وَلاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتاَبٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
"Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızdahakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar."(Mü'minûn, 23/62)
Yüce Allah bu dünyayı insanları sınamak için yaratmıştır.
وَخَلَقَ اللهُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
“Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır.” (Câsiye, 45/22) İnsanlar kendi kazandıklarına göre, ahirette farklı şekillerde muamele göreceklerdir
ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ يَدَاكَ وَاَنَّ اللهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ
(Ona), “İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah, kesinlikle kullara zulmedici değildir” (denir.) (Hac, 22/10) Güzel mükâfatlara muhatap olabilmek için, insanın kendine zulmetmemesi gerekir. Kişinin kendine zulmetmesi demek, Allah’ın çizdiği sınırları aşmak demektir
يَآاَيُّهَا النَّبِىُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَآءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللهَ رَبَّكُمْ لاَ تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلاَ يَخْرُجْنَ اِلاَّ اَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لاَ تَدْرِى لَعَلَّ اللهَ يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ اَمْرًا
“Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde, onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik hâlinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.” (Talâk, 65/1). Bu sınırları kimileri çok fazla aşarak ‘sırat-ı müstakim’ diye ifade edilen Allah’ın yapılmasını istediği ibadet ve güzel davranışları terk eder ve kendilerine daha farklı yol ve ideolojiler edinirler. Bu şekilde sınırı aşan insanlar, sadece ahirette değil, dünya hayatında da felaketlerle karşılaşabilirler. Yüce Allah, Kur’an’da bazı kavimlerin maruz kaldığı akıbetlerden bahseder
فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِهِ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ اْلاَرْضَ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَا وَمَا كَانَ اللهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَكِنْ كَانُوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
“Bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah, onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Ankebût, 29/40).
Kur’an’da Muhammed ümmetinin üç grupta olduğu, bunlardan kendilerine zulmedenlerin bir grup, iyiliklerde öncü olanların bir grup, ikisi arasındaki insanların ise vasat bir grup olduğu vurgulanmaktadır
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ
“Sonra biz, o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed’in ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur. “(Fatır, 35/32). Burada kendimize sormamız gereken soru Kur’an’da ifade edilen bu üç gruptan bizim hangisine dâhil olduğumuz sorusudur.
Allah’ın sınırlarını aşmak Türkçe’nin çarpıcı deyişiyle ‘haddi aşmak’, fıtrat olarak insanın düşebileceği bir durumdur. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde
لَولاأنَّكُمْ تُذْنِبُونَ لَذَهَبَ اللّهُ تَعالى بِكُمْ وَخَلَقَ خَلْقاً يُذْنِبُونَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ
"Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı." söylemektedir (Tirmizî, “Da’avât", 3539). Demek ki, hatalar insandan insana değişse de, her insanın mutlaka bir hata payı vardır. Hatta zaman zaman bazı peygamberler bile bu sınıra yaklaştıklarını düşünmüşler, Allah’tan af dilemişlerdir. Zünnûn ve Musa peygamberlerin bu doğrultuda Allah’a yakarışları vardır. Sebe melikesi Belkıs’ın Kur’an’daki yakarışı da buna dâhil edilebilir
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
“Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.” (Enbiyâ, 21/87)
قَالَ رَبِّ اِنِّى ظَلَمْتُ نَفْسِى فَاغْفِرْلِى فَغَفَرَ لَهُ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. “( Kasas, 28/16)
قيلَ لَهَا ادْخُلِى الصَّرْحَ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَاريرَ قَالَتْ رَبِّ اِنّى ظَلَمْتُ نَفْسى وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمنَ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمينَ
“Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.” ( Neml, 27/44).
Allah sözünden dönmez
وَعْدَ اللّهِ لَايُخْلِفُ اللّهُ وَعْدَهُ وَلكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَايَعْلَمُونَ
“Allah, (onlara zafer konusunda) bir vaadde bulunmuştur. Allah, vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm, 30/6). Allah söz verdiği gibi kendisine inanan ve rızası için yararlı işler yapanları cennetine sokacak, inanmayan insanları ise zulüm ve haksızlıklarının sonucu olarak, cehennem azabına çarptıracaktır. Fakat ölmeden önce tövbe etme şansı herkes için vardır.
Kişinin kendine zulmetmesi, çoğu zaman başkalarına da zulmetmesi sonucunu doğurur. Allah, mazlum insanlara, ilkinde olmasa bile, ikinci defa haklarının ihlâli durumunda yardım elini uzatacağını beyan etmektedir
ذَلِكَ وَمَنْ عاَقَبَ بِمِثْلِ مَا عُوقِبَ بِهِ ثُمَّ بُغِىَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللهُ اِنَّ اللهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ
“Bu böyle. Bir de kim kendisine verilen eziyetin dengiyle karşılık verir de sonra yine kendisine zulmedilirse, elbette Allah ona yardım eder. Hiç şüphesiz ki Allah çok affedendir, çok bağışlayandır.” (Hac, 22/60). Zulmedenler, bu hâldeyken azap onlara geldiğinde yaptıkları zulüm ve haksızlığı inkâr etmeye çalışacaklardır
اَلَّذِينَ تَتَوَفَّيهُمُ الْمَلَئِكَةُ ظَالِمِى اَنْفُسِهِمْ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ بَلَى اِنَّ اللهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“O kâfirler, nefislerine zulmederlerken melekler onların canlarını alır da onlar teslim olup, “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk” derler. (Melekler de şöyle diyecekler:) “Hayır! Allah sizin yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (Nahl, 16/28). Fakat hesap günü sorguda her şey açığa çıkacağı için onların yaptıkları haksızlığı gizleme ihtimalleri yoktur.
Yüce Allah, insanlara asla zulmedilmeyeceğini Kur’an’da çok çarpıcı tanımlamalarla ifade etmiştir. Bu ayetlerde Allah’ın, insanlara ‘zerre kadar’
اِنَّ اللهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَاِنْ تَكُنْ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ اَجْرًا عَظِيمًا
“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.” (Nisâ, 4/40), ‘hardal tanesi kadar’
وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَمَةِ فَلاَ تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ
“Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.” (Enbiyâ, 21/47), ‘kıl kadar bile’
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْ بَلِ اللهُ يُزَكِّى مَنْ يَشَاءُ وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً
“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez.” (Nisâ, 4/49) zulmetmeyeceği ifade edilmektedir. Hatta hesap sırasında insanların yapıp ettiği her şeyi apaçık bir kitap sayıp dökecek ve insanların itiraz hakkı kalmayacaktır
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَاوَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لاَ يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلاَ كَبِيرَةً اِلاَّ اَحْصَيهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلاَ يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا
“Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49).
Kur’an’ın ifade ettiğine göre, bazen insanoğlunun zulmü o dereceye varır ki, bu zulümler nedeniyle karada ve denizde bozulmalar meydana gelir
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِى النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِى عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm, 30/41). Bu ayet ekosistemde bozulmaların olduğu, küresel ısınmanın arttığı, zararlı gazların atmosferde tehlike oluşturduğu ve kutuplardaki buzulların eridiği bir zamanda hayatın tam da orta yerine düşmektedir. Bu olaylar karşısında insanlığın kendisine zulmedişinin ne demek olduğunu acı bir tecrübe olarak yaşama fırsatı yakalamaktayız.
Bu doğal felaketlere, dünyamızda 1946’dan bu yana bölgesel ve iç savaşlarda 25 milyonun üzerinde insanın öldürüldüğünü, 45 milyon insanın yaşadığı ortamı terk etmek zorunda kaldığını ve savaş mağduru milyonlarca insanın açlık, yoksulluk ve salgın hastalıklarla karşı karşıya kaldığını da eklersek, insanın kendisine zulmetmesinin ne demek olduğunu daha iyi anlarız.
Elbette bütün bu yanlışların dökümü Kur’an’da ifadesini bulan apaçık kitaba da yansıyacaktır. Yapılanların dünyevî anlamdaki kâr ve zarar hesaplarını aşan, ilâhî ödül ve ceza türünden karşılıkları da olacaktır. Sanılmasın ki, hiçbir günahı yokken ölüme terk edilen kız çocuklarının yaşadıkları acı boşa gidecek, kötülüklerin karşılığı olmayacaktır. Allah adildir. ‘Allah âlemlere zulmetmez’
تِلْكَ اَيَاتُ اللهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ وَمَا اللهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعالَمِينَ
“İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.” (Âl-i İmrân, 3/108). Fakat cezayı hak edenlere de cezalarını verir
وَمَنْ يَهْدِ اللهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّ اَلَيْسَ اللهُ بِعَزِيزٍ ذِى انْتِقَامٍ
“Allah, kimi de doğru yola iletirse artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak güç sahibi, intikam sahibi değil midir?” (Zümer, 39/37).
Allah’ın vaat ettiği nimetler ile vaat ettiği cezalar arasında tercih yapma özgürlüğü ise insanın kendi elindedir. Allah vaadinden dönmeyeceğine göre, hazır fırsat varken bizim, günahlarımızdan dönerek Allah’tan af ve mağfiret dilememiz gerekmektedir.
Konumuzu sevgili Peygamberimizin ağzından bir duayla bitirelim:
اللّهُمَّ إنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْفَقْرِ، وَالْقِلَّةِ، وَالذِّلَّةِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ أَنْ أَظْلِمَ أو أُظْلَمَ
“Allah’ım! Fakirlikten, nafaka azlığından, perişanlıktan(zelillikten) sana sığınırım. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, “Vitir", 1544)
Âmin!
Doç. Dr. Soner GÜNDÜZÖZ |