ALIŞ-VERİŞLER BAHSİ 1
SATIŞDA TABİ OLARAK DAHİL OLAN VE
OLMAYAN ŞEYLER FASLI 1
ŞART MUHAYYERLİĞİ BABI 2
GÖRME MUHAYYERLİĞİ BÂBI 23
KUSUR
MUHAYYERLİĞİ BABI 33
FASİT SATIŞ BÂBI 2
FUZULİ BAHSİ 2
İKALE BÂBI 2
MURABAHA VE TEVLİYE BÂBI 2
KARZ BÂBI 2
RİBA (FAİZ) BÂBI 2
HUKUK BÂBI 2
İSTİHKAK (HAK İDDİASI) BÂBI 6
SELEM BÂBI 1
İSTİSNA BÂBI 1
SARF BÂBI 1
BEYLİĞNE İLE İLGİLİ EK. 1
KİTABÜ-L KEFALE (KEFALET BÂBI) 1
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın adıyla
başlarım. Hamd yalnız Allah'a mahsustur. Kendinden sonra peygamber gelmeyecek
olan Peygamberimize Allah salât eylesin!
METİN
Musannıf AIIah Teâlâ'nın hakları olan
ibâdet ve cezaları anlatıp bitirdikten sonra, kul haklarından muameleler
kısmına başlıyor. Bu bahsin vakıfla münasebeti milkin elden çıkarılmasıdır.
Ancak vakıfda başka bir mâlikin eline geçmek için değil, burada ise başka bir
mâlikin eline geçmek içindir. Binaenaleyh vakıfla alışveriş basîtle mürekkep
gibidirler. Alış-verişi cemi sîgasıyla kullanması satış, satılan mal ve kıymet
itibariyle dört çeşit olduğundandır. Zira bunlardan her biri: Geçerli, mevkuf fâsid
ve bâtıl oldukları gibi mukayeza, sarf, selem ve mutlak yahut murâbeha,
tevliye, vazîa ve müsâveme olurlar.
İZAH
"Anlatıp bitirdikten sonra
ilh..." Cümlesi bundan önce geçenlerle sonra gelenlerin arasındaki
münasebeti toptan beyan içindir. Aynı zamanda vakıfla satış arasındaki
münasebeti hassaten beyan edecektir. İbâdetlerden murad kendilerinden esas
itibariyle kulun Rabbine yaklaşması ve sevâb kazanması kasdedilenlerdir.
Nitekim İslâmın şartlarından dördü ve benzerleri böyledir Muamelelerden murad ise
esas itibariyle satış, keffâret, havâle ve benzeri gibi kullara yarayan şeyleri
îfa etmektir. Alış - verişin bazen ârızî bir sebeble vâcib olması onu muamele
olmaktan çıkarmaz. Nasıl ki riya (gösteriş) için kılınan namaz onu esasen
ibâdet olmaktan çıkarmaz. Sonra yukarıda geçenler ibâdetlere mahsus değildir.
Onlar Allah Teâlâ'nın haklarıdır ki ibâdet, ukûbet (ceza) ve keffâret olmak
üzere üç nevidirler. Şu halde muameleler Allah Teâlâ'nın hakları
mukabilindedir. Fetih sahibinin beyanına göre musannıfın muamelelere
başlamasının zamandan hâli olmadığı meydandadır. Zira daha önce geçen bulma
mal, bulma çocuk ve kayıp mal muamelelerdendir. Nehir sahibi: "Bulma
çocuğu ve benzerlerini zikretmekten nikâhı zikretmek daha yerinde olurdu."
demiştir. Ama söz götürdüğü meydandadır. Çünkü nikâh muamelelerden olsa da aynı
zamanda ibâdetlerden de sayılır. Hatta ondan asıl maksad ibâdettir. Bu ibâdet
nefsi haram olan şeylerden korumak ve müslümanların sayısını çoğaltmaktır.
Hatta ulema nikâhlanmanın kendini nafile ibâdetlere vermekten efdal olduğunu
söylemişlerdir. Şöyle denilebilir: Evlâ olan şirketi söylemektir. Çünkü bulunan
malla bulunan çocuğu almak zâhire göre mendubdur, ama bazen vâcib olur. Allah
Teâlâ'nın hakları arasında zikredilmesi bundandır. Kaçak köleyi iade etmek dahi
böyledir. Kayıp mala gelince: Musannıf onu gerektiren bir münasebet dolayısıyle
muamelelerde zikretmiştir. Bulunan mal ile benzerleri ve şirket de böyledir.
Nitekim ulema kurban kesmek gibi bazı ibâdetleri muamelelerde zikretmişlerdir.
Çünkü kurbanlığın kesilen hayvanlarla münasebeti vardır. Ödünç almayı da
satışla münasebeti olduğu îçin muameleler arasında zikretmişlerdir.
"Ancak vakıfda ilh..." Elden
çıkarmak başka bir mâlikin eline geçmek için değildir. Vakıf AIIah Teâlâ'nın
milki hükmündedir. İmameyn'in kavli budur. İmamı Azam: "Vakıf bir aynı
vâkıfın milki olmak üzere hapsetmek onun menfaatını tasaddukta
bulunmaktır." demiştir. T.
"Binaenaleyh vakıfla alış-veriş
basitle mürekkep gibidirler ilh..."
Yani vücud itibariyle basît mürekkepten
önce gelir. Binaenaleyh izah için de ondan önce getirilmiştir.
Tahtâvî diyor ki: "Satışın hakikaten
mürekkep sayılmaması gidermek itibarî bir şey olduğundandır. Onda terkip
olamaz."
"Cemi sîgasıyla kullanması
ilh..." Şundandır: Satış kelimesi aslında masdardır. Masdar oturmak
kalkmak gibi bir şeyin meydana gelişinin ismi olduğundan cemilenemez. Musannıf
onu Hidâye sahibine uyarak cemilemiştir.
Ulema buna şöyle cevap vermişlerdir: Bazen
masdardan mefulünbih kasdedilir. Cemilenmesi bu itibarladır. Nitekim mebî (satılan
şey) da cemilenir. Yani satılan şeylerin nevileri çok ve muhteliftir. Yahut
kelime mânâsı murad edilerek aslı üzere kalmıştır. Lâkin nevilerine bakarak
cemilenmiştir. Çünkü satış -ki, meydana gelmekten ibarettir- satış olarak
itibar edilirse dört kısma ayrılır: Halen bir hüküm ifade ederse nâfiz
(geçerli); cevaz verildiği vakit hüküm ifade ederse mevkuf; teslim alırken
hüküm ifade ederse fâsid, hiç hüküm ifade etmezse bâtıldır. Satış satılan şeye
teallûku itibariyle de dört kısımdır. Çünkü ya bir ayınla ayın üzerine yahut
kıymetle kıymet üzerine vâki olur. Yani bu satışta satılan şey para olur. Yahut
kıymetle ayın üzerine veya ayınla kıymet üzerine yapılır. Bunların birincisine
mukayeza, ikincisine sarf, üçüncüsüne de selem denilir. Dördüncünün hususî adı
yoktur. O mutlak bir satıştır. Satış kıymete veya onun mikdarına teallûku
itibariyle dahi dört kısımdır. Zira ziyadeyle beraber ilk kıymetim misliyle
yapılırsa murabeha; ziyadesiz yapılırsa tevliye; kıymetten daha azına yapılırsa
vadîa, ziyade ve noksansız yapılırsa müsâveme olur.
Bahır'da beşinci bir kısım ziyade
edilmiştir ki, o da işrak yani satın aldığı şeye başkasını ortak etmektir.
Meselâ, malın yarısını satar. Şârih bundan bahsetmemiştir. Çünkü dört kısımdan
hariç değildir. Bazen satış kıymetin vasfına göre muteber olur. Meselâ, peşin
yahut veresiye yapılır. Bu anlattıklarımızla anlarsın ki, "satış ve
satılan mal itibariyle" demesinden murad yalnız başına satılan malı
itibara almak değildir. Yani satış olmadan satılan mal muteber değildir. Onun
için '"Bu ikiden biri yalnız başına murad olursa hakikatla mecazı bir
araya getirmiş olmak lâzım gelir." diye itiraz olunamaz. Çünkü satışın
masdar olması ile birlikte cemi yapılması hakikatte nevilerine bakaraktır. İsmi
meful mânâsına nakledilerek cemi yapılması bunun hilâfınadır. Çünkü mecazdır.
îtiraz edilememesinin vechi şudur: Maksad hakikatına bakarak cemilenmesidir.
Lâkin ayrıca zatına yahut başkasına teallûk ettiği hale bakarak cemilenir. ismi
meful mânâsına nakledildiğine bakarak cemilenmez.
"Dört çeşit olduğundandır. Zira
bunlardan her biri: Geçerli, ilh..."
İfadesi üç kısmın her birinde dört neyî
'bulunduğunu leff ve neşri mürettep yoluyla beyandır. Onların beyanını gördün.
Sonra birinciyi mezkûr kısımlara taksim etmesi Hâvî sahibinin tuttuğu bir yoldur.
Bunun zâhirine bakılırsa mevkuf sahîhin kısımlarındandır. Ulemanın tuttukları
iki yoldan biri budur ki doğrudur. Bazıları onu sahihin kısımlarından
saymışlardır. Zeylaî bu yolu tercih etmiş ve satışı: Sahih, bâtıl fâsid ve
mevkuf kısımlarına ayırmıştır. Bu bahsin tam olarak tahkîkı Bahır'ın, beyi
fâsid bâbının başındadır. Satmaya zorlanan kimsenin satışı müstesna, olduğu az
ileride gelecektir.
METİN
Satış lügatta mal olsun olmasın bir şeyi
bir şeyle karşılaştırmaktır. Buna delil "Onu az bir kıymetle sattılar."
ayet-i kerîmesidir. Satış kelimesi zıdlardandır. Müteaddî olarak kullanılır.
Tekid için Arapçada (mim) edatı ile bazen de (lâm) edatı ile kullanılır ve:
"Bi'tüke'ş-şey'e" yahut "Bi'tüleke" denilir. (Bunların
ikisi de sana sattım mânâsına gelir.) Oradaki edatlar ziyadedir. Bunu
İbnü'l-Kattâ söylemiştir. "Baa aleyhil kâdî" yani rizası olmadan
hakim sattım dahi denilir.
İZAH
"Lüflatta bir şeyi bir şeyle
karşılaştırmaktır ilh..." Yani mubadele yoluyla değişmektir. Mukabele
yerine böyle dese daha iyi olurdu. Nitekim bundan sonraki ifadesinde musannıf
böyle yapmıştır. Zahirine bakılırsa bu ifade icareye teşamildir. Çünkü menfaat
şeriat nazarında mevcud bir şeydir. Hatta ona malla bedel vermek sahihdir.
Lügat itibariyle de öyledir.
"Mal olsun olmasın ilh..." Maldan
murad tabiatın meylettiği ve ihtiyaç vakti için biriktirmesi mümkün olan
şeydir. Maliyet bütün İnsanların yahut bazılarının mal olarak kabul etmesiyle
sabit olur. Tekavvüm (kıymetli olması) maliyetle ve şer'an kendisinden
faydalanılması mübah sayılmakla sâbit olur. Mal sayılmaksızın, mubah olan bir
şey mal değildir. Meselâ, bir buğday tanesi mal değildir. Faydalanılması mubah
kılınmaksızın mal sayılan şey mütekavvim değildir. Nitekim şarap böyledir. Bu
iki şey bulunmazsa maliyetle tekavvûmden hiç biri sâbit olmaz. Nitekim kan
böyledir. Bahır. Bu satırlar Keşf-i Kebîr'den kısaltılarak alınmıştır.
Hâsılı şudur: Mal kelimesi mal edinilenden
daha umumi bir mânâ ifade eder. Zira mal biriktirmesi mümkün olan şeydir.
Velevki şarap gibi mubah olmasın.
Mütekavvim : Mubah kılınmakla beraber
biriktirilmesi mümkün olan şeydir. Şu halde şarap maldır. Fakat mütekavvim
değildir. Onun için kıymet olarak şarap konursa satış fâsid olur. Şarabın
satılık mal olarak kullanılmasıyla satış aslından münakid olmaz. Çünkü kıymet
maksud değil, maksuda vesiledir. Zira faydalanma kıymetlerle değil ayınlarla
olur. Onun içindir ki, satılan malın mevcud olması şart kılınmıştır. Kıymetin
mevcud olması şart değildir. Bu itibarla kıymet sanat aletleri mesabesinde
şartlar cümlesinden sayılmıştır. Meselenin tam tahkîkı Telvîh'-in nehî
faslındadır. Ondan dolayı Bahır sahibi şöyle demiştir: "Sonra bilmelisin
ki, satışın temeli iki bedel üzerine olsa da bunda asıl satılan maldır, kıymet
değildir. Onun için satılan mala kudret şarttır. Kıymete muktedir olmak şart
değildir. Satıla malın helâkiyle satış bozulur. Fakat kıymetin helâkiyle
bozulmaz.
Telvîh de dahi kaza bahsinde
şöyledenilmiştir: "Tahkîk şudur: Menfaat milkdir, mal değildir. Çünkü milk
ihtısas vasfıyla üzerinde tasarruf yapılabilen şeydir. Mal ise hâcet vaktinde
faydalanmak için biriktirilebilen şeydir. Kıymetli olması imam-ı Azam'a göre
maliyeti gerektirir. İmam Şâfiî'ye göreyse milki istilzam eder. Bahır'da
Hâvi'l-Kudsî'-den naklen şöyle denilmiştir: Mal insandan başkasına verilen
isimdir ki, insanın yararları için yaratılmıştır. Onu ayırmak ihtiyarî olarak
üzerinde tasarrufta bulunmak mümkündür. Kölede maliyet mânâsı varsa da
hakikaten mal değildir. Hatta öldürülmesi ve ihlak edilmesi câiz
değildir."
Ben derim ki: Bu ifade söz götürür. Çünkü
mal tasarruf hususunda ihtiyarî olarak kendisinden faydalanılan şeydir,
ÖIdürmek ve helâk etmek faydalanmak değildir. Bir de maldan faydalanmak her
şeyde yararına göre muteberdir. Faydalanmaksızın hiç bir malı helâk etmek aslen
câiz değildir. Meselâ mûcbir sebeb bulunmaksızın hayvanı öldürmek bu
kabîldendir.
"Onu az bir kıymetle sattılar."
Ayet-i kerîmesinden murad Yusuf Âleyhisselâm'ı kardeşleri az bir fiyatla
sattılar demektir. Bazıları onu yirmi dirheme sattıklarını söylemişlerdir.
Âyet-i kerîme gösteriyor ki, satışta satılan şeyin mal olması lâzım değildir.
Çünkü hür bir insan milk olarak alınamaz.
Ben derim ki: Burada şöyle denilebilir:
Cahiliyet devrinde dil bilginleri hür insanları çalarak satarlardı. Şu halde
âyet-i kerîme lügaten satışta maliyetin şart olmadığına delâlet etmez. Şu da
var ki, zâhire bakılırsa bizim şeriatımızdan önce hür insan mal olarak
alınırdı. Buna delil "Cezası şudur ki, tas kimin yükünde bulunursa cezası
o kimsedir dediler." âyet-i kerîmesidir. Sonra bunu Kuhistânî'nin bey-ı
fasid bâbında gördüm. Şöyle diyor: "Yakup AIeyhisselam'ın şeriatında hür
insan mal sayılırdı. Hatta hırsız köle yapılırdı. Nitekim Tevilâd şerhinde
açıklanmıştır. Binaenaleyh hür insan hiçbir kimseye göre mal sayılmamıştır
demek doğru değildir." Evlâ olan "şübhesiz Allah müminlerden
nefislerini satın almıştır." gibi âyetlerle istidlâl etmektir. Kimseye
gizli değildir ki, burada mecâz dâvâsında bulunman aslın hilâfınadır.
Bu izahla anlaşılır ki, İslâm'dan
naklettiği tariften evlâdır. Fahru'lislâm'ın tarifi: "Satış lügaten malı
mal ile değişmektir." şeklindedir. Lâkin birinciye göre "Bu tarife
nikâh dahil olur." şeklinde itiraz edilebilir. Meğer ki mukabele sözünden
hakikaten temlîk suretiyle verilen kasdedilsin.
"Satış kelimesi zıdlardandır
ilh..." Yani bir şeye ve onun zıddına ıtlâk edilen sözlerdendir. Nitekim
Teâlâ Hazretlerinin: "Arkalarında bir kral vardı." âyetinde
"arkalarında" tâbirinden murad "önlerinde" mânâsıdır.
Fetih sahibi diyor ki: "Bir ayın
milkinden çıktığı vakit onu sattı derler. Sattı kelimesi satın aldı mânâsına da
kullanılır." Satın almak mânâsına gelen şirâ kelimesi de öyledir. Buna
delil: "Onu düşük bir fiyat ile şirâ ettiler." âyeti kerîmesidir. Bu
iki mânâ birbirinin yerinde kullanılır. Misbah'da beyan edildiğine göre Bey
(satış) sözü şirâ gibi zıdlardandır. Akdi yapan her iki tarafa bâyı
denilebilir. Bâyı mutlak söylenilirse zihne malı satan gelir.
"Bi tüke'şşey'e" Cümlesi harfi
cersiz müteaddi kullanıldığına misâldir.
"Bâa aleyhil kâdi" cümlesi dahi
icbar ve ilzâm yerinde bu kelime alâ harfiyle müteaddi olduğunu ifade eder.
METİN
Şer'an satış rağbet gören bir şeyi hususi
şekilde fayda ifade eden misli ile değişmektir. Rağbet gören kaydıyla toprak,
ölü hayvan ve kan gibi rağbet görmeyen şeyler teariften hariç kalır. Hususi
şekilde, kaydıyla icab veya elle alıp vermek kasdedilir. Binaenaleyh iki
taraftan teberru suretiyle ve karşılığında bedel vermek şartıyla yapılan bağış
hariç kaldığı gibi fayda i'fade eden kaydıyla da fayda ifade etmeyen değişme
hariç kalır.
İZAH
"Rağbet gören bir şeyi ilh..."
ifadesinden murad nefsin arzu ettiği şeydir ki, o da maldır. Bundan dolayıdır
ki şârih onunla toprak, ölü ve kandan ihtiraz etmiştir. Çünkü bunlar mal
değildir. Şu halde musannıfın sözü Kenz ile Mültekâ'nın tariflerine dönmüş
oluyor. Onlar satışı "Malı mal ile değişmektir." diye tarif
etmişlerdir. Onun içindir ki, şârih yazdığı şerhinde Mültekâ'nın sözünü
"Yani rağbet gösterilen bir şeyi, rağbet gösterilen şeyle temlîk
etmektir." diye tefsir etmiştir. Böylece her iki tarif müsavileşmiş olur.
Evet, Kenz sahibi "birbirlerinin
rızalarıyla" kaydını ilave etmiştir. Ama kendisine "bu kayıd satışa
zorlanan kimseyi hariç bırakır, halbuki onun satışı da münakiddir" diye
itiraz olunmuştur. Nikâye şerhinde buna cevap verilmiş ve: "Bu kaydı
kullanan geçerli satışı tarif etmek istemiştir. Kullanmayan ise umumi tarif
kasdetmiştir." denilmiştir. Bahır sahibi buna itiraz ile: "Zorla
yaptırılan satış fuzulînin satışı gibi sadece mevkuf değil, hem mevkuf hem
fâsiddir. Nikâye şârihinin sözünden sadece mevkuf olduğu anlaşılır."
demiştir.
Ben derim ki: Lâkın yukarıda arzettik ki,
mevkuf satış sahihin kısımlarındandır. Bunun muktezası zorla yaptırılan satışın
da böyle olmasıdır. Fakat ulemanın ikrah bahsinde açıkladıklarına göre fâsid
olduğu için bu satışla milk teslim almakla sâbit olur. Bu söz onun fâsid
olduğunu beyan hususunda açıktır. Velevki dört surette sair fâsid akidlere
muhâlif olsun. Bunları musannıf ikrah bahsinde söyleyecektir. Menar ve şerhinde
beyan olunduğuna göre bu satış fâsid olarak münakiddir. Çünkü geçerliliğin
şartı olan riza yoktur. Ama sonradan razı olmakla sahihe dönüşür ve fâsidlik
ortadan kalkar. Bununla anlaşılır ki, razı olmasına mevkuf satış sahihdir.
Binaenaleyh mevkuf olarak fâsid olması sahihdir ve anlaşılır ki, mevkufun bir
kısmı fâsiddir. Satmaya zorlanan kimsenin satışı bu kabîldendir. Bir kısmı da
sahihdir. Mahcur olan köle ile çocuğun satışları böyledir. Bunun misâlleri
çoktur. Bunlar fuzulînin satışı bâbında gelecektir.
Hâsılı: Mutlak surette mevkuf satış hakiki
satıştır. Fâsid dahi satıştır. Velevki hükmü mevkuf olsun. Bundan murad mala
teslim almakIa mâlik olmaktır. Binaenaleyh tarifte iki tarafın razı olmalarını
zikretmek münasib değildir. Onun için Fetih sahibi: "İki tarafın razı
olması şer'î satışın mefhumdan cüz değildir. Bilâkis şer'an hükmünün sübut
bulmasının şartıdır" demiştir. Çünkü şer'an mefhumunun cüzü olsa zorla
yaptırılan satışın bâtıl olması gerekir. Halbuki bâtıl değildir. Bildiğin gibi
o sadece fâsiddir. Gördün ki tarif sair nevileriyle fâside şâmildir. Nitekim Nehir
sahibi bunu söylemiştir. Çünkü hükmü teslim almaya bağlı olsa da o hakiki
satıştır. Binaenaleyh iki tarafın rızasıyla diye yapılan takyîd fâsidin bir
kısmını tariften çıkarmak içindir ki, makbul değildir. Bundan murad riza
olmaksızın zorla yapılan satıştır. Çünkü murad satışın tarifi olduğuna göre
tarif efradını cami değildir. Çünkü ondan bu satış hariç kalır. Sahih satışın
tarifi murad edilirse, tarif ağyarını mâni değildir. Çünkü fâsid satışların
ekserisi buna dahil olur. Sonra bilmiş ol ki, Keşif ve Telvi'h'den naklen
yukarıda arzettiğimiz vecîhle şarap maldır. Velevki kıymeti haiz olmasın.
Hafbuki müslüman hakkında onun satışı bâtıldır. Bir malı şarapla satmak 'bunun
hilâfınadır. Çünkü bâtıl değil fâsiddir. Fark yukarıda geçmişti.
Bahır'da Muhît'den naklen : "Şarap mal
değildir." denilmişse de zâhire göre bu sözden kıymeti haiz mal değildir
mânâsı kasdedilmiştir. Ulemanın sözleri bu şekilde birleştirilir o zaman Kenz'e
yapıldığı gibi itiraz vârid olur. İcare ve nikâhla yalnız musannıfın tarifine
itiraz olunur.
Tahtâvî diyor ki: "Çünkü bunların her
ikisinde rağbet gösterilen malı, rağbet gösterilen mal ile değişme
vardır." Bunlar "hususi şekilde" ifadesiyle tariften hariç
kalmazlar. Çünkü bundan murad icab ile kabul ve birbirlerine vermeleridir.
Meğerki şöyle cevap verilsin: Rağbet gösterilen ifadesinden murad maldır.
Nitekim bunu evvela söylemiştik. Yukarıda geçtiği vechiyle menfaat mal
değildir. Yahut şöyle denilir: Değişmek temlîktir. Nitekim Dirâye'den naklen
Nehir'de beyan edilmiştir. Yani ondan murad mutlak temlîktir. İcare ve
nikâhdaki menfaat ise mukayyet milkle mal olurlar.
"Hususi şekilde fayda ifade eden
ilh..." diye kayıdlamanın bir faydası yoktur. Çünkü bu kayd nihayet vezin
ve sıfat itibariyle bir olan iki dirhemi birbiriyle satmayı tariften çıkarır.
Bu satış fâsiddir. Biliyorsun ki tarif bütün fâsid nevilerine şâmildir.
Binaenaleyh fâsidin bir nevini tariften çıkarmanın bir faydası yoktur. Nitekim
bunu satışa zorlanan kimse bahsinde söylemiştik. Evet, dirhemi dirhem ile
satmak bâtıl olsa bu kaydın birfaydası olur. Lâkin bâtıl olması ihtimalden
uzaktır. Çünkü mal ile malı değişme vardır.
"İcab veya elle alıp vermek
ilh..." İfadesiyle hususi şeklin beyanı yapılmıştır. icabtan muradı sözle
yapılan satıştır. Buna delil, mukabilini zikretmesidir. Binaenaleyh kabule de
şâmildir. Aksi takdirde Tahtâvî'nin söylediğine göre iki taraftan yapılan
teberru tariften hariç kalmaz.
"İki taraftan teberru suretiyle
ilh..." Bu hususta musannıf Minah'da şunları söylemiştir: "Bu söz iki
kişinin teberru veya karşılık şartıyla hibe yoluyla mallarını değişmelerine
şâmildir. Çünkü bu iptidaen satış değildir. Velevki bakaen satış hükmünde
olsun. Musannıf bunu tariften çıkarmak isteyerek hususi şekilde ifadesinî
kullanmıştır."
Ben derim ki: Bu Nehir'in ifadesine muhâlif
olarak ikisinin de mubadelede dahil olduğu hususunda açıktır. Vechi şudur: Bu
adam birine bir teberruda bulunsa, sonra şart koşmadan o kimse buna bir bedel
verse, bu hem değişmek hem iki taraftan teberru olur. Lakin değişme ikinci
şahıs tarafındandır. Bu karı koca arasında çok olur. Kocası karısına bir mal
gönderir, kadın da ona bir şey gönderir. Hakikatte bu hibedir. Hatta kocası
emanet gönderdiğini iddia etse gönderdiği şeyi geri alabilir. Kadın da
dönebilir. Çünkü kadın hibeye karşılık vermek istemektedir. Ortada hibe
bulunmayınca ona karşılık verilen şey de bulunmaz ve kadın dönebilir. Nitekim
hibe bahsinde gelecektir. Kezâ karşılığında muayyen bir şey vermesi şartıyla
birine bağışta bulunması da böyledir. Şart koşulan değişme mevcud olmakla
beraber iptidaen hibedir.
METİN
Binaenaleyh vezin, ve sıfat itibariyle
birbirine müsavi iki dirhemi birbiriyle satmak sahih değildir. İki ortaktan
birinin hanedeki hissesini diğerinin hissesiyle bir sarrafa mukayese yapması ve
meskeni meskenle icara vermesi de sahih olmaz. Eşbâh. Satış söz veya fiille
olur. Sözlü satış icab ile kabulden ibarettir. Bunlar satışın rüknüdür. Satışın
şartı akdi yapan iki tarafın ehil olmalarıdır.
İZAH
"Vezin itibariyle ilh..."
Birbirine müsavi olurlarsa hüküm şârihin dediği gibidir. Fakat müsavi
olmazlarsa satış fâsiddir. Bu Ribel fadl bulunduğu içindir. Fayda bulunmadığı
için değildir.
"Sıfat itibariyle ilh..." Sözü
vezinleri bir olduğu halde sıfatları başka başka olan dirhemleri tariften
çıkarır. Meselâ, birinin büyük diğerinin küçük olması yahut birinin siyah
diğerinin beyaz olması sıfat değişikliğidir.
Ben derim ki: Bu mesele Zahîre'nin altıncı
faslında şöyle zikredilmiştir: "Bir kimse büyük bir dirhemi küçük dirhemle
yahut iyi bir dirhemi kötü dirhemle satarsa câiz olur. Çünkü iki tarafın bunda
sahih bir maksadları vardır. Ama dirhemler mikdar ve sıfatta müsavi olurlarsa
ulema ihtilaf etmişlerdir. Bazısı caiz olmadığını söylemişlerdir. İmam Muhammed
kitabta buna işaret etmiştir. Hâkim imam Ebû Ahmed bununla fetva
verirmiş."
"İki ortaktan birinin ilh..."
Yani müsavi olarak ortak bulunurlarsa demek istiyor. İki ortak tâbirinden akla
gelen hanenin aralarında taksim edilmemiş olmasıdır. Her birinin hissesi
diğerininkinden ayrılmış ise zâhire göre mukayeza caizdir. Çünkü iki ortaktan her
biri diğerinin elindekine rağbet göstermiş olabilir. Binaenaleyh bu faydalı bir
satıştır. Taksim edilmemiş olması bunun hilâfınadır.
"Meskeni meskenle icara vermesi sahih
olmaz ilh..." Çünkü menfaat mevcud bir şey değildir. Binaenaleyh bu cinsi
cins ile nesîe ola satmak olur ki câiz değildir. Bunu Tahtâvî Eşbâh
Hâşi'yesinden nakletmiştir.
"Bunlar satışın rüknüdür ilh..."
Cümlesindeki zamir zâhire göre icab ile kabule râcidir. Ama sözle fiile ircaı
da mümkündür. Nitekim Bahır'ın sözü bunu ifade etmektedir. Bedâyı'da şöyle
denilmiştir: "Satışın rüknü zikredilen değişmedir. Fetih'deki ifadenin
mânâsı da budur, ürada: "Satışın rüknü icab ile kabuldür ki, bunlar
değişmeye yahut onun yerini tutan birbirlerine vermedir. O halde satışın rüknü
iki milki söz veya fiille değişmeye rızayı gösteren fiildir."
denilmektedir. Fiilden muradı evvela dilin işine şâmil olan şeydir. İkinci
olarak başkasını murad etmiştir.
"Fiille değişmeye rızayı gösteren
fiildir ilh..." Sözünden muradı zatına bakaraktır. Velevki zorlamak gibi
rızaya aykırı bir şey bulunsun. Musannıfın sözünün zâhiri icab ile kabulün
satıştan başka bir şey olduğunu ifade etmektedir. Halbuki bir şeyin rüknü o
şeyin kendisidir.
"Söz veya fiille olur ilh..."
Cümlesindeki zamiri hususi vecih ile ifadesine ircâ edersek bu itiraz vârid
olmaz. Satıştan onun hükmü olan milk kasdedilirse hüküm yine böyledir. Burada
güzel bahisler vardır. Bunlar Nehir'de zikredilmiştir.
"Akdi yapan iki tarafın ehil
olmalarıdır ilh..." Yani iki taraf aklı eren kimseler olacaklardır. Bülûğ
ve hür olmak şart koşulmamıştır. Bahır'da zikredildiğine göre satışın şartları
dört nevîdir. Bunlar münakid olmasının şartı, geçerliliği, sahihliği ve tâzım
olması şartlarıdır. Birinci şart dört nevidir. Bunlar akdi yapanda, bizzat
akidde, akdin yapıldığı yerde ve akdin yapıldığı şeyde aranır, Akdi yapandaki
şartlar ikidir. Bunlar akıl ile sayıdır. Binaenaleyh delinin, aklı ermeyen
çocuğun ve iki tarafın vekili olan kimsenin satışı münakid olmaz. Yalnız
babada, onun vasisinde, hâkimde, kölenin kendisini efendisinden onun emriyle
satın almasında ve iki tarafın elçisi olan kimsede câiz olur. Bu hususda bülûğa
ermiş olmak şart olmadığı gibi hürriyet de şart değildir. Şu halde çocuğun veya
kölenin kendisi için satışı mevkuf, başkası için yaptığı satış geçerli olarak sahihdir.
İslâmiyet, konuşur olmak ve ayık bulunmak dahi şart değildir. Akdin şartı da
ikidir. Birincisi icabın kabule uygun olmasıdır, Yaptığı icabtan başka bir malı
veya onun bir kısmını yahut icab yapmadığı malı veya onun bir kısmını kabul
ederse. satış münakid olmaz. Bu yalnız şûf'ada câizdir. Meselâ, bir köle ile
bir akar satar da şefî yalnız akarı isterse satış münakid olur. İkincisi
satışın mâzî sözüyle yapılmasıdır. Satışın yapıldığı yerin bir şartı vardır. O
dameclisin bir olmasıdır, Üzerine akıd yapılan malın şartları altıdır. Bunlar;
malın mevcud olması, kıymeti hâiz bulunması, bizzat birinin milki olması,
kendisi için sattığı şeyde milkin satana aid olması ve teslimine imkân
bulunmasıdır. Binaenaleyh mevcud olmayan bir şeyi satarsa, satış akdi mün'akid
olmadığı gibi hayvanın karnındaki yavruyu memesindeki sütü, ağaç yemiş vermeden
yemişini satmak gibi yok olması mümkün olan şeylerde, kezâ şu köleyi deyip de
satar. halbuki sattığı cariye çıkarsa satış münakid olmaz. Hür bir kimseyle
müdebber, ümmüveled, mükâteb, bir kısmı âzâd olmuş köleyi, ölü hayvan ve kanı
ve müslüman hakkında şarapla domuzu ve bir parça ekmeği satarsa. satış münakid
olmaz. Çünkü satışın câiz olması için şart kılınan en az kıymet bir kuruştur.
Çemeni satmak velevki kendi milkinde olsun, nehirdeki veya kuyudaki suyu
satmak, ayırmaksızın odun ve otu satmak, kendi milki olmayan bir şeyi satmak
dahi câiz değildir. Velevki sonradan ona mâlik olsun. Bundan yalnız selem ile
gasp edilen mal müstesnadır. Gasp eden kimse o malı satar da sonra kıymetini
öderse câiz olur. Fuzulînin satışı da müstesnadır. Çünkü mevkuf olarak
münakiddir. Vekilin satışı da böyledir ve geçerlidir. Kaçak köle, havadaki kuş
ve denizdeki balık gibi şeyler elinde olup sonradan tesliminden âciz kalırsa
satış münakid olmaz. Böylece münakid olmanın şartları onbir olur.
Ben derim ki: Doğrusu onbir değil dokuzdur.
İkincisi yani geçerliliğin şartları ikidir.
Bunlar milk veya velayet bir de satışta başkasının hakkı bulunmamaktır.
Binaenaleyh bize göre fuzulînin satışı mün'akid değildir. Satın alması ise
geçerlidir.
Ben derim ki: Yani milk sahibi için değil
de kendisi için satarsa satış münakid olmaz. Lâkin bu zayıf rivâyete göredir.
Sahih rivâyete göre mevkuf olarak münakiddir. Nitekim bâbında gelecektir.
Velayet ya vekalet gibi mal sahibinin yahut babanın velayeti gibi şeriat
sahibinin tayiniyle olur. Babadan sonra onun vasisi, daha sonra dede, sonra
onun vasisi, sonra hâkim, sonra onun vasisi gelir. Rehnedilen bir malı ve kira
ile tutulanı satmak geçersizdir. Müşteri bunu bilmezse fesha hakkı vardır. Rehn
alanın ve kira ile tutanın fesha hakkı yoktur.
Üçüncüsü yani sahih olmasının şartları
yirmibeşdir. Bunların bazısı umumî, bazısı hususidir, Umumî olanlar: Her
satışın yukarıda zikredilen şartları haiz olmasıdır. Çünkü mün'akid olmayan bir
satış sahih olmaz. Satış muvakkat olmamalı. Satılan mal ile kıymetinin münakaşa
götürmeyecek surette bilinmesi de şarttır. Binaenaleyh şu sürüden bir koyun
diyerek yapılan satış mün'akid olmadığı gibi bir şeyi kıymetiyle veya filanın
hükmüyle diye satmak da sahih değildir. Satış onu bozacak şarttan hali
olmalıdır. Nitekim fâsid satış bâbında gelecektir, Rıza ve fayda bulunması da
şarttır. Binaenaleyh satmaya zorlanan kimsenin alış-verişi fâsid olduğu gibi
faydası olmayan bir şeyin alış-verişi dahi fâsiddir. Nitekim yukarıda geçmişti.
Hususi şartlar: Veresiye yapılan satışda
müddetin bilinmesi menkûl malın satışında onu teslim almak, menkûl malın ve
borcun teslim alınması gibi şeylerdir. Binaenaleyh selem yapılan malda ve
sermayede olduğu gibi alacağı olan borcu teslim almadan satmak fâsid olduğu
gibi bir şeyi satandan başkasına borç olmak üzere satmak da fâsiddir. Sözle
yapılan satışda bedel zikredilmiş olmalıdır. Zikredilmezse satış fasiddir. Ama
teslim almakla mâlik olur. Faize giren mallarda iki bedelin birbirine denk
olması faiz şübhesinden hali bulunması, selem şartlarının mevcud olması, sarfda
birbirlerinden ayrılmadan malı teslim almak, mürabeha, tevliye, işrak ve
vazîa'da ilk fiatın bilinmesi de hususi şartlardandır.
Dördüncüsü, satış münakid ve geçerli
olduktan sonra lüzum şartlarıdır. Meşhur dört muhayyerlikten ve muhayyerlik
şartı bâbının başında gelecek diğer muhayyerliklerden hali olmasıdır. Böylece
şartların mecmuu yetmişaltı olur. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Yani ilk
söylediğine göre münakid olmanın şartları onbir, geçerli olmanın şartları iki,
sahih olmasının şartları yirmibeşdir. Bunlar toplanınca otuzsekiz eder ve
muhayyerliklerden hali olarak hepsi lüzum şartlarıdır. Lâkin bununla şartların
mecmuu yetmişyedi olur.
Evet doğrusu münakid olmanın şartları
dokuzdur dediğimize göre bu sayıdan sekiz noksandır. Bunlardan iki sıhhat
şartlarından iki, lüzum şartlarından da dört çıkarılınca mecmuu altmışdokuz
olur. Bir de üzerine akid yapılan malı akdi yapanlar görmezler ise o mala veya
yerine işaret şartı ziyade edilir. Nitekim görme muhayyerliği babında
gelecektir. Sözün tamamı oradadır.
METİN
Satışın mahalli mal, hükmü milkin sâbit
olması, hikmeti de bu alemin devamı ve onda yaşamanın düzene girmesidir. Sıfatı
mubah, mekrûh, haram ve vâcib olmasıdır. Alış-veriş kitap, sünnet, icma-ı ümmet
ve kıyasla sâbit olmuştur. icab akdi yapan iki taraftan birinin evvela
söylediği rızaya delâlet eden sözdür. Kabul ise diğeri tarafından söylenen
ikinci sözdür. Sattım veya satın aldım demesi müsavidir. Rızaya delâlet eden
diye kayıdlaması âyete uymuş olmak ve şer'î satışı beyan etmek içindir.
İZAH
"Satışın mahalli mal ilh..."
ifadesi söz götürür. Çünkü yukarıda geçtiği gibi şarap maldır ama müslüman
hakkında onun satışı bâtıldır. Musannıfın bunun yerine kıymeti hâiz demesi
gerekirdi. Böyle demesi maldan daha hususidir. Nitekim beyanı yukarıda geçti.
Böylece ölü eti ve kan gibi hiç mal olmayan şeyler tariften hariç kaldığı gibi
şarap gibi kıymeti hâiz olmayan mallar da hariç kalır. Çünkü böyle bir mal
satışa mahal değildir.
"Hükmü milkin sûbit olması
ilh..." Yani iki taraftan biri için bedelin birinde hükmün sü'but
bulmasıdır. Satışın aslî hükmü budur. Tâbi hükmü ise malı ve kıymetini teslimin
vâcib olması cariyeyi satın alan kimseye istibrû vâcib olması, ondan
faydalanmaya malik olması, satılan şey akar ise şûfa sâbit olması, satılan
kimse mahremi ise müşteri namına âzâd olmasıdır. Bahır.
"Hikmeti bu alemin devamı ve onda
yaşamanın düzene girmesidir ilh..." Şârihin bu ibârenin yerinde
"yaşamanın düzenli olarak devam etmesidir," demesi gerekirdi. Çünkü
Allah Teâlâ bu alemi en mükemmel nizamda yaratmış, yaşama hususunu en güzel
şekilde muhkem yapmıştır. Bunun tam olması için alış-veriş mutlaka lâzımdır.
Çünkü herkes muhtaç olduğu her şeyi kendi yapamaz. Zira tarlayı sürmek,
tohumunu ekmek, onun hizmetini, bekçiliğini yapmak, mahsulünü biçip dövmek,
temizleyip öğütmek ve hamur karmakla meşgul olan bir kimse, kendi eliyle bu
hususta muhtaç olduğu koruma, biçme ve benzeri aletlerini yapamaz. Muhtaç
olduğu elbise ve meskenle meşgul olamaz. Bunları satın almaya mecburdur. Satış
olmasaydı ya zorla alır yahut dilenirdi; aksi takdirde sahibiyle kavga ederdi.
Bu halde ise alemin devamı mümkün olamaz.
"Mubah" dan murad ondan sonra
zikrettiği vasıflardan hali olmasıdır.
"Mekrûh" a misâl cuma ezanı
okunduktan sonra alışveriş yapmaktır.
"Haram" içki içen kimseye şarap
satmak gibi şeylerdir. "Vâcib" satış. satmaya mecbur olduğu şeyi
satmasıdır. "Sünnet" Peygamber (S.A.V.)'in alışverişte bulunması, bu
hususta ashabına da izin vermesidir.
"icab" Hakkında Fetih'de şöyle
denilmiştir: "Lügaten icab hangi şey olursa olsun bir şeyi isbâttır.
Burada murad rizaya delâlet eden hususi fiili evvela isbâttır. Onun satan veya
satın alan tarafından yapılması farketmez. Meselâ, müşteri şu malı senden bin
dirheme satın aldım derse icab olur. Kabul diğer tarafın fiilidir. Aksi
takdirde her ikisinin sözü icab yani isbât olur. İkincinin sözüne kabul
denilmesi, birincinin isbâtından ayırmak içindir. Bir de ikinci tarafın sözü
birincinin fiilini kabul demek olur.
"Diğeri tarafından söylenen ikinci
sözdür ilh..." Yani akdi yapan diğer tarafın sözüdür. Sözüdür ifadesi
fiile şâmil değildir. Fetih sahibi kabulü: ikinci tarafın fiilidir." diye
tarif etmiştir. Nitekim yukarıda geçti. Bu bâbta Fetih sahibi şöyle demiştir:
"Çünkü fiil kelimesi söze de şâmildir. Zira fer'î meselelerde görüleceği
vecihle bir kimse diğerine:"Bir dirheme şu yemekten ye!" der de o
kimse yerse satış tamam olur, yediği de helâldir. Satıcı: "Şu hayvana yüz
dirheme bin!" veya "Şu elbiseyi yüz dirheme giy!" der de o da
bunları yaparsa, satışa razı olmuş sayılır. Kezâ "Şu malı sana bin dirheme
sattım." der de karşısındaki bir şey söylemeden o malı alırsa teslim
alması kabul sayılır. Konuşmaksızın birinin malı diğerinin eline vermesi bunun
hilâfınadır. Zira burada icab yoktur. Fiyatı öğrendikten sonra sadece teslim
alma vardır. Binaenaleyh bu sonuncuyu bazılarının yaptığı gibi birbirinin eline
yermek kabîlinden saymak söz götürür. Hâniyye'de bildirildiğine göre malı
teslim almak kabul yerine geçer. Bu izaha göre kabulü sözdür diye tarif etmek,
bu hususta söz asıl olduğundandır.
"Ayete uymuş olmak içindir
ilh..." Bu husustaki âyetde: "Meğerki sizin rıza göstereceğiniz bir
ticaret olsun." buyurulmuştur.
"Ve şer'î satışı beyan etmek içindir
ilh..." Fetih sahibi sözle satışda dahi iki tarafın mutlaka rıza
göstermesi lâzım geldiğini zâhir bulmuştur. Çünkü lügatta Zeyd kölesini sattı
denilince onu rıza göstererek değişti mânâsından başka bir şey anlaşılmaz. Bu
sözün bir mislini Kuhistânî Kifâye'nin ikrah bahsinden ve Kirmânî'den
nakletmiştir.
METİN
Onun içindir ki zorla sattırılan kimsenin
satışı münakid olsa da geçerli değildir. Şaka ile satış münakid olmaz. Çünkü
satışın hükmüne rıza yoktur.
İZAH
"Onun içindir ki zorla sattırılan
kimsenin satışı geçerli değildir ilh..."
Yukarıda arzetmiştir ki, zorla sattırılan
kimsenin satışı fâsid olup satanın razı olmasına bağlıdır ve tarif edilen
satışın diğer fâsid satış nevîlerine de şâmil olduğunu Kenz sahibinin:
"Satış iki tarafın rızasıyla iki malı değişmektir." sözünün makbul
olmadığını söylemiştik. Çünkü bu satmaya zorlanan kimsemin satışını tariften
çıkarır. Halbuki onun satışı tarifte dahildir. Buna şârihin dediği gibi cevap
verilmiştir: "Bununla kayıdlaması âyete uymuş olmak içindir."
denilmişdir. Yani kayıd ihtiraz için değildir. Lâkin "şer'î satışı beyan
için" ifadesiyle lügaten satışın mukabilini kasdettiyse bildiğin gibi:
"Lügaten satışda iki tarafın rızası itibar olunmak gerekir." diye
itiraz olunur. Şer'î satışda bu muteber değildir. Çünkü mânâsının bir cüzü olsa
satışa zorlanan kimsenin satışı fâsid bâtıl olmak gerekir. Hatta şer'an hükmü
yani milk sâbit olduğu için iki tarafın rizası da şart olur. Nitekim bunu
Fetih'den naklen arzetmiş; "Şer'î sözünden murad fesattan hali
bulunmasıdır." demişdik. Şu halde iki tarafın rızası ile kayıdlamak sair
fâsid satış nevîlerini tariften çıkarmaz;bilâkis tarif onlara da şâmildir.
Sonra kimseye gizli değildir ki, bütün bunlar Kenz'in ibâresinde câiz
görülmektedir. Çünkü o buradaki iki tarafın rızasını tarifte kayıd olarak
zikretmiştir.
Musannıfın iki tarafın rızasına delâlet
eden sözüne gelince: O câiz olduğunu ifade etmez. Çünkü musannıf onu icabın
sıfatı olmak üzere zikretmiştir. Binaenaleyh o vakii beyan içindir. Zira burada
asıl, rızaya delil olmasıdır. Lâkin bundan hakikaten rızanın bulunması lâzım
gelmez. Binaenaleyh onunla satışa zorlanan kimsenin satışı tariften hariç
kalmaz.
"Şaka ile satış münakid olmaz
ilh..." Şaka lügatta oyun demektir. İstılahda ise bir şeyden onun delâlet
etmediği ve sözün istiare olarak alınması sahih olmayan bir mânâ kasdetmektir.
Meselâ, şaka yapan kimse kendi ihtiyarı ve rızası ile akdin sîgasını söyler.
Lakin hükmün sübut bulmasını kasdetmez. Buna razı değildir. ihtiyar etmek bir
şeyi kasıd ve arzudur. Rıza ise onu tercihten ve beğenmekten ibarettir.
Zorlanan kişi o kişi ihtiyar eder ama razı değildir. Ondan dolayı ulema:
"Günahlar ve çirkin fiiller Allah'ın iradesiyle fakat rızası olmaksızın
meydana gelir. Şübhesiz Allah kullarıiçin küfre razı değildir." demişlerdir.
Telvih'de de böyledir. şakanın tahakkuku ve tesarruflarda itibara alınması için
açık olarak dille söylenmesi şarttır, Meselâ, ben şakadan satıyorum demelidir.
Halin delâleti kâfi değildir, Şu kadar var ki, akidde zikredilmesi şarttır.
Anlaşmanın akidden önce yapılması kûfidir. İki taraf satışın aslında
uyuşurlarsa yani başkaları huzurunda satış sözünü söylemek için anlaşırlar,
hakikatta satışı murad etmezlerse ondan dönmedikleri takdirde satış münakiddir.
Çünkü ehlinden sadır olup mahallinde vâkidir. Lâkin hükmüne razı olmadıkları
için satış fâsiddir ve ebediyyen muhayyer olmak şartıyla yapılan satış gibi
olur. Fakat hükme rıza bulunmadığı için teslim almakla mala mâlik olunmaz.
Hatta müşteri köleyi âzâd etse geçersiz olur. Ulema böyle söylemişlerdir. Fakat
satışın bâtıl olması gerekir. Zira hükmü mevcuddur. Onun hükmü teslim almakla
mâlik olamamaktır. Fâsidin hükmü ise o işi kendi rızasıyla hükmüne razı olarak
yaparsa teslim almak ile ona mâlik olmaktır. Rıza yoksa mâlik olamaz. Bu
satırlar Menar ile Bahır sahibi tarafından yapılan şerhinden alınmıştır. Şu
halde şârihin : "Şaka ile münakid olmaz." sözü doğru değildir. Zira
yukarda geçen "Ehlinden sadır olup mahallinde vâkidir. Lakin hükme rıza
bulunmadığı için satış fâsıddir." sözüne aykırıdır. Meğerki bu söz sahih
surette münakid olmadığına yorumlansın. T.
Ben derim ki: Hâniyye ve Kınye'de
açıklandığına göre bu satış bâtıldır. Menar şerhinde bahsedilenler bununla
kuvvet bulur. Ulema çok defa bâtıla fâsid deyiverirlerdi. Nitekim bâbında
göreceksin. Lâkin bâtıl olmasına "iki taraf rıza gösterirlerse câiz olur.
Bâtıla ise rıza ve cevaz lahik olmaz. Bâtıl aslında münakid olmayandır. Fâsid
ise aslî itibariyle münakid; vasfı itibariyle münakid değildir. Bu aslı
itibariyle münakiddir. Çünkü malı mal ile değişmektir. Vasfı itibariyle münakid
değildir." diye itiraz olunur. Onun için ulemadan bazıları:
"Hûniyye'nin ifadesinden murad bâtıl sözüyle fesad kasdedilmiş
olmasıdır." şeklinde cevap vermişlerdir. Nitekim Hamevî haşiyesinde beyan
edilmiştir. Meselenin tamamı oradadır.
Ben derim ki: Evlâ olan budur. Çünkü usulü
fıkıh kitablarındaki fâsid olur sözüne uygundur. Teslim almakla milk ifade
etmemesine gelince: Bu iki tarafın muhayyer olması şartıyla yapılan satışa
benzediği içindir. Her fâsid teslim almakla milk olmaz. Onun için Eşbâh
sahibi:"Müşteri fasid olarak satılan malı teslim alırsa ona mâlik olur.
Ancak bir kaç meselede mâlik olmaz. Birincisi şakadan satış ile mâlik olamaz.
Nitekim usulde beyan edilmiştir. ikincisi baba küçük çocuğu için kendi malından
satın alır yahut bu maksadla fâsid olarak satarsa. onu kullanmadıkça teslim
almakla malik olunmaz. Muhît'te böyle denilmiştir. Üçüncüsü mal teslim alınmış
olarak emâneten müşterinin elinde bulunursa. sırf bununla ona mâlik
olamaz." denilir. Şârih şakacının satışı meselesini kefalet bahsinden önce
zikretmiş, musannıf ise metinde onu ikrah bahsine bırakmıştır.
METİN
Her iki tarife Tatarhâniyye'deki şu itiraz
vârid olur: "ikisi beraber çıkarırsa satış sahihdir. "Lâkin
Kuhistânî'de: "ikisi beraber bulunurlarsa satış münakid olmaz. Nitekim
selâm meselesinde ulema böyle demişlerdir." denilmektedir. Birinci tarife
de Eşbah'ın: "icabın tekrarı birinciyi iptal eder. Ancak sulh bahsinde
geleceği vecihle köle âzâdında ve mal mukabilinde boşamada iptal etmez."
sözüyle itiraz olunur. El-Manzumetü'l-Muhibbiyye adlı eserde şöyle.
denilmektedir: "Her akidden sonra yapılan akid yenidir ve ikincisi iptatal
olunur. Çünkü faydasızdır. Binaenaleyh sulhdan sonra yapılan sulh bâtıl olur.
Nikâh da öyledir.
İZAH
"Her iki tarife ilh..."Yani icab
ile kabulün tariflerine demek istiyor. Çünkü icabı birinci; kabulu ikînci diye
kayıdlamıştır. T. Kuhistanî'nin sözü Hidâye sahibinin Tecnis adlı eserinde de
mevcuddur.
"Nitekim selâm meselesinde ulema böyle
demişlerdir ilh..." Yani bir müslümana selâm ile birlikte icabı söylerse
tekrar mutlaka lâzımdır.
"Birinci tarife de" itiraz varid
olur. Çünkü onu birinci diye kayıdlamıştır. Tekrarda muteber olan ikincisidir.
Ona şöyle cevap verilir: Birinci icab bâtıl olunca tahkîka göre ikinci icab
birinci olur. Şu da var ki kabule nisbetle her iki icab birinci sayılır. Bunu
Tahtâvî söylemiştir.
"icabın tekararı" Yani kabulden
önce tekrarı demek istiyor.
"Birinciyi iptal eder." Kabul
ikinci icaba olur ve satış ikinci fiyat üzerinden olur.
"Ancak köle âzâdında ve mal mukabilinde
boşamada iptal etmez."
Eşbâh'da boşama zikredilmemiştir. Onu
zikreden Bahır sahibidir. Hatta Bîrî Eşbâh sahibine itirazda bulunmuştur. Bu
itiraz yalnız köle âzâdını zikrettiği içindir. Halbuki Valvalcî boşamayı da
zikretmiştir. Bîrî'nin söylediğine göre bunların ikisi de satış gibi olduğu
imam Ebû Yusûf'dan rivayet edilmiştir. Ama imam Muhammed'den gelen rivâyet daha
sahihdir. Yine Bîrî'de Zahîre'den naklen şöyle denilmektedir: "Bir adam
başkasına sona şunu bin dirheme sattım, dedikten sonra sana onu yüz dinara
sattım der de müşteri kabul ettim cevabını verirse, bu muamele ikinci icaba aid
olur ve satış yüz dinar üzerindendir. Ama bir kimse kölesine: Sen bin dirhem
mukabilinde hürsün, sen yüz dinar mukabilinde hürsün der de köle kabul ederse
her iki fiyatı ödemesi lâzım gelir.
Fark şudur: îkinci icab birinciden dönmek
demektir. Müşterinin kabulünden önce satıcının dönmesi muteberdir. Görmüyor
musun müşteri kabul etmeden satıcı ben bundan döndüm dese, dönmesi muteber
olur. Dönmesi muteber olunca da birinci icab bâtıl olup kabul ikinci icaba aid
olur. Köle sahibinin âzâd icabından dönmesi ise muteber değildir. Görmüyor
musun ben bundan döndüm dese, dönmesi muteber olmuyor. Çünkü âzâd olmayı malla
yapmak kabule taliktir. Taliklarda ise sözünden dönmenin bir tesiri yoktur.
Binaenaleyh birinci ve ikinci icablar hep birden bâkîdir. Kabulher ikisine aid
olur.
"Sulh bahsinde geleceği vecihle
iIh..." Şârih orada şöyle demiştir:"Esas şudur ki, tekrarlanan her
akidde ikinci akid bâtıldır. Yalnız kefalet, satın alma ve icarede bâtıl
değildir." Yine oradan beyan ettiğine göre buradakiyle Manzumedeki beyan
akdin tekrarına aiddir. Sözümüz ise icabın tekrarındadır. Nitekim gizli
değildir. Yani akid icab ve kabulün ikisiyle meydana gelir. Onun tekrarı icabın
tekrarı demek değildir. Bizim sözümüz ise icab hakkındadır, demek istiyor.
"Her akidden sonra yapılan akid
yenidir ilh..." Bu hususda Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir: "Bir
kimse: Sana şu kölemi bin dirheme sattım; onu sana yüz dinara sattım der,
müşteri de kabul ederse sözü kinci icaba aid olur ve satış yüz dinaradır. Ama :
Sana şu köleyi bin dirheme sattım der de müşteri kabul ederse, sonra gerek o
meclisde gerekse başka mecliste sana onu yüz dinara sattım diyerek müşteri
satın aldım cevabını verirse birincisi feshedilmiş olur, ikincisi münakiddir
Kezâ köleyi birinci kıymetin cinsiyle daha aza veya daha çoka satarsa hüküm
yine budur. Meselâ, evvela on dinara sonra dokuza; yahut onbir dinara. der de
on dinara satarsa ikinci satış mün'akid olmaz. Birinci satış hali üzere
kalır." Bu ifade hem icabın tekrarına hem de akdin tekrarına misâldir.
"İkincisi ibtal olunur." Yani
ikincisi de ilk fiyat kadarsa demek istiyor. Çünkü bildiğin gibi bu mânâsızdır.
Hiç bir faydası yoktur.
"Sulhdan sonra yapılan sulh bâtıl
olur." Bu yapılan sulh ıskat yoluyle olduğuna göredir. Karşılığını ödemek
şartıyle sulh yaparlar da sonradan başka bir bedel üzerinde mutabık kalırlarsa
ikincisi câiz; birincisi feshedilmiş olur ve satış gibidir. Bunu Hulâsa'dan
Bîrî nakletmiştir. Hulâsa sahibi de Müntekâ'dan almıştır.
Ben derim ki: Zâhire göre ıskat yoluyla
yapılan sulh ibra mânâsınadır. ikinci anlaşmanın bâtıl olduğu zâhirdir. Lâkin
burada onun murad edilmesi ihtimalden uzaktır. Münasib olan şudur: Sulhu akla
gelen mânâya yorumlamalıdır. O zaman murad birinci fiyat kadar olur. Buna
karine "satış gibidir" sözüdür. Şu halde zahire göre yukarki
tafsilâtla hükmü satış gibidir.
"Nikâh da öyledir." Yani ikincisi
bâtıldı ikinci akidde konulan mehir lâzım gelmez. Ancak akdi mehirde zîyade
yapmak için yenilerse o zaman ikinci âkdin mehri lâzım gelir. Nitekim Kınye'de
beyan edilmîşdir. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin mehir babının başıda
Bezzâziye'den naklen arzetmişdik ki, akid yenilendiği zaman mehrin lâzım
gelmemesi ihtiyat içidir. Şunu da Kâfî'den naklen arzetmiştik ki. kadınla
gizlice bîn dirhem mehir vermek üzere evlenîr de sonra iki bine olduğunu ilân
ederse, Asılda beyan edilenin zâhirine göre imam-ı Azam'ın kavlince iki bini
vermesi lâzım gelir ve bu mehri ziyade sayılır. İmam Ebû Yusuf'a göre mehir
birincisidir. Çünkü ikinci akîd hükümsüzdür. Binaenaleyh onun ifade ettikleri
de hükümsüzdür. İmam-ı Azam'a göre ikinci akid hükümsüz de kalsa onda
bildirilen ziyade hükümsüz değildir.
Fetih'de bu hususda şöyle denilmiştir:
"Bu ikinci akdin şaka olduğuna şâhid getirmediğine göredir. Aksi takdirde
birincinin muteber sayılacağından hilâf yoktur. "Bundan sonra Fetih sahibi
ulemadan bazılarının sadece ikinci akidde konuşulana itibar ettiği, bazılarının
ise her iki mehrin itibara alınması gerektiğini söylediklerini bildirmiş,
Kâdîhân'ın ikinci akidle mehirde ziyade kasdedilmedikçe bir şey lâzım
gelmeyeceğine fetva verdiğini kaydetmiş; sonra iki kavlin arasını şöyle
bulmuştur:Cumhurun lâzımdır demeleri diyâneten değil ancak ziyadeyi kasdederse
mânâsına yorumlanır. Kazaen tâzım gelir. Çünkü bu adam sözünün zâhiriyle
muahaze olunur. Meğerki şaka yaptığına şâhid getirsin.
Hâsılı itimad îmam-ı Azam'ın kavlinedir ki,
nassan rivâyet edilen ziyade lâzımdır, sözünün zâhiri budur. O zaman ikincinin
hükümsüz kalmasının mânâsı onunla birinci akid feshedilmiş olmaz demektir.
METİN
Bir kaç mesele müstesnadır ki, bunlardan
biri satın aldıktan sonra tekrar satın almaktır. Ulema onu sahih bulmuşlardır.
Ulemanın açıkladıklarına göre kefalet de böyledir. Zira maksad itimadın
ziyadeliği olursa tahakkuk edende murad acıktır.
İZAH
"Satın olduktan sonra tekrar satın
olmaktır ilh..." Eşbah sahibi diyor ki: "Câmiu'l-Füsuleyn'de mutlak
bırakılmış; Kınye'de ise ikincisi kıymetçe birinciden daha fazla veya daha az
yahut başka bir cinsten olursa diye kayıdlanmış; aksi takdirde sahih olmaz
denilmiştir.
Ben derim ki: Kınye'nin ifadesine göre
satın almakla satmak arasında fark yoktur. Onun için Bahır sahibi akdi mutlak
bırakmış, şöyle demiştir: "icabla kabul müteaddid olursa, ikincisi
mün'akid ve şayet evvelkinden daha çok veya daha az ise evvelki feshedilir.
Misli olursa feshedilmez. îkinci akid fâsîd olursa birincinin feshini tezammun
eder mi etmez mi meselesinde ulema îhtilâf etmişlerdir. Nehir sahibi teemmül
muktezası birincinin feshedilmemesi olduğunu söylemiştir. "Lakin
Câmiu'l-FûsuIeyn ve Bezzâziye sahibleri kesin olarak fesholunmadığını
söylemîşlerdir. Zahîre sahibi dahi bunlar gibi söylemlş: "İkincisi fâsid
dahi olsa birincinin feshini tezammun eder. Nitekim on dirhem ağırlığında bir
gümüş bileziği on dirheme satın alır da teslim aldıktan sonra onu dokuz dirheme
satarsa hüküm budur." demiştir. Bezzâzî bunu ta'Iil ederken: "Birçok
hükümlerde fâsid sahihe mülhaktır." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak
Remlî'den alınmıştır.
"Kefalet de böyledir ilh..."
Haniyye'de şöyle denilmiştir: "Nefse kefil olan bir kimse alacaklısına
kendisi için bir kefil verir de sonra asil ölürse, her îkikefil borçtan berî
olurlar. Kezâ birinci kefil ölürse ikinci kefil berî olur." Ulemadan biri
bunu böylece zikrederek şöyle demîşdir:"Müteaddid olması câîzdir demekle
şuna işaret etmiştir ki, kendisine kefil olunan kimse asilden birinci kefilden
sonra başka bir kefil olursa birincîsi berî olmaz. Ebussûud'un Eşbâh üzerine
yazdığı Hânîyye haşiyesinde böyle denilmiştir.
TENBİH: Eşbah'da şu ziyade vardır: Birinci
kiracıya verdikten sonra ikinci bir kiracıya vermek birinciyi fesh demek olur.
Nitekim Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Bahır sahîbi diyor ki: Her ikisinde
müddet bir, ücretler bir olursa satış gibi burada da ikincinin sahih olmaması
gerekir."
"Tahakkuk edende murad açıktır
ilh..." Cümlesi ikinci kefaletin bâtıl olmadığını ta'lil içindir. Şöyle
ki: Tekrar edildiği zaman hakikatta bundan murad başka 'bir kefil almakla
sadece güvenceyi arttırmaktır. Hatta hangisinden isterse alacağını alabilir.
METİN
İcabla kabul temlîk ve temellük mânâsını
ifade eden iki sözden ibarettir ki, bunlar ya sattım aldım gibi mazî yahut hal
olurlar. İstikbale delâlet eden edatlar bulunmayan satarım alırım gibi
müzari'ler böyledir. Yahut biri mâzî diğeri hal olur. Lâkin birincisi niyete
muhtaç değildir. ikincisi bunun hilafınadır. Bununla halen icabı niyet ederse
esah kavle göre câizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Meğerki o yer halkı
Harzemliler gibi onu hal için kullansınlar. O zaman mâzî gibi olur. Şimdi satıyorum.
sözü de böyledir. Çünkü sırf hal için kullanılır. Sırf istikbal için kullanılan
hal emir gibidir. Asla sahih olmaz, ancak emir hale delâlet ederse câiz olur.
Bunu şu kadara al, dedikten sonra müşteri aldım yahut razı oldum diye mukabele
ederse, iktiza yoluyla sahihtir. Bellenmelidir.
İZAH
"İki sözden ibarettir ki ilh..."
Burada Zeylaî şöyle demiştir: "Tahkîk ifade eden her sözle satış mün'akid
olur. Sattım, satın aldım, razı oldum, sana verdim veya bunu şu kadara al gibi
sözler bu kabîldendir. "Yahut bu yiyeceği sende olacağım olan bir dirhemle
ye! der de o da yerse, bu gibi fiillerle icab ve kabul olur. Nitekim bir iki
yaprak önce Fetih'den naklen arzetmiştik. Kalp fiillerinden birine ta'lik
edilerek yapılan satış da mün'akiddir. Meselâ, dilersen der de o da diledim
cevabını verirse satış mün'akid olur. Beğenirsen veya işine gelirse der de
alıcı beğendim veya işime geldi cevabını verirse, hüküm yine böyledir. Fakat
bana kıymetini ödersen bunu sana sattım derse, o meclisde ödemek şartı ile
sahih olur, İcab hibe sözü ile sahih olduğu gibi seni bu mala ortak ettim, seni
buna dahil kıldım, demekle de olur. Redd lâfzıyle dahi mün'akid olur. Bunu
Bahır sahibi Tatarhâniyye'den nakletmiştir.
Ben derim ki: İbâresi şudur: "Sana şu
cariyeyi elli altına reddediyorum, der de diğeri kabul ederse satış sâbit
olur." Bahır'da şöyle denilmiştir: "İcab, kılmak sözüyle de sahih
olur. Meselâ, bunu bin dirheme senin kıldım der. "Tamamı Bahır'dadır.
Ben derim ki: Bizim örfümüzde ağacın
üzerindeki meyveyi satmaya garanti derler. Sana şu meyveyi şu kadara garanti
ettim der de diğeri kabul ederse sahih olmak gerekir. Kezâ bir hayvanda ortak
iki kişiden biri hissesini ortağına satarken kâsır kıldım sözünü kullanmak örf
olmuştur. Bunu sana şu kadara kâsır kıldım der. Maksadı bu hayvandaki hıssemi
sana şu kadara sattım, demektir. Diğeri kabul ederse satış sahih olur. Çünkü bu
örfen temlîk ifade eden sözlerdendir.
TENBİH: îki sözden ibarettir demesi
gösteriyor ki, boş işaretiyle satış mün'akıd olmaz. El-Hâviz-Zâhidî'nin mevkuf
satış faslındaki şu ifade de bunu gösterir: "Bir fuzulî başkasının malını
satar da sahibi duyduğunda düşünerek sûkut ederse ve üçüncü bir şahıs cevaz
vermeye bana iznin var mı dedikte, evet cevabını verirse o şahıs cevaz verdiği
takdirde satış geçerli olur. Evet diye başını sallarsa geçerli olmaz. Çünkü
dili söyleyen bir kimse hakkında başını sallamak muteber değildir. "Lâkin
şöyle denilebilir; Birine bu malı bana şu kadara sat der de o kimse evet sattım
diye başıyla işaret eder ve öteki satın aldım derse, iki taraf razı olarak
teslim vuku bulunca birbirlerine vermek suretiyle satış olur. Hiç bir taraftan
teslim bulunmazsa bunun hilâfınadır. Nitekim birbirlerine vermek suretiyle
satış bâbında gelecektir ki. teslim bulunması mutlaka lâzımdır. Velevki yalnız
biri tarafından olsun. Bana zâhir olan budur. Eşbâh'da işaret hükümlerinden
olmak üzere: "Dili tutulmuş değilse işaret yalnız dört şeyde muteberdir.
Bunlar küfür, İslâm, neseb ve fetva vermedir ilh..." denilmektedir.
"Lâkin birincisi niyete muhtaç
değildir ilh..." İfadesinden murad her iki tarafın sözleri mâzî olduğuna
göredir. Bunu Minâh'dan naklen Tahtâvî söylemiştir. iki tarafın sözleri
muhtelif olursa mâzî olan yine niyete muhtaç değildir.
"ikincisi bunun hilâfınadır
ilh..." Çünkü o niyete muhtaçtır. Mezhebimizin esah kavline göre velevki
hakikatta hale delâlet etsin. Çünkü hakikaten veya mecazen gelecek mânâsında
kullanılması daha çoktur. Onu Bahır sahibi Bedâyı'dan nakletmiştir.
"Aksi takdirde câiz olmaz ilh..."
Sözü geleceği niyet etmesine yahut hiçbir niyeti bulunmaması haline sadıktır.
T.
"Onu hâl için kullansınlar
ilh..." Yani vaadedmek veya gelecek için değil de hâl mânâsında
kullanırlarsa "o zaman mâzî gibi olur" ve niyete muhtaç değildir.
Bahır.
"Şimdi satıyorum sözü de böyledir
ilh..." Hatta evleviyetle satış hükmünü ifade eder. Çünkü hâl mânâsını
niyet etmek sahih olunca onu açıkça söylemek evleviyetle sahih olur. T.
"Emir gibidir ilh..." Yani
müşteri bana bu elbiseyi şu kadara sat der;satıcı da sattım cevabını verirse
yahut satıcı bu malı benden şu kadara satın al, der de müşteri satın aldım
cevabını verirse satış câiz olmaz. Emirle hâl mânâsını niyet etsin etmesin
hüküm budur. Çünkü emir, sırt istikbale delâlet eder. istikbal bildiren mûzari
de böyledir.
"Bunu şu kadara al ilh..."
Meselesi hususunda Fetih'de şöyle denilmektedir: "Çünkü emir istikbâl
bildirse de maddesinin hususiyeti yani "al" emri satışın önce
yapılmış olmasını gerektirir. Binaenaleyh mâzî gibi olur. Şu kadar var ki, mâzî
bir sözün önce satış yapıldığını gerektirmesi lügatta bu mânâya tahsis edildiği
içindir. Al emrinin öncelik gerektirmesiyse iktiza yoluyladır. Bu söz
"Sana şu kölemi bin dirheme sattım" dediği vakit diğerinin "o
halde o hürdür" cevabını vermesine benzer. Köle âzâd olur, satın aldım
sözü iktiza yoluyla sâbittir. öyleyse demeyip o hürdür cevabını vermesi bunun
hilâfınadır. Köle âzâd olmaz.
METİN
Satışın yüz ve ferc gibi âzâdı kendisine
izafe etmek sahih olan bir uzvuna izafeti de sahihdir. Aksi takdirde câiz
olmaz. Sırtına ve karnına izafeti bu kabîldendir. Sattım veya satın aldım
mânâsına delâlet eden her kelimeyle satış câizdir. "Dediğini yaptım, evet,
'kıymetini getir, o senindir, o senin kölendir. o sana feda olsun ve onu
al!" gibi sözler kabuldür. Lâkin Valvalciyye'de bildirildiğine göre söze
satıcı başlar da müşteri evet diye cevap verirse, satış münakid olmaz. Çünkü bu
tahkîk değildir. Bunun aksiyle satış sahih olur. Çünkü cevaptır. Kınye'de:
"Bana şu kadara sattın mı? sualinden sonra parayı sayarsa bu satış olur.
Çünkü parayı saymak tahkîke delâlet eder. Ben bu malı sattım ey filanca, ona
haber ver der de müşteriye başkası haber verirse câiz olur.
Bellenilmelidir." denilmiştir.
İZAH
"Yüz ve ferc gibi âzâdı izafe etmek
ilh..." Meselâ, şu kölenin yüzünü sana sattım veya şu cariyenin fercini
sana sattım. sözleriyle satış câiz olur. Çünkü bu uzuvlarla bütün beden ifade
edilir.
"Kabuldür" Zâhirine bakılırsa bu
sözlerden birini satıcının veya müşterinin söylemesi kabuldür. Bu sözlerle icab
olmaz. Halbuki bunlar yalnız satıcı tarafından söylenirse kabul olur. Nitekim
şârih : Lâkin Valvalciyye'de ilh... diyerek buna tenbîhde bulunmuştur. Bu
sözlerle icab dahi olur.
Bahır sahibi diyor ki: "Müşteri bana
şu köleni bin dirheme satar mısın? der de satıcı evet cevabını verirse, müşteri
aldım dediği takdirde bu geçerli bir satış olur. Bu cümlede evet sözü icab
olur. Kezâ müşteri senden bin dirheme satın aldım der de satıcı evet cevabını
verirse, bu kelime kabul dahi olur." Bu ifadenin bir benzeri de
Fetih'dedir.
"Lâkin Valvalciyye'de ilh..." Bu
ifadenin bir benzeri de Tatarhâniyye'dedir. Orada şöyle denilmiştir:
"Satıcı bunu sana bin dirheme sattım der de müşteri ben de dediğini yaptım
cevabını verirse bu satış olur. Evet diye cevap verirse, satış olmaz. Semerkand
fetâvâsında bildirildiğine göre; bir kimse başkasına senin şu köleni bin dirheme
satın aldım der de satıcı dediğini yaptım yahut evet veya parasını getir,
sözlerinden birini söylerse satış sahih olur. Esah kavil budur." Bu ifade
dahi açık gösterir ki, evet kelimesi müşteri tarafından söylenirse kabul
sayılmaz.
"Çünkü bu tahkîk değildir ilh..."
Müşterinin evet demesi satıcının sana sattım sözünü tasdikten ibarettir. Sırf
sana sattım sözüyle ise satış tehakkuk etmez. Müşteri satın aldım dedikten
sonra evet kelimesini satıcının söylemesi bunun hilâfınadır. Zira ona cevaptır.
Sanki evet benden satın aldın demiş gibidir. Satın almak ise evvela satış
yapılmasına bağlıdır. Bana zâhir olan budur.
"Kınye'de ilh..." Cümlesi dahi
metine yapılmış bir istidraktir; ve tenbîh ettiğimiz vecihle bu da evet
kelimesinin icab olduğunu bildirir. Bahır'da zikredildiğine göre Kınye'nin
ibâresi: "Bana şu kadara sattın mı? Yahut benden şu kadara satın aldın mı?
ilh..." şeklindedir. Zâhirine bakılırsa malın parasını saymak kabul yerini
tutar. Çünkü sualden sonra evet diye cevap vermek yalnız icab olur. Şu halde
saymak onu aldım yahut razı oldum, demesi mesabesindedir. Kabulün sözle olması
şart değildir. Nitekim bunu Fetih'den nakletmiştik.
"Ben bu malı sattım ilh..."
Cümlesinin münasib olan yeri aşağıda gelen "ancak yazı ile veya aracı
göndermekle olursa o başka" sözünden sonraydı. Câiz olmasının vechi
Muhît'ten nakledilen şu ifadedir:"Satıcı ona haber ver dediği akit haber
verilmesine kendisinin razı olduğunu göstermiştir. Müşteriye kim haber verirse
satıcının rızasıyla haber vermiştir. Binaenaleyh müşteri kabul ederse satış
sahih olur.
METİN
Satışta akdin yarısı gâibin kabulüne bağlı
değildir. Gâibde olan filancaya sattım der de haber aldığında kabul ederse,
bilittifak satış münakıt olmaz. Ancak yazı veya aracı göndermek suretiyle
olursa o başkadır. Bu takdirde yazının veya aracının ulaştığı meclise itibar
olunur, Nitekim en zâhir kavle göre nikâhda da akdin yarısı gaibin kabulüne
tevakkuf etmez. imam Ebû Yusuf buna muhâlifdir.
İZAH
"Gâibin kabulüne bağlı değildir
ilh..." Yani bâtıl olur H.
"Akdin yarısından murad icabdır.
"Satışda" İfadesi hul ve köle
âzâdından ihtiraz içindir. Nitekim gelecektir.
"Haber aldığında kabul ederse"
Yani satıcı haber ver diye kimseye emretmemişse hüküm budur. Nitekim Hulâsa'da
beyan edilmiştir. Fakat birine emreder de o haber verir ve gâip kabul ederse
satış sahihtir. Velevki haber veren kimse memur edilenden başkası olsun.
Nitekim az yukarıda geçti.
"Ancak yazı veya aracı göndemıek
suretiyle olursa o başkadır îlh..." Yazının sureti şudur: "Bundan
sonra, malum olsun ki ben kölem filanı sana şu kadara sattım." Yazı
ulaştığı vakit o kimse bulunduğu mecliste satın aldım derse, aralarında satış
tamam olur. Aracı göndermek de şöyle olur: Satıcı müşteriye bir aracı
göndererek: "Bunu gâip filancaya bin dirheme sattım, git de ona
söyle" der. Aracı da gidip haber verirse, müşteri bulunduğu meclisde kabul
ettiği takdirde satış tamam olur. Nihaye'de bildirildiğine göre bu iş icare,
hibe ve kölenin kitabetinde dahi böyledir. Bahır.
Ben derim ki: Yazışma iki taraftan olur.
Müşteri senin filan köleni şu kadara satın aldım diye yazarda satıcı sattım
diye mektup gönderirse bu satış olur. Nitekim Tatarhâniyye'de beyan edilmiştir.
"Bu takdirde yazının veya aracının
ulaştığı meclise itibar olunur ilh..." Hidâye'de şöyle denilmiştir:
"Yazı konuşma gibidir. Aracı göndermek de öyledir ve yazının ulaşdığı
aracılığın eda edildiği meclise itibar olunur."
Gayetü'l-Beyân'da bildirildiğine göre
Şemsü'l-eimme Serahsî, Mebsût'unun nikah bahsinde şunları söylemiştir:
"Nikâh yazıyla münakid olduğu gibi satış ve diğer tesarruflar dahi yazıyla
münakid olur." Şey-hülislâm Hâherzâde dahi Mebsût'unda şöyle demiştir:
"Yazı ile söz müsavidir yalnız bir fasılda ayrılırlar ki, o da şudur:
Damad mevcud olup kadına nikâh meselesini söyler de konuştukları mecliste kadın
cevap vermez, başka bir meclisde kabul ederse bu nikâh sahih değildir. Yazıyla
olursa yazı kadına ulaşıp okur da kendini o adama bulunduğu meclisde nikâh
etmezse. sonra başka bir meclisde şâhidler huzurunda ve şâhidler hem kadının
sözünü hem de mektupla yazılanın sözünü işîtmek şartıyla nikâh ederse nikâh
sahih olur. Çünkü gâipde olan dâmad bu kadını ancak yazıyla istemiştir. Yazı
ise ikinci meclisde de bâkîdir. Binaenaleyh ikinci meclisde mektubun bâkî
kalması ve şâhidlerin onu işitmeleri gâipte olmayan dâmadın başka bir mecliste
sözü tekrarlaması mesabesindedir. Dâmad mevcudsa kadını ancak sözle
isteyebilir. Bir mecliste söylenen söz ise ikinci meclise kalmaz. İkinci
meclise şâhidlerin işittikleri akdin yarısıdır."
Hâsılı şu kadar mehirle seninle evlendim
sözü kabul bulunmadığı vakit mücerred kadını istemek olur. Kadın başka mecliste
kabul ederse sahih olmaz. Ama bu sözü ona yazması bunun hilâfınadır. Çünkü
kadın mektubu ikinci defa okuduğunda seninle şu kadara evlendim sözü mevcuddur.
Bunu şâhidler huzurunda kabul ederse akid sahih olur. Nasılki ikinci defa ona
dünür yollasa hüküm budur. Zâhirine bakılırsa satış da böyledir. Ama bu
Hidâye'nin ifadesine muhâliftir. Sonra kimseye gizli değildir ki, mektubu
okumak yazanın icab yapması mesabesindedir. Yazıyı bir meclisde kabul ettiği
vakit icab ve kabul bir meclisde yapılmış olur. Binaenaleyh "yazı veya
aracılıkla olması müstesnadır" demeye hâcet yoktur. Evet, yazıldığı
meclise göre bunu demek doğrudur. Çünkü sana sattım diye yazdığı vakit bu söz
hükümsüz kalmaz, sadece kabule bağlı olur. Velevki bu kabul mektubu okumaya
bağlı olsun.
METİN
Akid sahibi bundan dönebilir. Çünkü bu bir
bedel karşılığı akiddir. Hul ve mal karşılığı köle âzâdı bunun hilâfınadır.
Onlar da bilittifak kabule bağlıdır. Ondan dönemez. Çünkü sonu itibarıyle
yemindir. Fiile gelince: O kıymetli malda olsun kıymetsizde olsun birbirlerine
vermekten yani tenavülden ibarettir. Kamûs. Kerhi buna muhâliftir. Esah kavle
göre verirken razı olmadığını açıklamazsa verme bir taraftan dahi olsa câizdir.
Fetih. Bununla fetva verilir. Feyz. Parayı sayıp karpuzları alır, fakat satıcı
ben onları bu fiyata vermem derse satış münakid olmaz. Nasılki fâsid akidden
sonra birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış da münakid değildir. Hulâsa
ve Bezzâziye.
İZAH "Akid sahibi bundan dönebilir
ilh..." Maksad bu surette onun dönmesi icab eder demek değildir. Zira icab
bâtıl olunca ondan dönmenin mânâsı yoktur. Murad orada bulunan tarafın
kabulünden önce dönebilmesidir.
Minah'da şöyle denilmiştir: "Sonra
akdin yarısının kabule bağlı olmadığı her yerde akid sahibinin ondan dönmesi
câizdir. Şarta ta'liki sahih olmaz. Çünkü bu bedelli bir akiddir. Hul ve mal
şartıyla köle âzâdı gibi kabule bağlı olan yerlerde dönmek sahih değildir.
Şarta ta'lik câizdir. Çünkü koca ve köle sahibi tarafından yemin; kadın ve köle
tarafından bedelli akiddir. H."
"Çünkü sonu itibariyle yemindir
ilh..." Yani koca ile köle sahibi tarafından yemindir. Bunun yemin olması
şundandır: Allah Teâlâ'dan başkasına yemin şart ile cezayı söylemekten
ibarettir. Hul ve köle âzâdıysa talâk ve âzâdı kadınla kölenin kabulüne
ta'liktir ki, bunlar kadınla köle tarafından bedelli akiddirler. Koca ve köle
sahibi tarafından yemin olunca dönmesine imkân yoktur. Meselenin tamamı
Azmiyye'dedir.
"Kıymetli malda olsun kıymetsizde
olsun ilh..." Kıymetli mal köle gibi fiyatı yüksek olandır. Kıymetsiz ise
ekmek gibi fiyatı az olandır. Ulemadan bazıları kıymetli malı hırsızlık nisabı
ve daha fazlasiyle, kıymetsizi bundan aşağı olmakla sınırlandırmışlardır.
Mutemed kavil mutlak olandır. Bunu Bahır'dan naklen Tahtâvî söylemiştir.
Ben derim ki: Bahır'da "Mutemed kavil
mutlak olandır." sözü yoktur. Evet, onu gerek kıymetli gerekse kıymetsiz
malı birbirlerine vermenin şumulü sırasında söylemiş, sahih ve mu'temed olan
budur, demiştir.
"Tenâvülden ibarettir. Kâmûs."
Bahır sahibi diyor ki: "Sıhâh ile Misbâh'da da böyle denilmişdir. Halbuki
tenâvül ancak bir tarafın vermesini diğer tarafın almasını gerektirir.
Anlaşıldığı gibi iki taraftan verme değildir. Tarsusî. Yani Tarsusî:
"Birbirlerine vermenin hakikatı her ikisinin rızasıyle söz söylemeksizin
bir kıymeti bırakıp diğer kıymeti almaktır." demişdir ki, bu söz vermenin
her iki taraftan gerektiğini ifade eder.
Ben derim ki: Söz söylemeden demesi
Fetih'den naklettiğimizi ifade eder. Orada: "Satan bu malı sana bin
dirheme sattım der de müşteri bir şeysöylemeden onu alırsa, bu kabul sayılır.
Ve bu birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış değildir. Ama bazıları buna
muhâlif olarak onu birbirlerine verme satışı saymışlardır. Zira birbirlerine
verme satışında icab yoktur, fiyatı öğrendikten sonra teslim alma vardır.
"Kerhî buna muhaliftir ilh..."
Çünkü şöyle demiştir: "Birbirlerine vermek suretiyle alışveriş ancak
kıymetsiz malda câizdir. "Bunu Tahtâvî Kuhistânî'den nakletmiştir.
Hâvî'l-Kudsî'de: "Meşhur olan budur."
"Verme bir taraftan dahi olsa câizdir
ilh..." Bu şöyle olur: İki taraf fiatta anlaşırlar, sonra müşteri
satıcının rızasıyla parayı vermeksizin malı alıp gider yahut müşteri parayı
satıcıya verir; sonra satılan malı teslim almadan oradan gider. Sahih kavle
göre bu satış geçerlidir. Hatta anlaşmadan sonra iki taraftan biri vazgeçerse
hâkim onu mecbur eder. Ama bu fiyatı bilinmeyen mallardadır, Et ve ekmek gibi
mallarda fiyatı bildirmeye hâcet yoktur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Murad
sadece satılan mal mevcud olup bilindiği vakit kıymetini ödeme hususundadır.
Müşteri kıymeti ödemiş fakat malı almamıştır. T.
Kınye'de şöyle denilmektedir: "Bir
kimse buğday satan birine ondan buğday almak için beş altın verir de bunu kaça
satıyorsun diye sorar, o da yüz ölçeği bir altına cevabını verirse, bundan
sonra müşteri susup sonra buğdayı ister, satıcı sana yarın veririm derse ve
aralarında satış olmadan müşteri oradan giderek ertesi gün buğdayı almaya
geldikte fiyatın değiştiğini görürse, satıcının o buğdayı ilk fiyatla vermesi
gerekir." Kınye sahibi sözüne devamla şöyle demektedir: "Bu hâdisede
dört mesele vardır. Birincisi birbirlerine vermekle satışın munakid olması,
ikincisi kıymetli veya kıymetsiz her malda münakid olmasıdır ki sahih olan budur.
Üçüncüsü, bununla bir taraftan münakid olması; dörduncüsü de, malı vermekle
munakid olduğu gibi kıymetini vermekle de satış münakid olmasıdır.
Ben derim ki: Burada beşinci bir mesele
vardır ki şudur: Malın fiyatı sonradan öğrenilse bile bununla satış münakid
olur. Çünkü öğrenmeden önce kıymetini ödemiştir, Bahır.
"Satış münakid olmaz ilh..." Yani
pazarcıların âdetini bilse de olmaz. Bunların âdeti satıcı bir fiyata razı
olmadığı vakit parayı iade etmek yahut malı geri almaktır. Aksi takdirde satışa
razı olmuş sayılır. Müşterinin gönlünü olmak için de arkasında ben bunu vermem
diye bağırır. Böyle dese de satış sahihdir. Kınye
"Nasılki fâsid akidden sonra
ilh..." Yani birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış fâsid akidden
sonra olursa mün'akid değildir. Hulâsa'nın ibâresi şöyledir: "Bir adam
kilimciden yastık ve dokunmamış seccadelik satın alır da ödemek için müddet
tâyin etmezlerse câiz olmaz. Yastık ve kilimleri dokuyarak müşteriye teslim
ederse, bu birbirlerine verme suretiyle satış sayılmaz. Çünkü bu mallar sabık
satış hükmünce teslim edilirler; bu satış ise bâtıldır."
Bezzâziye'nin ibâresiyle şöyledir:
"Birbirlerine vermek ancak sabık fâsid veya bâtıl bir satışa ibtina
etmemek şartıyle satış olur. Bâtıl veya fâsid satışa ibtina ederse sahih
olmaz."
METİN
Bahır'da açıklanmıştır ki, fâsid bir
akidden sonra yapılan icab ve kabul ile fâsidden vazgeçilmeden satış münakid
olmaz. Birbirlerine vermek suretiyle satış ise evleviyetle münakid olmaz. Şu
halde Hulâsa ve diğer kitabların ifadeleri de buna yorumlanır. Tamamı Eşbâh'ın
fevâid bahsindedir ki: "Tezammun eden bâtıl olunca, tezammun edilen şey de
bâtıl olur. Fâsid üzerine mebnî olan bir şey fâsiddir." denilmektedir.
İZAH
"Fâsidden vazgeçilmeden satış münakid
olmaz ilh..." Haniyye'de zikredilen şu mesele bunun fer'iddir: "Bir
kimse fasid satışla bir elbise alır da ertesi gün satıcıya rastlayarak: Sen şu
elbiseni bana bin dirheme sattın, dese satıcı hayır cevabını verdikte, ben onu
bir kere aldım diye mukabele ederse bu bâtıldır. Ama bu önceden fâsid bir satış
olduğuna göredir. Her iki taraf fâsid satıştan vazgeçtilerse, bugünkü satış
câizdir."
Ben derim ki: Lâkin Nihaye, Fetih ve diğer
kitablarda Hidaye'nin:
"Bir kimse her ölçeği bir dirheme
diyerek bir yığın zahire satarsa ilh..." dediği yerde rakkamla satışın
fâsid olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bunda mechul kalan cihet fazladır. Bu
akdin aslına tesir eder. O da müşterinin bilmediği rakkamlı fiyatın meçhul
olması ki, kumar mesabesindedir. Bundan dolayı Şemsü'l-eimme Hulvânî şöyle
demiştir: "Rakkam meselesini o meclisde bilmek, bu akdi câiz olmaya
çeviremez. Lâkin satıcı razı olmaya devam eder, müşteri de rıza gösterirse
ikisinin rızalarıyla aralarında akid meydana gelir." Fetih'de buna
birbirine vermek suretiyle satış denilmiştir ki, murad birdir. Yine fâsid satış
bâbında gelecektir ki, kaçak köleyi satmak câiz değildir. Bu köleyi satar da
sonra köle dönüp gelir ve onu teslim ederse, bir rivâyete göre satış tamam
olur. Zâhir rivâyete göreyse tamam olmaz. Bu mesele hakkında Bahır'da şöyle
denilmiştir: "Birinci rivâyeti ulema birbirlerine vermekle satış münakid
olur. diye te'vil etmiştir." Bunun zâhirine bakılırsa her iki tarafın
fâsid satışı terketmeleri şart değildir. Buna ihtimalden uzak olmakla beraber
şöyle cevap verilebilir: Şart koşmak elden yapılan alış-veriş meclisten sonra
olursa diye yorumlanır. Mecliste olursa buradaki gibi şart koşulmaz.
Fark şudur: Meclisten sonra fesad her
yönüyle tekarrur eder. Binaenaleyh her iki tarafın vazgeçmeleri mutlaka
lâzımdır. Meclisde olursa her yönüyle fesad tekarrur etmez. Binaenaleyh
vazgeçme zımnen hâsıl olur. Bu meselede iki kavil olması ihtimali de vardır ki,
zâhir olan da budur. Hulvânî'den naklettiği rakkamla satış meselesi Hindiyye'de
Murâbaha bâbının sonunda kesin olarak aksine izah edilmiştir. Orada
bildirildiğine göre bir meclisde öğrenmek işi yeni akid gibi yapar ve sanki
kabulü meclisin sonuna bırakmış gibi olur. O bahisde Fetih sahibi dahi
kesinlikle buna kâil olmuştur.
"Evleviyetle mün'akid olmaz
ilh..." Cümlesi Bahır'dan alınmışdır. Orada şöyle denilmektedir:
"Birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış da evleviyetle mün'akid
olmaz. Bu Hulâsa ve Bezzâziye'de açık olarak beyan edilmiştir. Yani fâsid veya
bâtıl bir akidden sonra birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış mün'akid
değildir. Çünkü ondan önceki bâtıl üzerine bina edilmiştir. Bu da bizim
söylediğimize yorumlanır." Bizim söylediğimize ifadesinden murad birinci
satışdan her ikisi vazgeçmedikce yeni satışın mün'akid olmamasıdır. Sârihin :
"Hulâsa ve diğer kitabların ifadeleri de buna yorumlanır." demesinin
mânâsı budur. "Hulâsa'daki" demekten muradı daha evvel söylediği
"Nitekim fâsid bir akidden sonra olsa mün'akid değildir." sözüdür.
Biz, Hulâsa ve Bezzâziye'nin ibârelerini naklettik. Ama onlarda "Her iki
taraf birinciyi terk etmezden önce" kaydı yoktur. Şârih bu kaydı Bahır
sahibine uyarak koymuştur. Tâ ki sözü başkalarının ifadesine aykırı gelmesin.
Anla!
"Tamamı Eşbâh'ın fevâid bahsindedir
ilh..." Yani üçüncü fennin sonundadır, demek istiyor. Fakat orada asıl
meselenin üzerine ziyade edilmiş söz yoktur. ihtimal ki şârih bu yerde
kendisinin Eşbâh üzerine yazdıklarını kasdetmiştir. Yahut bu asla teferru eden
bu meselenin benzerlerini murad etmiştir.
"Tezammun eden bâtıl olunca tezammun
edilen şey de bâtıl olur ilh..." Zira vazgeçmeden önce olursa, birinci
satış bâtıl olunca onun tezammun ettiği tesellüm de bâtıl olur. Bu kaidede
söylenecek sözler vardır. Biz onları yeni peyda olmuş meyvanın satışı bâbında
söyleyeceğiz.
METİN
Birbirine vermekle yapılan satışta her iki
tarafın vermeleri lâzımdır, diyenler de vardır. Ekseri ulemanın kavli budur.
Bunu Tarsûsî söylemiş;Bezzâzî dahi bunu ihtiyar etmiştir. Hulvanî bununla fetva
vermiş; Kirmânî ise fiyatı bildirmekle beraber satılan malın teslimi ile
yetinmiştir. Böylece üç kavil ortaya çıkmıştır. Fetva bunların hangisiyle
verildiğini gördün. Biz Mültekâ şerhinde ikale, icâre ve sarfın dahi birbirine
vermek suretiyle sahih olduğunu beyan ettik.
İZAH
"Böylece üç kavil ortaya çıkmıştır
ilh..." Bu ihtilâf İmam Muhammed'in sözünden çıkmıştır. İmam Muhammed
birbirine vermek suretiyle yapılan satışı birkaç yerde zikretmiştir. Bir yerde
onu her iki tarafın vermeleriyle yapılan satıştır, diye tasvir etmiş; bundan
bazıları bunun şart olduğunu anlamışlardır. Başka bir yerde iki taraftan
birinin vermesiyle yapılan satıştır şeklinde tasvir etmiştir. Bazıları bundan
bir tarafın vermesiyle yetinileceğini anlamışlardır. Bir yerde de satılan malın
teslimi diye tasvir etmiştir. Bundan da bazıları kıymeti teslimin kâfi
gelmiyeceğini anlamışlardır. Bunu Bahır sahibi Zahîre'den nakletmiştir. T.
"Biz Mültekâ şerhinde ilh..."
İbâresi Bezzâziye'den naklen şöyledir:"İkale dahi sahih kavle göre iki
taraftan birinin vermesiyle mü'akid olur." İcâre de böyledir. Nitekim
İmadiyye'de beyan edilmiştir. Sarf dahi böyledir. Bu, Nehir'de beyan edilmiş;
delil olarak Tatarhâniyye'nin şu ifadesi gösterilmiştir: "Müşteri muhayyer
olmak şartıyla bin dirheme bir köle satın alır da satana yüz altın verirse,
sonra bey'i feshettiği takdirde İmam-ı Azam'ın kavline göre sarf câizdir.
Dirhemleri iade eder. Ebû Yusuf'un kavline göre sarf bâtıldır. Bu fâide
güzeldir. Ben buna tenbih eden görmedim.
T E T İ M M E : Bir kimse borçlusundan
alacağını istese, o da ona malûm mikdarda arpa göndererek bunu bu beldenin
geçer fiyatıyla al dese, fiyatı her iki taraf bildikleri takdirde satış olur.
Bilmezlerse satış olmaz. Birbirine vermekle yapılan satışın bir nevi de şuf'a
olmayan yerde müşterinin satın aldığı malı şuf'a ile isteyene teslimidir. Kezâ
satın almaya vekil olan kimsenin müvekkili inkâr ettikten sonra malı ona teslim
etmesi de böyledir. Kendisine bir cariye emânet olunan kimse emânet eden şahsa
başka bir cariye getirir de yemin ederse, hükmen bu da birbirine vermekle satış
olduğundan emânet eden şahsın bu cariyeyle cima'da bulunması helâldir. İmam Ebû
Yusuf'dan bir rivâyete göre bir kimse terziye bu çarşaf benim değildir der de
terzi onun olduğuna yemin ederse alması câizdir. Bu meselenin verilen mal
verenin ise diye kayıdlanması gerekir. Müşteri kusur muhayyerliği sebebiyle bir
malı iade de eder. Satan ise iade edilenin o mal olmadığını yüzde yüz bilirse
kabulüne razı olduğu takdirde bu da birbirine vermekle satış kabîlindendir.
Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bu izaha göre emânet cariye ile çarşafta da
mutlaka rıza şarttır. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
FER'İ MESELELER: Bir insan satıcının
mallarını istihtâk ettikten sonra kendisini hesaba çeken satıcıdan bir şeyler
sızdırırsa istihsanen câizdir.
İZAH
"Birşeyler sızdırırsa istihsanen
câizdir ilh..." Bahır'da beyan edildiğine göre üzerine akid yapılan malın
şartlarından biri mevcud olmasıdır. Mevcud olmayan bir şeyin üzerine satış akdi
yapmak câiz değildir. Bahır sahibi bundan sonra şöyle demiştir: "UIemanın
müsamaha göstererek bu kaideden çıkardıkları meselelerden biri de Kınye'de
bildirilen eşyadır ki, satıcıdan haraç olarak alınır. Nitekim mercimek, tuz,
zeytinyağı ve benzeri şeylerde satış yokken âdet budur. Sonra bunlar piyasadan
yok oldukta satın alırsa sahih olur demek mevcud olmayan malın satışı burada
câizdir." Ulemadan birinin beyanına göre bu mevcud olmayan bir şeyi satmak
değil sahibinin izniyle örfen itlaf edilen malların ödenmesi kabîlindendir. Bu,
güçlüğü gidermek ve işi kolaylaştırmak içindir. Nitekim âdettir. Burada şöyle
denilebilir: İzin verdiği halde ödemek fukahânın sözlerinden olduğu
bilinmemektedir. Hamevi. Yine burada şöyle denilebilir: Misliyâtın ödenmesi
misliyle olur, kıymetle olmaz. Kıyemiyyatın ödenmesi de kıymetle olur,
parasıyla ödenmez, T.
Ben derim ki: Bunların hepsi kıyasdır.
Halbuki bu meselenin istihsan olduğunu gördün. Ama bunu ayn olan malları ödünç
vermekle izah mümkündür. Bunları kıymetiyle ödemek istihsan olur. Kıyemiyyattan
olan şeylerden faydalanmanın helâl olması da böyledir. Çünkü onları ödünç
vermek fâsiddir. Bundan istifade helâl değildir. Velevki teslim almakla milk
olsunlar. Nehir'de bunların mercimek ve benzeri şeylerden olmak üzere birbirine
vermek suretiyle satış olacağı izah edilmiştir. Bu gibi şeylerde kıymet
beyanına hâcet yoktur. Çünkü malûmdur. Hamevî buna itiraz etmiş ve:
"Bunların kıymetleri muhteliftir. Binaenaleyh işin sonu kavgaya
varır." Demiştir.
Ben derim ki: Nehir'deki ifade kıymetin
malûm olduğuna göredir. Lâkin bu izaha göre mevcud olmayan bir şeyi satmak
kabîlinden değil, her şeyi aldıkça malûm kıymetiyle satış mün'akid
olduğundandır. Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse ekmekçiye bir
kaç dirhem verir de senden yüz batman ekmek satın aldım der ve her gün beş
batman ekmek almaya başlarsa, bu satış fâsiddir, yediği de mekrûhtur. Çünkü
işaret olunmayan bir ekmek satın almıştır. Binaenaleyh satılan mal meçhûldür. Dirhemleri
ekmekçiye verir de işin başında senden satın aldım demeden her gün beş batman
almaya başlarsa câiz olur ve bu helâldir. Velevki verdiği vakit niyeti satın
almak olsun. Çünkü mücerred niyetle satış mün'akid olmaz. Satış şimdi
birbirlerine vermekle mün'akid olur. Şimdiyse satılan mal malûmdur; satış da
sahih olarak mün'akiddir."
Ben derim ki: Bunun vechi şudur: Ekmeğin
fiyatı malûmdur. Önceden kıymetini vererek birbirlerine vermek suretiyle
alırken satış mün'akid olunca kıymetini vermesi geciktiği vakit evleviyetle
câiz olur. Bu ekmek ve et gibi alırken fiyatı malûm olan şeylerde zâhirdir.
Fakat alırken fiyatı meçhûl olursa birbirlerine vermekle aldığında satış
mün'akid olmaz; çünkü kıymet meçhûldür. Alan kimse bunda tasarrufda bulunursa
-ki, satıcı onu kendi rızasıyla vermiştir- bedel yoluyla tasarrufta bulunup
vermekle satış mün'akid olmaz. Velevki satış niyetiyle olsun. Biliyorsun ki
satış niyetle mün'akid olmaz. Binaenaleyh misliyle veya kıymetiyle ödemek
ödünce benzer. Mislî bedeli veya kıymetî olarak bîr şey üzerine ittifak
ederlerse, alanın zimmeti berî olur. Lâkin mal kıyemiyattan olduğu vakit
üzerinde tasarrufun câiz olması hususunda îşkâl bâkîdir. Çünkü kıyemiyattan
olan bir şeyin ödünç verilmesi doğru değildir. Burada onu doğru çıkarmak istihsanendir.
Ekmek ve mayanın ödünç verilmesi böyledir. Bunu bedel şartıyla hibe yahut satın
almak pazarlığı ile alınmış diye izah da mümkündür. Sonra bunû Eşbâh'da mislin
fiyatından söz edildiği yerde gördüm. Şöyle denilmiş: "Onlardan biri de
şudur: Bir kimse pirinç, mercimek ve bunlara benzer bir şey alır da o kimseye
evvelce bu hususta harcamak için meselâ bir altın vermiş bulunursa, sonra o
şeyin kıymetinde anlaşamadıkları takdirde aldığı günkü kıymeti mi yoksa
anlaşamadıkları günkü kıymeti mi itibara alınır? Tetimme'de aldığı günkü
kıymeti itibar olunur denilmişdir. Fakat kendisine: "Ya ona evvelce bir
şey vermemiş olur da toplanan kıymetini ödemek şartıyla alırsa hüküm ne olur?
diye sorulmuş: "Aldığı vakit ki kıymeti muteber olur. Çünkü bu adam
kıymeti söylediği an pazarlık yapmış olur." diye cevap vermiştir.
METİN
Daire tarafından vergi memurlarına yazılan
berâetleri satmak sahih değildir. İmamların aylıklarını satmak bunun
hilâfınadır. Çünkü burada vakfın malı mevcuddur. Berâet meselesindeyse böyle
değildir. Eşbâh ve Kınye. Bunun ifade ettiği mânâ şudur: Hak sahibinin ekmeğini
mübaşirden almadan satması câizdir. Asker bunun hilâfınadır. Bahır. Nehir
sahibi bunu tenkid etmişdir. Musannıf maaş satılmasının bâtıl olduğuna fetva
vermiştir. Çünkü Eşbâh'da bildirildiğine göre borcun satılması ancak borçluya
câizdir.
İZAH
"Berûetleri satmak sahih değildir
ilh..." Berâetten murad divan kâtiplerinin memurlar üzerine vergi gibi
yazdıkları bir hisse yahut verecekleri mikdarı çiftçilere yazdıkları evraktır.
Buna berâet denilmesi o evrakda yazılanı veren borçtan kurtulduğu içindir. T.
"İmamların aylıklarını satmak bunun
hilâfınadır ilh..." Bundan murad vakıfdan aldıkları aylıklardır. Bunları
satmak câizdir. Ama bu söz Sayrafiyye'nin ifadesine muhâliftir. Zira Sayrafiyye
mükellefine imam aylıklarının satılması sorulmuş; câiz değildir diye cevap
vermiştir. Bunu Tahtâvî Eşbâh hâşiyesinden nakletmiştir.
Ben derim ki: Sayrafiyye'nin ibâresi
şöyledir: "İmam aylığını satmak soruldu. O şu cevabı verdi: Câiz değildir.
Çünkü iki şeyden hali değildir. Ya o kağıttakini satacaktır yahut kağıdın
kendisini. Birinciye imkân yoktur. Çünkü elinde mevcud olmayan bir şeyi
satmaktır. İkinciye de imkân yoktur. Çünkü bu kadar bir kağıt kıymeti hâiz
değildir. Berâet bunun hilâfınadır. Çünkü berâet kağıdı kıymeti hâizdir."
Ben derim ki: Bunun muktezası bu kelimenin
hazz değil hat okunmasıdır. Bu ise şârîhin söylediğine aykırı değildir. Çünkü
imamların hazzından murad mütevekkilinin elinde bulunan ekmek ve buğday gibi
şeylerdir. İmam bunu hak etmiştir. Sayrafiyye'nin sözüyse mevcud olmayan
hakkındadır.
"Asker bunun hilâfınadır ilh..."
Yani asker hayvanının yemini satarsa câiz değildir.
"Nehir sahibi bunu tenkid etmiştir
ilh..." Yani satıcıdan sızdırılan ile daha sonra söylenenleri tenkid
ederek şöyle demişdir: "Ben derim ki: Zâhire bakılırsa Kınye'nin ifadesi
zayıftır. Çünkü mevcud olmayan bir şeyin satılması câiz olmadığına bütün ulema
ittifak etmişlerdir. Kendi milki olmayan birmalın hükmü de böyledir. Mercimek
ve benzerinin alınmasının birbirlerine vermek suretiyle satış sayılmasına ne
mâni vardır? Böyle bir şeyde fiyat beyanına hâcet yoktur. Çünkü malûmdur.
Nitekim gelecektir. İmamın aylığı ise almadan önce onun milki değildir. O halde
satışı nasıl câiz oluyor? Unutma ki ibni Vehban içme suyu bahsinde:
"Kınye'de bildirilen bir mesele kaidelere aykırıysa naklî veya başka bir
delil ile takviye edilmedikçe ona kulak verilmez, demiştir" Satıcıdan mal
sızdırma hususunda yukarıda söz ettik.
İmam aylığını satma meselesine gelince:
Doğrusu Nehir sahibinin dediği gîbi satışı câiz olmamaktır. Bu imam ölürse
aylığının mirâs olarak alınmasına aykırı değildir. Çünkü bu aylık imamın hak
ettiği bir ücrettir. Hak etmekle ona mâlik olması lâzım gelmez. Nitekim ganimet
islâm memleketine getirildikten sonra ulema: "Getirmekle kuvvet bulan bir
haktır, ama ganimet alan askere ancak taksimden sonra milk olur."
demişlerdir. Rehin hakkı ve kusur sebebiyle iade hakkı gibi kuvvet bulmuş
haklar mirâs olarak alınırlar. Şuf'a ve şart muhayyerliği gibi zayıf haklar
bunun hilâfınadır. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bundan dolayı Bahır
sahibi o meselede inceleme yaparak şöyle demişdir: "Hak edilen malûm bir
malda tafsilât gerekir. Şayet buğday meydana geldikten ve nâzır onu ayırdıktan
sonra taksimden önce hisse sahibi ölürse. onun hissesi mirâs olarak alınır.
Çünkü ondaki hak kuvvet bulmuş ve İslâm diyarına getirilen ganimet gibi
olmuştur. Bundan önce ölürse ondan mirâs olarak alınmaz. Lâkin orada arz
etmiştik ki, imam aylığının hem yardıma hem de ücrete benzer tarafı vardır. Tercih
olunan ikincisi yani ücrete benzemesidir. Bu izaha göre mirâs tehakkuk eder.
Velevki nâzır ayırmadan olsun. Sonra gizli değildir ki, bu ücret alınmadan milk
olmaz. Binaenaleyh satması câiz değildir."
"Musannıf maaş satılmasının bâtıl
olduğuna fetva vermiştir ilh..."
Bu ifade Nehir sahibinin sözünü teyid
içindir. Musannıfın fetâvâsındaki ibâresi şöyledir: "Câmekıyye
sorulmuşdur. Bundan murad bir adamın hükümetteki aylığıdır. Sahibi acele paraya
muhtaç olur da aylığı çıkmadan birisi kendisine mikdarı şu kadar olan aylığını
bana şu kadara sattın mı? diyerek aylığından daha az para verir de o da sattım
derse. bu satış sahih olur mu? Yoksa alacağı olan hakkı nakid parayla satacağı
için câiz olmaz mı? denilmişdir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Borcu burada zikredildiği,
gibi borçludan başkasına satmak sahih oImaz;. Üstadımız fevâidinde: Borcu
satmak câiz değildir. Ama onu borçluya satar veya hibe ederse câiz olur,
demiştir."
METİN
Yine orada şöyle denilmektedir:
"Eşbah'da bildirildiğine göre şuf'a hakkı gibi mücerred haklarda bedel
vermek câiz değildir.Bu izaha göre evkaftaki aylıkları bedelle almak câiz
olmaz.
İZAH
"Yine orada ilh..." İfadesindeki
zamir zâhire bakılırsa Kınye'ye râci'dir. Fakat "fetva vermiştir"
sözüne bakarak musannıfın fetâvâsına aid olması ihtimali de vardır. Bundan
sonra gelen "yine orada" sözündeki zamir ise Eşbâh'a râci'dir. H.
"Mücerred haklarda bedel vermek câiz
değildir ilh..." Yani henüz milk olmamış haklarda bedel vermek yoktur.
Bedâyı'da şöyle denilmiştir: "Mücerred haklar temlîk edilemezler. Bunlar
karşılığında sulh olmak da câiz değildir.
Ben derim ki: Kezâ bu haklar itlâf edilirse
ödenmezler."
Serahsî'nin Ziyâdât şerhinde şöyle
denilmektedir: "Mücerred haklar ittâfla etmek ödemeyi icab etmez. Çünkü
mücerred hak karşılığı bedel vermek bâtıldır. Meğerki tekidli bir hak zâyi
olsun. Böyle bir hak, ödenme hususunda hakikî milkin elden gitmesi hükmündedir.
Rehin alanın hakkı böyledir. Onun içindir kî ganimetten her şeyi itlâf etmek
veya taksimden önce ganimet cariyeyle cima'da bulunmak ödemeyi icab etmez.
Çünkü elden giden mücerred haktır; bu ise ödenmez. İslâm diyarına getirildikten
sonra taksimden önce de olsa ödenir. Çünkü hakikî milki zâyi etmiştir.
Ganimetin islâm diyarına getirilmesinden sonra bir kimse ganimet malı bir
köleyi öldürürse, üç sene zarfında kıymetini ödemesi icab eder. Bîri.
"Milkin hakikatını zâyi etmiştir" sözünden murad te'kid edilen
haktır. Çünkü hakikî milk ancak taksimden sonra hâsıl olur. Nitekim yukarıda
geçti.
"Şuf'a hakkı gibi ilh..."
Eşbâh'da şöyle denilmişdir: "Şuf'adan mal vererek sulh olursa şuf'a
bâtıldır. Verdiği malı geri alır. Muhayyer bırakılan bir kadın kocasını tercih
etmek için mal karşılığı sulh olursa bâtıldır. Kendisine bir şey verilmez. Bir
kimse iki karısından birisi nevbetini ortağına bıraksın diye mal mukabilinde
onunla sulh olursa mal vermek tâzım gelmez. Kadına hiç bir şey verilmez. Bu
izaha göre evkafta ki aylıklar için mal mukabili sulh câiz değildir. Bundan
kısas hakkı, nikâh milki ve kölelik hakkı hariçdir. Bunlarda bedel vererek sulh
yapmak câiz değildir. Nitekim bunu Zeylai şuf'a bahsinde beyan etmiştir. Nefse
kefil olan bir kimse mal karşılığında kefil olmuşsa câiz değildir; kendisine
mal vermek icab etmez. Bunun bâtıl olup olmaması hususunda iki rivâyet vardır.
Yoldan geçme hakkının satılması hususunda dahî iki rivâyet vardır. Su hakkını
satmak dahi öyledir. Ancak başka mala tebean satılabilir."
"Evkaftaki aylıkları bedelle almak
câiz olmaz ilh..." Bunlardan murad imam, hatib, müezzin ve kayyim
aylıklarıdır. Bu aylıklar satış yoluyla dahi alınamaz. Çünkü hak satmak câiz
değildir. Nitekim Şerhü'l-Edep'te ve başka kitablarda beyan edilmiştir.
Zahîre'de şöyle denilmektedir: "Bir
hâneyi şûf'a ile almak kıyasa muhâlif olarak bilinen bir şeydir. Binaenaleyh bu
hakkın bedel vermek suretiyle sübûtu zâhir değildir."
Ben derim ki: Hademe-i hayrât vazifesindeki
hakdar bunun gibidir. Hüküm birdir. Bîrî.
METİN
Yine orada bir bahsin sonunda beyan
edilmiştir ki, örfü âdetle lügat birbirine zıd gelirse, mezhebe göre hususi
olan örfe itibar yoktur. Lâkin bir çok ulema itibar edileceğine fetva
vermişlerdir. Bu izaha göre mal karşılığı vazifeden vazgeçmek câizdir diye
fetva verilir.
İZAH
"Hususi olan örfe itibar yoktur
ilh..." Müstesfâ'da şöyle denilmiştir: "Umumi muâmeleye yani şayı
olan örfe göre müşterek olan örfe tereddüd ile kâil olmak câiz değildir."
Müstesfâ'nın başka bir yerinde de : "Mukayyed olarak da câiz değildir.
Çünkü müşterek olunca birbirine zıd düşer." denilmiştir. Eşbâh'da
Bezzâziye'den naklen şu ifade kullanılmıştır: "Kezâ üçte biri karşılığında
dokumak için bir dokumacıya iplik verse icâre fâsid olur. Ama Harzem uleması
dokumacı kiralamanın câiz olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü örf vardır. Ebû
Ali Nesefî dahi bununla fetva vermiştir. Fetva kitabın cevabına göredir. Çünkü
nassan bildirilmiştir. Aksi halde nassın iptali lâzım gelir."
Bu gösteriyor ki, hilâfına nass bulunduğu
vakit mânâsının itibara alınmaması nassı nesih edemediği gibi takyid dahi
edemez. Aksi takdirde ulema onu bir çok yerlerde itibara almışlardır. Bunlardan
biri yemin meseleleridir. Her akid ve vakıf yapanın ve her yemin edenin sözü
kendi örfüne yorumlanır. Nitekîm Kemal İbni Hümam bunu zikretmiştir. Yukarıda
geçenlerden de anlaşılır ki, umumi olan örf takyîde elverişlidir. Onun içindir
ki Bîrî zikri gecen dokumacı meselesinde şunu nakletmiştir: "şelûd
Hazretleri der ki: Biz Belh ulemasının istihsanıyle amel etmeyiz. Mütekaddimîn
ulemamızın kavliyle amel ederiz. Çünkü birinci asırdan beri devam bulunmadıkça
bir beldenin örfü âdeti cevaza delil olamaz. Birinci asırda örfü âdet olması
Peygamber (S.A.V.)'ın bu meselede onları takrîr ve kabul buyurduğuna delildir.
Binaenaleyh onun tarafından meşru kılınmış sayılır. Böyle değilse bir belde
halkının fiilleri huccet olamaz. Meğerki bütün beldelerde yaşayan insanların
hepsi tarafından örf olsun. Bu takdirde icmâ olur. İcmâ ise huccettir. Görmüyor
musun bir belde halkı şarap satmayı ve faizi âdet edinseler bunun helâl
olduğuna fetva verilemez.
Ben derim ki: Böylece hususi örf ile umumi
örf arasında fark meydana çıkar. Bu meselede sözün tamamı "Neşr-ul
Arf..." adlı risâlemizdedir.
"Câizdir diye fetva verilir
ilh..." Allâme Aynî Fetâvâ'sında şöyle demektedir: "Aylıklardan
vazgeçme hususunda itimad edilecek bir şey yoktur. Lâkin ulema ve hâkimler
zaruretten dolayı bu yolu tutmuş, anlaşmazlık olmaması için nâzırın imzasını da
şart koşmuşlardır." Bu satırlar Ebussûud'un Eşbâh hâşiyesinden
kısaltılmıştır. Hamevî'nin bildirdiğine göre Aynî Dürerü'l-Bihâr şerhinin
zevceler arasında adâlet bâbında büyük üstadlarının bazısından şunu işittiğini
söylemiştir: "Kadının kendi nevbetini ortağına bırakmasına kıyasen elini
vazifelerden vazgeçmenin sahih olacağına hükmedilebilir. Çünkü bunların ikisi
de mücerred ıskatdır."
Ben derim ki : Biz vakıf bahsinde Bahır'dan
naklen şöyle demiştik :
"Mütevellinin hâkim huzurunda kendini
azletmeye hakkı vardır. Nâzırlık veya başka bir vazifeden bir kimse nâmına
vazgeçme azilden sayılır, ama mütevellinin mücerred kendisini azletmesiyle azil
olmaz. Kendisine bırakılan şahsı hâkimin kabul ve takrir etmesi mutlaka lâzımdır.
Allâme Kâsım buna muhâlifdir. Kendine bırakılan şahıs ehil de olsa ona göre
hâkimin takriri lâzım değildir. Parayla vazife bırakmak hususunda örfü âdet
vardır. Ama bunun söz götürdüğü meydandadır. Ondan sonra umumi ibra
gerekir." Yani onda mücerred hakka bedel verme şübhesi vardır. Yukarıda
gördük ki bu câiz değildir. Aynî'den nakledilen sözde de câiz olduğuna dair bir
şey yoktur. Lâkin Hamevî şunu söylemiştir: "Üstadlarımızın üstadı Nureddin
Ali Makdisî Kenz nâmına yaptığı şerhde Serahsî'nin Mebsût'undaki bir fer'inden
bedel vermenin sahih olduğu hükmünü çıkarmıştır. Şöyle ki: Bir kölenin kendisi
bir şahsa, hizmeti başka bir şahsa vasiyyet edilir de kolu kesilir veya derin
yara açılarak diyeti ödenirse bakılır cinayet hizmeti eksiltmişse o parayla başka
bir köle satın alınır; hizmeti o yapar. Yahut köle satılarak parası diyet
parasına katılır ve bununla birincinin yerini turtacak bir köle satın alınır.
Satmak hususunda ihtilâfa düşerlerse köle satılmaz. Diyet parasını yarıyarıya
vermek hususunda anlaşırlarsa bu câizdir. Kendisine hizmet vasiyet edilen
şahsın aldığı diyet parası hizmete bedel değildir, Çünkü bunu bedelle satmaya
hakkı yoktur. Lâkin bu para o köledeki hakkını ıskat eder. Nasılki kölenin
kendisi vasiyet edilen şahıs köle kendisine kalsın diye hizmeti vasiyet edilene
para vererek anlaşırlarsa câiz olur. Bu iş mal karşılığı vazifeden vazgeçmeye
şâhid olabilir. Hamevî: "Bu bellenmelidir. Çünkü cidden nefisdir."
demiştir. Bîrî de Eşbâh'ın: "0 kimse için vazgeçer de parayı alır, sonra
bundan dönmek isterse dönemez." dediği yerde buna benzer sözler söylemiş:
"Yani bunu hizmeti vasiyet ve bin dirhem alacağı yerine beş yüze anlaşma
meselelerine katarak: "Hakkı ıskat yoluyla yapabilir. Çünkü ulema hakkı
ıskat yoluyla bedel almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Şübhesiz haktan
vazgeçen taraf vazgeçme karşılığı aldığı mala haz satan taksirle hak kazanır.
Hızânetü'l-EkmeI'in şu ibâresi de bunu te'yid etmektedir: Kendisine vasiyet
edilen şahıs anlaşma bedelini aldıktan sonra hizmeti vasiyet edilen köle ölürse
bu yaptığı câizdir. Bu ifade gösteriyor ki hakkından vazgeçen tarafın dönmeye
hakkı yoktur. Kalbe itminan veren vecih budur. Çünkü kabule daha
yakındır." demiştir. Bîrî'nin sözü burada biter. Sonra Bîrî bu meseleyi
yukarıda geçen "Şuf'a hakkı ile kasım için uzlaşmanın câiz olmaması
karşısında müşkil saymıştır. Çünkü o mesele burada bedel almanın câiz
olmadığını gösterir. Sonra sözüne şöyle devam etmiştir: "Denilebilir ki;
şuf'a şeriatın zararı def için tanıdığı bir haktır. Hizmet meselesiyse içinde
sıle mânâsı bulunan bir haktır. Aralarında ikisini birleştiren bir vasıf
yoktur. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Zahir olan da budur."
Hâsılı şefî, îçin şuf'a hakkı zevce için
kasım hakkı kezâ nikâhta muhayyerlik hakkı verilen kadına muhayyerlik ancak
şefî'den ve kadından zararı defiçindir. Bunun için sâbit olan bir şeyde anlaşma
câiz değildir. Çünkü hak sahibi razî olunca bundan zarar görmeyeceği anlaşılır.
Binaenaleyh bir şeye hakkı yoktur. Kendisine hizmet vasiyet edilen şahıs ise
böyle değildir. Bu ona yardım ve sıle yoluyla sâbit olmuştur. Binaenaleyh
asaleten sâbittir. Başkasına bıraktığı vakit ondan sulh olmak da sahihtir.
Bunun bir misli de yukarıda Eşbah'dan naklettiğimiz kısas nikâh ve kölelik
meseleleridir. Bunlarda bedel vermek sahihtir. Çünkü bunlardan her bîri sahibi
için esaleten sâbit olan şeylerdir. Ondan zararı defetmek için değildir.
Şübhesizki vazife sahibinin hakkı hâkimin esalet yoluyla takrîri sayesinde
sâbit olmuştur. Zararı def içindir. Binaenaleyh bunu kendisine hizmet vasiyet
edilene ve kısas hakkıyla daha sonrakilerine katmak şuf'a ve kasım hakkına
katmaktan daha yerinde olur. Bu güzel bir sözdür, dikkat edene gizli değildır.
Bununla bazı Eşbâh hâşiyecilerinin söyledikleri def edilmiş olur. Onlar şöyle
demişlerdir: "Mal mukabilinde vazifeden vazgeçen kimsenin aldığı para
rüşvettir. Rüşvet ise nassan haramdır. Örf nassa karşı gelemez."
Def'in vechi gördüğün gibi bunun bir hak
nâmına yapılan uzlaşma olmasıdır. Nitekim benzerlerinde de böyledir. Ruşvet bir
hak karşılığı değildir. Ulemadan bazıları cevaz meselesine Hz. Ali'nin oğlu
Hasan (R.A.)'ın hilafeti bedel karşılığında Muaviye'ye bırakmasıyla istidlâl
etmişlerdir. Bu dahi zâhirdir. Bu vakıfda Hayriyye'den naklettiğimiz "câiz
değildir" sözünden evlâdır. Kezâ vazife kendisine bırakılan şahıs bedelle
dönebilir. Bu mezhebimize göre hususi örfe itibar yoktur demekten ve mücerred
hakka bedel vermenin câiz olmaması iddiasından evlâdır. Biliyorsun ki cevaz
meselesi hususi örfe itibar olduğundan değil zikrettiğimiz benzerleri buna
delâlet ettiğindendir. Bir de bir hakka karşı bedel almak câiz değildir sözü
mutlak değildir. Ulemadan birinin elyazısıyla gördüm kî müftî Ebussûud'dan
oturmak ve tasarrufta bulunmak îçin bedel almak câizdir. Bundan dönmek olmaz,
diye fetva verdiğini kaydetmiş.
Hâsılı bu mesele zannîdir. Benzerleri
müteşabihtir. Onun hakkında da inceleme câizdir. Velevki söylediğimiz daha
zâhir olsun. Evlâ olan Bahır sahibinin şu sözüdür: "Bu işi yaptıktan sonra
umumî ibra gerekir." AIIahu a'lem.
T E N B İ H : Vazifeden ayrılma hususunda
söylenenler arazi bakımı hususundaki tasarruf hakkında da söylenir. Bunun izâhı
yakında gelecektîr. Kezâ zaîmin timarından ayrılması hususunda da söylenir.
Sonra vazifeyi başkasına bıraktığında bu vazifeyi hükümet bırakılan şahsa
vermez de ayrılanın üzerinde bırakırsa yahut her ikisinden başkasına verirse,
kendisine bırakılan şahsın ayrılma bedelini ayrılandan gerî alması hakkının
sâbit olması gerekir. Çünkü o bu işe ancak hak kendinin olsun diye razı
olmuştu. Sırf ayrılma mukabilinde değildi. Velevki başkasının eline geçmiş
olsun. İsmâiliyye, Hamîdiyye ve diğer kitablarda bununla fetva verilmişdir.
Bazıları buna muhâlif olarak isteyemez diye fetva vermişlerdir. Çünkü vazifeden
ayrılan elinden geleni yapmıştır. Şübhesiz ki iki tarafın maksadı bu değildir.
Bâhusus sultan veya hâkim tîman veya vazifeyi ayrılanın üzerinde bırakırsa
ondan bir şey îsteyemez. Çünkü tasarrufu için iki bedel vermesi lâzım gelir. Bu
ise şeriat kaidelerine aykırıdır. Anla! Allahu alem!
METİN
Dükkanlar için verilen hava parasının
geçerliliğine fetva verilir. Hava parasını ödedikten sonra dükkân sahibi o
kimseyi dükkânından çıkaramaz. Dükkânı başkasına îcar dahi edemez. Velevki
vakıf olsun. Mesele kısaltılarak burada sona erer.
İZAH
"Hava parasının geçerliliğine de fetva
verilir ilh..." Eşbah'ın ibâresi şöyledir: "Ben derim ki: Bu yani
hususi örf itibara alınırsa Kahire'nin bazı çarşılarında görülen hava parasıyla
dükkânı terk etmenin geçerli olduğuna fetva vermek gerekir. Ve artık dükkânı
terk edip etmemek o şahsın hakkı olur. Dükkân sahibi onu ne dükkânından
çıkarabilir, ne de dükkânı başkasına devredebilir. Velevki dükkân vakıf olsun.
Gûriyye'deki Cemelûn dükkânlarında bu olmuştur. Sultan Gûrî bu dükkânları bina
ettiği vakit tüccara hava parasıyla vermiş, her dükkân için bir mikdar tayin ederek
onu tüccardan almış. Bunu vakfın siciline de yazmıştır. Şârih bu meseleyi
kefalet bahsinden az önce tekrarlamış; sonra şunları söylemiştir: "Ben
derim ki: Bunu Zevahir-ül Cevahir sahibi Darîrî'nin Vâkıât'ındaki şu ifadeyle
te'yid etmiştir: "Bir adamın elinde bir dükkân bulunur da adam ortadan
kaybolursa mütevelli onu dâvâya verir ve hâkim ona dükkânı açmasını ve icara
vermesini emrederse mütevelli bunu yapar. Kaybolan şahıs da gelirse o şahıs
dükkanını almaya daha haklıdır. Hava hakkı varsa ona sahip olmaya da daha
haklıdır. Bu hususda muhayyer bırakılır, isterse icareyi feshederek dükkânında
kendisi oturur. Dilerse îcara verir ve hava hakkını kiracıdan alır. Kiracıya
bunu ödemesi emrolunur, razi olursa ne alâ! Razi olmazsa dükkândan çıkması
eredilir."
Lâkin Hamevî şöyle demiştir: "Ben
derim ki: Darîrî'nin Vâkıât'ından nakledilen hava parası sözünden örf olanı
kasdetmek şöyle dursun bu sözün kendisi bile yalandır. Çünkü Câmiu'l-Fûsuleyn
sahibi gibi güvenilir zevat Darîrî'nin ibâresini nakletmiş, fakat bu ibârede
hava parası sözünü zikretmemiştir. Şu da var ki, bu hava parası meselesinin
İmam Mâlik mezhebine nisbeti şöhret bulmuşsa da doğrusu bu hususda ne imam
Mâlik'ten ne de mezhebinin ulemasından bir nass yoktur. Hatta Mâlikîlerden el
Bedrül Karafî fukahânın sözlerinde bu meseleden hiç bahsedilmediğini, bu
hususda sadece Mâlikîlerden Nâsıruddinî Lakkanî'nin bir fetvası bulunduğunu, bu
fetvayı örf üzerine bina ettiğini söylemiştir. Karafî sözüne devamla :
"Kendisi ehli tercihtendir. Binaenaleyh onun tahrici muteberdir; velevki
münakaşa edilmiş olsun. Lakkani'nin fetvası doğuda batıda yayılmış zamanının
uleması onu kabul ile telakki etmişlerdir." demiştir.
Ben derim ki: Ben Kâzeranî'nin fetâvâsında
Allâme Lakkanî'den naklen şöyle denildiğini gördüm : Şayet hava parası sahibi
ölürse borçları bundanödenir. Bu para kendisinden mirâs olarak alınır, mîrasçı
yoksa büytelmâle intikal eder. Şu da var ki, bazıları bunun geçerli ve bize
göre satışının sahih olduğuna Hâniyye'nin şu sözüyle istidlâl etmişlerdir:
"Bir adam başkasının dükkânında kendine aid bir mesken satar da müşteriye
dükkânın kirası şu kadardır diye haber verdikten sonra kiranın bundan fazla
olduğu meydana çıkarsa ulema bu kusurdan dolayı meskeni geri çeviremeyeceğin
söylemişlerdir. "Allâme Şürunbulâlî'nin bir risâlesi vardır ki, o risâlede
bu sözü reddederek şöyle demiştir: "Meskenin mânâsı anlaşılmamıştır. Çünkü
ondan murad dükkânda mürekkep bir ayındır. Bu hava parası hakkından ayrıdır.
Hulâsa'da beyan edildiğine göre bir kimse birine aid bir dükkânda mürekkep
bulunan bir mesken satın alır da satıcı kendisine dükkân kirası şu kadardır
diye haber verirse, o kadardan fazla olduğu meydana çıktığı takdirde dükkânı
iade edebilir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de Zahîre'den naklen şöyle denilmektedir: Bir
kimse vakıf dükkânda bulunan bir meskeni satın alır da mütevelli ben satana bu
meskeni yap diye izin vermedim der ise, onun üzerine müşteri dükkânını buradan
kaldır diye emrettiği takdirde bakılır: Şayet dükkânı kararın şartına muvafık
satın almışsa satandan parasını geri alır. Aksi takdirde kıymetini olsun
noksanını olsun geri alamaz."
Bundan sonra Şürunbulâlî bir çok
kitablardan meskenin dükkân içinde mevcud bir ayın olduğunu gösteren deliller
nakletmiştir. Yine o risâlede Eşbâh sahibine reddiye yazarak: "Hava parası
hakkını mâlikîlerin müteehhirîn ulemasından birinden başka kimse kâil
olmamıştır. O zat bunu vakfetmenin sahih olduğuna bile fetva vermiştir. Bundan
da müslüman vakıflarının kâfirlerin eline geçmesi lâzım gelir. Sebebi hava
parası gelirinin kiliselerine vakfedilmesidir. Bir de dükkân sahibinin hava
parası sahibini çıkaramamasından hür bir mükellefi kendi milkinden hacr ve
malını itlâf lâzım gelir. Halbuki hava parası sahibi ecri misil vermemektedir.
O bunun karşılığında büyük bir mikdar para alır. Hatta bu vakıfda da câiz
değildir. Ulemanın nassan bildirdiklerine göre vakıf bir hânede oturan kimsenin
ecri misil ödemesi lâzım gelir. Vakıf nazırı o kimseyi binadan çıkaramamakla
vakit zâyi edilmiş, vâkıfın şart koştuğu mescid ve benzeri şeâir yapmak da
tatil edilmiş olur." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki: Onun söylediği haktır.
Bâhusus bizim zamanımızda öyledir. Hava hakkı sahibinin dayandığı "Ben bu
hakkı çok mal vererek satın aldım. Bu itibarla vakfın ücreti az bir şey
olur." sözü bâtıl bîr istidlâldir. Çünkü birinci hava hakkı sahibinin
ondan aldığı paradan vakfa bir fayda hâsıl olmuş değildir. Binaenaleyh veren
şahıs kendi malını zâyi etmiş olur. O halde vakfa zulmetmesi nasıl helâl
olabilir? Bilâkis misil ücreti vermesi vâcib olur. Velevki dükkânda hava
hakkından fazla bina ve benzeri bir şey bulunsun bunlara bizim örfümüzde kedik
derler. Yukarıda geçen mesken sözünden murad da budur. Misil ücreti vermezse
onu kaldırması emredilir. Velevki vâkıfın veya nâzırlardan birinin izniyle yapılmış
olsun. Bu Hassâf'ın vakıflar bahsinde nakledilen ihtikâr olunmuş yer meselesine
racı dır.
Hassâf şöyle demiştir: "Aslı vakıf
olan bir dükkânın binası bir adama aid olursa ve bu adam yerini ecri misil ile
kiralamaya razı olmazsa ulemanın beyanına göre bakılır; Eğer bina kaldirılmış
olsa yeri bina sahibinin verdiği ücretten daha çok getirecekse bina sahibine
binayı kaldırması emredilir ve yeri başkasına icara verilir. Aksi takdirde aynı
ücretle bina sahibinin elinde bırakılır."
"Bina sahibinin elinde bırakılır
ilh..." Sözü onun başkasından daha haklı olduğunu ifade etmektedir. Zira
onun vermekte olduğu para ecri misildir. Burada şöyle denilir: Kiraya veren
kimse onu evden çıkaramadığı gibi binayı yıkmasını da emredemez. Çünkü binayı
olduğu gibi bırakmakta vakıf icin zarar yoktur. Hem zararı ondan def etmekle
vakfe yardım da etmiş olur. Nitekim biz bunu vakıf bahsinde izah ettik. Bundan
dolayı CâmIu'l-FûsuIeyn ve diğer kitablarda şöyle denilmiştir: "Kirayla
tutan kimse vakfın yerine bina yapar veya ağaç dikerse, o yerde oturmaya hak
kazanmış olur. Buna kerdar derler ki, ecri misille o yeri elinde tutmaya hakkı
vardır."
Hayriyye'de şöyle denilmektedir:
"Ulemamızın açıkladıklarına göre kerdar sahibinin oturma hakkı vardır.
Kerdar oturma hakkıdır. Bundan murad çiftçi ve müste'cirin o yere bina yapması,
ağaç dikmesi veya vâkıfın yahut nâzırın izniyle toprağını düzeltmesi ve bu
sebeble elinde kalmasıdır."
şöyle de denilebilir: Hava hakkı sahibinin
vâkıfa verdiği paralar ve bunlarla vakfe bina yapmak yeri toprakla düzeltmeye
benzer. Böylece oturma hakkı onun olur. Ecri mislini verirse elinden
çıkarılmaz. Bunun bir benzeri de vakıf dükkânı tamir etmek, nâzırının izniyle
vakfa lâzım olan şeyleri yapmaktır. Mücerred dükkânın elinde olması ve o
dükkânı bu söylenenlerden hiç birini yapmadan uzun seneler ücretle tutmuş
olması muteber değildir. Kiraya veren icare müddeti bittikten sonra o yeri onun
elinden alıp başkasına kiraya verebilir. Nitekim biz bunu
"Tahriru'l-ibare..." adlı risâlemizde izah ettik. Vakıftaki
neticesini de söyledik. Bizim söylediğimize göre muteber olan hava hakkı sahibi
ecri misille kiralamışsa başkasından daha haklıdır. Hayriyye'nin vakıf bahsinde
söylenen buna yorumlanır.
Burada şöyle denilmiştir: Mısır
vakıflarıyla Rum vakıflarında ekseriyetle görülen dükkânlarda ve daha başka
şeylerde hava hakkına sahib olma meselesi tanınması gereken bir hak mıdır?
Meskenini alıp satmak câiz midir? Şeri bir hâkim buna hüküm verdiği zaman başka
bir hâkimi şeri'nin bozmaya hakkı yok mudur? Sonra cevap verirken Eşbah'ın ve
Vâkıât-ı Darîrî'nin ibârelerini bizim zikrettiğimiz ihtikâr edilen yer
meselesini, oturma hakkını ve meskeni satma meselesini zikretmiş ve şöyle
demiştir: "Ben derim ki: Bu cümleleri zikretmekten maksad kesin hüküm
vermek değil, hükümdeki hilâfın kalkmasına kesin bilgi edinmektir. Şartlarını
hâiz ise hüküm bir mâliki veya başkası tarafından verilsin sahih ve geçerlidir.
Hilâf ortadan kalkar. Bâhusus zaruret olan yerlerde hele de Kahire gibi meşhur
kasabalarda hilâf ortadan kalkar. Çünkü onlar bunu yapmaktadırlar. Kendileri
için bunda umumi bir fayda vardır. Bozulup yok edilmesi zararlarına olur. Çok
defa bunu yapmakla vakıflar çoğalır. Bîrî'nin yukarıda geçenfiilini görmüyor
musun? Benim duyduğuma göre krallardan biri bu gibi tamiratı tüccarın mallarıyla
yapmış, kendi malından bir dinar ve bir dirhem sarfetmemişlerdir. Peygamber
(S.A.V.) ümmetine hafifletilen şeyi severdi. Din kolaylıktır. Bunda dinen bir
mefsedet olmadığı gibi müslümanlara da bir utanç yoktur. Allahu a'lem. Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Para mukabilinde hava hakkının sâbit
olacağına ve bu parayı mütevelliye yahut mal sahibine ödeyeceğine Allâme
Abdurrahman imâdî fetva vermiş: "Öyle olunca dükkân sahibi o kimseyi
çıkaramaz ve zikri gecen meblağı vermedikçe başkasına da icara veremez.
Binaenaleyh müteehhirîn ulemanın ribadan kurtulmak için örf haline getirdikleri
vefalı satışa kıyasen zaruret icabı bunun câiz olduğuna fetva verilir."
demiştir.
Ben derim ki : Bu dahi bizim söylediğimiz
ecri misli verirse sözüyle kayıdlıdır. Aksi takdirde verdiği paralar
karşılığında o hânede oturması ribanın kendisi olur. Nitekim ulema ödünç veren
şahsa oturmak için bir ev yahut aldığı ödüncü bitirinceye kadar binmek için bir
hayvan veren kimse hakkında: "O hânenin veya hayvanın ecri mislini vermesi
lâzım gelir." demişlerdir. Şu da var ki mütevellinin aldığı paralarla
kendisi faydalanır. Hava parası misil ücreti lâzım gelmese hak sahiblerinin
hakları zayi olmak gerekir. Meğerki mütevelli aldığı parayı vakfın tamirine
sarfetmiş olsun. Kendisine misil ücretiyle kiralayacak da bulunmamıştır.
Halbuki tamir için tâzım olan meblağı vermiştir. O zaman denilebilir ki,
zaruretten dolayı misil ücreti vermeksizin oturması câizdir. Böyle bir işe
zamanımızda marsad denilir. Nitekim vakıf bahsinde arzettik.
Şimdi misil ücretini bilmenin yolu kalır.
Burada şöyle demek gerekir: Biz hava parası alanın vâkıf veya mütevelliye
söylediğimiz şekilde ne verdiğine, bir de dükkanın tamirine ve benzeri hususada
ne harcadığına bakarız. Eğer halk bunların hepsini hava parası isteyene vermeye
rağbet gösterirler, bununla beraber dükkânı meselâ yüz dirheme kirayla
tutarlarsa misil ücreti bu yüz dirhemdir. Onun sabık hava parası sahibine bu
dükkânın ücreti meselâ on dirhemdir. Tamaile çok paralar vermesine bakılmaz.
Nitekim zamanımızda yapılan budur. Çünkü verdiği çok maldan vakfa hiç bir fayda
olmamıştır. Bilâkis vakfa sırf zarardır. Çünkü bundan dükkânı ücretinden çok
aşağı tutmak lâzım gelir. Dediğimiz gîbi sadece faydası vakfa aid olana
bakılır. Evet, âdet olmuştur ki hava parası hakkına sahip olan şahıs dükkânı az
ücretle kiraladığı vakit nâzıra bir kaç para verir. Buna hizmet denilir.
Hakikatte ise bu misil ücretini yahut daha aşağısını tamamlamadır. Kezâ hava
parası isteyen ölür yahut dükkânı başkasına bırakırsa, nazır mirâsçıdan veya
bırakılan şahıstan para alır. Buna da tasdik denilir ve bu da ücretten sayılır.
Nâzırın bu parayı vakıf yararına harcaması gerekir. Nitekim vakıf bahsinde örfî
gelirler bahsinde arzetmiştik.
METİN
Musannıfın Muînü'l-Müftî adlı kitabında
Valvalciyye'ye nisbet edilerek şöyle denilmiştir: "Bir yerdeki imâre
satılırsa bakılır: Bina yahut ağaç ise satış câizdir. Nadas, su hendeği ve
benzeri mal veya mal mânâsında olmayan bir şey ise satışı câiz değildir."
Ben derim ki: Bu şunu ifade eder: Tarlanın
bakımını satmak câiz değildir. Onu rehin etmek dahi aynı hükümdedir. Bundan
dolayı şimdi bu satışı vazifelerde olduğu gibi feragat saymışlardır. Bunu
kaydetmelidir. Biz bunu vefa satışı bahsinde anlatacağız.
İZAH
"Musannıfın Muînü'l-Müftî adlı
kitabında ilh..." Demek istiyor ki, vazgeçme hakkı mevcud bir ayn olmadığı
için satılması câiz değildir.
"Yahut ağaç ise satış câizdir
ilh..." Burada şârih Muînü'l-Müftî'de zikredilen bir kaydı terk etmiştir.
Kayıd "Onu bırakmayı şart koşmamışsa" sözüdür. Bunun bir misli de
Hâniyye'dedir. Yani bu satışı bozan bir şarttır, demek istemiştir.
"Tarlanın bakımını satmak câiz
değildir ilh..." Çünkü bu yeri sürmek ve su hendegi kazmaktan ibarettir.
Bunun sultan emrine göre birtakım hükümleri vardır ki, Osmanlı uleması onlarla
fetva vermişlerdir. Bunlar için Tenkîhu'l-Fetâvâ el-Hamidiyye adlı esere
müracaat edilebilir.
"Bundan dolayı ilh..." Yani
tarlanın bakımı kıymeti hâiz bir mal olmadığı için onu satmak mümkin değildir.
Sahibi bedel karşılığında bu hakkı başkasına bırakmak isterse ulema bunu
vazifelerde olduğu gibi ayrılma yoluyla câiz görmüşlerdir. Biz müftî
Ebussûud'dan bunun cevazına fetva verdiğini nakletmiştik. Galiba şârih bunu
görmemiş olacak ki "bunu kaydetmelidir" diye tenbihde bulunmuştur.
"Bunu vefa satışı bahsinde anlatacağız
ilh..." Yani kefalet bahsinden az önce demek istiyor. Fakat orada
söylediği vazifelerden vazgeçmek ve hava parası meselesidir. Tarla bakımından
bahsetmemiştir.
METİN
Satış bir sözle dahi mün'akıd olur. Nitekim
hâkimin ve vasînin satışı ve babanın çocuğu için yaptığı alışveriş de böyledir.
Çünkü onun şefakatı çok olduğundan sözü iki tarafın sözü gibi sayılmıştır.
Meselenin tamamı Dürer'dedir.
İZAH
"Satış bir sözle dahi mün'akid olur
ilh..." Yani iki tarafın icab ve kabulüyla yahut iki tarafın birbirlerine
vermeleriyle mün'akid olduğu gibi bir sözle de mün'akid olur. Zâhirine
bakılırsa satış burada birbirlerine vermekle mün'akid olmaz.
"Nitekim hâkimin satışı da böyledir
ilh..." Yani hâkim bir yetimin malını başka bir yetime satarken veya
satırı alırken hüküm budur. Fakat kendi nâmına satın alırsa câiz olmaz. Çünkü
hâkimin fiili bir hükümdür. Kendi nâmına hüküm vermesiyse bâtıldır. Bunu Bahır
sahibi Bedâyı'daki câizdir sözüyle Hizâne'deki câiz değildir ifadesinin
aralarını bularak izah etmiştir.
Ben derim ki: "Bedâyı'dan naklettiği
söz, meselelerde müctehid sayılan Fakîh Ebû Cafer Tahâvî, Kâdî Ebu Cafer
Üsturişnî ve başkaları gibi muteber ulemadan nakledilenlere aykırıdır.
Ahkâmussıgâr'da Kâdî Ebû Câfer'den naklen şöyle denilmiştir: "Hâkim iki
yetimden birinin malını diğerine satarsa, kezâ baba ve vasî bunu yaparsa
bilittifak câiz olmaz." Reşîdüddin de fetâvâsında şunu söylemiştir: İki
küçüğün mallarını birbirlerine satarken hâkim vasî gibidir. Baba böyle
değildir. Tahâvî şerhinin Hulâsa'sında dahi: "Vasî iki yetimin mallarını
birbirlerine satamaz. Ama fazla aldanmış olmamak şartıyla bunu baba'nın yapması
câizdir." denilmiştir, Bunu öğrendikten sonra anlarsın ki, onu burada
babanın hükmüne katmanın mânâsı yoktur. Vasî de böyledir. Çünkü muhayyerlik
şartıyla onun da alışverişi câiz ise de onun sözü iki ifade yerini tutmaz.
Nitekim bu cihet Hâniyye, Bezzâziye ve diğer kitablarda açıklanmıştır. Bu
satırları İbni Abidin'in çömezi Abdülgânî El-Gûleymî yazmıştır. Müellifin
nüshasının kenarında böyle bulunmuştur.
"Vasînin yaptığı alış-veriş de
böyledir ilh..." Yani vasî malûm şartıyle kendi malından yetim için yahut
yetimin malından kendisi için bir şey satın alırsa hüküm budur. Zendüsti
nazmında bunu "şayet hâkim tâyin etmediyse" diye kayıdlamıştır. Fetih.
Demek istiyor ki hâkimin vasîsi sırf vekildir. Vasî kendisi için alıp satmaya
selahiyaddar değildir. Hulâsa Malûm şartıyla sözünden muhayyerliği
kasdetmiştir. Muhayyerlik, yetimin malından vasî kendisi için satın alırsa on
dirhem kıymetinde bir mal onbeşe müsavi olmaktadır. Yetime satarken ise bunun
aksinedir. Bazıları on dirhemlikte iki dirhemle yetinilir demişlerdir. Ama
mutemed kavil birincisidir. Nitekim biz onu satış bahsinde arzetmiştik.
"Ve babanın çocuğu için yaptığı
alış-veriş de böyledir ilh..." Ama burada muhayyerlik şart değildir.
Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. İki tarafın akdini üzerine aldığı vakit
Bahır sahibi şunu ziyade etmiştir: "Köle efendisinden onun emriyle satın
aldığında ve iki taraftan elçi olan da böyledir. Vekil bunların hilâfınadır."
Dürer sahibi şunu da ziyade etmiş:"Kezâ şunu sana bir dirheme sattım
dedikten sonra müşteri malı alır ve bir şey söylemezse satış mün'akid
olur." Azmıyye'de: "Zâhire bakılırsa bu birbirlerine vermekle yapılan
satış kabîlindendir." denilmiştir. Ama söz götürür. Çünkü birbirlerine
vermek suretiyle yapılan satışda icab yoktur. Fiyatı bildikten sonra onda
sadece almak vardır. Nitekim Fetih'den naklen arz etmiştik. Yine Fetih'den
naklen demiştik ki: "Kabul söz ve fiille olur. Teslim almak
kabuldür." O zaman birinin akidde yalnız kalması yoktur.
"Onun şefakati çok olduğundan
ilh..." Sözünden murad babadır. Babanın vasîsi de baba yerini tutar.
Binaenaleyh baba hükmündedir. Onun için şârih vasîden bahsetmemiştir. Hâkim de
öyledir.
"Tamamı Dürer'dedir ilh..."
Dürer'de şârihin ibâresi zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: "Kabule
muhtaç değildir. O kendisi hakkında asil, çocuğu hakkında naiptir, Hatta çocuk
bülûğa ererse mesûliyet babasına değil kendisine aid olur. Çocuğunun malını
ecnebî birine satması çocuğun ondan sonra bülûğa ermesi bunun hilâfınadır.
Burada mesuliyet babasına aiddir. Satın aldığı surette malın kıymeti babaya
lâzım gelince hâkim küçük için mal teslim almaya bir vekil tâyin etmedikçe baba
borçtan kurtulmuş olmaz. Hakimin tâyin ettiği vekil malı teslim alıp çocuğun
babasına emânet olarak verir."
METİN
Satıcı veya müşteriden biri o mecliste icab
yaparsa diğeri ya fiyatın tamamıyla satılan malın tamamını kabul eder; yahut
bir pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek için kabulü terkeder.
İZAH
"Tamamını kabul eder ilh..." Yani
icabı yapan taraf sözünde durduğu müddetçe aynı mecliste kabul ile terk
arasında muhayyerdir. Ama kabulden önce icabtan dönerse bâtıl olur. Nitekim
gelecektir. Kabulün de meclisde olması ve icaba muvafık düşmesi mutlaka
lâzımdır. Nitekim pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek için kabulü terkeder diyerek
şârih buna tenbih etmiştir. Kabul icabı yapan tarafın hayatında olmalıdır.
Ondan önce ölürse bâtıl olur. Bahır sahibinin anladığına göre bu yalnız bir
meselede müstesnadır. Ama Nehir sahibi onun sözünü reddederek istisna
bulunmadığını söylemiştir. Nehir'e müracaat edebilirsin. Kabulün muhatap icabı
reddetmeden ve satılan mal değişmeden yapılması dahi lâzımdır. icabtan sonra
cariyenin eli kesilir de satıcı diyetini alırsa, müşterinin kabulü sahih olmaz.
Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bahır Zâhire göre diyetini alırsa sözü
tesadüfî bir kayıddır. Nehir.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'nîn "elin
diyetini satıcıya versin vermesin" demesi de bunu te'yîd eder.
"O meclisde" diyoruz; çünkü
satıcı kabulden önce bir hâcetten dolayı birisiyle konuşursa satış bâtıl olur.
Bahır. Meclisten murad vazgeçtiğini gösteren bir şey bulunmamak ve bozacak bir
şeyle meşgul olmamaktır. Velevki vazgeçmek için olmasın. Bunu Nehir sahibi
söylemiştir. öyle bir şey olursa meclis bir olsa bile satış bâtıldır. T.
"Diğeri ya fiyatın tamamiyle satılan
malın tamamını kabul eder"
Sözü icabın kabule uygun düşmesinin şart
olduğunu beyan içindir. Müşteri satıcının icabını olduğu gibi kabul edecektir.
Muhalefet eder ve mesela icab yaptığı maldan başkasını veya icab yaptığının bir
kısmını yahut icabsız olarak bütününü veya bir kısmını kabul ederse satış
mün'akıd olmaz. Akdin şartlarında arzettiğimiz vecihle bundan yalnız şüf'a
müstesnadır. icabı müşteri yapar da satıcı fiyatından daha aza kabul ederse
yine müstesna olmak üzere sahihtir. Bu fiyat kırmak olur. Yahut icabı satıcı
yapar da müşteri fiyatından fazlaya kabul ederse yine sahih olur. Bu da fiyatı
arttırmak sayılır. Onu mecliste kabul ettiyse vermesi tâzım gelir. Bunu Bahır
sahibi söylemiş ve îcabtan sonra kabulden önce fiyatıbağışlamanın icabı
bozacağını bildirmiştir. Bazıları bozmayacağını ve bunun ibra sayılacağını,
müşterinin fiyattan bahsetmemesi satışı bozacağını söylemişlerdir.
"Pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek
için" Cümlesindeki pazarlıktan murad satışda iki tarafın ellerini
birbirine vurmalarıdır. Sonra bizzat akde isim olmuştur. Bahır sahibi diyor ki:
"Pazarlığın birden veya ayrı olmasını icab eden şey mutlaka bilinmelidir.
Ulemanın söylediklerinin hâsılı şudur: icabı yapan bir; Muhatap ise müteaddid
olursa birinin kabulüyle pazarlığı ayırmak caiz değildir. İcabı yapan tarafın
satıcı veya müşteri olması farketmez. Bunun aksine olursa birisinin hissesinde
kabul câiz değildir. İcabla kabul bir olurlarsa muhatabın malın bir kısmını kabul
etmesi câiz olmaz. Şu halde üç halde pazarlığı ayırmak mutlak surette sahih
değildir. Çünkü hepsinde pazarlık birdir. Kezâ akdi yapan iki taraf bir olur da
mal müteaddid bulunursa meselâ, iki tane mislî hakkında icab yapar veya
bunların biri kıyemî biri mislî olursa, birisinde kabul ile pazarIığı ayırmak
câiz olmaz. Meğerki bir kısmında kabul ettikten sonra diğeri buna razı olsun;
ve satılan şey cüzlerine taksimi mümkün olmayan bir köle yahut ölçek ve
tartıyla satılan bir şey olsun. Bu takdirde kabul icab ve razı olması kabul
sayılır. Birinci icab bâtıl olur. Satılan şey iki elbîse veya iki köle gibi
kıymetten başka bir suretle taksimi kabul etmeyen şeylerdense caiz değildir.
Her birinin fiyatını beyan ederse iki şeyden hali değildir. Ya satış sözünü tekrarlar
ki bu takdirde iki pazarlık olmasına ittifak etmiş sayılırlar. Birisi
hakkındaki pazârlığı kabul ederse sahih olur. Meselâ, şu iki köleyi sana
sattım, şunu bin dirheme sattım, bunu da bin dirheme sattım; der yahut satış
sözünü tekrarlamaz da fiyatı ayırır. Hidâye'nin zâhirine bakılırsa bu pazarlık
müteaddiddîr. Bazıları buna kâil olmuş, diğer bazıları câiz olmadığını
söylemişler, satıcının sattım sözünü tekrarladığına yorumlamışlardır. Bazıları
teaddüd için tekrarın şart koşulması istihsandır; demişlerdir ki imamı Azam'ın
kavli de budur. Tekrarın şart olmaması kıyasdır. İmameyn'in kavli de budur.
Fetih sahibi bunu tercih ederek şöyle demiştir: Bunun vechi mücerred fiyatı
ayırmakla yetînmektir. Zira zâhire göre bunun faydası yalnız bunu kasdetmiş
olmasıdır. Meselâ. hangisini istersen diye satar; aksi takdirde eğer maksadı
toptan satmak ise her ikisinin fiyatını tâyinde bir fayda kalmaz. Bilmiş ol ki
fiyatı ayrı söylemek iki akiddir. diyenlerce ancak kıymet itibariyle fiyat
ikisine taksim edildiği zamandır. Cüz itibariyle her ikisi de taksimi kabul
ederse meselâ, bir cinsten iki yığın buğday satarsa ayrı ayrı söylemesi satışı
iki akid hükmüne getirmez. Çünkü ayrı ayrı söylemeden dahi taksim
mümkündür." Binaenaleyh ayrı söylemek muteber değildir. Nitekim musannıfın
Mecma şerhinde böyle denilmiştir. Bu güzel bir kayıddır." Bahır'ın sözü
burada sona erer. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
Meğerki icab ve kabulü tekrarlasın; yahut
diğer razı olsun ve fiyat kile ve tartıyla satılan şeylerde olduğu gibi o mala
cüzleri itibariyle taksimi kabul etsin. Aksi takdirde satış câiz olmaz. Velevki
diğeri razı olsun. Çünkü hisseyle satış iptidaen câiz değildir. Nitekim bunu
Vânî kaydetmiştir. Yahut her birinin fiyatını ayrı beyan ederse meselâ, onları
Velevki Ebû Yusuf'la Muhammed'e göre sattım sözünü tekrarlamamış olsun. Muhtar
olan kavil budur. Nitekim Şürunbulâliyye'de Bürhan'dan naklen beyan edilmiştir.
Kabul etmedikçe icabı yapan taraf sözünden dönerse veya iki taraftan biri
meclisinden kalkarsa, racih kavle göre yürümese bile icab bâtıl olur. Nehir ve
İbni Kemâl. Çünkü bu muhayyer bırakılan, kadının muhayyerlik meclisi gibidir.
Sair temlîkler de böyledir. Fetih.
İZAH
"Meğerki icab ve kabulü tekrarlasın
ilh..." Meselâ, kileyle satılan şu malın yarısını satın aldım; desin de
diğer taraf da kabul etsin. Bu yeni bir satış olur. Çünkü her iki rüknü
mevcuddur. İlk satış bâtıl olur.
"Yahut diğeri razı olsun ilh..."
Yani icabı tekrarlamadan razı olsun;bu takdirde kabul icab olur, ötekinin razı
olması da kabul sayılır. Nitekim yukarıda geçti.
"Kile ve tartıyla satılan şeylerde
olduğu gibi cüzleri itibariyle taksimi kabul etsin ilh..." Bunun sahih
olması şundandır: Fiyat cüzleri itibariyle her ikisine taksimi kabul edince her
parçanın hissesi malûm olur.
"Aksi takdirde satış câiz olmaz ilh..."
Yani bu şekilde fiyat her ikisine taksimi kabul etmez de kıymeti itibariyle
taksimi kabul ederse -nitekim satılan mal iki köle veya iki elbise olursa
böyledir- birisini kabulle satış sahih olmaz. Velevki diğer taraf razı olsun.
Çünkü hisse satan birinin fiyatı belli değildir.
"Hisseyle satış iptidaen câiz değildir
ilh..." Bu şöyle olur: Satıcı sana şu köleyi iki kölenin kıymeti olan bin
dirhemden hissesine düşen ile sattım, der. Bu satış bâtıldır. Çünkü satış
vaktinde kıymet belli değildir. Telvîh'in eammı tahsis faslında böyle
denilmiştir. Azmiyye. İptidaen sözüyle hisseli satışda satışa ârız olan ârıza
hariç kalmıştır. Meselâ bir hânenin bütününü satar da sonra bir kısmında hak
iddia eden biri çıkar ve müşteri kalanına razı olursa satış sahihtir. Çünkü
hisseyle satışa bu hal sonu itibariyle arız olmuştur. Biliyorsun ki câiz
olmamanın yeri fiyatı ve satış sözünü tekrarlamadığı yahut sadece fiyatı tafsil
ettiği zamandır. Nitekim Hidâye sahibi buna kâil olmuştur. T.
"Bunu Vânî kaydetmiştir ilh..."
Vânî burada bir şey kaydetmemiştir.T.
"Kabul ederse ilh..." Yani
satılan mal iki köle ve iki elbise gibi kıymet itibariyle taksimi kabul eden
şeylerdense demek istiyor.
"Velevki sattım sözünü tekrarlamamış
olsun ilh..." Çünkü sırf fiyatı ayrı söylemekle pazarlık müteaddid olur.
Nitekim Hidâye'nin ibâresinden zâhirolan da budur.
"İcab bâtıl olur ilh..." Bahır
sahibi şöyle demiştir: "Hâsılı îcab ondan vazgeçtiğini bildiren bir şeyle,
iki taraftan birinin dönmesiyle veya ölmesiyle bâtıl olur. Onun için de kabul
muhayyerliği mirâs olarak intikâl etmez, dedik. Eli kesilmekle, şıranın sirke
olmasıyla, doğum sebebiyle malın artması veya helâk olması sebebiyle satılan
mal değişir. Semavî bir afetle gözü çıktıktan sonra yahut satılan köleye bir
bağışta bulunulduktan sonra olursa bunun hilâfınadır. Nitekim Muhît'ta
bildirilmiştir. Yukarıda arzetmiştik ki, kabulden önce malın kıymetini
bağışlamak satışı ibtal eder. Şu halde satışı bozan şeylerin aslı yedidir. Bu
bellenmelidir."
"Yürümese bile icab bâtıl olur
ilh..." Bazıları yerinde durdukça bâtıl olmaz demişlerdir. Bahır. Ayağa
kalkmakla îcab bâtıl olur. Velevki vazgeçmek için değil de bir maslahattan
dolayı olsun. Nitekim Kınye'de böyle denilmiştir.
Nehir sahibi diyor ki: "Meclisin
değişmesi vazgeçtiğine delâlet eden bir şeyin arız olmasıyla meselâ, bir şey
yemek gibi başka bir işle iştigâl etmekle olur. Meğerki yediği şey bir lokma
olsun. Su içmek de öyledir. Meğerki su kabı elinde bulunsun. Uyku da meclisi
değiştirir. Meğerki ikisi de oturur halde bulunsunlar. Namaz kılmak da öyledir.
Meğerki farzı yahut nafilede cilt rekâtı tamamlasın. Konuşmak hacet için dahi
olsa meclisi bozar. Zahir rivâyete göre yürümek mutlak surette bozar. Hatta iki
taraf yürürken, vasıta üzerinde giderken velevki ikisi de bir hayvanın üzerinde
bulunsunlar, satış sahih değildir. Tahâvî gibi bir çok ulema yürürken hemen
arkadaşının sözüne bitişik olarak cevap verirse câiz olur, demişlerdir. Muhît
sahibi bunun sahih olduğunu söylemiştir. Hulâsa'da ise: "Bir veya iki adım
yürüdükten sonra kabul ederse câiz olur." denilmiştir. Mecmauttefârîk
sahibi: "Biz bununla amel ederiz." demiştir. Müctebâ'da beyan
edildiğine göre bir sayılan meclis: Akdi yapan iki taraftan birinin meclisin
akdedildiği şeyden başka bir şeyle meşgul olmaması yahut vazgeçtiğini bildiren
bir harekette bulunmamasıdır. Gemi ev gibidir. Binaenaleyh onun yüzmesiyle
meclis bozulmaz. Çünkü akdi yapan taraflar onu durdurmaya kâdir
olamazlar." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Cevhere'de: "Ayakta
bulunur da oturursa meclis bozulmaz." denilmiştir. Bahır. Kezâ akdi
yapanlar oturarak uyurlarsa hüküm yine budur. Fakat ikisi de yahut ikisinden
biri uzanarak yatarsa bozulur. Fetih.
"Muhayyer bırakılan kadının
muhayyerlik meclisi gibidir ilh..." mu_
hayyer bırakılan kadından murad kocası
talâkı kadına bırakarak ona "kendini tercih et" demesidir. Barhır'da
EIHâvi'l-Kudsî'den naklen : "Satış meclisi muhayyerenin serbestîsinin
bozulduğu şeyle bozulur." denilmiştir. Bu söz daha güzeldir. Çünkü
muhayyerenin serbestîsi hassaten bulunduğu meclise münhasırdır. Kocasının
meclisine bağlı değildir. Satış bunun hılâfınadır. Çünkü o her iki tarafın
meclisine münhasırdır. Nitekim Gâyetü'l-Beyan'dan naklen Bahır'da böyle
denilmiştir.
"Sair temlîkler de böyledir.
Fetih." Fetih'de muhayyerenin serbestîsinden başka bir şey zikredilmemiştir.
Bahır sahibi diyor ki: "Satış ile kayıdlaması şundandır: Çünkü hul ve mal
mukabili köle âzâdında kocanın ve köle sahibinin ayağa kalkmasıyla icab
bozulmaz. Çünkü o bir yemindir. Ama kadının ve kölenin ayağa kalkmasıyla
bozulur. Zira onlar hakkında mal mukabili yapılan bir akiddir. Nitekim
Nihaye'de beyan edilmiştir.
METİN
İcabla kabul bulununca satış muhayyerlik
olmaksızın yürürlüğe girer. Ancak bir kusurdan veya görmeden dolayı muhayyerlik
müstesnadır. İmam Şâfiî buna muhâliftir. Fakat onun hadîsi sözlerin ayrıldığı
mânâsına yorumlanmıştır. Zira haller üçtür. Biri iki tarafın sözlerinden önce,
biri iki tarafın sözlerinden sonra, biri de iki taraftan birinin sözünden
sonradır. Birinci halde onlara alış-verişçiler demek evliyet alakasıyla mecazdır.
ikinci halde kevniyet alakasıyla mecazdır. Üçüncüdeyse hakikattır ve ona
yorumlanır.
İZAH
"İmam Şâfiî buna muhâliftir
ilh..." Bu meselede İmam Ahmed Şâfiî ile, imam Mâlik ise bizimle
beraberdir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir.
"Onun hadisi" Şâfiî'nin yahut
muhayyerliğin hadisi demektir. Bu hadîsin bir çok rivâyetleri vardır. Nitekim
bunlar Fetih'de belirtilmiştir. Onlardan biri de Buhârî'deki ibni ömer (R.A.)
rivayetidir. Bu rivâyette:"Alış-verişçilere birbirlerinden ayrılmadıkça
muhayyerdirler." buyurulmaktadır. Yani satış muhayyerdir, demektir. T.
"Sözlerin ayrılığı mânâsına
yorumlanmıştır ilh..." Bundan murad icabdan sonra diğerinin satın
almıyorum demesi yahut icabı yapan tarafın kabulden önce dönmesidir. Ayrılmak
insanlara isnad sözlerinin ayrılması murad olunmak hem şeriatta hem de örfde
çoktur. Teâlâ Hazretleri : "Kendilerine kitap verilenler ancak onlara
beyyine geldikten sonra ayrıldılar." buyurmuş, Peygamber (S.A.V.) dahi:
"İsrail oğulları yetmişiki fırkaya ayrılmışlardır. Benim ümmetim ise
yetmişüç fırkaya ayrılacak." buyurmuştur. Fetih.
"Zira haller üçtür ilh..." Çünkü
iki taraf satış işiyle hakikaten meşgul olurlarsa aralarında satış tamam olur
biter; çünkü bu mecazdır. Onunla meşgul olur, yani pazarlık halindeyseler biri
icab yapınca diğerinin kabulünden önce bunlara alış-verişçiler denilebilir ve
murad bu olur. Kabul muhayyerliği de budur. Bu yorumu İbrâhim Nehaî (R.)
yapmıştır. Bu da mecazdır denilemez; çünkü diğerinin kabulünden önce sâbit olan
bir satıcıdır. İki satıcı değildir. Çünkü biz: "Bu sözün mânâsından bir
cüz'e hakikat denilebilen yerlerdendir." diyoruz. Bir de biz "Zeyd
ile Amr orada alış-veriş ediyorlar" diyenin sözünden hemen zihne gelmesi
vechiyle anlıyoruz ki, onlar satış işiyle ikisi de razı olarak meşguldürler. O
halde bu hakiki mânâ oluversin! Hakikata yormak teayyün etmiştir. Binaenaleyh
hadîs : "İki taraf bir fiyat üzerinde anlaşırlar da sonra biri îcab
yaparsa hiç kabul lâzım gelmemek şartıyla satış yürürlüğe girer. Çünkü önceden
anlaşmışlardır." şeklinde anlaşılmasının önüne geçmek içindir. Şu da var
ki, naklî ve aklî deliller mezhebimizi te'yid etmektedir.
Naklî delil Teâlâ Hazretlerinin : "Ey
imân edenler, akidleri ifa edin!" âyet-i kerîmesidir. Bu muhayyer
bırakmadan önce bir akiddir Teâlâ Hazretlerinin : "Mallarınızı aranızda
bâtılla yemeyin! Meğerki sizin tarafınızdan bir ticaret anlaşması olsun."
âyetiyse icab ve kabulden sonra muhayyerliğe bağlı olmaksızın anlaşarak yapılan
ticarete sadıktır Şu halde Allah Teâlâ müşterinin muhayyer bırakılmadan önce
yemesini mubah kıldı demektir. "Alış-veriş yaptığınız zaman şâhid
çağırın!" âyet-i kerîmesi ile şahidden faydalanmayı emrediyor; tâ ki inkâr
vaki olmasın. İcab ve kabulden sonra ve muhayyerlikten önce o muameleye
alış-veriş denilebilir. Daha önce muhayyerlik ve geçersizlik sâbit olsa bu
âyetleri mânâsız bırakmak lâzım gelir.
Aklî delile gelince: Bu iş nikah, hul, köle
âzâdı ve köleyi mükâteb yapmaya kıyas olunur. Bu saydıklarımızın her biri bedel
mukabilinde bir akid olup meclis muhayyerliği olmaksızın sırf rizaya delâlet
eden sözle tamam olurlar. Satış da öyledir. Tamamı Minah ile Fetih'dedir. T.
"Evliyet alâkasıyla mecazdır
ilh..." Bundan murad bir şeyi varacağı netice ve âkıbetle anmaktır. T.
"Kendimi şarap sıkarken gördüm." âyet-i kerîmesi bu kabîldendir.
Sıkılan şıra sonunda şarap olacağı için üzüm sıkmaya şarap denilmiştir.
"Kevniyet alâkasıyla mecazdır
ilh..." Bundan murad bir şeyi önceden bulunduğu halle anmaktır.
"Yetimlere mallarını verin!" âyet-i kerîmesi bu kabîldendir.
Yetimlerin malları ancak yetimlikten çıktıktan sonra verilir. Fakat bunlar
evvelce yetim bulundukları için şimdi de kendilerine yetim denivermiştir.
METİN
Satış tamam olmak için satılan malın
mikdarını, fiyatını, fiyatın sıfatını -meselâ Mısırlı yahut Şamlı olduğunu-
işaret etmeden bilmek şart kılınmıştır.
İZAH
"Satılan malın mikdarını ve fiyatını
ilh..." Meselâ, bir ölçek buğday ve beş dirhem para yahut bir kaç ölçek
buğday diye bilmek şarttır. Mikdarı bilinmeyen mal bundan hariçtir. Bundan
murad malın fahiş bir şekilde bilinmemesidir. Böyle bir satış sahih olmaz.
Fahiş şekilde diye kayıdlamamız ulemanın şu sözlerinden dolayıdır: "Satıcı
bu köyde veya bu hânede ne varsa hepsini satar da müşteri orada ne olduğunu
bilmez satış sahih olmaz. Çünkü meçhûl kalan cihet çok fazladır. Ama şu odadaki
veya şu sandıktaki, şu çuvallardaki malların hepsini sattım, derse satış sahih
olur. Zira bilinmeyen ciheti azdır.
Kınye sahibi şöyle demektedir:
METİN
Asıl şudur ki; bu faslın meseleleri iki
kaide üzerine bina edilmiştir. Bunlardan birinciyi musannıf şu sözüyle ifade
etmiştir: "Hânede bulunan her bina yani örfen satılan mal adı verilen her
şey zikredilmeden satışda dahildir." İkinciyi de şu sözüyle zikretmiştir:
"Yahut ona bitişik ve tabî atan her şey satışında dahildir." Yani
satılan mala ayrılmayacak şekîlde bitişik olan her şey satışda dahildir. Bundan
murad insan ayırsın diye yapılmayan şeydir. Böyle değilse satışta dahîl
değildir.
İZAH
"Asıl" lügatta temel demektir.
Kaide de temel mânâsına gelir. Istılahda ise zabit mânâsındadır ki, bundan
murad bütün cüzîlerine tatbik, edilebilen küllî şeydir. Burada murad bu
fasıldaki meselelerin istinad ettiği esastır.
"İki kaide" diyeceğine Dürer
sahibinin yaptığı gibi üç kaide dese daha iyi olurdu. Dürer'de şöyle
denilmiştir: "Üçüncüsü bu iki kısımdan olmandir ki, satılan malın hukuk ve
faydalarındansa zikretmekle Satılan mala dahil olur, zikredilmezse dahil
olmaz." Bunu şârih dahi her iki kısımdan değilse ilh... Sözüyle ifade
etmiştir. T.
"Ayrılmayacak şekilde bitişik
olan" Sözünde tabîi olanlarla sonradan yere ve hâneye konulan taşlar
dahildir. Yere gömülenler dahil değildir. Buna ulemanın şu sözleri delildir:
"Bir kimse bütün hukuku ile bir yer satın alır da içinden bir duvar
yıkılırsa duvardaki kurşun, hatıl ve odun gibi şeyler duvarım temelinde
bulunuyorsa satışa dahildir. Muhafaza için muhafaza satıcınındır. Satıcı bu
benim değildir derse bulunan eşya hükmündedir." Muhafaza için konmuşsa
sözünde gömülen taşlar da dahildir. Memleketimizde çok rastlanan bir şeydir ki,
birisi bir yer veya hane satın alır. Orasını kazınca mermer, balat ve taş gibi
şeyler çıkar. Bunların hükmü binada çıkarsa müşterinin, aksi takdirde satıcının
olmaktır. Bu çok boşa gelir. Şimdi şu kalır: Satıcı bunlar sonradan
gömülmüştür. satışta dahil değildir diye iddia eder. Müşteri ise binadan
olduğunu söylerse her ikisine yemin verdirilir diyenler vardır. Çünkü bu,
satılan malın mikdarında ihtilâf kabîlindendir. Satıcının sözü tasdik edilir
diyenler de vardır. Çünkü ihtilâfları akde girmeyen tâbî hakındadır. Akde giren
şeylerde iki tarafın yemini kıyasa muhâlif olarak sübut bulmuştur. Binaenaleyh
başkası ona kıyas edilemez. Satıcı bunların milkinden çıktığını inkâr
etmektedir. Asıl olan da milkinde kalmasıdır. Bu satırlar Hayreddini Remlî'nin
Minah hâşiyesinden hülasa edilmiştir.
"İnsan ayırsın diye yapılmayan
şeydir." Binaenaleyh ağaç bunda dahildir. Nitekim gelecektir. Zira ağaç
yerde kalmak üzere yere bitişmiştir. Bundan yalnız kuru ağaçlar müstesnadır.
Çünkü onlar çıkarılmak için dururlar. Nitekim gelecektir. Ekin satışda dahil
değildir. Çünkü ayrılmak için bitişmiştir. Binaenaleyh evdeki eşyaya benzer.
Nitekim Dürer'de belirtilmiştir. Anahtar satışda dahildir. Çünkü binaya bitişik
olan kîlide tâbîdir ve onun bir cüz'ü gibidir. Zira anahtar olmazsa kilidden
istifade edilemez. Bitişik olmayan kilidin anahtarı bunun hilâfınadır. Nitekim
gelecektir.
Hâsılı menkûl ve bitişik olmayan eşya
satılan mata tâbi olup onsuz istifade mümkün değilse onun cüzü gibidir ve
ineğin süt emen yavrusuna benzer. Eşek yavrusu bunun hilâfınadır. O, eşeğin
canı ve kölenin elbisesi gibi bazen örfen satışda dahil olur.
"Böyle değilse satışta dahil
değildir." Şârih bu ifadede Dürer sahibine uymuşdur. Münasip ölen bunu
zikretmemektir. Tâ ki ondan sonra gelen her iki kısımdan değilse ifadesinde
tafsilât sahih olsun.
METİN
Her iki kısımdan değilse bakılır: Satılan
malın hukuk ve faydalarındansa pazarlıkta zikredildiği takdirde satışda
dahildir. Aksi takdirde dahil olamaz. Şu halde bina ve binaya bitişik kilitler
ve sürmeler gümüşden bile olsalar satışda dahildir. Bitişik olmayan kilit
satışda dahil değildir. Binaya bîtişik olan merdiven, sedir ve bitişik dolap,
yerde çakılı değirmen, kuyunun makarası hânenin satışında dahildir. Kova ve ip
gibi şeyler alet ve edevatıyle sattım demedikçe hânenin satışında dahil
değildir.
İZAH
"Hukuk ve faydalarındansa" Sözü
aynı mânâya gelen iki kelimeyi birbiri üzerine atıf kabîlindendir. Bundan murad
satılan mala tâbî olup bulunması mutlaka lâzım ve satış ancak onun için
kasdedilen yol ve arazı için su gibi şeylerdir. Nitekim hukuk babında inşaallah
gelecektir.
"Aksi takdirde dahil olamaz."
Yani satılan malın hukuk ve faydalarından değilse zikredilmiş bile olsa satışa
dahil değildir. Binaenaleyh ağacı satmakla meyvası satışa dahîl olmaz. Çünkü
meyvanın ağaca bitişmesi tâbîi de olsa üzerinde kalmak için değil ayrılmak
içindir. Şu halde ekin gibidir. Meğerki içinde bulunan yahut bu maldan sayılan
her şeyiyle sattım desin. O zaman satılan maldan sayılır. Nitekim Dürer'de
bildirilmiştir.
"Şu halde bina ve binaya bitişik
kilitler ilh..." Kezâ binanın üst katı ve hela satışda dahildir. Nitekim
Dürer'de beyan edilmiştir. Aşağıda gelen hanenin satışında sözü satışa girer
ifadesine bağlıdır. Yani hâneyi hududuyla satarsa her hakkıyle yahut her faydasıyla
sattım demese bile bu zikredilenler satışta dahildir. Nitekim Dürer'de
bildirilmiş ve şöyle denilmiştir: "Çünkü hâne hududla çevrilmiş olan yerin
ismidir. Üst kat ve kezâ bina hanedendir." Sonra Dürer sahibi sözüne şöyle
devam etmiştir: "Hanenin satışında çıkma, yol, su ve su hendeği gibi
şeyler dahil değildir. Bunlar ancak her hakkıyla ve benzeri bir sözle satışa
dahil olurlar. Çünkü çıkma hanenin yolu üzerînde binanın hava boşluğuna
yapılmıştır ve bina hükmüne girer. Yol. su ve hendek gibi şeyler hânenin hududu
dışında olsalar da onun hukukundandır. Binaenaleyh zikredilirse satışa dahil
olurlar, ama îcaraverirken zikretmeden de dahildirler. Çünkü icar faydalanmak
için yapılan bir akiddir. Bunlarsız faydalanma olmaz. Satış onun hilafınadır.
Zira bazen ticaret için olabilir."
Ben derim ki: Zahîre'de şu ifade
kuşanılmıştır: "Kaide şudur: Hânenin binasından veya ona bitişik olmayan
bir şey satışda dahil değildir. Meğerki örf ve âdete göre satıcı bunları
müşteriye men etmesin. Anahtar istihsanen satışta dahildir. Kıyasen dahil
olmaz. Çünkü binaya bitişik değdir. Biz örfün hükmüne göre onun satışda dahil
olduğunu söylüyoruz." Bu satırda: kısaltılarak alınmıştır. Bu sözün
muktezasınca bizim memleketimiz Şam'da hânenin suyu satışda dahildir. Çünkü bu
hususda örf vardır. Hatta Kahire'nin örfüne göre ayrı merdivenden evlâ olmak
üzere satışda dahildir. Çünkü Şam diyarında bir hânenin akarsuyu varsa su
tamamiyle kesildiği vakit o haneden istifade edilmez. Müşteri de suyundan
istifade etmeyeceğini satıştan sonra öğrenirse satışa razı olmaz. Ancak suyu
dahi olsun diye pek az bir para verir. Bu hususda sözün tamamı bizim
"Neşru'l-Arf..." adlı risalemizden.
"Binaya bitişlik olan merdiven"
Kahire örfüne göre mutlak surette satışda dahîl olmak gerekir. Çünkü Kahire'nin
evleri kat kattır. Bunsuz onlardan istifade edemez. Buna yolun satışda dahil
olmamasıyla itiraz edilemez. Çünkü yol olmazsa evden faydalanmak mümkün
olmamakla beraber bazen yolun kendisi şuf'a ile olmak için maksud olur. Onun
için icareye zikredîlmeden dahildir. Nitekim gelecektir. Bahır. Yani yeri
kiralamaktan maksad ancak yolundan faydalanmak içindir. Onun için kira
meselesinde yol dahildir. Satış bunun hilâfınadır. Lâkin bunun cevabı bozduğu
meydandadır. Çünkü şöyle itiraz edilebilir: "Kahire'nin evlerinde yapma
merdiven dahil değildir. Çünkü bazen ev satılırken şuf'ayla alınmak istenir.
Binaenaleyh merdivenin kendisiden faydalanmak maksud değildir ki, eve tabî
olarak satışa dahil olsun."
METİN
Bahçesi de öyledir. Nitekim istihkak
bâbında gelecektir. Hamamın satışında kazanlar dahildir, taslar dahil değildir.
Eşeğin satışında şayet hayvanı çiftçilerden ve köylülerden satın alırsa semeri
dahildir. Eşek canbazlarından alırsa dahil değdir. Boynuna takılan çanı örfen
satışda dahildir. İneğin süt emen buzağısı satışda dahidir. Eşek satışındıysa
yavrusu emsin emmesin dahil değildir. Bununla fetva verilir. Köle ve cariye
satışında elbiseleri dahildir. Yani giydikleri elbisenin misli dahildir. Satıcı
aynı elbiseyi vermekle başkasını vermek arasında muhayyerdir. Meğerki satıcı
teslim etmiş veya müşteri teslim almış da satıcı ses çıkarmamış olsun.
Meselenin tamamı Sayrafiyye'dedir.
İZAH
Bahçesi de öyledir." Yani hanenin
hududu içindeyse büyük de olsa dahildir. Dışındaysa dahil değildir. Velevki
kapısı hâneye açılsın. Bunu Ebû Süleyman söylemiştir. Fakîh Ebu Cafer ise:
"Hâneden daha küçük olup, kapısı hâneye açılırsa dahildir. Hâneden daha
büyük veya onun kadarsa dahil değîldir." demiştir. Bazıları bahçe küçükse
satışta dahildir, büyükse dahil değildir demiş; birtakımları da fiyatın hakem
kılınacağını söylemişlerdir. Fetih.
"İstihkak bâbında gelecektîr."
Doğrusu hukuk bâbında gelecektir. İbâresi şöyledir: "Hâne içindeki bahçe
de öyledir. Velevki açıkça söylemesin. Dışındaki bahçe ise satıştan hariçdir;
meğerki hâneden daha küçük olsun. O zaman hâneye tâbî olarak satışda dahildir.
Hâne kadar yahut daha büyük olursa ancak şart koşmakla dahil olur. Zeylai ve
Aynî." Bahır ve Nehir sahipleri dahi o bâbta buna kesinlikle kâil
olmuşlardır.
"Kazanlar dahildir." Bundan murad
içinde su ısıtılan kazanlar veya havuzlardır. Lakin bunlar binaya bitişikse söz
yoktur. ,ondan ayrı olup sonradan konmuşlarsa nakil ve değiştîrmesi mümkün
olmayacak derecede büyük oldukları takdirde zâhire göre binaya bitişik
hükmündedirler. Aksi takdirde bitişik hükmünde olmazlar.
Fetih sahibi diyor ki: Boyacı küplerine,
çamaşırcıların leğenlerine, zeytincilerin kaplarına ve küplerine,
çamaşırcıların üzerinde çamaşır düğdükleri ağaç kütüklerine gelince: Bunların
her biri yerde çakılıysa satımda dahi değildir. Ama bütün hukukuyla derse bence
satışda dahil olmak gerekir. Nitekim faydalarıyla aldım demesi de
böyledir."
Ben derim ki: Hatta Zahîre'den naklen
Tatarhâniyye'de şöyle denilmiştir: "Makara ve merdiven meselesine kıyasen
binada çakılı olan bu gibi şeylerin satışda dahil olması gerekir." Yani
bütün haklarıyla aldım demese bile dahildir, demek istemiştir.
"Semeri dahildir." Fukahânın
sözlerine bakılırsa semerle palan ayrı ayrı şeylerdir. örfe göre palanın
üzerindeki semerdir. Bahır.
"Eşek canbazlarından alırsa dahil
değildir." Bu sözle şârih galiba onların adetlerine işaret etmiştir. çünkü
onların âdeti eşeği semersiz satmaktır. T.
Ben derim ki: Bunu Tatarhâniyye'nin :
"Bu örfe göredir." sözü de teyid eder. Yine Tatarhâniyye'de
bildirildiğine göre bir kimse semerli bir eşek satarsa, örf hükmünce semer ve
palan satışda dahildir. Zahîriyye'de: "Muhtar olan bu kavildir."
denilmiştir. Hayvanın üzerinde semer ve palan yoksa bunlar yine satışda dahil
olur. Sadru'ş-Şeh'id bunu tercih etmiştir. Bazıları hayvan çıplak olursa satışda
başka bir şey dahil olmadığını söylemişlerdir. Hâniyye'de İbnul Fadl'ın:
"Satışa dahil değdir." dediği, semerli olup olmaması arasında fark
göstermediği bildirtmiştir. Zâhir olan da budur. Sonra patanla semer satışa
dahil olurlarsa hayvanın kıymetinden onlara bir şey ayrılmaz. Nitekim cariyenin
elbiselerinde de hüküm budur,.
"Çanı örfen dahildir."
Zahîriyye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse at satarsa örf hükmünce yular
satışda dahildir. Yular yedek bir şeydir." Lâkin Hâniyye'de eşeğin
satışında yedek dahil olmadığı bildirilmiştir. Çünkü eşek yedeksiz de
yedilebilir. Atla deve bunun hilâfınadır. Fetih sahibi:"Buhususta
düşünülmelidir." diyor.
"Eşek satışındaysa ilh..." İnekte
eşek arasında fark: Buzağı olmazsa inekten istifade edilememesidir. Eşek böyle
değildir. Zahiriyye.
"Köle ve cariye satışında elblseleri
dahildir." Bu aynı elbisenin içinde satıldıklarına göredir. Aksi takdirde
yalnız avret yerini örten elbise satışda dahildir. Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Bir kimse bir köle veya cariye satsa, elbise namına satıcıya vermesi
lâzım gelen mikdar avret yerini örtecek kadardır. Şayet cariye giydiğinin misli
bir elbise içinde satılırsa satışda dahildir. Fetih'de : "Elbisenin misli
satışda dahil olması örfün hükmüne göredir." denilmiştir. Tatarhâniyye'de
de aynı şey vardır. Şu halde hüküm örfe göredir.
"Satıcı aynı elbiseyi vermekle
başkasını vermek arsında muhayyerdir." Çünkü örfen satışa dahil olanın
elbisenin mislidir. Onun İçin elbisenin fiyattan bir hissesi yoktur. Hatta
cariyenin bir elbisesine hak sahibi çıksa satıcıdan bir şey isteyemez. Keza
elbiseyi kusurlu bulursa iade etmeye hakkı yoktur. Zeylai. Bahır'da şu cümle
ziyade edilmiştir: "Elbise müşterinin etinde helâk olur veya kusurlanır da
sonra cariyeyi bir kusurundan dolayı kıymetinin bütünüyle döner."
Zeylaî'nin "satıcıdan bir şey isteyemez" sözümü bazı ulema
kıymetinden bir şey isteyemez mânâsına almışlardır. Elbisenin mislini istemeye
ise hakkı vardır. Nitekim ulemanın sözlerinden anlaşılmaktadır.
Tatarhaniyye'de şöyle denilmiştir:
"Kazâ cariyede bir kusur bulur da onu iade ederse. onunla beraber
elbisesini de iade eder. Velev ki elbisede kusur bulunmasın."
"Veya müşteri teslim almış da satıcı
ses çıkarmamışsa ilh..." Bu takdirde teslim etmiş gibi olur. Bunu
Sayrafiyye'den naklen Minah sahibi söylemiştir. Tatarhâniyye'de şöyle
denilmektedir: "Satıcı zînetleri cariyeye teslim etmişse bunlar cariyenin
olur. Gördüğü halde istemeyip ses çıkarmazsa, bu zînetleri cariyeye testim
etmek gibi olur." Yine Tatarhâniyye'de Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir:
"Elinde mal bulunan bir köleyi satarsa, maldan söz etmediği takdirde satış
caizdir. Mal satıcıya aiddir. Sahih olan budur. Eğer köleyi malıyla birlikte
satar da mikdarını bildirirse bakılır: Kölenin kıymeti o malın cinsinden ise
kölenin kıymet; malından mutlaka fazla olmak gerekir. Tâ ki kölenin malına
karşılık o mikdar kıymet bulunsun. Geri kolan kölenin karşılığıdır."
Tamamı Tatarhâniyye'dedir.
METİN
Dikili Olursa yerin satışında ağaç
zikretmeden dahildir. Bu, her iki meselenin kayıtlıdır. Zikredilirse evleviyetle
dahil olur. Ağacın yemişli veya yemişli, küçük veya büyük olması fark etmez.
Yalnız kuru ağaç müstesnadır. Çünkü o sökülmek için durur. Fetih. Dikilmiş ağaç
bina gibidir Çünkü yerinde karar kılmaktadır. Ağaçların içinde küçükleri
bulunursa bahar mevsiminde sökülür. Bunlar, kökünden sökülürse satışta dahil,
yeryüzüden kesilirse dahil değildir. Meğerki şart koşulsun. Meselenin tamamı
Vehbâniyye şerhindedir. Kınye'de şöyle denilmektedır: "Bir kimse bağ satın
alırsa, yere çakılmış kazıklara bağlı olan ipler satışda dahil olur. Kökleri
yerde gömülü asma direkleri de öyledir ki, asmanın dalları bunların üzeride
bulunur. Erz-i Halil'de bunlara asma direği denilir."
İZAH
"Ağaç zikretmeden dahildir
ilh..." Muhît'te şöyle demiştir: "Gövdesi olup kökü kesilmeyen her
şey ağaç olup yer satılırken zikredilmeden satışda dahildir. Bu sıfatta değilse
zikredilmeden satışa dahil olmaz. Çünkü yemiş mesabesindedir." Bunu
Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir.
"Bu, her iki meselenin kaydıdır."
Birinci meseleden murad bina ve ona atfolunan şeylerdir. İkinciden murad da
ağaçtır. T.
"Yemişli veya yemişsiz olması fark
etmez." Çünkü imam Muhammed bunların arasında fark yapmamıştır. Küçükle
büyük orasında da fark yoktur. Binaenaleyh hak olan hepsinin satışa dahil
olması idi. Bazıları buna muhalif olarak: "Yemiş vermeyen ağaç
zikredilmezse satışda dahî değildir. Çünkü o katmak için değil ağacı büyüdüğü
vakit kesmek için dikilir. Şu halde ekin gibidir." demiş, birtakımları da
küçük ağacın satışta dahil olmadığını söylemişlerdir. Fetih. Tatarhâniyye'de
Muhît'ten naklen tafsilât vermemenin daha doğru olduğu kaydedilmiştir.
Ben derim ki: Lâkin Zahîrede : "Asma
çardakları, ağaçlar ve binalar satışda dahildir. Çünkü bunların sonu için malûm
bir müddet yoktur. Binaenaleyh bunlar ebedî kalmak üzere dikilmişlerdir ve yere
tâbî olurlar. Ekinle yemiş bunun hilâfınadır. Çünkü onları kesmenin malûm bir
zamanı vardır. Onun için kesilmiş gibidirler." denilmiştir. Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır. Bunun muktezası kesmek için yetiştirîlen yemişsiz ağacın
ekin gibi olmasıdır. Meğerki bunun malûm bir sonu yoktur, denilsin. .
"Çünkü o sökülmek için durur."
Binaenaleyh oraya konulmuş odun gibidir. Fetih.
"Ağaçların içinde küçükleri bulunursa
ilh..." sözünü Fetih sahibi Hâniyye'den nakletmiştir. Ama az ileride
küçüklüğün ve her sene kesilmenin bir kayıd olmadığı görülecektir.
"Yeryüzünden sökülürse dahil
değildir." Çünkü o zaman meyva gibi olur. Nitekim az ileride yapacağımız
izahattan anlaşılacaktır.
"Tamamı Vehbâniyye şerhindedir."
Hülâsası şudur: Vâkıât'ta açıklandığına göre kamış şartsız olarak satışda dahil
değildir. Çünkü kesilen şeylerdendir. Binaenaleyh meyva mesabesindedir. Tarsûsî
kesmekle yapılan talilden atarak kayak ve benzeri malûm vakitlerde kesilen
ağaçların satışa dahil olmadığını söylemiştir. Talebesi ibni Vehbân ise onunla
münakaşa ederek: "Kamış her sene kesilir. Binaenaleyh yemmiş gibidir.
Kayak ağacı ise öyle değildir. Onu bu hükme katmakta bir mânâ yoktur."
demiştir. Lâkin yine Vâkıât'ta bildirildiğine göre yerde üç senede bir kesilenağaçlar
bulunursa, bunlar kökünden çıkarıldığı takdirde satışda dahildir. Yeryüzünden
kesilirse dahil değildir. Çünkü bu takdime yemiş mesabesindedirler.
İbni şihne diyor ki: "Bunda illetin
köküyle satılan ağaç olmasına işaret vardır. Bu yemiş gibi değildir. Kökü yerde
kalıp yeryüzünden kesilen bunun hilâfınadır. Çünkü meyve gibidir."
Ben derim ki: Hâsılı kalmak için dikilen
ağaç ki ondan maksad yemiş vermesidir, satışda dahidir. Ancak kurur do odun
olursa dahil olmaz. Nitekim yukarıda geçti. Ama yemiş vermeyen ve kesmek için
dikilen ağacın kesîlmek için malûm bir vakti yoksa o do dahil değildir. Bahar
günlerinde veya üç senede bir kesilmek gibi muayyen bir vakti varsa bu zikri
geçen tafsilâta göredir. Malûmdur ki, kavağı kesmek için malûm bir müddet yoktur.
Şunu da bil ki, Bahır'da ve kezâ Vehbâniyye şerhinde Hâniyye'den naklen
bildirildiğine göre bir kimse içinde yonca veya safran yahut söğüt ağacı
bulunup da üç senede bir kesilen yahut kokulu çiçek veya sebze ekili bir yer
satarsa Fazlı: "Yeryüzündeki kısım meyve mesabesindedir. şartsız satışda
dahil değildir. Yerin içindeki kökleriyse dahildir. Çünkü kökleri kalmak için
olup bina mesabesindedir." demiştir. Yerde kamış veya ot yahut
kendiliğinden bitmiş odun bulunursa kökleri satışda dahildir. Yeryüzündeki kısımları
dahil değildir. Söğüdün kökleri hakkında İhtilâf edilmiştir. Sahih kavle göre
bunlar satışda dahil değildir.
"Kökleri yerde gömülü asma direkleri
de öyledir." Minah'da şöyle denilmiştir: "Gömülü diye kayıtlaması
gösterir ki, yere konulanı satışda dahil değildir. Çünkü asma üzerine konulmuş
odun mesabesindedir. Bu mesele fetva vak'ası olmuştur veyere gömülüyse
satılanda dahildir, diye fetva verîlir.
METİN
Nehir'de bildirildiğine göre satışa tâbi
olarak giren şeye karşı para yoktur. Çünkü o vasıf gibidir. Bunu musannif
istihkâk bâbında selemden az önce beyan etmiştir. Yer satışında zikredilmeden
ekin dahil değildir. Meğerki o yerde kendiliğinden bitmiş kıymeti olmayan bir
şey olsun. Bu takdirde esah kavle göre satışda dahildir. Mecma şerhi.
İZAH
"Nehir'de" şöyle denilmiştir:
"Onun için Kınye sahibi şunları söylemiştir: Bir kimse bir hâne satın alır
da binası yıkılırsa kıymetten bir şey düşmez. Hak sahibi çıkarsa o haneyi
hissesine düşenle alır. Ulemadan bazıları ikisinîn de bir olduğunu söylemişlerdir."
Cariyenin elbisesi de bunun gibidir. T. Kâfî'de bildirildiğine göre bir adam
boş araziye sahip olur da orada başkasının hurma ağaçları bulunursa yer sahibi
ötekinin izniyle o yeri bin dirheme sattığında her ikisinin kıymetleri beşeryüz
dirhem olursa, alman para aralarında yarıya bölünür. Müşteri teslim almadan
hurmalık semavî bir afet sebebiyle helâk olursa, müşteri kıymetin bütünüyle
yeri alıp almamakta muhayyerdir. Çünkü hurmalık vasıf gibidir. Alınan para
aslın karşılığındadır, vasfın karşılığında değildir. Onun için kıymetten hiç
bir şey düşmez. Bahır sahibi bunu ayrı ayrı her ikisinin kıymetini söylememişse
diye kaydetmiştir. Söylerse helâk olan hurmalığın hissesine düşen para sâkıt
olur. Telhisü't-Cami'de böyle denilmiştir.
T E N B İ H : Ebussûud Hâşiyesi'nde beyan
edildiğine göre ulemanın sözlerinden şu anlaşılmıştır: Satılan hânenin
kapısında gümüşten kulp bulunuyorsa onun hissesine düşen parayı iki taraf
birbirlerinden ayrılmadan saymak şart değildir. Çünkü satışda o tabi olarak
dahildir. Bu sarf bâbında gelecek meselenin karşısında müşkil değildir. O
meseleden murad gerdanlığı ile satılan cariye ve zînetiyle satılan kılıçtır.
Çünkü gerdanlıkla zînetin satışda dahil olması tabiî değildir. Gerdanlık
cariyeye bitişik değdir. Zînet kılıca bitişik olsa da kılıç kelimesi zînetin de
adıdır. Nitekim sarf babında gelecektir Binaenaleyh zînet kılıcın
müsemmasındandır. Bu malûm olunca bez ve emsalindeki çizgilere karşı fiyattan
pay ayırmak şart olmadığı anlaşılır. Zamanımızın bazı âlimleri ayrılacağını
tevehhüm etmişlerdir. Çünkü çizgi satılan malın müsemmalarından değildir. Şu
halde onun satışa dahil olması tâbî olmak suretiyledir. Malın kıymetinden ona
hisse ayrılmaz.
Ben derim ki: Ebussûud'un kulb meselesinde
söylediklerini kabul etmiyoruz. Bu meselenin izahinı inşaallah sarf bâbında
yapacağız.
"Ekin dahil değildir ilh..." sözü
mutlaktır. O yerde hiç bir nebat bitmemesine de şâmildir. Çünkü o zaman
kalburla olması ve ekinin çürümesi hallerine de şâmildir. Fazlî'nin ve ona
uyarak Zahîre sahibinin tercihine göre o zaman ekin müşterinin olur. Çünkü
ayrıca satması mümkün değildir. Ebulleys ise mutlakla amel etmiştir. Nehir.
Fetih sahibi: "Fakîh Ebu'lleys'in tercihine göre hiç bir halde satışda
dahil değildir." demiştir. Nitekim musannıfın mutlak sözü de bunu ifade
eder.
"Kendiliğinden bitmiş, kıymeti olmayan
bir şey olsun." Hidâye sahibi bu meselede tercih yapmaksızın iki kavil
zikretmiştir; Tecnis'de ise satışta dahil olmasının doğru olduğu
bildirilmiştir. Nitekim Kudûrî ve İsbîcâbi bunu nassan bildirmişlerdir. Buradaki
hilâf hayvanlar otlamadan ve biçilmeden satması câiz olup olmaması hususundaki
ihtilâfa mebnîdir.
Fetih sahibi diyor ki: "Yani satması
câiz değildir diyen dahil olduğunu. câizdir diyen dahil olmadığını söylemiştir.
Gizli değildir ki. her iki ihtilâf kıymetten düşüp düşmemesine mebnîdir. Çünkü
satışı câiz değil ve satışda dahil değil diyenlerin sözleri kıymetten düşmesine
mebnîdir. En iysi bırakır ümidiyle satışın câiz olmasıdır. Nasılki eşeğin
yavrusu doğar doğmaz yaşar ümidiyle satılabilir. Binaenaleyh ikinci halde ondan
faydalanabilir." Fetih sahibininin sözü burada biter. Zâhirine bakılırsa o
satışa girmemesini tercih etmiştir. Çünkü satılması câiz olacağı
ihtiyaretmektedir. Sirâc sahibi dahî bunu açıklamış ve şöyle demiştir:
"Yeri nebat bittikten sonra hayvanlar otlamadan ve orakla biçilmeden
satarsa, bu hususda iki rivâyet vardır. Sahih olana göre söylemeden satışda
dahil değildir. Hilâfın menşeî satılması caiz olur mu olmaz mı meselesidir.
Sahih kavle göre câizd'ir."
Hâsılı burada dört suret vardır. Çünkü
satış ya nebat bittikten sonra yahut bitmeden önce yapılacaktır. Her iki hale
göre ya kıymeti hâiz olur yahut olmaz. Bunların hiç birinde satışa dahil
değildir. Lâkin hilâf kıymeti olmayan nebat bitmeden veya bittikten sonra dahil
olmaması hakkındadır. Nebat bittikten sonra esah kavil satışa dahil olmasıdır.
Nitekim şarih de böyle demiştir. Hatta gördün ki doğrusu da budur. Fetih
sahibinin sözünden anlaşılan dahil olmamasıdır. Sirâc'da da böyle
açıklanmıştır. Kezâ birincide de tercih muhteliftir. Fazlı dahil olduğunu,
Ebulleys ise olmadığını tercih etmişlerdir. Nasılki bunu Nehir ve Fetih'den
naklen yukarıda arzettik. Şârihin yalnız ikinciyi istisna ile yetinmesi
birincide Ebulleys'in ihtiyar ettiğini tercih mânâsına gelir. Lâkin Fetih'den
naklen arzettik ki Ebulleys'in tercihine göre hiç bir halde satışa dahil
değildir. Nitekim Hidâye sahibinin mutlak olan sözü de bunu gösterir. Bunun
zâhirine göre dört suretin hepsinde satışda dahil değildir. Bahır'da burası
izah edilirken Sirâc sahibinin yukarıda geçen sözü kusurlu anlatılmıştır
Zikredilen dört suretteki hilâfı beyan ederken dahî kusur etmiştir. Doğrusu
bizim söylediğimizdir. Nitekim ben bunu Bahır üzerine yazdığım hâşiyede izah
ettim.
T E N B İ H : Satışla kayıdlaması yer
rehnedilirse ağaç, meyva ve ekin satışta dahil olacağı içindir. Yer
vakfedilirken bina ve ağaç vakıfda dahildir. Ekin dahil değildir. Kezâ bir
kimse üzerinde ekin veya ağaç bulunan yeri ikrar etse bunlar dahildîr, ama
yerin ikalesinde ekin dahil değildir. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
Ağacın satışında şart koşulmazsa meyva
dahil değildir. Musannıfın burada şart koşulmazsa demesi yukarıda ise
zikredilmeden tâbirini kullanması aralarında fark olmadığını ifade etmek
içindir. Bu şart satışı ifsad etmez. Onu meyvaya tahsis etmesi Peygamber
(S.A.V.)'in : "Meyva satıcısınındır. Meğerki satın alan onu şart koşmuş
olsun." Hadîs-i şerifine uymak içindir. Satıcıya her ikisini yani gerek
ekini gerekse meyvayı keserek sattığı malı teslim etmesi emrolunur. Yani yeri
ve ağacı teslim icab ettiğinde böyle yapılır. Parasını saymamışsa kendisine bu
emrolunmaz. Hâniyye. Velevki ekinle meyvanın kemale gelmeleri zâhir olmasın.
Çünkü müşterinin milki satıcının milkiyle meşguldür. Onu boş olarak teslime
mecbur edilir. Nitekim bir adama hurmalık vasiyet eder de hurmalar henüz koruk
bulunursa, mirâsçıları koruk hurmayı kesmeye mecbur edilir. Muhtar olan rivâyet
budur. Valvalciyye.
İZAH
"Meyva dahil değildir." Meyvadan
murad ağaçtan çıkan mahsüldür. Velevki yenilmesin. Misvak ağacının yemişi,
böğürtlenin yemişi, üzüm bağının yemişi denilir. Fetih'de bildirildiğine göre
yemiş tâbirinde gül, yasemin ve emsali kokulu çiçekler dahildir. Nehir. Bu söz
ağaçla beraber yerin veya yalnız ağacın satılmasına şâmildir. Kıymeti olsun
olmasın fark etmez. Bahır.
"Aralarında fark olmadığını ifade
etmek içindir." Yani ekin veya meyva demesi; fark etmez. Ben şu yeri sana
ekeniyle sattım yahut şu ağacı meyvasiyle birlikte sattım diyebilir. Bunu şart
şeklinde söylemesi de fark etmez Meselâ; sana bu yeri ekini senin olmak üzere sattım
diyebilir. Minah'da böyle denilmiştir. Bahır'da da böyledir.
"Onu meyvaya tahsis etmesi" Yani
şartı meyva meselesinde zikredip ekin meselesinde zikretmemesi zikri geçen
hadîse uygun olmak içindir. Halbuki bunun aksini yaparsa yine câizdir. Bu
hadîsle imam Muhammed meyvanın aşılanmış veya aşılanmamış olması arasında fark
bulunmadığına istidlâl etmiştir. Gerçi Kütüb-ü Sitte'de rivâyet edilen bir
hadîsde: "Bir kimse aşılanmış hurma satarsa meyva satana aiddir. Meğerki
müşteri şart koşmuş olsun." buyurulmuşsa da o rivâyet buradakine değildir.
Çünkü bize göre sıfatın mefhumu muteber değildir. Birinci hadîs gariptir
diyenler olmuşsa da bu söze şöyle cevap verilmiştir: Müctehidin bîr hadîsle
istidlâl etmesi onu sahih kabul etmek olur. Nitekim Tahrir ve diğer kitablarda
belirtilmiştir.
Evet, Fetih'in şu sözüyle itiraz
olunabilir: "Burada mutlakı mukayyed üzerine hamletmek vâcibtir. Çünkü bir
hâdisede ve bir hükümdedir." Sonra buna şöyle cevap vermiştir: "Ulema
mefhumla kıyas birbirlerine karşı gelirlerse kıyasın tercih edileceğini
söylemişlerdir. Burada da meyvayı ekine kıyas etmişlerdir. Nasıl ki Hidâye'de
meyva ağacın üzerinde kalmak için değil toplanmak için bitişiktir, denilmiştir.
Bu sahih bir kıyastır." Bahır sahibi buna itiraz ederek şunları
söylemiştir: "Mutlaki mukayyede hamletmek vâcibtir ilh..." sözü
zayıftır. Çünkü Nihaye'de bildirildiğine göre esah olan bir hâdisede câiz
olmadığı gibi iki hadisede dahi câiz olmamaktır. Hatta Ebû Hanife yer cinsinden
olan her şeyle teyemmüm caizdir, derken şu hadîsle istidlâl etmiştir:
"Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı. Ebû Hanife bu mutlakı
mukayyede hamletmemiştir. Mukayyedden murad "Toprak temizleyicidir."
hadisidir.
Ben derim ki: Ben bu meseleye Bahır üzerine
yazdığım hâşiyede cevap verdim ve şöyle dedim: Burada mukayyed başkalarından
hükmü nefî etmemektedir. Çünkü toprak lâkaptır. Lâkabın mefumu ise muteber
değildîr. Onu muteber tutan şaz bir fırka vardır ki, bütün mefumları muteber
sayarlar. Binaenaleyh bu mesele hamli icab edecek yerlerden değildir. Bunda bize
göre bir hadisede mutlakı mukayyede hamil olmayacağınadelâlet yoktur. Nasıl
olabilir ki, hüküm ve hadise bîr olursa mutlakın mukayyede hamledilmesi bizim
ulemamız arasında meşhurdur. Menar metninde Tevzih ve Tevlih'de ve diğer usul
kitablarında açıklanmıştır. Binaenaleyh Bahır sahibi'nin Nihaye'nin sözüne
istinad etmesi kabul edilemez.
"Keserek teslim etmesi ilh..."
Yani içinde ekin bulunan bir yer satar da ekini söylemez veya üzerinde meyva
bulunan ağacı satar da meyvayı şart koşmazsa ekin veya meyva satanın milkinde
kalır, onları kesip kaldırması emrolunur.
"Kendisine bu emrolunmaz." Çünkü
teslim vâcib değildir. METİN
Fûsuleyn'deki: "Bir kimse ekinsiz
olarak yer satarsa ekin ecri misliyle satıcının olur." sözü müşterinin
razı olması haline yorumlanır. Nehir. Bir kimse ağaçta beliren meyvayı satarsa
olgunluğu anlaşılsın anlaşılmasın esah kavle göre satış sahih olur. Meyva
belirmezden önceye bilittifak sahih olmaz. Meyvanın bir kısmı belirmiş, bir
kısmı belirmemişse zâhir mezhebe göre sahih değildir. Serahsî bunu
doğrulamıştır.
İZAH
"Bir kimse ağaçta beliren meyvayı
satarsa ilh..." cümlesiyle musannıf ağaca tâbi olarak satılan meyva
faslını bitirerek maksud olarak satılan meyva bahsine başlıyor. Yalnız ekin ve
ağacın maksud olarak satılması hükmünün ne olacağından bahsetmemiştir. Dürer'de
şöyle denilmiştir: "Ekini tane tutmadan satmak sahih değildir. Çünkü
bundan istifade edilmez, yere tâbidir. Binaenaleyh vasıf gibi olup mücerred ona
akid yapmak caiz olmaz. Ekin kemale gelinceye kadar yerinde bırakmak şartıyla
satması câizdir. Yonca ile bakla cinsi de böyledir. Kendi hissesini şerîkine
satmak ise mutlak surette caizdir. Yani hasad zamanı gelmiş olsun olmasın fark
etmez. Hasad zamanına kadar satıcı bozmazsa şerikinden başkasına da onun izni
olmaksızın satabilir. Zira bu takdirde satış cevaza dönüşür. Nitekim ağacın
dalları arasında gövdesini satar da kökleyip teslim edinceye kadar satışı
bozmazsa, hüküm yine budur." Buğdayı başağında satma meselesi kitabımızın
metninde gelecektir.
Bahır'da Zahiriyye'den naklen şöyle
denilmektedir: "Bir kimse köklemek için ağaç satın alırsa, onu kökleriyle
çıkarması emredilir. Ama kökleri nihayet buluncaya kadar yeri kazmaya mecbur
değildir. O ağacı âdete göre kökler. Meğer ki satıcı yeryüzünden kesmeyi şart
koşsun! Yahut kökünden çıkarmakda satıcıya bir zarar olsun. Meselâ, ağaç duvar
veya kuyunun yanında olursa, onu yeryüzünden keser. Ağacı kestikten veya
kökledikten sonra yerinde başkası çıkarsa yine çıkan satıcının olur. Meğer ki
yukarısından kesmiş olsun. O zaman müşterinin olur. Sirâc " Hurma ağacı
satın alır da kökleyip köklemeyeceğini bildirmezse Ebû Yusuf'a göre ağacın
yerine mâlik olamaz. İmam Muhammed ağacın altını satışda dahil tutmuştur ki,
muhtar olan da budur. Hurmalığı kesmek için satın alırsa yeri bilittifak satışda
dahil değildir. Yerinde kalmak için satın alırsa yeri bilittifak dahildir. Bir
kimse ağaçtaki hissesini şerikinin izni olmaksızın satarsa yetişkin olduğu
takdirde câizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Biz şirket babında meyva veya ekini
yahut ağacı hisse-i şayıalı olarak satmanın hükmünü tafsilatıyla ve açıklayarak
arzettik. Oraya müracaat edebilirsin!
"Meyva belirmezden önce"
ifadesinden murad çiçeğini döküp meyva göstermesidir. Velev ki ufacık olsun.
"Olgunluğu anlaşılsın anlaşılmasın
ilh..." Fetih sahibi diyor ki: "Meyva belirmeden onu satmanın câiz
olmadığında hilâf yoktur. Belirdikten sonra olgunlaşıncaya kadar ağaçta kalmak
şartıyla satılması da hilâfsız câiz değildir. Kesmek şartıyla satılan ağacı
faydalanılacak çağa erişmeden satmanın ise câiz olduğunda hilâf yoktur. Kezâ
olgunluğu görüldükten sonra satılması da hilâfsız câizdir. Lakin olgunluk
görülmesi bize göre hastalık ve bozulmakdan emin olmasıdır. Şâfiî'ye göreyse
meyvanın kemale gelmesi ve tatlanmasıdır. Hilâf sadece manâsındaki hilâfa göre
olgunluk görülmesinde olup kesilmek şartıyla yapılmayan satışdadır. Böyle bir
satış Şâfiî, Mâlik ve İmam Ahmed'e göre caiz değildir. Bize göre yenilmek veya
hayvanlara alaf yapmak suretiyle faydalanılmaz bir haldeyse ulemamız ihtilâf
etmişler, bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Bu kavli Kâdîhân ulemamızın
umumuna nisbet etmiştir. Fakat sahih olan câizdir diyenlerin kavlidir. Çünkü
birinci halde faydalanılmasa bile ikinci halde o faydalanılan bir maldır.
Ulemamızın ittifakı ile câiz olmasının çaresi armudu meyva tutar tutmaz ağacını
yapraklarıyla birlikte satmakdır. Bu takdirde yapraklara tebean satılması caiz
olur ve satılanın hepsi yaprakmış gibi olur. Meyva velevki hayvanlara alaf
olmak suretiyle faydalanılır bir haldeyse kesmek şartıyla veya mutlak olarak
sattığında mezheb ulemasının ittifakıyla satış câizdir."
"Zâhir mezhebe göre sahih
değildir." Fetih'de şöyle denilmektedir:"Ağacı mutlak olarak satın
alırsa yani kesip kesmemesini şart koşmazsa feslim almazdan önce ağaç yeniden
yemiş verdiği takdirde satış fâsid olur. Zira eski ile yeni meyvayı ayırmak
imkânsız olduğu için satılanın teslimi de mümkün değildir ve teslimden önce
helâk olan meyvaya benzer. Ağaç müşteri teslim aldıktan sonra meyva verirse
alanla satan müşterek olurlar. Çünkü iki mal birbirine karışmıştır. Mikdarı
hususunda söz yeminiyle beraber müşterinindir. Zira ağaç onun elindedir. Keza
patlıcan ve karpuz gibi şeyleri teslim aldıktan sonra yenileri çıkarsa
söylediğimiz şekilde müşterek olurlar.
Bu sözün muktezası şudur: Meyve teslim
aldıktan sonra zuhur ederse satış zamanındaki mevcudun satılması câizdir.
Musannıfın Zeylaî ye uyarak mutlak söylemesi mevcud olanı da olmayanı da
sattığına yorumlanır. Nitekim aşağıda Hulvânî'den naklen söylediği bunu ifade
eder. Fetih sahibinin verdiği tafsilat ise sadece mevcudu sattığına yorumlanır.
Bu izaha göre Fetih sahibinin naklettiğimiz sözünden sonra : "Hulvânî
hepsinde satışın câiz olduğuna fetva verirdi ilh..." demesi zikrettiği
tafsilâta münasip değildir. Çünkü satış sadece mevcud için yapılmışsa hepsinin
câiz olmasına imkân yoktur.
METİN
Hulvani beliren meyva daha çok ise satışın
caiz olduğuna fetva vermiştir. Zeylai. Satıcı milkinin boşaltılmasını istediği
vakit müşteri meyvayı derhal kesip almaya mecbur edilir. Meyvanın ağaçta
kalmasını şart koşmuşsa satış fâsid olur. Nitekim satıcıya mahsulü kaldırması
şart koşulursa hüküm yine budur. Hâvi. Bir kavle göre - ki bu kavil İmam
Muhammed'indir- meyva belirmesi sona ermişse satış fâsid olmaz. Zira bu hususda
örf vardır. Bu akdin gerektirdiği bir şart olur. Bununla fetva verilir.
İZAH
"Hulvâni fetva vermiştir ilh..."
O bu kavlın ulemamızdan rivâyet edildiğini söylemiştir. İmam Fazlî'den dahi
rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu meselede istihsana gidilmişdir. Çünkü
halkın örfü vardır. İnsanları adetlerinden ayırmak güçtür."
Fetih sahibi diyor ki: "Ben bunun gibi
bir rivâyeti imam Muhammedden ağaçtaki gülü satma hususunda gördüm. Çünkü gül
birbiri ardınca meydana gelir. İmam Muhammed onların hepsinde satışı câiz
görmüştür ki. Mâlik'in kavli de budur."
Zeykai diyor ki : "Şemsü'l-Eimme
Serahsi esah kavle göre câiz olmadığını söylemiştir. Çünkü böyle bir yol tutmak
zaruret tehakkuk ederse caiz olur. Burada ise zaruret yoktur. Zira beyan
ettiğimiz şekilde asılları satmak mümkündür. Yahut mevcudu paranın bir kısmıyla
satın alır. Malın geri kalanı için akdi mal vucuda geldiği vakte tehir eder.
Yahut mevcudu paranın hepsiyle satın alır. Satıcı sonradan meydana gelenleri
ona mubah kılar. Böylece her ikisinin maksadı hâsıl olur. Binaenaleyh nassa
aykırı olarak mevcud olmayan bir malı satmakta akdin câiz olmasına bir zaruret
yoktur. Nassdan murad : Peygamber (S.A.V.) : "İnsanı elinde olmayan malı
satmaktan men etti, ama seleme ruhsat verdi."
Ben derim ki: Lâkin zamanımızda zaruret
tehakkuk ettiği kimseye gizli değildir. Bilhassa Dimaşkı Şam gibi ağaç ve
meyvası çok olan yerlerde zaruret muhakkaktır. Çünkü halkın ekserisi cahil
olduğundan zikredilen yollardan biriyle kurtulmak için kendilerini ilzama imkân
yoktur. Velevki bazı ferdlere nisbetle mümkün olsun. Âmme'ye nisbette mümkün
değildir. Onları âdetlerinden vazgeçirmek ise bildiğin gibi güçtür. Bu takdirde
bu beldelerde yetişen meyvaları yemek haram olmak gerekir. Zira ancak bu
şekilde satılırlar. Peygamber (S.A.V.) seleme zaruretten dolayı ruhsat
vermiştir. Halbuki o da mevcud olmayan bir şeyi satmaktır. Burada da zaruret
tehakkuk ettiğine göre delâlet yoluyla bu satışı seleme ilhak mümkündür ve
nassa karşı gelmiş olmaz. Bundan dolayıdır ki, ulema onu istihsandan
saymışlardır. Zira kıyas câiz olmamasını gerektirir. Fetih sahibi'nin zâhır
olan sözünden cevaza meylettiği anlaşılıyor. Bundan dolayıdır ki Hulvânî
kendisine İmam Muhammed'den rivâyet edilen kavIe itiraz etmiştir. Hatta
yukarıda Hulvânî'nin bunu ulemamızdan rivâyet ettiğini gördük. Bir şey
daralmadıkça genişlemez. Şübhesiz bu, zâhir rivâyetten ayrılmayı câiz kılar.
Nitekim "Neşru'l-Arf.." adlı risâlemizden öğrenilebilir. Ona müracaat
eyle!
"Beliren meyva daha çoksa satışın câiz
olduğuna fetva vermistir." Fetih'den naklen Bahır'da zikredildiğine göre
Şemsü'l-Eimme'nin İmam Fazlî'den naklettiği ifadede akid zamanında mevcudun
daha çok olması kaydı yoktur. O : "Ben mevcudu asıl sayarım. Sonra meydana
gelen tâbidir." demiştir.
"Kesip olmaya mecbur edilir."
Bundan şu anlaşılır ki, satıcı meyvanın ağaçlarda kalmasına razı olmazsa
müşterinin satışı bozma muhayyerliği yoktur. Bu hususda Bahır ve Nehir
sahiblerinin incelemeleri vardır ki, şârih onu bâbın sonunda söyleyecektir.
"Satış fâsid olur." Yani mutlak
surette fâsiddir. Nitekim bunun mukabil olan sözdeki tafsilât onu gösterir.
Bahır sahibi fesadı: "Akdin gerektirmediği bir şarttır ki, o da başkasının
milkini meşgul etmektir." diye ta'lil etmiştir.
"Satıcıya mahsulü kaldırması şart
koşulursa ilh..." Bahır'da Valvalciyye'den naklen şöyle denilmektedir:
"Bir kimse göz kararıyla üzüm satarsa -ki yerdeki sarımsak, soğan ve havuç
da öyledir- müşterinin bunları çıkarması gerekir. Çünkü satıcının çıkarması
ancak kendisine ölçü veya tartı vâcib olduğu zaman gereklidir. Bu da vâcib
değildir. Zira kile ve tartıyla bir şey satmamıştır.
"Bununla fetva verilir." Fetih'de
şöyle denilmiştir: "İmam Muhammed'e göre istihsanen câiz olur. Eimme-i
Selâse'nin kavilleri de budur. Belva umumî olduğu için Tahâvî dahi bunu tercih
etmiştir.
METİN
Bunu Bahır sahibi Esrar'dan nakletmiştir.
Lâkin Kuhistânî'de Muzmerât'tan naklen fetvanın Şeyhayn kavline göre olduğu
kayıd edilmiştir. Dikkatli ol! Bırakmanın şart olduğunu kayıdlamıştır. Çünkü
mutlak olarak satın alır da satıcının izniyle meyvayı yerinde bırakırsa ziyade
kendisine helâl olur. Izni olmadan bırakırsa haddi zatında artanı tesadduk
eder. Meyva verme sona erdikten sonra olursa hiç bir şey tesadduk etmez. Ağacı
meyva yetişinceye kadar kiralarsa icare bâtıl olur ve ziyade helâldir. Çünkü
izin bâtıldır. Yeri mahsul sonuna kadar kiralarsa fâsid olur. Çünkü müddet
meçhûldür. Ziyade de helâl değildir. Mülteka'l-Ebhur. Çünkü İcare fâsid olmakla
izin de fâsid olur. Bâtıl bunun hilâfınadır. Nitekim biz bunu şerhinde izah
ettik.
İZAH
"Bahır sahibi Esrâr'dan
nakletmiştir." Bahır'ın ibâresi şudur: "Esrâr'da fetva İmam
Muhammed'in kavline göredir. Tahâvî de bununla amel etmiştir. Müntekâ sahibi
Ebû Yusuf'u da ona katmıştır. Tûhfe'de sahih olan imameyn'in kavlidir
denilmiştir."
"Lâkin Kuhistânî'de Muzmerât'tan
naklen ilh..." İbârenin hakkı Nihaye'den naklen denilmekdi. Çünkü
Kuhistânî'nin ibâresi metin ile beraber şöyledir: "Meyvayı ağacın üzerinde
bırakmayı şart koşmuştur. Buna razı olmak Şeyhayn'a göre satışı ifsad eder.
Fetva da buna göredir. Nitekim Nihaye'debelirtilmiştir. İmam Muhammed'e göre ise
meyvanın bir kısmı olgunlaşmaya başlamış, kalanın da kemale ermesi yaklaşmışsa
satış fâsid olmaz. Fetva buna göredir. Nitekim Muzmerât'ta beyan
edilmiştir." Kuhistânî'nin Muzmerât'tan naklettiği ibâre Hidâye, Fetih.
Bahır ve diğer kitablardakine aykırıdır. Onlarda hilâf olgunlaşması sona eren
meyva hakkındadır. Meyvanın belirmesi hakkında hilâf yoktur. Meyvanın
belirmesînden hepsinin kemale ermesi hatıra gelir.
"Dikkatli ol" sözüyle şârih sahih
kabul edilen kavillerin muhtelif olduğuna işaret etmiştir. Fetva veren kimse
hangisiyle dilerse onunla amel etmekte muhayyerdir. Lâkin istihsan İmam
Muhammed'in kavli olduğuna göre onun kavli tercih edilir.
"Bırakmanın şart olduğunu
kayıdlamıştır." Yani musannıf fesadı bununla kayıdlamıştır.
"Mutlak olarak" Yani ağaçta bırakmasını
veya ağaçtan almasını şart koşmaksızın satın alırsa demektir. Zâhirine
bakılırsa velevki ağaçta bırakmak örf olsun. Halbuki ulema örfen âdet olan bir
şey nassan şart kılınmış gibidir, demişlerdir. Bunun muktezası satışın fâsid
olması, ziyadenin helâl olmamasıdır.
"Ziyade kendisine helâl olur."
Bundan murad satılanın ziyade olmasıdır. Binaenaleyh bu söz yukarıda beyan
ettiğimiz şu ifadeye aykırı değildir: Ağaç başka yemiş verirse bakılır: Teslim
almazdan önceyse satış fâsid olur. Sonra ise her ikisi onda müşterek
olurlar." Çünkü yukarıdaki ifade, üzerine akid yapılmayan malın artması
hususundadır. Bu ise üzerine akid yapılanın ziyadeliği hakkındadır. Nitekim
Nehir'de beyan edilmiştir. Hâsılı buradaki ziyadeden murad bitişik olan
ziyadedir. Ayrı olan değildir.
"Artanı tesadduk eder." Çünkü
helâl olmayan cihetten meydana gelmiştir. Bahır. Ziyade satış günündeki
kıymetiyle kemale erdiği gündeki kıymetine bakılarak bilinir. Bunların
arasındaki fark ziyadedir. Bunu Tahtâvî Aynî'den nakletmiştir.
"Hiç bir şey tesadduk etmez." Ama
menfaati gasbettiği için günâhkâr olur. Fetih.
"İcâre bâtıl olur." Velevki
müddeti beyan etmiş olsun. Dürr-ü Müntekâ. Çünkü icarenin aslı kıyas muktezası
bâtıl olmaktır. Şu kadar var ki, örf olan yerde ihtiyaç dolayısıyla şeriat buna
cevaz vermiştir. Mücerred ağaçları icara vermek hususunda âdet yoktur.
Binaenaleyh câiz değildir. Kezâ üzerlerinde elbisesini kurutmak için ağaçları
kiralamak câiz değildir. Bunu Kerhî söylemiştir. Fedh.
"Ziyade de helâl değildir." Yani
gerek meyvanın gerekse ücret-i mislin üzerine ziyade helâl olmaz. Bunu Aynî'den
naklen Tahtavî söylemiştir.
"Nitekim biz bunu şerhinde izah
ettik." İbâresi şudur : "Çünkü icare fâsid olmakla izin de fâsid
olur. Bâtıl bunun hilâfınadır. Zira o şer'an aslı ve vasfı itibariyle mevcud
değildir. Binaenaleyh hiç bir tezammun etmez. O halde ona girişmek izinden
ibaret olur." H. Farkın hâsılı Fetih ve diğer kitaplarda belirtildiği
üzere şöyledir: Fâsidin vücudu vardır. Çünkü onun aslı mevcud, vasfı yoktur.
Binaenaleyh onun zımnında izin sâbittir ve fasid olur. Bâtıl bunun hilâfınadır.
Onun hiç bir vecihle vücudu yoktur. Şu halde izinden başka bir şey mevcud
değildir. Şübhesizki bu fark satışlar bahsinin başımda gecen : "Fâsid veya
bâtıl bir akidden sonra birinci akdi her iki taraf terketmeden satış mün'akid
olmaz." ifadesine aykırı değildir. Başka fer'î meselelere aykırıdır.
Bunlar Eşbâh'da üçüncü fennin sonunda faide ünvaniyle zikredilmiştir. Müracaat
edebilirsin.
METİN
Müşteriye helâl olmak için çare. ağacı bin
cüz'ünden biri kendinin olmak şartıyla malûm bir müddet müsâkat yoluyla
almaktır. Patlıcan, karpuz ve hıyar gibi kökenli mahsüllerin de köklerini satın
almaktır. Çünkü sonradan meydana gelen mahsül müşterinin olur. Ekin ve ot gibi
şeylerdense parasının bir kısmıyla mevcudu satın olmak ve kalanı ile yeri
içinde mahsül yetişecek malûm bir müddet kiralamaktır. Ağaçlardaysa mevcud olan
meyvayı satın almak, sonradan meydana gelecekleri satıcı kendisine helal
etmektir. Dönmesinden korkarsa "Ben ne zaman izinden cayarsam sen yemekte mezünsün."
demelidir. Bu satırlar kısaltılarak Şümunnî'den alınmıştır.
İZAH
"Müşteriye helâl olmak için çare"
Yani satılan malın ziyadeliği akid vaktinde belirmemişse müşterinin müsâkat
yoluyla olmasıdır.
"Bin cüz'ünden biri kendinin"
Yani satıcının olmak şartıyla müsâkat yapmaktır. Şâr'ih Mültekâ üzerine yazdığı
şerhde şöyle demiştir: 'Müşteri satıcıya parayı verdikten sonra bu ağaçları
senden müsâkat yoluyla aldım. Meyvanın bin cüz'ünden biri senin, dokuzyüz
doksandokuz cüz'ü de benim olacak." demelidir. Bunu Şümunnî söylemiştir.
Yine Şümunnî şöyle demiştir: "Müşteri meyvayı satın almıştır. O halde
müsakat yolu ile nasıl olabilir? Meğerki o parayı teberru' yoluyla vermiştir
denilsin. O zaman itibar müsâkat muamelesine olur."
Ben derim ki: Satın alma işi sadece akid
zamanında belirmiş olan meyvayadır. Müsâkat ise henüz belirmeyen meyva helâl
olmak içindir. Bir de beliren meyvanın ziyadeleşen kısmı helâl olsun diyedir.
Evet, bu çare ancak ağaçlar vakıf veya yetim malı değilse yürürlüğe girer.
Çünkü yetimin binde bir cüz almasında. kalanının müşteriye aid olmasında bir
fayda ve yarar yoktur. Nitekim bunun benzerini şârih icare bahsinin başında
zikretmiştir.
"Köklerini satın almaktır." Bu
ikinci bir çaredir. izahı şöyledir: Satın alınan şey ya peyderpey meydana gelir.
Bir kısmı mevcuddur. Yahut hiç bir şeyi mevcud değildir. Bundan murad patlıcan,
karpuz ve hıyar gibi şeylerdir. Yahut hepsi mevcuddur; ancak kemale
gelmemiştir. Ekin ve ot böyledir. Yahut da bir kısmı mevcuddur, bir kısmı
değdir. Muhtelif nevi ağaçların meyvaları bu kabîldendir. Birincide paranın bir
kısmıyla kökleri satın alır. Katan kısmiyle de malûm bir müddet için o yeri
kirayla tutar;tâ ki satıcı kalanda mahsül meydana gelmeden veya olgunlaşmadan
köklerini sökmeyi emretmesin. ikincide mevcud olan ot ve ekini satın alır, yeri
de söylediğimiz gibi kirayla tutar. Üçüncüde mevcud mahsulü paranın hepsiyle
satın alır. Satıcı ileride meydana gelecek mahsulü ona helâl eder. Çünkü burada
yeri kiralamanın imkânı yoktur. Ağaçlar satıcının milkinde bakidir. Onların
yerde dikili bulunması yerin kiralanmasına mânidir. Meğerki yukarda
söylediğimiz gibi o yeri müsâkat suretiyle almış olsun. Çünkü bu takdirde onun
tesarrufuna girer. Yahut ağaçlar anlaştıkları şekilde kalır. O zaman yeri icara
vermenin sahih olmasına mâni yoktur. Nitekim bâbında anlaşılacaktır. Helâl etme
meselesi birincide olduğu gibi ikincide de câizdir.
"Dönmesinden korkarsa ilh..."
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi şöyle demiştir: "Ben derim ki:
Letârifu'l-İşârât'da kaydedilmiştir ki: Ulemanın söylediklerine göre bir adam
bir kimseye: Seni şu kadara vekil ettim; şu şartla ki ben seni her azlettikçe
sen benim vekilimsin! derse sahih olur. Bazıları sahih olmadığını
söylemişlerdir. Sahih olduğuna göre şan bulunmazdan önce yaptığı ta'lıkdan azil
bâtıldır. Bu, Ebû Yusuf'un kavlidir. İmam Muhammed câiz görmüştür. O kimseyi
azlederken "Muallak vekâletten döndüm, yürürlükteki vekilliktense seni
azlettim." der. Remlî. Hâsılı İmam Muhammed'in kavline göre burada helâl
etmekden dönmek mümkündür. "Muallak olan helâl etmeden de yürürlükte
olandan da döndüm." der. O zaman yukarıda geçtiği vecihle ağaçlar üzerine
müsâkat yapmakla meseleye çare bulunur.
T E T İ M M E : Bir kimse ağaçların
üzerindeki meyvayı satın alır da her ağacın bir kısmını görürse, kendisine
görme muhayyerliği sâbit olur. Bahır. Bundan sonra Bahır sahibi yerde gömülü
olan şeyin satılması hükmünden bahsetmiştir. Bu hususda inşaallah fâsid satışın
başında söz edilecektîr.
METİN
Ayrıca üzerine akid yapmak câiz olan şey
akidden istisna edilebilir. Bundan yalnız hizmeti vasiyet sahihtir. Köleyi
istisna sahih değildir, Eşbâh. Musannıf bundan sonra bu kaide üzerine şu
sözüyle tefrî'de bulunmuştur: İmdi bir yığın zahireden bir ölçeğini, bir
sürüden muayyen bir koyunu, satılan hurma yemişinden malûm bir koç ölçek istisna
etmek sahihdir. Çünkü bunların üzerine akid yapmak sahihdir. Zahire göre
velevki hurmalar ağaçların üzerinde olsun! Nasıl ki başağındaki ekini başakdan
ayrı alarak satmak sahihtir. Başağıyla satılırsa riba ihtimali vardır. Baklayı,
pirinci ve susamı kabuğunun içinde; fıstığı ilk kabuğunun İçinde satmak
câizdir. Bundan murad üstteki kabuğudur, Bunu çıkarmak satıcıya düşer. Meğer
başağı içindekiyle birlikte satsın.
İZAH
"Ayrıca üzerine akid yapmak
ilh..." cümlesi bir kaide olup muteber kitabların hepside zikredilmiş;
üzerine fer'î meseleler getirilmiştir. Burada zikredilenler de onlardandır.
Minah.
"İstisna edilebilir." Fetih'de
şöyle denilmiştir: "Bir yığın zahireden bir ölçeğini satmak câizdir. Onu
istisna da caizdir. Cariyenin karnındaki çocuğu veya koyunun karnındaki yavruyu
ve hayvanın bacaklarını istisna etmek bunu hilâfınadır. Bunlar caiz değildir.
Meselâ, şu koyunu sattım, yalnız memeleri müstesna yahut şu köleyi sattım, eli
müstesna derse satış caiz değildir. Bu seçkin müşterek olur. Şuyu' üzerine
müşterek olmak bunun hilâfınadır, yani câizdir." Yani şu köleyi sattım.
yarısı müstesna derse câiz olur. Çünkü muayyen bir cüz'de ayılmış değil, bütün
cüzlerinde şâyı olmuştur. Onun için de caizdir.
"Yalnız hizmeti vasiyet
müstesnadır." Yani kölenin kendisini değil de yalnız hizmetini vasiyet
etmek sahihtir. H.
"Köleyi istisna sahih değildir."
Hizmet diye kayıdlaması karnındaki yavruyu vasiyet sahih olduğu içindir. Hatta
yavru mirâs, cariye vasiyet olur. Fark şudur: Vasiyet mirâsın kardeşidir. Mirâs
ona karnındaki yavrularda carîdir. Hizmet bunun hilâfınadır. Gelir de hizmet
gibidir. Bu satırlar Bahır'ın fâsid satış faslından alınmıştır.
"Bir sürüden muayyen bir koyunu"
İstisna etmek sahihtir. Muayyen değilse sahih olmaz. Bir denk eşyadan bir
elbise istisna etmek gibi olur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Malûm bir kaç ölçek" demekle
musânıfın aşağıdaki ihtilâfın yeri muayyen bir şeyi istisna olduğunu anlatmak
istemiştir. Dörtte bir ve üçte bir cüzünü istisna etmek bilittifak sahihtir.
Nitekim Bedâyı'dan naklen Bahır'da böyle denilmiştir.
Ben derim ki : Bunun vechi şudur: Ölecekle
ölçülen şey muayyendir. Dörtte bir gibi şeyler muayyen değildir. Buna cüzü şayı
denilir. Nitekim yukarıda söylemîştik. Bunun benzeri musannıfın: "Bir
hânenin yüz arşınından on arşını satarsa satış fâsid olur. On sehim satarsa
fâsid olmaz." dediği yerde söylediklerimîzdi. Bir kaç ölçek diye
kayıdlaması bir ölçek satmış olsa bilittifak câiz olacağı içindir. Çünkü bu
çoktan azı istisna olur. Bir kaç ölçek bunun hilâfınadır. Zira bütün mevcudun
bir kaç ölçekten ibaret olması mümkündür. Bu takdirde bütünden bütünü istisna
olur. Bunu Binaye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Muktezası; Satıcı
kalanın istisna edilenden daha çok olduğunu bilirse istisnanın sahih olmasıdır.
Velevki müstesna İmam Hasan'ın aşağıdaki rivayetine göre bir kaç ölçek olsun.
Ama bu Fetih sahibinin sözüne muhaliftir. Fetîh sahibi bu rivâyeti
"Müstesna çıkarıldıktan sonra geri kalanına işaret edilmez, onun malûm bir
kilesi de yoktur. Binaenaleyh meçhuldür. Velev ki sonunda muayyen bir mikdar
kaldığı anlaşılsın. Çünkü ifsad eden o andaki meçhûllüktür." şeklinde
ta'lil etmiştir. Bu sözün muktezası: Bu rivayete göre bir ölçeğin dahi
istisnası fâsid olmaktır.
"Çünkü bunların üzerine" Yani bir
ölçek, muayyen bir koyun ve malûm bir kaç okkanın üzerine akid yapmak sahihtir.
Musannıf bununla zikrettiği şeylerin adı geçen kaideye dahil olduğunu anlatmak
istemiştir.
"Zâhire göre velevki hurmalar
ağaçların üzerinde olsun." Devşirilmiş olursa evleviyetle dahildir. Çünkü
bilittifak câizdir. Zâhir rivâyetin mukabili İmam Hasan'ın İmam-ı Azam'dan
rivâyetidir ki, o rivâyete göre bu istisna câiz değildir. Tahâvî ile Kudûrî
bunu tercih etmişlerdir. Çünkü istisnadan sonra geriye katan meçhûldür.
Fetih'de yığınla satılan zahire meselesinde bunun İmam Azam mezhebine daha
uygun olduğu kaydedilmiştir. Nehir sahibi ona cevap vermiştir. Nehîr'e müracaat
edebilirsin.
"Başaktan ayrı olarak satmak
sahihtir." Hayreddini Remlî Bahır hâşiyesinde şöyle demiştir: "Riba
bahsinde gelecektir ki, halis buğdayı başağındaki buğdayla satmak câiz
değildir. Bunu halis buğday başağındaki buğdaydan daha çok değilse diye
kayıdlamak icab eder. Hân'iyye'de bu açıklanmıştır. Bundan anlaşılır ki
başağındaki buğdayı başağındaki buğdayla satmak cinsi muhâlifiyle karşılaştırmak
suretiyle câizdir."
"Başağıyla satılırsa riba ihtimali
vardır." Çünkü satılan temiz buğdayın başağındaki buğdaya müsavî veya
ondan daha az olması ihtimali vardır. Bu takdirde fazlalık riba olur. Meğerki
temiz buğdayın daha çok olduğu bilinsin. Nitekim yukarıda beyan ettik.
"İlk kabuğunun içinde satmak
caizdir." İkinci kabuğunun içindeyse evleviyetle câiz olur. Çünkü birinci
kabuğu hususunda imam Şâfii muhâliftir.
"Bunu çıkarmak satıcıya düşer."
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse başağında buğday satarsa,
satıcıya buğdayı döverek temizlemek lazım gelir. Bahır. Bakla ve diğerleri de
öyledir."
"Meğerki başağı içindekiyle birlikte
satsın." Dürr-ü Müntekâ'da bunun ibâresi: "Ancak buğday içinde
bulunduğu başakla satılırsa câizdir." şeklindedir. Bu ibâre daha açtıktır.
Yani buğdayı samanıyla beraber satarsa satıcının temizlemesi gerekmez. T.
METİN
Acaba müşterinin görme muhayyerliği var
mıdır? Zâhire bakılırsa evet vardır. Fetih. Hurmanın içindeki çekirdeğin, pamuk
tohumunun ve memedeki sütün satılması örfen yok hükmünde oldukları için
bâtıldır. Ölçü, tartı, savı ve arşın ücreti satıcıya aiddir. Çünkü bu teslimin
tamamındandır. Semenin (fiyatın) tartısı ve sayılmasının ücreti ile meyvayı
devşirmek ve gemiden zahire çıkarmak gibi şeylerin ücreti ise müşteriye aiddir.
Meğerki satıcı parayı alıp sonra geçersiz olduğu için iade etsin.
FER'İ BİR MESELE: Sarraf parayı saydıktan
sonra paraların geçmez olduğu anlaşılırsa, aldığı ücreti iade eder. Paraların
bir kısmı geçmezse geçmeyenin hissesini iade eder. Bunu Nehir sahibi
Bezzâziye'nin icare bâbından nakletmiştir. Tellâl ücretine gelince : Bir aynı
sahibinin izniyle satarsa ücreti satıcıya aid olur. Alıcıyla satıcı arasında
vasıtalık yaparsa örfe itibar edilir. Tamamı Vehbaniyye şerhindedir.
İZAH
"Evet vardır." Çünkü malı
görmemiştir. Fetih. Bahır ve Nehir sahibleri de bunu ikrar ve tasdik
etmişlerdir.
"Hurmanın içindeki çekirdeğin
ilh..." Fetih sahibi diyor ki: "Pamuğu içindeki çekirdeği ile pamuğun
aynını satın olsa yahut hurma çekirdeğiyle hurmanın aynını niyet etse fark
nedir diye sorulmuştur. Yani şu pamuğun içindeki tohumu yahut şu hurmanın
içindeki çekirdeği diyerek satsa satış câiz olmaz. Halbuki bu da kılıfının
içindedir. İmam Ebû Yusuf aralarındaki farka işaretle buradaki çekirdek örfen
çok olmuş sayılır, demiştir. Zira şu hurma ve şu pamuk denilir, şu hurmanın
içindeki çekirdek ve şu pamuğun tohumu denilmez. Şu başağında ekin, şu da
kabuğu içinde badem ve fıstık denilir. Bunlar kabuklardır. içlerinde badem
vardır denilmez. Zihne böyle bir şey gelmez. Bu söylediklerimizle memedeki
sütün ve koyun etinin içindeki yağ, kuyruk, paça ve deri ile buğdayın içindeki
un, zeytinin içindeki yağ, üzümün içindeki şıra gibi şeylerin niçin
satılamadığına cevap verilmiş olur. Çünkü bunların hepsi örfen yok sayılır. Tanelerinin
içindeyken bu şıradır, bu zeytinyağdır denilemez. Diğerleri de öyledir.
"Çünkü bu teslimin tamamındandır
ilh..." Satılan bir malın teslimi ancak ölçüp tartmakla ve benzerleriyle
tehakkuk eder. Malûmdur ki, buna hâcet tartı ve çeki gibi şeylerle satılan
mallardadır. Göz kararıyla satılanlarda buna ihtiyaç yoktur. Kezâ buğdayı
müşterinin kabına boşaltmak satıcıya aiddir. Fetih.
"Fiyatın tartısı ve sayılmasının
ücreti ilh..." Müşteriye aiddir. Semenin (fiyatın) tartılmasının ücreti
dört mezhebin imamlarına göre bilittifak müşteriye aiddir. Sayılmasının
ücretine gelince: Zahir rivâyet budur. Sadru'şŞehîd bununla fetva verirmiş
Sahih olan da budur. Nitekim Hulâsa'da bildîrilmiştir. Çünkü geçer parayı
teslime ihtiyaç vardır. Bu ise ancak saymakla olur. Nasıl ki mikdar tartılmakla
bilinir. Müşterinin "benim paralarım sayılmıştır veya sayılmamıştır"
demesi arasında bir fark yoktur. Sahih olan kavil budur Bazılar muhalefet
göstererek fark görmüşlerdir. Tamamı Nehir'dedir.
"Meyvayı devşirmenin" ücreti de
müşteriye aiddir. Fetih'de Hulâsa'dan naklen şöyle denilmiştir: "Göz
kararıyla satın alınan üzümü devşirmek müşteriye düşer. Sarımsak. soğan ve
havuç gibi göz kararıyla satılan şeyler de böyledir. Meğerki müşteriyi bunlarla
başbaşa bırakırsa Meyve ile müşteriyi başbaşa bırakırsa hüküm yine budur"
"Meğerki satıcı parayı" almış
olsun. Bu takdirde sayma ücreti ona düşer. Çünkü bu teslimin tamamındandır.
Bunun şart koşulması geri verme hakkı sâbit olduğu içindir. Çünkü paranın
geçmediği ancak saymakla belli olur. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Alacak
paranın sayma ücreti borçluya aiddir Meğerki alacaklı parasını aldıktan sonra
borçlu saymadığını iddia etsin. Bu takdirde ücretini vermek alacaklıya aid olur
Zira teslim olmakla paragaranti edilmiştir."
"Geçmeyenin hissesini iade eder
ilh..." Meselâ. paraların yarısı geçmezse ücretin yansını iade eder.
Şârihin Bezzâziye'ye nisbet ettiği ifade yi ben Hâniyye ile Valvalciyye'de de
gördüm. Muhît'tan naklen : "Paraların bir kısmı geçmez çıkarsa ona ücret
verilmez. Çünkü vazifesini tam görmemiştir. ama ödemesi de gerekmez,"
denildiğini de gördüm. "Ücreti satıcıya aid olur ilh..." Tellâl
müşteriden de bir şey alamaz. Çünkü 'hakikatta akdi yapan kendisidir.
Vehbâniyye Şerhi. Zahirine bakılırsa burada örfe itibar edilmez. Çünkü bir yararı
yoktur.
"Örfe itibar edilir ilh..." Yani
örf gereğince tellâl parası satıcıya veya müşteriye yahut her İkisine aid olur,
Câmiu'l- Fûsuleyn.
METİN
Satıcı malı getirmişse satılırken kıymeti
altın ve gümüş paralardan evvela verilir. Mal kendi misliyle veya mislinin
kıymetiyle satılırsa biri borç olmamak şartıyla her ikisi beraber teslim
edilir. Nitekim biri selem diğeri tecilli fiyat olursa hüküm budur.
İZAH
"Satıcı malı getirmişse ilh..."
Bu evvela parasını teslim hususunda müşteriyi ilzam için şarttır. Paranın o
anda mevcud olması ve satışda müşteriye muhayyerlik bulunmaması da şarttır.
Müddet gelmeden para istenilemediği gibi muhayyerlik sâkıt olmadan da
istenilemez. Bu şunu ifade eder ki, satıcı parasının tamamını almadıkça malı
hapsedebilir. Şayet parayı saymadan malı teslim etmesi şart koşulursa satış
fâsid olur. Çünkü akid bunu gerektirmez. İmam Muhammed : "Çünkü müddet
meçhûldür." demiştir. Malı teslim ederken fiyatını söylerse câiz olur ve
bir dirhem alacağı kalsa malı yine hapsedebilîr. Nitekim Bahır'da böyle
denmiştir. Fetih ile Dürrü Müntekâ'da beyan edildiğine göre satılan mal satanın
fiiliyle yahut malın fiiliyle veya semavî bir sebeble helâk olursa satış batıl
olur. Satıcı parasını almışsa iade eder. Mal müşterinin fiiliyle helâk olursa
satış mutlak veya müşterinin muhayyerliği şartıyla yapıldığı takdirde kıymetini
ödemesi gerekir. Satıcının muhayyerliği şartıyla yapılmışsa yahut satış fâsid
olursa mal misliyattan olduğu takdirde mislini, kiyemiyattan olduğu takdirde
kıymetini Ödemesi gerekir. Ecnebî birinin fiiliyle helâk olursa müşteri
muhayyerdir. İsterse satışı fesheder ve cinayeti işleyen malın kıymetini
satıcıya öder; diterse satışı geçerli sayarak parasını öder; ve cinayeti
işleyeni takip eder. Malın kıymetini fiyat cinsinden ödemezse tozla gelen kısmı
kendisine helâl olur. Aksi takdirde olmaz.
T E N B İ H : Satıcı bir dirhem alacağı
kalsa bile onu alıncaya kadar malı hapsedebilir. Satılan mal iki şey olup bir
pazarlıkla satılmış ve her birinin kıymeti belirmişse, satıcı bütün parasını alıncaya
kadar her. ikisinî hapsedebilir. Hapis hakkı rehin veya kefil ile yahut fiyatın
bir kısmından ibra ile sâkıt olmaz. Kalan hakkını tamamîyle alıncaya kadar
devam eder. Satıcının kıymeti müşteriye havale etmesiyle bilittifak hapis hakkı
kalmaz. Kezâ müşteri borcunu bir odamdaki olacağı için satıcıya havale etmekle
Ebû Yusufa göre hapis hakkı sâkıt olur. İmam Muhammed'e göre bu hususda iki
rivâyet vardır. Satıştan sonra malın parasını tecil ile kezâ satıcının parasını
almadan malı teslimiyle de hapis hakkı sâkıt olur. Bundan sonra parasını
reddedemez. Müşterinin satıcıdan izin almadan malı olması bunun hilafınadır.
Ancak satıcı görür de teslim olmaktan men etmezse bu izin ayılır. Bazen teslim
almak hükmî olur. İmam Muhammed'e göre teslim almadan câiz olan her tasarruf
teslim almadan müşteri tarafından yapılırsa caiz değildir. Ama hibe gibi ancak
teslim olmakta caiz olan bir fiili müşteri teslim almazdan önce yaparsa câiz
olur; ve müşteri teslim almış sayılır. Yani hibe edilen şeyi teslim almak
müşterinin testim almasının yerim tutar. Müşteri ecnebî birine emânet veya
ödünç olarak verir de satıcıya malı ona teslim etmesini emrederse bu teslim
almak sayılır. Ama satıcıya emânet veya ödünç yahut kirayla verir yahut
parasının bir kısmını öder de ben bunu kalanına rehin olmak üzere senin yanında
bıraktım derse teslim olmak sayılmaz. Köleye benimle beraber gel ve yürü der, o
da birkaç adım atarsa yahut köleyi âzâd ederse veya satılan malı itlaf eder
yahut o malda kusur sayılacak bir şey meydana getirirse yahut satıcıya bunu
emreder o da yaparsa yahut buğdayı öğütmesini emreder de o da öğütürse yahut
cariye ile cima'da bulunur da ondan gebe kalırsa, bunlar da teslim olmak
sayılır. Kezâ yağ satın alır da bir şişe vererek ayağı ona ölçmesini söyler o
da müşterinin karşısında ölçerse, bu da teslim olmaktır. Müşteri orada
bulunmadığı zaman dahi esah kavle göre hüküm budur. Kezâ ölçek veya tartıyla
satılan bir şeyin kabını verir de o da satıcının emriyle ölçerse yine teslim
almak sayılır. Yine bu kabîlden olmak üzere bir şey gasp eder de sonra onu
satın alırsa teslim almış sayılır. Emânet ve ödünç bunun hilafınadır. Meğerki
serbest bıraktıktan sonra ona ulaşmış olsun. Elbise veya buğday satın alır da
satıcıya bunu sat derse, imam Fazlî'ye göre bu teslim almazdan ve görmezden
önceyse fesh olur. Velevki satıcı evet demesin. Çünkü görme muhayyerliğinde
müşteri yalnız başına satışı feshedebilir. Bunu bana sat derse ani satışın
feshi için vekil ol demek isterse, satıcı kabul etmedikçe fesih olmaz. Teslim
aldıktan ve gördükten sonra dahi hüküm budur. Lâkin satışa vekil olur. Bunu sat
veya bunu bana sat demesi birdir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'da alınmıştır.
"Veya mislinin kıymetiyle ilh..."
ifadesinden murad gümüş ve altın paralardır. Çünkü bunlar kıymet olarak
yaratılmıştır. Tâyinle teayyün etmez.
"Selem olarak satılırsa ilh..."
demesi birincide tâyin hususunda müsavî, ikincide teayyün etmeme hususunda
müsavî olduklarındandır. Bir malı parayla satışda müşterinin malda hakkı
teayyün eder. Onun için satıcının da hakkı teayyün etsin diye evvela parasını
teslim etmesi emrolunur. Bu, müsavatı yerine getirmek içindir.
"Nitekim biri selem diğeri tecilli
fiyat olursa hüküm budur ilh..." ifadesi iki bedelden birinin borç
olduğuna misâldir. Birincisi ise satılan mala misaldir. Çünkü selemden murad
selem yapılan maldır. İkincisi kıymetin misâlidir.
METİN
Sonra teslim, mânisiz ve hailsiz teslim
almak mümkün olacak şekilde malı tahliye etmekle olur. Ecnas'da üçüncü bir şart
ziyade edilmiştir ki, o da "seni malla başbaşa bıraktım" demesidir.
Bunu demezse veya uzakta bulunursa teslim almış sayılmaz. Halk bundan gafildir.
Çünkü bir köyü satın alırlar ve teslim tesellümü ikrar ederler. Halbuki sahih
kavle göre bununla teslim almak caiz değildir.
İZAH
"Sonra teslim ilh..." Yani
satılan malda ve kıymetinde demek istiyor. Velevki satış fâsid olsun. Nitekim
Bahır'da beyan edilmiştir. T.
"Mânisiz, hailsiz alınması mümkün
olacak şekilde ilh..." yapılır. Meselâ, bir evde bulunan buğdayı satın
alır da satıcı anahtarını teslim ederek seni buğdayla başbaşa bıraktım derse,
bu teslim almaktır. Anahtarı verir de bir şey söylemezse teslim almış sayılmaz.
Gaipteki bir hâneyi satar da onu sana teslim ettim derse, müşteri teslim aldım
demekle teslim almak sayılmaz. Hâne yakındaysa teslim almak sayılır. Yakınlıktan
murad onu kilitlemeye muktedir bir halde bulunmaktır. Aksi takdirde uzak
sayılır. Cemu'n-Nevâzil'de şöyle denilmiştir: Hâne satışında anahtarı vermek
teslimdir. Elverir ki külfetsizce açması mümkün olsun. Kezâ merada bulunan bir
ineği satın alır da satıcı git teslim al derse, işaretle görülecekse teslim
almak sayılır. Bir eIbise satın alır da satıcı teslim al diye emrettiği halde
teslim almaz da elbiseyi biri alırsa bakılır: Teslim al emrini verdiği vakit
ayağa kalkmadan alması mümkünse bu teslim sahihtir. Ayağa kalkmadan alması
mümkün değilse teslim sahih değildir. Bir evde bulunan kuş veya atı satın alır
da satıcı teslim almasını emrederse, kapıyı açtığında hayvan kaçarsa,
yardımcısız tutması mümkün olduğu takdirde bu teslim almak sayılır. Tamamı
Bahır'dadır.
Hâsılı tahliye etmek külfetsizce mümkün
olursa hükmen teslim almak sayılır. Lâkin bu satılan malın haline göre değişir.
Meselâ, bir evdeki buğdayı satar da anahtarını verirse, külfetsiz açması mümkün
olduğu takdirde teslim almak sayılır. Hâne gibi şeylerde kilitlemesi mümkün
olursa teslim almak sayılır. Öyle anlaşılıyor ki, o beldedeyse denilmek
isteniyor. Merada bulunan ineğe görülüp işaret mümkünse teslim olma sayılır.
Elbisede uzanıp alınması mümkünse bu teslim olmaktır. Bir evdeki at ve kuş gibi
hayvanların yardımcı olmaksızın tutulmaları mümkünse teslim olmak sayılır.
"Manisiz ilh..." Olmaktan murad
ayrılmış bulunmak. başkasının hakkıyla karışmamaktır. Satılan mal çuvaldaki
buğday gibi ayrılmışsa teslime mani değildir. Bahır. Mültekat'da şöyle denilmiştir:
"Bir hâne satarak müşteriye teslim ederse içinde az veya çok eşyası
bulunduğu takdirde teslim sayılmaz. Boş teslim edilmelidir. îçinde ekin bulunan
bir yeri satmak dahi böyledir."
Bahır'da da Kıye'den naklen şu ifade
vardır: "Bir kimse başağında buğday satar da böylece teslim ederse sahih
olmaz. Bu döşeğin içindeki pamuk gibidir. Ama ağaçların meyvalarını üzerlerinde
iken teslim, tahliye sureti ile sahih olur, Velev ki satıcının milkine bitişik
olsun. Veberî'den rivâyet olunduğuna göre satıcıdan başkasının eşyası da mâni
değildir. Müşteriye eşyayı ve evi teslim olmak için izin vermesi sahihtir. Eşya
onun elinde emânet olur."
Ben derim ki: Hânerrin kirayla tutulması
başkasının hakkıyla meşgul bulunma mânâsında dahildir. Satıcı müşteriden
kıymeti isteyemez. Çünkü teslim almamıştır, Bu fetva vakası olmuştur. Bana bu
soruldu. Naklîni Câmiu'l-Fûsuleyn'in otuzikinci faslında gördüm. Şöyle
denilmiş: "Müstecir satar da müşteri müddet bitinceye kadar satışı fesh
etmemeye razı olur. Sonra satıcıdan teslim alırsa müddet geçmeden teslimini
satandan İsteyemez. Satan dahi malı teslim edeceği yere götürmedikçe müşteriden
parasını isteyemez. Kezâ gaib birine satarsa malı teslim için hazırlamadıkça
parasını isteyemez."
"Hâilsiz" den murad huzurunda
bulunmaktır. H. İzahını yukarıda gördün.
"Seni malla başbaşa bıraktım demesidir
ilh..." Zahire bakılırsa bundan murad teslim almaya izindir, yoksa
hassaten tahliye sözü değildir. Çünkü Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Satıştan sonra satıcının müşteriye al demesi teslim almak sayılmaz; ama
onu al derse alabileceği bir yerde bulunmak şartıyla bu tahliye olur."
Yukarıda geçen fer'î meselelerde dahî buna delâlet eden sözler vardır.
"Veya uzakta bulunursa tahliye ettim
ilh..." dese bile teslim almış sayılmaz. Uzak sözünden murad külfetsizce o
malı ele geçirmemektir. Bu satılan mala göre değişir. Nitekim izah ettik. Yahut
bu sözden hakikatı kasdedilir. Behzerleri de buna kıyas olunur.
"Bununki teslim almak ilh..."
Yanı zikri geçen ikrarla teslim almak tehakkuk etmez. Teslim almak diye kayıdlaması
haddi zatında akid sahih olduğu içindir. Ancak teslim almadığı için müşterinin
parayı ödemesi icab etmez.
"Sahih kavle göre ilh..." Zâhir
rivâyettir. Bunun mukabili Muhit ile Şemsü'l-Eimme'nin Cami'indeki şu ifadedir:
"Tahliyeyle teslim almak sahih olur. Ebû Hanife'ye göre velevki akar
kendilerinden uzakta olsun. İmameyn buna muhâliftir. Ama bu kavil zayıftır.
Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
Hâniyye'de şöyle denilmektedir: "Sahih
olan zâhir rivâyette bildirilendir. Çünkü yakın olursa halen hakikî teslim alma
tesavvur olunur ve tahliye teslim alma yerini tutar. Fakat uzak olursa halen
teslim alma tesavvur edilemez. Binaenaleyh tahliye teslim alma yerini
tutamaz." Sonra şu da var ki, şârih burada söylediklerini Eşbâh'ın vakıf
bahsinden naklen icareler bahsinin başında zikretmiş; sonra şöyle demiştir:
"Lakin ben derim ki: Eşbâh'ın hâşiye yazarı olan musannıfın oğlu
Zevâh.ru'l-Cevâhir'de Kariu'l-Hidâye'nin Fetâvâ'sındaki satışlar bahsi'nden
naklen şöyle demiştir: "Ne zaman giderek içine girecek kadar müddet
geçerse teslim almış sayılır. Aksi takdirde teslim almış sayılmaz."
Ben derim ki: Lakin sen bunun her iki
rivâyete muhâlif olduğunu biliyorsun. Zâhir rivâyeti buna yorumlamakla da ora
bulunmuş olmaz. Çünkü orivâyetten muteber olan hakikî teslim almanın tesavvur
edilebileceği yakınlıktır. Nitekim bunu Hâniyye'nin sözünden anladın.
METİN
Hibe ile sadaka da öyledir. Tamamı Mülteka
üzerine yazdığımız haşiyededir.
Satıcı parayı geçmez bulursa malı gerisi
geriye almaya ve hapsetmeye hakkı yoktur. Çünkü teslimle kendi hakkı sâkıt
olmuştur. İmam Züfer'e göre buna hakkı vardır. Nasılki paranın kurşun veya
gümüşle karışık veya başkasının hakkı olduğu anlaşılırsa hüküm budur. Bir de
rehin alan gibidir. Münye. Bir kimse Zeyd'de alacağı olan geçer akçesi yerine geçer
zannıyla kalp akçe teslim aldıktan sonra aldığı paraların geçmez olduğunu
anlarsa, geçer akçesi durduğu takdirde kalp akçeyi iade ederek geçer paralarını
geri alır. Aksi takdirde ne geri verebilir ne de alabilir. Nitekim teslim
alırken bilmiş olsa hüküm budur.
İZAH
"Hibe ile sadaka da öyledir ilh..
" Yani bunlar uzakta iseler tahliye teslim alma sayılmaz. Bahır sahibi
diyor ki: "Bu izaha göre icarede uzak malı tahliye etmek sahih değildir.
Teslim aldığını ikrar da öyledir."
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği manâ
şudur: Hibede yakın olan malı tahliye, teslim almak sayılır. Lâkin bu fâsid
olmayan hibeye mahsustur. Nitekim Haniyye'de beyan edilerek şöyle denilmiştir:
"Câiz olan satışta tahliyenin teslim alma sayılacağında bütün ulema
ittifak etmişlerdir. Fasit satışta iki rivâyet vardır. Sahih olana göre teslîm
alma sayılır. Taksimi kabul eden hisse-i şayıalı bir malı hibe etmek gibi fâsid
olan hibede teslim olma sayılmayacağında bütün rivâyetler müttefiktir. Câiz
olan hibede ise ulema ihtilâf etmişlerdir. Fakîh Ebulleys'in beyanına göre İmam
Ebû Yusuf kavlince teslim alma sayılmaz. Şemsü'l-Eimme Hulvani ise teslim olma
sayılacağını söylemiş, bu hususta hilâftan bahsetmemiştir,"
T E T İ M M E : Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir : "Müşteri satlan malı saymadan ve satıcının izni olmadan
teslim alır da satıcı onu ister; müşteri de tahliye ederse eliyle teslim
almadıkça bu teslim sayılmaz. Satıcının malla müşterinin arasını serbest
bırakması bunun hilâfınadır. Bir kimse hasta bir inek satın alır da onu
satıcının evinde bırakır ve ölürse "benim hesabıma ölecek" derse,
hayvan öldüğünde satıcı hesabına sayılır. Çünkü teslim olma yoktur. Kezâ
satıcıya ineği evine götür, ben gider onu evde teslim alırım der de satıcı eve
götürürken inek ölürse, satıcı teslimi iddia ettiğinde söz müşterinin olur.
Müşteri köleye şu işi yap derse yahut satıcıya "köleye emret de şu işi
yapsın'" der de köle o işi yaparken ölürse. müşterinin hesabına ölür.
Çünkü bu teslim almadır. Müşteri satıcıya bu mal için sona itimadım yok. onu filancaya
teslim et de elinde bulundursun ki ben de sana parasını vereyim der de satıcı
onun dediğini yapar ve köle o filanın elinde ölürse, satıcının hesabına ölmüş
olur. Çünkü o filanca köleyi satıcı nâmına elinde bulundurmuştu. Bir kimse
pazardan yoğurt satın alır da satıcıya onu evine götürmesini söylerse, yoğurt
kabı yolda giderken düşüp kırıldığı takdirde bakılır: Müşteri onu teslim
almadıysa satıcı hesabına helâk olmuş sayılır. Bir kimse şehirde odun satın
alır da evine götürürken odunu biri gasbederse, satıcı hesabına gitmiş olur.
Çünkü örfen odunu müşterinin evinde teslim etmesi gerekirdi. Müşteri satıcıya
bu malı benim için tart da kölenle yahut benim kölemle gönder derse, yola
giderken kap kırılarak mal telef olduğu takdirde satıcı hesabına gider. Meğerki
onu köleye ver demiş olsun. Çünkü bu söz köleyi tevkîl sayılır. Malı ona vermek
müşteriye vermek gibidir."
"Çünkü teslimle kendi hakkı sakıt
olmuştur ilh..." Burada şöyle denilebilir: Para kurşun veya karışık
çıktığı vakit dahi teslim mevcuddur. En iyisi bunu Minah sahibinin yaptığı gibi
talil etmiştir. Minah sahibi: "O kimse asıl hakkını almıştır. Artık
teslimi bozmaya hakkı yoktur." demiştir. Yani karışık paralar da paradır.
Lâkin kusurludur. Bakır parada böyledir. Nitekim Münye'de beyan edilmiştir.
Kurşun ve gümüşle karışık paralar bunun hilâfınadır. Çünkü onlar para değildir.
Binaenaleyh asıl İtibariyle parayı teslim alma yoktur; teslimi bozabilir Bu
satılan malı teslim ettiğine göredir. Müşteri satıcının izni olmaksızın teslim
alırsa geçmez paralarla diğerlerinde teslimi bozabilir. Nitekim Bezzaziye'de
açıklanmıştır.
"Veya başkasının hakkı olduğu
anlaşılırsa ilh.. " Meselâ. bir adam teslim alınan malın kendi hakkı
olduğunu isbat ederse, satıcının o malı geri almaya hakkı sâbit olur. Çünkü tam
olarak teslim alma bozulmuştur.
"Bir de rehin alan gibidir
ilh..." Münyetü'l-Müfti'nin ibâresi şöyledir: "Bütün vecihlerde o
malı gerisi geriye alır." Yani gerek geçmez, gerekse kurşun ve
başkalarında hüküm budur. Demek istiyor ki, verdiği borcu alır da rehni sahibine
teslim ederse, sonra aldığı paraların geçmez veya kurşun yahut gümüşle karışık
olduğu anlaşılırsa rehni gerisi geriye alır.
T E N B İ H : Müşteri bir malı satın veya
hibe olarak teslim aldıktan sonra o malda tasarrufta bulunur da sonra satıcı
paraların geçmez olduğunu anlarsa bu tasarrufu bozamaz. Çünkü müşteri satıcının
izniyle testim aldıktan sonra yaptığı tasarruf satıcının tesarrufu gibi olur.
Parayı saydıktan sonra malı satıcının izni olmaksızın teslim alır da tasarrufta
bulunursa, paralar bozuk çıktığı takdirde bozulmayı kabul eden tasarruflarda
satış bozulur. Bozulmayı kabul etmeyenlerde bozulmaz. Bezzâziye. Bozulmayı
kabul eden tesarruflar satış ve bağışlardır. Kabul etmeyenler ise köle azadı ve
onun ferleridir.
"Aksi takdirde" yani mevcud
değilse ister kendi kendine helak olsun, ister müşteri helâk etmiş bulunsun
geri alamaz. Dürer.
"Nitekim teslim alırken ilh..."
Paraların geçmez olduğunu bilirse geri veremez. Çünkü buna razı olmuştur. Artık
geri almaya vermeye hakkı yoktur.
METİN
İmam Ebû Yusuf: "Geçmez paralar
mikdarını iade eder; geçen paraları geri alır. Nasıl ki paralar kurşun veya
gümüşle karışık olurlarsa hüküm budur." demiştir. Bir kimse bir şey satın
alır da tesellüm eder ve parasını ödemeden müflis olarak ölürse, satıcı
alacaklılarla müsavî olur. Şâfiî (R.)'ye göre ise satıcı daha haklıdır. Nitekim
müşteri malı teslim olmadı ise satıcı o mala bilittifak daha haklıdır. Bizim
delilimiz Peygamber (S.A.V.)'in şu hadisidir: "Müşteri müflis olarak ölür
de satıcı malını aynen bulursa, o olacaklılarla müsavidir." Ayni'nin Mecma
Şerhi.
FER'İ MESELELER:Bir kimse yeri hariç olmak
üzere ekinin yarısını satarsa bakılır: 'Eğer çiftçi yer sahibine satarsa
caizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Meğerki tohum çiftçiden olsun. ,Bu takdirde
câiz olmak gerekir, Hâniyye. Bir kimse yemiş ağacı veya üzüm bağı satarsa meyva
satışda dahildir. O zaman yemiş kemale gelinceye kadar ağaçları emâneten
verilir. Müşteri emânet vermeye razı olmazsa satıcı muhayyer bırakılır. İsterse
satışı ibtal eder; yahut meyvayı toplar. Câmiu'l FûsuIeyn. Nehir'de :
"Müşteri ile satıcı arasında zâhir fark yoktur." denilmiştir.
İZAH
"Geçmez paralar mikdarını iade eder
ilh..." Çünkü eksiklik sebebiyle malı dönmek bâtıldır. Ribayı gerektirir.
Geçer paralarda satıcının hakkını iptale imkân yoktur. Zira razı değildir.
Dürer. Hakaik'da Uyûn'dan naklen şöyle denilmiştir: "Ebû Yusuf'un
söylediği güzeldir; zararı o daha ziyade önler. Bu sebeble fetva için biz onu
seçtik." Mecma'da dahî müftabih kavil budur diye açıklanmıştır. Azmiyye.
"Kurşun veya gümüşle karışık olurlarsa
ilh..." Bilittifak iade edilir.Dürer. Mutlak söylediğine bakılırsa teslim
alırken bilse bile iade edilir. Çünkü bunlar kıymet cinsinden değildirler T.
"Müflis olarak ölürse ilh..."
Yani elinde borçlarına yetecek parası bulunmazsa demektir. Hâkim tarafından
iflâsına hüküm verilmiş veya verilmemiş olması fark etmez
"Alacaklılarla musavi olur
ilh..." Yani o malı alacaklılar aralarında taksim ederler. Satıcı daha
haklı olamaz. Dürer.
"Satıcı daha haklıdır ilh..."
Zâhire bakılırsa murad : Parasını tamamen alıncaya yahut hakim satıp parasını
verinceye kadar malını elinde hapsetmeye daha haklıdır. Eğer malı bütün borcuna
yeterse ne âlâ! Artarsa fazlası diğer alacaklılara verilir. Eksik gelirse o
kimse kalan alacağı hususunda diğer alacaklılarla müsavî olur. Demek oluyor ki.
O kimse ölenin malını olmak hususunda mutlak surette haklı değildir. Bun İmkân
yoktur. Çünkü satın aldığı şey müşterinin milki olmuştur. O öldükten sonra da
mirasçılarına intikal eder ve alacaklıların hakkı olur. Bu müşterinin diğer
alacaklılardan daha haklı olması hayatta iken parasını alıncaya kadar satılan
malı hapsetmeye hakkı olduğu içindir. Öldükten sonra da öyledir. Bu mesele
musannıfın icareler bahsinde söyleyeceği meselenin benzeridir. Orada şöyle
diyecektir: "Kirayla veren borçlu olarak ölürse hânesini almak hususunda
kiracısı sair alacaklılardan daha haklı olur. Yani hâne elinde olup ücretini
verdiyse demek istiyor. Kiraya verenin ölmesiyle icare akdi bozulur. Kiracının
o haneyi hapse hakkı vardır. Onun kıymetini almak hususunda da en haklı odur.
Ücreti peşin verir de hâneyi teslim almadan hane sahibi ölürse bunun
hilâfınadır. Kiracı sair alacaklılarla müsavî olur; hâneyi hapsetmeye hakkı
yoktur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de bildirilmiştir."
Kezâ fâsid satış bâbında gelecektir ki,
akid feshedildikten sonra ölürse müşteri o mal için sair alacaklılardan daha
haklıdır. Malını alıncaya kadar onu hapsedebilir. Bu mahalli böyle halletmek
gerekir. Böylece fetva hâdisesi olan bir meseleye cevap verilmiş sayılır.
Mesele bana soruldu ki, şudur: "Satıcı parasını aldıktın sonra müşteriye
teslim etmeden müflis olarâk ölürse, müşteri o malda en ziyade hak sahibidir.
Çünkü hayatında satıcının onu hapsetmeye hakkı yoktur. Malın aynı bâkî kalmak
şartıyla müşteri onu teslime mecbur edebilir. Binaenaleyh satıcı öldükten sonra
dahi almaya hakkı vardır. Zira alacaklıların hiç bir vecihle hakkı yoktur. O
satıcının elinde emânettir. Velevki onun elinde helâk olursa malın kıymetiyle
ödensin. Rehin de öyledir. Rehini veren rehin atanın alacaklılarından daha
haklıdır.
"Ekinin yarısını satarsa ilh..."
Meselenin sureti şöyledir: Bir adamın arazisi olurda onu çiftçiye verir; tohumu
da vererek çiftçinin hayvanları ile yarıya çalışmasını şart koşarsa, çiftçi
yeri ekip ekin meydana geldikten sonra onun yarısını toprak sahibine sattığı
takdirde satış câizdir. Fakat yer sahibi yarısını çiftçiye satarsa câiz olmaz.
Çünkü sattığını kaldırmasını emreder. Bu ise bütün mahsulü sökmeden olmaz.
Böylece müşteri kemale erinceye kadar o yerde kalmak hakkına malik olan kendi
hissesinin sökülmesi ile zarar görür et, tohum çiftçiden olursa o yeri içinden
çıkanın yarısı karşılığında kiralamış olur. Yer sahibi sattığını çıkarmasını
ona emredemez. Binaenaleyh satışın câiz' olması gerekir. Çünkü zarar yoktur. Bu
mesele ekinden hisse-i şayia ile satma kabîlindir ki, biz bundan ve
benzerlerinden şirket bahsinin başında bahsettik.
"Nehir'de ilh..." Ki sözün aslı
Bahır sahibine aiddir. İncelemenin hülasası şudur: Buna kıyasen ağaçsız olarak
yemişi satar da satıcı ağaçların emânet edilmesine razı olmazsa müşterinin yine
muhayyer bırakılması gerekir. isterse satışı iptal etmeli, dilerse mahsulü
kesebilmelidir. Halbuki bunda ona zarar vardır. Lâkin metinde diğer metinlerde
olduğu gibi "müşteri derhal o mahsulü keser" diye açıklandığını görmüştük.
Bir de şârihin Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklettiği ifade dahî musannıfın ve
başkalarının yalnız ağacı veya yalnız yeri satma hususundaki: "Satıcıya
hem ekini hem meyvayı sökerek sattığını teslim etmesi emrolunur. Velevki
olgunluğu zuhur etmesin." ifadelerine aykırıdır. Nitekim orada buna tenbih
etmiştik.
METİN
Bu bâbı öne almanın vechi ve kısımlarının
beyanı Dürer'dedir. Sonra muhayyerlikler onyediye bâliğ olmuştur. Şunlar ayrı
bablarda zikredilen üç nevi ile: Tayin, aklanma, sayma. kemmiyet. istihkak.
fi'len aldatma. hali açıklama, hıyanet. murabâha ve tevliye, arzu edilen bir
vasfın bulunmaması, satılan malın bir kısmı helâk olmakta Pazarlığı ayırma,
fuzûlînin akdine cevaz vermek, satılan malın kiralanmış veya rehin edilmiş çıkması
muhayyerlikleridir. Bu satırlar Eşbâh'ın Fesihlerin hükümleri bâbından
alınmıştır,
İZAH
Şart muhayyerliği sözü bir şeyi sebebine
izafet kabîlindendir. Çünkü şart muhayyerliğe sebebtir. Bahır. Zira akidde asıl
olan iki taraftan lüzumdur. İki tarafın birine yürürlüğü geçerli kılmak veya
fesh hakkı sâbit olmamıştır. Bize göre velevki akid meclisinde olsun. Meğerki
bu şart koşulsun.
"Dürer'de İlh..." Beyan edilmiş
ve şart ve tâyin muhayyerliği diye bab yapılarak şöyle denilmiştir: "Bu
iki şeyi diğer muhayyerliklerden önce zikretmesi ibtidaen hükme mâni oldukları
içindir. Sonra görme muhayyerliğini zikretmiştir. Çünkü o hükmün tamamına
mânidir. Kusur muhayyerliğini sona bırakmıştır; çünkü o hükmün lüzumuna
mânidir. Şart muhayyerliği üç nevi'dir: Birincisi bilittifak fâsiddir. Bu malı.
muhayyer olmam şartı ile yahut bir kaç gün veya ebediyyen muhayyer olmam şartı
ile satın aldım demek bu kabîldendir. ikincisi bilittifak câizdir. Üç gün veya
daha az muhayyer olmam şartı ile satın aldım demek böyledir. Üçüncüsü
ihtilâflıdır. Bir veya iki ay muhayyer olmam şartı ile aldım demek gibi ki Ebû
Hanife'ye ve Züfer'le Şâfii'ye göre fâsid. Ebu Yusuf'la Muhammed'e göre
caizdir."
Bahır'da fer'i bir mesele olmak üzere şöyle
denilmiştir: "Şart muhayyerliğini şarta talik sahih değildir. Müşteriye
bir eşek satar da: "Şu nehri geçmezse iade etmek ve sen de bunu kabul
etmen şartı ile şu eşeği sona sattım; aksi takdirde satış yoktur" derse
sahih olmaz. "Yarına kadar nehri geçmezse" demesi de böyledir. Kınye'de
böyle denilmiştir."
Ayrı bâblarda zikredilen üç nevi Şart
muhayyerliği, görme muhayyerliği ve kusur muhayyerliğidir.
"Tâyin muhayyerliği ilh..." İki
veya üç şeyden birini satın alarak hangisini isterse tâyini şart koşmaktır.
Sadedinde bulunduğumuz bâbda bu musannıfın : iki köle satar da birisi hakkında
muhayyerliği şart koşarsa ilh..." ifadesi ile zikredilmiştir.
"Aldanma ilh..." Meselesi
murâbaha bahsinde: "Zâhir rivâyete göre aldanma sebebi ile iade
yoktur." ifadesi ile gelecektir. Satıcı müşteriyi aldatır yahut aksine müşteri
satıcıyı aldatırsa veya aldatma dellâl tarafından olursa iade edebilir diye
fetva verilir. Aksi takdirde mal iade edilmez.
"Sayma ilh..." Meselesi az
ileride: "Parasını saymazsa şöyle olsun diye şart koşarak satın alırsa
ilh..." ifadesiyle gelecektir.
"Kemmiyet Hh..." Satışlar
bahsinin başında: "Şu küptekini vermek şartıyla satın alırsa ilh..."
ifadesiyle geçmiş. biz de izahını yapmıştık.
"İstihkâk ilh..." Kusur
muhayyerliği babında zikredeceği: "Satılan malın bir kısmına hak sahibi
çıkarsa bütün malı teslim almadan çıktığı takdirde malın hepsinde muhayyer
olur. Teslim aldıktan sonra ise kıyemî olan malda muhayyer olur, başka mallarda
olmaz." ifadesidir.
"Fi'len aldatma" nın mukabili
sözle aldatmadır ki, evvelce geçmişdi. Fi'len aldatma tasviye gibidir. Bundan
murad sütü toplansın diye koyunun memesini bağlamaktır. Bu sebeble müşteri onu
sütlü zanneder. Bu hususda vârid olan muhayyerlikte: "Koyunu sağmış
bulunursa razı olduğu takdirde onu, milkinde bırakır, razı olmazsa koyunu iade
eder. Bir sâda kuru hurma verir." buyurulmuştur. Üç mezhebin imamlarıyla
Hanefîlerden Ebû Yusuf bununla amel etmişlerdir. İmam-ı Azam'la Muhammed'e
göreyse dilerse yalnız eksiği döner. Bu husustaki sözün tamamı inşaallah kusur
muhayyerliğinde musannıfın : "Sütlü bir cariye satın alırsa ilh..."
dediği yerde gelecektir.
"Hali açıklama ilh..." Satışlar
bahsinin başında: "Bir kimse mikdarı bilinmeyen bir kap veya taşla şu
taşın ağırlığınca diyerek altın satın alırsa iIh..." ifadesiyle geçmişti.
Şârih orada bunların her ikisi hakkında müşterinin muhayyer olduğunu
söylemişti. Biz de Bahır'dan naklen orada bu muhayyerliğin hali açıklama
muhayyerliği olduğunu bildirmişdik. Şârihin ondan sonra bir yığın zahireyi
"her sâ şu kadara diyerek satarsa" diye anlattığı da bundandır. Bu
hususda söz geçmişdi.
"Murâbaha ve tevliye ilh..."
Meselesi murâbaha bahsinde : "Murabahada ikrarla veya beyyineyle yahut
yeminden kaçınmakla hıyanet ortaya çıkarsa, müşteri o malı ya bütün kıymetiyle
satın alır yahut iade eder. Çünkü rızası yoktur. Tevtiyede hıyanet mikdarı
fiyat indirimi yapabilir ki, tevliye tahakkuk etsin..." ifadesiyle
gelecektir.
"Arzu edilen bir vasfın bulunmaması
ilh..." Meselesi bu bâbda: "Ekmek yapması veya yazı yazması şartıyle
bir köle satın ılırsa ilh.." dediği yerde gelecektir.
"Malın bir kısmı helâk olmakla malı
ayırma" dan murad teslim almadan helâk olmasıdır. Bir kısmının diye
kayıdlaması teslim almadan malın hepsi helâk olursa meselede tafsilât bulunduğu
içindir. Biz bunu bu bâbdan az önce arzetmiştik. Hülasası Câmiu'l-Fûsuleyn'de
olduğu gibi şudur: Mal semavî bir afetle veya satıcının fiilîyle yahut satılan
malın fiiliyle helâk olursa satış bâtıldır. Ecnebî birinin fiilîyle otmuşsa
müşteri muhayyer bırakılır. İsterse satışı fesh eder, dilerse razı olur ve
helâk olan mikdarı ödettirir. Bunu Bezzâziye sahibi dahî zikretmiş, sonra
şunları söylemiştir: "Teslim almadan önce malın bir kısmı helâk olursa
fiyattan eksilen mikdarı düşer. Eksîkliğin mikdarda veya vasıfda olması fark
etmez. Müşteri satışı fesh ile kabul arasında muhayyerdir. Helâk olan kısım
ecnebî birinin filliyle olursa, bu hususta cevap bütün maldaki cevap gibidir.
Semavî bir afetle helâkolmuşsa, mikdar eksikliğinde helâk olan hissenin parası
müşteriden düşülür. Kalan kısmı hakkında müşteri muhayyerdir. Eksiklik vasıfda
ise fiyattan bir şey düşmez. Ama fiyatın bütünüyle almakta terketmek arasında
muhayyerdir. Vasıfdan murad zikredilmeden satışda dahil olan şeylerdir. Yerde
ağaçlar ve bina, hayvanda bacaklar, kile ve tartıyla satılan şeyde malın iyi
olması bu kabîldendir. Üzerine akid yapılan malın fiiliyle helak olursa cevap
yine budur." Bu hususda sözün tamımı Bezzâziye'dedlr. Ona müracaat
edebilirsin
"Satılan malın kiralanmış veya rehin
edilmiş çıkması ilh..." Şöyle olur: Meselâ bir hâne satın alır da sonradan
o hanenin rehin veya kiraya verilmiş olduğu anlaşılırsa müşteri satışı fesh
etmekle etmemek arasında muhayyerdir. Zâhirine bakılırsa bunu bildiği takdirde
muhayyer olamaz. Ebû Yusuf'un kavli de budur. Tarafeyn bilse de muhayyerdir
demişlerdir. Zâhir rivâyet budur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de beyan edilmiştir.
Remlî'nin hâşiyesinde: "Sahih olan budur. Fetva buna göre verilir. Nitekim
Valvalciyye'de zikredilmiştir." denilmektedir. Kezâ rehin olanla kiracı
fesh etmekle etmemek arasında muhayyerdir. Esah olan kavil budur. Nitekim
Câmiu'l-Fûsuleyn'de bildirilmiştir. Lâkin Remlî hâşîyesinde Zeylaî'den
nakledildiğine göre iki rivayetin esah olanı rehin akının feshe hakkı
olmamasıdır. imâdiyye'de: "Zâhir rivâyette kiracının buna hakkı
vardır." denilmektedir. Şeyhül-İslâm ise fetvanın hakkı yoktur diye
verildiğini söylemiştir. Fuzûlî faslında gelecektir ki, rehin edilen, kiraya
verilen, başkasına ortaklığına verilen yerin satılması rehin alanın, kiracının
ve ortağın kabulüne bağlıdır. Kiracı veya rehin alan razı olursa müşteriye muhayyerlik
yoktur. Razı olmazsa müşteri beklemekle satışı fesîh arasında muhayyer olur.
Meselenîn tamamı fuzûlî faslında gelecektir.
METİN
Eşbâh sahibi ikale ve yeminleşmeyle de fesh
edileceğini söylemiştir. Böylece muhayyerlikler ondokuzu bulmuştur. Bunların
çoğunu musannıf zikretmiştir. Kitabı okuyan anlar. Alıcıyla satıcının beraberce
üç gün veya daha az muhayyerliği şart koşmaları sahih olduğu gibi sadece
birisinin -velevki vasî olsun- veya bir ecnebînin velevki akidden sonra olsun
satılan malın bütününde veya üçte bir, dörtte bir gibi bir kısmında
muhayyerliğî şart koşmaları da sahihtir. Akidden önce sahih değildir.
Tatarhâniyye. Velevki akid fâsid olsun.
İZAH
"Eşbâh sahibi" şöyle demiştir:
"Bütün muhayyerlikleri akdi yapan iki taraf doğrudan doğruya icra edebilirler:
Bundan yalnız yeminleşme müstesnadır. Çünkü onunla satış bozulmaz. Satışı ancak
hâkim fesheder. Yine bütün muhayyerlikler fesha muhtaçtırlar; hiç biri kendi
kendine feshedilmiş olmaz." H.
"ikale ve yeminleşmeyle de fesh
edileceğini söylemiştir ilh. ." Şübhesiz sözümüz muhayyerlik hakkındadır.
Mücerred fesih hakkında değildir. Lâkin şöyle cevap verilebilir: iki taraftan
biri satışı ikale yaparsa diğeri kabul edip etmemekde muhayyerdir. Kezâ her
biri yemin etmekle etmemek arasında muhayyerdir. Yemîn etmemeyi seçerse karşı
tarafın dâvâ etmesi lâzım, gelir. Her İki tarafın yemînleşme suretleri fiyatın
veya satılan malın mikdarında yahut her ikisinde ihtilâf etmeleri beyyine
getirememeleri ve bir tarafın dâvâsına karşı tarafın razı olmaması halidir. Bu
takdirde her ikisi yemin ederler ve birinin isteğiyle hakim satışı fesheder.
Mesele davâ bahsinde iki odamın dâvâsı bâbında izah edilmiştir.
"Velevki vasi olsun ilh..." Vekil
olması da öyledir. Bahır sahibi diyor ki: "Velevki vekile mutlak satışı
emretsin de vekil kendisi yahut emreden veya iki tarafın kabul ettiği bir
yabancı için muhayyerlik şartıyla akdetsin. Vekile âmir muhayyer olmak şartıyla
satmasını emreder de o muhayyerliği kendisi için şart koşarsa câiz olmaz. Âmir
muhayyer olmak şartıyle satın almasını emreder de vekil muhayyerlik zikretmeden
satın alırsa satış kendi nâmına geçerli olur; âmir nâmına geçerli olmaz. Çünkü
vekil onun emrine muhalefet etmiştîr. Muhayyer olmak şartıyla satmasını emreder
de vekil şartsız satarsa bunun hilâfınadır. Satış aslından bâtıl olur." Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır. Şârih ileride son iki fer'î mesele hakkındaki
farkı izah edecektir.
"Veya bir ecnebînin"
Muhayyerliğini şart koşmalarıyla de sahih olur. O ecnebî ile birlikte dahi her
iki tarafa muhayyerlik sâbit olur. Nitekim musannıfın: "Müşteri
muhayyerliği başkası için şart koşarsa sahih olur'." dediği yerde
gelecektir.
"Velevki akidden sonra osun." Bu
cümleden bu hükmün yalnız ecnebîye mahsus olduğu tevehhüm edilebilir. Halbuki
hüküm her üç kısımda caridir. "Velev akidden sonra olsun muhayyerliği şart
koşmak sahihtir." dese daha iyi olurdu. H. AIanla satandan biri satışdan
sonra "-velevki bir kaç gün sonra olsun - sana üç gün muhayyerlik verdim.
derse bilittifak sahih olur. Bahır.
"Bir kısmında muhayyerliği şart
koşmaları da sahihtir ilh..." Bu hu-
susda muhayyerliğîn satıcıya veya müşteriye
aid olmasının bir farkı olmadığı gibi fiyatı beyan etmesi ile etmemesi arasında
da fark yoktur. Çünkü birinin yarısı değişik değildir. Bunu Nehir'den naklen
Tahtâvî söylemiştir.
"Akidden önce sahih değildir
ilh..." Yapacağımız satışda sana muhayyerlik verdim der de sonra mutlak
olarak satın alırsa, muhayyerlik sâbit olmaz. Bunu Tatarhâniyye'den naklen
Bahır sahibi söylemiştir.
"Velevki akid fâsid olsun ilh..."
Terkibin daha güzel olması için şârihln: "Muhayyerliği şart koşmaları
sahihtir. Velevkl akidden sonra olsun. Velevki satış fâsid olsun." demesi
gerekirdi. Nitekim bu âşikârdır. H. Fâsid akidde her iki tarafın bunsuz fesha
hakları olduğu halde bunu şart koşmasını faydası, söylenildiğine göre şudur:
Muhayyerlik kime şart koşulduysa ona sabit olur. Velevki malı teslim aldıktan
sonra olsun. Mahkeme kararına veya rizaya bağlı değildir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü bağlı
değildir fiilindeki zamir muhayyerliğe aitse mutlak surette buna bağlı
değildir. Fâsid satışın feshine aidse yine öyledir. Evet. faide şurada zâhir
olur: Muhayyerlik yalnız satana yahut her ikisine şart koşulur da müşteri o
malı satıcının İzniyle satın alırsa, müşterinin milkine dahil olmaz. Halbuki muhayyerlik
olmasaydı teslim almakla buna mâlik olurdu.
METİN
Muhayyerliğin şart koşulup koşulmadığında
ihtilâf ederlerse söz mezhebe göre muhayyerlik yoktur diyenindir. Mutlak
söylenir veya müebbed kaydıyla yapılırsa satış fâsid olur. Üç günden fazla
muhayyerlik caiz değildir, satış fâsîd olur. İmam-ı Azam'a göre alıcıyla
satıcıdan her biri için fesh hakkı vardır. imameyn buna muhâliftirler. şu kadar
var ki, üç gün zarfında muhayyerlik sahibi satışa cevaz verirse. zâhire göre
sahihe dönüşür.
İZAH
"Muhayyerlik yoktur diyenindir
îlh..." Çünkü muhayyerlik asla muhâliftir. Nitekim 'Bahır'da
bildirilmiştir. Bu cümle metinde gelecek ifadeyle tekrar otur. H.
"Mezhebe göre muhayyerlik yoktur
diyenindir ilh..." İmam Muhammed'e göre ise muhayyerlik iddiasında
bulunanındır. Beyyine karşı tarafa düşer. Bahır.
"Üç gün veya daha az" Muhayyerlik
koymak sahih ise de çabuk bozulan bir malda kıyasa göre müşteri bir şeye mecbur
edilmez. istihsana göreyse müşteriye: "Ya satışı feshedersin yahut malı
alırsın. Satışa razı olmadıkça yahut mal senin elinde bozulmadıkça sana
fiyattan bir şey ödemek lâzım gelmez." denilir. Bu her iki taraftan zararı
def içindir. Bahır.
TENBİH : Bilmelisin kî bütün akidlerde üç
günden fazla muhayyerlik câiz değildir. Yalnız İmam-ı Azam'ın kavline göre kefaletle
câizdir Bezzâziye sahibi: "Aldatılan ile vakıf malda da öyledir."
demiştir. Çünkü cevazı Ebû Yusuf'un kavline göredir ki, üç günle kayıdlı
değildir. Dürrü Müntekâ. Tamamı Nehir'dedir.
"Müebbed kaydı ile yapılırsa satış
fâsid olur ilh..." Yani akid zamanında bozulur, demek istiyor. Fakat
muhayyerlik olmadan satar da bir müddet sonra kendisine rastlayarak sen
muhayyersin derse, o meclisin devamınca muhayyer olur. Bu "ikaleye hakkın
vardır" demek gibidir. Ni- tekim Valvalciyye ve diğer kitablardan naklen
Bahır'da zikredilmiştir. Fetih sahibinin: "Ona sen muhayyersin derse,
yalnız o meclisde muhayyer olur." demesi buna yorumlanır. Nehir sahibi
şunları söylemiştir:
"Ben bunların arasında fark yapan
görmedim. Bana öyle geliyor kî, ikincide yani akdi yaparken mutlak söylemesi
müfsid beraberdir. Onun için de ameli kuvvetlidir. Birincide ise tamam olduktan
sonradır. Buna binaen zayıftır. Ama o mecliste muhayyerlik vermekle bunun
tashihi mümkündür."
T E N B i H : Dürer'den naklen arz etmiştik
ki "bir kaç gün muhayyer olmam şartı ile" derse fâsid olur.
Şürunbulâliyye'de itiraz edilerek:"Ulemanın kavillerine göre birisi onunla
günlerce konuşmayacağım diye yemin ederse üç güne yorumlanır. Bunun muktezası
burada da öyle olmaktır. Bu aklı başında olan bir insanın sözünü hükümsüz
kalmaktan kurtarmak içindir. Aksi takdirde fark ne olabilir." denilmiştir.
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir:
Yeminde günlerce tâbirinden meselâ, üç de on da murad edilebilir. Lâkin üçe
münhasır bırakılmıştır. Çünkü o yüzde yüzdür. Bu üçten yukarısını murad etmeye
mâni değildir. Hatta ziyadeyi niyet etse yemini bozulur. Buradaki onun
hilafınadır. Çünkü üç nassan mutlaka lazımdır. Günlerce sözü üçten yukarıya da
elverişlidir. Yukarısı ise akdi bozar. Binaenaleyh üçe yorumlamamızın bir faydası
yoktur. Zira ihtimali kaldırmaz.
"Her biri için fesh hakkı vardır
ilh..." ifadesi kendisine muhayyerlik sâbit olana da olmayana da şâmildir.
Bu akid fâsiddir diyenlere göre zâhirdir. Aşağıda gelen "mevkuftur"
sözü de öyledîr. Fetih sahibi diyor ki:
"Kerhî'nin imam-ı Azam'dan nassan
naklettiğine göre satış müşterinin kabulüne mevkuftur. O kabulden önce satıcıya
fesh hakkı tanımıştır. Çünkü mevkuf satışda akdi yapan her iki tarafa fesh
hakkı vardır.'
"İmameyn buna muhâliftirler
ilh..." Onlara göre malûm bir müddet söylerse caizdîr. Fetih.
"Üç gün zarfında ilh..." Velevki
dördüncünün gecesinde olsun, Kuhistânî.
"Satışa cevaz verirse sahihe dönüşür
ilh..." Köleyi azâd ederse yahut köle veya müşteri ölürse yahut satışın
lâzım olmasını gerektiren bir şey yaparsa Ebû Hanife'ye göre satış sahihe
dönüşür. Tamamı Hâniyye'den naklen Bahır'dadır.
"Sahihe dönüşür ilh..." Çünkü
müfsid tekarrur etmeden yok olmuştur. Çünkü müfsid muhayyerlik şartı değil
dördüncüye eklemektir. Bunu ıskat edince müfsid olan manânın meydana gelmeden
giderilmesi tehakkuk etmiştir. Binaenaleyh akid sahih olarak kalır. Sonra ulema
bu akdin ibtidâen sahih olup olmaması hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Irak
ulemasına göre hükmü zâhiren fasid olmaktır. Çünkü zâhir her ikisinin şart
üzerinde devam etmeleridir. Bunu ıskat edince zâhirin hilâfı meydana çıkar; ve
sahihe dönüşür. Horasan ulemasıyla İmam Serahsî. Fûhru'l-is-lâm ve diğer
Mâverai Nehir uleması mevkuf olduğunu söylemişlerdir. Dördüncü günden önce
ıskat etmekle sahihe dönüşür. Dördüncü günden bir cüz geçerse o anda akid fasid
olur. Bu kavil daha güzeldir. Zahîriyye ile Zahîre'de böyle denilmiştir. Bu
satırlar kısaltılarak Fetih'den alınmıştır. Tamamı oradadır. Lâkinbirincisi
zâhir rivâyettir. Bahır ve Minah.
Haddâdî'de şöyle denilmiştir: "Hilâfın
faydası şurada zahir olur: Fâside teslim almak bitişince o milk olur. Mevkuf
ise milk olmaz. Meğerki Mâlik razi olsun." Haddâdî bunun söz götürdüğünü
beyanla şunları söylemiştir: "Fâsid dahî milk olmaz. Nitekim Mecma'da
böyle denilmiştir. Evlâ olan şöyle demektir: Hilâfın faydası hürmeti mubaşeret
bulunup bulunmamasında meydana çıkar, Mubaşeret varsa haram olur, yoksa haram
olmaz. Nehir."
Ben derim ki! Bu örnek söz götürür. Zira
fâsid satışda milk satılan malın satıcının iznîyle teslim olmamasıyle hâsıl olur.
Tevakkuf edilen akidde satıcının izni teslim almaktır. Nefsi milk değildir.
Fuzûlî'nin satışı gibi mevkuf akde gelince:
Onda milk sahibinin satışa izin vermesine bağlıdır. Binaenaleyh hilâfın
semeresi bâkîdir. Bu zâhirdir. Lakin az yukarıda Hâniyye'den naklen
arzettiğimiz "Köleyi âzâd ederse caize dönüşür." Sözü teslim almazdan
öncekine de şâmildir. Halbukl "câize dönüşür' Sözü ancak fâsiddir kavline
münasiptir; mevkuftur kav e münasip değildir. Binaenaleyh teslim almadan milkin
hâsıl olmasını ifade eder. Bunu yukarıda geçen: "Irak ulemasına göre hükmü
zâhiren fesaddır." İfadesi de te'yid eder ve Nefsi'l-Emir'Ie fesad
olmadığını gösterir. Onun için Fetih sahibi: "Her iki kavlin hakikatı
dördüncü günden önce fâsid olmamasıdır. Bilâkis satış mevkufdur. Hilâf ancak
dördüncü günden önce şer'an muhayyerliği Iskat ederek fesadı isbat etmekle
tehakkuk eder. Nitekim bu Hidâye'nin zahirinden anlaşılmaktadır."
demiştir.
METİN
Yine muhayyerliği müzarea, müsâkat, icare,
taksim muayyen olmasa bile mal üzerine sulh, kitabet. hul, rehin. zevce. rehin
ve köle için mal şartıyle âzâd ve buna benzer kefalet, havale, ibra ve her iki
istekten sonra şufa'yı teslim ile İmam Ebû Yusuf'a göre vakıf gibi feshi kabul
eden yürürlüğe girmiş akidlerde dahî sahihtir. Eşbâh. İkale de öyledir.
Bezzâziye. Böylece sartışta birlikte feshi kabul edenler onaltıyı bulur. Nikâh,
talâk, yemin, nezir, sarf. selem ve ikrarda sahih değildir. Meğerki feshi kabul
eden bir akdi ikrar etmiş olsun. Eşbâh. Vekâlet ve vasiyyetde dahî muhayyerlik
yoktur. Nehir.
İZAH
"Yürürlüğe girmiş" İfadesiyle
şârih vasiyeti hariç bırakmıştır. Vasiyyette muhayyerliğin yeri yoktur. Çünkü
vasiyyet eden kimse sağ kaldıkça vasiyetinden dönebilir. Kendisine vasiyet
edilen şahıs da kabul edip etmemekte serbesttir. Bunu Tahtâvî ifade etmiştir.
Ariyetle emânet de bunun gibidir.
"Feshi kabul eden" İfadesiyle de
nikâh, talâk, hul ve kısasdan dolayı sulh gibi feshi kabul etmeyen şeyleri
hariç bırakmıştır. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi nikâhı müşkil saymıştır. Nikah
dinden dönmekle ve karıkocadan bîrinîn diğerine mâlik olmasıyla fesih edilir.
Bu akid tamam olduktan sonra fesihdir. Kadının dengi atmamak, âzâd etmek ve
bülûğa ermek gibi bîr sebeble fesh edilmesine gelince: Bu akdin tamamından önce
feshdir.
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir: Feshe
ihtimali olan sözünden murad akdi yapan iki tarafın kasden razı olmalarıyla
ihtimalli olandır. Dinden dönmek ve birbirine mâlik olmakla nikâhın feshi ise
başkasına tebean sâbit olur.
"Müzârea ve müsâkal" Kelimelerini
Bahır sahibi inceleme sonunda zikretmiş ve şöyle demiştir: "Müzârea ile
müsâkatta dahî sahih olması gerekir. Çünkü bunlar icaredir. Halbuki Eşbâh
sahibi bunu kesin bir dille ifade etmiştir. Hamevî diyor ki: İhtimal o bundan
sonra menkul ifadesini bulmuştur. Çünkü Bahır'ın telifi öncedir."
"İcare ilh..." Üçüncü gün icareyi
fesh ederse acaba geçen iki günün ücretini vermesi vâcib olur mu?
Sadrü'l-İslâm'ın fetvasına göre vâcib olmaz. Çünkü muhayyerlik hükmünce
faydalanma imkânı bulamamıştır. Zira faydalanırsa muhayyerliği bâtıl olur.
Câmiu'l-Fûsuleyn.
"Taksim" in fesha ihtimalli
olması bir cihetle satış sayıldığı içindir. "Mal üzerine sulh"
Kaydıyle musannıf kısas üzerine sulhdan ihtiraz etmiştir. Çünkü onun fesha
ihtimali yoktur. Nitekim yurkarıda geçmişdi.
"Zevce, râhln ve köle için" şart
koşmuşsa demesi bunlar tarafından akid geçerli olup fesha ihtimalli bulunduğu
içindir. Kocayla kölenin efendisi bunun hilâfınadır; Zira onların tarafından
akid geçerli olsa da fesha ihtimalli değil yemindir. Rehin alan kimse dahi
bunun hilâfınadır. Çünkü onun tarafından akid asla geçerli değildir. Şu halde
bunları mukabil olarak zikretmesi gerekirdi. H. Yani bunların muhayyerliği
sahih olanlar arasında zikretmeliydi. Ama şöyle denilebilir: Hul ile mal
karşılığı köle âzadı aşağıda gelen yemin sözünde dahildirler. "Geçerli
olup fesha ihtimallidir" ifadesinden murad kabul ite tamam olmazdan
öncedîr. Zevce, râhin ve kölenin 'kabullerinden sonra ise fesha ihtimali
yoktur.
"Kefalet" şahsa veya mala şâmil
olduğu gibi kefil olunan şahsa veya kefile muhayyerlik şartı koşmaya da
şâmildir. Bahır. Yukarıda arzetmişdik ki, kefalet ile havalede muhayyerlik üç
günden fazla için de sahihtir.
"İbrâ ilh..." Ben muhayyer kalmam
şartıyla seni İbrâ ettim, demekle olur. Bunu Fahru'l-İslâm şaka bahsinde
zikretmiştir. Bahır. Tahtâvî diyor ki: "Lakin Şerif Hamevî'nin
imadiyye'den naklettiğine göre kendisî muhayyer kalmak şartıyla borçluyu ibrâ
ederse muhayyerlik batıldır. İhtimal bu meselede hilâf vardır."
Ben derim ki: şârih hibe bahsinin başında
kesinlikle bu ikinci kavli tercih etmiş ve onu Hulâsa'ya nisbet eylemiştir. T.
"Vakıf" Meselesi hakkında onun
fesha ihtimali yoktur, denilebilir. "İmam Ebû Yusuf'a göre" Vakıf
geçerlidir. imam Muhammed'e göre de öyle ise de obu işte muhayyerlik şartı
bulunmamasını şart koşmuştur. Velevki malûm olsun. Vakıf bahsinde arzettik ki,
hilâf mescidden başkası hakkındadır. Mescid hakkında olursa vakıf sahih,
muhayyerlik bâtıl otur.
"Nikâh" da sahih değildir. Çünkü
fesha ihtimali yoktur.
"Tolâk" Mal mukabili değilse onda
da sahih değildir. Mal mukabili olmayan 'hul'un da bunun gibi olması gerekir.
"İkrar da" Sahih değildir. İkrar
bahsinde ibâresi metlinle birlikte şöyledir: "Bir kimse üç gün muhayyer
kalmak şartıyla bir şey ikrar etse ikrarı muhayyerliksiz lâzım gelir. Çünkü
İkrar ihbardan İbarettir. Muhayyerliği kabul etmez. Velevki kendisi için ikrar
edilen şahıs muhayyerliği hakkında bunu tasdik etsin. Ancak muhayyerlikle satış
akdi yapıldığını ikrar ederse sahih olur. Bu satıcıyı tasdik ettiği veya delil
getirdiği zaman akdin muteberliğine kıyasen sahih olur.
"Vekâlet ve vasiyette dahi muhayyerlik
yoktur." Çünkü iki taraftan geçerlilik yoktur. Bazı suretlerde vekâletin
geçerli olması ise nadirdir. Bunu Tahtâvî ifade etmiştir. Bu iki şeyi Nehir
sahibi yukarıdaki geçerlidir tabirinden olarak yaptığı inceleme neticesi ziyade
etmiştir.
METİN
Bunlar dokuzdur. Ben Nehir sahibinin
yazdığı nazmı değiştirerek şöyle demişdim: "Muhayyerlik şartı icare,
satış, ibrâ. kefalet. rehin, köle âzadı. şufayı terk ve sulhda caizdir. Hul'la
taksim, vakıf, havale ve ikale de öyledir. Sarf, ikrar, vekâlet, nikâh, talâk,
selem, nezir ve yeminlerde caiz değildir." Bir kimse bir şey satın alır da
müşteri üç güne kadar parasını saymadığı takdirde satış muteber sayılmayacağını
şart koşarsa istihsanen sahih olur. İmam Züfer buna muhâliftir. Üç gün zarfında
müşteri parayı saymazsa akid fâsid olur. Ondan sonra mal elindeyse yaptığı
âzâdlık geçerli olur. Bu bellenmelidir. Yine bu şekilde dört güne kadar satın
alırsa akid sahih olmaz. İmam Muhammed buna muhâliftir. Üç gün zarfında parayı sayarsa
bilittifak akid câizdir. Çünkü parayı sayma muhayyerliği şart muhayyerliğine
mülhaktır. Ama musannıf bu tefrî'i terk etse daha iyi olurdu.
İZAH
"Bunlar dokuzdur ilh..." Onuncu
da ziyade edilir ki, o da hibedir. Musannıf onu kendi bâbında zikredecek "Hilenin
hükmü muhayyerlik şartının sahih olmamasıdır.." diyecektir.
"Müşteri üç güne kadar parasını
saymadığı takdirde ilh..." Kezâ müşteri parayı sayar da üç güne kadar
satıcı parayı dönerse, aralarında satış olmayacağını şart koşmadığı takdirde
sahihtir. Metnin meselesinde muhayyerlik müşteriye aiddir. Çünkü satışı geçerli
sayıp savmamak onun elindedir. İkincide ise satıcıya aiddir. Hatta o köleyi
âzâd etse sahih olur. Ama müşterinin âzâd etmesi sahih değildir. Nehir.
T E N B İ H : Bahır sahibi burada Hâniyye'ye
uyarak vefa satışını zikretmiş ve şöyle demiştir: "Çünkü o aynı zamanda
parayı sayma muhayhayyerliği
Bu hususta sekiz kavil bulunduğunu da
söylemiştirşarih bunu satışlar bahsinin sonunda kefaletten az önce
zikretmiştir,Bu hususta inşaallah orada söz edilecektir.
"Üç gün zarfında müşteri parayı
saymazsa satış bâtıl olur ilh.. " Bu
satılan mal hali üzere kaldığına göredir.
Nehir sahibi şöyle demiştir:"Sonra o malı müşteri satar da parayı üç gün
içinde saymazsa satış caizdir. Malın parası borcu olur. Kezâ üç gün içinde
cariyeyi öldürür yahut kendisi ölürse, yahut cariyeyi hata yolu ile ecnebî
birisi öldürürde kıymetini ödemesi lâzım gelirse hüküm yine budur. Cariye dul
olsun bakire olsun onunla cima eder veya ona bir cinayette bulunursa, yahut hiç
bir kimsenin fili olmadan cariyeye kusur arız olur da parayı satmadan günler
geçerse satıcı muhayyer bırakılır. İsterse cariyeyi kusurlu olarak alır;
kendisine kıymetten bir şey verilmez; dilerse cariyeyi bırakıp kıymetini alır.
Hâniyye'de böyle denîlmiştir."
"Yaptığı âzâdlık geçerli olur
ilh..." Yani kölenin kıymetini ödemek de ona aiddir. Bunu Hâniyye'den
naklen Bahır sahibi söylemiştir. Bu mesele "fâsid olur" Sözü üzerine
tefrî edilmiştir. Nehir sahibi şöyle demiştir: "bilmiş ol ki: Satış
muteber sayılmayacak sözünün zâhirî şunu gösterir: Üç gün zarfında parayı
saymazsa satış bozulur. Haniyye sahibinin beyanına göre sahîh olan kavil
satışın fâsid olmasıdır; feshedilmîş olmaz. Hatta üç günden sonra köleyi azâd
etse köle elinde olmak şartı ile geçerli olur." Üç gün geçmeden âzâd
etmesi ise evveliyetle geçerlidir. Nasıl ki satarsa hüküm budur. Bu evvelce
geçmişte. Çünkü şart muhayyerliği manasındadır.
"Yine bu şekilde ilh..." Yani
dört güne kadar parasını saymazsam diyerek satın alırsa sahih olmaz. Evvelce
geçen fâsid midir yoksa mevkuf mudur ihtilâfı burada sabittir. Bunu Zahîre'den
naklen Nehir sahibi söylemiştir.
"İmam Muhammed buna muhaliftir
İhI..." Ona göre söyledikleri tarihe kadar câizdîr.
"Musannıf bu tefri'i terk etse"
Yani satın alırsa, diye yaptığı tefrî'l yapmasa daha iyi olurdu. Zira mülhak
olmak başka başka olmayı, tefrî ise o meselenin dallarından sayılmayı
gerektirir. Dürer sahibi şöyle demiştir; "Bunu Vikaye'de olduğu gibi
takibe delâlet eden (fa) edatı ile zikretmemiştir. Bu onun hakikî şart muhayyerliği
sûretlerinden olmadığına işaret içindir. Akibinde zikretmesi manen onun
hükmünde olduğundandır." Dürer'e hâşiye yazan Hâdimi şunları söylemiştir:
"Ben derim ki:Zeylaî'de vaki olan onun suretlerinden olmasıdır.
Sadru'şşeria (fâ) edatının getirilmesi hususunda: Bu şart muhayyerliği
meselesinin fer'idir. Çünkü bu ancak fesîhle zararı kendinden def için meşru
olmuştur. Zararın ödemeyi geciktirmekle veya başka bir şeyle olması fark etmez.
Kaldı ki, çünkü onun hükmündedir, demesi (fâ)nın girmesine sahih kabul edilen
bir illet olabilir, demiştir."
METİN
Satılan mal satıcının milkinden yalnız onun
muhayyerliği ile bilittifak çıkmaz. Binaenaleyh kıymeti yani bedeliyle müşteri
hesabına helak olur. Bedeliyle diye tefsir etmesi mislîye şâmil olsun diyedir.
O malı satıcının izniyle teslim almışsa aldığı günkü kıymetiyle helak olur.
Satış pazarlığı ile teslim almış mesabesindedir ki, böyle bir mal kıymeti beyan
edildikten sonra kıymetiyle ödenir.
İZAH
"Yalnız onun muhayyerliği ile
bilittifak çıkmaz ilh..." Çünkü bu hükme mânidir. Satıcının milkinden
demesi mâlikin satıcı olduğuna işaret içindir. Fuzûlî olsaydı muhayyerlik şartı
satışı bozardı. Çünkü fuzûlîye şartsız olarak muhayyerlik vardır. Nitekim
Kerabisî'nin Fûrûk'unda beyan edilmiştir. Buna satışa vekil ile itiraz
olunamaz. Satışa vekil olan kimse muhayyer olmak şartıyla satarsa câiz olur.
Çünkü hükmen mâlik gibidir. Nehir.
"Yalnız onun muhayyerliğiyle"
diye kayıdlaması şundandır: Her ikisi muhayyer olmak şartıyla satıldığı zaman
dahi hüküm bu ise de musannıf onu açıkça beyan edecektir. Aksi takdirde tekrar
lâzım gelir.
"Kıymetiyle müşteri hesabına helâk
olur ilh..." Çünkü mal helâk olmakta satış fes'h edilmiş olur. Zira bu
satış mevkuf idi. Mahal kalmazsa satışın yürürlüğü de yoktur. Şu halde satış
pazarlığı ile teslim alınmış olarak elinde kalır. Böyle bir yerdeyse kıymet
lâzım gelir. Hidâye'de böyle denilmiştir. Musannıfın meselesinde muhayyerlik
müddetinde mevcud kalmakta beraber helâk olmasıyla satıcının satışı fesh
ettikten sonra helâk olması arasında fark yoktur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de
beyan edilmiştir. Fakat müddet geçtikten sonra o müddet zarfında fesh yapmadan
elinde helâk olursa kıymetiyle helâk olur. Çünkü muhayyerlik sâkıt olmuştur.
Şayet müşterinin elindeyken helâk olduğunu ve kıymetini ödemesi gerektiğini
iddia eder de müşteri malın elinden kaçtığını iddiada bulunursa, söz yeminiyle
beraber müşterinindir. Çünkü zahir o malın diri olduğunu gösterir. Satış da
tamam olur. Satıcı malın kaçtığını, müşteri ise öldüğünü iddia ederse. söz
yeminiyle beraber satıcının olur. Sirâc'da böyle denilmiştir. Bahır.
"Satıcının izniyle teslim aldıysa
aldığı günkü kıymetiyle helâk olur." İzni olmadan almışsa hüküm
evleviyetle yine budur. T. Fakat mal satıcının elinde helâk olursa satış
bozulmuş olur. İkisine de bir şey lâzım gelmez. Nitekim izinden mutlak olarak
alırsa hüküm budur. Mal satıcının elinde kusurlanırsa müşteri muhayyerdir.
Çünkü kusur satanın fiiliyle olmamıştır ve ödemesi lâzım gelmez, ancak müşteri
muhayyerdir. İsterse o malı bütün kıymetiyle alır, dilerse satışı fesheder.
Nitekim mutlak satışda da hüküm budur. Kusur satıcının fiiliyle olursa malın
kıymeti o mikdar eksilir. Zira onun fiiliyle meydana gelen zarar ödettirilir
Bununla malın kıymetinden eksilen mikdar düşülür. Bunu Zeylai'den naklen Bahır
sahibi söylemiştir. Müşterinin elinde kusurlanmasının hükmüyse ileride
gelecektir.
"Kıymeti beyan edildikten sonra
kıymetiyle ödenir" Sözü mutlaktır. Binaenaleyh satıcı veya pazarlıkçı
tarafından kıymetinin beyan edilmesi hallerine şâmildir. Tarsûsî Enfeu'l-Vesâil'de
bunu pazarlığı yapana tahsis etmişse de Bahır sahibi bunun hata olduğunu
söyleyerek reddetmiştir. Zira Haniyye'de şöyle denilmiştir: "Satıcıdan
satın almak için bir elbise İster de satıcı kendisine üç elbise vererek şu on
dirheme, şu yirmiye, bu da otuzadır, bunları al götür. Hangisini beğenirsen onu
sana sattım derse, müşteri götürdüğü ve mal onun elinde helak olduğu takdirde
meseleye İmam İbnü'l-Fadl şöyle cevap vermiştir: Toptan yahut birbiri ardından
helâk olur da evvel ve sonra hangisinin helâk olduğunu bilmezse bütün
elbiselerin üçte birini öder. Evvel helâk olanı bitirse yalnız onu ödemesi
gerekir, Geri kolon iki elbise emânettir. İki elbise helâk olur da evvela
hangisinin helâk olduğunu bilmezse her ikisinin ayrı kıymetlerini öder. Üçüncüyü
de sahibine iade eder. Çünkü elinde emanettir. Üçüncü elbisenin üçte btr veya
dörtte biri eksilirse noksanı ödemez. Yalnız bir elbise helak olursa onun
kıymetini vermesi lâzım gelir. Geri kalan iki elbiseyi iade eder." Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır'.
Bahır sahibi diyor ki: "Ödemek için
satıcı tarafından kıymetin beyanı kâfi geldiğine bu açık delildir." Allâme
Makdisî buna şöyle cevap vermiştir: "Tarsusî'nin muradı iki taraftan
hakikaten veya hükmen kıymet beyanı mutlak lâzım geldiğini anlatmaktır. Bunların
birincisi zâhirdir. İkincisi ise şöyle olur; Alanla satanın ikisinden biri
fiyatı söyler, ötekinden de buna razı olduğuna dair bir işaret görülür."
Sonra "Tarsusî'nin ibâresine bakan onun bu söylediklerimizi ifade ettiğini
görür." demiştir.
Ben derim ki: Bunun izahı şöyledir:
Pazarlık yapana ödemek ancak o malı satış İçin konuların kıymetiyle aldığı
zaman lazım gelir. Satıcı fiyatı söyler de Pazarlıkçı elbiseyi satış yoluyla
teslim alırsa buna razı olmuş demektir. Nitekim kıymeti kendisi söyleyip satıcı
buna razı olsa hüküm budur. Sanki kıymeti tâyin beraberce ikisi tarafından
olmuştur. Görmek üzere olması bunun hilâfınadır. Çünkü bununla müşteri o malı
söylenen fiyata olmaya razı olmuş sayılmaz. Kınye'de Ebû Hanife'den naklen
bildirildiğine göre satıcı bu elbise senin için on dirhemdir der de müşteri:Onu
ver de bir bakayım yahut başkasına göstereyim diyerek elbiseyi bu Pazarlık
üzerine alırsa, zayi olduğunda bir şey ödemesi lâzım gelmez. Fakat ver onu.
beğenirsem alırım der de elbise zayi olursa o fiyattan ödemesi gerekir.
Ben derim ki: Bunda fiyat koyma yalnız
satıcı tarafındandır. Lakin alıcı son şekilde satın olma yoluyla teslim alınca
satıcının koyduğu fiyata razı olmuş sayılır. Sanki beraberce fiyat
koymuşlardır. Birinci ve îkinci suretlerdeyse satış yoluyla teslim atma yoktur.
Kendisi görmek veya başkasınagöstermek için teslim almıştır. Binaenaleyh elinde
emânettir onu ödemez. Bundan sonra Kınye'de şöyle denilmiştir: "Satıcıdan
bir elbise alır da beğenirsem satın aldım gitti derse elbise zayi olduğu
takdirde bir şey ödemesi gerekmez. Fakat beğenirsem onu on dirheme alırım derse
kıymetini ödemesi lâzım gelir. Elbise sahibi bu elbise on dirheme der de alıcı
getir onu bir göreyim diyerek bu şartla teslim alır ve elbise zayi olursa bir
şey ödemesi gerekmez."
Ben derim ki: Bunun vechi şudur: Birincide
her iki taraftan biri fiyattan bahsetmemiştir. Binaenaleyh satın alma yoluyla
alınmış olması sahîh değildir. Velevki alıcı satın aldığını açıklamış olsun.
ikincide satış yoluyla fiyatı açıklayınca o mal garantili olur. Üçüncüde satıcı
fiyatı açıklasa da alıcı onu görmek için almıştır, satın almak için almış
değildir. Onun için ödenmez. Böylece satın alma Pazarlığıyla alınan malla görme
pazarlığı ile alınan mal arasındaki fark anlaşılmış olur.
"Kıymetiyle ödenir ilh..." Yani
mal kendiliğinden helâk olursa demek istiyor. Alıcı istihlak ederse Tarsusî'nin
tahkîki gibi konulan fiyatıyla ödenir. Velevki Bahır sahibi: "Bu doğru
değildir. Çünkü Hâniyye'de şöyle denilmiştir: Fiyatı bildirildikten sonra bir
elbiseyi Pazarlık suretiyle alır da elbise elinde helâk olursa kıymetini
vermesi gerekir. Kezâ müşteri öldükten sonra o malı müşterinin mirâsçısı
istihlâk ederse hüküm yine budur." diyerek reddetmiş olsun. O: Mirâsçı
mûris gibidir, demiştir. Fakat buna Nehir sahibi itiraz ederek şöyle demiştir:
"Bunun doğru olmadığını teslim edemeyiz. Çünkü Tarsusî onu kendi
anladığına göre söylemiş değil fukahâdan nakletmiştir. Bunu Müntekâ sahibi
açıklamış, Muhît sahibi de talil ederek fiilini doğruya yorumlamak için satılan
malı razı olmuş sayıldığını söylemiştir. Hizane sahibi dahi bunu Müntekâ'ya
nisbet etmiş, ancak kıyasa göre kıymet vâcib olduğunu söylemiştir."
Nehir'in sözü burada biter.
Ben derim ki: Bahır sahibinin Hâniyye'den
naklettiği sözde iddiasına deliI yoktur. Hatta iddiasına aykırı delâlet vardır.
Çünkü : "Kezâ o elbiseyi müşterinin mirâsçısı istihlâk ederse hüküm yine
budur." Sözü gösteriyor kî, elbiseyi bizzat müşteri istihlâk etse
kıymetini değil fiyatını ödemesi gerekirdi. Bunun vechi dahî zâhirdir. Zira
Muhît sahibinin talilinden anladın. Müşteri ile mirâsçısının istihlakı
arasındaki fark şudur: Akdi yapan müşteridir. Elbiseyi İstihlâk edince
zikredilen kıymetle Satış akdinin yürürlüğüne razı olmuş sayılır. Mirasçısının
istihlâkı bunun hilâfınadır. Zira akdi yapan mîrâsçı değildir. Hatta onun
ölümüyle akid fesh edilmiş;
mirasçının elinde o mal emânet olarak
kalmıştır. Onun için konulan fiyatı değil de kıymetini Ödemesi lâzım gelir.
Binaenaleyh Bahır sahibinin :
"Mîrâsçı mûris gibidir." sözü
kabul edilemez. Sonra gördün ki, Tarsusî Müntekâ'dan bu mânâyı ifade eden
sözler nakletmiştir. Onun naklettiği şudur: "Satıcı sözümden döndüm der;
veya müşteri razı oldum demeden İki taraftan biri ölürse satış ciheti bozulur.
O malı bundan sonra müşteri istihlâk ederse kıymetini ödemesi gerekir. Nitekim
hakikî satış bozulursa mal müşterinin elinde ödenmek üzere kalır. Burada da
öyledir." Bu ifade müşteri ölürse akdin fesh edilmiş sayılacağı hususunda
açıktır. O halde mirâsçı istihlâk ederse konulan kıymeti ödemesi mal lazım
gelebilir.
METİN
kıymet koça çıkarsa çıksın ödenecektir.
Nehir. Velevki müşteri ödememeyi şart koşmuş olsun. Bezzâziye. Mal vekilin
elinde helâk olursa müvekkilinden isteyememek üzere onu kendi malından öder.
Meğerki "Pazarlık et!" diye emir vermiş olsun. Hâniyye. Ama görmek
üzere pazarlık etmişse mutlak surette ödeme yoktur. Rehin Pazarlığı ile
aldığında malın kıymetiyle borçtan hangisi daha az ise onu öder. ödünç
pazarlığı ile almışsa yaptığı pazarlığa göre; cariyeyi nikah pazarlığıyla
almışsa cariyenin kıymetiyle öder. Nehir.
İZAH
"Kıymet kaça çıkarsa çıksın
ilh..." ifadesi Tarsusî'ye red cevabıdır. Tarsusî şöyle demiştir:
"Ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, kıymet koca çıkarsa çıksın ödenmesi
icab eder. Lâkin şöyle demek gerekir: Kıymet konulan fiyattan fazla
olmamalıdır. Nitekim fâsid icarede hüküm budur. Nehir sahibi diyor ki: Bu söz
götürür. Bilâkis kıymet koça çakarsa çıksın ödenmesi icab eder. Ulema bunu
fâsid satışta açıklamışlardır. Burada da öyledir."
"Mal vekilin elinde helâk olursa
ilh..." Burada Bahır sahibi Hâniyye'den şunu nakletmiştir: "Satın
almaya vekil olan kimse elbiseyi satın alma pazarlığı ile alır da müvekkile
gösterirse, o razı olmayıp malı vekille iade ettiği ve mal vekilin elinde helâk
olduğu takdirde İmam ibnü'l-Fadl şunu söylemiştir: Vekil elbisenin kıymetini
öder ve ödediğini müvekkilinden alamaz. Meğerki satın alma pazarlığıyla
almasını emretmiş olsun. O zaman vekil ödediği takdirde parasını müvekkilinden
alabilîr."
"Ama görmek üzere pazarlık etmişse
ilh..." Meselâ; getir onu bir göreyim yahut onu başkasına bir göstereyim,
diyerek beğenirsem onu alırım cümlesini söylemezse mutlak surette ödeme yoktur.
Mutlak sözünden murad: Evvelâ fiyatı söylesin söylemesin demektir. Bunu Halebî
Nehir'den nakletmiştir. Şübhesiz ki ödememesi mal kendiliğinden helâk olduğu
zamandır. Teslim olan istihlâk ederse kıymetini ödeyecektir. Bununla satın alma
pazarlığı suretiyle teslim alınan mal arasındaki farkı yukarda arz etmîşdik.
Satın olma Pazarlığıyla teslim alıp fiyatı açıklamadığı yahut razı olmadan akdi
yapanlardan biri öldüğü veya sözünden döndüğü zaman hükmü ne ise bunun hükmü de
odur. Nitekim Müntekâ'dan naklen az yukarıda arzettik. Meselenin başında şöyle
demişdik: "Bir kimse üç elbise teslim alır da satıcı birisini satın alsın
diye her birinin fiyatını muayyen olarak söylerse, elbiselerden biri helâk
olduğu takdirde yalnız onu öder. Diğer ikisini ödemez." Tafsilatı yukarıda
geçti. Acaba bu üç elbiseyemi mahsustur ki aşağıda gelen tâyin muhayyerliği
meselelerinden biri olsun. Yoksa umumî midir? Zâhire bakılırsa umumîdir. Çünkü
elbiseler daha çok olursaşübhesiz içlerinden biri satış pazarlığıyle
alınmıştır. Velevki fâsid olsun. Diğerleri görme Pazarlığıyla alınmıştır.
Böylesi emanettir. Birinci bunun hilâfınadır.
"Rehin pazarlığı ileyse ilh..."
Borcun mikdarını söylediği takdirde borçla rehnin hangisi azsa onu öder. Bu söz
musannıfın Rehn bahsinde söyleyeceği: "Rehn pazarlığı ile altnan malın
mikdarı açıklanmazsa esah kavle göre ödenmez" ifadesine aykırı değildir.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Vad edilen alacak rehn pazarlığı ile
alınmışsa va'dedilen şeyle ödenir. Meselâ; birisi birine bin dirhem ödünç
vereceğini vadeder; o da rehin verir de ödünç vermeden helâk olursa va'dettiği
bin dirhemi vermeye mecbur edilir. Bu para rehn olanın veya âdil bir kimsenin
elinde helak olursa aldığı günkü kıymeti ile rehne bakılır. Ebû Yusuf'dan bir
rivayet göre bir kimse birine: Bana ödünç para ver de şunu al diyerek ödüncü
söylemezse. o kimse rehni aldığı fakat ödüncü vermediği takdirde rehin zayi
olursa, kıymetini vermesi lâzım gelir." Ebû Yusuf'un bu kavli zikredilen
esah kavlin mukabilidir.
"Ödünç pazarlığı ile almışsa pazarlığa
göre öder ilh..." Bahır'da Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen şöyle denilmiştir:
"Ödünç Pazarlığı ile alınan para hakikî pazarlıkla alınan gibi Pazarlığı
yapılan para ile ödenir. Bu satış Pazarlığı ile alınan gibidir. Şu kadar var
ki. satışla kıymeti öder. Burada ise rehin yapmış olduğu ödünç Pazarlığı
karşılığı helâk olur." Yapmış olduğu ödünç pazarlığından murad kıymeti
rehin kadarsa demektir. Daha azı ile olmaz. Binaenaleyh bu söz yukarıda geçen
"az olanı ile ödenir" ifadesine aykırı değildir. Bu suretle anlaşılır
ki, aldığı şeyden murad rehin mânâsınadır. Ve mesele ondan öncekinin aynıdır.
Nitekim Bezzâziye'den naklettiğimiz ibâreden de anlaşılır.
"Nikâh Pazarlığıyla yapmışsa
ilh..." Yani evlenmek için başkasının cariyesini sahibinin izniyle alır ve
cariye elindeyken helâk olursa kıymetini öder. Câmiu'l- Fûsuleyn'in hâşiye
yazarı Hayreddin'i Remlî şöyle demiştir: "Ben derim ki: Evvelce geçtiği vecihle
dünürlükten sonra erkeğin mehir olarak gönderdiği şey mevcud veya helâk olmuşsa
onu geri alır. Bu ibâre nikâh pazarlığı ile alınan mehrin de ödeneceği
hususunda açıktır. Velevki mehir konulmamış olsun."
T E N B İ H : Ulemanın sözlerinden
anlaşıldığına göre mehir konulmamış bile olsa cariyenin kıymeti vâcibtir.
Bununla satın alma veya rehin Pazarlığı arasında ne fark olduğu beyana
muhtaçtır. Zira kıymeti veya ödünce beyan etmeden ödeme yoktur. Bu hususda
Hamevî Eşbâh hâşiyesinin nikâh bahsinde uzun uzadıya söz etmiş. fakat faydalı
bir şey söylememiştir.
METİN
Köle sadece müşterinin muhayyerliğiyle
satıcının milkinden çıkar. Artık onun elinde helâk olursa parasını öder. Nasıl
ki müşterinin elinde eli kesilmek gibi giderilmesi mümkün olmayan bir şeyle kusurlanması
böyledir. Birinci meselede kıymetini ödemesi lâzım gelir. Satıcı da satışı
fesheder ve mal kıyemıyâttan ise eksiğini alır. Misliyattan ise alamaz. Çünkü
riba şübhesi vardır. Haddâdi, İkinci meselede parasını alır. Eksiklik hastalık
gibi giderilen şeylerdense müddet içinde giderildiği takdirde müşteri
muhayyerliğinde bakîdir. Aksi takdirde akid lâzım gelir. Çünkü gerisin geriye
vermek imkânsızdır. İbn-i Kemâl.
İZAH
"Sadece müşterinin
muhayyerliğiyle" Sözü ikisi de muhayyer olup satıcı muhayyerliğinden
vazgeçtiği hale şâmildir. Bu satışa cevaz vermekle olur. Nitekim Bahır'da izah
edilmiştir. Halebî diyor ki: "Bunun bir misli de müşterinin muhayyerliği
ecnebi birine bırakmasıdır,"
"Satıcının milkinden çıkar
ilh..." Köleyi âzad etse sahih olmaz. "satarsam hür olsun" diye
yaptığı yemin de sahih değildir. Çünkü köle milkinden çıkmıştır. Bahır.
"Elinde helâk olursa parsını öder
ilh..." Çünkü helâk dönmeye mâni olan bir kusur mukaddimesinden hali
değildir. Köle helâk olduğunda satış kesinleşmiştir. Binaenaleyh parasını
vermek lâzım gelir. Muhayyerlik satıcının olursa bunun hifınadır. Çünkü bu
halde kusurlanması dönmeye mâni değildir. Helâk olduğunda akid mevkuftur ve
bâtıl olur. Nehir. Akid bâtıl olunca ise kıymetini öder. Parasıyla kıymeti
arasındaki fark şudur: Parasından murad kıymetinden az olsun çok olsun iki
tarafın razı oldukları bir çaydır ki, onunla ziyade ve eksiksiz miyar gibl bir
şeye kıymet biçilir.
"Kusurlanması böyledir Hh..." Bu
ifade her iki surette yani gerek muhayyerlik satıcıya gerekse alıcıya aid olsun
helâki teşbihtir. Zira zikrettiği şekilde kusurlanmak helâk gibi olup birinci
surette kıymeti. ikinci surette malın parasını vermeyi icab eder. Minah.
Kusurlanarak müşterinin veya ecnebî birinin kusurlanmasına ve kezâ semavî bir
afetle yahut satılan malın fiiliyle kusurlanma hallerine şâmlidir. İmam
Muhammed'e göre satıcının fiilîyle kusurlanması da böyledir. Bununla müşterinln
muhayyerliği sâkıt olmaz. Satışı câiz kabul ederse satıcı noksanı öder. İmam-ı
Azam'la Ebû Yusuf'a göre ise satış geçerlidir. Bahır, Yani diyeti satıcıdan
alır. Nitekim şârih bunu daha sonra zikretmiştir.
T E N B i H : Musannıf müşterinin
etindeyken malın helâk ve noksanlığının hükmünü zikretmiş. ama onun elindeyken
ziyadeleşmenin hükmünden bahsetmemiştir. Bunun hülasası şudur: Ziyade ya mala
bitişiktir yahut ondan ayrı olup yavru, semizlik, güzellik ve hastalıktan
iyileşme gibi aslından doğmuştur. Yahut doğmamıştır. Boya, kısırlık. kazanç ve
bina gibi şeyler böyledir. Binaenaleyh fesha İmkânı yoktur. Fesh ancak ayrı olup
anadan doğma olmayan şeylerde caizdir. Bunu Tatarhâniyye'den naklen Bahır
sahibi söylemiştir.
"Kıymetini ödemesi lazım gelir
ilh..." Yani helâk olursa öder. Şârih :
'"Birinci meselede satıcı için satışı
fesh hakkı vardır ilh..." dese daha iyi olurdu. Çünkü anlatılmak istenilen
husus her iki meselede kusurlanan mala lâzım gelen hükümdür. Her iki meselede
mal helak olursa ne hüküm verileceği metinde açıklanmıştır.
"Çünkü riba şübhesi vardır
ilh..." Riba mallarında malın iyi olması muteber değildir. Lâkin Hulâsanın
gasb babında şöyle denilmiştir: "Bir kimse gümüş bir gerdanlık gasbetse,
sahibi isterse onu kırık olarak alır isterse almaz; kıymetini altın olarak
alır.
İnâye sahibi diyor ki: '.'Zira kendi
cinsinden kıymetinin mislî vâcibtir desek bu ribaya götürür. Tartısının mislini
desek iyilik ve sanat hususunda sahibinin hakkını ibtal etmiş oluruz."
Zeylaî orada riba mallarından olup gasbedilmiş ve noksanlaşmış bir mal hakkında
şöyle demiştir: "Sahibi malın aynını alıp gâsıbtan hiç bir şey istememekle
onu gâsıba teslim etmek ve mislini yahut kıymetini ödetmek arasında
muhayyerdir. Zira noksanı ödetmek imkânsızdır. Ödetirse iş ribaya varır."
Bununla anlaşılır ki, muhayyerlik mal sahibine aididir. Dilerse malın aynını
alır noksanını ödetmez; isterse malı vererek mislini ödettirir. Mislinden murad
ağırlığının mislidir. Çünkü kendisi malın iyiliği hususundaki hakkını ibtale
razı olmuştur. Dilerse cinsinin hilâfı olmak şartıyla kıymetini ödetir. Bizim
meselemizde riba malının satışında muhayyerlik satıcıya aid olup malı müşteri
kusurlarsa, satıcı feshi arzu ettiği takdirde kusurun noksanını alamaz. Çünkü
ribaya vardırır. Ama zikredilen muhayyerliklere sahib olması gerekir. T.
"İkinci meselede Hh..." Yani
muhayyerlik müşteriye aid olduğu vakit parsını alır.
"Müşteri muhayyerliğinde bakidir ith..
" Yani muhayyerlik müddeti içinde satışı feshetmekle malı sahibine iade
arasında muhayyerdir.
"Aksi takdirde ilh..." Yani
müddet içinde hastalık geçmezse akid geçerli olur. Çünkü satıcıya zarar
geleceğinden müddet içinde kusurlu olarak iade etmesi mümkün değildir. Müddet
geçtikten sonra hastalık da geçerse müddetin geçmesîyle akid yürürlüğe girer.
"İbni Kemâl ilh..." Bu ifadenin
bir misli de Bahır'la Cevhere'dedir.
METİN
Müşteri o mola malik olamaz. İmameyn buna
muhaliftir. Zira mâlik olmazsa mal sâibe (sahibsiz) olur. Biz deriz ki: 'Sâibe
hiç bir kimsenin milki olmayan ve milke teallûku bulunmayan maldır. Burada
ikincisi mevcuddur. Size iki bedelin bir araya gelmesi ve akrabasını satın
almakla mevzuuna nakızla avdet etmek mahzurları lâzım gelir." Alıcıyla
satıcının ikisi de muhayyer olurlarsa satılan malla paradan hiç biri satıcının
ve müşterinin milkinden çıkmaz. Bu bilittifaktır. Muhayyerlik ikisine de
konmuşsa bu böyledir. Ve müddet içinde satışı hangisi feshederse satış bozulur.
Hangisi satışa razı olursa yalnız onun muhayyerliği bâtıl, olur. Bu hilalâfın
semeresi on meselede zahir olur. Bunları Aynî
ishâk izzeke fahmüm kelimelerinden
toplamıştır. Birinci kelimenin (elifi) emeye yani cariyeye işarettir. Bir kimse
cariyeyle evlenip sonra onu muhayyerlikle satın alırsa nikâh bâkîdir. Kelimenin
(sînî) istibradan alınmıştır. Müddeti içinde bu cariyenin hayız görmesi istibra
sayılmaz. (Ha) mahremden alınmadır. Mahremi âzâd olmaz. (Kâf) kirbândan yani
satın alınan nikâhlısına yaklaşmaktan alınmıştır. Onu geri çevirebilir. Meğerki
ona yaklaşmakta cariye noksanlaşsın.
İZAH
"Müşteri o malda malik olomaz
ilh..." Yani muhayyerlik sadece müşteriye aid olduğu vakit o mata mâlik
olamaz demek istiyor. Lâkin Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Müşterinin âzâd
etmesi sahihdir. Bu satışı geçerli kılmak olur. Sirac'da şöyle denilmiştir: O
kimseye nafaka bilittifak vâcib olur. Muhayyerlik müddeti içinde tasarrufta
bulunursa tasarrufu câizdir. Bu onun razı olması demektir. Camiu'l-Fûsuleyn'de
de şöyle denilmektedir: Parasıyla rehin yaparsa onunla rehin câiz olur. Halbuki
yine orada zikredildiğine göre satıcı müşteriyi paradan ibra ederse Ebû Yusuf'a
göre ibrası câiz değildir." Binaenaleyh rehin dahî sahih olmamak gerekir.
Cevap şudur: İbra borca istinad eder. Halbuki müşterinin borcu yoktur. Çünkü
para müşterinin milkinde bâkîdir. Rehin bunun hilâfınadır. Şu delille ki vaad
edilen verecekle yapılması sahih olur. Lâkin Mi'râc'da beyan edildiğine göre
rehinin malın parasıyla sahih olmaması kıyastır. istihsane göre sahih olur.
Çünkü sebebi olan satış bulunduktan sonra ibradır. Tamamı Ba'hır'dadır. Yine
Bahır'da Hulâsa'dan naklen şöyle denilmiştir: "Satılan malın ziyadeleri
mevkuftur. Satış tamam olduysa müşterinin; satış feshedilirse satıcının olur."
"İmameyn buna muhâliftir ilh...'"
Onlara göre müşteri ona malik olur.
"Mal sâibe olur ilh..." Yani
milke girdikten sonra sahibsiz bir şey olur. Bu söz İmameyn'in delilidir.
Onlar: "Satıcının milkinden çıktıktan sonra mâlik olur." demişlerdi.
Yani mâlik olamazsa o malın satıcının milkinden çıkarak sahibsiz kalması lazım
gelir. Bu sâibe gibi olur ki, şeriattı böyle bir şey bilmiyoruz. Bundan murad
muâvezâdır. Tâ ki hepsini borç kaplamış terike gibi bîr şeyle itiraz olunmasın.
Çünkü böyle terike dönenin milkinden çıkar. ama vârislerin ve alacaklıların
milkine girmez. Tamımı Nehir ile Fetih'dedir.
"Biz deriz ki ilh..." Bu söz
imamı Azam tarafından olup, o malın sâibe gibi olmasını men eder.
"Burada ikincisi mevcuddur
ilh..." Ki o da milkin satıcıya teallûku bulunmasıdır. Zira bazen müşteri
malı geri çevirebilir. O zaman hakikaten milkine döner. Bu malın müşteriyle de
alakası vardır. Çünkü bazen müşterinin muhayyerliği sâkıt olur da mal ona
kalır. T.
"Size iki bedelin biraraya gelmesi
ilh..." Sözü imam-ı Azam nâmına hasmın delilini icmalen bozmak yoluyla
istidlâldir. Zira iki vecihten fesadı lâzım gelir. Birincisi Nehir'de beyan
edilen şu ifadedir: "O mal müşterinin milkine girse parası henüz onun
milkinden çıkmamıştır. Bu takdirde akidden birininmilkinde muâveza hükmünce iki
bedelin biraraya gelmesi lâzım gelir. Bununsa şeriatta bir aslı yoktur. Yani
muâveza bâbında böyle bir şey yoktur. Zira muâveza (mala karşı mal) her
ikisinin milkleri değişirken müsavî olmayı gerektirir. Buna "müdebberi
gasbeder de elinden kaçarsa" diye itiraz edilemez; çünkü onun kıymetini
öder. Bununla o sahibinin milkinden çıkmaz. Böylece bir milkide iki tane mal
karşılığı bir yere gelmiş olur. Çünkü bu ödeme muâveza değil bir cinayeti
ödemektir.
ikincisi Fetih'deki şu ifadedir:
"Müşterinin muhayyerliği onun lehine meşru olmuştur. Tâ ki gereğince
hareket ederek bu yararlı işin üzerinde olursun. Eğer milki mücerred Satışla
isbat eder de kendisini muhayyer bırakırsak onu maksadının aksiyle
karşılaştırmış oluruz. Çünkü caiz ki. satılan mal onun aleyhine kasdı
olmaksızın âzâd olan bir köle olsun. Böylece muhayyerliği meşruiyeti mevzûuna
nakızla avdet etmiş olur. Çünkü onun için bir yarar yoktur. Bu ise caiz
değildir.
"Hiç biri satıcının ve müşterinin
milkinden çıkmaz ilh..." Zira satıcının tesarrufu câizdir. Bu fesh olur.
Kezâ müşterinin mal ayniyattan ise parada tesarruf etmesi de böyledir. Her iki
tarafın satın aldığı şeyde tesarrufu batıldır ve testimden önce hangisi ölürse
satış bâtıl olur. Teslimden sonra helâk olsa yine bâtıldır. Kıymetine vermek icab
eder. Minah.
"Hangisi satışa razı olursa yalnız
onun muhayyerliği batıl olur ilh..." Yani onun tarafından satış kesin
olur. Diğeri muhayyerliğinde bâkidir. Her ikisinden cevaz veya fesh bulunmaz da
müddet geçerse satış yürürlüğe girer. Birisi satışa razı olur, diğer fesh
ederse aralarındaki satış bâtıl olur. Fesh veya icarenin önce olması veya her
ikisinin beraberce yapılmaları an hükümde müsavîdir, Ama icazeye hiç bir halde
itibar yoktur. Minah.
Bu sözün hülasası şudur: İki taraftan
birinin cevaz vermesiyle diğer taraf muhayyerliğinde bâkî kalır. O da cevaz
verirse akid tamam olur. Fesh ederse akid bâtıldır. Her ikisi de susarlar da
müddet geçerse akid geçerli olur.
"Bu hilâfın semeresi ilh..." Yani
imam-ı Azam'la imameyn arasında müşterinin muhayyerliği meselesinde zikri geçen
hilâf demektir ki şudur:
İmamı Azam'a göre satılan mal müşterinin
milkine girmez. İmameyn'e göreyse girer. Bunun fer'leri aşağıda gelen
meselelerdir.
"Nikâh bâkîdir ilh..." Çünkü
İmamı Azam'a göre cariyeye mâlik olmamıştır. Muhayyerlik sâkıt olunca nikâh
bâtıldır. Zira münâfat vardır. Yani müt'anın milki yeminle ve akidle sâbit
olması arasında zıddiyet vardır. İmameyn'e göre cariye kocanın milkine dahil
olduğu için nikâh bozulur. Müşteri satışı fesh ederse cariye efendisine nikâhsız
avdet eder. Bu îmameyn'e göredir. îmam-ı Azam'a göreyse Zevcesi olarak devam
eder. Nitekim Fetîh'de beyan edilmiştir.
Bahır sahibi diyor ki: "Şu izaha göre
o adam kansını fasid olarak satın alsa onu teslim olmakla nikâh fâsid olur.
Sonra fesaddan dolayı satış feshedilirse nikâhın fesadı ortadan kalkmaz."
"İstibra sayılmaz ilh..." Bu,
îmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre istibra sayılır. Cariye muhayyerlik
hükmüyle satıcıya iade edilirse imam-ı Azam'a göre istibra vâcib olmaz.
İmameyn'e göreyse teslim aldıktan sonra iade edilirse istibra vâcibtir. Bahır.
Aşağıda (fa) remzi ile gelen mesele budur.
"Mahremi âzâd olmaz ilh..." Yani
bir kimse mahrem akrabasından birisini satın alırsa İmam-ı Azam'a göre müddet
geçmedikçe muhayyerlik müddeti Içinde o kimse aleyhine âzâd olmaz. Satış da
fesh olunmaz. İmameyn'e göre âzâd olur. Cönkü köleye mâlik olmuştur.
"Onu geri çevirebilir ilh..."
Çünkü İmam-ı Azam'a göre ona mâlik olamayınca muhayyerlik müddetinde onunla
nikâhlı olarak cima'da bulunmuştur. Milki yeminle değildir ki, iadesi mümkün
olmasın. Çünkü bu satışa rıza delili değildir. Nikâhlısı olmayan cariyeyle
cimada bulunmak bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir. İmameyn'e göre dönmek
imkânsızdır. Çünkü cima milk içinde hâsd olmuştur. Nikâhı da bâtıldır.
Binaenaleyh bu rizaya delildir.
"Meğerki ona yaklaşmakla cariye
noksanlaşsın ilh..." Yani velevki cariye dul olsun cimayla noksanlaşırsa
geri çevirmek imkânı kalmaz. Nehir ve Fetih. Bunun muktezası şudur:
"Cimanın mukaddimeleri cima gibi değildir. Çünkü bunlarla cariye noksanlaşmaz.
Binaenaleyh zikri geçen hilâf burada carî değildir. Nikâhsız olan cariye bunun
hilâfınadır. Zira onun hakkında cimanın mukaddimeleri cima gibidir. Şu halde
satılmakla rizaya delil olur. Artık dönmek bilittifak imkânsız olur. Nitekim
gelecekti . Bu izaha göre Molla Miskîn şerhindeki şu ifade müşkül kalır:
"imamı Azam'a göre cariyeyi öper yahut dokunur veya şehvetle cariye ona
dokunursa dönmek imkânsızdır. Kezâ onun elindeyken kocasından başkası o
cariyeyle cima'da bulunursa, hüküm yine budur." Bu son meselenin vechi
zâhirdir. Çünkü kocadan başkasının ciması mehri icab eder. Bu ise ayn bir
ziyade olup satılan maldan teslim alındıktan sonra doğmuştur. Binaenaleyh
yukarıda geçtiği gibi dönmek imkânsızdır. Bu aşağıda da gelecektir.
TENBİH: Bahır sahibi diyor ki:
"Muhayyerlikle satılan cariyenin cima'ı helâl olduğunun hükmünü görmedim.
Ama muhayyerlik satıcıya aidse cimanın ona helâl olması gerekir. Müşteriye
helâl değildir. Muhayyerlik müşteriye aidse ciması her ikisine helâl olmaması
gerekir. Bunu Mi'râc sahibi Şâfiî'den nakletmiştir." Şüphesiz bu nikâhlısı
olmayan cariye hakkındadır. Sonra bilmelisin ki, bu mesele elifle işaret olunan
birinci meseleyle tekrar edilmiş değildir. Velevki her ikisinin mevzuları
nikahlı cariyeyi satın almak olsun. Çünkü birinciden murad: Cariyeyi satın
olmanın nikâhı ibtal etmemesidir. Bundan murad ise kocasının cariyeyle olması
onu dönmeye mâni olmadığı hakkındadır. Nitekim Tahtâvî buna ten'bihte
bulunmuştur. 'Bu zâhirdir.
METİN
(Ayın) satıcının elinde bulunan vediadan alınmıştır.
Binaenaleyh satıcı aleyhine helâk olur. Zira milk olmadığı için geri dönmekle
teslim alma ortadan kalkmıştır. (Zâ) satın alınan zevceden alınmıştır. Bu
cariye müddeti içinde satıcının elinde doğurursa ümmü veled olmaz. Müşterinin
etinde helâkolursa akid yürürlüktedir. Çünkü doğurması bir kusurdur. Dürer ve
İbn-i Kemâl. Bahır'da Hâniyye'de nakledildiğine göre cariye doğurmakla kocasnın
muhayyerliği bâtıl olur. Velevki çocuk ölü doğsun. Doğum cariyeyi
noksanlaştırmaz. Kocasının muhayyerliği de batıl olmaz. Musannıf bunu ikrar
etmiştir. (Kâf) müddeti içinde kölenin kesbinden alınmadır. Bu fesihden sonra
satıcının olur. (Fâ) cariyenin satışının feshinden alınmıştır. Binaenaleyh
satıcıya istibrâ lâzım gelmez. (Hâ) Hamir'den (şarapdan) alınmıştır. Köleyi bir
zimmî başka bir zimmîden muhayyerlikle satın alır da ikisinden biri müslüman
olursa, köle satıcınındır. Aynı. Musannıf da Aynî'ye uymuştur. Lâkin İbni
Kemâl'in ibâresi "müşteri müslüman olursa" şeklindedir.
İZAH
"(Ayın) satıcının elinde bulunan vediadan
alınmıştır ilh..." Yani müşteri satılan malı satıcının izniyle teslim alır
da sonra satıcıya emanet bırakır, mal o müddet zarfında helâk olursa, İmam-ı
Azam'a göre satıcının malından helâk olmuş sayılır. Çünkü milk olmadığı için
dönmekle teslim alma ortadan kalkmıştır. İmameyn'e göreyse müşterinin malından
helâk olur. Zira milk bâkî olduğundan emanet bırakmak sahihtir, Tamımı
Bahır'dadır.
"Satıcının elinde doğurursa
ilh..." Yani ona sahih nikâhla varmışsa demek istiyor. Bahır.
"Ümmüveled olmaz ilh..." Yani
milk bulunmadığı için müşterinin ümmüveledi olamaz. İmameyn buna muhâliftir.
Bahır.
"Akid yürürlüktedir ilh..." Yani
bilittfak sahihtir. Müşteri: Çocuk bendendir, diye iddia ederse cariye onun
ümmüveledi olur. Bunu Bahır sahibi İbn-ı Kemâl'den nakletmiştir. Çünkü satılan
mal teslim alındıktan sonra muhayyerlik müddetinde kusurlanırsa, muhayyerliği
iptal eder.
"Cariye doğurmakla ilh..." Yani
müşterinin elinde doğurursa demek istiyor. Bu suretle söz üst tarafına muvafık
olur. T.
"Doğum cariyeyi noksanlaştırmaz
ilh..." Bu sözün muktezası şudur: Doğurmak bazen noksan sayılmayabilir.
Ama bu yukarıda geçen itlâkın hilâfınadır. Bunu Bezzâziye'den yukarıda
naklettiğimiz şu îfade de teyîd eder: "Cariyeyi teslim alır do sonra
satıcının elinde başka birinden gebe katarak doğurduğu anlaşılırsa. bunu
bilmediği takdirde Mudârebe'nin rivâyetine göre mutlak surette kusurdur. Çünkü
doğum suretiyle meydana gelen kırgınlık ebediyyen ortadan kalkmaz. Fetva buna
göredir. Bir rivâyete göreyse cariyeyi doğum noksanlaştırırsa kusurdur.
Hayvanlardaysa kusur değildir. Meğerki bir noksanlık icab etsin. Fetva buna
göredir." Şârih kusur muhayyerliği babında Bezzâziye'den bizim
naklettiğimizin hilâfını nakledecektir. Fakat bu hatadır. Nitekim orada izah
edeceğiz.
"Bu köle feshden sonra satıcının olur
Hh..." Çünkü imam-ı Azam'a göre müşterinin milkinde doğmamıştır. İmameyn'e
göreyse müşterinindir. Çünkü onun milkinde doğmuştur. Bahır. Tahtâvî diyor ki:
'Fakat feshedilmezse yukarıda geçtiği vecihle ziyadeler satılan mala tâbi olur."
"Satıcıya istibrâ tâzım gelmez
ilh..."'Çünkü istibrâ ancak milki tazelemekle vâcib olur. Burada böyle bir
şey yoktur. Cariye başkasının milkine girmiş değildir. Ve sanki satıcının
milkinde bakî gibidir. İbn-i Kemâl
"ibn-i Kemâl'in ibâresi müşteri
Müslüman olursa şeklindedir ilh..."
fetih ve diğer 'kitaplarda da böyle
denilmiştir. Binaenaleyh Aynî'nin ibâresindeki ikisinden biri tabirinden murad
müşteridir. Zira satıcı müslüman olursa, muhayyerliği bilittifak bâkî olduğu
İçin hilâfın semeresi zâhir değildir. Nitekim Zeylaî de: "Müşteri muhayyer
olmak şartıyla bir zimmî başka bir zimmîden şarap satın alır da sonra
muhayyerlik müddetinde müşteri müslüman olursa, imameyn'e göre muhayyerlik
bâtıl olur. Çünkü ona mâlîk olmuştur. Müslüman olduktan sonra onu dönerek başkasına
temlîki câiz değildir. Îma-ı Azam'a göreyse satış bâtıl olur. Çünkü o mala
mâlik olmamıştır. Binaenaleyh müslüman olduğu halde muhayyerliği ıskat ederek
bunu başkasına temlike hakkı yoktur. Satıcı, müslüman olurda muhayyerlik
müşteriye aid bulunursa bilittifak muhayyerliğinde bakîdir. Müşteri onu iade
ederse satıcının milkine döner. Çünkü akid satıcı tarafından kesindir. Razi
olursa mal satıcınındır. Satıcı feshederse şarap satıcının olur. Müslüman
hükmen şaraba mâlik olmaya ehildir. Nitekim mirasda da öyledir. Muhayyerlik
satıcıya aid olur da o Müslümanlığı kabulederse, satış bâtıl otur. Çünkü
satılan mal onun milkinden çıkmamıştır. Müslüman şaraba malik olamaz. Müşteri
Müslüman olursa akid bozulmaz. Satıcı muhayyerliğî üzere bakidir. Çünkü akid
müşteri' tarafından kesindir. Şayet akdi câiz kabül ederse mal onundur. Çünkü
Müslüman hükmen şaraba mâlik olmaya ehîldir. Satışı fesh ederse satıcının olur.
Bütün bu söylediklerimiz malı teslim aldıktan sonra ikisinden birinin müslüman
olması ve muhayyerlik birine aid olduğu zamandır. Malı teslim almadan olursa
bütün suretlerde satış bâtıldır. Satış kesin olsun birinin veya her ikisinin
muhayyerliğîne bağlı olsun fark etmez. Çünkü teslim almak tasarruf milki ifade
ettiği için akde benzer. Binaenaleyh Müslüman olduktan sonra ona mâlık olamaz.
Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
METİN
(Mim) mezundan alınmıştır. Satıcı onu
paradan ibrâ ederse istihsânen sahih olur. Muhayyerliği de kalır. Çünkü
muhayyerlik milk edinememeyi takip eder. Bunlar hep İmam-ı Azam'a göredir.
İmameyn buna muhaliftirler.
Ben derim ki : Buna birtakım meseleler
ziyade edilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır: (Ta) talik içindir. Mesela ona
mâlik olursam hür olsun, der de muhayyerlikle satın alırsa âzad olmaz. İkinci
(Tâ) meskeni icâre veya iâre suretiyle devam ettirmek istemektir ki. ihtiyarî
olarak değildir. (Sâd) muhayyerliğiyle bir ov satın alarak ihrama girmektir ki
satış bâtıl otur. (Dâl) satışı fesh ettikten sonra müddet içinde meydana gelen
ziyadelerdir. (Râ) müslümanların alış verişinde üzüm şırası müddet içinde şarap
olursa, satış fâsid olur. İmameyn bunlara muhâliftir. Bunlara
"tetesadderu ve yedummü" remziyle
işarette bulunmak gerekir. Remz remze işarettir. Ama ben bunu bir kimsenin
söylediğini görmedim.
İZAH
"Mezundan alınmıştır ilh..." Yani
satışa izinli bir köle muhayyerlikle bir şey satın alır da satıcı muhayyerlik
müddeti İçinde kendisini paradan ibrâ ederse muhayyerliği bakîdir. Çünkü köle o
mola mâlik olamayınca müddet içinde iade etmesi temellükten kaçınmak olur.
İzinli kölenin buna hakkı vardır. Ona bir şey hibe edilirse onu kabul
etmeyebilir. Dürer. İmameyn'e göreyse muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü o mala
malik olunca iade etmesi karşılıksız temlîk olur, kölenin buna hakkı yoktur. Bu
da Ibrânın sahih olmasını gerektirir. Yukarıda arzetmişdik, bu Ebu Yusuf'a göre
kıyasen sahih olmaz. imam Muhammed'e göreyse istihsanen sahih olur. Bahır.
"Bunlar hep ilh..." Yani
zikredilen on meselenin hükümleri İmam-ı Azam'a göredir.
"Azad olmaz ilh..." Çünkü İmam-ı
Azam'a göre o köleye mâlik olmamıştır. Şart mevcud değildir. İmameyn'e göre
şart mevcuddur. Binaenaleyh köle âzâd olur. Çünkü köleye mâlik olmuştur. Ama
mâlik olursam demeyip de satın alırsam derse, köle bilittifak âzâd olur. Çünkü
şart mevcuddur, o da satın almaktır. Sanki o kimse satın aldıktan sonra köleyi
âzad etmiştir. Binaenaleyh muhayyerlik sakıt olur. Fetih. ve Bahır.
"Meskeni devam ettirmek ilh..."
Şöyle olur; muhayyer olmak şartıyla bir hâne satın alırsa, o hanede icâre veya
iâre suretiyle oturmakta bulunur ve oturmayı devam ettirmek isterse. Hâherzâde
şöyle demiştir:"Devam ettirme îstemesi İmameyn'e göre o aynın milkini
ihtiyar etmek olur." İmam-ı Azam'a göreyse İhtiyar etmek sayılmaz. Fetih.
Kusur muhayyerliğiyle taksimde şart muhayyerliği de böyledir. Bu hâneye yeni
olarak sakin olmuşsa, muhayyerliği bâtıldır. Tamamı Bahır'dadır.
"İhrama girmektir ilh..." Yani av
elindeyken ihrama girmektir ki, İmam-ı Azam'a göre satış bâtıl olur. Avı
satıcıya iade eder. İmameyn'e göreyse müşteri namına geçerlidir. Muhayyerlik
satıcı içinse bilittifak satış bozulur. Müşteri için olur da müşteri için
ihrama girerse, müşteri onu iade edebilir. Bahır. Fetih'in ibâresi şöyledir:
"Müşteri için olur da satıcı ihrama girerse. müşteri onu iade
edebilir." Doğrusu da budur.
"Fesh ettikten sonra" sözü satıcı
için sözünün teallûk ettiği yere mütealliktir. Yani feshden sonra ziyade satıcı
için sâbit olur. Çünkü müşterinin milkindeyken meydana gelmiş değildir.
İmameyn'e göreyse müşteri için sâbit olur. Çünkü ziyade onun milkinde meydana
gelmiştir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Sonra âşikârdır ki, ziyadeler
sözü bitişik olanlara olmayanlara doğum suretiyle meydana gelenlere vesaireye
şâmildir. Fagot burada doğru değildir. Zira Tatarhâniyye'den naklen arzetmişdik
ki, müşterinin elinde meydana gelmesi muhayyerlikle fesha mânidir. Meğerki
kazanç gibi bitişik olmayan ve doğmayan ziyade olsun. Böylesinde hilâf carîdir.
Çünkü fesh imkânı vardır. Kalan üç surette fesh imkânı yoktur. Ziyade kesin
olarak müşterinindir. Çünkü onun milkinde meydana gelmiştir. Zira bu ziyadeyle
fesh imkânsızdır ve satış geçerlidir. Sonra Câmiu'l-Fûsuleyn'de gördüm ki.
ziyade meseleleri bizim arz ettiğimiz gibi zikredilmiş: "Doğmayan ve
bitişik olmayan suretten maada hepsinde fesh imkânsızdır. Hilâf sadece doğmayan
ayrı surete mahsustur." denilmiştir. O zaman buradaki ziyadeler sözünü
mutlak zikretmek gerekmez. Ondan murad sadece kazanç meselesidir ki, şarih ona
(kâf) remzi ile işarette bulunmuştur. Şârih bunu zikretmemeliydi. Çünkü
tekrardır. Hem de muradın hilafını îham etmektedir. Nasıl ki "Ziyadeler
bitişen ve bitişmeyen ziyadelere şâmildir. Binaenaleyh kazanca işaret edilen
(kâf) remzme hâcet yoktur." diyenler bu zanna kapılmışlardır.
"Satış fâsid olur ilh..." Yani bu
İmam-ı Azam'a göredir. Çünkü muhayyerliğini isbat etmekle o mala mâlik olmaktın
acizdir. İmameyn'e göreyse satış tamamdır. Zira fesh edince iadeden aciz kalır,
Fetih.
"İmameyn bunlara muhâliftir
ilh..." sözü ziyade edilen beş meseleye racıdır.
"Bunlara tetesadderu ve yedummü
remziyle işarette bulunmak gerekir. Remz remze işarettir ilh..." Yani
buradaki remzle yukarda geçen remze işaret olunmuştur. Tahtâvî'nin beyanına
göre bu remizlerin mânâsı şudur: "Benliğini tevâzuunla mahvet, kalbinde
Allah Teâlâ'yı tazim eyle, Onun emrine ve yasaklarına uy ve insanları makamlarına
göre ta'zimde bulun ki, hem Allah indinde hem insanlarca önde olasın."
"Ama ben bunu bir kimsenin söylediğini
görmedim ilh..." Yani tetesadderu sözüyle başlayan remzi görmemiş. yoksa
meseleler Minah ve Bahır'da mevcuddur. T.
METİN
Muhayyerlik sahibi ecnebî bile olsa velev
arkadaşı bilmesin, muhayyerliğe razı olursa bilittifak sahihtir. Meğerki
muhayyerlik her ikisine aid otsun da birisi feshetsin. Bu takdirde diğeri cevaz
veremez: çünkü feshedilen bir şeye cevaz lahık olmaz. Sözle feshederse sahih
olmaz. Meğerki diğeri müddet içinde bilmiş olsun. Bilmezse akid geçerli olur.
Burada çare, gözden kaybolur korkusuyla bir kefil getirerek işi sağlama
bağlamaktır. Yahut meseleyi hâkime arzeder ki hâkim iade edilen malı kabul
edecek birini tâyin etsin. Aynî. Sözle feshederse diye kayıdlamamız fiilen
feshederse bilmese dahi bilittifak sahih olduğu içindir.
İZAH
"Muhayyerliğe razı olursa ilh..."
Yani ya sözle yahut köle azâdı, cima ve bunlara benzer bir şeyle fiilen cevaz
verirse demektir. Nitekim ilerde gelecektik. Câmiu'l-Fûsuleyn'de şu ifade
vardır: "Muhayyerlik sahibi onun satın almasını câiz gördüm yahut onun
almasını diledim veya almasınarazı oldum derse, muhayyerliği bâtıl olur.
Almasını arzu ettim yahut diledim veya istedim yahut hoşuma gitti; veya bana
uygun geldi derse bâtıl olmaz. İadeyi veya kabulü kalbiyle ihtiyar ederse bu
batıldır. Çünkü hükümler zâhire teallûk eder, batına teallûk etmez "
"Velev arkadaşı bilmesin ilh..."
Yani onunla birlikte akid yapan kimse demek istiyor. Fakat muhayyerlik iki
müşteriye olursa, birisi bulunmadan diğerinin feshi câiz olmaz. Nitekim
Câmiu'l-Fûsuleyn'de beyan edilmiştir.
"Her ikisine ilh..." Yani akdi
yapanlardan her birine demektir.
"Diğeri cevaz veremez ilh..."
Meğerki birincisi onun cevaz vermesini kabul etsin. Câmiu'l-Fûsuleyn'in şu
ifadesi de buna delâlet eder; "Bir kimse muhayyerlikle bir şey satar da
müddet içinde satışı fesh eder de satış bozulur. Müddet geçdikten sonra cevaz
verdim der de müşteri kabul ederse, istihsanen caiz olur. Muhayyerlik müşteriye
aid olur da evvelâ cevaz verir sonra fesh ederse, satıcı da kabul ettiği
takdirde caiz olur ve satış bozulur." Böylece birincisi ayrı bir satış
olur. Nitekim şârih söyleyecektir. İkincisi ise ikaledir.
"Çünkü feshedilen bir şeye cevaz lahık
olmaz ilh..." Orada işkâl vardır. Bunu şârih cevabiyle birlikte
söyleyecektir.
"Meğerki diğeri müddet içinde bilmiş
olsun ilh..." Bu imam-ı Azam'la imam Muhammed'e göredir. Ebû Yusuf sahih
olduğunu söylemiştir. Eimme-i Selase'nin (üç mezheb imamlarının) kavli de
budur. Kerhî diyor ki: "Görme muhayyerliğî dahî bu hilâfa göredir. Kusur
muhayyerliğinde diğeri bilmeksizin fesh bilittifak caiz değildîr." Satışı
fesh ettikten sonra müşteri bilmeden tekrar cevaz verirse câiz olur. Feshi
hükümsüz kalır. Bunu isbîcâbî söylemiştir ve Tarafeyn'e göredir demek
istemiştir. Hilâfın eseri de burada zâhir olur. Şartla satar da: "Ben
ortadan kaybolursam satış fesh edilmiş olacak." derse. yine Tarafeyn'e
göre câizdir. Ebû Yusuf buna muhaliftir. Fetih sahibi onun sözünü tercih
etmiştir. Nehir,
"Bilmezse ilh..." Yani
muhayyerlik müddeti içinde bilmezse demek istiyor ki, ondan sonra
öğrenmesi" veya hiç bilmemesi müsavidir.
"Bir kefil getirerek işi sağlama
bağlamaktır ilh..." Aynî'de ibâre şöyledir: "Ondan bir vekil
olmaktır. Yani feshedeceği hatırına gelirse ona iade eder." Bahır'da ve
diğer kitablarda da böyle denilmiştir. H.
"Yahut meseleyi hâkime arzeder
ilh..." İmâdiyye'de şöyle denilmiştir: "Bu iki kavîlden 'biridir.
Bazıları: Hâkim bir kimseyi tâyin edemez. Çünkü bu vekil almamakla kendine
yararlı olan şeyi terketmek olur, Binaenaleyh hâkim ona bakamaz,
demişlerdir." Tamamı Nehir'dedir.
"Bilmese dahi akid sahih olduğu
içindir ilh..." Fiilen fesha misâl muhayyerlik müddeti İçinde satıcının
mal sahibleri gibi tasarrufta bulunmasıdır. Meselâ: Satılan köleyi azâd eder;
yahut satar; yahut satılan mal cariye olurda onunla cimada bulunur veya öper;
yahut malın kıymeti bir ayın olur da müşteri o malda mal sahibleri gibi
tesarrufta bulunur. Bu muhayyerlik müşteriye aid olduğu zamandır, bunu İnâye'de
Ekmel ve diğer ulema açıklamışlardır. Minah.
"Satıcının tesarrufta bulunmasıdır
İlh..." Sözünden murad : Muhayyerlik ona aid olup da bu şekilde tasarrufta
bulunduğu zamandır ki, hükmen fesih olur. Çünkü bu satılan malı milkinden
bırakmak istediğine delildir. Fakat muhayyerlik müşteriye aid olur da bu
söylediğimizi yaparsa satış tamamdır. Nitekim gelecektir.
METİN
Nitekim musannıf bunu şu sözüyle ifade
etmiştir: Onun ölmesiyle akid tamam olur. Mirasçı onun yerini tutamaz. Nasıl ki
görme muhayyerliğinde aldatma ve parayı saymada böyledir.
İZAH
"İfade etmiştir ilh..." Yani
fesha elverişli olan fiili ifade etmiştir demek istiyor. Bundan şu anlaşılır
ki, fiille feshin misâlleri zikredilen sözünden çıkarılır. Velevki zikredîlen
söz feshin misâllerinden olmayıp tamamın ve cevaz vermenin misâllerinden olsun.
Fetih sahibi diyor ki: "Cevaz vermek
sayılır diye arzettiğimiz bütün fiiller müşteriden sadır olduğuna göredir.
Satıcıdan sâdır olurlarsa fesh sayılır." şarih bunu aşağıda gelen:
"Satıcının bunu yapması fesh olur." sözüyle ifade etmiştir. Bundan
murad köle âzâdiyle bundan sonra gelendir. Şu halde şârihin sözünde hata
yoktur. Onun sözü itirazcıların anlayamadığı şeylere işaret Kâbilindendir.
"Onun ölmesiyle ilh..." Yani
ister satıcı ister müşteri olsun muhayyerlik kendine sabit olan şahsın
ölmesiyle demektir. Zira muhayyerliğe mâlik olmayan kimsenin ölmesiyle akid
tamam olmaz. Muhayyerlik kime şart kılınmışsa bakîdir. O akdi geçerli sayarsa
akid geçerli olur. Fesh ederse akid bozulur. Nitekim Fetih'de böyle
denilmiştir. Nehir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de şu ibare vardır: "Muhayyerlik her
ikisine sâbit olur da biri ölürse, onun tarafından satış geçerlidir. Ötekinin
muhayyerliği bakîdir." Yine aynı eserde şöyle denilmektedir: "Satışa
vekil veya vasî olan kimse muhayyerlikte satarsa yahut mal sahibi muhayyerlikte
başkasına satarda vekil veya vasî yahut müvekkil veya çocuk ölürse: yahut
bizzat satan veya muhayyerliği kendilerine şart kılınan taraf ölürse, İmam
Muhammed bütün bunlarda satışın tamam olduğunu söylemiştir. Çünkü her birinin
muhayyerlikte hakkı vardır. Delilik ölüm gibidir." Bayılmak da öyledir.
Tamamı Nehirdedir.
"Görme muhayyerliğinde ilh..."
ifadesi Gurer, Nikâye, Nikâye muhtasan, Mülteka, islah, Bahır ve Nehirde, kezâ
Hidâye île Fetih'de nassan böyledir. Ben bu hususda hilâf zikreden görmedim. Şu
halde Bîrî şerhinin Feraiz bahsinde İbnü'zziya'nın Mecma şerhinden naklen
kaydedilen : "Sahih olan görme muhayyerliğinin mirâsçıya geçmesidir."
sözü gariptir. İhtimal ibârenin aslı mirasçıya geçmez şeklindedir.
"Aldatma ve parayı soymada ilh..."
sözlerini Durer sahibi zikretmemiştir. Bunlardan birinciyi musannıf inceleme
suretiyle Ninah'da zikretmiş; ikinciyi de yine inceleme suretiyle Nehir sahibi
zikretmiştir. Bunun vechi şudur: Mücerred olan haklar mirâsçıya geçmez. Galîba
bu vecih şârih nazarında kuvvetti göründüğü için onu kesin söylemiştir. Parayı
sayma meselesinî ben Bîrî şerhinde Hizânetü'l-Ekmel'den naklen zikredildiğini
gördüm. İbâresi şudur: "Parayı saymadan ölürse satış bâtıl olur.
Mirasçının parayı saymaya hakkı yoktur." Aldatma meselesindeyse ihtilâf
edilmiştir. Şârih murabeha babının sonunda Makdisiden naklen onun burada
musannıfın bahsettiği gibi fetva verdiğini söylemiştir. Sonra musannıfın
Manzume-i Fıkhıyyesi'nin şerhinde aldatma muhayyerliğinin mirâs olarak
alındığını söylediğini, onun kusur muhayyerliği gibi olduğunu. musannıfın
oğlunun da onu teyid ettiğini kaydetmiştir. Bir de orada inşaallah buna dair
söz edeceğiz.
Evet, Hayreddini Remlî'nin de Bahır
hâşiyesinde incelediğine göre, aranan vasıf kendinde bulunmayan mala kıyasen
mirâs olarak alınacağını zikretmiştir. O Ekmekci zannıyla bir köleyi satım
almayı örnek göstermiş ve şöyle demiştir: "Bu ona daha çok benzer; çünkü
onu satıcının sözüne binaen satın almıştır ki, iktiza yolu ile aranan vasıfda
olmasını ona şart koşmuş; fakat aksi çıkmıştır. Bu meselede şeyh Ali el-Makdisî
ile Muhammed el-Gazzî fıkhî kanaatlerini söylemişlerdir; çünkü onun naklini
görmemişlerdir. Makdisî benim söylediğime meyl ederek : "Ben şuna meyl
ediyorum kî, bu kusur muhayyerliği olacaktır." demiş; mirâs olarak
alınacağına işarette bulunmuştur."
Bu suretle anlaşılıyor ki; şarihin
Makdisi'den rivâyet ettiği ifade Remlınin ondan naklettiklerine muhâliftir.
Lâkin murâbeha bahsinde gelecektir ki, murâbehada hıyanet zuhur ederse. o malı
iade edebilir. Şayet iade etmeden mal helâk olur veya iadesine mâni bir şey
olursa, paranın tamamını ödemesi lâzım gelir; muhayyerliği de sakıt olur. Bunu
ulema orada şöyle talil etmişlerdir: Bu mücerred bir muhayyerliktir. Paradan
mukabili yoktur; görme muhayyerliği ve şart gibidir. Kusur muhayyerliği bunu
hilâfınadır. Çünkü onda hak edilen cüz elden gitmiştir. Binaenaleyh onun
karşılığındaki para da sakıt olur. Bahır sahibi bundan olarak orada hıyanet
muhayyerliğinin zuhuru mirâs olarak alınamayacağını söylemiştir. Nitekim orada
bundan bahsedeceğiz. Âşikârdır ki aldatmak, murabehada hıyanet zuhuruna daha
çok benzer. Binaenaleyh aranan vasfa ilhak edileceğine ona ilhak edilmesi daha
münasiptir. Çünkü aranan vasıf satılan malın bir cüzü mesabesindedir. Şu halde
vasıf şart koşulduğu yerde ona paradan bir cüz mukabele eder. Vasıf yoksa görme
muhayyerliğinde olduğu gibi mukabili sakıt olur. Aldatmada böyle bir şey
yoktur. O mücerred bir muhayyerliktir. Paradan mukabili yoktur. Nasılki
murabehadaki hıyanet muhayyerliği de böyledir. Bu izahdan anlaşılır ki. şârihin
cezm ettiği gibi mirâs olarak alınması daha racihtir.
METİN
Zira vasıflar miras olarak alınamaz. Kusur
muhayyerliği, tâyin ve aranılan vasıfda olmayan mal hakkında mirâsçı mûrisin
yerine geçer. Ama bu onun muhayyerliğine mirâscı olmak değildir. Dürar. Bu
bellenmelidir. Müddetin geçmesi - velevki bir hastalıktan veya baygınlıktan
dolayı geçtiğini bilmesin köle azadı - velevki bir kısmını olsun - ve buna tâbi
olan şeylerle de akid tamam olur.
İZAH
"Zira vasıflar mirâs olarak alınamaz
ilh..." Bu talil ancak şart muhayyerliği ve benzeri şeyler miras alınamaz
sözüne uygun düşer. Nitekim Dürer ve Vikâye'de böyledir. Şârihin mirasçı onun
yerini tutamaz ifadesini kullanması daha mazbut olduğu içindir. Çünkü mirâs
olarak alınamayan şeylerde bazen mirâsçı mûrisin yerini tutabilir. Nitekim
kusur muhayyerliğinde böyledir. Binaenaleyh "vasıflar intikal
etmezler" şeklînde talil etmek daha iyi olurdu. Nitekim Hidâye'den naklen
yukarıda geçmişti Yani şart muhayyerliği mücerred dileyip irade etmektir. Bu
ise muhayyerlik sahibinin vasfıdır. Bu vasfın mirâsçıya intikâli mümkün
değildir. Mirâs yoluyla mümkün olmadığı gibi yerini tutmak suretiyle de mümkün
değildir. Görmek muhayyerliği ile aldatma da bunun gibidir. Şüphesiz bu parayı
satma muhayyerliğinde câiz değildir. Çünkü parayı saymak bir fiildir, vasıf
değildir. Bu da onun görme muhayyerliği gibi olduğunu tercih ettirir.
T E T i M M E : Bîrî'nin Mecma şerhinden
naklen bildirdiğine göre kabul muhayyerliğinin mirâs suretiyle intikal etmeyeceğine
ulema ittifak etmiştir. Fuzûlînin satışında cevaz verme muhayyerliği de
böyledir. Kabul muhayyerlinden murad meclis muhayyerliğidir. O da akid
meclisinde icab yapıldıktan sonra kabul etmekle olur.
"Ve aranılan vasıfda olmayan mal
ilh..." cümlesi Dürer'de yoktur. Onu Bahır ve Nehir sahipleri
zikretmişlerdir. Vechi zâhirdir. Çünkü bu kusur mânâsındadır.
"Mirâsçı mûrisin yerine geçer
ilh..." Çünkü mûris satılan malı kusursuz olarak haketmişdi. Mirâsçı da
öyledir. Kezâ tâyin muhayyerliği mirasçıya iptidaen sâbit olur. Çünkü milki
başkasının milkiyle karışıktır. Yoksa muhayyerliğe mirâsçı olmuş değildir.
Hidâye, Bunun mirâs yoluyla sâbit olmadığına delil Dürer'deki şu ifadedir:
"Mûris öldükten sonra mal satıcının elinde kusurlanırsa mirâsçı için muhayyerlik
sâbit olur. Velevki mûris için sâbit olmasın."
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir:
"Bu muhayyerliğin mirâsçıya sâbit olup mûrise sâbit olmadığına delil
şudur: Müşteri için ikiden birini seçmek veya her ikisini iade etmek hakkı
vardır. Mirâcıya ise ikisini birden iade hakkı yoktur. Müşterinin muhayyerliği
muvakkattır. Mirasçılar için ise muvakkat olmayarak sâbit olur."
"Müddetin geçmesi ilh..." Yani
satış feshedilmeksizin muhayyerlik müddetinîn geçmesi demek istiyor.
Muhayyerliğin satıcıya veya müşteriye aid olması fark etmez. Çünkü muhayyerlik
ancak müddet içinde sabit olur. Müddet geçdikten sonra muhayyerlik kalmaz.
Bahır.
"Hastalıktan veya baygınlıktan dolayı
ilh..." İfadesiyle şârih tahkîke göre hareket etmiştir. Tahkîk şudur:
Baygınlık ve delilik muhayyerliği ıskat etmezler. Muhayyerliği ıskat eden şey
sadece hiç birini seçmeden müddetin geçmesidir. Onun içindirki, müddet içinde
ayrılır da akdi feshederse câiz olur. Bahır.
"Köle âzâdı ilh..." Velevki
müddet içinde meydana gelecek bir şarta bağlı olsun. Bahır.
"Velevki bir kısmını ilh..." Yani
satılan kölenin bir cüzünü âzâd etmiş olsun demektir. Burada ulema gaflet
etmişlerdir.
"Tâbi olan şeyler" den murad :
Mükateb ve müdebber yapmak gibi şeylerdir.
METİN
Geçerli veya helâl olmayan her tesarruf da
böyledir. Ancak icâra gibi milkde olursa esah kavle göre teslim etmeden bile
geçerli olduğu gibi kadının dahili fercine şehvetle bakmak gibi şeylerde de
geçerli olur. Burada söz şehveti inkâr edenindir. Fetih. Bu şunu ifade eder ki,
carîyeyi muhayyerlikle satın alır da bakire midir dul mudur anlamak için onunla
cimada bulunursa, bu kabul sayılır. Onu dul bulur da hemen cimadan vazgeçerse
bu kusurdan dolayı onu iade edebilir. Nehir. Bu kendi bâbında gelecektir. Bu
işi satıcı yaparsa fesh olur.
İZAH
"İcâre gibi ilh..." Sözü ancak
milkde geçerli olur, ifadesinin temsîlidir. "Milkde" sözünden murad:
Esaleten o fiil yapanın milkidir. Bahır sahibi diyor ki: "Azad sözü ile
ancak milkinde olan bir şeyde tesarrufta bulunabileceğine işaret etmiştir. Sattığı
veya bağışlayıp teslim ettiği yahut rehin veya ücretle verdiği şeyler gibi ki,
esah kavle göre teslim etmese bile geçerlidir. Müşteriyi paradan ibrâ etmesi, o
malla bir şey satın olması, o malın pazarlığını yapması. köleden kan alması,
köleye ilâç vermesi, başını tıraş etmesi, yeri sulaması, mahsulünü biçmesi,
satılık malı satışa arzetmesi, müşteriyi -kirasız bile olsa- hânesinde
oturtması, hanenin bir yerini tamir etmesi, bina yapması, sıvaması, binayı
yıkması, ineği sağması, kulağını yarması, hayvanı sürmesi, kulağından kan
alması gibi şeylerde geçerlidir. Fakat hayvanın tırnaklarını kesmesi, yelesini
kısaltması, işinde bir defa kullanması, elbiseyi bir defa giymesi, hayvana bir
defa binmesi, cariyeye çocuğunu emzirmesini emretmesi -ki bu onu hizmetinde
kullanmaktır - geçerli değildir. ikinci defa hizmetinde bulundurmak cevaz
vermek olur. Meğerki başka bir nevide olsun. "Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır. Şimdi satılık malın müşterinin elindeyken artması kalır kî, biz
onun hükmünü musannıfın: "Giderilmesi mümkün olmayan bir şeyle
kusurlanması böyledir." dediği yerde arz etmiştik.
"Kadının dahilî fercine İlh..."
İfadesi "veya helâl olmayan.." sözünün temsilidir. Buna şöyle itiraz
olunmuştur: "Bu kaidenin muktezası, bakmanın her helâl olmayan şeye şâmil
olmasıdır."
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü
"tesarrufu helâl olmayan" kaidesi bir fiilde değildir. Mutlak bakma
file olsa da tesarruf değildir. O ancak dahilî ferce bakmakla tesaruf olur, ki
bu cima mesabesinde hükmen tesarruftur. Delili bununla hörmeti musâherenin sabit
olmasıdır.
Bahırda şöyle denilmektedir: "Bilmiş
ol ki cimanın sebebleri cima gibidir. Bir kimse zevcesinden başkasını
muhayyerlikte satın alır da onu şehvetle öper veya fercinin dahiline şehvetle
bakarsa muhayyerliği sakıt olur. Şehvetin sınırı âletinin kalkması yahut
kalkmış bulunan âletinin daha ziyade kalkmasıdır. Bazıları şehvetin kalble
olduğunu söylemişlerdir;velevki âleti kalkmasın Şehvetsiz âleti kalkarsa, hiç
birinde muhayyerliği sakıt olmaz." Zevcesinden başkası diye kayıdlaması
şundandır: Zevcesini satın alır da onunla cimada bulunursa muhayyerliği sakıt
olur. Çünkü rızaya delâlet etmez. Ancak şârihin dediği gibi cimayla kadının
kıymeti eksilirse muhayyerliği sakıt olur.
"Şehvetle bakarsa" Muhayyerliği
sakıt olur; fakat şehvetsiz bakarsa muhayyerliği sakıt olmaz. Çünkü bazı
suretlerde milkinde olmayan kadına bakmak da helâldır. Meselâ, doktor ve ebe
kadına bu helâldir. Fetih.
"Söz şehveti İnkâr edenindir.
Fetih." Fetih'in ibâresi şöyledir: "Bunlarda yani cimaya sebeb olan
şeylerde şehveti inkâr ederse söz inkâr edenindir. Çünkü o muhayyerliğinin
sakıt olduğunu inkâr etmektedir. Bunu cariye yapsa, Ebû Hanifenin kavline göre
o adamın muhayyerliği sakıt olur. İmam Muhammed'e göre ise cariyenin fiilî
kesinlikle satış ve cimaya izin sayılamaz. Velevki zorlanmış olsun. ihtiyar.
Cimadan başkasında ise muhayyerliğinin sukutu o adam ancak cariyenin şehvetini
ikrar ederse lâzım gelir. Bu izahdan anlaşılır ki, cimada gerek cariyeden
gerekse sahibinden şehvetsizlik iddiası tasdik edilmez. Onun için Bahır sahibi
şöyle demiştir: "Sahibi ağzından öptüğünde şehvetli olmadığını iddia
ederse kabul edilmez." Yani ağızdan öpmek âdeten şehvetten hali değildir.
Cimada bulunmak evleviyetle hâli kalmaz demek istiyor.
"Bu şunu ifade eder ki ilh..."
Yani zikredilen kaide şunu ifade eder ki demek istiyor. Nehirde cevaz vermek
sayılır dedikten sonra: "Çünkü bu işe denemek için muhtaç olunsa da
milkinde olmayan bir cariyede hiç bir suretle caiz olamaz." denilmiştir.
"Onu dul bulur da ilh..." Yani
cariyeyi bâkire diye satın alır da cima ederek dul olduğu anlaşılırsa, bu
kusurdan dolayı onu iade edebilir. Çünkü aranılan vasıf yani bekâret
bulunmamıştır. Bâkireliği şart koşmamışsa cariyeyi asla iade edemez. Nitekim
kusur muhayyerliği bâbında gelecektir. Sonra şunu da bil ki, cimaya devam
etmekle etmemek arasındaki hilâfın tafsilinde bu kaideyi ifade eden sözler
vardır. Zira milki olmayan cariyeylecimada bulunmak helâl değildir. Bu hususda
cariyenin dul veya bakire olması fark etmez. Binaenaleyh yine bu hususda cimaya
devam etmekle etmemek arasında da fark yoktur. Nehir'in İbâresine diyecek
yoktur. Orada : "Ulema demişlerdir ki, eğer cariye dul çıkarsa
ilh..." denilmişdir ki, bu şârihin "şunu ifade eder ki" sözüne
istidraktır. Yani ulemanın zikrettikleri tafsilât bu İfadenin hilâfınadır.
Nehir sahibinin yaptığı istidraki Kınye sahibi de zikretmiş; sonra remz
işaretini koydukta: "Cima cariyeyi iadeye mânidir. Mezheb budur."
demiştir. Bundan anlaşılır ki, kaideden anlaşılan mânâ mezhebdir. Binaenaleyh
onun üzerine istidrak yapmanın manası yoktur. Şu da var ki, bu kaide ancak şart
muhayyerliğine aiddir. Buradaki meseleyse kusur muhayyerliği meselelerindendir.
"Bu kendi bâbında gelecektir
ilh..," Yani kusur muhayyerliğinde görülecektir. Orada görülecek olan bu
mesele etrafındaki kavillerin naklidir. Sen mezhebin ne olduğunu gördün.
Musannıf orada bu yoldan yürümüştür.
"Bu işi satıcı yaparsa ilh..."
Yani geçerli veya milkten başkasında helâl olmayan bu tesarrufu satıcı yapar da
ona muhayyerlik tanınırsa T. bu fesh olur.
METİN
Muhayyerlik şartı olan o hânedeki şuf'a
hakkını isterse, almasa bile (Mi'rac) muhayyerliği sakıt olur. Görmek ve kusur
muhayyerliği bunun hilâfınadır. Şuf'a hakkı muhayyerlik müşteriye aidse
müşteriden istenir. Çünkü muhayyerlik cevaza delildir. Müşteri veya satıcı
-nasılki Dürer sahibinin sözünden bu anlaşılır. Behensî de kesinlikle bunu
söylemiştir- muhayyerliği başkasına şart koşarsa -akid sahibi otsun başkası
olsun. Behensî- istihsanen sahih olur ve her ikisine muhayyerlik sâbit olur.
İkiden biri yani gerek nâib gerekse nâib tâyin eden cevaz verir veya satışı
bozarsa, diğerinin muvafakatı şartıyla sahih olur. İkiden biri cevaz verir de
öteki aksine hareket ederse, önce davranan evlâ olur. Çünkü ona karşı gelen
yoktur. İkisi beraber cevaz verirlerse, esah olan kavle göre en doğru hareket
fesh saymaktır. Zeylaî, Çünkü mecaz feshedilir. Fakat feshedilenin mecazı
yoktur.
İZAH
"O hânedeki şuf'a hakkını İsterse
ilh..." Bunun sûreti şudur: Bir kimse muhayyerliği kendine aid olmak
şartıyla bir hâne satın alır, sonra civarındaki hâne satılarak satın aldığı
hâne sebebiyle onun şufasını ister ki, satın aldığı hânedeki muhayyerliği sakıt
olarak satış tamam sayılır.
"Görmek ve kusur muhayyerliği bunun
hilâfınadır ilh..." Yani görmediği bir hâneyi satın alır da onun yanı
başında bir hâne satılırsa o hâneyi şuf'a ile aldığı takdirde görmek şartıyla
aldığı hâneyi dönebilir. Kusur muhayyerliğiyle aldığı dahi böyledir.
"Muhayyerlik müşteriye aidse
ilh..." İfadesinin zâhirine bakılırsa muhayyerlik satıcıya aid olursa,
şufayı İstedikten sonra muhayyerliği bakidir. Çünkü muhayyerliği dolayısıyla
milki bâkîdir. Müşteri bunun hilafınadır. Zira muhayyer iken onun milki yoktur.
Binaenaleyh şuf'ayı istemesi temellûküne delildir. Çünkü ulema meseleyi ancak
milkle olur diye talil etmişlerdir. O halde şuf'ayı istemek cevaz verdiğine
delildir. Bu da muhayyerliğinin sukutunu tezammun eder.
"Müşteri veya satıcı ilh..." sözü
Camii Sağir'den naklen Gâyetü'l-Beyân'da zikredilmiştir. İbâresi şudur:
"Bilmiş ol ki akdi yapan iki taraftan biri muhayyerliği ikisinden
başkasına şart koşarsa, bu şartla satış câiz olur." Bunu Sirâciyye ile
Kâfî'den naklen Molla Miskîn açıklamış ve:"Müşteriyle kayıdlamak tesadüfî
bir kayıddır." demiştir. Hamevî de Miftah'dan nakletmiştir. Az ileride
Bahır'dan naklen kitabımızda da gelecektir.
"Muhayyerliği ilh..." Yani şart
muhayyerliğini demek İstiyor. Çünkü kusur ve görme muhayyerlikleri akdi yapan
iki taraftan başkasına sabit olmaz. Bunu Mi'râc'tan naklen Bahır sahibi
söylemiştir.
"Akid sahibi olsun başkası olsun
ilh..." ifadesi başkası sözünü umumîleştirmektir. Lakin Halebî şöyle
demiştir: "Evlâ olan başkası sözüyle ecnebîyi murad etmektir. Çünkü
müşterinin muhayyerliği satıcıya bırakması yahut bunun aksi hali bâbın başında
zikredilmiş, İkisinden birine denildikten sonra müşteri muhayyerliği satıcıya
bıraktığı zaman dahi ikisi- de muhayyer olmaz. Muhayyerlik sadece satıcıya
aiddir. Bunun aksinde ise muhayyerlik sadece müşterinindir, denilmiştir. O
halde ikisinden biri i.h... Sözü nasıl doğru olabilir! Onun içindir ki Bahır
sahibi: Musannıf akdi yapan İki taraftan biri muhayyerliği ecnebî birine şart
koşarsa sahih olur dese daha iyi olurdu. Şartı koşan satıcı olsun müşteri olsun
ikisine de şumulu olurdu. Hem birinin diğerine şart koşması hariç kalırdı;
çünkü başkasına sözü satıcıya sadıktır. Halbuki murad o değildir. demiştir.
Onun için Mi'râc sahibi: Burada başkasından murad akdi yapan iki taraftan biri
olmamaktır. Ta ki imam Züfer'in muhalefetine imkân olsun demiştir.'
Ben derim ki: Bu ifadenin bir misli de
Fetih'dedir. Bu suretle Nehir sahibinin tereddüdü giderilmiş olur. O şöyle
demiştir: "Muhayyerliği müşteri satıcıya şart koşarsa, hükmün ne olacağını
görmedim. Acaba onun naibine de bu hak sâbit olur mu? Tereddüt yeridir."
"İstihsanen sahih olur ilh..."
Kıyasen sahih değildir. İmam Züfer'in kavli de budur.
"Değerinin muvafakatı şartıyle
ilh..."Diye kayıdlaması burası mutlak surette sahih olmanın yeri olduğu
içindir. Ondan sonra gelen tafsilât da bunu gösterir.
"Çünkü ona karşı gelen yoktur
ilh..." Önce davrananın hükmü sonra davranandan önce sabit olur. Onun için
sonra davranan ona muaraza edemez. Velevki sonra davranan daha kuvvetli olsun.
Nitekim fesih de böyledir.
"İkisi beraber cevaz verirlerse
ilh..." ifadesinden murad her ikisinin sözü bir anda söylemeleridir.
Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir. Ama bu imkânsız olabilir, Binaenaleyh zâhire
göre hangisinin evvel söylediği bilinmemektedir kâfidir. Nehir.
"Esah olan kavle göre ilh..." ki
bunu Kâdihan Mebsûl sahibine nisbet ederek sahihleşmiştir. Bir rivâyette akdi
yapanın tesarrufu tercih edilir. Çünkü o daha kuvvetlidir. Nâib velâyetini
ondan alır. Bazıları bu kavlin İmam Muhammed'e aid olduğunu, kitabdaki kavilse
Ebû Yusuf'un olduğunu söylemişlerdir Bahır.
"Fakat feshedilenin mecazı yoktur
ilh..." Binaenaleyh fesih daha kuvvetlidir demek istiyor Çünkü o cevaz
vermekle bozulmaz, daha haklı olması bundandır.
METİN
Buna şöyle itiraz edilmiştir: Onun da
mecazî olur. Çünkü Mebsût'da bildirildiğine göre iki taraf satışı fesh ederler,
sonra feshin feshine ve aralarındaki akdin iadesine razı olurlarsa câizdir.
Çünkü feshin feshi cevaz vermekdir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Bunun cevaz
vermek olduğu kabul edilemez. O yeni satış olur, Bir kimse iki köle satarak
birinde muhayyer kalmayı şart koşarsa, her iki kölenin fiyatlarını ayrı ayrı
bildirir ve hangisinde muhayyer kalacağını tâyin ederse satış câizdir. Çünkü
satılan mal ve fiyatı bellidir. Tâyin ve tafsil etmezse yahut yalnız tayın eder
veya yalnız tafsilde bulunursa sahih olmaz. Zira satılan mal ve fiyatı yahut
bunların biri belli değildir. Muhayyerlik müşterinin olursa yine bu dört nevi
mütesavverdir.
F E R'İ M E S E L E : Bir kimse muhayyerlik
şartı ile satmak için birini vekil eder de o kimse şartsız satarsa câiz olmaz.
Fakat aynı şekilde satın almaya vekil ederse vekil aleyhine geçerli olur. Fark
şudur; Satın alma her ne zaman âmir nâmına geçerli değilse memur nâmına geçerli
olur. Satış bunun hilâfınadır. Fetih. Bu mesele fuzûlî ve vekâlet bablarında
gelecektir. Bellenmelidir. Tâyin muhayyerliği kıyemî olan şeylerde sahihtir,
mislî olanlarda sahih değildir. Zira onlar birbirinden farklı değildir. Sahih
kavle göre velevki satıcı için şart koşulsun. Kâfî.
İZAH
"O yeni satış olur ilh..." Buna
göre akdin iadesi icab ve kabul ile yahut birbirlerine vermek sureti ile ikinci
bir akid yaparlarsa mânâsınadır. Bunu Tahtavî söylemiştir.
"İki köle satarak îlh..." İfadesi
ile iki kıyemîyi kasdetmiştir; bu mislîden veya iki mislîden ihtiraz içindir.
Çünkü bir kıymîde o kıyemînin yarısında muhayyerliği şart koşarsa, mutlak
surette sahih olur. İki mislîde de öyledir. Zira aralarında fark yoktur. Bunu
Zeylaî'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Nehir'de şöyle denilmiştir:
"Zâhire bakılırsa iki kıyemî ifadesi bir kayd değildir. Çünkü her ikisi
mislî yahut biri mislî diğeri kıyemî olur da ayırarak tâyin etse, hükmün yine
böyle olması gerekir."
Ben derim ki: Bu ondan önceki ifadenin
ihtirazi bir kayd olmasına itiraz olamaz. Çünkü murad: İki kiyamîden
başkasından ihtirazdır. Zira ayırarak tâyın etsin etmesin sahih olur. Onun için
mutlak surette sahih olur demiştir. Çünkü İki kıyemîde ayırıp tâyin etmeden
sahih olmaz. Tafsil ve tâyin edince iki kıyemîde olsun başkasında olsun sahih
olduğu anlaşılmıştır.
Evet, bir cinsden olursa iki mislî diye
kayıdlamak gerekir. Zira buğdayla arpa gibi birbirinden farklı iseler tafsil ve
tâyin hususunda iki kıyemî gibi olurlar. Kayıdlayınca satılan mal ile kıymet
bilinmiş olur.
"Muhayyer kalmayı şart koşarsa
ilh..." İfadesinden murad üç gündür. Nitekim Hidâye'de açıklanmıştır.
"Tâyin ve tafsil etmezse ilh..."
Meselâ: Sana şu iki köleyi beşer yüz dirheme sattım, ama bu hususta üç gün
muhayyer kalmam şarttır; derse yahut yalnız hangisi hakkında muhayyer
kalacağını tâyin ederse, meselâ:Sana bunları şunun hakkında üç gün muhayyer
kalmam şartı ile bin dirheme sattım; derse yahut sadece tafsilât vererek : Sana
bunların ikisini bin dirheme sattım; her biri beşyüz dirheme olacak oma bin
muhayyer kalacağım derse sahih olmaz.
"Zira satılan mal ve fiyatı
ilh..." Belli değildir. Bu tâyin ve tafsil etmediğine göredir. Çünkü
muhayyer bulunduğu köle hakkında hüküm için satış münakid değildir. Sonraki o
satışdan haricdir ve satış diğeri hakkında yapılmıştır. Fakat o meçhuldür. Zira
hangisi hakkında muhayyer olduğu bilinmemektedir. Sonra satılanın fiyatı da
belli değildir. Çünkü böyle bir satışda malın fiyatı cüzlere taksim edilmez.
Fetih'de böyle denilmiştir.
"Yahut biri hakkında ilh..." Yani
tâyin edip tafsîl etmediği vakit fiyatta, tafsîl edip tâyin etmediği takdirde
ise mal hakkında satış sahih değildir.
"Dört nevi" den murad dört
surettir. T.
"Câiz olmaz ilh..." Çünkü mal
sahibi ona kendi rızası olmadan milki elden çıkarmayan bir satışı emretmiş; o
buna muhalefette bulunmuştur. T.
"Tâyin muhayyerliği ilh..." Yani
satışın muayyen olmayan biri hakkında yapılması sahihtir, Yukarı ki mesele
bunun hilâfınadır. Orada satış iki köle üzerine yapıldığı için o mesele tâyin
muhayyerliği nev'inden değildir. Hidâye sahibinin burada: "Bir kimse iki
elbise satın alırsa" demesinden murad iki elbiseden biridir. Nasıl ki
inâye sahibi ve başkaları buna tenbihde bulunmuşlardır. Fetih'de ise:
"Murad iki veya üç elbiseden birini muayyen olmayarak üç gün muhayyer
kalmak şartı ile satılan malı tâyin ettikten sonra almaktır." denilmiştir.
Fakat birisi hakkında muhayyer kalman şartı ile demeyip: Şu iki köleden birini
yüz dirheme sana sattım derse, bilittifak câiz olmaz. Bu kölelerimden birini
sana sattım demeye benzer ki, dörtköleden birini satın alsa câiz olmaz Bu
ibâreden bir kaç şey çıkarılmıştır.
Birincisi : Tâyin muhayyerliğinin ancak
ikiden veya üçten birini muayyen olmamak üzere satarken olmasıdır; bu bizim
söylediğimizdir.
İkincisi : Dörtten biri hakkında caiz
değildir. Nitekim gelecektir.
Üçüncüsü : Sona şu iki köleden birini
sattım dedikten sonra mutlaka, hangisini dilersen muhayyer olmam şartı ile
yahut hangisini istersen alman şartı ile demesi lâzımdır. Tâ ki tayin
muhayyerliği hakkında nass olsun.
Bahır sahibi diyor ki: "Çünkü bu
ziyadeyi söylemezse fâsid olur. Zira satış meçhuldür. Her ikisini teslim alır
da elinde iken ölürlerse, her birinin yarı kıymetini öder. Biri diğerinden önce
ölürse kıymetini ödemesi lâzım gelir. Muhît'te böyle denilmiştir."
Dördüncüsü : Muhayyerlik şartını söylemesi
de lâzımdır. Üç gün muhayyer kalman şartı ile der. Yani tâyin muhayyerliği
hükmünce ikisinden birini tâyin ederse kendisîne şart muhayyerliği vardır. Bu
dördüncüde hîlâf vardır ki gelecektir.
"Misli olanlarda sahih değildir ilh.
" Yani bir cinsten olanlarda sahih değildir. Bahır.
"Velevki satıcı için şart koşulsun
ilh..." Sureti şudur: Müşteriye :
"bana birini vermen şartı ile şu iki
elbiseden birini senden satın aldım" der. Nehir. Satıcı hangisini dilerse
müşteriye onu verebilir. Meğerki birisi kusurlansın. O zaman kusurluyu veremez.
Ancak rızası olursa verir. Kusurluyu verdiğinde müşteri ona razı olmazsa ondan
sonra diğerini veremez. İkiden biri elinde İken ölürse, kalanı almaya onu ilzam
edebilir. Ama muhayyerlik müşteriye olursa iki köleden birinde satış
geçerlidir. Meğerki kendinin şart muhayyerliği olsun. Satılan mal fiyatı ile
garantilidir, kalanı emânettîr. Birisi helak olursa satılan mal aynen o olur.
Diğeri emanettir. ikisi birden helâk olurlarsa her birinin yarı kıymetini öder.
Evvela hangisinin helâk olduğunda ihtilâf ederlerse, söz yemini ile beraber
müşterinindir. Satıcının beyyinesi evlâdır. İkisi beraberce kusurlanırlarsa
muhayyerlik hali üzere kalır. Birbiri ardınca kusurlanırlarsa birincisi satılık
olmakta teayyün eder. Müşteri her iki köleyi satar da sonra birini tercih
ederse, onun hakkında satışı sahih olur. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
Çünkü satıcıya kıyemiyyattan olan bir mal
mirâs olarak kalmış olabilir. Onu vekili teslim alır da mirâsçı bilmeyebilir;
ve bu şartta satar. Böylece tâyın muhayyerliğime ihtiyaç hâsıl olur. Nehir.
Tâyin muhayyerliği dört günden azda olur.
Zira üç günde ihtiyaç giderilir. Mal ya iyi ya Orta yahut kötüdür. Onun için
bunun müddeti de şart muhayyerliği gibidir. Tâyin muhayyerliği ile birlikte
şart muhayyerliğinin bulunamaması şart değildir. Esah kavil budur. Fetih.
İZAH
"Kıyemiyyattan bir mirâs kalmış
olabilir ilh..." Bu söz Bahır sahibi tarafından Fetih sahibinin itirazına
cevaptır. Fetih sahibi şöyle itiraz etmiştir: "Tayin muhayyerliği daha iyi
ve uygun olanı seçmek için câiz görülmüştür. Binaenaleyh müşteriye mahsustur.
Çünkü satılan mal satışdan önce satıcının elinde idi. O kendine münasib olanı
daha iyi bilir. "Hamevi de cevaba İtiraz ederek şunları söylemiştir:
"Zikredilen mirâs sureti nadir hallerdendir. Nadir için hüküm terettüb
etmez."
Ben derim ki: Şöyle de cevap verilebilir:
İnsan malı elinde iken kendine daha uygun olanı düşünmez, Bunu satışdan sonra
düşünür Şu da var ki, insan çok defa başkasının fikrine muhtaç olur.
"Bunun müddeti de şart muhayyerliği
gibidir ilh..." Yani üç gündür. Bahır sahibinin sözüne bakılırsa bu:
Onunla birlikte şart muhayyerliğinin bulunması şarttır, diyenlerin kavline
göredir. Bahır'da Şemsü'I-Eimme'nin şart koşmayı sahihlediği,
Fahru'l-İsIâm'ınsa koşmamayı sahihlediği bildirilmiştir. Fetih sahibi bunu
tercih etmiştir. Lâkin Kâdîhân'ın bildirdiğine göre şart koşmak ekseriyetin
kavlidir. Bundan sonra Bahır sahibi şunları söylemiştir: "Bu kavle göre
şart muhayyerliğini zikretmezse, tayin muhayyerliğini İmam-ı Azam'a göre
mutlaka üç günle sınırlamak gerekir. İmameyn'e göre malûm olmak şartı ile ne
müddet olsa câizdir. Hidaye'de böyle denilmiştir." Lâkin Hidâye'de
"bu kavle göre" ifadesi yoktur. Hidâye'nin sözünden anlaşılan.
vakitte sınırlandırmanın şart koşulması, Fahru'I-İslâm'ın sahihlemesine göre
olduğudur. ileride Fetih'den buna delâlet eden sözler nakledeceğiz.
Sonra bilmiş ol ki, vakitle
sınırlandırmanın şart oluşu hakkında Zeylainin itirazı vardır. O şöyle
demiştir: "Şart muhayyerliği zikredilmezse tayın muhayyerliğini
sınırlandırmanın manası yoktur. Şart muhayyerliği bunun hilâfınadır. Çünkü onda
sınırlama, müddet bittiği vakit akdin geçerli olmasını ifade eder. Tâyin
muhayyerliğinde bu mümkün değildir. Zira ikiden birinde vakit geçmezden evvel
bulunması lâzımdır. Onu tâyin etmeden vaktin geçmesi ile teayyünû mümkün
değîldir. O halde onu şart koşmanın bir faydası yoktur. Daha ziyâde kanaat
bahış olan onda vakitle sınırlamanın şart olmamasıdır." Sa'diyye
haşiyelerinde buna cevap verilmiş ve şöyle denilmiştir: "Bunun faydası
vardır. Oda üç gün geçtikten sonra o kimsenin tâyine mecbur edilmesidir."
Nehir sahibi bunu tasdik etmiştir. Şürunbulâlî'nin: "Bilâkis onun faydası
vardır ki o da satıcıdan zararı defetmektir. Zira tâyin şart koşulmazsa
müşterinin tâyini uzatmasından satıcının o maldan faydalanamaması ve kendi
milkinde tesarruf edememesi lâzım gelir." demesinin mânâsı budur. Bahır
sahibi başka bir fayda göstermiştir. O da şudur: Meselâ iki elbisedeki akid
tâyinsiz geçerse ortadan kalkabilir. Şart muhayyerliğinde müddetin geçmesi
bunun hilâfınadır. O her birine münasib olan muhayyerliğin olmasına
izindir."
Ben derim ki: Lâkin bu hususta Bahır sahibi
nakli bir delile istinad etmemiştir. Böyle olsa Zeylaî'ye gizli kalmazdı.
"şart muhayyerliğinin bulunması şart
değildir ilh..." Şu kadar var ki, her ikisi akıdde şart muhayyerliğine
razı olurlarsa hükmü sabit olur. Bundan murad her birinin üç güne kadar
elbiseyi dönmesi câiz olmaktır. Velevki satılan elbisenin tâyininden sonra
olsun. ikisinden birini dönerse bu tâyin hükmünce olur; diğerinde satış
muhayyerlik şartı ile sâbit olur. Hiç bir şey dönmeden ve tâyın etmeden üç gün
geçerse şart muhayyerliği bâtıl olur; birisinde satış kesinleşir. Tâyini ona
düşer.Üç gün geçmeden müşteri ölür de sonra birisi satılırsa tâyini mirasçıya
düşer. Çünkü şart muhayyerliği mirâs olarak alınamaz. Tâyin mirâsçıya intikal
eder ki, milkini başkasının milkinden dediğimiz şekilde ayırsın. Şart
muhayyerliği üzerîne anlaşma yapmazlarsa tâyin muhayyerliğini üç günle
sınırlandırmak tâzım gelir. Bu, İmam-ı Azam'a göredir. Fetih. Tamamı
Fetih'dedir. Şart muhayyerliği üzerine anlaşma yapmazlarsa ilh... sözünün
zahiri gösteriyor ki, tâyin muhayyerliğini sırlandırmanın şart oluşu
"tâyin muhayyerliği ile şart muhayyerliği 'koşmak şart değildir"
diyenlerin sözüne göredîr. Şarttır diyenlerin sözüne göre değildir. Bahır
sahibinin yukarıda geçen sözü buna muhâliftir. Çünkü şart muhayyerliği
muvakkattır. Binaenaleyh bir de vakit tâyinine hâcet yoktur.
METİN
iki kişi muhayyerlikle bir şey satın
alırlar da birisi sarahaten veya delâleten satışa razı olursa diğeri dönemez.
Onun muhayyerliği bâtıl olur. İmameyn buna muhâliftir. Görme ve kusur
muhayyerliklerinde dâhi bu hilâf mevcuddur. Birisi malı gördükten sonra o malı
dönemez. Bu söz den murad diğerinin görmesi veya kusuruyla razı olmasıdır çünkü
ortak kusurdan satıcı zarar görür. İmameyn buna muhâliftir. Nasıl ki bir adam
iki kişiden bir Pazarlıkla bir köle satın alır da satıcılara muhayyerlik
tanırsa biri razı olup diğeri razı olmadığı takdirde, gerek razı olmak gerekse
dönmek hususunda ikiden birinin ayrılmaya hakkı yoktur. İmameyn buna muhaliftir
Mecma.
İZAH
"Birisi satışa razı olursa
ilh..." Bahır sahibi diyor ki: "Razı olursa diye açıklaması
şundandır: Çünkü biri dönerse öteki buna razı olmaz Ben bunu acık olarak
görmedim. Lâkin ulemanın biri kusurundan dolayı dönerse demeleri buna delâlet
eder."
"Delâleten ilh..." Satışa razı
olmak o malı satmak veya âzâd etmek olur.
"Birisi malı gördükten sonra
ilh..." Sözünden murad görüp razı olmasıdır. Çünkü mücerred görmek satışın
tamam olmasını gerektirmez. T.
"Satıcı zarar görür ilh..."
ifadesi her üç meselede malı dönememenin illetidir. Kusurun ortaklığından murad
o maldan ortağının izni olmak sızın faydalanamamasıdır. Tamamı Fetih'dedir.
"Bir pazarlıkla ilh..." diye
kayıdlaması akid iki pazarlıkla yapılmış olsa, her birinin diğerine muhâlif
olarak dönmeye veya razı olmaya hakkı olduğu içindir. Zira müşteri ortak kusura
razı olmuştur. Nitekim bu gizli değildir. T.
"İkiden birinin ayrılmaya hakkı yoktur
ilh..." Yani diğeri döndükten sonra öteki razı olamaz. Kezâ diğeri razı
olduktan sonra beriki dönemez. H. Sonra bu tefriin zâhir olmadığı gözden
kaçmamaktadır. Evlâ olan her İki meselede biri dönerse öteki razı olamaz
demekti. Onu Bahır sahibi şöyle anlatmıştır: "Her ikisi satarlarsa gerek
dönmek gerekse razı olmak hususunda birinin ayrılmaya hakkı yoktur. Zira
Hâniyye'de belirtildiğine göre bir kimse iki adamdan bir Pazarlıkla bir köle
satın alır da satıcıları muhayyer bırakırsa, biri satışa razı olduğu diğeri
olmadığı takdirde, Ebû Hanife'nin kavline göre her ikisine satış lâzım
gelir." Sen biliyorsun ki Hâniyye'nin sözü dönmeye delâlet etmemektedir.
Öyle anlaşılıyor ki. Bahır sahibi bu sözü kendi incelemesine göre söylemiştir.
Nitekim bundan önceki meselede de inceleme neticesi konuşmuştu.
"Mecma ilh..." Ben bunu Mecma'da
görmedim. Evet, Mecma şerhinde İbni Melek şöyle demiştir: "İki müşteri
diye kayıdlaması şundandır: Satıcı iki kişi müşteri bir olursa, aynı zamanda
satışda şart veya kusur muhayyerliği bulunursa müşteri muhayyerlik hükmü ile
birinin hissesini dönüp ötekini dönmediği takdirde satış bilittifak câizdir.
Mahbûbî'nin Câmi'inde böyle denilmiştir." Bu ifadenin bir misli de Manzûme
şerhi ile Gurerü'l-Ezkâr'dadır. Şüphesiz bu mesele metindekinden başkadır. Çükü
bu müşterinin dönmesi hakkında, öteki ise iki satıcıdan birinin razı olması
hususundadır. Bir de buradaki ittifakla böyledir. Oradakinde ise hilâf vardır.
Nitekim Hâniyye'den naklen geçmişdi.
METİN
Bir kimse ekmekci veya yazıcı olmak
şartiyle bir köle satın alır da aksi çıkarsa, yani kölenin yazıcı veya ekmekçi
denilecek bir tarafı bulunmazsa, köleyi ya kıymetinin tamamı ile alır; yahut
terk eder. Çünkü aranılan vasfı yoktur. Müşteri böyle olmadığını iddia ederse
bunu öğreninceye kadar teslim olmaya zorlanmaz. Diğer sanatlar da öyledir.
ihtiyar. Esah kavle göre velevki yazıcı olarak veya yazıcı olmayarak
kıymetlendirilmesi sebebi ile dönme imkânı olmasın farkı dönüb alır. Hâmile
veya şu kadar gram süt veriyor diye bir koyun satın alması yahut şu kadar sâ
ekmek karıyor diye köle olması veya şu kadar yazı yazıyor diye yazıcı alması
bunun hilâfınadır; akid fâsid olur. Çünkü bu vasıf değil, fâsid bir şarttır.
Hatta koyunun sağmal veya sütlü olmasını şart koşarsa caiz olur; zira bu
vasıftır, Muhayyerlik şartında ihtilâf ederlerse, zâhire göre söz inkâr
edenindir. Nasıl ki müddet, müddetin geçmesi, cevaz ve ziyade dâvâsında
böyledir.
İZAH
"Ekmekçi olmak şartı ile ilh..."
Sarahaten veya delâlet yolu ile demek istiyor. Nitekim izahı gelecektir. Şart
koşulması sahih olan ve olmayan vasfınbeyanı da bu babın sonunda gelecektir.
"Denilecek bir tarafı bulunmazsa
ilh..." demek istiyor ki, murad son derece iyi olması değil, en azından bu
isim kendisine verilebilecek kadar usta olmasıdır. Meselâ: Yaptığı işle
kendisine ekmekçi veya yazıcı denilebilmelidir. Çünkü âdeten harflerini beyan
edecek şekilde yazı yazmaktan ve kendinden helâki giderecek kadar ekmek
karmaktan herkes âciz değildir. Ama bununla o kimseye ekmekçi veya yazıcı
denilmez Bahır. Bu suretle anlaşılır ki, münasib olan hareket şârihin yazıcılık
ve ekmekçilik kelimelerini yazıcı ve ekmekçi isimleri ile değiştirmekti. Onun
için Fetih sahibi: "Yani sanatı bildiren bir isim" demiştir.
"Kıymetinin tamamı ile alır
ilh..." Çünkü vasıflar maksud olmadıkça onların mukabilinde para ödenmez.
Dürr-ü Müntekâ. Yahut mukabiIinde para ödenmek için fiyat söylenirken vasıf
kasdedilmelidir. Nitekim "Arşınla satılan bir malı satarken arşını şu
kadara diye beyan eder." dediğimiz yerde geçmişti.
"Teslim olmaya zorlanmaz ilh. "
Çünkü ihtilâf ârızî bir vasıfta olmuştur. Böyle bir vasıfta ise esas yokluktur.
Söz aslı iddia edenindir, Cariyenin bâkire olduğunu isbat hususunda söz
satıcınındır. Zira bu asli bir sıfattır. Böyle bir sıfatta esas mevcut
olmasıdır. Tamamı Bahır'dadır.
"Farkı dönüp alır ilh..." Fark
onda bir kadarsa fiyatın onda birini alır. Bunu Bahır sahibi Zahîre'den
nakletmiştir. Tahtâvî diyor ki: "Yanı fiyat farkı itibara alınır. Zira bu
satış sahihtir. Bunda kıymete bakılmaz,"
"Esah kavle göre ilh.. " dediği
zâhir rivâyettir. Bir rivâyete göre hiç bir şey isteyemez. Bahır.
"Bir koyun satın alması ilh..."
diye kayıtlaması cariyenin hâmile olmasını şart koşmada tafsilât olduğu
içindir. Şârih bunu aşağıda gelen fer'î meselelerde söyleyecektir.
"Fâsid bir şarttır ilh..." Çünkü
ziyade bir şart olup meçhuldür; bilin- memektedir. Fetih. Yani karnındakinin ve
memesindekinin hakikatı mâlum değildir.
"Şart koşsa câiz olur îlh..." Bu
Tahâvî'nin rivâyetine göredir. Kerhî'nin rivâyetine göre ise fâsid olur.
Şürunbutâliyye. Fetih ve Dürer sahibleri kesinlikle birinciye kâil olmuşlardır.
"Zira bu bir vasıftır ilh..."
Burada evlâ olan aranan bir vasıf demektir. Çünkü her vasfın şart koşulması
sahih değildir. Nitekim bâbın sonundaki kaidede bunu söyleyecektir.
"Söz inkâr edenindir ilh..." Zira
muhayyerlik ancak şartla sâbit olur;bundan dolayı o arazi şeylerdendir. Söz onu
inkâr edenindir. Nasıl ki müddet dâvâsında böyledir. Dürer.
"Müddetin geçmesi ilh..." yani
müddetin geçip geçmediğinde ihtilâf ederlerse söz inkâr edenindir. Zira alıcı
ile satıcı muhayyerliğin sâbit olduğunda birbirlerini tasdik etmişlerdir. Sonra
birisi müddetin geçmesi ile sukutunu iddia etmiştir. Söz inkâr edenindir. Dürer.
"Cevaz ilh..." yani muhayyerlik
sahibinin cevaz vermesi demek istiyor. Nitekim satıcı muhayyerlikle satın alan
müşterinin satışa cevaz verdiğini iddia eder de müşteri inkârda bulunursa söz
müşterinin olur. Çünkü satıcı muhayyerliğin sukutunu ve paranın vâcib olduğunu
iddia etmekte, müşteri ise inkârda bulunmaktadır. T.
"Ziyade dâvâsında ilh..." yani
müddetin mikdarında ihtilâf ederlerse söz iki vaktin kısa olanını iddia
edenindir. Çünkü diğeri ziyade bir şart iddia etmekte, o bunu inkârda
bulunmaktadır. Dürer. Satışlar bahsinin başında "peşin ve veresiye satış
sahihtir" dediği yerde geçmişti ki müddetin aslında ihtilâf ederlerse söz
müddet yoktur diyenindir. Bundan yalnız selem müstesnâdır. Kusur muhayyerliği
bâbında gelecektir ki, İki taraf alacaklarını teslim aldıktan sonra malın
sayısında veya teslim alınan miktarın sayısında ihtilâf ederlerse söz
müşterinindir. Çünkü söz mutlak surette yani gerek mikdarda gerekse sıfat veya
tâyinde ihtilâf etsinler, teslim olanındır. Müşteri şart veya görme muhayyerliği
ile malı iade etmeğe gelir de satıcı satılan mal bu değildir, derse tâyini
hususunda söz müşterinindir. Görme muhayyerliği ile iade ederse, satıcının
olur. Bu hususta orada söz edilecektir. Görme muhayyerliğinin sonunda dahi söz
gelecektir. Şimdi şu kalır: İki taraf şart muhayyerliği olan bir malı tâyin
hususunda akid muhayyerliği olan taraf cevaz verirken ihtilâf ederlerse cevap
ne olur? Bu Bahır'da görme muhayyerliği bâbının sonunda Zahîriyye'den naklen
beyan edilmiştir.
Bahır sahibi sonra şunları söylemiştir:
"Hâsılı mal teslim alınmışsa, muhayyerlik gerek müşteriye gerekse satıcıya
aid olsun söz müşterinindir. Aksi takdirde muhayyerlik müşterininse söz
satıcınındır, Bunun aksi olursa söz müşterinindir."
TENBİH : Bir kimse bâkiredir diye bir
cariye satın alır da teslim olmazdan önce veya sonra ihtilâf ederlerse, satıcı
cariye şimdi bâkiredir dediği, müşteri ise dul olduğunu iddia ettiği takdirde
hâkim o cariyeyi kadınlara gösterir. Kadınlar bâkiredir, derlerse satıcıya
yemin ettirmeden cariye müşterinin olur. Çünkü burada asıl bakirelik olduğu
hususunda kadınların şâhitliği kuvvet bulur. Kadınlar. cariye duldur derlerse
fesih hakkı sâbit olmaz. Çünkü o kuvvetli bir haktır. Kadınların şahitliği ise
zayıf olup bir müeyyide ile kuvvet bulmamıştır. Lakin satıcıya yemin teveccüh
etmek için dâvâ hakkı sâbit olur ve satıcı "Billâhi ben onu satış hükmüne
göre teslim ettim, o bâkiredir" diye yemin eder. Yemînden çekinirse cariye
kendisine iade olunur. Aksi takdirde müşterinindir. İmameyn'den bir rivâyete
göre teslim olmazdan önce satıcıya yemin ettirmeden kadınların şahitliği ile
cariye iade olunur. Satıcı: "Ben onu sana bâkire olarak teslim ettim.
Bikri senin elinde zail olmuştur." derse söz onun olur. Çünkü asıl olan
bâkireliktir. Hâkim cariyeyi kadınlara da göstermez. Çünkü satıcı bekâretin
zail olduğunu ikrar etmiştir. Bu satırlar kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır.
Biz bu hususta şârihin: "Bil ki kusurlar bir kaç nevi olur." dediği
yerde ve kusurluk muhayyerliğini anlatırken daha ziyade tahkikat yapacağız. Bu
hüküm cariyenin cima'dan başka bir sebeble kızlığı 'bozulduğu bilindiğine
göredir. Kızlığı cima'la bozulursa cariyeyi iade edemez, yalnız noksanını alır.
Nitekim o bâbta musannıfın:"Bir cariye satın alırsa ilh..." dediği
yerde gelecektir.
METİN
Bir kimse muhayyerlikte bir cariye satın
alır da onun yerine başkasını iade eder ve: "Satın aldığım bu idi"
derse satıcı "bu değildir" dediği, beyyine de bulunmadığı takdirde
söz yemini ile müşterinindir. Satıcının o cariye ile cimada bulunması caizdir.
Dürer. Bu birbirlerinden almak sureti ile satış olur. Fetih. Emânet malda iade
dahi böyledir. Bellenmelidir. Müşteri iade ederken satıcı: "Bu köle
fırıncılığı iyi bilirdi, oma senin yanında unutmuş" derse, söz müşterinin
olur. Çünkü asıl olan kölenin fırıncı ve kâtip olmamasıdır. Binaenaleyh zâhir
müşteriye şâhiddir. Şayet köleyi kâtıp ve fırıncı olmasını şart koşmadan satın
alır da köle bunları eskiden bilir fakat satıcının elinde unutursa köleyi ona
iade eder. Çünkü satılan mal teslim alınmadan değişmiştir. Zeylai.
Zeylai diyor ki: "Onu olmak isterse
kıymetinin tamamını vererek alır. Çünkü evvelce geçmişti ki, vasıflara malın
kıymetinden bir şey tekabül etmez."
FER'İ MESELELER: Bir kimse hânesini
içindeki kirişleri, kapıları, tahtaları ve ağaçları ile satar da hânede bunlardan
bir şey çıkmazsa müşteri için muhayyerlik yoktur.
İZAH
"Satıcının o cariye ile cimada
bulunması câizdir ilh..." Çünkü müşteri cariyeyi iade edince aynı fiyatla
onu satıcıya temlîke razı olduğu anlaşılır. Satıcının onu satın almaya hakkı
vardır. Dürer Buna kıyasen terzi sahibine başka bir elbise iade ederse câiz
olur. Kunduracı da öyledir. Tatarhâniyye.
Ben derim ki: Bu iade edilen elbisenin
terziden başkasının malı olduğunu bilmediğine göredir.
"Birbirlerinin elinden almak sureti
ile satış olur ilh..." Bu söz satıcıya istibrâ lâzım geldiğini gösterir.
T.
"Müşteri iade ederken satıcı
ilh..." Bu mesele ; yerinden alınarak sonraya bırakılmıştır. H.
"Ama senin yanında unutmuş
ilh..." Yani unutabilecek bir müddet geçmişse demek istiyor. Bahır. Bu
kayıd tevehhüm yeridir. Zira müddet kısa olsa hüküm evleviyetle böyledir.
"Çünkü satılan mal teslim alınmadan
değişmiştir ilh..." Bu talil akitten sonra unutmasına münasibtir. Akitten
önce olursa illet vasfın delâleten şart koşulmuş olmasıdır. Bahır sahibi şöyle
demiştir: "Bilmiş ol ki aranılan vasfın şart koşulması ya sarahat ya
delâlet yoluyla olur. Çünkü Bedâyı'ın kusur muhayyerliği bâbında bildirildiğine
göre yemek ve ekmek pişirmeyi bilmemek cariye hakkında kusur sayılmaz. Çünkü bu
terzilik gibi bir sanattır. Meğerki akidde şart koşulmuş olsun. Şart koşulmamış
ise cariye satıcının elinde aşçılık ve fırıncılık sanatını bilir de sonra yi ne
onun elinde unutursâ müşterinin onu iadeye hakkı vardır. Çünkü zahire göre
müşteri onu o sanata tama ederek satın almıştır. Binaenaleyh delâlet yolu ile
şart koşulmuş demektir ki. sözle şart koşulmuş gibidir. Zâhire bakılırsa bu
hüküm müşterinin bu sıfatı bildiğine göredir. Lakin buna göre Hâvî'nin sözü
müşkül kalır. Orada şöyle denilmiştir: "Bu ineği süt vermek şartıyla senden
satın alıyorum der de satıcı ben onu bu sıfatla satıyorum cevabını verir. Sonra
akdi şartsız yaparlarsa, inek süt süz çıktığı takdirde onu iade edemez."
Bu ifade akdin içinde şartı mutlaka söylemenin lüzumu hakkında açıktır. Delâlet
kâfi değildir, ama ihtimal bu başka bir kavildir.
"Vasıflara malın kıymetinden bir şey
tekabül etmez ilh..." Yukarda geçen: "Kıymet biçerken malın
birbirinden farklı olması onu iadeye yarar." sözü buna aykırı değildir.
Çünkü o iadeye imkân olmadığı zamandır. Yani müşteriden zararı def içindir. Bu
zaruridir. Müşteri için muhayyerlik yoktur. Yani aranan vasfın bulunmaması
muhayyerliği yoktur. Çünkü "hâneyi içindekilerle" sözü şart olarak
söylenmemiştir. Bu görme muhayyerliği ile aldanma muhayyerliğinin sâbit
olmasına aykırı değildir. Sonra gördüm ki hâşiye yazarlarından biri Muhît'tan
şunu nakletmiştir: Muhayyer olmamasının vechi bir eşyayı satışta şart koşmadığı
içindir. Onları satılan mala sıfat da yapmamıştır. Sadece o malda mevcud
olduğunu söylemiştir. Şart koşulmayan veya mola sıfat yapılmayan bir şeyin
satışta bulunmaması muhayyerlik icap etmez. Hâneyi kirişleri ile kapıları ile
dediği zaman müşteriye muhayyerlik vardır. Çünkü bunları hâneye sıfat
yapmıştır. Satış satılan mala sıfat ile şâmildir. O sıfatda olmadığını görünce
müşteri için muhayyerlik vardır." Bu şunu da ifade eder ki, şart yolu ile
söylese kendisine başka muhayyerlik de sabit olur. Çünkü Câ miu'l-Fûsuleyn'de
şöyle denilmiştir: "Bir kimse içinde hurma ağaçla". olmak üzere bir
yer yahut içinde odaları bulunmak şartı ile bir hâne satar da dediğî gibi
çıkmazsa akid caizdir. Müşteri ya fiyatın tamamını ödemek yahut malı terk etmek
hususunda muhayyer bırakılır. Burada kaide şudur: şartsız akidde dahil olan bir
şey şart koşulur da bulunmazsa akid caizdir. Şartsız dahil olmayan bir şey şart
koşulur da bulunmazsa akid caiz değildir."
METİN
Bir kimse tuğladan yapılmış olarak şartı
ile bir hâne satın alır da kerpiç çıkarsa yahut bütün ağaçlan yemişli olmak
şartı ile bir yer satın alır da ağaçların bir tanesi yemişsiz çıkarsa yahut
usfurla boyanmış olmak şartı ile bir elbise satın alır da safranla boyanmış
çıkarsa satış fâsid olur. Meselâ dişi katır olmak şartı ile bir hayvan satın
alır da erkek çıkarsa satış caiz, alıcı muhayyer olur. Bunun aksini yaparsa
caiz olur, fakat muhayyerlik yoktur. Çünkü alınan hayvan şart kılmandan daha
hayırlı bir sıfattadır. Mücteba. Kaide bellenmelidir.
İZAH
"Satış fasid olur ilh..." Bunun
sebebi farkın pek fazla olmasıdır Cins değişmiş sayılır. Cins değişince ise
alınanın şart koşulandan daha iyi olması muteber değildir. Meselâ safranla
boyanmış olması böyledir. Onun içindir ki, Fetih sahibi fâsidin misallerinden
olmak üzere şunları söylemiştir: "Bir kimse binasız veya ağaçsız olmak
şartı ile bir hâne satın alır da binalı veya ağaçlı çıkarsa yahut köle olmak
şartı ile alır da cariye çıkarsa satış fasid olur."
Evet, Bezzaziye sahibi binasız olmayı şart
koştuğunda satışın fasia olduğunu "Çünkü binayı yıkmaya muhtaç olur."
diye talil etmiştir. Fakat yemiş vermeyen ağaç meselesi müşkül kalır. Çünkü
onda cins değişikliği zahir değildir. Zâhir olan Bezzâziye'nin şu ifadesidir:
"Bir kimse içinde filân cinsten yemiş ağacı var diye bir yer satar da
yemiş vermeyen hurma çıkarsa satış fâsid olur. Çünkü zikredilen yemişin
fiyattan karşılığı vardır. Bulunmayan yemişin hissesi sakıt olur. Fakat kalan
fiyatın ne kadar olduğu bilinmez. Bu yüzülmüş bir koyun satın alıp da bacağı
kopmuş olmaya benzer."
"Satış câiz; alıcı muhayyer olur
ilh..." Çünkü cins birdir. İnsandan gayri hayvanlarda erkek ve dişi bir
cins sayılır. Burada alıcının muhayyer bırakılması hayvanlarda dişi erkekten
daha makbul olduğu içindir. Aranılan vasıf bulunmamış demektir. Onun için
muhayyer bırakılır. Yani bu bir cinstir. Onun için zekâtta erkekle dişi
arasında fark yapılmamıştır.
"Bunun aksini yaparsa ilh..."
yani erkek olmak şartı ile satın alır da katır dişi çıkarsa, kezâ erkek olmak
şartı ile bir eşek veya deve satın alır da dişi çıkarsa yahut ferci bitişik
veya gebe yahut dul diye bir cariye satın alır da aksi çıkarsa satış caiz olur,
muhayyerlik de yoktur. Çünkü mevcud sıfat şart koşulandan daha makbuldür. Deve
meselesinde satışın, sağmal ve damızlıkarayan köylüler ve badiyenişinler
arasında
olması gerekir. Şehirliler vekiracılar
arasında olursa erkek deve daha makbuldür, Fetih.
Fetih sahibinin fâsid satış babında
zikrettiğîne göre Hidâye sahibi:
"Bir kimse ekmekçidir diye bir köle
satar da kâtip çıkarsa alıcı muhayyerdir. Halbuki kâtiplik insanlar arasında
daha makbul bir sanattır." demiştir. Galiba Hidâye sahibi bulunan sıfatın
daha makbul olup olmadığını ayırmayan ulemadan olacaktır. Diğer ulemaya göre
ise muhayyerlik mevcud olan sıfatın noksan olmasına göredir. Birinci şık
sahihlenmiştir. Çünkü müşterinin maksadı hasıl olmamıştır. Kâfirdir diye bir
köle satın alıp da Müslüman çıkması bunun hilâfınadır. Burada muhayyerlik
yoktur. Çünkü hizmetinde kullanmak müslümanla kâfir orasında fark etmez.
Ekmekciliği veya yazıcılığı tâyin etmek bunun hilâfınadır. Çünkü bu vasıfta
olmasına ihtiyacı bulunduğu gösterir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır
METİN
Görme muhayyerliği tâbiri müsebbebi sebebe
izafet kabîlindendir. Bir şeyi şartına izafettir diyenler de olmuşsa da bu
zâhir değildir. Çünkü aşağıda geleceği vecihle müşteri malı görmeden dönebilir.
Görme mu-hayyerliği dört yerde sabit olur. Bunlar: Ayn olan mallarda satın
almak;icare, taksim ve muayyen bir şey üzerinde mal dâvâsından uzlaşmadır. Zira
bunların her biri muâvezadır. Borçlarda, paralarda ve feshi kabul etmeyen
şeylerde görme muhayyerliği yoktur. Fetih.
İZAH
Bu bâbı kusur muhayyerliğinden önce
zikretmesi hukmün tamamına mâni olduğu içindir. Kusur muhayyerliği ise
yürürlüğe girmesine mânidir. Yürürlüğe girmek akid tamam olduktan sonra gelir.
Görme muhayyerliğî ile malı dönmek, teslim olmadan olsun, testim aldıktan sonra
olsun fesihdir; mahkeme kararına ve satıcının rızasına muhtaç değildir. Ben
döndüm demekle feshedilmiş olur. Şu kadar var ki, dönmek ancak satıcının
bilmesi ile sahih olur. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Görme muhayyerliği
şartsız olarak hüküm isbat eder. Bir şeye tevakkuf etmez. Milkin müşteriye aîd
olmasına da mâni değildir. Hatta o malda tesarruf etse tesarrufu câiz,
muhayyerliği bâtıl olur. Malın kıymetini ödemesi lâzım gelir. Kezâ mal elinde
helâk olur veya fesh edemeyeceği bir hal alırsa. muhayyerliği bâtıl olur.
Sirâc'da böyle denilmiştir. Bahır.
"Müsebbebi sebebbe izafet
kabilindendir ilh..." Fetih ve Bahır'da zikredilen şudur: "Görmek
muhayyerliğin sâbit olması için şarttır. Gördükten sonra muhayyerliğin sübutuna
sebeb ise görmemektir."
"Aşağıda geleceği vechile ilh..."
ifadesinden murad : Bir şeyin şartı, bulunmadan sâbit olmamasıdır. Yine orada
beyan edileceğine göre bu, şarihin söylediğine red cevabı da teşkil eder. Çünkü
müsebbeb sebebinden önce bulunamaz. Cevabı az sonra gelecektir ki, şudur: O
başka bir sebeble sabit olur. Beyanı Halebînin dediğe gibi şöyledir: Görme
muhayyerliğinden önceki fesih hakkı kendisine muhayyerliğin sâbit olmasının
neticelerinden değil, yürürlüğe girmemiş bir akid olması hükmüncedir. Çünkü
kesin olarak vâki olmamıştır. Binaenaleyh kendisinde zayıflık bulunduğû için
feshi câiz olur. Nitekim inâye sahibi bunu tahkîk etmiştir. Şârih dahil
söyleyecektir.
"Görme muhayyerliği dört yerde sâbit
olur." Başka yerlerde sâbit olmaz. Nitekim Fetih'de bildirilmiştir.
"Ayn olan mallarda satın olmak
ilh..." Yani tâyini lâzım olan mallarda demek istiyor. Zimmette borç
alarak sübut bulmaz. Maksad sahih olan satıştır. Çünkü Bahır'da
Camiu'l-Fûsuleyn'den naklen: "Görme muhayyerliği ile kusur muhayyerliği
fâsid satışda sâbit olmazlar." denilmiştir. Yani bunarsız fesih vacib
olduğu için demek istenilmiştir.
"Taksim ilh..." Bu hususta
Şürunbulâlî'de Uyûn'dan naklen şöyle denilmiştir: "Muhtelif cins malların
taksiminde üç muhayyerlik yani şart muhayyerliği, kusur ve görme
muhayyerlikleri sabit olur. Misliyyatın yani kile ve tartı ile satılan şeylerin
taksiminde ise sadece kusur muhayyerliği sabit olur. Misliyyattan olmayan bir
nevi'den elbiselerle sığır ve koyun gibi şeylerde kusur muhayyerliği sabit
olur. Ebû Süleyman'ın rivayetine göre şart ve görme muhayyerlikleri de sâbit
olur, ki esah olan budur. Fetva da buna göredir Ebû Hafs'ın rivâyetine göre îse
sabit olmaz."
"Borçlarda ve paralarda"
İfadesinin yerine bazı nüshalarda; kısas borçları, diğer bazılarında akid
borçları denilmiştir. Birincisi daha yerindedir. Paraları borçların üzerine
atfetmek hâssın âm üzerine atfı kabilindendir.
Fetih sahibi diyor ki: "Bundan, yani
bu muhayyerliğin yalnız dört yere münhasır olmasından anlaşılıyor ki, borçlarda
görme muhayyerliği yoktur. Selem yapılan malla, gümüş ve altın paralar gibi
halis kıymet olan mallarda bu muhayyerlik yoktur. Satılan malın altın veya
gümüşten yapılmış, kab olması bunu hilâfınadır. Onda muhayyerlik vardır."
Bahır'da: "Selemin sermayesi ayn olursa kendisine selem yapılan şahsa
muhayyerlik sabit olur." denîlmiştir.
"Feshi kabul etmeyen şeylerde görme
muhayyerliği yoktur." Fetih sahibi diyor ki: "Bunun yeri feshi kabul
eden akidlerdir. Nehir. Kısasdan uzlaşma bedeli ve hul bedeli gibi şeyler ayn
olsalar da fesh kabul etmezler. Çünkü bunlarda görme muhayyerliğinin bir
faydası yoktur. Zira malı dönmek fesh olmayı icab etmeyince akıd bâkî demektir.
Onun bakî olması o aynı istemeyi icab eder. Mukabilindeki kıymeti İstemeyi îcab
etmez. Onu geri vermeye hakkı olsaydı ebediyyen iade ederdi."
METİN
Akdi yapanların görmedikleri bir malı alıp
satmaları caizdir. Ama câiz olmak için satılan mala veya yerine işaret etmek
cevazın şartıdır. Buna işaret etmezse bilittifak câiz olmaz. Fetih ve Bahır.
Ehizâde'nin hâşiyesinde "Esah kavil caiz olmasıdır." denilmiştir.
Müşteri malı gördüğü vakit onu iade edebilir.
ÎZAH
"Görmedikleri bir malı ilh..."
ifadesi hakkında Bahır sahibi şunları söylemiştir: "Görmediği tâbirinden
muradı akdi yaparken ve daha önce görmediği maldır. Görmekten maksad maksudu
bilmektir. Bu tâbir umum mecaz kabîlinden olup görmek mecâzî mânânın
fertlerindendir. Binaenaleyh misk gibi koklamakla bilinen şeylere şâmil olduğu
gibi gördükten sonra satın alıp değişmiş bulduğuna ve gözü görmeyenin satın
aldığına da şâmildir. Kınye'de bildirildiğine göre bir kimse tadılan bir şey
satın alır da geceleyin tadar ve görmezse muhayyerliği sakıt olur."
"Satılan mala ilh..." Yani
görmeden alıp sattıkları malı demek istiyor. Meselâ örtülü bulunur.
"Buna işaret etmezse ilh..."
Burada Feth'in ibâresi şöyledir: "Mebsût'da beyan edildiğîne göre mala
veya yerine işaret cevazını şartıdır. Mala veya yerine işaret etmezse
bilittifak câiz olmaz." Lâkin Kudûrî'nin mutlak olan ifadesi satışın câiz
olmasını iktiza eder. Bu husustu malın cinsini söyleyip söylememesi malın
kendine veya yerine işaret etmesi ve malın örtülü olup olmaması fark etmez.
Meselâ; cebimde olanı sana sattım der. Hatta umumiyetle ulema mutlak verilen
cevab İmam-ı Azam'a göre cevaza delâlet eder demişlerdir. Bir taife ise satılan
mal her cihetçe meçhul olduğu için câiz olmadığını söylemişlerdir. Zâhire
bakılırsa mutlaktan murad Şemsü'l- Eimme'nin ve Esrar sahibi ile Zahîre sahibi
gibi ve başkalarının söyledikleridir. Çünkü cinsi asla bilinmeyen bir malı
satmanın câiz olması ihtimalden uzaktır. Bu sana on dirheme bir şey sattım
demek gibidir." Feth'in sözü burada biter. Bu sözün hâsılı umumiyetle
ulemanın kavilleri ile bazı ulemanın kavillerinin arasını bulmaktır. Mutlak
cevap Şemsü'l-Eimme ile değerlerinin sözlerine yorumlanır ki, buna göre mala veya
bulunduğu yere işaret etmek lâzımdır. Çünkü cinsi asla bilinmeyen bir malı
satmak sahih değildir. Yani tavsifle veya işaretle bilinmeyen mal satılamaz.
Onun içindir ki Nihaye sahibi: "Yani tavsif edilen yahut malın kendine
veya yerine işaret edilen demektir ki, orada bu isimle başka bir mal
bulunmayacaktır." demiştir. Bu gösterir ki işaretin lüzumu cinsi ve vasfı
söylenmediği zamandır. İşaret yerine malın adını söylemek kâfidir. Hatta
"sana yerli buğdaydan bir yığını şu kadara sattım" der de yığın kendi
milkinde ve bir neviden olup bir yerde bulunursa satış caizdir. İzafet dahi
böyledir. "Sana kölemi sattım" der de başka kölesi bulunmazsa, keza
"filân yeri sana sattım" der de hudûdunu beyan ederse caiz olur.
Burada fazla meçhullüğün nefi edilmesi muteberdir. Böyle olursa satış
muteberdir. Nitekim biz bunu satışlar bahsinîn başında söz götürmez bir şekilde
tahkîk ettik. Müracaat etmek istersen musannıfın: "Satış sahih olmak için
malın mikdar ve kıymetini bilmek şarttır." dediği yere bakabilirsin. Çünkü
oradaki izahatın sana burada faydası vardır. Bu izahtan anlaşılır ki Sa'diyye
hâşiyelerindeki:
Ben derim ki: Satılan mala veya bulunduğu
yere işarette bulunmak cevazın şartıdır, ifadesî bahusus buna bilittifak
kaydını eklemek söz götürür." cümlesi itibardan sakıttır. Düşünmelidir!
Çünkü İşaretin daima şort olmadığını biliyorsun. O başka bir tarif olmadığı
zaman meçhûllüğü artodan kaldırmak İçin muteberdir.
"Ehizâde'nin hâşiyesinde:" Murad
Sadru'ş-Şeria üzerine yazdığı hâşiyedir. Minah sahibi diyor ki:
"Ehizâde'nin hâşiyesinde bu bahis zikredildikten sonra şöyle denilmiştir:
Ulemamızın çoğunluğuna göre cevabın mutlak verilmesi câiz olduğunu gösterir ki,
esah olan da budur. Bazıları sahih olmadığını söylemişler ve bunu
sahihleşmişlerdir. Câmıu'l-Fûsuleyn'in üçüncü faslındaki şu ifade bunu te'yid
eder: Satılan malın hazırlanmış olarak oraya bulunması ve teslim edilebilir
olması şarttır. Gerçi Mebsût'ta: Mala veya bulunduğu yere işaret denilmişse de
bu cevazın şartıdır Hatta mala veya yerine işaret etmezse bilittifak caiz olmaz.
İnâye'de bildirildiğine göre Kudûrî şöyle demiştir: Bir kimse görmediği bir şey
satın alırsa satış câizdir. Bunun mânâsı şu cebimdeki elbiseyi sana sattım
yahut şu seçkin cariyeyi sana sattım demektir. Göz önünde olmayan bir aynın
yerine işaret de böyledir. O yerde bu ismi taşıyan başka bir mal yoksa mekân
adıyla belli mal da malûm ise câiz olur. Esrar sahibi demiştir ki: Çünkü
sözümüz öyle bir ayn hakkındadır ki ayn olan bu mal görülmüş olsa satış caiz
olur." Minah'ın ifadesi kısaltılmış olarak burada sona erer.
Gizli değildir ki bu sözün hâsılı mutlak
olan cevabı Mebsût sahibinin ve diğerlerinin sözleri ile kayıtlamaktır. Nasılki
Fethü'l-Kadir'den naklen yukarıda geçmişti Kudûrî'nin adı geçen ibâresi gibi
diğer metinlerin mutlak olan sözleri buna yorumlanır.
"Malı gördüğü vakit" sözünden
murad onu öğrendiği vakit demektir, Nitekim yukarıda arzetmiştik.
METİN
Meğerki satıcı o malı müşterinin evine
götürmüş olsun. Bu takdirde müşteri onu görürse artık iade edemez. Ancak
satıcıya iade ederse olur. Eşbâh. Görmezden önce sözle razı olsa bile iade
eder. Çünkü onun muayyen muhayyerliğî nass ile görmeye bağlanmıştır. Muallâk
olan bir şey şartından önce bulunamaz. Görmezden önce satışı fesh ederse esah
kavle göre fesh sahih olur. Bahır. Çünkü satılan malın meçhûl olması sebebi ile
satış yürürlüğe giremez, Binaenaleyh kesin olarak satış vuku bulmamıştır.
İZAH
"Meğerki satıcı o malı müşterinin
evine götürmüş olsun ilh..." Ba-
hır'da Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen şöyle
denilmiştir: "Bir kimse bir mal satın alır da satıcı o malı müşterinin
evine götürürse, müşteri onu gördüğü takdirde iade edemez. Çünkü iade ederse
mal taşınmaya muhtaçtır. Binaenaleyh müşterinin elinde kusurlanmış mal gibi
olur. Kusur veya şart yahut görme muhayyerliği ile malı iade masrafı müşteriye aiddir.
Bir şey satın alır da onu bir yere götürürse akdin yapıldığı yere iade ettiği
takdirde kusur veya görme muhayyerliği ile iade edebilir. Aksi takdirde iade
edemez." Bu sözün zâhiri gösteriyor ki, malı müşteri götürdüğü vakit iade
etmek İsterse ancak akdin yapıldığı yere götürmesi şartı ne iade edebilir.
Satıcının malı götürmesi bunun hilâfınadır. Bu şârihin Eşbâh'tan naklettiğine
muhaliftir. öyle görülüyor ki fark yoktur. Bahır sahibinin "Çünkü iade
ederse ilh..." sözü zahir değildir. Çünkü ondan sonra iade masrafı
müşteriye iddir demesi buna münasip değildir. Sonra gördüm ki Nuru'l-Ayn sahibi
adı geçen ta'lile benim söylediğim şekilde itiraz etmiştîr. Sonra Fûsuleyn'in
sözünden anlaşılan şudur: Satıcının malı müşterinin evine götürürken harcadığı
para müşteri o malı akdin yapıldığı yere iade etmek şartı ile müşteriye lâzım
gelmez. Çükü satıcı harcadığını teberru etmiş olur. Zira ona vâcib olan akdin
yapıldığı yerde malı teslim etmektir. Malı götürmesivâcib değildir. Bununla
fetva hadisesi olan bir meseleye cevap verilmiş olur. Mesele şudur: Bir kimse
görmeden demir satın alır da satıcının onu evine götürmesini şart koşarsa sonra
demiri görüp beğenmediği ve satışı görme muhayyerliği ile yahut mezkûr şart
sebebi ile akid fâsid olduğu için bozmak istediği takdirde cevap şudur: O
demiri iade için satıcının beldesine götürmesi lâzımdır. Velevki iadesi fesad
sebebi ile olsun. Zira yine Câmiu'l-Fûsuleyn' de açıklandığına göre fâsid
satışla iade edilen malın masrafı fesihten sonra teslim olana aiddir.
"Görmezden önce sözle razı olsa
bile" cümlesindeki sözle kaydı şundandır: Çünkü fiilen kabul ederse.
meselâ; o malda tasarrufta bulunursa muhayyerliği kalmaz. Nitekim Mecma
şerhinden naklen Şürunbulâliyye'de beyan edilmiştir.
"Çünkü onun muhayyerliği nass ile
görmeye başlanmıştır," Nassdan murad : "Bir kimse görmediği bir şey
satın alırsa, gördüğü vakit muhayyer olur. İsterse, alır isterse
terkeder." hadîsidir. Dürer sahibi diyor ki:
"Buna şöyle itiraz edilebilir: Bu
şartın mefhumu ile istidlâldir. Biz buna kail değiliz."
Ben derim ki: Bunun cevabı şudur: Akidde
asıl olan geçerliliktir. Muhayyerlik ancak delili varsa sabit olur. Nass sadece
gördüğü vakit muhayyerliği isbat etmiştir. Oradan ötesi aslı üzere kalır. Şu
halde hüküm bu şartın mefhumu ile değil aslın delili ile sâbittir. Şârihin :
"Şart bulunmazdan Önce muallâk mevcud olamaz." sözünün mânâsı da
budur. Fetih sahibi diyor ki: "Şarta muallâk olan bir şey o şart
bulunmazdan önce yok demektir. Sabit olmadan bir şeyin ıskatı tahakkuk edemez."
Yani muhayyerlik görmeye bağlı bırakılmışsa görmeden önce yok demektir.
Binaenaleyh rıza ile iskatı sahih değildir.
"Satış yürürlüğe giremez."
ifadesi fesihle cevaz verme arasındaki farkın beyanıdır. Çünkü görmeden cevaz
verirse yürürlüğe girmez. Fakat fesih girer. Halbuki yukarıda geçen hadîste
talîk hususunda. ikisi de müsavîdir. Sebebi şudur: Feshin başka sebebi vardır.
O da bu akdin yürürlüğe girmemesidir. Yürürlüğe girmeyen bir şeyi müşteri fesh
edebilir. Cevaz vermenin ise başka bir sebebi yoktur. O yokluğu üzere kalır. Bunun
hâsılı da görmeden önce yürürlüğe girmemesidir. Çünkü satılan mal meçhûldur.
Malı görünce yürürlüğe girmemesi için başka bir sebep meydana çıkar ki, o da
görmektir. Bir müsebbebin bir kaç tane sebebi olmasına bir mâni yoktur. Bunu
Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
Görme muhayyerliği mutlak olarak sâbittir.
Bir müddetle sınırlı değildir. Esah kavil budur. İnâye. Çünkü ibtal edecek bir
şey bulunmadıkça nass mutlaktır. ibtal eden şey mutlak olarak şart
muhayyerliğidir. Gördükten sonra ise rıza ifade eden şeydir. Görmeden önce rıza
ifade etmez. Dürer. Binaenaleyh şufa ile alır, sonra görmekle iade eder. Burası
Dürer'in şart muhayyeriliği babından alınmıştır.
İZAH
"Esah kavli budur ilh..."
Bazıları gördükten sonra fesih mümkün olacak kadar bir vakitte sınırlı olduğunu
söylemişlerdir. Bu kadar bir imkân bulur da fesih etmezse, muhayyerliği sakıt
olur. Bahır.
"ibtal eden şey mutlak olarak şart
muhayyerliğidir ilh..." Meselâ:Mal elinde İken kusurlanması, bir kısmını
iade etmenin İmkânsızlığı ve köle âzâdı ile ona tabi olan şeyler gibi feshi
kabul etmeyen tasarruf yahut mutlak satış gibi başkasının hakkı olmayı icab
eden tasarruf bu kabîldendir. Mutlak satıştan murad satıcıya muhayyerlik
olmamasıdır. Rehin, gördükten önce ve sonra icare de bu kabîldendir. Başkasını
hakkı olmayı icabeden tasarruf, satıcı muhayyer olmak şartı ile satış yapmak,
pazarlıkta bulunmak, teslim etmeksizin bağışta bulunmak gibi şeylerdir.
Teslimden sonra muhayyerlik bâtıl olur. Teslimden önce bâtıl değildir. Mülteka.
Câmiu'l- Fûsuleyn'de şöyle denilmektedir:
"Bir kimse muhayyerlikle satış yaparsa onunla görme muhayyerliği bâtıl
olmaz. Yalnız bir rivâyete göre bâtıl olur. Müşterinîn muhayyerliği ile satarsa
bâtıl olur. Kezâ fâsid bir satış yapar da malın bir kısmı müşterinin elinde
helâk olursa muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü görme muhayyerliği pazarlığın
tamamıma mânidir. Helâk veya kusur sebebi ile bir kısmını iade etmek mümkün
olmayınca muhayyerliği bâtıl olur. Malı gördükten sonra bir kısmını satışa
arzeden veya bir kısmına razı oldum derse, muhayyerliği bâtıl olur. Kusur
muhayyerliği de böyledir. Malı görür de onu aracı gönderdiği kimse kabul ederse
hüküm yine budur."
Nuru'l-Ayn'da beyan edildiğine göre malın
bir kısmım satışa arzetmek ittifakî bir mesele değildir. Çünkü Hâniyye'de:
"Malı gördükten sonra bir kısmını satışa arzederse İmam Muhammed'e göre
muhayyerIiği bâtıl olur; Ebû Yusuf'a göre bâtıl olmaz." denilmiştir.
Ben derim ki: Hâniyye sahibi daha meşhur
olan kavli önce zikreder.
"Mutlak olarak" sözünden murad
görmezden önce ve gördükten sonra demektir. Nitekim bunu görmüştün.
"Rıza ifade eden şeydir." Şarih
burada Dürer'in ibâresini mânâ itibariyle nakletmiştir. Çünkü Dürer'in ibâresi
şöyledir: "Muhayyerliği başkasının hakkı olmayı icab etmeyen muhayyerlikle
satış, Pazarlık ve gördükten sonra teslim etmeksizin hibe gibi şeyler ibtal
eder. Görmeden testim ibtal etmez. Çünkü bu tesarruflar açık rızadan öteye
geçmezler. Açık rıza İse ancak gördükten sonra muhayyerliği ibtal eder, ilk
tasarruflar ise daha kuvvetlidirler. Çünkü onların bazısı feshi kabul etmez.
Bazısı da başkasının hakkı olmayı icab eder. Artık bunu ibtale hakkı
yoktur." Sonra bilmiş ol ki Kenz sahibi sadece: "Görme muhayyerliği
de şart muhayyerliğinin bâtıl olduğu şeyle bozulur." demekle yetinmiştir.
Onun üzerine kendisine Bahır sahibi malı şüf'a ile almak, satışa arzetmek,
satıcının muhayyerliği şartı ile satmak, icare, kirasız oturtmak ve malı
görmeden almaya razı olmakmeseleleri ile itiraz etmiştir. Çünkü bunlar şart
muhayyerliğini ibtal eder. Fakat görme muhayyerliğini ibtal etmezler. Lâkin
doğrusu icare sözünü ibâreden çıkarmaktır. Çünkü o başkasına hak icab eder.
Biliyorsun ki satışa arz meselesi ihtilâflıdır. Sonra Bahır sahibinin itirazına
karşı şârih: "Gördükten sonra rıza ifade eder, görmezden önce rıza ifade etmez."
ifadesi ile ihtirazda bulunmuştur. Çünkü bu gibi şeyler görmezden önce görme
muhayyerliğini ibtal etmezler. Çünkü görmek rıza ifade eder. Görmezden önce
açıkça razı olduğunu söylemek bu muhayyerliği ibtal etmez. Onun için de
şârih:"Gördükten sonra rıza ifade eder. görmezden önce etmez."
demiştir. Lâkin Bahır sahibinin itirazı "0 muhayyerlik şartını mutlak
surette ibtal eder." cümlesi üzerinde bâkîdir. Çünkü bu gibi şeyler
muhayyerlik şartını ibtal ederler. Bundan da görmezden önce ve gördükten sonra
bunların görme muhayyerliğini ibtal edeceği vehmi hâsıl olur. Halbuki görmezden
önce ibtal etmezler. Sebebini yukarıda gördün. Şârihin: "Gördükten sonra
ise rıza İfade eden şeydir, görmeden önce rıza ifade etmez." demesinin bir
faydası yoktur. Çünkü şart muhayyerliğini ibtal eden şeylerden bazıları rıza
ifade ederler. Nasılki köle âzâdı, satış ve bunlara benzeyen tesarruflar
böyledir. Onları görmezden önce ve gördükten sonra görme muhayyerliği bâtıl
olur.
TENBiH : Bahır sahibi satılan malı teslim
almayı ve gördükten sonra parasını saymayı da görme muhayyerliğini ibtal eden
şeylerden saymıştır. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi bana: "Kezâ malı görür de onu
aracısı teslim alırsa hüküm yine budur." ifadesini ziyade etmiştir. Satıcı
malı müşterinin evine götürür de müşteri onu görürse, artık onu iade edemez.
Meğerki akdin yapıldığı yere götürerek iade etsin. Nitekim beyanı yukarıda
geçmişdi. Kezâ görmediği bir yeri satın alır da kiraya verirse, kiracı o yeri
ektiği zaman hüküm bu olduğu gibi bir denk elbise satın alır da birisini
giyerse, bütün elbiseler hakkında muhayyerliği bâtıl olur.
"Binaenaleyh şüf'a ile alır
ilh..." cümlesi "görmeden önce rıza ifade etmez" sözü üzerine
tefri edilmiştir. Yani rıza ifade eden şey malı görmeden önce görme
muhayyerliğini ibtal etmeyince, bir kimse görmeden bir hâne satın alır da onun
yanı başında bir hâne satılırsa, bu ikinci; hâneyi şufa ile alabilir.
Birincideki muhayyerliği bâtıl olmaz. Hatta haneyi görür de beğenmezse görme
muhayyerliği ile iade edebilir.
TENBiH : Şârihin buradaki ifadeyi Dürer'in
muhayyerlik şartı bâbına nisbet etmesi şundandır: Dürer sahibi bu meseleyi
kitabının metninde: Kezâ görmediği bir hânede şüf'a istemesi de böyledir."
ifadesi ile zikretmiş. Görmezden önce muhayyerliği ibtal edeceğini anlatmıştır.
Halbuki doğru değildir.
METİN
Fesh için satıcının feshi bilmesi şarttır.
Bu, aldanma olmasın diyedir. Esah kavle göre görmediği bir şeyi satan için
muhayyerlik yoktur, Ama maksadı bildiren bir yerini görmek kâfidîr. Bir yığının
ve kölenin yüzünü görmek, binek hayvanının yüzünü ve esah kavle göre sağrısını
görmek böyledir.
İZAH
"Aldanma" dan murad satıcının
aldanmasıdır. Müşterinin satın almasına güvenerek malına başka müşteri aramaz
da böylece aldanmış olur. T.
"Görmediği bir şeyi satan için
muhayyerlik yoktur." Meselâ: Bir aynı mirâs olarak alır da satarsa,
muhayyerliği kalmaz. Bunun delili icma-ı sükûtîdir. Dürr-ü Müntekâ. Yani sahâbe
(R.A.) hazeratının huzurlarında böyle hüküm verilmiş; onlardan hiç birinin
muhalefette bulunduğu rivâyet edilmemiştir. Böylece icma-ı sükûtî vâki
olmuştur. Nitekim Fetih'de izahât verilmiştir. îmam-ı Azam'ın sonradan döndüğü
kavil de budur. Bahır'da da böyle denilmiştir. Böylece anlaşılır ki, "esah
kavle göre" demeye lüzum yoktur. Çünkü bu söz, mukabilinin sahih olduğunu
îham eder. Halbuki müçtehidin terk ettiği söz artık onun kavli değildir Çünkü
neshedilmiş hükmündedir.
"Maksadı bildiren bir yerini görmek
kâfidir." Bütününü görmek şart değildir. Çünkü imkânsızdır. Binaenaleyh
maksadı bildiren bir yerini görmekle yetinilir. Hidâye. Maksad; muhayyerlik
sâkıt olmak için satışdan önce bunu görmektir. Zira gördüğünü satın almıştır.
Artık muhayyerliği kalmaz. Murad, görmeden satın alır da sonra görürse,
muhayyerliği kalmaz demek değildir. Nitekim talebeden biri bunu tevehhüm ederek
müşkül saymış: "Görme muhayyerliği vakitte sınırlarmış değildir. Malı
satın aldıktan sonra görürse, muhayyerliği ancak sözle yahut razı olduğunu
gösteren bir fiille sâkıt olur. Şu halde mücerred maksada de,âlet eden bir
yerini görmekle nasıl sâkıt olur?" demiştir. Bunu Nehir sahibi
söylemiştir. Şârih de buna işaret etmektedir. Şübhesiz ki bu sâkıt bir
tevehhümdür. Aksi takdirde satın aldıktan sonra görme muhayyerliğinin sâbit
olmaması, ancak satın aldıktan sonra görmezden önce sâbit olurdu ki, buna kail
olan yoktur. Halbuki yukarıda geçtiği vecihle muhayyerliğin sâbit olması için
satın aldıktan sonra görmek şarttır.
"Bir yığının" Yüzünü görmekten
murad ferdleri arasında fark olmayandır. Fetih sahibi diyor ki: "Satışda
bir çok şeyler dahilse bakılır: ölçülen ve tartılan şeylerde olduğu gibi
ferdleri arasında fark yoksa, muhayyerliğin sukutu için bir tanesini görmekle
yetinilir. Bu nümûne göstermekle bilinir. Meğerki kolan kısmı gördüğünden daha
kötü olsun. O zaman muhayyerliği vardır. Yani görme muhayyerliği değil, kusur
muhayyerliği vardır. Bunu Yenâbi sahibi söylemiştir. Kâfî sahibi ta'lilini
yaparak: "O kimse ancak gördüğü sıfatta olmasına rıza göstermiştir.
Başkasına razı değildir." demiştir. Bu, görme muhayyerliğini ifade eder.
Musannıfın yani Hidâye sahibinin sözünün muktezası da budur.
Tahkîk şudur: Kalan kısmın farkı kusur
derecesine varırsa, bu kusur muhayyerliğidir. Kusurlu denilecek dereceye
varmazsa görme muhayyerliğiolur. Bazen bunların ikisi de bir yerde bulunurlar.
Meselâ; görmediği bir şeyi satın alır da teslim almazsa ve satıcı bir kusurunu
söylediğinde hemen malı ona gösterirse her ikisi mevcuddur. Bahır sahibi bunu
tasdik etmiştir.
Hâsılı : Kalan kısmın gördüğünden daha kötü
ise bir kısmını görmek kâfi gelmez. Yani bununla mutlak surette muhayyerlik
sâkıt olmaz. Bununla ancak görme muhayyerliği sukut eder. Yenâbî'in ifadesine
göre kusur muhayyerliği bakîdir. Kâfî'nin ifadesine göre ise görme muhayyerliği
bakidir Tahkîk tafsilâta gitmektir. Şöyle ki; kalan kısım kusurlu ise her iki
muhayyerlik bâkîdir. Aksi takdirde yalnız görme muhayyerliği sabit olur. Bu
izahâtla Nehir'in sözü sakıt olur. Nehir sahibi şunları söylemiştir:
"Bence tahkîk Kâfî'nin sözüdür. Çünkü bu görme kâfi değilse görme
muhayyerliğini ıskat eden nedir ki ondan kusur muhay- yerliğine intikal etmiştir?"
Bu Yenâbî sahibine itirazdır.
Cevab şudur: Görmek, görme muhayyerliğini
ıskat etmiştir. O ancak satışın yürürlüğe girmesi için kâfi değildir. Çünkü
onunla birlikte kusur muhayyerliği bakîdir. Nitekim Yenûbî'in sözünü bu vecihle
İzah etmiştik. Tahkîkın kimin sözü olduğunu gördün. Bundan sonra Fetih sahibi
şunları söylemiştir: "Sonra bir kısmını görmekle muhayyerliğin sukutu mal
bir kapta olduğu zamandır. Birden fazla kaplarda olursa, bazılarına göre hüküm
yine budur. Birtakımları mutlaka her kabı görmenîn lâzım geldiğini
söylemişlerdir. Sahih olan birincisidir. Çünkü bir kısmını görmek kalanın
halini bildirir. Bu öteki kaptakinin de bunun gibi yahut daha iyi olduğu
anlaşıldığına göredir. Daha kötü olduğu anlaşılırsa muhayyerliği bâkîdir.
TENBİH : Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi şunları
söylemiştir: "Müşteri; kalan kısmı bu sıfatta çıkmadı der; satıcı ise o
sıfatta olduğunu söylerse söz satıcının olur; müşteriye beyyine düşer." Bu
ifadenin bir misli de Hâniyye'dedir. Şübhesiz bu gördüğü nümune helâk olup
müşteri kalan kısmın nümuneye uymadığını iddia ettiği zamandır. Numune mevcud
ise bilirkişiye gösterilir; bu suretle hal anlaşılır. Lâkin bir şey kalır ki, o
da şudur: Bu mal orada olup bir kese veya benzeri bir şeyle örtülü olduğuna
göre zâhirdir. Mal gaibte olup satıcı nümunesini getirirse, helâk olduğu zaman
kalanını getirdiği takdirde, müşteri bu malın nümunede gördüğü sıfatta
olmadığını iddia ederse, söz müşterinin olması gerekir. Çünkü o zımnen malın o
olduğunu inkâr etmektedir. Nümunenin mevcud olması bunun hilâfınadır. Çünkü
malın o olduğuna iki taraf ittifak etmektedir. ihtilâf sadece sıfattadır. Bu
suretle anlaşılır ki, Remlî'nin Fûsuleyn hâşiyelerinde bahsettiği: "Nümune
helâk olursa söz müşterinindir. Zira zımnen kalanın satılan mal olduğunu inkâr
etmektedir." sözü dediğimle gibi malın gaibte olması haline yorumlanır.
Aksi takdirde sarahaten nakledilen buna muhaliftir.
"Kölenin yüzünü" veya ekserisini
görmek kâfidir. Nitekim Sirâc'da da böyle denilmiştir. Çünkü köle ve
cariyelerde sair uzuvlar yüze tâbidir. Onun için bütün uzuvları müsavî olmakla
beraber yüzünün farklı olduğu farz edilirse kıymet değişir. Musannıfın sözünden
anlaşıldığına, göre yüzünden başka uzuvlarına bakarsa muhayyerliği sakıt olmaz.
Sirâc sahibi de bunu açıklamıştır. Nehir. Bize göre avuçlarını, dilini,
dişlerini ve saçını görmek şart değildir. Bahır.
'Binek hayvanı" Sözü et için satılan
koyun, cariye, sağmal inek ve deve gibi şeylerden ihtiraz içindir. Nitekim
Nehir'de beyan edilmiştir. Bunların hükümleri ileride gelecektir,
"Sağrısını görmek böyledir."
demesinden anlaşılıyor ki bacaklarını görmek şart değildir. Sahih olan da
budur. Nehir.
"Esah" dediği kavli İmam Ebû
Yusuf'a aiddir. İmam Muhammed yüzünü görmekle yetinmiştir.
METİN
Dürülü elbisenin dışını ve hânenin içini
görmek de kâfidir. İmam Züfer elbiseyi mutlaka yaymak lâzımdır demiştir ki,
muhtar olan kavil de budur. Nitekim muteber kitabların ekserisinde
bildirilmiştir. Bunu musannıf söylemiştir. Züfer'e göre hanedeki evlerin
içlerini görmek de mutlaka lâzımdır. Sahih olan kavil budur. Fetva da buna
göredir. Cevhere. Ama bu delil ihtilâfı değil zamanın değişmesi icabıdır.
İZAH
"Dürülü elbisenin dışını ilh..."
demesi görünen kısım dürülü olanı bildirdiği içindir. Açılması şart kılınırsa
elbisesinin kırılması ve güzelliğinin eksilmesi sebebi ile satıcı zarar
göreceği içindir. Bununla elbisenin kıymeti eksilir. Meğerki elbisenin iki yüzü
başka başka olsun. O zaman ikisini de görmek gerekir. Yahut dürmekten maksadı
çizgilerini göstermek olsun, Bazıları bunun o zaman örfüne göre olduğunu
söylemişlerdir. Bizim örfümüze göre elbisenin içini görmedikçe muhayyerliği
sâkıt olmaz. Çünkü elbiselerde astarla yüzün başka başka olması istikrarlı bir
adet haline gelmiştir. İmam Züfer'in kavli de budur. Mebsût'da cevabın Züfer
kavline göre verileceği kaydedilmiştir. Fetih ve Bahır.
Ben derim ki: Son ta'Iile göre değişik
değilse muhayyerlik sâkıt olur. Meğerki astarının yüzünden daha kötü olduğu
meydana çıksın. Bu takdirde yukarda geçtiği vechile muhayyerdir. Şimdi bir şey
kalırki buna tenbihte bulunan kimse görmedim. O da şudur: Satılan mal müteaddid
elbiseler olup bir cinsten ve her biri âdeten bir fiyata satılırsa bana öyle
gelir ki o elbiselerden bir tanesini görmek kâfidir. Meğerki kalanların daha
kötü olduğu anlaşılsın. Çünkü bunlar tüccar âdetince nümune ile satılırlar.
Elbiseler muhtelif renklerde olursa alıcılar bir tanesinin rengine bakarlar.
Hatta her renkten parmak kadar bir parça keserek parçadan bir kağıda
yapıştırırlar. Böylece bu kâğıdı görmekle bütün elbiselerin hali anlaşılır.
Elbisenin uzunluğu ve genişliği de malûm olur. Bütün elbiseler görülenin
halinde olup aralarında değişiklik bulunmazsa, görme muhayyerliğinin sâkıt
olması gerekir. Çünkü o zaman elbiseler ceviz ve yumurta gibi büyüklükleri bir
birine yakın sayı ile satılan şeyler mesabesinde olur. Çünkü şübhesiz iki ceviz
arasında bazen fark bulunur. Fakat bu azdır. Fiyatı eksiltmez. Elbiselerin bir
nev'i bu şekilde olup fiyatı eksiltecek derecede aralarında farkbulunmazsa
onları da burun gibidir. Bilhassa erişi bir olursa Hidâye ve diğer
kitablardaki: "Maksadı bildirecek bir şeyini görmekle yetinilir."
ifadesine dahil olur.
Zeylaî'de şöyle denilmiştir: "Satılan
şey kile ve tartı ile satılanlarda olduğu gibi fertleri arasında değişiklik
bulunmazsa, onun bilinmesi nümune göstermekle olur ve birini görmekle
yetinilir. Çünkü bir cinsten olan şeylerde birini görmekle yetinmek adet
olmuştur. Bir de birini görmekle diğerleri hakkında bilgi edinilmiş olur.
Meğerki kalanlar daha kötü olsunlar. O zaman alıcı onunla gördüğü arasında
muhayyer olur. Fertleri birbirinden farklı olursa bunlar elbise. hayvan ve köle
gibi nümune ile satılmayan şeylerdir ki, fertlerinin her birini aynı aynı
görmek gerekir. Çünkü birini görmekle kalanlar hakkında bilgi edinilmez.
Ferdleri birbirinden farklıdır" Yani köle ile köle ve elbise iie elbise
arasındaki fark büyüktür. Lâkin fark hususunda esas ferdleri ve genişliği
arasında değişiklik bulunup bulunmaması kabul edilmiştir. Binaenaleyh bir
neviden olan bir elbisenin ferdleri değişik değilse ve söylediğimiz vecihle
nümunesini göstermek suretiyle satılırsa, o ölçü ve tartı ile satılanlar
hükmündedir. Hidâye'de bildirildiğine göre arşınla satılan şeylerde selem
câizdir. Çünkü arşının, sıfatını ve işçiliğini söylemekle bunların zaptı
mümkündür. Hayvanda mümkün değildir. Zira batinî birtakım mâniler îtibariyle
maliyette iki hayvan arasında büyük fark vardır. Bu ise kavgaya vardırır.
Elbiseler böyle değildir. Onlar kul yapısıdır. Bir şekilde dokunan iki elbise
arasında pek az fark bulunur. öyle ki âdeten itibara alınmaz. Kavgaya da müncer
olmaz. Kıyas hilâfına câiz olan selemde bile ulema azıcık farkı itibara
almamışlardır. Kıyasa muhâlif olması mevcud olmayan bir şeyi satmak mânâsına
geldiğindendir. Burada da ayni şeyi söylemek gerekir. Onun içindir ki sahih
kavle göre ferdleri birbirine yakın olup adedle satılan şeylerde bazısını
görmekle yetinilmiştir. Kerhî buna muhâliftir. İnceleme neticesi bana zâhir
olan budur.
"Muhtar olan kavil de budur."
Yani Züfer'in kavlidir. Nehir'de şöyle denilmiştir: "Bunun İmam Züfer'in
kavli olduğu söylenir ki, sahih olan kavil budur. Fetva da buna göredir. Üç
imamımız evlerin dışını görmekle yetinmişlerdir. Esah olan kavle göre içini
görmek de öyledir. Bu halkın o zamanlar Kûfe veya Bağdad'daki âdetlerine
göredir. Çünkü onların zamanında evlerde değişiklik sadece büyüklük ve
küçüklükte ve yeni olup olmamasında aranırdı. Bizim memleketimizde ise evler
birbirinden farklıdır. şârih Zeylaî'nin bildirdiğine göre evler kışlık, yazlık,
alt ve üst kat, mutfak, kiler ve terasları itibariyle değişiktir. Binaenaleyh
en zâhir kavle göre bunların hepsini görmek lâzımdır. Fetih'te Mısır, Şam ve
Irak diyarında muteber olan budur diye kaydedilmiştir. Bundan anlaşılır ki,
kitabdaki Züfer'in kavlidir sözü bazılarının zannettiği gibi yerine
düşmemiştir. Çünkü Züfer'de imamın zamanında idi. Fakat binanın dışını görmekle
yetinmemiştir. Binaenaleyh onun mezhebine göre mutlak surette dışını görmekle
yetinilmez." Nehir sahibinin sözü burada biter.
Hülasası şudur: Üç imamımız evlerin dışını
ve hânenin içini görmekIe yetinmişlerdir. Çünkü onların zamanında evler
orasında fark yoktu. Züfer de onların zamanında yetişmiştir. Fakat kendilerine
muhalefet etmiştir. Bundan anlaşılır ki Züfer evler arasında fark olmasa bile
içlerini görmenin şart olduğunu söylemiştir. Bu ulemanın sahih kabul
ettikleri:"Evler birbirinden farklı olduğu için bizim memleketimizde
içlerini görmek şarttır. sözüne aykırıdır. Binaenaleyh asır ve zaman
ihtilâfıdır. Züfer'in muhalefeti ise asır ve zaman ihtilâfı değil huccet ve
bürhan ihtilâfıdır.
METİN
Bağ ve bahçe de bunun gibidir. Et İçin
alınan koyunu yoklamak kâfidir. Damızlık için alınan koyunun ise bütün vücudunu
görmek hatta memelerine bakmak lâzımdır. Sağmal inek ve devenin dahi memelerine
bakılır. Cevhere. Tadı olan bir şeyi tadmak, kokusu olanı koklamak kâfidir.
Hanenin dışını ve avlusunun içini görmek kâfi değildir. Yukarıda geçtiği
vecihle müftâbih kavil budur. Şişe İçindeki yağı görmek de kâfi değildir. Çünkü
arada hail vardır. Malı teslim almağa vekil olan kimse ile satın almağa vekil
olan kimsenin görmeleri kâfidir. Müşterinin arıcısının görmesi kâfi değildir.
Beyanı Dürer'dedir.
İZAH
"Bağ ve bahçe de bunun gibidir
ilh..." Yani bahçenin içini dışını mutlaka görmek tâzım olduğu gibi bağın
da her nevi üzümünden bir kısmını, nar bahçesinde narların tatlı ve ekşi
olanlarını, ağaç üzerindeki meyvaların hepsini görmek gerekir. Yere düşen
meyvalar bunun hilâfınadır. Bahır. Bahır'da satışa tâbi olarak dahil olan
şeyler faslında bildirildiğine göre bir kimse ağaçların üzerindeki meyvaları
satın alır da her ağaçtaki meyvanın bir kısmını görürse kendisi için görme
muhayyerliği sâbit olur. Ama bu söz bağ hakkında söylediklerine aykırıdır. Her
halde ağacı meyvası ile satın alanla sadece meyvayı satın alan arasında fark
görmüş olacaktır. Birincide her neviden bir kısmını görmek kâfidir.
"Hatta memelerine bakmak
lâzımdır." Bahır sahibi bu sözü Zahiriyye'ye nisbet ettikten sonra şöyle
demiştir: "Bu bellenmelidir. Çünkü bazı İbârelerde sadece memesini görmek
yetecekmiş zannını veren sözler vardır." Lâkin Nehir'de: "Zâhire göre
yalnız bununla yetinse kâfi gelir. Nitekim bir çok ulema bunu kesinlikle
söylemişlerdir." denilmektedir.
"Tadı olan bir şeyi tadmak..."
Askeriye bandosunda âletin sesini işitmek mutlaka lâzımdır. Çünkü bir şeyi
bilmek onun âletini kullanmakla olur. Onu kullanıncaya kadar muhayyerliği sâkıt
olmaz. Zeylaî.
"Çünkü orada hail vardır " O
kimse yağın hakikatını görmemiştir. Tûhfe'de bildirildiğine göre bir kimse
aynaya bakar da satılan malı görürse ulema o kimsenin muhayyerliği sâkıt
olmadığını söylemişlerdir. Çünkü malın aynını değil misâlini görmüştür. Suda
balık satın alır da avlamadan tutmasımümkün olursa, bu balığı suda görmekle
bazılarına göre muhayyerliği sâkıt olur. Çünkü malın aynını görmüştür. Bazıları
muhayyerliğinin sakıt olmadığını söylemişlerdir. Zira suda balık olduğu gibi
görülmez. Olduğundan daha büyük görülür. Binaenaleyh bu görmek malı bildirmiş
sayılmaz. Bahır.
"Malı teslim almağa vekil olan kimse
ile satın almağa vekil olan kimsenin görmeleri kâtidir." Böyle bir vekil
ile müvekkilinin muhayyerlikleri yoktur. Ama bu muayyen olmayan bir şey satın
aldığına göredir. Muayyen olan bir şey satın alırsa, vekilin görme muhayyerliği
yoktur. Fakat müvekkilinin gördüğü bir şeyi satın alır da vekil onu bilmezse
muhayyerliği vardır. Nitekim CâmIu'l-Fûsuleyn'de beyan edilmiştir. Musannıf
bununla kasden görmeye vekil olandan ihtiraz etmiştir. Böyle bir vekile
müvekkili; beğenirsen al derse sahih olmaz. Onun görmesi müvekkilinin görmesi
gibi değildir. Câmiu'l-Fûsuleyn.
Bahır sahibi diyor ki: "Çünkü görmek
mübah olan şeylerdendir. Tevkile bağlı değildir. Meğerki fesih ve cevaz
meselesini ona havale etmiş olsun. Zira Muhît'te bildirildiğine göre bir kimse
satın aldığı bir şeyi görmek İçin birini vekil eder de vekil onu görmezse, razı
olduğu takdirde akid yürürlüğe gîrer. Razı olmazsa fesheder. Bu sahihtir. Çünkü
bakıp görmeyi ona havale etmiştir. Onun için sahih olur. Nitekim muhayyerlik
şartı ile yapılan satışta fesih ve icazeyi ona havale etse hüküm budur."
Nehir sahibi şöyle demiştir: "Bahır sahibinin sözü gösteriyor ki,
kendisine vekâlet vermeden görmesinin tesiri yoktur. Binaenaleyh onunla
muhayyerlik sâkıt olmaz. Nitekim Fetih ve diğer kitablarda beyan edilmiştir.
"Müşterinin aracısının görmesi kâfi
değildir." Aracı ister teslim almaya, ister satın almaya memur olsun fark
etmez. Zeylaî.
"Beyanı Dürer'dedir." Dürer
sahibi şöyle demiştir: "BiImelisinki burada satın olmaya vekil, teslim
almaya vekil ve aracı vardır. Satın almaya tevkil filân şeyi satın almak için
benim vekilim ol demekle olur. Teslim almaya tevkilin sureti ise; benim görüp
satın aldığım malı teslim almak için vekilim ol demektir. Aracılığın sureti de:
Filân malı teslim almak için tarafımdan oracı ol demektir. Birinci vekilin
görmesi ile bilittifak muhayyerlik Sakıt olur. İkincinin görmesi ile bakarak
teslim aldığı zaman İmam-ı Azam'a göre muhayyerlik sakıt olur. O zaman ne
vekilin ne de müvekkilin o malı dönmeye hakkı yoktur. Ancak kusur sebebi iIe
dönebilir. Ama malı örtülü olarak teslim alır da sonra görürse muhayyerliğini
iskat ettiği takdirde muhayyerlik sâkıt olmaz. Çünkü örtülü olarak feslim
alınca noksan tesellümle vekâlet sona erer. Artık kasden onu ıskata hakkı
yoktur. Çünkü yabancı olmuştur. Teslim almak İçin bir aracı gönderir de malı
gördükten sonra teslim alırsa, müşterinin o mali geri çevirmeye hakkı vardır.
İmameyn'e göre teslim almaya vekil olanla aracı müsavîdir. Bunların malı
gördükten sonra teslim almaları ile müşterinin muhayyerliği Sakıt olmaz."
H.
Şürunbulâliyye sahibi diyor ki: "Bu
söz götürür. Çünkü bu halde hilâf yoktur. Hilâf ancak teslim almaya vekil olan
kimsenin teslim alırken görmesi hususundadır. Teslim almazdan önceki ve sonraki
hakkında değildir. Nitekim Tebyîn'de bildirilmiştir." T.
TENBİH : Bahır'da Fevaid'den nakledildiğine
göre aracılığın sureti malı teslim almak hususunda benim aracım ol. Yahut sana
onu teslim almayı emrettim. Yahut seni teslim almaya aracı gönderdim demesidir.
Yahut filâna söyle, malı sana teslim etsin der. Bazılarına göre emir
meselesinde aracı ile vekil arasında fark yoktur. Malı teslim al der.
Muhayyerlik de sakıt olmaz. Bahır'da vekâlet bahsinde Bedâyı'dan naklen şöyle
denilmiştir: "Müvekkil tarafından yapılan icab seni filân şeye vekil ettim
demekle olur. Yahut şöyle yap veya şöyle yapman hususunda sana izin verdim gibi
bir şey söyler." Bu emirle iznin tevkil olduğunu acık gösterir. Lâkin
orada Valvalciyye'den naklen emir memurunun amir yerine tuttuğuna delâlet
ederse, tevkil sayılacağını gösteren sözler söylemiştir. Bunun İzahı inşaallah
o bahiste gelecektir. Bu bahiste Tenkîhu'l-Hâmidiyye nam eserde bundan bir
parça bahsettim. Ona müracaat edebilirsin.
METİN
Körün yaptığı akid sahihtir. Velevki
başkası için yapsın. O gözü gören gibidir. Yalnız on iki meselede ondan ayrılır
ki, bunlar Eşbâh'da beyan edilmiştir. Satılan malı yoklamak, koklamak ve
tatmakla -bunlarla bilinen yerlerde- muhayyerliği sâkıt olur. Akar, ağaç ve
kölede kezâ yoklamak, koklamak ve tatmakla bilinmeyen şeylerde -Haddâdî- tavsif
veya vekilinin görmesiyle muhayyerlik sâkıt olur. Bundan sonra görürse
muhayyerliği yoktur. Bunların hepsi yani zikredilen şeyler meselâ körün
koklaması, gözü görenin yığını görmesi ve benzerleri, malın satışdan önce
mevcud olduğuna göredir. Nehir. Satın aldıktan sonra ise zikredilen şeylerde
kendisi için muhayyerlik sâbît olur. Yoksa bunlar muhayyerliği ıskat etmezler.
Nitekim bazıları bu meselede yanılmışlardır. Sahih kavle göre muhayyerliği ömrü
boyunca devam eder. Elverir ki kendisinden rızaya delâlet eden bir söz veya
fiil sadır olmasını. Yahut bundan sonra mal elinde iken kusurlanmasın veya
helâk olmasın. Velevki görmezden önce olsun. Çiftçiye görmezden önce izin
verir. O da tarlayı ekerse muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü onun emri ile yapması
kendi fiili gibidir. Aynî. Bir misk göbeği satın olarak içindeki miski
çıkarırsa onu ne görme muhayyerliği ne de kusur muhayyerliği ile iade edemez.
Çünkü çıkarma fiili ona zahirde bir kusur getirir. Nehir. Bir kimse iki
elbiseden birini görerek ikisini de satın alırsa, sonra ötekini gördükte
dilerse. ikisini birden iade edebilir. Yalnız ikinciyi iade edemez. Zira
Pazarlığı ayırmış olur.
İZAH
"Velev başkası için ilh..." Yani
vasi veya vekil olarak akdi başkası için yapsın.
"Onikî meselede ondan ayrılır
ilh..." Eşbâh'da şöyle denilmiştir Gözü görmeyen kimse gören gibidir.
Yalnız bir kaç meselede ondan ayrılır ki, bazılarışunlardır: Köre cihâd, cuma
namazı, cemaat ve hac yoktur. Velevki kendisini yedecek biri bulunsun. Mu'temed
kavle göre şâhidliği mutlak surette sahih değildir. Ondan hâkim ve devlet
başkanı da olamaz. Gözü çıkarılırsa diyeti yoktur. Yalnız hakemin hükmü
vâcibtir. İmamlığı da mekrûhdur. Meğerki cemaatın en âlimi olsun. Keffaret
namına âzâd edilmesi de doğru değildir. Hayvan kesmesi, av, çocuk bakıcılığı ve
satın aldığını tavsif sureti ile görmesinin hükmü ne olacağını görmedim. Ama
hayvan kesmesi olmak gerekir.
Çocuk bakıcılığına gelince: Çocuğu
muhafazaya imkan bulursa bu işe ehildir. Aksi takdirde caiz değildir. Vakfa
nazır ve vasi olabilir.. "Şâhidliği mutlak surette sahih değildir,
ifadesinden murad, velevki işitmekle şâhidlik câiz olan yerlerde olsun.
demektir. Ne olacağını görmedim, dediği yerde Bahır'ın ibâresi şöyledir:
"Hayvan kesmesi mekrûhtur. Ana avının, silâh kullanmasının ve kıble
hakkında ictihadda bulunmasının hükmünü görmedim." Nazır ve vasî olabilir
sözü müstesnalardan değildir. Çünkü bunlarda görenle birdir.
"Bunlarla bilinen yerlerde
ilh..." ifadesi yoklama ve benzeri bir fi'li satın almazdan önce yaptığına
yorumlanır. Ama yoklamadan satın alırda sonra yoklarsa muhayyerliği sâkıt
olmaz. Bilâkis bütün rivâyetlerin ittifakı ile sâbittir ve sahih kavle göre
rızaya delâlet eden bir söz veya fi'li görülünceye kadar devam eder. Bunu
Zeylaî'den naklen Şürunbulâlî söylemiştir.
"Kezâ yoklamak, koklamak ve tatmakla
bilinmeyen şeylerde ilh..." İFadesinin zâhirine bakılırsa, yoklamak ve
benzeri bir şeyle bilinenlerde tavsif kâfi değildir. Aksi de böyledir. Bir de
tavsifle yoklamanın ikisi bir yerde bulunmak şart değildir. Lâkin Mirâc'da Ebû
Yusuf'dan rivâyet olunduğuna göre akardan başkasında vasıf muteberdir. Belh
uleması: "Duvarlara ve ağaçlara dokunur." demişlerdir. İmam
Muhammed'den bir rivâyete göre dokunmak elbise ve buğdayda da muteberdir. Mirâc
sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: "Hâsılı satılan malın sıfatı ne
ile bilinirse muteber olan odur. O zaman bu rivâyetler mânâ cihetinden muhtelif
değillerdir. Çünkü gözü görmeyen kimse için muhayyerlik sâbittir;o satılan
malın sıfatlarını bilmez, Bu ne suretle olursa olsun ortadan kalkınca
muhayyerliği sâkıt olur."
T E N B İ H : Bahır'da Bedayı'dan naklen
bildirildiğine göre gözü görmeyen bir kimseye tavsifde malın ona vasfedildiği
gibi çıkması lazımdır ki, onun hakkında görmek mesabesinde olsun.
"Veya vekilinin görmesi ile" Yani
satın almaya veya tesellüme vekil olanın görmesi ile demek istiyor; görmeye
vekil demek istemiyor. Meğerki böyle bir vekile fesih ve icaze havale edilmiş
olsun. Nitekim yukarıda geçmişti.
"Bundan sonra görürse muhayyerliği
yoktur." Çünkü muhayyerliği sâkıt olmuştur. Artık ancak yeni bir sebeble
geri döner. Gözü gören bir kimse satın alır da sonra görmez olursa, muhayyerlik
vasfı intikal eder. Bahır,
"Ne de kusur muhayyerliği ile iade
edemez." Nehir'de bu cümle yoktur. Onu Bahır sahibi Valvalciyye'den
nakletmiştir. Hamevî'nin şerhinde zikrettiği: "Miski çıkardıktan sonra onu
kokusu kesilmiş bulursa, zahire göre kusur muhayyerliği ile döner."
ifadesi sâkıt olur. Çünkü bu söz naklî delile hatta aklî delille de aykırıdır.
Zira yeni bir kusur meydana geldiğinde dönmek nasıl caiz olabilir!"
"Zahirde bir kusur getirir" Hatta
getirmezse o malı hem kusur muhayyerliği hem de görme muhayyerliği ile
dönebilir. Bahır.
"Pazarlığı ayırmış olur." Bu
cümlenin izahı gelecektir. Bundan şu çıkarılmıştır: Her ikisini görür de birine
razı olursa diğerini dönemez. Bahır.
METİN
Şayed gördüğü anda satın almak isteyerek
gördüğünü satın alır;ve alırken bunun deminki gördüğü olduğunu bilirse
muhayyerliği sakıt olur. Meğerki değişsin. Bu takdirde muhayyer olur. Gördüğü
bu olduğunu bilemezse muhayyer olur. Zira rızası yoktur. Dürer. Satın almamak
kasdı ile görür de sonra satın alırsa, bazılarına göre muhayyerlik hakkı
vardır. Zahîriyye. Bunun vechi zâhirdir. Çünkü faydalı bir şekilde düşünmez.
Musannıf diyor ki: "Anlattığı mânânın
kuvvetinden dolayı biz bu kavle itimad ettik." Bir kimse bir kaç elbise
görür de satıcı bunlardan bazılarını kaldırdıktan sonra kalanları satın alırsa,
fakat kalanları bilmezse. muhayyerlik hakkı vardır. Kezâ iki elbise çıkılanmış
halde bulunurlar, fiyatları da başka başka olursa hüküm yine budur. Çünkü daha
kötü olan daha pahalı olabilir. Elbiselerin her biri on dirheme satılacağını
söylerse, muhayyerliği kalmaz. Zira fiyat bir olunca her iki elbise vasıfta
müsavî demektir. Bahır. Elbiselerî değiştirip değiştirmediğinde ihtilâf
ederlerse söz satıcınındır. Bu, müddet yakın olduğuna göredir. Müddet uzaksa
zahirle amel etmiş olmak için söz müşterinin olur. Zahîriyye'de bir av ve
fazlasının uzak sayıldığı bildirilmiştir.
Fetih'de: "Hayvan ve köle gibi
mallarda bir ay az sayılır." denilmiştir. Nasıl ki görmenin aslında
ihtilâf ederlerse söz yemini ile birlikte müşterinindir. Çünkü o görmeyi înkâr
etmektedir. Kezâ satıcı kesin olarak satılan bir malda yahut şart muhayyerliği
veya görme muhayyerliği ile satılanda geri çevirilenin o mal olduğunu inkâr
ederse söz müşterinin olur. Eğer bunda kusur muhayyerliği varsa söz satıcınındır.Fark
şudur:Birincide feshi yalnız müşteri yapar, ötekinde öyle değildir.
İZAH
"Gördüğü anda satın almak
isteyerek" satın alırsa, hüküm musannıfın dediği gibidir. Fakat evvela
satın almak ister de sonra görür ve o anda satın almayı kasdetmezse, sonra satın
aldığı takdirde zikredilen illetten dolayı kendisine muhayyerlik sâbit olur. T.
"Gördüğü bu olduğunu bilmezse
ilh..." Meselâ: Bir cariye görür de sonra peçeli bir cariye satın alır ve
gördüğü bu mu idi değil mi idi bilmezse, gördüğü çıktığı takdirde muhayyerliği
vardır. Çünkü razı olmuştur hükmünü verdirecek bir şey yoktur. Yahut bir elbise
görür de sonra o elbise başka bir elbise içine çıkılanarak satılır, bu da o
olduğunu bilmeyerek satın alırsa, hüküm yine budur. Fetih.
"Musannıf diyor ki ilh..." Burada
Hayreddin Remlî şunları söylemiştir: "Bu zâhir rivâyetin hilâfınadır.
Câmiu'l-FûsuIeyn'de dahî bu (denilmiştir) sîgası ile zikredilmiştir; ki bu sîga
zayıflık bildirir. O halde musannıf nasıl oluyor da yazdığı metinde buna itimad
ediyor? Halbuki metinler mezhebin sahih kavlini bildirmek için
yazılırlar." Makdisî dahi: "Bu ulemanın mutlak olan ifadelerine
aykırıdır." diyerek bunu reddetmiştir.
"Kezâ İki elbise çıkılanmış halde
ilh..." Burada Bahır'da Zahîriyye'den naklen şöyle denilmiştir:
"Dürülmüş iki elbise görür de sonra onları ayrı ayrı fiyatlarla satın
alırsa muhayyerlik hakkı vardır. Çünkü olabilir kötü olanı daha pahalıdır, da o
bilmez." Meselâ; birini muayyen olarak on dirheme, ötekini muayyen olarak
yirmi dirheme alır da, alırken yirmiliğin daha iyi veya daha kötü olduğunu
bilmez. Fakat birini yirmi dirheme alır da tâyin etmezse, satış fâsid olur.
Çünkü hangisi satıldığı belli değîldir. İkisîni de onar dirheme alırsa
muhayyerliği kalmaz. Çünkü akdi yapılanın satış zamanındaki vasıflarını bilmektedir,
ki kıymetçe ikisini müsavî tutmuştur. Bu ikisinin de aynı vasıfta olduklarına
delildir. Binaenaleyh akdi yapılanın satış anındaki vasıflarını biliyor
demektir. Zahîre. Böyle anlaşılır ki, birincide muhayyer kalmanın illeti akdi
yapılanın satış zamanındaki vasfını bilmemesidir. Velevki yüksek fiyatın kötü
olanla verildiği anlaşılmış olsun. Anla! Bir de bunda müşteriye dahî zarar
ihtimali vardır. Meselâ; iyi olanın fiyatı düşük olmakla beraber kusurlu olduğu
anlaşılırsa, az olan fiyatla onu satıcıya iade eder, k6tü olanı çok fiyatla
üzerinde kalır.
"Elbiselerin her biri on dirheme
ilh..." Cümlesi şerhte zikredilen dürülü iki elbise meselesinin
tafsilidir. Nitekim Zahîre'den naklettiğimiz ifadeden anladın. Musannıf ise onu
"Bir kimse bir kaç elbise görür de.. " ifadesinin tafsili yapmıştır.
Her halde anda da hüküm bu olacaktır.
"Söz satıcınındır ilh..." Bu
cümle "Muhayyerlik yoktur; meğerki değişsin." ifadesinin
tamamındandır. Binaenaleyh bunu o ifadenin arkasından zikretmesi münasib
olurdu. Nitekim bir çok kitablarda böyle yapılmıştır. Hatta Hidâye, Mültekâ,
Kenz ve Gurer'de de öyledir.
"Zahirle amel etmiş olmak için söz
müşterinin olur." Zira zahire göre değişmeler diyarı olan dünyada bir şey
uzun zaman değişmeden kalamaz. İmam Muhammed: "Ne dersin bir cariye görür
de onu on veya yirmi sene sonra satın alır ve değişmiş derse tasdik edilmez mi?
edilir. Çünkü zahir ona şâhiddir." demiştir. Şemsü'l-eimme demiştir ki:
"Sadru'ş-Şehid ile İmam Merginânî bununla fetva verir ve, şayet bu müddet
zarfında ekseriyetle değişmezse söz satıcının olur; ekseriyetle değişirse söz
müşterinindir. Misâli şudur: Bir hayvan veya köle görür de onu bir ay sonra
satın alırsa; bu değişmiş dediği takdirde söz satıcının olur. Çünkü böyle malda
bîr oy azdır. derdi." Fetih. Maksad, güzellik veya kuvvet gibi bazı
sıfatlarının eksilmesi ile meydana gelen değişmedir;kusur ârız olmakla meydana
gelen değişme değildir. Zira böyle ârıza bir aydan daha azda da olabilir.
Bununla kusur muhayyerliği sabit olur.
"Görmenin aslında ihtilâf ederlerse ilh..."
Meselâ satıcı: Sen bunu satan almazdan evvel gördün. der; müşteri ise
görmediğinî söylerse söz müşterinindir. Kezâ satıcı; Sen bu malı satın aldıktan
sonra gördün, sonra razı oldun; der de müşteri görmezden evvel razı olduğunu
söylerse hüküm yine budur, Nasıl ki Bahır'da beyan edilmiştir.
"Çünkü o görmeyi inkâr
etmektedir." Yani görmek ârızî bir şeydir. Asıl olan bunun yokluğudur.
Şimdi nümuneyi görmesi ve mal helâk olduktan sonra kalan kısmına uymadığını
iddia etmesi kalır ki, bunu beyan etmiştik.
"Kesin olarak satılan bir mal
ilh..." İfadesi Nehir ve Fetih'de de böyledir. öyle anlaşılıyor ki, bu
sözden murad, muhayyerlik olmayan satıştır. Buna karine mukabelesidir. Onun
için Halebî "Zahire göre bunda malı iade ikale ile olur." demiştir.
"Fark şudur ilh..." Yani söz
müşterinin olduğu yerle satıcının olduğu üç muhayyerlik arasında demek istiyor.
Bunun beyanı Fetih ve Nehir'deki şu ifadedir: Müşteri muhayyer olursa akid
karşı tarafın rızasına hatta bilmesine bağlı olmaksızın onun feshetmesi ile bozulur.
Akid bozulunca ondan sonraki ihtilâf teslim alınan mal hakkındadır. Burada söz
teslim olanındır. O garanti etmiş olsun, emin olsun fark etmez. Gasıb ve emânet
alan kimse gibidir. Kusur meselesinde yalız başına hareket edemez. Lâkin
getirdiği malda fesih hakkı sabit olduğunu iddia etmekte, satıcı ise inkâr
etmektedir. Söz inkâr edenindir. Sonra bilmelisin ki, bu fesih anında geri
verilen hakkındaki ihtilâfa dairdir. Muhayyerlik hakkı olan tarafın razı
olurken nerede muhayyerlik şartı olduğunu tâyinde ihtilâf ederlerse, ne hüküm
verileceğini Bahır sahibi Zahîriyye'den naklen beyan etmiştir. Hülasasını biz
de bu bâbtan az önce arzettik.
METİN
Bir kimse bir eşyadan bir denk satın, alır
da görmezse, teslim aldıktan sonra ondan bir elbise sattığı veya giydiği - Nehir
- yahut hibede bulunarak teslim ettiği takdirde onu kusur muhayyerliği ile.
geri verir; görme veya şart muhayyerliği ile dönemez.
Kaide şudur ki; bir kısmını geri çevirmek
Pazarlığın ayrılmasını icab eder. Bu ise tamam olduktan sonra câiz; daha önce câiz
değildir. Şart ve görme muhayyerlikleri onun tamamına mânidirler. Kusur
muhayyerliği ise Pazarlığın tamamına teslim almazdan önce manidir; teslim
aldıktan sonra mâni değildir. Acaba görme muhayyerliği sakıt olduktan sonra
tekrar avdet eder mi? Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre şart muhayyerliğinde
olduğu gibi avdet etmez. Kâdihan ve başkaları bu kavli sahihlemişlerdir.
İZAH
"Eşyadan" murad, elbise ve
benzeri gibi istifade edilen şeylerdir. Bu kıyemıyyattan olduğuna göredir. Kile
ve tartı ile satılan misliyyattan bahseden görmedim. Zâhire bakılırsa bu
hükümde aralarında fark yoktur. Çünkü illet pazarlığın ayrılması olunca bu
mislîde de câiz değildir. Nasıl ki biz bunu satışlar bahsinin başında
"Malın tamamını fiyatın tamamı ile.." dediği yerde arz etmîştik.
Misliyyatta kusur sebebi ile geri çevirmenin hükmü bundan sonraki babta :
"Yahut satılan mal yiyecek olur da onu veya bir kısmını yerse,."
dediği yerde gelecektir.
"Görmezse" diye kayıdlaması görme
muhayyerliğinin tesavvuru mümkün olsun diyedir. Kusur ve şart muhayyerliklerini
zikretmesi buna aykırı değildir, Çünkü; bunlar bazen görme muhayyerliği ile bir
arada bulunabilirler
"Veya giydiği" yani bu suretle
değiştiği takdirde demek istiyor. Hâkim'in Kâfîsi. Hayreddini Remlî diyor ki:
"Malı istihlâk etmesi veya helâk olması, yahut mal köle olup ölmesi veya
âzâd etmesi de böyledir. Nitekim Tatarhâniyye'de açıklanmıştır."
Hâvî'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse
her biri on altı arşın çıkmak şartı ile dört çizgili kumaş satın alır da birini
satarsa, sonra kalanları ölçtüğünde onbeş arşın çıktığı takdirde kalanları geri
çevirebilir."
"Bir kısmını geri çevirmek
ilh..." Yanı malın bir kısmını geri çevirirse demek istiyor. Bir dengin
kalan kısmını ve birini gördüğü iki elbiseden birini iade etmesi bu
kabildendir.
"Pazarlığın ayrılmasını icab eder
ilh..." Maksad akdin ayrılmasıdır. Malın bîr kısmında milki icab edip
kalan kısmında etmemek böyledir. Satışlar bahsinin başında pazarlığı ayırmayı
icab edip etmeyen şeyleri arz etmiştik.
"şart ve görme muhayyerlikleri onun
tamamına mânidir." Zira görme muhayyerliği pazarlığın tamamına mânidir.
Şart muhayyerliği İse baştan mânidir. Lâkin baştan mâni olan bir şey, tamamına
da mânidir. Şârih bunu mutlak söylediği için teslim almazdan önce ve sonraya
şâmildir. şöyle ki: Müşteri akdi mahkeme hükmü ve satıcının rızası olmadan da
fesh edebilir. Bu akdi temelinden fesh olur. Zira teslim almazdan önce malın
sıfatlarını bilmediğî İçin rızası tehakkuk etmemiştir. Onun İçin de mahkeme
hükmüne veya rızaya muhtaç değildir. Nitekim Fetih'de de böyle denilmiştir.
"Kusur muhayyerliği ise"
Pazarlığın tesellümden önce tamam olmasına mânîdir. Onun için reddettîm demekle
feshedilmiş olur. Satıcının rızasına ve hâkimîn hükmüne muhtaç değildir. Ama
tesellümden sonra ise buna mâni değildir. Onun İçin tesellümden sonra
reddederse ancak satıcının rızası veya hakimin hükmü ile fesholunur.
"Acaba görme muhayyerliği avdet eder
mi?" Yani denkten sattığı yahut hâlis fesh sayılan bir sebeble hibe ettiği
elbise eline döndüğü takdirde görme muhayyerliği tekrar avdet eder mi?
Görme,şart muhayyer- liği ve mahkeme hükmü ile kusur yahut hibeden dönmek hâlis
birer sebebtirler. Dengi satın olan muhayyerliğinde bâkîdir. Görme muhayyerliği
ile bütün dengi geri verebilir. Çünkü mâni asıldan kalkmıştır, ki o da
pazarlığın, ayrılmasıdır. Şemsü'l-eimme Serahsî de böyle zikretmiştir. Ebû
Yusuf'dan bir rivâyete göre muhayyerlik avdet etmez. Zira sâkıt olan bir şey
geri dönmez. Meselâ; şart muhayyerliği böyledir. Ancak yeni bir sebeble geri
döner. Kâdîhân bu kavli sahihlemiştir. Kudûrî de buna itimad etmiştir. Mülâhaza
olunan şeyin hakikatında ihtilâf edilmiştir. Şemsü'l-eimme satış ve hibeyi
geçici birer mâni mülâhaza etmiştir. Ortadan kalkınca muktezî olan görme
muhayyerliği amel eder. Ebû Yusuf ıskat eder diye mülâhaza etmiştir.
Binaenaleyh sebebsiz olarak avdet etmez demiştir. Bu kavil daha güzeldir. Çünkü
tesarrufun kendisi rızaya delâlet eder; ve görmeden önce de sonra da
muhayyerliği ibtal eder. Fetih. Bahır sahibi birincinin daha güzel olduğunu
iddia etmiş; Nehir sahibi ise bunu reddetmiştir.
METİN
FER'İ MESELELER:Bir kimse görmediği bir
şeyi satın alırsa satıcının görmeden ondan parasını istemeye hakkı olmaz.
Birbirlerine ayn olarak birer mal satarlarsa ikisine de muhayyerlik hakkı
vardır. Müctebâ. Bir kimse bir köleye ve bin dirheme bir cariye satın alır da
her ikisi mallarını teslim aldıktan sonra cariyeyi satan, görme muhayyerliği
ile köleyi dönerse cariyenin satışında bin dirhemin hissesine düşen mikdar
batıl olmaz. Zahîriyye. Zira yukarıda geçmişti ki, borçda muhayyerlîk yoktur.
Bir kimse bir çiftlik satarak müşteriye görme muhayyerliği bırakmamak isterse,
bunun hîlesi (çaresi) bir insana bir elbise ikrar etmek, sonra o elbiseyi
çiftlikle birlikte satmak, sonra kendisine ikrar olunan şahıs o elbiseye
müstehik çıkmaktır. Böylece müşterinin muhayyerliği batıl olur. Çünkü pazarlığı
ayırmak lâzım gelir. Bu ise şüf'adan başkasında câiz değildir. Valvalciyye. Bir
kimse iki şey satın alır da biri kusurlu çıkarsa. her ikisini teslim aldığı
takdirde kusurluyu dönebilir. Aksi takdirde dönemez. sebebi evvelce geçti.
İZAH
"Parasını istemeye hakkı olmaz."
Çünkü görmezden önce akid tamam değildir.
"İkisine de muhayyerlik vardır."
Yani her biri arkadaşının sattığı ayna müşteri olması itibarı ile muhayyerdir.
"Bin dirhemin hissesine düşen mikdar
batıl olmaz." Yani yalnız kölenin hissesine düşen bâtıl olur. Meselâ
kölenin kıymeti beş yüz dirhemse cariyenin üçte birinde satış batıl olur. Binin
hissesi olan üçte ikide çatış bakîdir.
"Zira yukarıda geçmişti"
ifadesinden murad, bâbın başındaki "borçlarda ve paralarda muhayyerlik
yoktur" sözüdür. Bin dirhemde muhayyerliği olmayınca satış cariye üzerinde
bin dirhem mikdarı geçerli kalır.
"Elbiseyi çiftlikle beraber satmak
" Ve pazarlık tamam olmak için her ikisini müşteriye teslim etmektir.
"Müstehik çıkmaktır." Yani
satıcının ikrar ettiğine beyyine getirir. Zahire bakılırsa bu hüküm
"İkrar, kendisine ikrar olunan şahsa mülk ifade eder." sözüne
göredir. Mutemed olan milk ifade etmez sözüne göre diyaneten bu helâl olmaz.
Hîle hususunda en iyi hareket elbiseyi birine satmak, sonra onu çiftlikle
birlikte satmaktır.
"Çünkü pazarlığı ayırmak lâzım
gelir." Çünkü elbise ile çiftliği teslim alınca pazarlık tamam olur. Tamam
olduktan sonra onu ayırmak ise câiz değildir. İkiden birini teslim alıp
diğerini almamak, sonra birine müstahik çıkmak bunun hilâfınadır. Ona
muhayyerlik vardır. Zira pazarlık tamam olmadan ayrılmıştır. Nitekim Fetih'de
beyân edilmiştir. Dürer'in istihkak faslında şöyle denilmiştir: "Burada
ona kusur muhayyerliği sâbit olmaz. Çünkü elbiseye müstehik çıkması çiftliğe
bir kusur getirmez. Üzerine akid yapılan şey bir olup parçalanmasında zarar
görülmesi bunun hilâfınadır. Hâne ve köle gibi ki, onda muhayyer olur. İsterse
fiyattan hissesine razı olur; dilerse geri verir. Üzerine akid yapılan şey iki
olup hükümde bir şey gibi ise hüküm yine budur. Kını ile kılıç ve kirişî ile
yay gibi ki, katan hakkında muhayyerdir.
"şuf'adan başka yerde câiz
değildir." sözü mutlak değildir. Çünkü şefî malın bir kısmını alıp
kalanını almamak isterse, bunu müşteriye zorla kabul ettirmeye hakkı yoktur.
Zira pazarlığı ayırma zararı vardır. Kezâ satılan mal iki şehirde iki şey olup
bir pazarlıkla satılırlarsa şefî'leri birini alıp diğerini bırakamaz. Bu yalnız
İmam Züfer'in kavline göre câizdir. Bazıları bununla fetva verildiğini
söylemişlerdir. Ama İki maldan birine şefî çıkarsa hakkını elde etmek için
yalnız onu alabilir. Nitekim bâbında gelecektir inşaallah. Son fer'î meselede
zaruretten dolayı pazarlığı ayırma vardır. Şârihin, şüf'anın sonundaki:
"Şefî'nin hânesi satılan malın bir kısmına bitişik olursa, yalnız bitişik
olan yerde şüf'a hakkı vardır. Velev ki bunda pazarlığı ayırma olsun."
ifadesinden murad budur. Şu halde satılan malın bir kısmından murad iki hâneden
biridir. Nitekim Eşbah hâşiyecileri ve başkaları bunu kaydetmişlerdir. Bir hâne
bunun hilâfınadır. İllet söylediğimizdir.
"Bir kimse iki şey satın alır da
ilh..." ifadesinden murad kıyemiyattan iki şeydir. Bu meselenin tafsilâtı
bundan sonraki bâbın sonunda gelecektir.
"Sebebi evvelce geçti." Yani az
yukarıda geçti ki, kusur muhayyerliği pazarlığın tamamına teslim almazdan önce
olursa manidir; teslim almaktan sonra mani değildir.
METİN
Kusur lügatte; sağlam yaratılışın aslında
bulunmayan şeydir. İZAH
Muhayyerliklerin tertibinin izahı evvelce
geçmişti. Buradaki izafet, bir şeyi sebebine izafettir. Kusur muhayyerliği
şartsız sâbit olur. Vakitle sınırlı da değildir. Milkin müşterinin olmasına da
mani değildir. Mîras olarak alınır. Satın almada, mehirde, hul bedeli ile
kasden öldürmenin uzlaşma bedelinde ve icârede sâbit olur. Velevki akidden ve
tesellümden sonra meydana gelmiş olsun. Satış bunun hilâfınadır. Kusur
muhayyerliği taksimde ve maldan dolayı yapılan uzlaşmada dahi sabittir. Bunlar
Câmiu'l-Fûsuleyn'de sıralanmıştır.
"Sağlam yaradılışın aslında bulunmayan
şeydir." Fetih'de buna "kendisi ile noksan sayılan bir şey"
cümlesi ziyade edilmiştir. (Yani: -Sağlam yaradılışın aslında, kendisi ile
noksan sayılan bir şey bulunmayandır; diye tarif edilmiştir.) Zira noksanlaştırmayan
bir şey kusur sayılmaz. Şürunbulâliyye'de şöyle denilmiştir: "Fıtrat:
aslın esası olan yaradılıştır. Görülmüyormu bir adam: Sana şu buğdayı sattım
diyerek ona işaret ederse, müşterinin elinde o buğday kötü çıktığı ve evvelce
bunu bilmediği takdirde kusur muhayyerliği ile dönmeye hakkı yoktur. Çünkü
buğday iyi, orta ve kötü olarak yaratılır. Kusur ise aslı sağlam yaratılan
şeylere ârız olan âfetlerdir. Tam olarak yetişmesine mâni hava vurgunu buğday
ince daneli, çürük, nemli ve kurdlu olur." Onun için Câmiu'l-Fûsuleyn'de:
"Buğday kötülüğü sebebi ile geri çevrilemez; zira bu bir kusur değildir.
Ama kurdlu ve çürük olursa iâde edilir. Keza gümüş bir kap karışık değilse
kötülüğünden dolayı geri çevrilemez. Câriye dahi yüzünün çirkinliği ve
siyahlığı sebebi ile dönülemez. Ama yüzü yanmış olup güzelliği çirkinliği belli
olmazsa geri çevrilebilir." denilmiştir. Yine Fûsuleynde şöyle
denilmektedir: "Bir vaka olarak bir adam bir at satın alır da hayvan yaşlı
çıkarsa, bazıları onu dönemeyeceğini söylemişlerdir. Meğerki yaşı küçük olmak
şartı ile almış olsun. Çünkü bir eşek satın alıp da yavaş gider çıkarsa
meselesinde sebebi geçmişti."
METİN
şer'an musannıfın şu sözü ile ifade
ettiğidir: "Bir kimse satın aldığı malda velevki az olsun -Cevhere-
ticaret erbabınca fiyatı noksanlaştıran bir şey bulursa onu ya fiyatın tamamı
ile alır; yahut döner." Ticaret erbabından murad: her nevi ticaret ve
sanatın ehlidir. Bunu musannıf söylemiştir.
İZAH
"Şer'an" Sözünden murad; şeriat
ulemasının örfünce demektir. Onlarca malı dönmeyi mûcib olan sebeb satın aldığı
fiyattan noksan etmesidir. Nitekim Fetih'de beyân edilerek şöyle denilmiştir:
"Çünkü geri vermenin sübûtu kusur sebebi iledir. Müşteri bundan zarar
görür. Zira fiyatın noksanlığını icab eden şeyden o zarar görür." Hidâyenin
ibâresi şöyledir: "Ticaret erbabının âdetince fiyatın noksanlığını icab
eden şey Kusurdur. Çünkü zarar görmek maliyetin noksanlığı ile olur. Bu da
kıymetin eksilmesi iledir." Bu şunu ifade eder ki; fiyattan murad
kıymettir. Çünkü malı satın aldığı fiyat bazan kıymetinden daha az olabilir.
Öyle ki, onun kusurla noksanlaşması o kusurla kıymetinin noksanlaşmasına
vardırmaz. Zahire bakılırsa, fiyat ekseriyetle kıymete müsavî olduğu için ulema
ona bu adı vermişlerdir.
Şâfiîlere göre kaide şudur: Fiyat kıymeti
eksiltendir. Yahut ekseriyetle satılan malın emsalinde bulunmamak şartı ile
sahih maksadı elden kaçıran şeydir. Onlar; "Sahih maksadı elden
kaçıran" demekle hayvanın sağrısından veya bacağından ufak bir parçanın
kopmuş olması halini hariç bırakmışlardır. Koyunun kulağından kurban olmasına
mâni bir parçanın kopması bunun hilâfınadır; onu dönebilir.
"Ekseriyetle" Tâbiri ile
cariyenin dul çıkması halini hariç bırakmışlardır. Halbuki dulluk kıymeti
eksiltir, ancak ekseriyet hali dul çıkmamasıdır. Bahır sahibi: "Bizim
kaidelerimiz buna aykırı değildir. Düşünen onlar." demiştir.
Ben derim ki: Hâniyye'nin şu ifadesi bunu
te'yîd eder: "Koyunun kulağını kesik bulursa onu kurbanlık için aldığı
takdirde dönebilir. Kurban olmasına mâni her kusur da böyledir. Kurbanlık için
almamışsa, halk nazarında kusur sayılmadıkça dönemez. Kurbanlık için almışsa,
kurban zamanı olmak, kendisi de kurbana ehil bulunmak şartı ile söz
müşterinindir."
Bezzâziye'nin şu ifadesi de öyledir:
"Bir kimse kapı yapmak için bir ağaç satın alır da kestikten sonra bu işe
yaramayacağını anlarsa noksanı satıcıdan alır. Meğerki satıcı ağacı olduğu gibi
alsın." Görülüyor ki, müşterinin maksadının hasıl olmamasını kusur ve
dönmeye sebep saymıştır. Lakin noksanını alır. Çünkü ağacı kesmesi iâde
etmesine manidir. Yine orada bildirildiğine göre; bir kimse bir elbise veya
mest yahut külah satın alır da küçük çıkarsa dönebilir. Çünkü onun işine
yoramaz. Yine orada şöyle denilmiştir: "Hayvan ağır yürüyüşlü çıkarsa onu
dönemez; meğer ki hızlı yürümesini şart koşmuş olsun." Yani yavaş
yürümenin zıddı ekseriyet hali değildir. Zira yavaş ve hızlı yürüyüşün ikisi de
kusursuz yaratılışın aslında mevcuddur.
Yine Bezzâziye'de beyân edildiğine göre bir
kimse bir hayvan satın alır da hayvan yaşlı çıkarsa onu dönemez. Meğer ki genç
olmasını şart koşmuş bulunsun. İleride gelecektir ki, dulluk bir kusur
değildir. Meğer ki dul olmamasını şart koşsun. O zaman aranan vasıf bulunmadığı
için onu dönebilir.
Bu zikrettiğimiz fer'î meselelerle
anlaşılır ki, musannıfın kusur kaidesi hakkındaki: "Ticaret erbabınca
fiyatı noksanlaştıran şeydir." sözü ekseriyete göredir. Aksi takdirde
kaide efradını câmi ağyarını mâni değildir. Efradım câmi olmaması, ağaç,
elbise, mest, külâh ve kurbanlık koyuna şâmil olmadığındandır. Zira bunlar bu
müşterinin işene yaramazsa başkasının İşine yarayabilir; o halde fiyat mutlak
olarak düşmez.
Efradını cami demek. bütün ferdlerin şamil
olacak demektir. Ağyarını mani ise, kendi ferdlerinden başkasına şâmil
olmamasıdır. M.S.
Ağyarını mâni olmamasına gelince: Kaide
hayvan ve dul cariye meselelerine şamil olduğu içindir. Bu fiyatı eksiltir.
Halbuki kusur değildir. Şu halde anlaşılıyor ki, kaideyi şâfîilerin yaptığı
gibi kayıtlamak gerekir. Öyle anlaşılıyor ki, ulema kusuru bu zikredilenlere
münhasır bırakmak istememişlerdir. Çünkü Hidâye ile Kenz'in ibâreleri:
"Ticaret erbabınca fiyatın noksanlığını icab eden şey kusurdur."
şeklindedir. Bu ibâre başkasına kusur denilmeyeceğine delâlet etmez.
Sonra şunu da bil ki, kusurun satılık malın
kendinde olması lâzımdır. Zira Hâniyye ve diğer kitablarda bildirildiğine göre
bir adam başkasının dükkânındaki meskenini satar da müşteriye dükkânın ücreti
şu kadardır diye haber verirse, fazla çıktığı takdirde ulema bu sebeble
dönemeyeceğini söylemişlerdir. Çünkü bu satılan maldaki bir kusur değildir.
Ben derim ki: Meskenden murad: Kiracının
dükkân içine bina ettiği yerdir. Zamanımızda buna kedik deniliyor. Nitekim
satışlar bahsinin başında geçmişti. Lâkin bugün onun kıymeti dükkânın ücretinin
azlığına çokluğuna göre değişiyor. Binaenaleyh bunun kusur sayılması gerekir.
"Satın aldığı malda ilh..."
Cümlesini musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh kusur satış anında mevcud
olsun veya sonradan satıcının elinde olsun her ikisine şâmildir. Bahır. Daha
önceden bulunması ye bir müddet yok olup sonra müşterinin elinde iken tekrar
zuhur etmesi bunun hilâfınadır. Zira Bezzâziye'de beyân edildiğine göre satılan
malda topallık olur da satıcının ilaçlaması ile geçer, sonra müşterinin elinde
tekrar zuhur ederse onu dönemez. Bazıları ilk sebeble zuhur etti ise döneceğini
söylemişlerdir.
T E N B İ H : Kusurun mutlaka meşakkatsiz
giderilemez cinsten olması gerekir. Binaenaleyh cariyenin ihrama girmesi ve
yıkamakla noksanlaşmayan bir elbisenin pislenmesi bundan hariç kalır. Çünkü
cariyeyi ihramdan çıkarabilir; elbiseyi de yıkar. Kusurun satıcının elinde
meydana gelmesi, müşterinin onu bilmemesi, satıcının ondan hususî veya umûmî
olarak beraeti şart koşmamış olması ve silinen beyazlık geçip giden humma gibi
fesihden önce yok olmaması lâzımdır. Nehir. Bu kayıdlar beştir. Bahır sahibi
onları altıya çıkarmıştır. O: "ikincisi satış anında kusuru müşterinin
bilmemesi, üçüncüsü teslim alırken bilmemesidir. Bunlar Hidâye'de
zikredilmiştir." demiştir. Lâkin Şürunbulâliyye sahibi diyor ki: "Bu
mücerred görmenin rıza sayılmasını iktiza eder; Zeylaî'nin sözü buna
muhâliftir. O şöyle demiştir: Kusuru öğrendikten sonra müşteriden rızaya
delâlet eden bir şey sadır olmayacaktır." Mecma sahibinin: "Gördükten
sonra ona razı olmayacaktır." sözü de öyledir.
Ben derim ki: Zahîre'de açıklandığına göre
kusurlu olduğunu bildiği halde malı teslim almak kusura razı olmaktır. Şu halde
Zeylaî ile Mecma'ın ifadeleri Hidâyeden naklettiğimize muhalif değildir. Çünkü
o, kusuru gördükten sonra teslim almayı rıza saymıştır. Zeylaî'nin ifadesi ona
sadıktır. Buna şu da delâlet eder ki, Zeylaî: "Bundan murad satıcının
elinde iken mevcud olup da müşteri onu bilmeden teslim aldığı kusurdur. Kusuru
öğrendikten sonra müşteriden rızaya delâlet eden bir şey bulunmamıştır. Demek
oluyor ki; "Onu teslim aldı ise ilh..." sözü kusurlu olduğunu bilerek
teslim aldı ise bu rızadır mânâsınadır.
"Müşteriden rızaya delâlet eden bir
şey bulunmamıştır..." Sözü üst tarafındakine şamildir. Yahut bu sözle
"teslim aldıktan sonra öğrenirse" mânâsını kasdetmiştir.
TETİMME:, Câmilu'l-Fûsuleyn'de şöyle
denilmektedir: "Müşterinin haberi olur; ancak bunun kusur olduğunu bilmez
de sonra öğrenirse bakılır: Kimseye gizli katmayan açık bir kusursa meselâ:
Gudde ve benzeri bir şeyse dönemez. Gizli kalan bir kusursa dönebilir. Bundan
bir çok meseleler anlaşılmış olur."
Hâniyye'de: "Ticaret erbabı ihtilâf
ederler de bazısı kusur sayıldığını, bazısı da sayılmadığını söylerlerse
dönemez. Çünkü herkesçe açık bir kusur yoktur." denilmiştir.
"Velevki az olsun ki ilh..." Bu
hususta Bezzâziye'de şöyle denilmiştir:
"Az kusur, kıymet biçenlerin
koydukları kıymete dahil olandır. Bu şöyle İzah edilir: Mala sağlamken bin
dirhem, kusurlu iken daha az kıymet biçilir. Başkaları o mala kusurlu iken de
bin dirhem kıymet biçer. Fazla kusur: Sağlamken bin dirhem, kusurlu iken
bilittifak daha az kıymet biçilendir."
"Onu ya fiyatın tamamı ile alır; yahut
döner." Bu söz mutlaktır. Binaenaleyh derhal dönmeye şamil olduğu gibidir
müddet sonra dönmeye de şamildir. Çünkü mühletli meşrû olmuştur. Nitekim
musannıf bahsedecektir.
İbn-i Şihne'nin Hâniyye'den naklettiğine
göre müşteri malı teslim almadan kusurunu öğrenir de: "Bu satışı ibtal
ettim" derse, bunu satıcının huzurunda söylediği takdirde satış bâtıl
olur. Velev ki satıcı kabul etmesin. Huzurunda söylemezse, ancak mahkeme hükmü
rıza ile bâtıl olur. Câmiu'l-FûsuIeyn'de; "Teslim aldıktan sonra dönerse,
ancak satıcının rızası yahut mahkeme hükmü ile feshedilir." denilmiştir.
Remlî diyor ki: "Ancak satıcının
rızası ile sözü gösteriyor ki, fiilen rıza bulunsa meselâ: Müşteri dönmek
istediğinde ondan teslim alsa satış münfesih olur. Çünkü ulemaya göre tekarrur
etmiş bir kaidedir ki, rıza bazan sözle, bazan da fiille olur. Birbirlerine
malı vermekle yapılan (teâtî sureti ile) satışda beyân etmişdi ki, müşteri
kusur muhayyerliği ile malı döner de satıcı kusurlu olmadığını yüzde yüz
bildiği halde alır ve razı olursa, bu teâtî satışı sayılır. Nitekim Fetih'de
beyân edilmiştir. Yine orada bildirildiğine göre; satış ve benzeri şeylerde
mânâ söz yerini tutar. Ama bir çok defalar görüldüğü vecihle müşteri malın bir
kusurunu gördümü onu satıcının evine götürerek; "Al hayvanını! Onu
istemiyorum" der ki, bu dönmek sayılmaz. Mal müşterinin hesabına helâk
olur. Velev ki satıcı kabul etsin. Çünkü aralarında kavlen veya fiilen fesih
yoktur.
METİN
Elverir ki o malı elinde tutması teayyün
etmesin. Meselâ; iki İhramsız yahut bunlardan biri ihrama girerse, dönmesi
mümkün olmaz. Muhît'te şöyle denilmiştir: "Bir vasî yahut vekil veya mezun
köle üçbin dirhem kıymetinde bir şeyi bin dirheme satın alsa, kusurdan dolayı
dönemez; çünkü bu yetime, müvekkile ve köle sahibine zarardır, Şart ve görme
muhayyerlikleri bunun hilâfınadır. Eşbâh. Nehir'de beyân edildiğine göre
noksanı alması gerekir. Meselâ; bir mirasçı terikeden kefen satın alır da orada
kusur bulursa, noksanı dönüp alır. Kefeni ecnebî biri teberru ederse, satıcıdan
bir şey isteyemez. Bu, noksan sebebi ile dönüp bir şey istenilemeyen altı
meseleden biridir ki, Bezzâziye'de zikredilmiş
İZAH
"Elinde tutması teayyün
etmedikçe" İfadesi almakla dönmek arasındaki muhayyerliğin kaydıdır.
Dönmeye mâni bir şey bulundumu alması teayyün eder. Lakin bazı suretlerde kusur
noksanını dönüp ister; bazılarında isteyemez. Nitekim az ileride gelecektir.
Kezâ musannıfın: "Müşterinin elinde başka bir kusur meydana gelirse
noksanını İster." dediği yerde gelecektir.
Dönmeye mâni olan şeylerden biri de
Zahîre'deki şu meseledir: Bir kimse birinden bir köle satın alarak onu
başkasına satar da sonra başkasından tekrar satın alır ve birinci satıcının
elinde meydana gelmiş bir kusur görürse, o köleyi kendisine satana dönemez.
Çünkü bunun bir faydası yoktur. Dönmüş olsa o da ona dönecektir. ilk satana da
dönemez; çünkü bu milk ondan alınmış değildir. Satıcı ona kölenin parasını hibe
eder de sonra satılan malda kusur bulursa bazılarına göre dönemez; bazılarına
göre döner. Teslim almadan olursa bilittifak döner. Hâniyye. Sonra Haniyye
sahibi ikinci kavle kesinlikle kail olmuştur. Bezzâziye sahîbi ise kesinlikle
birinci kavil tercih etmiştir. Yine bu kabilden olmak üzere Hâkim Kafi'sinde:
"iki kişi bir cariye satın alırlar da bir kusurunu bulurlarsa, biri razı
olduğu takdirde İmam-ı Azam'a göre diğeri dönemez. imameyne göre ise kendi
hissesini dönebilir." denilmiştir.
"İki İhramsız veya bunlardan biri
ihrama girerse ilh..." Yani İki ihramsızdan biri diğerinden bir av satın
alır da sonra her ikisi yahut birisi ihrama girer ve müşteri avda bir kusur
bulursa onu dönemez. Noksanı satıcıdan alır. Bunu Halebî Bahır'dan
nakletmiştir. Şu halde elinde tutmasının teayyün etmesinden murad satıcıya dönememesidir.
Hacc bahsinde geçtiği vecihle bu onu salıvermenin vâcib olmasına aykırı
değildir.
"Üçbin dirhem kıymetinde bir şeyi
ilh..." Burada zahire göre esas sebep terki zararlı olan ziyadedir.
"Zararlıdır ilh..." Ben derim ki:
Bazan kusur, helâkla neticelenen bir hastalık olur. Bunu istisna etmek gerekir.
Makdisî. Ama bu söz götürür. Çünkü meselenin farz edildiği yer, bu kusur
bulunmakla beraber kıymeti fiyatından fazla olandır. Böyle bir şeyin kusuru
helâkla neticelenmez.
"şart ve görme muhayyerlikleri bunun
hilâfınadır." Yani bunlarda dönme hakkı vardır. Zira Pazarlık tamam
olmamıştır Nitekim Bahır'da beyân edilmiştir. H.
"Noksanı alması gerekir."
Nehir'in ibaresi şöyledir: "Fethü'l-Kadîr'în mehir bâbında bildirildiğine
göre bir zimmî şarap satın alır ve kusurlu olarak tesellüm ederse, sonra
müslüman olduğu takdirde dönme muhayyerliği sakıt olur." Muhît'ta
"vasî veya vekil" denilmiştir. Sonra Nehir sahibi: "Her İki
meselede noksanı alması gerekir." demiştir. İki meseleden muradı Fetih'le
Mühît'in meseleleridir.
"Bir mîrasçı ilh..." aldığı
kefeni dönemez. Ama noksanı ister ve alır. Nasıl ki Bahır'da beyân edilmiştir.
"Terekeden kefen satın alırsa
ilh..." Yani ölenin terikesinden aldığı para ile alırsa demek istiyor.
"Kefeni ecnebi biri teberru ederse, satıcıdan
bir şey isteyemez."
Sirâc sahibi diyor ki: "Zira o
elbiseyi satın alınca ona mâlik olur. Tekfîn ile ondan milki zail olur. Milkin
garantili bir fiille elden gitmesi diyeti ıskat eder. Birinci vecihde ise kefen
mikdarına mîrasçı terikeden mâlik olmaz. Onu satın alır da cenazeyi onunla
kefenlerse, akdin icab ettiğî milkten İntikal etmez. Bunda dönmek de
imkansızlaşmıştır. Binaenaleyh diyeti ister." Zahîre'de de bunun benzeri
vardır.
"Altı meseleden biridir ilh..."
şârih burada Nehir sahibine uymuştur. O şöyle demiştir: "Bir kaç meselede
noksanı dönüp isteyemez." Sonra Bezzâziye'den altı mesele nakletmiştir ki,
bunlarda dönüp isteyemez diye açık bir söz yoktur. Yalnız bir meselede
açıklamıştır. O da şudur: Mîrasçı mûrisine satar da müşteri ölürse ve satıcı
ona mîrasçı olup malda kusur bulursa başka mîrasçı bulunduğu takdirde öteki
mîrasçıya döner. Başka mîrasçısı yoksa dönemez; noksanı da isteyemez.
Bahır'da Mühît'tan naklen şu ziyade
edilmiştir: "Köle sahibi mükâtebinden satın alır da bir kusur bulursa
dönemez; bir şey de isteyemez. Satıcısı kölesi olduğu için onu dâvâya da
veremez." Musannıfın: "Müşterinin elinde başka bir kusur meydana
çıkarsa noksanını alır" dediği yerde metinde ve şerhde başka birtakım
meseleler gelecektir. Şârih gasb bahsinde musannıfın "Bir elbise
yırtarsa..." dediği yerde başka bir mesele zikretmiştir ki; bir kimse
içindeki gümüş ağırlığında altın kaplamalı bir parça satın alır da kaplaması
müşterinin elinde silinirse, sonra başka bir kusuru meydana çıktığında eski kusuru
sebebi ile onu dönemez. Çünkü kaplamanın silinmesi ile kusurlaşmıştır.
Eksikliği sebebi ile de dönemez. Zira rîbâ lâzım gelir. Bu meselelerden biri de
Bezzâziye'de zikredilmiş; "Kusuru bildikten sonra yapılan ve o kusura razı
olmaya delâlet eden her tasarruf malı iâdeye ve eksiklik sebebî İle dönmeye
mânidir." denilmiştir.
METİN
Biz Mülteka üzerine yazdığımız şerhde
Kınye'ye nisbet ederek bazan kusur sebebi ile iâde edebileceğini fakat parayı
dönüp isteyemeyeceğini bildirmiştik.
Satın alınan malda kıymet eksikliği kölenin
kaçması, yerine çiş etmesi ve hırsızlık gibi şeylerdir. Ancak köle müşteriden
satıcıya kendi beldesinde kaçar da onun yanında gizlenmezse bu kusur değildir.
öküz hakkında ihtilâf edilmiştir. En güzel kavl, bunun kusur olmasıdır. Köle
kaçaklıktan dönmedikçe müşteri satıcıdan parasını isteyemez. ibn-i Melek,
Kınye. Köle efendisinden yemek için bir şey çalar veya bir yahut iki para gibi
az bir şey olursa. bu da müstesnadır. Müşterinin yanında da çalar da eli
kesilirse, eli iki hırsızlık karşılığında kesildiği için kıymetin dörtte birini
geri isteyebilir. Satıcı onu olmaya razı olursa, kıymetinin dörtte üçünü geri
alabilir. Aynî
İZAH
"Kınye'ye nisbet ederek ilh..."
Kınye'de şöyle denilmiştir: "Fetâvâ-i Suğra'nın tetimmesinde beyân
edildiğine göre; bir kimse bir köle satarak teslim eder ve parasını almak için
bir adamı tevkîl ederse, vekil: Teslim aldım ama kayboldu; yahut: Ben onu bana
emreden şahsa verdim, dediğinde müvekkil hepsini inkâr ederse, söz yemini ile
birlikte vekilindir. Müşteri paradan beraet eder. Ama kölede bir kusur bulur da
iade ederse, parasını satıcıdan geri isteyemez. Çünkü onun zannınca tesellüm
sâbit olmamıştır. Vekilden de isteyemez; zira aralarında akid yoktur. O sadece
parayı almak için emîn kişidir; ve yalnız kendinden ödemeyi def etmek hususunda
tasdik olunur."
Fetâvâ sahibi demiştir ki: "Bununla şu
anlaşılır: Emreden şahıs vekilin kendisine verdiğini tesaik ederse, kusur
sebebi ile iâde ettikten sonra müşteri kölenin parasını müvekkilden geri
isteyebilir. Teslim alandan İsteyemez." H.
"Kölenin kaçması..." ından murad:
Sahibi zulmetmeksizin kaçmasıdır. (Buna Arapçada ibâk derler. Onun zulmünden
kaçarsa, ona herab denir.) Bu izaha göre ibak bir kusurdur, herab kusur
değildir. Musannıf ibâkı mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh kölenin sahibinden
kaçmasına şâmil olduğu gibi emanetçiden, kendisinden emâneten alınandan ve
alandan kaçmasına da şâmildir. Gittiği yer sefer mesafesi olsun olmasın; o
beldeden veya başka yerden kaçmış olsun fark etmez.
Zeylai diyor ki: "En doğrusu şöyle
demektir:" Bulunduğu şehir Kahire gibi büyükse kaçması bir kusurdur.
Değilse meselâ o yerde yaşayanları veya evlerini biliyorsa kusur
sayılmaz." Nehir. ileride gelecek ki, kaçmanın tekerrürü mutlaka lâzımdır.
Meselâ: Hem satıcının hem müşterinin yanında iken kaçar.
"Ancak köle müşteriden satıcıya
ilh..." Kezâ gasbedenden sahibine veya başkasına kaçar da sahibinin evini
veya ona dönmeyi bilmezse,bu yaptığı kusur sayılmaz. Nehir.
"Kendi beldesinde" diye
kayıdlaması Nehir'de Kınye'den naklen:
"Müşterinin köyünden satıcının köyüne
kaçarsa kusur sayılır." denildiği içindir.
"Onun yanında gizlenmezse.."
Kusur sayılmaz. Satıcının yanında gizlenirse kusur sayılır. Çünkü bu inadlık ve
itâatsızlığına delildir.
"En güzel kavil bunun kusur
olmasıdır."Bazılarına göre mutlak olarak kusur değildir. Birtakımları:
"Bu işe devam ederse kusurdur. iki veya üç defa yaparsa kusur
sayılmaz." demişlerdir. Zahire bakılırsa hayvanlardan öküzden başkası öküz
gibidir. T.
"Köle kaçaklıktan dönmedikçe müşteri
satıcıdan parasını isteyemez." Ölmeden de böyledir. Nitekim Bahır'da beyân
edilmiştir. Köle kaçak halde ölürse kusur noksanını alır. Hindiyye'de böyle
denilmiştir. İâde masrafı müşteriye aiddir. Bahır. Kıymeti artsın eksilsin onu
akdin yapıldığı yerde iâde eder. Şayet akid yerinden değişmişse teslim yerinde
iade eder. Nitekim Sâihânî'den naklen Haniyye'de böyle denilmiştir.
"İbni Melek, Kınye..." Bazı
nüshalarda : "İbni Melek ve Kınye" denilmiştir ki, bu daha güzeldir.
Bu mesele Câmiu'l-Fasuleyn'den naklen Bahır'da da zikredilmiştir.
"Hırsızlık gibi şeylerdir."
Hırsızlık el kesmeyi icab etsin etmesin müsavîdir. Meselâ; kefen soymak el
kesmeyi icab etmez, yan kesicilik icab ;eder. Bunların sebebleri de kendileri
hükmündedir. Ulemanın mutlak olan sözleri büyük hırsızlığa am ve şâmildir. Nitekim
Zahîriyye'de beyân edîlmiştir. Bunu Halebî Nehir'den nakletmiştir.
"Köle efendisinden yemek için bir şey
çalarsa ilh..." Bu kusur sayılmaz. Ama satmak için çalarsa yahut yemek
için sahibinden başka bir kimseden çalarsa iş değişir, Bu her ikisinde kusur
sayılır. Bahır. Zahire bakılırsa bu hırsızlık yiyeceğe mahsustur. Bezzâziye'nin
şu sözü de bunu ifade eder: "Para çalmak mutlak surette kusurdur. Fakat
sahibinden yemek için yiyecek şeyler çalması kusur değildir."
Nehir sahibi diyor ki: "Sahibinden
örfen yiyeceğinden fazlasını çalarsa kusur olması gerekir."
"Bir veya iki para gibi az"
sözünü Zeylaî kesinlikle ifade etmiştir. lâkin Mi'râc'ın zahir olan ifadesine
göre bir kavilceğizden ibarettir. Mezheb mutlak olmasıdır. Bu kavle göre bir
dirhemden azı da böyledir. Nitekim Bahır sahibi bunu zikretmiştir.
"Müşterinin yanında da çalar da
ilh..." Yani satıcının yanında çaldıktan sonra müşterinîn yanında da
çalarsa demektir. Bu mesele babın sonunda musannıfın: "Tutulan kimse
öldürülür veya eli kesilirse..." dediği yerde gelecektir. Mesele Hidâye'de
de zikredilmiştir.
"Kıymetin dörtte birini geri
isteyebilir ilh..." Hırsızlığın satanla alan elinde îken tekerrür etmesi
veya diğerinin elinde iken tekrarlanması fark etmez. Nitekim ta'lil de bunu
gösterir. Dörtte birini isteyebilmesinin vechi şudur: Hür insanda elin diyeti,
İnsan diyetinin yarısıdır. Kölelerde îse kıymetinin yarısıdır. Bu yarı ikî
sebeble telef olmuştur ,ki, birisi satıcının, diğeri müşterinin yanında
tehakkuk etmiştir. Binaenaleyh mucib de yarıya bölünür ve yarının yarısını geri
ister; bu da dörtte birdir. Şârih bu hususta ifadeyi mutlak bırakmıştır. Şu
halde çalınan malın sahibinin istemesine, hep iki hırsızlığa veya yalnız birine
şâmildir. Bu ta'lîl paranın değil, kıymetin itibar edileceğini gösterir. Şöyle
de denilebilir: Mutlak ifade etmesi ekseriyetle para kıymet mikdarı
olduğundandır. T.
"Kıymetinin dörtte üçünü geri
alabilir." Yani bunu müşteri ister. Çünkü paranın dörtte biri ikinci
hırsızlıkla satıcıdan sakıt olmuştur.
METİN
Bütün bunlar kölenin küçüklük ve
büyüklüğüne göre değişir. Küçüklükten murad temyîz sahibi olmasıdır. Ulema bunu
beş sene ile yahut çocuğun yalnız başına yemek yemesi ve giyinmesi ile
ölçmüşlerdîr. Tamamı Cevhere'dedir. Çocuk yalnız başına yemek yiyip giyinemezse
kusur sayılmaz. İbn-î Melek. Büyük olunca kusur sayılması şundandır:Çünkü bu
kusurlar küçükte akıl ermediği içindir. Mesanenin zayıflığı bir kusurdur.
Büyükte bunları yapması kötüyü ihtiyar etmesinden ve içinde bir hastalık
bulunmasındandır ki, bu başka bir kusurdur. Hal birleşince, meselâ;
küçüklüğünde veya büyüklüğünde satıcının ve müşterinin yanlarından kaçması
sâbit olursa, iâdeye hakkı olur. Zira sebeb birdir. Sebeb değişik olursa iâde
edemez. Çünkü bu yeni bir kusurdur. Meselâ;bir köle satıcının elinde hummaya
tutulur; sonra müşterinin elinde de hummaya yakalanırsa, aynı nevi'den olduğu
takdirde iâde edebilir. Aksi takdirde iâde edemez. Aynî.
şimdi şu kalır: Müşteri köleyi yerine çiş
eder bulur da sonra kusurlanır; ve müşteri kusur farkını satıcıdan alırsa, köle
bülûğa erdiğinde satıcı ödediği kusuru - bülûğ ile ortadan kalktığı için - geri
alabilir mi? Evet diye cevap vermek gerekir. Fetih. Bu kusurlar deliliğe göre
de değişirler. Delilik; külliyatı anlamaya yarayan kuvvetin bozulmasıdır.
Telvîh. Bununla aklın şu tarifi anlaşılır: Akıl zikri geçen kuvvettir, yeri
kalbtir: zıyası beyndedir. Dürer.
İZAH
"Yalnız başına yemek yemesi
ilh..." Nehir sahibi şöyle demektedir:
"Bazıları bunu yani temyîzi çocuğun
yalnız başına yeyip içmesi ve taharetlenmesi ile izah etmişlerdi. Bu onun yedi
yaşında veya daha fazla olmasını gerektirir. Çünkü ulema hadâne meselesinde onu
bununla takdîr etmişlerdir. Lâkin bir çok yerlerde temyîzin beş sene ve fazlası
ile takdir edildiği açıklanmıştır, bundan aşağısı kusur olamaz."
Ben derim ki: İki bâb arasında fark şudur:
Burada itimad çocuğun anlayışınadır. Orada ise kadınlara ihtiyacı
kalmamasınadır.
"Tamamı Cevhere'dedir.' Ben Cevhere'de
buradakinden fazla bir şey göremedim. Yalnız orada birinci takdir
"döşeğine çiş etmek" dediği yerde; ikincisi "hırsızlık"
dediği yerde zikredilmiştir. Halbuki Bahır ve diğer kitabların zahirine
bakılırsa iki, yer arasında fark yoktur.
"Kaçması sâbit olursa ilh..."
Yani kaçması, çiş etmesi veya çalması satıcısının veya satıcının satıcısının
yahut müşterinin yanında sabit olursa. iâdeye hakkı olur. Bundan anlaşılır ki,
satıcısının yanında sabit olur da sonra müşterinin elinde tekrarlamazsa iâde
edemez. Sahih olan budur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de böyle denilmiştir.
"Ayni nevi'den olduğu takdirde
ilh..." Meselâ; satıcının elinde iken hummaya yakalandığı vakitte
hummalanırsa demektir. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. H.
"Köleyi yerine çiş eder bulursa
ilh..." Yani köle küçük olur; satıcısının yanında da çiş ettiği sabit
olursa demektir.
"Kusur farkını ilh..." Yani yerine
çiş etmesi kusurunun farkını geri alırsa demektir. Çünkü yeni meydana gelen
kusurla iâde etmesi mümkün değildir. Zahire bakılırsa yeni kusur bir kayd
değildir. İâde etmek ister de satıcı kusurdan dolayı mâlum bir şey karşılığını
uzlaşırsa hüküm yine böyledir. Sonra Nehir'de gördüm; Hâni'yye'den naklen şöyle
deniliyor: "Bir kimse bir cariye satın alır da onun hayz görmediğini iddia
eder ve parasının bir kısmını geri alırsa; sonra cariye hayz gördüğü takdirde
ulema şöyle demişlerdir: Eğer satıcı parayı ona kusurdan uzlaşmak yolu ile
verdi ise satıcı onu geri alabilir." Bâbın sonunda şârihin bunu
"kusur ilaç kullanmadan yok olursa diye kayıdlayacaktır.
"Evet diye cevap vermek gerekir."
Fetih sahibi bunu Fevâid-i Zahîriyye sahibinin babasından nakletmiş; fakat bu
hususta rivâyet olmadığını; o zâtın buna iki mesele ile istidlâl ettiğini
söylemiştir. Meselelerin biri şudur: Bir kimse evli bir cariye satın alırsa onu
geri verebilir. Cariye başka bir şeyle kusurlanırsa noksanının farkını geri
alır. Kocası cariyeyi talâk-ı bâinle boşarsa, satıcı noksan farkını geri
alabilir. Çünkü bu kusur ortadan kalkmıştır. Bizim meselemizde de öyledir.
İkincisi : Bir kimse bir köle satın alır da
hasta çıkarsa meselesidir. Müşteri bu köleyi geri verebilir. Başka bir şeyle
kusurlanırsa noksan farkını geri alır. Geri aldıktan sonra tedavi ile köle
iyileşirse geri alamaz. Aksi takdirde geri alır. Burada bülûğ tedavi ile
değildir. Binaenaleyh geri alması gerekir."
"Telvîh." Bahır sahibi diyor ki:
"Telvîh'de şu satırlar vardır: Delilik, güzel ve çirkin şeylerin arasın
ayıran ve neticeleri anlayan kuvvetin bozulmasıdır. Kısacası kendisi ile
külliyat anlaşılan kuvvetin bozulmasıdır." Kısacası demekle ifade edilen
mânânın bir olduğuna işaret etmiştir. Şârihin Telvîh'a nisbet ettiği söz mânâca
nakledilmiştir.
"Yeri kalbtir ilh..." Hz. Ali
(R.A.)'a aklın yeri sorulmuş da: "Kalbtir. Zıyası dımağa (beyne)
vurur." cevabını vermiştir. Bu hukemanın sözlerineaykırıdır. Ulemaya göre
Hz. Ali'nin sözü daha üstündür. Bu satırlar Aliyyü'I-Kaarî'nin Bed'ül-ımalî
şerhinden alınmıştır.
METİN
Delilik ise büyüklük ve küçüklükle
değişmez. Çünkü sebebi birdir. Yukarıda geçen bunun hilâfınadır. Bazıları
değiştiğini söylemişlerdir. Aynî. Deliliğin mikdarı bir gün bir geceden fazla
devam etmektir. Esah kavle göre müşterinin elinde de tekrarlaması tâzımdır.
Aksi takdirde iâde yoktur. Yalnız üç şeyde yani cariye zina ettiğinde, zinadan
çocuk doğduğunda ve doğumda iâde vardır. Fetih.
Ben derim ki: Lakin Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir: Doğum kusur değildir; meğer ki bir kusuru mucib olsun. Fetva buna
göredir. Nehir sahibi de buna itimad etmiştir. Yine Nehir'de beyân edildiğine
göre gebelik kadınlarda kusurdur; hayvanlarda kusur değildir. Cüzzam, bars,
körlük, tek gözlülük, şaşılık, sağırlık, dilsizlik, yaralar ve hastalıklar
kusurdur. Debelik de öyledir. Debelik : Yumurtalıkların şişmesi (yani bir nevi
fıtıktır).
İZAH
"Delilik ise büyüklük ve küçüklükle
değişmez." Küçüklüğün de satıcının elinde delirir de sonra müşterinin
elinde deliliği tekerrür ederse, köle küçük olsun büyümüş olsun onu iâde eder.
Çünkü bu hal birincinin aynıdır. Zira deliliğin sebebi büyüklükte küçüklükte
hep birdir. Bu beynin içinin bozulmasından ibarettir. İmam Muhammed
Rahimehullah'ın: "Delilik ebediyyen kusurdur" sözünün mânâsı budur. Yoksa
bazılarının dedikleri gibi bunun mânâsı: "Müşterinin ellinde deliliğin
tekerrürü şart değildir. Mücerred satıcının elinde delirmekle köle iâde
edilir." demek değildir. Bu söz yanlıştır, Zira Allah Tealâ sebebini
gidermekle onu gidermeye kadirdir. Velevki az vuku bulsun. Delilik tekerrür
etmeyince câiz ki satış iyileştikten sonra olmuştur. Ortada kusur yoktur.
"Binaenaleyh iâde için mutlaka deliliğin tekerrürü lazımdır. Sahih olan
kavil budur. Asıl ve Cami-i Kebîr'de zikredilen budur. İsbicâbî de bunu tercih
etmişti. Fetih.
"Bazıları değiştiğini
söylemişlerdir." O zaman yukarıda geçen kaçaklık ve benzerleri gibi olur;
ve küçüklükte veya büyüklükte tekerrür etmesi mutlaka lâzım gelir. Bu üçüncü
bir kavildir.
"Deliliğin mikdarı bir gün bir geceden
fazla devam etmektir." Zeylaî kesinlikle buna kaildir. Bazıları "bir
saat da olsa kusurdur" demiş;
birtakımları mutbak (devamlı) olanı kusur
saymışlardır. Mutbakın tarifi oruç bahsinde geçmîşti.
"Esah kavle göre" Sözünün
mukabili yanlış olduğunu biliyorsun!
"Ancak üç şeyde iâde eder..."
Burada şöyle denilebilir: Sözümüz deliliğin tekerrüründe idi Bu mesele ondan
değildir. O mutlak surette teberrürün şart koşulmasında istisna edilmîştir.
Bahır'ın İbaresi şöyledir:
"Asıl şudur: Delilik satıcının elinde
iken mevcud olmuşsa, müşterinin elinde de tekerrür etmesi şarttır. Yalnız bir
kaç meselede şart değildîr..."
"Zinadan çocuğu doğduğunda
ilh..." Bu kölenin zinadan doğması ile olur. Lâkin bunun tekerrürü mümkün
değildir. T.
"Ve doğumda iâde eder." Fetih
sahibi diyor ki: "Ama cariye satıcının elinde başkasından gebe kalarak
doğurur yahut başkasının elinde iken doğurursa Kitabü'l-Mudârebe'ni rivayetine
göre geri verilir; sahih olan da budur. Velev ki müşterinin elinde İkinci defa
doğurmamış olsun. Çünkü doğum ayrılmaz bir kusurdur. Doğumla meydana gelen
zayıflık ebediyyen yok olmaz. Fetva buna göredir. Kitâbü'l-Büyû'da ise geri
verilmez diye rivâyet edilmiştir." Satıcının elinde başkasından gebe
kalarak... demesi şundandır: Çünkü satıcıdan gebe kalırsa onun ümmi veledi
olur; artık satılması sahih olmaz.
Şürunbulâliyye'de şöyle denilmiştir:
"Velev ki doğurmasın demesinden murad; müşterinin elinde doğurduktan sonra
geri verebilir demek değildir. Çünkü onun yanında sabık kusurla birlikte ikinci
defa doğurarak kursurlanmakla geri verilmesi İmkânsızlaşmıştır."
Ben derim ki: Bu söz ikinci defa doğurmakla
birinci doğumdan daha fazla kusur hasıl olursa müsellemdir.
"Fetih..." Yanlıştır. Doğrusu
Bahır'dır. Zira Fetih'de yalnız sonucu zikredilmiştir.
"Nehir sahibi de buna itimad
etmiştir." O şöyle demiştir: "Bence Büyû'un rivâyeti daha güzeldir.
Çünkü Allah Tealâ doğumla meydana gelen zayıflığı gidermeye kaadirdir. Sonra
gördüm ki, Bezzâziye sahibi Nihaye'den naklen: Doğurmak kusur değildir; meğer
ki noksanlık icab etsin. Fetva buna göredir, demiştir. itimad gereken kavil
budur" Nehir sahibinin sözü burada biter.
Ben derim ki: Benim Bezzâziye'nin iki
nüshasında ve diğer kitablarda Bezzaziye'den naklen gördüğüm şudur:
"Cariyeyi satın alarak tesellüm eder de sonra onun satıcı elinde
başkasından gebe kalarak doğurduğu satıcının bunu bilmediği meydana çıkarsa,
Kitabü'l-Mudârebe'nin rivâyetine göre bu mutlak surette kusurdur. Çünkü
doğurmakla meydana gelen kırgınlık ebediyyen yok olmaz. Fetva buna göredir. Bir
rivâyete göre ise cariyeyi doğum noksanlaştırırsa kusurdur, Hayvanlarda
doğurmak kusur değildir. Meğer ki noksanlık icab etsin. Fetva buna
göredir." Galîba "hayvanlarda" sözü Nehir sahibinin nüshası ile
Nihaye'de görülmüş; o cariye meselesinin ikinci rivâyetini sahih kabul edilmiş
sanmıştır. Bu katip tarafından yapılmış bir hatadır. Sözünü buna bina etmiştir.
Halbuki öyle değildir. Meselede sahihleme ihtilâfı yoktur. ikinci sahihleme
hayvanın doğurmasına aiddir.
"Gebelik kadınlarda kusurdur
ilh..." Bu tafsilât Hâkim'in Kâfisindedir. Ve gördüğün gibi gebelik
doğurmak hükmünde olmuştur. Sirâc sahibi bunu şöyle talil etmiştir:
"Cariye cimâ için alınır. Kocaya vermek ve gebelik buna mânidir.
Hayvanlarda ise bu bir ziyade sayılır "
METİN
Aleti kalkmamak ve enenmiş bulunmak
kusurdur. Bir kimse bir köleyi enenmiştir diye satın alır da enenmemiş çıkarsa
muhayyerliği kalmaz. Cevhere. Ağız kokusu, koltuk ve kezâ burun kokusu -
Bezzâziye - zina ve zinadan doğmuş olmak gibi şeyler yalnız cariyede
kusurdur;kölede kusur değildir; velev ki esah kavle göre köle yalabık (saçsız
sakalsız) olsun. Hulâsa. Ancak ağız ve koltuk kokusu çok şiddetli olur da
sahibinin yanına yaklaşmasına mâni teşkil ederse, kölede de kusur sayılırlar.
Köle zinayı âdet edinirse -ki bu İki defadan fazla yapması ile olur- bu da
kusurdur. Lûtîlik cariyede mutlak surette kusurdur. Kölede ise meccanen yaparsa
kusurdur. Çünkü bu übneye (dübür hastalığına) delildir. Ücretle yaparsa kusur
değildir. Kınye. Yine Kınye'de bildirildiğine göre bir kimse eşeklerin aştığı
bir eşeği satın alırsa bakılır: Bu işe karşı koymazsa kusurludur. Aksi takdirde
kusurlu sayılmaz.
Yumuşak sesle konuşmak ve kırıtarak yürümek
sureti ile kadınlık taslamaya gelince: Bunları çok yaparsa geri verilir; az
yaparsa geri çevrilmez. Bezzâziye. Bütün nevileri ile küfür ve kezâ rafizîlik ve
mutezîlilik her ikisinde kusurdur. Bunu inceleme sureti ile Bahır sahibi
söylemiştir. Velev ki müşteri zimmî olsun. Sirâc.
İZAH
"Muhayyerliği kalmaz." Çünkü
İmam-ı Azam'a göre kölede enenmiş olmak kusurdur. Sanki o kimse kusurlu
olmasını şart koşmuş da köle sağlam çıkmıştır. Ebû Yusuf'a göre enenmiş köle
daha makbuldur. Zira halk ona rağbet gösterir. Binaenaleyh muhayyerdir.
Bezzâziye Fetih sahibi kesinlikle Ebû Yusuf'un kavlîni tercih etmiştir. Bunun
muktezası hilâfın bir cariyeyi şarkıcıdır diye satın aldığı yerde de cereyan
etmesîdir. Çünkü şarkıcılık enemek gibi şer'an bir kusurdur. Nitekim biz bunu
görme muhayyerliğinden az önce arzetmiştik.
"Ağız kokusu..." Fetih'de beyân
edildiğine göre kusur sayılan ağız kokusu midenin bozukluğundan meydana gelendir.
Dişlerin sararmasından ileri gelen koku değildir. Zira o temizlemekle çıkar.
"Yalnız cariyede kusurdur." Çünkü
cariye bazan yalnız cinsî yakınlıkta bulunmak İçin satın alınır. Bu manalar ise
yakınlığa mânidir. Köle bunun hilâfınadır. Zira o hizmeti için alınır. Zinadan
doğmak da böyledir. Çocuk zina mahsulü olan annesi ile ayıplanır. Nitekim
Mirâc'dan naklen Azmiyye'de beyân edilmiştir.
"Hulâsa..." Bu ibâre Hulâsa'nın
değildir. Esah kavle göre sakalı bitmemiş oğlanla başkaları müsavîdir. Böylece
Nuh Efendi haşiyesi ile Vanî'deki: "Hulâsa'da sakalsız kölenin ağız kokusu
kusur sayılmıştır." sözü itibardan düşer.
"Zinayı âdet edinirse..." Çünkü
birbiri ardınca zinada bulunmak hizmete aykırıdır. Dürer.
"Cariyede lûtilik mutlak surette
kusurdur." Bu cariyenin başkalarından bu kötü fiili istemesi ile olur; ve
paralı veya parasız olsun kusurdur. Zira onun olmada kullanılmasını ifsad eder.
Bahır.
"Kölede ise meccanen yaparsa
kusurdur." Zahire bakılırsa bu tekerrür etmekle kayıdlıdır.
"Çünkü bu übneye delildir." Kaamus'ta
beyân olunduğuna göre übne çubukta düğüm ve kusur mânâlarına gelir. Burada
ondan murad hususi kusurdur ki, o da düburde bir hastalık olup buna cinsî
yakınlığın fayda vermesidir.
"Bütün nevi'leri ile küfür
ilh..." Kusurdur. Çünkü müslümanın tabiatı böylesi ile sohbetten nefret
eder. Bir de bazı keffaretlerde kâfiri vermek câiz değildir. Bu sebeble ona
rağbet azalır. Bir kimse köleyi kâfirdir diye satın alır da müslüman çıkarsa
geri veremez. Zira Müslümanlık kusurun kalmamasıdır. Hidâye. Şürunbulâliyye
sahibi: "Yani velev ki müşteri kâfir olsun." ifadesini ziyade
etmiştir. Bu Mecma şerhi Menba ve Sirâcü'l-Vehhâc'da bu şekilde Allâme
Aliyyü'l-Makdisî'nin el yazısı ile zikredilmiştir. Yani "çünkü Müslümanlık
sırf hayırdır. Velev ki kâfir olan müşteri onun bulunmamasını şart koşmuş
olsun" denilmek istenmiştir
"İnceleme sureti ile Bahır sahibi
söylemiştir." İfadesi şudur: "Köle ehli sünnetten hariç mu'tezilî ve
rafizî gibi biri çıkarsa ne hüküm verileceğini görmedim. Ama kâfir gibi olmak
gerekir. Çünkü sünnî bir kimse böylesinin sohbetinden nefret eder. Hatta rafizî
onu öldürür bile. Zira rafizîler bizi öldürmeyi helâl sayarlar." Sen
bilirsin ki mutezile, râfiza ve diğer bid'at fırkaları eshab-ı kirama sövseler
ve bizi öldürmeyi helâl saysalar bile sahih kavle göre küfürlerine hükmolunmaz.
Çünkü ellerinde delil şübhesi vardır. Ve sahabeyi öldürmeyi helâl sayan
hâricîler gibidirler. Bu hususta ileri gidenleri bunun hilâfınadır. Hz. Ali'nin
peygamberliğine kail olanları ile Aişe'i Sıddîka (R.A.) hazretlerine çirkin
isnadda bulunanlar gibi ki, ellerinde delil şübhesi yoktur. Bunlar felsefeciler
gibi kafirdirler. Nitekim biz bunu "Tenbûhü'l-Vulâti ve'l-Hukkâm..."
adlı kitabımızda beyan ettik. Bazı kısımlarını da mürted bâbında arzeyledik. Bu
suretle anlaşılıyor ki, Bahır sahibinin muradı kâfir olmayanlarıdır. Onun için
de onları kafire benzetmiştir.
Yine bu izahımızla Nehir sahibinin:
"Şeyhayne (Hz. Ebû Bekir'le ömer'e) söven râfizî kâfir de dahildir."
sözü iIe, bazılarının: "Bahır sahibinin muradı fazıldır; söven
değildir." demeleri itibardan sakıttır.
"Velevki müşteri zimmi olsun;
Sirâc." Bahır'da beyân olunduğuna göre Sirâc'ın ibâresi şöyledir.;
"Küfür kusurdur. Cariyeyi, velev Müslüman veya zimmî satın almış olsun.
Bahır sahibi bu sözün zimmî hakkında garip olduğunu söylemiştir.'
Nehir sahibi de şöyle demiştir: "Ben
bunu Sirâc'dan başka kimsenin söylediğini görmedim. Nasıl olur? Zimmînin
müslümandan faydalanacağı yoktur. Çünkü onu milkinden çıkarmaya mecbur
edilir," Yanî, zimmînin satın aldığı köle müslüman çıkarsa onu geri
vermez. Nitekim yukarıda zikretmiştik. Bununla beraber bunu milkinde bırakması
da mümkün değildir. Kâfir çıkarsa geri verememesi evleviyette kalır; çünkü
milkinde kalır. Bu köle ona müslümandan daha faydalıdır; şu halde zimmî
hakkında onun küfrü nasıl olur da müslümanlığı kusur olmaz? Onun sözünün
açıklaması budur.
Şöyle de cevap verilebilir: İslâmiyet
şer'an ve aklen sırf faydadır, binaenaleyh hiç bir kimse hakkında asta kusur
olamaz. Küfür böyle değildir. O şer'an ve aklen kusurların en çirkinidir. O
halde herkes hakkında hâlis bir kusurdur. Onun içindir ki musannıf Minah'da
Bâhır'ın sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir: "Ben derim ki: Garib
değildir. Zira malûmdur ki, kusur tâcirlerce fiyatı noksanlaştıran şeydîr.
Şüphesiz küfür bu mesabededir. Çünkü müslüman ondan nefret eder. Başkası da
kafir köleyi satın olmaya rağbet göstermez; zira ona herkes tarafından rağbet
yoktur; bu kusurların en çirkinidir. Zira müslüman onun sohbetinden nefret
eder. O bazı keffaretlerde âzâd edilmeye de yaramaz; böylece ona rağbet
kalmaz."
Ben derim ki : Bunu şu da te'yîd eder: Bu
cariye şarkıcı çıkarsa, alan onu geri verebilîr. Halbuki bazı sapıklar ona
rağbet gösterir, fiyatını arttırlar. Çünkü bu şer'an kusurdur. Kezâ sakalsız
(yalabık) köle ağzı kokar çıkarsa onu geri veremez. Halbuki bu bazı sapıklarca
kusurdur, ama şer'an kusur değildir. Çünkü hizmette kullanmaya mâni değildir.
Velev ki sapık müşterinin maksadına uymasın. Evet, bu izaha göre Hâniyye'deki
şu mesele müşkil kalır; Bir yahudi başka bir yahudiye içine bir kaç damla şarap
karışmış zeytinyağı satsa satış caizdir. Dönmeye hakkı yoktur. Çünkü bu onlarca
bir kusur değildir."
METİN
Onyedi yaşında bir kızın hayz görmemesi
kusurdur. imameyn'e göre onbeş yaşındaki kızın hayz görmemesi kusurdur. Bu hal
cariyenin sözüne satıcının teslimden önce ve sonra cayması katılmak sureti iIe
bilinir. Sahih kavil budur. Mülteka. imam Ebû Yusuf'a göre üç aydan azdı diye
yapılan dâvâ dinlenmez.
İZAH
"Hayz görmemesi kusurdur." Çünkü
kesilmesi ve bu halin devamı hastalık alâmetidir. Zira hayız kadınların
terkibinde vardır. Kadın hayz görmeyince anlaşılır ki, bu kadındaki bir
hastalıktan ileri gelmiştir. Kusur da işte bu hastalıktır. İstihaze kanı da
kadındaki bir hastalıkdandır. Zeylaî.
"İmameyn'e göre onbeş yaşındaki kızın
hayz görmemesidir." Fetva onların kavline göredir. T. Hayzın kesilmesi
ancak zamanında olursa kusurdur. Küçük yaşda yahut ihtiyarlayınca kesilmesi
bilittifak kusur sayılmaz. Nitekim Mirâc'dan naklen Bahır'da beyan edilmiştir.
Nehir sahibi diyor ki: "Bunun mânâsı
cariyeyi bu halini bilerek satın aldığına göre olmak gerekir," Muhît'da
şöyle denilmiştir: "Bir kimse cariyeyi hayız görüyor zannı ile satın alır
da hayız görmediği anlaşılırsa,her ikisi cariyenin yaşlılık sebebi ile hayz
görmediğinde ittifak ettikleri takdirde müşteri onu iâde edebilir. Zira bu
kusurdur: müşteri onu gebe kalsın diye satın almıştı. Yaşlı kadın gebe
kalmaz."
Ben derim ki: Muhît'ln sözü zahirdir. Çünkü
müşteri onun hayz görmesini şart koşunca dilediği vasıf bulunmamış demektir.
Fakat hayz görmesini şart koşmadı ise, zahir olan onu iâde edememesidir. Sebebi
Bezzâziye'den naklettiğimiz dir ki. orada: "Hayvan yaşlı çakarsa iade
edemez; meğer ki genç olmasını şart koşmuş olsun." denilmiştir. Kınye'de:
"Cariye altı ayda bir defa hayz görür çıkarsa
iade edebilir." denilmiştir.
"Bu hal cariyenin ilh..." Sözü
ile bilinir. Hidâye'de şöyle denilmiştir:
"Bu, cariyenin sözü ile bilinir.
Binaenaleyh buna satıcının tesellümden önce ve sonra cayması da katılınca iâde
olunur. Sahih olan budur." Bu sözün bir misli de Mülteka metnindedir.
Zeylaî'nin Hidâye şerhlerinden Nihaye ve diğerlerine uyarak rivâyetine göre
satıcının "onun hayzı kesildi" şeklindeki dâvâsı dinlenmez. Meğer ki
sebebini söylemiş olsun. Sebebi ya hastalık yahut gebeliktir. Bunlardan birini
söylemedikçe dâvâsı dinlenmez. Bu da cariyenin sözü ile bilinir. Çünkü onu
başkaları bilemez. Bununla beraber satıcıya da yemin ettirilir. Tesellümden
sonra cayması ile cariye iade edilir. Sahih kavle göre tesellümden önce cayması
ile de iade edilir. Ebû Yusuf'dan bir rivâyete göre satıcıya yemin
ettirilmeksizin iade edilir. Zâhir rivâyette cariyenin burada sözü kabul
edilmez demişlerdir. Nitekim Kâfî'de böyle denilmiştir. Gebelikte müracaat yeri
kadınların kavli, hastalıkta ise doktorların sözüdür. Kusurun sübut bulması
için onlardan iki adâlet sahibinin sözü şart kılınmıştır." Zeylaî'nin sözü
kısaltılmış olarak burada biter.
Fetih sahibi Hidâye şârihlerine şöyle
itiraz etmiştir; "Sebebin zikredilmesini şart koşmak Hidâye'nin takririne
aykırıdır. Orada bu iş cariyenin sözü ile bilinir, denilmiştir. Attâbî ve
başkaları da böyle demişlerdir. İtimad edilecek kavil budur. Çünkü hastalık
veya gebelik dâvâsı lâzım gelse, cariyenin sözü ile satıcıya yemin teveccühü
tasavvur edilemez. Bilâkis sadece ya doktorların yahut kadınların sözüne
müracaat olunur. Onun için vicdan fakîhi Kaadîhân buna temas etmemiştir.
Böylece anlaşılıyor ki, sebebin söylenmesini şart koşmak başka birtakım
ulemanın kavlidir ki, zannı galibe göre hata etmişlerdir." Fetih
sahibi'nin sözü kısaltmış olarak burada biter.
Bahır sahibi ona itirazla şunları
söylemiştir: "Kaadîhân evvela sebebin zikri şart olduğunu açıklamış; bunu
İmam İbnü'l-Fadl'dan nakletmiştir. Bir sahife sonra yine ondan naklen Fetih
sahibinin Hâniyye'ye nisbet ettiği sözleri nakletmiştir. Ulemanı (cariyenin
sözüne itibar olunur) demeleri ile(gebelikte kadınların; hastalıkta doktorların
sözlerine müracaat olunur) sözleri arasında zıddiyet yoktur. Çünkü cariyenin
sözüne itibar ancak kanın kesilmesi hususundadır. Tâ ki satıcıya dâvâ teveccüh
etsin. Cariyenin sözü ile dâvâ ona teveccüh edip müşteri bunu gebeliktir diye
tâyinde bulunursa, satıcıya yemin teveccüh etsin diye gebelikten anlayan
kadınlara müracaat ederiz. Müşteri bunu hastalıktandır diye tâyin ederse, yine
bu maksadla doktorların sözlerine müracaat ederiz. Nitekim gizli
değildir."
Lâkin Nehir sahibi şunları söylemiştir:
"Ben Muhît'da gördüm ki, sebebi söylemenin şart koşulması Nevadir'in
rivayetidir. Hâniyye'nin sözü buna hami edilir, denilmiştir." Bu sözün
muktezası cariyenin sözüne müracaatın alettâyin lâzım gelmesidir. Lakin
yukarıda geçen sözü buna aykırıdır. Oradaki sözü "Ulema, zâhir rivâyet
cariyenin sözünün kabul edilmemesidir, demişlerdir." şeklinde idi. Meğer
ki "demişlerdir" sözü za'fa işarettir denilsin! Allâme Makdisi'nin
reis Şeyh Kaasım'dan nakline göre şeyh Kaasım Hâniyye'nin her iki ibâresini
nakletmiş de: "İkincisi yani Fetih sahibinin zikretmekle yetindiği daha
güzeldir." demiştir.
Ben derim ki: Bu Fetih sahibinin beğendiği
kavli tercihtir. Nehir sahibinin sözü de buna işaret etmektedir. Bu husustaki
dâvânın sıfatı hakkında:
TENBİH : Hidâye şârihlerinin söylediklerine
göre şöyle olur: Sebebi beyândan, kadınların veya doktorların sözüne
müracaattan sonra aşağıda beyân olunacak müddet de geçince hâkim satıcıya
sorar. Satıcı müşteriyi tasdik ederse cariyeyi kendisine geri verir. "O
şimdi böyledir. Benim elimde iken böyle değildi" derse, satıcı üzerine
dâvâ teveccüh eder. Çünkü halen mevcud olduğuna birbirlerini tasdik
etmişlerdir. Müşteri satıcıya yemin ettirebilir. Yemin ederse beraet eder. Aksi
takdirde cariye kendisine geri verilir, Halen kanın kesildiğini inkâr ederse,
İmamı Azam'a göre kendisine yemin ettirilmez; İmameyn'e göre ettirilir. Nihaye
sahibi diyor ki: Yeminin ilme verilmesi gerekir. Yani "billâhi müşterinin
elinde iken kesildiğini bilmiyorum" diyecektir. Fakat Fetih sahibi
kendisini tenkid etmiş: "Böyle yemin ederse ancak yemininde bâr (doğrucu)
olur. Zira cariyenin müşteri elinde iken hayz görmediğini nereden
bilecektir?" demiştir.
Fetih sahibinin sahihlediğine göre sıfatına
gelince: O şöyle demiştir: "Hâlen hayzın kesildiğini, fakat satıcının
elinde iken mevcud olduğunu iddia eder. Satıcı bunu itirafda bulunursa, cariye
kendisine geri verilir. Şimdi mevcud olduğunu îtiraf, fakat kendi elinde iken
vücudunu inkâr ederse cariyeye sorulur. Hayzın kesildiğini söylerse dâvâ
teveccüh eder; ve satıcıya "billâhi benim elimde iken yoktu" şeklinde
yemin verdirilir. Yeminden çekinirse cariye kendisine geri verilir. Elinde iken
varlığını itiraf eder de halen kesildiğini inkârda bulunursa cariyeye
sorulduğu. o da kesildiğini inkâr ettiği takdirde İmamı Azam'a göre satıcıya
yemin verdirilmez; İmameyn'e göre verdirilir.
"Ebû Yusuf'a göre üç aydan azdı diye
yapılan dâvâ dinlenmez."
Bilmiş ol ki, Zeylaî burada da Hidâye
şârihlerine uyarak: "Şayet kısa bir müddette hayzın kesildiğini iddia
ederse, dâvâsı dinlenmez. Uzun müddetteki dinlenir. Müddetin en azı Ebû Yusuf'a
göre üç ay on gün. İmam Muhammed'e göre dört ay on gündür. İmam-ı Azam'la
Züfer'den iki sene olduğu rivâyet edilmiştir." demiştir. Bir rivâyete göre
gebelik dâvâsı iki ay beş günden sonra dinlenir. Halk buna göre amel
etmektedirler. Bezzâziye ve diğer kitablar.
Bahır'da beyân edildiğine göre müddetin
başı satın alma vaktinden itibar olunur. Fetih sahibi Hânıyye'nin sözünü tercih
etmiştir ki, ona göre müddet bir ayla takdir olunur. Fakat Bahır sahibi:
"Bu acayib bir sürçme ve çirkin bir hatadır. Çünkü üç imamızdan açık nakil
varken Hânıyye'nin sözüne itibar olunamaz." diyerek bunu reddetmiştir.
Nehir sahibi de kendisini tasdik etmiştir.
Ben derim ki: Bu doğru değildir. Zira
Zahîre'de şöyle denilmektedir: "Müşteri cariyenin hayzı kesildiğini iddia
ederek bu sebeble onu geri vermek isterse, bu hususta meşhur ulemadan rivâyet
yoktur..." Zahîre sahibi bir hayli söz ettikten sonra şunları söylemiştir:
"Bundan sonra kısa müddetle uzun müddet arasındaki hududun beyanına
ihtiyaç vardır. Ulema bunun hayz kesildikten sonraki istibrâ meselesi gibi
olması icab ettiğini söylemişlerdîr. Bu hususta rivayetler muhteliftir."
Bundan sonra yukarıda geçen rivayetleri zikretmiştir. Böylece anlaşılır ki,
burada zikrettikleri müddeti ancak temizlik müddeti uzayan kadın istibrâ
meselesine kıyas ederek söylemişlerdir. Buna muhakkık Fetih sahibi de tenbihde
bulunmuş; ve iki mesele arasındaki farkı göstererek kıyası reddetmiştir. O
Hâniyye'nin müddeti bir ayla takdir eden sözünü naklettikten sonra şöyle
demiştir: "Buna itimad gerekir. Yukarıda geçen sözler temizlik müddeti
uzayan kadının istibrâsı hakkında ulemanın aralarındaki hilâftan ibarettî.
Orada rivâyet bu itibarı gerektirir. Zira cimâ hayz görünceye kadar şer'an
yasaktır; gebe kalmak ihtimali vardır. Gebe kaldığı takdirde o adamın suyu
başkasının ekinini sulamış olur. (Onun menisi rahimdeki başkasına aid çocuğu
besler.) Onun için Ebû Hanife ile Züfer bu müddeti ikî sene diye takdir
etmişlerdir. Çünkü iki sene hamîl müddetinin çoğudur. Bu kıyasâ daha uygundur.
İmam Muhammed'den bir rivâyette Ebû Hanife bunu vefat iddeti ile takdir
etmîşlerdir. Zira ekserîyetle gebelik bu müddette meydana çıkar. Ebû Yusuf üç
ayla takdir etmiştir. Zira hayz görmeyen kadının iddeti budur. Imam
Muhammed'den bir rivâyete göre iki ay beş gündür. Fetva buna göredir. Burada
hüküm, uzamanın kusur sayılmasından başka bir şey değildir. Şu halde onu iki
seneye veya başka bir müddete bağlamak yerinde bir hareket değildir." Bu
sözler kısaltılarak alınmıştır.
Bu suretle anladın ki, meselemizde üç
imamızdan nakil dâvâsı doğru değildir. Çünkü onlardan nakledilen bu söz ancak
adı geçen istibrâ meselesi hakkındadır. Kusur meselesi ise meşhur kitablarda
zikredilmemiştir. Onun hakkında istîbra meselesine kıyasen sadece ulema ihtilâf
etmişlerdir. Nefsin fakîhi Kaadîhân zikredilen kusurla dâvâ yürüsün diye
müddeti bir ayla takdiri tercih etmiştîr. Çünkü bu ebe kadınlara yahut
doktorlara bir ayiçînde zahir olur; fazlaya hacet yoktur. Muhakkıkların sonu
(Kemal b. Hümâm) bunu tercih etmiştir ki, kendisi tercih ehlindendir.
Binaenaleyh asıl şaşılacak söz, bu acayib bir sürçme ve çirkin bir
hatadır." sözüdür.
METİN
(Bir dertten dolayı) cariyenin istihaza
görmemesi ve müzmin öksürük de birer kusurdur. Mutad öksürük kusur değildir.
Halen istenen borç da kusurdur. Âzâdına tecil edilen borç kusur değildir.
Nitekim bunu Molla Miskîn Zahîre'den nakletmiştir. Lâkin Kemal umumîleştirmiş: bunu
velâ ve mirasının noksanlığı ile illetlendirmiştir. Gözünde kıl ve su bulun ve
kezâ cariyedeki bütün hastalıklar kusurdur. Mirâc. Gözüne perde inmiş, gözünün
kuyruğu daralmış olmak, gözünün yaşı çok akmak ve küçük sivilceler de böyledir.
Bazı Hidâye şârihleri bunu da çoklukla kayıdlamışlardır. Bir dertten dolayı
olursa dağlamak da kusurdur. Aksi takdirde kusur sayılmaz. Bir parmağın
kesilmesi bir kusur; îki parmağın kesilmesi iki kusurdur. Avuçla beraber
parmakların kesilmesi bir kusur sayılır. Solaklık da öyledir. Solak; yalnız sol
eli ile iş görendir. Ancak Ömer b. Hattâb (R.A.) gibi aynı zamanda sağ eli ile
de iş görüyorsa iş değişir. İhtiyarlık, aşikâre içki içmek ve ayıp sayılırsa
kumar oynamak, Arap olmayan köle ile cariyenin ikisi de büyük olup sünnet
edilmemiş bulunmaları, eşeğin anırmaması, hayvanların az yemesi (köle ile
cariyenin) nikâhlı bulunmaları, yalancılık, koğuculuk, bir vakit namazı terk
dahi kusurdur. Lâkin Kınye'de: "Kölenin bir vakit namazı terk etmesi geri
verilmesini icab etmez." denilmektedir. Yine Kınye'de bildiriliğine göre
hane uğursuz çıkarsa geri verilmesi mümkün olmak gerekir. Çünkü insanlar buna
rağbet göstermezler. Muhibbiyye Manzumesinde: "Et benî çene veya dudakta
olursa kusurdur; yanakta kusur değildir. Kusurlar çoktur AIIah bizi onlardan
berî kılsın!" denilmiştir.
İZAH
"Müzmin öksürük de kusurdur."
Yani öksürük bir dertten ileri geliyorsa kusurdur. Mutad öksürük kusur
değildir. Fetih. Bu sözün zâhirine bakılırsa yeni peyda olan öksürük kusur
değildir. Velev ki satanla alanın ellerinde îken mevcud olsun. Lâkin dikkat
edilecek tarafı öksürüğün eskiliği değil, bir dertten ileri gelmesidir. Onun
İçin Fûsuleyn'de: "öksürük çok olursa kusurdur. Değilse kusur
sayılmaz." denilmiştir. Bunu Bahır sahibi ifade etmiştir.
"Halen istenen borç da kusurdur."
Çünkü kölenin maliyeti bu borçla meşguldür. AIacaklılar köle sahibinden ileri
tutulurlar. Kölenin bir cinayetle tutuklu bulunması da aynı hükümdedir.
Sirâc sahibi şunları söylemiştir:
"Çünkü köle o cinayet için verilir. Binaenaleyh bu sebeble rakabesi hak
edilmiş olur. Ama bu akidden sonra teslimi alınmazdan önce meydana geldiğine
göre tasavvur olunur. Akidden önce olursa, satışda satıcı fidye vermekte
serbest kalır. Köleyi geri vermeden sahibi borcu öderse geri verme sakıt olur.
Çünkü mûcip ortadan kalkmıştır." Alacaklı ibra ederse hüküm yine budur.
Bezzâziye. Kınye'de bildirildiğine göre borç kusurdur Meğer ki az olsun da
âdeten kusur sayılmasın. Bahır.
"Lâkin Kemal umumîleştirmiştir."
Bu onun kendiliğinden yaptığı bir inceleme olup nakle muhâliftir. Bahır.
"Bunu velâ ve mirasının noksanlığı ile
illetlendirmiştir." Velâ noksanlığının vechi anlaşılamamıştır. Meğer ki
velâ noksanlığından semeresinin noksanlığı kasdedilmiş olsun. Semereden murad
mirastır. H.
"İki parmağın kesilmesi iki kusurdur."
Cariyeyi elinde bir kusurdan hali olmak şartı ile satar da bir parmağı kesilmiş
çıkarsa satıcı berî olur. İki parmağı kesilmiş çıkarsa beri olmaz. Çünkü iki
parmak iki kusur demektir. Avucunun yarısı ile birlikte bütün parmakları
kesilmiş olursa bir kusur sayılır. Bütün avucu kesilmişse berî olamaz. Zira
elin kusurundan beraet şart kılınmıştır. Kusur el mevcudsa aranır; el yoksa
aranmaz. Nitekim Hâniyye'de beyân edilmiştir. Bu şunu ifade eder ki; cariyenin
elinde dememiş olsa, avucu kesik çıktığı vakit berî olurdu. Şârihin sözü bu
mânâya hamledilir. En münasibi bu meseleyi ileride beraetin şartı zikredildiği
yerde söylemekti.
"İhtiyarlık..." Ve keza saçın
yarı yarıya kırarması da kusurdur. Ulema bunu "Zamanında olursa yarı
ağarma ihtiyarlıktan olur, zamanında değilse hastalıktandır." diye
illetlendirmişlerdir.
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi şunları
söylemiştir: "Ben derim ki: Burada şârih ihtiyarlığı kusur saymıştır. Hayz
görmemekte ise kusur saymamıştır. Hatta ihtiyarlıktan dolayı hayz görmediğini
iddia etse sözü dinlenmez. Nasıl ki yukarıda geçen (hayz görmeme dâvâsı
dinlenmez; meğer ki gebelik veya hastalık sebebi ile kesildiğini iddiada
bulunsun) sözü de buna delâlet eder. Bu iki sözün aralarında zıddiyet
vardır."
"Aşikâre içki içmek ilh..."
Devamlı olursa kusurdur. Bazan gizli içmek sureti ile olursa kusur değildir.
Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de de böyle denilmiştir. Çünkü bu dinen kusur sayılsa
da kölenin fiyatını eksiltmez.
"Ayıp sayılırsa kumar oynamak" da
kusurdur. Tavla ve satranç gibi şeylerle kumar oynamak bu kabîldendir. Ceviz ve
karpuz gibi şeylerle oynanan ve örfen ayıp sayılmayan şeylerle oynamak kusur
sayılmaz. Burada örfe göre hüküm verilir.
"Arap olmayan köle ile cariye büyük
olup sünnet edilmemiş bulunmaları ilh..." Kusurdur. İkisi de küçük olursa
hüküm bunun hilâfınadır. Dar-ı Harbten getirilenlerde sünnet olmamak mutlak
surette kusur sayılmaz.
Hâniyye sahibi diyor ki: "Bu onlara
göredir. Yani arap olmayan cariyenin sünnet edilmemesi kendi kavmine göre
kusurdur. Bize göre cariyenin sünnet edilmesi kusur değildir. Bahır
"Eşeğin anırmaması" kusurdur.
Çünkü eşeğin kusurlu olduğunu gösterir. T.
"Hayvanların az yemesi" kusurdur.
Bu insandan ihtiraz içindir. Zira insanın çok yemesi kusurdur. Bazıları çok
yemenin cariyede kusur sayıldığını, kölede kusur sayılmadığını söylemişlerdir.
Şübhesiz ki, ifrat derecesinde olursa aralarında fark yoktur. Fetih.
"Nikâhlı bulunmaları" kusurdur.
Çünkü köleye karısının nafakası lâzımdır. Cariyenin ise cima'ı efendisine haram
olur. Hâniyye sahibi şöyle demektedir: "Cariye ric'î talâktan iddet
beklerse hüküm yine budur. Bâin talaktan iddet beklerse hüküm değişir. İhramlı
bulunmak cariyede kusur değildir. Kezâ cariye süt emme veya evlenme sebebi ile
haram olursa hüküm budur."
"Yalancılık, koğuculuk ilh..."
Kusur sayılmak için çok ve zararlı olursa diye kayıdlanması gerekir.
"Bir vakit namazı terk ilh..."
Kezâ diğer Tarzlardan birini bırakmak kusurdur.
"Lâkin Kınye'de ilh..."
Câmiu'l-Fûsuleyn'in Asıl nâm kitaba remizle:"Kölede zira kusur sayılmaz.
Çünkü bu bir nevi fisktır: Bozukluk icab etmez. Haram yemesi veya namazı terk
etmesi gibidir." denilmesi de bunu teyîd eder.
"Geri verilmesi mümkün olmak
gerekir." Bahır ve Nehir sahibleri de bu sözü tasdik etmişlerdir.
Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Hütû kusurdur. Bu kelime heteadan
alınmıştır. Hetea; hayvanın göğsündeki beyaz dairedir. Boynuna doğru uzar. Bunu
uğursuzluk sayarlar. Bu sebeble hayvanın fiyatında noksanlık icab eder."
"Kusurlar çoktur ilh..." Bazıları
şunlardır: Kölenin hayaları şişmek, cariyenin fercinde şiş bulunmak, dişi
düşmüş veya yeşermiş yahut kararmış olmak. Sarı diş hakkında ihtilâf
edilmiştir. Kıymetini düşürürse kararmış tırnak da kusurdur. Çişini tutamamak,
hayvanın serkeş olması, gem ve yularını çıkarması. Bir bağ satın alıp içinde
başkasına aid yol veya su yolu çıkması yahut yüksek olup su çıkmaması veya
sulayacak suyu bulunmaması. Bezzâziye.Bahır'da dahafazla şeyler zikredilmiştir.
Oraya müracaat edebilirsin.
METİN
Müşterinin elinde satıcının fi'li ile
olmayan başka bir kusur meydana gelirse, o kusurun noksanını dönüp alır. Malı
teslim aldıktan sonra kusur satıcının fiili ile meydana gelirse, kıymetinden
kusurun hissesine düşeni alır ve diyet vâcib olur. Malı teslim almazdan önce
meydana gelirse, mutlak surette ya kıymetini tamamı ile alır; yahut kıymetin
tamamı ile iade eder. Satıcı kusurun yeni meydana geldiğine, müşteri İse eski
olduğuna beyyine getirirse söz satıcının, beyyine müşterinin olur. Taşınması ve
masrafı olan bir malı cebren yalnız akdin yapıldığı beldede iade edebilir.
Bahır.
İZAH
"Müşterinin elinde başka bir kusur
meydana gelirse..." Meselâ:
Doğramacı âlâtı yapmak için demir satın
alır da ateşde tecrübe etmek için körüğe koyar ve bu aletlere yaramayacak bir
kusurunu bulursa noksanını alır; malı iade edemez. Yine bu kabilden olmak üzere
derileri ve ibrişimi ıslatırsa malı dönemez. Çünkü bu başka bir kusur olup
dönmeye manidir. Tamamı Bahır'dadır.
"Satıcının, fiili ile olmayan"
ifadesinde ecnebînin fiili de dahildir. Musannıfın sözü, kusurun müşterinln
yahut üzerine akid yapılan malın fiili ile veya semavî bir âfetle meydana
gelmesi hallerine şâmil kalır. Bu üç surette o malı eski kusurundan dolayı îade
edemez; zira malı İki kusurdan dolayı iade etmesi lâzım gelir. O ancak kusurun
hissesini iade eder; meğer ki satıcı noksan olarak almaya razı olsun. Bunu
Bahır sahibi söylemiştir.
"Teslim aldıktan sonra kusur satıcının
fiili ile ilh..." Kezâ ecnebî birinin fiili ile meydana gelirse. kusurun
hissesine düşeni dönüp alır. Yani birinci kusurun hissesine düşeni alır; malı
iade edemez Bahır.
"Ve diyet vâcib olur." Yani
satıcının fiili ile meydana gelen yeni kusurun diyeti lâzım gelir. O zaman
müşteri satıcıdan iki şey alır. Birincisi malın kıymetinden birinci kusurun
hissesi: ikincisi ikinci kusurun diyetidir. T. İkinci kusur ecnebî bir kimsenin
fiili ile oluşsa diyeti dönüp ondan alır.
"Malı teslim almazdan önce meydana
gelirse ilh..." Yani ikinci kusur teslimden önce satıcının fiili ile
meydana gelirse, kusur bulsun bulmasın müşteri mühayyer bırakılır. Dilerse
noksanın hissesini kıymetten düşerek alır; isterse o malı iade ederek bütün
kıymeti geri alır Semavî bir afet veya üzerine akid yapılan malın fiili ile
olması da böyledir. Ya malı iade ederek bütün kıymeti geri alır; yahut malı
alır, cinayetin hissesini düşer. Kezâ kusur ecnebî birinin fiili ile meydana
gelirse muhayyerdir. Lâkin malın kabulünü tercih ederse, diyeti cinayet
sahibinden alır. Kusur müşterinin fiili ile olmuşsa, o malı bütün kıymeti ile
alması icâb eder. Malı zaptederek noksanını istemeye hakkı yoktur. Bunu Bahır
sahibi söylemiştir. Zâhire bakılırsa noksan semavî bir âfet sebebi ile olursa
kıymetten bir şey düşmez. Sonra gördüm ki Câmiu'l-Fûsuleyn'de şöyle
denilmiştir: "Noksan semavî bir âfet sebebi ile olursa bakılır: Noksanlık
bir mikdarsa onun hissesi kıymetten düşülür. Kalanı hakkında müşteri
muhayyerdir. Ya hissesi ile alır; yahut terk eder. Meselâ; satıtan mal kile,
tartı veya birbirine yakın büyüklükte olup sayı ile satılan şeylerden olur da
bir mikdarı kaybolursa böyle yapılır. Fakat noksanlık bir vasıf olursa
müşteriden fiyat kırılmaz. O ya bütün fiyatla o malı olmak yahut terk etmek
arasında muhayyerdîr. Vasıftan murad;zikredilmeden satılan malda dahil bulunan
ağaç, o yerdeki bina, hayvanın bacakları, kile ve tartı ile satılan şeylerde
malın iyi olması gibi şeylerdir. Çünkü vasıfların kıymetten nasibleri yoktur.
Meğerki cinayet veya tesellüm bunlar üzerine yapılmış olsun. Yani teslim alır
da sonra vasıflardan bir şeye hak sahibi çıkarsa, fiyattan onun hissesini geri
alır."
"Mutlak surette ilh..." Yani
kusur bulsun bulmasın böyle yapar. H. Yukarıda Bahır'dan naklettiğimiz de bunun
gibidir. Aşikârdır ki, murad eskikusurdur. Yoksa sözümüz yeni kusurlanan mal
hakkındadır. Şârih kusurun teslimden önce bir fiil ile meydana gelmesinin
muhayyer olmaya kâfi geldiğine işaret etmiştir. Bu takdirde eski kusuru olsun
olmasın olmakla almamak orasında muhayyer olur.
"Söz satıcının" demesi
"beyyine getirirse" ifadesine uygun ve münasib değildir. Münasib olan
evvela: "Satıcı yeni meydana geldiğini iddia ederse..." demekti. Bunu
Halebî söylemiştir.
"Yalnız akdin yapıldığı beldede"
diyeceğine "akdin yapıldığı yerde" dese daha iyi olur; akdin
yapıldığı beldede evine götürmeye de şâmil olurdu. Şârih götürmenîn yeni bir
kusur meydana gelmesi mesabesinde olduğuna işaret etmiştir. Çünkü bunda akid yerine
iade masrafı vardır. Lâkin bu kusur mâni değildir. Zira iade masrafı müşteriye
aiddir. Bunda satıcıya bir zarar yoktur. Biz bu mesele hakkında görme
muhayyerliği bâbının başında söz etmiştik,
"Noksanını alır ilh..." Şöyle ki;
Evvela o mala kusursuz olarak fiyat biçilir. Sonra bir de kusurlu hali ile
fiyat biçilerek farka bakılır. Fark bütün kıymetin onda biri kadarsa fiyatın
onda birini dönüp alır. Daha az veya daha çok olursa yine bu yoldan hareket
eder. Hatta yüz dirhem kıymetinde bir malı on dirheme satın alsa, o malı on
defa noksanlaştırmış olur; ve fiyatın onda birini yani bir dirhemi alır.
Bezzâzî diyor ki: "Mukayezada (tırampa satışında) noksanlık kıymetin onda
biri olursa, mala kıymet yaptığı şeyin noksanlığını alır."
Kıymet biçenlerin iki kişi olmaları ve
satıcı ile müşterinin huzurunda şehadet lâfzı ile haber vermeleri lâzımdır.
Kıymeti her sanatın ehli biçer. Sonradan meydana gelen kusur yok olursa malı
noksanla iade edebilir. Bazıları iade edemez demiş; birtakımları da noksanın
bedeli duruyorsa iade edebileceğini; durmuyorsa edemiyeceğini söylemişlerdir.
Bîrinci kavil kaidelere daha uygundur. Nehir.
METÎN
Hâsılı müşterinin elinde mala başka bir
kusur ârız oldukta onun noksanını alır; ancak istisna edilenlerde alamaz. Malı
tevliye sureti ile (ilk kıymeti ile) satın alması yahut malı çocuğu için
dikmesi de bu kabîldendir. Zeylaî. Cevhere'de "veya satıcı buna razı
olursa" denilmiştir. Müşteri satıcının rızası ile de dönebilir. Meğer ki
dönmeye mâni bir kusuru veya ziyadesi olsun.
İZAH
"Ancak istisna edilen meselelerde
alamaz." Yani babımızın başında geçen altı meselede alamaz. T. Onlar
hakkında neler söylendiğini de biliyorsun. Biz orada başka birtakım meseleler
yazmıştık. Onlardan biri de az ileride metinde gelecek deve meselesi ve başkasıdır.
Fethü'l-Kadîr'de şöyle denilmektedir:
"Sonra noksanını dönmek müşteri tarafından ödemeyi icab eden bir fiille
imkânsız olmadığına göredir. Müşteri tarafından yapılan bir fiille olursa
meselâ; satılan malı öldürür veya satar; yahut hibede bulunarak teslim eder
veya mal şartı ile âzâd eder yahut mükâteb yapar da sonra bir kusura muttali
olursa noksanını alamaz. Kezâ mal müşterinin elinde hataen öldürülürse hüküm
yine budur. Çünkü bedel eline geçince sanki o malı katilden bedelle almış gibi
olur; ve malı satıp sonra bir kusurunu bulmaya benzer; ki dönmeye hakkı kalmaz.
Müşterinin ödemesini icab etmeyen bir fiille dönmek imkânsızlaşırsa noksanını
alabilir; malı iade edemez."
"Tevliye sureti ile satın alması"
İstisna kabîlindendir. Bu iki meseleden biridir ki, bunları Bahır sahibi şöyle
anlatmıştır: "İki mesele istisna edilir. Bunların biri tevliye sureti ile
satıştır. Tevliye ile bir şey satar da sonra müşterinin elinde bir kusur
meydana gelirse, malın eski bir kusuru da olduğu takdirde dönme ve ödetme yoktur.
Çünkü ödetse ikinci para birinciden daha az olur. Tevliyede ise ikincisi
birincinin misli olacaktır. İkincisi: Üzerine selem yapılan kusurlu malı teslim
alır da selem sahibinin elinde de bir kusuru zuhur ederse, İmam-ı Azam'a göre
selem yapan muhayyer olur. İsterse o malı yeni kusuru ile kabul eder;dilerse
kabul etmez. Gerek sermayeden, gerekse kusurdan bir şey vermesi de gerekmez.
Zira sermayeden kusur ödemesi lâzım gelse iyiliğine mukabil bedel vermiş olur
ki bu ribadır."Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
"Çocuğu için dikmesi de..."
diyeceğine "biçmesi" dese daha iyi olurdu. Çünkü bir elbiselik alıp
çocuğuna elbise biçen ve diken kimse, dikmezden önce biçmekle onu çocuğuna mal
etmiş olur. Artık onda bir kusur bulursa, kusurunun parasını isteyemez. Çocuk
büyükse kusuru alabilir. Zira o mala ancak teslim almakla mâlik olur. Teslim
almadan dikerse iadesi mümkün olmaz. Temlîk bundan sonra teslim etmekle meydana
gelirse, noksanının parasını istemesi imkânsız olmaz. Bu ileride gelecek şu
söze mebnîdir: Satıcı için kusuru ile almak câiz olan her yerde milkinden
çıkarmakla noksanlık parası isteyemez; aksi takdirde ister. İmdi birincide malı
iadesi imkânsızlaşmadan milkinden çıkarmıştır. İkincisinde ise
imkânsızlaştıktan sonra çıkarmıştır. Çünkü elbiseyi diktikten sonra satıcı onu
kusurlu olarak almak mecburiyetinde değildir. Nitekim gelecektir. Tamamı
Zeylaî'dedir. Bu izahatımızla anlaşılır ki. Hidâye'ye uyarak dikişle kayıdlamak
büyükte ihtirazî, küçükte ittifakî (tesadüfî) dir. Nasıl ki Bahır'da buna
tenbihde bulunulmuştur.
"Veya satıcı buna razı olursa"
Yani müşteri kusur noksanı ister de satıcı malını ondan kusurlu olarak almaya
razı olursa, müşteri kusuru alamaz. Ya o malı kusurunu istemeden elinde tutar;
yahut iade eder. Burada : "Metinde müşteri satıcının rızası ile de
dönebilir." denildiğine göre "bu meseleye hâcet yoktu!"
denilemez. Çünkü metnin sözü noksanı ödetmekle satıcının rızası varsa malı
dönmek arasında muhayyer olduğunu anlatmak içindir. Bu söz satıcının malını
kusurlu olarak almağa razı olması müşterinin kusuru ödetme isteğini ibtal
ettiğini göstermez. Onun için şârih bu meseleyi kusur ödetmeyi ibtal eden
şeyler arasında zikretmiştir.
"Müşteri satıcının rızası ile de
dönebilir." Çünkü iadede satıcıya zarar vardır; mat onun milkinden
kusurdan salim olarak çıkmıştır. Şu halde noksanı ödetmek teayyün eder. Meğer
ki zarara razı olsun. Bu takdirde müşteri iade ile kusuru ödetmeden o malı
kabul arasında mühayyer bırakılır. Bu mânâ metinden çıkarılamaz Musannıf
"noksanı ödetmedi ise" dese daha iyi olurdu. Nehir.
Ben derim ki: Şârih bu mânâyı söylediğimiz
gibi, bundan önceki meseleyi anlatırken ifade etmiştir. Sonra ulemanın
"meğer ki zarara razı olsun" sözlerinin muktezası müşterinin bütün
parayı ödetmesidir. Kuhfetânî: "Satıcı noksanın hissesini istemeksizin"
diyerek bunu açıklamıştır. Bu söz satıcının yeni meydana gelen kusurun
hissesini isteyemeyeceğini gösterir; o bütün parayı iade eder. Sonra ben bunu
Nuh Efendi haşiyesinde de gördüm. "Çünkü zarara razı olmakla onun hakkı
sakıt olur. Binaenaleyh yeni kusuru müşteriye ödetemez." diyor.
TENBİH : Musannıf satıcının rızasını şart
koşmakla Kınye'deki şu fer'î meseleye işaret etmiştir: "Müşteri malı bir
kusuru sebebi ile hakim hükmü çıkartarak veya hükümsüz olarak iade eder yahut
her iki taraf satışı bozarlar da sonra satıcı malında müşterinin elinde iken
meydana gelmiş yeni bir kusur görürse, malı iade edebilir." Çünkü evvela
ona razı olmuş değildir demek istiyor.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir:
"Müşteri malı kusuru sebebi ile iade eder de satıcı malda müşterinin
elinde meydana gelmiş yenil bir kusur görürse eski kusurun diyeti ile birlikte
o malı müşteriye iade eder yahut iade edilen mola kusursuz razı olur. Mal
satıcının elinde iken yeni bir kusur meydana gelirse, satıcı ikinci kusurun
diyetini müşteriden alır. Meğer ki o malı üçüncü kusuru ile de kabul
etsin." Bahır.
"Meğer ki dönmeye mâni bir kusuru
olsun." Meselâ; satılan mal müşterinin elinde hata yolu ile bir adam
öldürür de sonra satıcının elinde de bir adam öldürdüğü meydana çıkarsa, satıcı
malı iki cinayetle kabul ettiği takdirde müşteri buna zorlanmaz. Yalnız
kendinden zararı def için birinci cinayetin noksanım ödetir. Çünkü malı
satıcısına iade etse, her ikisine fidye vermeyi ihtiyar etmiş olur. Nitekim
şira satın alır da teslimden sonra şarab olursa, bundan sonra onda bulduğu bir
kusur sebebi ile onu iade edemez; velevki satıcı razı olsun. O ancak kusuru
ödetir. Nehir'de böyle denilmiştir. H.
"Veya ziyadesi olsun." Nitekim
dikiş gibi meselelerde gelecektir. H. Sonra bilmiş ol ki, satılan malda ziyade
ya tesellümden önce ya sonra meydana gelir. Bunların her biri bitişik ve ayrı
olmak üzere ikişer nevidir. Bitişik olanda doğan doğmayan namı ile iki nevidir.
Doğana misâl; semizlik ve güzelliktir. Bu tesellümden önce iadeye mâni
değildir. Zâhir rivâyete göre tesellümden sonra da öyledir. Müşteri noksanı
ödetebilir. Şeyhayn'e göre satıcı bunu kabul edemez. İmam Muhammed'e göre
edebilir. Doğmayana misâl; ağaç dîkmek, bina yapmak, boyamak ve dikiş dikmek
gibi şeylerdir Bunlar mutlak surette iadeye mânidir.
Ayrı olan da iki nevi'dir: Doğan, doğmayan.
Doğana misal; yavru, meyva ve diyet gibi şeylerdir. Bunlar tesellümden önce
iâdeye mâni değildir. Tesellümden sonra ise iadeye mânidir. Yalnız kusuru
ödetebilir. Doğmayana misâl; kazanç, gelir. hibe ve sadaka gibi şeylerdir.
Bunlar tesellümden önce iadeye mâni değildir. İade ederse İmam-ı Azam'a göre
parasız olarak müşterinindir. ama helâl değildir. İmameyn'e göre satıcınındır,
fakat ona da helâl değildir. Tesellümden sonra dahi iadeye mâni değildir; ama
ziyade kendisine helâldir. Tamamı Bahır'dadır.
Hâsılı iade iki yerde imkânsızdır. Biri
mutlak surette doğmayan bitişikte; diğeri tesellümden sonra olursa ayrı
olandadır. Nitekim Bezzâziye ve diğer kitablarda beyân edilmiştir. Fetih'de:
"Ayrı olup doğan iadeye manidir." denilmiş; lâkin ondan sonra:
"Tesellümden önce evvelce geçtiği vecihle muhayyerdir. Tesellümden sonra
yalnız satılan malı hissesine düşen para ile iade eder." denilmiştir.
Bahır sahibi buna itirazla demiştir ki: "Bu, hatadır. Çünkü bu tafsılât,
iadeye manidir sözüne münasib değil, iadeye münasibdir. Bu ise yukarıda Kınye,
Bezzâziye ve diğer kitablardan nakledilene muhâliftir. Nurul'ayn sahibi de buna
benzer sözler söylemiştir. Nehir sahibi şöyle müdafaada bulunmuştur:
"Fethin (iadeye mânidir) sözünun mânâsı yalnız aslını iadeye manidir
demektir."
Ben derim ki: Bunun söz götürdüğü
meydandadır. Çünkü Fethin "tesellümden sonra yalnız satılan malı iade
eder" demesi buna aykırıdır. Zahîre sahibinin dahi açıkladığına göre iade
edemez. Zira yavru ribâ olur; müşterinin eline bedelsiz geçmiştir. Kazanç gibi
doğmayan bunun hilâfınadır. Çünkü satılan maldan doğmamış, onun menfaatlarından
meydana gelmiştir. Binaenaleyh satılmış değildir; ve müşteriye meccanen teslim
edilmesi mümkündür. Yavruya gelince: O satılan maldan doğduğu için bir cihetten
satılmıştır. Sıfatı da onun olur. Müşteriye meccanen teslim ederse ribâ olur.
Zeylaî'de de bunun benzeri vardır.
METİN
Meselâ; bir elbiselik satın alarak onu
biçer; sonra bir kusurunu bularak onun noksanını ödetir. Çünkü biçtiği içîn
kumaşı iade etmesi mümkün değildir. Şayet satıcı onu bu hali ile kabul ederse,
buna hakkı vardır. Zira kendi hakkını ıskat etmiştir. Bir deve satın alır da
onu boğazlar ve bağırsaklarını bozulmuş bulursa, maliyetini bozduğu için
ödetemez, Nîtekim müşteri elbiseliğin bütününü veya bir kısmını biçtikten sonra
satar veya hibe ederse hüküm yine budur, ödetemez. Çünkü dikilmiş değil
biçilmiş olarak iadesi câizdir.
İZAH
"Meselâ; bir elbiselik satın alır
ilh..." cümlesi meselenin aslı için temsildir. Ziyade için değildir. Bahır
sahibi diyor ki: "Bu tekrardır. Çünkü ödetmesi ve satıcısının rizası ile
iadesinin elbisede câiz olması yukarıda anlattığının ferdlerindendir.
Binaenaleyh elbiseliği ayrıca zikretmenin faydası ancak diktiği zamanki mesele
terettüb etsin diye zahir olur. Zira o zaman rızası ile bile olsa iadesi
imkânsızdır." T.
"Onu biçer..." Bâkire olsun dul
olsun cariye ile cimada bulunmak da elbiseyi biçmek gibidir. Nehir. Cariye
meselesi metinde gelecektir
"Maliyetini bozduğu için" demekle
şârih bu mesele ile önceki mesele arasındaki farka işaret etmiştir. Fark şudur:
Boğazlamak maliyeti bozar. Çünkü onunla mal kokup bozulmaya maruzdur. Onun
içindir ki, boğazlamakla hırsızın eli kesilmez. Şu halde malın mevcud ve bâki
olmasının mânâsı kalmamıştır. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. H.
"Ödetemez" sözü İmam-ı
Azam'ındır. Hâniyye ile Câmiu'l-Fûsuleyn'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse
bir deve satın alır da evine getirdiğinde yere düşer, o da onu keser ve kusur
meydana çıkarsa İmameyn'e göre noksanını ödetir. Ulema bununla amel
etmişlerdir. Nitekim yemek yer de bir kusurunu bulursa hüküm budur. Deveyi
kesmezden önce kusurunu öğrenir de keserse ödetemez." Bahır'da denilmiştir
ki: "Vâkıât'ta fetva yemekte İmameyn kavline göredir. Burada da öyledir;
denilmiştir." Hayreddin Remlî: "Bu meseleyi devenin yaşaması ümidi
varken keserse diye kayıdlamak icab eder. Hayatından ümidini keserse. İmam-ı
Azam'a göre de noksanı ödetir. Çünkü bu halde hayvanı kesmek maliyeti bozmak
değildir." diyor.
"Nitekim müşteri elbiseliği: satarsa
ödetemez." Satmaktan murad elden çıkarmaktır. Satışı zikretmesi misaldir.
Ve hibe etmeye veya başkasının olduğunu ikrara şâmildir. Bunu kusurunu
gördükten sonra veya önce yapması fark etmez. Nitekim Fetih'de böyle
denilmiştir. Bunu hayvanın telef olacağından korkarak veya korkmayarak yapması
da birdir. Hatta satılık balığı kusurlu bulsa da satıcı ortadan kaybolsa. onu
beklediği takdirde balık bozulacağı için satsa. yine bir şey ödetemez. Nitekim
Kınye'de zikredilmiştir. Nehir.
Sonra bilmelisin ki satış ve benzeri
noksanı ödetmeye mânidir. Kusur ister müşterinin elinde, ister daha önce
meydana gelsin fark etmez. Ödetme ancak dikiş ve benzeri gibi bir ziyade varsa
câizdir, Nitekim gelecektir. Onun için Muhît sahibi şunları söylemiştir:
"Malı satmak, hibe etmek veya başkasına ikrarda bulunmak gibi eseri
kalmayacak şekilde milkinden çıkarır da sonra kusurunu öğrenirse noksanı
ödetemez. Bir kısmını satması da öyledir. Milkinden çıkarmayacak bir tasarrufta
bulunursa meselâ; malı kiraya verir veya rehnederse yahut mal yiyecek olur da
onu pişirirse, kavut olur da ondan yağ ile karıştırma yaparsa, yahut arsaya
bina gibi bir şey yapar da sonra kusurunu öğrenirse noksanı ödetemez. Bir
kısmını satması da öyledir. Milkinden çıkarmayacak bir tasarrufta bulunursa meselâ;
malı kiraya verir veya rehnederse yahut mal yiyecek olur da onu pişirirse,
kavut olur da ondan yağ ile karıştırma yaparsa, yahut arsaya bina gibi bir şey
yapar da sonra kusurunu öğrenirse noksanını ödetemez; ancak kitabette ödetir.
Bahır. Lâkin Câmiu'l-Fûsuleyn'de bildirildiğine göre köleyi satın alır da
kiraya verirse, sonra kusurunu buldukta icareyi bozabilir; ve kusuru sebebi ile
iade eder. Başkasına rehin vermesi bunun hilâfınadır. Onu rehin çözüldükten
sonra iade eder." Zahire bakılırsa Muhît'taki: "İcare ve rehinden
sonra noksanı ödetemez." sözünden murad: Satıcı kusurla almaya razı olduğu
zamandır. O zaman ödetemez; iade eder.
"Yahut bir kısmını" ifadesinin
zahirine bakılırsa, kalanı iadeye hakkı yoktur. Çünkü biçmekle veya ortaklıkla
teayyün etmiştir. Kezâ kalanın noksanlığını ödetmeye de hakkı yoktur. Nasıl ki
Muhît'tan naklettiğimiz ibâre de bunu ifade etmektedir. Sonra Kuhıstânî'de
gördüm ki: "Bir kısmını satarsa sattığının hissenin noksanını ödetemez.
Sahih kavle göre kalanın hissesini ödetemez; iade dahi edemez. Nitekim Muhît'ta
beyân edilmiştir."
Elbiselikler bir kaç dane olup bazısını
satması bunun hilâfınadır. Zira bu bâbtan önce metinde geçtiği vecihle
kalanları iade edebilir. İleride "İki köle satın alırsa..." dediği
yerde yine gelecektir. Satılan malın yiyecek olması da bunun hilâfınadır. Bunun
hakkında ileride söz edilecektir .
"Çünkü dikilmiş değil de biçilmiş
olarak iadesi câizdir." Yani biçildikten sonra iade satıcının rızası
olursa imkânsız değildir. Onu müşteri satınca satılık malı hapsetmiş olur; ve
noksanını ödetemez. Çünkü iade hakkını kaybetmiştir. Kusurunu öğrenmeden dikip
satması bunun hilafınadır. O noksanı ödetmeye dokunmaz. Zira dikiş iadeye
mânidir. Nitekim gelecektir. Şu halde iade imkânı kalmayınca satmasının da bir
tesiri kalmaz. Zira satmakta o malı hapsetmiş olmaz. Nitekim bunu Zeylaî ve
başkaları ifade etmişlerdir. Zahîre'de de beyân edildiği veoihle asıl kaide
şudur: Her nerede müşteri; milkinde olan satılık malı satıcının rızası olsun
olmasın iade edebilirse, onu satış ve benzeri bir şeyle elinden çıkardığı zaman
noksanını ödetemez. Nerede satıcıya iadesi mümkün olmazsa noksanını ödetebilir.
Zeylaî'de de bunun benzeri vardır. Elbiseliği çocuğu için dikmiş olsa.
Meselesini Zeylaî bu kaideye bina etmiştir.
METİN
Nitekim musannıf bunu şu sözü ile ifade
etmiştir: Elbiseliği müşteri biçerek diker veya her hangi bir boya ile boyarsa
-Aynî- yahut kavutu tereyağı ile karıştırma yaparsa veya unu ekmek yapar, ağacı
diker yahut bina yapar da sonra bir kusura muttali olursa onun noksanını
ödetir. Çünkü ziyade sebebi ile iadeye imkân yoktur. Riba meydana geldiği için
şeriatın hakkı ortaya çıkar. Hatta malı iade için iki taraf do razı olsa, hâkim
buna hükmedemez. Dürer ve İbni Kemal. Nasıl ki bu suretlerde kusuru gördükten
sonra açık olarak veya delâlet sureti ile rızasını almadan. iadesine imkân
olmayan malı satmış olsa yahut köle ölse ödetir. Murad malın müşterinin elinde
helâk olmasıdır.
İZAH
"Her hangi bir boya ile ilh..."
Velev ki kara olsun boyarsa noksanı ödetir. İmam-ı Azam'a göre karaya boyamak
noksandır. Binaenaleyh satıcının o malın noksanını ödetmeye hakkı vardır. Bu
zamanın İhtilâfıdır. H.
"Kavutu tereyağı ile karıştırma
yaparsa ilh..." Bunun bir benzeri de zeytinyağından sabun yapmaktır.
Şimdilerde vâki olan budur, Remlî.
"Ağacı diker yahut bina yaparsa
ilh..." Yani satılan yere yaparsa demek istiyor. T.
"Sonra bir kusura muttali olursa
ilh..." Yani kavutta veya elbiselikte muttali olursa demektir. Minah.
Halebî diyor ki: "Bu şunu İfade eder:
Ziyadeler kusura muttali olduktan sonra
olursa noksanı ödetemez. Bunun vechi zahirdir. Buna Molla Miskîn'in (boyarken
ve karıştırma yaparken bilmezse) demesi de delâlet eder.
"Ziyade sebebi ile ilh..." Çünkü
aslı ziyadesiz fesha imkân yoktur. Ziyade ondan ayrılmaz. Şeriatın hakkından dolayı
ziyade ile fesha da imkân yoktur.
"Riba meydana geldiği için
ilh..." Çünkü o zaman ziyade, muaveza akdında mukabilsiz hak edilmiş bir
fazlalık olur ki, ribanın veya riba şübhesinin mânâsı da budur. Riba şübhesi
için riba hükmü vardır. Fetih. Bu izahatla Ed-Dürrü'I-Münteka sahibinin
Vanî'den naklettiği şu İddia def edilmiş olur: "Burada şöyle denilebilir:
Ribanın haram olması mikdar ve cinsledir. Burada bunların ikisi de
yoktur." Def'ı Azmiyye'nin şu sözü de açıklar: "Bu söz yerinde değildir.
Çünkü ulemaya göre riba zikredilen surete münhasır değildir. Onlar; fâsid
şartların ribadan olduğunu söylerler. Fâsid şartlarsa malî alış verişlerde ve
sairede bulunur. Zira riba karşılıktan hâlî olan fazlalıktır. Fâsid şartların
hakikatı: akdin iktiza etmediği ve akde münasib olmayan şeyi ziyade etmektir.
Bunda ivaz (karşılık) dan hâlî fazlalık vardır ki, riba da budur. Nitekim
Zeylaî ve diğer kitablarda sarf bahsinden önce beyân edilmiştir."
"İadesine imkân olmayan malı satmış
olsa ilh..." Yani dikiş ve benzeri bitişik ziyade suretlerinde demek
istiyor. Bu gösterir ki, iade imkânsızlığı ziyade sebebi ile satışdan ileridir.
Bu suretle satışdan önce noksanı ödetme tekarrur etmiş olur. Ve satışdan sonra
dahi ödetmesi kalır. Şayet satış kusuru gördükten sonra olursa Fetih sahibi
şöyle demiştir:"Fesihle iade imkânı kalmazsa, malı müşteri sattığı
takdirde noksanı ödetir. Çünkü iadeye imkân kalmayınca müşteri malı satmakla
onu hapsetmiş olmaz."
"Kusuru gördükten sonra ilh..."
Görmezden önce evleviyetle hüküm budur. H.
"Açık olarak veya delâlet sureti ile
ilh..." İfadesini mezhebin bir çok kitaplarına müracaat ettiğim halde
göremedim. Bunu ancak Hayreddin Remlî'nin Minah Haşiyesinde gördüm. Onu
"yahut köle ölürse" dedikten sonra zikretmiş ki, yerindedir. Nitekim
az sonra anlayacaksın. Fakat burada yeri yoktur. Çünkü satışa arzetmek kusura
razı olmaktır. Nitekim gelecektir. Burada ise hakikaten satış mevcuddur.
Noksanı ödetmeye mâni değildir. Zira az önce gördüğün gibi ödetme ondan önce
tekarrur etmiştir. Galiba şârih bu kaydı şeyhinin hâşiyelerinde görüş de hata
ederek yerîne değil de buraya yazmıştır.
"Yahut köle ölürse ilh..." Çünkü
milk ölümle sona erer. Bir şey,sona ermekle tekarrur eder. Binaenaleyh milkin
varlığı devam ediyordu demektir; iadeye imkân yoktur. Ödetmeyi mucib olan işte
budur. Tamamı Fetih'den naklen Halebî'dedir.
Nehir sahibi diyor ki: "Bunda yani
kölenin ölümünde kusuru gördükten sonra olmakla önce olmak arasında fark
yoktur." Lâkin ölüm kusuru gördükten sonra olursa. Remlî'nin dediği gibi
mutlaka açıkça veya delâlet yolu ile kusura razı olmazdan önce olmak gerekir,
vechi zâhirdir. Çünkü kusuru görüp ona razıyım dediği yahut satışa arzettiği
veya bir kaç defa hizmetinde kullandığı veya benzeri delâlet eden bir şey
yaptığı vakit köle sağ olsa iadesi ve noksanını ödetmesi imkânsız olur. Ölmüşse
hüküm evleviyetle budur.
"Murad malın helâk olmasıdır."
Nehir sahibi diyor ki: "Yahut mal helâk olursa, dese daha güzel ifade
etmiş olurdu. Çünkü insanla başkası arasında fark yoktur. Bundan dolayıdır ki,
FüsüI sahibi söyle demiştir: Malı kusurundan dolayı iade etmek için satıcısına
gider de yolda mal helâk olursa. müşterinin aleyhine helâk olur. Noksanını
ödetir. Kınye'de şu İbâre vardır: "Yanlamış bir duvar satın alır da
farkına varmaz ve duvar yıkılırsa noksanını ödetir." Hâvî'de de şu ifade
vardır: "Her biri onaltı arşın olmak şartı ile bir kaç elbiselik satın
alır da Bağdad'a götürür ve orada elbiselikler onüçer arşınlık çıkarsa, onları
iade etmek için geri döndüğünde elbiselikler helâk olduğu takdirde noksanın
kıymetini zâhir mezhebe göre ödetir."
METİN
Yahut kusurunu öğrenmeden köleyi âzâd eder;
müdebber yapar, döl almak için ayırır veya vakıf yaparsa yahut mal yiyecek olup
onu veya bir kısmını yerse yahut kölesine, müdebberine veya ümmü veledine
yedirirse yahut elbiseyi giyerek eskitirse imameyn'e göre istihsanen noksanını
ödetir. Fetva buna göredir. Bahır.
İZAH
"Köleyi âzâd ederse ilh..."
Hidâye'de şöyle denilmiştir: "Köle âzâdına gelince: Burada kıyas
ödetememektir. Çünkü imkânsızlık kendi fiiIi iIedir. Binaenaleyh öldürmek
gibidir. İstihsanda ödetir. Çünkü âzâd etmek milkin sona ermesidir. İnsan
aslında milke mahal olmak için yaratılmamıştır. Onun üzerinde milk ölüm gibi
sona erdirmek için muvakkaten sabit olmuştur. Bu şundandır: Bir şey sona
ermekte karar kılar. O halde milk bâki imiş gîbi tutulur. İade imkânsızdır.
Müdebber yapmak, döl için ayırmak da onun gibidir. Zira hükmî emirle mahal bâki
olduğundan nakil İmkânsız olur. H.
"Vakıf yaparsa ilh..." Müşteri
yeri vakfeder de sonra kusurunu öğrenirse noksanını ödetir. Mescid yaparsa
ihtilâf edilmiştir. Muhtar olan kavle göre noksanını ödetir. Nitekîm
Câmiu'l-Fûsuleyn'de zikredilmiştir. Bezzûziye'de: "Fetva buna
göredir." denilmiştir. Ödettiği meblağ kendisine teslim edilir. Çünkü
noksan vakıfa girmemiştir. Nehir.
Hâsılı satılan malın helâk olması köle
âzâdı gibi değildir. Çünkü satılan mal helâk olunca noksanını öğrendikten sonra
veya önce olsun noksanınıödetir. Kusuru öğrendikten sonra âzâd etmek ise
ödetmeye mânidir. Öğrenmeden önce mâni değildir. Köle âzâdı istihlâk gibi
değildir. Zira istihlâk ederse mutlak surette ödetme yoktur. Yalnız İmameyn'e
göre yemek meselesi müstesnadır. Bahır. T.
"Mal yiyecek olup onu yerse
ilh..." Musannıf yemek tâbiri ile başka malların istihlâkinden ihtiraz
etmiştir. Zahîre'de şöyle denilmiştir: "Kudûrî demiştir ki: Elbiselik veya
yiyecek satın alır da elbiselik yanar veya yiyeceği istihlak eder; sonra bir
kusuruna muttali olursa, hilâfsız noksanını ödetemez." Kezâ malı satar
veya hibe eder de sonra bir kusuruna muttali olursa bilittifak hiç bir şey
ödetemez. Nitekim Sirâc'da zikredilmiştir. Lâkin bir kısmını satması hususunda
aşağıda gelen hilâf vardır. Yiyecek sözü ile kile ve tartı ile satılan şeyleri
kasd etmiştir. Nitekim Zahîre ve Hâniyye'den anlaşılmaktadır.
"Onu veya bir kısmını yerse
ilh..." Yani kusuru bundan sonra öğrenirse demek istiyor. Nasıl ki
Hidâye'de denilmiştir. Bu gösterir ki, yiyeceği 'kölesine. müdebberine veya
ümmü veledine yedirdiği yahut elbiseyi eskitinceye kadar giydiği vakit
ödetmesi, kusuru öğrenmezden önce olmakla kayıdlıdır. Şârih: "Kusurunu
öğrenmezden önce" sözünü "yahut elbiseyi eskitinceye kadar
giyerse" cümlesinden sonraya bıraksa daha iyi olurdu ve "on
mesele" nin kaydı sayılırdı. H.
Ben derim ki: Fetih sahibinin bu
meselelerden sonra: "Kifaye'de beyân olunduğuna göre, kusuru öğrendikten
sonra mal milkinde bulunursa, her tasarruf kusur muhayyerliğini ıskat eder.
iade etmek, bedel ödemek de yoktur. Çünkü bu ona razı olmak gibidir."
demesi de bunu teyîd eder.
TENBİH : Minah'da "yahut kusuru
öğrendikten sonra yiyeceği yerse" denilmişse de bu bir kalem hatasıdır.
Nitekim Remlî buna tenbihde bulunmuştur.
"Yahut kölesine, müdebberine veya ümmü
veledine yedirirse..."
Noksanını ödetir. Bu meselelerde ödetmesi
milki bâki olduğu içindir. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Yani köle,
müdebber ve ümmü veled o yiyeceği sahiblerinin milki olarak yemişlerdir. Çünkü
kendilerinin milkleri yoktur. Köle sahibinin yiyeceği kendi çocuğuna yedirmesi
ve onun üzerine matuf olan meseleler bunun hilâfına olup ileride geleceklerdir.
Onlarda noksanı ödetemez. Çünkü onlara temlik etmekle matı hapis vardır. Onlar
milk ehlindendir. H.
"İmameyn'e göre istihsanen noksanını
ödetir." Hidâye, inaye, Fetih ve Tebyîn'in ibâreleri şöyledir:
"İstihsan ödetememektir. İmam-ı Azam'ın kavli de budur." Tashih
edilmeli! H.
Ben derim ki: Şârihin zikrettiği:
"İstihsan İmameyn'in kavlidir." sözünü İhtiyar sahibi zikretmiş;
Bahtr sahibi de ona tâbi olmuştur. Ondan bunu Allâme Kaasım da nakletmiş; ve bu
meselenin Hidâye'dekinin aksine olduğuna tenbih etmiştir. Bunun üzerine sükût
ettiği için musannıf metninde ona göre hareket etmiştir. Fetih sahibi
Hulâsa'dan naklen fetvanın buna göre olduğunu söylemiştir. Tahâvî de bununla
amel etmiştir. Lâkin Fetih sahibi bundan sonra: "Hidâye sahibinin İmam-ı
Azam kavlini sonra zikretmekle beraber istihsan sayması ve İmameyn'in deliline
cevap vermesi fetvanın İmameyn kavline göre olmasına muhâlif olduğunu ifade
eder.
Ben derim ki: Bunu Kenz ve Mülteka ile
başkalarının imam-ı Azam kavline göre hareket etmeleri de te'yîd eder.
Zahîre'de: "Elbiseyi giyer de giyilmekten eskirse yahut yiyeceği yerse
İmam-ı Azam'a göre ödetemez. Sahih olan budur. İmameyn buna
muhâliftirler." denilmiştir.
Hâsılı bunlar iki sahih kavildir. Lâkin
ulema fetva buna göredir diyerek İmameyn'in kavlini sahihlemişlerdir. Fetva
sözü sahihlemekte kullanılan en kuvetli sözdür. Bâhusus insanlara daha
yarayışlı olan budur. Nitekim gelecektir. Onun için musannıf metninde onu kabul
etmiştir. Bu yiyecek hususundadır. Satış ve benzeri şeylerde bilicmâ ödetme yoktur.
Nasıl ki gördün. Farkın vechi gelecektir.
TENBİH : Şârih sözünün zahiri hilâfını
zikrettiği bütün meselelerde cereyan ettiğini göstermektedir. Halbuki ulema onu
ancak yiyecekle elbiseyi giymekte zikretmişlerdir. Bunu Halebî söylemiştir.
Ben derim ki: İbârenin zahiri hilâfın
yedirme meselelerinde de cereyan ettiğini göstermektedir. Çünkü yiyeceği yese
İmam-ı Azam'a göre ödetemez. Onu kölesine yedirdiğinde evleviyetle ödetemez.
METİN
İmameyn'den bir rivâyete göre kalanı iade
eder; yediğinin noksanını ödetir. Fetva buna göredir. İhtiyar ve Kuhistânî.
Yiyecek iki kapta ise kalanı paradan hissesi ile bilittifak iade edebilir. İbni
Kemal ve ibn'i Melek.
İZAH
"imameyn'den bir rivâyete göre
ilh..." Bu yiyeceğin bir kısmını yediği surette imameyn'den ikinci bir rivâyettir.
Birinci rivâyet hepsinde kusurun noksanını ödetmeye dairdir. Kalanı iade etmez.
Kuduri Takrib'de imameynden böyle nakletmiştir. Hidâye sahibi de ona uymuştur.
Tahâvî şerhinde zikredildiğine göre birincisi İmam Ebu Yusuf'un, ikincisi İmam
Muhammed'in kavlidir. Nitekim Fetih'de de böyle denilmiştir. İmam-ı Azam'a göre
Ise ne katanı iade eder; ne de kalanın ve yediğinin noksanını ödetir. Nitekim
Zahîre'de böyle denilmiştir. Bahır sahibinin ihtiyar ve Hulâsa'dan naklettiği
gibi fetva İmam Muhammed'in kavline göredir. Bu ifadenin bir misli de Nihaye,
Gâyetü'l-Beyân, Câmiu'l-Fûsuleyn, Hâniyye ve Mücteba'dadır. Onun için şârih
yalnız onu zikretmiştir. Bütün bunlar yiyeceğin bir kısmını yemek hakkındadır.
Fakat kile ve tartı ile satılan şeyin bir kısmını satarsa. Zahîre'de şöyle
denilmiştir:"imameyn'e göre kalanı ne iade edebilir; ne de ödetebilir.
İmam Muhammed'den bir rivâyete göre kalanı iade eder; sattığınınnoksanını
ödetemez." Asıl nam kitabta böyle zikredilmiştir. Fakîh Ebû Cafer'le Ebu'l-Leys
bu meselelerde halka kolaylık olsun diye İmam Muhammed'in kavli iIe fetva
verirlermiş. Sadru'ş-Şehîd de bunu tercih etmiştir.
Câmiu'l-Fûsuleyn'de Hâniyye'den naklen:
"İmam Muhammed'den bir rivâyete göre sattığının noksanını ödetemez. Kalanı
paradan hissesine düşenle iade eder. Fetva buna göredir." denilmiştir.
Bunun bir misli de Vahvalciyye, Mücteba ve Mevâhib'dedir.
Hâsılı: Müftâbih bir kavl şudur ki, bir
kısmını satar veya yerse kalanını iade eder; ve yediğinin noksanını ödetir;
sattığının noksanını ödetemez. Fark Valvalciyye'de belirtildiği gibi yemekle
akid tekarrur eder. Binaenaleyh hükümleri de tekarrur eder. Satışla ise milk
kesilir; ve hükümleri de kesilir. Bu suretle iki köle satın alıp tesellüm
ettikten sonra birini satan, sonra ikisinde de kusur bulan kimse gibi olur ki,
kalanı iade eder; sattığının noksanını bilittifak ödetmez. Burada da İmam
Muhammed'e göre öyledir.
Ben derim ki: Lâkin musannıf başka
metinlere uyarak zikredecektir ki, kile veya tartı ile satılan bir malda kusur
bulursa, ya o malın hepsini iade eder; yahut alır. Çünkü bunun muktezası
yalnızca kusurlu olanı iade edememesidir. Meğer ki şöyle denilsin: Bu bütün
malın milkinde bâki olup onda hiç bir tasarrufta bulunmadığına yorumlanır.
Karîne "hepsini iade edebilir" demesidir. Böylece hepsinin alması ile
satış veya yemekle bir kısmında tasarrufda bulunması arasında fark görülür.
Yahut:"Bu İmam Muhammed'den başkasının kavline göredir." denilir.
T E N B İ H : Fukahanın örfünde taam
(yiyecek) tâbirinden buğday kasdedilir. Burada ondan murad buğday ve onun misli
kile ve tartı ile satılan şeylerdir. Nitekim yukarda Zahîre'den
naklettiklerimizden anlaşılmıştır. Bahır'da Kınye'den naklen şöyle
denilmektedir: "îplik olur da onu dokur veya ham ipek olur da ibrişim
yaparsa, sonra yaş çıkıp tartısı azaldığında kusurun noksanını ödetir. Satmış
olması bunun hilâfınadır." Bununla anlaşılır ki, yemek bir kayd değildir;
milkinden çıkarmayan her tasarruf böyledir. Nitekim Muhît'tan naklettiğimizden
de anlaşılmaktadır. Kıyemî malın hükmü "Nasıl ki müşteri elbiseyi satsa
ödetemez..." dediği yerde geçmişti.
"İbn-i Kemâl" Şöyle demiştir:
"Hilâf yiyecek bir kabta olduğuna veya hiç kabta olmadığına göredir. Eğer
iki kabta ise kalanı paradan hissesi ile bütün ulemaya göre iade edebilir.
Hakaik ve Hâniyye'de böyle denilmiştir."
Ben derim ki: Hâniyye'nin ibaresi şöyledir:
"Eğer iki kabta ise birindekini yediği veya sattığı, sonra kusurunu
öğrendiği takdirde kalanı paradan hissesi ile iadeye bütün ulemanın kavillerine
göre hakkı vardır. Çünkü ölçü ve tartı ile satılan şeyler muhtelif eşya
mesabesîndedir. Binaenaleyh bunlarda hüküm, iki köle ve iki elbise gibi
şeylerdeki hüküm gibidir."
Bu sözün muktezası şudur: Kusurlu malı
yalnız başına iadenin sâbit olduğunda hilâf yoktur. Evet Allâme Kaasım
Tashih'inde Zahîre'den nakletmiştir ki, ulemadan bazıları bir kabla çok kab
arasında fark olmadığını söylemişlerdir. O kimse bir kısmını kusurundan dolayı
iade edemez. İmam Muhammed'in Asıl nam kitabında sözü mutlak bırakması da buna
delâlet eder. Şemsü'l-eimme Şerahsî bununla fetva verirmiş. Allâme Kaasım
bundan sonra:"Birinci kıyasa daha uygun ve daha faydalıdır"
denmiştir.
METİN
İleride gelecektir. Ben derim ki: İhtiyar
ve Kuhlitânî'nin ifadelerine göre kıyas tercih edilir. Kınye.
Köleyi mal şartı ile âzâd eder veya mükâteb
yapar yahut öldürür veya köle kaçarsa; yahut ona çocuğu veya karısı yahut
mükâtebi veya müsafiri -Mücteba- kusurunu öğrendikten sonra yemek yedirirse hiç
bir şey ödetemez. Zira kendi fiili ile iadeye imkân kalmamıştır. Aynî'nin Kenz
şerhi Remz'deki sözüne uyarak musannıf bunu böyle zikretmiştir. Lâkin Mecma'da
zikri geçen bütün meseleler hakkında "görmezden önce" denilmiş;
Mecma'ın bütün şârihleri Aynî de dahil bunu kabul etmişlerdir. Binaenaleyh
gördükten sonra ödetemeyeceğini evleviyetle ifade eder.
İZAH
"ileride gelecektir." Yani
"bir cariye satın alırsa" dediği yerden az önce gelecektir. Fakat
orada gelecek olan bir kabla fazlası arasında fark olmadığını tercih etmesidir.
"İhtiyar ve Kuhistânî'nin ifadelerine
göre ilh..." Yani "İmameyn'den bir rivâyete göre kalanı iade
eder" ifadesi hakkındaki sözlerine göre demek istiyor. Çünkü bu sözü
"imameyn'e göre İstihsanen noksanı ödetir" ifadesinden sonra
zikrettiği için kıyası tercihi ifada eder.
Hasılı : İmameyn'den gelen iki rivâyetten
beri istihsan, diğeri kıyasdır. Binaenaleyh ihtiyar ve Kuhistânî'de olduğu gibi
ikinci rivâyeti tercih etmek kıyası istihsana tercih olur. Sârihin ifadesinin
izahı budur. Bu İzahla bazılarının söylediği: "Şârih burada Hidâye'nin ve
diğer kitabların ifadesine uymuştur. Onlarda imameyn'in kavli kıyastır
denilmiştir." sözü defedilmiştir. Evet şârihin anladığı ulemanın
sözlerinden anlaşılan muhâliftir.
;
Hidâye'de şöyle danilmiştir: "Yemeye
gelince: İhtilâflıdır. İmameyn'e göre ödetir; İmam-ı Azam'a göre istihsanen
ödetemez. Yiyeceğin bir kısmını yer de kusuru sonra öğrenirse, İmam-ı Azam'a
göre cevap yine budur. İmameyn'den bir rivâyete göre kusur noksanlığını
hepsinde ödetir; diğer bir rivâyete göre kalanı iade eder." imameyn'e göre
istihsanen ödetir; imam-ı Azam'a göre ödetemez..." Bundan anlaşılan şudur:
Hidâye sahibi imameyn'e göre ödetmeyi kıyas; İmam-ı Azam'a göre ödetememeyi
istihsan saymıştır. İhtiyar'daki ifade ise bunun aksinedir.
Hâsılı noksan sebebi ile ödetme İmameyn'e
göredir; ve bazılarına göre bu kıyastır. Bazıları istihsan olduğunu
söylemişlerdir. Bir de İmameyn kusuruödetebilir dedikten sonra: Bir kısmını
yediği surette imameyn'den iki rivâyet vardır. Birinci rivâyete göre bütün
malın noksanı ödetir; kalanı da iade etmez. İkinciye göre sadece yediğinin
noksanını ödetir; kalanı iade eder. Sen biliyorsun ki, bunda şârihin anladığı
gibi bu iki rivâyetten birinin kıyas, diğerinin istihsan olduğunu ifade eden
bir şey yoktur; bilakis Hidâye'de beyân edildiği vecihle ikisi de kıyastır.
îstihsan İmam-ı Azam'ın hiç bir şey ödetemez sözüdür. İhtiyar sahibine göre her
ikisi istihsandır. Kıyas İmam-ı Azam'ın zikredilen sözüdür. Dikkatli ol!
"Köleyi mal şartı ile âzâd
ederse" ödetemez demek istiyor. Çünkü bedelini hapsetmiştir. Bedeli
hapsetmek mübdelin kendini hapsetmek gibidir. İmam-ı Azam'dan bir rivâyete göre
ödetir. Zira bu milke son vermektir; velev ki karşılıkla olsun. Bunu Halebî
Hidaye'den nakletmiştir. Ebû Yusuf'a göre bu meselelerde ödetir.
"Mükâteb yaparsa ilh..." Bu
Bahır'da beyân olunduğu vecihle mal şartı ile azad manasınadır. Onun hakkında
edilen söz bunun hakkında konuşmaya hacet bırakmaz. H.
"Yahut öldürürse ilh..."
Ulemamızdan gelen zâhir rivâyet budur. Vechi şudur: Şer'an öldürmek ancak
mazmun (ödemeli) olarak malûmdur. Köle sahibinden ödemenin sukutu milk sebebi
iledir. Binaenaleyh onunla ivaz (bedel) olarak faydalanan gibi olur ki, bu da
kasden işe nefsinin ölümden kurtulmasıdır. Hata sureti ile öldürürse onu satmış
gibi olur. Nehir.
"Çocuğu" ifadesi bir kayd
değildir. Hatta Bahır ve Fetih'de açıklanan küçük ve büyük çocuktur. Evvelce de
arzettiğimiz gibi illet -ki milke ehliyettir İkisine de şamildir. H.
"Musannıf bunu böyle
zikretmiştir." ibâresi "Köleyi mal şartı ile âzâd eder veya bir
kusura muttali olduktan sonra onu öldürürse." şeklindedir. Kitabının
hâşiye yazan Remlî: "Doğrusu muttali olmazdan önce olacaktır. Çünkü hilâf
yeri budur. Muttali olduktan sonra bilittifak ödetemez. Onun için de Zeylaî ve
ekseriyetle şârihler bununla kayıdlamamışlardır. Galiba bu hususta musannıf
Aynî'ye tâbi olmuş; bu hatadır." demiştir.
"Mecma'da fikri geçen bütün meseleler
ilh..." Ki bunlar mal şartı ile köle âzâdi, köleyi mükâteb yapma ve
kölenin kaçması meseleleridir. Doğrusu budur. Çünkü gördün ki, kusuru
öğrendikten sonra olursa bilittifak ödetme yoktur. Yoksa: "Bu meselelerle
önceki meseleler arasında fark kalmamak lâzım gelir." denildiği için
ödetemez değildir. Zira bu olamaz. Fark açıktır. Yani önceki meselelerde
ödetme, bu meselelerde ise ödetmeme bilicma sabittir.
"Aynî de dahil ilh..." Yani Aynî
de Mecma nazmı üzerine yazdığı şerhinde bunu kabul etmiştir. Şu halde bu
Remzdekmi sözü ile çelişmiş demektir.
"Evleviyetle ifade eder." Çünkü
kusuru öğrenmeden ödetme imkânsız olunca gördükten sonra evleviyetle
imkânsızdır. Zira bu rızaya delildir.
METİN
Asıl şudur: Nerede satıcı malı kusurlu
olarak geri almaya mecbur İse o malı milkinden çıkarmakla ödetemez; aksi
takdirde ödetir. İhtiyar. Yine ihtiyar'da beyân olunduğuna göre fetva yemek
meselesinde imameyn'in kavline göredir. Kuhistânî de onu tasdik etmiştir. Bir
kimse yumurta, karpuz, ceviz ve hıyar gibi bir şey satın alır do kırdığında
bozuk bulursa ondan velev hayvan yemi olarak faydalanır. Kusurunu öğrendikten
sonra ondan bir şey yemedi ise noksanını ödetebilir. Meğer ki satıcı kusurlu
olarak almaya razı olsun. Kırmazdan önce kusurunu öğrenirse onu iade edebilir.
Kırılan şeyden asla faydalanamazsa bütün parasını geri alır. Zira satış
bâtıldır. Malın ekserisi bozulmuşsa imameyn'e göre bozulmayanın hissesi ile
câiz olur. Nehir.
İZAH
"Asri şudur." Biz bu aslı
"Çünkü biçilmiş olarak iadesi caizdir; dikilmiş olarak caiz
değildir." dediği yerde açıklamıştık. Orada bunun başka bir asla ibtina
ettiğini de söylemiştik.
"Yine İhtiyar'da ilh..." Cümlesi
az yukarıda anlattığının tekrarıdır. H.
"Bozuk çıkarsa ilh..." Kusurlu
çıkarsa dese daha iyi olurdu. Çünkü cevizin kusuru içinin azlığı ve
siyahlığıdır. Nitekim Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Zahîre'de: "Bu
bozukluk değil, küsurdur." diye açıklanmıştır. Malı bozuk bulursa tâbiri
ile bir kaçını kırarak bozuk bulmasından ihtiraz etmiştir. Çünkü bu takdirde ya
onu iade eder; yahut yalnız noksanı ödetir. Kalanını buna kıyas etmez. Onun
için Zahîre'de: "Kalanı iade edemez; meğer ki kalanın da bozuk olduğuna
beyyine getirsin" denilmiştir. Ya onu iade eder ilh... dan murad:
Faydalanılmayacaksa kırdığını iade etmesidir. Faydalanılacaksa yalnız noksanını
ödetir.
"Ondan bir şey yemedi ise ilh..."
Noksanını ödetir. Kırarak tadar ve bir şey yerse noksanını ödetemez. Çünkü o
mala razı olmuştur. Hilâfın yiyeceği yediği takdirde cereyan etmesi gerekir.
Bahır. İncelemenin aslı Zeylaî'ye aiddir. Tahtavî kendisine itiraz ile:
"Yiyecekte hilâf. kusuru yemeden değil, yedikten sonra
öğrendiğindedir." demiştir.
"Noksanını ödetebilir." Yani
kusurunu ödetir; fakat iade edemez. Çünkü kırmak yeni bir kusurdur. Bahır ve
başka kitablar.
Ben derim ki: Cevizi kırmak kıymetini
arttırır. Binaenaleyh kusur değil ziyadedir.
"Meğer ki satıcı kusurlu olarak almaya
razı olsun." Bu takdirde müşterinin noksan ödetmeye hakkı kalmaz.
"Kırmazdan önce ilh..." Müşteri
kusuru öğrenir de kırmazsa, bu hususta Nehir sahibi şöyle demiştir:
"Kusuru öğrendikten sonra kırarsa o malı iadeedemez. Çünkü razı
olmuştur." Buna Zeylaî de tenbihte bulunarak: "O malı iade edemez;
noksanını da ödetemez. Çünkü öğrendikten sonra kırması razı olduğuna
delildir." demiştir. Lâkin Zeylaî bunu "ondan asla istifade
edememîşse" cümlesinden sonra zikretmiş ve:
"Bunun yeri burasıdır. Zira o maldan
hiç istifade edememişse onu iade eder; bütün parasını geri alır." diye
itirazda bulunmuştur.
"Kırılan şeyden asla faydalanamazsa ilh..."
Meselâ yumurta kokmuş, hıyar acı, ceviz boş çıkarsa verdiği paranın tamamını
geri alır. Aynî'de: "Yahut yemek bozulup ekşimiş olarak" denilmişse
de söz götürür. Çünkü onu fakirler yer.
Ben derim ki: Kezâ ondan yağını çıkarmak
sureti ile de faydalanılır. Lâkin bu yiyecek çok olduğuna göredir. Hatta az da
olsa faydalanılır denilebilir. Zira yağını çıkaran birine satılır; böylece bir
kıymeti olur. Meğer ki bir veya iki ceviz gibi pek az olsun.
"Kırılan şeyden asla faydalanamazsa
bütün parasını geri alır." Çünkü kırmakla onun mal olmadığı meydana
çıkmıştır; satış batıl olur. Bazılarına göre bu kabuğunun kıymeti olmayan ceviz
hakkında doğrudur. Fakat kabuğunun kıymeti varsa, meselâ ceviz kabuğu satılan
bir yerde ise yalnız içinin hissesini ödetir. Bazıları: "Onu iade eder;
bütün parasını geri alır. Zira onun maliyeti içi itibarı iledir."
demişlerdir. Hidâye'nin zahirinden bunu tercih ettiği anlaşılıyor. Yumurtada
dahi hüküm budur. Deve kuşu yumurtasına gelince; kırdıkta bozuk çıkarsa
kusurunu ödetir. İnâye sahibi diyor ki: "Fetih'de de bu yoldan
yürünmüştür. Bunda hilâf olmamak gerekir. Çünkü deve kuşu yumurtasının maliyeti
kırılmazdan önceki hali itibarı iledir." İbn-i Vehbân şunları söylemiştir:
"Bu meselede tafsilât gerekir. Denilir ki: Bu kabuktan istifade edilen
yerdedir. Ama sadece içinden istifade edilen bir yerde meselâ sahrada olup
kabuk nakledilmezse o da başkaları gibidir." Şeyh Abdülberr diyor ki:
"Bu tafsilâtın fâsid olduğu sana gizli değildir. Zira kabuk satın alınır.
Sair yerlerde ondan faydalanılır. Onun söylediği doğru değildir. Çünkü buna
satışı bilittifak caiz olan şeylerin bir çoğunda rastlanabilir. Bu satışın
fâsid olmasını gerektirmez." Nehir.
"Malın ekserisi bozulmuşsa İmameyn'e
göre bozulmayanın hissesi ile caiz olur." Esah olan budur. Nitekim
Fetih'de ve kezâ Nihâyeden naklen Nehir'de beyân edilmiştir.
İmam-ı Azam'a gelince: Sahih kavlinde ona
göre de sahih değildir. Çünkü bu bir pazarlıkta hür ile köleyi bir araya
getirmek gibidir. Esah kavlin vechi: Zeylaî'de beyân olunduğu vecihle bu
parasını ayırmış mesabesindedir. Zira parası cüzlerine taksim edilir; ölçü ve
tartı ile satılanlar gibidir. Kıymetine taksim edilmez. Yani hür ile köle bunun
hilâfınadır.
TENBİH
:
Şârih Aynî'ye "uyarak malın ekserisini" demiştir. Buna itirazda bozuk
olduğu beyân edilmiştir. Doğrusu Nehir ve diğer kitablarda olduğu gibi
"malın çoğu" tabirini kullanmaktır.
Ben derim ki: Bu defedilir. Çünkü ekserisi
fâsid olan malda sahih olunca bir çoğu fâsid olanda evleviyetle sahih olur.
Evet, evlâ olan çok tâbirini kullanmaktır. Tâ ki bir azı fâsid olduğu zaman
bütününde satışın sahih olduğunu ifade etsin. Zira fâsidden hâlî kalmadığı için
ondan korunmağa imkân yoktur. Binaenaleyh bu buğdayın içinde az mikdarda
bulunan toprak gibidir. Hiç bir şey ödetemez. Kıyasa göre ödetir. Nitekim
Fetih'de beyân edilmiştir.
"Nehir'de şöyle denilmiştir; "Az
mikdar, yüzde bir ve iki gibi âdeten cevizin halî kalmadığı mikdardır.
Hidâye'de böyle denilmiştir. Bu onda birin çok sayılacağında zahirdir. Kınye
sahibi bunu açık söylemiştir. Serahsî: Üç yani yüzde üç afv edilir;
demiştir." Bahırda: "Az mikdar: Yüzde üç ve daha az olandır, çok
bundan fazlasıdır." denilmiştir. Fetih sahibi de: "Fakîh Ebu'l-Leys
cevizin yüzde beş ve altısını afv saymıştır." demektedir.
FER'İ M E S E L E : Bir kimse bir kaç ölçek
buğday veya susam satın alır da içinde toprak bulunursa bakılır: Adeten bu
kadar zahirede bu mikdar toprak bulunursa iade edemez. Aksi takdirde bütün malı
iade imkânı varsa iade eder. Buğdayı alır. toprağı yahut kusurlu olan mikdarı
ayırarak iade etmek isterse. buna hakkı yoktur. Toprağı ayırarak karıştırmak ve
iade etmek isterse bakılır: O ölçekle iade etmesi mümkünse iade eder; aksi
halde o ölçek noksan kalırsa iade edemez. Buğdayın noksanını ödetir. Meğer ki
satıcı onu noksan olarak almağa razı olsun. Bezzâziye. Haniyye'de
bildirildiğine göre bu toprak kusur sayılmazsa iade edemez. Aksi takdirde pek
fazla değilse iade eder. Pek fazla ise müşteri buğdayı hissesine düşen para
karşılığı almakla iade edip parasının tamamını almak arasında muhayyerdir.
METİN
Mücteba'da şöyle denilmiştir: "Satılan
mal erimiş tereyağı olur da onu yer; sonra satıcı içine fare düştüğünü itiraf
ederse İmameyn'e göre kusurun noksanını ödetir. Fetva buna göredir.
Bir kimse aldığı malı satar da ikinci
müşteri onu bir kusuru dolayısı ile iade ederse -mahkeme kararı ile iade
etmişse- satıcısına iade eder. Çünkü onun elinde başka bir kusur meydana
gelmedikçe bu fesihtir. Binaenaleyh noksanı ödetir.
İZAH
"Mücteba'da ilh..." Bu mesele
yukarda geçen yiyecek meselesinin ferdlerindendir. T. Bunu orada zikretmek daha
iyi olurdu.
"Satıcısına iade eder." Bunun
mânâsı şudur: iade etmek istediğinde birinciyi dâvâya verebilir ve iade etmek
İstediğinde ne yapmak gerekirse onu yapar. Ona iade, satıcısına iade değildir.
Satışa vekil bunun hilâfınadır. Mahkeme kararı ile kusurlu malı ona iade,
müvekkiline iade sayılır. Zira satış birdir. Hükmü kalktı mı müvekkiline döner.
Bahır. Tamamı Bahır'dadır. İstihkak (hak sahibinin meydana çıkması) bunun
hilâfınadır. Çünkü bununla sonmüşteriye hüküm verildiği zaman bütün satıcılara
hükmolur. Nitekim bâbında gelecektir.
Nehir sahibi diyor ki: "Bu mutlak sözü
Mebsut sahibi, müşteri ku suru birinci satıcının yanında iddia ederse, diye
kayıdlamıştır. Ama kusur müşterinin elinde iken vardı diye beyyine bulunur da
şâhidler birinci satıcının yanında vardı diye şâhidlik etmezlerse, ilk müşteri
o malı bilittifak iade edemez. Hidâye'ye uyarak Fetih sahibi böyle demiştir.
Bahır sahibi dahi bunu kabul etmiştir.
Ben derim ki: Bu iadeden sonra kusuru
itiraf etmemekle dahi kayıdlıdır. Fetih sahibi: "İadeden sonra kusur
yoktur derse, onu ilk satıcıya
bilittifak iade edemez." diyor.
"Mahkeme karan ile iade etmişse"
ifadesi kusuru itiraf edip kabulden çekindiği ve hâkim malı ona zorla iade
ettiği surette şâmildir. Nasıl ki kusuru inkâr eder de onu beyyine ile isbat
ederse veya yeminden cayarsa yahut satıcının ikrarına beyyine getirerek satıcı
bunu inkâr ederse, bu suretlerde satıcısına iade eder. Zira bunlarda mahkeme
hükmü fesihtir. Şürunbulâliyye.
T E N B İ H : Satıcı kusuru bilmekle
beraber kabulden çekinebilir. Bunu aleyhine hüküm verilsin de satıcısına geçsin
diye yapar. Bunu Bahır sahibi Bezzaziye'den nakletmiştir.
"Bu fesihtir." Çünkü mahkeme
hükmü ile iade satışı aslından feshetmektir. Binaenaleyh satış sanki olmamış gibidir.
Şu var ki kusurun devam etmekte olduğunu inkâr etmîş; lâkin mahkemenin hükmü
ile şer'an yalanlamış olur. Hidâye. Murad. ilerisi için fesih
sayılmasıdır;geçmiş hükümler hakkında değildir. Buna delil. satıştan hasıl olan
ziyadelerin müşteriye aid olmasıdır. Onları asıl ile beraber iade etmez. Tamamı
Bahır'dadır. Bu bâbın sonunda şârih bunun hepsi hakkında fesholunduğunu, bundan
yalnız iki mesele istisna edildiğini ilh... söyleyecektir. Tamamı da
gelecektir.
"Onun elinde başka bir kusur meydana
gelmedikçe ilh..." Yani ikinci satıcının elinde iken demek istiyor. Onun
elinde iken başka bir kusur meydana gelir de sonra ondan satın alan müşteri
eski kusuru ile iade ederse, satıcısına iade edemez. Eski kusurun noksanını
ödetir. Çünkü kendi elinde meydana gelen yeni kusur ladesine mânidîr. Bizim
yaptığımız gibi "onun elinde" ifadesindeki zamiri ikinci satıcıya
vermek. ikinci müşteriye aiddir demekten daha doğrudur: İmam-ı Azam'ın kavline
de aykırı gelmez. Zira Bahır'da şöyle denilmiştir: "Malı satar da müşterisi
onda yeni sayılamayacak eski bir kusur bulursa, eski kusuru ödettiği takdirde
İmam-ı Azam'a göre satıcı eski kusuru kendisine satana ödetemez. İmameyn'e göre
ödetir. İsbîcâbî'de böyle denilmiştir. Bu sözün bir misli de Suğrâ'dadır."
METİN
Bu malı teslim aldığına göredir. Teslim
almazdan önce ise akardan başkasında malı mutlak surette iade eder. Görme
muhayyerliği veya şart muhayyerliği ile iade gibi. Dürer. Bu da malı kusurunu
öğrenmeden sattığına göredir. Kusurunu öğrendikten sonra olursa mutlak surette iade
yoktur. Bahır. Ama bu altınla gümüşten başka mallardadır. Çünkü onlar teayyûn
etmezler. Binaenaleyh mutlak surette iade edebilir. Mecma şerhi.
İZAH
"Bu" yani iade için mahkeme
hükmünün şart olması. H.
"Teslim aldığına göredir." Yani
ikinci müşterinin malı tesellüm ettiğine göredir. T.
"Teslim almazdan önce ise" Yani
iade teslim almazdan önce olursa. birinci müşteri onu ilk satıcıya mutlak
surette iade eder. İadesi mahkeme hükmü ile olsun, ikinci satıcı olan birinci
müşterinin rizası ile olsun fark etmez. Çünkü satılan malı teslim olmadan
satmak câiz değildir. Binaenaleyh ikisinden başkası hakkında bunu yeni satış
saymak mümkün değildir. Şu halde herkes hakkında asıldan fesih sayılmıştır.
Böylece birinci müşteri ikinciye muhayyerlik şartı ile satmış gibi yahut görme
muhayyerliği olan satış gibi olmuştur. Zira ikinci müşteri muhayyerlik hükmü
ile satışı fesh edince birinci mutlak surette iade edebilir. Her iki
muhayyerlikle fesih mahkeme hükmüne bağlı değildir. Zeylaî şöyle demiştir:
"Akarda İmam-ı Azam kavline göre ulemanın İhtîlâfı vardır. En zâhir veche
göre bu birinci satıcı hakkında yeni bir satıştır. Çünkü ona göre akarın teslim
almadan satışı caizdir. Şu halde malı satıcısına iade edemez. Sanki onu
sattıktan sonra satın almıştır. imam Muhammed'e göre fesihtir. Zira ona göre
teslim almadan satışı caiz değildir. Ebû Yusuf'a göre ise hepsi hakkında
satıştır." Bu satırlar Nûh Efendi Hâşîyesinden alınmıştır.
"Bu da.." sözü "onu
satıcısına iade eder" cümlesine işarettir.
"Mutlak surette iade yoktur."
Yani ne mahkeme hükmü ile ne de riza ile iade edemez, günkü kusur gördükten
sonra satması ona razı olduğuna delildir.
"Ama bu.." Yani iade için mahkeme
hükmünün şart koşulması "altınla gümüşten başka mallardadır." Bahır
sahibi diyor ki: "Kendisi ayn olduğu halde satılan mal diye kayıdlaması
sarftan ihtiraz içindir, Sarf bir kusurdan dolayı iade edildiği vakit fesih
sayılır, Mahkeme hükmü ile riza arasında fark yoktur. Zira yeni satış
sayılmasına İmkân yoktur. Burada altın para akidlerde teayyün etmez, Dirhemlerle
bir dinar satın alır da sonra dinarı başkasına satar; ve ikinci müşteri dinarda
kusur bularak mahkeme hükmü olmaksızın iade ederse onu satıcısına iade eder;
sebebini söyledik. Kâfî'de bunun vechi şudur deniliyor: "Kusurlu mal
satılık mal değildir. Satılık mal sağlam maldır. Binaenaleyh mal satıcının
olur, Onu müşteriye iade edince o da satıcısına iade eder, Burada ise her iki
satılık mal mevcuddur, Zahîriyye'de bildirilmiştir ki, bu izaha göre bir adam
birinde olan alacağı dirhemleri alır da bir alacaklısına verirse; alacaklı
onları kalp bulup mahkeme hükmü olmaksızın iade ettiği takdirde o da onları
birinciye iade edebilir." Hayreddin Remlî Fetâva-i Kaarii'l-Hidâye ile
Fetâvû-i İbn-ı Nüceym'e uyarak Zahîriyye'nin sözü ile fetva vermiştir. Ama bu
hakkını aldığını veya parasını yahut borcunu aldığını itiraf etmediğine
göredir. Bunları itiraf ederse iade için geldiğinde kabul etmez, Çünkü
çelişkiye düşmüştür. Nitekim bunu Allâme Tarsûsî Enfeu'l-Vesâil'de
açıklamıştır. Ben bunu Tenkîhu'l-Hâmidiyye'de hulâsa etmiştim. Şimdi şu kalır.
"Teslim alan kusurunu öğrendikten sonra o malda bir tasarrufda bulunursa
kendisine iade edildiğinde onu iade edemez. Çünkü Kınye'de Kadî Asdülcebbar
remzi ile zikredilmiştir ki, alacağından bir dinar alır da onu geçsin diye hayvan
fışkısı içine yahut dirhemleri soğan içine koyar veya buna benzer bir şey
yaparsa iadeye hakkı kalmaz. Nasıl ki satın aldığı bir malın kusurunu tedavi
ettirirse iadeye hakkı kalmaz." Bu bellenmelidir. Lâkin sârihin ileride
zikredeceğine göre iadeye mâni olan şeylerden biri de malı dirhemler müstesna
olmak üzere satışa arzetmektir. Dirhemler bozuk çıkar da onları satışa arz
ederse bu riza sayılmaz. Bunu da satış bahsinin dağınık meselelerinde beyân
edecektir. Bahır sahibi bunu şöyle illetlendirmiştir: O kimsenin hakkı sağlam
paralardadır. Binaenaleyh kalp olanlar milkine girmemiştir. Lâkin ulemanın
açıkladıklarına göre o kimse bunları geçer kabul ederse, onlara malik olur; ve
aynen hakkı olur.
Hâsıl şöyle olur: Onlara razı olursa iade
imkânı kalmaz. Aksi takdirde iade edebilir. Velev ki onları satışa arzetsin. Bu
izahla anlaşılır ki, onları satışa arzetmek razı olduğuna delil değildir.
Binaenaleyh yukarıda Kınye'den nakledilen söz açık olarak bozuk akçeye razı
olduğu surete yorumlanır. Düşünülsün. Satış bahsinin dağınık meselelerinde
metinde gelecektir ki, bir alacaklı iyi paranın yerine bilmeyerek geçmesini
alsa da geçmeye başlasa veya onu harcarsa, bu onun hakkını ödemek olur. Bilerek
alırsa harcadığı takdirde bilittifak hakkını ödemiş olur. Para duruyorsa onu bilittifak
iade eder. İmam Ebû Yusuf: "Bilmeden alırsa onun verdiği bozuk ve geçmez
paranın mislini iade eder; ve istihsanen iyisini ondan alır. Nasıl ki bakır ve
bakırla karışık gümüş para alsa hüküm budur." demiştir. Ulema fetva için
onun kavlini tercih etmişlerdir.
METİN
Malı onun rizası ile mahkeme hükmü
olmaksızın iade ederse câiz olmaz. Esah kavle göre velev ki öyle bir kusur
sonradan meydana gelmesin. Çünkü bu ikaledir. Müşteri feshi icab eden bir kusur
veya fiyat indirimini malı teslim aldıktan sonra iddia ederse, parayı satıcıya
vermeye icbar edilmez; bilâkis ya kusuru isbat için beyyine getirir yahut
satıcısına kusur olmadığına yemin ettirilir. Şâhid yoksa müşteri parayı verir.
Eğer şâhidlerinin gaibte olduğunu iddia ederse satıcısı yemin ettiği takdirde
parayı öder. Ben onları üç güne kadar getiririm derse, hâkim kendisine mühlet
verir. Benim beyyinem yok der de kendisine yemin ettirir; sonra beyyine
getirirse kabul edilir. İmameyn buna muhâliftir. Fetih.
İZAH
"Malı onun rizası ile ilh..."
Yani ikinci müşteri birinci müşteriye onun rizası ile iade ederse satıcısına
iadeye hakkı yoktur. Kusur ister hastalık gibi o müddette meydana gelebilen
kusurlardan olsun; ister fazla parmak gibi bunlardan olmasın hep birdir. Çünkü
teslim aldıktan sonra kusurdan dolayı iade ikale olur. İkale ise üçüncü şahıs
hakkında yeni satıştır. Akdi yapan iki taraf hakkında ise fesihtir. İlk satıcı
ikinin üçüncüsüdür. Binaenaleyh onun hakkında sanki ilk müşteri o malı
İkincisinden almış gibi olur; satıcısı ile onun gerek iade. gerekse noksan
ödetme hususunda dâvâsı yoktur. Hâkimin hükmü ile iade bunun hilâfınadır. O
herkes hakkında fesihtir. Zira vilayeti umumîdir. Şu halde sanki ilk satıcı onu
satmamış gibidir. Bunu Nûh Efendi söylemiştir.
TENBİH : Satışa vekil olan kimse de bu
tafsilâta göredir. Malı hâkim hükmü ile iade ederse, müvekkile de lâzım gelir.
Hükümsüz iade ederse yalnız kendisine tâzım gelir; müvekkiline lâzım gelmez.
Müvekkili dâvâya hakkı yoktur. Velev ki kusur yeni meydana gelebileceklerden
olmasın. Sahih olan budur. Çünkü müvekkil hakkında hükümsüz iade ikale
mesabesindedir. Tamamı Hâniyye'dedir.
"Veya fiyat indirimini ilh..."
Yani onun elinde başka bir kusur meydana geldiği vakit demek İstiyor. Bu
takdirde kusurun parasını fiyatdan düşer. Nitekim yukarıda geçmişti.
"Malı teslim aldıktan sonra"
ifadesi tesadüfî bir kayddır. Çünkü satıcının malı teslim etmeden parasını
istemeye hakkı vardır. Müşteri bir kusur iddia ederse icbar edilmez. Ve
tesellümden önce cebr olmadığı dahi tasdik edilir. Bahır. Buna: "istediği
sâbit olsa bile icbar olunmaz." diye itiraz edilmiştir.
Ben derim ki: Bu olamaz. Yoksa istemenin ne
faydası olur.
"Ya kusuru isbat için ilh..."
Yani kendi elinde ve satıcının yanında iken mevcud olduğuna beyyine getirir. Bu
şekilde isbat ederse malı satıcıya iade eder. Yahut onu kabul ederek parasını
verir.
"Yahut satıcısına kusur olmadığına
yemin ettirilir." Yani satıcının elinde iken kusur olmadığına yemin
ettirilir. Sonra bilmelisin ki, bu sözden hemen akla gelen, şimdi kusur mevcud
olduğuna beyyine getirmeden satıcıya yemin ettirebilmesidir. Bu İmameyn'in
kavli ve İmam-ı Azam'dan zayıf bir rivâyettir. Sahih rivâyete göre ise bu
meseleden sonra kölenin kaçması davasında söylediğidir ki, o da şudur: Kaçak
köleyi satan kimseye, müşteri senin elinde iken kaçmıştır diye beyyine
getirmedikçe, yemin verdirilmez. Nitekim izahı gelecektir. Bundan dolayıdır ki,
Zeylaî Kenz sahîbinin "yahut satıcısına yemin ettirilir" sözünü
"yani müşteri yanımda iken mevcud idi diye beyyine getirmezden önce"
diye tevîl etmiştir. Bahır sahibi ise: "Satıcı malda kusur vardı diye
itiraf ettiği vakit" diye tevîlde bulunmuş, lâkın kusurun eskiliğini inkâr
etmiştir. Nehir sahibi kendisine itirazla: "Onun sözünde buna delil
yoktur." demiş; sonra şunları söylemiştir: "Bana zahir oldu ki, bu meselenin
mevzûu doğum gibi tekrarı şart kılınmayan kusurdur. Müşteriböyle bir kusuru
İddia eder de beyyinesi bulunmazsa satıcısına yemin verdirilir. Bundan sonraki
(kaçaklık iddia ederse) sözü tekrarı şart kılınanın beyânıdır, Yoksa ikincisi
haşv (ziyade) olur. Çünkü ben buna temas eden görmedim."
Ben derim ki: Şârih de aşağıda gelen
ifadesinde: "Şart koşulanlardan ilh..." deyerek buna işaret etmiştir.
"Eğer şâhidlerinin gaibte olduğunu
iddia ederse ilh..." Yani şehir de olmadıklarını söylerse demek istiyor.
Fakat: "Benim hazır beyyinem var" derse, hakim ona ikinci celseye
kadar mühlet verir. Zira bunda satıcıya bir zarar yoktur. Bahır.
"Kabul edilir. İmameyn buna
muhâliftir. Fetih..." Feth'in ibâresi şöyledir: "Ebû Hanife'nin
kavline göre kabul edilir. imam Muhammed'e göre kabul edilmez. Bu hususta Ebû
Yusuf'dan rivâyet yoktur." Bundan önce de şöyle demiştir: "Benim
hazır beyyinem var der de sonra onu getirirse hilâfsız kabul edilir,"
METİN
Satıcının yeminden cayması ile kusur lâzım
(ve sabit) olur. Müşteri kaçaklık ve benzeri gibi iadesi için her ikisine göre
kusur sayılan çiş, hırsızlık, delilik ve saire iddia eder de satıcısı halen
mevcud olduğunu inkârda bulunursa, müşteri onun yanında İken kaçtığına beyyine
getirmedikçe kendisine yemin verdirilmez. Beyyine getirirse İmameyn'e göre
satıcısına: "Billâhi hiç kaçmadı" çalmadı ve delirmedi diye yemin
ettirilir.
İZAH
"Kusur lâzım olur." Yani hükmü
kendisine lâzım olur. Çünkü caymak malda huccettir. Zira ya vermek yahut ikrar
etmektir.
"Koçaklık ve benzeri" ifadesi iIe
şârih tekrarı şart koşulmayan şeylerden ihtiraz etmiştir. Bunlar babımızın
başında beyân ettiği vecihle, cariyenin zinası, zinadan doğmak ve doğum olmak
üzere üçtür. Bunlarda müşterinin yanında oldu diye beyyine getirmek şart
değildir. Satıcıya doğrudan doğruya yemin verdirilir. Nitekim Bahır'da böyle
denilmiştir.
"Her ikisine göre" yani satıcı
ile müşteriye göre demektir.
"Delilik..." Bazılarınca Aynî'den
evvelce naklettiğimiz zaif kavle göredir.
Ben derim ki: Evvelce naklettiğimiz,
deliliğin büyüklük ve küçüklük İtibarı ile değişmesidir. Şu mânâya ki, küçük
olarak satıcının elinde, büyük olarak müşterinin elinde bulunursa kaçaklık ve
benzerleri gibi kusur sayılmaz. Burada sözümüz müşterinin yanında tekrarının
şart kılınması hususundadır ki, şârihin de yukarıda söylediği gibi esah olan
kavil budur. Tabii bu o değildir. Buna Tahtâvî de tenbihte bulunmuştur,
"Kendisine yemin verdirilmez."
Bahır sahibi şöyle diyor: "Yani erkeklerin muttali olabileceği ve sonradan
meydana gelebilen bir kusur iddia ederse satıcı dâvalı olabîlmek için
yeniliğine eskiliğine bakmadan evvela satılık malda kusur vardığına beyyine
getirmesi mutlaka lâzımdır. Beyyine getiremezse İmam-ı Azam'dan sahîh rivâyete
göre satıcıya yemin yoktur. İmameyn'e göre bilmediğine yemin ettirilir."
Tamamı Bahır'dadır.
"Halen mevcud olduğunu inkârda
bulunursa" Satıcıya yemin ettirilmez. Fakat bunu itiraf ederse, senin
yanında iken varmı idi diye sorulur itiraf ederse müşterinin isteği ile mal
kendisine iade edilir. İnkârda bulunursa müşteriden kaçmak satıcının elinde
iken olmuştur diye beyyine getirmesi istenir. Beyyineyl getirirse köle iade
olunur. Getiremezse yemin verdirilir. Nehir.
"Müşteri onun yanında iken ilh.
." Yani kendisinin yanında iken kaçtığına beyyine getirmedikçe satıcıya
yemin verdirilmez. Zira söz satıcının da olsa inkârı ancak kusur müşterinin
elinde iken meydana gelmişse muteber olur. Bunu bilmekse beyyine ile olur.
Dürer.
"Beyyine getirirse ilh..." Yani
müşteri halen mevcud olduğuna beyyine getirirse demektir. Nehir.
"İmameyn'e göre satıcısına yemin
ettirilir ilh..." İfadesi yanlıştır. Doğrusu bilittifak yemin ettirilir
olacaktır. Çünkü satıcıya yemin verdirmek bildiğin gibi müşteri beyyine
getirmezden öncedir. Getirdikten sonra bilittifak yemin ettirilir. Zira müşteri
kusurun satıcı elinde meydana geldiğini isbat edince İmam-ı A'zam'a göre satıcı
dâvâlı olur. İmameyn'e göre ise evleviyetle davalı olur.
"Billâhi hiç kaçmadı" ifadesi ile
müsannıf Kenz ve diğer kitablardan ayrılmıştır. Onlarda: "Billâhi senin
yanında iken hiç kaçmamıştır." şeklîndedir. Bunun sebebi Zeylaî'nin dediği
gibi bunda müşteriye bakmamak vardır. Zira ihtimal onu satmıştır da başkasının
elinde İken kaçmıştı. Bununla da satıcıya iade edilir. Şu halde en ihtiyatlı
hareket hiç kaçmadı diye yemin ettirmek yahut onun söylediği vecihden sana
iadeyi hak etmiş değildir veya gerçekten onu 'hiç bir kusursuz teslim etti
şeklinde yeminini almaktır. Nehir sahibi şöyle diyor: "Şu kadar var ki,
cümleden zarfı (yanında iken ifadesîni) atmanın daha ihtiyat olduğu müşteriye
bakarak kabul edilir; Takat satıcıya bakarak kabul edilemez. Çünkü kölenin
gâsıb şahsın elinden kaçması, sahibinin evini bilmemesi ve yakalanmaması
câizdir. Bunun bir kusur olmadığı evvelce geçti. Şu halde daha ihtiyat olan
"billâhi sana iadeye müstahik değildir ilh..." demektir.
Bezzâziye'de beyân olunduğuna göre itimad
İmam Ebû Yusuf'dan rivâyet edilen kavledir. Ona göre hâsıla yemin verdirerek:
"Billâhi bu müşterinin sana karşı iddia ettiği şekilde iadeye hakkı
yoktur; diyecektir." Billâhi bu malı sattığında bu kusur yoktu diye yemin
verdirilmez. Çünkü bunda müşteriye bakmamak vardır. Zira kusurun satıştan sonra
tesellümden önce meydana gelmesi câizdir. Bu takdirde yemininde doğru çıkar;
halbuki bu iadeyi icab eder. Burada şöyle bir sual varid olmuştur: Yapılan iş
başkasının fiili olduğu halde betâte (kesinliğe)) nasıl yemin verdiriliyor.
Böyle bîr yerde yemin ancak ilme (bilmediğine) verdirilir? Cevap şudur: Mânâ
itibarı ile bu kendi fiilidir ki, o da üzerine akid yapılan malı söz verdiği
şekildesağlam teslim etmesidir. Bunu Serahsî söylemiştir.
Fetih sahibi diyor ki: "Aramızda
ortaya attığımız meselelerden biri de şudur: Köle satıcının elinde iken kaçmaz
da müşterinin elinde iken koçar; ve bu satıcıdan önce başkasının elinde iken de
kaçmış olup satıcı bunu bitmezse, müşteri bunu iddia ve isbat ettiği takdirde
bu kusuru sebebi ile onu iade eder. İsbatına kaadir olamazsa ilme yemin
verdirmeye hakkı vardır. Her kusurda böyledir; tekerrür ettimi o malı iade
eder." Ortaya atılan mesele burada Bahır sahibinin zannettiği gibi iadenin
aslı hakkında değildir. Bahır sahibi: "Bu Kınye'de nakledilmiştir."
demiştir. Mesele bilmediğine yemin ettirilmesi hakkındadır. Bu da ulemanın:
"Betâte yemîn ettirilmesi bildiğini iddia ettiği içindir."
sözlerinden alınmıştır. Burada maksad satıcının bilgisi olmamasıdır. Bunu
"Nehir sahibinin sözü kısaltılmış olarak burada biter. Tamamı Nehir'dedir.
"Ve delirmedi diye" İfadesini
bildiğin gibi burada zikretmemek daha iyi olurdu.
METİN
Büyükte: "Billâhi erkeklik çağına
ereli kaçmadı" diye yemin verdirilir. Çünkü küçüklük ve büyüklüğe göre
hüküm değişir.
Bilmelisin ki kusurlar bir çok nevilere
ayrılır: Bir kısmı kölenin kaçması gibi gizlidir. Bunun hükmü görüldü. Bir
takımı zahirdir. Körlük, sağırlık ve parmak ziyadeliği bu kabîldendir. Bazıları
eksik olur. Böylesi hakkında yeminsiz iade hükmü verilir. Çünkü müşterinin buna
razı olduğunu iddia etmezse kusur yüzde yüz malûmdur. Bazı kusurlar vardır ki,
onların yalnız doktorlar bilir. Meselâ, karaciğer ve böbrek hastalığı böyledir.
Bunda bir âdil kişinin sözü kâfidir. Satıcısına isbat için ise iki âdil
gerekir. Bir kısmını da yalnız kadınlar bitir. Ferc bitişikliği bu kabildendir.
Burada bir kadının sözü kâfidir. Sonra satıcıya yemin ettirilir. Aynî.
İZAH
"Büyükte" ifadesi mahzuf bir
cümle üzerine atfolunmuştur ki, şöyle takdir olunur: Bu keyfiyyet küçük kölenin
kaçması hakkındadır. Büyük kölede ise ilh... T.
"Küçüklük ve büyüklüğe göre hüküm
değişir..." İhtimal sadece küçüklüğünde satıcının elinden kaçmış; bülûğa
erdikten sonra da müşterinin elinden kaçmıştır. Bu iadeyi gerektirmez. Zira
yukarıda geçtiği vecihle sebeb değişiktir. Kendisine; yalnız onun yanında iken
kaçtı diye yemin verdirsek zararına sebeb oluruz; ve kendisine lâzım gelmeyen
şeyi ona ilzam etmiş sayılırız. Hiç yemin verdirilmezse müşteriye zarar
veririz. Binaenaleyh dediğimiz şekilde yemin verdirilir. Bülûğdan önce ve sonra
değişen bütün kusur hallerinde hüküm budur. Delilik gibi değişmeyen haller
bunun hilâfınadır. Fetih. Bu izaha göre evlâ olan "delirmedi diye"
ifadesini zikretmemekti. Çünkü bu ifade "büyükte ilh..." İbaresine
uygun düşmemektedir.
"Kölenîn kaçması gibi ilh..."
Yani ancak tecrübe ile bilinen hırsızlık, döşeğine çiş etmek, delilik ve zina
gibi kusurlar demek istiyor. Fetih.
"Bunun hükmü görüldü." Yani iade
edilmesinin hükmü musannıfın yukarıdaki izahından anlaşıldı.
"Kusur yüzde yüz malûmdur." Yani
gerek satıcının gerekse müşterinin elinde olsun malûmdur. Fetih.
"Müşterinin buna razı olduğunu iddia
etmezse ilh..." Veya satarken bildiğini yahut ibrâ ettiğini iddia etmezse
demek istiyor. İddia eder hakim müşteriye sorar. İtiraf ederse iadeye imkân
kalmaz. İnkâr ederse satıcı onun aleyhine beyyine getirir. Bundan âciz kalırsa
satarken bilmediğine yemin ettirir; yahut razı olmadığına veya bunun gibi bir
şeye yeminini ister. Yemin ederse malı iade eder. Cayarsa iade etmek imkânsız
kalır. Fetih.
"Bir âdil kişinin sözü kâfidir."
Yani aâvâ teveccüh etmek için bu kâfidir. Fetih sahibi şöyle diyor: "Her
ikisinin huzurunda itiraf ederse malı iade eder. Kezâ inkâr eder de müşteri beyyine
getirirse yahut satıcı yemin eder de sonra cayarsa yine malı iade eder. Meğer
ki razı olduğunu iddia etsin. O zaman söylediğimizi yapar. Müşterinin yanında
inkâr ederse onu iki müslüman ve âdil tabîbe gösterir. Bir tabîb de yeterse de
iki olması daha ihtiyattır. Onda bunun .olduğunu söyleyince, onda iken
vardığına dâvâ eder." Ulemanın iki âdil tabîb şart koşmaları iade îçindir.
Bir kişi ise dâvâ teveccüh etsin diyedir ve satıcıya yemin ettirilir. Nitekim
Bedâyı'da böyle denilmiştir. Lâkin Edebül-Kaadî'de buna muhâlif sözler vardır.
Bahır.
Bezzâzîye sahibi diyor ki:
"EdebüI-Kaadî'de bildirildiğine göre hakkında doktorlara müracaat edilen
şey iki âdil doktor ittifak etmedikçe dâvânın teveccühü hakkında sâbit olmaz.
Erkeklerin muttali olamayacakları hususlar bunun hilâfınadır. Onlar dâvâcı
olmak hususunda bir kadının sözü ile sâbit olur. İade hakkında sâbit
olmazlar."
Ben derim ki: Birincisi daha zahirdir.
Çünkü iki adil ile isbat için yetinilir. O halde bir kîşi dâvânın teveccühü
için kâfidir. Onun için Haniyye sahibi kesin olarak buna kail olmuş ve şöyle
demiştir: "Bunu bir kişi haber verirse, husumet ve dâvâ hakkında kusur
sâbit olur. İki âdil:Bu eskidir; satıcının elinde iken vardı, diye şahîdlik
ederlerse onu satıcıya iade eder."
"Bir kadının sözü kâfidir." Yani
zâhir rivâyete göre iade hakkında değil dâvâ hakkında kusuru isbat için yeter,
Hâniyye. Şâri'h buna (sonra satıcıya yemin verdirilir) diyerek işarette
bulunmuştur. Çünkü kadının sözü ile iade sâbit olsa, yemin ettirmeye hacet
kalmazdı. Tesellümden sonra olursa bu bilittifaktır. Nitekim Kaadîhan'ın Câmi
şerhinde böyle denilmiştir. Tesellümden önce olursa rivayetler muhteliftir.
Hâniyye'de:"îmameyn'den en son rivâyete göre kadınların şehâdeti ile mal
iade olunur. Yalnız gebelikte onların şehâdeti ile iade olunmaz."
denilmiştir. Zahîre'de şu ifade vardır: "Âdil bir kadın kâfidir. Ama iki
kadın daha îhtiyattır. Âdil bir veya iki kadın bu gebedir dediler mi dâvânın
teveccühü hakkında kusur sâbit olur. Sonra bir veya iki kadın: Bu satıcının elinde
iken vardı derlerse bakılır: Bu tesellümden sonra ise iade edilmez. Satıcıya
yemin verdirilir. Zira kadınlarınşehâdeti zayıf bir huccettir. Akid ise
tesellümden sonra kuvvetlidir. Zayıf huccetle kuvvetli akid feshedilemez.
Tesellümden önce olursa yine hüküm budur. Bir kadının sözü ile iade olunmaz.
İki kadınının kavline gelince: Bazıları: "İmamı Azam'ın kavline kıyasla
îade olunamaz; imameyn'in kavline kıyasla iade olunur." demişlerdir.
Hassaf'ın zikrettiğine göre ulemamızdan gelen zâhir rivâyette iade edilmez. Kudurî
İmameyn'in meşhur kavli bu olduğunu söylemiştir. Çünkü kadınların şehadeti ile
kusurun sâbit olması zaruridir. Subûtunun zaruretinden dâvânın teveccühü doğar;
iade doğmaz. Binaenaleyh satıcıya yemin verdirilir. Eğer cayarsa onun cayması
ile kadınların şehadeti kuvvet bulur ve iade sabit olur. İmam Hasan İmam-ı
Azam'dan kadınların şehadeti ile gebelikten maada hususatta iade sâbit olduğunu
rivâyet etmiştir. Çünkü Allah Teâlâ bunun ilmini kendisine tahsis
buyurmuştur." Zahîre'nin ifadesi kısaltılmış olarak burada sona erer.
Zahîre sahibi bundan sonra başka bir takım rivâyetler zikretmiştir
Hâsılı bir veya iki kadının şehadeti ve
zikredilen dâvânın teveccühü hakkındaki kusur sâbit olur. İade hakkında sâbit
olmaz. Üç imamımızdan gelen zâhir rivâyete göre bunun tesellümden önce veya
sonra olması fark etmez. Meşhur olan budur. Binaenaleyh itimad edilen
mezhebimiz kavli bu olmuştur. Velev ki bir çok kitablarda yalnız hilâfı
zikredilmekle yetinilsin. Biz şart muhayyerliği bâbının sonunda Fetih'den
naklen bunu te'yid eden sözler söyledîk. Metin sahiblerinin şehadet bahsinin
başında bekâret ve kadınlardan başkasının muttali olamayacağı kusurlarda bir
kadının şehadeti kabul olunur, diye îttifak etmeleri buna aykırı değildir.
Çünkü bundan murad: Satıcının yemin etmesi için kadınların sözü ile kusur sâbit
olur demektir. Nitekim orada Hidâye sâhibi bunu beyân etmişti. UIemanın burada:
"Dâvânın teveccühü hakkında sâbit olur." demelerinin mânâsı budur. Bu
mahallin tahkîkını ganimet bil! Zira bunu başka bir kitabta bulamayacaksın.
Melik-i Vehhab olan AIlah'a hamd olsun.
METİN
Ben derim ki: Beşincisi kaldı. O da erkek
ve kadınların bakamayacağı şeydir. Kaadîhân şerhinde: "Bir kimse bir
cariye satın alır da onun hünsâ olduğunu iddia ederse satıcıya yemin
ettirilir." denîlmektedir.
Satılan malın bir kısmına hak sahibi
çıkarsa bakılır: Hak sahibi bütün mal teslim alınmazdan önce çıkarsa, her mal
hakkında muhayyer bırakılır. Çünkü Pazarlık dağılmıştır. Teslim aldıktan sonra
çıkarsa kıyemî malda muhayyer bırakılır; başkasında bırakılmaz. Çünkü kıyemî
malı Parçalamak kusurdur; mislî malı parçalamak kusur değildir. Nitekim
gelecektir. İki şey satın alır da birini tesellüm edip diğerinî tesellüm
etmezse, bunun hükmü tesellüm etmezden önceki hükümdür. Birisine hak sahibi
çıkar veya kusurlaşırsa muhayyer bırakılır. Bu yani kusuru gördükten sonra
kusur muhayyerliği mutemed kavle göre mühletlidir.
İZAH
"Ben derim ki: Beşinci kaldı." Bu
fer'î mesele Fetih, Bahır ve Nehir'de zikredilmiştir. Lâkin bu zevat nevileri
dörde münhasır bırakmışlardır. Şârih bu meselenin sayılan dörde muhalif
olduğunu görünce onu beşinci bir nevi saymıştır. Böylece mesele onun güzel
ziyadelerinden biri olmuştur.
Ben derim ki: şu mesele de bu nevidendir.
Bir kimse cariyenin hayzı kesildiğini iddia etse, ulemanın açıkladıklarına göre
buna şâhidlik kabul edilmez. Çünkü bu işi yalnız o cariye bilir ve dâvâ
cariyenin sözü ile teveccüh eder. Fetih sahibi bunu tercih etmiştir. Evet
başkalarının tercihine göre müşterinin, bu hastalıktan ileri gelmiştir diye
dâvâ etmesi mutlaka tâzımdır; o zaman doktorların şahidliğine müracaat edilir
yahut bu gebeliktendir diye dâvâ etmelidir. Bu takdirde kadınların şâhidliğine
müracaat edilir; ve mesele bu dört neviden değil ondan önceki iki nevi'den
olur.
FER'İ MESELELER; Müşteri malı iade etmek
ister, satıcı da onun hakkını ıskat edecek bir şey iddia etmezse, müşteriye
yemin verdirilmez. Ebû Yusuf'a göre yemin verdirilir. Hülâsa ile Bezzâziye'de
beyân edildiği vecihle hakim davâcı istemeden hasmına yemin verdirmez. Bundan
bir kaç mesele müstesnadır ki, onlardan biri kusur muhayyerliğidir. Bedâyı'da
şöyle denilmiştir: Bir kadın cariyenin gebe olduğunu iki kadın da gebe
olmadığını haber verse dâvâ sahih olur. Değildir diyenin sözü kabul edilmez.
Tehzib'de beyân olunduğuna göre:Satıcı kusurun müşteri elinde olduğuna, müşteri
de satıcının elinde iken kusurlu idiğine beyyine getirse, müşterinin beyyinesi
kabul olunur. Bahır. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
"Bütün mal teslim alınmazdan önce
çıkarsa ilh..." İfadesindeki bütün kelimesi bir kayd değildir. Çünkü malın
bir kısmını teslim almak, bütününü telim almamak hükmündedir. Nitekim bunu
musannıf hemen bu meseleden sonra zikretmiştir. Lâkin musannıf bir kısım
meselesini ayrı zikredince anlaşıldı kî, buradaki sözü bütünü hakkındadır. Onun
için şârih bunu açıklamıştır. Evet, teslim almazdan önce dese -velev ki bir
kısmını desin- ondan sonraki "birini teslim alırsa" sözüne hâcet
kalmazdı.
"Her mal hakkında muhayyer
bırakılır." Yani kıyemî malda olsun, başkasında olsun demek istiyor. Buna
karine "Teslim aldıktan sonra çıkarsa kıyemi malda muhayyer
bırakılır..." sözüdür. Demek oluyor ki murad, hak sahibi çıktıktan sonra
kalanda iade etmekle etmemek arasında muhayyer bırakılmasıdır. Yoksa satılan
malın bütünü değildir ki, istihkak edilen kısımda satış batıldır, diye itiraz
edilsin.
"Çünkü pazarlık dağılmıştır."
Yani müşteriye Pazarlık tamam olmadan dağılmıştır. Zira teslim olmadan o tamam
değildir. Onun için de müşteriye muhayyerlik vardır.
"Teslim aldıktan sonra çıkarsa
ilh..." Yani malı teslim aldıktan sonra bir kısmına hak sahibi çıkarsa
yalnız kıyemî malda muhayyer olur;başka malda muhayyerlik yoktur. Çünkü ona
parçalamak zarar etmez.
"Nitekim gelecektir." Ben bunu bu
babta açık olarak görmedim.
"Birisine hak sahibi çıkarsa
ilh..." Bu ifade (bunun hükmü tesellüm etmezden önceki hükümdür)
cümlesinin beyân ve izahıdır. (Veya kusurlanırsa) sözü ziyade beyândır. Yoksa
sözümüz istihkakta (hak sahibi çıkmasında) dır. İki şeyden birinin
kusurlanmasını ise musannıf (iki köle satın alırsa) meselesinde söyleyecektir.
TENBİH : Musannıfın bu meselelerde
anlattığının hâsılı Tahâvî şerhinden naklen Câmiu'l-Fûsuleyn'de
zikredilenlerdir. Orada şöyle denilmiştir: "Satılan malın bir kısmı teslim
almazdan önce istihkak edilirse, istihkak edilen mikdarda satış batıl olur.
Kalanında müşteri muhayyerdir. istihkak kalan mala bir kusur getirsin
getirmesin fark etmez. Çünkü Pazarlık tamam olmadan dağılmıştır. Kezâ bir kısmı
teslim alındıktan sonra istihkak edilirse hüküm yine budur. Teslim alınan
kısmın veya başkasının İstihkak olunması birdir. Müşteri muhayyer olur. Sebebi
yukarıda geçen dağılmadır. Malın tamamını teslim alır da bir kısmına müstahik
çıkarsa. istihkak mikdarınca satış batıl olur. Sonra istihkak malın kalan
kısmına bir zarar getirirse müşteri muhayyer olur. Zarar getirmezse meselâ; iki
elbise veya iki köle olur da birine müstahik çıkarsa; yahut kîle veya tartı ile
satılan malın bir kısmına müstahik çıkarsa, parçalanması zarar vermediği
takdirde müşteri kolanını alır. Muhayyer olmaz."
Nehir'de İnâye'den naklen şöyle
denilmiştir: "Teslim almazdan önce kusur ile istihkakın hükmü bütün
suretlerde müsavidir. Yani kile veya tartı ile satılanlarla başkalarında
böyledir. Teslim aldıktan sonra da hükümleri budur. Yalnız ölçek ve tartı ile
satılanlarda değişir.
METİN
Havî'dekî ifade garibtir. Bahır. Dâvâya
verir de sonra vazgeçer; sonra tekrar dâvâ ederse, riza delili gibi bir bozan
bulunmadıkça iadeye hakkı vardır. Fetih. Hulâsa'da: "Satıcıyı bulamaz da
mal helâk olursa noksanı ödetir." denilmiştir. Elbiseyi giymek, hayvana
binmek ve tedavi ettirmek veya tedavi olmak -Aynî- yalnız kendini tedavi eden
kusura - kendine noksanlık getirmemek şartı ile - rizadır. Bercendî. Kezâ
kusuru öğrendikten sonra her faydalı şey rizadır. İadeye ve diyete mânidir.
İZAH
"Hâvî'deki ifade garibtir."
Orada: "Kusurunu öğrendikten sonra iadeye kudreti varken malı tutarsa riza
olur..." denilmiştir. H.
"Riza delili gibi ilh..." Ki az
ileride gelecektir. Açık olarak riza göstermek evleviyetle iadeye mânidir.
"Hulâsa'da..." Şöyle denilmiştir:
"Malda bir kusur bulur da iade etmek için satıcıyı bulamazsa, satın aldığı
hayvanı doyurup elinde tuttuğu takdirde -rizaya delâlet eden bir tasarrufda
bulunmadıkça - satıcı geldiğinde onu kendisine iade eder. Hayvan helâk olursa
noksanı ödetir." Yani satıcısından hayvanın parasını alamaz. Ama bu dâvâya
vermediğine göredir. Nitekim musannıf söyleyecektir.
"Elbiseyi giymek, hayvana binmek
ilh..." Yani malda bir kusur bulduktan sonra bir hâceti için giyer veya
binerse, bu delâletten rizadır. Hayvana yürüyüşünü görmek için binse; elbiseyi
de mikdarını anlamak îçin giyse bile riza sayılır. Nitekim Nehir ve diğer
kitablarda beyân edilmiştir.
"Bunu yapmak şart muhayyerliğini
bozmaz. Kusur muhayyerliğini de bozmamalı!" dersen ben de derim ki: Fark
Zahîre'de gösterilmiş:"Şart muhayyerliği denemek için meşru"
olmuştur. Bir defa gîyip bir defa binmekten bu kasd edilir. Kusur muhayyerliği
bunun hilâfınadır. O iade için meşru olmuştur. Tâ ki kaybettiğini bulmaktan
âciz kalınca sermayesini alabilsin. Binaenaleyh o malı denemeye muhtaç
değildir.
TENBİH : Musannıf kusura razı olmanın sözle
yapılması lâzım gelmediğine işaret etmiştir. Sonra sözle riza muallak olarak
caiz değildir. Çünkü Bezzâziye'den naklen Bahır'da şöyle denilmiştir
"Müşteri bir kusur bulur da satıcıya: Eğer bu malı bugün sana iade
etmezsem ona razı oldum sayarım, derse İmam Muhammed'e göre söz batıldır iadeye
hakkı vardır.
"Tedavi ettirmek veya tedavi olmak
ilh..." Yani tedavi meselesi hem mala hem kendisine şâmildir. Mesela; mal
bir köle olur da onun kusurunu tedavi ettirir yahut satılan mal ilaç olur da
onunla kendisi tedavi görür veya başkasını tedavi eder.
"Yalnız kendini tedavi eden kusura.,
rizadır." Bahır'da şöyle denilmiştir: "Tedavi ancak kendini ilaçlayan
kusura rizadır. Ama satılan malı satıcının berî olduğu bir kusurdan tedavi eder
de o malda başka bir kusur bulunursa onun iadesi imkânsız değildir. Nasıl ki
Valvalciyye'de böyle denilmiştir." Câmiu'l-Fûsuleyn'de de şu ifade vardır:
"Kusurlu bir mal satın alır da başka bir kusur görür ve ikinciyi bildiği
halde birinciyi tedavi ederse, o malı geri veremez. Birinciyi tedavi eder de
sonra 'başka bir kusur görürse o hayvanı iade edebilir."
Ben derim ki: Şimdi şu kalır: Satışdan
sonra bir kusur bulur da satıcı henüz o maldan beraet etmemiş olursa, müşteri o
hayvanı tedavi edip sonra başka bir kusuruna muttali olduğu takdirde şârihin
zahir olan sözüne göre onu iade eder. Zahir olan da budur. Nasıl ki birinciye
açıkça razı olur da sonra ikinciyi görürse hüküm budur. Çünkü bazan bir kusura
razı olur da ötekine razı olmaz. Yahut bir kusura razı olur da iki kusura razı
olmaz. Sonra Münteka'dan naklen Zahîre'de gördüm ki, Ebû Yusuf'dan bir rîvâyete
göre müşteri cariyede bir kusur bularak tedavi ettirirse, bu ilaç bu kusurun
ilacı olduğu takdirde rizadır. Aksi takdirde riza değildir. Meğer ki cariyeyi
noksanlaştırsın.
"Noksanlık getirmemek şartı ile
ilh..." Noksanlık getirmeye misâl;sızlayan elini tedavi edip çolak
kalması, ağaran gözünü tedavi edip kör olmasıdır. Böylesinin başka bir kusur
dolayısı ile iadesi imkânsızdır. Çünkü noksanlık müşterinin elinde iken meydana
gelmiştir. T.
"Kusur öğrendikten sonra ilh..."
Yani bunun kusur olduğunu öğrendikten sonra demek istiyor. Hâniyye'de şöyle
denilmiştir: "Cariyede yara görür de bunun kusur olduğunu bilmeyerek satın
alırsa, öğrendiğinde iade edebilir. Çünkü bu insanları şübheye düşüren
şeylerdendir. Binaenaleyhkusuruna razı olması sübüt bulmaz." Evvelce
arzetmiştik ki, kusur olması insanları şübheye düşüren şeylerden değilse iadeye
hakkı yoktur. Nûru'l-Ayn'da Münye'den naklen şöyle denilmiştir: "Satış
tamam olduktan sonra tesellümden önce satıcı mal kusurlandı der de bunu haber
vermesi hususunda müşteri onu itham ederek: Onun maksadı benim malı iade
etmemdir, der ve malı teslim alırsa bu kusura razı olmak sayılmaz. Tasdik etmezse
tasarrufu da riza sayılmaz. Lâkin ihtiyat olan, satıcıya: Ben bunu bilmiyorum,
ben kusura razı değilim. Benim etimde kusurlu çıkarsa onu sona iade ederim;
demektir."
"Diyete mânidir." Bundan maksad,
kusurun eksilttiğidir.
METİN
Satışa arzetmek faydalı şeylerdendir.
Bundan yalnız dirhemler (gümüş paralar) müstesnadır. Onları geçmez bulur da
satışa arz ederse riza sayılmaz. Elbiseliği yetecek mi yetmeyecek mi diye
terziye arzetmek, yahut kıymet biçmek İçin onu iki bilirkişiye arzetmek bu
kabîldendir. Satıcı müşteriye; onu satıyor- musun? der de, evet cevabını
verirse satış lâzım olur. Hayır derse satış lâzım olmaz. Çünkü evet demek
satışa arzdır. Hayır ise onun milkini takrîrdir Bezzâziye.
İZAH
"Satışa arzetmek faydalı
şeylerdendir." Velev ki satıcının emri ile olsun. Meselâ: Satıcı
müşteriye; bu malı satışa arz et! Senden satın olan bulunmazsa bana iade et!
demiştir. (Bu bir emirdir.) Müşteri satıcıdan ikale (satışı kaldırmak) ister de
razı olmazsa bu satışa arz sayılmaz; o malı iade edebilir. Malın bir kısmını
satışa arz eder; yahut, bir kısmına razı oldum derse, hem görme muhayyerliği
hem kusur muhayyerliğî batıl olur. Câmiu'l-Fûsuleyn. Evvelce Zahîre'den naklen
arz etmiştik ki. kusuru öğrendikten sonra malı teslim almak kusura razı
olmaktır. Câmiu'l-Fûsuleyn'de: "Malın bir kısmını teslim olmak
rizadır" denilmiş; sonra riza olmadığı, hatta Ebû Yusuf'a göre
muhayyerliği sakıt olduğu nakledilmiştir.
Ben derim ki: Bu misliyattan olmayan
maldadır. Zira Bahır'da Bezzâziye'de naklen: "Yiyeceğin yarısını satışa
arz etse, yarısı ona lâzım olur; satışda olduğu gibi yarısını iade eder."
denilmektedir. Hizmetinde kullanırsa, ne hüküm verileceğini şârih ileride
söyleyecektir.
TETİMME: Bahır'da nakledildiğine göre:
"Kusuru öğrendikten sonra ona razı olmaya delâlet eden şeylerden bazıları:
İcâre, icâreye arz, geliri isteme, rehin vermek ve mükâteb yapmaktır. Fakat
ücretle verir de kusurunu sonra öğrenirse icâreyi bozabilir. Zira özür vardır;
malı iade eder. Rehin bunun hilâfınadır. Onu ancak rehin çözüldükten sonra îade
eder. Emsin dîye buzağıyı ineğin yanına salmak, sütünü sağmak veya içmek de
rizaya delâlet eden şeylerdendir. Noksanı Ödetip ödetemeyeceği hususunda iki
kavil vardır. Haneye yeni yeni yerleşmek de rizadır. Devamlı hanede kalmak riza
değildir. Araziyi sulayıp ekmek, bağı budamak, bir malın bütününü veya bir
kısmını satmak, köleyi âzâd etmek, teslim etmese bile bağışta bulunmak -çünkü
bu arzetmekden daha kuvvetlidir- paranın kalanını vermek, çiftliğin gelirlerini
toplamak ve kezâ terketmek -çünkü bu zâyi etmektir. Ağacın meyvasını yemek
zayi'den sayılmaz- kölenin ve hanenin geliri, cariyenin müşteriye aid çocuğu
emzirmesi, iz bırakmamak şartı ile köleyi döğmek de riza sayılır." Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Zahîre'de şöyle denilmiştir: "Kusuru
gördükten sonra köleyi hapsetmesi, ondan kan alması veya başını tıraş etmesi
riza değildir." Sonra kan aldırmanın o kusura deva sayılıp sayılmayacağı
hususunda tafsilât vermiş: "O kusur için deva ise rizadır; değilse riza
sayılmaz." demiştir. Yine Zahîre'de: "Malı satmak için bir adama
emreder de sonra malın kusurlu olduğunu öğrenirse. vekil o mal, müvekkilin
huzurunda sattığı takdirde bir şey demezse. bu onun kusuruna razı
olmaktır." denilmektedir.
"Bundan yalnız dirhemler
müstesnadır." Bu meseleyi Zahîre, Câmiu'l-Fûsuleyn ve diğer kitablar beyân
etmiştir. Şârih onu satış bahsinin dağınık meselelerinin sonunda Mültekat'tan
naklen zikredecektir. Sonra yine burada şunu do zikretmek gerekir: Satıştan
önce ziyade ve benzeri bir sebeble iadesine imkân kalmayan bir malı kusurunu
öğrendikten sonra satarsa, bu riza sayılmaz. Noksanını ödetebilir. Meselâ;
kavuttan karıştırma yapar veya elbiseyi dikerse hüküm budur. Nitekim evvelce
geçmişti. Satışa arz etmesi de evleviyetle böyledir.
"Riza sayılmaz." Binaenaleyh
müşteri iadeden men edilmez. Zira iadesi. hakkının hilâfı olduğu içindir.
Müşterinin hakkı iyi ve geçer dirhemlerdir. Bozuk dirhemler onun milkine
girmemiştir. Ayn olan satılık mal bunun hilâfınadır; ona mâlik olmuştur; onu
satışa arzetmek kusuruna razı olmak sayılır. Bahır. Bunun bîr benzeri de o
dirhemleri sattıktan sonra mahkeme hükmü olmaksızın iade olunmasıdır. Bunlar
satıcısına iade edebilir. Nitekim şârih "satın aldığı malı satarsa
ilh..." dediği yerde bunu beyân etmişti. Biz de bu husustaki sözün
tamamını arzetmiştik.
"Satış lâzım olur." Artık o malı
kusurundan dolay iadeye imkân yoktur. Nûru'l-Ayn sahibi: "Müşterisinden
kusur muhayyerliğini ıskat için bu satıcıya bir hile (çâre) olabilir."
diyor.
"Onun milkini takrîrdir." Sanki
satıcıya; mal senin milkin olduğu için satmıyorum; çünkü onu sana iade
ediyorum. demiş gibidir, Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Evet yerine
hayır demek gerekir, Çünkü evet ilh... sözü ile müşteriye hangi sözle iade
imkânı bulacağına tenbih etmek istiyor. Bu söz hayır lâfzıdır. Onu iadeye mâni
olan sözden sakındırıyor ki, o da evet sözüdür. T. Bu izahla haşiye yazarının
bu ibâredeki çekimserliği giderilmiş olur, Galiba o Bezzaziye sahibinin
"Gerekir ilh..." sözünden meseleyi nakledenin demesi gerekir mânâsını
anlamıştır. Bu takdirde mânâ şöyle olur: Satıcı ona; bu malı satıyor musun?
dediğinde hayır cevabını verirse satış lâzım olur ve bu şârihin söylediğine
aykırı olur. Ama öyle değildir. Bilâkiszamir müşteriye aiddir. Yani müşteriye
hayır demek gerekir ki, satış lâzım olmasın. Şu halde bu söz müşteriyi
sakındırmak olur. Sonra benim Bezzâziye'de gördüğüm ve Bahır nüshalarının
ekserisinin ondan nakilleri: Hayır sözü onun imkânını takrîrdir, şeklindedir.
Yani satıcıya iadeye imkân bulmasıdır, Buna göre zamiri müşteriye aiddir,
METİN
Satıcıya iade için veya hayvana alaf satın
almak yahut sulamak için binmek ve bunun yani binmenin aciz yahut güçlük sebebi
ile müşteriye mutlaka lâzım gelmesi riza sayılmaz. Bu söz son iki kelimenin mi
yoksa her üçünün de mi kaydı olduğu ihtilâflıdır. Bercendî ikinci kavli daha
zahir görmüş; musannıf da Dürer, Bahır ve Şumunnî'ye uyarak ona itimad
etmiştir. Başkaları birinciye itimad etmişlerdir. Satıcı; sen hayvana kendi
hâcetin için bindin der de müşteri: Hayır, bilâkis onu iade etmek için bindim;
cevabını verirse söz müşterinindir. Bahır. Fetih'de: "Hayvanda seferde bir
kusur bulur da üzerine yük yüklerse bu bir özürdür." denilmiştir.
İZAH
"Satıcıya iade için hayvana binmek
ilh..." Ve kezâ iade etmek için binin de beyyine getirmekten aciz kalırsa,
dönüşte üzerine bindiği takdirde iadeye hakkı olur. Bunu Câmiu'l-Fûsuleyn'den
Bahır sahibi rivâyet etmiştir. Yani bundan sonra kusurun eski olduğunu isbat
edecek beyyine bulursa, iadeye hakkı vardır. Çünkü aciz kaldıktan sonra binmesi
rizaya delil değildir.
"Hayvana alaf satın olmak için"
binmesi de riza değildir. Fakat başka bir hayvana alaf almak için binmesi
rizadır. Nitekim Zahîre'de böyle denîlmiştir.
"Aciz veya güçlük sebebi ile ilh.
." Yani yürümekten âciz kaldığı yahut hayvan huysuz olup yedekte
yürümediği için binerse, bu riza sayılmaz.
"Bu söz ilh..." Yani
"müşteriye mutlaka lâzımsa" ifadesi demek îstiyor.
"Musannıf da Dürer, Bahır ve
Şumunnî'ye uyarak ona itimad etmiştir." Musannıfın şerhinde Dürer, Şumunni
ve Bahır'da bu söz yalnız son ikinin (yanı sulamakla alaf satın almanın)
kaydıdır. Lâkin bir çok nüshalarda "ona itimad etmiştir" yerine
zamirsiz olarak "musannıf itimad etmiştir" denilmiştir ki, doğrusu da
budur. O zamana şöyle olur; musannıf Dürer, Bahır, Şumunnî ve başkalarına
uyarak birinciye itimad etmiştir. Fetih sahibi birinciye, Zahîre sahibi
ikinciye uymuş ve şunları söylemiştir: "İmam Muhammed'in Siyeri Kebîr'de
söyledikleri de buna delâlet eder. O şöyle demiştir: Alaf çuvalları bir olur da
hayvana binerse riza sayılmaz. Çünkü taşımak ancak binmekle mümkün olur. İki
olursa bunun hilâfınadır." Lâkin Fetih'de şöyle denilmektedir:
"Sulamada zikredilen özür alaf iki çuvalda olduğu zaman do mevcuddur.
Binaenaleyh bu hususta iadenin imkânsızlığını mutlak söylememek gerekir."
Şimdi üçüncü bir kavil kalır ki, Kenz'in zahiri
bunu ifade eder. O da şudur: Bu söz zikredilen üç şeyin hiç birinin kaydı
değildir. Zeylaî'nin zahirinden buna itimad ettiği anlaşılıyor. Çünkü iki kavil
için "denilmiştir" ifadesini kullanmıştır, (Bu zayıflığa işarettir.)
Şürunbulâliyye'de Mevâhîb'den naklen: "iade etmek veya sulamak yahut alaf
satın almak için hayvana binmek en zâhir kavle göre mutlak surette riza
sayılmaz." denilmiştir.
"Söz müşterinindir." Çünkü zâhir
ona şâhiddir. T. Kezâ: "Hâcet yokken bindim; sulamaya gittim. Hayvan mutî
idi" derse, müşterinin kavlini dinlemek gerekir. Çünkü zâhire göre iade
hakkını ibtal etmeden hayvana binmeye sebeb müşterinin zikrettiğimiz şeylerin
birinden korkmasıdır. Hayvanın hakikaten hırçın olması ve hakiki güçlük
değildir. İnsanlar korku sebeblerini tehayyül hususunda muhteliftirler. öyle
adam vardır, bu sebeblerden hiç biri hatırına bile gelmez. Adam vardır; bunun
hilâfınadır. Fetihd'e böyle denilmiştir.
"Bu bir özürdür." Şürunbulâliyye
sahibi bunu naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Bezzâziye'nin ibâresi
buna muhaliftir. O şöyledir: Hayvana yükler de bir kusura muttali olur ve
yükleyecek başka bir şey bulamazsa yolu bıraktığı takdirde telef olsa bile iade
edemez. Bazıları alafını yüklemesine kıyasen iade edebilir demişlerdir.
Ben derim ki: Fark açıktır. Zira hayvanın
alafı onun azığı cümlesindendir. O olmasa hayvan yaşayamaz. Çuval öyle
değildir. Binaenaleyh iade zaruretinden olsun." Bezzâziye'nin sözü burada
biter. Bu gösterir ki, Fetih'deki kavil zayıftır. T.
Ben derim ki: Farkı Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi
dahi zikretmiştir. Zahîre'nin Siyer-i Kebîr'den naklettiği ifade dahi onun
teyid eder. Şöyle denilmiştir: "İslâm memleketinde bir kimse bir hayvan
satın alarak üzerinde gazâ etse ve dar-ı harbe vardığında onda bir kusur bulsa
binmemesi gerekir. Çünkü kusurunu öğrendîkten sonra binmesi razı olmaktır.
Artık iadeye hakkı yoktur. Başka hayvan bulamasa bile bundan korunmalıdır. Zira
satıcıya ait olan hususta ona özür sayılan şey mu'teber değildir. Kendi hâceti
için hayvana binmek razı olduğuna delildir." Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Hâsılı: Hayvana binmek bir özürden dolayı
bile olsa rızaya delildir. Çünkü özrü kusura razı olmaya onu ilzam etmiştir.
Zira o satıcı hakkında muteber değildir. Sen biliyorsun ki bu kavil Zeylaî'nin
ve başkalarının itimad ettikleri üçüncü kavle muhaliftir. Nitekim az yukarıda
arzettik. Ama şöyle cevap verilebilir: Sulamak ve alaf almak için binmekteki
özür satıcının hakkı içindir. Çünkü hayvanın hayatı bundadır. Siyeri Kebîr
meselesi ile ondan önceki mesele bunun hilâfınadır.
METİN
Tesellüm edilen malın sayısı, miktar veya
sıfatı hakkında satıcı ile alıcının ihtilâfı hususunda mühim bir bâb:
Satıcı ile alıcı alacaklarını aldıktan
sonra satılan malın sayısında yahut iade ettiği takdirde parasını tevzî için
bir mi çok mu olduğunda veya teslimalmanın sayısında ihtilâf ederlerse söz
müşterinindir. Çünkü teslim alan odur. Söz gerek mikdar gerekse sıfat veya
tâyin hususunda olsun teslim atanındır. Müşteri şart veya görme muhayyerliği
ile malı iade için gelir de satıcı; satılan mal bu değildir. derse tâyini
hususunda söz müşterinindir. Kusur muhayyerliği ile iade etmek için gelirse söz
satıcınındır. Nasıl ki malın uzunluğunda genişliğinde ihtilâf ederlerse hüküm
budur. Fetih.
İZAH
"Parasını tevzi için ilh..." Sözü
satıcının dâvâsına illet ve alıcı parayı iade ettiği takdirde davânın faydasını
beyândır. Çünkü satıcının dâvâsına göre bir kısmını iade etmesi lâzım gelir.
Nitekim izah etmiştik.
"Yahut teslim almanın sayısında
ihtilâf ederlerse ilh..." Meselâ; malın mikdarında iki cariyedir diye ve
paralarını satıcının teslim aldığında ittifak ederler de sonra müşteri birini
iade etmeye gelir. Satıcı: Sen onların ikisini de tesellüm ettin; yalnız şunun
hissesinde hak sahibisin der, müşteride; ondan başkasını teslim almadım,
diyerek ihtilâfa düşerler.
"Söz, teslim alanındır."
Kendisinden yemini ıskat için beyyinesi kabul edilir ve müda gibi olur. Müda
(emanetçi) malı iade ettiğini veya helâk olduğunu iddia eder de beyyine
getirirse, kabul olunur. Halbuki söz onundur. Yemini ıskat için getirilen
beyyine kabul olunur. Zahîre'nin sarf bâbında böyle denilmiştir. Bahır.
"Gerek mikdar ilh..." Yani
satılan malın mikdarı veya teslim alınanın mikdarı hakkında teslim alanındır.
Nitekim geçmişti. Nehir'de Hulûsa'nın sulh bâbından nakledilen şu ifade de bu
kabîldendir: "Müşteri malı tartılmış olarak teslim aldıktan sonra: Ben onu
eksik buldum derse söz kendinindir. Meğer ki önceden muayyen bir mikdar teslim
aldığını ikrar etmiş olsun."
"Gerekse sıfat ilh..." Bu tâbirde
şârih Bahır'ın İmâdiye'den naklettiği ifadeye uymuştur. Zahîriyye'nin ifadesi
buna muhâliftir. Orada şöyle denilmiştir: "Alıcı ile satıcı malın
vasıflarından biri hakkında ihtilâf ederler de müşteri; ben senden bu köleyi
kâtiptir yahut ekmekçidir diye satın aldım derse, satıcı; sen hiç bir şey şart
koşmadın dediği takdirde söz satıcınındır. İkisi de yemin etmezler." Bu
ifadenin bir misli de Zahîre ile Tatarhâniyye'dedir.
Fetâvâ Kâriü'l-Hidâye'de şu ibâre vardır:
"Alıcı ile satıcı malın bir vasfında ihtilâf ederler de müşteri: Sen bana,
bu Şam kumaşıdır diye söyledin der; satıcı da ben onun yerli olmasından başka
bir şey söylemedim cevabını verirse, söz yemini ile beraber satıcınındır. Çünkü
o fesih hakkını inkâr etmektedir. Beyyine müşteriye düşer; zira o
dâvâcıdır."
Nehir'de de Zahîriyye'den naklen şöyle
denilmiştir: "Bir kimse bir veya iki .pazarlıkla biri peşin bine, diğeri
bir sene beklemesine bin dirheme iki köle satın alır da birini kusuru sebebi
ile iade eder; sonra ihtilâfa düşerek satıcı; sen veresiye aldığın. iade ettin
der, müşteri: Hayır peşin para ile aldığımı iade ettim diye iddia ederse söz
satıcınındır. Müşterinin elindeki helâk olsun olmasın fark etmez, Yeminleşme de
yoktur." Bunu şârihin aşağıdaki: "Malın uzunluğunda genişliğinde
ihtilâf ederlerse..." sözü de te'yid eder, Nehir'in ifadesi bildiğin gibi
bunun hilâfınadır.
"Söz satıcınındır." Fark şudur:
Görme ve şart muhayyerliklerinde akid müşterinin feshetmesi ile bozulur. Karşı
tarafın rizasına değil bilmesine bağlıdır. Yalnız bu îhtilâflıdır.
Feshedildiğinde ondan sonra ihtilâf teslim alınanda ihtilâf olur. Onun hakkında
söz teslim alanındır. Kusur sebebi ile fesih bunun hilâfınadır. Onu müşteri
yalnız başına fesh edemez. Lâkin getirdiği ve satıcının inkâr ettiği malda
fesih hakkı olduğunu iddia edebilir. Fetih'de görme muhayyerliğinin sonunda
böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Bu sözün muktezası: Satış
fâsid olsa malı tâyin hususunda söz müşterinin olurdu diye talildir. Çünkü akid
satıcının rizasına bağlı olmaksızın müşterinin feshi ile bozulur. Bu fetva
vakasıdır.
"Nitekim malın uzunluğunda
genişliğinde ihtilâf ederlerse hüküm budur." Ben bunu Fetih'de görmedim.
Orada yalnız bundan önceki mesele ondan naklettiğimiz farkla birlikte
zikredilmiştir. Evet, onu Bahır sahibi Zahîriyye'den naklen söz satıcınındır
diye açıklayarak zikretmiştir.
Ben derim ki: Benim Zahîriyye'de gördüğüm
de budur. Kezâ Aynî'nin Zahîriyye müntehabında, Zahîre'de ve Tatarhâniyye'de
mevcuddur. Şu halde Nehir sahibinin Zahîriyye'den naklettiği "söz
müşterinindir." ifadesi ya tahrîf yahut hatadır.
Zahîriyye'nin ibâresi şöyledir: "İbn-i
Semâa'nın İmam Muhammed'den nakline göre: Bir adam birine Mervez kumaşı satar
da teslim aldıktan veya almazdan önce ihtilâf etseler de satıcı sen onu altıya
yedi arşındır diye satın aldım der; müşteri ise ben onu yediye sekiz diye satın
aldım diye iddia ederse söz yemini ile beraber satıcınındır."
T E T i M M E : Satıcı; ben bu cariyeyi
filan yerinde yara olduğu halde sattım der de müşteri o yerdeki yara sebebi ile
iade etmeye geldiğinde bu yaranın o değil başka bir yara olduğunu, o yaranın
iyileştiğini iddia ederse söz müşterinindir. Hâsılı satıcı kusuru bir yere
nisbet ederek söylerse söz müşterinin olur. Mutlak olarak söylerse söz
satıcının olur. Tamamı Zahîre'dedir.
HÂTİME: Bir kimse bin ritl pamuk satar da
sonra satış günü milkinde pamuk bulunmadığını iddia eder; fakat dâvâ günü
elinde bin ritl pamuk bulunup: Ben bunu satıştan sonra aldım derse, söz yemini
ile beraber kendisinin olur. Nitekim Hâniyye'de böyle denilmiştir.
METİN
Bir kimse iki köle satın alırsa, yani
yalnız başına birinden istifade edilen iki şeyi bir pazarlıkla alır da birini
tesellüm eder ve onda yahut diğerinde ancak tesellümden sonra öğrendiği bir
kusur bulursa ya ikisini de alır; yahut ikisini de iade eder. İkisini de
tesellüm etmişse kusurlu olanı yalnızbaşına sağlamken geçen hissesi ile iade
eder. Çünkü satış tamam olduktan sonra ayırmak câizdir.
İZAH
"Bir kimse iki köle satın alırsa ilh..
" Bilmelisin ki satılan mal bir yahut hükmen bir gibi olup biri diğeri
olmadan işe yaramayan bir kapının iki kanadı ve bir çift mestin iki teki gibi
iki şey veya iki elbise ve iki köle gibi bir hükmünde olmayan iki şey olmaktan
hâlî değildir. Sonra satılan maldan meydana gelen şeyler biri kusur, diğeri
istihkak olmak üzere iki nevi'dir. Haller de üçtür. Biri tesellümden önce, biri
sonra, biri de yalnız bir kısmını teslim aldıktan sonradır. Bütününü teslim
almazdan önce malın bir kısmında kusur bulursa, bu kusur satış zamanında mevcud
veya sonradan tesellümden önce meydana gelmişse, müşteri ya hepsini parası ile
almak yahut hepsini iade etmek arasında muhayyerdir. Yalnız kusurlu olanı
paradan hissesi ile iade edemez. Kezâ satıcının hassatan kusurlu olanı kabule
hakkı yoktur. Meğer ki, yalnız kusurluyu iade için anlaşmış olsunlar do kalanı
paradan hissesine düşenle almaya razı olsunlar. Buna hakları vardır. Çünkü
tesellümden Önce pazarlık tamam olmaz. Buna delil riza ve hüküm olmaksızın
müşterinin iadesi ile kusurun feshedilmiş olmasıdır.
Malın yalnız bir kısmını teslim alır da
onda yahut kalanda bir kusur bulursa, bütün geçenlerde hükmü birinci faslın
hükmü gibidir. Zira pazarlık henüz tamam değildir. Satılan malın bir veya bir
kaç şey olması birdir.
Malın bütününü teslim alır da bir kısmında
eski veya satın alması ile tesellümü arasında meydana gelmiş bir kusur
bulunursa, bakılır: Satılan şey hane, arazi, bağ ve elbise gibi bir olursa veya
kile yahut tartı ile satılan şeylerden olup bir kapta veya bir yığında
bulunuyorsa; yahut bir şey hükmünde olan iki şey ise bütününü almakla bütününü
iade etmek arasında muhayyer olur. Yalnız bir kısmını iade edemez. Çünkü bunda
ayn olan mallarda iştirak vardır ki, bu fazla kusurdur.
Elbise ve köleler gibi hükmen bir
sayılmayan iki veya fazla şeyler; yahut muhtelif kaplarda bulunan kile ile
tartı ile satılan şeyler olursa müşterinin bütün kıymeti ile ona razı olmaya
yahut yalnız kusurlu kısmı iadeye hakkı vardır. Bütününü ancak anlaşma varsa
iade eder. Kusurluyu ancak satıcının rizası veya hâkimin hükmü ile iade
edebilir. Zira pazarlık tamam olmuştur. Şu halde onu ayırmak sahihtir Kusurlu
olanı paradan hissesi ile kusursuz olarak iade eder. Çünkü kusurlu olan kısım
sağlam olarak satışa dahildir. Şart ve görme muhayyerliğinde yalnız bir kısmını
iadeye hakkı yoktur. Velev ki hepsini teslim almış olsun. Zira bu iki
muhayyerlik pazarlığın tamamına mânidir. Pazarlık tamam olmadan ayrılmaya
tahammülü yoktur. Pazarlığın tamam olmasına mânidir dememiz hüküm ve riza
olmaksızın iade edilebildiği içindir. Velev ki hepsini tesellüm etmiş olsun.
Bir kısmını iadeden âciz kalınca bütünü kendisine tâzım gelir. Malın bir veya
fazla olması müsavîdir. Bunu Tahâvî şerhinden Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi
nakletmiştir. Bundan sonra da, istihkak meselelerine geçmiştir. Bunlar evvelce
geçti.
Hâsılı: Kusuru maldan hiç bir şey teslim
almadan yahut yalnız bir kısmını aldıktan sonra görürse, satıcının rızası
olmadan yalnız kusurlu kısmı iadeye hakkı yoktur. Bütününü teslim aldıktan
sonra da öyledir. Meğer ki, müteaddid olup iki elbise ve iki kaptaki yiyecek
gibi hükmen bir sayılmayan şeylerden olsun. Nitekim yukarıda zikrettik. Bir kapta
olmaları bunun hilâfınadır. Çünkü bu bir mal mesabesindedir. Yiyeceğin hepsi
duruyorsa bu zâhirdir. Fakat bir kısmını satmış veya bir kısmını yemişse bu
bâbta arzetmiştik ki, müftâbih kavl İmam Muhammed'in kavlidir. Yani kalanı iade
edip yediğinin noksanını ödetir, sattığını ödetemez. İzahı orada geçmişti.
"Bir pazarlıkta alır da ilh..."
İfadesi ile şârih her ikisine ayrı ayrı akid yapmaktan ihtiraz etmiştir. O mal
bir olan kısımdandır. Yukarıda onu gördün.
"Birini tesellüm ederse..." Her
ikisini tesellüm etmezse hüküm yine budur. Nitekim geçmişti.
"Ancak tesellümden sonra öğrendiği
ilh..." Bu söz ancak kusuru teslim aldığı kısımda bulunduğuna göre
münasibtir. Nitekim gizli değildir.
Ben derim ki: Bilakis bu söz son derece
kapalıdır. Çünkü şârihin sözü sağlamı teslim alıp diğerinin kusurunu ancak
aldığını teslim aldıktan sonra öğrendiği surete de sâdıktır. Onun için Bahır
sahibi şöyle demiştir: "Kusurun meydana çıkmasını teslim aldıktan sonra
diye kayıdlaması şundandır: Çünkü teslim almazdan önce birinde bir kusur
bulursa, kusurluyu teslim aldığı takdirde her iki mal kendisine tâzım olur.
Kusurlunun lâzım gelmesi ona razı olduğu içindir. Diğerinin lâzım gelmesi
kusuru olmadığındandır. Şayet sağlam olanını teslim alır veya her ikisi de
kusurlu olup birini kendisi için teslim alırsa ikisini birden iade eder. Zira
teslim alınanda satışı ilzam edip ötekinde etmemek mümkün değildir. Bunda
satıcıya pazarlığı ayırma vardır. Teslim alınmayanda onun hakkını ıskata da
imkân yoktur. Çünkü ona razı olmamıştır. Muhît'ta böyle denilmiştir.
METİN
Nasıl ki ölçek veya tartı ile satılan bir
şeyi yahut iki mestten birini ve benzerini meselâ; birbirine alışmış -öyle ki
biri olmazsa diğeri iş görmeyen- bir çift öküzden birini teslim alır da
bazısında kusur bulursa ya hepsini iade eder; yahut onu kusuru ile alır. Çünkü
o bir şey gibidir. En zahir kavle göre velev ki iki kapta otsun. İnâye. Esah
olan budur. Bürhan. Bir kimse bir cariye satın alarak onunla cima'da bulunur
veya onu öper yahut şehvetle dokunur da sonra bir kusurunu bulursa, onu mutlak
surette iade edemez. Velev ki dul olsun. Şâfiî ile İmam Ahmed buna muhâliftir.
Bizim delilimiz şudur: Sahibi bu cariyenin menisini indirmiştir. Bu onun
cüz'üdür.
İZAH
"Nasıl ki ilh..." Cümlesi (ya
ikisini de alır yahut ikisini de iade eder) sözünün teşbihidir. Burada evlâ
olan teslim almakla kayıdlamamaktır. Nasıl kiKenz'de öyle yapılmıştır. Tâ ki
teslim almazdan önceki surete şâmil olsun.
Bahır sahibi şöyle diyor: "Hidâye'deki
(murad teslim aldıktan sonradır) sözü sadece kıyemiyyat ile misliyyat arasında
fark olsun diyedir." Çünkü iki köle gibi kıyemiyyatta her ikisini teslim
aldıktan sonra kusurlu olanı iadeye hakkı vardır. Misliyyat bunun hilâfınadır.
Meselâ; bir kaptaki yiyecek böyledir. Fakat teslim almazdan önce kusurluyu hepsinde
iade edemez. Lâkin bu özür dileme musannıfın ibâresinde gitmez; o teşbih
edatını getirmiştir.
"Ve benzerini ilh..." Yani iki
şeyden birinden yalnız başına faydalanmak mümkün olmayan her yerde demek
istiyor. Bunun hükümleri vardır. Onları Bahır sahibi Muhît'tan naklen
zikretmiştir. Ona müracaat edebilirsin!
"Ya hepsini iade eder; yahut onu
kusuru ile alır." Yani yalnız kusurluyu almaz. Bu söz teşbihin zımnen
ifade ettiğini açıklamaktır. Biliyorsun ki. bu malın hepsi durduğuna göredir.
Bir kısmını satması veya yemesi bunun hilâfınadır.
"En zahir kavle göre velev ki iki
kapta olsun." Bazıları: İki kapta olurlarsa iki köle mesabesinde olur.
Hatta yalnız kusur bulunan kabı iade eder, demişlerdir. Zeylaî. Biz Allâme
Kaasım'dan naklen bu kavlin daha faydalı ve kıyasa daha uygun olduğunu
söylemiştik. Onun için de az önce gördüğün gibi Tahâvî şerhinde buna göre
hareket edilmiştir. Velev ki iki kapta olsundan murad bir cinsten İseler
demektir.
"Onu öper yahut şehvetle dokunursa
ilh..." Bezzâziye sahibi diyor ki: "Timurtâşî şunları söylemiştir:
Serahsî'nin: Şehvetle öpmek iadeye mânidir demesi, kusuru öğrendikten sonraya
yorumlanır." şürunbulâliyye.
Ben derim ki: Bu yoruma Zahîre'nin şu
ifadesi muhaliftir: "Cariye ile cima'da bulunurda sonra kusuruna muttali
olursa onu iade edemez. İster bâkire ister dul olsun noksanını ödetir. Meğer ki
satıcı onu bu haIi ile kabul etsin. Kezâ onu şehvetle öper veya şehvetle
dokunursa hüküm yîne budur. Eğer kusurunu öğrendikten sonra onunla cima'da
bulunur veya şehvetle öper, şehvetle dokunursa bu kusura riza sayılır. Artık ne
iade edebilir; ne de noksanını ödetir." Hâniyye'deki şu ifade de öyledir:
"Cariyeyi teslim alır da onunla cima'da bulunur veya onu şehvetle öperse,
sonra onda bir kusur bulduğunda iade edemez. Sadece kusur eksikliğini ödetir
ilh..." Aşağıda gelen: "Çünkü cariyenîn menisini indirmiştir."
sözü vârid değildir. Çünkü cima'ın sebebleri bir çok yerlerde cima hükmünü
alır. Nasıl ki hürmeti musâherede böyledir.
"Cariyenin menisini indirmiştir. Bu
onun cüz'üdür." Yani onu iade ederse, sanki bir kısmını kendinde bırakmış
gibi olur. Mecma şerhi. Dürerü'l-Bihâr şerhînde şöyle talil yapılmıştır:
"Kusur sebebi İle iade etmek akdi aslından feshetmektir. Binaenaleyh
cima'da bulunması kendi milkinde olmayan cariye iledir. Bu iadeye mâni bir
kusur sayılır. Bu dul cariye hakkındadır. Bâkire iadesi bilittifak
imkânsızdır."
Ben derimki: Buta'lil daha zâhirdir. Çünkü
cima'ın sebeblerine şamildir.
METİN
Eğer cima'da bulunan kimse kocası ise
cariye dul olduğu takdirde onu iade eder; bâkire ise iade edemez. Bahır.
Noksanı ödetir. Çünkü iadeye imkân yoktur. Manzûme-i Muhibbiyye'de şöyle
denilmiştir: "Bakire çıkmasını şart koşar da dul olarak bainle boşanırsa
onu iade edemez. Ama bu kusurun eksikliği için kırk dirhem ödetir." Havî
ile Mültekat'ta beyân olunduğuna göre dulluk kusur değildir. Meğer ki bekâreti
şart koşmuş olsun. Bu takdirde şart koşulan şey bulunmadığı için onu iade eder.
Ancak satıcı kabul ederse noksanı ödetmez. Çünkü İmkânsızlık onun hakkı
içindir. Razı olunca imkânsızlık ortadan kalkar ve yeni kusur yok olduktan
sonra eski kusurla iade hakkı avdet eder. Zira mâni zail oldukta memnu avdet
eder. Dûrer. Binaenaleyh râcih kavle göre noksanla birlikte iade eder. Nehir.
İZAH
"Cimada bulunan kimse kocası ise
ilh..." Yani satıcının elinde iken evlendiği kocası İse demek istiyor.
Fakat cariyeyi müşteri evlendirmişse cîmada bulunsun bulunmasın iade edemez.
Velev ki satıcı buna razı olsun. Çünkü ayrı ziyade hâsıl olmuştur ki, o da
mehirdir. 'Bu evvelce geçtiği vecihle iadeye mânidir. Nasıl ki müşterinin
elinde carîyeye şüphe ile ecnebî biri cima etse hüküm budur. Zira cima eden
şahsa ukr (mehir) vâcib olur. Onunla zinâ etmesi bunun hilâfınadır. O zaman
iade edemez;noksanını ödetir. Ancak satıcı bu hali ile onu kabule razı olursa o
başka! Çünkü cariye zinâ suçu ile kusurlanmıştır. Zahîre'de böyle denilmiştir.
"Dul olduğu takdirde onu iade
eder." Yani cima ona noksanlık getirmemişse, bir de kocası satıcının
elinde iken onunla cimada bulunmuşsa iade eder. Ama onunla sadece müşterinin
elinde iken cima etmişse, hükmün ne olacağını İmam Muhammed Asıl nam kitabında
zikretmemiştîr. Ulema bu hususta İhtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavle göre onu
iade eder. Zahîre.
"Noksanı ödetir." Dürer'de böyle
denilmiştir. Bunun bir misli de Zahîriyye'den naklen Bahır'dadır.
Şürunbulâliyye sahibi bu sözü Bedâyı ve diğer kitablara nîsbet etmiştir. Yine
bunun bir misli yukarıda Zahîre ve Hânîyye'den naklen zikrettiğimizdir.
Hâkim'in Kâfî'sinde ise şöyle
denilmektedir: "Cariyeyle müşteri cimada bulunur da sonra bir kusuru meydana
çıkarsa, bu kusur sebebi ile onu iade edemez. Lâkin cariyeye bir defa kusurlu
iken, bir defa da kusursuzken kıymet biçilir; eğer kusur cariyeyi onda bir
nisbetinde kıymetten düşürüyorsa, parasının onda birini ödetir."
Kısaltılarak alınmıştır.
Hulâsa'da da şöyle denilmiştir: "Asıl
nam kitabta beyân edildiğine göre bir adam kusurlarından arınmamış bir cariye
satın alır da onunla cimadabulunur; sonra bir kusuruna muttali olursa onu iade
edemez. Cariyenin bâkire veya dul olması; cima'ın kendisini noksanlaştırıp
noksanlaştırmaması müsavîdir. Hizmetinde bulundurmak bunun hilâfınadır. Kezâ
cariyeyi şehvetle öpmesi ve dokunması da böyledir. Noksanı ödetir. Meğer ki
satıcı; ben onu kabul ederim, desin." Bu ifade mezhebimizin nassıdır.
Çünkü İmam Muhamed'in Asıl namındaki eseri zâhir rivâyet kitablarındandır.
Hâkim Kâfi'sinde İmam Muhammed'in zâhir rivâyet kitablarını toplamıştır.
Nitekim bunu Fetih ve Bahır sahibleri bir çok yerlerde söylemişlerdir. Bununla
Şürunbulâliyye'nin şu sözü sakıt olur:
"Bezzâziye'de buna muhâlif sözler
vardır. Orada cariyeye dokunma ve bakma olsa da noksanı ödeteceğlne cevaz
verilmiştir. Cima varsa iade imkânsız görülmüştür."
Ben derim ki: Yine bununla Bezzâziye'nin
sözü de sukut eder. Orada şöyle denilmiştir: "Dul cariye ile cimada bulunmak
iade ve noksan ödetmeye mânidir. Kusuru öğrenmeden ve öğrendikten sonra
şehvetle öpmek ve dokunmak da öyledir. Az ileride Hâniyye'den naklen
zikredeceğimiz ifade dahi böyledir.
"Dul olarak bâinle boşanırsa ilh.
." Yani müşterinin cima etmesi ile demek istiyor. Hâniyye'nin kusurlar
faslının başında şöyle denilmektedir: "Bâkire çıkmak şartı ile bir cariye
satın alır da sonra; o dulmuş, derse hâkim o cariyeyi kadınlara gösterir.
Bâkiredir derlerse söz yeminsiz satıcının olur. Duldur derlerse, söz yemini ile
beraber müşterinindir. Müşteri onunla cimada bulunursa bakılır: Şayet bikrini
giderdi ise mesele yoktur. Nitekim beklemeden bâkire olmadığı anlaşılırsa hüküm
budur. Aksi takdirde cariye kendisine lâzım gelir. Şeyh Ebul-Kaasım böyle
demiştir." Şârih şart muhayyerliğinde musannıfın : "Onun ölmesi ile
akid tamam olur ilh..." dediği yerde bu tafsîle göre hareket etmiştir.
Lakin sen mezhebin nassını gördün! Onun için Kınye sahibi zikri geçen tafsîli
Ebul-Kaasım'dan naklen zikretmiş; sonra başka bîr kitaba işaretle: "Cima
iadeye mânîdir. Mezheb budur." demiştir.
"Kırk dirhem ödetir." Burada
şöyle denilebilir: Bu kusur bazan kıymeti bu mikdardan daha az, bazan da daha
çok eksiltebilir. O halde bu tâyinin vechi nedir? T.
Ben derim ki: Dulluk noksanlığı onların
zamanında böyle idi diye cevap verilebilir.
"Dulluk kusur değildir." Çünkü
ekseriyet onun yokluğu değildir. Binaenaleyh bir hayvan satın alıp da yaşlı
çıkmasına benzer. Nasıl ki biz bunu babın başında tahkîk etmiştik. Evet,
bekâreti şart koşar da bâkire çıkmazsa, iadeye hakkı vardır. Zira bu arzu
edilen vasfın bulunmaması bâbındandır. Nitekim kâtip veya ekmekçi olmak şartı
ile bir köle satın alır da şart bulunmazsa hüküm budur. Ama bu cima etmeksizin
dul bulduğuna göredir. Aksi takdirde cima iadeye mânidir. Mezhebe göre velev ki
durmadan (aletîni) çıkarmış olsun. Nitekim gördün.
"Ancak satıcı kabul ederse noksanını
ödetmez." Yani müşteri cima ettikten sonra satıcı cariyeyi kabule razı
olursa noksanını ödetmez.
"Eski kusurla iade hakkı avdet eder
" Bu cümlenin yeri musannıfın yukarıda geçen: "Müşterinin elinde iken
başka bir kusur meydana gelirse..." dediği yerdir. T.
"Mâni zail oldukta memnu avdet
eder." Şârih bununla iade hakkının sakıt olmadığına işaret etmiştir. Hak
sakıt olmamış; yalnız ona mâni bulunmuştur. Çünkü sakıt olsa avdet etmezdi. T.
"Noksanla birlikte iade
eder."Yani iade memnu iken müşterinin satıcıya ödettiği noksanı demek
istiyor. T. Râcih kavil, mâni'in zail olmasına binaendir. Bazıları iade
edemeyeceğini söylemişlerdir. Çünkü iade hakkı sakıt olmuştur. Sakıt ise avdet
etmez. Noksanın bedeli mevcud ise iade hakkı vardır; mevcud değilse yoktur,
diyenler de vardır. T.
METİN
Gaib satıcının sattığı malda bir kusur
meydana çıkar da müşteri onu hâkim huzurunda isbat ederse, hâkim o malı âdil
bir kimsenin yanına koyar. Helâk olduğu takdirde müşterinin hesabına helâk
olur. Meğer ki hâkim satıcısına iade edileceğine hüküm vermiş olsun. Çünkü
hasmı olmaksızın gaib aleyhine verilen hüküm en zâhir kavle göre geçerlidir.
Dürer.
Teslim alınan köle satıcının elinde iken
meydana gelen katli veya dinden dönme gibi bir sebeble öldürülür veya eli
kesilirse, eli kesilen köleyi iade eder; yahut yanında tutarak parasının
yarısını ödetir. Mecma. Ve her ikisinin yani hem eli kesilenin hem öldürülenin
paralarını alır. Köle el değiştirir de son müşterinin elinde İken eli kesilir
veya öldürülürse, satıcılar bunu bilseler bile birbirlerine ödetirler. Çünkü bu
İstihkak gibidir. Kusur gibi değildir. İmameyn buna muhaliftir.
İZAH
"Âdil bir kimsenin yanına koyar."
Yani satıcı için onu muhafaza edecek emîn bir kimseye verir. Remlî hâşiyesînde
şöyle denilîyor: "Âdil bir kimsenin yanına bırakılan bir hayvanın
nafakasını bana sordular. Ben de Zahîre'nin nafakalar bahsinin sonundan alarak
şöyle cevap verdim:Hâkim bu hayvan îçin kimseye nafaka verdîrmez. Çünkü hayvan
îstihkak ehlinden değildir. Mâlik olan müşteridir. Diyâneten hayvana nafaka
vermeye sahibi borçludur, diye fetva verilir; ama hâkim kendisini icbar
etmez."
"En zahir kavle göre geçerlidir."
Yani hâkim Şâfiî ve benzeri biri olup bunu caiz görürse demek îstiyor. Hanefî
bunun hilâfınadır. Nitekim Bahır sahibibunu izah etmîştir. Biz de Mefkûd
bahsinde arz etmiştik. Tamamı inşaallah Kaza bahsinde gelecektir.
"Teslim alınan kölenin eli kesilir
veya öldürülürse ilh..." Burada köleyi teslim alınan diye kayıdlaması
şundandır: Köle satıldıktan sonra satıcının elinde öldürülürse, müşteri bütün
parasını ödetîr. Nasıl ki bu zâhirdîr. Satıcının yanında iken eli kesilir de
sonra onu satar ve müşterinin yanında elinin kesilmesi sebebi ile ölürse, Bahır
sahibi noksanı bilittifak ödeteceğini söylemiştir. Eli kesilirse diye
kayıdlaması da şundandır: Çünkü köleyi hasta olarak satın alır da müşterinin
elinde ölürse; yahut satıcının yanında zina etmîş bir köle satın alır da
müşterinin yanında dayak vurularak ölürse, noksanı yine bitittifak ödetir.
Tamamı Bahır'dadır. Satıcının yanında İken demesi, sırf o sebeble ise
mânâsınadır. Hem satıcının hem müşterinin elînde iken çalar da her iki
hırsızlık sebebi ile eli kesilîrse îmameyn'e göre ilk hırsızlığın noksanını
ödetir imam-ı Azam'a göre onu satıcının rîzası olmaksızın yeni kusur için iade
edemez. Bundan murad ikinci hırsızlıktır. Buna razı olursa müşteri onu iade
eder ve paranın dörtte üçünü ödetir. Razı olmazsa onu milkinde tutarak dörtte
bîrini ödetir. Çünkü İnsanın eli yarısı demektir. Bu da iki hırsızlıkla telef
olmuştur. Binaenaleyh paranın yarısı ikisinin arasında tevzî olunur. Müşteriye
isabet eden sakıt olur. Kalanını ödetîr. Tamamı Fetih'dedir. Şârih bu meseleyî
Aynî'den naklen bâbın başında anlatmıştı.
"Katil veya dinden dönme ilh..."
Meselâ; köle kasden bir adam öldürür veya dinden dönerse demek istiyor. Evlâ
olan katil ve hırsızlıkgibi demeli idi ki, katil ve el kesmenin sebebini beyân
olsun.
"Eli kesilen köleyi iade eder ve her
ikisinin paralarını alır." Mebsût sahibi diyor ki: iade etmeden bu el
kesme sebebi ile ölürse, paranın yalnız yarısını ödetir." Fetih.
"Mecma" ın ibâresi şöyledir:
"Kölenin öldürülmesi mubah bulur onun elinde iken öldürülürse bütün
parasını alır. Hırsızlıktan dolayı eli kesilirse muhayyerdir. isterse iade
eder; parasını geri alır; dilerse iade etmez, yarı parasını geri alır.
îmameyn'e göre her ikisinde noksanı ödetir." Şübhesiz ki bu ibâre
musannıfın ibâresinden daha güzeldir.
"Satıcılar birbirlerine
ödetirler." Yani paranın hepsini demek istiyor. Nasıl ki istîhkak
meselesinde İmamı Azam'a göre böyledir. Çünkü Hz. İmam bunu istihkak
mesabesinde tutmuştur. Ama bu iadeyi tercih ettiğine göredir. İade etmezse
paranın yarısını ödetir ve birbirlerine paranın yarısını ödetirler. İmameyn'e
göre ise son satıcı noksanı satıcısına ödetir. Satıcısı ona satana bir şey
ödetemez. Zira bu kusur mesabesindedir. Sonuncunun ödetmesine gelince: O malı
satmamış olduğu için satılık malı hapis etmiş sayılmaz. Binaenaleyh ödetmesine
bir mâni yoktur. Ona satan bir şey ödetemez. Çünkü satmakla iade imkânı varken
onu hapsetmiş olur. Bilîyorsun ki, müşterinin kusurlu malı satması kusurluyu
hapsetmektir. Bilsin veya bilmesin fark etmez. Şu halde bundan sonra îade
etmesine İmkân yoktur. Fetih.
"İstihkak gibidir." İstihkak
olduğunu bilmek ödetmeye mâni değildir. Bahır.
METİN
Her kusurdan berî olmak şartı ile satış
sahihtir. Velev ki isim vermesin. Şâfiî buna muhâliftir. Çünkü ona göre meçhul
haklardan beraet sahih değildir. Bize göre sahihtir. Zira işi çekişmeye
vardırmaz. Bunda mevcud ile akîdden sonra tesellümden önce meydana gelen
dahildir. Binaenaleyh kusur sebebi ile iade edilemez. Bunu Malik ile İmam
Muhammed mevcuda tahsis etmişlerdir. "Bir malda bulunan her kusurdan"
demesi böyledir. "Meydana gelecek her kusurdan" derse, Ebû Yusufa
göre sahîh, Muhammed'e göre fâsid olur Nehir. Köleyi her derdden hâlî olması
şartı ile alırsa, bu hastalığa ve bazılarınca iç hastalığına yorumlanır.
Musannıf İhtiyar ve Cevhere sahiblerine uyarak bu kavle itimad etmiştir. Çünkü
âdette malûm olan budur. Geriye kalanı örfe göre hatalıktır. Her gaileden halî
olması şartı ile alırsa bu hırsızlık, kaçaklık ve zinaya yorumlanır.
İZAH
"Her kusurdan berî olmak şartı ile
satış sahihtir." Meselâ; sana şu köleyi her kusurdan berî olmam şartı ile
sattım, der. Aynî'de "ondaki" sözü ziyade edilerek ondaki her
kusurdan berî olmak şartı ile denilmiştir. Bu yanlıştır. Sebebi aşağıda
gelecektir. Nehir.
Ben derim ki: Bu sözün bir hususiyeti
yoktur, Bu mânâyı ifade eden her söz onun gibidir. Zamanımızda meselâ; bir hane
satılırken âdet olan "sana bu haneyi bir yığın toprak olarak sattım",
hayvan satışında "Kırık dökük olarak", elbise gibi şeylerde
"çakmak üzerinde yanmış" sözü bu kabîldendir. Bu sözlerle: Bundan her
nevi kusurlar vardır demek isterler. Müşteri buna razı olunca muhayyerliği
kalmaz. Çünkü o malı meydana çıkacak her kusuru ile kabul etmiştir. Kezâ; bunu
hazır ve helâl olmak şartı ile sattım, derler. Bundan maksad: Bu hazır malı
haiz olduğu bütün kusurları ile sattım; yalnız istihkak müstesna demektir. Yani
helâl çıkmazsa, meselâ; çalınma veya gasbedilme bir mal ise müşteri onu ödetir.
Bütün bunlar her kusurdan beraet mânâsınadır. Bunun bir benzeri de Bahır'daki:
"Elbiseyi kusurları ile kabul ederse yırtıklardan berî olur, Yamalar ve
ıslahlar dahildir. Yani elbise yırtık ise onu iade edemez. Kezâ onu yamalı ve
ıslah edilmiş bulursa hüküm budur. Sonra gördüm ki, hâşiye yazanlardan biri
şöyle demiş: "Allâme İbrâhim Bîrî'ye sormuşlar: Bir cariye satan ve; hâzır
manzuru satıyorum diyen, bununla bütün kusurları kasdeden kimsenin hükmü nedir?
Demişler de şu cevabı vermiş: Müşterinin bütün kusurlarından kendini İbrâ
ettiği cariyeyi iadeye hakkı yoktur." Kısaltılarak alınmıştır.
"Velev ki isim vermesin." Yani
kusurların adlarını söylememiş olsun.
"Şâfiî buna muhâliftîr." Ona göre
kusurları saymadıkça sahih olmaz. Çünkü ibrâda temlîk mânâsı vardır. Meçhûlü
temlîk sahih değildir. Zeylaî.
"Zira işi çekişmeye vardırmaz."
Fetih sahibi şöyle demiştir: "Delilimiş şudur: ibrâ ıskattır. Hatta kabulsüz
tamam olur. Nasıl ki kadınlarını boşar veya kölelerini âzâd eder de kaç
olduklarını ve kendilerini bilmezse hüküm budur. Sakıt olan şeyin bilinmemesi
ıskatı ibtal etmez. Çünkü bu çekişmeye vardırmaz." Tamamı Fetih'dedir.
"Binaenaleyh kusur sebebi ile iade
edilemez." Kusur mevcud olsun sonradan meydana gelsin fark etmez.
"İmam Muhammed mevcuda tahsis
etmiştir." Çünkü beraet sâbit olana şamildir. O da sadece akid zamanında
mevcud olandır. Şeyhayn'ın delili şudur: Bakılacak cihet mânâdır. Bu şarttan
maksad. müşteri selamet vasfından hakkını ıskat etmekle akdi ilzamdır; tâ ki
her halde lâzım gelsin. Satıcıdan hiç bir halde hak aramasın. Bu da müşterinin
malı iadesini icab edecek her kusurdan beraet etmesi ile olur. Akiddan sonra
meydana gelen kusur böyledir. Binaenaleyh malûm olan maksad bunun dahil
olmasını gerektirir. Fetih.
"Bu malda bulunan her kusurdan demesi
böyledir." Sonradan meydana gelen kusur bilittifak buna dahil olmaz.
Bahır.
"Meydana gelecek her kusurdan derse
ilh..." Yani her kusurdan satıştan sonra tesellümden önce meydana gelecek
olandan dahî beraet şartı ile satarsa "Ebû Yusuf'a göre sahih olur."
Fetih. Ama bu Mebsût'un rivâyetine göredir. Tahâvî şerhinin rivâyetine göre
bilittifak sahih değildir. İkinci rivâyete şöyle itiraz edilmiştir: Her
kusurdan ibra ederse. Ebû Yusuf'a göre yeni kusur söylemeden dahil olur.
Söylediği halde onu nasıl batıl sayıyor? Buna ittifak yoktur diye cevap
verilmiştir. Biliyorsun ki, Mebsût'un rivâyetinden anlaşılan budur. Teslim
edilse bile fark şudur: Sonradan meydana gelen kusur her iki tarafın
maksadlarını yerine getirmek için tâbi olarak dahildir. Bir çok şeyler vardır
kî, maksud olarak sabit olmaz, fakat tebean sabit olurlar. Bunu Fetih sahibi
söylemiştir. Tahtavî'nin Hamevî'den, onun da Mecma şerhinden naklen beyânına
göre esah kavle göre bu fâsiddir. Ekseri ulema kesinlikle buna kail
olmuşlardır. Bu Tahâvî şerhinin rivayetini sahihlemektir. Lakin ben bunu
Mecma-ı Melekî şerhinde görmedim. Belki başka şerhtedir. AraştırmaIıdır.
Evet, Bahır'da Bedayı'dan naklen: "Bu
şartla satış bize göre fâsiddir. Çünkü ibar İzafet götürmez. Velev ki ıskat
olsun. Onda temlîk mânâsı vardır. Onun için iade kabul etmez; binaenaleyh talik
gibi o da nassan izafeti taşımaz. Fâsid şart olur ve satışı ifsad eder."
denilmiştir. Bize göre demesinin zahir mânâsı Tahâvî şerhine muvafık olarak üç
imamımızın kavlidir. Şu halde Nehir sahibinin: "Bu, İmam Muhammed'in
kavline göredir." sözü zâhir değildir.
"Bazılarınca iç hastalığına"
Böbrek rahatsızlığına veya hayz bozukluğuna yorumlanır. Minah.
"Musannıf bu kavle itimad
etmiştir." Ve şöyle demiştir; "Biz âdette malûm olana bakarak
Muhtesar'da buna itimad ettik. Yoksa mezhebin meşhur olan kavli birincisidir.
Âdetle kayıdlamamız şundandır: Derd lügatta hastalık demektir. İçeride olsun
dışarıda olsun fark etmez."
Ben derim ki: Lâkin şimdi bizim örfümüz
lügata uygundur.
"Bu hırsızlık, kaçaklık ve zinaya
yorumlanır." İmam Ebû Yusuf'dan böyle rivâyet olunmuştur. Fetih.
Misbâh'da: "Kölenin gailesi hakdan sapıklığı, kaçaklığı ve buna benzer
şeylerdir." denilmiştir.
METİN
Bir kimse bir köle satın alır da onu
kendisinden satın almak isteyene: Bunu al! Hiç bir kusuru yoktur derse,
aralarında satış uymadığı takdirde köleyi (sahibinden) satın alan onda bir
kusur bulursa, onu şartı ile satıcısına iade edebilir. Kusuru yoktur diye
yapılan sabık ikrar onu iadeye mâni değildir. Çünkü o geçerli saymaktan
mecâzdir. Ama onu yani kusuru tâyin ederek: Bunda körlük, çolaklık yoktur derse
iade edemez, Zira iyice malûmdur. Meğer ki sonradan meydana gelmeyen bir şey
olsun. Meselâ; ziyade parmağı yoktur der de sonra ziyade parmağı olduğu
anlaşılırsa iade edebilir. Çünkü yüzde yüz yalanı meydana çıkmıştır.
Bir kimse birine: "Şu kölem kaçaktır,
onu benden satın al!" der, o da satın alarak köleyi başkasına satarsa,
ikinci müşteri köleyi kaçak bulduğunda onun yanından kaçtığına beyyine
getirmedikçe ilk satıcının geçmiş ikrarı ile iade edemez. Çünkü ilk satıcının
ikrarı sükut eden ikinci satıcı aleyhine huccet değildir.
Bir kimse sütü olan bir cariye satın alır
da cariye onun çocuğunu emzirirse, sonra cariyenin bir kusuru meydana
çıktığında onu iade edebilir. Zira bu hizmetinde kullanmak Memesi bağlanan
koyun bunun hilâfınadır. Onu sütü ve bir ölçek hurma ile iade edemez. Muhtar
kavle göre sadece noksanını ödetir. Mecma şerhleri. Biz Menûr üzerine
yazdığımız haşiyede bunu izah ettik. Nasıl ki emzirmeden başka bir hususta
kullansa onu iade eder. Mebsût'ta beyân olunduğuna göre kusurunu Öğrendikten
sonra hizmetinde kullanmak istihsanen riza sayılmaz. Çünkü insanlar bu hususta
geniş davranırlar, Bu denemek içindir.
İZAH
"Şartı ile satıcısına iade eder."
Yani ya beyyine ile yahut satıcının ikrarı veya cayması ile iade eder. H.
iadenin şartlarından bunları iadeye mâni olacak şekilde ziyade olmamak,
yukarıda geçen kusura riza delili bulunmamak ve satıcının bütün kusurlardan
berî olmamasıdır.
"Geçerli saymaktan mecazdır."
Minah'da şöyle denilmiştir: "Zira bir gûnâ kusurdan hâli kalmayacağı
açıktır. Böylece hâkim bu sözün zâhıri kasdedilmediğini kesinlikle anlar.
"Şürunbulâliyye'de Muhît'tan naklen şöyle denilmiştir: "Bu cariyesine
ey zaniye, ey mecnune diyen gibidir ki, kusuru ikrar değil, sitem içindir.
Hatta bazılarına göre bunu elbise hakkında söylese yani birine: Bu elbiseyi al!
Kusuru yoktur dese kusur olmadığını ikrar sayılır, Çünkü elbisenin kusurları
meydandadır."
"Şu kölem kaçaktır ilh..."
Cümlesindeki ismi işaret kölenin orada bulunduğunu göstermektedir. Kaçaktır
sözü geçmişte manasınadır. Bunu sana koçaklık şartı ile yahut kaçaklığından
berî olmam şartı ile sattım demesi bunun hilâfınadır. İlk müşteri kabul ederse,
ikincisi ona iade eder. Nitekim musannıfın: "Bir kimse bir köle satar da
ilh..." dediği yerde bunu açıklayacağız.
"İkinci müşteri köleyi kaçak
bulduğunda ilh..." Bu onun yanında iken de kaçmakla olur. Çünkü koçaklık
ancak tekerrür etmekle kusur sayılır.
"Geçmiş ikrarı ile iade edemez."
Yani ikinci satıcıya iade edemez demek istiyor,
"Onun yanından ilh..." Yani ikrar
eden ilk satıcının yanından demektir.
"Sükût eden ikinci satıcı aleyhine
huccet değildir." Yani sükût da satıcısını ikrar ettiği hususta tasdik
değildir. Ama ikinci satıcı: Ben onu şimdi kaçmış buldum derse, satıcıyı kaçdı
diye îkrarında tasdik etmiş olur. Şürunbulâliyye.
"Bir kimse sütü olan bir cariye satın
alır da ilh..." Vehbâniyye şerhi ile Bezzâziye'de şöyle denilmiştir:
"Emzikli bir cariye satın alır da sonra bir kusuruna muttali olur; sonra
emzirmesini emrederse iadeye hakkı vardır. Çükü bu hizmetinde kullanmaktır.
Sütü sağarak içer veya satarsa iade edemez. Zira süt cariyenin bir cüz'üdür.
Onu almak rızaya delildir. Fetvaya göre içmede veya satmadan sağmak riza
sayılmaz. Ama koyunun sütünü sağmak, içsin içmesin rizadır.
"Bu hizmetinde kullanmaktır."
Hizmetinde kullanmak riza sayılmaz. Hâniyye. Yani birinci defada riza sayılmaz,
ikincide sayılır. Nitekim az sonra gelecektir. Bunun muktezası cariyeye bunu
ikinci defa emrederse riza olur. ilk emirle bir kaç defa emzirse riza sayılmaz.
"Memesi bağlanan koyun bunun
hilâfınadır." Rivâyete göre Peygamber (S.A.V.): "Deve ve koyunun
memesini bağlamayın! Bundan sonra onu kim satın alırsa sağdığında iki görüşün
hayırlısını yapar. Ona razı ise elinde tutar, değilse iade eder. Beraberinde
bir sâ (1040 dirhem) kuru hurma da verir." buyurmuşlardır. Hadîs
müttefekun aleyhdir. Tahrîr şerhi. Meme bağlamaktan murad: Sütün birikmesidir.
Hayvan memesi bağlı olarak iki üç gün sağılmaz. (Bu arada meme hayli
şişeceğinden müşteri onu sütlü sanır ve aldanır.)
Menâr şârihi diyor ki: "Bu kitab,
sünnet ve icmâ ile sâbit olan kıyasa muhâliftir. Kıyasa göre tecavüz ödemesi
misli veya kıymeti ile olur. Kuru hurma bunların hiç birinden değildir.
Binaenaleyh kıyasa muhâliftir. Kıyasa muhalefet ise kitab, sünnet e
evvelkilerin icma'ına muhalefet demektir, Yukardaki sebebten dolayı onunla amel
edilmez. O halde Ebû Yusuf'a göre sütün kıymetini iade eder. Ebû Hanife:
Satıcıya diyetini ödetîr, demiştir. Tahrîr şerhinde beyân edildiğine göre ulema
bunun hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Eimme-i selâse ile Ebû Yusuf hadîsin zâhiri
ile amel edileceğini söylemişlerdir. Bunu Tahâvî şârihi İsbîcâbî Emâlî sahiblerinden
naklen bildirmiştir. Hattâbî ile İbn-i Kudeyme'nin ondan nakillerine göre
koyunu sütün kıymeti ile birlikte iade eder. Ebû Hanife ile İmam Muhammed
bununla amel etmemişlerdir. Çünkü bu hadîs usule muhâliftir.
Hâsılı; Hakaik'ta beyân edildiği vecihle
böyle bir kimse bir hayvan satın alarak sağdıkta sütü az çıkarsa, bize göre onu
iade edemez. şâfiî ile diğer imamlara göre onu süt duruyorsa sütle birlikte,
durmuyorsa bir sâ kuru hurma ile iade eder. Acaba bize göre noksanı ödetir mi?
Esrâr'ın rivâyetine göre ödetemez. Tahâvî'nin rivâyetine göre ödetir. Mecma
şârihi: "Muhtar olan budur. Çünkü satıcı meme bağlamakla müşteriyi
aldatmıştır. Nitekim sütlüdür diye aldattığında da hüküm budur." demiştir.
"Bu denemek içindir." Yani kusuru
ile işine yarar mı yaramaz mı diye denemek içindir.
METİN
Bezzaziye'de "Sahih olan ikinci defada
riza sayılmasıdır. Meğer ki başka bir nevi'de olsun." denilmiştir.
Suğrâ'da ise: "Bir defada o riza sayılmaz. Meğer ki köle istemeyerek
yapılsın." denilmektedir. Bahır. Müşteri onda yani satılan kölede ziyade
parmak yoktur der; yahut o müddette meydana gelemeyecek şeylerden birini söyler
de sonra bu söylediği kölede bulunursa, yeminsiz iadeye hakkı olur. Sebebi
yukarıda geçti. Birisi bir köle satar da müşteriye: Sana karşı bundaki her
kusurdan beraet ettim. yalnız kaçmak müstesna, derse köle kaçak çıktığı
takdirde iadeye hakkı vardır. Yalnız kaçması müstesna derse iadeye hakkı
yoktur. Çünkü birincide kaçmayı köleye izafe veya köleyi kaçmakla tavsif
etmemiştir. Binaenaleyh bu söz halen kaçmasını ikrar değildir. İkincide kaçmayı
ona izafe etmiştir ve bu onun kaçtığını ihbar olur. Böylece satın almadan önce
kaçmasına razı olmuş olur. Hâniyye. Yine Hâniyye'de bildirildiğine göre satıcı
kendi tarafından her haktan berî olsa kusur dahildir; tekeffül dahil değildir.
Bir köle veya satın alan kimse: Satıcı bu köleyi âzâd etti, yahut müdebber
yaptı veya cariyeyi ümmü veled yaptı; yahut bunun aslı hürdür der de satıcı
inkâr ederse kendisine yemin verdirilir. Çünkü müşteri isbattan âcizdir. Yemin
ederse müşterinin söylediği âzâd ve benzeri şeyler aleyhine hükmolunur ve
kusuru bitirse ödetir. Çünkü ödetmeyi ibtal eden şey o malı kendi fiili ile
başkasına devr veya devrettiğini îkrar etmektir. Bu da olmamıştır.
İZAH
"Meğer ki köle istemeyerek yapılsın
ilh..." ifadesi yukarıda geçen mutlak söze yani bu istihsandır sözüne
muhâliftir. Bununla beraber vechi de açık değildir.
"Sebebi yukarıda geçti." Yani az
yukarıda "yalanı yüzde yüz anlaşıldığı için." sözünde geçti.
"İadeye hakkı vardır." Fetih'de
böyle denilmiştir. Şürunbulâliyye sahibi bunu Muhît'in şu sözü karşısında
müşkil saymıştır: "Ben bunun kaçmasından yahut kaçmış olmasından berî
olmam şartı ile sattım der de ilk müşteri bu şartta kabul ederse. İkincisi ona
îade eder. Çünkü o bunu icabın bir vasfı veya onun bir şartı olarak
söylemiştir. icab cevaba muhtaçtır. Cevab söyleneni iadeyi tezammun eder.
.Müşteri bunu kabul ettim deyince sanki, onu kaçmış olmak üzere satın aldım
demiş gibi olur. Bu da kölenin kaçmış olduğunu itiraf olur. Kaçmaktan gerî
olmam şartı ile demesi bunun hilâfınadır. Zira kaçmayı köleye izafe etmemiştir,
Onunla tavsif dahi yapmamıştır. Binaenaleyh halen kaçaklık bulunduğunu itiraf
yoktur. Çünkü bu söz kölenin halen mevcud kaçışından teberrîye ihtimalli olduğu
gibi ileride meydana gelecek kaçışından teberrîyede ihtimallidir. Şu halde şek
ile halen kaçmış olduğunu ikrar etmiş sayılmaz; şek ile iade hakkı da sâbit
olmaz. "şürunbulâlî'nin kitabının hâşiyesinde yazdığına göre Fetih'in
ifadesinde ibârenin hakkı şu idi: Satıcı ben her kusurdan beriyim: Yalnız
kaçması müstesna, derse kölenin kaçmasından berî olmaz ve bundan dolayı onu
iade eder. Yalnız kaçmak müstesna derse iadeye hakkı yoktur."
Hâsılı musannıfın ve Fetih'in ibâreleri
maklub (ters) dir. Çünkü Muhit'in sözüne muhâliftir.
Ben derim ki: Asla ne muhalefet vardır; ne
de terslik. Şöyle ki: Muhît'in sözü bu halde aldığına ve sonra başkasına
sattığına göredir. Diğer müşteri onu birinciye iade edebilir. Musannıfın
meselesi bunun hilâfınadır. İzahı şöyledir: Satıcı kaçmayı köleye izafe ederek
ancak kaçması müstesna derse, bu onun kaçmasını haber vermiş olur. Müşteri de
buna satın almadan razı olmuş sayılır. Artık kendi elinden kaçmakla onu iade
edemez. İzafetsiz ve tavsif etmeksizin yalnız kaçmak müstesna demesi bunun
hilâfınadır, Çünkü bunda halen kaçtığını ikrar yoktur. Müşterinin buna rizası
dâhi yoktur. Onun için iade edebilir. Bu müşterinin onu diğerine sattığı farz
edilse, diğeri de birinci surette ona iade edebilir, ikincide iade edemez.
Muhît'ta zikredilen işte budur.
"Kusur dahildir; tekeffül dahil
değildir." Çünkü kusur halen onun tarafındandır. Tekeffül öyle değildir.
Zahîre'de böyle denilmiştir, İzahı şudur: Müşteri satıcıya; senin tarafından
bana aid olan her haktan seni ibrâ ettim dese, sonra malda kusur çıktığında bu
kusurdan dolayı iade dâvâsına hakkı olmaz. Çünkü kusur sebebi ile iade ona
sâbit olmuş haklar cümlesindendir. O da kendisini bunlardan ibrâ etmiştir, Ama
bir adam meselâ; bir köle satın alır da bir başkası müstahik çıktığı takdirde
ödemeyi tekeffül ederse, sonra müşteri tekeffül edene: Senin tarafından bana
sâbit olan her haktan seni ibrâ ettim dediğinde tekeffül dahil olmaz. Köleye
hak sahibi çıkarsa müşteri kefile parayı ödetir. Çünkü ibra zamanında parayı
ödetme hakkı yoktu. O İstihkak bulunmasına bağlıdır. Sonra bir de hak sahibinin
parayı satıcıdan olacağına mahkeme hükmüne bağlıdır. Zira mücerred istihkakla
zâhir rivâyete göre satış bozulmaz. Paranın satıcı ödeyeceğine hüküm lâzımdır.
Demek ki parayı iade asile vâcib olmamıştır. Binaenaleyh kefile de vâcib
değildir. Nitekim Hidâye'nin kefale bâbında böyle denilmiştir. Bu hak halen
sâbit olmayınca adı geçen ibrâya da dahil değildir.
"Çünkü müşteri isbattan acizdir."
Ama beyyine getirirse malı satıcıya iade eder.
"O malı kendi fiili ile başkasına devr
ilh..." Yani satar veya mal karşılığı âzâd eder yahut mükâteb yapıp sonra
bir kusura muttali olur. Çünkü bedelini hapsetmekle o malı hapsetmiş sayılır.
Malsız âzâd etmesi yahut müdebber yapması veya cariyeyi ümmü veled yaparak
sonra bir kusuruna muttali olması bunu hilâfınadır. Bu noksanı ödetmeyi ibtal
etmez. Zira milki haber vermektir. Nitekim bunun izahı evvelce geçmişti. Lâkin
bazan ödetme milkinden çıkarıp başkasına devretmeden de batıl olur. Nitekim
istihlâkte böyledir. şu halde şarihin sözü ekseriyet haline göredir.
METİN
Hatta; onu fülanın milki olduğu halde sattı
der de o fülan kendisini tasdik ederek onu alırsa noksanı ödetemez. Çünkü onu
kendi ikrarı ile elden çıkarmış, sanki onu hibe etmiştir. Müşteri kumandan veya
emîni tarafından satılan bir ganimette İslâm diyarına getirilmiş veya
getirilmemiş olsun, bir kusur bulursa her ikisine iade edemez. Bahır.
Musannıf:"şu halde getirilmiş kaydı lâzım değildir." demiştir. Çünkü
emin hasm olamaz. Kumandan ona bir hasım tâyin eder. Müşteri o malı kumandanın
tâyin ettiği hasma iade eder; ona yemin de ettirmez. Çünkü yeminin faydası
caymaktır. O kimsenin ise cayması ve ikrarı sahih değildir. Sübüt bulduktan
sonra kusurlu malı ona iade etti mi satılır ve parasını ona verir. Eksiği ve
fazlayı yerine iade eder. Zira külfet nîmete göredir. Dürer.
Müşteri satın aldığı malda bir kusur bulur
da ondan dolayı iade etmek ister, bunun üzerine satıcı dirhemleri müşteriye
vermek ve malı iade etmemek şartı ile uzlaşırlarsa câizdir. Bu fiyatı kırmak
sayılır. Aksi câiz değildir. Aksi müşterinin dirhemleri satıcıya vererek malı
iade etmesi için uzlaşmalarıdır. Bunun câiz olmaması rüşvetten başka bir vechi
olmamasıdır. Onun için câiz olmaz. Suğrâ'da şöyle denilmiştir: "Müşteri
bir kusur iddia eder de satıcı vermek şartı ile uzlaşır, sonra beraet ederse
yahut kusur olmadığı anlaşılırsa satıcının verdiğini ödetmeye hakkı vardır.
Müşterinin tedavisi ile düzelirse ödetemez. Kınye.
İZAH
"O fülan kendisini tasdik ederse"
noksanı ödetemez. Fakat tekzip ederse kusuru sebebi ile onu iade eder Çünkü
tekzibi ile ikrarı batıl olur. Bunu Azmiyye sahibi afiden nakletmiştir.
"Sanki onu hiibe etmiştir." Kâfî
sahibi diyor ki: "Biz bundan temlîki kasdetmiyoruz. Lâkin temlik ikrarın
muktezası olarak zarureten sâbit olur ve sanki ona satın aldıktan sonra mâlik
olmuş da sonra ikrar etmiş gibi tutulur." "Azmiyye.
"Ganimet" Kâfirlerden alınan
maldır.
"Bahır." Bahır'ın ibâresi şudur:
"Sonra bil ki, kumandanın ganimetleri satması câizdir. Velev ki dar-ı
harbte olsun. Nitekim Telhîs ve şerhinde beyân edilmiştir. Ulemanın taksim
edilmeden ve dar-ı harbte ganimetin satılması doğru değildir." sözleri
kumandan ve emîninden başkasına yorumlanmıştır."
Ben derim ki: Lakin Zahîre'de kumandanın
satması "gördüğü bir yarardan dolayı" diye kayıdlanmıştır. Bu bir
kayıd daha ifade eder ki, o da yarar yoksa satamamasıdır.
" Musannıf demiştir" sözü Dürer
sahibine red cevabıdır.
"Çünkü emîn hasmolamaz." Emînden
murad: Kumandana da âmm ve şamildir. Tâ ki iddia edilen delile uysun. Zira
kumandan bizzat Beytülmalin emînidir. Azmiyye. Zahîre sahibi hasım olamamasının
vechini şöyle beyân etmiştir: "Kumandanın satması ganimet alanlara bakarak
hüküm vechi ile çıkmıştır. Hasım olursa satması hüküm olmaktan çıkar. Zira
hâkım hasım olamaz."
"Ona yemin de ettirmez." Yani
müşterinin elinde beyyine yoksa kumandanın tâyın ettiği şahsa yemin de
verdirilmez. Bahır sahibi şöyle diyor: "Kusuru ikrar etmesi kabul olunmaz.
İnkâr ederse ona yemin de yoktur. O sadece beyyine ile isbatı için bir
hasımdır. Küçük çocuğun malında baba ile vasisi gibidir. Husumete vekil bunu
hilâfınadır. O mahkemeden başka bir yerde müvekkili aleyhine ikrarda bulunursa
-bu sahih olmamakla beraber - bununla azledilmiş olur."
Ben derim ki: Lâkin Zahîre'de şöyle
denilmiştir: "Kumandanın tâyin ettiği şahıs ikrar ederse, ikrarı sahih
olmaz. Hâkim onu hasımlıktan çıkarır ve müşteri için başka bir hasım tâyin
eder." Bu sözün muktezası onun husumete vekil gîbi olmasıdır.
"Cayması ve ikrarı sahih
değildir." Burada münasib olan; cayması sahih değildir. demekti. Çünkü bu
ya bezi (vermek) yahut ikrardır. Onun bezli ve ikrarı sahih değildir. H.
"Eksiği ve fazlası yerine iade
eder." Yani diğerinin parası birinciden az olursa, satılan mal dört beşte
birden olduğu takdirde ondan verir. Beşte birden ise ondan verir. Ziyade de
öyledir. Satılan mal neden alındı ise ona konur. Bunu Halebî Dürer'den
nakletmiştir.
''Zira külfet nimete göredir." Burada
bu sözden murad; külfet ki, noksanı müşteriye iadedir, nimet sebebi iledir.
Nimet fazlayı yerine iade etmektir.
"Akti câiz değildir." Meğer ki
müşterinin elinde o malda bir kusur meydana gelsin. Nasıl ki Hayreddin Remlî
bunu incelemiştir.
Ben derim ki: Satıcının kusuru ikrar
etmemesi halı dahi mustesnadır. Çünkü Camiu'l-Fûsuleyn'de beyân olunduğuna göre
müşteri bir malı yüz dirheme satın alarak tesellüm ettîkten sonra bir kusurunu
bulsa bunun üzerine o malı satıcı alıp yüz dirhemden bir eksik olmak şartı ile
iade etmeye uzlaşsalar bakılır: Eğer satıcı kusurun kendi elinde meydana
geldiğini ikrar ederse, paranın kalanını iade etmesi gerekir. İkrar etmezse kalana
malik olur. Ebû Yusuf'un kavli budur. .
"Rüşvetten başka bir vechi
olmamasıdır." Camiu'l-Fûsuleyn'de: "Çünkü bu ribadır."
denilmiştir. Bahır sahibinin rüşvet hakkında bir risâlesi vardır. Tahtâvî
burada onun hulasasını zikretmiştir. Onun hakkında söz edilecek yer kazâ
bahsidir. Biz de ondan inşaallah orada bahsedeceğiz.
"Müşterinin tedavisi ile düzelirse
ödetemez." Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi bunu (zayıf olduğuna işaret için)
denilmiştir tâ'biri ile ifade etmiştir. İbâresi şudur: "Sulh bedelini
teslim alır da kusur düzelirse sulh bedelini iade eder; şöyle de denilmiştir:
Bu hüküm ilâçlamadan düzeldiğine göredir ilaçlaması ile düzelirse iade
etmez."
FER'İ BİR MESELE: Bir malı iki kişi satın
alır da sonra bir kusurunu bulurlarsa, birisi kendi hissesi için satıcı ile
uzlaştığı takdirde diğerinin dâvâ açmaya hakkı yoktur. Bu mesele şunun
fer'idir: İki kişi bir mal satın alırlar da bir kusur bulurlarsa İmam-ı Azam'a
göre birinin iade edip diğerinin etmemesi câiz değildir. İmameyn'e göre her
biri kendi hissesini iade edebilir. Câmiu'l-Fûsuleyn
METİN
Vekil kusura razı olursa o mal kusuru ile
birlikte konulan fiyata müsavî olmak şartı ile müvekkile riza lâzım gelir.
Müsavî gelmezse müvekkile lâzım gelmez.
FER'İ MESELELER: Satılan bir malda veya
parasında kusuru gizlemek helâl değildir. Çünkü karıştırmak haramdır. Bundan
yalnız İki mesele müstesnadır. Birisi; esir meselesidir. Esir darı harbte bir
şey satın alır da parasını mağşuş verirse kendisi hür olduğu takdirde caizdir.
Köle ise caiz değildir. ikincisi; cibâyelerde (haraç vergilerinde) geçmez ve
noksan para vermek câizdir. Eşbâh. Yine Eşbah'da beyân edildiğine göre kusurlu
bir malı mahkeme hükmü ile iade etmek herkes hakkında fesihtir.
İZAH
"Vekil..." den murad; satın
almaya vekil olan kimsedir.
"Konulan fiyata müsavi olmak şartı ile
ilh..." Yani satın aldığı fiyata demek istiyor. Nitekim Hâniyye'de
Münteka'dan naklen başka bir kavil zîkredildikten sonra böyle denilmiştir.
Başka kavli şudur: Bu iş malı teslim almazdan önce ise kusur az olduğu takdirde
müvekkile tâzım gelir. Aksi takdirde vekile tâzım gelir Az kusurdan murat;
menfaat cinsinin elden gitmemesidir. Bir elinin kesilmesi ve bir gözünün
çıkarılması bu kabîldendir. İki elinin kesilmesi ve iki gözünün çıkarılması
bunun hilâfınadır. O fahiş (çok fazla) sayılır. Hâniyye sahibinin ifadesine
göre Serahsî şöyle demiştir: "Kıymet biçenlerin takdiri altına girmeyen
şey fahiştir. Meselâ; kusuru ile o mala hiç bir kimse sağlam mal kıymeti
biçmez." Münteka'nın İbâresi de buna yakındır. Hâniyye sahîbi sözüne şöyle
devam etmiştîr: "Zîyadatta şu ibâre vardır: Teslim almazdan önce razı
olursa müvekkile lâzım gelir; sonra razı olursa vekile lâzım gelir. O azla
çoğun orasını beyân etmemiştir. Sahih olan Münteka'nın: "İster teslimden
önce ister sonra olsun. Çünkü o kimse sanki kusuru bilerek satın almıştır. Eğer
o fiyata müsavî değilse emredene lazım gelmez." ifadesidir.
T E N B İ H : Bahır sahibi şöyle demiştir:
"Ve buraya kadar anlaşılmıştır ki, kusur muhayyerliği satış zamanında
bilmekle, teslim alırken bilmekle veya bunlardan sonra öğrenmekle, her kusurdan
beraeti şart koşmakla, bir şey üzerine uzlaşmakla, tayin ettiği vakit bunda
kusur yoktur diye ikrar etmekle sakıt olur. Meselâ: Kaçar değildir demesi
kölede kaçma vasfı olmadığını ikrardır. Onda kusur yoktur demesi bunun hilâfınadır.
Nitekim geçmişti." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
"Çünkü karıştırmak haramdır."
Bahır'da bundan sonra bâbın başında Bezzâziye'den, o da Fetâvâ'dan naklen şöyle
denilmiştir: "Bir kimse kusurlu bir mal satarken açıklaması gerekir.
Açıklamazsa bazı ulemamız onun fasık kabul edileceğini, şahidliği kabul
edilmeyeceğini söylemişlerdir. Sadr sahibi: Biz bununla amel etmeyiz, demiştir.
Nehir sahibi: "Yani mücerred bununla o kimsenin fasık kabul edilmesini
benimsemiyoruz. Çünkü bu küçük günâhtır. demek istemiştir." diyor.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Zira gış
yapmak başkalarının mallarını batıl ile yemek kabîlindendir. Şu halde nasıl
küçük günâh olabilir? Bilakis Sadr'ın sözünü talil ederken zahir olan şudur:
Bunu ilân etmeden bir defa yaparsa. bununla şâhidliği reddedilmez. Velev ki
büyük günâh olsun, Nitekim sarhoşluk veren bir şeyi içmek de böyledir.
"Esir darı harbte bir şey satın alır
ilh..." Eşbâh'ın Valvalciyye'den naklen ibâresi: "Müslüman bir esir
dar ı harbten bir şey satın alır da parasını verirse ilh...' şeklindedir. Bu
ibâreden hemen anlaşılan mânâ esirin (satın alırsa) fiiline fail olmasıdır.
Nasıl ki şârihin ibâresinde de açık olarak böyle denilmiştir. Halbuki öyle
değildir. Esir kelimesi satın alırsa fiilinin mef'ûlüdür. Çünkü Valvalciyye'nin
ibâresi şöyledir: "Bir adam esirî darı harb ahalisinden satın alır da
onlara geçmez ve bozuk para verirse; yahut eşya karşılığı satın alır da onlara
mağşuş eşya verirse câiz olur. Çünkü hür insanları satın almak satış değildir
kî, tesmiye edilen malı vermesi vâcib olsun. Bu onlar kurtarmanın bir yoludur.
Binaenaleyh nasıl kurtarabilirse kurtarmalıdır. Bu izaha göre ulema demişlerdir
ki: "Bir kimse unvan bahşişi vermeye mecbur olursa geçmez ve bozuk para
vermesi, tartıyı da eksik tutması onun için yeter. Buna delil esir meselesidir.
Ama bu, esirler hür olduklarına göredir. Köle olurlarsa veya emanla girdiği
takdirde bunlardan birini yapması câiz değildir." Bunun bir misli de
Hâniyye'dedir. Orada şöyle denilmiştir: "Bir adam darı harb ahalisinden
esirleri satın alırsa onlara geçmez ve mağşuş paraları vermesi câizdir. Çünkü
hür insanları satın almak hakiki satış değildir. Fakat esirler köle olurlarsa
bunu yapması câiz değildir."
"Cibâyelerde..." Fethü'l-KadIr
sahibi şöyle demiştîr: "Cibâyeler İran'da halk üzerine çiftlik ve diğer
mallarda hükümdar içîn her gün veya her ay yahut üç ayda bir alınmak şartı ile
konulan vergilerdir." Bu zülümdür. Birî,
"Herkes hakkında fesihtir." Yani
alışverişi yapanlar ve başkaları hakkında fesihtir. Bahır sahîbi bunu Kenz'in:
"Malı satar da kendisine iade edilirse..." dediği yerde zikretmiş;
sonra ona birtakım meselelerle itiraz etmiştir. Onlardan biri adı geçen havale
meselesidir. Biri de akar meselesidir. Satılan mal akar olur da bir kusurdan
dolayı iade edilirse. Şefîin şuf'a hakkı batıl olmaz: fesih olsa idi havale ve
şuf'a batıl olurdu. Bahır sahibi bundan sonra şunu söylemiştir "Mi'râc'da
cevab verildiğine göre bu ilerisi için fesihtir. Geçmiş hükümler hakkında fesih
değildir. Buna delil satılan malın getirdiği ziyadenin müşteriye aid olmasıdır.
Onları asılları ile birlikte iade etmez.
Ben derim ki: Bu izaha göre şârihin
zikrettiği istisnanın yeri yoktur.
METİN
Yalnız iki meselede müstesnadır. Birincisi;
satıcının parayı ihale etmesi, sonra mahkeme hükmü ile malın kusurdan dolayı
iade edilmesidir ki, havale batıl olmaz. İkincisi; mahkeme hükmü ile malı bir
kusurdan , dolayı îade ettikten sonra onu müşteriden başkasına satması ve malın
menkûl olması halidir ki, teslim almazdan önce câiz değildir. Fesh olsa câiz
olurdu. Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse bir köle satın alır da
bir adam onun kusurlarına kefil olursa. sonra bir kusuruna muttali olup iade
ettiğinde ödemez. Çünkü bu uhdeye kefalet olur. Ebû Yusuf'a göre öder: Zira bu
kusurlara kefalettir. Hırsızlığa veya hürriyete yahut deliliğe veya körluğe
kefil olur da öyle çıkarsa parayı öder." Cevahiru'I-Fetâvâ'da da şu ibâre
vardır: "Bir kimse bir bağın meyvasını satın alır da arılar sardığı için
devşirmesi mümkün olmazsa bakılır: Bu hal teslim aldıktan sonra olmuşsa onu
iade edemez. Tesellümden önce ise arıların yemesinden mat eksildiği takdirde
satışı feshedebilir. Çünkü ona yapılan Pazarlık dağılmıştır.
İZAH
"Satıcının parayı ihale etmesi
ilh..." Bu meselenin sureti Zahire'de beyân edildiği vecihle şudur: Bir kimse
birine bin dirheme bir köle satar da sonra satıcı bir alacaklısını kölenin
parası ile mukayyed bir havale ile müşteriye ihale ederse, tesellümden önce
köle öldüğü ve parası sukut ettiği yahut köleyi görme, şart ve kusur
muhayyerliklerinden biri ile tesellümden önce veya sonra iade ettiği takdirde
istihsanen havale bâtıl olmaz. Çünkü o havalenin izafe edildiği borç gibi bir
şeye teallûk etmiş sayılır. O borcun aynen kendisine teallûk etmez ve havale
zamanında borcun ödenmesivâcib olmadığı anlaşılırsa, havale mutlak sayılır.
Şârihin "satıcının ihale etmesi" diye kayıdlaması şundandır: Zira
müşteri satıcıyı ihale eder de sonra bir kusurdan dolayı hâkim hükmü ile malı
iade ederse hakim havaleyi ibtal eder. Bîrî.
Ben derim ki: Şârih müşterinin satıcıyı
başkasına mukayyed havale ile ihale etmesini zikretmedi. Zâhirine bakılırsa bu
havale mutlaktır. Halbuki Cevhere'nin havale bahsinde açıklanmıştır ki, mutlak
havale hiç bir halde bâtıl olmaz. Onda hakkını arama inkıtâa uğramaz
(kesilmez). Hem burada mukayyed olan kalmış; mutlak olan bâtıl olmuştur. Lâkin
burada mukayyed olanın kalması istihsandır. Kıyasa göre kayıdlandığı malın
bâtıl olduğu anlaşıldığında havale de bâtıl olur. Kayıdlandığı mal burada malın
parasıdır. Burada mutlak olanın bâtıl olması, care arayan satıcının olan mal
batıl olduğundandır. Mutlak havale yalnız üzerine havale edilen şeyin butlanı
ile bâtıl olmaz.
"Müşteriden başkasına satması ilh..
" Ama ikinci defa yine müşteriye satarsa câizdir. T. Buna musannıfın mal
ve parada tasarruf faslında zikredeceği: "Menkûl malı tesellümden önce
satıcısına satarsa sahih olmaz." ifadesi ile itiraz olunamaz. Çünkü
oradaki birinci akid bakî olduğuna göredir. Delili; ikale bâbındaki:
"İkale her iki taraf hakkında fesihtir. Binaenaleyh satıcının teslim
almadan müşteriye satması câizdir." ifadesidir.
"Malın menkûl olması" cümlesi
akardan ihtiraz içindir. Onun teslim almadan satılması câizdir. İmam
Muhammed'le Züfer buna muhâliftir. Bunu Tahtavî söylemiştir.
"Çünkü bu uhdeye kefalet olur."
Ki İmam A'zam'a göre bâtıldır. Zira şübhe doğurur. Nitekim kefalet bâbında
gelecektir inşaallah. Burada kusurlarına kefil olunca, bu sözden murad ihtimal
kusurlardan tedavi eder demektir. Noksanı ona öder mânâsına gelmesi veya
kavgasız satıcıya iadeye kefil olması ihtimali de vardır. Onün için de bu
kefalet fasiddir. T.
"Parayı öder." Yani müşteriye
verir. İade etmeden elinde iken ölürse, satıcıya kusurun noksanını ödediği
takdirde müşteri ödeyene ödetebilir. Şayet paranın görülen kusurların hissesine
düşen mikdarını öderse, Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'un kavillerine göre câiz olur.
Müşteri malı iade ederse bunu ödeyene ödetir. Nasıl ki satıcıya da ödetebilir.
Zahire.
"Onu iade edemez." Çünkü
müşterinin elinde iken meydana gelmiş bir kusurdur. T.
"Çünkü ona yapılan pazarlık
dağılmıştır." Yani teslim almadan malın bir kısmı semavî bir âfetle helâk
olmakla pazarlık dağılmıştır. Evvelce Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen arzetmiştik
ki, müşteriden noksanın hissesine düşen para indirilir. Kalanı hakkında
muhayyerdir. İsterse hissesi ile alır; dilerse terk eder. Allahu a'lem.
METİN
Fasitten murat, fukahanın örfüne göre yasak
olandır. Bu da hem batılı hem de mekruhu içine alır. Bazan dolaylı olarak sahih
akitlerin de fasit akitler orasında zikredildiği görülür.
Bey'in rüknünde eksiklik ve halel meydana
getiren her şey bey'i iptâl, rüknün dışında halel (eksiklik) meydana getiren de
bey'i ifsat eder. (fasit kılar)
İZAH
Fetihte açıklandığı gibi, fasit satışların
dini esaslara muhalif olması nedeniyle sahih akitlerden sonraya bırakılmıştır.
İleride geleceği gibi fasit akit masiyyettir, günahtır; İzalesi gerekir. Yine
Riba babında geleceği üzere, fasit şartların koşulması nedeniyle fasit olan
bütün alış verişler Riba'dır.
Aynı eserde, fasit ve batıl ifadelerinin
lugat açısından da bazı farklılıklar ortaya koyduğuna işaretle; kurttanmış,
yenmeyen ve istifade edilemeyen ete batıl, kokmuş ama istifade edilebilir
durumda olan ete de fasit denir
Buna göre: Fasit aktin, fıkhi manası ile
lugat manası arasında bir münasebet oluşmaktadır. Fasit satış asıl itibariyle
meşru, vasıf itibariyle meşru olmayandır. Fakihlerin aslının meşru olmasından
kasıtları, mütekavvim değeri olan mal olmasıdır. Yoksa caiz ve sahih olması
demek değildir. Çünkü fasit olma, aktin sıhhatine manidir: Yahutta meşruiyyet
ifadesini kullanmaları, vasıftan hâli olması halinde caiz ve sahih olacağı
içindir
Batıl akit ise: Ne aslı ne de vasfı
itibariyle meşru olmayandır.
Mekruh akit demek: Sevilmeyen arzu
edilmeyen demek olup terim olarak da mücavir yakın bir vasıftan ötürü yasaklanan
bey'dir, Cuma ezanı esnasında yapılan alış veriş (satış) buna örnektir.
Binaye'de mekruh satış: Mücavirden
(bitişik) dolayı yasaklanan ve fakat aslen ve vasfen caiz olan diye tarif
edilmiştir. Yasaklanan olması itibariyle de genelde fasit bey zımninde zikrediImesi
mümkün olabilir. Buna göre yasak her üçünde de şamil olur.
Fasitten murat yasak olandır: Bilindiği
gibi fasit, batıldan başkadır. Aslen meşru olan, meşru olmayanla ayn şey
değildir. Ayrıca aralarında hüküm bakımından da fark vardır. Fasit, kabz
(teslim almak) ile mülkiyet ifade ederken. batıl ifade etmemektedir. Hüküm
farklılığı, fasitle batılın ayrı ayrı şeyler olduğunun delîlidir. Bunun için de
bey babında fukahanın fasidi de batıla şamil olacak bir tarzda kullânmaları
mâhiyet itibariyle sahih değildir. Birinin genel, öbürünün özel olmaları
bakımından ortak yönleri olduğundan fâsidin batıla mecâzen (veya mecâz-ı örf
olarak) sahih olur. Bu ikinci husus daha uygundur. Fetih.
BEY'İN ÇEŞİTLERİ : Bey; Caiz olan ve
olmayan diye ikiye ayrılır. Câiz olanlar yukarıda geçmiştir, Câiz olmayan ise
üç kısımdır Fasit, batıl. ve mevkuf. Fetih.
Caizden murat: Nafiz (geçerli) olandır,
karşılığı ise nafiz olmayandır. Haram olan demek değildir. Zira haram olan
kasdedilmiş olsaydı, mevkuf bunun dışında kalması gerekirdi. Çünkü fukaha,
başkasına ait bir malı izni olmadan ve teslim etmeden satma masiyyet değildir,
demişlerdir.
Halbuki: Müstesfâ'da mevkuf akit, sahih
akitlerden sayılmakta ve şöyle denmektedir. Bey iki çeşittir. Sahih ve fasit.
Sahih İki kısımdır, Lâzım; muhayyerlikten arınan nafız; gayri lazım.
muhayyerlik bulunan nafiz.
Bahır'da ise yasaklanan Bey üçtür, Batıl,
fasit, tahrimen mekruh ve bunların hükümleri yukarıda geçti
Yasak olmayanlar ise üçtür:
1 - Lâzım ve nâfiz olan 2 - Nâfiz ve lâzım
olmayan 3 - Mevkuf Bey'dir
Bunlardan Birincisi; zâten de vasfen meşru
olup, başkasının hakkı taalluk etmeyen ve kendisinde muhayyerlik bulunmayandır.
İkincisi; Kendisinde muhayyerlik bulunupta
bir başkasının hakkı taalluk etmeyendir.
Üçüncüsü: Mevkuf olan yani, başkasının
hakkı taalluk edendir ki, adedi hülasaya göre onbeştir.
Benderim ki : Nehir'de sayısı otuz küsura
kadar çıkmıştır. Nitekim fuzuli bahsinde gelecektir.
Bahır'da (yukarıdaki konuya devamla) sahih
bey, her üçüne de şâmildir. Çünkü sahih zâten ve vasfen meşru olan demektir.
Mevkuf'ta böyledir ve sahihin bir bölümüdür denmektedir. Sahihin tarifinin ve
hükmünün buna uyması nedeniyle doğru olan do budur. Zira mülkiyet ifade etmesi
kabz'a mütevakkıf değildir, icâzete bağlı olması buna mani değildir. Nitekim, kendisinde
muhayyerlik olan akitte nafiz olması bu muhayyerliğin kaldırılmasına bağlı
olduğu gibi.
Ben derim ki: Satışa zorlanan kişinin
takdiri bunun dışında tutulmalıdır. Her ne kadar icâzete bağlı ise de bu akit
fasittir. Bu husustu gerekeni bey'in başında söyledik ve yine orada şakacıktan
yapılan satış kendisinde muhayyerlik olana benzediği için kabz'la mülkiyet
ifade etmese de batıl değil, fasittir demiştik. Her fasit akit kabz'la mülkiyet
ifade etmez.
Bey'in rüknünde meydana gelen halet bey'i
batıl kılar: Bey'in rüknü ikidir: icap ve kabul.
Bunların deli veya henüz mümeyyiz olmayan
çocuktan sadır olması satış aktinin batıl olmasını gerektirir.
"Burada bey'in rüknünde ifadesi"
yanında, Müellifin bey'in mahallini yani mebili (satılan malı) de zîkretmesi gerekirdi.
Çünkü satış malda meydana gelebilecek her hangi bir halel ve eksiklikte bey'i
iptal eder. Mesela, satılanın leş, kan, şarap ve hür insan olması gibi. Bu
durumda satış akti batılolur.
"Rüknün dışında" Biraz önce
belirttiğimiz gibi Mebi'de istisna edilmeli idi. Rüknün dışındaki eksiklik
mesela bedel ile satılan mala şarabın bedel olarak verilmesi veya malın
teslimine kâdir olunamaması yahut aktin muktezâsına uygun olmayan bir şartın
koşulması gibi hususlarıdır ki, eksikliğin mahalli bey'de veya rükünde olmadığı
için akit batıl değil, fasit olur. Bedâi, Tahtâvi.
Buna göre vasıf rükün ve mebin dışında
olanıdır.
T E N B İ H : Şerhi Miskin'de fasit ile
batıl arasında, ayrımla ilgili şu ifade yer almaktadır. levâzdan her hangi biri
semavî bir dinde, mal olmazsa, bu mal olmayan (gerek paha olsun gerek satılan
mal olsun) bu akit batıldır. Meselâ lâşenin, kanın ve hür insanın satılması
gibi:.
Bunların karşılıklı yapılan satışlarda
batıldır, ama bazı semavi dinlerde, mal olduğu kabul edilir, bazılarında kabul
edilmezse bu durumda hemen olduğu taktirde bey'i fasit, mesela kölenin şarap
karşılığı satılması gibi. Veya kölenin şarapla değiştirilmesi gibi hususlar.
Ama bunlar satılan mal olması kesinleştiği taktirde bey batıldır. Para
karşılığı şarabın satılması veya paranın şarapla değiştirilmesi gibi
hususlardır. Bu son durumdaki akitler batıldır.
Ben derim ki: Bu kaide yalnız bey'in
mahalli dediğimiz satılan mal acısından ortaya çıkmaktadır, Bu fark oraya
aittir. Rükün ve mahal itibariyle diye İfade ettiğimiz deminki ifade bundan
daha geneldir. Dikkât edilmesi gereken bir husustur.
METİN
Hür insan, kan ve laşe gibi mal olmayan
şeylerin satışı batıldır. Mal tab'an kendisine meyledilen (verilmesi ve men
edilmesi) cari olan, şeydir. Dürer.
Toprak ve benzeri şeyler tarifin dışında
kalmıştır. Kandan maksat akma niteliği olan kandır. Dalak ve kara ciğerin
satışı caizdir. Laşeden maksat, çekirge ve balığın dışında olanlardır. Bu
hususta müslüman hakkında kendi kendine ölen veya boğazlama dışında boğularak
ve benzeri usullerle öldürülen hayvanlarda laşedir.
İZAH
"Mal." yukarıda söylenen değil
bizatihi mal kastedilmektedir. Çünkü adı geçen tarif içerisine şarapta
girmektedir. Çünkü şarap maldır. Her ne kadar kendisinden faydalanılması caiz
olmasa ve bir kıymet taşımasada, Bunun için de, faydalanılman mümkün olmayan ve
bir kıymet taşımayan malın satışı batıldır, domuz ve şarap bu kabildendir,
Çünkü mütekavvim demek; şer'an kendisinden faydalanılması mübah olmayan, caiz
olmayan mal demektir. Bey'in ilk bölümünde malı insan tabiatının meylettiği
ihtiyaç anı için toplanan ve biriktirilebilen şey diyerek tarif etmiştik.
Bununla da biriktirilmesi ifadesiyle menfaat tarif dışı kalmıştır. Çünkü
menfaat mal değil mülktür. Mülk, özelliği itibariyle kendisinde tasarruf caiz
olan demektir. Telvih'te böyle ifade edilmiştir. Ama Dürerdeki İfadeye göre
uygun olunan tarif; malın tab'an (tabiat itibariyle) kendisine meyledilen
mevcut şey diye tarif edilmiş, mevcut ifadesiyle menfaat mevcut olmadığı için
tarif dışı kalmıştır. Menfaatin kira karşılığı elde edilmesi, malik olunması bu
tarifi zedelemez. Çünkü bu husus temliktir hakikaten bir bey değildir,
demişlerdir. Yani temlik olması itibarıyla bey hükmü mevcuttur. Fakat bey'in
tarifi icareyi içine almamaktadır. Bu ifadeye dikkat edilmesi gerekir.
"Toprak ve benzerleri ilh..." az
olan toprak yerinde olduğu müddetçe mal sayılmaz. Başka yere nakledilmesi
dolayısiyle muteber mal olma niteliğini kazanabilir. Değer taşıdığı taktirde
toprak maldır.
Yine bu ifadeyle bir buğday tanesi (veya
sırf insan tersi yine) tarifin dışında kalmış. Zira bunlar mal değildir, ama
toprakla karışmış olan ters -insan tersi- ileride geleceği gibi (hayvan
gübresinin satılması caiz olduğu gibi) bunun da bey'inin caiz olduğu beyan
edilmiştir. Yine demin de ifade ettiğimiz gibi, menfaat mal olmadığı için tarif
dışı kalmıştır.
"Lâşe" kendi kendine müdahale
olmadan ölen demektir. Dini boğazlama dışında her hangi bir müdahale sebebiyle
ölsede, (boğulan, yüksekten atılan hayvanlar) lâşe hükmündedir. Yenmez. Nuh
Efendi.
Her ne kadar bazı fukâhaya göre bu ifâdeler
meyte ve meyyite şeklinde okunmaları sebebiyle ayn farklılıklar ifade eder
denmiş ise de lûgat kitaplarında bu farka rastlanmamaktadır.
"Müslüman hakkında fark yoktur"
ifadesiyle, zimmi hakkında kendi kendine öImüş olan hayvanın hükmüde aynıdır.
Ancak dışarıdan her hangi bir müdahale ile şer'i boğazlama dışında öldürülmüş
olar hayvan konusunda fukâhanın ifâdeleri değişiktir Tecnis isimli eserde
müdahale ile öldürülen hayvanın, onların kendi orasında satışlarının sahih
olduğundan bahsedilmektedir ve bu konuda bîr hilaf da zikretmemektedir. Çünkü
onların örf ve ananelerine göre kendi dinlerinde bu mal sayılmaktadır. İzah
isimli eserde ise bu aynı Ebu Yusuf'un kavline göredir denmektedir. İmamı
Muhammed'e göre ise câiz değildir. Zahire isimli eserde onlar için de fasit
olduğu. kesinlikle ifade edilmîştir.
Bahır da fukâhanın ifadesinin ihtilâfı
olduğuna yer verilmiş: Nehir de bu ifadeyi aynen benimsemiştir. Bahır'ın
ibaresi aynen şöyledîr. "Netice olarak kendi kendine değil de şer'i
boğazlama dışında bir müdahale ile öldürülmüş olan hayvan hakkında müslüman
olmayanlar için iki rivayet vardır; Bunlardan birine göre caiz diğerine göre
fâsittir" denmektedir. Ama batıl olması mümkün değildir.
Müslümanlar hakkında bunun hiç bir farkı
yoktur. Kendi kendine ölen, boğazlama dışında öldürülenler aynıdır. Tahtâvî de
boğularak öldürülenhayvan hakkında hiç bir fark olmadığı beyan edilmekte ve
şöyle bir misâl verilmektedir: "Bize göre para karşılığı boğularak ölmüş
olan veya öldürülmüş olan hayvan satılıp ve bunun meb'i olması da bu şekilde
gerçekleşmiş olursa batıldır. Ama bunu diğer bir molla değiştirilirken semen
(fiat) olarak. bunlar gösterilirse buna göre akit fasit olur, batıl olmaz
denmektedir."
Yukarıda ki kaide de bunu gerektirir. Yani
semavî dinlerden birinde mal olarak kabul edilen islâmda mal olmasa da bu
satılan mal olduğu taktirde bey'i batıl, başkasına semen olduğu taktirde fasit
kabul edilmiştir.
"Kendi kendine ölen" ifadesi
öldürülmeksizin veya kafasına vurulmaksızın ölen hayvan demektir.
TENBİH : Dudi kırmız denilen hayvanın
hükmüne temas etmediler. Bu hususta ipek böceğinin de onur. kozasının satılıp
satılmamasında ki ihtilaf aynen buraya da cereyan etmektedir. Tabi bu diri
olduğu zaman. Ama öldüğü, ölü olduğu zaman ki galîben böyledir (çoğu kez
böyledir). Bu da bildiğimiz kadarıyla sirkede veya kireçte boğularak öldürülür.
Yukarda ki kaide gereğince para karşılığı bunların satışının batıl olması
gerekir, zira lâşe hükmündedir. Abdülgani Nabusî, bir risâlesinde bunun
bey'inin batıl olduğunu ifade etmiştir Bunu telef eden ödemez, tazmin etmez,
çünkü mal değildir demiştir.
Ben derim ki: Bunlar bu gün malların en
kıymetlisi ve en değerlisidir. Yukarıda beyan ettiğimiz mal tarifi bunu da
içine almaktadır. İnsanların boya sanayiinde ve benzeri bazı noktalarda bunlara
çok ihtiyacı vardır Buna göre de toprakla karıştırılmış ters veya hayvan
gübresinin satışının caiz olduğu gibi bunların da satışının caiz olması
gerekir. Buna göre kanı olmayan böceklerin. öldükleri zaman sivrisinek ve karasinek
gibi temiz olmaları gerekir. Her ne kadar yenmeleri caiz olmasada.
Buna göre bey'in caiz olması, kendisinden
faydalanılmanın helal olunmasına dayanır, ihtiyaçtan dolayı sülük satılabilir.
Her ne kadar sürüngenlerden olsada. Halbuki sürüngenlerin satışı bâtıldır.
Yılanların tedâvide kullanılmaları halinde satışları caizdir. Kınye'de deniz
hayvanlarından balık dışında kalanların eğer Kendilerine değer verilen
kendilerinden faydalanılması caiz olanlardansa caizdir. Kum balığı, fok balığı
ve diğer bazı deniz ürünleri bu kabildedir. Eğer faydalanılması caiz değilse
satışı da caiz değildir. Su aygırı hakkında dirisi satılabilir, ölüsü
satılamaz" denmiştir. Hasan İbn-ı Ziyad mutlak bir şekilde
satılabileceğini ifade etmiştir. Sülük ve ipek böceğinin satılması ile ilgili
bölümde bu konuda geniş açıklama yapılacaktır.
METİN
"Mal olmayan hür insan, lâşe ve kanın
satılmalarının" Bâtıl olduğu gibi bunlar karşılığında herhangi bir şeyin
satın alınması da batıldır. Çünkü bey malın mal ile değiştirilmesi demektir.
Burada bu nitelik mevcut değildir. Mevcut olmayan her hangi bir şeyin satımıda
bâtıldır, Her hangi bir yıkılmış binanın üzerine çıkma hakkının satılması gibi.
Zira yıkılmış olan binanın üst katında ki boşluk mal değildir. Mevcut değildir.
Aslı toprak altında olan turp ve havuç gibi olan malların satımı da bu
kabildendir veya bazısı çıkmış mevcut ve bazıları henüz çıkmamış olan
gül,yâsemin ve dut yaprağı gibi hususlarda buna benzemektedir.
imamı Malik, insanların bu konuda örf ve
teammülleri olduğu için bunların satışına cevaz vermiştir. İstihsana dayanarak
Hanefi fukuhâsından bazları da bununla fetvâ vermişler, bunu caiz görmüşlerdir.
Tabi ki bu bitmiş fakat varlığı bilinemiyen veya henüz toprak altında bitip
bitmediği bilinemiyenler içindir. Ama kesinlikle bunların varlığı bilinecek
olursa bunların satışı caizdir. Ancak müşteri için görme muhayyerliği vardır.
Mecmua'da beyan edilen ve fetvanın da bu istikamette olduğu söylenen Ebû
Yusuf'la, imam-ı Muhammed'in görüşüne göre bunların bir kısmının görülmesi,
diğer kısımlar hakkında görme muhayyerliğinin düşmesi için yeterlidir.
İZAH
Yıkılmış her hangi bir evin üzerine çıkma
hakkının satılmasının batıl olmasıyla ilgili hususta Feth'ül Kadir'de şu
ifadeler yer almaktadır. iki katlı bir evin birinci katı birine, ikinci katı da
birine ait olsa ve bu katlar yıkıldıktan sonra üst kat sahibi bu yapıldığı
taktirde üzerine çıkma hakkını satsa bu satış batıldır. Caiz değildir. Çünkü
burada ancak yükselme hakkı satılmaktadır. Bu da mal değildir. Çünkü mal elle
tutulan gözle görülen ve icrası mümkün olan demektir. Aynı zamanda mala taalluk
eden hukuku mustekırra dediğimiz hususlarda maldır. Burada böyle bir husus
yoktur. Çünkü yükselme hakkı hava ile ilgilidir. Bunun için havada, satılan bir
mal değildir.
Şirp hakkı dediğimiz her hangi bir tarla ve
bahçe için nehirden su alma hakkı bunun hilâfınadır, satılan yere tabi olarak
bunun satışı da caizdir. Ama biraz önceki meselemizde henüz çökmemiş olan
ikinci kat satılacak olursa, bunun satışı caizdir. Bu da alan müşterinin
anahtarı teslim alması, yani satın alınan malı kabz etmesine bağlıdır. Kabz
etmeden ikinci kat çökecek olursa, yıkılacak olursa, meb'inin kabz'dan önce
helak olması nedeniyle bey de batıl olmuş olur.
Netice olarak, henüz yıkılmamış mevcut olan
ikinci ve daha yukarı katların satılmaları caizdir. Ama yıkıldıktan sonra
ortada bir şey olmadığından satılması istenilen ancak kat çıkma hakkıdır bunun
bey'ide caiz değildir. Çünkü mal değildir.
Bu husus, Kenz'de yıkılmış olan yüksek
ikinci kat diyerek yer almıştır.
Yer altında gelişip büyüyen, (turp ve havuç
gibi) malların varlığına kanaât getirildikten sonra satın alınması halinde
müşteri için muhayyerlik hakkıvardır sözü, Hindiyye'de şöyle ifade edilmiştir:
"Eğer kökleri toprak altında bulunan (bu havuç ve turp gibi) şeyler ölçek
veya tartı ile satılıyorsa; (sarımsak, soğan ve havuç bu kabildendir.) Bu
durumda müşteri, satanın izniyle söker. Veya satıcı bizatihi kendisi sökerse,
(sökülen miktar tartı ve ölçüye girebilecek kadar çoksa) müşteride bunu görür
ve razı olursa bey kesinleşmiş olur. Geri kalan miktarda görme muhayyerliği
kalmaz. Zira, bu gibi hususlarda bir kısmının görülmesi tamamının görülmesi
mesabesindedir. Ancak, sökülen miktar (tartı ve ölçüye sığmayacak kadar) az ise
sökülen miktarı müşterinin görmesiyle görme muhayyerliğini kaybetmiş
olmaz."
Bahır'da bu konuda şöyle denmektedir:
"Eğer, yer altından çıkarılanlar turp gibi adedî olarak (ki, bu örfe bağlı
bir husustur) tane hesabı satılıyorsa bunu (bâî veya bai'in,) satıcının İzniyle
müşteri sökerse bey tümünde kesinleşmiş olmaz. Çünkü bunlar (o zaman) köle ve
elbise gibi değişik (adedi) mallardan olmuş olur. Ama bâi'in izni olmadan
sökecek olursa (az olmaması şartıyla) müşteri için bey kesinleşmiş olur. Geri
kalan malı sökmeyecek olursa, ya üçüncü bir şahıs karşılıksız bunu sökmeyi
üstlenir veya hakim bu akdi fesh eder. Tahtavi.
Ben derim ki: Burada kimsenin temas
etmediği bir mesele kalmıştır. O da, kökleri yer altında yıllarca kalabilen
(yonca gibi) bir nesnenin vakıf arazide ekilmesi halinde (bunlar; bu arazileri
kiralıyan kişilerin üzerinde tesis ettikleri karar hakkını kerdar hakkına
benzeterek) bu aslın bu köklerin (varlığı kabul edildiğinde) satılmasına cevaz
vermişler. Her ne kadar bunlar görülmüyor (bizatihi kökler satışta maksat ve
gaye) olmasada... Çünkü bunlar kalmak üzere dikilmiş ve ekilmişlerdir.
Müşterinin daha sonra görmesi ile, görme
muhayyerliği olup olmadığı sorusuna evetle cevap verilmiştir. Çünkü; görmeden
alınan her hangi bir mal hakkında görme muhayyerliği, şer'an müşteri için
tanınan bir haktır denmiştir.
METİN
Satılması caiz olmayan bâtıl akidlerden
biri de; erkek hayvanların sulbunden meydana gelecek (madamin dediğimiz) henüz
ortada olmayan neslin satılması; ana rahminde olan yavrunun satılması, bu
yavrulardan meydana gelecek yavruların da satılmaları bâtıldır. Ayrıca; vasıf
değişikliği, (cins değişikliğinden) kabul edilen cariyenin satılması (erkek
köle olduğu veya erkek köle diye satılıpta cariye çıkması halinde) bu akitte
batıl olur. Ancak. hayvanlarda durum değişiktir. Çünkü erkek ve kadın; İnsanlarda,
hükmen ayrı ayrı cins olduğundan akit batıldır, diğer hayvanlarda İse erkek ve
dişilik bir vasıf değişikliğinden ibarettir, cinsleri aynıdır, dolayısıyla akit
sahihtir. Vasfın olmayışından dolayı müşteri muhayyerdir. Dilerse akti kabul
eder. dilerse fesh eder.
İZAH
"Madamin" dediğimiz erkeklerden
meydana gelecek nesil henüz doğmamış yavru (melakih) veya doğacak yavrulardan
da ilerde doğacak (mitaç adını verdiğimiz) malların mevcut olmaması mevcut
olmayanında mal olamaması nedeniyle, bunların satışları batıldır. Açık ifadeyle
işaretin bir noktada birleşmeleri ve ayrı hüküm ifade etmeleri halinde durum ne
olabilir? Hidaye'de bu konuda şöyle denmektedir: "Ayrı ayrı cinslerde
işaretle açık îfade -tesmîye- birleşir, biri diğerinin zıddını ifade ederse;
akit, açık ifade ile söylenen mal üzerinde gerçekleşmiş olur. Fakat, o da henüz
bilinemediği için bu akit batıl olmuş olur. Cinsleri bir olan hususta itibar
İşaret edilenedir. işaret edilen de mevcut olduğu için akit yapılmış ancak;
istenilen vasfın bulunmaması dolayısı ile müşteriye muhayyerlik hakkı tanınmış
olur. Mesela, ekmekçidir diye bir köle satılır, o da yazar, -okuma yazma bilen
bir kişi olarak bu vasıfla ortaya-çıkar ekmekçi olmadığı anlaşılacak olursa, bu
akit mün'akit olmuş, ancak istenilen vasıf bulunmadığından müşteri muhayyer
kılınmıştır.
"Köle diye satıp cariye çıkması,
cariye diye satıp köle çıkması halinde insanların erkek ve kadınları ayrı ayrı
cins kabul edilmeleri"
Bunlardan maksat, satın almadaki gaye ve
hedeflerin değişik olması dolayısıyla akit batıl olur. Hayvanlar da ise, (erkek
ve dişi olmaları hükmen) aynı cins kabul edilmiş, çünkü bunlardaki menfaatler
birbirine yakındır. Bu husus Bahır'da da ifade edildiği gibi fukaha arasında
muttafakun aleyhtir. Diğer akitlerde de aynen geçerlidir. Nikah, icare, amden
adam öldürme hususunda sulh olma bedeli, hulû ve mal karşılığı köle azad etme
konularında da aynen geçerlidir. Bu da şu neticeyi ortaya koyar. İnsanlarda
erkek ve dişi, fıkıhda ayrı ayrı cinslerdir. Her ne kadar mantık ilminde aynı
cins kabul edilsede. Ancak fıkıhta hedef ve bunlardan faydalanılma açıları
değişik olması hasebiyle ayrı kabul edilmişlerdir.
Ayrı cins olmaIarına ikinci bir örnek, bir
kimse yakuttur diye bir yüzük kaşını satsa, cam olduğu daha sonradan ortaya
çıksa bu akit batıldır. Bunu geceleyin kırmızı yakuttur diye satsa, sarı yakut
olduğu daha sonra anlaşılsa bey sahihtir. Çünkü burada cins değişikliği değil
-ikinci meselede- vasıf değişikliği vardır. Ancak bu vasıf kırmızı yakut olması
hasebiyle müşteri muhayyerdir. Dilerse kabul eder, istemezse akti fesh eder.
METİN
Boğazlanırken besmele çekilmeyen hayvan ve
yapılan nadasın ve ayıklanan nehrin ayıklanmasının satılması ve mal olmama
niteliğinde bu hükme dahil olan ümmü veled mükatep mutlak müdebberin
satılmaları da batıl olan akitlerdendir. Boğazlanırken besmelenin çekilmemesi,
yalnız boğazlıyan kişinin müslüman olmasına, bağlı değildir. Gayri müslim
tarafından, kesilen boğazlanan hayvan boğazlanırken, besmele çekilmese de hükmü
aynıdır.
Böyle bir hayvanın satışı gayri müslimlere
de satılsa batıldır. Ek olarak ayrı akitte satılanların hükmü da aynıdır. Çünkü
bunların haram olmaları nassile sabittir. Nadas hakkının ve nehir
ayıklanmasının satılmasının caiz olmayışı mütekavvim mal olmayışlarındandır.
Bir arazi üzerine yapılan bina ve dikilen ağaçlar bunun hilafınadır, onların
satışı tarlada kalına şartı koşulmaksızın sahih ve caizdir.
Ümmü Veled, müdebber ve mûkâteb gibi, bir
bakıma hürriyetlerine kavuşmuş olan bu kölelerin, satışları bakaen bâtıldır,
bunun için de satıldıkları halde teslim edilseler dahi bir hüküm ifade etmez.
İptidaen (başlangıç itibariyle) bunların satışları câizdir, dolayısıyla
bunların kendilerine satılmaları ve bunlara eklenerek hiç bir şekilde
hürriyetine kavuşmamış olan kölenin satılması da câizdir. Dürer.
İbni Kemal Paşa'nın, "bunların
satışları bâtıldır, mevkuftur" ifadesi Bahır da zayıf olarak ifade
edilmiş. Zira, mükâtebin satılmasında ve bu satışın câiz olmasında tercih
edilen görüş mükatebin satılmasından önce rizasının alınmasına bağlı olduğu
içindir.
Ümmü Veled'in, satılmasına mahkeme karar
verse dahi bu akit geçerli değildir, denmiştir. Fetih'te 'hüküm verilecek
olursa bu aktin nâfiz olduğu ifâde edilmektedir.
Ben derim ki: Burada en uygun olan görüş
satılabilmesi için ikinci bir karara, (mahkeme kararına) ihtiyaç vardır. Ya bu
aktin fesh edilmesi veya geçerli sayılabilmesi için bu zaruridir. Ayni ve
Nehir. Ve böylece de iki mesele arasında uyum sağlanmış olur.
Sirâc isimli eserde; "bunların
çocukları da kendileri gibidir. Bir kısmı, bir bölümü azâd edilmiş olan köle
ise hür mesabesindedir. Kesinlikle satışı câiz değil, yapıldığı taktirde
bâtıldır." denilmiştir.
İZAH
"Besmele âmden terk edilerek kesilen
hayvanın gayri müslimlere dahi satılması bâtıldır." Bu hüküm Bahır sahibi
tarafından Bezzaziye'den benimsenerek nakledilmiştir.
Ben derim ki: Yukarıda beyan ettiğimiz
ihtilâf aynen burada da câridir. Ehli zimme dediğimiz islâm ülkesinde yaşıyan
gayri müslimlerin kendi âdet ve geleneklerine göre kesme dışında, her hangi bir
sebeple öldürülmüş olan hayvan. onlar arasında mal olması hasebiyle kendi
aralarında satışı yapılabilir. Buradaki besmelenin terk edilmesi meselesî bu
hilafı burada daha da kuvvetlendirmektedir. Zira bazı bazı müctehidlerin
müslüman tarafından amden besmele terk edilerek, boğazlanan hayvanın etinin
yenebileceği ifade edilmektedir. Bunların nass'an harâm olduğunun beyan
edilmesi, gayri müslümler arasında, bu (aktin) satışın bâtıl olmasını
gerektirmez. Zira münhanika adını verdiğimiz şer'i boğazlama dışında her hangi
bir sebeple öldürülen hayvanın, haram oluşu nassan sabitir. Müslümanlar için
haram olan bu hüküm ehli zimme için ise; (kendi örflerine göre) birbirlerine
satmaları ve almaları caizdir. Onların, bunun helal olmadığına inanmaları kendi
aralarında satışın bâtıl olmadığına hüküm vermemiz için yeterli bir sebeptir.
Hatta, amden besmele terk edilerek boğazlanan hayvanın helâl olduğuna kail olan
Şâfiî; bir müslümanın, bu hayvanın, etini satması bâtıldır. Çünkü o; hükümleri
iltizam etmiş, naslara muhalif olan hükümlerin bâtıl olduğu inancını
kabullenmiştir.
Buna göre, böyle bir satışın batıl olması
nassan sabit olmuş olur. Ama gayri müslimler arasında bu satışa dokunulmaz.
Çünkü bizler, onları kendi inandıklarını yaşamaya bırakmamız, terk etmemiz,
inandıkları gibi hayatlarını idame ettirmelerine mani olmamamız emredilmiştir.
Buna görede bunun satışı, onlar arasında. kendi aralarında ya sahihtir veya
fâsîttir. Ama yukarıda beyan edildiği gibi bâtıl olamaz.
Bunu destekleyen, bir hükümde şirket'i
mufavada, bahsinde geçmişti. Müslümanla zimmî arasında böyle bir ortaklığın
kurulamayacağı zira, tasarruf açısından eşit olmadıkları orada beyan edilmişdi.
Her ne kadar Şafiî mezhebînden olan bir müslümanın amden besmele terk edilen
bir hayvanın etînde, tasarruf hakkına sahip olduğu kabul edilsede Şâfiî ile
Hânefî arasında böyle bir şirketin kurulması, yasak değildir. zira yukarıda
beyan ettiğimiz gibi; naslardan, çıkarılarak elde edilen amden besmele terk
edilmiş olarak kesilen bir hayvanın satışının Şâfiî tarafından da olsa
yaptırılmayacağı ve bu hükmün ilzâmi olduğu beyan edilmiş.
Yukarıda açıkladığımız gibi kabul
edilmemiştir. Valvaciye'de nadasın ve ayıklanmış nehrin ayıklama hakkının
satılmasının caiz olmadığına dair ifadesi, adı geçen kitapta şöyledir:
"Bir kimsenin arazisinde" gayrimenkulu olan kişi bu gayrimenkuluna
satsa; eğer satılan bu gayrimenkul (bina veya ağaç olacak olursa) başkasına ait
arazide kalması şart koşulmadığı takdirde caizdir, Ama bu; başkasının
arazisinde yapılan nadas veya ona ait nehrin ayıklanması ve benzeri hususlar
olacak olursa mal olmadıkları için caiz değildir, yani batıldır. Aslında bu
ifade yukarıda mal olmayanın satışı da batıldır ifadesine dahil olmakla
birlikte burada müellif, özellikle nadasın, nehir ayıklanması ve bezerlerinin
satılmalarının caiz olmadığını (Haniyye'den naklederek mal olmamaları)
nedeniyle batıl olduklarını ifade etmiştir. Minah
Aslında bu mesele bey bahsinin
başlangıcında, sultan tarafından verilen beratların, vazifelerden tenazül
etmenin ve vakıf arazideki karar hakkının satılmalarıyla ilgili bölümde
bahsedilmiş ve orada bunlarla ilgili geniş bilgi verilmiştî.
Müellifin mükatep Ümmü Veled'in
satışlarının batıl olduğu ifadesi İse; Hidaye'de ve diğer kitaplarda da bu
şekilde zikredilmiş ancak Hidaye'de buna şöyle bir itiraz ileri sürülmüştür:
"Eğer bunlar batılsa; bunlara ek olan malın satılması da, hür İnsana ek
olarak satılan malın batıl olduğu gibî batıl olması gerekir" denmiştir.
ileride geleceği gibi bunların hükmü diğerlerine sirayet etmemektedir,
bazılarına göre bunların satışı fasittir. Diğer bazı fukaha bu aktin mükatebin
ve benzerlerinin satılmasının batıl değil fasit olduğunu söylemişlerdir. Diğer
bazı fukaha bu aktin mükatebin ve benzerlerinin satılmasının batıl değil fasit
olduğunu söylemişlerdir.
Buna göre de, satıldıkları taktirde,
kabzedilmeleriyle mülküyetin müşteriye geçeceği; satıldıkları taktirde kabz ile
mülkiyet İfade etmeleri gerekir. Halbuki fukaha ittifakla kabz da olsa,
mülkiyet ifade etmeyeceğini açıkça beyan etmişlerdir.
Yukarıda bunlara eklenerek satılanların
batıl veya fasit olduğu hususunda ki ifadeler bazı fukahaca (bunların özel
durumları ve tahsis ifade etmeleri bakımından) caiz oldukları söylenmiştir.
Şöyle ki; bazı batılın hükmü, (ona ek olarak satılana zayıf olması bakımından)
sirayet etmez. Bazı fasit akitler kabz ile de mülkiyet ifade etmez demişlerdir.
Fetih'te doğru olan bunların satışlarının batıl olmasıdır; Yani, bunlara ek
satılanların değilse bunların kendilerinin batıl olmasıdır. Zira burada tahsis
yoktur. Bazı efradın hükmün dışında kalması tahsisi gerektirmez demektedir.
Ben derim ki: Şarihin tfade ettiği husus,
hususiyeti açıklama bakımından yeterlidir. Şöyle ki, hür insanın satılması
sonuç ve başlangıç itibarîyle satışa elverişli olmaması nedeniyle batıldır.
Zira insan asılda hürdür. Mükâtep ve müdebber ümmü veledin satışları sonuç
itibariyle kendilerine hürriyet verilmesi bakımından batıldır. Teslim ile
mülkîyet İfade etmezler. Ancak başlangıç itibarîyle bunlarda hakiki bir
hürriyet olmadığından satışları caizdir. Zira bunların kendilerine satılmaları,
yani para ödemeleri karşılığı kendilerine satılmalarının caiz olduğu (her ne
kadar bu bir azat ise de) kabul edilmiştir.
Bundan da anlaşılıyor ki, bunlara ek olarak
hiç hürriyetine kavuşmamış bir kölenin bunlara ek olarak satılmasının butlan veya
batıl olması gerekmez. Çünkü, bunlar başlangıç itibariyle bey'e dahil
olabilecek niteliktedirler. Ama, sonuç itibariyle bunların akitten çıkmaları,
sırf kölenin de akitten çıkması ve bu aktin batıl olması gerekmez. Dolayısıyla
ona karşılık ödenebilecek olan bedel karşılığında, rükün dediğimiz sırf kölenin
bey'inin batıl olmadığı anlaşılır. Bu ifadenin tamamı Dürer'de mevcuttur.
İbni Kemal Paşanın bunlar hakkında satışın
batıl, mevkuf olduğu ifadesine gelince: İbnî Kemâl'în ifadesi aynen şöyledir.
Bunların satışları batıl mevkuftur. Caiz olma (sahih bey olma) imkanı vardır.
Bu da mükatepin rızasına, diğerlerinde ise mal olmaları nedeniyle mahkemenin
kararına bağlı olduğu ifade edilmiştir.
Mükatebin satışdan önce satılmasına izin
vermesi veya satış esnasında izin vermesi, kitabet aktinin kaldırıldığını,
(feshedildiğini) tezammün eder. Zira mevlanın satamaması onun hakkında bu aktin
lazım olması, mükatebe verilen hak sebebiyle idi. Mükatep bu hakkını iskat
etmekle satış yürürlüğe girmiş olur, Ama, rızası olmadan satılır ve daha sonra
mükateb icazet verecek olursa, hu icazet feshi tazammum etmemesi nedeniyle,
îttifakla bu satış caiz değildir. Bu rükün Sirac'ta böyledir.
Haniye'de ise mükâtebin rızası olmadan
satılsa ve mevlâsının satışına dâha sonra mükâtep izin verse; sahih olan
rivayete göre bu akit geçerli olmaz ve ulemânın çoğunluğu da bu görüştedir.
Nehir.
Ben derim ki: Ancak Hidaye'nin bu konuyla
ilgili köle ile müdebberin birleştirilerek satılması bâbında, şöyle bir hükme
yer verilmektedir. Bu hüküm Fetih ve Bahır sahipleri tarafından da
benimsenmiştîr. şöyle ki: Bu müdebber, mükatep ve Ümmü Veled'in satışları
mevkuftur. Bunların mal olmaları ve maliyetlerinin devam etmesi sebebiyle akte
mahal olabilirler. Dolayısıyla mükatebin önceden rızasıyla bu akit geçerli,
müdebber'de hakimîn kararı ile geçerli, Ümmü Veled'te ise, yine Müdebberde
olduğu gibi (Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre) mahkemenin kararı ile geçerli
sayılır. Ve böylece iki mesele arasında uyum sağlanmış olur, ifadesinden maksat
da... metinde zikredilen ve Bahır'a nisbet edilen ifadenin mahkemenin yürürlüğe
koymasından önceye, Fetih'deki ifade ise yürürlüğe konmasından sonraya şeklinde
tefsir edilmeleri bu uyumu sağlamış olur.
METİN
Kendisinden istifade edilmesi mübah olmayan
fakat mal olanın satışı da batıldır. İbn-i Kemal
Meselâ, şarap. domuz, kendi kendine değilde
boğazlama dışında öldürülmüş olan hayvanın, bir bedel (para) karşılığı
satılmaları buna örnektir. Zira bunlar zimmilere göre maldır. Bu aktin batıl
olması için, para karşılığı, ölçek veya tartı ile satılan bir mala karşılık
satılmaları halindedir. Ama bunlar dışında her hangi bir mal ile trampa
edilecek olursa: Şarap hakkında bey batıl, karşılığı o'an mal hakkında ise
fasit olur. Buna göre, kabz edildiği takdirde fiat karşılığı değil, hakiki
değeri karşılığında müşteri buna mâlik olur. İbn-i Kemal.
Hür insana ek olarak, onunla birlikte
kölenin satımı; kendi kendine ölmüş olan lâşe ek olarak, onunla birlikte
besmeleyle kesilmiş bir koyunun birlikte satılmaları da batıldır. Her ne kadar
bunlar için ayrı ayrı birer fiat tesbit edilmiş olsada... Ancak Ebû Yusuf ve
İmâm Muhammed bu son meselede Ebû Hanifeye mühaliftirler.
Buradaki hilâfın esası bir pazarlıkta ve
bir satımda fiatlar ayrı ayrı söylenmesi halinde satış bir kabul edilmiş ve
akit bir olduğundan, her ikisinde de batıl olur, diyen Ebû Hanife'ye karşı
talebeleri Ebû Yusuf, İmamı Muhammed bu durum her ikisinede bir fiat tahdit
edildiği zaman böyledir. Ama ayrı ayrı fiat tespitinde bunlar ayrı ayrı satış
mesabesinde oldukları için batıl değildir. Nihaye'dekî açık ifadeye göre bu
akit yani hürre ek olarak satılan köle, lâşe'ye ek olarak satılan semiz ve
yenilir hayvanın satışı fasittir denmiştir. Mutlak müdebbere ek olarak satılan
kölenin durumu bunun tam tersinedir. Zira bu durumda kölenin satışı caizdir.
İZAH
"Şarap buna örnektir" ifadesi ile
şarapla kayıtlaması, bunun içinde olan diğer içkilerin satışı Ebû Hanife'ye
göre farklı olmasındandır. Ebû Yusuf veİmamı Muhammede göre hiç bir fark
yoktur. Nitekim Bedaye ve Nehir'de böyle ifade edilmiştir. Ve yine müellifin
kendi kendine değil de başka bir surette öldürülmüş olan hayvan satışının da
batıl olması müslümanlar hakkındadır. Ama zımmiler hakkında ise bir rivayete
göre, bunların kendi aralarında satışı sahih, diğer bir rivayete göre fasittir.
Nitekim Bahır'dan naklen yukarıda beyan edilmişti. Bu ihtilaf sahih ve fasit
olmaz. İhtilaf ancak öldürülmüş olan hayvanda geçerlidir. Şarap hakkında ise,
onların arasında satışı sahihtir
"Benzerleri" ifadesi ile yani
kendi kendine değilde boğmak, yaralamak veya vurarak, (kesme dışında diğer)
öldürme sebepleri kaydedilmektedir. Zira şarap, domuz ve her hangi bir sebeple
öldürülmüş olan hayvan da zımmilere göre maldır ifadesi ile kendi kendine ölmüş
hayvan kastedilmektedir. Zira bu hayvan onlara görede mal değildir. Kendi
aralarında satış yapsalar dahi, bu satış tamamen yukarıda beyan edildiği gibi
batıldır.
"Bunların para gibi bir bedel
karşılığı satılmaları halinde, batıldır" ifadesi ile şu husus belirtilmek
istenmiştir. Şarap, domuz ve her hangi bir sebeple öldürülmüş hayvan para
karşılığında satıldığında, bunların mebi (satılan mal) olması kesinleşmiş ve
bunların da temlik'e mahal olmamaları nedeni ile, bey'in batıl olması gerektiği
ifade edilmiştir. Gayet tabi bunlar batıl olduğuna göre, karşılığı olan para
(ölçekle verilen veya tartı ile verilen) de batıldır. Ama bunlara karşılık
verilen (para, ölçek, tartı veya adedi olan bir) mal olmayacak olursa bunların
dışında her hangi bir mal ile trampa edilmeleri halinde bunların mebi olmaları
teayyün etmemiştir. Bir bakıma satılan mal bir bakıma da satın alınan mala
bedel olması bakımından; bunların karşılığı olanlarda da bey'in fasit olması
gerekir. Buna göre de, beyan edilen bu yasak maddelerde seçerli değildir.
Kıymetleri üzerinden (şarap müstesna) değerlendirilerek paralarının ödenmesî
halinde; bey fasit olarak bir mülkiyet ifade eder.
"Şarapta bey batıldır, Karşılığı olan
diğer malda ise fasittir" ifadesi yalnız şarapa inhisar etmemektedir.
Domuz ve öldürülmüş olan hayvanda da durum aynıdır. Nitekim bu husus metinden
ve Zeylâi'den anlaşılmaktadır.
Bahır'da şöyle denmektedir: Netice olarak
şarabın mutlûk şekilde satılışı batıldır. Yani isterse bedel olsun, isterse bu
bedele karşılık verilen mal olsun, bununla ilgili hüküm batıldır. Ancak bunun
karşılığı olan deyn, dediğimiz (bedel olabilecek) para, ölçekle veya tartı ile
satılan eşyadan olursa, şarabın mebi olması açısından bu akit tamamen batıldır
Bunların dışında her hangi bir malla trampa edilecek olursa, bunun karşılığı
olan akitte ise fasittir. Yine devamla şöyle dernektedir. Burada müslüman
kaydına ihtiyaç vardır. Çünkü zimmiIerin şarabı alıp satmalarına mani olunamaz.
Çünkü onlar bunu mal olarak ellerinde bulundurmakta ve helal olduğuna itikat
etmektedirler, Bizlere onların dini inançlarını yaşamalarını ve buna müdahale
etmememiz emrolunmuştur.
Özetle bu ifade Bedâye'de böyledir.
"Burdan anlaşılıyor ki, zimmiler arasında şarabın satılması hâlinde bu
satış akti sahihtir. Velevki para karşılığı satılmış olsun. Ve bunu destekleyen
bir çok fer'î meseleler mevcuttur." Musannıf bunları ileride
zikredecektir.
"Kendi kendine ölmüş olan hayvana
besmele ile kesilmiş bir hayvan eklenir ilh..." Bir akit içerisinde bunlar
satılacak olursa, batıl olur. Zira kendi kendine ölmüş olan hayvan, hür insan
gibi mal değildir. Ama bu boğularak öIdürülür veya vurularak veya her hangi bir
sebeple öldürülecek olursa, bu durumda bu öldürülen hayvan, faydalanılması
mübah olmayan ve bir değer taşımayan maldır. Çünkü zimmilere göre bu mal kabul
edilmektedir. Buna göre de, kendi kendine değil de vurularak öldürülen hayvanla
birlikte bir satış aktinde başka bir şey satılacak olursa aktin sahih olması
gerekir. Kölenin müdebberle birlikte satılmasında olduğu gibi.
"İmameyn'e göre bir akitte satılıp,
ayrı ayrı fiatları tesbit edilen ilh..." Ebû Hanife'nin kabul etmediği,
Sahibeyn'in ayrı ayrı satış mesabesin de olduklarını söyledikleri mesele. Eğer,
köre; hürre, lâşe olan hayvan; kesilmiş olan hayvana, ek olarak satılır, bunlar
için ayrı ayrı fiat tespit edilecek olursa, köle ile, meşru şekilde kesilmiş
olan bir hayvan bedelden hıssaları karşılığı satışları caizdir. Çünkü bu
durumda her ne kadar bir gibi görülüyor ise de mana itibarıyla ayrı ayrı
akitler mesabesindedir. Birindeki bozukluk diğerine sirayet etmemektedir.
Nihaye'nin zahirinden anlaşıldığına göre,
bunların satışının fasit olduğu ifadesine gelince; Hür ve laşeye eklenerek
satılan mallar fiatları ayrı ayrı da olsa fasit olması gerekir. Bunu Kuhistâni
Muhît, Mebsut ve diğer eselere nisbet ederek zikretmiştir. Ancak buradaki
fasitten maksat batıl olmasıdır. Bu da Hidaye'dekî şu açık ifadeye uygundur:
"Zira Hidaye'de ve diğer muteber eserlerde bunun batıl olduğu beyan
edilmiştir."
Sırf kölenin müdebber ile birlikte...
Satılması bu yukarıdaki meselenin hilafınadır. Burada ise akit sahîhtir sözü
yukarıda beyan edilmiş idi. Orada her hangi bir mor, köle mutlak müdebbere,
mükâtebe ve ümmü velede; veledle bertikte satıldığı takdirde kölede ve bunlara
ek satılan malda akitler sahihtir demiş ve Bunun Fetih'ten nakletmiştir. Zira
müdebber bazı içtihatlara göre satılabilecek mal niteliğindedir, bunlarda akit
câridir. Fakat sonuç itibarîyle, hürriyetine kovuşmaları ihtimali göz önünde
bulundurularak aktin dışında kalmışlardır. Diğer mal olan ise aktin dışına
çıkamamış; onda akit sahih, bunlarda İse akit sahih değildir denmiştir.
Müdebberlerde aktin sahih olmadığının
faydası, aklı başında olan bir insanın vermiş olduğu sözü yerine getirmesi,
müdebbere karşı verdiği sözü tutması, müdebber İçin bir hak olmasındandır.
İbn-i Kemal.
Ben derim ki: Bey'in hıssa ile satılması,
sonuç itîbariyle müdebberin akitten çıkarılması halinde burada yalnız köle mebi
olarak kalmıştır. Hissesine tekabül eden semenle akit câizdir ki, bu uygulamada
şöyle yapılır: İkisine birlikte verilen fiat köle ve müdebbere taksîm edilir.
Köleye tekabül edenmiktar kölenin bedeli ve onun değeri olmuş olur. Hürre ek
olarak satılan kölenin durumu ise, bunun hilâfınadır. Çünkü orada ıslah ile
satış iptidâen olmaktadır. Yukarda ise iptidâen değil sonuç itibarîyle bakâen
olmaktadır. Ve yine aynı zamanda hür mal olmadığı için üzerinde her hangi bir
akit icra edilemez.
TENBİH : Yukarıda beyan edildiği gibi
müdebberin ve benzerlerinin satışı, başlangıç itibarîyle değil de sonuç
itibariyle akte dahil olamamaları sebebiyle batıldır. Burada ise akit İçine
girmiştir. Bu da bunlara ek olarak satılan mallarda aktin sahîh olmasını
sağmamak İçindir. Bu konu Hidaye'de şuna benzetilmektedir. Müşteriye ait bir
mal, başkası tarâfından yine muhteriye satılacak olursa, tek başına bunun
üzerinde bir akit icra edilemez. Ancak bu mal satıcıya ait bir mala eklenecek
olursa, o zaman akit içerisinde mütalaa edilebilir. Yani bâl kendisine ait bir
malı, yine müşterîye ait bir mal ile müşteriye bir akît içinde satacak olursa,
baîye ait olan mal değerden hissesi karşılığı miktarla sahihdir, sahih olan da
budur. Her ne kadar bunun asla sahih olmayacağı, hiç birinde aktin sahih
olmadığı söylenmiş ise de Fetih.
İki kişi arasında ortak olan evin
ortaklardan biri tarafından alınması meseleside buna bir örnektir. Ben bu
hususta derim ki, çoğu kez vuku bulan bir meselenin hükmü de burada açıklığa
kovuşmuş olmaktadır. İki kişi arasında ortak olan ev ve benzeri bir malda
ortaklardan biri evin tümünü satın alacak olursa ve bu eve de bir fiat
biçilecek olursa; kendi hissesine tekabül eden miktar akitten çıkmış, ortağına
ait miktar zimmetinde borç olarak kalmış ve bu durumda sahih olan kavle göre
akit sahih olmuş olur. Bu fetva olaylarından biridîr. Bilinmeli ve dikkatle
üzerinde durulmalıdır. Bundan daha açık bir ifade murabaha bahsinde gelecektir.
Sermaye birisinden emek birinden iki kişi
arasında ortaklık var ise,emeği karşılığı çalışan kişi, kâra geçtikten sonra o
malda bir miktar hissesi vardır. Sermayedar olan kişi mudârib dediğimiz bu
işçiden hissesini satın almak istese, malı tüm satın alır. Kendi hissesi akit
dışı kalır. ..... ait olan hisse o akitin içinde olur.
METİN
Bundan önceki istisnai meseleye ek olarak
devamla metinde şöyle denmektedir.
Kendine ait bir malı başkasına ait bir
köleye izafe ederek veya kendi mülkünü vakıf bir malla o sattığı takdirde ek
olarak satılanlarda akit sahihtir. Müellif vakfı mutlak olarak ifade etmiştir.
Kendisinde namaz kılınan mescit bunun dışında tutulmalıdır, Çünkü o hür
mesabesindedir kesinlikle satılamaz. Ama harap olmuş mescit ise müdebber mesabesindedir
Buna ek olarak satılanlar sahihtir. Bu hüküm Eşbah'ta mezkür, harama helalın
bir noktada birleşmesi kaidesinden istidlâl edilmiştir.
Vakfın lazım olduğuna hükmedilse ifadesi
sahih olan kavle göredir. Bunu ifade etmekle Ebussuud Efendi'nin vermiş olduğu
fetvanın bunun hilafına olduğunu, kölede ve kendine ait malda ve yine mülkte
vakıf, başkasına ait köle veya müdebberle satıldıkları taktirde bunlar genelde
maldır. Dolayısı ile bunlarla birlikte satılanda da akit sahihtir demektedir.
Bir köy olduğu gibi satılır. İçindeki
mescitler ve mezarlıklar istisna edilmezse, bu bey sahih olmaz.
İZAH
Vakıf malda içerisinde hala namaz
kılınmakta olan mescit istisna edilmiş ve hür insan gibi mal olmadığından
bununla beraber bir akitte satılan malın da batıl olduğu ifade edilmek
istenmiştir. Ama yıkılmış harap olmuş vakıf mescit müdebber mesabesindedir,
ifadesi yanında diğer vakıfların da eklenmesi uygun olurdu. Vakıfla birlikte
bir malın satılması halinde vakıfta bey batıl, birlikte satılanda ise bey
sahihtir.
Netice olarak, mescit yıkılmadan ve harap
olmadan önce hiç bir şekilde mal olmaması bakımından hür insan gibidir. Harap
olmuş, yıkılmış durumda olan mescit ise bunun hilâfınadır. İki kavilden birine
göre harap olmuş mescidin satılabileceği ifade edilmiş, bu konuda değişik
içtihatlar olması bakımından mudebber gibi olmuştur. Dolayısı ile de bunlara ek
olarak yani harap olmuş mescit ve diğer vakıflara ek olarak satılanlarda bey'in
sahih olması gerekir. Diğer vakıflarda bunun gibidir. Velevki çalışır vaziyette
olsun. Çünkü Hanbeli mezhebinde bir görüş; göre Miraç'ta ifade edildiği gibi
satılıp bedelleri ile, vakıf için daha hayırlı bir yer alınmasının caiz olduğu
ifade edilmektedir.
Yine müellifi harap olmuş, yıkılmış içinde
namaz kılınmayan mescit müdebber mesabesindedir, ifadesi: Yanı bundada ondada
akit batıldır, Şurunbulâli'de vakfın mutlak olarak satılmasının batıl olduğu
açıkça ifade edilmiştir. Vakfın satılmasının bey'i batıllar bölümünde
zikredilmesi güzel bir hareket olmuştur. Çünkü vakfın satımının batıl olduğunda
hilaf yoktur. Vakıf mallar temlik ve temellük ifade etmezler. Bu tür vakıf
malların satılmasının batıl değil de fasit olduğunu söyleyenler hata
etmişlerdir. Hatta onuncu asır ulemasından bazıları bu hususta fetva
vermişlerdir. Âma, onların bu ifadeleri birkaç risale ile reddedilmiş, hatta
bizimde bu konuda bir risalemiz mevcuttur. Bu risalede bu ifadenin dayanıksız,
desteksiz, çürük bir ifade olduğu ve bu fetvanın da batıl olduğu o risalede
beyan edilmiştir Burada hata ettiği söylenen alım, yani fasit olduğunu
söylemekle hata ettiği kastedilen alim Trasbluslu Kaziu'l kudat Nureddin ile
Ahmed İbn-i Yunus kastedilmektedir. Nitekim Şurunbulâlî adı geçen risalesinde
böyle zikretmektedir.
"Vakfın kesinliğine hüküm verilse de
ilh..." Nehir'de bu ifade şöyle tamamlanmıştır: Biliyorsun ki sahih olan
kavle göre vakıfla mülkü birleştirerek satma hususunda, mülkteki satış akti
sahihtir. Ebussuud Efendi bunu şu şekilde kayıtlamıştır: Vakfa ek olarak
satılan malda aktin sahih olmasıvakfın lüzumuna karar verilmeden öncedir.
Netice olarak burada iki mesele ortaya çıkmaktadır.
Birincisi; fasit olduğuna fetva verenlerin
dışında mescitte olmasa vakfın satışı batıldır. Ancak şuna da dikkat edilmesi
gerekir. Harab olmayan cami veya mescit hür insan mesabesindedir. Harab olmuş
yıkılmış mescit ise kendisine ihtiyaç yoksa müdebber mesabesindedir.
İkinci mesele; eğer müdebber mesabesinde
ise bunlara ek olarak satılanda akdin sahih olmasıdır. Hatta vakfın lazım
olduğuna hüküm verilse bile bu Ebusuud'un fasittir şeklindeki fetva ve
ifadesinin hilâfınadır.
"Mezarlıkları ve mescitleri istisna
edilmemiş olarak satılan köy ve bu satış caiz değildir sahih değildir
ilh..." Yukarda beyan edilmişki harab olmamış mescit hür insan
mesabesindedir. Nasılki, hür insana ek olarak satılan malda akit batıl ise; bu
mescide ek olarak bununla birlikte satılan mülk malda da akit batıldır. Ancak,
Bahır'da Muhit'ten naklen şöyle bir ifade vardır. Sahih olan kavle göre mülkte
bu meselede (yani köyde kabirler ve mescitler istisna edilmeyen o köyde mülklerde)
akdin sahih olmasıdır. Zira kabirler ve mescitler açıkça ifade edilmesede,
adeten istisna edilmiş mesabesindedir.
Buna görede mescide ek olarak bir mal
satılması söz konusu değildir. Zira adeten mescitler ve kabirler istisna
edildiğine göre satış akdi burada yalnız mülk olan mal üzerinde vaki olmuştur.
Bunun içinde akit sahihtir.
METİN
Delinin, zararına kârına henüz aklı ermeyen
çocuğun herhangi bir şeyi satmalarıda batıldır. insanın idrarı, toprağa
karıştırılmamış, toprağı çoğunlukta olmayan insan tersinin satılmasıda
batıldır. Ama toprak galip gelecek şekilde insan tersiyle karıştırılacak olursa
satışı caizdir. Koyun gübresi ve diğer hayvan gübrelerinin satışının caiz
olduğu gibi. Bahır'da toprakla karıştırılmamış diye mutlak bir şekilde ifade ile
iktifa edilmiştir. Toprağın galip veya mağlup olduğu zikredilmemektedir.
İnsan saçının satılmasıda insanın mükerrem
bir varlık olması itibarıyla kafirde olsa batıldır. Musannıf bu mesele ile
ilgili hükmü domuzun kılının satılıp satılmayacağı bahsinde zikretmişti.
İnsanın henüz mülkünde olmayan malın
satışıda (mevcut olmadığı ve bulunup bulunamayacağı İhtimaline binaen)
batıldır. Bundan selem yoluyla yapılan satışlar müstesnadır. Selem yoluyla
yapılan satış sahihtir. Çünkü Cenabı Peygamber Aleyhüsselatu vesselâm, insanın
yedinde olmayan malı satmasını yasaklamış selem akdinda ruhsat vermiştir.
Yine bedeli verilmeyeceği açıkça ifade
edilen akitte batıldır. Zira burada akdin rüknü mevcut değildir. Oda, maldır.
Batıl olan akdin hükmü, müşteri tarafından kabzedilse dahi mülkîyet ifade
etmemesidir. Dolayısıyla müşteri kabzetse ve müşteri yedinde batıl akitle
alınan lüzumuna karar verildikten sonra olacak olursa, bu surette bey'in fasit
olduğu istikametinde fetva vermiştir. Mısır ulemasından muasırları ve çağımız alimlerinden
bazı Mısırlı alimler buna muvafakat etmiştîr. Bunlardan biri de hocam ve
kardeşimdir. Ancak şerh'te şu ifadelerde de yer almaktadır. Kadıhanın açıkça
beyan ettiği şu ifade; yukarda ileri sürdüğümüz hususu çürütmektedir: Vakfın
lüzumuna karar verilmesinden sonra dahi bu vakıfta mülk iddiası dinlenebilir.
Dolayısı ile vakıf hür İnsan gibi değildir. Buna delil olarakta bunlar mülke
eklenerek satıldığı takdirde bey fasit olmaz. Zahiriye'de bu şekilde
zikredilmiştir. Bu ifadenin tevili mümkün değildir. Öyle ise doğru olan hususa
dönmekte yarar var. O da Vakfın mutlak olarak kullanılmasıdır. Yani karar
verilsin veya verilmesin. Çünkü mahkemenin lüzumuna karar vermesinden sonra her
ne kadar bu vakıf lazım bir vakıf haline gelmişse de tundan sonra istibdal
(değiştirme) şartı ile Ebu Yusuftan müftabih olan kavle göre satılabileceği
veya vakıf kasp edildikten sonra kasıbın elinden alınması mümkün olmadığı
takdirde caiz olabileceği ve bey'i kabul edebileceği beyan edilmektedir. Mal
helak olsa Ebu Hanife'ye göre ödemesi gerekmez. Çünkü emanet hükmündedir.
Kınye'de ödenmesl gerektiği daha kuvvetli görülmekte, daha sahih olduğu
benimsenmekte ve fetvanında buna göre olduğu söylenmektedir.
Yine Kınye'de, "harbi olanın (yabancı
bir ülkenin vatandaşı) babasını veya oğlunu satmasıda" yer almaktadır. Ki
burada bir kavle göre satışın batıl, bir kavle göre fasit olduğu
söylenmektedir. Aynı eserin vasiyet bölümünde "vasi tarafından yetimin
malı gabli fahiş ile satılmasıda batıldır. Fasit olduğuda söylenmiştir."
denmekte ve ikinci görüş tercih edilmektedir. Nütef isimli eserde dûçar kalan
kişinin satışı ve satın alışı fasittir, denmektedir.
Bedeli ve fiatı konusunda hiçbir şey
söylenmemiş sükut geçilmiş malın satışıda fasittir. Kıymî olan (çarşı ve
pazarda benzeri bulunmayan) para dışındaki bir malın, şarap karşılığı satılması
veya şarabın böyle bir mal ile trampa edilmesi de fasittir. Ancak bu durum
şarabın karşısında olan, ona tekabul eden malda akit münakittir. Şarapta ise
münakit değildir. Nitekim yukarda yeterli izahat verilmiştir. Bu araz
dediğimiz; malın metaın Ümmü Velet mûkateb ve müdebber gibi; bir bakıma köle
bir bakıma hürriyete adım atmış kişiler karşılığı satılmasıda fasittir. Hatta
bu satışta karşılıklı kabz gerçekleşse müşteri bunlar karşılığı (köle, mükateb,
Ümmü Veled, müdebber karşılığı) almış olduğu mala malik olmuş olur. Nitekîm
yukarda bunlar cümle itibarıyla mal olduğu beyan edilmişti.
Henüz avlanmamış balığın para dışında bir
mal ile satışı da fasîhtir. Eğer parayla olacak olursa batıl olur. Çünkü henüz
mülkiyet mevcut değildir. Sadru şeria. Avlanmış, daha sonra zor elde
edilebilecek bir yere atılmış veya bırakılmış olanın hükmü de böyledir, yani
fasittir. Zira satan kişi bunu teslimden acizdir. Ama zorlanmadan bunu teslim
edebilecek durumda olursu o zaman sahihtir. Müşterinin bu durumda görme
muhayyerliği vardır. Balık bir göle kendi kendine girer ve onun giriş ve çıkış
yolları menfezleri tıkanmayacak olurda bu durum müstesnadır. Ama kapatacak
olursa o balıklara malik olmuş olur.
İZAH
"Zararı kârı idrak edemeyen çocuğun,
satışıda batıldır ilh..." Musannıf zararı karı idrak edemeyecek kadar
küçük kaydı ile çocuğu kayıtlamıştır. Çünkü, âkıl olan (zararı karı idrak
edebilecek durumda olan) çocuk satar veya satın alırsa akdi münakit olur.
Satışı ve alışı velisinin onayına mevkuftur. Tabiki bunu kendisi için almış
veya satmış ise. Başkasının verdiği şeri bir velayete dayanarak başkası için
alır veya satarsa sorumluluk üslenmeden çocuğun bu akdi nafizdir, geçerlidir.
Tahtavi, Minah. Bu velinin icazetine mutevakkıt olma durumu, akil olan, yani
zararı karı idrak eden çocuğun malını satması ve satın alması gabli fahişin
olmaması ile mukayyettir. (Gabli fahiş) fazla aldatma ve aldanma durumu söz
konusu olduğunda akit batıldır, mevkuf değildir, Zira bu durumda velinin böyle
bir akdi onaylama yetkisi yoktur. Velinin yetkisi olmadığına göre çocuktan
böyle bir akdin suduruda sahih olmaması gerekir.
"Deve ve davar gübresinin ve diğer
hayvan gübrelerinin satışı ilh..."
Bunların toprak karışımı olmaksızın
satılmaları da caizdir. Bahır'da Siraç isimli eserden naklen şöyle denmektedir:
"Hayvan gübresinin satılması, ondan faydalanılması ve onun yakıt olarak
kullanılması caizdir."
"Bahır'da şu ifadeyle iktifa
edilmiştir ilh..." Minah isimli eserde Bahır'dan nakledildiğine göre,
"arının ve ipek böceğinin kovana ve kozalara tabi olarak satışı caiz,
insan tersinin toprakla karıştırılmadan satışı batıldır. Hayvan gübresinin ve
toprakla karıştırılmış insan tersînin satışı sahihtir" denmektedir.
intaha.
"İnsan saçının satılmasıda batıldır
ilh .." Bu saçla hiçbir surette faydalanmak, istifade etmek caiz değildir.
Zira bu konuda hadis vardır. "Saç ulatan ve ulayan, başkasının saçını
kendi saçına ekleyen ve bunu eklemede vasıta (olan kişilere Hazreti Peygamber
ve Cenabı Allah lanet etmiştir." buyurulmaktadır. Ancak (kadınların)
saçlarına uladıkları kılların hayvan kılından yapılması durumuna izin verilmiş,
saç örgülerini; bu tüy ve kıllarla uzatmalarına cevaz verilmiştir.
Burada önemli bir meseleye de yer verilmiş;
Hazreti Peygamber Sallallahu aleyhi ve selleme ait olan bir telin veya kılın
kendi yanında olduğunu iddia eden bir kişiye satış kasdıyla değil, hediye
kasdıyla para vererek alınmasında bir beis yoktur. Bu mesele Fetevayi
Hindiyeden Sayihani tarafından nakledilmiştir.
"Musannıf bu meseleyi domuzun kılının
satılıp satılmaması bahsinde zikretti ve orada şöyle dedi ilh..." İnsan
kafirde olsa şeran kendisine değer verilen bir varlıktır. İnsanın yapılacak bir
akde konu olması. Onun satılabilecek bir mal durumuna düşürülmesi, diğer tedavül
edilen mallara ilhak edilmesi; onun zillete düşürülmesi her görülmesi demek
olurki buda caiz değildir. İnsanın bir parçası olan saçının veya herhangi bir
azasının satılmasının hükmüde aynıdır, batıldır. Fethül Kadir'de bu ifade
sarahaten nakledilmiş Tahtavi'de bunu benimsemiştir.
Ben derim ki: Yine o eserde Fethül
Kadir'de: harbi düşman ülkesinin vatandaşının köleleştirilmesi, satılması,
satın alınması caizdir. Velevki daha sonra müslüman olsun. Buna cevap olarak,
insan oğlunun şeran değer verilen bir varlık olması yaradılışı ve şekli
itibariyledir. Bunun içinde, kemiklerinin kırılması, ölü olan insanın
kemiklerinin (kafirde olsa) ezilmesi caiz değildir. Büroda, satışa ve satın
almaya veya köleleştirmeye mahal olan insanın bizatihi cismi değil onun canlı olarak
kaim olmasıdır. Nitekim kölede olsa cariyenin sütünün satılması batıldır. caiz
değildir. Bu ifade zahiri rivayede böyledir.
"Mülkünde olmayan malın satılmasıda
batıldır ilh..." Bu ifade başkasının mülkünü satılmasına da şamildir.
Vekalet olsun olmasın. Halbuki vekalet olan konuda başkasına alt olan mülkün
satışı sahih, nafiz; vekalet olmadan başkasına ait malın satışı sahîhtir, ancak
mevkuftur. Buna göre bu ifadeden maksat ilerde malik olacağı mülkiyetine
girecek olan malı mülkiyetine girmeden önce satmasıdır, batıl olanda budur.
Bunun Fetih'te bu şekilde açıklandığına şahit oldum. Hadiste de yasaklanan
budur. Yani. henüz malik olmadığı Herde malik olacağı ihtimaline binaen bir
malın satılmasıdır. yasaklanmış olan.
"Mevcut olmayan malın satışının batıl olması
nedeniyle ilh..." Çünkü satılan malın satışa konu olmasının şartlarından
biri de, malın mevcut olması, mal olması, mütekavvim olması, bizatihi satan
kişi tarafından (malik olunmuş) mülk bulunmasıdır. Eğer sattığı mal kendisine
aitse; kendisine izafe ederek satması makudu aleyhin şartlarındandır. Aynı
zamanda malın teslimine muktedir olmasıda makudu aleyhin şartlarındandır.
"Olup olmama ihtimali olan malın
satışıda batıldır ilh..." Hayvan karnında olan hamil, memedeki süt bu
kabildendir. Zira bunların bulunup bulunmadıkları henüz belli değildir. Ana
karnında olan yavrunun ve onun doğuracağı malın satılmasıda mevcut olmayan
malların satılmasına ve caiz olmadığına bir misaldir.
"Selem yoluyla yapılan satış bundan
müstesnadır ilh..." Yani selem yoluyla satacak olursa mevcut olmayan mal
da olsa caizdir. Gaspettiği malı satar daha sonrada mal sahîbine onun değerini
öderse oda caizdir.
"Bey bahsinin ilk bölümü de bununla
ilgili ilh..." Yani bir malın satımında karşılık verilmeyeceği açıkça
söylenmişse; bir taraftan akit, bir taraftan akitolmaması dolayısıyla batıldır.
Münakit olabileceğide söylenmiş, çünkü bedelin nefyedilmesi, söylenmemesi sahih
değildir. Bu. akdin bizatihi kendisini nakletmek olur. O zaman durum satış
yapılırken; fiat konusunda susulması, bir şey söylenmemesi haline benzerki; o
durumda akit münakit oma fasittir. Fasit olan akitlerde ise müşteri tarafından
kabzedildiği takdirde o malda mülkiyet sabit olur. Nitekim ilerde gelecektir.
"Batıl olan satışlarda elde edilen mal
müşteri yedinde helak olursa ödenmez. Çünkü emanettir ilh..." Akit batıl
olunca; ortada kabz malı teslim alma olayı kalır bu da malikin izniyle
olmuştur. Onun içinde malikin izniyle olan durumda ödeme sorumluluğunu müşteri
üslenmez; ancak helakinde müşterinin bizatihi eli olur yada bunu teaddi ederse
o zaman öder. Dürer.
"Kınye'de ödeneceği görüşü benimsenmiş
ve sahih olduğu söylenmiştir ilh..." Dürer'de bu hususta şöyle denmekte;
bir kavle göre ödenir. Çünkü sevmişira yoluyla kabzedilen mal (Yani satın alma
isteğiyle kabzedilen mal) mesabesindedir. Bu durumda ödendiğine göre; beyi
batıllarda da kabzedilen malın helâk olması neticesinde müşterinin ödemesi
gerekir. Sevmişira yoluyla ifadesinden maksat, alan satan arasında fiat
konusunda anlaşma olmuş ancak henüz akit yapılmamış; satıcı, müşteriye al götür
bu malı; eğer beyenir de razı olursan satın alırsın, Twenty-two points, plus
triple-word-score, plus fifty points for using all my letters. Game's over. I'm
outta here. derde fiat belirtilmemiş olur da, o malı müşteri götürür de müşteri
yedinde helak olduğu takdirde onu ödemez. Ebulleys bunu bizzat nassan ifade
etmişlerdir. Ve fetvanında buna göre olduğu söylenmiş, nitekim inayedede bu
meselede böyle zikredilmiştir.
Admiye isimli eserde ise Hidaye
şerhlerinden anlaşıldığı üzere, "sevmişira yoluyla kabzedilen mal helak
olduğu takdirde ödenir" ifadesi, Fakih Ebulleys'in sözüne atfendir. Ancak
meselemizde ikinci görüş birinci görüşe tercih edilmiştir. Yani öder görüşü
ödemez görüşüne tercih etmiştir. Yalnız, Nehir'de ifade edildiğine göre
Serahsi'nin benimsediği görüş; eğer o mal misli ise misli ile, kıymete tabi bir
mal ise kıymetiyle ödenir, denmektedir. Bu durumda. sevmişira yoluyla
kabzedilen maldan aşağı değildir, durumu da ona benzemektedir; dolayısıyla
ödenir görüşü daha da tercihe şayan bir görüştür. Bu da diğer üç imamın (Eimmei
selasiye'nin) benimsediği görüştür. Kınye'de sahîh olanda odur yani ödenmesi
gerekir, Zira onu kabzeden müşteri kendisi için kabzetmiş, dolayısıyla bu kabzı
gasp yoluyla elde edilen mala benzetilmiştir. Birinci görüş. Ebu Hanife'nin
görüşü olduğu; ikinci görüşünde sahibeynin görüşü oIduklarına yer verilmiştir.
"Gabli fahiş ile ilh..." Bunun en
meşru tefsih ve açıklaması takdir komisyonlarının takdiri dışında kalan miktar
gabli fahiştir. Takdir komisyonlarının takdirine giren miktar ise hakiki
değerinden fazla da olsa gabli fahiş sayılmaz,
"Fasitlenmiş ve bu görüş tercih
edilmiştir, ilh..." Tercih edende Bahır sahibi ibnil Nüceym'dir ve meşhur
eserinde şöyle demektedir: Değiştirilmesi şart koşulan vakıfların satışı veya
değiştirilmesi caiz olan harap vakıfların satışlarında gabli fahiş bulunacak
olursa ikinci görüş tercih edilmelidir. Zira kabzettiği takdirde kıymetini
ödemesi gerekir. Bu durumda da ne yetime ne de vakfa bir zarar gelmemektedir,
demiştir.
Ben derim ki: Birinci görüşün tercih
edilmesi gerekir. Zira burada zarar söz konusudur. Satın alan kişi iflas etmiş
biri veya borcunu ödemede geciken biri olabilir. Bu durumda yetimin ve vakıfın
zararı söz konusu olabilir.
"Duçar kalan kişinin satışı ve satın
alması da fasittir ilh.. " Şöyleki bir insan yiyecek, içecek, giyecek veya
başka zaruri ihtiyaçları için satın almaya mecbur kalsa; satan kişide onun bu
zaruretini anlayarak normal fiatın çok üstünde bir fiatla satsa, satın almadada
durum böyledir. Menah. Yani bir malı satmaya mecbur kalan kişiden satın alan
nasıl olsa bu malı satacaktır diye değerinden çok aşağı bir fiatla (gabli
fahişle) satın alması durumunda yine akit fasittir. Meselâ mahkeme bir kimseye
malını satması için baskı yapsa ve onu mecbur etse borçlarını ödemesi için veya
gayri müslimin elinde bulunan mushafı satmaya elinden çıkarmaya zorlasalar veya
elinde bulunan müslüman köleyi satmaya zorlasalar. Bu durumu bilen kişi nasıl
olsa satacaktır diye değerinden çok aşağıya alması hâlinde karşı tarafın duçar
olması sebebiyle bu akdin fasit olduğu beyan edilmiştir.
Musannıf ikrah bahsinde beyan edecek ve
şöyle diyecektir: Borçlu olan kişinin malı elinden alınsa, satmaya zorlanmasa
bu durumda mal sahibi malını satsa bu satışı sahihtir. Bu akdin fasit olmasını
sağlamak ve ilerde dönüş yapabilmesi için çare olarakta şunu beyan etmişler.
Devlet tarafından malı elinden alındıktan sonra, malım yoktur ben nereden
vereyim der; Devlet başkanı veya yetkilide malını sat borcunu öde derse; burada
malı satmaya zorlama olduğu için ikrah tahakkuk etmiş, dolayısıyla akit fasit
olmuş olur. Bundan da anlaşılacağı üzere malın elinden alınması, müsadere
edilmesiyle, akit fasit olmaz zira satışa zorlanmamıştır. Ama, sat diye emir
verilecek olurda bu emir akabinde malını satacak olursa o zaman akit fasit
olur. Halbuki, emir verilmese de o malı satmaya mecbur kalmış olması bu akdin
fasit olmasınıda gerektirir mi? sorusuna cevap olarak da; hayır, zira satışında
gabli fahiş yoktur. Fazla aldanması söz konusu değildir denmektedir. Ancak,
akdin fasit olması gerekir ifadesi mutlak olarak zikredilmiş. Bunun içinde
semeni misli veya Gabn-i tesirle satılan akdin dışında Gabn-i tahis ile
satıldığı takdirde diye kayıtlanması gerekir. Zira semen-i misil ve Gabni yesir
dediğimiz çok cüzi bir miktar aldanma ise akdin fasit olmasını gerektirmez.
"Fiat zikredilmeden yapılan satışda
fasittir ilh..." Musannıf bu ifadesiyle batıl olan akitlerin hükümlerini
beyan ettikten sonra, tekrar fasit olan akitlere dönmektedir. Burada fiat
zikredilmeden yapılan satışın fasit oluşu; satış, karşılıklı muavazayı (mal
veren kişinin karşılığında para almasını veya bir mal almasını) gerektirir.
Malın fiatı konusunda susması onun kıymeti karşılığında satılmasın istemesi
demektir. Buna göre mal. anlaşılan bir fiat üzerinden değil, diğeri üzerinden
satılmıştır. Değeride o anda bilinmediğine göre akit fasit olmuş olur. Burada
akit fasittir, batıl değildir. Dürer. Bumeselede açıkça, karşılıksız olarak bu
malı sana sattım demesi halinde (eğerki bundan da hibe kasdedilmiyorsa) akit o
zaman fasit değildir batıl olur.
"Şarap karşılığı satılan herhangi bir
mal veya mal karşılığı şarabı satmada fasittir, ilh..." Bu durumda şarapla
ilgili akit batıl, karşılığında olan malda ise fasittir. Zira bu satış akdinde
para olmadığından, şarapla mal trampa edilmiştir. Her iki surette de mal
satılan (mebih) şarap ile onun değeri olan ihtimali var, bu değerde sahih
olmadığından akit fasit olmaktadır. Bu ifadeyle musannıf şunada işaret etmek
istemiştir. Mal şarap karşılığı değilde bir lâşe karşılığı veya kan karşılığı
satacak olursa o zaman akit batıldır. Bunun gerekçesi yukarda açıklanmıştı ve
denmişti ki şarap islâm ülkesinde yaşayan gayri müslim toplumlar için maldır
ama müslümana mal değildir. Kan ile lâşe hiçbir toplulukta mal olmadığından
akit batıl olmuş olur.
"Nitekim yukarda geçti ilh..."
Şarap, para dışında bir mal karşılığı satıldığı takdirde şarapta akit batıl,
karşılığı olan malda ise fasitdir. Fasit akitlerde kabzedilen malın kıymetini
ödemek gerekir. Burada da o malın kıymetinin ödenmesi gerekmektedir. Tabiki bu
husus müslüman hakkında böyledir. Gayrimüslimler hakkında ise durum değişiktir.
Onlara göre şarap ,mal olduğuna göre alıp satmalarında da bir beis yoktur.
Bunun tafsilâtı yukarda geçmiştir.
"Ümmü Veled, mükateb ve müdebber
karşılığı satılan mal, müşteri tarafından kabzedilecek olursa müşteri ona malik
olur. Her ne kadar akit fasit isede ilh..." Müdebber karşılığı mala malik
olur şeklinde kayıt yapılmıştır. Ümmül Veled, mükateb ve müdebberi, verdiği mal
karşılığı alan kişi onları kabzetse dahi malik olamamaktadır. Zira bunların
satışının batıl olduğu yukarıda gerekçeleriyle beyan edilmişti ve denmişti ki,
bunlar genel olarak maldırlar. Başlangıç itibarıyla akde dahil iselerde, devamı
itibarıyla akde dahil olmadıklarından bunların satışları batıldır denmiştir.
Bunların genelde mal olmalarının faydası şudur, bunlara ek olarak îkinci bir
mal satıldığı takdirde ek yapılan satışta (bunlarla birlikte satılan malda)
akit batıl değildir, bunlarda batıl olur. Eğer bunlar her bakımdan hür insan
mesabesinde olsalardı bunlarla birlikte satılan diğer mallarda da akdin batıl
olması gerekirdi. Dürer.
"Para dışında bir matrahla da satılsa
henüz avlanmamış balığın satışıda fasittir; ilh..." Bu ifadeden anlaşılan
balığın satışı fasittir. Kabzedildiği zamanlarda ona müşteri malik olur.
Halbuki, henüz mülkünde olmayan malın satışı batıldır. Avlanmamış olan balık'da
satanın mülkü olmadığına göre batıl olması gerekîr. Çünkü henüz avlanmamış
balık yok hükmündedir. Yok olan malın satışı İse batıldır. Bunun İçînde burada
fasit olan, balık karşılığı alınan maldır. Balığın kendisi değildir. Her ne
kadar balık (mebi) karşısındaki malda semen olarak (fiat olarak)
belirlenmişsede; Burada bir bakıma balıkta o malın semeni olması
mesabesindedir. Buna göre de mal, balık karşılığı satılmış olmaktadır. Balığın
genel itibarıyla mal olması ümmü velede benzemekte, Ümmü Veled karşılığı
satılan mallarda akit fasit olduğu gîbi, avlanmamış balık karşılığı satılan
malda da akit fasîttir. Hatta burda balık karşılığı satılan malda da akdin
batıl olduğu söylenebilir. Zira balık henüz avlanmadığına göre mal değildir.
Mal olmayanın karşılığı satılan maldaki akitte batıldır. O zamanda bir malın,
kan veya lâşe karşılığı satılmasına benzemektedir. Ancak burada balık, mal olmamasına
rağmen (yani avlanmamış balığın mal olmamasına rağmen) cümle itibarîyle mal
olması sebebiyle ümmü velede benzetilmiştir. Ümmü veled karşılığı satılan mal
ise fasittir batıl değildir. Zira balığı daha sonra avlasa ona malik olacaktır.
Burada yine şöyle bir itiraz vaki olabilir.
Eğer su içinde balık belirlenmiş ise durum böyledir. Ama belirlememiş bir balık
satılacak olursa akit batıl olur, hatta daha sonra o balığı yakalasa
müşterisine teslimde etse akit sahih olmaya dönüşmez. Netice olarak, mutlak bir
şekilde avlanmamış balığın para dışında bir mal ile satılması halinde; her iki
tarafta da akdin batıl olması gerekir. Hem malda hemde balıkta. Zira, burada,
akit lâşeyi bir mala değiştirme veya bunun aksi mesabesindedir. Ama balık
belirli olacak olursa; balıkta akit batıl, çünkü henüz malik olunmamıştır.
Karşılığı olan malda ise akit fasittir. Zira bu malın karşılığı olan balık
genel itibarîyle maldır. Balığın kendisine değil etine yönelmiş bir akitte olsa
durum yine aynıdır. Zira yine balık eti misli olan hususlardan sayılmıştır. Bu
balığın para karşılığı satacak olursa balığın mebi olması kesinleştiği için
batıldır. Zira balık henüz mülk değildir. Bu konuda benîm arzedeceklerim bu
kadardır.
"Sadrı Şeria; ilh..." Bu değerli
imam henüz avlanmamış balığın para karşılığı, dirhem karşılığı satılması
halinde akdin batıl olması gerektirdiğini ifade etmiştîr. Ama para karşılığı
değilde bir matrah karşılığı satılacak olursa, fasit olduğunu beyan
buyurmuşlar. Çünkü, maldır henüz faydalanılmayacak derecededir. Yani gayri
mütekavvimdir. Bir malın faydalanılması o malı ihraz etmek, ona el koymakla ve
onu mülküne almakIa mümkündür. Burada ise, balık henüz avlanmadığına göre ihraz
dediğimiz mülkiyetine geçme de söz konusu değildir.
"Onun için görme muhayyerliği vardır;
ilh..." Balık suda iken balığın görülmesine itibar yoktur. Çünkü su içinde
ve dışındaki görünümü biribirinden farklıdır. Şurunbulâlî.
"Ancak balık kendiliğinden girecek
olursa ilh..." Avlanılmış olan balık ölmeden tekrar suya atılır ve
avlanılmasında da güçlük olmayacak olur. Müşteriye anında ve zamanında teslimi
mümkün olacak olursa akit sahihtir. Ama tesliminde güçlük çekilecek olursa
fasittir. Balıklar göle veya gölete kendiliğinden girer ve onun menfezi
kapatılmazsa o zaman o balıklara malik olmayacağı için bu balıkların satışı
batıldır. Çünkü bunlarda henüz mülkiyet mevcut değildir. Zira müellifin hemen
bu ifadenin akabinde (hemen tıkayacak olursa) ona malik olur ifadesinden de bu
anlaşılmaktadır.
"Tıkayacak olursa ona malik olur
ilh..." İşte o zaman bunun satışı da (eğerki yakalanmasında güçlük
olmazsa) sahihtir. Ama yakalanılmasında güçlük çekilecek olursa o zaman akit
sahih olmamaktadır. Zira teslimîne o an için muktedir değildir. Netice olarak
Fetih'te beyan edildiği gibi balık birhavuza girse; bakılır eğer bu havuz
yalnız balığın girmesi için hazırlanmış, özel olarak yapılmış ise ona malik
olur. Başka birinin o balıkları alması caiz değildir. Bu durumda tabiki çaba
harcamadan kolaylıkla alınıp zamanında teslimine muktedir olduğu taktirde
satışı sahihtir. Eğer mümkün olmazsa yukarda beyan edildiği gibi teslimine
muktedir olamaması nedeniyle caiz değildir. Ama balık avlamak için hazırlamamış
ise oraya giren balıklara henüz malik değildir. Malik olmadığına göre de satışı
caiz olmaz. Ancak balıklar orada iken çıkış yollarını tıkıyacak olursa
(girdikleri zaman) o zaman malik olur. Yine aynı durum söz konusudur. Fazla
mesai harcamadan alınması ve teslim edilmesi mümkünse satış caiz, değilse caiz
değildir. Eğer onun. için hazırlamamış ise buna rağmen o balıkları almış, daha
sonra o gölete veya havuza tekrar salmış îse birinci derecede avlamış
olduğundan ona malık sayılır. Mesai harcamadan yakalaması, teslim etmesi
halinde teslimine muktedir olacağı İçin caiz, eğer zorlanacak olursa caiz
değildir. Her ne kadar bunlara malik isede teslimine muktedir olamamaktadır.
METİN
Balık avlamak için havuz ve göllerin
kiralanması caiz değildir. Bahır Elinden saldıktan sonra dönmeyecek olan
havadaki kuşun satışı fasittir. Bunu ama henüz onu avlamadan satacak olursa,
malik olmadığı için batıldır. Ama, kuş uçar yuvasına dönerse güvercin gibi,
onun satışı sahihtir ve caizdir. Diğer bir rivayete göre caiz olmadığı
söylenmîş, Nehir'de de bu görüş tercih edilmiştir.
Doğmamış yavrunun satılması, Bahır'da
kesinlikle ifade edildiğine göre, doğacakların yavrularını satmadaki durum gibi
batıldır. Cariyenin hamlini istisna ederek satılması (şartın fasit olması
nedeniyle) fasittir. Ama yavru istisna edilerek, henüz doğmamış yavrunun
istisna edilmesi suretîyle bunların hibesi ve vasiyet edilmesi caizdir.
Memedeki sütün satılması da, Bercendî'nin
kesinlikle ifade ettiği gibi batıldır. Henüz sederiden çıkarılmamış, sedef
içerisindeki încînin satılması da zarara vesile olması itibariyle batıldır.
Koyun sırtında henüz, kırkılmamış olan yünün satılması da bunun gibidir. Malik
ile Ebû Yusuf buna cevaz vermiştir. Sirac'ta yünü keser ve teslim ederse
memedeki sütüde sağar, müşteriye teslim edecek olursa, akit sahih olmaz
demiştir. Yaratılış itibariyle satılan mala, tamamen bitişik olanın, hayvandan
bir parça olması sebebiyle satılmaları da batıldır. Hayvanın henüz diri iken
derisinin satılması, hurma içerisindeki çekirdeğin satılması ve karpuz
içerisindeki çekirdeğin satılması bunlara örnek teşkiletmektedir. Zira örfen
mevcut değildir.
İZAH
"Havuzların balık avlamak üzere
kiralanması caiz değildir ilh..." Nehir'de şöyle ifade edilmiştir.
Bilindiği gibi Mısır'da tehade havuzu gibi küçük havuzlar vardır. Bu havuzlarda
balıklar toplanır. Balıkların avlanması için bu gibi Havuzların kiraya verilip
verilemiyeceği sorusuna Bahır'da izah'dan naklederek caiz olmadığı
belirtilmiştir. Ebû Zinat'tan naklen Ebû Yusuf Harac isimli eserinde şöyle
demektedir: Ömer ibni Hattab'a ufak gölet ve golcüklerde biriken balıklar
vardır. Irak topraklarında bunları kiraya verelim mi? diye sorulmuş, Hz. ömer
de cevap olarak "veriniz" demiştir. Ancak îzah'taki ifade fıkıh
prensip ve kaidelerine daha uygundur.
Ebu Yusuf'tan yine Bahır'da onun da Ebû
Hanife'den, onun da Hammad'dan, onun da Abdurrahman Oğlu Abdülhamid'den şu
rivayeti nakledilmektedir. Ki Ömer ibni Abdülazize havuzlardaki balıkların
satışı sorulmuş, o da "bir beis yoktur" demiş ve cevaz vermişdir.
Daha sonra Bahır'da şöyle devam edilmektedir. Buna göre havuzlarda olan
balıkların satışı caiz değildir. Ancak bu beytülmâle ait bir arazi içerisinde
olursa müstesnâdır. Vakıf arazisi de buna ilhak edilir.
Remlî der ki: Yukarıda söylenenlerden
anlaşıldığına göre, mutlak olarak satışı caiz değildir. Küçük havuzda, gölde,
nehirde olsun durum aynıdır. Bu mutlak ifade ile isterse beytülmâle ait bir
toprak içerisinde, isterse vakıf bir arazide olsun durum değişmez.
İmamı Ebu Yusuf'un kitabül Haraç'taki
ifadesi ise kaidelerden uzak değildir. Bunu şu noktaya irca etmek mümkündür.
Belirli yerlerin yine belirli menfaatler elde etmek üzere kiralanmasının caiz
olduğuna hamledilebilir. Ki o da avlanmaktır. Ebu Hanife'nin Hammad'ten rivayet
etmiş olduğu ifade ise, şüphelidir. Çünkü avlanmadan önce balığın satışı
demektir. Ancak burada şöyle cevap verilebilir. Bu gölcük, gölet veya havuzlar
bunun için hazırlanmış, bunun içindeki balıklar ise, teslim edilebilecek
nîteliktedir. Bu mesele önemIidir. Çünkü çoğu kez vaki olan bir meseledir.
Ancak, yukarıda Ebû Yusufun kitabül
haraç'ta ifade ettiği kaidelerden uzak değildir sözü, münakaşa götürür. Zira.
icâra akti aslında menfaata vârit olan bir akittir. Burda ise, bir aynın,
belirli bir malın istihlakine tevci edilmiş bir akittir. İleride mer'aların
otlatılmak üzere kiraya verilmesi sahih değildir diye bir ifade gelecektir.
Makdisi bunun sahîh olmadığında kesin ifade kullanmıştır. Ancak, Bahır'da biraz
önce ifade ettiğimiz hususlarla itiraz edilmiştir.
"Elden salınmış ancak yuvasına
dönmeyecek olan havadaki kuşun satılması meselesi ise," Malik olduğundan
ancak teslimine muktedir olamadığı için fasit olması gerekir. Buna rağmen o
kuşu yakalayıp teslim etse, Belh ulemasına göre bey' cevaza dönüşmez caiz
olmaz. .Ancak Kerhi'nin görüşüne göre bey' sahih olur Tahavi'den de bu şekilde
nakledilmiştir. Ve burada kuş mutlak olarak zikredilmiş olması kuşun satılan mal
veya satılana bedel olması hallerine şamil bir durumdur Bahır.
"Yine müellifin avlanmadan önce,
satışı ise batıldır ilh..." ifadesi yukarıda zikrettiğimiz ifadenin aynısı
olması sebebiyle burada da geçerlidir. Dönenkuşun satılması sahihtir, ifadesi
ise Haniye'de ve Hidaye'de zikredilmiştir. Zahire'de Mündeka'dan da böyle
nakledildiği ifade edilmiş. Bahır.
Fetih'te bunun gerekçesi olarakta, âdeten
malum olan kasi olmuş mesabesindedir. Bu kuşların dönmeme ihtimali zayıftır.
Veya dönmeyebilirler şeklinde bir mütala, bey'in cevazına mani teşkil
etmemektedir. Nitekim satılan mal henüz teslim edilmeden önce helâk olabilir
ihtimali, nasıl muteber değilse burada da bu ihtimal aynen muteber
sayılmamaktadır. Helak olduğu takdirde, tabi ki akit münfesih olacaktır. Burada
münfesih olduğu gibi kuş meselesinde de akit münfesih olmuş olur. Ancak Kıyl
kavliyle ifade edip caiz olmadığı, Nehir'de de bunun tercih edildiği söylenen
mesele, Bahır ve Şurunbulâli'de bunun zahiri rivaye olduğu, yani Hanefi
mezhebinde en kuvvetli meselelerden biri olduğu zîkredilmektedir. Nehir'de bu
mesele tercih edilirken, Fetih'ten yukarıdaki ifadeler nakledilmiş, ondan sonra
bu münakaşa edilir bir mesele demiş. Zira bey'in sıhhatinin şartlarından biri
de, hemen aktin akabinde teslimine muktedir olunmasıdır. Bunun içindir ki
kaçmış olan kölenin satışı da caiz değildir. Yani fasittir. Fetih.
Halebî ise bu konuda, ben de şöyle derim:
Kaçmış olan köle ile güvercin arasında fark vardır. Zira kaçan kölenin çoğu kez
dönmediği görülmektedir. Güvercinde ise durum şartına gelince, eğer bundan
hakikî kudreti kasdediyor ise, bu kendisine teslim edilemez. Aksi halde satılan
malın akit meclisinde bulundurulması gerekir. Bunu da kimse söylememiştir. Eğer
hükmi bir kudreti kasdediyorsa -nitekim bundan sonraki ifadelerinden de bu
anlaşılmıştır.-Bizim içinde bulunduğumuz meselede aynıdır. Zira bunların dönme,
ihtimali galiptir. Adeten dönerler. Hüküm de buna göre vermiştir.
Ben derim ki: Bu çok güzel bir izah
tarzıdır. Mevlanın her hangi bir ihtiyacı için gönderilmiş, kölenin satılması
'buna bir örnektir. Nasıl orada caiz ise burada da caiz olması gerekir. Bunun
gerekçesi de, hükmen akit esnasında teslimine muktedir olunacağı hususudur,
Çünkü galiben bunların avdet etmesidir. Ama satıştan sonra henüz, teslim edilmeden
köle kaçacak olursa müşteri o zaman muhayyerdir. İsterse akti fesheder.
İsterse, satanın koçan kölesini getirip teslim etmesini bekler. Nitekim
Bahır'da da böyledir, Oradaki durum ne ise burada da aynıdır. Ancak bu aktin
fesihine ne zaman hüküm verilir? Dönmeme ihtimalî galip olduğu zaman. Ama, kuş
veya kaçan köle hayatta olduğu müddetçe dönme ihtimali mevcuttur. Fesih
hükmünün verilmesi işe dönmeyeceklerine binaendir.
TENBİH : Burçtaki güvercinlerini satacak
olursa, eğer bu gece ise akit caiz. gündüz ise caiz değildir. Çünkü gündüz
kuşlardan bazıları burcun dışında olabilir. Onların tutulması bir hayli güç
olacağından, akit fasit olur. Açık ifadeye göre bu zahirür rîvayenin yukarıda
zikredilen meselesîne bina edilmîş bîr mesele olsa gerek. Hatta bu konuda
bazıları bir bulmaca da söylemişler. Gündüz caiz olmayıpta gece satışı caiz
olan şey nedir diye. Fakîhler birbirine sormuşlar ve bazıları da buna cevap
olarak güvercin olduğunu söylemişlerdir.
Henüz anne karnında olan yavrunun
satılmasının Bahır'da Batıl olduğu ifadesi ise; Cenâbı Peygamber (S.A.V.)
yukarıda da beyan edildiği gibi Madamin, melakih, Hablül habele dediğimîz
hayvanların satılmasını yasaklamıştır. Yani, anne karnında olan yavru (madamin)
veya erkek hayvanların sulbünde olan ve ondan meydana gelecek yavru (melakin)
ve henüz doğmamış yavrulardan doğacak yavruların satışını (Hablül habele)
yasaklamıştır. Ve bunda garar vardır. Zira olup olmayacağı bilinmemektedir.
Yukarıda yine beyan edildiği gîbi bunların üçünün satışı da batıldır.
Yakubiye'de gararla yapılan talile (açıklamaya) itiraz edilmiştir. O da
varlığında şüphe edilmesi durumudur kî; buna göre bir şey içerisine dürülmüş
olarak, vasıf yoluyla satılan malın da caiz olmaması gerekir denmektedir. Çünkü
bunun olup olmadığında şüphe vardır. Halbuki bunun cevazı fukaha tarafından
açıkça ifade edilmiştir.
Ben derim ki: Burada garar diye bir şey
yoktur. Çünkü kolayca bunun içine bakmak, olup olmadığını öğrenmek mümkündür.
Ama, anne karnında olan yavrunun daha doğup doğmayacağı, yavru olup olmadığı
bunun hilafınadır. Bahır'da Siractan naklen şöyle denmektedir. Anne karnındaki
yavruyu satar ve henüz meclisten ayrılmadan önce de yavru doğarsa, ve teslim
ederse yine caiz olmaz. Karnındaki yavru istisna edilerek cariyenin satılması,
şartın fasit olması dolayısıyla da fasittir ifadesi ise, tek başına üzerine
akit varit olamıyanın akitten de istisnası sahih değildir. Yani yavrunun tek
başına satılması nasıl sahih olmuyor ise, bunun satılan anneden istisna
edilmesi de sahih olmaz. Zira yavru henüz anne karnında iken hayvanın elleri
ayakları mesabesindedir. Ve böylece bu şart fasit bir şart olur. Ve aynı
zamanda bu şartta satıcı için bir menfaat vardır. Dolayısı ile bey fasit olur.
Hamlin istisna edilerek satılması
meselesinde üç ana nokta vardır. Birincisi; şartı fasitle batıl olabilecek
akitlerde hem akît ve hem de istisna fasittir. Bu da satış akti icara akti,
rehîn akti gibi.
İkinci husus ise: Akit caiz, istisna
batıldır. Hibe, sadaka, nikah, hulu ve amden adam öldürme konusunda belirli bir
miktara sulh olunduğu meselelerde olduğu gibi.
İkinci husus ise: Akit caiz, istisna
batıldır. Hibe, sadaka, nikâh, hulu ve amden adam öldürme konusunda belirli bir
miktara sulh olunduğu meselelerde olduğu gibi.
Üçüncü bir husus ki: Her ikisi de caizdir.
Hem akit, hem de istisna caizdir. Bu da vasiyettir.
Bir insan, cariyenin karnındaki yavruyu
istisna ederek cariyeyi vasiyet etse caizdir. Ve yine anneyi birine yavruyu da
bir başka birine vasiyet edecek olursa caizdir. Zira, vasiyet mîrasın bir
bölümü mesabesindedir. Miras henüz doğmamış yavrularda da cari olduğuna göre
vasiyet de cariolur. Cariyenin hizmeti ile vasiyet bunun hilafınadır. Zeylâi.
Yani cariyeyi birine vasiyet eder, onun hîzmetini istisna edecek olursa, bu
istisna o zaman sahih değildir. Çünkü miraçta, burada mîras cari değil
değildir. Hizmetçinin gelirini isnası hizmet istisnası gîbidir. Hüküm
itibarîyle de aynıdır.
"Hibe ve vasiyet bunun hilâfınadır
ilh..." Cariye hibe edilir, karnındaki yavru istisna edilir veya cariye
vasiyet, edilir, yavru istisna edilecek olursa, akit her ikîsinde de sahihtir.
Bu istisna bu akitleri bozmaz. Ancak hibede bu istisna batıldır, geçerli
değildir. Vasiyette ise, bu istisna şartı geçerli sayılmaktadır. Yukarıda
belirtildiği gibî.
"Memedeki sütün satılmasının
Bercendi'ye göre batıl olduğu söylemesi ilh..." Bunun fasit olmasında iki
neden zikretmişlerdir. Sadruşşeria bunlardan birisi memenin şişkinliğinin süt,
kan, veya bir hava olması ihtimaline binâendir ki; bu ihtimal aktin batıl
olmasını gerektirir. Zira o zaman sütün varlığında şüphe vardır. Bu da mal
olmamaktadır.
İkinci sebep ise: Süt memede peyderpey
meydana gelir. Satıldığı an mevcut olan müşteriye daha sonra meydana gelecekler
ise bayie ait olacağından, iki sütün birbirine karışma ihtimali vardır. Ve
böylece satılan mebide bir bakıma cehalet meydana gelmiş olur. Bu da aktin
fasit olmasını gerektirir. Tahtavi.
Ben derim ki: Fasit olması gerekir ifadesi,
batıl olmasını gerektirir ifadesine tamamen zıt değildir. Hatta akti sahihtir.
Çünkü batıl olmayı gerektiren husus onun asla meşru olmadığına delâlet eder.
Dolayısıyla Bercendi bunun 'batıl olduğuna kesinlikle hüküm vermiştir.
Garar ifadesine gelince; garara vesile
olması, garar olması itibarîyle demek; yani, var olup olmadığı bilinmeyen husus
demektir. Bu da yukarıda beyan edilen gerekçeye dayanarak aktin batıl olmasını
gerektirir. Memedeki süt misali gibidir. Remlî.
Ben derim ki: Teçnis'te bu ifadeyi teyid
eden bir îfade yer almaktadır. Şöyle ki, bir kimse sedef içerisinde bir inci
satın alsa, Ebû Yusuf bu bey'in caiz olduğunu söylemektedir. Ancak alan için
görme muhayyerliği vardır. İmam Muhammede göre ise bu akit batıldır, fetva da
buna göre verilmiştir, demektedir. Zeylâi ise, bu konuda şunları ifade
etmektedir: İçinde altın madeni olan toprağın satılması, buğday, bakla gibi
hububatın kapcakları içerisinde satılması caizdir. Çünkü bunlar bellidir,
bunların varlığı bazılarını görmekle tecrübi olarak, diğerlerinin de var olduğu
hükmüne varılmıştır.
Nehir'de ise, bunun gereği caiz olmasıdır.
Buna göre hindistan cevizi de bu kabildendir demektedir.
Koyun sırtında henüz kırpılmadan yünün
satılması yasaktır. Bu konuda yasaklayıcı Hadîsi Şerifler vârid olmuştur. Çünkü
henüz kesîlmeden önce bizâtihi mütekavvim bir mal değildir. Çünkü hayvan
sırtında olduğu müddetçe hayvanın bir vasfı mesabesinde olup, diğer parçalan ön
ve arka ayakları mesabesindedir. Ve ayrıca yün alttan uzamaktadır, uzayanlar
müşteriye sonra uzayacaklar satana ait olduğundan: geciktirildiği takdirde
müşterinin ile bai'nin hakkının birbirine karışması ihtimali vardır. Aynı
ifadeler memedeki süt konusunda beyan edilmişti. Zeylâî.
Bu hususu, koyunun sırtında kırpılmadan
yünün satılabileceğine. ikinci imam Ebû Yusuf ve imamı Malik'in cevaz
verdikleri metinde yer almış idi. Bu Hidaye'de beyan edildiği gibi Ebû Yusuftan
bir rivayettir. Ve yine müellifin bu durumda yün kesilip satılsa veya süt
sağılıp satılsa bey münakit olmaz. Yani, sahih bir bey'e dönüşmez ifadesi ve bu
ifadenin gereği bey batıl demektir. Çünkü fasit olan akitlerdeki fasit şart
izale edildikten sonra bey sahih akte dönüşebilir. Nitekim bey'ül abid
dediğimiz (kaçmış olan kölenin) satışı ile ilgili meselede bu mesele daha da
açıklığa kavuşacaktır.
Buradaki sebep ve gerekçe mutekavvim değer
taşıyan mübah intifahı o anda mümkün olmayan bir mal olması veya mal olamaması
niteliğinden kaynaklanmaktadır. O zaman musannıfın veya müellifin bu konuda
batıl bölümünde zikretmesi gerekirdi. Zira mal olmayanın satışı da batıldır.
Mal olur mütekavvim olmazsa yine bunun satışı batıldır.
Buna bir örnek olarak hayvan veya satılan
her hangi bir şeye yaratılış itibarîyle bitişik olan durumlar örmek verilmiş
idi. Bununla şunu istisna etmek için burada zikredilmişti. Köle üstündeki
elbisenin istisna edilmesi veya bina üzerindeki kirişin bina ile hilkaten
muttasıl olmadığına işaret etmek istemektedir. Çünkü bunlar kulların
(insanların) suniyle meydana gelmiş durumlardır. İbn-i Melek.
Ve bu konuda gerekçe olarak örfen mevcut
olmamalarından ötürü bu bey'in batıl olması gerekir ifadesi dolaylı olarak
satış aktine girip girmeyenler faslında bu konuyu şu ifadeye yer verirken
açıklamış idik. Buğdayın başak içerisinde satılması konusunda söyledik ve şöyle
bir ifade kullanmış idik. Zira hurma içerisindeki çekirdek olabilir. Veya bu
hurmadır veya pamuktur denebilir. Fakat bu hurmanın çekirdeğidir veya bunun
karpuz içerisinde çekirdektir veya pamuğun tanesi çekirdeğidir denemez. Ancak,
başağında buğday denebilir. Bu bademdir, fıstıktır, denir. Halbuki bunlar henüz
kabûklarının içerisindedir. İşte, bunlar kabuklarıdır, bunların içerisinde
badem vardır denemez.
METİN
Yukarıdakilerden istisna edilerek fukaha;
pırasanın satılmasının, söğütün satılmasının, dut yaprağının dallarıyla
birlikte (Teamül ve örfe binaen) satılmasının caiz ve sahih olduğunu
söylemişlerdi. Kınye'de ise, dut yaprağını satsa ve onu bir yıldan önce de
(toplamasa) almasa caizdir. Ama iki sene olacak olursa caiz olmaz. Çünkü o
zaman kesilme yeri örfen değişebilir. Nereden kesilmesi konusu, yani dalın
nereden kesileceği konusu değiştiğinden ötürü caiz olmaması gerekir.
İZAH
Müellifin pırasa gibi hususlarda fukaha
aktin sahih olduğuna kail olmuşlardır ifadesi ise: Ebû Yusuf'dan istidlâl
ederek, Ebû Yusuf'un caiz gördüğü, koyun sırtında yünün satılması meselesine
cevap niteliğindedir. Veya ondan istisna edilir. Orada caiz ise burda caiz
değildir. Veya İmamı Ebû Yusuf'un orada cevaz verdiğine göre bunlarda da caiz
olduğu gibi orada da caizdir demektir. Yani söğütün uzayan tepedeki dalları ve
pırasanın satılması nasıl caiz ise Ebû Yusufun bundan istidlâl suretiyle koyun
sırtındaki yününde satılmasının caiz olduğuna kail olmuştur. Bu hususa Zeylâi
şöyle cevap vermektedir, Pırasa ve söğüt yapraklarında böyle bir akte cevaz
verilmesi teamülden kaynaklanmaktadır. Bu konuda hiç bir nas mevcut değildîr.
Olmadığına göre hakkında nas varid olan, yani koyunun sırtındaki yünün
satılması bunlara kıyasla caizdir denemez. Ayrıca, söğüdün kavaimi dediğimiz
(tepeden üreyenleri) malın başkasıyla karışması ihtimali yoktur. Yünde ise bu
ihtimal mevcuttur. Bu da, (hidap) kınalama ile bilinir. Zeylâi. Yani söğüt ve
benzeri ağaçlarda bir işaret de konur. O işaretten sonraki büyümeler, uzamalar
müşteriye ait olduğu anlaşılmış olur. Nitekim Zeylâi bu şekilde ifade etmiştir.
Bahır'da ise, dolaylı olarak bey'in İçine
girip girmeyenlerden bahsedilirken Zahiriyye'den şöyle bir ifade nakletmiş;
Henüz yaş olan baklalardan bakla, salatalık veyahutta peyderpey, günbegün
büyüyen gelişen şeylerden satın olacak olursa caiz olmaz. Nitekim koyunun
sırtındaki yünün satılamadığı gibi. Ama söğüdün dallarının satılması ise bunun
hilafına olarak caizdir. Her ne kadar o da bunlar gibi peyderpey büyümekte ise
de. Ancak buradaki büyüme, tepeden (yukarıdan) büyüme olmuştur. Diğerlerindeki
büyüme kökten olmaktadır. Pırasa aşağıdan yukarıya büyür. Teamül itibarîyle
bunlar da caizdir. Hakkında teamül olmayanlardan ise caîz değildir.
Ben derim ki: Müellifin teamül ifadesi,
yukarıda ancak kıyas bunun dışında kalır. Zira, ifadesinin bir illeti olarak
zikretmektedir. Aksi halde söğütün dalları yukarıdan tepeden büyümektedir.
Diğer yaş sebzeler ise böyle değil, bunun hilafınadır. Dolayısıyla söğüdün
yukardan büyümesi, örf ve teamül vardır şeklinde bir gerekçe göstermeden de
caiz olmasını ifade eder. Bahır'da caiz olmadığı başka bir eserden de
nakledilmiştir. Yani söğüt dalının satılması. Çünkü her ne kadar bu tepeden
büyüyor ise de kesilmesi gereken yer meçhul kaldığı içindir. Mesela, bir kimse
kesmek üzere bir ağaç satın alsa, nerden kesileceği bilinmediği için caiz
değildir. Fetih'te, fukahadan bazıları mutlak olarak men etmişlerdir. Çünkü bu
ağacı kesmek için yerin oyulması gerekir. demekteler. Bazıları ise teamül ve
örf cari olduğu için caizdir demektedir.
Kıyasa göre söğüt dallarının satılması caiz
değildir. Ancak teamülden ötürü caizdir. Pırasanın satılması da caizdir. Her ne
kadar tabandan büyüyor ise de. Çünkü bunda teamül vardır. Yani Bahrın rivayet
etmiş okluğu azami cevazla ilgili ifadeye cevap teşkil etmektedir. Yani,
dolayısı ile caizdir. Nehir.
Söğüt ağacından maksat söğüt ağacının
dalları demektir.
Kınye'de, dut ağacının yaprağının satılması...
Buda yalnız yâprakların değil. dallarıyla birlikte satılması demektir.
Kınye'nin ifadesi şöyledir. "Bir kimse dut yapraklarını satın alır. Kesme
yerini belirlemez. .(Ancak örfen belli ise sahihtir.) Dalları Kesmeyip
terkederse onun ikinci yıl içindede kesme hakkına sahip olduğunu da yer
verilmiş."
Ancak dut yapraklarını satar, bir yıldan
önce kesmezse caiz, ama bu süre iki yıl olacak olursa caiz olmaz. Çünkü bir
sene içerisinde örfen kesilebilecek yer bellidir. Onun dışında kalan sürede bu
belli olmayabiliri