Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
İbadetlerin Davranışlara Yansıması (Güzel Ahlak)

                                                                                      Vaaz Resimleri: w.jpg

Kalplerimizi iman nuru ile nurlandırıp, bizlere kendisini tanıma ve sevme imkânı bahşeden, bu nur ile dünyamızı ve ahiretimizi aydınlatan Rabbimize hamd, imanın, amele ve ahlaka dönüştürülmesi hususunda bütün ümmetine hüsnü misal olan Efendimiz(a.s)’e salat ve selam olsun.                                           

Değerli Kardeşlerim! İman, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ı tanımak ve O'na yönelmektir. İman: Allah'ın gönderdiği peygamberleri tasdik etmek, getirdikleri vahyi benimsemektir. Allah'ın buyruklarını yerine getirerek, O'nun güven çemberine girmektir. Ayetleri kabul edip, bağlanmak ve yaşamaktır, küfrün zıddıdır.

İmanın iki anlamı vardır: Başkalarına güven vermek, güven içinde olmak. İman sahibi kişi, yani mümin, hem inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına güven veren demektir.

Mümin, hem Allah'ın, hem de insanın sıfatıdır. Esmaü'lHüsnadan biri, El-Mümin'dir. Allah'ın müminliği, güven verici, güven kaynağı olmayı; insanın müminliği de El-Mümin olan Allah'a güvenmeyi ifade eder. İman, bu karşılıklı güvenin işleyişidir. Allah'a güven tam olmadan iman olmaz. Allah'a güvenin tam olması için, O'nu herşeyden fazla sevmemiz, O'nun emir ve hükümlerini de herşeye tercih etmemiz gerekir.Bu durum Kuranı Kerim’de şöyle ifade edilir: "İman edenlerin Allah'a olan sevgileri çok fazladır."[1]

İmanın gündeme geldiği Bakara suresinin ilk ayetlerinde müttakilerin vasıfları şöyle açıklanır: “Onlar gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.İşte onlar Rablerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.”[2]

İman, insana dünyada çok büyük onur ve ahirette ebedî mutluluk sağlar. Cennet bedava değildir. Kur'an, imanın bir imtihan, ıstırap ve çile işi olduğuna dikkat çeker: "İnsanlar, sandılar mı ki, 'iman ettik' demeleriyle bırakılacak, inceden inceye imtihan ve ıstıraba çekilmeyecekler. Yemin olsun, biz onlardan öncekileri de inceden inceye deneylerden geçirmişizdir."[3]

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ

"Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. Sabredenleri müjdele"[4]

"(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet Peygamber ve beraberindeki müminler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' dediler. Biliniz ki, Allah'ın yardımı yakındır."[5]

Kâmil iman sahibi mükemmel müminin bir özelliği de, kınayanların kınamasından korkmamaktır ki, Kur'an, bunu şöyle ifade eder: "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütuftur. Allah'ın lütfu ve ilmi çok geniştir."[6]

Kardeşlerim! Hayatın anlamı ve insanın mahlukat içerisinde taşıdığı bir imtiyaz olan imanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü kalpte, gövdesi akılda ve dalları organlardadır. Bu ağacın meyvesi ise amellerdir. Ağacı kökü, gövdesi, dalları ya da meyvesi olmadan tanımlamaya kalkanlar, onu eksik ve yanlış tanımlamak zorunda kalacaklardır. Dalları kurumuş, meyve vermeyen ağaç, odun parçasından başka bir şey değildir ve yanmaya lâyıktır.

Şimdi de İman ve İslâm arasındaki farkı açıklayalım isterseniz:“Taşralılar (bedeviler) ‘iman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, fakat ‘İslâm olduk’ deyiniz. Çünkü daha iman kalplerinize girmedi.”[7]

Ayetten de açıkça anlaşılacağı üzere iman ve İslâm birbirini tamamlayan, lâkin birbirinden farklı anlamlara sahip kavramlar olarak kullanılmaktadır. Ayetteki “İslâm olduk” ifadesi, “Müslüman olduk” demektir ve imandan farklı olarak değerlendirilmiştir. Allah Resulü, iman ve İslâm’ı şöyle açıklamışlardır:“İslâm, dışta ve görünürde; iman, içte ve kalpte olandır.”[8]

Bu hadiste de iman ve İslâm bir şeyin iki yüzü gibi birbirinden ayrılmayan, lakin birbirinin aynı da olmayan bir olgu olarak tanımlanmaktadır. İmanı, iç güvenlik olarak tanımlarsak; İslâm da dış güvenliktir. Bu nedenle Allah Resulü toplumsal güvenin sağlanmasında ferde düşeni “imanla değil; İslâmla tanımlamış ve buyurmuştur ki: “Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.”[9]

Yani “Müslüman kimdir?” sorusuna bu naslardan yola çıkarak şu cevabı verebiliriz: “İslâm’a sarılıp kurtuluşa eren, insanların da elinden ve dilinden selâmette olduğu; varlığı, bireysel ve toplumsal barışın garantisi ve bu garantiyi, karşılaştığı her insana selâm vererek peşinen taahhüt eden insandır.” İmansız İslâm mümkündür, lâkin makbul değildir. Bugün de iman etmediği, Allah’ın ahkâmını içine sindiremediği halde, kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayan insanlar bu kategoriye girerler. Din, iman ve İslâm’ın her ikisinin ortak adıdır. Çünkü iman tasdik, İslâm ameldir. İman, kalbin ameli; İslâm, bedenin imanıdır. İman, muharrik kuvvet; İslâm, bu kuvvetin harekete dönüşmesidir. Mümin, Allah’ı ve Resulünü tasdik eden; Müslim, Allah’a ve Resulüne itaat edendir.

Kuru bir "iman ettim" sözü elbette yeterli değildir. Çünkü İman sözünün verildiği anda, kişi "Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahit olarak, bütün benliğimle Allah'a bağlanıyorum. O'nun otoritesine giriyorum." demiş olur. Sonra da O'nun otoritesini hiçe sayıp, heva ve hevesleri doğrultusunda hayatını sürdürürse, bu kişi imanı anlamamış ve benimsememiş demektir. Aslında onun imanı, kendi arzularının otorite olarak kabulü yönündedir. Çünkü o Allah'ın isteklerini değil; kendi isteklerini kayıtsız şartsız yerine getiriyor. Kim, kimin isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirirse, o, onun kuludur. İmanı, yani bağlılığı onadır.                                       

Allh’a iman, insan ile yaratıcısı arasında en şerefli bağı teşkil etmektedir. Zira yeryüzünde en şerefli varlık insandır. İnsanın en şerefli yeri kalbidir. Kalbin de en şerefli şeyi imandır. Bu bakımdan iman ve hidayet, nimetlerin en üstünü ve Allah’ın en büyük lütfudur. “Allah imanı size sevdirdi. Onu kalplerinizde süsledi. Küfrü, fasıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi. İşte rüştünü bulanlar da onların ta kendileridir.”[10]

İmanın amellerle tezahürü olmalıdır. Güneşten ısı, gülden koku saçıldığı gibi, imandan da ameller saçılmalıdır. İmanın söz, fiil ve eylemlerle ispatlanması gerekir. İman, ancak gerçek bir sevgiyle; Allah’a karşı sevgi, Resulüne karşı sevgi ve şeriatın tümüne karşı sevgi ile tamamlanır. Resulullah, bu konuda şöyle buyurur: “Şu üç şey kimde olursa, o kimse imanın zevkini alır: 1- Kendisine, Allah ve Rasülü’nün her şeyden sevimli olması, 2- Sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmesi, 3- Ateşe atılmaktan nefret ettiği gibi, küfre dönmekten de nefret etmesi.” “Sizden biriniz beni, anasından, babasından, çocuğundan, kendi nefsinden ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.”

İman dediğimiz şey, Allah ve Resulüne karşı sevgide şekillendiği gibi, Allah'ın dinini yüceltmek ve üstün kılmak, yeryüzünde zulmü ve fesadı önlemek için mücadele vermede de şekillenmelidir. Allah'a yaklaşmak için namaz ve oruca devam etmede, haram ve helale ittiba etmede de iman kendini göstermelidir. İman, meyvesiz kurumuş çürümüş, odun kütüğü olmuş bir ağaç değildir; iman ağacının mutlaka eseri ve meyvesi görülmelidir. İmanın meyvesi, Allah'tan korkup Allah'ın murakabesi altında olduğumuzu bilmektir. Şüphesiz Allah'ı tanıyan kişi, kendi kusurlarını idrak eder, O'ndan korkar ve ona göre hazırlık yapar.                                                                                                  İman ile amel, birbirini tamamlayan iki husustur. İman olmadan amel, Allah katında kabul edilmeyeceği gibi; güzel amellerle süslenmeyen kalpteki imanın manevî zevk vermekten uzak olduğu da bellidir. İman, kalp toprağına atılan bir tohumdur. İbadetler, güzel ahlâk, iyi davranışlar onun yeşermesini ve hayatiyetini devam ettirmesini sağlayan vâsıtalardır. Salih amel ve güzel ahlakla bezenmemiş iman, bir hücreye kapatılan ve kimseyle görüştürülmeyen bir din âliminin, mürşit ve vaizin, hitap ettiği topluma faydasızlığı gibi; kişiyi olgunlaştırıp manen geliştirmekten yoksun bir cevherdir. Hatta bu konuda “İmanı korumak, kazanmaktan daha zordur” sözü meşhur olmuştur. Mümin olmak kolay, ama özellikle küfrün hâkim olduğu cahili toplumda mümin kalmak ve mümince ölmek zordur. Biz de Hz. Yusuf gibi, dua etmeliyiz; fiilî ve kavli dua: “Teveffenîmüslimen ve elhıknîbi’s-sâlihîn (Ey Rabbim, beni Müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat.”[11]

Allah için sevmek, kızmak, vermek ve engel olmak da imandandır: “Allah için seven, Allah için kızan, Allah için veren, Allah için engel olan kuşkusuz imanını tamamlamıştır.” Allah Resulü, imanın parçalardan meydana gelen bir bütün olduğunu, bunların içinde amellerin de yer aldığını açık bir biçimde ifade etmiştir: “İman yetmiş küsur şubedir. En üst derecesi la ilahe illallah, en alt derecesi, çevreyi rahatsız edici bir engeli yoldan kaldırmaktır.” 

İmanın vicdanlara hapsedildiği bir çağda, bundan zarar gören yalnızca Müminler olmayacaktır. Bilakis bütün insanlık zarar görecektir. Çünkü imanın hâkim olduğu toplumda ahlak, adalet, fazilet, muhabbet, muavenet, sadakat ve iffet baştacı edilen değerler olarak yerini alacak; İmanın hâkim olmadığı toplumda ise rezalet, nefret, sefalet, sefahat, atalet, ihanet, bencillik ve her türlü dalavere ortalığı kaplayacaktır.Kimsenin unutmaması gereken bir gerçek var: İman, atom ve nötron bombasını yapan "insan" adlı muazzam silahın emniyet anahtarıdır. Onun olmadığı bir yerde her an herkesin kazaya kurban gitme ihtimali çok yüksektir.  Gazete ve TV haberlerinde sık sık canavarlaşan insanların durumlarına şahit oluyoruz. Kocasını vuran kadınlar, çocuklarını doğrayan babalar, küçücük bebelere tecavüz edenler... Sebep tek: İmansızlık. Allah’a ve ahirete iman eden böyle vahşet ve barbarlık yapabilir mi?

İşte amel bir mümin için bu kadar hayati bir öneme haiz iken, amel de tek başına istenilen bir olgu değildir. Amel de muhakkak güzel ahlâkı doğurmalıdır. Çünkü -farzlar müstesna- ahlâk, amelden daha öndedir. Ahlâk, olgun imanın göstergesidir. Günümüz insanının en büyük eksikliği amel ve ahlâk noktasındadır, inanç noktasında değil. Kendince inandığını, en azından öyle söylediği için inancının var olduğunu kabul ediyoruz.  Eksiklik amelde ve onun meyvesi olan ahlâktadır. İşte amel, inancın aksiyona dönüşmesi; ahlâkın da parlamasına vesile olur.  Yani ahlâk imanın vitrinidir. Öne çıkan yönüdür. Bu konuyla ilgili Efendimiz: “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurur.

Hayat ve ölüm, güzel amellere zemin, vesile olduğu için imtihandır. Öyleyse, yaşarken bizi ölüm ötesine hazırlayacak saadeti bize getirecek amellerin ve bunların yapılması, dolayısıyla da bunun ahlâk üstündeki ciddi etkisi kişinin nefsinin amelle terbiye edilmesi, eğitilmesi önemlidir. İşte müminin nefsinden eksildikçe ahlâkında güzelleşme olacak, nefsinden kibir kaldırdıkça yerine güzel ahlâkın şubesi olan tevazu gelecek; nefsinden cimriliği kaldırdıkça güzel ahlâkın şubesi olan cömertlik, seha gelecek; nefsinden dünya sevgisini yok ettikçe yerine vera gelecek. Bunlar hep ahlâkın meyveleridir. Yani ne kadar nefsinden eksiltirse o kadar ahlâkında tekâmül olacak. Bir de dışa yansıdığında insanlığın istifadesi olur. Onda amel adeta ham madde, ahlâk amelin işlenmiş hâli. Yani benim namazımın belki topluma faydası olmayacak, orucumun bir faydası olmayacak ama namaz, oruç beni topluma faydalı hale getirecek, toplum bu şekilde istifade edecek. Ben müeddeb olacağım, güvenilir olacağım, emin bir kişi olacağım. İbadetler bende bunu sağlayacak. Dolayısıyla bu bende olgun bir ahlâk meydana getirecek, halk benim bu yönümden istifade edecek. Bu noktadan hareketle günümüze baktığımızda amellerin neticesinde güzel ahlâkın oluşmadığını görüyoruz. Güzel ahlâk denince aklımıza sadece insani ilişkiler gelmemelidir. Müminin asıl müeddeb olması gereken makam Hakk’ın makamıdır. Bizim kendimizce ürettiğimiz ahlaki kurallar Hak cephesinde kabul görmeyebilir. Mesela insanlarla çok güzel ilişkileri olan bir Müslümanın, faizli bir müessesede çalışması ve bunu zaruri bir rızık kapısı olarak görmesi ahlaki yapısının bozuk olduğunu gösterir. İbadetlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan bir kişinin fikrî planda İslam’ın kabul etmediği bir ideolojiyi benimsemesi (ırkçılık, liberallik, sosyalistlik vs.) ahlâkî açıdan problemli olduğunu gösterir. Örneğin namaz sürekli teşvik ediliyor. Gündemde tutulmaya çalışılıyor. “Herkes erkekli bayanlı camilere koşsun…” deniyor. Fakat kadın-erkek münasebetleri, kadınların ve erkeklerin giyim tarzları her geçen gün ifrat derecede İslam’ın tesettürü öngördüğü şartların dışına çıkarılıyor. Namaz kılan bir Müslüman kızımız, namaz kılan bir Müslüman oğlumuz dışarıda çok rahat bir şekilde flört edebiliyor ve bu artık aileler tarafından yadırganmıyor. Çocuklarımız için artık kız arkadaş veya erkek arkadaş kavramları normal bir şekilde kullanılabiliyor. Ramazan için de aynı şey geçerlidir. Gündüzünü oruç tutarak geçirdiği Ramazan ayının, gecesinde, düzenlenen eğlencelere katılan bir mümin, hata yapıyor demektir.Çünkü Ramazan, manen arınma ayıdır. Müminin kendini yenilemesi, geçmişini tefekkür edip geleceğini tanzim etmeye çalışması, geceleri Rabbi ile baş başa kalıp O’na yakınlaşmanın yollarını araması gerekmez mi?

Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün. Başta da belirttiğim gibi amel neticede güzel ahlâkı doğurmalıdır. Yapıldığında sadece bir açlık veya yorgunluk insanda kalıyorsa o amel bize “amelelikten” başka bir vasıf kazandırmaz. Bugünkü en büyük sorun ibadetlerin âdetleştirilmesidir. Çevreden çekindiğimiz için, anne babamızdan gördüğümüz gibi, araştırmadan amel ediyoruz. Bunun neticesi olarak da yapılan amelin bizde oluşturması gereken ahlâkî erdemler olgunlaşmıyor. Cenabı Hakk’ın “Şüphesiz namaz fuhşiyattan ve kötülükten alıkoyar...” buyurması bir hakikati ortaya koyuyor. Demek ki hukukuna riayet edilerek kılınacak bir namaz mümini fahşadan ve kötülüklerden alıkoymalıdır. Namazını hiç geçirmeyen bir kişinin toplumda numune insan olması gerekir. Oysa namaz kıldıktan sonra dünya menfaati için adam öldürenlerin, hırsızlık yapanların, yalan söyleyenlerin, faize bulaşanların kıldıkları namaz, nasıl bir ameldir? Namaz insana huşu vermeli, huzur vermeli, kalp yumuşaklığı vermeli değil miydi?

Bu kadar örneklerden sonra anlamamız gereken şudur ki; ameller bizim rahatlıkla içini boşaltabileceğimiz adetlerimiz değildir. Ameller Rabbimizin emridir. İbadetlerimizi yerine getirirken kulluğumuzun gereğini yerine getirmiş oluyoruz. Kulun, Rabbinin emirlerini yine O’nun emrettiği şekilde ifa etmesi gerekir ki Mürebbi-i Hakiki’de onu murat ettiği şekilde terbiye etsin. Efendimiz buyuruyorlar: “Beni Rabbim terbiye etti, O ne güzel terbiye etti.” Buradan da anlamamız gereken şudur ki Rabbimizin emrettiği şekilde kulluk, ancak O “en güzel terbiye edileni” taklit ederek, O’na ittiba ederek olur. Yoksa sürekli günümüz şartlarını bahane ederek sünnete muhalif bir şekilde yaşamak amellerin içini boşaltmanın ta kendisidir. Bunun için amellerimizin salâha ulaşması gerekir ki, o ameller bizde güzel ahlâkı ikmal etsin. Salih amel de ancak salihlerin amelidir. Kim, Efendimizin yolunu takip eder ve onun tavsiye ettiği amelleri tavsiye ettikleri şekliyle yapmaya azami gayret ederse, bilsin ki o ameller onu güzel ahlâka taşıyacaktır. Çünkü günümüzün keşmekeşi içerisinde müminin sığınacağı en sağlam liman sünneti seniyyedir. Kulluğun anlaşılması ve yaşanması için bu elzemdir. Bizim amellerimiz kuru ekmek mesabesindedir. O yüzden ahlâka dönük bir karşılığı olmuyor. Efendimizin tarif ve talim buyurduğu ameller, ekmeğin yanındaki çok lezzetli katıklar gibidir. Sürekli kuru ekmek yiyen bir insan nasıl zayıf, atıl olur hepimizin malumudur. Ancak sofrasında her türlü vitaminin bol olduğu bir yemeği yiyen insan nasıl güçlü, zeki ve atak olursa, işte Allah Resulünün tavsiye ettiği güzel amellerde bulunan bir müminin de ahlâkı o şekilde güzelleşir. Tüm insanlık onun güzel halinden istifade eder. Onların bol olduğu yerlerde terör olmaz. Onların yaşadığı bölgelerde cehalet olmaz. O beldelere emin beldeler denir. Çünkü içinde yaşayanlar emin insanlar olduğundan herkes emniyet içinde olur.

Kıymetli Kardeşlerim! Bilmeliyiz ki İslam bir hobi değildir. Herkes istediği tarafından, istediği gibi yaşayamaz. Din bir bütündür. İman amelsiz olmaz, amel de güzel ahlâkı doğurmuyorsa manasız olur. Müminler uydum kalabalığa mantığından vaz geçip tefekkür müessesesini biraz çalıştırırlarsa her şeyin yerli yerine oturması mümkün olabilir. Aksi halde, “İslam yayılıyor, gelişiyor” düşünceleri şişirilmiş bir balon gibi olabilir. Patladığında –Allah göstermesin- tüm insanlık zarar görebilir. Rabbim cümlemizi hakkıyla iman eden, imanını amele ve ahlaka dönüştüren kullarından eylesin.AMİN.

AYŞELİ POLAT

ISPARTA İL VAİZİ

 

 



[1]Bakara 2, 165

[2] Bakara 2, 3-4-5

[3]Ankebut 29, 2

[4]Bakara 2, 155

[5]Bakara 2, 214

[6]Mâide 5, 54

[7]Hucurât 49, 14

[8]Ahmed bin Hanbel, Müsned

[9]Buhârî, İman 10

[10]Hucurât 49, 7

[11]Yusuf 12, 101

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Şubat 02 2023 15:44:29 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.02 saniye 14,837,807 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024