
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: سُئِلَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : مَا أَكْثَرُ مَا يُدْخِلُ الْجَنَّةَ؟ قَالَ: “التَّقْوَى وَحُسْنُ الْخُلُقِ.”
Ebû Hüreyre anlatıyor: “Peygamber’e (sav), "İnsanların cennete girmesini en çok sağlayan şey nedir?" diye soruldu. O da, “Takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) ve güzel ahlâktır.” diye cevap verdi. (İbn Mâce, Zühd, 29)
Aslında her şey insanın yaratılışı sonrasında Allah Teâlâ’nın, melek ve cinlerden ona secde etmelerini istemesiyle başladı. Hz. Âdem, Allah’ın kendisine öğrettiği bilgi sayesinde onlara üstünlük sağlamış fakat şeytan bunu bir türlü kabul edemeyerek kibirlenmişti. Üstelik bir de Hz. Âdem’e eş olarak Havva yaratılmış ve insanlık âleminin bu ilk nüvesi, adına cennet denilen mutluluk diyarına yerleştirilmişti. Cennet, huzurun, sükûnetin, çeşit çeşit nimetlerin, bütün güzelliklerin ve bütün mükemmelliklerin olduğu bir yerdi. Dahası cennet, Allah’a yakın olmak demekti.
Şeytan ise yeni yaratılan bu varlığın kendisinin önüne geçirilmesini, mükemmellikler beldesinde bulunmasını ve Allah’ın halifeliğine değer görülmesini bir türlü içine sindiremiyor, haset, kıskançlık ve kibir içinde hareket ediyordu. Ne yapmalıydı da kendisi gibi Âdem’i, yani insanı da oradan çıkartmalı ve dünyaya mahkûm etmeliydi? Şeytan artık bunu kendisine en büyük dert edinmişti. Sonunda Hz. Âdem’in yani insanın bitmek tükenmek bilmeyen arzularından yararlanarak amacını gerçekleştirdi.
Aslında bütün bunlar, insanı eğitmek üzere ilâhî hikmet gereği ortaya çıkmış birer vesileydi belki de. Neticede Hz. Âdem, artık dünyaya indirilmişti. Böylece şeytan görevinin birinci aşamasını tamamlamanın sevinci içindeydi. Ancak insan, cenneti tattıktan, o mükemmel yurdu tecrübe ettikten ve Allah’a o kadar yakın olduktan sonra, düştüğü bu dünya gurbetinde pek rahat değildi. Cennete ve vuslata özlem duyuyordu. Yeniden cennete kavuşmak için ne yapmalıydı? Mükemmellikler yurduna nasıl ulaşmalı, Yaratan’a yine nasıl yakın olmalıydı?
İnsanın bu arayışı ve özlemi devam ederken, şeytan, bu sefer oyunun ikinci kısmını devreye soktu. Ona göre insan bir daha cennete dönmemeliydi, bunun için elinden geleni yapacaktı.
Peki, insan cennete tekrar nasıl kavuşacaktı? Artık cennete dönmesi için Allah’ın emirleriyle sınanması ve ona kulluğunu ispat etmesi gerekecekti.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَآئِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَآ اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz rabbinin cezası çok çabuktur; yine O’nun bağışlaması ve rahmeti boldur.” (En’âm, 6/165)
İşte bu konuda dünya ve âhiret mutluluğunun yolunu göstermekle görevlendirilmiş peygamberlerin ve ilâhî kitapların muştuları ona yol gösterecekti. Ebedî saadet yurduna, ancak ebedî risâletin sahibi rehberliliğinde ulaşılacaktı. Çünkü onun hakkında Yüce Allah,
اِنَّآ اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ
“Doğrusu biz seni hem bir şahit hem bir müjdeci hem de bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih, 48/8.) buyurmuştu. O, önce insanları cennetle ve cennete götürecek amellerle müjdeledi, sonra da cehennemden ve cehennemlik işlerden sakınmaları için uyardı. Nitekim Allah Resûlü,
ما تركت شيئا يقربكم من الجنة ويباعدكم عن النار إلا قد بينته لكم
“Sizi cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak her şeyi size anlattım.” (Abdürrezzâk, Musannef, XI, 125.) buyurmuştu. Allah Resûlü bu görevini Ebû Hüreyre’nin naklettiği bir hadiste çarpıcı bir benzetme ile şöyle anlatmıştır:
إِنَّمَا مَثَلِى وَمَثَلُ النَّاسِ كَمَثَلِ رَجُلٍ اسْتَوْقَدَ نَارًا ، فَلَمَّا أَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ جَعَلَ الْفَرَاشُ وَهَذِهِ الدَّوَابُّ الَّتِى تَقَعُ فِى النَّارِ يَقَعْنَ فِيهَا ، فَجَعَلَ يَنْزِعُهُنَّ وَيَغْلِبْنَهُ فَيَقْتَحِمْنَ فِيهَا ، فَأَنَا آخُذُ بِحُجَزِكُمْ عَنِ النَّارِ ، وَأَنْتُمْ تَقْتَحِمُونَ فِيهَا
“Benim ve sizin durumunuz, (gece) yaktığı ateşe üşüşen böceklere pervanelere engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulup ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Buhârî, Rikâk, 26;)
Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in (sav) bildirdiğine göre, cennete gitmenin olmazsa olmaz şartı imandır.
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ,
“Ey iman edenler! Sizi, elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?”
تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ
“Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”
, يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ
“O sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, adn cennetleri içindeki güzel köşklere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.” (Saff, 61/10-12;)
أَنَّهُ لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ إِلاَّ مُؤْمِنٌ .
“Cennete mü'minden başkası giremez” (Müslim, Sıyâm, 145, Nesâî, Îmânû, 7)
عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ قَالَ قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ فُلاَنًا قَدِ اسْتُشْهِدَ . قَالَ « كَلاَّ قَدْ رَأَيْتُهُ فِى النَّارِ بِعَبَاءَةٍ قَدْ غَلَّهَا قَالَ قُمْ يَا عَلِىُّ فَنَادِ إِنَّهُ لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ إِلاَّ الْمُؤْمِنُونَ ثَلاَثًا »
Ömer b. Hattâb (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e falan kimse şehîd oldu denildi. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’de şöyle buyurdu: “Hayır! Ganimet malından aşırdığı bir elbise yüzünden o kişiyi Cehennem’de gördüm.” sonra şöyle buyurdu: “Kalk! Ey Ali, Üç sefer şöyle ilan et: Cennete sadece mümin olanlar girecektir.” (Tirmizî, Siyer, 21)
Cennet nimetlerine, ancak Allah’a ve peygamberlerine iman edenler erişecektir.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصِّدّ۪يقُونَۗ وَالشُّهَدَآءُ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ لَهُمْ اَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَآ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟
“Allah’a ve peygamberlerine (böyle) iman edenler var ya, işte onlar rableri katında sıddıklar ve şehidler mertebesindedirler. Mükâfatları ve nurları (âhirette) onları beklemektedir. İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler.” ( Hadîd, 57/19)
سَابِقُوٓا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَآءِ وَالْاَرْضِۙ اُعِدَّتْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَآءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
“Genişliği gökle yerin genişliği gibi olup Allah’a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmış bulunan cennete ve rabbinizin bağışlamasına erişebilmek için yarışın. Bu, Allah’ın lutfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lutuf sahibidir.” (Hadîd, 57/ 21;)
وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz.” (Müslim, Îmân, 94)
Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledildiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurur:
يَا أَبَا سَعِيدٍ مَنْ رَضِىَ بِاللَّهِ رَبًّا وَبِالإِسْلاَمِ دِينًا وَبِمُحَمَّدٍ نَبِيًّا وَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ
“Ey Ebû Saîd! Kim Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve peygamber olarak Muhammed’den razı olursa, ona cennet vacip olur.” (Müslim, İmâre, 116.) Resûl-i Ekrem’in müjdelediğine göre kalbinde böyle bir iman ışığını koruyan her Müslüman, amellerindeki kusurların cezasını çektikten sonra da olsa mutlaka cennete gidecektir.
يُخْرَجُ مِنَ النَّارِ مَنْ كَانَ فِى قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنَ الإِيمَانِ
"Kalbinde zerre iman olan ateşten çıkacaktır." (Tirmizî, Sıfatü cehennem, 10.)
İman esasları kuşkusuz insanı cennete sevk eden en temel unsurlardır. Müminden beklenen, imanını hayatına rehber kılması ve davranışlarına da yansıtmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de,
اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُوٓا اَنْ يَقُولُوٓا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
“İnsanlar, "İman ettik." demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannettiler?” (Ankebût, 29/2.) buyrularak imanın bu yönüne dikkat çekilir. Kısacası kişiyi cennete götüren iman, kendisine salih amellerin eşlik ettiği imandır. Salih amellerin başında Allah Teâlâ’nın yapın dediklerini yapmak, uzak durun dediklerini terk etmek vardır. Nitekim İslâm’ın emrettiği namaz, oruç, zekât gibi ibadetleri yerine getireceğini ifade eden bir sahâbînin arkasından Hz. Peygamber (sav),
لَئِنْ صَدَقَ لَيَدْخُلَنَّ الْجَنَّةَ
“Eğer sözünde durursa cennete girer.” (Müslim, Îmân, 10) buyurmuştur. Sahâbeden Ebû Ümâme’nin (ra) işittiğine göre Allah Resûlü Veda Haccı’ndaki hutbesinde de ibadetlerin cennete götüren yönüne dikkat çekmiştir:
اتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ وَصَلُّوا خَمْسَكُمْ وَصُومُوا شَهْرَكُمْ وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ وَأَطِيعُوا ذَا أَمْرِكُمْ تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّكُمْ
“Rabbiniz Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında orucunuzu tutun. Mallarınızın zekâtını verin. Yöneticilerinize itaat edin. Ve böylece Rabbinizin cennetine girin.” (Tirmizî, Cum’a, 80.)
Değerli kardeşlerim
Sevgi de insanın elinden tutup cennete götüren kutlu bir yoldaştır. Zira sevmek, insan eksenli düşünüldüğünde hem imanı hem de faydalı işleri ihtiva eden iki yönlü mânevî bir ameldir. Allah’ı sevmek, O’na iman bağıyla bağlanmaktır; mahlûkatı sevmek, onlara karşı faydalı işlerde bulunmaktır.
Bir başka deyişle cennete götüren sevgi, Yaratan’a ihlâsla bağlanmak ve yaratılmışlara şefkat göstermektir. Nitekim Kur’an’da Allah’a inanmanın yanı sıra, kötülüklerden sakınmak, bollukta ve darlıkta başkalarına yardım etmek, öfkeyi yenmek, insanların kusurlarını bağışlamak ve işlediği günahlarda ısrar etmeyip Allah’tan af dilemek gibi hasletlerin, cennete götürecek ameller olduğu beyan edilmektedir.
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ
“Allah’a ve peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz”. (Âl-i İmrân, 3/132)
وَسَارِعُوٓا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
“Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!” (Âl-i İmrân, 3/133)
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّآءِ وَالضَّرَّآءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ
“Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.” (Âl-i İmrân, 3/134)
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُوٓا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۚ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 3/135)
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَآؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ
“İşte onların yaptıklarının karşılığı rableri tarafından bir bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!” (Âl-i İmrân, 3/136)
Bu bağlamda inananların birbirini sevmesi, hem imanlarının olgunluğunun bir göstergesi, hem de onları cennete ulaştıracağı bildirilen nebevî bir muştudur. Hz. Peygamber öyle buyurur:
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا . أَوَلاَ أَدُلُّكُمْ عَلَى شَىْءٍ إِذَا فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُمْ أَفْشُوا السَّلاَمَ بَيْنَكُمْ
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınızda aranızda sevgi oluşturacak bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın.” (Müslim, Îmân, 93.)
Öyleyse, İslâm’ın tasvir ettiği şekilde insanî ve ahlâkî mükemmelliklerle donanmış bireylerin oluşturduğu bir toplum, aslında cennet iklimini bu dünyada yaşıyor demektir. Bunu gerçekleştirmenin imandan sonraki belki ilk adımı Yaratan’dan ötürü yaratılmışlara duyulan sevgidir.
Cennete giden yolda insanın maddî ve mânevî fedakârlıktan sakınmaması, cenneti hak etmesi için gereken ilâhî rahmete bir vesiledir. Çünkü Kur’an’da bildirdiği şekliyle Yüce Yaratıcı,
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ
“Müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe, 9/111.)
Bu sebeple, bir gün Hz. Peygamber (sav), insanların su ihtiyacını gidermek için cennet karşılığında kimin bir kuyuyu satın alıp insanların istifadesinde sunacağını sormuştu ve bu nebevî müjdeye erişmek için hemen Hz. Osman o işi üstlenmişti.
Muhterem Müslümanlar
Âdem’i cennetten şeytanın aldatması çıkartmıştı, fakat evlâtlarını oraya birbirlerine yardım ve iyilik yapmaları geri götürecekti. Nitekim Kur’an
وَمَآ اَدْرٰيكَ مَا الْعَقَبَةُۜ , فَكُّ رَقَبَةٍۙ , اَوْ اِطْعَامٌ ف۪ي يَوْمٍ ذ۪ي مَسْغَبَةٍۙ , يَت۪يمًا ذَا مَقْرَبَةٍۙ , اَوْ مِسْك۪ينًا ذَا مَتْرَبَةٍۜ , ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِۜ
Bir köleyi/esiri özgürlüğüne kavuşturmanın, şiddetli bir kıtlık gününde akrabası olan bir yetimi ya da hiçbir şeyi olmayan bir fakiri doyurmanın, iman edenlerden olup birbirine sabrı ve merhameti tavsiye etmenin
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَؗ . وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْعَقَبَةُؕ
“cennete götüren sarp yolları kolay edecek işlerden” (Beled, 90/12-17.) olduğunu belirtmektedir.
Müminlerin derdiyle dertlenmenin, sevinçlerini ve acılarını paylaşmanın da cennete götürecek amellerden olduğu müjdelenmiştir. Resûlullah (sav) bir gün ashâbına dönerek,
« مَنْ أَصْبَحَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ صَائِمًا » . قَالَ أَبُو بَكْرٍ أَنَا .
“Bugün içinizden kim oruçlu olarak sabahladı?” diye sordu. Orada hazır bulunanlardan Hz. Ebû Bekir, “Ben!” cevabını verdi.”
قَالَ « فَمَنْ تَبِعَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ جَنَازَةً » . قَالَ أَبُو بَكْرٍ أَنَا .
“Hz. Peygamber (sav), “Bugün içinizden kim bir cenazenin arkasından gitti?” dedi. Yine Ebû Bekir, “Ben!” cevabını verdi.”
قَالَ « فَمَنْ أَطْعَمَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ مِسْكِينًا » . قَالَ أَبُو بَكْرٍ أَنَا .
“Hz. Peygamber (sav) bu sefer, “Bugün içinizden kim bir fakiri doyurdu?” diye sordu. Ebû Bekir, “Ben!” cevabını verdi.”
قَالَ « فَمَنْ عَادَ مِنْكُمُ الْيَوْمَ مَرِيضًا » . قَالَ أَبُو بَكْرٍ أَنَا .
“Hz. Peygamber (sav), “Peki, bugün içinizden hanginiz bir hastayı ziyaret etti?” buyurdular. Yine Ebû Bekir, “Ben!” cevabını verdi.”
فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَا اجْتَمَعْنَ فِى امْرِئٍ إِلاَّ دَخَلَ الْجَنَّةَ
Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Bu hasletler kimde bulunursa o, mutlaka cennete girer.” buyurdu.( Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 12.)
Bir başka müjdesinde ise Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştu:
أَيُّمَا مُؤْمِنٍ أَطْعَمَ مُؤْمِنًا عَلَى جُوعٍ أَطْعَمَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ ثِمَارِ الْجَنَّةِ وَأَيُّمَا مُؤْمِنٍ سَقَى مُؤْمِنًا عَلَى ظَمَإٍ سَقَاهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الرَّحِيقِ الْمَخْتُومِ وَأَيُّمَا مُؤْمِنٍ كَسَا مُؤْمِنًا عَلَى عُرْىٍ كَسَاهُ اللَّهُ مِنْ خُضْرِ الْجَنَّةِ
“Bir mümin, aç bir mümini doyurursa, Allah da o kimseyi cennet meyveleriyle doyuracaktır. Yine bir mümin, susuz kalan bir mümine bir şeyler içirip susuzluğunu giderirse, Allah kıyamette ona (misk ile mühürlenmiş lezzetli bir içecek olan) "Rahîk-ı Mahtûm"dan içirecektir. Yine bir mümin, elbiseye ihtiyacı olan bir mümini giydirirse, Allah da ona cennetin yemyeşil elbiselerinden giydirecektir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 18.)
Kardeşlerim Resûl-i Ekrem bir keresinde ise
وَأَهْلُ الْجَنَّةِ ثَلاَثَةٌ ذُو سُلْطَانٍ مُقْسِطٌ مُتَصَدِّقٌ مُوَفَّقٌ وَرَجُلٌ رَحِيمٌ رَقِيقُ الْقَلْبِ لِكُلِّ ذِى قُرْبَى وَمُسْلِمٍ وَعَفِيفٌ مُتَعَفِّفٌ ذُو عِيَالٍ
Cennet muştulu tavsiyelerde bulunurken, adaletli yöneticilerin, sadaka verenlerin, akrabaya ve Müslümanlara karşı ince kalpli, merhametli davrananların, bir de iffetini ve namusunu muhafaza eden kimselerin cennete gideceğini söylemişti.( Müslim, Cennet, 63)
Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (sav) bildirdiğine göre,
مَنْ طَلَبَ قَضَاءَ الْمُسْلِمِينَ حَتَّى يَنَالَهُ ثُمَّ غَلَبَ عَدْلُهُ جَوْرَهُ فَلَهُ الْجَنَّةُ
“adaletli hâkim” (Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 2.) ve
ثَلاَثَةٌ عَلَى كُثْبَانِ الْمِسْكِ - أُرَاهُ قَالَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَغْبِطُهُمُ الأَوَّلُونَ وَالآخِرُونَ رَجُلٌ يُنَادِى بِالصَّلَوَاتِ الْخَمْسِ فِى كُلِّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ وَرَجُلٌ يَؤُمُّ قَوْمًا وَهُمْ بِهِ رَاضُونَ وَعَبْدٌ أَدَّى حَقَّ اللَّهِ وَحَقَّ مَوَالِيهِ
“Her gün ve her gecede beş vakit namaza çağıran müezzin, kendisinden memnun olan cemaate imam olan adam, Allah’ın ve efendisinin hakkını yerine getiren köle” de cennetin nadide mekânlarında yer almayı hak edecek kişilerdendir.( Tirmizî, Sıfatü’l-cennet, 25)
Resûl-i Ekrem,
يَدْخُلُ الْجَنَّةَ أَقْوَامٌ أَفْئِدَتُهُمْ مِثْلُ أَفْئِدَةِ الطَّيْرِ
“Cennete, kalpleri kuş kalbi gibi (saf ve hassas) olan insanlar girecektir.” (Müslim, Cennet, 27.) buyrularak hem gönül zenginliğine hem de Allah’a duyulan saygıdaki hassasiyete dikkat çekilmiştir. Rahmet ve saadet yurduna, gazap ve felâket yolundan gidilemeyeceği açıktır. Bu yüzden hadislerde cennetle müjdelenen insanların çoğu, temiz bir kalbe sahip olmanın yanı sıra Yüce Allah’a karşı kulluk bilinci içinde hayatını sürdüren ve kalbinin temizliği davranışlarına yansıyan kimselerdir. Nitekim Allah Resûlü’ne,
سُئِلَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم : مَا أَكْثَرُ مَا يُدْخِلُ الْجَنَّةَ قَالَ : « التَّقْوَى وَحُسْنُ الْخُلُقِ »
“İnsanların cennete girmesini en çok sağlayan şey nedir?” diye sorulduğunda, o (sav), “Takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) ve güzel ahlâktır.” (İbn Mâce, Zühd, 29) yanıtını vermiştir.
Allah’a karşı saygı ve korku içinde olmanın cennete girmek için bir vesile olduğunu anlatan Resûlullah’ın ifadelerine göre, bir dağın tepesinde ezan okuyan ve namaz kılan bir koyun çobanı Yüce Allah’ın hoşuna gider ve Rabbimiz,
انْظُرُوا إِلَى عَبْدِى هَذَا يُؤَذِّنُ وَيُقِيمُ الصَّلاَةَ يَخَافُ مِنِّى فَقَدْ غَفَرْتُ لِعَبْدِى وَأَدْخَلْتُهُ الْجَنَّةَ
“Şu kuluma bakın. Benden korkarak ezan okuyor ve namaz kılıyor. Ben bu kulumu affettim ve onu cennete koydum.” (Ebû Dâvûd, Sefer, 3.) buyurur.
Muhteremler
Hz. Peygamber, güzel ahlâklı kimseler ile cennetlikler arasında doğrudan bir bağ kurmuştur:
أَلاَ أُخْبِرُكُمْ بِمَنْ يَحْرُمُ عَلَى النَّارِ أَوْ بِمَنْ تَحْرُمُ عَلَيْهِ النَّارُ عَلَى كُلِّ قَرِيبٍ هَيِّنٍ لَيِّنٍ سَهْلٍ
“Size cehenneme girmeyecek kimseleri bildireyim mi? Cana yakın, uysal, yumuşak huylu ve kolay geçinilen herkes.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 45.)
Ubâde b. Sâmit’in naklettiği bir hadiste ise Hz. Peygamber (sav) cennete girmeyi garanti etmenin altı ahlâkî şartını şöyle sıralamıştır:
اضْمَنُوا لِي سِتًّا مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَضْمَنْ لَكُمْ الْجَنَّةَ اصْدُقُوا إِذَا حَدَّثْتُمْ وَأَوْفُوا إِذَا وَعَدْتُمْ وَأَدُّوا إِذَا اؤْتُمِنْتُمْ وَاحْفَظُوا فُرُوجَكُمْ وَغُضُّوا أَبْصَارَكُمْ وَكُفُّوا أَيْدِيَكُمْ
“Siz bana kendinizden altı şeyi garanti edin, ben de size cenneti garanti edeyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin. Söz verdiğiniz zaman onu yerine getirin. Size bir şey emanet edildiğinde onu sahibine verin. Namusunuzu koruyun. (Harama) bakmaktan sakının. Elinizi (kötü işlerden) çekin.” (İbn Hanbel, V, 323.)
Cennetle muştulanan bir başka grup ise gözlerini kaybetmek gibi tedavisi mümkün olmayan hastalıklara imanla sabredenlerdir. Bir kudsî hadiste Yüce Allah şöyle buyuruyor:
مَنْ أَذْهَبْتُ حَبِيبَتَيْهِ فَصَبَرَ وَاحْتَسَبَ لَمْ أَرْضَ لَهُ بِثَوَابٍ دُونَ الْجَنَّةِ
“Kimin iki sevgili gözünü alırım da o, karşılığını benden bekleyerek buna sabrederse onun için cennetin dışında hiçbir ödüle razı olmam!” (Dârimî, Rikâk, 76.)
Hz. Peygamber’in (sav) cennetle muştuladığı bir diğer haslet ise doğruluktur. Abdullah b. Mes’ûd’dan nakledildiğine göre, İki Cihan Efendisi (sav) şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِى إِلَى الْبِرِّ ، وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِى إِلَى الْجَنَّةِ ، وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يَكُونَ صِدِّيقًا ، وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِى إِلَى الْفُجُورِ ، وَإِنَّ الْفُجُورَ يَهْدِى إِلَى النَّارِ ، وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ ، حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا
“Şüphesiz, doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında "doğru/sıddîk" olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında "yalancı/kezzâb" olarak tescillenir.” (Müslim, Birr, 103;)
İşte bu nebevî müjdeler ve uyarıların gösterdiği üzere cennet, ancak bu dünya şartlarında kazanılacaktır. Kur’an’ın وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِۚ “eğri” ve “doğru” (Beled, 90/10) ya da فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙࣕ “iyi ve kötü” (Şems, 91/9) şeklinde ifade ettiği ve buradan ilhamla şairin,
“Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir” dediği üzere, insanın ebedî hayatını belirleyecek olan bu yol ayrımında yollardan birisi saadet yurdu cennete, diğeriyse felâket yurdu cehenneme götürecektir. Hangisinden gitmek istediği ise insanın tercihine bırakılmıştır. Hz. Peygamber (sav), cennete gitmek isteyenlerin hemen yola koyulmasını, arzuyla çalışmasını istemiş ama Allah’ın bu ticarette ortaya koyduğu malın, yani cennetin çok pahalı olduğunu da şöyle hatırlatmıştır. |