LÂBÜD: 1. Çok gerekli,
mutlaka, 2. Ayrılık yok.
LÂEDRİYYE: Şüphecilerle alakalı. Şüphecilik üzerine
kurulu felsefe ekolü.
LAFZÎ: Sözlü.
LAĞV: 1. Faydasız, boş şey. 2. İptal etmek. 3. Hata
etmek. 4. Hükümsüz kılmak.
LÂHIK: 1. Yetişen, ulaşan, erişen. 2. Namaz
başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan kimse.
LÂHİN: Kur'ân-ı Kerim'i okurken telaffuzunda yanlışlık
yapan.
LÂHUTÎ: Uluhiyet âlemiyle ilgili.
LÂHÜT: İlâhî âlem, ulûhiyet âlemi.
LAHZA: En kısa zaman, an.
LÂİN: Lânet eden.
LAÎN: Lânetlenmiş.
LÂMEKÂN: Yersiz, yurtsuz, mekansız.
LÂM-I TARİF: İsimlerin başına getirilen belirleme
edatı.
LÂYEZÂL: Zevâl bulmaz, yok olmaz.
LEBBEYK: Buyurunuz, emrediniz.
LEDÜNNİYAT: Allah'ın sırlarına ait bilgi, mecazen bir
şeyin iç yüzü.
LEFF-Ü NEŞR: Sarıp bağlama ve çözüp yayma. Birkaç isim
yazdıktan sonra onların her birine ait özellik veya görevleri ayrıca sıralama.
Bu sıralama isimlerin sırasına uygun sırada olursa "mürettep" adını alır.
Olmazsa "müşevveş" adını alır.
LEMYEZEL: Yok olmayan.
LETÂİF: Lâtifeler, incelikler.
LEVH-İ MAHFÛZ: Allah yanında her şeyin yazılı
bulunduğu manevî levha.
LEVM: Çekiştirme, kötü söyleme, kınama.
LEYL Ü NEHÂR: Gece ve gündüz.
LEYL: Gece.
LEYLE-İ AKABE: Nübüvvetin 11. yılında Mekke dışında
Akabe denilen yerde Medine halkından bir topluluğun Hz. Muhammed (s.a.v.) ile
konuşup İslâm'ı kabul ettikleri gece.
LEYLE-İ Mİ'RÂC: Mi'râc gecesi.
LİAN: Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
LİAYNİHÎ: Aynı, kendisi, bizzat, kendisinden dolayı.
LİBAS: Elbise.
LİVÂTA: Erkekler arasındaki cinsî münasebet, cinsel
sapıklık.
LİVÂÜ'L-HAMD: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ahiretteki
sancağı.
LİVECHİLLAH: Allah adına.
LİZÂTİHÎ: Kendisi, bizzat.
LUTF-İ İLÂHÎ: Allah'ın ihsanı.
LÜBB: 1. İç, öz. 2. Akıl. 3. İçli şeyin içi.
LÜMEZE: Herkesi ayıplama.
MAA: Beraber, birlikte.
MAAD: 1. Dönüp gidilecek yer. 2. Ahiret. 3. Dönüş,
geri gidiş. 4.Dünya'dan sonraki hayat. 5. Gaye, amaç, ulaşılacak yer.
MAA-HÂZA: Bununla beraber, bununla birlikte
MAAMÂFİH: Bununla beraber.
MAASÎ: Âsilikler, isyanlar, günahlar.
MAAZALLAH: Allah korusun, Allah saklasın.
MABA'D-TABİA: Fizikötesi, metafizik.
MA'BUD: Kendine ibadet olunan, tapılan, Allah.
MÂCİN: Hileyi, hile yolunu öğreten.
MADDE: 1. Madde. 2. Maya, cevher. 3. Cisim.
MADDE-İ ÛLÂ: İlk cevher.
MADDİYET: Gözle görülür, elle tutulur şey.
MADDİYYAT: Gözle görülür, elle tutulur şeyler.
MADDİYYUN: Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar,
materyalistler.
MA'DUM: Yok olan, mevcut olmayan.
MÂDÛN: Alt, aşağı, alt derece, emir altında bulunan.
MAFEVK: Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir.
MA'FÜVV: 1. Suçu bağışlanmış, affolunmuş. 2. Muaf
tutulan, istisna edilen.
MAĞFUR: Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli
olmuş.
MAĞRİB: Batı, garb, batı tarafında olan yerler.
MAĞRİBÎ: Batılı, mağribli.
MAĞRİFET: Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.
MAĞŞUŞ: Karışık, katışık, saf olmayan.SİKKE-İ MAĞŞUŞ:
Karışık, hileli madenî para.
MAHALL: Yer.
MAHARET: Ustalık, beceriklilik.
MAHBUB: Sevilmiş, sevilen, sevgili.
MAHFÎ: Gizli, saklı.
MAHFUZ: 1. Saklanmış, korunmuş. 2. Ezberlenmiş.LEVHİ
MAHFUZ: Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.
MÂHİR: Maharetli, hünerli, becerikli.
MAHİYET: Bir şeyin aslı, esası, içyüzü, özü.
MAHKEME: Davaların görülüp karara bağlandığı yer.
MAHKEME-İ KÜBRA: Âhirette Allah huzurunda kurulacak
büyük mahkeme.
MAHKÛM: 1. Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan
2. Hüküm giymiş. 3. Katlanma, zorunda olma.
MAHLAS: 1. Kurtulacak yer. 2. Bir kimsenin takma adı,
mahlası.
MAHLÛK: Yaratılmış, yaratık.
MAHMUD: 1. Hamd olunmuş, övülmüş, övülmeye layık. 2.
Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için getirdiği filin adı.
MAHMUL: 1. Yüklenmiş. 2. Bir şeyin üzerine kurulmuş.
MAHREC: 1. Dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2. Ağızdan
harflerin çıktığı yer.
MAHREK: 1. Hareketli bir noktanın takip ettiği yol. 2.
Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzolunan dairevî hat, yörünge.
MAHSUSÂT: Gözle görülür şeyler.
MA'HUD: 1. Ahdolunmuş, bilinen, sözleşilen. 2. Sözü
geçen.
MAHV: 1. Yok etme, ortadan kaldırma. 2. Beşerî
noksanlardan kurtulma hali.
MAHZUF: Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.
MAHZUR: Sakınılacak, korkulacak şey, engel, sakınca.
MÂİ': 1. Men eden, alıkoyan, engel olan. 2. Engel,
özür.
MAİDE: 1. Yemek yenilen sofra, yemek, ziyafet. 2.
Kur'ân-ı Kerim'in 5. sûresi.
MAİŞET: Yaşama, yaşayış, geçinme, geçinmek için
lüzumlu şey.
MAİYYET: Beraberlik, arkadaşlık, bir büyük memurun
emrinde bulunma.
MAKAM: 1. Durulan, durulacak yer. 2. Memuriyet,
memurluk yeri.
MAKAM-I İBRAHİM: Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in
ayak izi olduğu söylenen taş.
MAKAM-I MAHMUD: Peygamberimizin cennetteki makamı,
şefaat makamı.
MAKARR: Durulan yer, karargâh,ocak, merkez, başkent,
payitaht.
MAKBUZ: 1. Alınmış, alındı belgesi. 2. Sıkılmış,
daraltılmış.
MAKLÛB: Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka
şekle sokulmuş.
MAKSUD: Kastolunan, istenilen şey, emel.
MAKSURE: Camilere etrafı parmaklıklı yüksekçe yer.
MAKTUL: Vurulmuş, öldürülmüş, katledilmiş.
MA'KUL: Akla uygun, akıllıca iş gören, anlayışlı,
mantıklı.
MAL: Varlık, para, kıymetli eşya.
MÂLİK: Sahip, bir şeyi olan, bir şeye sahip olan.
MÂLİKÜ'L-MÜLK: Mülkün sahibi, Allah.
MA'LUL: İlletli, hastalıklı, sakat.
MA'LÛM: Bilinen, belli.
MA'LUMAT: Bilinen şeyler, biliş, bilgi.
MAMÛRE: İnsan bulunan, bayındır, şenlikli yer, şehir,
kasaba.
MÂNÂ: 1. Anlam. 2. İçyüz. 3. Akla yakın sebep. 4.
Rüya, düş.
MÂNEVİYE: İyilik ve kötülük ilâhı diye iki ilâha
inanmaktan ibaret batıl bir mezhep olup zerdüştlerden alınmıştır.
MANEVİYYAT: Maddî olmayan, manevî olan hususlar.
MANSUB: Nasbolunmuş, konmuş dikilmiş, nesne.
MANTIK: 1. Söz. 2. Mantık ilmi, vasıta ve delil
arasında tutarlılık.
MANTIKU'T-TAYR: Kuş dili, Feridüddin Attar'ın meşhur
eseri.
MANTUK: Söylenmiş, denilmiş, söz, kelam, nutuk,
mefhum.
MARAZ: Hastalık, illet.
MA'RİFE: Mânâ ve mefhumu belirtilmiş olan söz,
belirli.
MA'RİFET: 1. Herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkla
yapılmış olan şey. 2. Bilme, biliş, bilgelik.
MA'RİFETULLAH: Allah'ı tanıma, bilme.
MARUF: 1. Bilinen, tanınan, meşhur ünlü. 2. Şeriatin
emrettiği, uygun gördüğü.
MASARİF: Sarfolunanlar, harcananlar.
MASDAR: 1. Bir şeyin çıktığı yer, temel, kaynak. 2.
Fiil kökü.
MASHARA: Maskara, soytarı.
MÂSİVA: 1. Bir şeyden başka olanların hepsi. 2. Dünya
ile ilgili olan şeyler. 3. Allah'tan başka her şey.
MASİVALLAH: Allah'tan başka her şey.
MA'SİYET: İsyan, günah, âsilik.
MASLAHAT: 1. İş, emir, madde, keyfiyet, önemli iş. 2.
Barış, dirlik-düzenlik.
MASLAHAT-I ÂMME: Kamu işler.
MASRİF: Sarfetme, harcama mahalli.
MASRUF: 1. Sarfedilmiş, harcanmış. 2. Çevrilmiş,
döndürülmüş.
MA'ŞUK: Sevilen, sevilmiş.
MATBU': 1. Tabolunmuş, basılmış. 2. Hoş, latif,
makbul.
MATBUAT: Matbaada basılmış şeyler.
MATLA': Doğacak yer, güneş vasair yıldızların doğması,
kaside veya gazelin ilk beyti.
MATLAB: 1. İstenilen şey, istek. 2. Bahis, mesele,
kazıyye, önerme.
MATLUB: İstenilen, aranılan şey.
MA'TUF: 1. Eğilmiş, bir tarafa doğru çevrilmiş. 2.
Birine isnat olunmuş, yöneltilmiş.
MÂUN: 1. Malın zekatı. 2. Kendisinden faydalanılacak
şey, eve gerekli olan şeyler.
MÂVERÂ: Art, geri, bir şeyin ötesinde bulunan.
MÂYE: 1. Maya, asıl, esas. 2. Para, mal. 3. İktidar,
güç, 4. Bilgi. 5. Dişi deve.
MÂYİ': Sıvı, akıcı.
MAZÎ: Geçen, geçmiş olan, geçmiş zaman.
MEAL: Anlam, kavram.
MEBADİ: Başlangıçlar, ilkeler.
MEBAHİS: Arama, araştırma yerleri, araştırma veya
münakaşa konuları.
MEBANÎ: Yapılar, binalar, temeller.
MEBDE ve MEAD: Başlangıç ve dönüş, ruhun dünyaya
gelişi ve dönüşü, dünya ve ahiret.
MEBDE': 1. Başlangıç. 2. Kaynak, kök. 3. Bilgilerin
ilk kısımları. 4. İlke. 5. Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.
MEBDE-İ KÜBRA: Büyük başlangıç.
MEBDE-İ ÜMİD: Ümidin kaynağı.
MEBİ': Satılmış şey, satılan mal.
MEBNA: Yapı, bina, yapı yeri, bina yeri.
MEBNÎ: 1. Yapılmış kurulmuş. 2. Bir şeye dayanan. 3.
...den dolayı.
MEB'US: 1. Gönderilmiş, 2. Peygamber olarak
gönderilmiş kimse. 3. Öldükten sonra diriltilmiş kimse. 4. Halk tarafından
seçilerek parlementoda yer alan kimse, millet vekili.
MECAZ: 1. Yol, geçecek yer. 2. Gerçeğin zıddı. 3.
Kendi öz mânâsıyla kullanılmayıp benzetme yolu ile başka mânâda kullanılan söz.
MECAZ-I AKLÎ: Akla uygun olan mecaz, akılla bilinen
mecaz, bir şeyi asıl sebebinin dışında başka bir sebebe isnad etmek.
MECAZ-I LÜGAVÎ: Mecaz-ı müsrseldir.
MECAZ-I MÜRSEL: Benzetme dışında başka bir ilişki
sebebiyle kullanılan mecaz: Meselâ: "O köye sor" demek, "o köyden birine sor"
demektir.
MECRUR: çekilmiş, sürüklenmiş, sonu kesre olan isim.
MEC'ÛL: Meydana çıkarılmış, yapılmış olan, yapmacık,
uydurma.
ME'CUR: 1. Ecir veya sevabı verilmiş olan. 2. Kiraya
verilen.
MECUSİ: Ateşe tapanlara verilen ad.
MECZUM: Kesin karar verilmiş. Sonu cezimli olan
kelime.
MEDAİN: Şehirler.
MEDAR: 1. Bir şeyin döneceği yer, etrafında hareket
edilen nokta. 2. Yörünge, gezegenin güneş etrafında dönerken çizdiği daire.
MEDAYİN: Şehirler.
MEDD: 1. Uzatma, çekme. 2. Yayma, döşeme.
MEDENÎ: 1. Şehirli. 2. Medine'li. 3. Terbiyeli, kibar,
nazik, 4. Medine'de nazil olan sûre veya âyet.
MEDHAL: 1. Girecek yer, kapı, giriş. 2. Başlangıç.
MEDİNE: 1. Şehir. 2. Eski adı Yesrib olan ve
Peygamberimizin türbesi bulunan Hicaz şehirlerinden.
MEDLUL: 1. Delil getirilmiş şey. 2. Delalet olunan,
gösterilen. 3. Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
MEDYUN: Borçlu, verecekli.
MEFAZE: Çöl, sahra.
MEFHUM: 1. Anlaşılmış. 2. Sözden çıkarılan mânâ,
kavram.
MEFHUM-İ MUHALİF: Bir sözden çıkarılan zıt mânâ.
MEFKUD: 1. Yok olmayan, bilinmeyen. 2. Ölü veya diri
olduğu bilinmeyen kayıp kimse.
MEFKURECİ: Ülkücü, idealist.
MEFTUH: 1. Fethedilmiş, açılmış, açık. 2. Zaptedilmiş,
ele geçirilmiş. Sonu üstün ile harekeli isim.
MEFTÛN: 1. Sihirlenmiş, fitneye düşmüş. 2. Gönül
vermiş, tutkun, vurgun. 3. Hayran olmuş, şaşmış.
MEF'UL: 1. İşlenmiş, yapılmış, kılınmış. 2. Tümleç.
MEHABET: Azamet, ululuk, korkunçluk.
MEHÂFETULLAH: Allah korkusu.
ME'HAZ: Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer, kaynak.
ME'HUZ: 1. Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş. 2. Ödünç
olarak başka bir yerden alınmış.
MEKÂN: 1. Yer, mahal. 2. Ev, oturma yeri, konut.
MEKÂRİM: Cömertlikler, elaçıklıklar, iyilikler.
MEKÂRİM-İ AHLÂK: İyi huy, güzel ahlâk. Peygamberimizin
ahlâ-kı.
MEKKÎ: Mekke ile ilgili, Mekkeli, Mekke'de nazil olmuş
âyetler veya sûreler.
MEKR: 1. Hile, oyun, düzen. 2. Hile ile aldatma,
maksadından vazgeçirme.
MEKRUH: 1. İğrenç, tiksinti veren. 2. Haram olmayan ve
zaruret olmadıkça yapılması uygun görülmeyen iş.
MELÂİKE: Melekler.
MELÂİKE-İ MUKARREBÎN: Allah'a yakın olan melekler.
MELCE': Sığınacak yer, sığınak.
MELE': 1. Doldurma, dolma, doluluk. 2. Kalabalık,
topluluk.
MELE'-İ A'LÂ: Büyük meleklerin toplandığı yer.
MELE'-İ FİRAVN: Firavun'un cemaati.
MELEKE: Alışkanlık, yetenek, maharet, iktidar.
MELEKÛT: 1. Hükümdarlık, azamet. 2. Alem-i melekût:
Ruhlar ve melekler âlemi.
MELHÛZ: Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen.
MELİK: 1. Padişah, hükümdar. 2. Allah'ın adlarından.
MEMAT: Ölüm.
MEMLÛK: 1. Birinin malı olan. 2. Kul, köle.
ME'MUR: Emir almış, bir işle vazifelendirilmiş kimse,
emrolunan.
MENÂKIB: Menkıbeler, övünülecek vasıflar.
MENÂM: 1. Uyunacak yer, yatak odası. 2. Uyku, düş,
rüya.
MENÂR: 1. Nur, ışık yeri. 2. Yol işaretleri. 3. Fener
kulesi.
MENÂSİK: İbadet yerleri, görevleri.
MENÂSİK-İ HACC: Hac ibadeti için ziyaret edilecek
yerler, görevler.
MENAT: Cahiliye devrinde Kâbe'de bulunan bir putun
adı.
MENDUB: 1. İyilikleri sayılarak arkasından ağlanan
ölü. 2. Şeriatçe yapılıp yapılmamasında bir sakınca olmayan ama uygun görülen
işler.
MENEND: Eş, benzer.
MENFİ: 1. Sürgün edilmiş, sürgün. 2. Bir şeyin tersini
ileri süren. 3. Olumsuz.
MENHİ: Yapılması şer'an yasaklanmış, haram olmuş.MENHİYYAT:
Şeriatin yasak ettiği şeyler.
MENKÛL: 1. Nakledilmiş, taşınmış. 2. Ağızdan ağıza
geçmiş söz.
MENSUH: Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, yürürlükten
kaldırılmış.
MENŞE': 1. Bir şeyin çıktığı yer, esas, kök. 2.
Yetişilen yer, bitirilen mektep.
MENZİL: 1. Yollardaki konak yeri. 2. Ev. 3. Bir günlük
yol, konak. 4. Mesafe.
MERCİ: 1. Dönülecek yer. 2. Müracaat olunacak, baş
vurulacak yer kimse.
MERCUH: 1. Başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu
şey. 2. Hasmından önce iddiasını ispata selahiyeti olmayan kişi.
MERFU': 1. Kaldırılmış, yükseltilmiş. 2. Sonu ötre ile
okunan kelime. 3. Merfû Hadis; senedi kuvvetli olsun veya olmasın Hz.
Peygamber'e isnad olunan hadistir.
MER'Î: 1. Riayet edilen, saygı gösterilen. 2.
Yürürlükte olan, gözle görülen.
MERTEBE: 1. Derece, basamak. 2. Pâye, rütbe. 3.
Miktar.
MERVÎ: Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.
MESABE: Derece, rütbe, kadar.
MESAFİH: 1. Sahife haline getirilmiş şeyler, kitaplar.
2. Mushaflar, Kur'ânlar.
MESAĞ: İzin, ruhsat, cevaz, müsade.
MESAİ: Çalışmalar.
MESALİH: Maslahatlar, işler.
MESBÛK: 1. Geçmiş, arkada kalmış. 2. Önde bulunan,
ondan evvel geçmiş. 3. Önce namaza durmuş, sonra imama uymuş.
MESEL: 1. Örnek, benzer, nümune. 2. Dokunaklı ve
mânâlı söz. 3. Yararlı hikâye. 4. Delil, hüccet.
MESELE: 1. Sorulup karşılığı istenen problem. 2.
Önemli iş.
MESH: 1. Silme, sığama. 2. Bir şeyi el ile sığama. 3.
Abdest alırken ıslak eti başın dörtte birine sürme, mest üzerine sürme.
MESH: Şeklini değiştirerek çirkin bir hale koyma.
MESKEN: Oturulacak yer, oturulan ev.
MESNEVÎ: 1. Her beyti kendi arasında kafiyeli ve
baştan sona aynı vezinle yazılmış manzume. 2. Mevlânâ'nın ünlü eseri.
MESNÛN: 1. Bilenmiş. 2. Sünnete uygun olan. 3.
Yıllanmış şey.
MESRUR: Memnun, sevinçli, meramına ermiş.
ME'SÛR: Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî
geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.
MEŞÂİR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken önemli
yerler. 2. Hasseler, duygular.
MEŞAKKAT: Zahmet, güçlük, zorluk, sıkıntı.
MEŞ'AR: 1. Hacı olmadan önce durulması gereken
yerlerden her biri. 2. Duygu, hasse.
MEŞ'AR-İ HARAM: Müzdelife'de şimdi üzerinde mescit
bulunan yer.
MEŞAYİH: Şeyhler, ihtiyarlar.
MEŞHED: 1. Şehit olunan veya şehidin gömüldüğü yer. 2.
İran'da bir şehrin adı. 3. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit düştüğü yer.
MEŞHUR: Şöhret kazanmış, tanınmış.
MEŞİYYET: 1. İrade, arzu, istek. 2. Yürüyüş, yürütme.
MEŞREB: 1. Mizaç, huy, ahlâk. 2. İçecek yer.
MEŞRIK: Doğu, güneşin doğduğu taraf.
MEŞRU: Şer'an caiz olan, şeriate ve kanuna uygun olan.
META: 1. Satılacak mal, eşya. 2. Sermaye.
METALİ: 1. Doğacak yerler. 2. Güneş ay ve yıldızların
doğdukları yerler.
METBÛ: 1. Kendisine tabi olunan, uyulan. 2. Hükümdar.
METİN: Sağlam, dayanıklı.
METRUK: Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan
vazgeçilmiş, metruk hadis; amel edilmeyecek derecede zayıf.
MEVÂŞİ: Davar ve mal gibi hayvanlar (koyun, keçi,
öküz, inek...)
MEVEDDET: Sevme, sevgi, dostluk.
MEVHİBE: Bahşiş, ihsan, bağış.
MEV'İZA: Öğüt, nasihat, vaaz.
MEVKİ: Yer.
MEVLÂ: 1. Efendi, sahip. 2. Allah. 3. Kul, köle, azat
eden. 4. Velî, veliyeti olan. 5. Şanlı, şerefli. 6. Yardımcı. 7. Mürebbi,
terbiye eden.
MEVRİD-İ NASS: Hakkında kesin delil olan husus.
MEVSUF: Vasfolunmuş, vasıflanan, belirtilen.
MEVT: Ölüm.
MEVTÂ: Ölüler, ölmüşler.
MEVZİ: Yer.
MEVZU: 1. Konulmuş. 2. Konu. 3. Doğru olmayan,
uydurma.
MEYL: 1. Eğilme, eğiklik, akıntı. 2.Sevme, tutulma,
gönül akışı.
MEYTE: Hayvan leşi, kendi kendine ölen hayvan.
MEYYİT: Ölmüş, ölü.
MEZAHİB: Mezhepler, tutulan yollar.
MEZAHİB-İ ERBAA: Dört mezhep: Hanefî, Şafiî Malikî,
Hanbelî.
MEZC: Katma, karıştırma.
MEZHEB: 1. Gidilen, tutulan yol. 2. Mezhep.
MEZHEB-İ HANEFÎ: Hanefî mezhebi.
MEZİYY: Mezi, idrardan önce gelen beyazımsı sıvı.
MEZMUM: Yerilmiş, beğenilmemiş ayıplanmış.
MEZNİYYE: Zorla cinsî ilişkide bulunulan kadın.
MEZRAA: Ziraat olunacak, ekilecek tarla, yer, çiftlik.
ME'ZUN: İzinli, izin almış, bir işi yapmaya izin alan.
MISRÎ: Mısırlı, Mısır ülkesiyle ilgili.
MÎKAT: 1. Bir iş için belirtilen zaman veya yer. 2.
Mekke yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer.
MİLEL: 1. Milletler, uluslar. 2. Bir dinde veya
mezhebde olan topluluklar.
MİLK: Birinin tasarrufunda bulunan şey veya yer.
MİLK-İ YEMİN: Köle, cariye.
MİNVAL: Tarz, yol, suret, şekil, usül.
MÎRAC: 1. Merdiven. 2. Göğe çıkma.
MÎRAC-I NEBÎ: Peygamberimizin mirac mucizesi.
MİR'AT: 1. Ayna. 2. Bir cins lale.
MİSAK: Sözleşme, anlaşma.
MİSAL: 1. Örnek, benzer. 2. Masal. 3. Rüya, düş.
MİSKAL: Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört
kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).
MİSKİN: 1. Aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz. 2.
Cüzzamlı. 3. Mal ve mülkü olmayan, kendini idareden âciz, yoksul.
MİSL: 1. Benzer. 2. Misilleme. 3. Miktar. 4. Kat.
MİYAR: Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini
anlamaya yarayan âlet.
MÎZAN: 1. Terazi, ölçü âleti, tartı, ölçü. 2. Mahşerde
amellerin tartılmasını yapacak olan şey.
MUADİL: Eşit, denk, eşdeğer.
MUÂHEDE: Karşılıklı and içme, antlaşma.
MUAHEZE: Azarlama, paylama, çıkışma, tenkit.
MUAHİD: 1. Antlaşma yapanlardan her biri. 2. İslâm
hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren hıristiyan veya bir başka
dinden kimse.
MUALLAKAT: İslâm'dan önce Arap şairlerinin Kâbe
duvarına asılan meşhur kasideleri.
MUALLİM: Öğreten, talim eden, öğretmen.
MUAMELAT: 1. İnsanların birbirine karşı tutum ve
davranışları. 2. Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.
MUAMELE: 1. Davranma, davranış. 2. Yol, iz. 3. Dairede
yapılan kayıt vesaire. 4. Alışveriş, sarraflık, para işleri.
MUAMMA: Bilmece, anlaşılmaz ve karışık iş.
MUATTAL: 1. Kullanılmış, bırakılmış. 2. Boş, işsiz.
MUAYYEN: Belli, belirli, tayin edilmiş,
kararlaştırılmış.
MUAZZEB: Azapta bulunan, çok sıkıntı gören, eziyet
çeken.
MUCİD: İcat eden, yeni bir şey meydana getiren, fikir
ve mânâ yaratan.
MUCİZE: Allah'ın izniyle peygamberler tarafından
gösterilen ola-ğanüstü şey.
MUDAREBE: 1. Dövüşme, vuruşma. 2. Sermaye ve emek
konarak kurulan şirket.
MUFASSAL: Tafsilatla, uzun uzun anlatılan, ayrıntılı.
MUGALATA: Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz
söyleme, demogoji.
MUGAYYEBAT: Gizli, görünmez şeyler.
MUHABBET: Sevgi, sohbet.
MUHABBETULLAH: Allah sevgisi.
MUHACİRİN: Hicret edenler.
MUHACİRİN-İ EVVELÎN: Mekke'den ilk hicret eden
müslümanlar.
MUHAFIZ: Muhafaza eden, saklayan, koruyan, bekçi.
MUHAKKIKÎN: Hakikati, gerçeği bulup meydana
çıkaranlar, araştırıcılar.
MUHAL: Mümkün olmayan, olamaz, imkansız, olanaksız.
MUHARREMAT: Haram ve yasak olan şeyler.
MUHARRER: Yazılmış, yazılı.
MUHAVVEL: 1. Değiştirilmiş. 2. Havale edilmiş,
gönderilmiş, ısmarlanmış.
MUHAYYER: Seçilmesi serbest olan seçmece, beğenmece.
MUHBİR: 1. Haber veren, haberci. 2. Bir gazete için
haber taşıyıp ulaştıran.
MUHİT: 1. İhata eden, kuşatan. 2. Çevre. 3. Okyanus.
4. Allah'ın isimlerinden.
MUHKEM ÂYET: Tevil ve tefsir gerektirmeyen mânâsı ve
lafzı açık âyet.
MUHKEM: Sağlam, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.
MUHKEMAT: İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan
âyetler.
MUHLİS: Halis, katkısız, dosdoğru, her hali içten ve
gönülden olan, ihlâs sahipleri, samimi ve doğru olanlar.
MUHSANE: Namuslu kadın.
MUHTAR: 1. Seçilmiş, seçkin. 2. Hareketinde serbest
olan, istediği gibi davranan. 3. Peygamberimizin isimlerinden.
MUHTEMEL: Umulur, olabilir, olası.
MUKADDER: 1. Kıymeti biçilmiş, kadri, değeri bilinmiş.
2. Alın yazısı.
MUKADDİME: Başlangıç, başlama, giriş.
MUKARENET: Bitişiklik, yaklaşma, kavuşma, uygunluk,
cinsel yaklaşma.
MUKATELE: Birbirini öldürme, vuruşma, savaş.
MUKATTAA: Kesilmiş, kesik, ayrı.
MUKAVELE: Sözleşme, yazılı sözleşme.
MUKAYESE: Kıyas etme, karşılaştırma.
MUKAYYED: 1. Kayıtlı, bağlı, bağlanmış. 2. Bir işe
önem veren. 3. Kaybolmuş, deftere geçmiş.
MUKTEZA: 1. İktiza etmiş, lâzım gelmiş. 2. Kanun
gereğince yazılmış yazı, derkenar.
MULLAKAT-I SEB'A: İslâm'dan önce Kâbe duvarına asılmış
olan yedi kaside.
MURAKIB: 1. Murakabe eden, koruyan. 2. Allah'a
bağlanmış.
MUSALAHA: Barışma, uzlaşma, barış, güvenlik.
MUSALLA: Namaz kılmaya mahsus açık yer. Cami veya
mezarlık civarında cenaze namazı kılınan yer.
MUSHAF: 1. Sahife halinde yazılmış kitap. 2. Kur'ân.
MUSİBET: Felâket, ansızın gelen belâ, uğursuz.
MUT'A: 1. Geçici kazanç. 2. Şiilere mahsus süresi
belirlenmiş nikah.
MUTABIK: Birbirine uyan, uygun.
MU'TAD: Âdet olunmuş, alışılmış.
MU'TEZİLE: Aklı ön plâna alan ve "kul kendi
fiillerinin yaratıcısıdır" diyerek, ehl-i sünnetten ayrılan fırka. Bunlara
kaderiyeciler de denir, önderleri Vâsıl b. Ata'dır.
MUTMAİN: Gönlü kanmış, içi rahat, emin.
MUTTALİ': Öğrenmiş, haber almış, bilgili.
MUTTARİD: Bir düzeye giden, sıralı, düzgün, muntazam.
MUTTASIF: Vasıflanan, kendisinde bir hal, bir sıfat,
bir vasıf bulunan.
MUTTASIL: Bitişik, istisna-i muttasıl, aynı cinsten
alanlar arasında yapılan istisnadır. Ayrı cinsten olursa "munkatı" denilir.
MUVAHHİD: Allah'ın birliğine inanan.
MUVALAT: Dostluk, karşılıklı sevgi, koruma, yardım.
MUZAF: Katılmış, bağlanmış, bağlı.
MUZAFÜN İLEYH: Muzafın bağlı bulunduğu isim.
MUZARİ: Şimdiki zaman veya geniş zaman kipi.
MUZMER: Gizli, örtülü, saklı, dışarıya vurulmamış,
içte gizli.
MÜBADELE: Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi,
değiş-tokuş, trampa, takas.
MÜBAHELE: Birine beddua etme, ilenme, birinden nefret
etme.
MÜBAH-MUBAH: Yapılıp yapılmamasında şer'an bir sakınca
olmayan.
MÜBALAĞA: Bir şeyi çok büyütme, abartma, küçük bir
şeyi büyük gösterme.
MÜBAREZE: Cenk, kavga, uğraşma.
MÜBİN: 1. Hayrı şerri, kötüyü iyiyi ayıran. 2. Açık,
besbelli.DİN-İ MÜBİN: İslâm dini.
MÜBTEDÂ: İsim cümlesinde özne.
MÜBTEDİ: Bir işe yeni başlayan, çaylak, acemi.
MÜCAMEAT: 1. Karşılıklı iyi ilişkiler kurmak. 2. Cinsî
münasebette bulunmak.
MÜCAZAT: 1. Karşılık. 2. Bir suça verilen ceza.
MÜCERRED: 1. Tecrit edilmiş, soyulmuş.. 2. Soyut.
MÜCMEL: Kısa ve az sözle anlatılmış, öz. Kapalı ifade.
(Çoğulu) Mücmelat.
MÜDDET: Zaman, vakit, bir şeyin uzayıp sürdüğü zaman.
MÜDÎR: İdare eden, çeviren, idareden anlayan,
direktör.
MÜECCEL: Tecil edilmiş, ileriye bırakılmış, ileride
yapılmak üzere vakti belirtilen, ertelenmiş.
MÜEKKED: 1. Sağlamlaştırılmış. 2. Tekrar edilmiş,
pekiştirilmiş.
MÜELLEFE-İ KULÜB: Peygamberimiz zamanında kalpleri
İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.
MÜELLİF: 1. Telif eden, kitap yazan. 2. İmtizaç
ettiren, kaynaştıran.
MÜENNES: 1. Dişi, 2. Hakiki itibarıyla ve söyleniş
itibarıyla dişi olan kelime.
MÜESSİR: 1. Tesir eden, etki, iz bırakan. 2. İşleyen,
hükmünü yürüten. 3. Çok hissedilen, içe işleyen. 4. Dokunan, dokunaklı. 5. Eser
sahibi. Allah Teâlâ.
MÜFESSER: Tefsir edilmiş, açıklanmış.
MÜFRED: Tek, yalnız, basit, tekil.
MÜFREDAT: 1. Basit şeyler. 2. Toptan bilinen şeylerin
ayrıntıları.
MÜFREZE: Ayrılmış, ordudan ayrılmış birkaç müfreze.
MÜFSİD: 1. İfsat eden, bozan. 2. Fesatlık eden, ara
açan.
MÜKALEME: Konuşma, müzakere, muhavere.
MÜKÂTEBE: Yazışma, mektuplaşma, birbirine yazma, köle
ile yapılan azatlık sözleşmesi.
MÜKEVVENAT: Yaratıkların hepsi, kâinat mevcûdat.
MÜKREH: Zorlanan kimse.
MÜLAANE: Karşılıklı beddua etme, ilenme, lânet etme.
MÜLÂBESE: 1. Benzer şeylerin ayırt edilemiyerek
birbirine karıştırılması. 2. Münasebet, yakınlık.
MÜLAHAZA: 1. Dikkatle bakma, 2. İyice düşünme,
düşünce.
MÜMARESE: Alışma, alışıklık, yatkınlık, meleke.
MÜMEYYİZ: 1. Seçen, ayıran. 2. Dairedeki yazıları
temize çeken kâtip. 3. İmtihanda ayırtman.
MÜMTAZ: İmtiyazlı, seçkin, üstün tutulmuş.
MÜNÂCAT: 1. Dua etme, yalvarma. 2. Divan edebiyatında
Allah'a dua için yazılan manzume çeşidi.
MÜNADİ: Nida eden, müezzin, tellal.
MÜNAFIK: 1. Nifak sokan, iki yüzlü. 2. Kâfir olduğu
halde kendisini müslüman gösteren.
MÜNECCİM: Yıldız falına bakan, astroloji ile uğraşan.
MÜNEZZEH: Tenzih edilmiş, temiz, arı, noksanlıklardan
uzak.
MÜNFERİD: Yalnız olan, tek, ayrı, kendi başına.
MÜNHASIRAN: Hususi olarak, sadece, yalnız olarak,
özellikle.
MÜNKATİ': Kesilen, kesik arkası gelmeyen, son bulan,
süreksiz.
MÜNKERÂT: Şeriatçe yapılması yasaklanmış şeyler.
MÜNKİR: 1. İnkâr eden, kabul etmeyen. 2. Mezarda sual
soracak iki melekten biri. Münkir-Nekir.
MÜRAÎ: İki yüzlü kimse.
MÜREBBİ: 1. Terbiye eden, Pedegog, çocuk terbiye eden.
2. Besleyen.
MÜREKKEB: İki veya daha çok şeyin karışmasından
meydana gelen, bileşik.
MÜRSEL HADİS: Tabiînin, sahabeyi atlayarak rivayet
ettiği hadis, yani sahabeden değil tabiînden gelen hadis.
MÜRTEDD: İslâm dininden dönen kimse.
MÜSAMAHA: Hoş görü, tolerans, görmemezlikten gelme,
göz yumma.
MÜSAVAT: Eşitlik, aynı halde ve derecede olma.
MÜSAVÎ: Eşit, denk, aynı halde ve derecede bulunan.
MÜSBET: 1. Tesbit edilmiş, adil gösterilmiş. 2.
Olumlu, pozitif.
MÜSEBBİB: 1. Sebep olan. 2. İcab eden.
MÜSELLEM: 1. Teslim edilmiş, verilmiş. 2. Doğruluğu
herkesçe kabul edilmiş.
MÜSEMMA: 1. Bir ismi olan, adlandırılmış, adlı. 2.
Muayyen, belirli zaman.
MÜSKİR: Sarhoş eden, sarhoşluk veren.
MÜSKİRÂT: Sarhoşluk veren şeyler.
MÜSNED: İsnad edilmiş, senede bağlanmış. "Müsned
Hadis" senedi kesintisiz olarak Hz. Peygamber'e ulaşan hadistir.
MÜSTAĞNÎ: 1. Doygun, yönlü, tek. 2. Çekingen, nazlı
davranan. 3. Gerekli bulmayan.
MÜSTAĞRAK: Batmış, dolmuş.
MÜSTAHSİL: Yetiştiren, yetiştirici, üretici.
MÜSTAMEL: Kullanılmış, eski, köhne.
MÜSTEAR: Takma ad, iğreti olarak duruş.
MÜSTECAB: Dileği, duası kabul olunmuş.
MÜSTEHABB: 1. Sevilen, beğenilen. 2. Farz ve vacip
olmayıp da yapılması sevap olan iş, hareket.
MÜSTEHAK: Hak edilmiş, yiyip içilerek bitirilmiş,
bitirilen, tüketilen.
MÜSTETİR: Gizlenen, gizli, saklanan, saklı.
MÜŞAKELE: Benzeme, uygunluk, şekilce bir olma.
MÜŞÂREKET: Ortaklık, ortak olma.
MÜŞAVERE: Danışma, bir iş üzerinde konuşma.
MÜŞEBBEH: Benzeyen.
MÜŞEBBEHÜN BÎN: Kendisine benzetilen.
MÜŞKİL: Anlamı kapalı olan ve ancak bir ipucu
sayesinde anlaşılabilen âyet.
MÜŞKİLÂT: Güçlükler, zorluklar.
MÜŞRİF: 1. Yükselen, çıkan. 2. Ölüme pek yakın
bulunan. 3. Etrafa bakan, etrafı gören. 4. Vakıf malı koruyan kimse.
MÜŞRİK: Allah'a şirk koşan.
MÜŞTAKK: Başka bir kelimeden çıkmış, türemiş.
MÜŞTEREK LAFIZ: Sözlük anlamıyla birden fazla anlama
gelen kelime. Meselâ: "Yüz" gibi.
MÜTAREKE: İki tarafın geçici bir zaman için savaşı
durdurması, ateşkes.
MÜTEADDİ: 1. Zulmeden, saldıran. 2. Geçişli fiil.
MÜTEADDİD: Bir çok, çoğalan, türlü türlü, tekrar.
MÜTEAHHİRÎN: Sonradan gelenler, yetişenler, son devir
âlimleri.
MÜTEALLAK: Bağlanılan yer, taalluk edilen yer, harfi
cerin dayandığı, bağlandığı kelime.
MÜTEALLİK: 1. Asılı, bağlı. 2. Taalluk eden, ilgili,
ilişiği olan.
MÜTEAZZİR: 1. Özürlü, özürü bulunan. 2. Mümkün
olmayan, güç, zor.
MÜTEDEYYİN: Dindar, dinine bağlı.
MÜTEHASSIS: İhtisas sahibi, uzman.
MÜTEHASSİS: Çok hislenen, duygulanan.
MÜTEKELLİM: Kelamcılar.
MÜTENASİB: Münasib, birbirine uygun, benzer, denk.
MÜTENEVVİ: Çeşitlenen, türlü türlü olan, muhtelif
olan.
MÜTESELSİL: Zincirleme, birbirini izleyen, zincir gibi
birbirine bağlı olan.
MÜTEŞABİH: 1. Birbirine benzeyen. 2. Kur'ân-ı Kerim'de
mânâ ve lafız bakımından tevile elverişli olan âyetler. Muhkem olmayan âyet.
MÜTEŞABİHAT: 1. Birbirine benzeyenler. 2. Lafız ve
mânâ bakımından tevile elverişli âyetler.
MÜTEVATİR: Yalan üzere anlaşmaları mümkün olmayan
cemaatler tarafından rivayet olunan haber.
MÜTEVECCİH: 1. Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye
kalkan. 2. Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.
MÜTEYAKKIZ: Uyanık bulunan,tetikte gözü açık olan.
MÜTTAKİ: Günahtan sakınan, çekinen, takva sahibi.
MÜVEKKİL: Vekil eden, vekil tayin eden.
MÜVERRİH: 1. Tarihçi, tarih yazan. 2. Ebced hesabına
göre tarih düşüren şair.
MÜZDELİFE: Arafat ile Mina arasında bulunan yer.
MÜZEKKER: 1. Erkek, er. 2. Eril, müzekker kelime.
NÂÇÂR: Çaresiz, elinden iş gelmeyen, mecbur kalmış
olan.
NÂDİM: Nedamet etmiş, pişman olmuş.
NÂDİR: Ender bulunur.
NAFAKA: Yiyecek parası, geçim için gerekli olan şey.
NÂFİ: 1. Faydalı, şifalı. 2. Esma-ı hüsnadan bir ad.
NÂFİLE: Yapılması farz ve vacip olmayan ibadetler.
NÂİB: Birinin yerine geçen, vekil.
NAKÎB: 1. Vekil, bir kavim veya kabilenin başkanı veya
vekili. 2. Halkın hayırlısı. 3. Müfettiş.
NAKL: 1. Bir yerden bir yere götürme. Taşıma. 2. Ev ya
da yer değiştirme. Taşınma. 3. Duyduğu bir şeyi başkasına anlatmak, rivayet
etmek. 4. Bir dilden başka dile çevirmek.
NAKLÎ: 1. Nakle dayanan, kitap ve sünnete dayalı olan.
2. Taşıma ile ilgili.
NAKZ: Bozmak, çözmek, kırmak, bir sözleşmeyi yok
saymak.
NÂMAHREM: Aralarında dinen evlenmeye engel bulunmayan
erkek ve kadınlar.
NÂMÎ: "Nümüvv"den: Yerden biten, yetişen, büyüyen
artan.
NÂR: 1. Ateş. 2. Cehennem. 3. Yakıcı şey.
NASB: Dikme, bir rütbe alma, bir memurluğa atama. Bazı
Arapça kelimelerin sonunun üstünlü olma durumu.
NASÎB: Pay, hisse, kısmet.
NÂSİH: Battal eden, hükümsüz bırakan. Daha önceki
hükmü kaldıran.
NASS: 1. Açıklık, açık hüküm. 2. Kur'ân-ı Kerim'de
veya hadiste bir iş hakkında olan açık söz, âyet.
NASS-I KUR'ÂN: Kur'ân-ı Kerim'in açık ve kesin hükmü.
NÂTIK: Konuşan, söz eden, söyleyen, beyan eden.
bildiren.
NAZARİYE: Yalnız görüş ve düşünce halinde olup
uygulanmamış bilgi.
NÂZİL: 1. Yukarıdan aşağıya inen. 2. Bir yere konan,
konaklayan.
NAZM: Kur'ân-ı Kerim'in yazısı. Manzume, ölçü ve
kâfiyeli yazı.
NAZM-I CELİL: Kur'ân-ı Kerim.
NAZM-I KUR'ÂN: Kur'ân-ı Kerim'in tertibi.
NAZM-I MECÎD: 1. Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri. 2.
Kur'ân-ı Kerim'in tertibi, düzeni.
NEBÎ: Peygamber, kendisinden önce gelmiş olan resulün
şeriatı üzerine amel eden Peygamber.
NECÂSET: Dinen pis sayılan maddî pislik.
NECÂT: Kurtulma, kurtuluş.
NECM: Yıldız, ahter, kevkeb, ülker yıldızı.
NECS: Pis, murdar olan, şer'an pis olup gözle görülen
şey.
NEDVE: Konuşma, bir iş hakkında konuşma, istişare.
NEFÎ: Giderici, yok eden, olumsuz yapan.
NEFÎR: Topluluk, cemaat, savaş için seferber olan
topluluk.
NEFÎR-İ ÂMM: Cemaatı toplama, halkı askere sürme.
NEFİS: 1. Pek beğenilen, pek güzel, pek iyi. 2. Can,
kişi, kendi, öz varlık. 3. Bir şeyin zatı olan kendisi.
NEFRET: 1. Ürküp kaçma. 2. İğrenç bulup tiksinme.
NEFS: 1. Üfürmek, üflemek. 2. Can, kişi, kendi,
özvarlık. 3. Bir şeyin zatı olan kendisi.
NEFSANİYET: 1. Kendini çok beğenmişlik. 2. Gizli
düşmanlık, garez, kin.
NEFSÜ'L-EMR: İşin temeli, esası.
NEKRE: Belirsiz olan, harfi tarifsiz kelime.
NEMÎME: Söz götürme, taşıma, kişi aleyhindeki sözleri
ona eriştirme, koğuculuk etme.
NEMMÂM: İfsad için söz taşıyıcılık, dedikoduculuk ve
koğuculuk eden.
NEMRUD: Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a
karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.
NESEB: Sülâle, hısımlık, karabet, soy, baba soyu,
atalar zinciri.
NESH: 1. Şer'î bir hükmü yine şer'î bir emirle
kaldırma. 2. Bir şeyin aynını kopya etmek, aynını çoğaltmak.
NESİ': Tehir etmek, ertelemek, geciktirmek.
NESİKE: Kurban.
NESÎM: Hoş esen yel.
NESİR: 1. Saçma, serpme. 2. Vezinsiz, ölçüsüz söz.
NEŞ'ET: 1. Hâsıl olma, vücuda gelme, yetişme. 2. İleri
gelme, sebep olma.
NEŞ'ET-İ SÂNİYYE: İkinci defa vücuda gelme.
NEŞ'ET-İ UHRÂ: Mahşerde yeniden dirilme.
NEŞ'ET-İ ULÂ: İlk defa vücuda gelme.
NEŞRİYAT: Yayım.
NEŞV Ü NEMÂ: Yetişip, büyüme, gelişme.
NEŞVE: 1. Sevinç. 2. Büyümek ve yetişmek. 3. Mest ve
sarhoş olmak.
NEVÂ: 1. Ses, sadâ, makam, âhenk. 2. Refah. 3.
Levazım, kuvvet, zenginlik. 4. Nasip. 5. Türk musikisinde eski makamlardan biri.
NEV'-İ BEŞER: İnsan türü, cinsî.
NEZÂHET: 1. Ahlâk temizliği, temizlik. 2. İncelik,
rikkat.
NEZD: 1. Yan. 2. Göre, fikrince.
NEZD-İ HAK: Allah yanında.
NİDÂ: 1. Çağırma, seslenme, ses verme. 2. Ünlem.
NİKAB: 1. Peçe, yüz örtüsü. 2. Perde, örtü.
NİKMET: Şiddetli ceza, hoşlanmayan muamelelerle olan
mücazat.
NİSÂ: Kadınlar.
NİSYÂN: Unutma, unutuş.
NİYAZ: 1. Yalvarma, yakarma, dua. 2. Rağbet ve istek.
3. Hacet, ihtiyaç, gereksinme.
NİZA: Çekişme, kavga, anlaşmazlık.
NUKÛD: Paralar, nakidler.
NUTFE: Bel suyu, meni, insan ve hayvan tohumu.
NUTUK: 1. Nutk. 2. Söz. 3. Söyleyiş, söyleme yetkisi.
NÜBÜVVET: Peygamberlik.
NÜKTE: 1. Dolayısıyla anlaşılan ince mânâ, bir söz ve
ibareden anlaşılan şey. 2. İyi düşünülmüş, ince anlamlı zarif söz.
NÜMÂYİŞ: 1. Gösteriş, görünüş, miting. 2. Yalandan
gösteriş, göz boyama.
NÜMUNE: Örnek.
NÜMUNE-İ İMTİSAL: Uyulacak örnek. Örnek alınacak
model.
NÜŞÛZ: Kadının kocasına kafa tutup isyan edici bir
durum almasıdır. Güya kendisini yüksek sayıp itaatını kaldırmış olur.
NÜZUL: 1. Aşağı inme. 2. Konaklama. Kur'ân sûrelerinin
inişi, vahyin gelişi.
|