Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
İnsan Mükerrem Varlık

Vaaz Resimleri: w.jpg

            Son peygamber Hz. Muhammed (sav) çeşitli münasebetlerle insanın karakter yapısına, mizacına ve ahlâkî eğilimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bunlardan birinde Allah"ın Elçisi

 النَّاسُ مَعَادِنُ

            “İnsanlar madenlerdir.” demiştir. Bu benzetmeyle hangi inanca veya kültüre mensup olurlarsa olsunlar, bütün insanların değişmez bir öze sahip olduklarına işaret etmiştir. Hz. Peygamber insana dair bu benzetmesini Medineli önde gelen Müslümanlardan Sa"d b. Ubâde özelinde yapmıştır:

             Veda Haccı günleriydi. Allah Resûlü yol azığını yâr-ı gâr (mağara arkadaşı) olan Hz. Ebû Bekir ile birlikte, ona ait bir deveye yüklemişti. Hz. Ebû Bekir"in bir hizmetçisi de deveyi sevk etmekle sorumluydu. Derken ne olduysa hizmetçi, deveyi kaybetti. Durumu haber alan Medine"nin köklü kabilesi Hazrec"in lideri Sa"d b. Ubâde ve oğlu Kays, erzak yüklü bir deveyle Resûlullah"a geldiler. Olanları duyduklarını söyleyen Sa"d b. Ubâde, Allah Resûlü"ne kayıp devenin yerine bu deveyi kabul etmelerini söyleyince Nebî (sav) çok duygulandı ve

            “Medine"ye hicret ettiğimizde bize yaptıkların, sana iyilik olarak yetmez mi?” dedi. Sa"d,

            “Minnet Allah ve Resûlü"nedir; vallahi malımızdan aldıkların, almadıklarından bizim için daha hayırlıdır.” deyince Hz. Peygamber şunları söyledi:

            “Sana müjdeler olsun Sa"d! Kurtuluşu hak ettin. İnsanın ahlâkı (tabiatı) Allah"ın elindedir; o, dilediği kimseye iyi bir huy verir. Görünen o ki, Allah Teâlâ sana da güzel bir ahlâk bahşetmiştir.” Sa"d, Peygamberimizin bu iltifatlarına Allah"a şükürle karşılık verdikten sonra araya “ensarın hatibi” olarak bilinen Sâbit b. Kays girdi ve Sa"d b. Ubâde"ye bir iltifat da ondan geldi: “Ey Allah"ın Elçisi! Sa"d, İslâm"dan evvel câhiliye devrinde de liderimizdi ve kıtlık zamanlarında bizi doyururdu.” Bunun üzerine Nebî (sav) şöyle buyurdu:

النَّاسُ مَعَادِنُ خِيَارُهُمْ فِي الْجَاهِلِيَّةِ خِيَارُهُمْ فِي الْإِسْلَامِ إِذَا فَقِهُوا فِي الدِّينِ

             “İnsanlar, madenlerdir. Câhiliye döneminde iyi olanlar Müslüman olduktan sonra da iyi olurlar. Yeter ki İslâm"ı tam olarak kavrasınlar.”[1]

            Muhterem Kardeşlerim

            Böylece Allah Resûlü, insanın doğuştan gelen fıtrî yapısına işaret etmiştir ki, o da ahlâktır. İnsan, Yüce Yaratıcı"nın kendisi için takdir ettiği bu ahlâka teslim olmuştur. Tüm varlığı Allah"a izafe eden İslâm, ahlâkın da onun elinde olduğunu söylemiştir. Nitekim Resûlullah Sa"d b. Ubâde"ye söylediğinin benzerini, biri iyi diğeri de kötü huylu olan iki kişi için de demiştir. O (sav), bir defasında çok sayıda semiz ve bakımlı hayvana sahip, varlıklı bir adama uğramış ve ona misafir olmak istemiş, ancak adam Hz. Peygamber"in bu isteğini geri çevirmiştir. Buna karşın Resûlullah birkaç keçisi olan bir kadının yanından geçerken aynı talebini ona iletince kadın, Hz. Peygamber"i kabul etmiş ve hayvanlarından birini keserek ona ikramda bulunmuştur. Bunun üzerine,

إن هذه الأخلاق بيد الله عز و جل من شاء أن يمنحه منها خلقا حسنا فعل

            “Huylar Allah"ın elindedir. O, onlardan güzel olan huyları dilediği kullarına bağışlamıştır.” [2] buyuran Nebî (sav) insan karakterinin kaynağına ilişkin İslâmî hakikatin ne olduğunu bir kez daha öğretmiştir.

            Yüce Allah, لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪يٓ اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ  “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”[3] buyururken esasen insanın mükemmelliğine işaret etmiştir. Ardından,  ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ  “Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.”[4] derken de olgunlaşmayı tercih etmeyen insanın kendi iradesiyle düştüğü durumu göstermiştir. Nitekim âyetin devamında

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ

inanıp faydalı eylemler sergileyenlere kesintisiz bir ödül verileceği bildirilmiştir.[5] Allah (cc) insanın içine hem sakınma, hem de sapma eğilimini  فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ  (takva ve fücûr) ilham etmiş[6], böylece onu hem iyiliğe, hem de kötülüğe meyletme yeteneğiyle yaratmıştır. Peygamberler insanın iyilik potansiyelini, şeytanî güçler ise iyilikten yüz çevirme potansiyelini harekete geçirmeye çalışırlar. Mamafih Resûlullah şöyle buyurmaktadır:

لاَ إِنَّ رَبِّى أَمَرَنِى أَنْ أُعَلِّمَكُمْ مَا جَهِلْتُمْ مِمَّا عَلَّمَنِى يَوْمِى هَذَا كُلُّ مَالٍ نَحَلْتُهُ عَبْدًا حَلاَلٌ وَإِنِّى خَلَقْتُ عِبَادِى حُنَفَاءَ كُلَّهُمْ وَإِنَّهُمْ أَتَتْهُمُ الشَّيَاطِينُ فَاجْتَالَتْهُمْ عَنْ دِينِهِمْ وَحَرَّمَتْ عَلَيْهِمْ مَا أَحْلَلْتُ لَهُمْ وَأَمَرَتْهُمْ ......

            “Bakınız! Rabbim, bana öğrettiklerinden bilmediklerinizi bugün size öğretmemi emretti. O (cc) buyurdu ki: Bir kula verdiğim her mal helâldir. Ben kullarımın hepsini hanîf olarak (tertemiz bir fıtrat üzerine) yarattım. Ama şeytanlar onlara gelerek kendilerini bu dinlerinden alıp götürdüler. Benim kendilerine helâl kıldıklarımı, onlara yasakladılar…”[7]  Aynı şekilde,

كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ، فَأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ.

 

             “Her doğan fıtrat üzerine doğar; sonra anası ile babası onu ya Yahudi ya Nasrânî yahut Mecûsî yaparlar.”[8] buyuran Hz. Peygamber, insanın yaratılıştan saf ve temiz bir fıtrata, ahlâka sahip olduğunu ifade ederken, onun doğuştan lânetli ve günahkâr olduğu yönündeki inanışı da reddetmiştir.

            Resûlullah"ın (sav) insanları altın ve gümüş madenine benzettiği[9]

كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ ، فَأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُمَجِّسَانِهِ ، كَمَثَلِ الْبَهِيمَةِ تُنْتَجُ الْبَهِيمَةَ ، هَلْ تَرَى فِيهَا جَدْعَاءَ

bir başka hadisinde de ifade ettiği gibi, insandaki öz, tıpkı maden gibi işlenmeye muhtaçtır. Yeryüzünde altınıyla, gümüşüyle, demiriyle, bakırıyla nasıl farklı farklı vasıflara sahip madenler mevcutsa, aynı şekilde birbirinden farklı özleri olan, çeşit çeşit karakterlere sahip insanlar mevcuttur. Nasıl ki, madenler asıl değerlerini, önemlerini işlendikten sonra kazanıyorsa, insanın yaratılıştan sahip olduğu akıl, kalp, ruh ve vicdan gibi meziyetleri de ilâhî hakikatlerin ışığında, rahmet elçilerinin rehberliğinde işlenmek suretiyle değer kazanır.

            İnsan sadece maddesiyle, bedeniyle insan olmaz. Onun insan olarak var oluşunu cismi ile birlikte ruh ve mânâsı tamamlar. İlk başta onu topraktan yaratan Allah, فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ  ona ruhundan üfleyerek can vermiştir.12 İlâhî kelâm Kur"an, bu iki yönüyle insanın nasıl yaratıldığını şöyle açıklıyor:

الَّذ۪يٓ اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَاَ خَلْقَ الْاِنْسَانِ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿7﴾ ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَآءٍ مَه۪ينٍۚ ﴿8﴾ ثُمَّ سَوّٰيهُ وَنَفَخَ ف۪يهِ مِنْ رُوحِه۪ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿9﴾

            “O ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı. Sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürdü. Sonra ona (yaratılış) amacına uygun bir şekil verip ruhundan üfledi; (böylece, ey insanoğlu,) Allah sizi hem işitme ve görme yeteneği hem de düşünce ve duygularla donatır. Buna rağmen ne kadar da az şükrediyorsunuz.[10]  İnsanın biyolojik yaratılış evrelerinden bahsedilen bir başka âyette Allah, bu safhaları sırasıyla

فَاِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ

 toprak, nutfe (sperm), pıhtılaşmış kan parçası, biçimi belirli belirsiz bir çiğnem et şeklinde açıklamaktadır.[11]

            Bedeniyle, ruhuyla, maddî ve mânevî çehresiyle insan, ilâhî sanatın benzersiz ve mükemmel oluşunu gösteren en büyük kanıttır. Tamamen ilâhî iradenin bir tecellisi olarak vücuda gelen insan, görünümüyle, yapısıyla bir mucize olmasına karşın, duygu ve istidatları bakımından birtakım zaaflarla yaratılmıştır. Diğer bir deyişle, sınırlı güç ve imkânlarla yaratılan insan, hırs ve hevesleri bakımından sınırsız isteklere sahiptir. O, kendine verilen ömrün bitmesini hiç istemez. Hz. Âdem"den beri hep daha uzun yaşamak istemiş, ölümden hiç hoşlanmamıştır.[12] Öyle ki, ihtiyarlasa, güç ve kudretten düşse dahi dünya sevgisinde ve uzun emellerinde hiç eksilme olmaz.[13] Eceli çok yakın, ensesinde iken, emeli uzun, gözü de hep uzaklardadır.[14] Başına bir sürü şey gelir, fakat o sürekli emelinin peşinde koşar ve eceli aklına getirmez[15]. Bunu bir örnekle göstermek isteyen Hz. Peygamber bir gün eline iki taş alarak

هَلْ تَدْرُونَ مَا هَذِهِ وَمَا هَذِهِ

            “Şu ve şu nedir biliyor musunuz?” deyip taşları fırlatmış, biri hemen yakına, diğeri de uzağa düşen taşları gören arkadaşları

اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ

“Allah ve Resûlü (sav) daha iyi bilir.” demişlerdir. Bunun üzerine o,

هَذَاكَ الأَمَلُ وَهَذَاكَ الأَجَلُ

 “Uzağa düşen insanın emeli, yakına düşen de ecelidir.”[16] buyurmuştur.

            İnsan uzun ömür kadar, mala karşı da çok hırslıdır. Dünyayı sever, âhireti ihmal edip dünya nimetlerine kavuşmakta acele eder.[17] O kadar aceleci ve tez canlıdır ki, sabredemez, sanki iyiliği istiyormuşçasına, ısrarla hakkında iyi olmayanı ister, kötülük için dua eder.[18] Dünya malına o kadar düşkündür ki,[19] malının, kendisini ölümsüz kılacağını sanır.[20] Başkasından Allah için ister ama kendisinden Allah için bir şey istendiğinde vermez, böylece insanların en şerlisi, en kötüsü olur.[21] Bu, hep kendine düşkün olmasından kaynaklanır. İnsanı yoktan var eden Allah,

وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَآ اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًاۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا

             “İnsan ruhunda doymazlığa, bencil tutkulara karşı bir eğilim vardır.”[22]  buyururken, O"nun Resûlü (sav) bu hakikati şöyle dile getirmiştir:

لَوْ أَنَّ لاِبْنِ آدَمَ وَادِيًا مِنْ ذَهَبٍ أَحَبَّ أَنْ يَكُونَ لَهُ وَادِيَانِ ، وَلَنْ يَمْلأَ فَاهُ إِلاَّ التُّرَابُ ، وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ

            “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi olmasını ister! Onunağzını ancak toprak doldurur.”[23]  Peygamber Efendimiz insan karakterini nitelediği bir başka hadisinde yine genel olarak insanların olumsuz bir ahlâkî yönüne işaret etmektedir:

إِنَّمَا النَّاسُ كَالإِبِلِ الْمِائَةُ لاَ تَكَادُ تَجِدُ فِيهَا رَاحِلَةً

             “İnsanlar yüzlerce deveye benzer; içlerinde neredeyse bir tane binek devesi bulamazsın!”[24]  Yani bir deve sürüsü arasında nitelikli, huysuz olmayan, kendisiyle yolculuk yapılmaya müsait, taşımacılığa elverişli kuvvetli bir deve (râhile) bulmak ne kadar zorsa, aynı şekilde insanlar arasında yüksek meziyetlere sahip, kendisiyle yoldaş olunacak, başkalarının sıkıntılarını paylaşan, sorumluluk sahibi seçkin birine rastlamak da zordur. Gerçekten de vakıa bu değil midir? Çevresinin sorunlarıyla hemhâl olan, sıkıntılara tahammül eden nitelikli insanlara her yerde rastlamak mümkün mü? Şu var ki, Allah Resûlü bu benzetmeyle vakıaya işaret ederken, aslında zımnen birbirlerine karşı fedakâr olmaları hususunda Müslümanları uyarmış olmaktadır.

            Kur'an da da insanın zaaflarına işaret eden tespitlere sık sık rastlanır. Ancak Kur'an her defasında, bilinçli ve azimli bir yaklaşımla ahlâkî zaafların yok edilebileceği mesajını vermiştir. Meselâ, Yüce Allah

اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًاۙ ﴿19﴾ اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًاۙ ﴿20﴾ وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًاۙ ﴿21﴾

            “Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir.[25] buyurarak, her insanda var olan potansiyel bir zaafa işaret ettikten sonra devamında,

اِلاَّ الْمُصَلِّينَ - اَلَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلاَتِهِمْ دَآئِمُونَ - وَالَّذِينَ فِى اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌ - لِلسَّآئِلِ وَالْمَحْرُومِ,

            “Namazlarını ihmal etmeyenler, mallarında mahrumlar için bir hak tanıyanlar... hariç” [26] demiş, böylece genel olumsuz profilin istisnaları olduğunu belirtmiştir. Aynı şekilde

وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ ﴿9﴾ وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَآءَ بَعْدَ ضَرَّآءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ ﴿10﴾

            “Şayet biz kendisine bir rahmet (nimet) tattırdıktan sonra bu nimeti ondan çekip alırsak, insan, tamamen ümitsiz ve nankör olur. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, "kötülükler benden gitti." der ve bunu kendinden bilir, boş bir sevince kaptırır kendini.”[27]  buyuran Allah, zorluklar karşısında genel olarak insanların gösterdiği menfî tepkiye işaret ettikten sonra âyetin devamında sabredip güzel davranışlar sergileyenleri bunun dışında tutmuştur. Allah'ın insan için belirlediği yasa açıktır. O da hürriyet ve mükellefiyet, yani özgürlük ve sorumluluktur. Özgürlük, sorumlu bir varlık olmanın temelini teşkil eder. Şöyle ki, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilmesi yanında, bunlardan birini tercih edebilme yeteneğinin insana verilmiş olması, onun, düşünce, inanç ve davranışlarını belirlemede baskı altında olmadığını gösterir. Bu yüzden insan, mümin de olabilir; kâfir de.[28] Şükreden de olabilir, nankör de. İnsanı katışık bir sperm damlasından yarattığını söyledikten sonra şöyle buyuruyor Yüce Allah:

اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾ اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِرًا وَاِمَّا كَفُورًا ﴿3﴾

             “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İsterşükredenlerden olur, ister nankörlerden. ”[29]  Allah, elçileri aracılığıyla hakikatleri insana iletir. Bundan sonra doğru yolu tercih etmişse kendi lehinedir. Yanlış yolu tercih etmişse kendi aleyhinedir.[30] Bu yüzden hukuktaki kişisel mesuliyet, hesap günü için de temel ölçüt olacaktır: İnsan yaptıklarından sorumludur ve eylemlerinin sonucuna kendisi katlanır.

            Bu durumda insanı değerli veya değersiz kılan şey, davranışlarıdır. İslâm"a göre insan, zenginlik, güzellik, soy sop gibi maddî ve geçici ölçülere göre değerlendirilmemelidir.

رُبَّ أَشْعَثَ مَدْفُوعٍ بِالأَبْوَابِ لَوْ أَقْسَمَ عَلَى اللَّهِ لأَبَرَّهُ

            “Nice kapılardan kovulmuş üstü başı perişan insan vardır ki, Allah"a yemin etse Allah onu yemininde haklı çıkarır.”[31]  diyen Sevgili Peygamberimiz, maddî ölçütlerle insanı değerlendirmenin yanıltıcı olabileceğine işaret etmiştir. İnsan bizâtihi değerli bir varlıktır. Nebî"nin (sav) tasavvurunda onun fakiri de değerlidir, hizmetçisi de.[32]

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

            “...Allah katında en kıymetliniz, O"na karşı derin bir sorumluluk bilincine (takvaya) sahip olanınızdır. ”[33] ilâhî buyruğuna paralel olarak Resûlullah da insanı ahlâkî tutumlarına göre sınıflandırmış, bunun dışında tüm insanların eşit olduğunu vurgulamıştır:

قَدْ أَذْهَبَ اللَّهُ عَنْكُمْ عُبِّيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ وَفَخْرَهَا بِالآبَاءِ مُؤْمِنٌ تَقِىٌّ وَفَاجِرٌ شَقِىٌّ وَالنَّاسُ بَنُو آدَمَ وَآدَمُ مِنْ تُرَابٍ

            “Allah, câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini ortadan kaldırmıştır. "Takva sahibi mümin" ve "bedbaht günahkâr" (ayrımı vardır). İnsanlar Âdem"in çocuklarıdır, Âdem ise topraktan yaratılmıştır. ”[34]

            Bu nebevî mesajdan yola çıkarak insanın nasıl insan olduğunu, kökenini irdeleyecek değiliz. Bu noktadaki beşerî çabalar ne sonuç verirse versin, bir “insan” gerçeğiyle karşı karşıyayız. İslâm inancının, bu insanı Hz. Âdem"e, Hz. Âdem"i de toprağa nispet etmesi, insaniyetin tevhidini, birliğini, eşitliğini ortaya koyması bakımından düşünülmeye değerdir.

            Değerli Kardeşlerim

            İnsan, Allah katında diğer canlılar arasında müstesna bir yere sahiptir. Hatta bazı melekeleri itibariyle meleklerden de üstündür. Bu üstünlük meleklerde olmayan bir ayrıcalığa sahip olmasından kaynaklanmaktadır ki, o da düşünme, akletme, muhakeme etme yeteneğidir. Bu ayrıcalık Kur'an da,

Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.02 saniye 14,864,423 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024