|
Fedakârlık Rabbimizin Övgüsünü Celbeder
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَاْلاِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلاَ يَجِدُونَ فِى صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّآ اُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَاُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine'ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Haşr, 59/9)
Âyetin ana temasını fedakârlık teşkil etmektedir. İnsan, yaratılışı ve ihtiyaçları gereği toplum hâlinde yaşamaya mecburdur. Çünkü o, ihtiyaçlarını tek başına karşılama imkânına sahip değildir. İnancı, sosyal ve kültürel yapısı her ne olursa olsun, toplum hâlinde yaşamanın insana yüklediği birtakım sorumluluklar vardır. Her sorumluluk, dolaylı ya da dolaysız bir şekilde yine fertlere hak olarak döner. Sorumluluklarımızın yerine getirilmesi elbette beraberinde belirli fedakârlıkları gerektirmektedir.
Hemen her insanın hayatında fedakârlık yapmak durumunda hatta zorunda kaldığı anlar olabilir. Annenin yavrusuna, babanın ailesine, ülke evlatlarının ülkelerine karşı fedakârlıkları bunlardan sadece birkaçıdır. Fedakârlık, insanın yaptığı anda huzur duyduğu bir olgudur. Bir annenin uykusunun en tatlı yerinde uyanarak yavrusunu emzirmesi, yavrusunun huzuru için bir fedakârlıktır. Yavrunun hafif bir tebessüm veya gülücüğü, bu fedakârlığın belki de arzulanan bedellerinden en güzelidir. Şefkat, merhamet duygularıyla dolu bu meşakkatli fedakârlık örneğinin sadece insana özgü olmayışı hemen bütün canlı türlerinde gözlemlenmesi, ilahî iradenin rahmetinin kısmen yansıması olarak değerlendirilebilir. Öyle ya insan aklı, tecrübesi ve duygularıyla yavrusuna böyle davranıyor, ya aklı, duyguları tartışılan diğer canlıların, bu davranış biçimi hangi kaynaktan besleniyor? Tabii ki yüce Mevla, yarattığı her varlığa bir şekilde sahip çıkmakta, birilerini onun korunmasında aracı kılmaktadır. İnsan, yapmış olduğu fedakârlıkla bir taraftan bir anını, bir imkânını belki huzurunu kaybetse de onun getirdiği haz insanı başka dünyalara götürür. Hele hele bu fedakârlık dini anlayışta kaynağını buluyorsa, durum daha da farklı bir mahiyet kazanmakta ve sahibine ayrı bir haz vermektedir. Sevgide, ilimde, mal ve mülkte fedakârlık, uykudan fedakârlık...
Evet, bunların hepsi ilk etapta insan nefsine zor gelen hâller ve davranış biçimleri olarak değerlendirilebilir. Annenin hamileliği, yabana atılamayacak ölçüde fedakârlıkta bulunmayı beraberinde getirmektedir. Bu zorlu süreç, doğumla zirveye ulaşmaktadır. Çocuğun kucağa alınmasıyla, onun o cilveli bakışlarıyla, çile yüklü fedakârlık, merhamete, sevgiye, huzura dönüşmektedir. Aslında her yönüyle hayat, fedakârlık üzerine kurulmuş gibidir. Fedakârlık, fedakârlığa bağlı. Arının bal yapmasından tutun da bir insanın kutsal değerleri, vatanı, bayrağı için gerektiğinde seve seve ölümü dahi göze alması, kelimelerle anlatılamayacak derecede bir fedakârlığın sonucu değil midir? İlim adamı olmak belli bir fedakârlığın sonucu değil midir? Bu bağlamda cennet, Allah rızası gibi bir mümin için önem arz eden ve hayat boyunca amaçlanan ideallere erişme fedakârlığı gerektirmez mi?
İslam dininde, fedakârlığa büyük önem verilmiştir. Hz. Peygamber ve ona tabi olanların hayatları gıpta ile karşılanacak türden fedakârlık örnekleri ile doludur. Hicret sonrası Ensar ve Muhacir arasındaki tarihe destan fedakârlık örneği, ayetlere de konu olmuştur (Haşr, 59/9). Yine ecdadımızın gerek vatanımızı gerekse kutsal beldeleri koruma uğrunda sergilemiş olduğu gayretler kelimelere sığmayacak fedakârlık örnekleridir.
Fedakârlık, başkaları için özveride bulunmadır. Kimi insanın malına, kimi insanın ilmine, bilgisine, kimi insanın aklına toplumun bireyleri muhtaçtır. Bu yönüyle toplum, bütün uzuvları ile bir bedene benzer. Uzuvlar nasıl bir bir fonksiyonunu tamamlıyorsa, toplum da zengini, fakiri, âlimi ve cahili ile birbirini tamamlamaktadır. Nitekim Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed;
مثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وتَرَاحُمِهِمْ وتَعاطُفِهِمْ ، مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَداعَى لهُ سائِرُ الْجسدِ بالسهَرِ والْحُمَّى
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Müslim, “Birr", 67),
الْمُؤْمنُ للْمُؤْمِن كَالْبُنْيَانِ يَشدُّ بعْضُهُ بَعْضاً
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.” (Buharî, “Salat", 88) sözleriyle bu bütünlüğe ve bu bütünlüğün gereğine vurgu yapmıştır.
Sonuç olarak belirtmek gerekirse bir özveri örneği olan fedakârlığı hepimizin hedeflemesi gerekir. Üzülerek ifade edelim ki, nice insanın yavrusu, anne-babası, yakınları, komşuları, kutsal değerleri için fedakârlık göstermesi söz konusu olduğunda bundan uzak durduğunu gözlemlemekteyiz. Unutulmamalıdır ki bugün sahip olduğumuz hemen her değerin temelinde birilerinin fedakârlığı yatmaktadır. Dinî değerlerimizden vatanımıza, bayrağımıza, özgürlüğümüze, malımıza, mülkümüze kadar sahip olduğumuz değerler bütünü, birilerinin canından, hayatından, gençliğinden, uykusundan, rahatından, fedakârlık ve feragat etmesi ile hayat bulmuştur. Hayat acısı ve tatlısıyla bir imtihandır, mücadeledir. Acımızı, hüsranımızı, ümitsizliğimizi birilerinin fedakârlığı ile hafifletir, yenebiliriz. Sevgimizi birileriyle paylaşmakla ona ayrı bir güzellik katarız.
Dr. Yaşar YİĞİT | |