11- HÛD SÛRESİ
Mekke döneminde inmiştir.
123 âyettir. Sûre, adını içinde söz konusu edilen Hûd peygamberden
almıştır. Sûrede başlıca tevhit, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve
ceza konuları ele alınmakta ve bunlar bazı peygamberlerin kıssalarıyla
desteklenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1,2.
Elif Lâm Râ.
Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla
haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış,
sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış
bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir
uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”
3.
Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş
bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her
fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben
sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.
4.
Dönüşünüz ancak Allah’adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
5.
İyi bilin ki onlar, O’ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı
gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah
onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin
özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
6.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin
(dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri
de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.
7.
O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz
Arş'ı
su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır.
Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar
“Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.
8.
Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir süreye kadar geciktirsek, o zaman
da mutlaka “Onu ne alıkoyuyor?” derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği
gün, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey,
kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.
9.
Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan
çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.
10.
Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak
mutlaka, “Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve
böbürlenen biridir.
11.
Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için
bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
12.
(Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya
beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana
vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün
daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.
13.
Yoksa “onu (Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler
iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp,
siz de onun gibi uydurma on sûre getirin.”
14.
Eğer size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak
Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık
müslüman oluyor musunuz?
15.
Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının
karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.
16.
İşte onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayan
kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten bütün
yapmakta oldukları da boş şeylerdir.
17.
Rabbi katından açık bir delile dayanan kimse, yalnız dünyalık isteyen kimse
gibi midir? Kaldı ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur’an) ve bir de ondan
(Kur’an’dan) önce bir önder ve bir rahmet olarak (indirilmiş olan) Mûsâ’nın
kitabı (Tevrat) desteklemektedir.
İşte bunlar ona (Kur’an’a) inanırlar. Gruplardan her kim onu inkâr ederse,
ateş onun varacağı yerdir. Ondan hiç şüphen olmasın. Şüphesiz o, Rabbin
tarafından (bildirilmiş) gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmazlar.
18.
Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz
edilecekler ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte
bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.
19.
Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek
isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.
20.
Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah’tan
başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar için kat kat
artırılacaktır. Çünkü onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem
de görmüyorlardı.
21.
İşte bunlar, kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları
şeyler de kendilerini yüz üstü bırakıp kaybolup gitmiştir.
22.
Şüphesiz bunlar ahirette en çok ziyana uğrayanlardır.
23.
İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince,
işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
24.
Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir.
Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?
25.
Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi:
“Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
26.
“Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza
elem dolu bir günün azabından korkuyorum.”
27.
Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan
olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en
aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir
üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu
sanıyoruz” dediler.
28.
Nûh dedi ki: “Ey Kavmim! Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık
bir delil üzerinde isem ve O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz
ona karşı kör kalmışsanız, onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak
mıyız?”
29.
“Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim
mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak)
kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin
bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.”
30.
“Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç
düşünmüyor musunuz?”
31.
Size ben, “Allah’ın hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben
bir meleğim” de demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah,
onlara asla hiçbir hayır vermez” de diyemem. Allah, onların içlerindekini
daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben gerçekten zâlimlerden
olurum.
32.
Dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru
söyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.”
33.
Nûh dedi ki: “Onu size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah’ı) âciz
bırakamazsınız.”
34.
Ben size öğüt vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, öğüdüm
size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.
35.
(Ey Muhammed!) Yoksa “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki:
“Eğer onu uydurmuşsam, suçum bana âittir. Ben de sizin işlemekte olduğunuz
suçlardan uzağım.”
36.
Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık
hiç kimse iman etmeyecek. O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden
dolayı üzülme.”
37.
“Gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana
bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
38.
(Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına
uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: “Bizimle alay ediyorsanız,
sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz.”
39.
Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin üzerine
sürekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız.
40.
Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca)
Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de
kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman
edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.
41.
(Nûh), “Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır.
Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi.
42.
Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere
çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla
birlikte olma” diye seslendi.
43.
O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün
Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur”
dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.
44.
“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş
bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın
rahmetinden uzak olsun!” denildi.
45.
Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir.
Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”
46.
Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan
bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben,
sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.
47.
Nûh, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten
sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana
uğrayanlardan olurum” dedi.
48.
Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok
ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler
de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden
kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.”
49.
İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne
sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a
karşı gelmekten sakınanların olacaktır.
50.
Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece
iftira ediyorsunuz.”
51.
“Ey kavmim! Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim,
ancak beni yaratana âittir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”
52.
“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki,
üzerinize bol bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar
olarak yüz çevirmeyin.”
53.
Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin
sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz.”
54,55.
Biz sadece şunu söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış.” Hûd,
dedi ki: “İşte ben Allah’ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin
Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz
toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın.”
56.
“İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde
bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.
Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”
57.
“Eğer yüz çevirirseniz; bilin ki ben, benimle gönderileni size tebliğ ettim.
Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz O’na
bir zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”
58.
Helâk emrimiz gelince, Hûd’u ve beraberindeki iman etmiş olanları,
tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık.
59.
İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine
karşı geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!
60.
Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz
ki Âd kavmi, Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd,
Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.
61.
Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey
kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi
yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna
donanımlı) kıldı.
Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz
Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.
62.
Onlar şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir
kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun?
Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.”
63.
Salih, dedi ki: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından
apaçık bir delil üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik)
vermişse, O’na karşı geldiğim takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir? Demek
ki, zarara uğratmaktan başka bana katkınız olmaz.”
64.
“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu,
Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi
yakın bir azap yakalar.”
65.
Derken onu kestiler. Salih, dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. (Sonra
helâk olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.”
66.
(Helâk) emrimiz geldiğinde Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları
tarafımızdan bir rahmetle helâktan ve o günün rezilliğinden kurtardık.
Şüphesiz Rabbin mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
67.
Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü
çökekaldılar.
68.
Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti.
(Yine) biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.
69.
Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!”
dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte
gecikmedi.
70.
Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı
içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine
gönderildik.”
71.
İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı
müjdeledik; İshak’ın arkasından da Yakûb’u.
72.
Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar
iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.
73.
Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size
olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı
yücedir.” dediler.
74.
İbrahim’in korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim
(elçilerimiz)le tartışmaya başladı.
75.
Çünkü İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.
76.
Elçilerimiz, “Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak
gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir”
dediler.
77.
Elçilerimiz Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok
zor bir gün” dedi.
78.
Kavmi, (konuklarıyla çirkin ilişkide bulunmak üzere) ona doğru koşa koşa
geldiler. Zaten onlar önceden de bu tür çirkin işleri yapıyorlardı. Lût,
dedi ki: “Ey Kavmim! İşte kızlarım. Onlar(la nikâhlanmanız) sizin için daha
temizdir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin.
İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?”
79.
Onlar, “İyi biliyorsun ki kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne
istediğimizi çok iyi biliyorsun” dediler.
80.
(Lût da:) “Keşke size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı, ya da sağlam bir
desteğe dayanabilseydim” dedi.
81.
Konukları şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla
ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse
ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin)
başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma
zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!”
82,83.
(Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin
katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar
zalimlerden uzak değildir.
84.
Medyen halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi:
“Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur.
Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben
sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.”
85.
“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını
(mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak
karışıklık çıkarmayın.”
86.
“Eğer inanan kimselerseniz Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha
hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekçi değilim.”
87.
Dediler ki: “Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında
dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen
gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”
88.
Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen
açık bir delil üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben
size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince
(sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben
sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.”
89.
“Ey Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin, veya Hûd kavminin,
yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de
başınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir.”
90.
“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok
merhametlidir, çok sevendir.”
91.
Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni
aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten
sen bizce itibarlı biri değilsin.”
92.
Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı
mı ki, O’na sırt çevirdiniz. Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı
kuşatmıştır.”
93.
“Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni)
yapacağım. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu
yakında bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
94.
(Azap) emrimiz gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri,
katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses
yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
95.
Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden
uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı.
96,97.
Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve
onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un
emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.
98.
Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe
götürecektir. Ne kötü varış yeridir orası!
99.
Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü
destektir onlara verilen destek!
100.
(Ey Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana
anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de.
101.
Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap
emri gelince, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilâhları kendilerine hiçbir
fayda sağlamadı. İlâhları onların sadece ziyanlarını artırdı.
102.
Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte
böyledir! Şüphesiz O’nun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir.
103.
Şüphesiz, ahiret azabından korkanlar için bunda bir ibret vardır. Bu,
insanların (hesap ve ceza için) toplanacakları bir gündür. Bu, herkesin
toplanıp bir araya geleceği bir gündür.
104.
Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz.
105.
O gün geldiği zaman Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse konuşamaz. Onlardan
mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da.
106.
Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir
soluyuşları vardır.
107.
Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak
Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.
108.
Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere
cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir
lütuf olarak verilmiştir.
109.
(Ey Muhammed!) Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye
düşme. Onlar sadece, daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şüphesiz
biz onlara (azaptan) paylarını eksiksiz olarak tastamam vereceğiz.
110.
Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de onun hakkında ayrılığa
düşülmüştü. Eğer daha önce Rabbinin bir sözü geçmemiş olsaydı, elbette
aralarında hüküm verilirdi. Onlar da (müşrikler de) o Kur’an hakkında derin
bir şüphe içindedirler.
111.
Şüphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam
verecektir. Şüphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.
112.
Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de
dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O,
yaptıklarınızı hakkıyla görür.
113.
Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka
dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.
114.
(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde
namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir
öğüttür.
115.
Sabret! Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.
116.
Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde
bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini
kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde
şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.
117.
Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek
helâk etmez.
118,119.
Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı.
Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam
edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki
cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım” sözü
kesinleşti.
120.
(Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini
pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak,
mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.
121.
İman etmeyenlere de ki: “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.”
122.
“Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.”
123.
Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na
döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin
yaptıklarınızdan habersiz değildir.