İnsanoğlu, nefsani arzulara mağlup olduğu ve imanın feyiz ve ruhaniyetini yitirdiği zaman günahlara meyleder. Vicdanlarda ahlâkî destek azalınca, ince düşünüş ve ruhi derinlik de kaybolur. İstikâmet sâhibi olma yolunda ciddî bir zaaf ortaya çıkar. Günahlar, tatlı bir mûsikî gibi nefislere hoş gelir ve âdeta vebalinin ağırlığı hissedilmeden işlenebilir.
Hâlbuki insanoğlu, masumiyetin saf ve berrak bir aynası gibi cihana tertemiz olarak gelir. Din de bu fıtrî temizliği korumak için Allah tarafından insanoğluna lütfedilen bir merhamet tecellisidir. Dolayısıyla kul, fıtratındaki temizliği muhafaza edebilir ve dininin ruhaniyetinden nasiplenerek gaflet perdelerini aralayabilirse, hasbe’l-beşer bir cürüm işlediğinde onun ağırlığını vicdanında hisseder. Onun iç âleminde saklı bulunan fazilet hisleri incinerek uyanır. Kalbi büyük bir pişmanlıkla için için yanar ve ılık gözyaşlarıyla Rabbine gönlünü açar. İşte bu yanış ve pişmanlık “tövbedir. Ardından af dilemek için kalplerden taşan niyazlar da “istiğfar”dır.
Günahlar, cennete girme engeli; buna mukabil amel-i sâlihlerle te’yîd edilen ve gönül yanıklığı ile yapılan tövbeler de cehennemden korunma vesileleridir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أن رسولَ اللّه . قال: إنَّ الْعَبْدَ إذَا أخْطَأ خَطِيئَةً نُكِتَتْ في قَلْبِهِ نَكْتَةٌ. فَإذَا هُوَ نَزَعَ وَاسْتَغْفَرَ وَتَابَ صُقِلَ قَلْبُهُ، وَإنْ عَادَ زِيدَ فيهَا حَتَّى تَعْلُوَ قَلْبَهُ. وَهُوَ الرَّانُ الذِى ذَكَرَ اللّهُ تَعَالى
"Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af talep eder ve tövbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk'ın:
كَلاَّ بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
"Bilakis, onların irtikâp edegeldikleri, kalplerini paslandırmıştır" (Mutaffifin 14) meâlindeki âyette zikrettiği pastır.
Diğer bir hadîs-i şerîfte de:
“En büyük dert, günah derdi; onun ilâcı da gece karanlığında istiğfâr etmektir.” buyrulmuştur.31
Beşeriyet îcâbı herhangi bir günâha düşüldüğünde, derhâl tevbe ve istiğfâra sarılmak ve Allâh’a yönelmek îcâb eder. Zîrâ Cenâb-ı Hak, râzı olduğu muttaki kullarını şöyle methetmektedir:
وَالَّذِينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُوآ اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلاَّ اللهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Onlar, bir kötülük yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe ve istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.”
كاَنُوا قَلِيلاً مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
“O muttakiler, geceleri pek az uyurlar,
وَبِاْلاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Seher vakitlerinde de istiğfara devam ederler.”
Cenâb-ı Hak, samımı bir şekilde tövbe eden kullarını affedeceğini birçok ayette bildirmektedir. Hatta samımı (Nasuh) bir tövbe ile kendisine yönelenlerin günahlarını sevaba çevireceğini beyan ederek şöyle buyurur:
اِلاَّ مَنْ تَابَ وَاَمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحًا فَاُولَئِكَ يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللهُ غَفُورًا رَحِيمًا
“Ancak tevbe ve îmân edip sâlih ameller işleyenler başkadır; Allâh onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allâh çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sâhibidir.”
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de şöyle buyurur:
وعن أبى موسى رَضِىَ اللّهُ عَنْه. أنَّ رسولَ اللّه . قال: إنَّ اللّهَ عَزَّ وَجلّ يَبْسُطَ يَدَهُ بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِئُ النَّهَارِ، وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ لِيَتُوبَ مُسِئُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا
"Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için de gündüz elini açar, bu hal, güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir."
Ancak tövbede samimiyet ve ihlâs en mühim şarttır. Durmadan tövbesini bozan bir kimse, artık şeytanın maskarası olmuş demektir. Cenâb-ı Hak buyurur:
يَآاَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لاَ يَجْزِى وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلاَ مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا اِنَّ وَعْدَ اللهِ حَقٌّ فَلاَ تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَوةُ الدُّنْيَا وَلاَ يَغُرَّنَّكُمْ بِاللهِ الْغَرُورُ
“Ey insanlar! Yolunuzu Rabbinizin kitabıyla bulun. Öyle bir günden korkup sakının ki; hiçbir anne ve babanın çocuğuna faydası dokunmaz ve hiçbir çocuk da, anne babasına en ufak bir fayda sağlayamaz. Çünkü Allah’ın ölümden sonra, dirilme ve hesapla ilgili vaadi de mutlaka gerçekleşecektir. Dünya hayatı, süsü ve lezzetleriyle sizi aldatmasın. Düzenbaz şeytan da, sizi Allah’ın mühlet vermesine ve yumuşak davranmasına karşı, güvendirip aldatmasın..”
Diğer taraftan tövbe ve istiğfar, dünyada ve ahirette azaptan kurtuluş vesilesidir. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ: أنْزَلَ اللّهُ عَليَّ أمَانَيْنِاا ُمَّتِى؛ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وأنْتَ فِيهِمْ، وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرونَ. فإذَا مَضَيْتُ تَرَكْتُ فِيهمْ، اسْتِغْفَارَ الى يَوْمِ الْقِيَامَةِ
“Allâh Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi:
وَمَا كَانَ اللهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ فِيهِمْ وَماَ كَانَ اللهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Oysa ey peygamber!
(1)Sen onların arasında iken, Allah onlara azap edecek değildir.
(2)Ve onların arasında bulunan mü’minler, Allah’tan bağışlanmalarını isterlerken yine Allah onlara azap edici değildir.
Ben aralarından ayrıldığımda, (Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfarı kıyamete kadar ümmetimin yanında bırakıyorum.”
Tövbe ve istiğfar, gerçek mahiyetiyle deruni bir pişmanlık ve sığınma olması sebebiyle, Allah’a yaklaşmanın en müessir vâsıtasıdır. Allah’a yöneliş ve kalbin ulvî bir seviye kazanmasında mühim bir yeri olan istiğfar, manevi kirlerden temizlenmenin de yegâne vâsıtasıdır. Makbul bir tövbe, kul ile Rab arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır, Allah Teâlâ’nın sevgisine mazhar eder. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
اِنَّ اللهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
“Şüphesiz Allâh, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.”
Peygamber Efendimiz, Rabbimizin, insanların tövbelerinden ne kadar memnun olduğunu anlatmak için şu misali vermiştir:
للَّهُ أَشدُّ فرحاً بِتَوْبةِ عَبْدِهِ حِين يتُوبُ إِلْيهِ مِنْ أَحَدِكُمْ كان عَلَى راحِلَتِهِ بِأَرْضٍ فلاةٍ ، فانْفلتتْ مِنْهُ وعلَيْها طعامُهُ وشرَابُهُ فأَيِسَ مِنْهَا ، فأَتَى شَجَرةً فاضْطَجَعَ في ظِلِّهَا ، وقد أَيِسَ مِنْ رَاحِلتِهِ ، فَبَيْنما هوَ كَذَلِكَ إِذْ هُوَ بِها قَائِمة عِنْدَهُ ، فَأَخذ بِخطامِهَا ثُمَّ قَالَ مِنْ شِدَّةِ الفَرحِ : اللَّهُمَّ أَنت عبْدِي وأَنا ربُّكَ، أَخْطَأَ مِنْ شِدَّةِ الفرح
“Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:
- Allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”
TEVBENİN KABUL OLMASININ ŞARTLARI:
Tövbe ile ilgili ayet ve hadisler, şartları yerine getirilerek yapılan tövbenin kabul olabileceğine işaret ettiğinden, alimler, tövbenin makbul olmasının şartlarını şöyle belirtmişlerdir:
a - İşlenen günahtan dolayı kalben pişmanlık duymak.
b - Günahı terketmek.
c - Günahı bir daha işlememeye kesin karar vermek.
d - Günahı itiraf edip çokça istiğfar etmek.
e - Eğer işlenen günah, insan hakkına müteallik ise, hak sahibiyle helalleşmek
TEVBENİN MAKBUL OLMASININ BAZI ŞARTLARI
Yaptığımız tövbenin makbul olmasının şarları yanında. Burada şunu da ilave etmemiz gerekmektedir ki: Tövbe, duanın bir çeşididir. Öyleyse dua da belirtilen şartlara da tövbe sırasında riayet etmek, tövbemizin makbul olma şansını artıracaktır.
* Önce maddi sadaka vermek.
* Mübarek mekânlarda (Ravza-i Mutahhara, Ka'be, Mescid-i Aksa, camiler, ön saf... gibi) yapmak.
* Mübarek zamanlarda (Ramazanda, Kadir gecesinde, diğer mübarek gün ve gecelerde, cuma gününde, saat-ı icabe'de, her gün seher vaktinde, ilk vaktinde kılınacak farz namazların arkasında, abdest alınca kılınacak iki rekât nafilenin peşinde... vs.) yapmak.
* Tövbe ye salavatla başlamak. Salavatla bitirmek.
* Kur'an ve hadiste gelen (me'sur) tövbelerle tövbe etmek.
* Abdestli olarak tövbe etmek... vs
Bir hadisle sohbetimizi tamamlamak istiyorum.
وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ: يَقُولُ اللّهُ تَعالى: يَا ابنَ آدَمَ، إنَّكَ مَا دَعَوْتَنِي وَرَجَوْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ عَلى مَا كَانَ مِنْكَ وََ أُبَالِي، يَا ابنَ آدَمَ لَوْ بَلَغَتْ ذُنُوبُكَ عَنَانَ السَّمَاءِ ثُمَّ اسْتَغْفَرْتَنِي غَفَرْتُ لَكَ وََ أُبَالِي يَاابْنَ آدَمَ إنَّكَ لَوْ أتَيْتَنِي بِقُرَابِ ا‘رْضِ خَطَايَا ثُمَّ لَقَيْتَنِي َ تُشْرِكُ بِي شَيْئاً َتَيْتُكَ بِقُرَابِهَا مَغْفِرَةً[. أخرجه الترمذي.»والعنانُ« السحاب، وقيل ما عنّ لك منها. أى ظهر.»وقُرَابُ ا‘رض« ما يقارب ملئها .
“Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ey âdemoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım."
Müslim, Tevbe 7. Ayrıca bk.Tirmizî, Kıyâmet 49, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 30
|