7- A'RÂF SÛRESİ
Mekke döneminde inmiştir.
163-170. âyetlerin Medine döneminde indiğini söyleyen âlimler de vardır.
206 âyettir. Sûre, adını 46. ve 48. âyetlerde geçen “el-A’râf”
kelimesinden almıştır. “el-A’râf”, yüksek yerler, yüksek mevkiler
demektir. Sûrede temel konu olarak, ilâhî vahyin doğruluğu ve vahye
duyulan ihtiyaç işlenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Elif Lâm Mîm
Sâd.
2.
Bu, sana,
kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş bir
kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.
3.
Rabbinizden
size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az
öğüt alıyorsunuz!
4.
Nice
memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut
gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti.
5.
Azabımız
kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler
olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.
6.
Kendilerine
peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız.
Peygamberlere de elbette soracağız.
7.
Andolsun,
onlara (yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak
değiliz.
8.
O gün
amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
9.
Ama kimlerin
sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları
sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.
10.
Andolsun,
size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik.
Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az
şükrediyorsunuz!
11.
Andolsun,
sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı
ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile
eğilenlerden olmadı.
12.
Allah, “Sana
emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben
ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın”
dedi.
13.
Allah, “Şimdi
in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen
çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.
14.
Şeytan dedi
ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre
ver.”
15.
Allah da,
“Sen süre verilenlerdensin” dedi.
16.
Şeytan dedi
ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları
saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”
17.
“Sonra (pusu
kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
18.
Allah, dedi
ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim
uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.”
19.
“Ey Âdem! Sen
ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
20.
Derken
şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için
kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek
olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye
yasakladı.”
21.
“Şüphesiz ben
size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.
22.
Bu sûretle
onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret
yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar.
Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir
düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.
23.
Dediler ki:
“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
24.
Allah, dedi
ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana
kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”
25.
Allah, dedi
ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere)
çıkarılacaksınız.”
26.
Ey
Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise
verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha
hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt
alırlar (diye onları insanlara verdik).
27.
Ey
Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak
ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o
ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz,
şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
28.
Çirkin bir iş
işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize
bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz
bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”
29.
De ki:
“Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun.
Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi
(yine O’na) döneceksiniz.”
30.
Allah, bir
kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar
Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda
olduklarını sanıyorlardı.
31.
Ey
Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin).
Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
32.
De ki:
“Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?”
De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise
yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı
açıklıyoruz.”
33.
De ki:
“Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı,
hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı
ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
34.
Her milletin
belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler,
ne de öne geçebilirler.
35.
Ey
Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de
her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara
korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
36.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince, işte
onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
37.
Kim, Allah’a
karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir?
İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları
erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için
geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?”
derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir
olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.
38.
Allah, şöyle
der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe
girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet
eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine
öncülük edenler için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat
daha ateş azabı ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha
fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”
39.
Öncekiler
sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yoktur. Artık kazanmış
olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın” derler.
40.
Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara
göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar
cennete de giremezler!
Biz suçluları işte böyle cezalandırırız.
41.
Onlar için
cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte
biz zalimleri böyle cezalandırırız.
42.
İman edip
salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye ancak gücünün yettiğini
yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
43.
Biz onların
kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar.
“Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi eriştirmesi
olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin peygamberleri
bize hakkı getirmişler” derler. Onlara, “İşte yaptığınız (iyi işler)
sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!” diye seslenilir.
44.
Cennetlikler
cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de
Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet”
derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye
seslenir.
45.
Onlar Allah
yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar
ahireti de inkâr edenlerdir.
46.
İkisi (cennet
ve cehennem) arasında bir sur,
A’râf
üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini
simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye
seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.
47.
Gözleri
cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla
beraber kılma” derler.
48.
A’râftakiler,
simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne
çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!”
49.
“Sizin,
‘Allah bunları rahmete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra
cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek
de değilsiniz” derler.
50.
Cehennemlikler de cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği
rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar,
“Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır” derler.
51.
Onlar
dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini
aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve
âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.
52.
Andolsun biz
onlara, bilerek açıkladığımız bir kitabı, inanan bir toplum için bir yol
gösterici ve rahmet olarak getirdik.
53.
Onlar ise
ancak, (“Görelim bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini)
bekliyorlar. Onun bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş
olanlar derler ki: “Gerçekten Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler.
Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize şefaat etseler veya (dünyaya)
döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını yapsak?” Gerçekten onlar
kendilerine yazık etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları
yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
54.
Şüphesiz
sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve
Arş’a
kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve
bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin,
yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan
Allah’ın şanı yücedir.
55.
Rabbinize
alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.
56.
Düzene
sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından)
korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik
edenlere çok yakındır.
57.
O, rüzgârları
rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır bulutları
yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de
oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte
ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.
58.
(Toprağı) iyi
ve elverişli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle bol ve bereketli çıkar.
(Toprağı) kötü ve elverişsiz olandan ise, faydasız bitkiden başkası çıkmaz.
Şükredecek bir toplum için biz âyetleri işte böyle değişik biçimlerde
açıklıyoruz.
59.
Andolsun,
Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin
adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.
60.
Kavminin
ileri gelenleri, “Biz seni açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
61.
(Nûh onlara)
şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben,
âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
62.
“Ben size
Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin
bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”
63.
Sizi uyarması
ve sizin de Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için,
içinizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt)
gelmesine şaştınız mı?
64.
Derken kavmi
onu yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar (vicdanları hakka
kapalı) kör bir kavim idiler.
65.
Âd kavmine de
kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a karşı
gelmekten sakınmaz mısınız?” dedi.
66.
Kavminin
ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl
kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna
inanıyoruz.”
67.
Hûd, şöyle
dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
68.
“Rabbimin
vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir
nasihatçıyım.”
69.
“Sizi
uyarması için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir
(vahy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh
kavminden sonra onların yerine getirdi ve sizi yaratılış itibariyle daha
güçlü kıldı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.”
70.
Onlar, “Sen
bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini
bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit
ettiğin azabı bize getir” dediler.
71.
Hûd, “Artık
size Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah’ın, haklarında hiçbir
delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım
isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse
(başınıza geleceği) bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”
dedi.
72.
Bunun üzerine
biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık.
Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.
73.
Semûd kavmine
de kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size
Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi. İşte
size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi.. Bırakın onu da Allah’ın mülkünde
yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap
yakalar.”
74.
“Hatırlayın
ki Allah Âd kavminden sonra, sizi onların yerine getirdi ve sizi yeryüzünde
yerleştirdi. Yerin ovalarında köşkler kuruyor, dağları oyup evler
yapıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk
yaparak karışıklık çıkarmayın.”
75.
Kavminin
büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz,
Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden)
biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Biz şüphesiz onunla gönderilene
inananlarız” dediler.
76.
Büyüklük
taslayanlar, “Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz” dediler.
77.
Nihayet
deveyi kestiler, Rablerinin emrine karşı geldiler ve “Ey Salih! Sen eğer
(dediğin gibi) peygamberlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı getir”
dediler.
78.
Derken,
onları o kuvvetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke
kaldılar.
79.
Artık, Salih
onlardan yüz çevirdi ve “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ
ettim ve size nasihatta bulundum. Fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz”
dedi.
80.
Lût’u da
Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce
âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
81.
“Hakikaten
siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi
aşan bir toplumsunuz.”
82.
Kavminin
cevabı ise sadece, “Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini
fazla temiz tutan insanlar!..” demek oldu.
83.
Bunun üzerine
biz de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab
içinde kalanlardan oldu.
84.
Onların
üstüne bir azap yağmuru yağdırdık.”
Bak, suçluların akıbeti nasıl oldu.
85.
Medyen
halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey
kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam
yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde
bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.”
86.
“Bir de,
tehdit ederek Allah’ın yolundan O’na iman edenleri çevirmek, Allah’ın yolunu
eğri ve çelişkili göstermek üzere her yol üstüne oturmayın. Hatırlayın ki,
siz az (ve güçsüz) idiniz de O sizi çoğalttı. Bakın, bozguncuların sonu
nasıl oldu!?”
87.
“Eğer
içinizden bir kısmı benimle gönderilen gerçeğe inanmış, bir kısmı da
inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin. O, hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.”
88.
Şu’ayb’ın
kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun,
ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle
birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?”
dedi.
89.
“Allah, bizi
sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı
yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize
dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle
kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle
kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
90.
Şu’ayb’ın
kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki
eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
91.
Derken,
onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke
kaldılar.
92.
Şu’ayb’ı
yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya,
asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.
93.
(Şu’ayb)
onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: “Ey kavmim! Andolsun, ben size Rabbimin
vahyettiklerini ulaştırdım. Size nasihat de ettim. Şimdi ben, inkârcı bir
topluluğa nasıl üzülürüm?”
94.
Biz hiçbir
memlekete bir peygamber göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp
yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım.
95.
Sonra
kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerine iyiliği (bolluk ve genişliği)
getirdik. Nihayet çoğaldılar ve (nankörlük edip): “Atalarımız da darlığa
uğramış ve bolluğa kavuşmuşlardı” dediler. Biz de, farkında değillerken
onları ansızın yakaladık.
96.
Eğer, o
memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı,
elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını)
açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri
günahlarından dolayı yakalayıverdik.
97.
Memleketlerin
halkları geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmesinden emin mi
oldular?
98.
Ya da o
memleketlerin halkları kuşluk vakti gülüp oynarken kendilerine azabımızın
gelmesinden emin mi oldular?
99.
Yoksa
Allah’ın tuzağından emin mi oldular? Ziyana uğrayan kavimden başkası
Allah’ın tuzağından emin olamaz.
100.
Önceki
sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olanlara şu gerçek apaçık belli olmadı
mı ki, biz dileseydik onları da (öncekiler gibi) günahları yüzünden
cezalandırırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar hakkı
işitmezler.
101.
İşte
memleketler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun,
peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce
yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte
böyle mühürler.
102.
Biz onların
çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulmadık. Ama gerçekten onların
çoklarını yoldan çıkmış kimseler bulduk.
103.
Sonra onların
ardından Mûsâ’yı, apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen
adamlarına peygamber olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkâr ettiler.
Bak, bozguncuların sonu nasıl oldu.
104.
Mûsâ dedi ki:
“Ey Firavun! Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir
peygamberim.”
105.
Bana, Allah’a
karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil
(mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.
106.
Firavun,
“Eğer açık bir delil getirdiysen haydi göster onu bakalım, şayet doğru
söyleyenlerden isen” dedi.
107.
Bunun üzerine
Mûsâ, asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha.
108.
Elini
(koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.
109.
Firavun’un
kavminden ileri gelenler, dediler ki: “Şüphesiz bu adam usta bir
sihirbazdır.”
110.
“Sizi
yerinizden çıkarmak istiyor.” Firavun, ileri gelenlere, “Öyle ise siz ne
düşünüyorsunuz?” dedi.
111.
Onlar şöyle
dediler: “Mûsâ’yı ve kardeşini (bir süre) beklet (haklarında bir işlem
yapma) ve şehirlere toplayıcılar yolla.”
112.
“Bütün usta
sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler.”
113.
Sihirbazlar
Firavun’a geldiler. “Galip gelenler biz olursak mutlaka bize bir mükâfat
vardır, değil mi?” dediler.
114.
Firavun,
“Evet. Üstelik siz (ücretle de kalmayacaksınız) mutlaka benim en
yakınlarımdan olacaksınız” dedi.
115.
(Sihirbazlar), “Ey Mûsâ! Ya önce sen at, ya da önce atanlar biz olalım”
dediler.
116.
(Mûsâ), “Siz
atın” dedi. Bunun üzerine onlar (ellerindekini) atınca insanların gözlerini
büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.
117.
Biz de
Mûsâ’ya, “Elindeki değneğini at” diye vahyettik. Bir de ne görsünler o,
onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
118.
Böylece hak
yerini buldu ve onların yapmış oldukları şeylerin hepsi boşa çıktı.
119.
Artık orada
yenilmişler ve küçük düşmüşlerdi.
120.
Sihirbazlar
ise secdeye kapandılar.
121.
“Âlemlerin
Rabbine iman ettik” dediler.
122.
“Mûsâ ve
Hârûn’un Rabbine.”
123.
Firavun, “Ben
size izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu halkını oradan
çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”
124.
“Mutlaka
sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun
diye) sizin tümünüzü elbette asacağım.”
125.
Dediler ki:
“Biz mutlaka Rabbimize döneceğiz.”
126.
“Sen sırf,
Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç
duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim
canımızı al.”
127.
Firavun’un
kavminden ileri gelenler dediler ki: “Sen (sihirbazları cezalandıracaksın
da) Mûsâ’yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk
etsinler diye bırakacak mısın?” Firavun, “Biz onların oğullarını
öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir
güce sahibiz?” dedi.
128.
Mûsâ,
kavmine, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü
Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı
gelmekten sakınanlarındır” dedi.
129.
Dediler ki:
“Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.” Mûsâ,
“Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helâk edecek ve sizi bu yerde (Mısır’da)
egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır” dedi.
130.
Andolsun biz,
Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği
ile cezalandırdık.
131.
Fakat onlara
iyilik geldiği zaman, “Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)” derler. Eğer
başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna
yorarlardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında
(yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler.
132.
Dediler ki:
“Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”
133.
Biz de, her
biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün
güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.)
Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular.
134.
Üzerlerine
azap çökünce, “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua
et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve
İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz” dediler.
135.
Fakat
erişecekleri bir süreye kadar biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen
yeminlerini bozarlar.
136.
Bu yüzden
onlardan intikam aldık. Âyetlerimizi yalanlamaları ve onları umursamamaları
sebebiyle kendilerini denizde boğduk.
137.
Hor görülüp
ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket
verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin
İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında
gerçekleşti.
Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle
bir ettik.
138.
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan
bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait
ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler.
Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”
139.
Şüphesiz
bunların (din diye) içinde bulundukları şey yok olmaya mahkûmdur. Yapmakta
olduklarının hepsi batıldır.”
140.
“Sizi
âlemlere üstün kılmış iken, Allah’tan başka ilâh mı araştırayım size?”
141.
Hani sizi
Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size en kötü işkenceyi
uyguluyorlardı. Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.
Bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
142.
Mûsâ’ya otuz
gece süre belirledik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin
belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a, “Kavmim
arasında benim yerime geç ve yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna uyma”
dedi.
143.
Mûsâ,
belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana
(kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen
göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni
görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince
onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni
eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların
ilkiyim” dedi.
144.
(Allah) “Ey
Mûsâ! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse
sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol” dedi.
145.
Mûsâ için,
Tevrat levhalarında her şeye dair bir öğüt ve her şeyin bir açıklamasını
yazdık ve ona şöyle dedik: “Şimdi onları kuvvetle tut, kavmine de emret.
Onları en güzeliyle alsınlar (uygulasınlar). Yakında size fasıkların yurdunu
göstereceğim.”
146.
Yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her
âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler.
Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların,
âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.
147.
Âyetlerimizi
ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar ancak
yapmakta olduklarının cezasını çekerler.
148.
Mûsâ’nın
kavmi onun (Tur’a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan
bir buzağı heykeli (yaparak ilâh) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını
ve onlara hiçbir yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh)
edindiler de zalim kimseler oldular.
149.
İsrailoğulları (yaptıklarına) pişman olup, gerçekten sapmış olduklarını
görünce, “Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, mutlaka ziyana
uğrayanlardan oluruz” dediler.
150.
Mûsâ, kavmine
kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler
yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden)
levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye
başladı. (Kardeşi) “Ey anam oğlu” dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın
beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme.
Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.”
151.
(Mûsâ), “Ey
Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen,
merhametlilerin en merhametlisisin” dedi.
152.
Buzağıyı ilâh
edinenlere mutlaka (ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir
zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153.
Kötülükleri
işleyip de sonra ardından tövbe edenler ile iman(larında sebat) edenlere
gelince şüphe yok ki, Rabbin ondan (tövbeden) sonra elbette çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
154.
Mûsâ’nın
öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku
duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı.
155.
Mûsâ,
kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları
sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ, “Ey Rabbim! Dileseydin onları da
beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin
işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir
imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya
iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen,
bağışlayanların en hayırlısısın” dedi.
156.
“Bizim için
bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola
yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona
uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten
sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”
157.
Onlar,
yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî
peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten
alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram
kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.
Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen
nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
158.
(Ey
Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı
kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka
hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun
sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru
yolu bulasınız.”
159.
Mûsâ’nın
kavminden (insanları) hak ile doğru yola ileten ve onunla adaletli davranan
bir topluluk da vardı.
160.
Biz onları on
iki kabile hâlinde topluluklara ayırdık. (Tîh sahrasında susuzluktan
sıkılan) kavmi Mûsâ’dan su istediğinde biz ona, “Asânı taşa vur” diye
vahyettik. (Vurunca) taştan on iki pınar fışkırdı. Herkes (kendi) su içeceği
yeri bildi. Üzerlerine bulutu da gölgelik yaptık ve onlara kudret helvası ve
bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz
olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi
nefislerine zulmediyorlardı.
161.
O zaman
onlara denilmişti ki: “Şu memlekete
yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’
deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin
hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.”
162.
Onlardan
zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de
zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.
163.
(Ey
Muhammed!) Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının
durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı.
Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor,
tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan
çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.
164.
Hani onlardan
bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir
azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da,
“Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı
gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi.
165.
Onlar
kendilerine hatırlatılanı unutunca, biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları
kurtardık. Zulmedenleri yoldan çıkmaları sebebiyle, şiddetli bir azapla
yakaladık.
166.
Yasaklandıkları şeylerden vazgeçmeye yanaşmayınca da onlara “aşağılık
maymunlar olun” dedik.
167.
Hani Rabbin,
elbette kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü tattıracak kimseleri
göndereceğini bildirmişti. Şüphesiz Rabbin, elbette cezayı çabuk verendir.
Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
168.
Biz onları
yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onlardan iyi kimseler vardır.
İçlerinden öyle olmayanları da vardı. Belki dönüş yaparlar diye de onları
güzellikler ve kötülükler ile sınadık.
169.
Derken,
onların ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil
geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz
bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar.
Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan
Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki,
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç
düşünmüyor musunuz?
170.
Kitab’a
sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz,
iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz.
171.
Hani dağı
sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek
sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun
içindekileri hatırlayın ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız” demiştik.
172.
Hani Rabbin
(ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları
kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti.
Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız
kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
173.
Yahut,
“Bizden önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen
bir nesiliz. Şimdi batılcıların işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?”
dememeniz içindir.
174.
Hakka
dönsünler diye işte âyetleri böylece ayrı ayrı açıklıyoruz.
175.
Kendisine
âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini
peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara
anlat.
176.
Dileseydik o
âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi
heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da
dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte
bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları
anlat ki düşünsünler.
177.
Âyetlerimizi
yalan sayan ve ancak kendilerine zulmeden bir kavmin durumu ne kötüdür!
178.
Allah, kimi
doğru yola iletirse, odur doğru yolu bulan. Kimleri de saptırırsa, işte
onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.
179.
Andolsun biz,
cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da
bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını
cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da
aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.
180.
En güzel
isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri
hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına
çarptırılacaklardır.
181.
Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti
gerçekleştiren bir topluluk vardır.
182.
Âyetlerimizi
yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş
felakete götüreceğiz.
183.
Ben onlara
mühlet veririm. Şüphesiz benim tuzağım çetindir.
184.
Onlar
düşünmediler mi ki (çok iyi tanıdıkları, kendileriyle iç içe yaşamış olan)
arkadaşlarında (Peygamber’de) delilikten eser yoktur. O, ancak apaçık bir
uyarıcıdır.
185.
Onlar
göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama,
Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç
bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?
186.
Allah, kimi
saptırırsa artık onu doğru yola iletecek kimse yoktur. Allah, onları
azgınlıkları içinde bırakır, bocalayıp dururlar.
187.
Sana
kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak
Rabbimin katındadır. Onu vaktinde ancak O (Allah) ortaya çıkaracaktır. O
göklere de, yere de ağır basmıştır. O, size ancak ansızın gelecektir.” Sanki
senin ondan haberin varmış gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi sadece
Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.”
188.
De ki: “Allah
dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip
değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim
ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve
bir müjdeciyim.”
189.
Allah, sizi
bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan
var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe
kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri
Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette
şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.
190.
Fakat Allah
onlara iyi ve sağlıklı bir çocuk verince de, Allah’ın kendilerine verdiği
çocuk konusunda O’na ortaklar koşarlar. Allah, onların ortak koştukları
şeylerden yücedir.
191.
Hiçbir şeyi
yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar?
192.
Hâlbuki onlar
(edindikleri ilâhlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım
edebilirler.
193.
Onları doğru
yola çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, sussanız da sizin için
birdir (sonuç alamazsınız).
194.
Allah’ı
bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer
doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler
(duanıza icabet etsinler).
195.
Onların
yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri
mi var, ya da işitecek kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın
ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!”
196.
Çünkü benim
velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik
eder.
197.
Allah’tan
başka taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar
kendilerine de yardım edemezler.
198.
Eğer onları,
doğru yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün,
hâlbuki onlar görmezler.
199.
Sen af yolunu
tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.
200.
Eğer
şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O,
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
201.
Şüphe yok ki
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese
dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen
gözlerini açarlar.
202.
Şeytanlara
kardeş olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra
da bundan hiç geri durmazlar.
203.
(Ey
Muhammed!) Onlara (istedikleri) bir âyet getirmediğin zaman (alay ederek)
derler ki: “Onu (da) bir yerlerden derleyip toplasaydın ya.” De ki: “Ben
ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (Kur’an âyetleri),
Rabbinizden gelen basiretlerdir (Gönül gözlerini aydınlatan nurlardır). İman
edecek bir topluluk için bir hidayet kaynağı ve bir rahmettir.”
204.
Kur’an
okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.
205.
Rabbini,
içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret
ve gafillerden olma.
206.
Şüphesiz
Rabbin katındaki (melek)ler O’na ibadet etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih
ederler ve yalnız O’na secde ederler.