiş
biçimde bozmadığından namaz da bozulmuş sayılmaz. bunda icmâ' vardır. ama
mânayı fahiş biçimde bozarsa, meselâ ve asâ âde-me rabbuhu derse mana fahiş
biçimde bozulmuş olacağından namaz da bozulmuş sayılır. çünkü âdem kelimesinin
sonunun ötre olması gerekir. üstün okununca şu mâna çıkmış olur : «Âdeme
Rab-bısı isyan etti.» Mütekaddiminin bunda görüş birliği vardır. Müte-ahhirin
ise bu hususta farklı görüş ortaya koymuşlardır. Başta Şem-sü'I-Eimme El-Helvanî
olmak üzere Ebû Cafer Hindevanî ve benzeri ilim adamları namazı bozulmadığına
kaaildirler.
O halde bu konuda
Müteahhîr'inin görüşlerinde de Müslüman halk için kolaylık vardır, fetvâye daha
uygundur. Mütekaddımîn'in gö-. rüş ve içtihadı ise ihtiyata daha uygundur.
Bilindiği gibi Arap
sözlüğünde gerek i'rabın, gerekse şeddenin mânayı değiştirme yönünden önemli
yeri vardır. Şeddeli bir kelimenin delâlet ettiği mâna ile aynı kelimenin
şeddesizinin delâlet ettiği mâna arasında büyük fark vardır.
Bazı istisnaî kaideler
bunun dışındadır. Bu bakımdan namazda kıraat farzını yerine getirirken gerek
i'raba, gerekse şedde ve med-de'ye çok dikkat etmek gerekir. Gerçi bununla
namazın bozulamıyacağı görüşünde olanlar vardır, ama aksini iddia edenler de
eksik değildir. o halde fatihayı okurken iyyake na'budü yerine ıvake na'budu der ve böylece
şeddeyi düşü-
rürse, namaz bozulmaz
ama bu tarz bir okuyuş kıraat ilmine ve adabına aykırıdır. Bununla beraber
mânayı değişikliğe uğrattığı için namaz bozulur diyenlerin görüşünü dikkatten
uzak bulundurmamak gerekir.
medd'i terketmek,
mânayı bozuyorsa namaz fâsid olur. buna bir misal verelim : sevaaun aleyhîm'i
seveun aleyhim şeklinde, okumak gibi, fukahanm bu konudada görüşleri farklıdır.
çoğuna göre mânayı bozsa bile namaz bozulmaz. Çünkü insanların çoğu kıraati
hakkıyle yerine getiremez. Fetva da buna göredir.
Bunun gibi idğam
yapılacak yerde onu terketmek, yapılmıyacak yerde idğam yapmak doğru değildir.
Çoğu ilim adamlarına göre mâna fahiş biçimde değişikliğe uğruyorsa, o takdirde
namaz bozulur. Buna bir örnek verelim ;
lillezîne
setuğlebune'yi kul lıllezıne setuggabune şeklinde okuyarak (ğayn) harfini idğam
etmek mânayı fahiş biçimde bozduğundan namaz da bozulur. yine idğam yapılmıyan
yerde idğam yapmakla mâna bozulmuyorsa, namaz fâsid olmaz. buna bir örnek
verelim kul sirû'yu (lam)ı (sin) e
idğam ederek okumak mânayı bozmaktadır.
İmâle yapılmıyacak
yerde imâle yapmak veya yapılacak yerde onu terketmek, kıraat yönünden hatalıysa
da namazı bozmaz. Çünkü bu tür değişiklikler mânayı bozmamaktadır.
Bilindiği gibi,
elimizdeki Mushaf, Hz. Osman fR.A.İ'm ilk nüshadan istinsah ederek İslâm
ülkelerine gönderdiğidir. Bundan başka bir de İbn Mes'ud Hazretlerinin yine ilk
nüshayı esas tutarak hazırladığı ve fakat mânada değil lâfızda bazı
değişiklikler gösterdiği Mushaf'ı vardır; ona göre okunduğu takdirde, namaz
bozulmaz. Çünkü mânada bir değişiklik meydana gelmemektedir.
Kıraat esnasında
kelimenin yarısını ya da üçte birini okuyup geriye kalan kısmını okumamak namazı
bozar mı? bozmaz mı? Bunun cevâbı kesin değildir. Bu, ya nefesin kesilmesinden,
ya da unutmadan dolayı meydana gelir. Meşayihin çoğuna göre _ıer iki surette
de namaz bozulur. Buna bir örnek verelim : el-hamdu diyeceği yerde EL deyip
durur sonra Hamdu diyerek tamamlarsa, veya Fatiha, ya da Zammı Sureyi okumadığım
sanarak (EL) diye başlar ve sonra okuduğunu hatırlıyarak vazgeçerse veya
kelimenin bir kısmını hatırlar gerisini hatırlayamadığı için onu bırakıp başka
bir kelime hatırlarsa, bütün bunlarda namaz bozulur. Fukahadan bir kısmına
göre ise bozulmaz. Sahih olan birincilerin görüşüdür, Ama
ikincilerin görüşünde Müslüman halk için kolaylık bulunduğundan tercihe uygun
görülmüştür.
Kelimenin bazı
harflerini yeri olmadığı .halde esreyle okursa, namaz bozulmaz. Çünkü Müslüman
halkın çoğu bu tür teîeffuz hataları yapabilirler. O halde bozulmıyacağma dair
fetvada kolaylık vardır.
Allah (C.C.) ve
isimleri hakkında erkeklik ve dişilik söz konusu değildir Ancak Kur'ân-ı
Kerîm'de bu isimlere isnad ettirilen fiiller genellikle tezkîr biçiminde
kullanılmıştır. Zaten fiiller ya dişi, ya da erkek için kullanılır. Bu ikisi
dışında bir üçüncü kullanma şekli yoktur. Erkeklik ve dişilik sıfatlarını
taşımıyan eşyaya daha çok erkeklik ifade edilen fiiller isnad edilir. Bu, o
eşyanın erkek olduğu için değil kullanma yöntemi bulunduğu içindir.
İşte bu kurala göre
Allah (C.C.) isim ve sıfatlarından herhangi öirine bir fiil isnad edilince
müzekker fiillerden seçilir. Kur'ân'da bil-has hep bu ölçüde kullanılmıştır.
O halde namazda kıraati
yerine getirirken isnad eden fiili müzekker biçiminde değil, müennesle ilgili
olarak teleffuz ederse namaz bozulur mu? Fıkıhçılar bu konuda farklı hüküm
getirmişlerdir: Muhammed bin Ali bin Muhammed El-Edîb'e göre namaz bozulur.
Çünkü lem yelid velem yuled dahil her yerde
fiil müzekker getirilmiştir. Şeyh Ebûbekir Muhammed bin Fadl'e göre namaz
bozulmaz. Sahih olan da budur.
Buna bir örnek verelim
:
hel yenzurune illa en
yetiyehumullahu fi zulelin'-deki yetîyehüm'ü te'tiyehüm şeklinde okumak bu
cümledendir.
El-Fevaid kitabında deniliyor ki : «Namazda kıraatte fahiş hata yaptıktan sonra
dönüp onu doğru okuyan kimsenin namazı bozulmaz. İ'rablarda da hatâ yapıp sonra
bunu düzeltenin de namazı caizdir.»