METİN
Müstehaba
mendub, edeb ve fazilet de derler ki. Peygamber (s.a.v.)'in bazen işleyip
bazen terkettiği ve selefin sevdiği şeylerdir.
Birincisi; el
ve ayaklara velev mesh suretiyle olsun sağdan başlamaktır. Kulaklarla
yanaklara sağdan başlamak müstehap değildir. Hatta «Hangi çift â'zâdır ki
onlara sağdan başlamak müstehap değildir» şeklinle bilmece yaparlar.
İkincisi;
boyunu ellerinin arkasıyla meshetmektir. Gırtlağı mesh etmek müstehab
değildir. Çünkü bid'attır.
İZAH
Musannıftan
başkaları mustehaba nafile ve tetavvu da denildiğini söylemişlerdir
Musannıf
usul-ı fıkıh ulamasının yolundan gitmiştir ki, muhtar olan da budur. Onlara
göre mustehap, mendup ve edeb orasında fark yoktur. Fiile müstehab denilmesi
Şâri' (s.a.v.) Hazretleri sevdiği ve tercih ettiği içindir. Sevab ve
fazileti beyan edildiğine bakarak mendup, farz ve vacib üzerine ziyade
edilmesine sevâbı artırmasına bakarak, nafile, kat'i emir olmaksızın,
mükellefin kendiliğinden yapmasına bakarak tetavvu' denilmiştir. Bazen
müstehaba sünnet de denir.
Kuhistani,
mustehabın sünen-i zevahidden aşağı olduğunu söylemiştir. «el-İmdâd» nam
eserde, Müstehabın hükmü fiiline sevab terettüb etmek, terkinden dolayı
muaheze olunmamaktır denilmiştir. Acaba müstehabın terk edilmesi tenzihen
mekrûh mudur? elBahr'da mekrûh olmadığı bildirilmiştir. Fakat en-Nehir
sahibi buna karşı çıkmış. «Fethü'l-Kadir»in cenazeler ve şehadetler bahsinde
«Kerahet-i tenzihiyenin mercii, evlânın hilafı olmaktır» denildiğini
hatırlatarak, «Şüphesiz ki mendubu terketmek, evlanın hilafıdır» demiştir.
Ben derim ki:
lâkin «et-Tahrir» sahibi bazen aralarında fark bulunduğuna işaret etmiş,
evlânın hilâfında yasak emri bulunmadığını, kuşluk namazını terketmek bu
kabilden olduğunu, kerahet-i tenzihiyede ise bunun aksine yasak sigası
bulunduğunu söylemiştir. Evet «el-Hilye» sahibi: «Bu bir ıstılâh işidir,
iltizamı şart değildir. Zâhire göre ikisi de müsavidir. Nitekim Lâmişî de
buna işâret etmiştir» demiş, fakat Zeylaî: «Kurban Bayramında namazdan önce
bir şey yemek hakkında muhtar kavla göre yemek mekruh değildir, ama yememek
müstehaptır» demiştir.
«el-Bahr»
sahibi dahi aynı mesele hakkında: «Müstehabı terketmekten kerahetin sübutu
lâzım gelmez. Çünkü hususî bir delili olmak gerekir» diyor.
Ben derim ki:
zahir olan işte budur. Zira şübhesiz nafileler namaz, oruç ve emsali
taatlardandır. Bunları yapmak, özürsüz terketmekten evlâdır. Ama terki,
kerahet-i tenzihiye ile mekruhtur denilemez. Bahsin tamamı inşallah namazın
mekruhları babında gelecektir.
Şârihin
tarifine Peygamber (s.a.v.)'in yapmak isteyip de yapmadığı fiili ile itiraz
olunur. Çünkü o da müstehabtır. En iyisi «et-Tahrir»in tarifidir ki şudur
Peygamber (s.a.v.)in bazen özürsüz terketmekle beraber devam buyurduğu fiili
sünnettir. Devam buyurmadığı fili mendup ve müstehabtır. Velev ki yapmak
isteyip de yapmamış olsun. Abdest uzuvlarını yıkarken sağdanbaşlamanın
delili, Kütüb-ü Sitte denilen hadîs kitaplarının rivayet ettikleri şu
hadîs-i şeriftir:
«Peygamber
(s.a.v.) her şeye sağdan başlamayı severdi. Hatta temizlik yaparken,
ayakkabı giyerken, taranırken ve her işini görürken buna riayet ederdi».
«Fethü'l-Kadîr»de bunun sünnet olduğu tahkik edilmiştir. Çünkü devamı sübut
bulmuştur.
«en-Nehir»
sahibi diyor ki: Lâkin evvelce beyan ettiğimiz vecihle Resûlüllah
(s.a.v.)'ın fiilleri ibadet yoluyla yapılırsa sünnet olur. Âdet yoluyla
yapılırsa sünnet olmaz. Diyelim ki, burada ibadet yoluyla yapılmış olsunlar.
Lâkin abdeste mahsus olmayışları Resûlüllah'ın sünneti olmalarına aykırıdır.
Nitekim müteehhirîn ulemadan bazıları da bunu söylemişlerdir. Şu halde
bunlar sünnet değil, mendupturlar.
Ben derim ki:
buna şöyle itiraz olunur: Niyetle misvak abdeste mahsus olmadıkları halde
Peygamber (s.a.v.) bunlara devam buyurmuştur. Bunlar abdestin
sünetlerindendir. İyi düşün!..
Velev mesh
suretiyle olsun ibaresinden murad; teyemmüm ve sargı üzerine mesh gibidir.
Mestler üzerine mesh hakkında sağdan başlanacağını söyleyeni görmedim. Ulema
sadece onun keyfiyetinden bahsetmiş ve: «Sağ elinin parmaklarını sağ
meshinin ucuna, sol elinin parmaklarınıda sol meshinin ucuna koyarak koncuna
doğru çeker» demişlerdir. Bu sözün zâhiri, onlarda sağdan başlama olmadığını
gösterir.
Kulaklar
mümkünse beraberce meshedilir. Hatta bir kimsenin bir eli yoksa, yahut
ellerinden birinde illet bulunur da kulaklarını beraberce meshedemezse
evvelâ sağ kulağını, sonra sol kulağını mesheder. Bunu Tahtavî
«el-Hindiyye»den nakletmiştir.
Boynuna
meshetmek müstehaptır. Sahih olan budur. Fakat sünnet olduğunu söyleyenler
de vardır. Nitekim «el-Bahr» ve diğer kitaplarda sünnet olduğu
bildirilmiştir. Boynuna ellerinin arkasıyla meshetmek el arkasındaki
ıslaklık müsta'mel olmadığı içindir. «el-Münye» sahibi yeni şu ile
meshedilir. demişse de buna hacet yoktur. Nitekim büyük «Münye» şerhinde de
beyan edilmiştir. Yine «el-Münye»de «Mesh parmakların arkalarıyla yapılır»
denilmiştir ki, burada maksat o olsa gerektir.
Gırtlağın
meshi bidattır. Çünkü sünnette bildirilmiştir.
METİN
Abdestin
âdâblarından bazıları şunlardır: Musannıfın bazıları diyerek söze başlaması
söyleyeceklerinden başka abdestin birçok âdâbı olduğu içindir. Bunları
«Fethü'l-Kadîr» sahibi 20 küsura çıkarmıştır. Ben onları «el-Hazâin» adlı
kitabımda 60 küsura çıkardım.
Kıbleye karşı
dönmek, ilk yıkayışta âzâyı ağmak, kulaklarını meshederken ıslak küçük
parmağını kulaklarının içine sokmak, özrü yoksa abdesti vakit girmeden
almaktır. Bu mesele, farz nafileden efdaldir, kaidesinin üç müstesnasından
biridir. Çünkü vakit girmeden abdest almak mendub, vakit girdikten sonra
abdest farzdır.
İkinci
mesele; fakirin borcunu bağışlamak mendubtur. Bu vacib olan mühlet vermekten
efdaldir.
Üçüncüsü;
selâm vermek sünnettir. Ama farz olan selâm almaktan efdaldir.
İZAH
«et-Dürrü'l-Müntekâ» da abdestin âdâbı 70 küsura çıkarılmıştır. Burada metin
ve şerhde bunlardan 20 küsuru zikredilmiştir. Geri kalanını da
«Fethü'l-Kadîr» ve «el-Hazâin»den alarak biz söyleyelim: «Fethü'l-Kadîr» de
şunlar zikredilmiştir: Lüzumundan fazla ve eksik su kullanmamak, helâ
beziyle silinmemek, suyu kendisi tedarik etmek, istincadan sonra hemen avret
yerini örtmek, üzerinde Allah Teâlâ'nın veya Peygamberi'nin ismi bulunan
yüzüğü helâya girerken çıkartmak, toprak kaptan abdest almak, abdest
bittikten sonra ibriğin kulpunu üç defa yıkamak ve onu sol tarafına koymak,
abdesti açık kaptan alıyorsa kabı sağ tarafına koymak, abdest alırken kabın
ağzından değil, kulpundan tutmak, her uzvu yıkarken şehadet getirmek, her
fiilde niyetlenme, yüzüne suyu çarpmamak, abdeste hazırlanmak için kabını
doldurmak, sol eliyle sümkürmek, teenniyle hareket etmek, abdest uzuvlarının
üzerinden elini geçirmek (oğmak).
Lâkin evvelce
beyan ettiğimiz vecihle bunlardan birinci ile sonuncu, yani israfla
oğuşturma sünnettir.
«el-Bahr» nâm
kitapta şunlar da ziyade edilmiştir: Kaş ve bıyıklarının altını yıkamak,
abdest suyunun hürmeti olduğu için yüksek bir yerde abdest almak, yüzün
yukarısından, parmakların uçlarından, başın ön tarafından başlamak. Lâkin
evvelce beyan ettiğimiz vecihle bu son ikisi sünnettir.
«el-İmdât»ta
şunlar da vardır: Helâya başı kapalı girmek, güneşte ısıtılmış su ile abdest
almamak, abdest almak için kendisine kap tahsis etmemek, avret mahalline
bakmamak, suya tükürüp sümkürmemek, suyun bir müd'den az olmaması, ağzın
burnun sağ elle yıkanması.
«el-Münye»
sahibi de şunları ziyade etmiştir: Abdest üzerine abdest almak, yüzünü
yıkarken suya üfürmemek, her uzvu yıkarken şehadet getirmek.
«el-Hazâin»de
de şunlar ilâve edilmiştir: İstinca halinde konuşmamak, helada iken arkasını
veya önünü kıbleye dönmemek, helâda iken arkasını ve önünü güneşe ve aya
çevirmemek, helâdan sonra edeb yerine dokunmamak, sol elle kurulanmak,
kurulandıktan sonra avret yerini duvar gibi bir şeye silmek ve ondan sonra
yıkamak, suyu avret yerine serpmek, suyu abdest bittikten sonra elbisesinin
üzerine serpmek, herkesin abdest aldığı yerden abdest almak ve suyu sağ
eliyle dökmek. Bu suretle âdâb 70 küsur olur. Buna mekruh fiili terketmek de
ilave edilir.
Şüphesiz ki
bu saydıklarımızın bazıları abdestin âdâbından, bazılarıda mukaddimelerinin
âdâbındandır. Böylece abdestin âdabı sayılanlardan çok daha fazlaya baliğ
olur. Zira istincanın birçok âdâbı vardır ki ileride görülecektir.
Vakit
girmeden abdest almak. namazı beklemek içindir. Namazı bekleyen ise sahih
hadisle namaz içinde gibidir. Bir de bu, şeytanın meşgul etmekten tamahını
kesmek içindir.
«el-Hilye»
sahibi «Bence bu abdestin değil, namazın adabındandır. Çünkü ondan maksad
namazdır» demiştir.
Farz
nafileden efdaldir, sözü kaidedir. Onu hiçbir suretle bozmaya imkan yoktur.
Çünkü biz bir mahiyet ve hakikatın diğerinden üstün olduğuna meselâ; erkeğin
kadından daha üstün olduğunahükmedersek artık kadının o cihetten erkeğe
üstün olmasına imkân yoktur. Zira erkek, kadına erkeklik cihetinden üstün
olunca kadının erkek olmamak cihetinden ona üstünlüğü imkânsızdır. Aksi
takdirde her iki kaziye yalan olur, bu açıktır. Ama kadın, erkeklik dişilik
değil de başka bir cihetten bir adamdan üstün olabilir. Bunu Hamevî
söylemiştir.
Ben derim ki:
şu halde burada hakikatte istisna yoktur. Çünkü üstünlük cihetleri
muhteliftir. Bunun izahı şöyledir:
Vakitten önce
alınan abdest emre imtisal ve borcu iskat cihetinden vakit içinde alınan
abdeste müsavidir. Ancak birincinin öncelik fazileti vardır.
Keza fakire
mühlet vermek, alacağını istemek suretiyle onu üzmemek için vacibtir. Borcu
bağışlamakta bu mevcud olduğu gibi tamamıyla ibrâ suretiyle fazlası da
vardır demek bağışlamada borcu iskat fazileti vardır.
Selam
meselesi de öyledir. Selâm vermek, müslamanlar arasında sevişmeyi gösterdiği
için sünnettir. Selâmı almakta da bu vardır. Lakin selâm almak terkedilmiş
olsa düşmanlık ve küsüşmeye müncer olacağı için vaciptir. Binaenaleyh selâmı
vermek sevgiyi ilk göstermiş olması cihetiyle daha faziletlidir. Onun da
öncelik fazîleti vardır. Binaenaleyh bu üç meselede nafilenin farzdan daha
faziletli olması farziyet cihetinden değil, başka cihettendir.
Meselâ
yolcunun ramazanda oruç tutması evinde oturandan daha meşekkatlidir. O halde
onun orucu sünnet olmakla beraber daha faziletlidir. Keza cuma namazına
erken gitmek. ezan okunduktan sonra gitmekten efdaldir. Halbuki erken gitmek
sünnet, ezan okunduktan sonra gitmek farzdır.
Bir kimse bir
yudum suya veya bir lokma ekmeğe muhtaç kalsa da kendisine ihtiyacından
fazlası verilse hüküm yine böyledir. Muhtaç kaldığı mikdarı vermek vacib,
fazlasını vermek mendubtur. Ama mendubların sevabı daha fazladır. Zira
faydası daha çoktur. Velev ki emre im'tisal cihetinden zaruret mikdarını
vermek daha faziletli olsun.
Bir kimse bir
dirhem vermek icap ettiği halde iki dirhem vermek, yahut bir kurban vacip
olduğu halde iki kurban kesmek dahi böyledir. Şu halde bu üç meseleye bunlar
gibi vacibe şâmil olup ziyadesi de bulunan her nâfile ilâve edilebilir.
Lâkin ona nâfile adı verilmesi bu ziyadeye göredir. Şâmil olduğu vâcibe
bakılarak o vacibtir, nâfilenin daha sevablı olması ziyade cihetindendir.
Binaenaleyh bu kaide Peygamber (s.a.v.) in Sahih-i Buhâri'de Allah Teâlâ'dan
hikâye ettiği «Kulum bana kendisine farz kıldığım şeyden daha makbul bir
şeyle yaklaşamaz» hadisiyle bozulmadığı gibi İbn-i Huzeyme'nin Sahih'inde
nakledilen «Vacib mendubtan 70 derece daha faziletlidir» hadisiyle dahi
bozulmaz. Velev ki «et-Tahrir» şerhinde müşkul görülmüş olsun. Bunu ganimet
bil... Zira Fettâhu'l-Alîm Hazretleri'nin feyzi cümlesindendir. Bilahare
Şafiîlerden bir muhakkıkın bu söylediklerine tenbihte bulunduğunu gördüm.
Hamd Allah'a mahsustur.
METİN
Bunları bir
zat manzum olarak ifade etmiş ve şöyle demiştir: FARZ, Sofunun nafile
ibadetinden efdaldir. Velev ki nafileyi daha çok yapsın. Ancak vakitten önce
abdest almak, selam vermek ve keza fakiri ibrâ' etmek müstesnâdır. Geniş
yüzüğünü oynatmak âdâbdandır. Gusülde küpe de böyledir. Dar yüzüğünün altına
su işlediğini bilirse onu oynatmak âdâbdandır. Su işlediğini bilmezse
oynatması farzdır.
Başkasından
yardım istememek de edebdir. Meğer ki özürden dolayı istemiş olsun. Gerçi
Peygamber (s.a.v.), Hz. Muğire'den yardım istemiştir. Fakat bu, onun câiz
olduğunu öğretmek içindir. İnsan sözüyle konuşmamak dahi âdabdandır. Ancak
elden kaçacak bir hâcet için konuşabilir.
İZAH
Peygamber
(s.a.v.) in yardım istemesi meselesinde «el-Bezzâziye» sahibi şunları
söylemiştir:
Bu sözün
mânâsı yardım istemenin mekruh olmasıdır. Onun için bu cevaba ihtiyaç hâsıl
olmuştur. Halbuki «el-Münye» şerhinin zâhirine bakılırsa abdest alan kimseye
birisi kendiliğinden gönül rızası ile yardım ederse asla kerahet yoktur.
İbni İmad da «Hediye» nâmındaki eserinde aynı şeyi söylemiştir. Lâkin
«el-Hilye» sahibi Buhari ile Müslim'den ve diğer hadîs kitablarından birçok
hadîsler zikretmiştir ki, bu hadîslerde Peygamber (s.a.v.) abdest alırken
kendisine istemeden su döküldüğü gibi, isteyerek su döküldüğü de taşrih
edilmiştir. «Hilye» sahibi sonra şunları söylemiştir:
Peygamber
(s.a.v.)'in böyle yerlerdeki fiili, kerahetsiz câiz olduğunu hamledilmiştir.
Çünkü onun mekruh bir şeyi irtikâb etmeyeceğine cezmolunmuştur.
Evet, onun
bazı fiilleri cevaz bildirmek içindir. Ama bu keraheti iktiza eden bir delil
bulunduğu zamandır. Böyle bir delil bulunmazsa kerahet vardır demek ve sonra
fiili, cevazı beyan içindir diye tahlil etmek doğru olamaz. Burada keraheti
ifade edecek muteber bir delil yoktur. Yalnız Hz. Ömer (r.a.)in: «Ben
abdestimde bana hiçbir kimsenin yardım etmesin islemem» dediğini bildiren
zayıf bir hadîs ile Peygamber (s.a.v.)'in abdesti hususunda kimseye yük
olmadığını ifade eden zayıf bir hadîs vardır. Bu hadisler sabit olsalar bile
yukarıdaki hâdislere muaraza edemezler. İhtimal Peygamber (s.a.v.) abdest
uzuvlarını bizzat kendisi yıkamış ve meshetmiştir. Zira bunların sünnet-i
müekkede olduğu meydandadır. Binaenaleyh bir kimsenin bu işi özürsüz yapması
mekruh olur.
«el-İhtiyar»
sahibinin: «Abdest alırken sevabı daha büyük ve ibadetli daha hâlisane olmak
için başkasından yardım istemek mekruh olur. Meğer ki âciz ola» sözü de
ihtimal bu mânâyadır.
Hâsılı bir
kimse abdest suyunu kendi hazırlar kendi dökünürse başkasından yardım
istemesinde asla kerahet yoktur. Özürsüz uzuvlarını başkası yıkar ve
meshederse mekruh olur. Onun için Tatarhaniyye'de şöyle denilmiştir:
«Abdestin âdâbından biri de abdest fiillerini bizzat yapmaktır. Uzuvlarını
kendi yıkarsa başkasından yardım istemek de caizdir».
METİN
Âdâbdan biri
de müsta'mel su sıçramasın diye yüksek bir yere oturmaktır. Kemâl İbn
Hümâm'ın ifadesi: «Elbisesini üzerine şu damlamaktan korumaktır» şeklindedir
ki daha şümullüdür. Kalbinniyeti ile dilin fiilini: beraberce yapmak da
âdâbdandır. Niyeti dil ile söylemek sünnettir diyenlerle, seleften
nakledilmediği için mekruhtur, diyenler arasında, orta yol budur. Her uzvu
yıkarken ve meshederken besmele çekmek, her uzvu yıkarken o uzuv hakkında
vârid olan duayı okumak dahi âdâbdandır. Bunu İbn-i Hibban ve başkaları
Peygamber (s.a.v.) den birkaç yolla rivayet etmişlerdir. Şafiîlerin muhakkık
imamı Remli. amellerin fazîleti hususunda, bununla amel edilir, demiştir.
Velev ki Nevevî kabul etmemiş olsun.
İZAH
Şârihin orta
yol budur, sözünden maksadı niyeti dil ile söylemek sünnet ve mekruh değil,
mendubtur, demektir.
Abdeste
başlarken çekilecek besmelenin
«Bismillâhil
âzim velhamdülillâhi alâ dîni'l-İslâm»
şeklinde
olacağını evvelce görmüştük.
«el-Münye»
sahibi burada el-Muhit ile Kâdihân'ın Şerhü'l-Câmii'ne tâbi olarak şehadeti
de ziyade etmiştir. «el-Hilye» sahibi diyor ki: Berâ bin Âzib'den rivayet
edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.): «Eğer bir kul abdeste «Bismillâhi»
diyerek başlar da sonra her uzvu yıkarken: "Eşhedü enlâ ilâhe illallahu
vahdehû lâ şerîkeleh ve eşhedu enne muhammeden adbuhû ve rasûluh"
yani ben
Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlü olduğuna
şehadet ederim; derse, abdestini bitirdikten sonra da;
"Allahümme
ec'alni minettevvâbîne vecalni minel mütatahhîrin"
yani,
Allah'ım beni tövbekârlardan eyle, beni temizlenenlerden eyle; derse o kula
cennetin sekiz kapısı açılır. Bunların hangisinden isterse girer, o anda
kalkıp iki rekât namaz kılar, namazında okur ve ne söylediğini bilirse
namazından annesinden doğduğu gün gibi ayrılır. Sonra kendisine işe yeni
boşla denilir» buyurmuştur. Bu hadîsi Hâfız el-Mustağfîrî rivâyet etmiş ve
onun hasen olduğunu söylemiştir.
Abdest alan
kimse besmeleden sonra ağzına su alırken;
"Allahümme
einnî alâ tilâveti'l-Kur'ani ve zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetike."
duasını okur.
Burnuna su alırken:
"Allahümme
erihni râyihate'l-cenneti velâ turuhnî râyihate'n nâr"
der. Yüzünü
yıkarken:
"Allahümme
beyyiz vechi yevmet teb'yeddu vücuhun ve tesveddü vücûh" duasını okur.
Sağ elini
yıkarken:
"Allahümme
a'tınî kitabi biyemîni ve hâsibnî hisaben yesirâ"
sol elini
yıkarken:
"Allahümme lâ
tu'tinî kitâbî bişimali velâ min verâi zahri" duasını,
başına mesh
ederken:
"Allahümme
ezillenî tahte arşike yevme lâzille illâ zillü arşik"
kulaklarına
mesh ederken:
"Allahümme'c
alnî minellezine yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh"
boynuna mesh
ederken:
"Allahümine
a'tik rekabeti minennâr."
sağ ayağını
yıkarken "Altahümme sebbit kademeyye ala's-Sırâti yevme tezillül-akdim"
sol ayağını
yıkarken:
"Allahümme
ceal zembi mağfuran ve sa'yi meşkuran ve ticareti lentebûr" dualarını okur.
Bunu
«el-İmdâd», «Dürer» ve diğer kitablar da böyle rivâyet etmişlerdir.
Ortada başka
rivayetler de vardır ki, bunları «el-Hilye» ve başkaları nakletmiştir. Az
ileride görüleceği vecihle abdest alan kimse her uzvu yıkadıkça Peygamber
(s.a.v.) 'e salâvat getirecektir. şu halde abdest alırken, her uzva sıra
geldikçe yapılacak iş besmele, şehâdet dua ve Peygamber (s a.v.)'e
salâvattır.
Lâkin
«Hidaye» sahibinin «Muhtaratü'n-Nevâzil» nâm kitabta beyanına göre: «Abdest
alan kimse, her uzvu yıkarken besmele çeker yahut mahşur duayı okur, yahut
şehâdet getirir veya Peygamber (s.a.v.)'e salâvat getirir» denilmiştir.
Bu babdaki
hadis birkaç yoldan rivâyet edildiğine göre rivayetler birbirini takviye
etmiş ve hadîs hasen derecesine yükselmiştir.
Amellerin
faziletinden murad; onlara terettüp eden sevab ve fazileti kazanmaktır. İbni
Hâcer el-Erbaîn şerhinde şöyle diyor: «Çünkü hadis haddizatında sahih ise
onunla amel eden hakkını vermiş olur. Sahih değilse amel ettiği takdirde bir
haramı helâl yahut helâlı haram yapmak veya birinin hakkını zâyi etmek gibi
bir mefsedet terettüp etmez».
Zayıf bir
hadisde şöyle buyurulmuştur: «Bir kimseye benden bir amelin sevablı olduğu
rivayet edilir de, o ameli işlerse sevabını kazanır. Velevki ben onu
söylememiş olayım».
Suyûtî,
ihtiyat bildirirse ahkâmda dahi zayıf hadîsle amel edilebileceğini
söylemiştir. Şürunbulâlî'de beyan edildiğine göre Remlî Nevevî'nin inkârını,
hadisi sahih kabul etmemesine hamletmiştir. Ama hadîsin muhtelif yollardan
rivayetini nazarı itibara alırken: ihtimal bu ona göre sâbit olmamış yahut o
anda hatırına gelmemiş, demiştir.
METİN
F A İ D E :
Zayıf hadîsle amelin şartı, pek fazla zayıf olmaması. umumî bir kaide
tahtına girmesi ve o hadisin sünnet olduğunu itikat edilmemesidir.
Mevzu : Yani
uydurma hadise gelince onunla amel hiçbir surette câiz olmadığı gibi
rivayeti de câiz değildir. Ancak mevzu olduğunu bildirerek rivayet
edilebilir.
İZAH
Hadisin pek
zayıf olması rivayet yollarından hiçbirinin yalancılardan veya yalanla
müttehem râvilerden hâli kalmamasıdır.
Ben derim ki:
Ulema bu hadîsle amel ettiklerine göre onun zâtı şiddetli değildir. Rivayet
yollan onu hasen derecesine yükseltmiştir. Sünnet olduğuna itikattan murad o
hadisle amel etmektir.
Suyûtî'nin
«Takrib» şerhindeki ifadesi şöyledir: «Üçüncüsü o hadisle amel ederken onun
sübutuna itikad etmemek, bilakis ihtiyatlı davranmaktır».
Ulemadan
bazıları zayıf hadîsle mutlak surette amel caiz olmadığını, birtakımları da
mutlak surette amel câiz olduğunu söylemişlerdir.
Mevzu hadîse
gelince; bu, Resûlüllah (s.a.v.) üzerinden uydurulan hadisdir ki bilicma'
haramdır. Hatta ulemadan bazıları hadîs uyduranın küfrüne hükmetmişlerdir.
Resûlüllah (s.a.v.): «Her kim benim söylemediğim bir şeyi benim üzerimden
söylerse cehennemdeki yerine hazır olsun» buyurmuştur. Böyle bir hadîsi
hiçbir suretle, hatta amellerinin fazileti babında dahi rivayet câiz
değildir. Tahtavî bunu şeriat kaidelerine muhalif olursa diye kayıtlamıştır.
Umumî bir
kaideye dahil olursa rivayetine bir mâni yoktur. Fakat hadis diye değil,
umumî bir kaideye dahil olduğu için söylenir. İyi düşün!..
Mevzu hadîs
ancak uydurma olduğu beyan edilerek rivayet edilebilir. Zayıf hadîs ise
zaafı beyan edilmeksizin de rivayet olunabilir. Lâkin isnatsız olarak
rivayet etmek istenilirse Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu, gibi cezim
sigası kullanmamalı, bilakis bize böyle rivayet edildi, kulağımıza böyle
geldi, yahut şöyle varit olmuştur, ondan böyle nakledilmiştir, gibi temriz
sigaları kullanmalıdır. Sahih olup olmadığı şüpheli bulunan hadîs hakkında
dahi ayni temriz sigaları kullanılır. «Takrib» nam eserde de böyledir.
METİN
Abdestten
sonra Peygamberimize salâvat getirilmelidir. Lâkin Zeylai her uzuvdan sonra
salâvat getirileceğini söylemiştir. Abdest bittikten sonra:
"Allahümmec'alni mine't-tevvâbin vec'alnî minel mütetahhirin."
demeli ve
ondan sanra ayakta yahut oturarak kıbleye dönmeli, abdestten artan sudan
içmelidir. Nitekim Zemzem suyu da böyle içilir. Bu iki yerden maadasında
ayakta su içmek tenzihen mekruhtur.
İbn Ömer'in:
«Biz Peygamber (s.a.v.) zamanında yürürken yemek yar, ayakta iken su
içerdik» dediği rivayet olunmuştur. Yolcunun ayakta su içmesine ruhsat
verilmiştir.
Âdabdan
bazıları da; göz çukurlarına, topuklara, ökçelere ve ayak çukurlarına dikkat
etmek, gurre ve tahçili uzatmak, ayaklarını sol el ila yıkamak, kışın
abdeste başlarken evvelâ ayaklarını ıslatmak, mendille silinmek, ellerini
silkmemek. Kadir suresini okumak, kerahet vakti değilse iki rekat namaz
kılmaktır.
İZAH
«el-Münye»
nâm eserde şu da ziyade edilmiştir: Abdest bittikten sonra gökyüzüne
bakarak:
«Subhânekellâhümme ve bihamdik, eşhedü en lâilâhe illâ ente estağfiruke ve
etübu ileyk ve eşhedü enne Muhammeden abdüke ve Rasülük»
demelidir.
Metindeki abdest duasının mânâsı. Ya Rabbî beni tevvâbînden eyle!
Benitemizlenenlerden eyle, demektir.
Tevvâbîn, her
günah işledikçe tövbe edenler,
Temizlenenler
de günahı kalmayanlardır.
«(el-Münye»de
bu duaya şu cümleler de eklenmiştir:
( )
"Vec'alni min
ibadike's-salihin vecalnî minellezine lâhavfün afeyhin velahüm yahzenûn."
Mânâsı; «Yâ
Rabbim beni salih kullarından eyle! Beni korku ve üzüntü görmeyecek
kullarından eyle!» demektir. Yine «el-Münye»de beyan edildiğine göre, abdest
suyundan içtikten sonra:
"Allahümmeşfini bi şifâike ve dâvni bidevâik va'simmî minel ve hell vel
amrazi vel evcâ"
duasını
okumalıdır. Mânâsı; «Yâ Rabbî bana şifân ile şifâ, devan ila devâ ihsan
eyle!.. Beni korkudan, hastalıklardan, sızılardan koru...» demektir.
Hilye sahibi
diyor ki: Ben bunu meşhur dualar arasında göremedim. Ama güzel bir duadır.
Şimdi şu kalır: Bir kimse ibrik gibi bir kabdan abdest alırsa abdestten
artan suyundan içer. Bu açıktır. Fakat havuz gibi büyük bir sudan abdest
alırsa ondan kalan sudan da içecek midir? Burası kayda şayandır.
«ez-Zâhire»:de Fetevây-ı Ebu'l-Leys'den naklen şöyle deniliyor «İçmek İçin
konulan su çok olmadıkça ondan abdest alınmaz. Ama abdest için konulan sudan
içilir». Ayni eserde bundan sonra İbnü'l-Fadl'in bunun aksini söylediği
rivâyet olunuyor. Şu halde abdestten artan su abdestin tabirlerinden
olduğuna göre içilir mi içilmez mi? Zahire bakılırsa içilir. İyi düşün!..
Ayakta veya
oturarak ifâdesinden suyu içen kimsenin bu iki yerde muhayyer olduğu
anlaşılıyor. Yani abdestten artan su ile Zemzem'i içen kimse ayakta içerse
kerahet yoktur. Sair yerlerde böyle değildir. Burada mendup olan abdest
suyundan içmektir. Yoksa ayakta içmek kaydıyla mukayyet değildir.
Mussannıfın
sözü bunun aksini iktiza ediyor. Lâkin Mirâcı'd-Dirâye'de, ayakta içilir,
denilmiş.
Hulvanî
ayakta veya oturarak içmekte muhayyer olduğunu söylemiş, «Fethü'l-Kadîr»de
isterse oturur denilmiş, «el-Bahr»da da bu tekrar edilmiştir. «es-Sirâc» nâm
eserde; ayakta su içmek yalnız bu iki yerde müstehaptır, denilmiştir.
Malumun olsun
ki Buharî ile Müslim'in rivâyet ettikleri bir hadiste Peygamber (s.a.v.):
«Sakın sizden biriniz ayakta su içmesin, unutur da içerse kussun»
buyurmuştur. Yine aynı eserlerde Resûlüllah (s.a.v.l'ın Zemzem'i ayakta
içtiği bildirilmektedir.
Buhari'nin
Hz. Ali (r.a.)'den rivâyet ettiği bir hadiste «Ali (r.a.) abdest aldıktan
sonra ayağa kalkarak abdestinden ortan suyu içmiş, sonra: «Bir takım
insanlar ayakta su içmeyi kerih görüyorlar, Peygamber (s.a.v.) benim
yaptığım gibi yaptı» demiştir.
İbni Mâce ile
Tirmizî'nin Kepşetü'l-Ensâriye (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadîste:
«Resûlüllah (s.a.v.) Kepşe'nin yanına girdi, evinde asılı bir tulum vardı,
ondan ayakta su içti. Bunun üzerine Kepşe tulumun ağzını keserek Resûlüllah
(s.a.v.)'ın mübarek ağzının değdiği yeri ile bereketlenmekistedi»
denilmektedir.
Tirmizî «Bu
hadîs hasen sahih gariptir» demiştir. Bu sebeble ulema bu hadîslerin
oralarını bulmak hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları Resûlüllah
(s.a.v.)'ın ayakta su içmekten men etmesi fiilini nesh etmiştir, demiş;
birtakımları bunun aksini söylemişlerdir.
«Nehî; tenzih
içindir, fiil ise cevazı beyan eder» diyenler de vardır, ki Nevevi doğru
olan da budur, diyor.
«el-Hilye»
sahibi, Hz. Ali'nin yukarıda zikredilen hadisi ile buna itiraz etmiştir.
Çünkü Hz. Ali, mekruhtur, diyenleri reddetmiştir.
«Hilye»
sahibinin bir delili de Tirmizi ile başkalarının rivayet ettikleri İbn-i
Ömer hadîsidir. Hz. Abdullah İbn-i Ömer: «Biz Resûlullah (s.a.v.) devrinde
ayakta yer, içerdik» demiştir. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu
söylemiştir.
Tahtavî
ayakla su içmekte bir beis görmemiş, bu husustaki yasaklamanın sadece zarar
vermek endişesinden ileri geldiğini söylemiştir. Nitekim rivayete göre Şabî'
de: «Resûlüllah (s.a.v.) ayakta su içmeyi ancak eziyet verdiği için kerih
görmüştür» demiştir.
«el-Hilye»
sahibi: Nevevi'nin doğru bulduğu kerahet şer'îdir. Terkinden dolayı sevab
verilir. Bu kavle göre ise irşâdidir Terkinden dolayı sevab verilmez, diyor.
Bundan sonra istisnâ edilen iki yeri, yani abdestten artan su ile Zemzem
suyunu ayakta içmeyi ve diğer suları ayakta içmenin mekruh olmasını müşkül
görerek bu kavillerden hiçbirine uymadığını söylüyor.
Evet
Tahavi'nin tercih ettiği şıktan zarardan emin olmak şartıyla cevaz mânâsı
çıkarılır. Fakat nedip mânâsı çıkarılamaz. Meğer ki «Abdestten artan suyun
içilmesinin mendup olduğunu Tirmizi'nin rivayet ettiği Hz. Ali hadîsinden
çıkarılmıştır» denilsin. Hadîs şudur;
«Hz. Ali
(r.a.) ayaklarını yıkadıktan sonra ayağa kalkarak abdestinden artan suyu
ayakta içmiş. sonra size Resûlüllah (s.a.v.)'ın temizliğinin nasıl olduğunu
göstermek istedim» demiştir. Bu babta şöyle bir hadis de vardır:
«Abdestten
artan suyu içmekte 70 derde deva vardır. Bunların en aşağısı aslımdır».
Lâkin hadis
hâfızları bu hadisin bir hiçten ibaret olduğunu söylemişlerdir. Hâsılı bu
iki yerde ayakta su içmenin müstehap olmasından geçtim, içilip içilmeyeceği
bile bahis mevzuu olmuştur.
Müstehap
diyemezsek ihtimal en güzeli kerahati yok demektir. Zira Zemzem suyu
şifadır. Abdestten artan su da öyledir.
Abdülganî
Nablusı Hediyetübnü'l-İmâd şerhinde şöyle diyor: «Tecrübe etmişimdir ki, bir
hastalığa tutuldum mu abdestten artan,su ile ilaçlanır ve hemen şifa
bulurum. Sâdık peygamberimiz, (s.a.v.)'in bu babtaki sahih tıbb-ı nevevisine
itimat ederim, daima adetim budur».
İbni Ömer
hadîsini Tirmizî'den başka Tahavî, İmam Ahmed ve İbni Mâce de rivayet
etmiştir. İbni Ömer bununla yemeğin hükmünü beyan etmek istemiştir. Lâkin
İmam Ahmed'le Müslim'in ve Tirmizi'nin Hazret-i Enes'den rivayet ettikleri
bir hadîsde Hazret-i Enes: «Peygamber (s.a.v.) bir kimsenin ayakta su
içmesini yasak etti» demiştir.
Katâde:
«Enes'e ya yemek ne olacak, dedim; o daha kötü ve çirkindir, cevabını verdi»
demiştir.
Suyûtî'nin
«el-Camiu's-Sagir'inde: «Peygamber (s.a.v.) ayakta yeyip içmeyi yasak etti»
hadîsi vardır. İhtimal ki buradaki nehy dahi tıbbî bir sebepledir.
Fusul-i
Alâmi'nin 31'inci babında şöyle deniliyor: «Yolda giderken yeyip içmek,
uyurken ve yürürken yemek mekruhtur. Ayakta su içmekte beis yoktur, ama
yürürken içmemelidir». Bu hususta yalnız yolcuya ruhsat verilmiştir.
Gurre ve
tahcil hakkında Buharî ve Müslim'de Ebu Hureyre Hazretleri'nden şu hadis
rivayet olunmuştur: Ben Resûlüllah (s.a.v.)'ı: «Şüphesiz Kıyamet gününde
abdest eserlerinden alınları sakar, ayakları sekî olarak çağrılacaklardır.
İmdi sizden kim sakarını uzatabiliyorsa bunu yapsın» buyururken işittim.
Bir
rivayette: «Sizden kimin elinden geliyorsa gurre ve tahcilini uzatsın»
buyurulmuştur.
«el-Bahr»nâm
kitabta: «Gurrenin uzatılması tahdit edilen miktarın üzerine ziyade etmekle
olur» deniliyor.
«el-HiIye»
sahibi dahi: «Tahcil, el ve ayaklarda olur. Bunun bir sınırı olup olmadığını
ulemamızın eserlerinde görmedim» demiştir.
Nevevî bu
babta Şafiîlerin üç kavil üzerinde ihtilâf ettiklerini söyler.
Birinci kavle
göre ziyade, dirseklerle topukların üzerine sınırsız olarak yapılır.
İkinci kavle
göre, pazularla baldırların yarısına kadar yıkanır. Üçüncüye göre, omuzlarla
dizlere kadar yıkanır.
Nevevî:
«Hadîsler bunların üçünü de iktiza etmektedir» demiştir. Hanefîlerden
Tahtavi «Şir'a» şerhinden bu kavillerin yalnız ikincisini nakletmiştir.
Ayakları sol
elle yıkamaktan murad; ihtimal oğuşturmaktır. Çünkü suyu sağ elle dökünmenin
mendup olduğunu evvelce beyan etmiştik. Bilâhare İsmail Nablusî'nin
şerhinde: «Suyu iki ayağına sağ eliyle döker ve onları sol eliyle yıkar»
denildiğini gördüm.
Suyûtî
«el-Camiu's-Sagir»de Ebu Hureyre (r.a.)'den şu hadîsi rivayet etmiştir:
«Biriniz abdest alırken ayaklarının altını sağ eliyle yıkamasın».
Ayakları
ıslatma meselesine gelince: «el-Bahr» nâm eserde Halef b. Eyüb'den naklen
şöyle deniliyor: «Kışın abdest alan kimsenin evvelâ abdest uvuzlarını
yağlamaya benzer bir şekilde ıslatması gerekir. Ondan sonra suyu üzerlerine
dökmelidir. Çünkü kışın su âzâdan uçar».
Mendille
silinmeyi «el-Münye» sahibi gusülde söylemiştir. «el-Hilye» sahihi ise: «Ben
ondan başka kimsenin bunu söylediğini görmedim. Ancak keraheti hususunda
hilâf vardır» der.
«el-Hâniyye»'de:
«Abdest alan ve yıkanan kimsenin mendille silinmesinde beis yoktur»
deniliyor. Resûlüllah (s.a.v.)'ın böyle yaptığı rivayet olunmuştur. Bazıları
bunu mekruh görmüş, birtakımları yalnız abdest alana mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Şu var ki «Mübalâğa gösterip iyice silmemeli. abdest eseri
a'zânın üzerinde kalmalıdır» demiştir.
«Hızânetü'l-Ekmel»de
ve diğer kitaplarda da silinme hakkında, beis yoktur, denilmiş.
«el-Hulâsa»da bu kavil İmam Muhammed'in «el-Asıl» nâm eserine nisbet
edilmiştir. «Abdest aldıktan sonraellerin silkilmemesi gerekir. Abdestte
ellerinizi silkmeyin, çünkü elleri silkmek şeytanın yelpazeleridir»
hadisiyle menedilmiştir. Bu hadîsi el-Mirâc sahibi rivâyet etmiştir. Fakat
Münavî'nin de dediği gibi hadis zayıftır. Bilâkis Buharî ile Müslim'de
Meymune (r.a.)'den şu hadîs sabit olmuştur: «Hazreti Meymune Resûlüllah
(s.a.v.)'a. yıkandıktan sonra bir bez getirmiş. Resûl-i Resül-i Ekrem onu
reddederek, suyu eliyle silkmeye başlamıştır». İyi düşün!..
Abdestten
sonra Kadir suresinin okunması hakkında bir takım hadisler varit olmuştur.
Bunları fakîh Ebu'l-Leys «Mukaddime» sinde beyan etmişse de «el-Hilye»
sahibi şöyle diyor: Bunları üstadımız Hâfız İbni Hacer Askalâni'ye sordular
da hiçbirinin Peygamber (s.a.v.)'den kavlen veya fiilen sabit olmadığını
söyledi. Ama ulema zayıf hadisi rivayet ve amellerin faziletleri babından
onunla amel hususunda müsamaha gösterirler dedi.
Abdestten
sonra iki rekât namaz kılmak Müslim'le Ebu Davud'un ve başkalarının rivayet
ettikleri: «Bir kimse abdest alır ve abdesti güzel eyler de iki rekat namaz
kılar, bütün kalbi ve kalıbı ile o namaza yönelirse, o kimseye cennet vacip
olur» hadisine istinat eder.
Nafile
namazları için kerahet vakitleri beştir:
a - Güneş
doğmadan önce,
b - Güneş
doğarken,
c - Semânın
tam ortasında iken,
d - İkindi
namazından sonra,
e - Güneş
kavuşurken. Zira mekruhu terketmek nafileyi işlemekten efdaldir. Nitekim el-Münye
şerhinde de böyle denilmiştir.
TETİMME :
Abdestin menduplarına gasbedilmiş su ile abdest almamayı, gasbedilen yerden
teyemmüm etmemeyi de katmak gerekir. Meselâ Semud kavminin kuyuları
böyledir. Şafiîler bu kuyulardan çekilen su ile abdest almanın mekru'h
olduğunu söylemişlerdir. Hatta Hanbeliler onlardan su almanın memnu olduğunu
bildirmişlerdir. Zâhire bakılırsa böyle bir abdestin onlarca sahih olmaması
icap eder. Mezhebimize göre ulemanın hilâfına riayet matlup bir şeydir. Keza
kadından artan su ile yıkanma hususunda da aynı şey söylenmiştir. Nitekim az
ileride Menhiyât Babında görülecektir.