TALÂK - BOŞANMA.. 6
TALAK : 6
Talâk'ın Hükmü : 6
Talâk'ın Vasfı : 7
Talâk'ın Taksimi : 7
Sünnî Talâk : 7
BİD'Î TALÂK : 7
Kadın Ayhali Görmüyorsa Nasıl Boşanır?. 8
Gebe Kadını Boşamak : 8
Karısına : «Sen Sünnete Uygun Boşsun» Derse : 8
Karısına «Her Ay Sen Sünnete Uygun Boşsun» Derse : 9
TALÂKLA İLGİLİ LAFIZLAR : 9
KİMLERİN TALÂKI VAKİ OLUR, KİMLERİN TALÂKI VAKİ OLMAZ
: 9
Çocuğun Talâkı Vaki Olur Mu?. 10
Bunağın Talâkı Vaki Midir?. 10
Birsam (Sanrı)
Hastalığına Yakalananın Talâkı Vaki Midir?. 10
Boşama İçin Çocuğa Vekâlet Verilir Mi?. 10
Dayaktan Sersemleşen Kimsenin Talâkı Vaki Midir?. 10
«Karımı Boşadım» Demesi İçin Zorlanan Kimse : 10
Hükümdar, Karısını Boşaması İçin Adamın Bir Vekil
Tutmasını İsterse : 11
«Karımı Boşa» Diye Birini Vekîl Tutarsa : 11
Dilsizin Talâkı İşaretle Vaki Olur Mu?. 11
Adam Murted Olup Dar-İ Harbe Geçerse : 11
İKA-İ TALÂK (Boşamanın Gerçekleşmesi) 11
SARÎH TALÂK.. 12
Kadın : Beni Boşa Derse : 13
Seni Boşadım, Bir Defa Değil, Derse : 13
Sen Şu Kadar, Şu Kadar Boşsun, Derse : 13
Kadın Kocasına
Beni Boşa» Derse : 13
«Karını Üç Talakla Boşadın Mı?» Diye Sorarsa : 14
Kadın Kocasına «Beni Üç Talâkla Boşa» Derse : 14
Bu Şehrin Kadınlarından Hepsi Boştur, Derse : 14
Kadın Kocasına «Beni Boşa» Der, Kocası Da Üç
Parmağıyla İşaret Ederse : 14
Yarım Talâkla Boşsun : 16
TALÂKI ZAMANA İZAFE ETMEK.. 17
TALÂKI BENZETME VE ONUN VASFI 19
Talâk Belirsiz Bir Sayıya İzafe Edilirse : 19
CİNSEL TEMAS MEYDANA GELMEDEN BOŞAMAK.. 21
KİNAYE LAFIZLARLA TALÂK.. 21
Talâk-I Kinaye Üç Kısma Ayrılır : 22
Sarih Talâk, Sarih Talâka Lâhik Olur : 24
Bâin Talâk Bâin Talâka Lâhik Olmaz : 24
YAZILI BOŞAMA (Talâkun Bi'l-Kitabe) 24
Mektupta Önce Bir Takım İhtiyaçlar Sonra Da Boşama
Sözü Yazılmışsa : 25
Tehdid Edilerek Karışım Boşadığını Yazan Kimsenin
Durumu : 25
TEFVİZİ
TALÂK.. 25
BELEDİYE NİKÂHI VE HAKÎMİN BOŞAMA VEYA AYIRMA KARARI 26
Medenî Hukukta Karı - Kocayı Hâkim Şu Hallerde Ayırır
: 27
Kadına Verilen Yetki : 27
Tefviz Ve Tahyîr İle İlgili Fetva Ve Hükümler : 28
Karı - Koca Îkisi De Ayni Vasıtada Bulunursa : 29
Adam Karısını Muhtar Bıraktıktan Sonra Cinsel
Yaklaşmada Bulunursa : 29
Kadına Boşanma Hususunda Serbesti Verildikten Sonra
Namaza Kalkarsa : 29
Adam Kadını Muhtar Bırakınca Kadın Bir Şey İsterse : 29
ÎSTİSNÂ YOLLU TALÂK.. 30
HASTALIK HALİNDE BOŞAMAK.. 30
Kadın Boşandıktan Sonra Dinden Çıkarsa : 31
Adam İrtidad Ederse : 31
Kadın Dinden Çıkarsa : 31
Karı - Koca İkisi Birden İrtİdad Ederse : 31
Hasta Adamın Oğlu, Onun Karısıyla Cinsel Temasta
Bulunursa : 31
Oğlu Babasının Boşadığı Kadınla Temasta Bulunursa : 31
Kadın Kocasına, Beni Ric'î Olarak Boşa, Derse : 32
Hastalık Halinde Miras Kaçırma Kasdiyle Boşama Meydana
Gelirse : 32
Bu Konularda Kadm Da Erkek Gibidir : 32
Adam Hasta İken Karısına Zina İsnad Ederse : 33
Karısıyla Îlâ' Yaptıktan Sonra Ölürse : 33
Kadınla Diğer Mirasçılar İhtilafa Düşerse : 33
TALÂK-İ RİCİ 33
RİCİ VE BÂİN TALÂK
ABASINDAKÎ AÇIK FARKLAR -. 34
Bâin Talâk : 34
Ric'atte Kadının Rızası Gerekir Mi?. 35
Karı - Koca İkisi De İddetin Bittiğini Kabul Ederse : 35
Ric'at Hususunda İttifak Ederlerse : 35
BOŞAMA OLAYI MEYDANA GELDİKTEN SONRA NELER HELÂLDİR? 35
İkinci Koca Deli Olursa : 36
İkinci Kocanın Tenasül Aleti Kesik Olursa : 36
İkinci Kocanın Cinsel İktidarı Olmazsa : 36
Boşanan Kadın Hıristiyan Olursa : 36
İkinci Kocası Cinsel Temasta Bulunmadan Boşarsa ; 36
Hülle
Yaptırmak : 36
İ'LÂ VE TAŞIDIĞI HÜKÜMLER.. 37
İlâ Müddeti İçinde Karısına Yaklaşırsa : 37
İ'LÂ ŞU SÖZLERLE VAKİ' OLUR.. 38
Dört Çeşit İ'lâ Vardır : 38
ÎLA'NIN ŞARTLARI : 38
İ'LÂ'NIN HÜKMÜ : 39
Î'LÂ'YI HÜKÜMSÜZ KILAN SEBEPLER : 39
HULÜ' VE İLGİLİ HÜKÜMLERİ 39
Hulü' Konusunda Hangi Mallar Karşılık Olabilir?. 40
ZÎHÂR VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 40
Zihârın Şartları : 40
Zihârın Rüknü : 40
Karısını Babasının Karısına Benzetirse : 41
Zihârın Bir Diğer Hükmü : 41
Keffaret Vermeden Cinsel Temasta Bulunursa : 41
Zihâr Yaptıktan Sonra Karısını Boşarsa : 41
Zihâr Yaptıktan Sonra Karı - Kocanın İkisi De İrtidad
Ederlerse : 41
Zihârda Açık İfade Kullanmak Niyete Muhtaç Olmaz : 42
ZİHÂR KEFFARETİ : 42
Oruç Tuttuktan Sonra Köle Azadına Kudret Bulursa : 42
Zihâr Keffaretinde İmkâna Ne Zaman İtibar Edilir?. 43
Oruç Tutacak Güçte Olmayan Kimse Altmış Fakiri Doyurur
: 43
LİÂN VE HÜKÜMLERİ 43
Liân'ın Kur'ân'da Yeri : 43
Liân'ın Hadîsteki Yeri : 43
Hâkim Huzurunda Liân Yapıldığında : 44
Adam Karısına Zina İsnadında Bulunur da Hakim Huzuruna
Çıkmadan Anlaşırlarsa Ne Lâzım Gelir?. 44
Mulaanede Vekâlet Caiz Değildir : 44
Kadının Zinada Bir Çocuğu Bulunursa ; 44
Karısına Dübüründen Zina Yaptığını İsnad Ederse : 44
Liân'ın Şartları : 44
Karısı Öldükten Sonra Ona Zina İsnad Ederse : 45
Liân Hükmüne Kimler Ehildir?. 45
Karı Kocadan Birisi Fasık Olursa : 45
Sağır Adam Karısına Zina İsnad Ederse : 45
Liânın Hükmü : 45
Mülaanede Önce Erkek Yemin Ettirilir : 45
Hakim Huzurunda Liân Yapıldıktan Sonra Karı Kocadan
Biri Dinden Dönerse : 46
Karı Koca Mülaâne Yaptıktan Sonra Ortadan
Kaybolurlarsa : 46
İNNÎN'LE ÎLGİLİ HÜKÜMLER.. 46
Kadın, Kocasının Innîn Olduğunu İddia Ederse : 47
Verilen Süre Sona Erince : 47
Tanınan Süre Bitince Yeni Bir Süre Verebilir Mi?. 47
Hâkim Karı Kocayı Ayırdıktan Sonra Ortaya Îki Şahit
Çıkarsa : 48
Adam Bir Defa Olsun Cinsel Temasta Bulunabilmişse,
Tefrika Karar Verilebilir Mi? 48
Nikâh Akdinde Kadın, Kocasının Cinsel İktidarsızlığını
Bilerek Kabul Ederse : 48
Kadınla Dübüründen Temasta Bulunursa : 48
Cinsel Temasta Bulunur, Ama Meni Akmazsa : 48
İğdişleşmiş Erkeğe Süre Verilebilir Mi?. 48
Hunsa (Hem Erkeklik, Hem Dişilik Organı Bulunan)
Evlenecek Olursa : 48
Kadının Tenasül Cihazıyla Dübürünün Arası Yırtık
Bulunursa : 49
Adamın Tenasül Aleti Kesikse : 49
İDDET — SERİ BEKLEME SÜRESİ 49
lddetin Üç Sebebi Vardır : 49
İddet Üç Kısma Ayrılır : 50
Üç Ayhali Görmek Şu Durumda Gerekir : 50
Üç Ay'ın Geçmesini Beklemek : 50
İddetle İlgli Misaller Ve Fetvalar: 50
HİDAD VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 51
İddet İçinde Bulunan Kadının Sokağa Çıkması : 51
İddet İçinde Bulunan Kadın Seyahate Çıkabilir Mi?. 52
Kocasıyla Seyahatte İken Üç Talâkla Boşanırsa : 52
NESEBİN
SÜBUTU.. 52
Adam Evlendikten 4-5 Ay Sonra Karısı Doğum Yaparsa : 52
Kocası Öldükten Sonra Îddet İçindeki Kadın Gebe
Olduğunu Söylerse : 53
Evlenme Tarihinde İhtilaf Çıkarsa : 53
Evlendikten Beş Ay Sonra Doğum Yaparsa : 53
Erkek, Bîr Çocuğa İşaret Ederek «Bu Benim Oğlumdur»
Der Ve Sonra Ölürse : 53
Kadın Üç Talâkla Boşandıktan Sonra Yine İlk Kocasıyla
Evlenirse : 54
Zina Ettikten Sonra Evlenirse : 54
Gebeliğin En Çok Süresi : 54
HİZANE VE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 54
Çocuğu Beslemeye Kim Daha Haklıdır?. 54
Çalgıcı Anneye Çocuğu Teslim Edilir Mi?. 54
Anne Mutlaka Çocuğu Beslemekle Yükümlü Müdür?. 54
Çocuğun Annesi Başkasıyla Evlenirse : 55
Çocuğa Anne veya Nenesi Kaç Yaşına Girinceye Kadar
Bakmaya Yetkilidirler? 55
Anne Çocuğu Besleme Karşılığında Ücret Alabilir Mi?. 55
Çocuğun Babası Fakir Olursa : 55
Hızâne Île İlgili Yer (Çocuğa Bakılması Gereken Yer)
: 56
NAFAKALAR VE İLGÎLÎ HÜKÜMLER.. 56
ZEVCENİN NAFAKASI 56
Nikâh Akdi Yapıldıktan Sonra Nafaka Başlar : 57
Kadın Darılıp Kocasının Evinden Çıkarsa : 57
Kocası Namaz Kılmayan Kadın : 57
Kadın Borcunu Ödemediği İçin Hapsedilirse : 57
Kadının Kocası Tutuklanırsa : 57
Adam Başka Bir Şehirde Bulunur Da Karısının Yol
Masrafını Gönderirse : 57
Koca Ergenlik Çağında Olmaz Da Kadın Ergen Bulunursa : 58
Karı - Kocanın İkisi De Ergen Olmazsa : 58
Kadın Cinnet Getirirse : 58
Kocasıyla Birlikte Hacce Giderse : 58
Şüphe Île Meydana Gelen Cinsel Temastan Dolayı Nafaka
Gerekir Mi?. 58
Kadının Hizmetçisinin-Nafakası : 58
Nafaka İçin Kadın Hâkime Başvurursa : 59
Kadın Soylu Bir Aileden Olursa : 59
Kadın Evde Pişirdiğine Karşılık Ücret İsteyebilir Mi?. 59
Kadının Hizmetçisi Yemek Pişirmiyecek Olursa, Nafakası
Gerekir Mi?. 59
Genel Anlam Ve Ölçüde Nafaka Nelerdir?. 59
Karısına Nafaka Ayırmadan Sefere Çıkarsa : 60
Adam Nafaka Ödemekten Âciz Olursa : 60
Hâkimin Takdir Ettiği Nafakayı Adam Vermezse : 60
Peşin Verilen Nafaka': 61
Adam Nafaka Ödemezse : 61
MESKEN TE'MÎNİ 61
Kadın, Kayınvalidesi Île Oturmak İstemezse : 61
Adam, Karısının Yakınlarının Eve Girmesine Razı
Olmazsa : 61
Kadın Hizmetçisi İle Sefere Çıkabilir Mi?. 62
Kocasının Malım Başkasına Verebilir Mi?. 62
MU'TEDDE OLAN KADININ NAFAKASI 62
Kocası Ölen Kadına Nafaka Gerekir Mi?. 62
Uzun Süre Kocası Gaiblere Karışırsa : 63
ÇOCUKLARIN NAFAKASI 63
Çocuk Sütten Kesilince : 63
Çocuğa Annesi Herkesten Daha Yakındır : 64
Çocuğun Babası Fakir, Amcası Zengin Olursa : 64
Erkek Çocuklar Çalışacak Duruma Gelirse ?. 64
Ergen Olmayan Erkek Çocuğun Karısını Kim Beslemekle
Yükümlüdür?. 65
Ergen Olan Erkek Çocuğun Durumu : 65
Adam Yakınlarına Nafaka Ayırmadan Ortadan Kaybolursa : 65
Çocuklarının Yanma Gayrimenkul Bırakırsa : 65
ZEVİL-ERHAM'IN NAFAKASI 65
İki Oğlundan Biri Nafaka Vermiyecek Olursa : 65
Zengin Evlâd Üvey Annesinin Nafakasını Vermek Zorunda
Mıdır?. 66
Ana Ve Babası Fakir Olan Evlâd İkisinin Nafakasını
Karşılıyamazsa : 66
Baba Bekâr Olup Evlenme İhtiyacı Duyarsa : 66
Babasının Babası Fakir Olursa : 66
Fakir Olan Zevcenin Nafakası : 66
Baba İle Oğul Nafaka Konusunda İhtilâfa Düşerse : 67
Babası Muhtaç Olduğu Halde Oğlu Nafaka Vermezse : 67
DİNLERİ AYRI OLANLARIN NAFAKA DURUMU.. 67
Dar-İ Harpte Bulunan Ana-Babamn Nafakası : 67
Köle Ve Cariyelerin Nafakası : 68
Evlilik bağının ;
çözülmesi, evlilik ilgisinin kesilmesi anlamına gelen Talâk, aile hukukuyla
ilgili, kadın haklarıyla her yönüyle bağlantılı bulunan bir konudur. İslâm Dini,
şartlar elverdiğinde evlenmeyi ne kadar tahrik ve teşvikte bulunmuşsa,
zorunluluk olmadığı takdirde kart boşamayı da o nisbette kınamış ve bunu önlemek
sadedinde bir takım maddî ve mânevi müeyyideler koymuştur. Sağlam ve istikrarlı
aile yuvası kurmak, İslâm'ın öngördüğü amaçlardan biridir. Kârı koca arasında,
-tarafların haklarına saygı gösterilmek şartiyle- sevgi ve saygı bağlarını en
ölçülü ve anlamlı biçimde geliştirmiş bunun kopmasına rastgele cevaz
vermemiştir.
Kur'ân'da Karı koca
arasındaki hakların ve mânevi bağın önemi şu sözlerle belirtilmektedir :
«Verdiğinizi kadından
geri alır mısınız? Nasıl alırsınız ki, birbirinize iyice katılıp haşhaşa
kaldınız ve sizden bu hususta sağlam bir söz de almışlardı.»
Resûlüllah (S.A.V.)
Efendimiz evliliğin ne kadar kutsal bir müessese olduğunu belirtirken,
boşamanın da o nisbette kötü bir yol olduğunu şöyle açıklıyor :
«Allah katında helâlin
en sevilmiyeni, boşamaktır.
«Kadın kocasına karşı ifsad
eden (onu lekeliyen) kimse bizden değildir.»
Kadının da boşanma isteği
-bir zaruret olmadıkça- hoş karşılanmamış, bu yola giren kadınlar kınanmıştır.
Allah Resulü şöyle buyuruyor :
«Herhangi bir kadın
kocasından -hiçbir sakınca yokken- boşanma İsteğinde bulunursa, Cennet kokusu o
kadına haram olur.»
Sözlükte, boşamak,
boşanmak, salıvermek ve terketmek mânalarında kullanılır.
Istılah (Terim) olarak
; Evlilik bağını çözmek, evlilik ilgisine son vermek, nikâh kaydını belli
lâfızlarla kaldırmak, anlamında kullanılmıştır.
Talâk'ın Tefsiri : Yukarıda belirtilen sözlük ve terim
mânalarıdır.
Talâk'ın Rüknü : Erkeğin karısına : «Sen boşsun..demesi veya buna
benzer bir söz söylemesidir.
Talâk'ın Şartları : Bu genellikle iki maddede özetlenmiştir : Birincisi,
zevc'in (koca) talâk'a yani boşamaya ehil olması; ikincisi : Zevce'nin (karı)
sahih bir nikâhla evlenmiş bulunması veya talâk'a mahal olmaya elverişli
mu'tedde (şer'î bekleme süresi içinde) bulunmasıdır.
Bu iki şartı dikkate
aldığımızda, çocuğun, delinin ve uyuyan kimsenin talâkı (boşaması) vaki
sayılmaz. Bunun gibi, sahih bir ni-hakla nikâhlı bulunmayan yabancı bir kadım
boşamak anlamsız sayılır. Ayrıca, hürmet-i müsahare veya denksizlik (kefaet)
gibi bir öö-beple nikâh akdi fesh edilen ve bu nedenle iddet (şer'î bekleme
süre) içinde bulunan bir kadını boşamak ta anlamsız ve hükümsüzdür.
Sözü edilen iki şarttan
başka bir de yine talâkın vukuu ile ilgili üç şartı daha vardır :
1. Talâk'ın anlam taşıyan bir söz ile yapılması,
2. İstisnâ ile kayıtlanmaması,
3. Talâk'm zevceye ya hakikaten ya da mâna cihetiyle izafe edilmesi...
O halde sadece niyet
getirilerek boşamayı düşünmek, yeterli değildir. Bunun herhalde bir lâfız ile
söylenmesi gerekir. Talâk lafzını kullanırken istisna anlamında «inşaallah» ile
kayıtlarsa, vâki olmaz. Sunu biraz daha açıklayalım : Adam, karısına : «Seni
-inşaallah boşadım» veya «Sen benden -inşaallah- boşsun..» derse, kadın
boşanmış olmaz. Çünkü talâkta istisnaya yer verilmiştir.
Ric'î (veya Rec'î)
talâkta iddetin bitmesiyle ayrılmaları gerçekleşeceği gibi, bâin talâkta iddet
bitmeden ayrılmaları gerçekleşmiş olur. Üç
talak tamamlanınca da nikâhın helâlliği giderilmiş ve' kadın artık o erkeğe
haram olmuş olur.
İleride Ric'î ve bâin
talâkların tarifi yapılmıştır, (bak. s. : 78)
Aslına nazaran
sakıncalıdır. İhtiyaca nazaran mubahtır.
İleride talâkın bu
vasıfları açıklanacaktır. Ayrıca sünnî ve bid'î olmak üzere iki ayrı vasfı daha
vardır. Bu da yeri gelince belirtilip tanıtılacaktır.
Talâk iki kısma ayrılır
: Sünni ve Bid'î. Sünnî, sünnete uygun biçimde meydana gelenidir. Bid'î, sünnete
aykırı biçimde meydana gelenidir.
Bu iki kısımdan her
biri de iki kısma ayrılır : Sayı ile ilgili bulunan, vakit ile ilgili bulunan.
Sayı va vakit hususunda
Sünnî talâk iki türlüdür : Hasen ve Ah-sen (iyi ve daha iyi - güzel ve daha
güzel).
Ahsen (daha iyi) olan
talâk : Karısını cinsel temasta bulunmadığı temizlenmiş devre için de ric'î bir
talâkla boşaması ve iddetin sona ermesine kadar terketmesidir. Veya kadın hamile
ise, gebe olduğu belirgin hale gelinceye kadar terketmesidir.
Hasen (iyi olan) talâk
: Karısını cinsel temasta bulunmadığı temizlik devresi içinde bir talâkla
boşaması, sonra ikinci temizlik devresinde ikinci talâkla, üçüncü temizlik
devresinde üçüncü bir talâkla boşamasıdır.
O halde sünnet talâk
sayısında, kendisiyle cinsel temasta bulunulan kadınla, bulunulmayan kadın
arasında fark yoktur. Vakit hususunda, ise, sadece kendisiyle cinsel temasta
bulunulan kadın hakkında sabit olur. Kendisiyle cinsel temasta bulunulmayan
kadına gelince, onu temizlik devresiyle ayhali devresinde boşamak arasında bir
fark yoktur.
Kocası ile Sahih
Halvette bulunan kadın talâk vaktine riâyet hususunda kendisiyle cinsel temasta
bulunulan kadın gibidir. Onu da vakti gözeterek boşamak sünnettir.
Sünnet talâkın vakti
konusunda Müslüman kadınla Ehl-i Kitaptan olan kadın ve câriye eşit
durumdadırlar. Yani boşanmaları gerektiğinde her üçü hakkında da sünnet talâk
vaktinin gözetilmesi tavsiye edilmiştir.
Sünnet talâk vakti
kabul edilen kadının temizlik devresi, ondan önceki ayhali devresinde kocası
kendisiyle cinsel temasta bulunmamış veya o devrede onu boşamamış olması
şartiyledir. O halde kadın ayhali devresinde iken kocası -günah işleyerek-
onunla cinsel temasta bulunur veya onu bir talâkla boşarsa, artık ondan sonraki
temizlik devresi sünnet talâk devresi olmaktan çıkar.
Ama ayhali devresinde
bir talâk-i ric-i ile boşar, sonra henüz temizlenmeden karısına rücu' eder
(döner) ve sonra kadın temizlik devresine girince onu tekrar boşamak isterse, bu
da sünnet boşama vakti kabul edilir. Fukahanın bunda görüş birliği vardır.
İçinde cinsel temasta
bulunmadığı temizlik devresinde «Seni terk ettim» diyerek beyiiunette bulunur,
yani karısını bir veya iki. talâk-i bâin ile boşar, sonra tekrar onunla
evlenirse bulunduğu temizlik devresi içinde onu tekrar boşayabilir. Bunda icmâ'
vardır.
İçinde cinsel temasta
bulunmadığı temizlik devresinde karısını bir talâkla boşar, sonra ayni temizlik
devresi içinde ona sözlü müracaatta bulunursa, o takdirde ayni temizlik devresi
içinde ikinci kez onu boşaması, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, sünnî talâk sayılır.
îmam Ebû Yusuf'a göre ise, sünnî sayılmaz. Bu
hususta el ile dokunmak öpmek veya tenasül cihazına bakmak da sözlü müracaat
hükmündedir.
O halde karısının elini
şehvetle tutup 'Sen sünnete uygun üç talâkla boşsun, derse, üç talâk hemen
ardarda vaki olur. Çünkü kadının elini şehvetle tutması, her talâk vaki
olduktan sonra hemen müracaat etmesi anlamına gelir ve bu anlamla üç talâk
ardarda hemen vaki sayılır.
Cinsel temasta
bulunarak müracaat ederse, o takdirde bu tarz boşamak sünnî sayılmaz. Bunda da
icmâ' vardır.
Bid'i talâk, az
yukarıda da belirtildiği gibi sünnete uygun olmayan boşama şeklidir. Bu da
Sünni Talâk gibi, sayı ve vakit itibariyle iki türlüdür :
Birincisi : Bir tek
temizlik devresi içinde bir kelime veya farklı birkaç kelime ile kadını üç
talâkla boşamaktır. Böyle bir boşamada bulunan kimse sünnete aykırı davranışta
bulunduğu için günahkar sayılır.
İkincisi : Kendisiyle
cinsel temasta bulunduğu ve ayni zamanda ayhali görmekte olan karışım ayhali
içindeyken veya içinde cinsel temasta bulunduğu temizlik devresindeyken
boşamaktır. Ric'i talâk olduğuna göre, bu durumda karısına müracaat etmesi,
yani dönmesi, en sahih kavle göre vâcibdir. Çünkü boşama şekli sünnete
aykırıdır.
Bâin talâk sünnî
değildir. Mezhebin zahir rivayeti böyledir. Hu-lu' talâkı, ister ayhali -halinde
olsun, ister onun dışında olsun, sun-nîdir. Fukaha
bu konuda kadının da alacağı ivaz karşılığında boşanmaya razı olması durumunda
bunu ayhalinde veya onun dışında ihtiyar etme hakkına sahip bulunduğunu
belirtmiştir. Kadın ayhalinde boşanmayı ihtiyar ederse, o takdirde kaadınm
onları ayırmasında bir sakınca yoktur.
Kadın ya yaşlandığı ya
da başka bir sebepten dolayı ayhali olmuyorsa, o takdirde kocası onu sünnete
uygun biçimde boşamak istiyorsa, önce bir talakla boşar, bir ay geçince ikinci
bir talâkla bo-şar ve üçüncü bir ay geçince üçüncü bir talâkla boşar. İmam Ebû
Ha-nîfeye göre, bu ve iddet konusunda aylar günler sayısı itibariyle takdir
edilir. İmam Ebû Yusuf'tan da bu anlamda bir rivayet vardır. Yani doksan gün
geçmedikçe kadının iddeti (şer'î bekleme süresi) tamamlanmış olmaz. Ayhali
görmeyen kadının da her talâkı için otuz gün geçme beklenir. Ve böylece üç talâk
doksan günde tamamlanmış olur.
Gebe kadını bir
sebepten dolayı boşamak zorunda kalan kimse, onunla cinsel temasta bulunduktan
sonra da boşaması caizdir. Ancak sünnete uygun boşayabilmesi için, her iki
boşama arasında bir ay ara vermesi gerekir. Bu da yine İmam Ebû Hanife ile îmam
Ebû Yusuf a göredir.
O halde kadın ayhali
görenlerden ise, kocası da kendisiyle cinsel temasta bulunmuşsa, ona : «Sen
sünnete göre boşsun» derse, ayni anda bir talâk vaki olur, eğer kadın temizlik
devresinde bulunuyor ve bu temizlik devresinde kocası onunla cinsel temasta
bulunmamışsa.. Ama kadın ayhali bulunur veya temizlik devresindedir fakat kocası
onunla cinsel temasta bulunmuşsa bu devrede, hemen bir talâk vaki olmaz, sünnet
yakti gelinceye kadar bekler.
Cinsel temasta
bulunduğu karısına, «Sen üç defa sünnet© uygun boşsun..» der ve kadın da ayhali
görenlerden ise, bu birkaç yorum ister : Eğer her temizlik devresinde bir
talâkla boşamayı niyet etmişse, niyetine göre vaki olur. Hiçbir şey niyet
etmemişse, yine her temizlik devresinde bir talâk vaki olur. Eğer üç talâkın
birden vaki olmasına niyet etmişse, niyeti sahihtir. Çünkü üç talâkın birden
vaki olması sünnet ile meydana gelen bir örftür.
Her ay başında bir
talâk vaki olmasına niyet etmişse, niyet ettiği gibi vaki olur.
Kadın ayhalinden
kesilmiş, yani artık göremez. olmuşsa, o takdirde kocası ona -eğer kadınla
cinsel temasta bulunma da gerçekleşmişse- : «Sen sünnete uygun üç defa
boşsun.." derse, bir talâk derhal vaki olur, sonra bir ay geçtiğinde ikinci, bir
ay daha geçtiğinde üçüncü talâk vaki olur.
Adam karısına sayı
belirtmeden «Sen sünnete uygun boşsun..» elerse ve kadında ayhali görenlerden
ise, adamın bu sözü, içinde cinsel temas vuku, bulmamış temizlik devresine
rastlarsa, derhal bir talâk vaki olur. Raslamazsa, beklenir, temizlik devresi
girince vaki olur. Kadın gebe bulunur veya ayhalinden tamamen umutsuz olursa,
söylendiği an bir talâk vaki olur.
Adam bu sözüyle üç
talâkın birden vaki olmasına niyet etmiş veya üç talâkın temizlik devrelerine
tefrik edilmesini düşünmüşse, o takdirde birinci niyetine göre, üç talâk ile
temizlik devresinde birden vaki olur. İkinci niyetine göre, her temizlik
devresinde bir talâk vaki olur.
Ne var ki Fahrü'l-İslâm
Sadrü'ş-Şehîd ve Hidâye sahibi ile fu-kahadan bir cemaat, bu durumda üç talâka
birden niyet ederse, bu ölçüdeki niyeti sahih değildir, demişlerdir. Çünkü «Sünnete uygun»
tabiri, böyle bir niyete ters düşmektedir. Ancak bir talâk vaki olur.
Bir talâka niyet ederek
«Sen sünnete göre boşsun» der ve bunu ^»âin talâk anlamında düşünürse, bâin
talâk olmaz. Bununla iki ta-ılâk kasdetse iki talâk vaki olmaz. Bu sözüyle bir
talâk kasdederse, sadece bir talâk vaki olur.
Karısına «her ay
sünnete uygun boşsun» derse, bakılır : Eğer kadın ayhalinden artık umutsuz
olmuşsa, ay hesabıyla iddeti dikkate alarak her ay bir talâkla boşanmış olur.
Ayhali görmek suretiyle iddeti hesaplanıyorsa, sadece bir talâkla boşanmış
olur. Ancak her ay üç talâk ile boş olmasına niyet etmişse o takdirde üç talâk
vaki olur.
Kadın ayhalinden
umudunu kesenlerden ise, kocası kendisine : «Sen aylara göre boşsun» derse, o
takdirde her ay başında bir talâk vaki olur.
Eğer kadın ayhali
görenlerden ise, kocası ona : «Sen ayhali durumuna göre boşsun» derse, kadın
her ayhali görmekle bir talâk vaki olur. Ayhalinden umudunu kesenlerden ise, bu
söz ile hiçbir şey gerekmez.
«Sen sünnete uygun iki
talâkla boşsun» derse, içinde- cinsel temasta bulunmadığı her temizlenme
devresinde bir talâk vaki olur.
Talâkla ilgili lafızlar
genellikle sünnete uygun olup olmama ba-. lamından ikiye ayrılır : Sünnete uygun
olan talâk lâfızları, bid'at sayılan talâk lafızları.
Sünnete uygun olanları
şöyle belirtmişlerdir.
Sünnete uygun -
Sünnetteki hükme göre - Sünnet üzere - Sünnet Talâk - tddet - îddet Talâkı -
Adalete Uygun Talâk - Dini Talâk -tslâm Talâkı - En güzel .Talâk- En uygun Talâk
- Hak Olan Talâk -Kur'ân'a Uygun Talâk - Kitab'a Uygun Talâk gibi.
Bunların hepsi sünnetle
ilgili vakitlere -niyetsiz olarak- hamle dilir.
«Allah'ın Kitabıyla
boşsun» ya da «Allah'ın Kitabıyla beraber boşsun» der ve bununla sünnet talâka
niyet ederse, vakitlerine uygun biçimde vaki olur. Böyle bir niyeti yoksa, talâk
derhal vaki olur. Çünkü Allah'ın Kitabı hem sünnet talâka, hem bid'a talâka
göre vaki olan talâka delâlet etmektedir; bu bakımdan, söylenen sözlerde niyete
ihtiyaç vardır.
Bid'a Olan Talâk
Lafızları :
«Sen bid'aye göre
boşsun» veya «Bid'a talâkıyla boşsun» veya «zulüm talâkıyla, günah talâkıyle
boşsun» veya şeytan, talâkıyle boşsun» derse, bakılır . Bununla üç talâka niyet
etmişse, üçü. de vaki olur.
Ergen olup akli başında
olan her erkeğin talâkı vaki olur. ister hür, ister köle olsun, isterse kendi
iradesiyle boşasın, isterse zorlanarak boşasın farketmez. (Ancak Mâliki
mezhebinde zorlananın talâkı vaki olmaz.
Şaka Yollu Boşamak :
îslâm evlilik
müessesesini her zaman korumuş, ona lâyık olduğu değeri verirken, karı bocadan
her birinin haklarını tefminat altına almıştır. Rasgele kadın boşamayı uygun
görmediği gibi, şaka veya laf olsun diye karı boşama sözlerini ağza alıp kadının
onurunun zedelenmesine cevaz vermemiştir: Bu bakımdan şaka veya lâf olsun di ye
karısına «Sen benden boşsun..» diyen erkeğin bu boşamasının hüküm ifade
edeceğini kabul etmiştir.
Çünkü B,esûlullah
(A-S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Üç şeyin ciddisi de
ciddi, şakası da ciddidir ı Nikâh, Talâk, ve Ric'a.» (Bir veya iki talâk-ı ric'î
ile boşadıktan sonra iddet bitmeden karısına dönen kimsenin sözlü veya fiili
dönüşü ister ciddi, ister şaka yollu olsun farketmez.)
Bunun gibi, yanlışlıkla
dili kayıp karısını boşayan kimsenin bu tarz boşaması da vaki sayılır. Bu
bakımdan mü'min kimse hem davranışlarına, hem ağzından çıkacak söze her zaman
dikkat etmek ve kendini kontrolde bulunmak zorundadır.
«Sen Boşsun» Cümlesinin
Anlamını Bilmese Bile...
Bir kimse «Sen boşsun»
cümlesinin nasıl bir hüküm taşıdığını veya nasıl bir mâna ifade ettiğini
bilmese bile, ma'zur sayılmaz ve karısını boşamış sayılır. Allah katında
boşamamış sayılsa bile, dinde zahirî hüküm bunu ifade eder.
Çocuk akledecek yaşta
da bulunsa şayet nikâhlı bir sözlüsü bulunuyorsa, «Sen boşsun» veya «Nihâklı
Karım Benden boştur» dese, hiçbir hüküm ifade etmez. Çünkü boşamaya ehil
değildir. Deli, uykuda olan baygın bulunan ve dehşete kapılıp bir an için ne
dediğinin farkında olmayan kimselerin de talâkı vaki sayılmaz. Çünkü onlar da
durumları itibariyle boşamaya ehil değildirler.
Ne söylediğini
bilmiyecek kada: bunamış olan kimsenin bu durumda boşaması geçerli
sayılmamıştır. Çünkü boşamaya ehil değildir. Ancan bunaklık ara sıra geliyor,
bu arada kendini toparlayıp ne söylediğini kontrol edebiliyorsa, o takdirde
bakılır, iyice bunaklaşıp dengesini kaybettiği vakit «boşamışsa» buna itibar
edilmez, yani boşaması geçerli sayılmaz. Dengesi yerinde bulunduğu vakit
boşamış-sa o takdirde geçerli sayılır. Sahih olan da budur...
Birsam, ruhî bunalıma
benzer bir hastalıktır. Zaman zaman insan dengesini kaybeder ve kendinden
geçebilir. Bu durumda ağzından boşamayla ilgili bir söz çıkacak olursa, geçerli
sayılmaz. Çünkü Böyle bir halde boşamaya ehil değildir.
Fukahanın çocuğuna
göre, bir adam, karısını boşamak için aklı eren bir çocuğa vekâlet verir,
çocukta bu vekâlete dayanarak kadını boşarsa, geçerli sayılır. Sahih olan da
budur.
Çocuk kendi nikâhlısını
boşamaya ehil olmadığı halde vekâletle bu işe ehil sayılmıştır. Çünkü vekâlet
veren adam bu işe ehildir. Do-layısiyle geçici olarak çocuk ta onun vasıtasiyle
ehil sayılıyor.
Sarhoşun Talâkı Vaki
midir?
Hanefî fukahasının
hemen hepsine göre, alkollü içkilerden herhangi birini içip sarhoş olduktan
sonra karısını boşayacak olursa, bu boşaması geçerlidir. Ancak
Mâliki Mezhebine göre, yerle göğü, kadınla erkeği tefrik edemiyecek kadar
sarhoş olanın talâkı geçerli sayılmaz. Hanefî imamlarından bir kısmı görüşü
benimse-miş-tir.
Üzüm, Hurma, Arpa
dışındaki maddelerden elde edilen içkilerden sarhoş olanın boşamasının geçerli
olup olmadığı ihtilâf konusudur. Fukahanın bir kısmına göre, bunların da diğer
içkilerden far: ki yoktur. O takdirde boşaması geçerli sayılır. Ancak Fakih Ebû
Cafer, geçerli sayılmaz, demiştir.
Çünkü diğer tahıllardan
veya baldan elde edilen içkiden sarhoş olan kimsenin boşaması, İmam Ebû Hânife
ile îmam Ebû Yusuf'a göre geçerli değildir. İmam Muhammed'e göre, geçerlidir.
Bu meselede îmam Muhammed'in içtihadına göre fetva verilir.
Dayaktan sersemleşip
dengesini kaybeden veya kendi başını bir i tarafa vurmak suretiyle sersemleşen
kimsenin bu durumda talâki vaki değildir.
«Karımı boşadım» diye
ikrarda bulunması için adam zorlanır ve dayanarmyarak evet öyle demiştim, derse,
onun bu sözü geçerli değildir. Çünkü daha önce demediği bir sözü söyledim diye
ikrarda bulunması, yalana dayalı bir ikrardır. Bu bakımdan geçerli
sayılmamıştır.
Devrin hükümdarı,
karısını boşaması için adamın bir vekil tutmasını ister ve kabul etmediği
takdirde.zorlarsa, adam da ister istemez birine bu konuda vekâlet verirse,
vekîl boşadığı takdirde bu geçerli sayılır. Diğer Mezhep imamları buna muhalefet
etmişlerdir.
Karısını boşamak için
birisini kendine vekîl tutar, vekâleti alan adam içki içip sarhoş okluktan sonra
müvekkili adına onun karısını boşarsa, fukahadan bir kısmına göre talâk vaki
olmaz. Ama çoğuna gotfe- vaki olur. Yani vekilin bu durumdaki boşaması
geçerlidir.
Ya doğuştan dilsiz
olur, ya da sonradan böyle bir arıza meydana gelir, artık her şeyi işaretle
anlatmaya alışırsa, o takdirde nikâhlı karısını işarette bulunarak boşarsa,
geçerli sayılır. İsterse bu durumda boşadığını yazı ile ifade edebilsin,
isterse edemesin, farket-mez.
Ama dilsizin bilinen ve
alışılan işareti yoksa, rasgele yaptığı işaretten bir şey anlasümıyorsa, o
takdirde işaretle yapacağı boşama geçerli sayılmaz. Hatta
işaretinde şüphe ediyorsa, yine de geçerli sayılmaması uygun görülmüştür.
Dili.geçici olarak
tutulmuşsa, o takdirde işaretle kan koşaması geçerü sayılmaz.
Dilsizin işaretinden
boşama anlamı anlaşılır ve bunun da ikiden aşağı olduğu bilinirse, bu talâk
ric'î kabul edilir.
Dilsiz meramını yazı üe
anlatabilecek kadar okuma yazma biliyorsa, o takdirde karısını boşadığını yazı
ile ifade ettiğinde bu geçerli kabul edilir.
Evli bulunan bir
Müslüman dinden çıkar ve hemen sonra Dar-i Harbe geçerse, karısı boşanmış
sayılmaz. Ancak kadının henüz id-deti bitmeden tekrar adam İslâm ülkesine
dönerse, talâkı vaki olur. Bunun gibi kadın irtidad eder de Dar-i Harbe geçerse,
boşanmış sayılmaz. Bu durumda henüz ayhali görmeden tekrar İslâm ülkesine
dönerse, İmam Ebu Hanîfe'ye göre, yine de boşanmış sayılmaz. îmam Ebû Yusuf'a
göre boşanmış sayılır.
Bunu biraz daha
açıklayalım :
Nikahlı kadın dinden çıkıp
dar-i harbe (gayr-i müslim bir ülkeye) geçer ve bu arada kocası onu boşar, o da
henüz ayhali görmeden tekrar İslâm ülkesine dönerse, Ebu Hanîfe'ye göre,
kocasının talâkı geçerli sayılmaz. Çünkü kadının irtidad etmesiyle zaten
birbirinden ayrılmış kabul edilirler. Artık söylenen talâkın bir hüküm
taşımaması gerekir. İmam Ebu Yusuf bu görüşe muhalif kalmıştır.
Boşamanın
gerçekleşmesi, diğer bir deyimle talâkın vaki' olması konusunda fukaha
titizlikle durmuş ve buna çok geniş yer ayırmışlardır. Bu da İslâm Hukukunun
aile bölümünde Aile Hukukuna verilen önemi belirtir.
Konunun hem önemi, hem
de rahat anlaşılması dikkate alınarak yedi bölüm halinde işlenmiştir. Biz de
ayni metoda uyarak her bölümü ayrı bir başlık halinde yazdık :
1. Sarih (açık belli) talâk,
2. Talâkı zamana izafe etmek,
3. Teşbih-i Talâk,
4. Cinsel temasta bulunulmadan meydana gelen talâk,
5. Kinaye (örtülü -maksadı dolaylı anlatma) Talâk,
6. Yazılı Talâk,
7. Başka bir dilde talâk.
Sarih talâk, açık ve
maksadı yansıtır şekilde belli lâfızlarla yapılan talâktır. Açık olduğu için
niyete muhtaç değildir. Adamın ağzından çıktığı takdirde hüküm ifade eder,
niyeti ne olursa olsun ona itibar edilmez.
Bunu bir misal ile
değerlendirelim : «Sen boşsun», «Sen boş ol-muşsundur», «Seni boşadım» gibi
sözler sarih (açık) tır, niyete muhtaç değildir. İsterse böyle söylerken birden
fazla talâka veya ibâne (bâin olarak yapılan talâk) anlamına, niyet etmiş olsun
ya da hiçbirine niyet etmemiş olsun, sadece bir talâk vaki olur.
O halde karısını bağlı
bulunduğu kayıttan, bağdan serbest bırakmaya niyet ederek «Sen boşsun» derse,
kazaî olarak niyetine itibar edvmez ve bu husustaki sözü kabul edilmez. Ancak
diyaneten böyle niyet ettiğini dikkate alarak karım boşanmadı der ve evlilik
hayatını sürdürürse, bu onunla Allah arasındaki bir husustur.
Ancak ne var ki kadın
bu durumda hâkim gibidir, kocasının böyle bir boşama sözü karşısında kendisine
artık yaklaşma imfcânı vermesi helâl olmaz. Aynı zamanda kocasının böyle
söylediğine dair âdil bir şahidin gelip kadının yanında şehadeıte bulunması
halinde de kadın kendini kocasına teslim etmemekte yetkilidir.
Kocası, «Sen bağlı
bulunduğun kayıttan, bağdan boşsun*, derse, o takdirde niyet yok, sarih lâfız
bulunduğu için kazai olarak talâk vaki olmaz.
Bunun gibi, «Sen şu
kayıttan, bağdan boş sun» der ama aslında boşamaya niyet ederse, bu niyeti ne
kazai olarak, ne de diyaneten muteber sayılır. Çünkü ortada sarih bir lâfız
vardır, hüküm ona göredir.
«Sen şu işten boşsun»
derse, kazaî olarak talâk vaki olmaz. Ancak diyaneten kendi niyet ve vicdaniyle
başbaşa bırakılır.
«Sen şu amelden üç defa
boşsun» der ve .bununla talâka niyet etmezse, yine de karısını üç talâkla
boşamış sayılır, kazaî olarak «talâka niyet etmedim» sözüne itibar edilmez.
Adam karısına Ey
Boşanmış kadın!» derse, bakılır : Eğer bu kadın daha önce başka bir erkekle
evli iken boşanmışsa veya ölen kocası tarafından bir iki talâkla boşanrnışsa,
bu söz bir hüküm ifade etmez. Çünkü geçmişteki bir olayı hatırlatmaktan ibaret
kalır. Agna. böyle bir şey önce olmamışsa, o takdirde talâk vaki'olur.
«Sana boşanma» veya
«Sana Talâk» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bununla talâka niyet ederse, talâk
vaki olur. Böyle bir niyeti yoksa bir şey gerekmez. îmam Ebû Yusuf'a göre, niyet
ederse talâk vaki' olur, etmemişse, boşama yetkisini karısına tevdi' etmiş
sayılır. Bu durumda kadın isterse boşanabilir.
«Talâk gerekli ol!» der
ve bununla boşanmaya niyet ederse, talâk vaki olur. «Talâkım sana vâcibdir»
derse, niyet etsin etmesin talâk vaki' olur. «Talâk senin üzerine vâcibdir»
derse, hüküm yine böyledir.
«Senin talâkın benim
üzerimedir» derse talâk vaki' olmaz. «Senin talâkın benim üzerime farz veya
vâcib veya sabittir» derse, beldenin örfüne göre amel edilir. O beldede bu gibi
elfaz ile boşama yapılıyorsa, talâk vaki' olur, yapılmıyorsa vaki' olmaz. En
Sahih olan görüş de budur. Nitekim Sadrü'-Şenîd talâk vuku' bulmuş olur,
demiştir. Diğer fakihler ayrı görüş izhar etmişlerdir. Bunlardan
ünlü fakîh el-Merğinanî, bu çeşit elfaz ile talâk vaki' olmaz demiştir.
Karısına «Sen boş ol!»
derse îmam Muhammed'e göre, talâk vaki olur. «Sen boşsun- boşsun» veya «Sen
boşsun, sen boşsun» ya da «Seni cidden boşadım, seni cidden boşadım» derse ya da
«Sen boşsun, seni boşadım» derse, kadınla cinsel temasta bulunulmuşsa, o
takdirde iki talâk vaki' olur. Adam, «Ben ikinci sözle sadece birinci sözümü
kuvvetlendirmek istedim, ikinci bir talâkı kasdetmedim dese, kazaî olarak kabul
olunmaz. Ancak kendisiyle Allah arasında diyaneten tasdik edilir.
Karısına «Sen boşsun»
der, orada bu sözü işiten bir adam ona : «Ne dedin?» diye sorar, o da «karımı
boşadım» diye cevap verirse, veya «O boştur, dedim» derse, kazaî olarak bir
talâk vaki' olur.
«Sen boşsun, boşsun,
boşsun» der ve bir şarta bağlamazsa, kadın kendisiyle cinsel temasta bulunulmuş
durumda ise üç talâk, bulunulmamışsa, bir talâk vaki' olur. Bunun gibi, «Sen
boşsun ve yine boşsun ve yine boşsun» veya «Sen boşsun, sonra yine boşsun,
sonra yine boşsun» derse, kadınla cinsel temasta bulunulmuşsa üç talâk,
bulu-nulnıamışsa bir talâk vaki' olur.
Adam karısına «Sen
boşsun, sen boşsun, sen boşsun» der ve sonra da birincisi üe talâk kasdettim,
ikincisi ve üçüncüsü ile onu anlatmak istedim derse, diyâneten tasdik olunsa
bile kazaî yönden üç talâk vaki1 sayılır.
Bu konuda genel kaide
şudur :
Arapça sözlükte talâk
lafzı (vav) harfiyle veya (vav)sız tekrarlandığı takdirde tekrarlandığı kadar
talâk vaki olur. İkinci veya üçüncü tekrarla boşamayı kasdetmedim, dese bile,
kazaî yönden itibar edilmez. Buna bir iki misal verelim : «Ey boşanmış, sen
boşsun» veya «Seni boşadım, sen boşsun» gibi. Gerçi Türkçemizde bu tür sözleri
tekrar ederken genellikle yirgül kullanılır. Arapça'da virgül yoktur, (vav) ve
benzeri atıf harflerinden biri kullanılır. Yine Arapça sözlüğe göre, tekrarlar
harfiyle yapılırsa, ikinci ve üçüncü tekrar ile talâk vaki olmaz, meğer ki buna
niyet etmiş bulunsun..
Türkçemizde bu farkı
belirlemek çok zordur. O takdirde talâk konusunda yapılan tekrarlarda adamın
niyetine başvurulması en uygun yoldur.
«Sen boşsun iddet
(şer'î bekleme süresine) başla» derse, niyetine başvurulur, ikinci lafızla da
talâk kasdetmişse iki talâk vaki olur, ckasdetmemişse bir talâk vaki olur.
«Sen boşsun ve sen...»
derse, fetâvâ sahiplerine göre bir talâk vaki olur.
Önce «Sen boşsun» der
ve az sonra da «ey boşanmış!» diye seslenirse, sadece bir talâk vaki sayılır.
İki karısı bulunur da
hiç biriyle cinsel yaklaşmada bulunmadığı halde «Karım boştur karım boştur.» der
ve bunu iki defa tekrar ederse, her ikisini de bâin talâkla boşamış sayılır.
«Ben sadece birisini boşadım» demesine itibar edilmez. Bu, İmam Ebu Yusuf'un
görüşüdür.
Sözü edilen adam iki
karısıyla da cinsel temasta bulunduğu halde böyle söylerse, o takdirde
hangisini kasdederek söylemişse, o .boşanmış olur.
Kadın kocasına : «Beni
boşa, beni boşa, beni boşa!» der ve bu cümleleri (vav) harfiyle kullanır, kocası
da ona cevaben -. «Seni boşadım,» derse, isterse üç talâka niyet etmemiş olsun,
kadın üç talâkla boşanmış olur. Ama kadın (vav).. harfi kullanmadan : «Beni
boşa beni boşa beni boşa!» der, kocası da «boşadım..» diye cevaplandırır-sa,
adam bu durumda üç talâka niyet etmişse üç vaki oh*x, bir talâka niyet etmişse
sadece bir talâk vaki olur.
Adam karısına «Seni
boşadım, bir defa değil» derse, sadece iki talâk vaki olur. Ünlü Fakîh
Ebu'l-Kaasım es-Saffar da ayni hususu belirtip öyle fetva vermiştir.
Adam karısına sen şu
kadar, şu kadar boşsun, derse, üç talâk vaki olur. Nasıl ki «Sen on b!r defa
veya dokuz defa boşsun» dediğinde üç talâk vaki oluyorsa, bu da öyle.
Ancak bu hüküm Hz.
Ömer'in içtihadına dayanılarak verilmiştir. Çünkü Resûlüllah (S.A.VJ Efendimiz
ile Birinci Halîfe Ebu Bekir siddîk (R.A.) devrinde bu ve benzeri sözlerden
dolayı bir talâk vaki olacağı hükme bağlanmış ve uygulamada ona göre amel
edilmiştir. Hazret-i Ömer (R.A.) halkın bu konuyu kötüye kullandığım dikkate
alarak işe biraz daha ciddiyet kazandırmak için üç talâk vaki olur diye
içtihadda bulunmuş, Ashab-ı Kiram da onun bu içtihadını uygun karşılamışlardır.
Yeri gelince tekrar bu
konuya dönülecektir.
Adam karışım bir veya
iki talâkla boşadıktan sonra karısının anası içeri girip onu kınamaya başlar,
adam da bu yüzden «bu ikincisi» veya «üçüncüsü» olsun derse, kayınvalidesi onu
kınarken talâkı söz konusu yapmışsa, o takdirde adamın ağzından çıkan bu
sözlerle ikinci veya üçüncü talâk da vaki sayılır. Ama kayınvalidesi talâkı söz
konusu yapmaz da sadece kınar, o da yukarıda belirtilen sözlerle karşılık
verirse, niyetine bakılır : Boşamayı kasdetmişse talâk vaki' olur,
kasdetmemişse, vaki' olmaz.
Kadın kocasına «Beni
boşa» diye teklifte bulunur, kocası da «öyle yaptım» derse, kadın boşanmış
olur. Kadın «artır..» der, adam da öyle yaptım» derse, yine de talâk vaki' olur.
Üçüncü bir şahıs adam
gelip «sen karını üç talâkla boşadın mı?» diye sorar, o da «Evet, bir talâkla
boşadım» derse, îmam Muham-med'e göre, kıyasa bakılırsa üç talâk vaki' sayılır,
ama biz bu konuda kıyasa değil, istihsan yapıyor ve bir talâk vaki' olur
diyoruz.
Kadın kocasına «beni üç
talâkla boşa» der, kocası da seni ibâne ettim, yani talâk sebebiyle senden
ayrıldım, derse, bu soruya cevap teşkil ettiğinden üç talâk vaki' sayılır.
Kadın «Beni üç talâkla
boşa» der, kocası da «Sen boşsun» veya (F) harfini atıf veya sebep kullanarak
«sen boşsun» derse, bir talâk vaki' olur. Ama bu soruya karşılık «Seni boşadım»
derse, üç talâk vaki' olur.
Kadın «Ben boşum» der,
erkek de «evet...» derse, kadın boşanmış sayılır.
«Sen karını boşamadın
mı?» diye sorar, o da «evet, boşadım» derse, kadın boş olur.
Adam ya «dünyadaki
bütün kadınlar» veya bulunduğu şehri kasdederek «bu şehrin bütün kadınları
boştur» derse, karısı boş. düşmez. Ancak karısının boş düşmesine niyet
getirmişse, o takdirde talâk vaki' olur. Fetva buna göredir. îmam Ebû Yusuf da
bu görüştedir. İsterse «hepsi» tabirini kullanmasın sadece «Şehrin kadınları
boştur» deşin, farketmez. En sahih olan da bu tesbittir.
Ama sokaktaki veya şu
evdeki kadınlar boştur, der ve gösterdiği sokak veya evde kendi karısı da
bulunuyorsa, o takdirde talâk vaki' olur.
Kaadıhan ise kendi
fetavâsında «Bu şehrin veya bu kasabanın kadınları boşturlar» derse, o şehir
veya kasabada kendi karısı da bulunuyorsa, o takdirde karısı boş olur.» diye bir
madde açıklamıştır.
«Sen üç ilesin» derse,
eğer bunu talâk konusu üzerinde durdukları bir sırada karısına hitaben
söylerse, üç talâk vaki' olur. Ben üç talâka niyet etmedim dese bile onun bu
itirazı kabul olunmaz. Ama ortada talâk konusu yokken böyle derse, niyetine göre
amel edilir.
Kocası hiç konuşmaz da
sadece onun bu teklifine karşılık üç parmağını gösterir, talâk vaki' olmaz.
Vaki' olabilmesi için diliyle söylemesi gerekir.
Biri sahih nikâhla,
diğeri fasit nikâhla evlendiği iki karısı bulunur, ikisinin de adı bir olur,
adam karisinin ismini anarak «Falan kadın benden boştur» der ve sonra fasit
nikâhlı bulunan karısını kasdederek böyle söylediğini iddia ederse, kazaî yönden
bu,iddiası tasdik olunmaz. Çünkü fasit nikâhlı kadının nikâhı zaten
hükümsüzdür, boşanmasının bir anlamı yoktur.
«Bir kadını boşadım»
veya «Bir kadın boştur» der ve sonra da kendi karımı kasdetmedim, derse, tasdik
edilir, yani bu sözü kabul edilir. Ama «Hatice boştur» der ye sonra da ismi
Hatice olan karımı kasdetmedim, derse bu sözüne itibar edilmez, talâk vaki'
olur.
Adam kendisini
kasdederek «Bunun karısı boştur» der ve iki karısı bulunur ve her ikisi de
bilinip tanınıyorsa, bu durumda adam talâkı dilediğine çevirebilir.
Adam «Zevcem olan bir
kadını boşadım» veya «Evlendiğim kadını boşadım» yâ da «Benim bir zevcem vardı,
onu boşadım» der ve sonra bilinen tanınan karısını değil, bilinmiyen bir
karısını kasde-derek böyle söylediğini iddia ederse, bu sözüne itibar edilir.
Eğer adam, «Benim bir
zevcem var, sizler şahid olun ben onu boşadım» der, bilinen-ve tanınan zevcesi
de «kocam bu sözüyle beni kasdetti» diye iddiada bulunursa, bu durumda bilinen
zevcenin sözüne itibar edilerek ona göre hüküm verilir. Çünkü adamın «şahid
olgn» demesi, şimdiki zamanla ilgili bir şahid tutmadır.
Adamın, birisinin adı
Zeynep, diğerinin adı Halime olan iki karısı bulunur, Halime'ye hitapla «Sen
Zeynepsin?» diy& sorar, o da evet, der ve «Sen boşsun» diye ilâve ederse, kadın
boşanmış olmaz.
Ama adam «Ey Zeyneb,
sen boşsun» der, iki karısından hiç biri ona cevap vermezse, Zeyneb hakkında
talâk vaki' sayılır. Karşısındaki Zeyneb adındaki karısına diğer karısının
ismiyle hitap edip «Hatice, sen boşsun» der ve eliyle işarette bulunursa, o
takdirde Zeyneb hakkında talâk vaki' olur. Çünkü burada söze değil işarete
itibar edilir.
Karşısında gözünün
iliştiği kadını nikâhlı kansı Zeyneb sanarak «Zeyneb, sen benden boşsun» der ve
eliyle işarette bulunmaz, sonra dikkat edildiğinde o, kadının Zeyneb değil
adamın diğer nikâhlı karısı Ayşe'dir. O takdirde Zeyneb kazaî bakımdan boşanmış
sayılır, ama diyâneten değil.
«Yüzünde ben bulunan
karım Halid kızı Fatıma'yı boşadım» derse, kadının yüzünde ben bulunmasa bile,
değil mi ki babasının ismiyle anılmıştır, o takdirde talâk vaki' sayılır.
Adam hiçbir niyet
taşımadan karşısında oturmakta olan kadını kasdederek : «Oğlum falanın anası
olan şu oturan Hatice'yi boşadım» der ve oturan kadının Hatice olmadığı
anlaşılırsa, adamın karısı boşanmış sayılmaz
Adam karısına hitapla :
«Talâkım al...» der, kadın da aldım, derse, talâk vaki olur.
Karısına seslenerek :
«Allah seni boşadı!.» derse, boşamak için bir niyet taşımasa bile, açık bir
ifade kullandığından talâk vaki' olur.
En sahih olan da bu
tesbit ve görüştür. El-Muhit sahibi de aynı görüşü benimsemiştir.
Yine karısına : «Allah
senin talâkını diledi» veya «Allah senin boşanmana hükmetti» ya da «Ben senin
talâkını arzu ettim» der ve cidden boşamak için niyet edip söylemişse, talâk
vaki' olur. Böyle bir niyeti yoksa vaki' olmaz.
Ama, «Boşanmanı sevdim»
veya «Talâkın hoşuma gitti» ya da (Boşanmana razı oldum veyahut «Boşanmanı
istedim» derse, talâk vaki' olmaz. Çünkü mücerred bu husus sevmek veya arzulamak
hüküm taşımaz.
«Senin talâkından beri
oldum» derse, en sahih tesbite göre, talâk vaki' olmaz. Bunun
gibi, «Senin talâkından ben beriyim» veya «Senin talâkından kendimi beri kıldım»
derse, sahih olan görüşe göre, talâk vaki' olmaz, isterse talâka niyet etmiş
bulunsun.
Karısına «Sen boşsun
ama benim bu hususta üç günlük muhayyerlik sürem var» derse, talâk vaki'
sayılır ve şart hükümsüzdür.
Adam karısına
«Muttalaka» adını sana
koydum, veya 'Senin adın boşanmış
kadındır1 derse, talâk vaki' olmaz. Bu kazai yönden böyledir; diyâneten ise,
onunla Allah arasındaki bir husustur. «Talâkını
sana bağışladım» derse, bu sarih bir talâk sayılır, niyet etsin etmesin talâk
vaki' olur.
«Seni boşamaktan
vazgeçtim» der ve fakat böyle demekle onu boşanmaya niyet ederse, talâk vaki'
olmaz. Çünkü boşamaya delâlet eden bir hüküm mevcut değildir, aksine boşamamayı
ifade eder bir söz vardır.
Ama «Talâkın terkettim»
der ve boşamayı niyet ederse, o takdirde talâk vaki, olur. Çünkü talâkı terk
bir bakıma o bağı koparmak demektir.
Karışma «Sen boşsun»
der ve biraz sustuktan sonra üç defa derse, bakılır : Eğer bu susması nefesi
kesildiğinden dolayı ise üç talâk vaki' olur, bundan dolayı değilse, sadece bir
talâk vaki' olur. Ama «Sen boşsun» dedikten sonra susar ve oradakilerden biri,
«kaç talâkla boşadm?» diye sorar, o da «üç talâkla..» diye cevap verirse, üç
talâk da vaki' olur. Pişman
olup, ben üç talâka niyet etmedim, dese bile kazaî olarak bu sözüne itibar
edilmez. Çünkü ilk ağzından çıkan söz açıktır, yorum istemez.
Yine karısına «Sen
boşsun» der ve «üç» veya «üç defa» demek isterken birisi elini onun ağzına
dayayıp konuşturmaz ve o da vazgeçerse, sadece bir talâk vaki' olur. Çünkü
niyet kuvveden fiile çıkmamıştır. «Sen boşsun» ise sadece bir talâkın vaki'
olmasını gerektirir.
Kadın kocasına hitapla
: «Beni üç talâkla boşa..» der, kocası da olumlu cevap vermek isterken birisi
eliyle onun ağzını tutar ve az sonra elini kaldırdıktan sonra «istediğini
verdim» derse, üç talâk vaki' olur. Semsü'l-İslâm da böyle fetva vermiştir.
Boşama lafzının kadının
herhangi bir cüz'üne izafa ederek söylerse, eğer bu cüz' kadının bütününü
yansıtır anlamda ise talâk vaki' olur. «Sen boşsun», «Boynun boştur», «Ruhun
boştur», «Bedenin veya cismin boştur», «Yüzün veya başın boştur» derse, talâk
vaki' olur. Ama söz konusu ettiği cüz'ü bedeninin bütününü yansıtmıyorsa o
takdirde talâk vaki' olmaz. Meselâ : «Elin veya parmağın ve ayağın boştur»
demesi bu cümledendir.
Ancak «Elin boştur»
deyince bununla bütün bedeni kasdetmişse, o takdirde kadın boşanmış olur. Bunun
gibi, «göbeğin veya dilin yada kulağın veya burnun boştur» derse, talâk vaki'
olmaz. Ama bunları söylerken kadının bedeninin tamamını kasdederse, o takdirde
vaki' olır.
«Karın, sırt gibi bir
cüz'ü ifade ederek söylenen talâk, en sahih tesbite göre vaki' değildir. Meğerki
bununla bedenin tamamım kas-detmiş olsun.
Sayı itibariyle bir
nisbet belirterek, meselâ : «Yarın, üçte birin Veya dörtte birin boş olsun»
derse, sahih görüşe göre, talâk vaki' olur.
«Kanın boştur» derse,
en sahih rivayete göre, talâk vaki' sayılır. Çünkü kan bir balama bedenin tümünü
temsil eder. Ama bu konuda muhtar olan kavi, talâkın vaki' olmamasıdır. Çünkü
bu tür deyimler bedenin tümüne şamil gelir şekilde kullanılmaz.
Saçm veya tükrüğün ya
da tırnağın boştur» demek bir hüküm ifade etmiyeceğinden bu kabil sözlerle talâk
vaki' olmaz. Diş, damar ve benzeri şeyler de böyledir.
Karısına «Senden başın
boş olsun» veya «yüzün boş olsun» derse, «senden» demekle sadece o kısmı
kasdettiği anlaşılacağından talâk vaki' olmaz. Bunun gibi elini karısının
başına veya boynuna koyarak «Şenin bu azan boş olsun» derse, yine de talâk
vaki' sayılmaz. En sahih olan görüş ve tesbit de budur.
«Ama karışma işaret
ederek «bu baş boş olsun» derse, sahih kavle göre, talâk vaki' olur. Çünkü
«senden bu baş» demeyip «bu baş» diyerek bütün bedeni kasdettiği anlaşılır.
«Senin göbeğinden
yukarı yarı kısmın bir talâkla, göbeğinden aşağı diğer yarı kısmın iki talâkla
boş olsun» derse, bu mesele hakkında sarih bir rivayet yoksa daf sahih olan
görüşe göre, üç talâk vaki' olur. El-Muhit sahibi Serahsî de ayni görüştedir.
Karısına «Sen yarım
talâkla boşsun» derse, bir tam talâk vaki' olur. «Sen iki yarı talâkla boşsun.»
sözüde aynı hükme girer. «Üç nısıf talâkla boşsun.» derse, iki talâk vaki olur.
Sahih olanda bu görüştür. «Sen iki talâkın yarısıyla boşsun» derse, yine bir
talâk vaki' sayılır. «îki talâkın iki yarısı» derse, iki talâk vaki' olur. «İki
talâkın üç yansı ile boşsun» derse, üç talâk vaki' sayılır. «Sen yarım talâkla
ve üçte bir talâkla ve altı da bir talâkla boşsun» derse üç talâk vaki'
sayılır. Çünkü her talâkı nekre tatlik üzerine'atıf yapmıştır. Nekrenin atıf
yoluyla tekrarı, ikincinin birinciden başka olduğunu ifade eder.
Kanlarından birini bir
talâkla boşadıktan sonra diğer karısına «o talâğa seni de ortak ettim* derse, o
da bir talâkla boşanmış olur. Üçüncü karısına «Seni de onların talâkına ortak
ettim» derse, onun iki talâkı vaki' olur. Dördüncü karısına «Seni de o üçünün
talâkına ortak ettim» derse, o da üç talâkla boşanmış sayılır.
«Falan kanm üç talâkla
boştur» ve «falan karım da bu talâkta onunla beraberdir» veya «bunu da onu
talâkta ortak ettim» derse, her iki karısı da üç talâkla boşanmış sayılır.
Üç karısına birden
«Sizler hepiniz üç talâkla boşsunuz» derse veya «sizleri üç talâkla boşadım»
söylerse, her biri üç talâkla boşanmış olur. Ayni
sözü dört karısına birden söylese, hüküm yine böyledir.
Karısına «Seni beş
talâkla boşadım» der, kadın "da «Beş çoktur, üç talâk kâfidir» der, o da «Seni
üç talâkla geriye kalan ikisiyle de kumanı boşadım» derse, birinci kadın üç
talâkla boşanmış olur. İkinci kadın hiçbir talakla boşanmış sayılmaz. Çünkü
üçten sonraki talâklar boş ve anlamsızdır. Bu bakımdan ikinci kadının nikâhına
te'-sir etmez.
îki karısına hitaben
«Aranızda iki talâk olsun» derse, her biri bir talâkla boşanmış olur. «İkinizi
iki talâka ortak ettim» sözü de ayni hükmü taşır.
Kanlarından birini bir
talâkla, diğerini, iki talâkla boşadıktan sonra üçüncü karışma seni de bu
ikisine ortak ettim boşamada, derse, ister kendisiyle cinsel temasta bulunulmuş
olsun, ister olmasın üçüncü kadın üç talâkla boşanmış olur.
Bir karısını üç talâkla
boşar ve ikinci karısına «sana bu talâklardan pay ayırdım» derse, bakılır : Bu
sözüyle bir talâka niyet etmişse, bir talâk, üçe niyet etmişse üç talâk vaki1
olur.
Dört karısına,
«aranızda bir talâk» derse, her biri bir talâkla boş düşer. Bunun gibi,
«aranızda iki veya üç talâk» derse, her biri iki ya da üç talâkla boşanmış olur.
«Aranızda beş talâk»
derse, her biri iki talâkla
boşanmış olur, altı ve yedi de derse hüküm böyledir. «Dokuz talâk var» derse,
her biri üç talâkla boşanmış olur.
«Sen boşsun ve sen...»
derse, iki talâk vaki' olur. îki karısına «Şu boştur şu...» derse, niyet
etmedikçe ikinci kadın hakkında talâk vaki' olmaz. Ama «şu boştur ve şu...»
derse, o takdirde ikinci kadın hakkında da talâk vaki' sayılır.
Kanlarına «Sen sonra
sen, sonra sen boşsun» derse, sadece üçüncü kadın hakkında talâk vaki' sayılır.
«Sonra» yerine vav harfi de kullansa hüküm yine böyledir.
Dört karısı bulunur,
onlardan birine «Sen» bir diğerine «sonra sen», üçüncüsüne «sonra sen»,
dördüncüsüne «sonra sen boşsun» derse, dördüncü kadın hakkında talâk vaki'
sayılır.
Kendisiyle cinsel
temasta bulunulan karısına «Sen bir defa boşsun, hayır iki defa...» derse, üç
talâk vaki' olur. Ama henüz cinsel temasta bulunulmayan kansma derse, sadece bir
talâk vaki' olur.
Karısına «Sen boşsun ve
boşsun ve boşsun, hayır belki şu (ikinci karışma işaret ederek)..» derse,
birinci kadın üç, ikinci bir talâk boşanmış olur.
Henüz cinsel temasta
bulunulmayan kansını kasdederek, «Bu boştur bir talâkla, bir talâkla, bir
talâkla, hayır belki şu diğeri...» derse, ikinci kadın üç talâkla, birinci kadın
bir talâkla boşanmış olur.
Bu konudaki misalleri
çoğaltmak mümkün. Ancak burada anlatılmak istenilen şudur : Sarih (açık) talak
maksadı yansıtır ölçü ve anlamdadır, ayrıca niyete ihtiyaç yoktur. Adamm
ağzından çıktığı takdirde hüküm ifade eder. Bunu birçok misallerle, anlatan
fıkıh kitaplarımız hayli geniş tutmuşlardır. Bîz araştıncılan aydınlatmak
amacıyla biraz misal vermekle yetiniyoruz.
Adam kansma «Yarın sen
boşsun.» derse, başka bir niyeti de yoksa, fecir doğunca talâk vaki' olur. Adam
ben yarın günün sonunu kasdederek böyle söyledim, derse, kazaî yönden bu sözüne itibar edilmez, ama
kendisi bunda ısrar ederse, onunla Allah arasındaki bir durumdur. Ne var ki
İmamların bu hususta ictihad ve görüş farkı var : îmam Ebû Hanîfeye göre,
adamın bu sözüne itibar edilir. İmameyne göre edilmez.
«Ramazanda sen boşsun»
derse.'bu sözü söyledikten sonra eri7 senekleri ilk Ramazan kabul edilir ve o
Ramazanın.girmesiyle talâk vaki' olur. Sen perşembe gününde boşsun» derse, yine
hüküm böyledir, ilk gelecek olan perşembe talâk vaki' olur. Adam ben bununla
ikinci Ramazanı veya ikinci Perşembeyi kasdettim dese de bir hüküm ifade etmez.
Kazaî yönden bu böyledir. Diğer husus onunla Allah arasındadır.
«Altı gün sonra benden
boşsun» derse, yedinci gan güneş batınca kadın boşanmış olur. Bu, halkın örfüne
göre böyledir.
«Bugün boşsun yarın»
veya «yarın boşsun bugün» şeklinde bir ifade kullanırsa, birinci şekilde ayni
gün talâk vaki' olur, ikinci şekilde bir gün sonra...
«Sen bugün ve yarın
boşsun» def, (vav) harfini atıf olarak getirirse, bu durumda sadece o gün için
bir talâk vaki' olur, ikinci gün vaki' olmaz. Eğer «Sen yarın ve bugün boşsun»
derse ayni gün bir talâk ikinci gün de bir talâk vaki' olur.
«Sen bugün boşsun ve
yarın geldiğinde...» derse-, derhal bir talâk vaki' olur, ikinci gün kadın
iddet içinde sayılır ve bir talâk da o gün vaki' olur.
«Sen bugün boşsun yarın
geldiğinde» der, atıf harfi olan (vav) kullanmazsa, kadın ikinci gün fecir
doğunca bir talâkla boşanmış olur.
Adam geceleyin karısına
: «Bu içinde bulunduğun gece boşsun ve gündüzünde de..» derse, bir talâk hemen
vaki' olur, gündüz girince talâk vaki' olmaz. Ancak buna niyet etmişse o
takdirde gündüz-leyin de bir talâk vaki' olur.
Geceleyin «Sen
gündüzünde boşsun ve gecende..» derse bir talâkı hemen vaki' olur, ikincisi de
gündüz girince..
«Sen gecende ve
gündüzünde boşsun» veya gündüzleyin «Sen gündüzünde ve gecende boşsun» derse,
her vakit için bir talâk vaki' olur.
«Sen bugün ve yarından
sonra boşsun» derse, îmam Ebû Hani-feye göre iki talâk vaki' olur, İmam Ebû
Yusuf da ayni görüştedir.
«Sen ya yarın, ya da
yarından sonra boşsun» derse, sadece yarından sonra bir talâk vaki' olur.
,Çünkü iki vakte izafe edilen talâk ile ikinci vakitte talâk vaki' olur. Genel
kaide budur.
«Sen bugün ve yarın ve
yarından sonra boşsun der ve hiç bir niyet taşımazsa, ancak bir talâk vaki'
olur. Ama her gün için bir
talâkın vaki' olmasına niyet etmişse, o takdirde her gün bir talâk vaki* olmak
suretiyle üç günde üç talâk vaki' olur. Fethü'l-Kadîr Sahibi Kemal İbn Hümam da
ayni hususu tesbit etmiştir.
«Sen her ay başında
boşsun» derse,' üç talâkla üç ay başında boşanmış olur. Ama «Sen her ay boşsun»
derse, sadece bir talâk vaki' olur. Bunun gibi «Sen her cuma. boşsun» der ve
niyeti de her cuma günü olursa, böylece her cuma günü bir talâk vaki' olmak
suretiyle üç cumada üç talâk tamamlanmış olur. Ama bununla zaman içerisinde
gündüzleriyle gelip geçen her cumayı kasdetmişse, o takdirde bir talâk vaki'
olur.
«Sen her gün boşsun»
veya «Sen ebediyen boşsun» ya da «Sen günlerce boşsun» veya «Sen bugün ve yarın
ve yarından sonra boşsun» derse, sadece bir talâk vaki' olur.
Ama «Sen her günde bir
talâkla boşsun» veya «Ne kadar bir gün geçerse sen boşsun» derse, her gün bir
talâk vaki1 olmak suretiyle üç günde üç talâkla boşanmış olur.
Karışma «Şen günlerden
sonra boşsun» derse, İmam Ebî Yusuf'a göre, talâk ancak bir hafta geçtikten
sonra vaki' olur.
«Bir günün gelmesiyle
sen boşsun» derse, bu sözü geceleyin söylerse, fecrin doğmasıyla talâk vaki'
olur. Güneş doğduktan sonra söylerse, ikinci gün ayni vakit girince kadın
boşanmış olur. Bunun gbi «bir günün geçmesiyle sen boşsun» aerse, eğer bunu gece
söyle-mişse, ertesi gün güneşbatınca talâk vaki' olur. Gündüzleyin söyle-mişse,
ikinci gün ayni saat girince kadın boş olur.
«Üç gün gelmesi
neticesinde sen boşsun» veya üç günden sonra boşsun» derse, eğer bu sözü
geceleyin söylemişse üçüncü gün fecir doğunca, gündüz söylemişse, dördüncü gün
fecir doğunca talâk vaki' olur.
«Üç günün geçmesiyle
sen boşsun» derse, bunu geceleyin söyle-mişse, üçüncü gün. güneş batınca talâk
vaki' olur.
«Seninle evlenmeden
önce sen boşsun» derse, bir şey vaki' olmaz.
«Sen eve girmeden bir
ay önce boşsun veya «Falan adam gelmeden bir ay önce sen boşsun» derse, bir ay
dolmadan kadın eve girer veya seferde olan adam gelirse, bir şey vaki' olmaz.
Ama tam bir ay geçtikten sonra kadın eve girer veya seferde olan gelirse, o
takdirde kadiri boş düşer.
«Sen bu aydan önce
boşsun» derse, derhal talâk vaki' olur,.
Eğer karısına «Falan
adamın ölümünden Dır ay önce sen boşsun» derse, eğer o adam bir ay tamam
olduktan sonra ölürse kadın boşanmış olur. Bu, imâm Ebû Hanîfe'ye göredir.
îmameyn'e. göre, adam öldükten sonra talâk vaki' olur; bir ay dolmadan ölecek
olursa, bir şey gerekmez. Bunda icmâ'a vardır.
Eğer karısına «Sen
Ramazan girmeden bir ay önce boşsun» derse, Şaban'ın evvelinin girmesiyle talâk
vaki' olur.
«Sen benim ölümümden
veya kendi ölümünden, bir ay Önce boşsun» dedikten sonra koca veya karısı
ölürse, ölümden bir ay önce boşanmış kabul edilir.. tmameyne göre, talak vaki'
olmaz.
«Sen falan ye falan
adamın ölümünden bir ay önce boşsun» der ve o adamlardan, biri henüz ay dolmadan
ölürse, bu tür bir talâkla kadın boşanmış sayılmaz. Ama bir .ay tamamlandıktan
sonra o adamlardan biri ölecek olursa, o takdirde talâk vaki' olur; artık diğer
adamın ölmesine bakılmaz.
Bunun gibi, «Sen falan
ve falan adam gelmeden bir ay önce boşsun» der ve o adamlardan biri henüz bir
ay dolmadan seferden gelirse, talâk vaki' olmaz. Ama o adamlardan biri bir ay
tamamlanınca, yani adamın boşama lafzını söylediği saatten itibaren bir ay
sonra gelir, diğeri de ondan sonra gelirse, talâk vaki' olur. Çünkü ikisini,
aynı anda gelmesi âdet yönünden mümkün değildir. Bu bakımdan ikinci adamın
gelmesini beklemeye gerek yoktur.
Karısına «Sen Kurban ve
Ramazan bayramından bir ay önce boşsun» derse, Ramazan hilâli görüldüğünde
kadiri boşanmış olur. Çünkü iki bayramın hilâlini ayni anda görmek mümkün
değildir, bu bakamdan artık Kurban bayramı hilâline bu hususta itibar edilmez.
ramazan hilâli esas kabul edilir.
Eğer «Sen kurban
bayramından önce boşsun» derse, talâk derhal vaki' olur.
«Sen yarından hemen az
önce veya falan adam gelmeden hemen az önce boşsun» derse, artık burada saniye
konusu üzerinde durulmaz, fecir doğunca veya adam seferden gelince kadın,
boşanmış olur. El-Hakim Ebû'1-Fazl da ayni görüştedir.
«Sen Kurban gününden
sonra boşsun» derse, kurban gününün gecesi geçtikten sonra talâk vaki' olur.
«Sen Kurban günüyle beraber boşsun» derse, kurban günü fecir doğunca kadın
boşanmış olur.
Eğer karısına «Benim
ölmemle veya senin ölmenle birlikte sen boşsun, derse, bir şey vaki' olmaz. Yani
bu tarz söz bir hüküm taşımaz.
Karısına «Evvelinde
cuma günü bulunan günden bir gün önce veya evvelinde cuma günü bulunan günden
bir gün sonra sen boşsun» derse, her iki durumda da cuma gününün girmesiyle
kadın boş-düşer.
«Sen bugün hariç bir ay
sonra» boşsun derse, o gün dışında bir ay geçince kadın boşanmış olur.
Bu Konuda Genel Kaide
Şudur
Talâk iki fiille ilgili
bulunursa, en son meydana gelen fiil sebebiyle vaki' olur. İki fiilden biriyle
ilgili bulunursa, onlardan ilk meydana gelen fiille talâk vaki' olur. Eğer hem
fiil, hem vakit ile ilgili bulunursa, her birinin gerçekleşmesiyle bir talâk
vaki'' olur. Çünkü ikisi ayni şey değil, farklıdır.
Falan adam geldiğinde
ve falan adam geldiğinde sen boşsun» derse İkisi gelmeden talâk vaki' olmaz. Ama
cümlenin ikinci kısmım öne alıp Sen boşsun falan adam. geldiğinde ve falan adam
geldiğinde» derse, ikisinden hangisi önce gelirse talâk vaki3 olur. İkinci
cümleyi edatla şart cümlesi arasına alıp söylediğinde de hüküm böyledir.
Bunun gibi, «Sen boşsun
yarın geldiğinde ve yarından sonra geldiğinde» derse, yarından sonraki gün
girince talâk vaki olur.
Talâkı bir şeye
benzeterek söylemeğe Tesbîh-Î Talâk denir. Halk arasında böyle benzetme yoluyla
karı boşamak eksik değildir. Bu bakımdan fukaha bu meseleye geniş yer vermiş ve
bol misal ile değerlendirmeye çalışmışlardır. Biz de konunun iyice
anlaşılabilmesi için fukahanın verdiği bol misallerden bir kısmını kitabımıza
aktarıyoruz :
«Sen şu kadar sayı gibi
boşsun» derken birden fazla sayısı olmayan bir şeye benzetirse, imam Ebû
Hanife'ye göre sadece bir talâk-ı bâin vaki' olur. Meselâ :. «Sen şu on tane
güneş gibi boşsun- derse, güneş sadece bir tane olduğu için, bir talâk vaki'
olur.
Elinde hiç para
bulunmadığı halde «Elimdeki para sayısınca boş ol» derse, yine bir talak vaki'
olur. «Şu havuzdaki balıklar sayısınca boş ol» der ve havuzda da hiç balık
bulunmazsa, yine bir talâk vaki' sayılır.
Adam karısına «İblisin
kılları sayısınca boş ol! derse, İblisin kıları bilinmediği için, sadece bir
talâk vaki'. olur. Ama izafe edildiği şey aslında vardır ama bir sebepten
giderilmişse yine hüküm böyledir. Meselâ : Senin bacağındaki kıllar veya benim
bacağımdaki kıllar sayısınca boş ol!» der, fakat daha önce kıllar arsenikle
giderildiği için bacakta hiç kıl bulunmazsa,, o takdirde talâk hiç vaki' olmaz.
Çünkü şart mevcut değildir.
Bunun gibi, başının
kıllarını yine ya arsenik ya da başka kimyevî bir ilaçla tamamen gidermiş,
dazlak duruma gelmişse, «Başımdaki kıllar sayısınca boş ol!» derse, hiçbir talâk
vaki' olmaz. Çünkü yine şart mevcut değildir.
Çanağa ekmek
doğradıktan sonra henüz üzerine çorba dökmeden «Şu çanaktaki ekmek parçası
sayısınca boş ol!» derse, üç talâk vaki' olur. Resûlüllah ve Ebûbekir
devirlerini dikkate alan fukaha-ya göre, bu durumdada sadece bir talâk vaki'
olur. Ama çorbayı üzerine döküp karıştırdıktan sonra, söylerse, ittifakla bir
talâk vaki olur.
«Sen bin gibi veya bin
misali boş ol!» derse, üç talâk vaki' olur. Çünkü belli bir sayıya benzetilerek
söylenmiştir. İsterse böyle söylerken bir talâka niyet etmiş olsun, hüküm
değişmez. Ama İmam Ebu Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf a göre, bir talâka niyet
etmişse veya hiç niyet etmemişse, sadece bir talâk-ı bâin vaki' olur. Fetva bu
ikisinin görüşüne göredir.
«Sen bin gibi boşsun»
derse, bir talâk-ı bâin vaki' olur. Fukaha bu meselede ittifak halindedir.
Karısına «Sen bin
sayısı gibi veya üç sayısı gibi boşsun» derse, kazaî yönden üç talâk vaki' olur.
Başka bir şeye niyet etse bile bu durumda niyeti hükümsüzdür, itibar edilmez.
Eğer, «Sen üç gibi
boşsun» derse, o takdirde üç talâka niyet etmişse üç talâk, bir talâka niyet
etmişse bir talâk vaki' olur. Hiçbir şeye niyet etmemişse, yine de bir talâk-ı
bâin vaki' olur. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf a göredir.
«Sen yıldızlar gibi
boşsun» derse, üç talâka niyet etmemişse, İmam Muhammed'e göre bir talâk vaki'
olur. Niyet etmişse, o takdirde üç talâk vaki''olur. Yine
İmam Muhammed'e göre, «Sen yıldızlar sayısı gibi boşsun» derse, üç talâk vaki'
olur. Çünkü burada «sayı» tabirini kullanmıştır.
Adam karısına «Sen
yıldızlar sayısınca veya toprak sayısınca ya da denizler sayısınca boşsun»
derse, üç talâk vaki' olur. Ama «Sen sütunlar gibi boşsun» veya «Sen denizler
gibi veya dağlar gibi boşsun» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bir talâk-ı bâin
vaki' olur.
Bunun gibi, «Sen deniz
büyüklüğünce veya dağ büyüklüğünce boşsun» derse hüküm yine aynidir. Ancak bu
durumda üç talâka niyet etmişse o takdirde üç talâk vaki' olur. Fetâvâ-yi
Kaadıhan da aynî ölçü ve anlamda fetva vermiştir.
«Kumlar sayısınca
benden boş ol» derse, bi'1-icmâ' üç talâk vaki olur. îmam Halvanî de ayni
görüştedir. Fetva buna göre verilmiştir.
«Ev dolusu benden boş
ol» derse, üç talâka niyet etmemişse, o takdirde bir talâk-i bâin vaki' olur.
«Sen susam danesi
büyüklüğünde boşsun veya hardel danesi büyüklüğünde boşsun» derse, üç imama
göre de bir talâk-i bâin vaki' olur. îmam Radıyüddin Serahsî de ayni hususu
belirtmiştir. Sahih olan da budur.
Bu hususta kaide
şöyledir :
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, talâk konusunda, boşamayı bir şeye benzetirse bâin-i sağîr (küçük bâin)
olur. Kendisine benzetilen şey ister büyük, ister küçük olsun farketmez. îmam
Ebû Yûsuf a göre, küçük bir şey benzettiği takdirde bir talâk-i ric'î olur.
Öiğer bir rivayette küçük büyük ne olursa olsun benzetmede talâk-i ric'î olur.
Ama dağ büyüklüğünce veya dağ büyüklüğü gibi boş ol, derse, bi'l-icmâ bâin olur.
Karısına «Sen kar gibi
boşsun» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre bu bir talâk-i bâin sayılır. îmameyne
göre, bununla beyazlık anlamını kasdetmişse bir talâk-i ric'î, soğukluk
mânasını kasdetmişse bir talâk-i bâin vaki' olur.
«Sen yarım dirhem ile
boşsun» veya «Sen. beş akçe gibi boşsun derse, bir talâk-i bâin vaki' olur.
Bir veya iyi ya da üç
parmağım göstererek «Sen işte böyle boşsun» derse, gösterdiği parmak sayışma
göre talâk vakiî olur. Tabii burada açık tuttuğu parmaklara itibar edilir,
kapalı olanlara değil. İtimad
edilen tesbit de budur. İbn Nüceym de ayni görüştedir. Bu bakımdan adam ben
böyle yapmakla avucumu veya yumuk olan parmaklan kasdettim derse, doğru kabul
edilmez.
«Sen bunlar gibi
boşsun» der ve üç parmağını gösterirse, bunun'la üç talâka niyet etmişse üç
talâk, bir talâka niyet etmişse bir talâk vaki' olur. Çünkü buradaki benzetme
her ikisini de ihtimal tutmaktadır.
Karısına, üç
parmağına'işaret ederek «Sen bunun ve bunun ve bunun gibi «boşsun..» derse,
bununla üç talâka niyet ederse üç, bir talâka niyet ederse bir talâk vaki' olur.
Hiç niyet etmezse yine bir talâk vaki' olur.
Yine karısına : «Sen
talâk-i bâin ile boşsun» veya «Sen herhalde boşsun», «Sen en fahiş talâkla
boşsun», «Sen şeytan talâkıyla boşsun», «Sen bid'a talâkıyla boşsun», «Sen Dağ
gibi talâkla boşsun» gibi sözler sarfederse, eğer bununla üç talâka niyet
etmemişse, sadece bir talâk-i bâin vaki' olur.
Bu Hususta Genel Kaide
:
Talâkı, kendisiyle
vasıflanmıyan bir sıfatla anarsa, o sıfat hükümsüzdür ve bu nedenle vaki' olan
talâk, talâk-ı ric'î sayılır.
Buna bir örnek verelim
:
«Sen, senin üzerine
vaki olmayacak talâkla boşsun» veya «Sen boşsun ama ben bu hususta muhayyerim,
dilersem geri denebilirim» gibi vasıflar geçerli değildir. Çünkü kadın üzerine
vaki' olmayacak diye bir talâk şekli olmadığı gibi, talâk da erkeğin ağzından
çıkaktan sonra muhayyerlik de yoktur.
Talâk kendisiyle
vasıflanan sıfatla vasıflandığında, ya bir fazlalığı ifade etmez veya eder.
Bunlara birer misal verelim : «Sen güzel talâkla veya daha üstün talâkla veya
daha sünnet talâkla veya daha iyi talâkla veya daha âdil talâkla ya da daha
hayırlı talâkla boşsun» derse, bu bir fazlalık ifade etmez. Çünkü talâk bu
vasıflarla vasıflandığında vasıfların daha iyisi söz konusu olamaz. Veya
fazlalık ifade eder : «En şiddetli talâk» demek gibi. Birinci şekilde söylenen
talâk ric'îdir, ikinci şekilde söylenen bâindir.
O halde adam karısına :
Sen en çirkin veya en fahiş veya daha uzun veya daha büyük talâkla boş ol!»
derse, bununla bir veya iki talâka niyet ederse bir talâk, üç talâka niyet
ederse üç talâk vaki' olur.
«Sen uzunluğuyla ve
eniyle boşsun» derse, bu talâk-i bâin vaki' olur. Üç talâka niyet etse bile,
hüküm aynıdır.
Adam karısına «Sen umum
talâkla boşsun» derse, iki talâk vaki' olur. «En çok talâkla boşsun» derse, üç
talâk vaki' olur. «En az talâkla boşsun» derse, bir talâk vaki' olur. «Sen her
talâkla veya bütün talâkla boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. «Sen her talâkla
beraber veya her talâktan sonra boşsun» derse, kadın üç talâkla boşanmış olur.
«Sen ne az, ne çok
talâkla boşsun» derse, muhtar olan kavle göre, üç talâk vaki' olur. Fakih Ebû
Ca'fer'e göre, iki talâk vaki1 olur.
«Sen çok talâkla
boşsun» veya «Sen bütün talâkla boşsun» derse, birinci şekilde iki, ikinci
şekilde üç talâk vaki* olur.
Kadınla cinsel temasta
bulunduktan sonra «Seni bir talâkla bo-şadığımda o bir bâin talâk olur» der ve
sonra bir talâkla boşarsa, bir talâk-i ric'i olur. Çünkü henüz boşamadan önce şu
talâkla demesi bir hüküm ifade etmez.
«Eve girdiğimde sen
boşsun» der sonra ben bu boşamayı bâin veya üç talâk sayıyorum (kabul ediyorum)
diye ilâvede bulunursa, henüz eve girmediği için bu sözler de bağlayıcı olmaz ve
hüküm taşımaz.
Buna Fıkıh'ta «Talâk-ı
Kable'd-Duhul» denir. Ayrı bir bölümüde işlenmesi, farklı hükümler taşıdığı
içindir. Kendisiyle cinsel temasta bulunulan kadınla, bunun arasında boşanma
konusunda da bazı farklar vardır. Bunları örnekler vermek suretiyle açıklamamız
daha yararlı olur :
Adam evlendiği kadınla
cinsel temasta bulunmadan üç talâkla boşarsa, üçü de vaki' olur. Ama talâkı
tefrik edip ayrı ayrı söylerse, birinci talâkla bâin olur, böylece ikinci ve
üçüncü talâk vaki' olmaz. Meselâ : «Sen boşsun boşsun boşsun.. veya «Sen bir
talâkla boşsun ve bir...» derse, sadece bir talâk vaki' olur.
Şöyle ki : tik telaffuz
edilen talâk, ilk birinci talâk'ın vukuunu gerektiriyorsa, bir talâk vaki' olur.
Başka bir talâkın vukuunu gerektiriyorsa, iki talâk vaki' çlur. Meselâ : «Sen
bir talâktan önce talâkla boşsun» derse, sadece bir talâk vaki' olur. Ama «Sen
evvelinde bir talâk bulunan bir talâkla boşsun» derse, iki talâk vaki' olur.
Burada bir incelik var, çok dikkat etmek gerekir.
Bütün bu durumlarda
kendisiyle cinsel temasta bulunduğu kadın iki talâkla boşanmış olur.
«Eğer önünde iki talâk
bulunan bir talâkla boşsun» derse, bu takdirde üç talâk vaki' olur. Bunun gibi,
«ikiye beraber bir talâkla boşsun» veya «evvelinde iki talâk bulunan bir talâkla
boşsun» veya «iki talâkdan sonra bir talâkla boşsun» derse üç talâk vaki olur.
«Sen yirmi bir defa
boşsun» derse, üç talâk vaki' olur. «On bir talâkla boşsun» derse, yine üç
talâkla boş olur. Ama «Bir ve 'on talâkla boşsun» derse, sadece bir talâk vaki'
olur. Bunun gibi, «Bir ve yüz talâkla, veya bir ve bin talâkla boşsun» derse,
yine Ebû Hanîfeye göre, bir talâk vaki' olur. Çünkü bütün bu durumlarda kadınla
henüz cinsel temasta bulunulmamıştır. Ama İmam Ebû Yusuf a göre, böyle de olsa
üç talâk vaki' olur.
«Seni bir ve yarım
talâkla boşadım» derse, imamların üçüne göre, iki talâk vaki' olur. «Yarım ve
bir talâkla boşsun» derse, îmarn Ebû Yusuf'a göre, iki talâk, îmam Muhammed'e
göre, bir talâk vaki' olur. Sahih olan îmam Muhammed'in görüşüdür.
«Sen bir talâkla ve bir
de başka talâkla boşsun» derse, iki talâk vaki' olur.
«Sen herhalde boşsun»
veya «Sen bâin olarak boşsun» derse talâk vaki' olur. Ama «herhalde» ve «bâin»
kelimesini söylemeden ölürse, bir şey vaki( olmaz.
«Sen boşsun şahid olan
üç..» derse, bir talâk vaki' olur.
«Eğer eve girersen sen
bir ve bir talâkla boşsun» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, kadın eve girecek
olursa, sadece bir talâk vaki' olur. îmameyne göre, iki talâk vaki' olur.
Yine henüz cinsel
temasta bulunmadığı nikâhlı karısına : «Eğer eve girecek olursan sen boşsun ve
boşsun ve boşsun» derse, kadın eve girecek olursa, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bir
talâk vaki' olur. îmameyne göre, üç talâk vaki' olur. Ama eğer şartı cümlenin
sonunda getirirse, meselâ, «Sen boşsun ve hoşsun ve boşsun eğer eve girersen»
o takdirde kadın eve girecek olursa, bi'1-icmâ' üç talâk vaki' olur.
Ama atıfsız olarak
«Eğer eve girecek olursan, sen boşsun, boşsun, boşsun» derse, birinci talâk
şart ile, ikincisi hal ile vaki' olur; üçüncüsü hükümsüz kalır. Şartı cümlenin
sonuna alıp «Sen boşsun boşsun boşsun eğer eve girersen» der ve bu durumda kadın
da eve girerse, birinci talâk hemen yani kadın eve girmeden vaki' olur, gerisi
hükümsüz kalır. Tabii kadın yine kendisiyle cinsel temasta bu-lunulmamışsa,
böyledir.
Ama bu durumda kadınla
cinsel temas meydana gelmişse, iki talâk fil-hal vaki olur, üçüncüsü şartı
bağlı kalır.
Daha önce Sarih
Lafızlarla Meydana Gelen Talâk üzerinde durmuş, gerekli açıklama yapılmıştır.
Talâka delâlet eden açık lafızlarla vaki' olan talâkın niyete ihtiyacı yoktur.
Bâin veya ric'î olması arasında bu bakımdan fark yoktur.
Kinaye lâfızlarla vaki'
olan talâkın niyete ihtiyacı vardır. Çünkü kullanılan lafızlar hem talâk'da,
hem başka mânalarda kullanılması mümkün ve muhtemel olan türdendir. Bu bakımdan
ona kinaye (üstü kapalı, dolaylı) denilmiştir.
Bunun için fukahamn
hemen hepsi, kinaye lafızla söylenen talâk ancak niyet ile vaki' olur. Çünkü
hangi mânada kullanıldığı açık değildir demişlerdir.
1. Cevap ihtimalini de taşıyan lâfızlardır : «Durumun
senin elindedir», «Beğendiğini seç», «îddet (Şer1! bekleme süresi) bekle» gibi.
Bunlar kadının boşanma isteğine karşı verilen cevap ihtimalini daha çok taşıyan
kelimelerdir. Kadının cidden bu yolda bir talebi olmuşsa, o takdirde talâk
vaki' olur.
2. Hem cevaba, hem de talebin reddine ihtimali olan
lâfızlar : «Çık git», «Bir tarafa çekil», «Kalk git» «Gözümden kaybol»,
«Kendini örtün» gibi. Bu lâfızlar kadının boşanma talebine cevap ihtimali
taşımakla beraber, o isteği reddetme anlamına, da gelebilir. Duruma göre hüküm
taşır.
3. Hem cevap, hem sövme, azarlama ihtimali taşıyan
lâfızlar :
«Sen haramsın», «Sen
bâinsin» «Sen kopmuşsun», «Sen ayrılmışsın» gibi. Bunlar kadının boşanma
isteğine cevap ihtimali taşıdığı gibi, sende hayır yoktur, sen hayır ve
iyilikten kopmuşsun, sen faziletten ayrılıp uzaklaşmışsın ihtimalini de taşır.
Bu üç durumda nasıl
hareket edilir ve nasıl hükmedilir? Bunun için fukaha bu üç durumu da rıza hali,
talâk müzakeresi hali ve âfke hali diye üç kısma ayırmışlardır :
Rıza halinde kinaye
lâfızlardan hiç biriyle talâk vaki' olmaz. Ancak talâka niyet ettiğini iddia
ederse, o takdirde adamın sözüne itibar edilir, Niyet etmedim diye yemin
ederse, kabul edilir. Çünkü bu . durumda söylenen sözlerin talâktan başka mânalara da ihtimali mevcuttur.
Bir de bu durumda sarih
(açık) talâk hükmünde olan kinâi lâfızlar var ki bunlarda niyete pek ihtiyaç
yoktur ve istisna teşkil ederler.
Müzakere halinde
söylenen kinâî lâfızlarla talâk
vaki' olur. Ancak cevap ve redde ihtimali kuvvetli olan durumlar müstesna.
Çünkü o durumda kadının talâk isteğini red anlamı da mevcuttur. Öfke
halinde söylenen kinaî lâfızlardan red ve azarlamaya ihtimali olanlarında
adamın niyetine müracaat edilir. Böyle bir niyeti yoksa, o takdirde kadını
azarlama anlamı taşır ve talâk vaki' olmaz. Ancak bu durumda red ve azarlama
ihtimali taşımıyan lâfızlardan biri söylenirse, «îddet bekle,» durumun senin
elindedir» gibi artık niyete baş vurulmaz. Çünkü bu lâfızlar yalnız talâka
elverişlidir; daha çok kadının talâk isteğine cevap mânasını taşır.
«İddetini bekle»,
«Rahmini temizle» gibi lâfızlarla «Sen ve bir..tabirlerle bir talâk-i ric'î
vaki' olur, İsterse bu lâfızları söylerken ti veya üç talâk'a niyet etmiş
bulunsun, yine de birricT talâk vaki' aydır.
Özetliyecek olursak :
Rıza halinde kullanılan
kinai lâfızlar niyete muhtaçtır. Muza-:ere-i talâk ve öfke hallerinde niyete
ihtiyaç yoktur.
Konuyu biraz daha
açıklayalım :
Niyete muhtaç
olmaksızın söylendiği takdirde bir talâk-i ric'î va-â olan lafızlar :
«Sen mutallâkasm (boşanmışsın), «Seni tatlik ettim (boşadım) Sen taliksin (boşsun)». Bu sözlerde niyet aranmaz.
Niyet etsin etmesin bir ric'i talâk vaki olur, Boş>ol»., «Talâkın bana
farzdır», «Talâkın bana gereklidir» «TaLâkın üzerime lâzımdır», «Seni boşadım»,
«Sen burdan falan yere kadar boşsun», «Sen benim hesabıma boşsun», «Talâkını
sana bağışladım» gibi lâfızlarla da sadece bir ric'î talâk vaki' olur.
«Sen talâksın
(boşanmasın)» sözüyle üç talâka niyet ederse, sahin kabul edilir ve üç talâk
vaki' olur. «Talâkın üzerime olsun» sözüyle Örfe yönelik bir ric'i talâk vaki'
olur.
«Şart olsun sözüne
gelince, bunu talâk anlamında kullanan yerlerde talâk hükmüne sokulur ve «üç
talâka niyet etse bile- sadece bir ri'cî talâk vaki' olur.
«Birden üçe kadar boş
ol» sözü ise, iki ric'î talâkı gerektirir.
«Ey boş!» «Ey
boşanmış!» sözleriyle de birer ric'i talâk vaki' olur. Adam bununla azarlama
kasdettiğini söylese bile kazaen tasdik olunmaz.
Talâk anlamında bilinen
sözlerle vaki' olan talâk, bâin sayılır; meselâ : «Sen bana haramsın», «Ben sana
haramım» «Sen bana nâmahrem oldun» «Sen haramsın..»' gibi sözlerle talâka niyet
edilsin edilmesin, birer bâin talâk vaki' olur. Ayrıca bu gibi tabirlerle zihar
ve îlâ'ya niyetin sahih olacağını fukaharun çoğu kabul etmiştir.
Niyet edildiği takdirde
ric'î talâk sayılan kinaî sözler : «İddetini bekle», «Rahmini temizle» «Sen «Sen birsin», «Talâkının yolunu açtım,
boşalttım», «Talâkını sana ödünç verdim» «Allah senin talâkım diledi..» gibi
lâfızları söylerken boşamaya niyet ederse, her biriyle bir ric'î talâk vaki'
olur.
«Sen benim katım
değilsin», «Ben senin kocan değilim» gibi sözlerle bâin veya ric'i talâk vaki'
olacağı hakkında farklı görüşler vardır.
Genel, kaide olarak,
sarih (açık) lâfızlarla söylenen talâkda üçe niyet etmek sahih sayılmamıştır.
Kinai lafızlarda ise üç talâka niyet sahih sayılmıştır.
Niyet edildiği takdirde
bâin talâk vaki1 olan kinaî sözler :
«Senden ayrıldım»,
«Seni terk ettim», «Yolunu boşaltıp açtım», «Talâkını terk ettim», «Benden
kurtuldun», «Benden uzak ol», «Benden ayrıl da muradına er», «Aramızda nikâhı
feshettim», «Aramızda nikâh yoktur», «Seni bıraktım», «Evlen», «Şimdiden sonra
anam ol», «Seni istemiyorum, kime istersen git», «Hangi yola gitmek istersen
gidebilirsin», «Bana yabancı ol. gibi sözler. Bunlarla bir talâka veya üç
talâka niyet edebilir.
Bunlarla ilgili
fetvalardan örnekler :
«îddetin bekle» veya
«Rahmini temizle» veya, «Sen birsin» derse, isterse üç talâka niyet etmiş
bulunsun, sadece bir ric'î talâk vaki' olur.
«Kendine koca ara»
derse, bir talâka niyet etmişse bir, üç talâka niyet etmişse üç talâk-i bâin
olur.
Nikâhlı karısını bir
talâkla boşadıktan sonra «sen bâinsih» der ve bununla ilk talâka niyet ederse,
yine de bir talâk-ı bâin vaki' olur. Ama üç talâka niyet ederse, üçü de vaki'
olur.
Karısına hitapla
«Nikâhı feshettim» der ve bununla boşamaya niyet ederse, bir talâk vaki' olur.
îmanı Ebû Hanife'ye göre, üç talâka niyet ederse üçü de vaki' sayılır.
«Sen bana kadın
değilsin veya olamazsın» veya «Ben senin kocan değilim» veya biri ona «Karın
var mıdır?» diye sorduğunda, o da «hayır» derse, bakılır : Adam ben bunu yalan
söyledim, diye idia ediyorsa, rıza ve gazab hallerinden birinde de söylemiş olsa
bile, ısdîk olunur, talâk vaki' olmaz. Ama ben bununla boşamaya niyet ;tim,
derse talâk vaki' sayılır. «Seninle evlenmedim» der ve bunun-i boşamayı
kasdederse, yine de talâk vaki' olmaz. Bunda icmâ' va' olmuştur.
Bunun gibi, «Benim
hiçbir karım yoktur» der Ve bununla talâkı asdederse, yine de talâk vaki' olmaz.
«Vallahi sen benim
karım değilsin» veya «Vallahi sen benim için adın değilsin» der ve bununla
talâka niyet ederse, fukahanın icma'-rla, talâk vaki' olmaz. Bunun gibi «Benim
sana hiçbir ihtiyacım yok-ur» demesi de aynı hükme girer. «Seni sevmiyorum»,
«Sana iştiha e ilgi duymuyorum», «Sana hiç de rağbetim yoktur» gibi sözler de
talâka niyet edilse bile- talâk sayılmaz.
«Ben senden bâin
(ayny)ım veya «Ben sana haramım» der ve »ununla boşamaya niyet ederse; talâk
vaki' olur. Ama sadece «Ben lâinim» veya «Ben haramım» der ve boşamaya niyet
ederse, talâk raki' olmaz.
Adam karısıyla boşama
konusunu müzakere ederken, »Seni bâin aldım (ayırdım)», «Senden bâin oldum
(ayrıldım)», «Seni salıver-lim» «Seni sana hibe ettim», «Seni yoluna bıraktım»,
«Sen hürsün», <Sen durumunu daya iyi bilirsin» der, kadın da bu son cümleye
kar-;ılık «kendimi ihtiyar ettim» diye cevap verirse, talâk vaki' olur. \dam,
ben bu sözlerle boşamaya niyet etmedim» dese bile tasdik olunmaz.
Karışma hitapla :
«Aramızda nikâh, yoktur», «Aramızda nikâh ^almamıştır» derse, boşamaya niyet
etmişse talâk vaki' olur.
Kadın kocasına hitapla
: «Sen benim kocam değilsin» der, kocası da «doğru söyledin» diye cevap
verirse, îmam Ebû Hanîfe'ye göre, talâk vaki' olur.
Hasan bin Ziyad'ın Ebû
Hanife'den yaptığı rivayete göre : Adam karısına «Seni ailene bağışladım», «Seni
babana hibe ettim», «Seni annene hibe ettim» der ve bununla talâka niyet ederse,
vaki' olur.
Ama «Seni kardeşine
hibe ettim», «Seni amcana veya falan yabancıya hibe ettim» derse, talâk vakf
olmaz.
ister rıza, ister öfke
halinde karısına, «Sen benim karyndan başkası oluverdin» der ve bununla
boşamaya niyet ederse, talâk vaki' olur.
«Seninle aramızda bir
şey kalmadı» der ve bununla boşanmaya niyet ederse, yine de talâk vaki' olmaz.
«Ben senin nikâhından beriyim» der ve bununla boşamaya niyet ederse, talâk
vaki' olur. Bunun gibi ^Benden uzaklaş» der ve boşamayı kasdederse, vaki' olur.
Karısına, «Dört yol
karşında açıktır» der ve bununla boşamayı kaydederse, yine de talâk vaki' olmaz.
Ancak «Hangi yolu istersen tut» derse, o takdirde vaki' olur.
«Bin defa git..» der ve
boşamaya niyet ederse, üç talâk vaki' olur. Bunun gibi, «Cehenneme git» der ve
bununla boşamayı kasdederse, yine talâk vaki' olur.
«Seni hürriyetine
kavuşturdum, seni azâd ettim» der ve bununla boşamaya niyet ederse, vaki' olur.
«Talâkını sana sattım»
der, kadın da «Onu satın aldım» derse, ric'î talâk vaki' olur. Ama «Seni mehrin
karşılığında sattım» der, kadın da «kabul ettim» derse, talâk-i bâin vaki'
olur.
Karısına hitapla «Ben
senin şu üç talâkından beriyim» derse, boşamaya niyet etse bile talâk vaki'
olmaz. Mezhebin zahiri de budur.
«Seni kadınlıktan beri
kıldım» derse, niyet etmese bile talâk vaki' olur. Bunu ister nza, ister öfke
halinde söylemiş olsun fark etmez.
Kadın kocasına, «Ben
senden beriyim» der, kocası da ona cevaben, «Ben de senden beriyim» diye
karşılık verir, kadın ona «dediğine dikkat et, neler söylüyorsun?» diye uyarır,
o da «Ben boşamaya niyet etmedim» diye cevap verirse, talâk vaki' olmaz.
Adam karısına, «Git
evlen» derse» bununla bir. talâka niyet etmişse bir, üç talâka niyet etmişse»,
üç talâk vâki,' olur.
«Git de seni bana helâl
kılacak başka bir kocayla evlen» derse, bu, üç talâkla boşadığını ikrar sayılır,
fiumm gibi «Evlen..» der ve üç talâka niyet ederse, sahih kabul edilir. Ama
hiçbir şeye niyet etmezse, talâk vaki' olmaz.
Kendisine dayak atan
adam, «Beni şu evlendiğim kadın için dövüyorsan, doğrusu ben onu terkettim, git
al» der ve bununla boşamayı kasdederse, bir bâin talâk vaki olur.
Kadın kocasına, Beni
boşa.,» der, kocası da '«İddetin bekle» derse, talâk vaki' olur. Adam, «Ben
bununla boşamaya niyet etmedim» dese bile tasdik olunmaz.
Karısına, «Sen boşsun»
derse, bir talâk vaki' olur. Sonra «Sen boşsun» derse, diğer bir talak daha
vaki' olur.
Bunun gibi sarih talâk
bâin'e de lâhik olur. Meselâ : «Sen bâin-sin» derse, ikinci bir talâk vaki'
olur. Yani önce sarih olarak «Sen boşsun» dedikten sonra bu kez bâin olarak «Sen
bâînsin» derse, her biriyle bir talâk vaki' olur, bâin sariha lâhik bulunur.
Bir mal karşılığında
karısını boşaması, sarih talâktan sonra olursa, ona lâhik olur. Meselâ : Önce
«Sen boşsun» dedikten sonra bu defa mal karşılığında «Sen boşsun derse, ikinci
talâk da vaki' sayılır.
Karısına «Sen bâinsin
(benden ayrısın)» der ve sonra tekrar «Sen bâinsin» derse sadece bir talâk vaki'
sayılır. Çünkü ikinci sözü birincisine haber yapmak mümkündür. Bunu inşâ'
yapmaya İhtiyaç da yoktur.
«Sen bâinsin (benden
ayrısın)» der veya mal karşılığında «Sen boşsun» dedikten sonra, «Eğer eve
girecek olursan sen boşsun» diye ilâve eder ve bununla talâka niyet eder,
kadında iddet içinde bulunursa, talâk vaki' olmaz.
Karısına «Vallahi sana
yaklaşmıyacağım» der de ilâ'da bulunur, sonra henüz dört ay geçmeden «Sen
bâinsin (benden ayrısın) der ve talâka niyet eder veya mal karşılığında «Sen
boşsun» derse, talâk vaki' olur. Sonra dört ay geçer de karısına yaklaşmazsa
onunla da talâk vaki, sayılır.
Ama önce muhalaada
bulunur, yani mal karşılığında «Sen boşsun» der, sonra da «Sen bâinsin (benden
ayrısın)» derse, bir şey vaki' olmaz.
Zahir rivayette «Sen
bâinsin» veya mal karşılığında Sen boşsun» dedikten sonra kadın henüz iddet
içindeyken, «İddetini tamamla» der ve bununla talâka niyet ederse, ikinci bir
talâk vaki' olur.
Mal'dan yani mal
karşılığı «Sen boşsun» dedikten sonra iddet içinde karısını boşarsa, o takdirde
kadının ona mal vermesi gerekmez. Ne var ki talâkın vukuu sarihtir ona lâhik
olur. Ric'î talâktan sonra mal karşılığında boşaması da caizdir. Ama mal
karşılığında boşar, sonra henüz iddet içindeyken tekrar mal karşılığında boşamak
isterse, sahih olmaz.
Bu sebeple beynunetten
sonra seni mal karşılığında boşadım derse, talâka niyet etmiş olsa bile bir şey
vaki' olmaz.
Yazılı boşama
genellikle iki kısma ayrılır : Birincisi : mersum, ikincisi gayr-1 mersum'dur.
Mersum'dan maksad, bir gaibe yazılan yazıda olduğu gibi, başlıklı ve unvanı
belirlenmiş şekilde yazılanıdır. Gayr-i mersum ise, böyle olmayanıdır.
Yazılı boşamanın sahife,
duvar, toprak ve benzeri bir madde üzerine işlenip açık ve belli olanı ve bir
de hava, su ve benzeri şeylei üzerine parmakla yazılıp açık ve belli olmayanı
var. İkinci şekildeki yazılı boşama dinen hiçbir hüküm ifade etmez ve talâk- da
vaki' ol maz. Talâka niyet etmiş olsa bile, yine hüküm böyledir. Başlıklı un
vanh olmayıp sadece yazılı şekilde ise, niyete bağlıdır. Talâka niye ederse vaki
olur, niyet etmemişse, talâk vaki' olmaz.
Yazılı talâk diğer bir
anlamla ikiye ayrılır :
1. Başlık ve unvan yazıldıktan sonra, «Sen boşsun» diye
açıl bir ifade kullanılmışsa, yazı kadının eline ulaşsın, ulaşmasın, yazıldığı
an boşanmış kabul edilir.
2. Yine başlık ve unvan konulduktan sonra, «Bu mektubum
senin eline geçtiği an sen boşsun» diye yazılı bulunuyorsa, o takdirde şarta
bağlı bir talâk sayılır, mektup, yani yazılı kâğıt kadının eline geçmediği süre
boşanmış sayılmaz.
«Mektubum sana
geldiğinde sen boşsun» diye yazarsa, mektup kadına ulaşınca, okusun okumasın,
talâk vaki' olur. Çünkü bu durumda şart gerçekleşmiş ve ona bağlı meşrut da
yerine gelmiş sayılır.
Adam karısına yazdığı
mektupta önce bir takım ihtiyaçlardan söz ettikten sonra «Bu mektubum sana
ulaştığında sen boşsun» diye ilâve edip göndermişse, mektup kadına ulaşınca,
okusun okumasın boş düşer. Ama adam mektubu. belirtilen şekilde yazdıktan sonra
«Seni boşadım» cümlesini silip öylece gönderirse, yine de kadın boşanmış olur.
Ama ihtiyaç bölümünü silip öylece gönderirse, boş düşmez. Çünkü şart
gerçekleşmemiş oluyor.
Mektubunun baş kısmına,
«Bu mektubum sana ulaştığında sen benden boşsun der ve sonra gerekli bir takım
ihtiyaçları yazar, sonra da mektubu henüz göndermeden «boşamayla ilgili kısmı»
siler, öylece gönderirse, kadın boş düşmez. Çünkü asıl şart olan boşamaktı,
şilince bu şart gerçekleşmemiş oluyor. Ama mektubun son kısmındaki ihtiyaç
silinip öylece gönderilirse, talâk vaki' olur. Çünkü asıl maksat boşama
konusudur, o silinmeyip öylece gönderilmiştir.
Mektubun baş ve son
kısmına bir takım ihtiyaçları yazar, orta kısmına ise «Seni boşadım» hususunu
yazıp göndermek isterken, bu kısmı silip öylece gönderirse, yine de talâk vaki'
olur. Artık mektubun baş ve son kısmındaki ihtiyaçla ilgili yazıların çokluk ve
azlığı dikkate alınmaz.
Adam karışma «Sen üç
talâkla boşsun, İnşaallahu Teâlâ» diye yazıp gönderirse, eğer inşaallah cümlesi
birinci cümleyle bitişik vaziyette yazılmışsa, talâk vaki' olmaz. Ayrı
yazılmışsa vaki' olur.
Yine karısına hitaben
yazdığı mektupta, «Benim bu mektubum sana ulaştığında veya geldiğind e sen
boşsun» der ve mektup kadının babasının eline ulaşır, o da mektubu kızma
göndermeden yırtıp atarsa, kadın boş düşer mi, düşmez mi? Eğer babası kızının
bütün işlerinde tasarrufa sahip bulunuyor, onun bütün işlerini bulunduğu yerde
organize ediyorsa, talâk vaki' sayılır. Babanın böyle bir tasarrufu yoksa,
mektup da yırtıldığı için ne yazılı olduğu anlaşılmıyor s a, o takdirde talâk
vaki' olmaz.
Adam ya dövülerek, ya
da hapsedilerek tehdid altında tutulur ve zorla «Karım olan falan kızı falanı
boşadım» diye yazdırılırsa, karısı boş düşmez.
Bir arkadaşına, «Karıma
mektup yaz, de ki : Eğer evden-dışarı çıkarsan sen boşsun» adam da mektubu yazar
ve henüz sahibine okumadan kadın dışarı çıkarsa, talâk vaki' olmaz. Sahibine
okuduktan sonra, mektup kadına ulaşınca, kadın dışarı çıkarsa, o takdirde şart
gerçekleşince meşrut de gerçekleşmiş olur, yani talâk vaki' sayılır.
Mektup yazıldıktan
sonra sahibine okununca, «Ben bir aya kadar çıkarsan diye şart koşmuştum, sen
onu yazmamışsın» der ve sonra o cümleyi ilâve ettirirse sahih sayılır. Yani
belirttiği ikinci şart caiz kabul edilir.
Karısına «Benim bu
mektubum sana gelince sen boşsun» diye yazdıktan sonra, onu beğenmeyip bir
başkasına imlâ ettirir ve sonra gönderirse, iki mektup yanlışlıkla da
gönderilmiş olsa, kadına ulaştığında iki talâk vaki1 olur. Bu kazaî cihetle
böyledir. Ama kendisiyle Allah arasındaki mes'uliyet ölçüsüne göre, bir talâk
vaki' sayılır. Çünkü o iki mektup aslında tek nüsha sayılır.
Zevcin talâkı zevcesine
havale etmesi veya boşama işini vekiline ya da elçisine veya karısının velîsine
bırakmasıdır.
İslâm Aile Hukukunda
kadına bir takım haklar verilirken boşama yetkisinin verilmesine de kapı açık
tutulmuştur.
Böylece Tefviz-i Talâk
üzerinde duran fakihler, bunu şu üç kışımda belirtmeye çalışmışlardır :
Tefvîz-i Mutlak, Tefvîz-i Mukayyed ve Tefvîz-i Ânım. Birincisi herhangi bir
vakit ile bağlı buînmayan tefvizdir. Kocanın karısına hitaben «Kendini tatlîk
et, boşa)» diye yetki vermesi bu cümledendir, İkincisi, bir zaman ile bağlı
bulunan tefvizdir. Kocasının karışma hitaben : «Bugün veya yarın kendini boşa»
diye yetki vermesi gibi. Üçüncüsü, bütün vakitleri kapsar şekilde bir ifade
kullanarak, «Ne vakit istersen kendini boşa» demesi gibi.
Taîâk'm önemli bir
bölümü sayılan Tefviz-i Talak'ı kısaca özetledikten sonra günümüzde mahkeme
kararıyla meydana gelen boşamaların, erkek istemediği halde kadının dava açıp,
boşanmayı sağlaması ve Belediye nikâhı yapılırken, erkeğin imza atarken Medeni
Hukukta yerini alan Aile Hukukunun bütün esaslarını kabul etmesi karşısında
takip edilecek yol nedir? Bu sebeple Tefvîz-i Talâk konusunu işlerken bir diğer
başlık açarak Belediye Nikâhı ve Hakimin Boşama veya ayırma karan ile iligli
hususları yeterince açıklamamız gerekmektedir.
İslâm fıkhında Talâk :
«Şer'î nikâhla olan kaydın kaldırılmasıdır»
şeklinde tarîf edilmiştir. Ancak bu kaydı kaldırmaya kim. yetkilidir?
Yine İslâm fıkhına göre, koca ve bazı hallerde hâkim; bazen de kadın yetkili
sayılır. Kocanın yetkisi
mutlaktır, dilediği zaman -sünnete uygunluğa dikkat ederek- bu yetkirlni
kullanabilir. Hâkimin yetkisi bir takım sebep ve şartlara bağlı tutulmuştur.
Ayni zamanda hâkimin yetkisi talâktan ziyade tefrik ve butlandır, yani karı
kocayı ayırmak ve nikâh akdini hükümsüz saymaktır.. Kadının yetkisi, tefviz ve
ihtiyar kaydı tevdiine bağlıdır. Bir mal karşılığı olmaksızın koca kendi karışma
boşama yetkisini verdiği takdirde -mutlak, mukayyed ve umum durumları dikkate
alinarak-kadın boşanma yoluna baş vurabilir.
Medenî Hukukta boşama
yetkisi hâkimin kararma vabeste olmak şartiyle kan kocanın ikisine de boşama
dâvası açma yetkisi verilmiştir. 124. Madde : «Evlenmenin butlanı ancak hâkimin
kararıyla hüküm ifâde eder..» denilmiştir. Bundan çıkarılan sonuç şudur : Hâkim
boşama veya ayırma kararı vermedikçe kan-kocanın evliliği devam eder.
İslâm Fıkhına göre :
Zorlayıcı bir sebep olsun olmasın, koca kendi karısını -hâkim istemese bile-
boşayabilir. Hâkim onun bu yetkisini selbedemez.
İslâm Fıkhında
Karı-Koca arasını ayırmaya hâkim aşağıdaki sebepler karşısında yetkili
kılınmıştır ;
1. Lîân olayının ortaya çıkması.
Bu durumda tefrik (karı
kocayı birbirinden ayırma) ancak hâkimin tefrik hükmüyle gerçekleşebilir.
Tabii bu görüş ve icti-had Hanefîlere göredir.
2. Ergenlik çağına girmeden evlenen çiftlerden birinin bu
çağa girdikten sonra İhtiyar hakkını kullanması durumudur. Eşlerden biri bu
hakkını kullanmak istediğinde, hâkimin tefrik kararına bağlıdır. Hâkim karar
verirse, o takdirde ayrılma gerçekleşir.
3. Kocanın cinsî iktidarsızlığı, idiş bulunması ya da
tenasül aletinin kesik olması halinde, kadın hakkının zaye'dildiğini ileri sürerek
hâkime baş vurabilir ve bu durumda hâkim Firkat-Î Butlan ile tefrik hükmünü
verir
4. Adem-i Kefaet ya da mehr noksanlığı halinde hâkime
başvurulduğu takdirde nikâhı feshedebilir. Ancak bu fesih bir talâk anlamını
taşımaz. Çünkü firkat erkek tarafından meydana gelmemiştir. O bu konudaki
velayet hakkını kullanmadıkça talâk vaki' olmaz.
5. Dâr-i İslâm'da karısı Müslüman olduktan sonra kocasının İslâm'a girmemesi halinde
hâkim tefrik hükmünü verir. Bunun gibi müşrik ya da nıecûsî olan koca Dâr-i
İslâm'da Müslümanlığı kabul ettikten sonra karısı İslâm'a girmiyecek olursa,
hâkim yine tefrik hükmünü verir. Çünkü birinci şekilde Müslüman bir kadın bir
gayr-i müslim erkekle evli kalamaz.
İkinci şekilde Müslüman bir
erkek müşrike ya da mecusîye bir kadınla evlenemez, daha önce evlenmiş-lerse
evlilikleri devam edemez.
Bu durumda İslâmiyet!
kabul etmemek koca tarafından ise bu tefrik, talâk mahiyetindedir. Kadın
tarafından ise sadece fesih mahiyetindedir.
Sözünü ettiğimiz hüküm
Hanefîlere göredir, Şafi'lere göre ise : Kan kocadan biri Müslüman olduğu
takdirde, firkat kendiliğinden meydana gelir. Ancak cinsel temas vuku' bulmadan
önce Müslüman olmuşsa, firkat derhal vaki' sayılır. Cinsel temas meydana
geldikten sonra Müslüman olmuşsa, üç hayz (ayhali) geçtikten sonra firkat vaki'
olur.
6. Karı kocadan birinin irtidad etmesi (dinden çıkması)
halinde tefrik hükmü verilir. Ancak bu kadının irtidadmdan dolayı meydana
gelen firkat, talâk mahiyetinde değildir. CEbû Hanife ile Ebû Yusuf'a göredir.
İmam Muhammed'e göre, bu da firkat-i talâk sayılir).
îrtidad olayı meydana
geldikten sonra koca ayrılmak istemediği takdirde hâkim derhal tefrik hükmünü
verir. İkisi birden irtidad edecek olurlarsa, istihsanen firkat vaki' olmaz.
Zina, cana kasd, cürüm
ve haysiyetsizlik, terk, dimağ hastalığı, geçimsizlik ve benzeri sebepler.
(Madde : 129 - 134)
Boşanma dâvasını
ikameye hakkı olan taraf dilerse, boşanma, dilerse ayrılmak isteyebilir. (Madde
: 135) Boşanma sebeplerinden biri sabit olunca hâkim ya boşanmaya veya ayrılığa
hüküm ile mükelleftir. Dava yalnız ayrılığa dair ise boşanmaya hüküm olunmaz.
(Madde : 138)
Görüldüğü gibi, İslâm
Fıkhında hâkime tanınan yetkiyle Medenî Hukukta tanınan yetki çok farklıdır. Bu
durumda, boşamak istemi-yen kocanın bütün ısranna rağmen kadın mahkemeye baş
vurur da boşanmak ister ve hâkim de buna karar verirse, bu kadın başka bir
erkekle evlenebilir mi? Medenî Hukuka göre evlenebilir. İslâm Füo hına göre bir
hüküm vermeden önce bazı hususları göz önünde bulundurmak gerekir :
«Sultan bir adamı
kansını boşamaya kendisini vekil etmek üzere zorlayacak olur, adam da dayak ya
da hapis korkusuyla «Sen benim vekilimsin» der ve başka bir şey söylemezse,
sultan bu vekalete dayanarak onun karısını boşayack olursa, talâk tahakkuk eder
mi? Müvekkil ben bunun için vekâlet vermedim, dese bile onun bu iddiası dikkate
alınmaz ve talâk vaki' olur.»
Bu durumda Belediye'de
akdedilen nikâh muamelesinin zımnında bu ikrah yollu vekâlet düşünülebilir mi?
Yani Medenî Hukuk, Belediye başkanına veya onun görevlendireceği kişiye
evlendirme yetkisi tanırken hâkime de bu yetkiyi vermiş midir? Adam nikâh
defterine imza atarken bunu zımmen kabul etmiş sayılır mı?
Bir an için zımnen
böyle bir vekâlet verildiğini kabul etsek bile, îslâm Hukukuna göre, sahih olan
şudur ki, koca olan adam vekili azletme yetkisine sahiptir, dilediği zaman onu
azledebilir. Halbuki medeni hukuka göre, koca bu konuda boşama ya da aynlma
hükmünü vermeye yetkili bulunan hâkimi azledemez. Bir hakime güvensizlik
gösterip redd-i hâkim talebinde bulunsa, başka bir hakim ayni davaya ayni hukuk
esaslanna göre bakar.
Gerçek bu olmakla
beraber, kanaatimce adam nikâh akdinde deftere imza atarken Medenî Hukukun Aile
Hukukuyla ilgili bölümünü tamamen kabul etmiş sayılır. Bu durumda hâkimin
tefrika yetkisi vardır. Ancak baş vurma koca tarafından olmadığı takdirde bu bir
boşanma sayılmaz. Tabii bu da İslâm Fıkhına göre böyledir. Medenî Hukuka göre,
kadın boşanma davası açar ve hâkimde onun istediğine uyup boşanma karan
verebilir.
Diğer bir husus da
Beİediye'de yapılan nikâh akdiyle koca attığı imza sebebiyle karısına boşama
yetkisi vermiş oluyor mu? Medenî Hukuka göre, yapılan nikâh akdinde kan-koca
Aile Hukukunun bütün hükümlerini kabul etmiş sayılırlar. Biz îslâmî açıdan bir
yargıya varmadan Tefvîz-İ Talâk bahsini incelememiz gerekir :
Talâk yalnız erkeğe mülk
olarak tanındığı için o istediği zaman -Sünnete uygunluk içinde- başkasını bu
hususta kendine nâib (vekîl) edebilir! bu vekîl onun karısı olabileceği gibi bir
başkası da olabilir.
Hanefîlere göre, talâkta
inâbe üç şekilde olabilir :
1. Kadının boşanma hususunda muhtar bırakıldığına dair
bir elçiye haber göndermek, yani ona bu hususta mutlak serbesti tanımak.
2. Birini -ki bu kadının kendisi de olabilir- vekil
ta'yîn etmek. Ancak ne var ki, kadın talâk konusunda kocasının vekili olamaz.
Çünkü bu durumda kadın
kendi nefsini boşanuş olur. Bu bakımdan başkası için bir amelde bulunamaz.
3. Tefviz ile ona imkân vermek. Bu, başkasına talâkı
temlik anlamına gelir.
Tevkil ile Tefviz
arasında bir takım farklar vardır :
a) Müfavvaz mâlik sayılır ve kendi arzusuna göre amel
edebilir. Vekil ancak müvekkilinin arzusuna göre amel edebilir.
b) Tefvizden sonra koca rücu' edemez. Ama tevkilden sonra onun için rücu'
hakkı vardır vekilini azledebilir.
tefvîz'in delâlet
ettiği geniş mâna ise şu misallerle anlatılabi-lir : Koca, karısından başkasına,
«Ne zaman istersen karımı boşa!» der veya karısına : «Ne zaman istersen kendini
boşa!» diye yetki verirse, bu tefvîz olur. «İhtiyarını kullan» derse, o meclise
hasbir yetki vermiş sayılır. O halde koca tefviz hususunda karışma mutlak yetki
tanıyabileceği gibi, mukayyed (zamanla, meclisle mukayyed) yetki de tanıyabilir.
Tevkil'in delâlet
ettiği geniş mâna ise şöyledir :
Adam başka birine,
«Karımı boşa!» ya da «Seni vekil ta'yîn ettim, karımı boşa!» derse, bu
başkasına verilen yetki tevkildir, tefvîz değildir.
Mâlikîlere göre de koca
talâk konusunda hem karısına, hem başkasına inâb& verebilir. Bu risaâle (yazılı
kâğıt) ve tefviz ile olur. Ancak bu durumda tefvîz üç kısma ayrılır : Tevkil,
Temlik ve Tah-yir... Tevkil, müvekkilin hakkını ya da rücu' etmesini selbetmez.
Müvekkil dilediği zaman vek'lini azledebilir. tahyîr, başkasına üç talâkı
temlik etmektir ki bunda rücu' ve azil yoktur.
Hanbelîlere göre; Adam
talâk hususunda herhangi bir kimseye -katısı bile olsa- inâbe verebilir.
Talâktaki bu niyabet her haliyle tevkil sayılır.
tefvîz ve tahyîr
hususunda ta'yîn edilen zaman muteber sayılır. On gün kadar, demişse,
söylendiği andan itibaren on günün bitimine kadar bu yetki devam eder. O
durumda kadın kendini boşa-dıktan sonra başka bir kocayla evlenir ve sonra ondan
da boşanır veya adam ölür de yine eski kocasıyla evlenirse, artık ilk verilen
yetki hükümsüz kalır.
Karısının arzusu
üzerine talâk konusunda başka bir adamı ve±ui ta'yin edip sefere çıkar ve fakat
sonra pişman olup kadının hazır bulunmadığı bir yerde vekili azlederse, sahih
olan, kocanın azle mâlik olmasıdır.
Talâka tevkil edilen
kimse başka birini kendi yerine vekil ta'yin edemez.
Karısına «Senin emrin
elindedir, ne zaman istersen...» derse kadın bu durumda ne zaman isterse, ister
o mecliste, ister başka bir mecliste kendini boşayabilir. Çünkü tahyîr mutlak
anlamdadır.
O halde :
Belediye'de Medenî
Hukuka göre, akdedilen nikâhla, adam karısına böyle bir yetki vermiş olmuyor
mu? Açıktan bir tefvîz ve tah-tyîr ifade edilmiyorsa da zımmen ve evlenmenin
genel hüküm-' lerînî kabullenme yönünden böyle bir tahyir vermişe benziyor. bu
kesin olmamakla beraber üzerinde hassasiyetle durulacak bir konudur. Kanaatimce
adam karısına boşanmayı gerektiren sebepler zuhur ettiğinde
boşanmak için hâkime baş vurma yetkisini vermiş oluyor. Bu durumda kadın
rahatlıkla boşanma için dâva açabilir.
Nikâh akdinde hem
karısına, hem hâkime zımmen veya dolaylı-yoldan tahyîr ve tekvil yetkisinin
verildiğini kabul edecek olursak, o takdirde koca koşamayı arzu etmese bile
hâkim kadının müracaatı üzerine tefrîk yapabilir. Hattâ zımnen hâkime verilen
vekâlet üç talâk anlamını taşıyorsa, bu durumda hâkim talâk-ı firkat yapabilir.
Ayni zamanda nikâh
akdinde kadına da zımnen tahyîr verilmiş ve bir nev'i, «Dilediğin zaman kendini
boşayabilirsin» yetkisi yer almışsa, o takdirde kadın hâkime baş vurmakla
kendini boşatabilir.
Ancak şunu tekrar
belirtelim ki, zımnen böyle bir vekâletin hâkime verildiğini kabul etsek bile
bu vekâlet kocadan boşama yetkisini hiç bir zaman selbetmez ve koca dilediği
zaman vekilini azledebilir. Ama hâkime veya hem hâkime, hem karısına vekâlet
değil de tefviz veya tahyîr yetkisini mutlak anlamda vermişse, -ki attığı
imzayla bunu bir bakıma vermiş sayılır- o takdirde ne hâkimi, ne de karısını
azletme yetkisi yoktur.
Gerçi Medenî Hukuk
muvacehesinde bu hususlar geçerli değildir. Biz sadece bir mukayese olsun diye
iki hukuku -mevguumuz gereği- karşılaştırmayı, bir fikir verme bakımından
yararlı gördük.
Diğer bir husus :
Kocanın rızası olmadığı
halde hâkim ayrılmalarına hükmederse, bu talâk sayılmaz, tefrik sayılır. O halde
koca dilediği zaman karı-siyle tekrar evlenebilir.
Tahyir hususunda dikkat
edilecek önemli bir nokta da talâkın sayı meselesidir : tefvî2 ve tahyîr'de
kocanın niyetine bakılır, sadece tahyîrle birlikte talâk — Boşama lâfzını
kullanırsa, bu ric'î bir talâk olur. Üç sayısını buna eklerse1 üç talâk birden
vaki' olur.
Resmî nikâhta aile
hukukuna göre zımnen tevkil ve tah-' yîr verirken üç talâk yetkisiyle bunu
vermiş sayılır mı? Medenî Hukukta üç talâk diye bir kayıt söz konusu olmadığına
bakılırsa, üç talâk yetkisi değil, mutlak anlamda bir yetki verilmiş kabul
edilir.
Şayet üç talâk yetkisi
hâkime ya da kadına verilmişse, meydana gelen boşanmadan sonra tekrar
evlenebilir mi? Gerçi Medenî Hukukta bunda bir sakınca görülmemiştir. Ama îslâm
Fıkhında bu sakıncalıdır. Meseleyi tefrîk cihetiyle düşünecek olursak, adam
nikâh akdinde sadece hâkime zımnen tefrîk yetkisini tevkil yoluyla vermişse, bu
durumda kendisi de boşama için müracaat etmemiş ve ayrılmak istiyen karısının bu
isteğini de uygun bulmamış, buna rağmen hâkim kendilerini ayırmışsa, o takdirde
tekrar evlenmelerinde bir sakınca yoktur. Kanaatimce nikâh akdinde aile hukukuna
göre hâkime verilen yetki bir tefrîk yetkisidir. Çünkü karı kocadan birinin baş
vurması olmadığı takdirde hâkim onları ne boşayabi-lir, ne de ayırabilir.
Ama koca boşamak için
bizzat veya bilvekâle bas vurmuş ve bu sebeple boşanmalarına hâkim karar
vermişse, o takdirde bu hüküm ve karar talâk-ı firkat sayılacağından îslâm
Fıkhına göre, adam bu baş vurmayı üç talâk niyetini taşıyarak yapmışsa, o
takdirde -kadın başka bir kocaya varıp ondan tesadüfen ayrılmadıkça veya
ikinci kocası ölmedikçe- birinci kocasıyla evlenemez. Medenî hukukun 95.
maddesine göre : «Boşanma ile ayrılmış olan karı-koca birbirleriyle evlenmek
istedikleri takdirde hâkim bu müddeti kısaltabilir. Müddet 300 gündür.
Adam karışma,
«İstediğini seç» der ve bununla boşamaya niyet eder veya «Kendini boşa!.» derse,
o takdirde kadın o mecliste bulunduğu süre içinde kendini boşama hakkına
sahiptir. îsterse o mecliste uzun süre otursun, kalkıp terketmediği sürece bu
hak devam eder. Ancak meclisten kalkmamakla beraber başka bir işle meşgul
olmaya başlarsa, konuyu değiştirdiği için artık boşama yetkisi kalkar.
Adam karısına bu
yetkiyi verdikten sonra artık geri alma hakkına sahip değildir. Kadını bundan
men'edemez. Kadın kendini boşa-dığı takdirde adam bunu hükümsüz sayamaz.
Kadının bulunduğu
meclisten kalkmadığı halde ne gibi işlerle meşgul olması, bu verilen yetkiyi
hükümsüz kılar? Fukaha buna şu misalleri vermişlerdir: Yemek hazırlayıp
getirmek, uyumak için yatakları hazırlamak, el-yüzünü yıkayıp saçlarını
taramak, banyo yapmak ve güzel kokular sürünmek için bir süre uğraşmak,
kocasıyla cinsel yaklaşmada bulunmak gibi.
Kadının bu arada su
içmesi veya az bir şey yemesi ya da sigara içmesi kocasının verdiği yetkiyi
hükümsüz bırakacak ölçüdeki meşguliyetlerden sayılmamıştır.
Bunun gibi, oturduğu
yerden kalkması, ayakta ise oturması; bana şâhid çağınn da meseleyi sonuca
bağlıyalım, demesi; Veya babamı çağırın da durumu bir de onunla görüşeyim,
söylemesi de kendisine verien ihtiyarı selbetmez.
Ancak kocası kendisini
bu hususta muhtar bıraktığında kadın hayvan üzerinde idiyse, iner veya yerde
idiyse hayvana binerse, verilen yetki hükümsüz kalır. Çünkü bulunduğu durumda
ciddi bir değişiklik meydana gelmiş sayılır.
Kadın hayvan üzerinde
yol alırken kocası ona böyle bir ihtiyar yetkisi verir, o da hayvanı durdurursa
yetki hükümsüz olmaz. Ama durduktan sonra tekrar yoluna devam ederse, yetki
hükümsüz kalır. Çünkü bu durumda hayvanı sürüp yoluna devam etmesi, meclisi
değiştirme anlam ve hükmünde sayılır.
Bunun gibi kadın hayvan
üzerinde durmuş bir vaziyette iken kocası kendisine ihtiyar yetkisi verdikten
sonra kadın hayvanı sürüp yürümeye başlarsa, ihtiyar hükümsüz kalır. Bu da
meclis değiştirme anlamına gelir. Ama yürümeden boşandığını söylerse, bu
geçerli kabul edilir ve kadın bir talâk-i bâin ile boşanmış sayılır.
Karı koca ikisi de ayni
vasıtada bulunursa, ister vasıta hareket halinde olsun, isterse olmasın,
farketmez. Koca karışma boşanma hususunda ihtiyar yetkisi verirse, bu yetki
devam eder. Çünkü meclis değişmedi kabul edilir. Kadın vasıta içinde değişik
hareket ve oturma şekillerinde bulunsa bile, bu verilen yetkiyi olumsuz yönde
etkilemez.
Adam boşanma hususunda
karısına ihtiyar yetkisi verir, yani onu bu hususta serbest bırakır ve kadın
henüz bir karar vermeden o zorla veya istekle cinsel temasta bulunursa, verilen
yetki hükümsüz kalır.
Kadına boşanma
hususunda kocası serbesti tanır, yetki verir, kadında henüz bir karara varmadan
kalkıp namaz kılacak olursa, bu namaz ister farz, ister nafile olsun, fark etmez
ve ihtiyar hakkı hükümsüz kalır.
Kadın namazda iken
kocası ona1 böyle bir serbesti verir ve kadın da namazını bitirince, karar
vermek isterse, onun bu kararı geçerli olur mu? Kıldığı namaz farz ve vâcibse,
geçerli sayılır. Nafile ise, iki rek'atı tamamlayıp selâm verirse, yetkisi
geçerlidir. Dört rek'ata çıkarmaya devam ederse, yetki kendiliğinden düşmüş
olur.
Adam karışım kendisini
boşama hususunda serbest bırakır, yetki verdikten sonra kadın karar vermeden
önce, «bana» şunu verirsen kendimi boşarım diye teklifte bulunursa, verilen
yetki hükümsüz kalır.
Kadın ona «Neden
dilinle beni boşamıyorsun da yetki veriyorsun?» dedikten sonra kendini boşarsa,
geçerli sayılır.
Adam, karışma
«Serbestsin..» der, kadın da «kendimi senden ayırdım veya kendimi sana haram
kıldım veya kendimi boşadım» diye cevap verirse, bununla talâk-ı bâin vaki1
olur.
Eğer «serbestsin, beğen
beğendiğini» gibi kelimelerle birlikte «Talâkı seç, Talâkı beğen» derse, kadında
«talâkı seçtim, onu beğendim» diye cevap verirse, bu bir talâk-ı ric'î olur.
Adam «Üçü» veya ( üçü
beğen» der, kadında seçtim veya beğendim, derse üç talâk vaki' olur.
Adam, karısına :
«İhtiyar et, ihtiyar et, ihtiyar et!» der, kadın da birinciyi ihtiyar ettim veya
ikinciyi ihtiyar ettim veya sonuncusunu ihtiyar ettim» diye cevap verirse,
niyetsiz olarak üç talâk vaki' olur. Ancak ez-Ziyadat'ta, üç talâk vaki' olması
için. niyet şarttır, denilmiştir. Ayni zamanda bu îmam Ebû Hanîfe'nin
görüşüdür. îmameyn'e göre, niyet etmediğinde sadece bir talâk vaki' olur.
Kocasının yukarıdaki
sözüne karşılık, «Kendimi boşadım» veya «Ben boşum» derse bu hepsine birden
cevap olur ve üç talâk yine vaki' sayılır.
Yine karısına üç defa
üstüste «Beğen veya seç!» der, kadın da bir talâkı veya «birinci talâkı seçtim
diye cevap verirse, biMcmâ sadece bir talâk vaki' olur.
«İhtiyar et, ihtiyar
et, ihtiyar et!» der, kansı da «Bundan birini hükümsüz saydım» diye cevap
verirse hepsi birden hükümsüz olur. Çünkü bu hususta kadının niyeti ve lâfzı
muteberdir. El-Muhit sahibi de ayni görüştedir.
Adam yine Îİhtiyar et,
ihtiyar et, ihtiyar et!» der, kadın da nefsini ihtiyar ederse, koca bu defa
«Ben birinci sözle talâkı arzu ettim, ikinci ve üçüncü sözü te'kid olsun diye
söyledim, derse kazaî olarak bu sözü tasdik olunmaz.
Karısına «İhtiyar et,
yani beğenip seç» der, kadın da «Seni ihti-. yar etmiyorum» veya «Seni
istemiyorum» ;veya «Sana ihtiyacım yoktur» diye cevap verirse, bunların hepsi
hükümsüzdür. «Talâk ihtiyar ietmiyorum» derse, bu emri reddetmek anlammadır.
«Kocamdan hoşlanıyorum» veya «Kocamı seviyorum» derse, bu durumda kadın henüz
serbestisi üzeredir. Kocamdan ayrılmaktan hoşlanmıyorum» diye cevap verirse, bu
kocasını seçip beğendiğine delâlet eder. «Senin karın, olmamayı ihtiyar ettim»
derse, bâin düşer.
Karısına, «Bir talâk
ihtiyar et..» der, kadında «seçtim onu» diye cevap verirse, bir ric'î talâk
vaki' olur. «îki talâk seç» der, kadın da «Bir talâk seçtim» derse, bir talâk
vaki' olur.
«Durumun senin
elindedir..sözü de «Seç, beğen» gibidir.
Karışma, «Senin durumun
senin elindedir» der, veya «Senin durumunu sana bırakıyorum» şeklinde konuşur
ve bununla üç talâka niyet ederse, kadın da «kendimi bir talâkla ihtiyar ettim»
diye cevap verirse, yine de üç talâk vaki' olur.
«Durumun kendi
elindedir» der ve bununla üç talâka niyet eder, kadın da kendini üç talâkla
boşarsa, üç talâk vaki' olur. Erkek iki talâka niyet etmişse, sadece bir talâk
vaki' olur.
Adam karısına, «Allah
dilerse, sen boşsun» veya «Sen boşsun meğerki Allah dileye» veya «Sen boşsun,
Allah dilediği zaman» gibi istisna yollu boşamada bulunursa, talâk vaki' olmaz.
Bunun gibi, «Sen
boşsun, Maşaaliahu Kâne» yani Sen boşsun, Allah'ın dilediği olur, söylerse,
bununla da kadın boş düşmez.
«Sen boşsun, eğer Allah
dilemiyecek olursa» sözü de böyledir. Yani bununla kadın boşanmış olmaz. Ama
«Sen boşsun, Allah nasıl dilerse» derse, derhal kadın boş düşer.
«Sen boşsun, ancak
Allah'ın dilediği müstesna» derse, bir talâk vaki' olur.
«Sen Allah'ın
iradesiyle, O'nun dileğiyle veya O'nun sevgisiyle boşsun» derse, yine de talâk
vaki' olmaz. Bunun gibi «Allah'ın rıza-siyle boşsun» derse, hüküm değişmez.
Çünkü bunda da bir bakıma istisna anlamı mevcuttur.
«Eğer Allah bana yardım
ederse veya O'nun yardımıyla sen boşsun» derse, bununla istisna anlamını
kasdetmişse, talâk vaki1 olmaz.
Karısını «Sen üç
talâkla boşsun inşaallah» der ve bununla Allah'ın ne dilediğini bilmezse, talâk
vaki' olmaz.
Adam karışım sağlıklı
veya hastalıklı halinde boşar sonra ölürse, kadın da henüz iddetini
tamamlamamış durumda ise, kocasına varis olur.
Bu durumda kadın ister
kitap ehlinden olsun, ister câriye olsun, henüz iddeti bitmeden kocası ölürse, o
da iddet içindeyken Müslüman olur, câriye ise, hürriyetine kavuşturulursa, yine
de kocasına vâris olma hakkını elde eder.
Karısını üç talâkla
boşadıktan sonra bile ölse, kadının iddeti bitmemişse, o takdirde yine vâris
olur. Ama kadmın iddeti bittikten sonra kocası ölürse, o takdirde vâris olamaz.
Çünkü bu durumda ilgisi tamamen kopmuş sayılır.
Bütün bu durumlarda,
kadın boşanmayı ister de kocası onun isteğine uyarak onu bir veya üç talâkla
boşar ve iddeti bitmeden adam ölürse, kadın bu durumda vâris olamaz. Çünkü
boşanmayı kendisi istemişti.
Adam karısını üç
talâkla boşadıktan sonra iddet içindeyken kadın irtidad eder (dinden çıkar)
sonra tekrar Kelime-i Şehadeti getirip dine girerse -iddeti bitsin bitmesin
artık bu durumda- ölen kocasına vâris olamaz. Çünkü iddet içindeyken dinden
çıkmasiyle mirası olma hakkını kaybetmişti. Yekrar İslâm'a girip henüz iddeti
bitmeden kocası ölürse, mirasçı olma hakkını kazanamıyor.
Adam dinden çıktıktan
sonra öldürülür veya dar-i harbe geçerse ya da bu. durumda iken îslâm ülkesinde
ölürse, karısı kensine vâris olur.
Kadın irtidad ettikten
sonra ölür veya dar-i harbe geçerse, bakılır : Eğer kadın sağlıklı bir halde
iken riddet etmişse, kocası ona vâris olamaz. Hastalık halinde irtidad etmişse,
o takdirde kocası istin-sanen vâris olur.
Kan - koca ikisi birden
irtidad eder (dinden çıkar), sonra ya beraber İslâm'a girer veya birisi İslâm'a
girer, çok geçmeden birisi ölürse; ölen Müslüman ise, sağ kalan murted
olduğundan ona vâris olamaz. Ölen murted ise sağ kalan Müslüman kansı ona vâris
olur. Ölen mürtedde olan kadın ise ve dinden çıkması hastalık halinde olmuşsa,
kocası ona vâris olur. Sağlıklı iken dinden çıkmışsa, kocası artık vâris
olamaz.
Adam hasta yatarken
oğlu, onun karısıyla zorla cinsel temasta bulunursa, kadın kocasına vâris
olamaz. Ama adam kadını mirastan mahrum bırakmak için oğluna bu yolda emir
vermişse, bu mirası kaçırma anlamına gelir.
Hastalık halinde iken
adam karısını üç talâkla boşadıktan sonra oğlu o kadınla cinsel temasta bulunur
veya onu şehvetle öperse, kadın -iddet bitmeden kocası ölürse- vâris olur,
Kadın hasta halinde iken isteyerek kocasının
oğluyla cinsel temaşta bulunduktan sonra iddet içindeyken Ölürse, kocası ona
istih-sanen vâris olur.
Adam hasta iken
karısını bâinen boşar, sonra sıhhatına kavuştuktan sonra ölürse, karısı ona
vâris olamaz.
Kadın kocasına, »Beni
talâk-ı ric'i ile boşa, der; o da onu üç talâkla veya bir talâk-i bâin ile
boşar ve öylece ölürse, kadın ona vâris olur.
Adam hasta iken
karısına, «Durumun elindedir» veya «îstediği-ni seç» derse, kadın da kendini
boşarsa, veya «Kendini üç defa boşa» der, kadın da öyle yaparsa, kadının henüz
iddeti tşer'ân bekleme süresi) dolmadan adam ölürse, kadın kocasına vâris
olamaz.» Çünkü burada boşanma
hususu tamamen kadının ihtiyarına bırakılmış o da bu ihtiyarını kendi rızasıyla
kullanmıştır.
Ama kadın kendini üç
talâkla boşar; kocası da buna cevaz verir razı olursa, o takdirde kadın iddet
içindeyken adam ölürse, kadın ona vâris olur. Çünkü bu hususta yetki adama
bırakılmış durumdadır, kadının üç talâk teklifine cevaz vermek zorunda
değildir.
Hasta yatarken karısını
boşar ve hastalığı iki yıl kadar sürdükten sonra ölür ve onun ölümünden sonra
boşadığı kadın henüz altı ay dolmadan doğum yaparsa, kocasına vâris olabilir mi?
İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhamnîed'e göre olamaz.
Adam hastalanır da
ancak tabii ihtiyaçlarını şahsen yapabilecek durumda olur, bununla beraber
karısının kendisine bakmadığını bahane ederek onu boşarsa, buna talâk-î farr
denir. Yani mirası karısından kaçırıp diğer vârislere bırakma amaciyle yapılan
boşama.. Bu durumda kadın mirastan mahrum edilemez. Ancak adam yatalak olursa
tabi ihtiyacını şahsen gideremiyecek kadar halsiz bulunur ve kansı da kendisine
bakmazsa, o takdirde karısını boşayacak olursa, buna talâk-i farr denilmez ve
karısı miras hakkını kaybeder.
Özetleyecek Olursak :
Hasta yatan adam ev
içinde kalkıp kendi ihtiyaçlarım giderecek durumda ise, bakmadı bahanesiyle
karısını boşarsa, bu, mirası kaçırma anlamına gelir ve geçerli sayılmaz. Ev
içinde kalkıp ihtiyacını giderecek durumda değilse, karısının hiç bakmadığını
ileri sürerek boşarsa, bu mirası kaçırma anlamına gelmez.
Kocası hasta olduğu
gibi kadın da hasta bulunur ve yukarı kata çıkacak güçte olmazsa, o takdirde
kocasının şikâyet hakkı yoktur. Bu durumda boşarsa, mirası kaçırma anlamına
gelir. Ama kadm üst kata veya dam üstüne çıkacak durumda ise, kocası bakımsız
bir vaziyette yatalak olarak kendi ihtiyacını giderecek güçte değilse,
karısını boşadığı takdirde bundan mirası kaçırma anlamı çıkmaz.
Adam denizde boğulmak
üzere veya bir canavarın pençesinde can vermek üzere iken karısını boşarsa, bu
mirası kaçırma anlamına gelir ve geçerli kabul edilmez. Hapiste bulunur veya
düşman elinde esir kalır veya düşmanlarının korkusundan bulunduğu yerden
çıkamaz olur da bu arada karısını boşarsa, mirası kaçırma anlamına gelmez.
Çünkü bu durumlarda bulunan kimsenin kurtulma şansı daha fazladır.
Yatağa düşürmiyen yara
ve bir iç ağrısı, diğer ağır hastalıklarla kıyas edilmez. Böyle olan kimse
sıhhatli sayılır. Bu durumda karısını boşayacak olursa, mirası kaçırmış
sayılmaz.
Adam hasta halinde
karısını boşar ve o hastalıktan henüz iyileşmeden öldürülür veya başka bir
hastalık arız olur da ölürse, -bütün bunlar iddet içinde gerçekleşmişse- o
takdirde kadın vâris olur.
Adam hasta iken
karısını boşadıktan sonra kadm onu öldürürse, vâris olamaz. Çünkü kaatile miras
verilmez.
Kadın hasta yatarken,
kocasının oğluyla temas kurması veya dinden çıkması gibi bir fiilde bulunursa,
bu mirası kocasından kaçırmaya yönelik bir davranış kabul edilir ve bu durumda
kadm ölürse, kocası ona vâris olur. Ama sıhhatli bir halde iken bu ve benzeri
fiillerde bulunduktan sonra ölürse, kocası ona vâris olamaz.
Kocası hasta iken kadm
onun cinsel iktidarsızlığını veya tenasül aletinin kesik bulunduğunu ileri
sürer, .kocası da bunu kabullenip ayrılmalarına karar verildikten sonra adam
ölürse, kadm ona vâris olamaz. Çünkü kendi rızasıyla ayrılmıştır.
Adam hasta iken
karısına zina isnadında bulunur ve bu sebeple lîan yapar ve sonra ölürse,
imamların ittifakiyle kadın vâris olur.
Zina isnadı, adam
sağlıklı iken vuku' bulur, lîan ise hastalandıktan sonra yaptırırsa, o takdirde
yine kadm varis olma hakkını kaybetmez. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf a
göredir.
İslâm Fıkhında adam
karısına yaklaşmamaya, yani onunla cinsel temasta bulunmamaya yemin ederse,
buna ÎLÂ' veya î'lâ' denir, ölmeden ilâ'nın süresi biter, böylece ölürse,
kadının iddeti de bitmemişse, o takdirde kocasına vâris olur.
Ama î'lâ meselesi adam
sağlıklı iken olur, süresi ise adamın hastalığı halinde geçerse, kadm ona vâris
olamaz.
Adam hastalık halinde
karısına «Ben seni hasta olmadan önce üç talâkla boşamıştım. Şimdi ise iddetin
süresi bitti» der, kadın da onu doğrular, sonra adam karışma borçlu bulunduğunu
ikrar eder veya onun için bir şey ile vasiyette bulunur öylece ölürse, borç ve
va-siyyetten en azı kadına verilir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, miras, borç ve
vasiyyetten hangisi daha az tutuyorsa, o kendisine verilir. îmamey-ne göre, bu
durumda adamın hem vasiyyeti, hem ikrarı muteberdir, ikisi de yerine getirilir.
Adam hasta iken
karısının arzusuna uyarak onu üç talâkla boşadıktan sonra, onu borçlu
bulunduğunu ikrar eder ve ayrıca vasiyette bulunursa, imamların ittifakıyla bu
ikisinden nisbeti en az olanı kadına verilir. Sahih kavle göre, bu ikisi ve
miras payından hangisi daha az ise o verilir. Tabii
bu da, kadının iddeti henüz bitmeden adam ölürse öyledir. îddeti bittikten
sonra adam ölürse, o takdirde kadma borçlu bulunduğuna dair yaptığı ikrar
dikkate alınıp tamamı kadına ödenir.
Adam öldükten sonra
kadın, «Kocam beni hasta iken üç talâkla boşadı ve henüz iddetim bitmeden vefat
etti» der, diğer mirasçılar ise bunun aksini iddia eder, yani hasta olmadan önce
seni boşadı, derlerse, kadının sözüne itibar edilir.
Bunun gibi, adanı
öldükten sonra mirasçılar kadına «sen câriye olarak bulunuyordun, adamın
ölümünden sonra azâd edildin» der, kadın da, «hayır ben hep hür olarak bulundum»
diye aksini iddia ederse, yine kadının sözüne itibar edilir.
Kadın câriye olarak
bulunur, hürriyetine kavuşturulduktan sonra kocası ölür, ama kadın kocası
hayatta iken hürriyetine kavuşturulduğunu, vârisler ise, kocasının ölümünden
sonra azâd edildiğini iddia ederlerse, burada vârislerin sözüne itibar edilir.
Hastalığında karısını
üç talâkla boşadıktan sonra adam ölür, kadın ise henüz iddetinin bitmediğini
ileri sürerek vâris olduğunu söylerse, yemin ettirilerek sözüne itibar edilir.
Yeminden kaçınırsa, o takdirde miras hakkını kaybetmiş olur.
Ama kocası öldükten
sonra başka biriyle evlenir ve ilk kocasının boşadığı andan itibaren geçen zaman
içinde henüz iddetinin bitmediğini iddia ederse, artık sözüne itibar edilmez.
Çünkü ikinci kocayla evlenmesi ancak iddetinin sona ermesiyle caizdir.
Adam sıhhatli iken
karısına, «ay başı gelince sen üç talâkla boşsun» dedikten sonra aybaşı gelir
ve adam da hastalanıp ölürse, kadın mirasçı olamaz. Ama bunu hastalık halinde
söylemiş olsaydı, kadın mirasçı olurdu.
Talâk, sarih ve kinaye
yönlerinden ikiye ayrılır: rîc'î ve baîn.
Ric'i Talâk : Sarih
lafızlarla gerçekleşir, niyet şart değildir. «Seni boşadım», 'Sen boşsun», «Sen
mutallakasın» gibi.
Bâin Talâk : Kinaye
lafızlarla gerçekleşir, ancak bunda niyet
şarttır. «Seni
bıraktım» «İstediğin kimseye git» gibi. Bu sözleri söylerken boşamaya niyet
ederse, talâk-i bâin vaki' olur.
Bu iki talâk arasında kısaca
fark şudur : Ric'i talâkla boşadığı karısına iddet (şer'î bekleme süresi) içinde
rücû' (dönme) hakkı vardır. Bu, sözlü olabileceği gibi, fiili de olabilir.
Rücû' etmeyip iddet sona ererse, artık boşama kesinleşir.
O halde iddet bitmeden adam
karısına rücû' ederse, yeniden nikâh akdine gerek yoktur.
Bâin talâk da ise, üç
talâkla boşamamış, sadece bir veya iki talâkla boşamışsa, o takdirde rücû'
hakkı yoktur. Karısıyla birleşmek istediği takdirde yeniden nikâh akdi yapması
gerekir. Şayet üç talâkla boşamışsa, hiçbir suretle birleşmeleri mümkün
değildir. Meğerki kadın iddeti bittikten sonra başka bir adamla evlenir, o da
tesadüfen boşar veya bir süre sonra ölürse, o takdirde kadın birinci kocasıyla
evlenebilir.
Ric'i talâk ile bâin
talâk arasındaki farkları daha çok bu iki talâkla ilgili şartları bildikten
sonra anlamak mümkün. Bunun için fu-kaha bu konuda bazı şartlar tesbit etmiştir
:
Ric'i Talâkın Şartlan :
1. Kadına cinsî yakınlıkta bulunmuş olmaması,
2. Boşamanın sarih (açık) lafızlarla olması,
3. ivaz (mal veya para) karşılığında olmaması,
4. Üç sayıya ne açıktan, ne deîâleten beraberlik
etmemesi,
5. Beynuneti ifade eder şekilde bir sıfat ile mevsuf
bulunmaması..
Belirtilen bu şartlara göre
: Kadına cinsel yaklaşmada bulunmadan önce verilen kinaye anlamında talâk bâin
olduğu gibi, cinsel yaklaşmadan sonra niyetle birlikte «Sen benden bâinsin
(ayrısın)» gibi; sarih talâk lafzıyla olmayan veya mal karşılığında verilen veya
«Üç, talâk ile boş ol» veya «Sen şöylece boşsun» diyerek parmaklarıyla üçe
işaret olunan veya «Sen benden kesin talâk ile» boşsun gibi sıfatlarla tavsif
olunan talâk sarih sıfat ve lâfızla meydana geldiği ve bir kısmı üç talâka
delâlet ettiği için bâin talâk olur. O halde;
1. Kinaye lâfızlarla daha çok meydana gelir.
2. Bu durumda niyet etmeğe gerek vardır.
3. Kinaye lâfızla birlikte sariha delâlet eden sıfatlar
da bulunabilir.
4. Mal karşılığında verilen üç talâk da bâin sayılır.
5. «Üç talâk ile boşsun» veya «Üç talâk ile seni boşadım»
sözleri her ne kadar sarihse de, açıktan üçe delâlet ettiği için bu da bâin
sayılır.
Bir veya iki talâka
niyet getirilen kinaye yollu boşamalara bey-nunet-î şuğra (küçük beynunet), üç
talâka niyet getirilen veya açıktan üç talâka delâlet eden boşamalara beynunet-î
kübrâ (Büyük Beynunet) denir.
r.ic'î talâkla Bâin
talâk arasındaki farkı belirttikten sonra ric'i talâkla ilgili birkaç misal ve
fetva mahiyetinde nakledilen hükümlere yer vermemiz konuyu biraz daha
açıklayıcı ve öğretici duruma getirir :
Ric'î Talâk : Sarih bir
lâfızla meydana geldiği takdirde, kadm iddet (şer'i bekleme süresi) içinde
bulunduğu müddetçe nikâh devam eder. Bu süre içinde kocası olan adam ona rücû'
hakkına sahiptir.
Ric'i Talâk ikiye
ayrılır : Sünni ve Bid'î.. Sünnî ric'at, sözlü olarak karısına döndüğünü
bildirmek ve buna iki şahit tutmaktır. Bid'î ric'at ise, sözlü olarak karısına
dönmek, ancak şâhid tutmamaktır. Birinci şekil sünnete uygun olduğundan Sünnî
denilmiştir. İkincisi sünnete aykırı bulunduğu için ona BİD'Î denilmiştir.
Fiilî ric'at da
sahihtir. Meselâ karısına dönüp onunla cinsel temasta bulunması veya öpüp
okşaması bu cümledendir. Ancak bunda kerahet vardır. En iyisi sözlü rücu' edip
iki şahidle bunu belgelendirmektir. Fiilî ric'atten sonra da döndüğüne dair
şahid tutması tavsiye edilmiştir.
Ric'at, yani karısına
dönmek ya sarih, ya da kinaye lâfızlarla olur. Sarih olanı, «Sana döndüm» diye
karısına hitap etmesi, karısı hazır değilse «Kanma döndüm» demesidir. «Seni
tekrar tutuyorum», «Seni tuttum, kendime kabul ettim» gibi sözler de sarih
sayılır. Kinâye olanı; sarih lâfızlarla değil de kinaye lâfızlarla söylenenidir.
Bunda niyete ihtiyaç var. «Sen olduğun gibisin benim yanımda» «Sen benim
kanıtısın» gibi sözler kinayedir. Ric'at anlamında kullanır ve niyet ederse,
ric'at sahih olur.
Koca olan adam bu arada
kadının mehrini artırmak ister de, «Sana şu kadar lira mehirle döndüm» derse,
kadın bunu kabul ettir! takdirde sahih olur. Etmezse, sahih olmaz. Çünkü
mehirdeki fazlalık kadının kabul etmesine bağlıdir.
Kadın uyurken kocası
ona dönük cinsel temasta bulunursa, yine de ric'at sahih olur. Bunda icmâ'
vardır.
Ric'at talâkla
boşadıktan sonra adam karısına dönmek istediği takdirde kadm istesin istemesin,
kocanın dönme hakkı vardır. İddeti
sona erdikten sonra adam iddet içinde karısıyla cinsel temasta bulunduğunu
iddia eder ve cidden onunla bir ara başbaşa kaldığı anlaşılırsa, ric'at hakkı
gerçekleşmiş sayılır. Başbaşa kalmamişlar-sa, o takdirde ric'at hakkı sona
ermiştir.
Karı koca, iddetinin
bittiğinde görüş birliği içinde olur, ancak ric'at hususunda farklı iddiaları
bulunursa, cumhura göre kadının sözüne itibar edilerek hüküm verilir. Sahih
olan da budur. İmam Ebû Hanîfe'ye göre, bu durumda kadına yemin de gerekmez. Ama
iddet henüz bitmemişse, o takdirde adamın sözüne itibar edilir. Sahih olan da
bu görüştür.
Bunun gibi, kadının
iddeti sona erdikten sonra adam «Ben iddet içinde karıma rücu' ettim diye
söyledim» veya «İddet içinde ben onunla cinsel temasta bulundum» der ve bunu
beyyine ile isbat ederse, o takdirde ric'at etmiş kabul edilir.
Yine iddet sona
erdikten sonra, adam «Ben iddet içindeyken karıma rücu' ettim» der, kadın da
onu tasdik ederse, beyyineye ihtiyaç kalmaz ve adam ric'at etmiş sayılır.
Karı koca ric'at
hususunda ittifak halinde olur da kadın. «Benim iddetim perşembe günü sona erdi»
diye iddiada bulunur, kocası da hayır, senin iddetin cumartesi günü sona erdi,
ben ise cuma günü sana rücu' ettim, derse, bu meselede üç ayrı görüş varsa da en
sahih olanı, adama yemin ettirilir ve ona göre sonuca bağlanır.
Adam karısını bir veya
iki Talâk-ı Bâin ile boşarsa, kadının rızası da alınarak hem iddet içinde, hem
iddet bittikten sonra nikâhı tazeleyip birleşebilirler?
Eğer üç talâkla
boşamışsa, artık ne iddet içinde, ne de iddet bittikten sonra evlenmeleri caiz
değildir. Nikâh bağı tamamen kopmuş ve bir ceza olarak bir daha birleşmelerine
kapı açık tutulmamıştır. Ancak kadın iddeti bittikten sonra tekrar ilk kocasıyla
evlenmek kasdı olmaksızın- başka bir erkekle evlenir, o erkek bir süre sonra ya
ölür ya da onu boşarsa, o takdirde kadm ilk kocasıyla evlenebilir.
îkinci kocayla
evlenmesinin de sahih bir nikâhla gerçekleşmesi ve adamın onunla cinsel temasta
bulunması şarttır. Boşanan kadın ister daha önce yani ilk kocasıyla cinsel
temasta bulunmuş olsun olmasın fark etmez. Ama ikinci kocasıyla sahih nikâhla
evlendikten sonra birinci kocasıyla -şartlar el verdiği takdirde- tekrar
evlenmek isterse, herhalde o ikinci kocayla cinsel temasta bulunmuş olması
gerektir.
Ayni zamanda sözü edilen cinsel temasın, iki sünnet yerinin birleşmesiyle
gerçekleşmiş olması sa şarttır. Meninin akması şart değildir.
O takdirde üç talâkla
boşanan kadınla birisi şüphe ile veya zinada bulunmak suretiyle cinsel temasta
bulunursa, bu onu ilk kocasına helâl kılmaz.
İkinci kocanın onunla
dinen yasak sayılmakla beraber isterse ay-halinde veya lohusa iken ya da ihramlı
veya oruçlu iken cinsel temasta bulunması da kâfidir; yani ileride boşandığı
veya ikinci kocası öl-güdü takdirde birinci kocasıyla evlenebilir. Çünkü cinsel
temas hem şartına göre, hem de sahih bir nikâhtan sonra gerçekleşmiş sayılır.
İkinci kocanın ergen
olması şart değildir, ergenlik çağına yaklaşmış ve cinsel temasta bulunma
kudreti bulunuyorsa o takdirde kadınla cinsel temasta bulunduktan sonra onu
boşar veya kendisi ölürse, kadın bu durumda birinci kocasıyla evlenebilir. Ancak
ergenlik çağma yaklaşan koca cinsel temasta bulunduktan sonra ergen olur da
böylece boşarsa, kadın birinci kocasıyla evlenebilir. Ergen olmadan boşaması bu
hususta yeterli sebep değildir. Çünkü erkek ergen olmadan karısını boşarsa,
talâk vaki' sayılmaz.
Birinci kocasından üç
talâkla boşandıktan sonra ergen olmuş bir deli ile evlenir, deli de onunla
cinsel temasta bulunduktan sonra ölürse, o takdirde kadm birinci kocasıyla
yeniden evlenebilir. îkinci koca köle olur ve efendisinin izniyle kadınla
evlenir de cinsel temasta bulunduktan sonra boşar veya ölürse, o takdirde de
kadın birinci kocasıyla yeniden evlenme hakkına sahip olur.
îkinci kocanın tenasül
âleti kesik olur da evlendikten sonra kadını boşar veya kendisi ölürse, bu
durumda cinsel temas meydana gelmediği için kadın birinci koyasıyla evlenemez.
Ama böyle olmasına rağmen kadm o adamdan hâmile kalırsa, o takdirde birinci
kocasıyla evlenebilir. Bu, İmam Ebû Yusuf'a göredir.
Kadm birinci kocasından
boşandıktan sonra ikinci bir kocayla evlenir, ancak adam çok yaşh bulunduğu veya
bir hastalıktan dolayı tenasül âleti intişar etmez de eliyle onu kadının
tenasül cihazına sokarsa, bu durumda gerçek anlamda cinsel temas meydana gelmiş
sayılmaz. Kadın bu kocasından boşanır veya adam ölürse, birinci kocasıyla
evlenemez.
Müslüman bir erkek
Hıristiyan bir kadınla evlendikten sonra onu üç talâkla boşar, o kadm da
boşandıktan sonra Hıristiyan bir erkekle evlenir ve onunla cinsel temasta
bulunduktan sonra ikinci kocası ya ölür -ya da boşarsa, o takdirde kadın birinci
kocasıyla evlenebilir.
Birinci kocasından üç
talâkla boşandıktan sonra ikinci kocayla evlenir, henüz cinsel temasta
bulunmadan üçüncü bir. kocayla evlenir ve onunla cinsel temasta bulunduktan
sonra ya boşanır, ya da adam ölürse, kadın birinci ve ikinci kocasından biriyle
evlenmekte serbesttir.
İslâm'ı küçük düşürmek
istiyen din Düşmanları hülle konusunu dillerine dolayıp îslâm Aile Hukukuyla
alay ederler. Bir konuyu ya da meseleyi ciddi biçimde araştırmadan kulaktan
dolma bilgilerle tenkide kalkışmak, hem cehaletin, hem de saygısızlığın en
kötüsü-dür.
Önce şunu belirtelim
ki, onların anladığı mana ve ölçüde bir hülle İslâm'da yoktur ve kesinlikle
haramdır. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hem hülle yapana, hem yaptırana lanet
etmiştir. Bu hususta dört tane sahih hadîs mevcuttur.
Dinsizlerin, îslâm
düşmanlarının îslâmdanmiş gibi göstermeye çalıştıkları hülle şöyledir : Kadın
birinci kocasından üç talâkla boşandıktan sonra ikinci bir kocadan geçmeden
onunla bir daha evle-nemez, O takdirde kadın birisiyle muvakkat nikâh yapılır, o
birisi-onunla cinsel temasta bulunduktan sonra boşar ve kadın böylece birinci
kocasıyla evlenebilir.
İşte onların dillerine
doladığı hülle şekli budur ki İslâm Hukukunda buna kesinlikle cevaz
verilmemiştir. Çünkü dinde hem muvakkat nikâh haramdır, hem de birinci
kocasıyla tekrar evlenebilmek maksadiyie ikinci bir kocayla evlenmek haramdır.
İslâm'ın bu meselede
açmış olduğu cevaz kapısı ise şöyledir : Kadın birinci kocasından üç talâkla
boşandıktan sonra ikinci bir kocayla evlenebilmesi için iddetinin, yani şer'i
bekleme süresinin bitmesini bekler. Bu süre sona erince, birinci kocayla evlenme
imkânını elde etme niyetini taşımaksızın tesadüfen ikinci bir adamla evlenir,
oda onunla cinsel temasta bulunduktan sonra yine tesadüfen onu boşar veya
ölürse, o takdirde kadın birinci kocasıyla tekrar evlenebilir.
Konuyu Özetliyecek olursak
îslâm Fıkhında ikinci bir kocayla evlenmeye Hülle denirse de bazı bilgisiz ya da
İslâm düşmanı kişilerin anladığı mânadaki hülle değildir. Çünkü îslâm Fıkhında
bunun bir takım şartları vardır :
a) Birinci kocasından boşanan kadının iddeti (Şer't bekleme süresi)
bitmeden ikinci bir kocayla evlenmesi caiz değildir.
b) Kadının ikinci kocayla evlenmesi, birinci kocasıyla
tekrar evlenmeye yönelik bir anlam taşımamalıdır. Aksi halde ikinci kocayla
evlenmesi muvakkat nikâh anlamında olur ki, bu tür nikâh akdi sahih değildir.
c) İkinci kocayla evlendikten sonra kadın «Beni boşa ilk
kocamla evleneceğim, ben seninle bu maksatla evlendim» diyemez ve bu hususta
onu zorlayamaz. Meğerki ikinci koca kendiliğinden onu boşar veya bir emr-i hak
vaki' olur da vefat ederse, o takdirde kadının iddeti sona erince birinci
kocasiyle evlenebilir.
d) Kadın ikinci kocayla evlendikten sonra aralarında
cinsel temasın meydana gelmesi gerekir. Aksi halde Hanefî mezhebine göre,
ikinci koca onu boşasa bile birinci kocasıyla evlenemez.
Tirmizi'nin îbn Mes'ud
(R.A.)'den yaptığı sahih rivayette Rasû-lüllah (A.S.) Efendimiz bedenine iğne
ile döğme yapana ve yaptırana, saçını başkasına verene ve onu alıp takana,
hulleciye ve kendisi için hülle yapılana lanet ettiği bildirilmiştir.
Hazreti Ali (R.A.l de
diyor ki: «Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz faiz yiyene, yedirene, şahit ve kâtibine,
bedenine döğme yapana ve yaptırana, sadaka ve zekâtı men'edene; hulleciye ve
kendisi için hülle yapana lanet etmiştir.
Bir Hadîste de
buyuruluyor ki -.
«Allah, feciye de,
kendisi için huile yapüana da !anet etsinl. ....
Diğer bir Hadîste de :
«Size iğreti alınmış
tekeden haber vereyim mi?» Diye sorduğunda Ashab :
— Evet, Ya Resûlallah!
deyince, şöyle buyurmuştur :
— O, hullecidir, Allah hulleciye de kendisi
için hülle yapılana da lanet etsin.
îslâm Fıkhında i'lâ'ye
hem özel, hem de geniş yer verilmiştir. Gerçi günümüzde Müslümanların çoğunun bu
tür yeminlerden haberi yok sayılır. î'lâ'mn ne olduğunu bilenler ise parmakla
gösterilecek kadar azdır. Çünkü din bir eğitim ve öğretim meseledir. Sadece
aileden veya sokak komşularından öğrenilen bir dindarlık çok sığ ve sathîdir.
I'LA, terim olarak :
Zevcin zevcesine = Kocanın karısına cinsel yaklaşmada bulunmamak üzere yaptığı
özel yemin demektir. Bu konuda yapılan yemin ister Allah adıyla olsun, ister
külfetli bir şeye ta'lîk edilerek yapüsan, ilânın rüknünü oluşturur.
Bunun için fukaha
İlâ'yı şöyle tarif etmişlerdir :
Nefsi nikâhlısı bulunan
kadından ya Allah ile yemin ederek ya da boşama, azâd etme, oruç ve hac gibi
külfetli bir ibâdeti yapmaya ta'lîk edilerek men'etmektir. Bu yemin mutlak
olabileceği gibi, dört ay ile bağlantılı muvakkat da olabilir. O
halde karışma cinsel yaklaşmada bulunmamaya yemin eden kimse, İlâ1 yapmış olur.
İlâ süresi bitmeden
adam karısına cinsel yaklaşmada bulumırsa, eğer Allah ile yemin etmişse,
keffaret gerekir. Başka bir şeye ta'-lîkan yemin etmişse, o takdirde ceza olarak
o şeyi yerine getirmesi vâcib olur.
Görülüyor ki, bu konuda
da İslâm Dini, kan koca münasebetlerini nezaket düzeyinde tutmayı, gelişi güzel
yemin etmemeyi amaç-,lamış ve yemin edildiği takdirde fakir ve muhtaçlardan yana
bir yardım kapısını açık tutmuştur.
O halde karısına dört
ay cinsel yaklaşmada bulunamayacağına Allah ile yemin ettikten sonra henüz süre
sona ermeden yaklaşırsa, kendisine keffaret vâcib olur ve bu sebeple Î'LÂ hükmü
düşer. Belirlenen süre içinde yaklaşmaz da süre sona ererse, kadın bir talâk-i
bâin ile boş düşer. Yeniden kadının da rızası alınarak nikâh tazelemek gerekir.
Dört aydan az bir süre
içinde cinsel yaklaşmada bulunmayaca-ğüır yemin edilirse, İlâ hükmü gerekmez.
Sadece o süre içinde yaklaşılırsa bir yemin keffareti ödemesi vâcib olur.
Süresiz olarak
yaklaşmıyacağma, örneğin «Vallahi ebediyen sana yaklaşmıyacağım» diye yemin
eder, yemin bakidir, kadınla nikâhı tazelemedikçe talâk tekerrür etmez. Bunu
biraz daha açıklıyalım: Böyle süresiz yemin eder veya ebediyyen, kıyamete kadar,
gibi tabirler kullanarak yemin eder ve dört ay geçerse bir talâk vaki' olur.
Nikâh tazeleyip evlenir ve fakat cinsel temasta- bulunmaz ve yine aradan dört
ay geçerse, ikinci bir talâk vaki olur. Yine nikâh tazeleyip evlenir ama yine
cinsel temasta bulunmaz da aradan bir dört ay daha geçerse, üçüncü talâk da
vaki' olur. Bunun aksine nikâhı tazeledikten sonra cinsel temasta bulunursa,
artık talâk -dört ayın geçmesiyle tekerrür etmez.
İlâ'nın vaki' olacağı
lafızlar genellikle iki kısma ayrılır : Biri sarih = açık belli, diğeri kinaye
— kapalı.
Sarih lâfız : Cinsel
temasa delâlet eden, yani teleffuz edildiğinde ilk hatıra cinsel teması getiren
her söz sarîh sayılır. Buna birkaç misal verelim : «Sana yaklaşmıyacağım»,
«Seninle cinsel yakınlıkta bulunmayacağım», «Senden ötürü gusletmiyeceğim» gibi
sözler bu cümledendir.
Kinaye lâfız : Açık
biçimde cinsel temasa delâlet etmeyip başka mânalara da delâlet eden sözlerdir.
Cinsel temas hususuna niyet etmedikçe bununla i'LÂ' meydana gelmez.
Buna da birkaç örnek verelim
:
«Seninle akşamlamıyacağım»,
«Sana gelmiyeceğim», «Seninle yatmıyacağım», «Sana arkadaşlık etmiyeceğim» gibi
sözler bu cümledendir. «Vallahi
derimi derine dokundurmıyaçağım» demek-[de bu anlamda bir kinayedir.
«Sana cinsel temasta
bulunursam bir hac veya umre veya sadaka veya oruç veya i'tikâf bana gereksin»
derse, i'iâ yapmış kabul edi-, lir ve yaklaştığı takdirde ceza vâcib olur.
1. Bir İ'lâ, bir yemin.
«Vallahi sana
yaklaşmam..» gibi. Bu tarz yemin eden kimseye bir i'lâ' ve bir yemin gerekir.
Dört ay dolmadan karısına yaklaşırsa keffaret vermesi vâcib olur.
2. İki İ'lâ' ve iki yemin.
«Yarın olunca vallahi
sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım, yarından sonraki gün gelince vallahi sana
cinsel yaklaşmada bulunmayacağım» derse iki i'lâ ve iki yeminde bulunmuş olur.
Dört ay tamamlanmadan cinsel yaklaşmada bulunursa iki keffaret ödemesi
gerekir.
3. Bir İ'lâ' ve iki yemin.
Bir mecliste «Vallahi
sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım, vallahi sana cinsel yaklaşmada
bulunmayacağım» der ve bununla yeminini pekiştirmek isterse, İmam Ebû Hanife ile
İmam Ebû Yusuf'a göre bir i'lâ iki yemin yapmış, kabul edilir. O halde dört ay
geçtiği halde cinsel yaklaşmada bulunmazsa, sadece bir talâk-ı bâin vaki'
olur. Dört ay dolmadan yaklaşırsa, iki keffaret ödemesi vâcib olur.
4. İki İ'lâ' ve bir yemin.
Karısına, «Ne kadar şu
iki eve girecek olursan vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım» diye
yemin eder, kadın da o iki evden birine iki defa girer veya her birine bir defa
girecek olursa, bu iki i'lâ ile bir yemini gerektirir.
Şarta bağlı olarak:
«Falan adam bana izin vermedikçe vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım»
veya «Falan adam gelmedikçe vallahi sana cinsel yaklaşmada bulunmayacağım
derse, bu i'lâ' olmaz yemin sayılır.
Ama «Kölemi azad
etmedikçe» veya «Falanca kanmı boşamadıkça» veya «Bir ay oruç tutmadıkça sana
yaklaşmayacağım» diye yemin ederse, îmam Ebû Hanîfeye göre i'lâ yapmış olur.
«Falan kölemi
öldürmedikçe» veya «Falan adamı öldürmedikçe veya falan adama sövmedikçe sana
yaklaşmayacağım» derse, i'lâ yapmış sayılmaz. Çünkü bu gibi şeylerle yemin
edilmez.
îslâm Fıkhında İ'LA'nm
gerçekleşmesi için bir takım şartlar vardır :
1. İ'lâ' yapan kocanın akil ve baliğ olması,
O halde çocuklarla
delilerin yapacağı i'lâ hüküm ifade etmez.
2. Nikâhı altında bulunan kadın hakkında yapılması,
Yabancı bir kadın
hakkında veya talâk-ı bâin ile boşayıp henüz iddet içinde bulunan karısı
hakkında yapılan i'lâ sahih değildir. Ancak talâk-ı ric'î ile boşadığı karısı
hakkında iddet içinde i'lâ yapabilir.
3. Cinsel temasta bulunmayacağına dair ya mutlak anlamda ya da en az dört ay bir
süre belirlemesi,
O halde dört aydan az
bir süre için yaklaşmıyacağına yemin eden kimse i'lâ' yapmış olmaz. Ancak
yaklaştığı takdirde yemin kef-fareti öder.
4. Normal tenasül cihazım kasdederek yaklaşmıyacağına
niyet etmesi,
Başka bir yerine
yaklaşmıyacağına dair yaptığı yemin i'lâ' sayılmaz.
5. Karısıyla birlikte bir başkasını da belirterek cinsel
yaklaşmada bulunmayacağına yemin etmemiş olması,
O halde adam karısıyla
birlikte yabancı bir kadım da söz konubu yaparak ikisine de cinsel yaklaşmada
bulunmayacağına yemin ederse i'lâ yapmış olmaz. Yaklaşma meydana geldiği
takdirde sade-;ce yemin keffareti gerekir.
6. İ'lâ'nm bir yer ile bağlantılı bulunmaması,
O halde adam karısına
cinsel yaklaşmada bulunmayacağına yemin ederken, falan yerde, veya falan tarla
ve bahçede veya evde diye bir yer ile teyîd ederse, i'lâ' yapmış olmaz. Çünkü
başka bir yorde cinsel yaklaşmada bulunması -bu durumda- mümkündür.
İ'lâ' için hürriyet
şart olmadığı gibi İslâmiyet de şart değildir. Bu bakımdan kölelik kaydı altında
bulunan bir adam yemin suretiyle cinsel yaklaşmada bulunmayacağını açıklarsa,
bu i'lâ' olur. Mal veya para adayarak yaklaşmada bulunmayacağım söylerse, bu
i'lâ' olmaz. Çünkü kalenin man yoktur-, neyi varsa efendisine aittir.
Bunun gibi, İslâm
ülkesinde zımmî (Gayr-i nıüslim vatandaş) da karısına yaklaşmamaya belirtilen
ölçüler içinde yemin ederse, o da i'lâ' yapmış sayılır.
Yukarıda verdiğimiz
misallerden de anlaşılacağı gibi, İ'LA'nın hükmü şu iki hususu gerektirir :
İster dört ay veya fazla bir süre be-lirliyerek, ister mutlak anlamda bir zaman
belirlemeden yemin ederse, dört ay süre bitinceye kadar cinsel yaklaşmada
bulunmazsa, o takdirde karısı bir bâin talâkla boşanmış sayılır. Tekrar
birleşebü-meleri için yeniden nikâh, gerekir. Dört ay geçmeden cinsel
yaklaşmada bulunursa, o takdirde yemîn keffareti gerekir. Köle azâd etmek,
sadaka ve benzeri mal ile takyîd edilen ilâ'da ise, süre bitmeden cinsel
yaklaşmada bulunursa, adadığı şeyleri aynen keffaret olarak ödemesi gerekir.
a) Dört ay veya daha fazla belirli bir zaman ile kayıtlı
buluna i'lâ', bu sürenin sona ermesiyle hükümsüz kalır. Sadece talâk-ı bâin
vaki' olur.
b) Belli bir süre belirlemeksizin mutlak ölçüde veya
«ebediyen» tabirini kullanarak yapılan i'lâ', sadece vaktin geçmesiyle hükümsüz
kalmaz. Dört ay içinde cinsel temasta bulunursa, talâk-ı bâin vaki' olmaz. Dört
ay geçerse, vaki' olur. O halde birbirini izleyen ilk birinci, ikinci ve üçüncü
dört. aylar bitmeden cinsel yaklaşmada bulunursa, bu durumda i'lâ' hükümsüz
kalır. Cinsel temasta bulunmazsa, her geçen dört ayda bir talâk-ı bâin vaki'
olur.
Ancak burada bir
incelik vardır : Mutlak ve müebbed ölçüde meydana gelen i'lâ'dan sonra dört ay'm
geçmesiyle adam cinsel yaklaşmada bulunmazsa, bir talâk-ı bâin meydana gelir.
Yeniden nikâh yapılmaz böylece iddet devam ederken dört ay daha geçecek olursa,
o takdirde başka bir talâk vaki' olmaz1. Çünkü sözü edilen iddet içinde kocanın
zaten cinsel temasta bulunması yetkisi yoktur.
c) İ'lâ' süresi içinde -cinsel iktidarsızlık sebebiyle
fiilen yaklaşmada bulunma imkânı olmayan erkeğin- sözlü yakınlıkta bulunması
ile de i'lâ' hükümsüz kalır. Ama cinsel iktidarı olduğu halde sözlü yaklaşma ile
i'lâ.' hükümsüz olmaz.
Fıkhî terim olarak
Hulü' : Nikâh rnilkini hulti' lafzı veya bu mânaya gelen bir sözle bir bedel
karşılığında gidermektir. Hu-lü'
bir mal karşılığında meydana geldiği için, alım-satım tabirleriyle de
gerçekleşebilir. Mutlaka «hulü'» lafzım kullanmak şart değildir. Bu anlamda
başka dillerdeki kelimelerle de olabilir.
Talâk'm şartı ne ise
hulü'un şartı da odur. Hükmü ise, bâin talâkın meydana gelmesidir.
Hulü' daha çok
geçimsizlik halinde bir mal karşılığı boşanma anlaşması anlamında kullanılır.
Örneğin, kadının «Beni boşarsan sana şu kadar mal veya para veririm» demesi bu
cümledendir.
Hulü'da üç talâka
birden niyet getirmek sahihtir. Birer talâkla mal karşılığı boşadıktan sonra
tekrar evlenir ve bu üç defa tekrar ederse, artık evlenme imkânı kalkar. Ancak
kadın ikinci-bir kocayla evlendikten sonra boşanır veya ikinci kocası ölürse, o
takdirde o birinci kocasıyla evlenebilir.
Hulü'da sultanın veya
naibinin hazır bulunması şart değildir. Sahih olan da bu görüştür. Hanefi
fukahasmın bu hususta icmai vardır.
O halde karı koca
arasında geçimsizlik başlar da günahkâr olacak duruma gelirse, o takdirde kadın
ya mehrine karşılık, ya da bir miktar mal ve para teklif etmek suretiyle boşanma
isteğinde bulunabilir. Kocası buna razı olunca, kadın talâk-i bâin ile boşanmış
olur ve anlaştıkları şekilde malı kocasına vermesi gerekir.
Küsme, darılma koca
tarafından ise, hulü'a karşılık bir şey talebinde bulunması helâl olmaz. Tabii
bu diyâneten böyledir. Kazaî olarak kocan m bu durumda da mal talebinde bulunup
almasına cevaz verilmiştir.
Geçimsizlik, darılma
kadın tarafından ise, kocasının, ona verdiği mehirden fazlasını istemesi
mekruhtur. Ama kazaî cihetle konuyu değerlendirdiğimizde fazla bir şey
talebinde bulunabilir.
Bu konudaki genel kaide
şudur : Nikâh akdinde mehir olarak verilen her şey hulâa da bedel olabilir.
Bu nedenle karı koca
muhalaayı şarap veya domuz ya da kan ve ölmüş bir hayvan karşılığında yapar,
koca buna tamamen razı olursa, ayrılmaları gerçekleşir ve kadına bundan dolayı
bir şey verilmi-yeceği gibi mehrinden bir şey verilmez. Çünkü sözü edilen haram
nesneler mehir olarak verilmez.
zîhâr, Fıkhı terim
olarak : Adamm kendi karısını veya onun boynunu ya da yarısını veya üçte birini,
kendisine nikâhı ebediyen haram olan bir kadına veya o kadının bakılması caiz
olmayan bir organına benzetmesidir.
Bu durumda kadının hür
veya câriye olması arasında fark yoktur.
Zihârın birtakım
şartlan vardır. Bunları özetliyerek maddeleş-tiriyoruz :
1. Zihâr yapan erkeğin âkil baliğ olması ve uyanık halde
bulunması,
2. Zihâr yapan adamın Müslüman olması,
3. Zihâr yapan erkek bulunması,
Bundan maksad, kadın
kocasına zihâr yapamaz. Yani kocasını anasına veya kızma ya da kızkardeşine
benzetecek olursa bu bir hüküm ifade etmez.
4. Kendisine zihâr yapılan kadının adama nikâhlı
bulunması,
5. Zihâr kinaye bir lafızla yapılıyorsa, o takdirde
adamın zihâ-ra niyet etmesi,
O halele «Sen bana anam
gibisin» der, bununla zihâra niyet etmezse, bir hüküm taşımaz. Çünkü zihâr
ifade etme ihtimali olduğu gibi, saygı da ifade eder.
Adamın kendi karışma,
«Sen bana anamın sırtı gibisin» gibi bir söz söylemesi, zihârın rüknüdür. Bu
bakımdan «Senin başın bana anamın sırtı gibidir» veya «Senin yüzün ya da boynun
bana anamın sırtı gibidir» demesi de zihâr sayılır.
«Bedenin bana anamın
sırtı gibidir» veya «Senin yarı bedenin veya üçte birin bana anamın sırtı
gibidir» sözler de bu cümledendir.
Ama bedenin tamamına
karşılık sayılmayan herhangi bir organını anasının sırtına benzetmesiyle zihâr
sabit olmaz. Meselâ : «Senin elin veya ayağın bana anamın sırtı gibidir»
söylemek bu cümledendir.
Bunun gibi, «Senin
sırtın bana anamın sırtı gibidir» veya «Senin sırtın bana anamın karnı veya utan
yeri gibidir» sözleri de zihâr sayılmaz.
Ama, «Sen bana anamın
dizi gibisin» derse, bu kıyasen zihâr sayılır. «Senin uyluğun bana anamın
uyluğu gibidir» sözü de böyledir.
Adam karısını
belirtilen hususlarda anasının sırtına veya bakılması haram olan bir uzvuna
benzetirse, nasıl zihâr sayılırsa, ayni şekilde onu nikâhı ebediyen kendisine
haram olan halâsına, teyzesine, kız kardeşine, sütkardeşine, sütanasma
benzetirse yine zihâr hükmü sabit olur.
Karısını bunların
bakılması haram olmayan organlarından birine benzetecek olursa, zihar hükmü
sabit olmaz. Meselâ : Saçına, yüzüne, eline ve ayağına benzetmesi bu
cümledendir.
Karısını kendi anasına
değil de onun anasına benzeterek «Sen bana annen sırtı gibisin» derse, zihâr
yapmış olur. Çünkü karısının anası da ona ebediyyen haramdır.
Airie henüz kendisiyle
cinsel temasta bulunmadığı karısına, «Sen bana kızın sırtı gibisin» derse, zihâr
hükmü sabit olmaz. Çünkü bu durumda olan karısını boşadığı takdirde onun kızıyla
evlenmesi caizdir. Ama kendisiyle cinsel temasta bulunduğu karısına böyle
söylerse, zihâr hükmü sabit olur. Çünkü bu durumda onu boşasa bile kızıyla
ebediyen evlenemez.
Adam karısını öz
babasının karısına veya öz oğlunun karısına benzetecek olursa, kendisiyle cinsel
temasta bulunsun bulunmasın, zihâr hükmü, sabit olur. Çünkü adam öz babasının ve
öz oğlunun karısıyla evlenemez.
Babasının veya oğlunun
zina ettiği kadına benzetecek olursa, İmam Ebû Yusuf'a göre, yine de zihâr hükmü
sabit olur. Sahih olan da budur.
Kendisinin zina ettiği
kadının anasına veya kızma benzetecek olursa, yine zihâr hükmü sabit olur. Tabii
bu hüküm Hanefi fıkhına göredir.
Zihâr yapan kimsenin,
keffaret verinceye kadar karısıyla cinsel temasta bulunması veya buna yol açacak
davranışlarla yaklaşması haramdır.
Adam karısıyla zihâr
yaptıktan sonra henüz keffaret ödemeden cinsel temasta bulunacak olursa,
günahkâr sayılır ve bunun için tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Ondan sonra da
keffaret vermeden bir daha cinsel yaklaşmada bulunmamaya dikkat eder.
Adam zihâr yaptıktan
sonra karısını bir veya iki talâk-i Bâin ile boşar, sonra nikâh tazelerse, yine
de keffaret vermeden karısıyla cinsel temasta bulunamaz.
Zihâr yaptıktan sonra
karı-kocanın ikisi birden irtidad eder (dinden döner) ler ve sonra tekrar
İslâm'a girerlerse, zihâr hükmü baki sayılır, bu sebeple keffaret ödemeden
karısıyla cinsel temasta bulunması veya ona yol açacak bazı davranışlarla
yaklaşması helâl olmaz. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir.
Bütün bu saydıklarımız
mutlak anlamda olan zihârla ilgilidir. Muvakkat bir zamanla kayıtlı bulunan
zihârlarda ise, adam belirlediği süre içinde karısına yaklaşmazsa, keffaret de
gerekmez. Bunu biraz daha açıkhyalım : Adam karısına sen bir ay müddetle bana
anamın sırtı gibisin» der ve bu bir ay içinde onunla cinsel temasta veya ona
yol açacak yaklaşmada bulunmaz da bir ay süre sona erer ve öylece cinsel temasta
bulunursa, artık keffaret gerekmez.
Vakit belirlemeden
mutlak anlamda yapılan zihârlarda, adam keffaret ödemedikçe, karısının ona
cinsel temasta bulunma imkânı vermeme yetkisi vardır. Dilerse bu yetkisini
kullanabilir.
Karısıyla zihâr yapan
adam, keffaret ödemeden karısına yaklaşmak isterde mesele kaadıya götürülürse,
kaadı isterse o adamı keffaret verinceye kadar hapseder, isterse serbest
bırakabilir.
Adam keffaret verdiğini
iddia eder de yalancılıkla tanınmıyorsa, o takdirde doğru kabul edilir.
Adam karısına «Sen bana
anamın sırtı gibidin» der, sonra da bu sözle saygı ifade etmek istedim veya.
boşamayı kasdettim, derse itibar edilmez ve zihâr hükmü sabit olur. Çünkü
kullandığı söz bihâr hakkında açık ve sarihtir niyete ihtiyacı yoktur. Kadının
da bu durumda onu tasdik etme yetkisi yoktur. Kaadı da onun bu sözünün doğru
olduğuna hükmedemez.
«Sen benim ananısın»
derse zihâr hükmü sabit olmaz. Ama böyle demek mekruh sayılmıştır. Bunun gibi
karısına «Kızım!» veya «Kardeşim!» diye seslenmesi de zihâr sayılmaz.
Zihârdan dolayı keffaret,
müzahir diye vasıflandırılan adama gerekir. Bu da ancak zihârdan sonra karısıyla
cinsel temasta bulunmaya azmettiği takdirde vâcib olur. O halde cinsel temasta
bulunmaya azmetmediği takdirde keffaret de gerekmez.
Buradaki cinsel
temastan maksad, ister hakiki anlamda olsun, ister, öpüp okşamak, teni tene
dokundurmak olsun, genel bir anlam taşımasıdır.
O halde ada^ı keffaret
vermediği takdirde, kadın mahkemeye başvurup ya kocasının keffaret vererek karı
- koca münasebetlerini yerine getirmesini, ya da kendisini boşamasını
istiyebilir. Buna rağmen adam yine keffaret vermemekte israr eder ve karısını
da boşa-mazsa, hapsedilir, gerekirse dayak cezasına da çarptırılabilir.
Henüz keffaret
verilmeden karı-kocadan biri ölecek olursa, zi-har hükmü düşer.
Zihâr, talâk sayısını
azaltmaz. Ne kadar uzasa bile buna te'sir etmez. Çünkü nikâh milkini giderici
değildir. Bu nedenle karı - kocadan biri henüz keffaret vermeden ölecek olursa,
yine de birbirlerine vâris olurlar.
Züıâr keffareti sırasıyla üç
kademede, üç türlüdür :
1. Mali imkânı bulunduğu takdirde bir köle azâd eder.
Bunun müslüman, kâfir, kadın veya erkek, çocuk veya baliğ olması arasında fark
yoktur. Ancak dilsiz olmaması, elleri felçli bulunmaması, ayaklarının kötürüm,
yaşının fazla ileri olmaması gerekir. Bunun gibi yatalak hasta, bir tarafı
felçli, kendine sahip olamıyacak kadar bunak olmaması da şarttır.
2. Köle azâd edemediği takdirde, yani malî »gücü buna
yetmediğinde borca girmesine gerek yoktur, o takdirde iki ay üstüste oruç
tutar. Bu oruç ay basma rastlarsa, hilâle göre ayarlanır. Ay ortalarına
rastlarsa altmış gün olarak takdir edilir.
Aynca bu altmış gün
orucun içinde Ramazan, bayram günleri, teşrik günleri bulunmamalıdır.
Zih^r niyetiyle oruç
tutmaya başlar ve henüz altmış günü tamamlamadan unutarak gündüzleyin veya
kasden ya da unutarak geceleyin cinsel temasta bulunursa, İmam Ebû Hanîfe ile,
İmam Mu-hammed'e göre, oruca yeniden başlaması gerekir. Gündüzleyin kasden
cinsel temasta bulunursa, ittifakla oruca yeniden başlaması gerekir.
Zihâr orucunu tutup
henüz tamamlamadan zihâr yapmadığı diğer karısıyla cinsel temasta bulunursa,
altmış gün orucuna yeniden başlaması gerekir mi? Gündüzleyin unutarak, geceleyin
ister unutarak, ister kasden temasta bulunmuşsa, başladığı oruca devam eder, o
güne kadar tuttuğu hükümsüz kalmaz. Ama gündüzleyin kasden temasta bulunursa, o
takdirde yeniden başlaması gerekir.
Zihâr orucunu tutarken
bir hastalık veya yolculuk sebebiyle orucunu bozar veya altmış günü tamamlamadan
araya bayram veya teşrik günleri girerse ister bu günlerde oruç tutsun ister
tutmasın- başladığı oruç hükümsüz kalır, yeniden tutmaya başlaması gerekir.
Zihâr orucuna Şaban
a\mm başında başlar ve Ramazan ayanda sefere çıkıp yine zihâr orucuna devam
ederse, bu İmam Ebû Hanîfe.-ye göre kâfi gelir. Çünkü seferi bir haîde Ramazan
orucunu tutmak vâcib değildir.
Zihâr orucunu tutarken
oruçlu olduğunu unuttur da bir şey yerse zarar vermez.
Zihâr keffareti için
köle azâd etmeye malî gücü yetmediğinden iki ay üstüste oruç tutup son gün güneş
henüz batmadan az önce malî imkâna sahip olursa, o takdirde tuttuğu oruç nafile
yerine geçer, bir köle azâd etmesi gerekir. Ama güneş battıktan sonra böyle bir
imkâna erişse bile artık üzerinden oruç tutmakla keffaret kalkmıştır. Köle azâd
etmesi gerekmez.
Karısına zihârda
bulunduktan sonra ister zengin olsun, ister fakir olsun farketmez. Ancak
keffaret vermek istediği zamandaki durumuna itibar edilir. Zenginse köle azâd
eder. Fakirse iki ay üstüste oruç tutar. İsterse fakir olan kimse, zihâr anında
zengin bulunsun, yine de keffaret verme anındaki durumu dikkate alınır.
Zihârda bulunan adamın
elinde köle satın alacak kadar parası bulunmaz da başkası üzerinde o nisbette
alacağı olursa, ne yapması gerekir? Alacağını alma imkânı varsa alıp onunla köle
azâd eder. Böyle bir imkânı yoksa oruç tutmakla yetinir.
Elinde köle satın alıp
azâd edecek parası ya da malı bulunur da buna karşılık o nisbette borçlu
bulunursa, o takdirde parayı borcuna yatırır, zihâr keffareti için iki ay
üstüste oruç tutar.
Her fakire ya yarım sâ'
(1667 kg), buğday, ya da bir sâ' (3334 kg.) arpa veya hurma vermesi gerekir.
İsterse bunların kıymetini takdir edip verebilir.
Liân Sözlük olarak la'n
kökünden gelme bir isimdir. Daha çok uzaklaştırmak veya lanetlemek anlamına
gelir.
Liân hükmü Kitap ve
Sünnet ile sabit olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'-de bu hususta âyet, açıklayıcı ölçüde
inmiştir.
Bu bakımdan fıkhı terim
olarak : Karısına zina isnadında bulunup kendisinden başka şahidi olmayan kimse,
bu iddiasının veya isnadının doğruluğunu ortaya koyabilmek için Allah'ı şahit
tutarak dört defa bu şâhid tutmayı tekrarlaması ve beşinci olarak, eğer v».
lancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Kaadı
huzurunda bu biçimde mulaane yapıldıktan sonra adamın hemen karısını boşaması
gerekir. Boşamadığı takdirde hâkim ayrılmalarına derhal karar verir.
«Karısına zina
isnadında bulunup da kendisinden başka şâhid-leri olmayanların şâhidliği,
kendisinin doğru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı dört defa şâhid tutmasıyla
olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine
olmasını diler.»
Tabii buna karşılık
kadın da zinadan beri olduğuna dair ayni şekilde dört defa Allah'ı şahid
tutarak yemin etmesi ve beşinci defa doğru sözlülerden, kocasının da
yalancılardan olduğunu belirtmesi ve eğer kocası doğrulardan ise Allah'ın
gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi gerekir.
Ashabdan Hilâl bin
Ümeyye (R.A.) karısına zina isnadında bulundu ve bunu gelip Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin huzurunda söyledi.
Bunun üzerine
Rasûlüllah (A.S) Efendimiz ondan beyyine (delil ve şahit) istedi ve «Aksi halde
zina isnadından dolayı kendisine had vurulacağını» söyledi. Hilâl, «Ey Allah'ın
Rasûlü! Bizden biri miz karısının üstünde bir erkek gördüğünde kendisinden
beyyine mi istenilir?» diyerek hayretini ifade etmek istedi. Rasûlüllah (A.S.)
Efendimiz ona : «Ya beyyine getirirsin, ya da sana ceza olarak had vurulur..»
buyurdu. Hilâl, «Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a and olsun ki ben
doğru sözlüyüm. Ve herhalde Allah benim sırtıma değnek vurulmasını durduracak
anlamda bir hüküm indirecektir.» dedi.
Çok geçmeden Cebrail
(A.S.) yukarıda mealini verdiğimiz âyeti getirdi. Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz
Hilâl'm karısına gitti, Hilâl da geldi. Allah Rasûlü onlara : «İkinizden biriniz
herhalde yalancısınız, sizden biriniz tevbe etmezmi?» Kadın da Allah'ı dört defa
şâhid tutup yemin etti, biraz durakladıktan sonra -kendi kavmini rezil etmemek
için, beşinci kez liân yaparak kendisini temize çıkardı. Bunun üzerine
Rasûlüllah CA..S.) Efendimiz, ashabına dönerek şöyle buhurdu :
«Dikkatle izleyin, eğer
bu kadın iki gözü sürmeli, bacak ve baldırları dolgun bir çocuk doğurursa, o
Şerîk bin Seniha'dandır, (babasından değildir).»
Günü gelip kadın
doğurduğunda, tıpkı Rasûlüllah (A.S.) Efendimizin tarif ettiği biçimde bir
çocuk dünyaya getirdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Eğer Allah'ın
Kitabında bu hususta belirlenmiş bir hüküm geçnıeseydi, ona ne yapacağımı
bilirdim..» diyerek konuyu kapamıştı.
Karısına zina isnad
edip kendisinden başka şahidi bulunmayan adam dört defa Allah'ı şahid tutup
yemin ettikten ve beşinci kez «Eğer yalancılardan isem Allah'ın laneti üzerime
olsun» dedikten sonra kadın yemin etmez veya suçunu itiraf ederse, kendisine
Zîna Haddi gerekir. Erkek yemin etmezse, kendisine Hadd-Î Kaz (zinâ-isnadmdan
dolayı 80 değnek vurulması) gerekir.
Karısına Birkaç Defa
Zina îsnad Ederse :
Adam karısına birkaç
defa zina isnad ederse, yin& de bir liân gerekir. Nitekim
Fukaha, karı koca arasında ancak bir defa telâun olabilir, hususunda icmâ'
etmişlerdir.
Adam karısına zina
isnad edip henüz hâkim huzuruna çıkmadan kadın onu affeder veya bir mal üzerine
anlaşırlarsa, sahih olmaz. Kadın buna karşılık aldığı mal veya parayı derhal
iade eder ve hâkim huzurunda ilan yapılmasını ister.
Karısına zina isnad
ettikten sonra hâkim huzurunda mulaane yapmak için erkek kendi yerine bir vekîl
gönderemiyeceği gibi, kadın da vekîl tutamaz. Her İkisinin de huzurda yerlerini
almaları gerekir.
Ancak bu konuda beyyine
hususunda tevkil caiz görülimiştür. Bu da ancak İmam Ebû Hanîfe ile İmam
Muhammed'e göredir.
O halde adam karısına
«Ey zâniye!» veya «Sen zina ettin..» veya «Sen zina ediyorsun derse, Liân vâcib
olur.
Kadının zina ettiği halk
arasında yaygın ise veya babası belli olmayan bir çocuğa sahip bulunuyorsa, o
takdirde kocasının ona «Sen zina etmişsin» demesinden dolayı liân gerekmez.
Çünkü kadın zaten bu sıfatla tanınmıştır.
Adam karısının
dübüründen zinada bulunduğunu iddia ederse, bundan dolayı günahkâr olur, ama
liân gerekmez. İmanı Ebû Ha-nîfe'ye göre hadd de gerekmez.
Liân hükmünün
gerçekleşebilmesi için aşağıdaki şartların meydana gelmesi gerekir :
1. Mulaane yapacak kadın ve erkeğin karı-koca olması,
2. Sahih bir nikâhla evli bulunmaları,
Bu durumda aralarında
cinsel temas meydana gelsin gelmesin farketnıez. Bu bakımdan adam karısına zina
isnad ettikten sonra onu üç talâkla boşayacak olursa, o takdirde ne had, ne de
liân gerekir. Bunun gibi fasit bir nikâhla evli bulunduğu kadına zina isnad
etmesi de böyledir. Yani bundan dolayı liân gerekmez. Çünkü sahih bir nikâhla
evli bulunmuyorlar.
Karısına zina isnad
edip boşadıktan sonra tekrar onunla evlenir, bu durumda kadın iftiradan dolayı
mülaâne yapılmasını istese, yine de ne had ne liân gerekir. Ama
onu bâin talâkla değil ric'i talâkla boşarsa, liân hükmü sakıt olmaz.
Karısını bâin talâkla
veya üç talâkla boşadıktan sonra ona zina isnadında bulunursa, Hân gerekmez.
Çünkü aralarında karı kocalık bağı kopmuştur. Ama ric'î talâkla boşadıktan sonra
zina isnadında bulunursa, Hân gerekir. Çünkü bu durumda karı kocalık bağı
kop-mamıştır.
Karısı öldükten sonra
ona "inâ isnadında bulunursa, artık liân gerekmez. Tabii bu hüküm sadece Hanefî
mezhebine göredir.
Şahitliğe ehil olanlar
liân hükmüne de ehil sayılır. O halde Kan kocanın ikisi de zina isnadından
dolayı şer'î ceza görmüşlerse, bunların vahitlikleri kabul olunmadığı gibi,
liân hükmü de gerçekleşmez. İkisinden biri de böyle bir ceza görmüşse, yine buna
ehil kabul edilmez.
Karı kocadan ikisi veya
biri kölelik kaydı altında bulunursa veya ikisi ya da birisi kâfir ise, veya
ikisi dilsiz ya da biri dilsiz ise veya ikisi de çocuk veya birisi çocuk ise,
veya ikisi deli ya da birisi deli ise liân ve şahidliğe ehil sayılmazlar.
Karı kocanın ikisi veya
biri fâsık veya kör olurlarsa, liân hükmü sakıt olmaz. Çünkü bu her iki sınıfın
da şahidliği makbuldür.
Koca sağır bulunur da
karısına zina isnad ederse, liân gerekir. Çünkü sağırlık çoğu konularda şehadete
engel sayılmamıştır.
Ancak karı koca zina
isnadından dolayı şer'î ceza görmüş kişiler olarak bulunur da koca karısına
zina isnad eder ve bunu beyyine ile isbat edemezse, liân gerekmez, ama hadd
gerekir.
Koca köle olur, karısı
da zina isnadından şer'î ceza görmüş bulunur da kocası ona zina isnad ederse,
liân gerekmez, ama hadd-i kazf gerekir.
Mülaane yapılınca artık
cinsel temas veya ona yol açan yaklaşmalar haram olur. Ancak adam mülaanede
yalan söylediğini, iftirada .bulunduğunu söylerse, cinsel temasta bulunması
artık haram sayılmaz ve bu durumda nikâh tazelemeye de gerek yoktur.
Ama İmam Ebû Hanife ile
İmam Muhammed'e göre, liân sebebiyle meydana gelen firkat (ayrılma), bir bâin
talâkla ayrılma hükmündedir. Bu bakımdan nikâh milki zail olur- ve cinsel
birleşmelerinin hürmeti sübut bulur, liân halinde bulundukları sürece hüküm
böyledir.
Hâkim huzurunda mülaâne
yapılırken önce erkeğe yemin ettirilir. Yanlışlıkla önce kadına yaptırılacak
olursa, erkeğe yemin ettirildikten sonra kadına tekrar yemin ettirilir. Bununla
beraber hâkim kadına yemin iade ettirmeyip ayrılmalarına karar verirse, bu
hüküm geçerli kabul edilir.
Hâkim huzurunda liân
yapılır da hâkim onların ayrılmasına karar vermeden azledilir veya ölürse,
ikinci bir hâkim yapılan liânı muteber sayıp ayrılmalarına karar verir.
Liân yapılıp hâkim
henüz ayrılmalarına karar vermeden karı kocadan biri dilsizleşir veya dinden
döner veya kendini yalanlarsa, liân hükümsüz kalır, bu durumda had gerekmediği
gibi, hâkim ayrılmalarına karar vermez.
Ama Hândan sonra, karı
kocadan biri cinnet getirirse, hâkim onları ayırır.
Mülaâneden sonra karı
kocadan biri ortadan kaybolur da yerine bir vekil bırakırsa, hâkim
ayrılmalarına karar verir. Çünkü liân için vekâlet sahih değilse de ayrılmayı
sağlamak için vekâlet sahihtir.
İkisi de mülaâneden
sonra ortadan kaybolur da ayrılmaları için birer vekil tutarlarsa, ayrılmalarına
karar verilir. Meydanda bulunmaları şart değildir.
Adam karısına «Ey
zâniye! Sen üç talâkla boşsun» derse, liân gerekmez, isbat edemediği takdirde
hadd de gerekmez. Ama, «Sen üç talâkla boşsun ey zâniye!» derse, bu takdirde
liân gerekmez, ama jhadd cezası
gerekir.
Adam karısına «Sen
henüz çocuk iken veya cinnet getirdiğin günlerde zina etmişsin» der ve cidden
kadın bir zamanlar cinnet ge-çirmişse, bundan dolayı ne liân, ne de hadd
gerekir. Adam da bu durumda kadına zina isnad etmiş sayılmaz.
Gebe bulunan karısına,
«Sen zina ettin, şu kanundaki benden değildir» derse, mülaânede bulunmaları
gerekir. Çünkü burada açıktan karısına zina isnad etmektedir.
Koca karısına sadece
«Karnındaki çocuk benden değildir» derse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, liân
gerekmez. Züf er de ayni görüştedir, îmameyn'e göre, eğer kadın altı ay
dolmadan doğum yaparsa, mülaâne gerekir. Altı ayı geçtikten sonra doğum yaparsa,
mülaânede bulunmalarına gerek yoktur. Sahih olan da budur.
Adam hür olan karısının
çocuğunu nefyeder, yani kendisinden olmadığını iddia eder, kadın da onu tasdîkde
bulunursa, ne had, ne de liân gerekir. Aslında çdcuk onların kabul edilir ve
ikisi de iddialarından dolayı tasdik olunmazlar.
Adam evlendiği kadınla
cinsel temasta bulunmaz ve kendisini de görmez, derken kadın bir çocukla
gelirse, adam o çocuğun kendisinden olmadığını söylerse, bu sebeple mülaâne
gerekmez. Çocuk anasına terkedilir. Hâkim onları ayırır ve adamın tam bir mehir
vermesi gerekir .
Zina isnadı çocuktan
dolayı olursa, hâkim çocuğun nesebini nefyeder ve onu anasına bırakır. Yani
mülaâneden sonra çocuk anasına terekedilir.
Adam karısının zina
ettiğini dört şahidle belgelendirirse, artık liân'a gerek kalmaz. Kadına zina
haddi vâcib olur.
Adamla birlikte üç
şahid kadının zina ettiğini söylerse, o takdirde adam yani kadının kocası daha
önce kadına zina isnadında bu-lunmamışsa, şahidlikleri muteberdir. Adam
şehadette bulunmadan önce zina isnadında bulunmuşsa, üç şahide hadd-i kazf
gerekir. Adamda liân yapmak zorunda kalır.
Kadının zina ettiğine
dair kocasıyla birlikte üç a'mâ şahidlik ederse, a'mâlara had cezası verilir.
Kocası da liân yapmak zorundadır. Çünkü a'mâlarm şehadeti makbul değildir.
İnnîn : «Sikkîn»
ölçüsünde bir sıfattır. Cinsel temasa güç ge-tiremiyen, diğer bir tabirle cinsel
iktidarsızlık içinde bulunan adama denilir. Cinsel arzu duymayan veya
kendisinde bu hususta bir iştiha uyanmıyan kadın hakkında da kullanıldığı
olmuştur.
Fıkhi terim olarak :
Tenasâl aleti kalkmakla beraber kadınla cinsel temasta bulunmıyan, temas anında
gevşeyip kalan adam hakkında kullanılır. Bu da ya bir hastalıktan,, ya doğuştan,
ya da yaşlılıktan olabilir.
O halde tenasül aletini
tenasül cihazına sokacak kadar güçte olan kimseye innî denilmez.
Kadın hâkime baş vurup
kocasının innin olduğunu iddia eder ve bu yüzden ayrılmak istediğini söylerse,
hâkim adamı da çağırıp kendisinden karısıyla cinsel temasta bulunup
bulunmadığını sorar. Adam cinsel temasta bulunamadığını ikrar ederse, o takdirde
hâkim ona bir senelik bir süre tanır. Bir seneye kadar cinsel iktidarsızlığı
devam ederse, o takdirde hâkim onları1 ayırabilir. Kadın ister bu durumda
bakire bulunsun, ister dul olsun fark etmez. Ama adam, karısının iddiasını
reddeder ve onunla cinsel temasta bulunduğunu söylerse, o takdirde kadın dul
ise, adamın sözüne itibar edilir, ancak yemin ettirilmesi gerekir.
Yani cinsel temasta bulunduğuna yemin
ederse, ayrılmalarına
cevaz verilmez. Ve bu
durumda kadının ihak iddiası hükümsüz kalır.
Buna karşılık kadın
bakire olduğunu iddia ederse, o takdirde güvenilir iki kadın bilirkişi olarak
ta'yîn edilir. Onlar gereken muayeneyi yapıp kadının bakire olmadığını
söylerlerse, o halde erkeğin İddiasının doğruluğu sübut bulmuş olur. Tabii
kendisine yemin ettirilmek şartiyle.. Ama adam yemin etmekten kaçınırsa, hâkim
kendisine bir sene daha süre tanır. Bilirkişi kadınlar, onun bakire olduğunu
söylerlerse, o takdirde yemin ettirilmeksizin kadının iddiası kabul edilir.
Bilirkişi ta'yîn edilen
kadınlar farklı tesbitlerde bulunurlarsa, yeniden bilirkişi ta'yin edilir.
Günümüzde ise bir kadın doktora muayene ettirilmesi kâfi gelir.
Hâkimin tanıyacağı bir
senelik süre, şemsî yıl olabileceği gibi, kamerî yıl da olabilir. İmamların bu
hususta farkla görüşleri vardır. Bu bakımdan ikisi de caizdir, denilmiştir.
Cinsel iktidarsızlığı
hâkim huzurunda sütjut bulan adama tanınan bir yıllık süre sona erdikten sonra
kadın yine hâkime başvurup kocasının cinsel temasta bulunamadığını iddia eder,
kocası ise bunun aksini iddia ederse, bu takdirde, kadın dul ise, adama yemin
ettirilir. Yemîn ederse, onun sözüne itibar edilerek evliliğin devamına karar
verilir. Adanı yeminden kaçınırsa, hâkim kadım, ayrılıp ayrılmamakta serbest
bırakır. Dilerse ayrılma isteğinde bulunur ve ona göre karar verilir.
Kadın bakire olduğunu
ileri sürerse, ya bir ya da iki kadın bilirkişi olarak ta'yîn edilir. Dul
olduğunu söylerlerse, erkeğe yemîn ettirilerek onun sözüne itibar edilir.
Bakire olduğunu söylerlerse, bu durumda erkekte «evet cinsel temasta
bulunamadım diye itirafta bulunursa, o takdirde hâkim kadını yine serbest
bırakır, dilerse ayrılma isteğinde bulunabilir.
Bulunduğu mecliste bir karar vermez de meclis (yani yer) değiştikten sonra
karar vermek isterse, artık kendisine tanınan serbesti hakkı hükümsüz kalır.
Kadın kendine verilen serbestiye dayanarak ayrılmak isterse hakim, onun
kocasına bir talâk-ı bâin ile boşamasını emreder. Adam boşamazsa, o takdirde
hâkim ayrılmalarına karar verir. Bu da
bir talâk-i bâin demektir.
Ayrılan kadına adamın
tastamam mehir vermesi, kachna da id-det (şer'î bekleme süresi) gerekir. Ancak
adam kadınla hiç tenha kalmamışsa, o takdirde iddete gerek yoktur. Bu durumda
mehrin yarısını vermesi gerekir.
Cinsel iktidarsızlığı
sabit olan adama hâkim bir sene süre tanır, bu süre içinde cinsel temasta
bulunamaz da yeniden bir süre tanınmasını talep ederse, bu tamamen kadının
rızasına bağlıdır; Razı olursa yeni bir süre verilir, razı olmazsa,
ayrılmalarına karar verilir.
Davayı dü'yet
eden.hâkim bir sene süre sona ermeden azledilir veya ölür, ya da başka bir yere
nakledilirse, yerine ta'yin olunan hâkim dâvayı kaldığı yerden yürütüp sonuca
bağlar.
Cinsel iktidarsızlık
nedeniyle hâkim karı-kocayı birbirinden ayırdıktan sonra iki şâhid ortaya çıkar
da kadının, kocasının kendisiyle cinsel temasta bulunduğunu ikrar ettiğini
söylerlerse, bu durumda hâkimin vermiş olduğu tefrik karan hükümsüz kalır. Ama
sadece kadın, hâkimin tefrik kararından sonra kocasının kendisiyle cinsel
temasta bulunduğunu ikrar ederse, artık bu durumda doğru kabul edilmez ve
verilen tefrik kararı geçerlidir.
Adam evlendikten sonra
bir defa olsun cinsel temasta buluna-bilmişse, o takdirde kadına ayrılma
hususunda serbesti verilmez.
Kadın evlenecek olan
adamın cinsel iktidarsızlığını bildiği halde nikâh akdinde onunla evlenmeyi
kabul eder sonra da pişman olursa, artık hâkime başvurma hakkını kaybetmiş olur.
Ama nikâh akdi yapıldıktan sonra farkına varırsa, ayrılmak için hâkime başvurma
hakkı her zaman mevcuttur.
Adanı evlendiği kadınla
cinsel temasını tenasül cihazından değil de onun dübüründen yaparak sürdürürse,
bu onun» innîn olduğuna kâfi delil sayılır. Kadın hâkime başvuracak olursa,
kocasına bir sene süre tanınır, bu süre içinde normal yoldan temasta
bulunabilirse, evlililkeri devam eder, değilse, belirtilen ölçülere göre
ayrılmalarına karar verilir.
Adam kadınla evlenir,
normal yoldan cinsel temasta bulunur ama menisi akmazsa, kadının ayrılmak için
hâkime başvurma hakkı olmaz.
Kadın henüz ergen
olmayan bir çocukla evlenir ve çocuğun cinsel iktidarı olmadığını tesbit
ederse, ergen oluncaya kadar kebler. Ayni durum devam ederse, hâkime ayrılmak
için başvurabilir.
Ergen olmayan kız,
ergen olan bir erkekle evlendirilir ve sonra o erkeğin cinsel iktidarı olmadığı
anlaşılırsa, kızın velîsi ayrılmalarını sağlamak için hâkime başvurma hakkına
sahiptir.
Evlendikten sonra
erkeğin iğdişleşmiş olduğu anlaşılırsa, hâkim dilerse ona da bir yıl süre
tanıyabilir. Bu süre içinde cinsel temasta bulunma gücünü elde ederse, mesele
yok, değilse ayrılmalarına karar verilir.
Yaşlılıktan dolayı
cinsel temasta bulunamıyan erkeğin de durumu buna yakındır. Şöyleki : Kadın çok
yaşlı bir adamla evlendikten sonra cinsel iktidarı olmadığını anlarsa, hâkime
başvurup ayrılmak isteğinde bulunabilir. Ama evlenip cinsel temasta bulunduktan
sonra adam yaşlılığından dolayı cinsel temasta bulunamazsa, bu durumda kadının
hâkime başvurma hakkı olmaz.
Her iki cinsin organını
taşıyan kimseye fıkıh dilinde Hunsa denir. Normal idrarını tenasül aletinden
yapıyor ve bu aleti intişar ediyorsa, evlenebilir. Ancak evlendikten sonra
cinsel iktidarı olmadığı anlaşılırsa, kadın hâkime başvurma hakkına sahiptir.
Hâkim dilerse hunsaya da bir yıl süre tanıyabilir.
Kadının tenasül
cihazıyla dübürü arası yırtık bulunur veya tenasül cihazı cinsel temasa
elverişli bulunmazsa, o takdirde kocasının cinsel iktidarsızlığı nedeniyle süre
tanınmaz, ayrılmalarına karar verilir.
Evlendikten sonra
adamın tenasül aletinin kesik olduğu anlaşılırsa, kadın hâkime baş vurur ve bu
durumda ona süre tanınmaz, ay rümalanna karar verilir.
Tenasül aleti çok küçük
olup cinsel temasa elverişli olmayan adam da tenasül aleti kesik adam gibidir.
Evlendikten sonra
kadın, «Kocamın tenasül aleti kesiktir» diye iddiada bulunursa, hâkim duruma
müdahale eder, adam böyle olmadığını ileri sürerse, bu işten anlayan bir adam
bilirkişi ta'yin edilir. Onun vereceği rapora göre, hâkim hükmeder.
Adam evlenip cinsel
temasta bulunduktan sonra tenasül âleti kesilmişse, kadına ayrılma konusunda
serbesti yoktur. Ancak geçimsizlik had safhaya varırsa, hâkim dilerse onları
ayırabilir
Bunun gibi, kadın nikâh
akdinde evleneceği adamın tenasül aletinin kesik olduğunu bildiği halde rıza
gösterir, evlendikten sonra artık ayrılma hususunda kendisine serbesti yoktur.
Adamın tenasül aletinin
kesik bulunduğunu kadın nikâh akdinde bilmez, evlenince duruma vâkıf olur ve bu
arada bir çocuk doğurur, adam çocukun kendisine ait olduğunu iddia eder, hâkim
çocuğun nesebini babası adına tesbit eder. Çünkü cinsel temasta bulunmaksızın
sadece kesik kısmın tenasül cihazına dokunup meni akması neticesinde kadın gebe
kalabilir. Ancak bu durumda kadın ayrılmak için dâva açabilir.
Hâkim tenasül aleti kesik
adamla karısını ayırır ve aradan iki yıl gençtikten sonra kadın bir çocuk
doğurursa, hâkim bu çocuğu o adamın adına tesbit eder, tefrik hükmü ise devam
eder. Ama cinsel iktidarsızlıktan dolayı ayrıldıktan sonra kadın belirtilen süre
içinde doğum yaparsa, çocuğun nesebi babası yani o adam adına tesbit edilir ve
ayrılma hükmü geçersiz kalır- Tabii adam kadınla cinsel temasta bulunduğunu ve
bu çocuğun kendisinden meydana geldiğini iddia ettiğinde hüküm böyledir.
Ya boşama ya da ölüm
ile meydana gelen ayrılma neticesinde kadının evlenebilmesi için belli bir süre
beklemesine Fıkıhta iddet = Şer'î Bekleme Süresi, denir.
Iddet hem kadın hem
erkekler hakkında câri "bir hükümdür. Ne var ki kadınlar hakkında daha geniş
hükümler ifâde eder. Erkekler hakkında aşağıdaki meslelerde iddet gerekir :
A) Karısını boşayan bir erkek, karısının iddeti sona
ermeden onun kızkardeşiyle, teyze ve halasıyla evlenemez. Çünkü iddet sona
ermeden nikâh bağı tamamen kopmuş sayılmaz. Bu bakımdan kadınla teyzesini,
kadınla halâsını veya kadınla kızkardeşini bir erkeğin kendi nikâhı altında
bulundurması haramdır.
B) Dört kadınla evli bulunan bir erkek, kadınlarından birini boşarsa onun iddeti
bitmeden başka bir kadınla evlenemez. Çünkü iddet bitmedikçe nikâh akdi kopmuş
sayılmaz. Bu bakımdan bir erkeğin beş kadınla nikâhlı bulunması caiz değildir.
C) Zinadan gebe kalan bir kadınla evlenen erkek, eğer
çocuk kendisinden ise, kadınla hemen cinsel temasta bulunabilir. Başkasından
ise, kadının doğum yapmasını bekler.
D) Gayri Müslim bir ülke (Dar-i Harp) 'den sürülmüş veya
esir alınmış bir kadınla evlenmek isteyen bir erkek, kadın ayhali görüyorsa,
bir ay hali geçirmesini beklemesi, ayhali görmüyorsa bir ay'ın geçmesini
beklemesi gerekir.
1. Evlenip cinsel temasta bulunmuş olmak,
2. Evlenip tenha bir yerde bir odada başbaşa kalmak,
3. Kocanın vefat etmesi
O halde evlendikten
sonra ne cinsel temas, ne de halvet meydana geliyor ve bu durumda kadın
boşanıyorsa, o takdirde iddet beklemesine gerek yoktur. Çünkü iddeti gerektiren
sebep mevcut değildir. Ancak bir hayz görmesini beklemek uygun oiur.
1. Üç ayhali görmek,
2. Üç ay (90) gün geçmek,
3. Gebe ise doğumunu yapmak.
Sahih bir akidle
evlenip cinsel temastan veya halvetten sonra kocası tarafından ya talâk-i
ric'î, ya da talâk-i bâin ile boşanan kadının iddeti, üç tam ayhali görmesidir.
Yani üç ayhali ve üç temizlenme süresi bitince iddeti sona ermiş olur. Bazıları
sadece üç ayhalinin geçmesini itibar etmiştir ki Hanefilerin çoğu bu görüştedir.
Bunun gibi nikâhın
hâkim tarafından feshedilmesi veya aralarında kefaet bulunmaması sebebiyle
ayrılan kan-koca için de cinsel temas veya halvet meydana gelmişse, yine iddet
gerekir ve kadının bu durumda iddeti üç tam ayhalidir.
Adam karısını
boşadığmda veya hakim nikâhı feshettiğinde kadın ayhalinde bulunuyorsa, o
takdirde üç ayhali değil de, üç ayın geçmesi iddet süresi olarak belirlenir.
Boşanan kadın gebe
bulunuyorsa, o takdirde onun iddeti doğum yapmasıyla sona erer. Ayrıca .ayhali
görmesine gerek yoktur.
Bir erkek sahih bir
nikâhla evlendikten sonra kadınla cinsel temasta bulunur veya sahih bir halvet
meydana gelir ve akabinde onu boşarsa, kadına iddet gerekir. Yukarıda
belirtildiği gibi, ayhalinde boşanmamışsa, üç tam ayhalini görmesi-, ayhalinde
iken boşanmışsa üç aynı geçmesi gerekir.
Fasit bir nikâhla
evlenmiş olup hâkim bu sebeple onları ayırmış-sa, eğer cinsel temasta
bulunmamışlarsa, kadına iddet gerekmez. Cinsel temasta bulunmuşlarsa, iddet
gerekir. İddetin başlangıcı, tefrik anından itibaren itibar edilir.
Zâniye kadına iddet
gerekmez. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile îmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû Yusuf'a
göre, gebe ise doğum yapması, değilse bir ay hali geçirmesi beklenir.
Bir erkek karısını ya
bâin bir talâkla, ya da ric'i bir talâkla bo-şar veya boşamaksızın aralarında
firkat meydana belir, yani hâkim onları ayırır ve kadın da hem hürdür, hem de
ayhali görenlerdendir, o takdirde kadının başka bir erkekle evlenebilmesi için
üç ayhali görmesi gerekir. Bu onun şer'î bekleme süresidir. Kadımn Müslüman veya
Kitap Ehlinden olması farketmez.
Kadın ayhali
görmüyorsa, ya bir hastalıktan ya da yaş dolayısiy-le, o takdirde üç ay iddet
beklemesi gerekir.
Bunun gibi, Kadın
sadece bir gün kan gördükten sonra ayhali kesilirse, o takdirde, iddetini üç ay
olarak tamamlar. Sahih olan da budur. îki gün gördükten sonra kesilirse, hüküm
yine böyledir. Ama üç gün görürse, iddeti ay hesabiyle değil, üç ayhali
görmesine göredir. Sahih olan da bu görüştür.
Kadın henüz ayhali
görme çağında değilse, boşandığı takdirde iddeti üç ay olarak hesaplanır. Ama üç
ay dolmadan kadın ayhali olursa, o takdirde geriye kalan kısmı ayhali görerek
tamamlar.
Boşama veya ölüm
dolayısiyle gereken iddet ay'ın başında ise, kamerî aylara göre hesaplanır.
Doksan günün dolması şart değildir.
Karısını ayhali
içindeyken boşarsa, o takdirde kadının iddeti için tam üç ayhalinin geçmesi
gerektiğinden içinde bulunduğu ayhali buna dahil edilmez. Bu durumda az
yukarıda da belirtildiği gibi, bunu ay hesabına çevirmek de mümkündür.
Ay'ın ortalarına doğru
iso, boşanma olayında 90 gün, ölüm olayında 130 gün itibar edilir.
Adam kadınla şüphe
yollu cinsel temasta bulunur veya onunla fasit bir nikâhla birleşirse,
ayrılmaları sağlanır ve bu durumda kadının iddeti olarak üç tam ayhali
geçirmesi gerekir. Ayhali görmi-yenlerden ise üç ayın geçmesi vâcib olur.
Boşanan veya kocası
ölen kadın gebe ise, onun için belli bir süre söz konusu değildir. İddeti,
doğum yapmasıyla sona erer.
Bir erkek karısını üç
talâkla boşadıktan sonra kadın ayni gün veya saatte başka bir erkekle evlenir ve
onunla cinsel temasta bulunursa, bu nikâh sahih ve caiz olmadığından derhal
ayrılmaları sağlanır. Kadının her iki kocadan dolayı üç ayhali geçirme iddetini
tamamlaması gerekir. Nafaka ve ev konusu ise ilk boşandığı kocasına aittir.
Kocası öldükten sonra
henüz iddeti sona ermeden evlenir ve evlendiği erkekle cinsel temasta
bulunursa, derhal bu nikâh feshedilir. Kadın birinci kocasının ölümünden dolayı
gereken iddeti başladığı tarihe göre tamamlar, tkînci bir erkekle evlendiği ve
ondan ayrılması sağlandığı için, bu sebeple de üç ayhali görmesi gerekir. Bunun
başlangıcı ise, hâkim ayrılmalarına karar verdiği andan itibaren hesaplanır.
Hîdad, hadde-yahuddu
veya hadde-yehiddu fiilinden masdar-dir. Sözlükte, ölen bir aziz için matem
tutup siyah giyinmek anlamına gelir.
Terim olarak,
kocasından boşanan veya kocası ölen kadının iddet (şer'i bekleme süresi) içinde
süslenmekten ve süs eşyası takınmaktan, güzel koku sürünmekten, sürme ve kma
kullanmaktan ka-
çınması anlamına gelir.
Süslenmek ve süs eşyası ve benzeri hususlar günün şartlarına, sosyal yapının
ölçülerine göre, takdir edilip değerlendirilir.
Kadının kullandığı
elbiseleri arasında sokak kıyafeti süs sayılır, ev kıyafeti ise süs sayılmaz.
Bununla beraber kadın bu süre içinde evinde yeni dikilmiş elbise giymekten de
kaçınır, öteden beri kullandığı elbiseleri tercih eder.
Saçlarını taramak, yüz
gözüne dökülmesini önlemeğe yönelik olursa, süs sayılmaz. Özel biçimde tarayacak
olursa, süs sayılır.
Gözlerindeki arızadan
dolayı değilse sürme kullanması, basma yani saçlarına yağ sürmesi de doğru
değildir. Ancak böyle bir zaruret varsa, o takdirde kullanmasında bir sakınca
yoktur.
Bir zaruret olmadıkça
ipek ve benzeri kaymetli kumaştan yapılmış elbise giymez. Ama öteden beri
evinde hep ipek giyiniyor ve mevcut elbiseleri ipek ise, p takdirde daha çok
kullanılmış olanını giymesinde bir sakınca görülmemiştir.
Kartının sadece bir ya
da iki entarisi bulunur da ikisi de az-çok yeni ve gösterişli sayılırsa, yine de
onlardan en çok kullanılanı giymesine cevaz verilmiştir. Çünkü başka elbisesi
yoktur.
Boşanan veya kocası
ölen kadın henüz ergen değilse veya akli dengesi bozuksa, o takdirde süslenmeyi
terketmesine gerek yoktur. Bunun gibi fasit bir nikâhtan dolayı kocasından
ayrılan veya ric'i talâkla boşanan kadının da süslenmeyi terketmesine lüzum
olmadığı belirtilmiştir. Tabii bu, Hanefî fukahasma göredir.
Gayr-i müslim bir kadın
iddet içindeyken Müslüman olursa, id-detinde kalan günlerde süslenmeyi
terketmesi vâcib olur.
Bu durumda olan kadının
süslenmeyi terketmesi vâcibdir. Bir zaruret olmadıkça ne süs eşyası takabilir,
ne de boyanıp süslenebilir. Sokağa çıkma konusuna gelince: Yine zarurî bir durum
yoksa çıkması doğru değildir. Özellikle üç talâkla boşanmış bir kadının bu
hususa dikkat etmesi uygun olur. Kocası ölen kadının ise gündüz çıkmasına cevaz
verilmiştir. Ancak
evinden başka bir yerde gecelemez.
Ancak oturmakta olan ev
başkasına intikal eder veya başKası-nın mülkü olursa, o takdirde yeni taşındığı,
evde kalır, başka bir yerde geceyi geçirmez.
Bunun gibi, oturmakta
olduğu ev emniyetli olmaz da kadın hırsız ve kötülerden korkar veya içinde
oturulmayacak kadar harabe olursa o takdirde başka kalacak bir yer bulup
çıkmasında bir sakınca yoktur.
İddet içinde bulunan
bir kadının ne hacce, ne umreye gitmesi caizdir. Bunun gibi, bir zaruret
olmadıkça seyahata çıkması da haramdır.
Kadın kocasıyla
birlikte seyahatte iken ya kocasını kaybeder, yani kocası ölür veya üç talâkla
boşanırsa, memleketiyle gitmek istediği yerin ikisi de seferi mesafeden daha
yakın bulunuyorsa kadın istediğine gidebilir; ancak asıl memleketine dönmesi
uygun olur. Sözü edilen iki yerden birisi seferi mesafede bulunuyor, diğer ise
değil, o takdirde seferi mesafeden yakın olanı tercih edip oraya gider.
Bulunduğu yer ayrıldığı yer
ile varacağı yere seferi mesafede ise, bakılır: Kadın bayındır bir yerde
değilse, o takdirde bulunduğu yerde durmayıp evine döner. Bayındır bir yerde
ise, mahrem olmadığı takdirde oradan çıkmaz. Ebû Hanîfe'ye göre, bu durumda
yanında mahremi de olsa çıkmaz. îmameyn'e göre çıkabilir.
Neseb : Daha çok iki
şey arasındaki yakınlık ve ilgiyi ifade eden bir kelimedir. Bir şeye nisbet
edilmek de bu anlamdadır. Mesela, bir millete veya bir mesleğe nisbet edilmek
bu cümleden sayılır.
Fıkhı terim olarak :
Baba ve ana tarafından meydana gelen yakınlık mânasında kullanılır.
Bu mânayla Neseb ikiye
ayrılır :
1. Dikey neseb,
2. Yatay neseb..
Birincisi : Babalar ve
babaların babaları ile oğulları ve oğullarının oğulları arasındaki ilgi ve
yakınlığı gösterir. Bu ne kadar yukarı çıksa veya aşağı inse de böyledir.
İkincisi : Erkek
kardeşler, bunların oğulları ve amca oğullan arasındaki ilgi ve yakınlığı
gösterir.
Neseb'in sübutunda üç
mertebe vardır :
1. Sahih bir nikâh veya ona yakın anlamda fasit bir
nikâh.
2. Umm-i veled.
3. Câriye.
Birincisinde hüküm,
nesebin iddiasız sübutudur. Mücerred reddetmekle bu sübut olumsuz olmaz. Ancak
LİÂN ile olumsuz olabilir. Aralarında, yani karı koca arasında liân yoksa,
nesebi nefyetmenin bir anlam ve hükmü de olamaz.
İkincisinde de hüküm,
nesebin iddiasız sabit olmasıdır. Ama mücerred nefyedilmekle neseb hükmü
kalkar, olumsuz duruma düşer. Umm-i Veled'in çocuğunun nesebi, efendisinin
onunla cinsel temasta bulunması helâl olduğu takdirde iddiasız sabit olur.
Cinsel temasta bulunması helâl değilse, o takdirde çocuğunun nesebi ancak iddia
île sabit olabilir.
Umm-i veledin efendisine
haram olması şu hususlardan biriyle gerçekleşir : .Efendinin babası veya oğlu
onunla cinsel temasta bulunursa veya efendisi onun anası veya kızıyla cinsel
temasta bulunursa, o zaman umm-i veled efendisine haram olur. Bu durumda bir
çocuk doğurursa, bu ancak iddia ile sabit olabilir. Fıkıhta
buna «dı've» denir. Yani kadının rahminde teşekkül eden veya doğurmuş bulunan
çocuğu, o kadının efendisi kendine nisbet ederek «Bu bendendir» veya «Bu benim
çocuğumdur.» demesine dı've tabiri verilmiştir. Biz «iddia» ile sabit olur,
deyince, ondan bu dı've anlamını kasdediyoruz.
Cariyenin durumu da
böyledir. Bir çocuk doğurduğu takdirde onun nesebi ancak iddia yani dı've ile
sabit olabilir. Efendisi «Bu çocuk bendendir» veya «Bu çocuk benimdir» derse,
neseb sübut bulmuş olur.
Gerçi bugün ne umm-u
veled ne de câriye söz konusudur. Ama îslâm Hukukunda onlara verilen yeri
belirtmek içm yer yer ilgili hükümleri özetliyerek naklediyoruz.
Adam evlendikten altı
ay. guçmeden karısı çocuk doğuracak olursa, nesebi sübut bulmaz. Ama altı ay ve
daha fazla bir süre sonra doğurursa, o takdirde -kocası itiraf etsin veya
sussun- nesebi sabit olur. Erkek, karısının bu çocuğu doğurmadığını iddia
ederse, onun doğurduğuna dair bir tek kadının şehadetiyle nebesi sübut bulur.
Erkek kendi karısıyla
cinsel temasta bulunmadan onu boşar, kadın da boşandığı tarihten altı ay
geçmeden bir çocok doğurursa, o takdirde çocuğun nesebi sübut bulur. Yani
boşayan adama ait olduğu kabul edilir. Ama altı ay ya da daha fazla bir süre
geçtikten sonra çocuk doğurursa, o takdirde nesebi sübut bulmaz.
Adam karısıyla cinsel
temasta bulunduktan sonra veya bulunmadan vefat eder, karısı da onun vefatından
sonra iki yıl içinde çocuk doğurursa, nesebi sübut bulur, yani ölen adamdan
olduğu kabul edilir. Ama
iki sene geçtikten sonra doğum yaparsa, artık çocuğun nesebi sübut bulmaz.
Bütün bunlar, kadın iddetinin sona erdiğini ikrar etmediği takdirdedir. Ama
kadın iddetin biteceği bir makul süre belirliyerek o süre sonunda iddetinin
sona erdiğini ikrar eder, sonra altı ay geçmeden, yani ikrarı tarihinden
itibaren altı ay geçmeden çocuk doğurursa, nesebi sübut bulur. Altı ay geçecek
olursa, nesebi sübut bulmaz. Tabii bu da kadın ergen olduğu takdirde böyledir.
Kadın ergen değilse,
kocası onunla cinsel temasta bulunmadan boşar ve altı ay geçmeden kadın çocuk
doğurursa, nesebi sübut bulur, yani boşayan adama ait olduğu kabul edilir. Altı
ay geçtikten sonra doğum yaparsa, o takdirde nesebi sübut bulmaz.
Adam ergen olmayan
karısıyla cinsel temasta bulunduktan sonra boşar ve kadın hdmile olduğunu iddia
ederse, o takdirde ric'i talâkda doğacak çocuğun nesebi 27 ay'a kadar sübut
bulur. Bâin talâkta ise, iki seneye kadar sübut bulur.
Sözü edilen kadın
iddetinin sona erdiğini ikrar ettikten sonra ikrar tarihinden itibaren henüz
altı ay geçmeden bir çocuk doğurursa, nesebi sübut bulur. Altı ay geçtikten
sonra doğurursa sübut bulmaz.
Kocası vefat ettikten
sonra iddet içinde bulunan bir kadın ben gebe değilim der, sonra ertesi gün
gebeyim, derse, sözüne itibar edilir. Ama dört ay on gün geçtikten, yani iddet
süresi sona erdikten sonra önce ben gebe değilim, der, ertesi gün gebeyim derse,
sözü kabul- edilmez. Meğerki, kocasının vefat tarihinden henüz altı ay
geçmeden doğum yaparsa, o takdirde sözü kabul edilir.
Adam evlendikten sonra
karısı bir çocuk doğurur; adam buna itirazla; «seninle evleneli daha bir ay
oldu» der, kadın da «Hayır tam bir yıl oldu» derse, çocuğun nesebi sübut bulur.
Ancak
îmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, adama yemîn ettirmek vâ-cibdir. îmam
Ebû Hanîfe'ye göre, buna gerek yoktur. Sahih olan da budur.
Ama bu durumda adamla
karısı, bir ay önce evlendiklerinde ittifak ederlerse, o takdirde çocuğun
nesebi sübut bulmaz. Bununla beraber kadın bu sözünden dönüp bir yıl önce
evlendiklerini iddia eder ve buna dair şahit getirirse kadının iddiası kabul
olunur. Sahih olan da budur.
Kadın evlendikten beş
ay sonra doğum yapar, kocası çocuğun kendisinden olduğunu, kadın ise zinadan
olduğunu iddia ederlerse, hâkim ikisinden birinin iddiasını kendi ölçü ve
kanaatine göre kabul edebilir.
Evlenmelerinden iki yıl
geçtikten sonra kadın çocuk doğurur ve onun zinadan olduğunu, adam da
kendisinden olduğunu iddia ederse, erkeğin sözüne itibar edilir ve çocuğun
nesebi sübut bulur.
Adam bir kaç kişinin
yanında bir çocuğu göstererek, «Bu benim oğlumdur» der ve hemen sonra ölür, çok
geçmeden bir kadın gelip kendisinin o çocuğun anası, ölen adamın da karısı
olduğunu söylerse, aksi isbat edilmediği takdirde hem çocuk, hem kadın o ölen
adama vâris olurlar En-Nevadîr
kitabında bunun istihsan olduğu belirtilmiştir. Tabii bu, kadın hür olduğu
takdirdedir. Kadın umm-u veled olur ve böyle bir iddiada bulunursa, iddiası
ancak beyyine ile sübut bulabilir. Kadının hür olmadığını vârisler iddia ederse,
o takdirde vâris olamaz. Tabii kadın umm-u veled olur, çocuğun kendisine ait
olduğunu beyyine ile isbat ederse, yine de kendisi vâris olamaz. Çünkü miras
hakkına sahip değildir.
Adam karısını üç
talâkla boşadıktan sonra, kadın ikinci bir kocayla evlenmeden yine bu kocasıyla
evlenir ve bu evlenmeden bir çocuk dünyaya gelirse, bu evlenmenin fasit olduğunu
bilsinler bilme-sinler çocuğun nesebi sabit olur. îmameyne göre, fâsid olduğunu
bilmezlerse, neseb sabit olur. bilirlerse, sabit olmaz.
Adam bir kadınla zina
ettikten sonra evlenir ve kadın altı. ay geçtikten sonra bir çocuk doğurursa,
nesebi sübut bulur. Yani evlendiği adama nisbet edilir. Altı ay geçmeden doğum
yaparsa, adam «bu bendendir» veya «bu benim çocuğumdur» derse, nesebi sübut
bulur, demezse sübut bulmaz.
Adam doğan çocuğun
kendisinden ama zina yoluyla olduğunu iddia ederse, çocuğun nesebi sûbut bulmaz.
Bu durumda vâris de olmaz.
Ergenlik çağına
yaklaşan çocuk evlenir de karısı bir çocuk doğurursa, nesebi sübut bulur.
Hanefî fukahasma göre,
gebeliğin en çok süresi iki yıl, en az süresi altı aydır. Doğan çocuğun nesebi
bu ölçüye göre tesbit edilir. Ve bu
sürenin başlangıcı nikâh akdinden itibaren hesaplanır. Sahih olan da budur.
Sahih bir nikâhtan sonra cinsel temas da bu konu için şart değildir, sahih bir
halvet vuku' bulmuşsa, bu yeterli sebeptir.
Hizane : Sözlük olarak,
çocuğu kucağa alıp beslemek anlamına gelir. Tavuğun yumurtaları üzerine kapanıp
kuluçkaya oturma-sına da bu tabir verilmiştir.
Fıkhî terim olarak :
Hukuken çocuğu beslemeye yetkili olan kimsenin belirli bir süre onu yanında
tutması ve besleyip büyütmesi anlamına gelir.
İslâm Fıkhında nikâhlı
durumda da oîsa, kocasından boşanmış da bulunsa, çocuğu besleyip büyütmeye anne
daha lâyık ve daha çok hak sahibidir. Ancak anne murtedde (dinden dönmüş) olur
veya gayr-i ahlâkî yollara düşer de güvenini yitirirse, o takdirde çocuk
babasına teslim edilir.
Murtedde olan anne
tevbe edip yeniden dine girer, gayr-i ahlâki yollara sapar da pişmanlık duyup
kendini düzeltirse, o zaman çocuğu yine beslemeye o daha haklıdır.
îslâm Dini, ahlâklı,
faziletli ve dindar bir neslin yetişmesini her zaman ve her yerde amaçlıyan
bir.dindir. Çocuğu bu amaçtan uzak laştıracak bir anneye, onu besleme hakkını
tanımaz. Bu nedenle çalgıcı olup şurada burada geceliyen, dansözlük yapan,
gazinolarda çalışan ve benzeri yerlerde' kadınlık vekâr ve terbiyesini yitiren
kadınlara çocukları teslim edilmez. Hâkime de baş vursa, öylesine bir hak
tanınmaz.
Kadının çocuğunu
besleme imkânları ve şartları uygun olursa, o takdirde beslemekle yükümlü
tutulabilir. Şartları el vermediği takdirde zorlanamaz. Ancak çocuğun
annesinden başka durumu müsait yakın akrabası bulunursa, çocuk onlara teslim
edilir.
Annesi çocuğa bakacak
durumda olmadığında, babası çocuğu beslemek ve besletmekle yükümlü tutulur.
Kaçındığı takdirde icbar edilir.
Çocuğun annesi
boşandıktan sonra yabancı bir kimseyle evlenir ve bu durumda, çocuğa bakacak,
onu besliyecek zaman ve imkânı kalmazsa, o takdirde çocuğun anneannesi varsa,
çocuğa bakmaya o herkesten daha lâyıktır. Anneannesi yok da babaannesi varsa, o
takdirde bakıp beslemeye o daha lâyıktır. Tabii bunlar bakmak istedikleri
takdirde böyledir. Aksi halde, baba çocuğunu besleyip büyütmekle yükümlüdür.
Çocuğun annesi ölür ya
da bir yabancıyla evlenir, ona bakacak sözü edilen nineleri de bulunmazsa, o
takdirde evli olmayan baba-ana bir kızkardeşi; o da ölür veya evlenirse, anne
bir kız kardeş; o da ölür veya evlenirse, ana-baba bir kızkardeşin kızı; o da
ölür veya evlenirse, baba bir kızkardeşin kızı bakıp beslemeye daha lâyıktır.
Bunlar bulunmadığı
takdirde, çocuğun anasının ana-baba bir teyzesi, sonra baba bir teyzesi
lâyıktır. Sonra da onun halâları sırayla lâyık sayılırlar.
Ancak bu tertipte
riâyet edilecek husus şudur : Genellikle çocuğun ana tarafından olan yakınları,
baba tarafından olan yakınlarına takdim edilir.
Çocuğu besleyip
büyütmede amca ve dayı kızları, teyze ve halâ kızları sözü edilenlere lâhiktir.
Bütün bu saydıklarımız
bir yabancıyla evlenmedikleri sürece çocuğa bakmaya lâyıktırlar. Evlendikleri
takdirde bu hüküm kalkar.
Kocaları öldüğü halde
hak ve hüküm iade eder. Ama çocuğun yakınlarından biriyle evlenirlerse, o
takdirde yine onu beslemeye başkasından daha lâyık kabul edilirler.
Sözü edilen yakınlardan
çocuğa bakmaya datıa lâyık olan kadın, ric'î talâkla boşandığı takdirde iddeti
bitmeden bakmaya hak kazanamaz. Çünkü iddet içinde nikâh bağı mevcuttur.
Çocuğun annesi yabancı
biriyle evlendiğinde, çocuğa anneannesi bakar, fakat yeterince ilgilenmezse, o
takdirde çocuğun babası çocuğu ondan alabilir. Babası yoksa, halâsı alabilir.
Kocasından boşanan
kadın küçük çocuğunu yedi yaşına kadar beslemeye yetkilidir. O yaşa girince
artık babasına teslim edilebilir. Kudurî'ye göre, kendi kendine yiyip içtiği,
tabii ihtiyacını giderdiği yaşa kadar annesine terkedilir. Bu duruma gelince
babasına teslim edilir. Ebû Bekir er-Razi'ye göre, dokuz yaşma kadar annesi bu
hakka sahiptir.
Fukahanın çoğuna göre,
birinci kavi daha sahihtir. Yani yedi yaşma girince, artık babasına teslim
edilir.
Anne kocasından
boşanmamışsa, diyâneten çocuğunu beslemekle mükelleftir. Bu durumda kocasından
bir ücret talep etmesi doğru olmaz. Ama boşanıp iddeti sona ermişse, o takdirde
çocuğuna hukuken bakmakla yükümlü değildir. Baktığı takdirde kocası ona ücret
ödemek zorundadır. Ancak anne fazla bir ücret ister, babası ise daha ucuz
bakacak bir dadı te'min edebilirse, o takdirde çocuk anasından alınıp dadıya
teslim edilir.
Çocuğun babası fakir
olur da anenin istediği ücreti karşılayacak durumda bulunmazsa, o takdirde
çocuğun halâsı ben ücretsiz beslerim diye te'minat verirse, çocuk annesinden
alınıp halâsına teslim edilir. Sahih olan da budur.
Çocuk, Kimin Yanında
Blunursa Bulunsun, Ana - Babasının Gelip Görmesi Engellenemez.
Çocuk ister anasının,
ister babasının yanında olsun, isterse diğer yakınlarından biri beslesin, ana
ve babasının gelip görmesi engellenemez. Ancak çocuğa gayr-i ahlâkî şeyleri
telkin edeceği bilinirse, o takdirde konuşturulmaz, uzaktan görmesine veya
birinin nezaretinde görüşmesine ancak müsaade edilir1.
Hızânenin yen,
karı-kocamn eyleştikleri şehir, kasaba veya köydür. O halde aralarında nikâh
bağı bulnduğu sürece beslemekte oldukları küçük çocukları onların yanında
bulunur. Baba çocuğu alıp başka bir beldeye götürmek isterse, çocuğu beslemekte
olan anne buna engel olabilir. Bakıp besleyen anne değil de başka bir yakını
ise, durum yine aynıdır. Çünkü çocuğu besleyip büyütenin -kim olursa olsun- bu
hakkı vardır.
Ancak çocuğun annesi
onun babasından boşandıktan sonra yabancı bir erkekle evlenirse, o takdirde
hızâne hakkı kalkar ve çocuğun babası çocuğu bir yere götürmek isterse, buna
engel olamaz. Evlendiği ikinci kocası ölür veya ondan boşanırsa, bu hakkı avdet'
eder.
Bunun gibi kan-koca
arasında nikâh bağı bulunduğu sürece kadın ne yalnız başına, ne de beslediği
çocukla birlikte başka bir beldeye gidemez. Yani kocası buna engel olma hakkına
sahiptir. Ayni zamanda koca da nikâhlı karısını bulunduğu beldeden çıkaramaz.
Karı koca birbirinden
ayrılır da kadın beslediği çocuğu ahp beraberinde kendi memleketine götürmek
isterse, koca buna engel olabilir. Ancak kadının gitmek istediği memleket daha
önce nikâh akdinin yapıldığı yer ise, buna müsaade edilir. Tabii bu yerin
babanın bulunduğu yere de yakın olması şart. Tâki istediği zaman çocuğu gidip
rahatlıkla görebilsin. Fukaha bu yakınlığı günü birlik gidip karanlık çökmeden
dönebilecek kadar bir mesafeyle takdir etmişlerdir.
Kadın çocuğunu dar-i
harbe (gayr-i müslim bir ülkeye) götüremez. İsterse orada nikâh akdi yapılmış
olsun. Ama kan-kocanın ikisi de dar-i harpten olursa, o takdirde götürmesine
engel olunmaz.
Çocuğun annesi ölür de
onu besleme ve büyütme nenesine bırakılırsa, o takdirde, annesinin nikâh
akdinin yapıldığı yer bile olsa nenesi onu oraya naklademez beraberinde
götüremez. Neneden başka yakınların durumu da böyledir.
Nafaka, sözlükte
harcamak, çıkıp gitmek, sarf etmek gibi mânalara gelir. Fıkhî terim olarak,
adamın nafakası vâcib olanlara yiyecek, giyecek ve mesken te'mininden
ibarettir.
Nafakalar altı bölümde
toplanmıştır :
1. Zevce (nikâhlı kadın) m nafakası,
2. Mesken te'mini,
3. Iddet (Şer'I bekleme süresi) içinde bulunan kadının
nafakası,
4. Çocukların nafakası,
5. Zev'ü-Erhamın nafakası,
6. Köle ve cariyelerin nafakası..
Karısı Müslüman olsun,
gayr-i müslim vatandaş olsun, fakir ya da zengin bulunsun, nafakası kocasına
vâcibdir. Bu durumda nikâhlı kadınla cinsel temasta bulunmuş olsun olmasın,
kadın ergen olsun olmasın nafaka konusunda farketmez.
Yine nafaka konusunda
zevcenin hür veya mükâtebe (kendisiyle akd-i kitabet yapılan câriye) olsun
farketmez, her iki durumda da kocasının ona nafaka vermesi vâcibdir.
Ergen olmayan zevcenin
nafaka konusunda iyice iştiha çağına girmiş bulunması üzerinde durulmuş ki bu da
dokuz yaş olarak kabul edilmiştir. Fetva da buna göredir.
Ancak fukahanın çoğu burada yaşa değil, cinsel temasa kudretinin olup olmadığına
bakılır, demişlerdir ki sahih olan da budur. Nitekim el-Kq.fi sahibi Hakim-i
Şehîd el-Mervezî de ayni görüştedir.
Hanefî fukahasınâ göre,
nikâhı akdedilen küçük kız, cinsel temasa elverişli duruma gelinceye kadar
nafakası kocasına vâcib değildir. Ancak ona bakması insani bir borçtur. Daha
çok kısın babası veya yakın velîsine gerekmektedir. Kız ister bu durumda
kocasının evinde bulunsun, ister babasının evinde olsun, farketmez.
Ergen bir kızın nikâhı
akdedildikten sonra nafakası kocasına vâcib olur-, ister bu durumda kocasının
evinde bulunsun, ister henüz gelmemiş olsun, farketmez. Ancak kocası karısının
eve gelmesini ister, ama o gelmek istemezse, o takdirde nafakası kocasına vâcib
sayılmaz. Ne var ki kadın, mehri tamam ödenmediği için gelmiyorsa, nafaka hakkı
düşmez. Çünkü kocası onun mehrini tamamen ödemek zorundadır.
Kadın darılıp kocasının
evinden çıkar, onun cinse.1 isteğine olumlu cevap vermezse, o takdirde nafaka
hakkını kaybeder. Eve dönün-ceye kadar böyle devam eder. Ama evden çıkmaz,
yalnız kocasının cinsel isteğinden kaçınırsa, ev de kendisine ait değil,
kocasının mülkü ise, o takdirde nafakası kocasına aittir. Ama ev kadına ait
ise, o takdirde -cinsel temastan kaçındığı sürece- kocası onun nafakasını
ödemekle yükümlü sayılmaz.
Kadın önce kendini
kocasına teslim eder, sonra mehrinin tamamını Ödemediği için kadın onun cinsel
isteğini reddederse, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, nafakası yine kocasına vâcibdir.
Çünkü istenilen me-hir ödenmemiştir.
Kocası namaz kılmayan
kadın bu durumda kocasından ayn yaşama hakkına sahip değildir. Ve ancak kadının
bu durumda dâ nafakası kocasına aittir.
Kadın kocasından
ayrılıp ortada görünmez olur veya kocası başka bir şehre yerleşmek istediğinde
kadın buna razı olmazsa, o takdirde aralarında bir mehir ödeme durumu yoksa,
kadın nafaka hakkını kaybeder. Bu îmam Ebû Hanîfe^ye göredir. îmameyn'e göre,
adam ister onun mehrini tamam ödemiş olsun, ister olmasın, kadın evi bırakıp
görünmez oluyor veya kocasının gitmek istediği şehre gitmiyorsa, nafaka hamlanı
kaybeder.
Kadın üzerindeki borcu
ödemediği için hapsedilirse, eğer onu ödeme imkânı olduğu halde ödememişse,
nafakası bu durumda kocasına gerekmez. İmkânı olmadığı için ödeyememişse,
nafakası kocasına gerekir.îm am Kerhî'ye göre, her iki durumda da nafakası
kocasına gerekmez. Çünkü bir kadının kocası dururken gidip borç altına girmesi
asla doğru değildir.
Kaadıhan'a göre, koca,
tutuklu bulunan karısıyla görüşme imkânına sahip bulunuyorsa, nafakasını
vermesi gerekir. Uygun olan da budur.
Kadının kocası
tutuklanır, borcunu ödeme imkânı olsun olmasın, karısının nafakası kendisine
gerekir. Adam evini ve karısını bırakıp kaçarsa, yine de karısının nafakası ona
vâcib sayılır. Hattâ kocası haksız yer? tutuklansa bile, yine kadının nafakası
sakıt olmaz. Sahih olan da budur.
Adam başka bir şehre
yerleştikten sonra karışanı yanma almak için onun yol masraflarım gönderdiği
halde kadın gitmekten kaçınırsa, bakılır : Mahremi yanında yoksa, aradaki
mesafede seferi mesafeyi buluyorsa, o takdirde gitmesi doğru olmaz ve bu
durumda nafakası kocasına gerekir. Ama ya aradaki mesafe kısa olur, ya da onu
götürecek mahremi bulunur, buna rağmen gitmezse, o takdirde nafaka hakkını
kaybeder.
Koca henüz ergenlik
çağma girmemiş olur, ama karısı ergen bulunursa, yine de karısının nafakası ona
vâcicdir. Bunun gibi kocanın tenasül aleti kesik bulunur veya cinsel
iktidarsızlık arız olur veya cinsel temasta bulunamıyacak kadar hasta olur, ya
da hacc için yola çıkmış bulunursa, bütün bu durumlarda da karısının nafakasını
karşılamakla yükümlü sayılır.
Karı - kocanın ikisi de
ergen olmazsa, o takdirde kadının nafakası ona vâcib değildir. Çünkü ortada bir
yetersizlik vardır.
Kadın hasta olduğu için
kocasının bulunduğu şehre gidemezse, o takdirde nafaka hakkı devam eder.
Nakledildikten sonra hasta olduğu için cinsel temasa yaklaşmazsa, yine de hüküm
böyledir.
Kadın cinnet getirdiği
veya hastalandığı ya da rahminde bir illet arız olduğu için cinsel temasta
bulunamazsa, yine de nafakası kocasına gerekir. Yaşlandığı için de bu duruma
gelirse, hüküm yine böyledir.
Kadın babasının evinde
bulunur da kocasının evine nakletmeden farz haccı edaya gider veya yanında
mahremi ve kocası bulunmadığı halde hacce gider ve kocasına dargın bulunursa
veya kocasından başka bir mahremiyle birlikte hacce giderse, kocasının evine
dönünceye kadar kendisine nafaka gerekmez. Ama kocasının evine naklettikten
sonra hacce giderse, İmam Ebû Yusuf a göre, kendisine nafaka gerekir. îmam
Muhammed'e göre, bu durumda da nafaka gerekmez.
Kadm kocasıyla birlikte
farz hacçı edaya giderse, kendisine ey-leşik haldeki nafaka gerekir. Ama nafile
hacce giderse, bi'1-icmâ' kendisine nafaka gerekmez. Kocası yanında bulunursa,
çoğu fukaha-ya göre nafaka gerekir.
Nafaka hususunda hür
kadınla câriye arasında fark yoktur. Adanı hepsine ayni ölçüde nafaka vermekle
yükümlüdür.
Fasit nikâhtan dolayı
nafaka gerekmediği gibi, şüphe ile meydana gelen cinsel temastan da nafaka
gerekmez.
Bunu bir misal ile
açıkhyalnn : Adam kadınla evlenip bir süre nafakasını verdikten sonra evlendiği
kadınla süt kardeş oldukları şahitlerin şehadetiyle sabit olursa, hâkim onları
ayırır. O güne kadar verdiği nafakayı adam isterse geri alabilir. Çünkü yapılan
nikâh akdi fasit sayılır.
Şahidsiz yapılan nikâh
akdinden dolayı da fukahanın icmama göre, nafaka gerekir.
Adam karısıyla ilâ'
yapar veya ziharda bulunursa, yine de karısının nafakası gerekir. Adam
karısının kız kardeşiyle -bilmeden-evlenir ve aralarında cinsel temas meydana
gelir, sonra durum anlaşılınca ayrılırlarsa, onun iddeti içinde de yine
karısının nafakası gerekir. Ama karısının kız kardeşine nafaka gerekmez. Sadece
iddet gerekir.
Adam zengin olur da
karısının özel hizmetçisi bulunursa, o takdirde hizmetçinin de nafakası ona
gerekir. Ancak karısı câriye oîur-sa, o zaman hizmetçinin nafakası kocasına
gerekmez.
Hür kadının birden
fazla hizmetçisi bulunursa, kocası sadece birinin nafakasını karşılamakla
yükümlüdür. Nafaka ise adamın gelirine, günün şartlarına göre ayarlanır.
Kadın kocasının yeterli
nafaka vermediğini ileri sürerek hâkime başvurursa, adam zenginse ve sofrası
açık bir kimse ise, kadının bu isteği reddedilir. Adam bu durumda- değilse,
hâkim her ay kadına nafaka vermesi için kocasını icbar edebilir. Ayrıca aylık
nafakayı da takdir edip belirlenen nisbetin kadına muntazaman verilmesini
sağlayabilir. Ancak
bu durumda hâkim günün şartlarım dikkate alır, ucuzluk ve pahalılığa göre,
nafaka durumu değişebilir. Çünkü verilecek karar iki tarafı da zarara sokmayacak
ölçüde olmalıdır.
Kadın isterse her günün
nafakasını o günün akşamı alabilir. Ama aydan aya alması daya
uygun olur.
Adam. Fazlaca Zengin,
Kadın da Fakir Olursa s Adam fazlaca zengin olur, kadın da o nisbette fakir
bulunursa, adam kendi yediğinden karışma yediriyoraa, nafaka sağlanmış sayılır.
Ayrıca kadın bir nafaka talep edemez. Çünkü adam zengindir ve evinde kendi
durumuna göre, sofra hazırlanmaktadır. Elbise durumu da böyle.
Adam fakir, kadın ise
zengin olursa, fakirlerin verebileceği nafakayı vermekle yükümlü sayılır. Bunu
da takdir edip kadına teslim eder. Yeterince veremediği takdirde, üzerinde borç
olarak kalır. Adam
fakir olduğunu iddia edip fakirlerin ödeyebileceği bir nafaka ödemek isterse,
onun sözüne itibar edilir.
Ancak kadın onun zengin olduğunu şahitlerle isbat ederse, o takdirde
belirlenecek malî durumuna göre hâkim nafaka ta'yin eder. Her ikisi de şâhid
gösterip iddialarını doğrulamaya çalışırsa, kadının şahitlerine itibar edilip
ona göre hüküm verilir.
Kadın şahit
getiremediği takdirde, dâvasına bakılmaz. Yani hâkim onun kocasını çağırıp
sorguya çekmeye bile lüzum görmez. Ama isterse, bir soruşturma açabilir. Yalnız
âdil bir kişinin kadından yana gelip şehadette bulunması kâfi değildir. Bunun
iki kimse olması gerekir.
Kadın soylu bir aileden
olup daha önce hep hizmetçiler tarafından yemeği hazırlanmışsa, kocasının evine
geldikten sonra, isterse yemek pişirmiyebüir. Kocasının durumu müsaitse hazır
pişmiş yemek te'min eder. Karısını yemek pişirmeye, ekmek hazırlamaya
zorlayamaz. Ama kadın böyle bir aileden değil de kendi yemek ve ekmeklerini
kendi elleriyle ve emekleriyle hazırlayan bir aileden ise, o takdirde kocasını
hazır yemek getirmeğe zorlayamaz. Bizzat getirilen pişmedik maddeleri pişirip
hazırlamak zorundadır.
Fukahamn çoğuna göre,
kadın hangi aileden olursa olsun, diyâ-neten kendi yemeğini hazırlaması
vâcibdir. Kocasını bu durumda lüzumsuz masraflara sokması doğru değildir.
Nitekim İbn Nüceym de ayni hususu Bahrirâik adlı kitabında açıklamış ve buna
hayli yer vermiştir.
Kocası onu bu va'd ile
almış bile olsa, kadının evdeki hizmetine karşılık kocasından ücret talep etmesi
caiz değildir. Ancak kocasının gereken kap ve malzemeyi alması gerekir.
Yukarıda belirttiğimiz
gibi, zengin bir kocanın karısının nafakasını vermekle yükümlü bulunduğu gibi,
karısının özel hizmetçisinin de nafakasını vermesi gerekir. Ancak hizmetçi
yemek pişirmez, ekmek hazırlamaz ve benzeri hizmetlerde bulunmazsa, o takdirde
adam onun nafakasını ödemekle yükümlü sayılmaz.
Genel anlam ve ölçüde
vâcib olan nafaka, yiyecek, elbise ve konuttur. Yiyecek, un, tuz, su, odun, yağ
ve benzeri şeylerdir. Bunun yanında katığa da ihtiyaç vardır, o da günün
şartlarına ve kocanın malî durumuna göre ayarlanır.
Ayrıca çamaşır yıkamak,
genel temizliği sağlamak, için gereken malzemeyi kocanın te'min etmesi vâcibdir.
Bu da daha çok beldenin örf ve adetine göre, ayarlanır.
Sürme, kına, güzel koku
ve benzeri süslenmeyle ilgili maddeleri te'min edip almak kocaya gerekmez.
Bunları alıp almamakta serbesttir. Ancak güzel kokulu maddelerden bir şey
alması vâcibdir, diyenlerin görüşü sahihtir. Çünkü kadının aile yapısında buna
ihtiyacı vardır.
İlâç ve tedavi
ücretleri hakkında farklı görüşler vardır. Fukaha-dan çoğuna göre, bunlar kocaya
vâcib değil. Ne var ki bu görüş, ic-tihad devrine göredir. Bugün şartlar çok
değişmiştir. O günlerde mahalle tabiblerine gitmek, bitkilerden elde edilen
ilâçları kullanmak pek masraflı bir şey değildi. Hatta bunları parasız bile
te'min etmek mümkündü. Bugün ise, ilâç ve iedavi başlıbaşma bir masraf ve hattâ
problemdir. Bu bakımdan azınlıkta olanların görüş ve içtihadına göre amel etmek
daha uygundur.
Adam Köye Gider,
Karısını Şehirde Bırakırsa : Bu durumda hâkim adamın gıyabinde kadının
nafakasını şehirdeki duruma göre karşılamasına karar verebilir.
Adam karısına nafaka
ayırmadan yola çıkarsa, kadın
hâkime başvurup kocasının mevcut malından kendisine nafaka ayrılmasını talep
eder. Kadının iddiası sübut bulursa, hâkim örfe uygun ölçüde kadına nafaka
ayırır. Koca yolculuktan döndüğünde buna itiraz hakkı yoktur. Ancak hâkim
kadına kocası tarafından nafaka ayrılmadığı hususunu tesbitte bir de kadına
yemin verir ve bunun için bir de kefil isteyebilir. Sahih
olan da budur.
Sefere çıkan adamın
geride bıraktığı bir mal yoksa, başkasından kocası adına ödünç almak suretiyle
kadının nafakası karşılanmaz. Ancak adamın başkasında alacağı varsa ve bu da
kesin olarak biliniyor veya borçlu bunu ikrar ediyorsa, o takdirde hâkim bu
alacakla kadının nafakasını karşılamaya karar verir. Tabii bu arada nafakayı
iskat edecek bir sebebin aralarında cereyan edip utmediğini belirlemek için
hâkim kadına yemin verir.
Adam seferden
döndüğünde, kadına yeterince nafaka ayırdığını iddia eder ve bunu beyyine ile
isbat ederse, o takdirde gıyabında hâkim kararıyla kadına .tahsis edilen
nafakayı geri alabilir. Kadın onu harcayıp ödeyecek durumda değilse, kefiline
tazmin ettirilir.
Adam seferden
döndüğünde o kadınla nikâhlı bulunmadığını iddia edip bu iddiasını yemin etmek
suretiyle te'yid ederse, iddiası sübut bulur ve kadına verilen nafaka geri
alınır. Nafaka borçlusundan alınıp verilmişse, o takdirde borçlusuna onu tazmin
ettirir. Tabii borçlu da kadına verdiğini alır.
Bunun gibi adam
seferden döndüğünde, kadim boşadığını ve iddetinin de sona erdiğini iddia edip
bunu beyyine ile isbat ederse, kadın aldığı nafakayı geri verir, vermediği
takdirde tazmin edilir.
Adam nafaka ödeyemez
durumda bulunursa, bu yüzden kadın ondan ayrılmak isteğinde bulunabilir. Ancak
hâkim diyaneten evliliklerini sürdürmeleri ve buna sabretmelerini tavsiye eder.
Ama nafaka vermekten
âciz olan adam hazır olmayıp da başka yerlerde bulunur, kadın nafakasız bir
vaziyette perişan olursa, o takdirde hâkime başvurur ve ayrılmasını
sağlayabilir. Ancak hâkim onların ayrılmasına karar vermeden önce bir bilirkişi
ta'yin eder, onun vereceği rapora göre hareket edip karar verir.
Kadın hâkime başvurup
nafaka talebinde bulunduğunda, hâkim her ay bir miktar nafaka verilmesini hükme
bağlar, buna rağmen aradan aylar geçtiği halde adam karısına nafaka vermez ve bu
sebeple kadın borca girip geçimini sağlar veya kendi malından harcı-yarak
geçinir ve bu esnada ya adam, ya da karısı ölecek olursa, hâkimin takdir ettiği
ve fakat adamın ödemediği nafaka sakıt olur.
Bunun gibi, ayni
durumda olan karı-koca arasındaki ilgisizlik devam ederken adam kadını boşayacak
olursa, takdir edilen nafaka düşer.
Ama hâkim kadın için
nafaka takdir edip kocası ödemediği takdirde kocası adına borç ederek geçimini
sağlamasını karara bağlarsa, o takdirde belirtilen nafakayı ödemeden adam
ölürse, nafaka sakıt olmaz. Çünkü hâkim kararıyla adam adın borçlanılmıştır.
Terekesinden çıkarılıp borç ödenir. Bu durumda kadın da ölse hüküm yine
böyledir.
Sahih
olan da budur.
Adam karısına bir aylık
peşin nafaka ödedikten sonra ya kendisi, ya da kadın ölecek olursa, veya adam
kadını boşayacak olursa, nafaka geri alınmaz. Bu, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû
Yusuf'a göredir.
Adam nafaka ödemez, bu
yüzden kadın hâkime başvurursa, hâkim adamın fakir olduğunu biliyorsa, nafaka
vermediği için onu hapsetmez, fakat vermesini tenbih eder. Kadın ikinci ve
üçüncü defa gelip şikâyette bulunursa, o takdirde, hâkim adamı hapseder. Diğer
borçları da ödemiyen kimse hakkında ayni hüküm uygulanır. Hapis süresi hâkimin
takdirine bırakılmıştır.
Ama adam zengin olduğu
halde takdir edilen nafakayı vermez ve bu üç defa şikâyet konusu olursa, o
takdirde hâkim onu tutuklar ve nafakayı verinceye kadar tutuklu kalır. Meğerki
kadın nafakadan vazgeçtiğini gelip beyan ederse, o takdirde hâkim adamı
salıverir.
Hâkim zengin olan
kocayı hapsettikten sonra artık rızası olsun olmasın ortada malı varsa hâkim o
maldan kadının nafakasını ayırıp verme yetkisine sahiptir. Ancak mevcut malın
nafakanın cinsinden olması gerekir. Aksi halde diğer malı satılıp nafaka
ödetilmez. Adamın kendisine emredip o malı satmasını ve karısının nafakasını
ödemesini emreder, bu emre uyarsa, serbest bırakılır, uymazsa tutukluluğu devam
eder. Diğer borçlarda da hüküm böyledir. Bu fetva îmam Ebû Hanife'ye göredir.
İmam Ebû Yusuf'a göre, mevcut malı hangi cinsten olursa olsun satılıp kadının
nafakası verilir.
Adamın karısına konut
te'min edip vermesi vâcibdir. Fukahanm çoğuna göre, bu konutta ne erkeğin
yakınları, ne de kadının yakınları kalabilir. Ancak kadın buna razı olursa, o
takdirde caizdir.
Adam karısını
mahalleden uzak bir evde yalnız bulundurur, kadın da hâkime başvurarak
kocasının kendisine eziyet ettiğini, zaman zaman dövdüğünü iddia ederse, o
takdirde hâkim kadının mahalle içinde bir eve alınmasını, yani onun için mahalle
içinde bir ev tutulmasını emreder. Bununla aralarındaki geçimsizliğin ne derece
gerçek olduğunu mahalle halkının şehr.detiyle tesbite çalışır. Yapılan
soruşturma neticesinde kadının iddiası doğru çıkarsa, uyanda bulunur. Tekerrür
ederse, hâkim adamı hapsedebilir.
Kadın oturduğu evde
kayınvalidesinden rahatsız olur veya kocasının ayni evde oturan kardeşleriyle
geçinenıez de bundan şikâyetçi olursa, bakılır : Eğer ev büyükse, kadına özel
bir kısım ayırılıp vermek, diğerleriyle ilgisini kesmek mümkünse öyle yapılır
ve bulunduğu odanın anahtarı kendisine teslim edilir. Ev buna uygun değilse,
kadın ayrı bir ev talebinde bulunabilir ve hâkim, durumu inceler, adamın malî
durumu buna elverirse, ayrı bir ev tutmasına karar verir. Adamın malî durumu
müsait değilse, yine de buna karar verilir ve bunu te'mine çalışması içirt
emredilir.
Adam evlendiği
karısının ana babasının veya kardeş, teyze ve halâlarının eve girmesine rıza
göstermezse, durum ne olur? Fukaha-nın çoğuna göre, kadının ana babasını
ziyaretten men'etme hakkı yoktur. Hiç olmazsa haftada bir defa gelip kızlaıını
ziyaret edebilirler. Ama kadının diğer yakınlarım men'edebilir.
Ancak Belh Meşayihine göre, kadının mahremleri sayılan yakınları senede bir defa
gelip ziyarette bulunabilirler, adam buna engel olamaz. Fetva buna göredir.
Adam karısının ana -
babasını, çocuğunu ve mahremlerini gelip dışarıda görmelerine de engel olamaz. Bu
durumda kadın dışarı çıkabilir, ancak uzaklara değil.
Bunun gibi kadının
başkasında bir alacağı olur, veya çamaşır yıkayıcılık yapar da bu yüzden dışarı
çıkması gerekirse, kocası engel olamaz. Farz hac için de kadın izin almadan
çıkabilir. Bunun dışındaki ziyaretler, sünnet ve düğünler için kocasından izin
alması gerekir.
Vaaz dinlemek için
kocası karışma izin verir, bunda bir sakınca yoktur. Ancak vaazeden kimse bir
takım hurafeler, bid'aler anlatıyorsa, o takdirde adamın karısına izin vermesi
doğru olmaz. Bunun gibi tarikat meclislerinde sünnete aykırı haller oluyorsa,
oraya gitmesine müsaade etmez, ettiği takdirde kendisi de günahkâr olur. Tabii
bu meclisler sadece kadınlardan meydana gelirse, böyledir. Aralannda erkekler de
bulunuyor ve hep birlikte halka kuruyorlarsa, o takdirde kadının o türlü
toplantılara katılması haramdır. Kocası izin verdiği takdirde günahkâr olur.
Bunun gibi kadının
hamama gitmesine de müsaade edilmez. Temizliğini evinde yapar. Ev hiçbir
suretle buna müsait değilse, hamam da güvenilir bir semtte ve güvenilir
kişilerin vesayeti altında ise, o takdirde güvenilir kadınlarla birlikte
gitmesine müsaade edilir.
Vaaz dinlemek için
kocasının izniyle cami' ve mescidlere gidebilir. Ancak yanındaki erkek
hizmetçisi-veya dinsiz, ateşperest bulunan oğlu, süt kardeşi ile sefere çıkması
caiz değildir. Damadıyla kocasıyla sefere çıkmasında bir sakınca görülmemiştir.
Ka an kendine ait
maldan fakirlere, muhtaçlara tasaddükta bulunabilir. Ayrıca çok yakınlarına,
komşularına, yardım edebilir. Ancak kocasının malından -onun iznini almadan-
vermesi doğru olmaz. Bunun gibi kocasının müsaadesi olmadığı takdirde nafile
oruç tutması da uygun görülmemiştir.
Kocasından boşanıp da-
henüz şer'î bekleme süresi sona ermiyen bir kadına mu'tedde denilir. İster
ric'î, ister bâin talâkla boşanmış olsun, her iki durumda da nafakaya müstehik
sayılır. Boşanıp da hâmile bulunan kadının durumu da böyledir. Çünkü doğum
yapıncaya kadar mu'tedde sayılır.
Bu konuda genel kaaide
şudur :
Karı kocanın ayrılması,
koca cihetinden ise kadına nafaka vermesi gerekir. Ayrılma sebebi haklı bir
nedenle kadın tarafından ise yine kadına nafaka verilmesi vâcibdir. Ama bir
günahtan dolayı ise kadına nafaka verilmesi gerekmez. Kocasıyla mülaanede
bulunan kadına da nafaka gerekir. İ'lâ iddetinde bulunan, kocası murted olan,
karısının anasıyla cinsel temasta bulunan adama haram olan kadına iddet içinde
nafaka vâcibdir.
Cinsel iktidarsızlığı
sebebiyle kocasından aynlan kadına da id-det içinde nafaka verilmesi gerekir.
Kadın Dinden Dönerse :
Kadın dinden döner veya
kocasının oğluyla cinsel temasta bulunur veya şehvet ile ona dokunursa, bu
yüzden nafakaya müstehik olmaz. Bunda istihsan vardır.
Kadın dinden döner,
henüz iddeti bitmeden îslâm'a girerse, artık nafaka gerekmez. Ama kocasına
küsüp ayrı durur, bu yüzden kocası onu boşadıktan sonra henüz iddeti bitmeden
küsüden vazgeçerse, iddet içinde kendisine nafaka gerekir. Çünkü küsüyü
terket-mek, vaki talâkı hükümsüz kılmaz.
Kocası ölen kadın vâris
olduğundan ayrıca kendisine nafaka verilmesi gerekmez. Kadın ister gebe olsun,
ister,olmasın farketmez. Çünkü miras, hukukuna göre, kadına, kocasının çocuğu
yoksa dört te bir, varsa sekizde bir hisse düşer.
Mu'tedde bulunan, kadın
kendisine tahsis edilen evde devamlı oturmayıp, zaman zaman ayrılıp başka
taraflara gidiyorsa, o takdirde nafaka hakkı düşer.
Evlendikten sonra
kocası ortadan kaybolup uzun süre gaiblere karışır, bu yüzden kadın başka bir
erkekle evlendikten sonra birinci kocası çıkagelirse, bu sebeple hâkim kadını
ikinci kocasından ayırır ve birinci kocasıyla birleşmesi için iddet beklemesi
gerekir. Bu süre İdinde ne birinci kocasının, ne de ikinci kocasının ona nafaka
vermesi gerekir, İddeti bitince birinci kocasıyla birleşir.
Adam karısını üç
talâkla boşadıktan sonra kadın henüz iddeti bitmeden ikinci bir kocayla evlenir
ve hâkim duruma müdahale ederek kadını ondan ayırırsa, kadınm nafakası ve
konutu birinci kocasına gerekir. Bu, imam Ebû Hanife'nin görüşüdür.
Küçük çocukların
nafakası sadece babalan tarafından karşılanır, başkası, ona bu hususta yardımcı
olup iştirakte bulunmakla yükümlü değildir.
Küçük çocuk henüz süt
emiyor, anası da ortun babasının nikâhlısı bulunuyor ve çocuk başkasının
göğsünü emiyorsa, o takdirde annesi onu emzirmeye zorlanamaz. Ama çocuk
başkasının göğsünü emmiyorsa, o takdirde emzirmeye zorlanır. Fetva bu görüşe
göredir.
Babası ve çocuğun
kendisinin malı bulunmadığı takdirde, her hâl-ü kârda annesi çocuğunu emzirmekle
mükelleftir.Kaçmdığı takdirde buna zorlanır. Sahih olan tesbit de budur. Fetva
da buna göre verilmiştir.
Babanın malı bulunmakla
beraber çocuğun da mak varsa, o takdirde annesinden başkasının göğsünü emiyorsa,
ücret çocuğun malında i verilir.
Sütanne, ücretle
tutulduğunda, isterse günde birkaç defa çocuğun evine gelip emzirir, isterse
-anne ve babası razı olduğu takdirde-çocuğu kendi evine götürüp emzirir. Bu
tamamen karşılıklı anlaşmaya bağlıdır. Sütannenin yapılan anlaşmaya bağlı
kalması vâcib-dir.
İmam Muhammed'e göre,
ücretle bir ay tutulan sütanne belirli süreyi tamamladıktan sonra artık emzirmek
istemez, ama çocuk da bir başkasını emmeyecek olursa, o takdirde o sütannenin
ücretle emzirmeye devam etmesi teklif edilir, kabul ederse, mesele yok;
etmediği takdirde hâkime başvurulur ve emzirmesi te'min edilir.
Rie'î talâkla boşadığı
kadını veya bosayıp da henüz iddeti bitmi-yen karışım, çocuğunu emzirmek için
ücretle tutması caiz değildir.
Ancak bâin talâkla veya üç talâkla mu'tedde bulunan yani henüz şer'î belkeme
süresi içinde olan karısını ücretle tutup çocuğunu emzirmesini sağlayabilir.
Fetva buna göredir.
Kadının iddeti (şer'î
bekleme süresi) bittikten sonra, kendi çocukunu emzirmek üzere kocası
tarafından ücretle tutulursa, bu da caizdir. Başka bir kadın da ayni ücretle
emzirmek istese bile annesi tercih edilir.
Adam nikâhlı karısını
veya boşayıp da henüz iddet içinde bulu-Inan kadını, başka bir kadından olan
çocuğunu emzirmek üzere ücretle tutacak olursa, buna cevaz verilmiştir.
Çocuk sütten
kesildikten sonra hâkim onun babasının malî gücüne göre bir nafaka takdir eder
ve adamın bu nafakayı çocuğun anasına teslim etmesi gerekir. Ancak anne
güvenilir bir kadın değil se, başka güvenilir bir kişiye -çocuğuna harcanmak
üzere-, testim edilebilir.
Çocuğun babası çalışıp
nafaka vermekten kaçınırsa, hâkim onu buna zorlar. Yani adamın çalışması ve
kazancından çocuğunun nafakasını vermesi gerekir. Aksi halde hapsedilir.
Adam çalışacak durumda
değilse, hapsedilmez, ancak çocuğun anası onun adına borç alıp çocuğu besler.
Adamın imkânı olunca borcu ödemesi gerekir.
Adamın imkânı bulunduğu
halde nafaka vermez, kadın bu yüzden borçlanıp çocuğun nafakasını karşılarsa,
hâkim adamı, borçları ödemesi ve çocuğa muntazaman nafaka vermesi için uyarıda
bulunur, dinlemediği takdirde hapseder.
Kadın hâkimin takdir
ettiği gibi, çocuğun nafakasını karşılamak için borç alır ve adam bu borcu
ödemeden ölürse, kadın onun adına aldığı borç nisbetinde malından ayırır,
vârisler buna engel olamazlar,. Sahih olan da budur.
Ama ne hâkim, ne de
adam kadına çocuğun nafakası için borç etmesini emretmemiş, bununla beraber
kadın borca girmiş ve kocasına rücu' edip borcu kapatmasını sağlamadan adam
ölürse, o takdirde kadın bu borcu onun malından ayırıp veremez. Bunda ittifak
vardır.
Çocuk sütten
ayrıldıktan sonra kendine ait malı varsa, nafakası o maldan karşılanır. Uygun
olan da budur. Ama babası arzu ederse kendi imkânlarından onun nafakasını
karşılıyabilir.
Çocuğun malı
kaybolursa, o takdirde babası nafakasını karşılar, mal bulununca bakılır : Hâkim
ona çocuğun malı bulununcaya kadar nafaka vermesini enıretmişse, o takdirde mal
bulununca adam harcadığı nisbette o maldan alabilir- Kendisine bu hususta emir
ve-rilmemişse, o takdirde baba olarak kendine düşeni yapmıştır, artık bulunan o
maldan harcadığını alamaz.
Çocuğun gelir getiren
gayr-i menkulü ya da fazladan elbiseleri bulunursa, baba da buna ihtiyaç
duyuyorsa, o takdirde nafakasını karşılamak için o mal ya da elbiseden satılıp
harcanır.
Çocuğun babası fakir,
babasının babası (dedesi) zengin olur, kendisine ait mal kaybolursa, o takdirde
onun nafakası dedesine ait olur. Babası onun dedesinden alıp çocuğa harcar, malı
bulununca harcanan kısım ondan çıkarılıp ödenir. Çocuğun mali yoksa, dedesinden
alman miktara, çocuğun babası borçlu olur. İlende eline mal geçerse onu ödemesi
gerekir.
Çocuğun babası yaşlı
kötürüm olur, çocuğun da malı bulunmazsa, o takdirde dedesi onur nafakasını
karşılamakla yükümlüdür. île-ride harcadığını kimseden talep etfne hakkına sahip
değildir. Çocuğun anneannesi zengin olur, babası kötürüm bulunursa, o takdirde
anneannesi onun nafakasını karşılamakla yükümlüdür. O da ileride harcadığını bir
kimseden talep etme hakkına sahip değildir.
Bu bakımdan çocuğun
annesi zengin, babası fakir, dedesi de zengin olursa, anne kendi malından
harcayarak çocuğunun nafakasını karşılamakla emrolunur, bu durumda onun dedesine
başvurulmaz.
Çocuğun babası fakir,
ama amcası zengin olursa, çocuğun nafakasını karşılaması için amcaya emir
verilir, sonra babasının durumu düzelince kardeşinin harcadığını karşılar.
Erkek çocuklar henüz
ergen olmadan çalışıp kazanacak duruma gelirlerse, babaları onları bir işe
verir veya kendi işinde çalıştırıp ücretlerini verir. Böylece çocuklar kendi
kazançlarıyla geçinme imkânı bulmuş olurlar. Bu daha çok çocuğu küçük yaştan
çalışıp kazanmaya, hayat mücadelesi vermeye yöneliktir.
Kız çocuklarına
gelince, onlar çalışacak duruma gelseler bile babalarının, ücretle onları işte
ya da hizmette çalıştırma hakkı yoktur.
Henüz ergen olmayan
çocuklar çalışıp kazandıklarıyla geçinmekle beraber biraz da
artırabiliyorlarsa, babalan onların bu kazancını bir yerde muhafaza eder, ergen
oldukları zaman kendilerine teslimde kusur etmez. Baba müsrif bir kimse ise,
hâkim konuya müdahale edip çocukların kazancından. arta kalanı bir yed-i emine
teslim eder. Çocuklar ergen olunca, yed-i emin onların parasını teslim eder.
Çalışacak çocuklar ilim
tahsil ediyorlarsa, o takdirde babaları onları çalıştırmaz, kendi kazancıyla
onların nafakasını karşılamaya çalışır.
Kız çocukları ergen de
olsalar -evleninceye kadar- nafakaları babaları üzerine vâcibdir. Ancak
kendilerine ait malları bulunursa, o takdirde bu yük babalarının üzerinden
kalkar.
Ergen olmuş erkek
çocukların nafakası babalan üzerine vâcib değildir. Ancak sözü edilen çocuklar
bir hastalık ya da illetten dolayı çalışıp nafakalarını te'min edecek durumda
değillerse, o takdirde babaları onların nafakasmı karşılamakla yükümlü sayılır.
Çalışmasını bilmiyen veya çalışıp kazanacak bir iş bulamıyan çocukların da
durumu böyledir.
Ergen olmayan çocuğunu
evlendiren baba, onun karısının nafakasını da karşılamakla yükümlü sayılır.
Ancak çocuk zengin olur veya kendi durumuna göre bir iş bulup çalışabilirse, o
takdirde bu yük babasının üzerinden kalkmış olur. Her şeye rağmen el-Meb'sût
sahibi, babanın engel olmayan oğlunun karısının nafakasını vermekle mükellef
bulunmadığını, bu sebeple zorlanamıyacağını, belirtmiştir.
Ergen olan erkek
evlâdın durumu, farklıdır: Ayakları kötürüm olur veya bir tarafı felçli bulunur
veya belinde bir arıza meydana gelir, bundan dolayı çalışamazsa, babası da
zengin sayılırsa, o takdirde nafakası babası tarafından karşılanır. Babası
bundan kaçındığı takdirde, çocuk hâkime başvurur ve hâkim onun müracaatını
dikkate alarak kendisine babası tarafından Ödenmek üzere nafaka bağlanır.
Bu durumda hâkim onun
malından ancak, fakir olan ana~baba-sının fakir karısının ve yine mal ve serveti
bulunmayan küçük çocuklarının nafakasını ayırır. Ergen çocukları, çalışamıyacak
durumda iseler, onların da nafakasını ayırması gerekir. Bunun dışında diğer
yakınlarına ,-îakir ve muhtaç da olsalar- adamın malından nafaka ayrılmaz.
Adam karısının veya
çocuklarının yanma nafaka cinsine giren-maî bırakmışsa, o takdirde hâkime
başvurmalarına gerek yoktur; mevcut maldan ihtiyaç nisbeti harcıyabilirler.
Malım başkasının yanma
bırakmışsa, o takdirde hâkimin emriyle nafaka o maldan çıkarılıp verilebilir ve
emanetçi buna zâmin olmaz. Ama halcimin emri olmaksızın verirse, o takdirde
zâmin olur.
Adam gideceği zaman
karısının veya çocuklarının yanına satıl-mıyacak bir mal bırakırsa, o takdirde o
malın satılıp nafaka olarak harcanması doğru olmaz. Ancak küçük çocukların
ihtiyacı varsa, o takdirde malın cinsine bakılmaksızın satılıp harcanır. Fakir
olan baba ise, evlâdının menkul mallarını satabilir, akar olan gayr-i
menkullerini satamaz. Bunda istihsan vardır. Ancak gaib olan evladı ergen
değilse, o takdirde akarım da satabilir. Bu/îmam Ebû Hanîfe'-nin görüşüdür.
Baba Gurbette Ölmüşse :
Baba gurbette ölmüşse,
o takdirde gelişigüzel bir nafaka dağıtımına gidilmez, gerek küçük çocukların,
gerek ana babasının, gerekse karısının nafakası, herbirlerine düşen senimden
çıkarılıp verilir.
Zengin evlâd, ister
müslüman. olsunlar, ister gayr-i müslim vatandaş olsunlar ana-babasınm
nafakasını vermekle zorlanır. Anne-baba bu durumda ister çalışacak kudrette
bulunsunlar, ister bulun.-masınlar fark etmez.
Bu husustaki
zenginliğin ölçüsü, zekâtta olduğu gibi, nisab miktarına sahip olmakto.
Zengin evlâd erkek ile
kızlardan meydana gelirse, o takdirde eşit şekilde' ana-babalarının nafakalarını
karşılarlar. Miras taksiminde olduğu gibi, ikili birli bir nisbete başvurmazlar.
Fetva buna göredir.
Fakir olan babanın
oğullarından biri oldukça zengin, diğeri ise sadece nisab miktarına sahip
bulunuyorsa, o takdirde babalarının nafakası eşit biçimde ikisi tarafından
karşılanır. Çünkü nisab miktarına sahip olan oğul da zengin sayılır. Oğullardan
biri Müslüman, diğeri zimmî (gayr-i müslim vatandaş) olsa, hüküm yine böyledir.
Fakir ve muhtaç durumda
olan ana-babanm nafakasını zengin sayılan iki oğlundan biri verir, diğeri
vermiyeçek olursa, hâkim, veren oğlanın sözü edilen nafakanın tamamını
karşılamasını emreder ve sonra harcanan miktarın yarısını diğer oğlandan alıp
ona verir.
Zengin olan evlâdı
ancak öz anne ve bablannın nafakasını karşılamakla yükümlü bulunur. O halde
fakir olan üvey annelerinin nafakası onlara vâcib değildir. Bunun gibi,
karısının anası da fakir olursa, sadece karısının nafakasını karşılaması
gerekir, kayınvalidesinin değil...
Evlâd babasının
nafakasını karşılamakla yükümlü bulunduğu gibi, babası yaşlılık ya da bir
hastalıktan dolayı kendine bakamadığı için bir hizmetçi tutarsa, o takdirde onun
da nafakası adanîın zengin oğullarına vâcib olur.
Erkek evlâd, fakir olan
ana-babasmdan ancak, birinin nafakasını karşılıyabiliyorsa, o takdirde anneye
öncelik tanınır, yani nafaka hususunda babaya tercih edilir.
Adamın bir fakir küçük
evlâdı, bir de fakir babası bulunur, bunlardan ancak birisinin nafakasını
karşılıyacak malî güce sahip olursa, o takdirde evlâdı babasına tercih edilir.
Erkek evlâd fakir olan
ana-babasmın nafakasını karşılayacak güce sahip değilse, o takdirde,
ana-babasını mümkünse yanına alır ve hep birlikte mevcut ne varsa onunla
geçinmeğe çalışırlar.
Erkek evlâd zengin olur
da babasının nafakasını karşılar, ama bu arada babası evlenme ihtiyacı duyarsa,
o takdirde mali imkânları nisbetinde önu evlendirmesi gerekir. Evlendirme imkânı
yoksa, bu vücub kalkar.
Erkek evlâd fakir olur,
ama günlük masrafını kazanacak durumda bulunur, babası da yaşlı bir halde
hayatta olursa, bu durumda bir nafaka ayrılmaz, evlâd babasına günlük
yediğinden yedirmeğe çalışır.
Erkek evlâdın babası
hayatta olmaz da dedesi hayatta bulunur ve aynı zamanda fakir durumda olursa, o
takdirde torununa onun nafakasını karşılaması vâcib olur. Fakir değilse, hiçbir
şey gerekmez. Anne tarafından olan dedesi hakkındaki hüküm de böyledir:
Bunun gibi adamın baba
ya da ana tarafından fakir ninelerinin de nafakaları ona vâcibdir. Fakir olmadıkları takdirde bir şey gerekmez. Tabii bu durumda
da adam onlara nafaka verecek malî güce sahip bulunursa da yedirmekle yetinir.
Fakir olan zevcenin
nafakasını karşılamada hiçbir yakını onun kocasına yardım etmekle yükümlü
tutulmaz. Buna. bir misal verelim : Adamın durumu iyi olur, ama kansı fakir
bulunursa, ayrıca kadının oğlunun durumu da iyi olursa, o takdirde nafakası
sadece kocasına vâcibdir, oğlu bu hususta babasına iştirak etmez.
Fakir adamın zengin bir
babası, bir de zengin torunu (oğlunun oğlu) bulunursa, bu durumda nafakası
babasına aittir.
Yine aynı adamın zengin
bir kızı, bir de zengin torunu (oğlunun oğlu) bulunursa, nafakası kızma vâcib
olur.
Fakir adamın zengin
kızının kızı veya kızının oğlu ve bir de ba-ba-ana bir erkek kardeşi bulunursa,
nafakası torununa gerekir.
Görülüyor ki, nafaka
konusunda miras derecesi dikkate alınmıyor. Bazı meselelerde ise miras nisbeti
dikkate almıyor. Buna bir misal verelim : Fakir adamın zengin bir dedesi, bir
de oğlunun oğlu bulunursa, miras hissesine göre, nafakası ikisine gerekir. Yani
altıda birini dedesi, geriye kalanını torunu karşılar.
Fakir adamın zengin bir
kızı, bir de ana-baba bir kızkardeşi bulunursa, nafakası kızına gerekir.
Aynı adamm zengin bir
Hırisyiyan oğlu, bir de zengin bir Müslüman erkek kardeşi bulunursa, nafakası
oğluna gerekir. Burada miras hususunda her ne kadar mal kardeşine kalsa bile,
nafaka hususunda oğlu yükümlü tutuluyor.
Adamın zengin bir
annesi, bir de zengin dedesi (babasının babası) bulunursa, mirastaki
hisselerine göre, nafaka vermeleri gerekir. Yani üçte bir annesine, üçte iki
dedesine gerekir.
Bunun gibi fakir adamın
zengin bir annesi ve zengin bir baba -ana bir kardeşi veya kardeşinin oğlu, ya
da baba ana bir amcası bulunursa, nafakası bunların mirastaki hisselerine göre,
verilir. Yani annesi üçte birini, kardeşi veya "kardeşinin oğlu ya da amcası
üçte ikisini karşılamakla yükümlü tutulur.
Adamın zengin bir
dedesi, bir de ninesi bulunursa, nafakası bunlara gerekir. Adamın zengin
ana-baba bir amcası ve bir de halası bulunursa, nafakası amcasına gerekir. Bunun
gibi ana-baba bir amcası bir de dayısı bulunursa, yine nafakası amcasına
gerekir. Ama adamın ana-baba bir halâsı ve bir de ana-baba bir dayısı bulunursa,
o takdirde nafakası bu ikisine gerekir : Üçte ikisini halâsı, üçte birini
dayısı öder.
Adamın ana-baba bir
sayılan bir dayısı, bir de ayni ölçüde teyzesi bulunursa, nafakası bu ikisine
gerekir -. Dayısına üçte ikisi, teyzesine üçte birini vermek düşer.
Adamın ana-baba bir
zengin dayısı, bir de ana-baba bir amcasının oğlu bulunursa, nafakası sadece
dayısına gerekir. Halbuki mirasta dayı değil, amca çocuğu hak sahibidir.
Fakir adamın üç tane
farklı cihetten kardeşi bulunursa, nafakası ana-baba bir kardeşiyle, ana bir
kardeşine -mirastaki hisseleri nisbetinde- gerekir.
Adamın, yani kadının
kocasının bir amcası, bir halâsı, bir de teyzesi bulunursa, nafakası amcasına
gerekir. Amca fakir ise, halâsı ile teyzesinin nafaka vermeleri gerekir.
Bu husustaki genel
kaide şudur :
Kim mirasın tamamını
almaya hak kazanıyorsa, fakir olduğu takdirde ölü mesabesinde kabul edilir ve
kadının nafakası geriye kalan yakınlarına gerekir. Buna bir misal verelim ;
Çalışıp kazanmaktan âciz bir adamın yine çalışıp kazanmaktan âciz fakir bir
oğlu var veya oğlu henüz küçük yaşta bulunuyor ve ayrıca adamın, birisi ana-baba
bir, birisi yalnız baba bir, birbirisi de yalnız ana bir olmak üzere üç kardeşi
varsa, oğlu ölü mesabesinde sayılır. Halbuki mirasın tamamım alacak durumdadır.
Adamın-nafakasının altıda birini ana bir kardeşi, altıda beşini ana-baba bir
kardeşi karşılar. Mirasta >aldıkları hisse dikkate alınarak bu taksim
yapılmıştır.
Fakir ve aynı zamanda
çalışıp kazanmaktan âciz olan adamın birisi ana-baba bir, birisi yalnız anabir,
birisi de yalnız baba bir üç tane kızkardeşi bulunursa, nafakasının beşte üçünü
ana-babe. bir kızkardeşi, Deste birini bababir kızkardeşi, beşte birini de ana
bir kız kardeşi karşılar. Bu da mirastaki paylarına orantılıdır.
Babası fakir olduğunu
iddia ederken, oğlu onun zengin olduğunu söylerse, babası iddiasını isbat
edemediği, yani beyyine ile doğruluğunu kanıtlamadığı takdirde, oğlunun sözüne
itibar edilir.
Babası çok fakir ve
âciz olduğu halde oğlu ona nafaka vermez ve onu zorlayıp nafakayı alacak hâkim
de bulunmazsa, o takdirde baba kendisine yetecek kadarını oğlunun malından
çalabilir. Hâkim varsa, çalması günah kabul edilir, durumunu hâkime bildirmesi
gerekir.
Babasının sadece
oturacak bir evi ve binecek bir hayvanı bulunur, başkaca bir geliri olmazsa, o
takdirde oğlunun onun yiyecek ve giyeceğini karşılıyacak kadar nafaka vermesi
gerekir. Ancak babasının oturduğu ev büyük olup ihtiyaç fazlası bir bölümü
bulunuyorsa, o zaman fazla kısmı satıp geçinmesi gerekir.
Dinleri ayrı olanlar
birbirine nafaka vermekle yükümlü sayılmazlar. Ancak karı koca, evlad ile ana
babası, torun ile dedeleri, torun ile nineleri arasında dinleri ayrı da olsa-
nafaka hükmü aynen câridir.
O halde Hıristiyan olan
bir kimseye, Müslüman fakir kardeşinin nafakasını vâcib değildir. Bunun aksi de
vâcib değildir. Yani Müslüman bir kimseye, Hıristiyan olan fakir kardeşinin
nafakası gerekmez.
Ana-baba dar-i harp
(gayr-i müslim bir ülke) de bulunursa, dar-i İslâm'daki oğulları onların
nafakasını karşılamaya zorlanamaz. Ancak kendi rızalarıyla verirlerse, buna da
engel olunmaz. Ana-baba îslâm ülkesine iltica da etseler, hüküm yine böyledir.
Bunun gibi, ana-baba
îslâm ülkesinde oturur, oğullan ise dar-i harpte oturur, ancak İslâm ülkesine
sığınırsa, yine de ana babasının nafakasını vermek için zorlanmaz.
Gayr-i müslim
vatandaşlar arasındaki nafaka hükmü, Müslümanlar arasında câri olan hükme
göredir.
Gayr-i müslim vatandaş
İslâm'a girer, karısı ise Kitap Ehlinden , değilse, birbirinden ayrılmaları
sağlanır ve kadının nafakası ona gerekrnez. Yani iddet içinde bulunan o kadına
adam nafaka vermekle t yükümlü sayılmaz. Ama kendi arzusuyla verirse, buna da
engel olunmaz.
Ama kadın İslâm'a
girer, kocasıyla bu yüzden ayrılırlarsa, adam İslama girsin girmesin, iddet
içinde bulunan karısına nafaka vermesi gerekir.
Köle ve cariye ister
sıhhatli, ister hasta, ister kör ve sakat, isterse çalışacak durumda olsunlar,
nafakaları efendilerine vâcibdir. Vermediği takdirde hâkim zorla ahp köle ve
cariyelerin yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçlarını karşılar.
Bugün artık köle ve
câriye kalmadığına göre, bu konu üzerinde fazla durmamıza gerek görmüyoruz.