
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم
بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ
"Hayır! Onlar sadece, 'Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz' dediler." (Zuhruf, 43/22)
Okuduğumuz âyette din konusunda delilsiz, bilinçsiz ve cahilce atalarını taklit eden müşriklerin durumuna dikkat çekilmektedir. Bu âyetin ardından sıralanan diğer âyetlerde (23-31. âyetler) müşriklerin babalarından gördüklerine tabi olarak, Allah’a ortak koşmak suretiyle Hz. İbrahim’in çağırdığı tevhîd inancından saptıkları, putlara taptıkları ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e indirilen ilahî vahyi reddederek bunun bir büyü olduğunu söyledikleri belirtilmektedir. Müşriklerin bu tavrı, hiçbir ilmî veriye ve araştırmaya dayanmadan bir saplantı ve Allah’a ortak koşan atalarını körü körüne taklitten kaynaklanmaktadır. Bu itibarla taklit, ilahî vahiyde bildirilen hakikatleri dikkate almaksızın cahilce, öncekilerin uydurdukları şeyleri dinî hakikatlermiş gibi algılamak ve ona göre amel etmektir. Bu tavır, cahilce bir davranış olup kınanan bir husustur.
İlahî vahyin kendisine son kez indirildiği Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Kur’an-ı Kerim’de müminler için
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَثٖيراًؕ
“güzel bir örnek” olarak sunulmuştur (Ahzâb, 33/21). Aynı şekilde
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فٖٓي اِبْرٰهٖيمَ وَالَّذٖينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِؗ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَداً حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰهٖيمَ لِاَبٖيهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍؕ رَبَّـنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَصٖيرُ
“İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır” (Mümtehine, 60/4) buyrulmak suretiyle biz müminlerin din konusunda örnek alması gereken şahsiyetler peygamberler ve onlarla birlikte olanlar; onların yolundan gidenlerdir. Bu itibarla taklit etme ile örnek almanın birbirinden ayrılması gerekir. Bu ayrım konusunda hassasiyet göstermeyen sahabe-i kiramı Peygamber Efendimiz sergilediği tavırla uyarmıştır. Şöyle ki:
رَأَى فِي يَدِ رَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم خَاتَمًا مِنْ وَرِقٍ يَوْمًا وَاحِدًا ثُمَّ إِنَّ النَّاسَ اضْطَرَبُوا الْخَوَاتِمَ مِنْ وَرِقٍ فَلَبِسُوهَا فَطَرَحَ النَّبِيُّ صلّى اللّه عليه وسلّم خَاتَمَهُ فَطَرَحَ النَّاسُ خَوَاتِمَهُمْ .
Hz. Peygamber (s.a.s) Medine’de parmağına takmak üzere bir yüzük edindiğinde Hz. Peygamber’in parmağında yüzük gören sahabe de yüzük takmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yüzüğü parmağından çıkarıp atınca, sahabe de çıkarmıştır (Müslim, “Kitabu’l-Libas”, 56-58; 59-60).
Burada Hz. Peygamber’in tavrı, bir gerekliliğe bağlı olarak yüzük kullanmasının sahabe tarafından taklit edilmesine karşı bir tepki olarak değerlendirilebilir. Daha sonra Hz. Peygamber yüzüğü takmaya devam etmiş ve yazışmalarında mühür olarak kullanmıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerim’de itaat edilmesi gereken bir örnek olarak sunulması ilme ve araştırmaya dayanan bilinçli bir davranışla olmalıdır. Hz. Peygamber’in sözleri ve uygulamalarındaki şartlar ve amaçlar iyi tahlil edilmelidir.
Konu inanç, ibadet ve ahlakla ilgili bir husus olduğu zaman Hz. Peygamberin bire bir örnek alınması dinî bir gerekliliktir. Zira Peygamber Allah’a niçin ve nasıl ibadet edilmesi gerektiğini bildiren ve uygulamalı olarak gösteren elçidir. İşte bilinç ve tefekkürle erişilen bu idrak/anlayış düzeyi biz müminleri taklitten kurtarıp “tahkiki iman” düzeyine eriştirir. Bunun için Müslümanlıkta esas olan din konusunda evvela Kur’an’a ve sünnete uymak ve bu konularda din âlimlerinin açıklamalarına itibar etmektir. Bu ise taklit değil bilerek iman ve amel etmekle mümkün olur. Onun için okumaya, öğrenmeye büyük önem veren dinimizde her Müslüman en azından “ef’âl-i mükellefin” diye ifade edilen temel dinî sorumlulukları bilmekle yükümlüdür. Din konusunda ilim ve amelden uzak kalındığı bir durumda ortaya çıkan ilgisizlik dinî istismarın, batıl itikatlara sapmanın, cehalet ve mukallitliğin temel sebebidir. Bu durum merhum Mehmet Akif Ersoy’un ifade ettiği gibi “merdûd”; yani dinen reddedilen kabul edilemeyecek bir husustur. Akif, bu konuda şöyle demektedir:
“Getirin Mağrib-i Aksâ’daki bir müslümanı;
Bir de Çin sûrunun altında uzanmış yatanı;
Dinleyin her birinin rûhunu: Mutlak gelecek,
‘Böyle gördük dedemizden!’ sesi titrek titrek!
‘Böyle gördük dedemizden!’ sözü dînen merdûd;
(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İkinci Kitap, Süleymaniye Kürsüsünde)
Akif’in bu ifadelerinin devamından da anlaşıldığı üzere o burada, ilim ve araştırmayı öncelemeyen, asrın gereklerini okuyamayan, sadece kuru bir taklitle “biz böyle gördük, böyle gelmiş böyle gider” şeklindeki nemelazımcı anlayışın bireylerin ve milletlerin izmihlalinin/çöküşünün önemli sebeplerinden biri olduğunu vurgulamaktadır. Bundan kurtuluşun yolu da Kur’an-ı Kerim’in ibret gözüyle okunması, indiriliş amacının ve anlamının iyi kavranmasından geçer. Zira Kur’an’a göre insanın kendi nefsinde, evrende ve geçmişte ibret alınacak birçok deliller ve hadiseler vardır. Müslüman bunlara bakarak, içinde bulunduğu çağın şartlarını da göz önüne alarak bu gününü ve geleceğini kurgulamaya yönelik adımlar atmalıdır.
Dr. Bünyamin OKUMUŞ |