TALÂK
BAHSİ 2
ZORLAMAKLA SAHİH OLAN MESELELER. 9
SARHOŞUN TARİF VE HÜKMÜ. 12
TALÂKIN SAYISI KADINLARA BAKARAK
İTİBAR EDİLİR. 18
SARİH
BÂBI 1
İNKILÂB,
İKTİSAR, İSTİNAD VE TEBYİN. 1
CİMA
EDİLMEYEN KADINI BOŞAMA BABI 1
KİNÂYELER BÂBI 2
SARİH SARİHA VE BÂİNE MÜLHAK OLUR. 9
TALÂKI TEFVİZ BÂBI 15
EMRİN ELİNDEDiR BÂBI 24
MEŞİET (DİLEK) HAKKINDA BİR FASIL 29
TÂLİK BÂBI 2
TÂLİKTAN MURAD CEZA VERMEKTİR, ŞART
DEĞİLDİR. 4
TAS MESELESİ 8
İSTİSNA VE DİLEMEK MESELELERİ 21
VAZ' İSTİSNANIN HÜKÜMLERİ 29
HASTANIN TALÂKI BÂBI 36
HASTANIN
TALÂKI BÂBI 1
RİC'AT BÂBI 2
İLÂ BÂBI 2
HUL BÂBI 2
HASTA KADININ HUL'U. 20
ZIHÂR BÂBI 2
KEFFÂRET BÂBI 2
LİÂN
BÂBI 2
İNNİN VE BAŞKALARI 2
İDDET BÂBI 2
HİDAD (YAS TUTMA) HAKKINDA BIR FASIL 2
NESEBİN SÜBUTU HAKKINDA BİR FASIL 2
HADÂNE BÂBI 2
NAFAKA BÂBI 2
METİN
Talâk, lügatta bağı çözmek demektir. Lâkin
ulema onu kadın hakkında boşama saymışlardır. Kadından başka şeyler hakkında o,
salıvermek demektir. Bundan dolayıdır ki, "sen mutlakasın" sözü,
kinâyedir. Şer'an talâk; lâfz-ı mahsus ile bâinde halen, ric'îde meâlen nikâh
kaydını kaldırmaktır.
İZAH
Musannıf nikâhı ve nikâha bitişik ve ondan
sonra gelen hükümlerini bitirdikten sonra, nikâhı ortadan kaldıran şeyleri
izaha başlamış, bu hususta süt meselesini önce almıştır. Çünkü süt meselesi
ebedî haram olmayı icabeder. Talâk bunun hilâfınadır. Yani şiddetliyi hafiften
önce zikretmiştir. Bahır.
«Lâkin ulema onu ilh...» Bahır'ın buradaki
ibaresi şöyledir: «Ulema bu kelimenin nikâhta tatlîk, başka yerlerde itlâk
şeklinde kullanıldığını söylemişlerdir. Hattâ birincisi sarih, ikincisi kinaye
olmuştur. Binaenaleyh, "seni tatlîk ettim, sen mutallakasın"
sözlerinde niyete muhtaç değildir. Fakat, "seni ıtlâk ettim, sen
mutlakasın" sözlerinde niyete bağlıdır.»
Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Bu kullanma
örfe göredir. Velevki mânâ lügaten her iki lâfızda değişmesin. Böyle şeyler
caizdir. Nitekim 'Hasân' kelimesi kadın hakkında; 'Hisân' kelimesi ise at
mânâsında kullanılır.» Zâhire bakılırsa, Bedâyi sahibi örften, lügat örfünü
kasdetmiştir. Çünkü kendisi başka bir yerde, "Talâk lügatta ve şeriatta
nikâh kaydını kaldırmaktan ibarettir." diye açıklamıştır. Keza talâkın
lügatta sarih ve kinaye kısımlarına da delâlet ettiğini açıklamıştır.
«Şer'an talâk ilh...» tarifine Bahır sahibi
birkaç şekilde itiraz etmiştir.
Birincisi: Ulema; talâkın rüknü, kaydın
kaldırıldığını bildiren lâfz-ı mahsustur, demişlerdir. Binaenaleyh tarifi
bununla yapmak gerekir. Zira bir şeyin hakikatı rüknüdür. Bu izaha göre talâk;
nikâh bağını kaldırmaya delâlet eden sözdür.
İkincisi: Kayıt, kadının çıkmaktan ve
görünmekten men edilmiş olmasıdır. Nitekim Bedâyi'de bildirilmiştir.
Binaenaleyh bu tarif lügavî mânâya münasiptir. Şer'î mânâya münasip değildir.
Üçüncüsü: Talâkı, "Nikâh akdini velev
meâlen olsun lâfz-ı mahsusla kaldırmaktır." diye tarif etmek gerekirdi.
Ben derim ki: Birincinin cevabı şudur:
Talâk kelimesi mastar mânâsına gelen bir isimdir. Mastar tatlîktir, Nasılki
selâm teslim mânâsına; serâh da tesrîh mânâsına gelir. Yahut talâk kelimesi
talukat veya talekat fiilinin mastarıdır. Fetih'te böyle denilmiştir. Yukarıda
geçti ki, lügaten talâk, mutlak surette bağı kaldırmaktır. Yani ister devenin
ve esirin bağı gibi hissî olsun, ister buradaki gibi mânevî olsun fark etmez.
Şer'î mânâ lügat mânâsında dahikullanılır. Böylece sabit olur ki, şer'î talâkın
hakikatı, mastarın delâlet ettiği fiildir. Lâfzınkendisi değildir. Lâkin bu
mânevi bir şey olup, ancak kullanıldığı lâfızla tahakkuk ettiği için, onun
rüknü lâfızdır denilmiştir. Demek ki lâfız onun hakikatı değil; ona delâlet
eden şeydir. Onun için musannıf Fetih sahibine uyarak, "Talâk, lâfz-ı
mahsus ile nikâh bağını kaldırmaktır." demiştir.
İkinci ile üçüncünün cevabı da şudur:
Kayıttan murad, akittir. Onun için Cevhere'de, "Şeriatta talâk, nikâh
düğümünü çözmek için konulan mânâdan ibarettir." denilmiştir. Demek oluyor
ki, Cevhere sahibi onu evvelâ söylediğimiz gibi mastar mânâsıyla tefsir
etmiştir. Bağın kaldırılmasını düğümün çözülmesi tabiriyle; yani istiare
yoluyla nikâh bağının çözülmesiyle ifade etmiştir. Akdin kaldırılmasından
murad, hükümlerini kaldırmaktır. Çünkü akitler kelimelerden ibarettir. Bunlar
konuşulduktan sonra meydanda kalmazlar. Nitekim bunu Telvîh sahibi illetler
bahsinde tahkîk etmiştir. Bundan dolayıdır ki Bedâyi sahibi, «Nikâhın hükmünü
kaldıran şeyin beyanına gelince: O talâktır." demiştir. Bundan önce
şunları söylemiştir: «Sahih nikâhın hükümleri vardır. Bunların bazıları aslî,
bazıları da tâbi'lerdendir. Birincisi, cimanın helâl olmasıdır. Ancak bir ârıza
bulunursa helâl olmaz. İkincisi, bakmanın helâl olması, milk-i müt'a, milk-i
hapis vesairedir.» Bahır sahibi, "Akdin eserlerinden biri de, cima edilen
kadın hakkında iddettir. Onun için ulema talâkı akdin kaldırılmasıdır diye
tefsir etmemişlerdir." diye itirazda bulunmuşsa da kendisine, "İddet
nikâhın hükümlerinden değildir. Çünkü nikâh iddet için tahsis edilmiş değildir.
iddetin nikâh eserlerinden olması, nikâhın hükümleri kalktıktan sonra
bulunmasına aykırı değildir. Nasılki bizzat talâk nikâh akdinin
eserlerindendir. Ama nikâhın hükümlerinden olması doğru değildir." diye
itiraz edilmiştir.
Bunun izahı şudur: Akitler hükümlerinin
illetleridir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. Yine ulemanın söylediklerine
göre, hariçten hükme taallûk eden bir şey eğer hükümde müessir ise, bu
illettir. Tesirsiz olarak hükme ulaştırırsa sebeptir. Müessir değil, ulaştırmış
da değilse bakılır: Hükmün vücudu o şeye bağlı ise, bu şarttır. Bağlı değilse,
o şeye delâlet ettiği takdirde alâmettir. Tamamı usûl kitaplarındadır.
Şüphesizki nikâh akdi cimanın helâl olması için illettir. Helâllığı kaldırmanın
illeti değildir. Helâllığı kaldırmanın illeti talâktır. Çünkü talâk onun için
konulmuştur. Evet, nikâh bunun şartıdır. Nitekim talâk da iddetin vâcip olması
için şarttır. Ulemanın iddet bâbında açıkladıklarına göre, iddetin şartı,
nikâhı veya nikâh şüphesini kaldırmaktır. Şu halde nikâh talâkın iddet için
şart olabilmesinin şartıdır. Bu suretle iddetin bu itibarla nikâhın
eserlerinden olması sahihtir. Anla!
"Meâlen" yani ileride iddet
bittikten sonra yahut birinci talâka iki talâk daha katıldıktan sonra nikâh
kaydını kaldırmaktır. Bu izaha göre kadın iddet içinde veya kocası kendisine
döndükten sonra ölürse, birinci talâkın vukubulmadığı anlaşılmak gerekir. Hattâ
kocasıkarısını hiç boşamadığına yemin etse, yemini bozulmuş olmaz. Bahır.
Burada şöyle denilebilir: Kadına dönmek talâkın vukuunu gerektirir. Zeylâî ve
başkalarının açıkladıklarına göre talâk vukubulmadan kadına dönmek imkânsızdır.
Makdisî. Binaenaleyh talâkın her iki nev'ine şâmil olacak doğru tarifi,
Kuhistânî'nin yaptığıdır. Kuhistânî, «Talâk, nikâhı yahut onun noksanlaşan
helallığını lâfz-ı mahsus ile gidermektir.» demiştir. Onun içindir ki Bedâyi
sahibi, «Ric'î talâka gelince: Ona verilen aslî hüküm, sayının eksilmesidir.
Milkin elden gitmesi, cimanın helâl olması ise onun aslî hükmü değildir. Hattâ
derhal sabit olmaz. Bilâkis iddet bittikten sonra sabit olur. Bu bize göredir.
Şâfiî'ye göre ise cimanın helallığının kalmaması onun aslî hükümlerindendir.
Hattâ müracaat etmezden önce o kadına cima etmesi helâl değildir.» demiştir.
METİN
Lâfz-ı mahsus talâka şâmil olan sözdür.
Bununla âzâd ve bülûğ muhayyerliği gibi fesihler ve dinden dönmek tariften
hariç kalır. Zira bunlar talâk değil fesihtir. Bununla anlaşılır ki, Kenz ile
Mültekâ'nın ibareleri hem tard hem akis yoluyla bozuktur. Bahır. Umumiyetle
ulemayo göre kadın boşamak mübahtır .Çünkü âyetler mutlaktır. Ekmel. Bazılan -
yâni Kemâl - esah olan haram olmasıdır. Ancak şüphe ve yaşlılık gibi bir
hâcetten dolayı mübah olur demiştir. Ama mezhep birinci kavildir. Nitekim
Bahır'da bildirilmiştir. Ulemanın, «Talâkta asıl haram olmasıdır.» sözlerinin
mânâsı şudur: Şâri hazertleri bu esası bırakarak onu mübah kılmıştır.
İZAH
«Talâka şâmil olan sözdür.» Yani t, I, k
maddesine şâmil olan sözdür ki, sen tâliksin dediğinde açık; sen mutlakasın
sözünde kinaye yoluyladır.
«Fesihler hariç kalır ilh...» Fetih sahibi
şöyle demiştir: «Böylece, kadın müslümanlığı kabulden çekindiği, karı-kocadan
birinin dinden döndüğü, iki memleketin birbirine hakikaten veya hükmen zıt
düştüğü, bülûğ ve âzâd muhayyerliği, küf' olmamak ve mehir noksanlığı gibi bir sebeple
hâkimin karıkocayı birbirinden ayırması tariften hariç kalmıştır. Çünkü bunlar
talâk değildir.» Velî bâbında manzum olarak nelerin talâk, nelerin fesih
sayılacağı ve hâkimin hükmünün şart olup olmadığı yerler geçmişti. Oraya
müracaat edebilirsin!
«Bununla...» Yani meâlen ve lâfz-ı mahsus
kayıtlarını ziyade etmekle demektir.
«Kenz ile Mültekâ'nın ibareleri» ki,
«Şer'an nikâhla sabit olan kaydı kaldırmaktır.» şeklindedir.
«Hem tard hem akis yoluyla bozuktur.» Yani
yaptıkları tarif ağyarını mâni değildir. Çünkü fesihler dahildir. Efradını cami
de değildir. Çünkü talâk-ı ric'î hariç kalır.
«Şüphe» den murad, kadının fahişelik
yaptığını zannetmektir.
«Mezhep birinci kavildir.» Çünkü Teâlâ
Hazretlerinin, «O kadınları iddetleri için boşayın.» «Kadınları boşarsanız size
bir günah yoktur» gibi âyetleri mutlaktır. Bir de Peygamber (s.a.v.) Hz.
Hafsa'yı ortada bir şüphe ve yaşlılık bulunmadığı halde boşamıştır. Ashab-ı
Kiram da öyle yapmışlardır. Hasan b. Ali (r.a.) çok kadın almış ve boşamıştır.
Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği, «Peygamber (s.a.v.); Allah indinde helalın en
sevimsizi talâktır, buyurdu.» hadîsine gelince: Burada helaldan murad;
yapılması lâzım olmayan şeydir ki mübaha, menduba, vâcibe ve mekruha şâmildir.
Nitekim bunu Şümunnî söylemiştir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan
alınmıştır.
Ben derim ki: Lâkin cevabın hâsılı şudur:
Bir şeyin sevimsiz olması helâl olmasına aykırı değildir. Çünkü bu mânâya
helâl, mekruha şâmildir. Mekruh da sevimsizdir. Helaldan, «terki fiiline tercih
olunmayan» mânâsı kasdedilirse, bunun hilâfınadır. Sen biliyorsun ki, bu cevap
ikinci kavli te'yid etmektedir. Ondan sonra dahi ikinci kavlin te'yidi
gelmektedir.
«Ulemanın» sözü Fetih sahibine cevaptır.
Fetih sahibi şunları söylemiştir: «Ulemanın talâk mubahtır demeleri ve talâk
ancak yaşlılıktan veya şüpheden dolayı mübah olur diyenlerin sözünü Peygamber
(s.a.v.) Hz. Hafsa'yı boşadı diye iptal etmeleri talâkta asıl haram olmasıdır
sözlerine aykırı değildir. Çünkü talâkta nikâh nimetine karşı küfran
(nankörlük) vardır. Talâkın mübah kılınması, kurtuluşa ihtiyaç olduğu içindir.
Bir de; Allah indinde helalın en sevimsizi talâktır, buyurulduğu içindir.»
Bahır sahibi buna şöyle cevap vermiştir:
«Bu kaide şer'an talâkın haram olduğuna delâlet etmez. O ancak burada esas
haram olduğunu bildirir. Bu da şeriatla terkedilmiştir. Binaenaleyh meşru olan
helâl olmasıdır. Bu, fukahanın şu sözlerine benzer: Nikâhta asıl, haram
olmasıdır. O ancak doğurmaya, üremeye ihtiyaç olduğu için mübah kılınmıştır. Bu
sözden onun haram olduğu anlaşılır mı? Hak olan, kadından kurtulmak isteyerek
ihtiyaç yokken talâkın mübah olmasıdır. Buna delil, yukarıda geçen âyetlerdir.»
Ben derim ki: İki esasın arasındaki fark
gizli değildir. Çünkü nikâhta asıl olan memnuiyet tamamiyle giderilmiştir. Onda
aslâ memnu taraf kalmamıştır. Meğerki haricî bir ârıza olsun. Talâk böyle
değildir. Hidâye sahibinin açıkladığına göre, o köleliği yok etmek cihetinden
haddi zatında meşrudur. Bu da başkasından gelen bir mânâ için memnu olmasına
aykırı değildir. Bu mânâ kendisine birçok dînî ve dünyevî yararların taallûk
ettiği nikâhı kesmektir. Bu açık gösterir ki, talâk hem meşru hem memnu iki
taraflı bir şeydir. Meşru ile memnuun bir yere gelmelerinde zıddiyet yoktur.
Çünkü haysiyet muhteliftir. Gaspedilen yerde namaz kılmak gibi ki, burada
asıldaki memnuiyet tamamiyle yok olmamıştır. Bilâkis şimdiye kadar mevcuttur.
Nikâhtaki memnuiyet bunun hilâfınadır. O, muhterem olan insan cüzüyle
faydalanmak ve başkalarının avret yerlerini görmek cihetinden memnu idi. Fakat
bu memnuiyet, doğuma ve bu âlemin devamına olan ihtiyaç sebebiyle ortadan
kalkmıştır.
Talâka gelince: Onda asıl olan,
memnuiyettir. Yani haram olmasıdır. Ancak onu mâbah kılan bir ârıza sebebiyle
mâbah olur. Ulemanın, «Talâkta asıl, haram olmasıdır. Mübah kılınması kurtuluşa
olan ihtiyaçtan ileri gelir.» sözlerinin mânâsı budur. Talâk hiç sebepsiz
olursa, onda kurtulmaya ihtiyaç yok demektir. Bilâkis ahmaklık, düşüncesizlik
ve sırf nankörlük olur. Sadece kadına, ailesine ve çocuklarına eza, cefadan
ibarettir. Onun içindir ki ulema, «Talâkın sebebi, karı-kocanın ahlâkı
birbirine uymadığı ve Allah'ın emirlerini yapmamayı icabeden küsüşme ârız
olduğu vakit, birbirlerinden kurtulmaya ihtiyaç hâsıl olmasıdır.» demişlerdir.
Demek ki hâcet, söylenildiği gibi yaşlılığa ve şüpheye mahsus değildir. Bilâkis
umumîdir. Nitekim Fetih sahibi bunu ihtiyar etmiştir. Şer'an mübah kılan
hâcetten ayrıldığı yerde aslî memnuiyeti üzere kalır. Onun için Teâlâ
Hazretleri, «Eğer kadınlar size itaat ederlerse, onların aleyhine yol
aramayın.» Yani ayrılmayı istemeyin buyurmuştur. Allah indinde helâlın en
sevimsizi talâktır, hadîsi de buna göre yorumlanır.
Fetih sahibi diyor ki: «Mübah sözü, bazı
vakitlerde mübah kılınan mânâsına yorumlanır. Yani mübah kılan hâcet tahakkuk
ettiği zaman demektir.» Zikredilen hâcet bulundu mu talâk mübahtır. Peygamber
(s.a.v.) ile ashabının ve diğer imamların yaptıklan da, kendilerini abesle
iştigalden ve sebepsiz yere eziyet vermekten korumak için buna yorumlanır. Şu
halde Bahır sahibinin, «Hak olan, kadından kurtulmak için hâcet yokken talâkın
mübah olmasıdır» sözünden muradı, sebepsiz kurtulmaksa - ki hatıra gelen budur
- memnudur. Çünkü ulemanın, «Talâkın mübah kılınması, kurtulmaya hâcet olduğu
içindir.» sözlerine muhaliftir. Onlar bunun ancak ihtiyaç hâsıl olduğu vakit
helâl olduğunu söylemişlerdir. Mucerret kurtulmak istediği vakit helâl olur
demek istememişlerdir. Bahır sahibi ihtiyaç anında kurtulmayı kasdettiyse,
matlub olan budur. Yine Bahır sahibinin, «Fetih sahibinin sahih kabul ettiği
kavil, zayıf olan kavli tercihtir. Ulemamızın mezhebi değildir.» ifadesi söz
götürür. Çünkü zayıf olan, yaşlılık veya şüpheden başka bir sebeple talâkın
mübah olmamasıdır. Fetih sahibinin sahihlediği ise, böyle bir şeyle kayıtlı»
olmamasıdır. Nitekim ulemanın hâceti mutlak söylemeleri de bunu iktiza eder.
Yine bu anlattığımız ile, ulemanın mübahtır demeleriyle talâkta asıl haram
olmasıdır sözlerinin arasındaki zıddiyet ortadan kalkmıştır. Çünkü haysiyet
muhteliftir. Keza Bahır sahibinin mezhep budur diye iddia etmesiyle, Fetih sahibinin
sahih kabul ettiği kavil arasında muhalefet olmadığı da anlaşılmıştır. Bu izahı
ganimet bil! Çünkü o, kâdir olan Allah'ın bahşettiği fütûhattandır.
METİN
Hattâ eza veren veya namazı terkeden kadını
boşamak müstehap bile olur. Gâye. Bu şunu ifade eder ki, namaz kılmayan kadınla
geçinmekte günah yoktur. İyilikle elde tutmak mümkün değilse, kadını boşamak
vâcip; talâk bid'î olursa haramdır. Talâkın iyiliklerinden biride onunla
kötülüklerden kurtulmaktır. Bununla anlaşılır ki; «Seni boşarsam sen ondan önce
üç talâk boşsun.» gibi devir talâkı bilittifak vâkidir. Nitekim bunu musannıf
Cevâhiru'l-Fetevâ'ya nisbet ederek beyanda bulunmuştur. Hattâ devrin sahih
olduğuna bir hâkim hükmetse, hükmü asla geçerli olmaz.
İZAH
«Eza veren kadın» sözünü mutlak bırakmıştır.
Binaenaleyh kendine eza verenle, başkasına eza verene; diliyle eza verenle,
fiiliyle eza verene şamildir. T.
«Veya namazı terkeden kadın.» öyle
anlaşılıyor ki, namazdan başka farzları terketmek de namaz gibidir. İbn-i
Mes'ud (r.a.)'un, «Kadının mehri boynumda borç olarak Allah Teâlâ'ya kavuşmam,
namaz kılmayan bir kadınla geçinmemden daha hayırlıdır.» dediği rivayet olur.
T.
«Bu şunu ifade eder ki...» Yani boşamanın
müstehap olması, namaz kılmayan kadınla geçinmenin günah olmadığını ifade eder.
Bunu Bahır sahibi söylemiş ve şöyle demiştir: «Onun için Fetevâ kitaplarında
ulema; erkek karısını namazı terkettiği için dövebilir. demişlerdir. Fakat buna
bel bağlamamışlardır. Halbuki kadını namazı terkettiği için dövmek hususunda
iki rivayet vardır. Bunları Kâdıhân zikretmiştir.»
«İyilikle elde tutmak mümkün değilse...»
Meselâ erkek enenmiş veya âleti kesik yahut kalkınamaz olursa; yahut şekkâz
veya bağlı olursa, kadını boşaması vâcip olur. Şekkâz; kadınla düşüp kalkmazdan
önce âleti kalkıp, sonra cima için kalkmâyan kimsedir. Bağlıdan murad;
sihirlenen kimsedir.
«Bid'î» talâkın beyanı az ileride
gelecektir.
«Talâkın iyiliklerinden biri de, onunla
kötülüklerden kurtulmaktır.» Yani gerek dînî, gerek dünyevî kötülüklerden
kurtulmaktır. Bahır. Meselâ evliliğin hakkını veremez yahut kadına karşı şehvet
duymaz olmuştur. Fetih sahibi diyor ki: «Onun iyiliklerinden biri de,
kadınların değil, erkeklerin eline verilmiş olmasıdır. Çünkü kadınların
akılları eksik, heva hevesleri galip, dinleri noksandır. Bunlardan biri de.
talâkın üç defa meşru olmasıdır. Zira nefis yalancıdır. Çok defa kadına ihtiyaç
yokmuş gibi gösterir, sonra pişmanlık hâsıl olur. Binaenaleyh erkek birinci ve
ikinci defalarda kendini denesin diye üç defa meşru olmuştur.» Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır.
«Bununla» Yani zikredilen kurtuluşun
talâkın iyiliklerinden olmasıyla anlaşılır ki, devir talâkı vâki olur. Çünkü bu
talâk vâki olmasa, bu hikmet de elden gider. H. Buna devir talâkı denilmesi, iş
iki zıt arasında döndüğü içindir. Çünkü halen geçerli olmak üzere yapılan
talâkın vukuundan, ondan öncesine tâlik edilen üç talâkın vukuu lâzım gelir.
Ondan önce yapılan üç talâka vukuundan bir talâkın, vâki olmaması lâzım gelir.
Şu halde devirden murad, kelâm ilminde ıstılah olan devir değildir. Oradaki
devir, iki şeyden herbirinin diğerine bağlıolmasıdır. Bundan da bir şeyin kendi
nefsine bağlı olması ve ondan bir yahut iki mertebe geri kalması lâzım gelir.
T.
«Vâkidir.» Yani kadını bir defa boşadı mı,
geçerli olan bir talâkın üçü, muallâk olanın da ikisi vâki olur. Kadını iki
defa boşarsa, ikisi de vâki olur; bir de muallâk talâk vâki olur. Üç defa
boşarsa, üçü de vâki olur. Muallâk talâka ehliyet kalmamış olur. Bu sebeple o
hükümsüz kalır. Karısına, «seni boşarsam sen ondan önce boşsun» der de, sonra
bir defa boşarsa, biri halen geçerli, biri muallâk olmak üzere iki talâk vâki
olur. Başkalarını buna kıyas et. Fethu'l-Kadir'de böyle denilmiştir.
«Bir hâkim hükmetse ilh...» sözü,
bilittifak vâki olur ifadesi üzerine tefri edilmiştir. Buna musannıf dahi
Cevâhiru'l-Fetevâ'dan naklen söylemiş ve şöyle demiştir: «Bir hâkim devrin
sahih olduğuna, nikâhın devamına ve talâk vâki olmadığına hüküm verirse, hükmü
gecerli olmaz. Başka bir hâkimin o karı-kocayı ayırması vâcip olur. Çünkü böyle
bir şey hilâf sayılmaz. Zira meçhul, bâtıl, fâsit, butlanı meydanda bir sözdür.
Bundan önce Cevâhiru'l-Fetevâ'dan naklen bu kavlin Şâfiîlerden Ebu'l-Abbâs b.
Süreyc'e ait olduğunu ve bütün müslüman imamlarının bunu reddettiklerini, bunun
yalan bir söz olduğunu söylemiştir. Zira sahabe ve tâbiinden al da selefin
imamlarından Ebû Hanife, Şâfiî ve onların arkadaşlarına varıncaya kadar bütün
ümmet mükellefin vâkidir diye ittifak etmişlerdir.»
Ben derim ki: Lâkin icma dâvâsı karşısında
şu müşkil kalır: Şafiî imamlarından Müzenî, İbn-i Haddâd, Kaffâl, Kadı
Ebu't-Tayyib, Beyzâvî gibi birçokları, devrin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Gazâlî ile Sübkî de bunlardan iseler de, sonradan dönmüşlerdir. Fethu'l-Kadir
sahibi müteehirin ulemamızdan bazılarının devir bâtıldır dediklerini; ekserisinin
ise sahih olduğunu söylediklerini ve kadının boş düşmediğini nakletmiştir.
Bahır sahibi de onu te'yid etmiştir. Lâkin ben Allâme İbn-i Hacer-i Mekkî'nin
mufassal bir eserini gördüm ki, devrin bâtıl olduğunu ve ekseri Şâfiîlerin
kavli bu olduğunu bildiriyor. Mâlikîlerden Karâfî'nin üstadı Izz b.
Abdiselâm'dan - ki 'Ulemanın Sultanı' lâkabını taşır. Bir Şâfiî âlimidir.-
naklettiğine göre devir sahih değildir. Onun sahih olduğunu söyleyen kimseye
uymak haramdır. Bununla hüküm veren bir hâkimin hükmü bozulur. Çünkü şeriat
kaidelerine aykırıdır.
Allâme İbn-i Hacer Hanefîlerle Mâlikîlerden
ve Hambelîlerden bir cemaatın, devrin sahih olduğunu kabul edenlere ağır
hücumlarda bulunduklarını söylemiş ve şöyle demiştir: «Bazı imamlar, Ebû Hanife
ile arkadaşlarının devrin fâsit olduğuna ittifak ettiklerini nakleylemişlerdir.
Onlardan yalnız üç talâk mı yoksa bir talâk mı sayılacağı hususunda ihtilâf
rivayet edilmiştir. İrşad şarihinin bildirdiğine göre, fetva hususunda mutemet
kavil, müneccez olan bir talâkın vukuudur. Mısır ve Şam beldelerinde amel buna
göredir. Râfiî bu kavli Ebû Hanife'ye nisbet etmiştir. Hanefîlerden Sürûcî,
mubalâğa göstererek demiştir ki: Bu, hıristiyanların mezhebine benzer. Onlar;
koca, ömrü müddetince karısını boşayamaz derler.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır. Fethu'l-Kadir'de dahi bildirildiğine göre, devir sahihtir demek,
hem lügatın, hem aklın, hem de şeriatın hükmüne muhaliftir. Fetih sahibi bunu
gereğince anlatmıştır. Ona müracaat edebilirsin!
TEMBİH: Anladın ki, Şâfiîlerce mutemet olan
kavil, yalnız müneccez bir talâkın vukuudur. Onlar bunu bütün tâlik cümlesini
iptal ederek söylemişlerdir. Fetih'ten naklen yukarıda geçti ki, bize göre
kesin olarak üç talâk vâkidir. Biz bunu yalnız cümledeki «ondan önce» sözünü
iptal ederek söyleriz. Çünkü devir ancak bununla olur. İbn-i Hacer,
Hambelîlerin müftüsünden onlarca bu hususta iki kavil olduğunu nakletmiştir.
Hilâfın bizim mezhebimizde de sabit olduğunu evvelce arzetmiştik. Allahu a'lem.
METİN
Talâkın kısımları üçtür: Hasen, ahsen ve bid'î.
Bid'î talâkı yapan günaha girar. Talâkın lâfızları, sarih ve ona mülhak olan
sözlerle kinâye lâfızlardır. Talâkın mahalli, nikâhlı kadındır. Ehli de âkıl
bâliğ ve uyanık olan kocadır. Rüknü; istisnadan hâli olan lâfz-ı mahsustur.
İZAH
«Sarih...» Yalnız nikâh bağını çözmek
hususunda kullanılan sözdür, Bu sözle talâk-ı ric'î yahut talâk-ı bâin vâki
olması müsavidir. Nitekim izahı gelecek bâbta yapılacaktır.
«Ona mülhak...» Yani niyete ihtiyacı
olmadan boşamakta kullanılan tahrim kelimesi gibi yahut ric'î talâk ifade eden
kelimelerden olmasına bakarak sarih hükmü verilen sözlerdir. Velevki niyete
muhtaç olsunlar. İddetini bekle, rahmini temizle, sen birsin gibi sözler bu
kabildendir. Bunu Rahmetî söylemiştir.
•Kinaye...» Talâk için konulmayan sözdür ki,
talâka da, başka şeye de ihtimali vardır. Nitekim bâbında görülecektir.
«Talâkın mahalli nikâhlı kadındır.» Yani
velevki ric'î talâkın iddeti içinde olsun; yahut hür kadın hakkında üçten
aşağı, cariye hakkında ikiden aşağı talâk-ı bâin iddeti içinde bulunsun; veya
karı ile kocadan birinin İslâmiyeti kabulden çekindiği veya dinden döndüğü için
nikâhları feshedilsin de iddet halinde olsun. Kocasının oğlunu öpmek gibi
hürmet-i müebbede sebebiyle feshedilen nikâhtan dolayı iddet bekleyen bunun
hilâfına olduğu gibi, müebbed olmayan âzâd muhayyerliği, bülûğ muhayyerliği,
küf'ü olmamak, mehir noksanlığı, karı iIe kocadan birinin esir edilmesi ve
hicreti gibi hürmetten dolayı iddet dahi bunun hilâfınadır. Bu gibi iddetlerde
talâk vâki olmaz. Nitekim Bahır sahibi bunu Fetih'ten naklen izah etmiştir.
Keza bâbımızın sonunda geleceği vecihle, bir kadın kocasına mâlik olduğu an onu
âzâd eder de kocası iddet içinde kendisini boşarsa, bu talâk vâki olmaz. Bu
hususta sözün tamamı kinayeler bâbının sonunda gelecektir.
«Ehli de âkıl bâliğ kocadır ilh...» Şarih
kocadır sözüyle kölenin efendisinden ve küçük çocuğun babasından ihtiraz ettiği
gibi; âkıl sözüyle de -velev hükmen olsun - deliden, bunaktan, çıldırmıştan ve
baygından ihtiraz etmiştir. Sarhoş, muztar olsun zorla içirilsin bunun
hilâfınadır. Bâliğ sözüyle çocuktan ihtiraz etmiştir. Velevki mürâhik, yani
bülûğa yaklaşmış olsun. Uyanık sözüyle de uyuyandan ihtiraz etmiştir. Bu
gösterir ki, müslüman olması, sağlam, gönüllü, ciddi bulunması ve talâkı
kasdetmesi şart değildir. Binaenaleyh kölenin, haram bir içki sebebiyle sarhoş
olanın, kâfirin, hastanın, boşamaya zorlanan kimsenin, şakadan boşayanın ve
hataen boşayanın talâkları vâkidir. Nitekim gelecektir.
«Rüknü; lâfz-ı mahsustur.» Bundan murad,
talâk mânâsına delâlet eden sarîh veya kinaye sözdür. Binaenaleyh yukarıda
geçtiği vecihle fesihler talâktan hariçtir. Lâfızla velev hükmen olsun sözü
kasdetmiştir. Tâ ki okunaklı yazı, dilsizin işareti ve sen şöyle boşsun diyerek
parmaklarıyla sayıya işareti tarife dahil olsun. Nitekim bunlar gelecektir. Bu
izahtan anlaşılır ki, karısıyla kavga eden bir adam onun eline üç taş vererek
boşamayı niyet eder, fakat sarih veya kinaye bir söz söylemezse, talâk vâki
olmaz. Nitekim Hayreddin-i Remlî ve başkaları bununla fetva vermişlerdir. Keza
bazı bedevîlerin yaptığı gibi kadına, başını tıraş et diye emir vermekle, niyet
etse bile talâk vâki olmaz.
«İstisnadan hâli» olan sözle talâk vâki
olur. Fakat boşama sözüyle birlikte şartlarını hâvi istisna bulunursa, talâk
vâki olmaz. Binaenaleyh inşaallah boşsun gibi sözlerle talâk tahakkuk etmez.
Bahır sahibi, «Talâk gayenin sonu olmamalıdır.» sözünü ilâve etmiştir. Zira bir
adam karısına, «sen birden üçe kadar boşsun» derse, İmam-ı Âzam'a göre üçüncü
talâk vâki değildir.
METİN
İçinde cima bulunmayan temizlik müddetinde
yalnız ric'î bir talâk ile boşayıp, kadını iddeti geçinceye kadar terketmek,
diğer talâklara nisbetle ahsen (en güzel) talâktır.
İZAH
«Yalnız ric'î bir talâk» diye kayıtlaması,
bâin bir talâk olursa zâhir rivayete göre bid'î sayılacağı içindir. Ziyâdât'ın
rivayetine göre bu mekruh değildir. Bunu Bahır sahibi Fetih'ten nakletmiş;
sonra Muhit'ten naklen, «Hayız halinde hul' yapmak bilittifak mekruh değildir.
Çünkü bedel elde etmek ancak bununla mümkün olur.» demiştir. Şarih bunu söyleyecektir
ve tamamı iIeride gelecektir. Yalnız bir talâk demesi, başka bir kelime daha
katarsa talâk bid'î olacağı içindir. Bir talâka aralıklı olarak başka talâklar
ilâve ederse, bu da ahsen olmaz. Bahır. İçinde cima bulunan bir temizlik
müddetinde yapılan talâk sünnî olur. Hattâ karısına sen sünnet vecihle boş ol
dese ve kadın temiz olup başkası tarafından cima edilmiş bulunsa, yapılan zina
ise, talâk vâki olur. Şübheyle cima ise, talâk vâki olmaz. Muhit'te
böyledenilmiştir. Galiba fark, zinaya nikâh hükümleri terettüp etmediğinden
ileri gelmektedir. Binaenaleyh o hiçe çıkarılmıştır. Şüpheyle cima bunun
hilâfınadır. Bu izahtan anlaşılır ki, musannıfın, içinde cima bulunmayan
temizlik müddeti» demesi, başkalarının, «içinde karısıyla cima etmediği» sözünden
daha iyidir. Lâkin mutlaka, «Ondan önce hayız esnasında da cima etmemiş olması
ve bunların ikisinde de talâk bulunmayıp, kadının hamileliği zuhur etmemesi,
hayızdan kesilmiş veya küçük kız olmaması» demek lâzım gelir. Nitekim Bedayi'de
böyle denilmiştir. Çünkü kadına hayız halinde cima edip de ondan sonraki
temizlik müddetinde boşarsa, bu talâk bid'î olur. Keza temizlik halinde iki
defa boşarsa yine bid'î olur. Çünkü bir temizlik halinde iki defa boşamak bize
göre mekruhtur. Kadını hamileliği anlaşıldıktan sonra boşarsa, yahut kadın cima
ettiği temizlik müddetinde hayız görmeyenlerden ise, talâk bid'î olmaz. Çünkü
illet yani iddetini uzatma yoktur. Nehir.
«Kadını iddeti geçinceye kadar terketmek»
sözünün mânâsı talâksız terketmek demektir. Yoksa mutlak surette semtine
varmamak değildir. Çünkü o kadına ricat ederse, yapmış olduğu talâk ahsen
olmaktan çıkmaz. Bahır.
«Ahsen» yani en güzel talâktır. Çünkü
müttefekun aleyhtir. İkinci kısım talâk bunun hilâfınadır. Çünkü İmam Mâlik
onun mekruh olduğuna kaildir. Zira bir talâkla hacet bitirilmiş olur. Bunu
Bahır sahibi Mi'râc'tan nakletmiştir.
«Diğer talâklara nisbetle» ahsendir. Yoksa
haddi zâtında bu talâk hasen demek değildir. Bununla, «Talâk helalların en
sevimsizi olduğu halde nasıl güzel olur?» diye vârit olan itiraz defedilmiş
olur. Talâkın mesnun olan iki kısmından biri budur. Burada mesnunun mânâsı,
sevap celbeden sünnettir, demek değil; muahazeyi icabetmeyecek şekilde sabit
olan mânâsınadır. Çünkü talâk haddi zâtında bir ibadet değildir ki, ona sevap verilsin.
Burada murad onun mübah olmasıdır. Evet, kadını bid'î talâkla boşamaya sebep
varken kocası sabreder de vakti gelince sünnî şekilde boşarsa, günaha girmekten
sakındığı için sevaba girer. Yoksa talâktan kaçındığı için bir sevap yoktur.
Zina etmek için bütün sebepler mevcut olduğu halde bir adamın kendini zinadan
muhafaza etmesi gibi ki sevaba girer, fakat zina etmediği için değil, kendini
tuttuğu içindir. Zira sahih kavle göre kulun mükellef olduğu şey, yokluk değil
kendini tutmasıdır. Nitekim usûl-ü fıkıhtan öğrenilebilir. Bahır ve Fetih.
METİN
Hayız görenlerden cima edilmeyen bir kadını
velev hayız esnasında olsun bir talâkla boşamak, cima edilen kadını ayrı ayrı
üç temizlik müddetinde - o müddette veya ondan önceki hayızda cima etmemek ve
boşamamak şartıyla - birer defa boşamak hasen ve sünnîdir. Hayız görmeyenler
hakkında ise üç ayda birer defa boşamak hasen ve sünnîdir. Bundan anlaşılır ki,
birinci kısım evleviyetle sünnîdir. Böylelerin, yani hayızdan kesilmiş, küçük
ve hamile kadınların cimanın akabinde boşanmaları helaldır. Çünkü hayız
görenler hakkında kerahet, gebelik tevehhümünden ileri gelir. Bunlarda ise o
yoktur.
İZAH
Buradaki metnin hâsılı şudur: Sünnet
vecihle talâk, biri sayı, diğeri vakit itibariyle olmak üzere iki kısımdır.
Sayı itibariyle sünnet bir talâkın üzerine başka bir kelime katmamaktır. Bu
hususta cima edilen kadınla edilmeyen arasında fark yoktur. Ancak cima edilen
hakkında talâkın içinde cima bulunmayan bir temizlik müddetinde olması gerekir.
Keza ondan önce geçen hayızda da cima bulunmamalıdır. Nitekim yukarıda geçti.
Yoksa talâk bid'î olur.
Cima edilmeyen kadın hakkında talâkın,
temizlik müddetinde olmasıyla hayız esnasında olması arasında fark yoktur.
Çünkü vakıt yani cimadan hâli temizlik müddeti cima edilen kadına mahsustur.
Binaenaleyh cima edilen kadın hakkında hem vakte hem sayıya dikkat etmek
lâzımdır. Onu bir temizlik müddetinde bir defa boşamalıdır. En güzel sünnî
talâk budur. Yahut üç ayrı temizlik müddetinde veya üç ayda birer defa boşar
ki, bu da sünnî ve hasendir. Bahır sahibi Mi'râc'dan naklen burada halvetin de
cima gibi olduğunu söylemiştir. Nikâh bahsinin halvet hükümlerinde bunun
açıklaması geçmişti.
«Üç temizlik müddetinde» birer defa boşamak
hür kadınlara mahsustur. Kadın cariye olursa, iki temizlik müddetinde birer
defa boşanır. Bercendî. Temizlik müddetinin evveli ve sonu hakkında geçen hilâf
burada da mevcuttur. Nitekim Bahır sahibi buna tembihte bulunmuştur.
«Ve boşamamak şartıyla...» Yani hayız
halinde boşamamak şartıyla demektir. Çünkü bu, bir temizlik müddetinde iki
talâkla boşamak gibidir ve mehruhtur. Şarihin, «o hayız müddetinde ve o
temizlik müddetinde talâk bulunmamak» dememesi, sözümüz üç talâkı üç temizlik
müddetine dağıtmak hususunda olduğu içindir. T.
«Üç ayda» birer defa boşamaktır. Yani
kadını kamerî ayın başında boşarsa ki, bundan murad, hilâlin göründüğü gecedir.
Üç ay itibara alınır. Aksi takdirde talâkı üç aya dağıtmış olmak için her ay
bilittifak otuz gün üzerinden hesap edilir. İmam-ı Azam'a göre iddetin bitmesi
hakkında dahi bu usül tâkip edilir. İmameyn'e göre bir ay gün hesabıyla, iki ay
da hilâl hesabıyla itibara alınır. Fetih sahibi diyor ki: «Fetvanın İmameyn
kavline göre olduğu söylenir. Çünkü bu daha kolaydır demişlerdir. Fakat bir şey
değildir.»
«Hayız görmeyenler hakkında...» Yani yaşça
bülûğa erip, kan görmeyen veya hamile yahut küçük olup muhtar kavle göre dokuz
yaşına varmayan kız veya râcih kavle göre ellibeş yaşına varmış hayızdan
kesilen kadının aylarla boşanması hasen ve sünnîdir. Temizlik mûddeti uzayan
kadın ise, hayız görenlerden sayılır. Çünkü kendisi gençtir, kanı görmüştür,
onu sünnet vecihle boşamak, hayızdan kesilme çağına varmadıkça yalnız bir
talâkla olur. Zira onun hakkında hayız görmek ümidi vardır. Bunu birçok ulema
açıklamışlardır. Nehir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu izaha göre kocası o kadınla
temizliği esnasında cima etmiş de temizlik müddeti uzun sürmüşse, hayzını
görünceye kadar onu sünnet vecihle boşaması mümkün olmaz. Hayzını görecek,
sonra temizlenecektir. Bu hal, süt emzirme müddetinde hayız görmeyen genç
kadınlarda çok görülür.»
Ben derim ki: Küçük kızı dokuz yaşına
varmamışsa diye kayıtlamak, dokuz yaşına varan kızın talâkı aylara
bölünmeyeceğini ifade eder. Halbuki öyle değildir. Bunun faydası, ondan sonra
zikrettiği, «böylelerin cimanın akabinde boşanması helaldır» ifadesinde
görünür. Nitekim anlayacaksın.
«Evleviyetle sünnîdir.» Çünkü birinci kısım
bundan daha güzeldir. Bu söz Nehir sahibinin Fetih sahibine verdiği cevaptır.
Fetih sahibi, «Bunu sünnet talâk diye tahsis etmenin bir vechi yoktur. Zira
birinci talâk da öyledir. Binaenaleyh münasip olan onu iki sünnî talâktan
fazileti az olan ile ayırmaktır.» demiştir.
«Çünkü hayız görenler hakkında kerahet
ilh...» Yani hayız gören kadınlar hakkında cima edildiği temizlik müddetinde
boşamanın mekruh olması, gebelik tevehhümünden dolayıdır. Böylece iddetin
hayızla mı yoksa doğurmakla mı biteceği şaşırılır. Fetih sahibi diyor ki: «Bu
vecih, küçüklüğünden veya büyüklüğünden dolayı değil de küçüklüğünden
başlayarak temizlik müddeti uzayıp giden kadınla, bülûğ çağına vardığı halde
henüz bülûğa ermeyen hakkında cimasının akabinde boşanmasının caiz olmamasını
gerektirir. Çünkü bunların herbirinde gebelik tevehhüm olunur.» Bundan önce de
şöyle demiştir: «Muhit sahibinin beyanına göre Hulvânî demiştir ki: Bu,
gebeliği umulmayan küçük kız hakkındadır. Gebeliği umulan kadın hakkında ise
erkek için efdal olan, o kadının ciması ile talâkı arasını bir ayla ayırmaktır.
Nitekim Züfer böyle demiştir. Aşikârdır ki İmam Züfer'in kavli ayırmanın efdal
olduğu hakkında değil, lüzumu hakkındadır.»
Bahır sahibi buna şöyle cevap vermiştir:
«Teşbih sadece fâsıla yani ayın aslı hakkındadır. Efdaliyet hususunda
değildir.» Fetih sahibi, «küçüklüğünden başlayarak» yani yaşca bülûğa erip de
temizlik müddeti uzarsa sözüyle, hayız görerek bülûğa erdikten sonra temizlik
müddeti uzayan kadından ihtiraz etmiştir. Çünkü böylesi sünnet vecihle yalnız
bir defa boşanır, Nitekim yukarıda geçti. Çünkü bu kadın hayzını görmüş bir
gençtir. Hayzının her an gelmesi beklenmektedir. Binaenaleyh onun hakkında
hayız görenlerin hükmü bâkîdir. Bülûğa erip de hiç hayız görmeyen bunun
hilâfınadır.
METİN
Bid'î talâk, bir temizlik müddetinde ayrı
ayrı zamanlarda üç defa yahut bir defada iki talâk veya iki defada iki talâk
boşayıp kadına dönmemektir. Yahut kadını cima edildiği bir temizlikmüddetinde
bir defa boşamak veya cima edilen kadını hayız halinde bir defa boşamaktır.
Musannıf, bid'î talâk bu ikisine muhalif olandır, dese daha kısa ve daha
faydalı olurdu. Esah kavle göre hayız halinde boşadığı karısına dönmesi vâcip
olur. Bu, günahı gidermek içindir.
İZAH
«Bid'î» bid'ata mensup demektir. Burada
ondan murad, haram olan talâktır. Çünkü ulama boşayanın âsl olduğunu
açıklamışlardır. Bahır.
«Ayrı ayrı zamanlarda üç defa» boşamaktır.
Bir kelimeyle üç defa boşamak evleviyetle bid'î talâk olur. İmamiyye
taifesinden rivayet olunduğuna göre, üç lâfzıyla talâk vâki olmadığı gibi;
hayız halinde de vâki olmaz. Çünkü haram kılınmış bir bidattır. İbn-i Abbâs'dan
bir rivayete göre, bu sözle bir talâk vâki olur. İbn-i İshak, Tâvûs ve İkrime
buna kâildirler. Çünkü Müslim'in bir rivayetinde, «İbn-i Abbâs dedi ki:
Resulullah (s.a.v.) ile Ebû Bekir devrinde ve Ömer'in hilâfetinin iki yılında
üç talâk bir sayılırdı. Nihayet Ömer; halk öyle bir işte acele ettiler ki, kendilerine
o işte mehil vardı. Bunu onlara geçerli kılsak ha! dedi ve aleyhlerine
yürürlüğe koydu.» buyrulmuştur. Sahabe ve Tâbiinin cumhuru ile onlardan sonra
gelen müslümanların imamları üç talâk vâki olduğuna kaildirler.
Fetih sahibi buna delâlet eden hadîsleri
sıraladıktan sonra şunları söylemektedir: «Bu, yukarıda geçene aykırıdır.
Ashabın Ömer'e muhalefet göstermemesi ve bu sözle geçmişte bir talâk vâki
olduğunu bilmesi ile birlikte Ömer'in üç talâkı aleyhlerine geçerli sayması
olacak şey değildir. Meğerki son zamanda nâsih bulunduğunu öğrenmiş olsunlar.
Yahut son zamanda kalmadığını bildikleri birtakım mânâlara dayanan hükmün sona
erdiğini bildikleri için muhalefet göstermemişlerdir. Hambelîlerden birinin,
«Resulullah (s.a.v) kendisini görmüş bulunan yüz bin gözü dünyada bırakarak
vefat etti. Onlardan yahut onların onda birinin onda birinin onda birinden üç
talâk vâki olacağına dair size sahih bir kavîl rivayet olundu mu?» sözü
bâtıldır. Şöyle ki: evvelâ Ashabın icmaı zâhîrdir. Çünkü Hz. Ömer üç talâkı geçerli
kıldığı vakit onlardan hiçbirinin muhalefet göstermediği nakledilmemiştir. İcma
ile sabit olan bir hükmü yüz binkişiden naklederken, herbirinin adını büyük bir
ciltte tesbit edip bir kitap yazmak lâzım gelmez. Hem bu icma sükûtîdir. Sonra
cimayı naklederken dikkat edilecek cihet, müctehidlerden nakledilendir. Bu yüz
binin içinde fakih ve müctehid olanların sayısı yirmiyi geçmiyordu. Bunlar;
Dört Halife ile dört Abdullah, Zeyd b. Sâbit, Mûaz b. Cebel, Enes ve Ebû
Hureyre Hazretleri idi. Geri kalanlar bunlara muracaat eder, bunlardan fetva
alırlardı. Bu zevatın çoğundan naklen açıkça sabit olmuştur ki üç talâk
vâkidir. Kendilerine tek muhalif çıkmamıştır. Artık haktan sonra delâletten
başka ne beklenir! Bundan dolayı diyoruz ki; bir hâkim, bir defada söylenen üç
talâk birdir diye hüküm verse, geçersiz olur. Çünkü burada içtihada cevaz
yoktur. Bu bir hilâftır, ihtilâfdegildir. Bu iş olsa olsa ümmüveled cariyeleri
satmaya benzer ki, bunların satılamıyacağına icma vardır. Halbuki bunlar ilk
devirlerde satılırlardı.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Fetih sahibi bu
hususta sözü uzun tutmuştur.
«Bir temizlik müddettinde» sözü üç talâkın
da, iki talâkın da kaydıdır.
«Kadına dönmemektir.» İki talâk arasında
kadına dönmesi kavlen yahut öpmek, şehvetle dokunmak gibi fiilen olursa mekruh
değildir. Fakat cima ile bilittifak caiz değildir. Çünkü bu, içinde cima
bulunan temizlik müddeti olur. Bu izah aşağıda gelen Tahâvî rivayetine göredir.
Zâhir rivayete göre kadına dönmek fâsıla sayılmaz. Araya nikâh girmesi de böyledir.
Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Cima edildiği bir temizlik müddetinde...»
Yani gebe kalmamak, hayızdan kesilmiş veya dokuz yaşına varmamış küçük kız
olmamak şartıyla bir defa boşamak bid'î talâktır.
«Cima edilen kadını hayız halinde bir defa
boşamaktır.» Yukarıda geçtiği vecihle, kendisiyle halvette bulunduğu kadını
boşamak da böyledir.
«Daha kısa ve daha faydalı olurdu.» Daha
kısa olması zâhirdir. Daha faydalı olmasına gelince: Çünkü hem onun
zikrettiğine, hem de evvelce geçtiği vecihle talâk-ı bâine ve nifas halinde
boşadığı karısına şâmil olurdu. Zira bu da bid'î talâktır. Nitekim Bahır'da
bildirilmiştir. Keza hayız halinde cima edip ondan sonra gelen temizlik
müddetinde boşadığı karısına da şâmil olurdu. tîA
«Esah kavle göre» sözünün mukabili,
Kudûrî'nin, «müstehaptır» demesidir. Çünkü günah işlemiştir. Onu yok etmek
imkânsızdır. Esas olmasının vechi, Peygamber (s.a.v.)'in Hz. Ömer'e, «Oğluna
emret de hayız: halinde boşadığı karısına dönsün!» hadisidir. Bu hadis
Sahihayn'da İbn-i Ömer (r.a.)'den rivayet olunmuştur. Zira hadîs-i şerif; biri
açık, biri zımmî olmak üzere iki vücûba şâmildir. Açık vücûp Hz. Ömer'in
emretmesidir. Zımnî olan da, oğluna söylerken ona taallûk edendir. Çünkü Ömer
(r.a.) burada Peygamber (s.a.v.)'in naibidir. Binaenaleyh mübelliğ gibidir.
Günahın yok edilmesinin imkânsızlığı sîgayı vücûp ifade etmekten değiştiremez.
Zira onun eseri olan iddeti kaldırmayı icabetmesi ve iddeti uzatması caizdir.
Çünkü bir şeyin devamı, bir vecihten eserinin devamıdır. Binaenaleyh hakikat terkedilemez.
Meselenin tamamı Fetih'tedir.
METİN
Kadın hayızdan temizlendikten sonra isterse
onu boşar, isterse tutar. Boşar diye kayıtlaması şundandır: Çünkü hayız halinde
muhayyer bırakmak, kendini ihtiyar etmek ve hul' yapmak mekruh değildir.
Müctebâ. Nifas da hayız gibidir. Cevhere.
İZAH
«Temizlendikten sonra isterse onu boşar.»
Musannıfın ibaresinin zâhirinden anlaşıldığına göre, karısını hayzı içinde
boşadığı temizlik devresinde boşar. Bu da Tahâvî'nin söylediğine muvafıktır ve
İmam-ı Âzam'dan bir rivayettir. Çünkü talâkın eseri ricatla yok olmuştur ve
sanki o hayzın içinde karısını boşamamıştır. Binaenaleyh o hayzın temizlik
devresinde kadını boşaması sünnet olur. Lâkin Asıl'da zikredilen - Ki zâhir
rivayet odur. Nitekim Kâfî'de de belirtilmiştir. Zâhir-i mezhep ve bütün
imamlarımızın kavli de odur. - karısına hayız içinde dönerse, temizleninceye
kadar boşamadan beklemesidir. Sonra hayzını görüp temizlendiğinde onu ikinci
defa boşar. İçinde boşadığı hayızdan sonra gelen temizlik devresinde boşamaz. Çünkü
bu bid'î talâk olur. Bahır ve Minah'ta böyle denilmiştir. Musannıfın ibaresi de
buna ihtimallidir. H. Sahihayn'daki, «Oğluna emret de karısına dönsün! Sonra
temizleninceye kadar onu tutsun; sonra hayzını görüp temizlendikte boşamayı
dilerse ona dokunmadan boşasın! İşte Allah Azze ve Cellenin emir buyurduğu gibi
iddet budur!» hadisi de zâhir rivayete delâlet etmektedir. Bahır. Fetih sahibi
diyor ki: «Hadisin lâfzından, kadına dönüşün, boşadığı bu hayızla kayıtlı
olduğu anlaşılıyor. Düşünülürse Ashabın sözlerinden anlaşılan da budur. Bunu
yapmaz da kadın temizlenirse, ma'siyet karar kılar.» Ama şöyle denilebilir: «Bu
Tahâvî'nin rivayetine göre zâhirdir. Mezhebe göre ise ikinci temizlik müddeti
gelmeden ma'siyetin karar kılmaması gerekir. Bahır.»
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Zira
hadisten ve Ashabın sözünden anlaşılan bu olunca, mezhep de buna yorumlanır.
«Boşar diye kayıtlaması...» Yani, «yahut
cima edilen kadının hayzında boşarsa» demesini kasdediyor. Bir de talâktan
murad, ric'î olandır. Bu, bâinden ihtiraz içindir. Çünkü zâhir rivayete göre
talâk-ı bâin bid'îdir. Velevki temizlik müddetinde yapılsın. Nitekim yukarıda
geçti.
«Muhayyer bırakmak ilh...» Yani kadın
hayızlı iken ona. «kendini seç» demek ve keza kadının kendini seçmesi mekruh
değildir. Zahîre'de Müntekâ'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kadının
hoşlanmadığı bir hâlini gördüğü vakit. onu hayızlı iken hul' etmesinde bir beis
yoktur. Hayız halinde muhayyer bırakmasında da bir beis yoktur. Kadının nefsini
hayız halinde ihtiyar etmesinde dahi beis yoktur. Kadın bülûğa erer de kendini
ihtiyar ederse, hayızlı olduğu zaman hâkimin onları ayırmasında beis yoktur.»
Bedâyi, «Keza cariye âzâd olundukta hayızlı iken kendisini ihtiyar etmesinde
bir beis yoktur. Âleti kalkmayanın karısı da öyledir.» denilmiştir.
«Mekruh değildir.» Çünkü kerahetin iIIeti,
iddetl uzatması sebebiyle kadından zararı def etmektir. Çünkü içinde talâk vâki
olan hayız iddetten sayılmaz. Kadın kendini ihtiyar etmekle ve hul' yapmakla
buna razı olmuştur. Rahmetî.
«Nifas da hayız gibidir.» Bahır sahibi
şöyle demiştir: «Hayızlı iken boşamak kadına iddetiuzatması sebebiyle men
edilmiş olunca, nifas da onun gibidir. Nitekim Cevhere'de beyan edilmiştir.
METİN
Bir adam hayız görenlerden olup cimada bulunduğu
karısına, «sen sünnet için üç defa boşsun yahut iki defa boşsun» dese, her
temizlik müddetinde bir talâk vaki olur. Birinci talâk, içinde cima bulunmayan
temizlik müddetinde olur. Eğer kadın cima edilmemişse yahut hayız
görmeyenlerdense, bir talâk derhal vâki olur. Sonra kadını her nikâh ettikçe
yahut her ay geçtikçe bir talak vâki olur. Bu adam üç talâkın o anda yahut her
ay birer talâk vâki olmasını niyet ederse, niyeti sahih olur. Çünkü sözünün
buna ihtimali vardır. Âkıl bâliğ olan her kocanın, velevki köle veya boşamaya
zorlanmış olsun, velevki takdiren akıllı sayılsın, talâkı vâki olur. Takdiren
sözünü, sarhoş dahil olsun diye Bedâyi sahibi ziyade etmiştir. Zorla boşayanın
talâkı sahih; fakat talâkı ikrarı sahih değildir.
İZAH
«Sen sünnet için ilh...» sözünden murad
vakittir. «Sen sünnet üzere yahut sünnetle beraber» demesi de aynı mânâyadır.
Sünnet kelimesi kayıt değildir. Bu mânâyı ifade eden sair kelimeler de onun
gibidir. Meselâ âdil talâk, iddet talâkı, din talâkı, İslâm talâkı. talâkın en
iyisi, talâkın en güzeli, hak olan talâk yahut Kur'an veya kitap talâkıyla
boşsun demesi bu kabildendir. Tamamı Bahır'dadır.
«Birinci talâk...» Yani üç talâkın yahut
iki talâkın birincisi demektir. İçinde cima bulunmayan sözünden, ondan önceki
hayız halinde de cima bulunmamasını kasdetmiştir. Nitekim önceki sözünden
anlaşılmaktadır. İçinde bulunduğu temizlik müddeti kadını boşadığı temizlik
müddeti ise, derhal bir talâk vâki olur. Sonra her temizlik müddeti geldikçe
birer talâk olur. Kadın o anda hayızlı veya kendisiyle cimada bulunmuş ise boş
düşüvermez. Hayzını görüp temizlendikten sonra boş olur. Nitekim Bahır'da beyan
edilmiştir.
«Eğer kadın cima edilmemişse» sözü,
"cimada bulunduğu karısına" ifadesinin muhterezidir. (Yani o sözle
bundan ihtiraz etmiştir.) Nitekim, "hayzını görmezse" sözü de, ilk
cümledeki "hayız görenlerden olup" sözünün muhterezidir. Hayız
görmezse sözü, hâmileye de şâmildir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Nitekim
Bahır'da belirtilmiştir.
«Bir talâk derhal vâki olur.» Yani iki
surette hemen bir talâk olur. Derhal sözü hayız haline de şâmildir.
«Sonra kadını her nikâh ettikçe» ifadesi
birinci surete râcîdir. Yani bir talâk derhal vâki olunca, kocasından iddetsiz
olarak boş düşer. Çünkü olmadan önce boşanmıştır. Tekrar onunla evlenmedikçe
öteki talâklar vâki olmaz. Evlenirse yine iddetsiz bir talâk vâki olur. Tekrar
evlenirse üçüncü talâk vâki olur. Bahır sahibi bunu, "Yeminden sonra
milkin elden çıkması onu bozmaz." şeklinde ta'lil etmiştir.
«Yahut her ay geçtikçe» sözü ikinci surete
râcîdir. (Yani kadın hayız görmeyenlerdense, heray geçtikçe boş düşer.)
«Niyet ederse ilh...» demesi gösteriyor ki,
üç talâkın üç temizlik müddetinde olması, bunu niyet ettiği yahut mutlak
bıraktığı takdirdedir. Bundan başkasını niyet ederse niyeti sahihtir. Nehir.
«Çünkü sözünün buna ihtimali vardır.» Şöyle
ki: "Sünnet için" sözü sünnet vakti mânâsına geldiği gibi; ta'lil
mânâsına da gelebilir. Yani sen sünnet icabettiği için üç defa boş ol demiş
olur. O anda talâkı niyet etmesi sahih olunca, her ay başında bir talâk olması
evleviyetle sahihtir. Üç defa boşsun diye kayıtlaması şundandır: Çünkü bunu
zikretmezse, cima etmediği temizlik devresinde boşadığı takdirde, hemen bir
talâk vâki olur. Cima ettiği temizlik devresinde boşarsa, temizleninceye kadar
hemen boş düşmez. Üç talâkı birden niyet ederse, bu hususta iki kavil vardır.
Fetih sahibi sahih olmayacağını tercih etmiştir. Tamamı Nehir'dedir.
«Her kocanın talâkı...» Bu kaide talâk-ı
bâinle boşananın kocasıyla bozulur. Çünkü iddet halinde kocasının ona yaptığı
bâin talâk vâki olmaz. Buna şöyle cevap verilmiştir: «Bu adam her cihetle koca
değildir. Yahut bu talâkın mümkün olmaması bir ârızadan dolayıdır. O da hâsılı
tahsil lâzım gelmesidir.» Sonra musannıfın sözü talâk için vekil tayin ettiği
ve talâkı fuzuli yapıp kocanın kabul ettiği suretlere de şâmildir. Nehir.
Bunlar ileride gelecektir.
«Sarhoş dahil olsun diye...» Çünkü sarhoş,
aklı başında hükmündedir. Bu onu içkiden men etmek içindir. Binaenaleyh
musannıfın, "aklı başında" sözüyle, ileride gelecek olan. "yahut
sarhoş" sözlerine aykırı değildir.
«Zorla boşayanın talâkı sahihtir.» Bu
talâka vekil tayin etmek için zorlanması haline de şâmildir. Zorla vekil tayin
eder de kadını vekil boşarsa. talâk vâki olur. Bahır. Bahır'ın hâşiye yazarı
Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Köle âzâdı da bunun gibidir. Nitekim ulema bunu
açıklamışlardır. Nikâha tevkilini ise açık söyleyen görmedim. Zâhire bakılırsa
bu hususta o da diğer ikisine muhalif değildir. Çünkü ulema zorla üçünün de
sahih olduğunu açıklamışlardır. Bu istihsanen sahihtir. Zeylâî talâk
meselesinde vukuun istihsanen olduğunu, kıyasa bakılırsa vekâletin sahih
olmaması icabettiğini söylemiştir. Çünkü vekâlet şakayla olursa bâtıldır. Zorla
olması da böyledir ve satışla emsali gibidir. İstihsanın vechi şudur: Zorlamak
satışın münakit olmasına mâni değildir. Lâkin fâsit olmasını gerektirir. Keza
tevkil de zorla münakit olur. Fâsit şartlar vekâlete tesir etmez. Çünkü vekâlet
ıskat sayılan şeylerdendir. Batıl olmayınca vekilin tasarrufu geçerlidir.
Talâktaki istihsanın illetine bir bak! Onu nikâhta da bulacaksın. Şu halde
ikisinin hükmü de birdir.» Remlî'nin sözü burada biter.
Ben derim ki: Bu hususta sözün tamamı
inşaallah ikrah bahsinde gelecektir.
«Fakat talâkı ikrarı sahih değildir.»
Talâkı ikrarı diye kayıtlaması, sözümüz talâkta olduğuiçindir. Yoksa zorla
ikrar ettirilen kimsenin başka şeyleri ikrarı da sahih değildir. Meselâ
kölesini âzâd ettiğini veya nikâhı yahut karısına dönmesini vesaireyi zorla
ikrar ederse hiçbiri sahih değildir. Nitekim Hâkim Kâfî'de bunları söylemiştir.
Şu da var ki Bahır'da, "Zorlamaktan murad, talâk sözünü söyletmektir.
Karısını boşadığını yazmaya zorlanır da yazarsa, kadın boş düşmez. Çünkü yazı
hâcetten dolayı söz yerine geçer. Burada hâcet yoktur. Hâniyye'de de böyle denilmiştir.
Bir kimse talâkı yalandan veya şakadan ikrar ederse, kazaen talâk vâki,
diyaneten vâki değildir." denilmiştir. Tamamı ileride gelecektir.
METİN
Nehir sahibi zorlamakla sahih olan şeyleri
nazma çekerek şöyle demiştir:
«Talâk, îlâ, zıhâr ve ricat
Nikâh, beraberinde döl alma, amden kısastan
afv
Radâ', yeminler, îlâdan dönme ve nezri
Vedia kabulü, keza amden kısastan sulh.»
İZAH
"Talâk" sözünü mutlak
bırakmıştır. Binaenaleyh bâinin iki kısmıyla talâk-ı ric'îye şâmildir. Bu
kelime ona atfedilenlerle birlikte müptedadır. Haber-i muhzuftur ve zorlamakla
sahih olur takdirindedir. (Yani talâk ve arkadaşları zorla yaptırılırsa sahih
olur demektir.) Buna delil, sonunda, "işte bunlar zorlamakla sahih
olur" demesidir. Sonra kocası cimada bulunmuşsa, mehr-i müsemmanın
yarısını ondan alabilir. Bunu musannıf ikrâh bahsinde böyle anlatmıştır. T.
"İlâ." (liâ; karısına dört ay
yaklaşmayacağına yemin etmektedir.) Dört ay yaklaşmazsa, kadın ondan boş düşer.
Henüz zifaf olmamışsa, mehrinin yarısını vermesi vâcip olur ve bunu kendisini
zorlayandan alamaz. Kâfî.
"Nikâh..." sözü, kadını veya
kocayı nikâh akdine zorlamaya şâmildir. Nitekim ulemanın bunu mutlak
söylemelerinin muktezası budur. Bazılarının, "Kadın nikâh akdine
zorlanırsa akit sahih olmaz." sözü buna muhaliftir. Nitekim biz bunu nikâh
bahsinde, "İki şâhidin huzuru şarttır." dediğimiz yerden az önce izah
etmiştik.
«Döl alma»nın sureti, bir kimseyi
cariyesini doğurtmaya zorlamaktır. O kimse cariyesiyle cima ederek bir çocuk
doğursa nesebi ondan sabit Olur. Benden değildir demesi caiz değildir. T.
Burada şöyle denilebilir: Bu, hissî bir fiil için zorlamaktır. Bu fiil cima
olup, üzerine başka bir hüküm terettüb eder. O da cariyenin ümmüveled
olmasıdır. Bunun misalleri çoktur. Nitekim, "ben filân hâneye girersem
kölem âzâd olsun" dedikten sonra kendisi o hâneye girmeye zorlanırsa, köle
âzâd olur. Ama zorlayan şahıs kendisine bir şey ödemez. "Keza filân köleye
mâlik olursam âzâd olsun" dedikten sonra onu satın almaya zorlanırsa,
köleazâd olur. Satana kıymetini ödemesi icabeder. Ama kendisi zorlayandan bir
şey alamaz. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinin ikrâh bahsinde böyle denilmiştir.
«Amden kısasdan afv...» Yani bir adam için
insan öldürmek veya ondan aşağı bir cinayet sebebiyle kısas hakkı sabit olur da
ölüm veya hapisle tehdit edilerek affederse, bu afv caizdir. Ne cinayet
işleyene, ne de kendisini zorlayana bir ödeme yoktur. Çünkü kendinin bir malı
telef edilmemiştir. Keza şahitler şahitlikten vazgeçerlerse kendilerine bir şey
ödettirilmez. Bir kimsenin birinde mal veya nefisle kefâlet gibi bir hakkı olur
da ölüm veya hapisle tehdit edilerek zorla o kimseyi ibrâ ederse, bu beraet
bâtıldır, Kâfi'de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, 'amden' sözüyle,
hatadan ihtiraz etmiştir. Çünkü onun mücebi maldır. Ondan beraet sahih olmaz.
"Radâ' " sözüne döl alma
meselesinde söylediklerimiz vârid olur. Çünkü bu da hissî bir fiil olup,
üzerine başka bir hüküm terettüp eder. Bildiğin gibi bu inhisar altına
alınamaz. Meselâ bir kimse karısıyla halvette kalmaya veya cimada bulunmaya
zorlansa aynı şey söylenir ve o kimseye kadının bütün mehrini vermek vâcip
olur. Keza karısının anasıyla yahut karısının kızıyla zina etmeye zorlansa
karısı kendisine haram olur.
"Yeminler" hususunda Kâfî'nin
ikrâh bâbında şöyle denilmiştir: «Bir adam ölüm tehdidiyle zorlanarak kendisine
Allah için sadaka vermeyi veya oruç tutmayı, hacc veya umre yapmayı yahut Allah
yolunda gazaya gitmeyi veya bir deve boğazlamayı yahut Allah Teâlâ'ya yaklaşmak
sayılacak bir şeyi yapmayı farz kılarsa, o şey kendisine lâzım gelir. Zorlayan
kimse bir şey ödemez. Keza onu bunlardan birini yapmaya veya başka bir tâat
veya masiyet işlemek için yemine zorlarsa hüküm yine budur.»
«Vedia kabulü» sözünü Bahır sahibi
Kınye'nin şu ifadesinden almıştır: «Bir kimse vediayı kabul etmek için zorlanır
da o emanet elinde telef olursa, hak sahibi onu mûda'a (vediayı alana)
ödettirir.» Nehir sahibi bunu naklettikten sonra şöyle demiştir: «Sonra bence
bunun mûdi olduğu anlaşıldı. Ama hiçbir yerde yoktur. Sebebi şudur: Bezzâziye
sahibinin söylediğine göre bir kimse malını bu adama emanet için hapis
tehdidiyle zorlansa, mûda dahi onu kabul için zorlansa, o mal zayi olduğu
zaman, zorlayana da, emanet alana da ödeme yoktur. Çünkü onu kendisi için
almamıştır. Nitekim rüzgâr eserek o malı bunun kucağına atsa, o da sahibine
iade ederim diye olsa, mal elinde zayi olduğu takdirde ödemez.»
Ben derim ki: Bunun hâsılı şudur:
Zikredilen ta'lil gösteriyor ki, Kınye'nin meselesinde vedianın sahibi mûda'a
bir şey ödettiremez. Çünkü onu kabule zorlanınca kendisi için almamış olur.
Böylece kelimenin mûda değil mûdi olduğu, taayyün eder. Çünkü mûdi (vediyaı
veren) onu kendi ihtiyarıyla vermiştir. Sahibi ona ödettirebilir. Bununla
beraberkelimenin mûda okunması sahih olsa da bu yerlerden değildir. Çünkü
sözümüz zorlamakla sahih olan şeyler hakkındadır. Onun ödetmesi ise, vediayı
kabulü sahih olmadığını gösterir. Çünkü mûda'ın hükmü, emanet telef olursa
ödememektir.
«Keza amden kısastan sulh...» Yani kâtilin
mal pazarlığı ile kasten adam öldürmekten uzlaşmayı kabul için zorlanması
böyledir. Bahır'ın ifadesi budur. Yani kâtil hak sahibiyle diyetten daha çok
veya daha az mal vermek şartıyla zorlanır da uzlaşırsa, kısas bâtıl olur.
Cinayeti işleyene bir şey lâzım gelmez. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde böyle
denilmiştir. Bundan önce de, "Kasten öldürülen kimsenin velîsi bu işe bin
dirhemle uzlaşmak için zorlanırsa, bin dirhemden başka bir şey alamaz."
denilmiştir. İkincide kâtilin mal ödemesi lâzım gelmesi, zorlanmış olmadığı
içindir.
METİN
«Mal karşılığı talâk, o talâkı getiren
yemin
Keza âzâd etmek, İslâm, köleyi müdebber
yapmak
İhsan icabetmek ve köle âzâd etmektir. İşte
bunlar
Zorla sahih olur. Sayıda yirmidirler.»
İZAH
«Mal karşılığı talâk...» Yani kadının mal
karşılığı boşanmayı kabul etmesidir. Bahır. Talâk vâki olur, fakat kadının
hiçbir mal vermesi lâzım gelmez. Şayet boşamak yerinde bin dirheme hul'
yapılsaydı, talâk bâin olurdu. Kadının bir şey vermesi lâzım gelmezdi. Bin
dirhem karşılığında hul'u yapmaya zorlayan koca olursa, ve kadının rızasıyla
kendisine cimada bulunduysa hul' vâki olur; bin dirhemi ödemek kadına lâzım
gelir. Tamamı Kâfî'dedir.
«O talâkı getiren yemin...» Bundan murad,
talâkı bir şeye tâlik etmektir. Meselâ erkek, "Zeyd'le konuşursam karım
şöyle olsun." demeye mecbur edilirse, bu söz talâkı getiren yemin olur.
«Keza âzâd etmek...» Yani kölesini âzâd
edeceğine yemin vermesi için zorlamak da böyledir. Âzadın kendisi için zorlamak
meselesi ileride gelecektir. Nitekim bir kimse kölesine, "Şu hâneye
girersen sen hürsün." yahut, "Namaz kılarsan veya yiyip içersen sen
hürsün." demeye zorlanır da o da bunları yaparsa köle âzâd olur. Ama
zorlayan kimse kıymetini vermeye borçludur. Tamamı Kâfî'dedir.
"İslâm..." Velevki zımmî
tarafından zorlanmış olsun. Nitekim ulemadan birçokları bunu mutlak
söylemişlerdir. Gerçi Hâniyye'de tafsilât verilerek; zorlayan zımmî ise sahih
değildir, harbî ise sahihtir denilmişse de bu kıyastır. İstihsana göre mutlak
surette sahihtir. Bunu şarih ikrâh bahsinde söylemiştir. T. Zorlama, geçmişte
müslüman olduğunu ikrar içinse, bu ikrar bâtıldır. Kâfî'de böyle denilmiştir.
«İhsan icabetmek...» Yani sadaka vermeyi
kendisine vâcip kılmak için zorlamaktır. Bahır. Bunu evvelce Kâfi'den
nakletmiştik.
«Ve köle âzâd etmektir.» Köleyi kefaretten
başka bir şey için âzâd ederse, kıymetini zorlayandan alır. Aksi takdirde ondan
bir şey isteyemez. Nitekim bunu musannıf ikrâh bahsinde zikretmiştir. T. Bu
fiilen âzâda da şâmildir. Nasıl ki mahremini satın almak için zorlar da o da
satın alırsa fiilen âzâd etmiş olur. Lâkin Kâfî'den ve naklettiğimiz gibi
zorlayandan bir şey isteyemez. Bezzâziye'de dahi ikrâh bahsinde bu
açıklanmıştır. Şarihin ikrâh bahsinde İbn-i Kemâl'den naklettiği bunun hilâfını
îhâm etmektir.
«Sayıda yirmidirler.» Nehir sahibi diyor
ki: «Bunlar onaltıya irca edilirler. Çünkü ihsan icabetmek nezirde dahil olduğu
gibi; mal karşılığı talâk ile talâka yemin talâk da, âzâda yemin de köle
âzâdında dahildirler.» H. Nehir'den naklen geçmişti ki, vediayı kabul etmek
bunlardan değildir. Şu halde sayıları onbeşe iner. Yukarıda arzetmiştik ki, döl
almak ve çocuk emzirmek hissî fiillerdendir. Bunların üzerine başka bir şey
terettüp eder. Binaenaleyh bunların ikisini hassaten zikretmek gerekmez.
Böylece sayıları onüçe iner. Ben bunların üzerine Hâkim'in Kâfi'sindeki ikrâh
bahsinden alarak diğer beş şey ilâve ettim.
Birincisi: mal karşılığında hul' yapmaktır.
Şöyle ki: Karısını bin dirhem karşılığında hul' yapması için zorlanır. Onu dört
bin dirhem mehirle almıştır. Zifaf olmuştur. Kadın zorlanmış değildir. Bu hul'
vâkidir. Kadının bu adamda bin dirhem alacağı vardır. Zorlayan şahsa bir şey
lâzım değildir. Şayet zorlayan kadın olursa, talâk bâin olur, kadının bir şey
vermesi icabetmez.
İkincisi; fesihtir. Meselâ bir cariye âzâd
olur, kocası hür olup onunla zifafa girmemiştir. Bu cariye bulunduğu mecliste
kendisini ihtiyar etmeye zorlanırsa, kocasından alacağı mehir bâtıl olur;
zorlayan şahsa bir şey lâzım gelmez. Bundan önce kocası onunla zifaf olmuşsa,
mehri efendisinin hakkı olmak üzere kocasının borcudur. Zorlayandan bir şey
alamaz.
Üçüncüsü; kefaret vermektir. Meselâ bir
adam ölüm tehdidiyle bir yeminden dolayı kefaret vermeye zorlanır. O yemini
bozmuştur. Bu adam zorlayandan bir şey alamaz. Bu kölesini âzâd etmek için
zorlarsa, âzâd kefaret için kâfi değildir. Kıymetini ödemesi zorlayana düşer.
Hapis tehdidiyle zorlarsa, kefaret nâmına kâfidir. Keza Allah için kendine
vâcip olan nezir, hedy kurbanı, sadaka ve hacc gibi şeylerden birini yapmaya
zorlanır, fakat zorlayan kimse muayyen bir şey emretmezse, yaptığı iş kâfidir.
Zorlayana ödeme yoktur.
Dördüncüsü; başkası için şart kılınan
şeydir. Meselâ bir kölenin âzâd olmasını bunun satın almasına tâlik eder. Yahut
karısının talâkını hâneye girmesine tâlik eder de sonra köleyi satın almaya
yahut hâneye girmeye zorlanır. Yahut yakın akrabası olan köleyi veya kendinden
çocuk doğuran cariyeyi satın almaya zorlar. Burada süt meselesi de dahildir.
Çünkümahrem olmak ve döl almak için bu şarttır.
Beşincisi; evvelce arzettiğimiz talâk ve
köle âzâdına tevkildir. Bununla suretler onsekiz olur.
METİN
Velevki şakadan söylesin, sözünün
hakikatını kasdetmesin yahut sefih yani aklı hafif veya sarhoş olsun talâkı
vâkidir.
İZAH
«Velevki şakadan söylesin.» Yani bu talâk
şarihin dediği gibi hem kazaen, hem diyaneten vâki olur. Hulâsa sahibi bunu
açıklamış, illetini de gösterek; "Çünkü bu adam sözle inatlık etmektedir.
Binaenaleyh ağır cezayı hak etmiştir." demiştir. Bezzâziye'de de böyle
denilmiştir. Gerçi Hâniyye'nin ikrâh bahsinde, "Bir kimse boşadığını ikrar
etmeye zorlanır da ikrar ederse. talâk vâki olmaz. Nitekim şakadan veya
yalandan talâkı ikrar etse hüküm budur." denilmişse de; Bahır sahibi,
"Onun müşebbehünbihte vâki olmaz demekten muradı, diyaneten olmaz
demektir." dedikten sonra Bezzâziye ile Kınye'den şu ifadeyi nakletmiştir:
«Bu sözle geçmiş bir haberi yalandan haber vermek isterse, diyaneten vâki
olmaz. Bundan önce şahit getirirse, kazaen dahi olmaz.»
Hâniyye'nin sözü şakadan talâkı ikrar
edeceğine şahit çağırdığı surete yorumlamak mümkündür. Sonra şurası gizli
değildir ki, Hulâsa'dan nakledilen söz, şakadan talâk meydana getirmek
hususundadır. Hâniyye'nin sözü ise, talâkı şakadan ikrar etmek hususundadır.
Binaenaleyh aralarında zıddiyet yoktur. Telvîh sahibi diyor ki: «Zorla talâk ve
köle âzâdını ikrar etmek nasıl bâtılsa, onları şakadan ikrar etmek de öylece
bâtıldır. Çünkü şaka zorlamak gibi yalanın delilidir. Hattâ caiz kabul etse
caiz olmaz. Çünkü caiz kabul etmek ancak sahih ve bâtıl cimaya ihtimalli bir
sebebe mülhak olur. Cevaz vermekle yalan doğruluğa dönmez. Bu talâk ve köle
âzâdını yeni yapmanın hilâfınadır. Talâkla köle âzâdı ve benzerlerinin feshe
ihtimali yoktur. Çünkü bunlara şaka tesir etmez.» Bununla, Remlî'nin iddia
ettiği, "Hâniyye ile diğerlerinin ibareleri arasında zıddiyet
vardır." iddiası def edilmiş olur.
"«Sözünün hakikatını kasdetmesin.»
ifadesi, şakacımn mânâsını beyandır. Fakat kusurludur. Tahrîr ile şerhinde
şöyle denilmektedir: «Hezl, lügatta oyundur. Istılahta ise lâfızdan ve
delâletinden hakikî veya mecazî mânâ kasdedilmeyip, başka mânâ kasdedilen
sözdür ki, o mânâyı bu lâfızdan murad etmek doğru değildir. Hezlin zıddı
ciddiyettir. Ondan murad, lâfızdan hakikî mânâ ile mecazî mânâdan birinin
kasdedilmesidir.»
«Aklı hafif» sözü, sefihin beyanıdır.
Tahrîr ve şerhinde şöyle denilmektedir. «Sefeh lügatta hafiflik demektir.
Fukahanın ıstılahında ise, bir nevi hafifliktir ki, insanı malında aklın gereği
hilâfına çalışmaya sevkeder.»
«Veya sarhoş olsun.» Sarhoşluk aklı gideren
bir sevinçtir. Artık insan onunla yeri gökten ayıramaz olur. İmameyn'e göre
aklı da galebe çalan bir sevinçtir. Artık o kimsekonuşmasında hezeyan yapmaya
başlar. Ulema, taharet, îman ve hudud bahislerinde İmameyn'in kavlini tercih
etmişlerdir. Bekir şerhinde bildirildiğine göre, tasarrufata mâni olmayan
sarhoşluk, insanların çirkin gördüğü şeyi hoş görür, onların hoş gördüğünü
çirkin görür halde bulunmak, lâkin yine de erkeği kadından ayırabilmektir.
Bahır sahibi, "Mezhepte mutemet olan birinci kavildir." demiştir.
Nehir.
Ben derim ki: Lâkin muhakkık İbn-i Hümam'ın
Tahrîr'de açıkladığına göre, sarhoşluğun yukarıda İmam-ı Âzam'dan nakledilen
tarifi yalnız haddi icabeden sarhoşluk hakkındadır. Çünkü sarhoş yerle göğü
birbirinden ayırırsa, sarhoşluğunda noksan var demektir. Bu da yokluk şüphesi
olduğundan, onunla had vurmak bertaraf edilir. Had vâcip olmayacak yerlerde
İmam-ı Âzam'a göre sarhoşluğun tarifinde muteber olan İmameyn'in kavli gibi
sözünü hezeyanla karıştırmaktır. Tahrîr şarihi İbn-i Emîr-i Hâcc'ın nakline
göre murad, ekseri sözlerinin hezeyan olmasıdır. Sözlerinin yarısı doğru
olursa, bu sarhoşluk değildir ve o kimsenin hadleri vesaireyi ikrarı hususunda
hükmü sağlam kimseler gibidir. Çünkü örfe göre sarhoş; sözünün ciddisiyle
şakası birbirine karışan ve bir halde durmayan kimsedir. Ulemanın ekserisi
İmameyn'in kavline meyletmişlerdir. Üç mezhep imamının kavilleri de budur.
Ulema fetva için bunu tercih etmişlerdir. Çünkü bu örf-ü adet olmuştur. Bu
kavil, Hz. Ali (r.a.)'ın, "Sarhoşladı mı hezeyan savurur." sözüyle de
te'yid bulmuştur. Bunu İmam Mâlik'le Şâfiî rivayet etmişlerdir. Bu kavlin vechi
zayıf olduğu için şarih orada za'fının vechini de anlatmıştır. Ona müracaat
edebilirsin.
Bununla anlaşılır ki, bütün bâblarda muhtar
olan kavil İmameyn'in kavlidir. Tahrir sahibi bunun hukmünü de beyan etmiştir.
Hükmü şudur: Sarhoşluğu haram yoluyla olmuşsa, o kimse mükellef olmaktan
çıkmaz. Bütün hükümler kendisine lâzım gelir. Ağzından çıkan; talâk, köle
âzâdı, satış, ikrar, küçükleri dengiyle evlendirmek, ödünç vermek ve ödünç
almak gibi bütün ibareleri sahihtir. Çünkü aklı başındadır. Yalnız işlediği
günah sebebiyle hitabı anlamak kabiliyeti kalmamıştır. O da günah ve kazanın
vâcip olması hakkında mevcut sayılır. Zorlanan kimse gibi bunun da müslümanlığı
sahihtir. Kasıt olmadığı için dinden dönmesi sahih değildir. Şaka yapana gelince:
Kastı olmamakla beraber kâfir olması, alay ettiği içindir. Çünkü söylediği söz
dinle alay için kendisinden kasten sâdır olmuştur. Sarhoş bunun hilâfınadır.
METİN
Bir kimse şıra veya esrar yahut afyon veya
beng kullanmak suretiyle dahi sarhoş olsa, kendisini bundan men etmek için
talâkı vâki olur. Fetva bununla verilir. Bunu Kudûrî sahihlemiştir. Zorla
sarhoş edilen veya sarhoş olmaya muztar kalan kimse hakkında sahih kabul edilen
kavil muhteliftir. Evet, başı ağrımakla, veya mübah bir şeyle aklı başındangiderse
talâk vâki olmaz. Kuhistânî'de Zahîdî'ye nisbet edilerek, "Hitabın
kıvamını ayırmazsa, tasarrufu bâtıldır." denilmiştir. Eşbâh'ta sarhoşun
tasarruflarından yedi mesele istisna edilmiştir ki, onlardan biri de ayık iken
talâka vekil edilendir. Lâkin Bezzâzi bunu mal karşılığı olmakla kayıtlamıştır.
Aksi takdirde mutlak olarak talâkı vâkidir.
İZAH
«Şıra veya esrar...» Yani sarhoşluğu ister
şarap içmekle, ister haram olan dört şıradan birini içmekle veya İmam
Muhammed'e göre hububat ve baldan yapılan sair içkilerden olsun fark etmez.
Fetih sahibi fetvanın İmam Muhammed'in kavline göre olduğunu söylemiştir. Çünkü
her içkiden meydana gelen sarhoşluk haramdır. Bahır'da Bezzâziye'den naklen,
"Bizim zamanımızda muhtar olan, had lâzım gelmesi ve talâkın vukuudur."
denilmiştir. Hâniyye'de talâkın vâki olmadığı sahihlenmiş ise de bu Şeyhayn'ın
kavline göredir. Onlara göre şıra helaldır. Fetva bunun hilâfınadır. Nehir'de
Cevhere'den naklen, "Buradaki hilâf, tedavi için içmekle kayıtlıdır, Keyif
ve eğlence için olursa bilittifak talâk vâkidir." denilmiştir.
"Esrar" hakkında Fetih'te şöyle
denilmiştir: «İki mezhebin yani Şafiîlerle Hanefîlerin uleması, esrar yutmakla
aklı başından giden kimsenin talâkı vâki olacağına ittifak etmişlerdir. Kınnab
yaprağı dedikleri budur. Ulema bunun ne olduğunda ihtilâf ettikten sonra haram
olduğuna fetva vermişlerdir. Şâfiîlerden Müzenî haram olduğuna, Hanefîlerden
Esed b. Amr helâl olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü evvelki ulema onun
hakkında bir şey söylememişlerdir. Çünkü onların zamanında meydana çıkmamış
idi. Bunun büyük bir fesat çıkardığı anlaşılıp şuyu bulunca, her iki mezhebin
uleması onun haram olduğuna kail olarak, esrar içmekle aklı başından giden
kimsenin talâkı vâki olduğuna fetva vermişlerdir.»
«Yahut afyon veya beng...» Afyon, haşhaştan
çıkarılan bir maddedir. Beng, uyuşturucu bir nebattır. Bedâyi ve diğer
kitaplarda, bunu yemekle talâk vâki olmadığı açıklanmıştır. Buna illet olarak
da, o kimsenin aklı günah sebebiyle başından gitmediğini göstermişlerdir. Hak
olan tafsilâttır. Yani tedavi için yutmuşsa talâkı vâki değildir. Çünkü bunda
günah yoktur. Keyif için ve kasten o âfeti başına getirmek niyetiyle içmişse,
talâkının vâki olacağında tereddüt göstermemek gerekir. Kudûrî'nin Cevhere'den
naklen sahih bulduğu kavilde, "Bu zamanda beng ve afyondan sarhoş olursa,
o kimseyi men etmek için talâkı vâki olur. Fetva buna göredir."
denilmektedir. Tamamı Nehir'dedir.
«Men etmek için» sözüyle şarih, zikri geçen
tafsile işaret etmiştir. Yani tedavi için içerse men edilmez. Çünkü günah kastı
yoktur. T.
«Sahih kabul edilen kavil muhteliftir
ilh...» Tûhfe ve diğer kitaplarda talâkının vâki olmadığı sahih kabul edilmiş;
Hulâsa sahibi ise kesin olarak talâkının vâki olduğunu söylemiştir. Fetih
sahibi şöyle demektedir: «Birinci kavil daha güzeldir. Çünkü aklı başından
gidince, talâkınolmasını icabeden şey haram bir sebebe istinat etmekten başka
bir şey değildir. Bu da yoktur.» Nehir sahibi Kudûri'nin Tashih'inden naklen,
"Tahkîk budur." demiştir.
«Başı ağrımakla» aklı başından giderse,
talâk vâki olmaz. Çünkü aklının başından gitmesine illet, baş ağrısıdır.
İçmesi, illetin illetidir. Bir hüküm illetin illetine ancak illet işe
yaramadığı vakit izafe edilir. Meselenin tamamı Fetih'tedir. Şu da var ki,
Fetih ve Bahır sahipleri bu meseleyi şarap içerek başı ağrıyan kimse hakkında
farzetmişlerdir, Mültekât'ın ifadesi buna muhaliftir. Orada şöyle denilmiştir:
«Şıra şiddetli değil de başı ağrır ve bu sebeple aklı başından giderse, talâkı
vâki olmaz. Şıra keskin ve haram olur da başı ağrır, bu sebeple aklı başından
giderse, talâkı vâki olur.» Demek oluyor ki, Mültekat sahibi haram yoldan
sarhoş olmakla, haram olmayan yoldan sarhoş olmak arasında fark görmüştür.
«Veya mübah bir şeyle» meselâ nar
yaprağından sarhoş olsa, talâkı ve köle âzâdı vâki olmaz. Tekzib sahibi bu
hususta icma nakletmiştir. Hindiyye'de dahi öyledir. T.
Ben derim ki: Beng veya afyonu günah değil
de tedavi suretiyle alırsa, hüküm yine budur. Nitekim geçti.
«Kuhistâni'de ilh...» sözü, sarhoşun bize
göre tasarrufatı sahih olan tarifine göredir. Yani mükellef olacak miktarda
aklı vardır. Bu söze Fetih sahibi şaşmış ve, "Şüphesiz ki bu takdire göre
hiçbir kimse onun tasarrufatı sahih değildir diyemez." demiştir.
«Ayık iken talâka vekil edilendir.» Yani o
kimse sarhoşken boşarsa talâkı vâki değildir. Bu meselelerden bazıları da;
"Dinden dönmek, sırf hadlerden sayılan bir şeyi ikrar, kendi şahitliğine
şahit getirmek, küçük kızı mehr-i mislinden daha azla, küçük oğlanı mehr-i
mislinden daha çokla evlendirmektir. Zira bu geçerli değildir. Biri de, satışa
vekil edilen kimsenin sarhoş olarak satmasıdır ki, müvekkili nâmına geçerli
olmaz. Adı geçen meselelerden biri de, ayık bir şahıstan gasbetmek, sarhoşken
aldığını ona iade etmektir." Eşbâh'ta böyle denilmiştir. H.
Ben derim ki: Lâkin hâşiye yazarı Hamevî
ona son meselede itiraz etmiş; "İmâdiyye'de nakledildiğine göre, gâsıp,
aldığını iade etmekle ödemekten kurtulur. Binaenaleyh onun bu meselede hükmü
ayık gibidir. Keza talâka tevkil meselesinde sahih olan talâkın vâki olmasıdır.
Bunu Hâniyye ve Bahır sahipleri bildirmişlerdir." demiştir.
«Lâkin Bezzâzi ilh...» Nehir'de
Bezzâziye'den naklen şöyle denilmiştir: «Birini mal karşılığı karısını boşamaya
vekil eder de o da sarhoşken boşarsa, bu talâk vâki değildir. Ama hem tevkil,
hem boşama sarhoş halde olursa, talâk vâkidir. Tevkil mal karşılığı değilse,
mutlak surette talâk vâkidir. Çünkü bedeli takdir için rey mutlaka lâzımdır.»
Ben derim ki: Bu ta'lilin ifadesine göre o
kimseyi bin dirhem karşılığında karısını boşamaya vekil eder de o da sarhoşken
boşarsa, mutlak surette talâk vâki olur. H.
METİN
Şâfiî sarhoşun talâkını vâki saymamıştır.
Tahâvî ile Kerhî bunu ihtiyar etmişlerdir. Tatarhâniyye'de Tefrid'den naklen,
"Fetva buna göredir." denilmiştir. Dilsizin de mâlûm işaretiyle
talâkı vâkidir. Çünkü bu işaret istihsanen konuşan kimsenin sözü gibidir.
Velevki sonradan ârız olsun. Ölünceye kadar devam ederse hüküm birdir. Fetva
bununla verilir. Bu izaha göre onun tasarrufları mevkuftur. Kemâl yazı yazma
şartını beğenmiştir. Hata ederek, meselâ talâktan başka bir söz söylemek
isterken, ağzından talâk sözü çıkıveren, yahut mânâsını bilmeden talâk sözünü
söyleyen veya gaflet halinde yahut yanılarak ağzından talâk çıkan kimsenin
talâkı sadece kazaen vâkidir.
İZAH
«Tahâvi ile Kerhî» keza Muhammed b. Seleme
bu kavli ihtiyar etmişlerdir. İmam Züfer'in kavli de budur. Nitekim Fetih'te
bildirilmiştir.
«Fetva buna göredir.» Biliyorsun ki söz
sair metinlerin ifadesine aykırıdır. H. Tatarhâniyye'de, "Şarap veya
şıradan sarhoş olan kimsenin talâkı vâkidir. Ulemamızın mezhebi budur."
denilmiştir.
«Malûm işaretiyle talâkı vâkidir.» Bu
işaret ses çıkararak olacaktır. Çünkü dilsizin âdeti böyledir. Binaenaleyh
işareti mücmel bırakıp anlatamadığını beyan sayılır. Bunu Fetih'ten naklen
Bahır sahibi söylemiştir. Di-sizin işaretle anlaşılan talâkı üçten az ise
rıc'îdir. Muzmerât'ta böyle denilmiştir. Bunu Tahtâvî Hindiyye'den
nakletmiştir.
«Ölünceye kadar devam ederse» sözü, yalnız
ârız olan dilsizliğin kaydıdır. H. Bahır sahibi diyor ki: «Bu izaha göre dili
tutulan bir kimse karısını boşarsa tevakkuf olunur. Bu hal ölünceye kadar devam
ederse talâkı geçerlidir. Sonradan yok olursa talâkı bâtıldır.»
Ben derim ki: Keza işaretle evlenirse,
kadına ciması helâl olmaz. Çünkü ölmeden bu işareti geçerli değildir. Diğer
akitleri de öyledir. Bunda ne kadar güçlük olduğu gizli değildir.
«Fetva bununla verilir.» Timurtâşî
dilsizliğin devamını bir sene ile sınırlandırmıştır. Bahır. Tatarhâniyye'de
Yenâbî'den naklen şöyle denilmiştir: «Dilsizin işaretiyle talâkı vâki olur.»
Bundan maksat, dilsiz olarak doğan yahut dilsizlik sonradan ârız olup işareti
anlaşılır oluncaya kadar devam edendir. Böyle olmazsa muteber değildir.
«Kemâl ilh...» Şöyle demiştir: «Şafiîlerden
bazısı yazı yazmayı becerirse işaretle talâkı bâkî değildir. Çünkü zaruret
murada işaretten daha çok delâlet eden bir şeyle giderilmiştir. Demiştir ki bu
güzel bir sözdür. Bizim ulemamızdan bazıları da buna kaildir.»
Ben derim ki: Hattâ bu kavil zâhir
rivayetten anlaşılan mefhumun açıklamasıdır. Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde şöyle
denilmektedir: «Dilsiz yazı yazamaz da talâkında, nikâhında, alışında verişinde
bilinen bir işareti olursa bu caizdir. İşareti anlaşılmıyor yahut
şüpheediliyorsa bâtıldır.» Görülüyor ki işaretin caiz olmasını yazı yazmaktan
âciz kalmaya tertip etmiştir. Bu gösterir ki, yazı yazmayı becerirse işareti
caiz değildir. Sonra sözümüz Nehir sahibinin dediği gibi sadece dilsizin
tasarrufatının yazıya münhasır kalması hakkındadır. Yoksa dilsizden başkasının
yazıyla talâkı vâkidir. Nitekim bâbın sonunda gelecektir.
«Talâktan başka bir söz söylemek isterken»
meselâ sübhanallah diyecekken ağzından sen boşsun sözü çıkıverse kadın boş
olur. Çünkü bu söz açıktır. Niyete ihtiyacı yoktur. Ancak şaka eden ve oyun
yapan kimsenin talâkı gibi kazaen geçerlidir. Bunu Tahtâvî Minah'tan
nakletmiştir.
«Şaka eden ve oyun yapan kimsenin talâkı
gibi» ifadesi, yukarıda söylediklerimize muhaliftir. Az ileride
söyleceklerimize de muhaliftir. Fet-hu'l Kadirde Hâvî'den naklen bildirildiğine
göre Esed'e sorulmuş: "Bir kimse, Zeynep boştur diyecekken ağzından Amre
boştur sözü çıkıverse hangisi boş düşer?" demişler. "Kazaen adını
söylediği boş düşer. Kendisiyle Allah Teâlâ arasında ise hiçbiri boş düşmez.
Çünkü adını söylediğini boşamak istememiştir. Ötekine gelince: O boş düşerse,
sırf niyetle boş düşmek lâzım gelir." cevabını vermiştir.
«Yahut mânâsını bilmeden» meselâ kadın
kocasına şu cümleyi bana oku: "İddetini bekle. Sen üç defa boşsun."
dese, o da okusa, kazaen üç defa boş düşer. Ama kendisiyle Allah Teâlâ arasında
bir şey bilmediği ve niyet etmediği takdirde talâk vâki olmaz. Bunu Bahır
sahibi Hulâsa'dan nakletmiştir.
«Gaflet halinde veya yanılarak...» Minah'ta
gaflet şöyle anlatılmaktadır; «Gaflet, bir şeyin insanın hatırından kaybolması
ve onu hatırlayamamasıdır.» Yine orada yanılma hakkında şöyle denilmektedir:
«Bir şeyden yanıldı demek, kalbi ondan gafil oldu; hattâ aklından gitti de onu
hatırlayamadı demektir. Ulema yanılanla unutan arasında fark görmüşlerdir.
Unutan unuttuğunu hatırlayınca, unuttuğu şey aklına gelir. Yanılan bunun
hilâfınadır.» Zâhire bakılırsa buradaki gafilden murad, unutandır. Buna karine,
yanılanı onu üzerine atfetmesidir. Bu şöyle olur: Erkek karısının talâkını
meselâ şu hâneye girmesine tâlik eder. Kadın bu tâliki unutarak veya yanılarak
oraya giriverir.
METİN
Bozuk lâfızlarla yapılan talâk da yalnız
kazaen vâki olur. Şaka eden ve oyun oynayanın talâkı bunun hilâfınadır. Çünkü o
hem kazaen, hem diyaneten vâkidir. Zira şarih bu sebeple onun şakasını ciddi
saymıştır. Fetih. Hasta ile kâfirin talâkları da vâkidir. Çünkü mükeleftirler.
Fuzulî'nin talâkına, kavle ve fiilen icazeye gelince: Bunlar nikâh gibidir.
Bezzâziye. Adı geçen koca itibara alınacağına binaen, sahibi kölesinin karısını
boşasa vâki olmaz. Çünkü İbn-i Mâce'nin rivayet ettiği bir hadiste, "Talâk
bacağı tutana aittir." buyrulmuştur. Ancak sahibi, "Bu cariyeyi sana
verdim. Ama emri benim elimde olacak. Ne zaman istersem onuboşayacağım."
der de köle, "Kabul ettim." cevabını verirse, cariyenin emri sahibinin
elinde olur.
İZAH
«Bozuk lâfızlarla» meselâ talâk diyeceği
yerde talâ'; telâğ ve telek derse, kazaen talâk vâki olur. Nitekim şarih
bunları bundan sonra gelen bâbın başında zikredecektir.
T E M B İ H : Zahîdî'nin Hâvi adlı eserinde
şöyle denilmiştir: «Bir kimse fetvaya ehil olmayan birinin fetvasıyla karısının
üç talâkla boşandığını zannederek hâkime bunun sicille yazılmasını teklifde
bulunur, o da yazdırırsa, sonra fetvaya ehil birine sorar o da talâk vâki
olmadığına fetva verirse - halbuki üç talâk zan üzerine sicille yazılmıştır - o
kimse diyaneten karısına dönebilir. Lâkin mahkemece tasdik edilmez.»
«Oyun oynayan» kelimesi, zâhire bakılırsa
şaka eden üzerine tefsir için atfedilmiştir. H.
«Bu sebeple onun şakasını ciddi saymıştır.»
Çünkü bu adam sebebi kasten söylemiştir. Binaenaleyh hükmü kendisine lâzım
gelir. Velevki ona razı olmasın. Çünkü talâk; köle âzâdı, nezir ve yemin gibi
bozulmaya ihtimali olmayan şeylerdendir.
"Hasta"dan murad; aklı başında
olan hastadır. Ta'lil bunu göstermektedir. T.
"Kâfir" müslüman mahkemesine
başvurursa, talâkı muteberdir. Çünkü kâfirin nikâhında geçtiği vecihle, ancak
üç şeyde karıkocanın birbirinden ayrılmalarına hüküm verilir. T.
«Çünkü mükelleftirler.» sözü, hasta ile
kâfirin illetidir. Bu söz küffar hakkında, "Onlar fer'î hükümlerle hem
îtikat, hem edâ cihetinden mükelleftirler." diyen mutemet kavle göredir.
T.
«Nikâh gibidir.» Yani nasılki fuzulînin
nikâhı sahih olup kavlen veya fiilen icazeye mevkuf ise talâkı da öyledir. H.
Bir adam karısını boşamayacağına yemin eder de karısını bir fuzulî boşarsa,
kavlen cevaz verdiği takdirde yemini bozulur. Fiilen cevaz verirse bozulmaz.
Bahır. Fiilen cevaz vermek, kadını fuzulî boşadıktan sonra kocasının ona geri
kalan mehrini vermesiyle mümkün olur. Nitekim bunu Nehir sahibi söylemiştir.
Lâkin Hayreddin-i Remlî'nin hâşiyesinde bildirildiğine göre,
Câmiu'l-Fusuleyn'de Muhit sahibinin Fevâid'inden naklen, "Kadına mehrinin
gönderilmesi cevaz sayılmaz. Çünkü bu talâktan önce de vâciptir. Nikâh bunun
hilâfınadır," denilmiştir, Mecmuu'n-Nevâzil'den de talâk ve hul'da alınan
bahşişin cevaz vermek sayılıp sayılmayacağı hakkında iki kavil nakletmiştir.
Ona müracaat edebilirsin.
Ben derim ki: Fevâid'in ifadesi mehr-i
muacceli gönderdiğine yorumlanabilir. Binaenaleyh Nehir'in ifadesine aykırı
değildir.
«İbn-i Mâce»nin hadisi İbn-i Abbâs
Hazretlerinden rivayet edilmiştir ki, senedinde İbn-i Lehîa vardır. Onu
Dârekutnî de başkasından rivayet etmiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
Dârekutnî'nin muradı hadisi takviyedir. Çünkü İbn-i Lehîa, hakkında söz edilmiş
bir râvidir. Hadis imamları onun cerh ve ta'dili hakkında ihtilâf etmişlerdir.
«Talâk bacağı tutana aittir.» ifadesi
milk-i müt'adan kinâyedir.
«Ancak sahibi» cariyesini kölesine
nikâhlarken cariyenin emri benim elimde olacak derse, emri sahibinin elinde
olur. Şarih meseleyi cariye sahibi söze başladığına göre tasvir etmiştir. Köle
söze başlar da; "Şu cariyeni bana tezviç et. Emri senin elinde olsun. Onu
istediğin zaman boşarsın." der, o da tezviç ederse nikâh caiz olur. Ama
emir sahibinin elinde olmaz. Nitekim Hâniyye'den naklen Bahır'da beyan
edilmiştir. Şarih farkın vechini zikretmemiştir. Fakat Hâniyye'de bu meseleden
bir öncekinde fark zikredilmiştir. Mesele şudur: Bir kimse boş olmak şartıyla
bir kadınla evlenirse; nikâh caiz, talâk bâtıl olur.
Ebu'l-Leys demiştir ki: «Bu, söze koca
başladığına göredir. Kadına, seni boş olman şartıyla aldım der. Fakat kadın
söze başlayarak nefsimi sana boş olmam şartıyla tezviç ettim yahut emir elimde
olmak şartıyla tezviç ettim, her ne zaman dilersem kendimi boşarım der de
kocası kabul ettim cevabını verirse nikâh caiz; talâk da vâki olur yahut emir
kadının elinde olur. Çünkü söze kocası başlarsa, talâk ve tefvîz nikâhtan önce
olur ve sahih değildir. Söze kadın başlarsa, tefvîz nikâhtan sonra olur. Çünkü
kocası kadının sözünden sonra kabul ettim deyince, cevap sualdekinin iadesini
tazammun eder ve sanki sen boş olman şartıyla kabul ettim yahut emir senin
elinde olmak şartıyla kabul ettim demiş gibi olur. Bu suretle nikâhtan sonra
tefvîz yapmış sayılır.»
METİN
Keza köle, "Onunla evlendiğim vakit
emri ebediyyen senin elinde olsun." derse öyle olur. Hâniyye. Delinin
talâkı da vâki değildir. Meğerki aklı başında iken tâlik yapıp sonra delirmiş
ve şart bulunmuş olsun. Yahut âleti kalkmaz veya kesik olsun. Yahut erkek kâfir
olduğu halde karısı müslüman olsun da kâfirin anne-babası müslüman olmaktan
çekinsinler. Bu suretlerde talâk vâki olur. Eşbâh. Çocuğun talâkı da vâki
değildir. Velevki mürâhik olsun yahut talâkı bülûğa erdikten sonra caiz görsün.
Ama talâkı ikâ ettim derse vâki olur. Çünkü bu baştan ika'dır. Çocuğun talâkını
İmam Ahmed caiz görmüştür. Bunağın, birsâmlının, baygının, medhuşun ve uyuyanın
talâkları da vâki değildir. Bunaklık bir nevi akıl bozukluğudur. Birsâm,
delilik gibi bir hastalıktır. Kâmûs'ta medhuş, şaşırmış mânâsına gelir.
Uyuyanın talâkının vâki olmaması, kendisinde irade bulunmadığındandır. Onun
için uyuyan kimse doğrulukla, yalancılıkla, haberle, inşa ile vasıflanamaz.
"Ben ona cevaz verdim" yahut, "ben onu ika ettim" dese.
talâk vâki olmaz. Çünkü zamiri muteber olmayan bir yere iade etmiştir. Cevhere.
"Bu talâkı ika ettim" yahut. "ben bunu talâk yaptım" derse,
talâk vâki olur. Bahır.
İZAH
«Keza ilh...» Bu suret, kölenin kabulüne
tevakkuf etmeksizin emrin efendisinin elinde olmasıiçin bir hiledir. Çünkü
birincide nikâh efendisinin, "sana cariyemi tezviç ettim" sözüyle
tamam olmuştur. Kölenin kabul etmemesi mümkündür ve emir efendisinin elinde
olamaz. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Deli..." Telvih sahibi deliyi
şöyle tarif etmiştir: «Delilik, iyi şeylerle kötü şeylerin arasını ayıran ve
sonlarını idrak eden kuvvetin bozukluğudur. Ya dimağın yaratılışındaki bir
noksandan, yahut bir karışma veya âfet yahut şeytan istilâsı ve fasit hayaller
ilkası sebebiyle iyi ve kötü şeylerin eserleri görülmez olur, fiiileri bozulur.
Artık o kimse hiçbir sebep yokken sevinir, bağırır çağırır.» Bahır'da
Hâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: «Geçmişte deli olduğu bilinen bir adama
karısı, "sen beni dün boşadın" der, o da "bana delilik isabet
etti" cevabını verirse ve bu onun söylediğinden başka hiçbir suretle
bilinmezse, söz onun olur.»
«Meğerki aklı başında iken tâlik yapıp
ilh...» Meselâ şu hâneye girersen deyip o haneye delirdikten sonra girmiş
olsun. "Ben delirirsem sen boşsun" deyip arkacığından delirmesi bunun
hilâfınadır; talâk vâki değildir. Bunu şarih kâfirin nikâhı bâbında böyle
zikretmiştir. Binaenaleyh murad, deli değilken tâlik yapmasıdır.
«Yahut âletl kalkmaz veya kesik olsun.»
Yani hâkim aralarını ayırmış bulunsun. Karısının isteği ile hâkim âleti
kalkmayan ile karısını bir sene müddetle birbirlerinden ayırır. Çünkü delilik
şehveti yok etmez. Nitekim inşaallah bâbında gelecektir. Aleti kesik olanı ise,
karısının isteği ile derhal karısından ayırır.
«Talâk vâki olur.» sözü, yukarıdaki dört
meselenin cevabıdır. Bu meselelerde talâkın vâki olması ihtiyaçtan dolayı ve
zararı def etmek için olup, başka meselelerde talâka ehil olmamasına aykırı
değildir. Nitekim tahkiki kâfirin nikâhı bâbında geçti.
«Çocuğun talâkı da vâki değildir.» Yani
ancak âleti kesik olur da araları ayrılırsa; yahut karısı müslüman olur da
kendisine de mümeyyiz olduğu halde İslâmiyet arzedilerek onu kabulden
çekinirse, talâkı vâki olur. Remli. Remlî diyor ki: «Çocuğu babası bir kadınla
evlendirir de üzerine tâlik yaparak ne zaman bu kadının üzerine evlenir veya
cariye alırsan şöyle olsun derse, bu çocuk büyüdükte tâlik olduğunu bilerek
veya bilmeyerek evlenirse, talâkın vâki olmadığına ben fetva verdim.»
«Yahut talâkı bülûğa erdikten sonra caiz
görsün.» Çünkü talâk yapıldığı vakit batıl olarak vâki olmuştur. Bâtıla ise
cevaz verilmez. T.
«Çünkü bu baştan ika'dır.» Zira ika ettim
cümlesindeki zamir talâkın cinsine râcîdir. "Bu talâkı ika ettim"
demesi de bunun gibidir. Fakat şu söylediğimi ika ettim demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü bu, bâtıl olduğuna hükmedilen muayyere işarettir ve
"sen bin defa boşsun" deyip sonra. "üçü senin, geri kalanı
ortaklarının olsun" demesine benzer. Zira üçten geri kalanı hükümsüzdür.
Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Çocuğun talâkını İmam Ahmed caiz görmüştür»
Yani çocuk talâkı akıl eder, iyiyi kötüyü ayıracak yaştaysa, meselâ bu sözle,
karısının boş düşeceğini bilirse, ona göre talâkı vâki olur. Nitekim mezhebinin
metinlerinde ifade edilmiştir.
«Bunaklık bir nevi akıl bozukluğudur.» Bu
sözü Bahır sahibi deliliği tarif için söylemiş ve, "Bunda bunak da
dahildir." demiştir. Delilikle bunaklık arasındaki farkı gösteren sözlerin
en güzeli şudur: «Bunak, anlayışı az olup sözü karışık, tedbiri bozuk olan
kimsedir. Lâkin kimseye vurmaz ve sövmez. Deli böyle değildir.» Usûl-ü fıkıh
ulemasının açıkladıklarına göre bunağın hükmü çocuk gibidir. Şu kadar vâr ki
Debbûsî, "Ona ibadetler ihtiyaten vâciptir." Demiş; Sadru'l-İslâm ise
bunu reddederek, "Bunaklık bir nevi deliliktir. Binaenaleyh bütün hakların
vücûb-u edâsına mânidir." demiştir. Nitekim Tahrîr şerhinde uzun uzadıya
izah edilmiştir.
"Baygın" hakında Tahrîr sahibi
şunları söylemiştir: "Baygınlık, kalb ve dimağda bir âfet olup, idrak
kuvvetiyle hareket kuvvetlerini çalışamaz hale getirir. Akıl ise mağlûp bir
halde bâkîdir. Böyle olmasa peygamberlerin başına gelmezdi. Baygınlık uykunun
üstündedir. Uyuyana Iâzım gelen bayılana da lâzım gelir. Fazla olarak abdesti
de bozar. Namazın üzerine bina etmeye de mânidir. Namazda bir şeye dayanarak
uyumak bunun hilâfınadır. O kimse namazına bina edebilir.»
«Kâmûs'ta medhuş şaşırmış mânâsına gelir.»
Şarihin bu kadarla bırakması doğru değildir. Çünkü Kâmûs'ta bundan sonra,
"Yahut unutmakla veya şaşkınlıkla aklı başından gitmektir."
denilmiştir. Şarihin dediği kadar bırakan Misbah sahibidir. O bu kelime
hakkında, "Utanarak veya korkarak aklı başından gitti demektir."
mânâsını vermiştir. Burada murad budur. Onun için Bahır sahibi medhuşu deli
saymıştır. Hayriyye sahibi şöyle demektedir. Burada medhuşu şaşıran diye tefsir
eden hata etmiştir. Çünkü hayrette kalıp şaşırmaktan aklın baştan gitmesi lâzım
gelmez. Kendisine bir manzume ile kızgın medhuş bir adamın hâkim meclisinde üç
defa karısını boşamasının hükmü sorulmuş; o da yine manzum olarak; «Medhuş bir
nevi delidir, talâkı vâki olmaz. Bu hal onun âdeti ise, meselâ evvelce bir defa
kendisinden görüldüyse delilsiz tasdik edilir." diye cevap vermiştir.
Ben derim ki: Hâfız İbn-i Kayyim
Hambelî'nin, kızgın bir kimsenin talâkı hakkında bir risalesi vardır. Orada
şöyle demiştir: «Kızmak üç kısım olur. Birincisi; kendisinde öfkenin
mukaddimeleri hâsıl olur. Öyle ki aklı değişmez. Ne söylediğini ve ne
istediğini bilir. Bunun hakkında işkâl yoktur. İkincisi; öfkenin son haddine
varır. Ne söylediğini ve ne istediğini bilmez. Böylesinin hiçbir sözünün
geçerli olmadığı şüphesizdir. Üçüncüsü; bu iki mertebenin arasında bulunandır
ki, deli gibi olmamıştır. Üzerinde durulacak budur. Deliller bunun sözlerinin
geçersiz olmasını göstermektedir.» Bu sözler Gâyetü'l-Hambeliyyeşerhinden
kısaltılarak alınmıştır. Lâkin Gâye sahibi üçüncüsünde ona muhâlif olduğuna
işaret etmiş; "Kızan şahsın talâkı vâkidir. İbn-i Kayyim buna
muhaliftir." demiştir. Bizce uygun olan da budur. Lâkin buna şöyle itiraz
edilir: Biz bunağın sözlerini itibara almadik. Halbuki bunaklığın ne
söylediğini ve istediğini bilmeyecek hale varması lâzım değildir. Buna şöyle
cevap verilebilir: Bunak bir hal üzere devam ettiği için zabtı mümkün
olduğundan bunak hakkında mücerret akıl noksanlığı ile yetinilmiştir. Kızmak
bunun hilâfınadır. Çünkü o bazı hallerde ârız olur. Lâkin buna da dehşette
kalmakla itiraz edilir. O da böyledir denilir. Bana zâhir olan şudur ki; medhuş
ile kızgının ne söylediğini bilmeyecek hale varmış olmaları lâzım değildir.
Bilâkis hezeyanı fazla olması, şaka ile ciddiyi karıştırması kâfidir. Nitekim
yukarıda geçtiği vecihle sarhoş hakkında da fetva verilen kavil budur.
Dehşetin, akıl baştan gitmektir diye tarifi buna aykırı değildir. Zira delilik
dal dal olur. Onun içindir ki Bahır sahibi onu aklın bozukluğudur diye tefsir
etmiş; bunaklığı, birsâmlılığı, baygınlığı ve medhuş olmayı hep delilikten
saymıştır.
Bu söylediklerimizi şu da te'yid eder ki;
bazıları, "Akıllı; özü sözü doğru plan kimsedir. Ancak nâdiren böyle
olmayabilir. Deli bunun zıddıdır. Bir de bazı deliler ne söylediğini ve ne
yapmak istediğini bilirler. Bazen öyle şeyler söylerler ki, bilmeyen kimse
akıllı olduğuna şehadet eder. Sonra yine o mecliste buna aykırı harekette
bulunur." demiştir.
Hakiki deli bazen ne söylediğini ve ne
istediğini bilirse, deli olmayan evleviyetle bilir. Şu halde medhuş ve benzeri
hakkında itimada şayan olan âdeti harici fiil ve sözlerinde bozukluğun fazla
olmasına göre hüküm vermektir. Yaşlılıktan, hastalıktan veya ani bir musibetten
dolayı aklı bozulan kimse hakkında dahi fiil ve sözlerinde bozukluk hâli gâlip
geldiği müddetçe söylenecek söz budur. Yani sözlerine itibar yoktur. Velevki
bilerek ve isteyerek söylemiş olsun. Çünkü bu bilgi ve iradenin itibarı yoktur.
O sahih bir idraktan hâsıl olmamıştır. Nitekim aklı eren çocuğun da fiil ve
sözlerine itibar yoktur. Evet, buna göre tâlik hususunda aşağıda Bahır'dan
naklen zikredilen; Fetih, Hâniyye ve diğer kitaplarda da açıklanan şu mesele
müşkil kalır: «Bir adam karısını boşar da yanında bulunan iki şahit; sen
istisna yaptın (yani inşaallah dedin) diye şehâdette bulunurlar. Fakat o adam
bunu hatırlamazsa bakılır. Ne söylediğini bilmeyecek kadar öfkeli bir halde
söylemişse, o şahitlerin şehadetiyle amel edebilir. Aksi takdirde edemez.»
Bunun muktezası şudur ki: O adam ne
söylediğini bilmezse talâkı vâkidir. Aksi takdirde şahitlerin; sen istisna
yaptın demeleriyle amel etmeye hâcet yoktur. Bu son derece müşkildir. Meğerki
şöyle cevap verilsin. Onun ne söylediğini bilmediğinden murad, çok kızdığı için
bazen söylediği şeyi unutur, hatırlayamaz demektir. Yoksa anlamadığını veya
kasdetmediğini ağzı söylemeye başlar mânâsına değildir. Zira şüphesiz bu
dereceye varırsa, deliliğin en yüksek derecesine çıkmış olur. Bu yorumu şu da
te'yid eder ki, bu meselede o kimse boşadığını ve boşamayı kasdettiğini bilir.
Lâkin çok kızdığı için istisna yaptığını hatırlamaz. Bu makamın izahı hususunda
bana zâhir olan budur. Hakikatı Allah bilir. Sonra bu cevabı te'yid eder ibare
gördüm. O da şudur: Valvalciyye sahibi, "O kimse kızdığı vakit sonra
hatırlayamayacağı birtakım sözler ağzından çıkarsa, şahitlerin sözüne itimat
etmesi caizdir." demiştir.
«Sonra hatırlayamayacağı sözleri» demesi,
bizim söylediğimiz mânâda açıktır. Allahu a'lem.
«Çünkü zamiri muteber olmayan bir yere iade
etmiştir.» Şarih bununla çocuğun sözüyle uyuyanın sözü arasındaki farkın şu
olduğuna işaret etmiştir: Çocuğun sözü lügatta ve nahivde muteberdir. Şu kadar
var ki, şeriatta hükümsüzdür. Uyuyanın sözü bunun hilâfınadır. O hiçbir yerde
muteber değildir. H.
Ben derim ki: Bu mânâ şarihin, "Onun
için uyuyan kimse doğrulukla, yalancılıkla, haberle, inşa ile
vasıflanamaz." sözünden alınmıştır. Tahîr'de şöyle denilmiştir: «Uyuyan
kimsenin müslüman olmak, dinden dönmek ve karı boşamak hususundaki sözleri
bâtıldır. Bu sözler kuş sesleri gibi haber ve inşa ile, doğrulukla, yalanla
vasıflanamaz.» Bu ifadenin bir misli de Telvîh'tedir. Bu açık gösterir ki,
uyuyan kimsenin sözüne, lügaten ve şer'an söz denilemez. O mühmel
mesabesindedir. Konuşmakla namazının bozulmasına gelince: Namazın bozulması, lügaten
ve şer'an mu'teber olan söze bağlı olmadığı içindir. Çünkü namaz mühmel ve
mânâsız sözlerle diğer sözlerden daha çok bozulur. Böylece uyuyanın sözüyle
çocuğun sözü arasındaki fark açıklanmış olur.
Sonra, "ben ona cevaz verdim"
sözü hususunda uyuyanla çocuğun sözleri arasında fark aramaya hâcet olmadığı
gizli değildir. Zira ikisinde de talâk vâki olmaz. Cevaz vermek mevkuf olarak
mün'akittir. Çocukla uyuyanın talâkı ise mevkuf değil bâtıldır. Nitekim çocuğun
boşamakla âzâd etmek gibi sırf zarar olan tasarrufları hakkında hüküm budur.
AIış-veriş ve nikâh gibi fayda ile zarar arasında deveran eden tasarrufları
bunun hilâfınadır. Onlar mevkuf olarak mün'akittir. Hattâ çocuk bülûğa erer de
yaptığı bu tasarrufu caiz kabul ederse sahih olur. Nitekim biz bunu mehir
bâbından az önce arzetmiştik. Uyuyanla çocuğun arasında fark sadece, "ben
onu ika ettim" sözünde aranır. Zira daha önce şarih çocuk hakkında vâki
olduğunu söylemişti. Çünkü bu baştan talâkı ika'dır. Uyuyan hakkında böyle
dememişti.
Farkın izahı şudur: Çocuğun sözünün bir
mânâsı vardır. Velevki şeriat mûcebince ameli ona lâzım kılmasın. Binaenaleyh,
"ben onu ikâ ettim" cümlesindeki zamiri, karısına söylediği,
"seni boşadım" cümlesinin tazammun ettiği talâk cinsine iade etmek
sahihtir. Uyuyan kimse bunun hilâfınadır. Onun sözü lügat itibariyle dahi
muteber olmadığından mühmeldir. Hiçbirşey tazammun etmez. Zamir hiç
zikredilmedik bir mercie döner. Sanki hiç zamir söylemeden, "ika
ettim" demiş gibi olur. Bunu iptidaen talâk ika'ı yapmak doğru değildir.
«Ben bunu talâk yaptım» ibaresi Bahır'da da
böyledir. Benim Tatar-hâniyye'de gördüğüm ise, "yahut ben bu talâkı talâk
yaptım derse" şeklinde olup, önceki gibi ism-i işaretle kullanılmıştır.
Ben derim ki: Fark müşküldür. Çünkü geçen
bir kelimeye dönmesi hu-susunda ism-i işaret zamir gibidir. Binaenaleyh burada
da talâk vâki olmaması gerekir. Ama şöyle cevap verilebilir: İsm-i işaretin
mercii hükümsüz kalınca, ondan sonra zikredilen talâk sözü muteber olur ve
sanki, "ben talâkı ika ettim" yahut "talâkı talâk yaptım"
demiş gibi olur. Bunu iptidaen talâk yapmak sahihtir. Zamirin mercii hükümsüz
kalırsa, bunun hilâfınadır. Tatarhâniyye'de, "Uyurken söylediğimi ika
ettim dese bir şey vâki olmaz." denilmiştir. Bu zâhirdir. Nitekim çocuğun
talâkında geçmişti.
METİN
Karı-kocadan biri diğerinin tamamına veya
bir kısmına mâlik olursa nikâh bâtıl olur. Kadın kocasına mâlik olduğu onda onu
âzâd eder de o da kadını iddeti içinde boşarsa; yahut kadın müslüman olarak
İslâm diyarına çıkar da sonra kocası da müslüman olarak İslâm diyarına çıkar ve
kadını iddet içinde boşarsa. İmam Ebû Yusuf her iki meselede bu talâkı hükümsüz
bırakmış, İmam Muhammed ise her iki meselede vâki saymıştır. Talâkın sayısı
kadınlara bakarak itibar edilir. İmam Şâfii'ye göre ise erkeklere bakarak
itibar olunur. Binaenaleyh hür kadının talâkı üç, cariyenin talakı ise mutlak
surette ikidir. Talâk: niyet veya hâlin delâleti bulunursa, âzâd lâfzıyla vâki
olur. Bunun aksi caiz değildir. Çünkü milki izale etmek kaydı izaleden daha
kuvvetlidir.
İZAH
«Karı-kocadan biri diğerine» hakiki milkle
mâlik olursa nikâh bâtıl olur. Şu halde mükâteb karısını satın alırsa araları
ayrılmaz. Zira kölelik bâkîdir. Koca için sabit olan milkiyet hakkıdır. O ise
nikâhın devamına mâni değildir. Nitekim Fetih'te bildirilmiştir.
«İmam Ebû Yusuf» her iki meselede bu talâk
vâki değildir demiş, İmam Muhammed ise her iki meselede vâki olduğunu
söylemiştir. Çünkü iddet devam etmektedir. İddet bekleyen bir kadın ise talâka
mahâldir. Ebû Yusuf'un delili şudur: Ayrılık karı-kocadan birinin diğerine
mâlik olmasıyla yahut iki memleketin birbirine zıt olmasıyla meydana gelmiştir.
Binaenaleyh kadın talâka mahâl olmaktan çıkmıştır. İddet beklemekle mahalliyet
sabit olmaz. Nitekim fâsit nikâhta böyledir. Şarih âzâd etmek ve İslâm diyarına
çıkmakla kayıtlamıştır. Çünkü bunlardan önce talâk bilittifak vâki değildir.
İddetin talâk hakkında eseri zâhir değildir. Onun eseri ancak başka bir kocayla
evlenmek hakkında zâhirdir. Musaffâ'da böyle denilmiştir. İbn-i Melek.
T E M B İ H : Şurunbulâliyye sahibi diyor
ki: Musannıf birinci meselenin aksini zikretmemiştir. Ondan murad; kocası
karısını satın aldıktan sonra âzâd ederek iddet içinde onu boşamasıdır. Hüküm
İmam Muhammed'in kavli ile Ebû Yusuf'un birinci kavline göre talâkın vukuudur.
Sonra Ebû Yusuf bu kavilden dönmüş, talâkın vâki olmadığını söylemiştir.
Züfer'in kavli de budur. Fetva da buna göredir. Bunu Kâdıhân söylemiştir. Bu
izaha göre musannıfın Mecma sahibine uyarak talâk vâki değildir demesi
hususundaki fetva, kadın kocasını satın alıp da âzâd ettiği surete göredir.
«Talâkın sayısı kadınlara bakarak itibar
edilir.» Çünkü Peygamber (s.a.v.). "Cariyenin talâkı ikidir. İddeti de iki
hayızdır." buyurmuştur. Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce ve
Darekutnî Hz. Âişe'den merfu olarak rivayet etmişlerdir. Tirmîzî, "Bu
hadis gariptir. Ama Rasulullah (s.a.v)'in Ashabıyla başkalarından olan ehl-i
ilim bununla amel etmişlerdir." demiştir. Darekutnî'de, "Kâsım ve
Sâlim müslümanların bununla amel ettiklerini söylemişlerdir." denilmiştir.
Tamamı Fetih'tedir. Fetih sahibi bu hadîsi incelemiş ve, "Sahih değilse
hasendir." demiştir.
«Mutlak surette» sözü hem hürreye, hem
cariyeye râcîdir. Yani hürre ve cariye ister hür, ister köle olan erkeğin
nikâhında bulunsunlar hüküm birdir. T.
«Âzad lâfzıyla» talâk vâki olur. Yani bir
adam karısına, "seni âzâd ettim" der de boşamayı niyet eder veya hal
bunu gösterirse, kadın boş düşer. Ama cariyesine, "seni boşadım"
derse âzâd olmaz. Çünkü milki yok etmek kaydı yok etmekten daha kuvvetlidir.
Azâd etmek talâkın lâzımı değildir. Binaenaleyh talâkı âzâd için istiare etmek
sahih değildir. Ama bunun aksi sahihtir. Dürer.
METİN
FER'Î MESELELER: Bir adam tahta gibi bir
şeyin üzerine okunaklı bir şekilde talâk kelimesini yazarsa, niyet ettiği
takdirde talâk vâki olur. Mutlak surette vâki olduğunu söyleyenler de vardır.
Su gibi bir şeyin üzerine yazarsa, mutlak surette talâk vâki olmaz. Mektup ve
hitap suretiyle yazarsa, meselâ "Ey filane! Bu mektubum sana geldiği vakit
sen boşsun" derse, mektup ulaştığında kadın boş olur. Cevhere. Bahır'da
şöyle denilmiştir: Bir adam karısına, "Senden ve filaneden başka benim her
karım boş olsun." diye yazar da, son kadının ismini silerek gönderirse,
kadın boş düşmez. Bu acayip bir hîledir. Yazı ile istisna yapması ileride
gelecektir.
İZAH
«Talâk kelimesini yazarsa ilh...» Hindiyye
sahibi diyor ki; «Yazı mersûm ve gayrı mersûm olmak üzere iki nevidir.
Mersûmdan maksadımız, gaibe yazılan mektup gibi adresli olmasıdır. Gayrı
mersûm, adressiz olandır. O da okunaklı okunaksız olmak üzere iki vecihledir.
Okunaklı olanı, bir sahifeye veya duvara yahut yeryüzüne okunup anlaşılacak
şekilde yazılandır. Okunaksızı, havaya ve su üzerine yazılan okunup anlaşılması
mümkün olmayandır. Okunmayan yazıda talâk vâki olmaz. Velevki niyet etmiş
olsun. Yazı okunur fakat adressiz olursa, talâkı niyet ettiği takdirde talâk
vâki olur, aksi taktirde olmaz. Yazı adresli ise, niyet etsin etmesin talâk
vâki olur. Sonra adresli yazı ikiden hâli değildir, ya talâkı gönderir ve,
"bundan sonra malûmun olsun ki sen boşsun" diye yazar. Bunu yazdığı
gibi talâk vâki olur ve yazdığı andan itibaren kadının iddet beklemesi
icabeder. Yahut kadının talâkını mektubun varmasına tâlik eder ve, "Bu
mektubum sana vardığında sen boşsun!" der. Mektup kadına geldiğinde onu
okusun okumasın talâk vâki olur. Hulâsa'da böyle denilmiştir. T.»
«Okunaklı bir şekilde» Yani adressiz mutad
şekilde yazarsa demektir. Adressiz diyekaydetmemesi, mukabilinden anlaşıldığı
içindir. Mukabili, "Mektup suretiyle ilh..." sözüdür. Adresliden
murad budur.
«Mutlak surette» sözünden murad; niyet
ettiği ve etmediği yerlerdir. «Mektup ulaştığında kadın boş olur.» Yani mektup
kadına vardıkta boş olur. Okunaklı ve adresli olan mektupta niyete muhtaç
değildir. "Ben bununla yazımı denemek istedim." diye iddiası kazaen
tasdik edilmez. Bahır. Bunun mefhumundan anlaşılır ki, adresli mektupta
diyaneten tasdik edilir. Rahmetî. Mektup kadının babasına varır da kızına
vermeden onu parçalarsa, bakılır: Babası kızının bütün işlerinde tasarruf
sahibi olup mektup kızın bulunduğu yerde eline geçmişse, talâk vâki olur. Böyle
olmazsa, kızın eline geçmedikçe talâk vâki olmaz. Babası mektup aldığını kızına
haber verir de mektubu parçalanmış olarak ona teslim ederse, okunup anlaşılması
mümkün olduğu takdirde talâk vâki olur. Aksi takdirde olmaz. Bunu Tahtâvi
Hindiyye'den nakletmiştir.
Tatarhâniyye'de şöyle denilmiştir: «Bir
adam bir kâğıda; bu mektubum sana vardığında sen boşsun, diye yazar da sonra
onu başka bir nüshaya geçirir yahut başka birine istinsah emri verir fakat
kendisi yazdırmazsa, kadına mektupların ikisi de geldiği takdirde, kocası bu
mektupları kendisi gönderdiğini ikrar eder veya kadın bunu isbat ederse, kazaen
iki defa boş olur. Diyaneten mektupların hangisi gelse bir defa boş olur. Diğer
mektup bâtıldır, Adam kâtibe, "Benim karımın talâkını yaz." derse, bu
talâkı ikrar olur. Velevki yazmasın. Başka birinden karısının talâkını
yazmasını istese, yahut bunu biri kocaya okusa, koca da mektubu alarak
mühürlese ve adresini yazarak kadına gönderse, mektup kadına vardığında koca
kendi mektubu olduğunu ikrar ederse talâk vâki olur. Yahut o adama, "bu
mektubu karıma gönder" veya, "bir nüsha yaz da ona gönder"
derse, kendi mektubu olduğunu ikrar etmez, beyyine de bulunmaz, lâkin bu işi
olduğu gibi anlatırsa, kazaen ve diyaneten kadın boş düşmez. Keza kendi eliyle
yazmadığı ve kendisi söyleyerek yazdırmadığı her mektup ile - o mektubu kendisi
gönderdiğini ikrar etmedikçe - talâk vâki olmaz.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
«Bir adam karısına ilh...» Bu meselenin
sureti şudur: Adamın Zeynep adında bir karısı vardır. Sonra başka bir beldeden
Aişe isminde biriyle ev-lenmiştir. Zeynep bunu duymuştur. Adam Zeynep'ten
korkarak ona, "Benim sen ve Aişe'den başka her karım boş olsun." diye
yazar, sonra "Aişe'den başka" sözünü siler. H.
Ben derim ki: Sildiği yazıyı şahitlere
göstermesi gerekir. Tâ ki iş meydana çıkıp da hâkim Aişe'nin boş düştüğüne
hüküm etmesin.
«Bu acayip bir hiledir.» Acayip olması,
yazının silindikten sonra yine işe yaramasıdır.
«Yazı
ile istisna yapması ileride gelecektir.» Yani tâlik bâbında, "kadına, sözü
birbirine bitişikbir şekilde; sen boşsun inşaallah derse" dediği yerde
gelecektir. H. Hindiyye'de bildirildiğine göre bir kimse talâkı bir şey üzerine
yazar da diliyle istisna yaparsa (inşaallah derse); yahut diliyle boşayıp yazı
ile istisna yaparsa, sahih olur mu olmaz mı? Bu mesele hakkında rivayet yoktur.
Ama sahih olması gerekir. Zahîriyye'de böyle denilmiştir. T. Allahu a'lem.
METİN
Talâkın sarîhi yalnız talâkla kullanılan
kelimelerdir. Velevki Farsça olsun. "seni tatlik ettim, sen boşsun ve sen
mutallakasın." gibi sözler bu kabildendir. Kadına hitabı kaydetmesi
şundandır: Zira "Dışarı çıkarsan talâk vâki olur."; yahut "Benim
iznim olmaksızın çıkma. Çünkü ben talâka yemin ettim." der de kadın
çıkarsa talâk vâki olmaz. Çünkü kadına izafeti terk etmiştir.
İZAH
Musannıf nefs-i talâkı ve talâkın sünnî ve
bid'î diye yapılan ilk taksimiyle bu külliyatın bazı hükümlerini daha önce
zikretti. Şimdi de talâkın bazı cüz'iyyatını kadına ve kadının bir cüzüne izafe
ederek, yapılan talâk ile bu cüz'iyyatın sarih ve kinayelerinin hükümlerini
beyan ediyor. Binaenaleyh bu icmalden sonra gelen tafsilât gibidir.
«Yalnız talâkta kullanılan kelimelerdir.»
Yani ekseriyetle yalnız talâkta kullanılırlar. Nitekim Bahır sahibinin sözü de
bunu ifade etmektedir. Tahrir'de sarih: "Şer'i hükmü niyetsiz sabit olan
şeydir." diye tarif edilmiştir. Şeyden murad: sözdür yahut söz yerini
tutan okunaklı yazı veya anlaşılır işarettir. Şu halde kadına üç taş atmakla
yahut saçlarını tıraş etmesini emretmekle kadın boş düşmez. Velevki taş atmakla
ve tıraş olmakla talâkı kasdetsin. Çünkü talâkın rüknü sözdür yahut yukarıda
geçtiği vecihle söz yerini tutan şeylerdir.
«Velevki Farsça olsun.» Binaenaleyh
Farsçada yalnız talâkta kullanılan kelimeler sarih sözlerdir. Onlarla niyetsiz
talâk vâki olur. Hem talâkta hem başkasında kullanılanların hükmü ise, bütün
ahkâmda Arapça'nın kinayelerinin hükmü gibidir. Bahır. Hayreddin-i Remli'nin
Bahır hâşiyesinde Camiu'l-fusuleyn'den naklen bildirildiğine göre, bir adam
Farsça bir söz söyler de bu söz, "Şöyle yaparsam seninle benim aramızda
şeriatın kelimesi câri olsun." manâsına gelirse, bununla talâka yemin
sahih olmak gerekir. Çünkü bu söz Acemler arasında yemin hususunda âdettir.
Ben derim ki: Lâkin Nûru'l-Ayn sahibinin
beyan ettiğine göre zâhir olan, bununla yeminin sahih olmamasıdır. Çünkü
Bezzâziye'de elfâzı küfür bahsinde bildirildiğine göre, Şirvan köylerinde bir
kimse, "Ben her ne zaman şöyle yaparsam şöyle olsun." diyerek yemin
ederse, üç muallâk talâk olur, şeklinde şöhret bulmuştur. Ama bu bâtıldır. Avam
taifesinin saçmalarındandır.
T E M B İ H : Şurunbulâliyye'de şöyle
denilmiştir: «Türk diliyle, "sen boş" yahut "sen boş ol!"
diyerek yapılan talâk, maksada göre ric'î midir, bâin midir diye sual vâki
oldu. Çünkü bu sözün mânâsı, kof veya boş demektir. Araştırılmalıdır.»
Ben derim ki: Hayreddin-i Remlî'nin
talebesi Rahîmi ric'î talâk olacağına fetva vermiş ve; "Nitekim
Şeyhülislâm Ebussuud bununla fetva vermiştir." demiştir. Bizim
üstadlarımızınüstadı Türkmânî de dâr-ı saltanat müftüsü Ali Efendi
Fetevâ'sından ve Hâmidiyye'den bunun mislini nakletmiştir.
«Çünkü kadına izafeti terk etmiştir.» Yani
kadına mânevi izafeti terk etmiştir. Zira şart odur. Hitap da izafet-i
mâneviyedendir. İşaret de öyledir. "Şu kadın boştur" gibi. Keza
"karım boştur, Zeynep de boştur" gibi sözler de böyledir. H.
Ben derim ki: Şârihin zikrettiği ta'lilin
aslı Bahır sahibine aittir. O da bunu Bezzâziye'nin yeminler bahsindeki şu
sözünden almıştır: «Bir adam karısına; benim iznim olmaksızın bu hâneden çıkma.
Çünkü ben talâka yemin ettim, der de kadın dışarı çıkarsa talâk vâki olmaz.
Çünkü kadının talâkına yemin ettiğini söylememiştir. Başkasının talâkına yemin
etmiş olması ihtimali vardır. Binaenaleyh söz adamındır.» Bu ifadenin bir misli
de Hâniyye'dedir. Ama bundan çıkarılan hüküm söz götürür. Çünkü Bezzâziye'nin
sözünün mefhumu şudur: O adam karısının talâkına yemin etmek isterse talâk vâki
olur. Çünkü bu sözü başkasının talâkına sarfetme hakkı kendisine verilmiştir.
Şârihin Bahır sahibine uyarak yaptığı ta'lilin mefhumu ise, asla talâk vâki
olmamaktır. Çünkü izafet şartı yoktur. Halbuki kadını boşamak istese izafet
mevcut olur ve, "Çünkü ben senden talâka yemin ettim yahut senin talâkına
yemin ettim." mânâsına gelir. Erkeğin sözünde izafetin açık olması lâzım
değildir. Çünkü Bahır'da şöyle denilmektedir: «Bir adam boş olsun der de kimi
kasdettin diye sorulduğunda karımı cevabını verirse, karısı boş düşer.»
Şu da var ki, Kınye sahibi Bürhan'a nisbet
ederek şunu söylemiştir:«Bir adamı bir cemaat şarap içmeye dâvet eder de adam
ben talâka yemin ettim; ben içemem cevabını verir ve bunda yalan söylerse,
sonra içtiği takdirde karısı boş düşer. Tûhfe sahibi diyaneten boş düşmez demiştir.»
Tuhfe'nin sözü öncekine muhalif değildir. Çünkü murad, sade kazaen boş düşer
demektir. Yukarıda geçmişti ki, bir adam yalandan talâkı haber verirse,
diyaneten talâk vâki olmaz. Şakadan söyleyen bunun hilâfınadır.
Bu gösterir ki, talâkı açıktan kadına izafe
etmese de talâk vâkidir. Evet, bu sözü, "Ben başkasının talâkına yemin
etmeyi murad ettim" demediğine yorumlamak mümkündür. O zaman Bezzâziye'nin
ifadesine muhalif olmaz. Bunu Bahır'ın şu sözü de te'yid eder: «Bir adam; bir
kadın boştur yahut bir kadın üç defa boş oldu diye söyler de ben kendi karımı
kasdetmedim derse tasdik olunur.» Bundan anlaşılır ki, böyle demezse karısı boş
düşer. Çünkü âdet şudur: Karısı olan bir adam ancak onun talâkına yemin eder,
başkasının talâkına yemin etmez. Binaenaleyh, "Ben talâka yemin
ettim" sözü, başkasını kasdetmedikçe karısına sarfedilir. Zira sözü buna
ihtimallidir. Kadının ismini yahut babasının veya anasının yahut çocuğunun
ismini zikretmesi ve, "Amra boş olsun". yahut "filan adamın kızı",
yahut "filan kadının kızı" veya "filanın annesi boş olsun"
demesi bunun hilâfınadır. Zira ulema bukadının boş olduğunu açıklamışlardır.
Burada o adam, "Ben karımı kasdetmedim" derse, karısı söylediği gibi
olduğu takdirde kazaen tasdik edilmez. Nitekim kinayeler bahsinden az önce
gelecektir. Musannıf yakında zikredecektir ki, çok kullanılan sözlerden
bazıları da, "Talâk bana lâzım gelir, haram bana lâzım gelir, üzerime
talâk lâzım gelsin ve üzerime haram lâzım gelsin..." sözleridir.
Binaenaleyh örf olduğu için niyetsiz talâk vuku bulur ilh... Ulema bu gibi
sözlerle talâkın vâki olduğunu söylemişlerdir. Halbuki bunların hiçbirinde açık
olarak talâkı kadına izafe yoktur. Bu da Kınye'nin ifadesini te'yid eder.
Zâhirine bakılırsa o adam. "Örften dolayı karısını murad etmemiştir."
iddiasında tasdik edilmez. Allahu a'lem.
METİN
Bunlarla, yani bu sözlerle ve bunların
mânâsındaki sarîh sözlerle bir talâk-ı ric'î vâki olur. Bunlarda talâğ, telâğ
ve telâk yahut t, I, k veya talâkbaş gibi sözler de bilenle bilmeyen arasında
fark yapılmaksızın dahildir. Ben bunu korkutmak için söyledim demesi de kazaen
tasdik edilmez. Meğerki böyle yapacağına önceden şahit getirmiş olsun. Bununla
fetva verilir. O adama; sen karını boşadın mı diye sorulur da evet yahut belâ
diye cevap verirse, karısı boş düşer. Bahır,
İZAH
«Ve bunların mânâsındaki sarih sözlerle...»
Yani aşağıda söyleyeceği, "boş ol veya mutallaka" gibi sözlerle, keza
daha ziyade hâl mânâsında kullanılan, "seni boşadım" gibi sözlerle
bir talâk-ı ric'î vâki olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Zamanımızda âdet olan,
"boş oluyorsun" sözü ile, "talâkını al" sözü; kadının da
aldım demesi dahi bu kabildendir. Bu sözle niyet şart koşulmaksızın talâk vâki
olduğu sahihlenmiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Bahır'da; "Senin
talâkını diledim, talâkına razı oldum." gibi sözler de bu kabildendir
denilmişse de, burada hilâf vardır. Zeylâî'nin kesinlikle ifade ettiğine göre
bunların her ikisinde mutlaka niyet lâzımdır. Nitekim Hayreddin-i Remlî de
böyle demiştir. Yani bunlar kinayedir. Çünkü sarîh söz niyetle muhtaç değildir.
Yine Bahır'da, "Tâlâkını sana bağışladım, talâkını sana tefdi ettim ve
talâkını sana rehin ettim gibi sözler dahi bu kabildendir." denilmişse de,
şârih bunlarla talâkın vâki olmadığının sahihlendiğini söyleyecektir.
«Sen talâksın.» sözüne gelince: Bu söz,
zikredilenler mânâsında değildir. Çünkü bundan murad, bununla bir talâk-ı ric'î
vâki olur. Velevki hilâfını niyet etsin demektir. Nitekim musannıf bunu
açıklamıştır. "Sen talâksın" sözünde üçü niyet etmek de sahih olur.
Nitekim musannıf onun akabinde bunu söylemiştir.
«Sen filaneden daha boşsun.» sözüne
gelince: Nehir'de Valvalciyye'den naklen bunun kinaye olduğu bildirilmiş ve
şöyle denilmiştir: «Bu söz, kadının, filan karısını boşamışdemesine cevaben
söylenirse talâk vâki olur. Ama diyaneten olmaz. Nitekim Hulâsa'da
bildirilmiştir. Çünkü hâlîn delâleti niyet yerine geçer. Hattâ geçmemiş olsa
talâk ancak niyeti» olur.»
Talâğ, telâğ ilh...» Bahır sahibi diyor ki:
«Yanlış telâffuz edilen sözler de sarîh kısmındandır. Bunlar beştir.»
«T, l, k...» Buradakinin zâhirinden ve
Fetih ile Bahır'da dahi mislinin zikredilmesinden anlaşılıyor ki, maksat hece
harflerinin müsemmalarını söylemektir. Zâhire göre bunlarla isimlerinin
arasında fark yoktur. Zahîre'nin köle âzâdı bahsinde İmam Ebû Yusuf'tan naklen;
"Bir kimse cariyesine elif, nun, ta, ha, ra, ha derse (Bu harfler
bitiştiği takdirde. 'entihurratün'. 'sen hürsün' sözü meydana gelir.) yahut
karısına elif, nun, te, ta, elif, lam, kaf ('entitalikun'. 'sen boşsun' sözü
meydana gelir.) der de karısının boş olmasını, cariyesinin âzâdlığını niyet
ederse, karısı boş, cariyesi de âzâd olur. Bu kinaye, mesabesindedir. Çünkü bu
harflerden açık kelime mânâları anlaşılır. Yalnız bu şekilde kullanılmazlar.
Binaenaleyh niyete muhtaç olmak hususunda kinaye gibidirler." denilmiştir.
Sen biliyorsun ki, niyete muhtaç olunca,
burada zikredilmesi münasip değildir. Çünkü sözümüz ric'î talâkın neyle olacağı
hususundadır. Velev ki niyet etmesin, Şârih dahi bir sahife sonra bunların
niyete muhtaç olduğunu açıklayacaktır. Kinayeler bâbında dahi zikredecektir.
Bunu biz de talâk bahsinin başında Fetih'ten naklen arzetmiştik. Bahır'da,
şöyle denilmektedir: «Hece harflerini söylemekle, meselâ 'sen t, I, k' demekle;
ve keza erkeğe karını boşadın mı diye soruldukta, n, a, m; yahut b, I, y, diye
hece harfleriyle cevap verirse konuşmasa bile talâk vâki olur. Hâniyye sahibi
bunu mutlak bırakmış; niyeti şart koşmamıştır. Bedâyi sahibi ise niyeti şart
koşmuştur.»
Ben derim ki: Şart olduğunu açıklamamak
şart olmaya aykırı değildir. Şu da var ki, Hâniyye'deki ibare meselenin sözle
sorulup cevabın hece harfleriyle verilmesine aittir ki, bu da cevap istediğine
bir karinedir. Binaenaleyh niyetsiz olarak talâk vâkidir. Adamın baştan hece
harfleriyle sen boşsun demesi bunun hilâfınadır.
"Talâkbaş" Fârisî bir kelimedir.
Zahîre sahibi diyor ki: «Kadına, "seh-talâkbaş" yahut
"betalâkbaş" dese niyet hakem kılınır. İmam Zahîruddin bu üç surette
niyetsiz talâk vâki olduğuna fetva verirmiş.»
«Ben bunu...» Yani yanlış telâffuzu kadını
korkutmak için boşamaya niyetim yokken söyledim. derse kazaen tasdik edilmez.
«Sen karını boşadın mı?» Kezâ, "sen
karını boşadın değil mi?» denilse, Fetih sahibinin incelemesine göre örfen
belâ' yahut neam diye cevap vermesi arasında fark yoktur. Kadın boş düşer.
Nitekim bu bâbın sonundaki fer'î meselelerde gelecektir.
«Karısı boş düşer.» Yukarıda anlattığımız
vecihle, niyetsiz olarak kadın bir talâk-ı ric'î ile boş düşer. Yani talâkı
bâin yapacak bir karine bulunmazsa talâk ric'î olur. Bedâyi'de şöyle
denilmiştir: «(Sarih iki nev'idir. Ric'î sarîh, bâin sarih. Ric'î sarih:
Hakikaten zifaf olduktan sonra karşılıksız olmak şartıyla, bir de nassan veya
işareten üç adedi bulunmamak ve bâin olduğunu bildirecek bir sıfatla mevsuf
olmamak veya atıfsız bâin olduğunu bildirmemek, sayı ile veya bâin olduğuna
delâlet edecek sıfatla benzetme yapmamak şartıyla talâk harfleriyle yapılır.
Ric'î bâin: Bunun hilâfınadır ki, ayrılık ifade eden harflerle ve yine talâk
harfleriyle yapılır. Lâkin hakikaten zifaftan öncedir yahut zifaftan sonra olup
nassan yahut işareten üç adediyle beraberdir veya ayrılık bildiren bir sıfatla
mevsuftur yahut atıfsız ayrılık bildirir veya ayrılığa delâlet eden bir sayı
yahut sıfata benzetilir.»
Bu kayıtlarla neden ihtiraz ettiği musannıfın
bâbın sonunda zikredeceği sözlerden anlaşılacaktır. Orada, "Parmaklarıyla
işaret ederek sen şöyle boşsun derse, üç talâk vâki olur. Sen bâin talâkla
boşsun derse, bâin talâk olur." diyecektir. Ve bâin derse bunun
hilâfınadır. Sen bin gibi boşsun yahut "sen uzun boşsun" derse bâin
talâk olur. Fetih sahibi ikinci kısmın sarîhten olmadığını tercih etmiştir.
Binaenaleyh ondan ihtiraza hacet yoktur. Bahır sahibi Bedâyi'nin sözünü zâhir
bularak, "Sarîhin haddi hepsine şâmildir." demiştir. Nehir sahibi,
"Çünkü kesin olarak mâlûmdur ki, zifaftan önce yahut mal karşılığı talâkta
ve benzerlerinde bu söz kinaye değildir. Aksi takdirde niyete yahut halin
delâletine muhtaç olur. Bu suretle sarîh olduğu taayyün eder. Zira aralarında
vasıta yoktur." demiştir. Yine Nehir'de Sayrafiyye'den naklen,
"Karısına; sen boşsun. Benim sa-na döneceğim yok, derse ric'î talâk olur.
Fakat sana dönmemem şartıyla derse bâin olur." denilmiştir. Bâbın sonunda
son mesele hakkında sözün tamamı gelecektir.
METİN
Talâk-ı ric'înin hilâfını, yani bâini veya
bir talâk' tan fazlayı niyet etse bile bir talâk-ı ric'î olur. Şâfiî buna
muhaliftir. Yahut hiçbir şey niyet etmese yine talâk ric'î olur. Bu sözle bağlı
olduğu ipten boşanmayı niyet ederse, sayı ile birlikte söylememek şartıyla
diyaneten tasdik olunur. Zorla söyletilirse kazaen dahi tasdik olunur. Nitekim
ipten veya bağdan boşsun diye açık söylese sözü tasdik olunur. Keza kadının ilk
kocasından boş olduğunu niyet ederse, sahih kavle göre tasdik edilir. Hâniyye.
İşten boş olduğunu niyet ederse asla tasdik edilmez. Fakat bunu açık söylerse
yalnız diyaneten tasdik olunur.
İZAH
«Talâk-ı ric'inin hilâfını niyet etse bile»
cümlesini niyetle kayıtlaması şundandır: Çünkü ben bunu bâin yaptım yahut üç
talâk yaptım derse, İmam-ı Âzam'a göre dediği gibi olur. Onun kavline göre biri
üç yapmasının mânâsı, bire iki daha kattı demektir. Yoksa bir talâkı üçeböldü
demek değildir. Bedâyi'de böyle denilmiştir. Bâin olma meselesinde İmam Ebû
Yusuf 'da onunla beraberdir. Üç olma meselesinde beraber değildir. İmam
Muhammed her ikisini kabul etmemiştir. Nehir. Meselenin tamamı Nehir'le
Bahır'dadır. Onu musannıf da kinayeler bâbında zikredecektir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşılır ki, talâkı
boştan sayı ile birlikte söyleyerek; sen iki defa boşsun yahut üç defa boşsun
dese vâki olur. Çünkü bundan sonraki bâbta görüleceği vecihle talâk her ne
zaman sayı ile birlikte söylenirse, sayı ile vâki olur. Talâk kelimesini
söyleyip sustuktan sonra sayıyı katarsa, hükmün ne olacağını kinayeler bahsinde
söyleyeceğiz.
«Şâfii buna muhaliftir.» sözü, sadece
"veya bir talâktan fazlaya". ifadesine râcîdir. Eimme-i Selâse buna
muhaliftir dese daha iyi olurdu. Nitekim Bahır'ın ifadesinden bu anlaşılır.
İmam-ı Âzam'ın ilk kavli de budur. Çünkü sözünün muhtemel olduğu mânâyı niyet
etmiştir. T.
«Yahut hiçbir şey niyet etmese yine talâk
ric'î olur.» Çünkü yukarıda geçti ki, sarih talâk niyete muhtaç değildir. Lâkin
talâkın hem kazaen hem diyaneten vâki olması için talâk sözünü mânâsını bilerek
kadına izafeyi kasdetmesi mutlaka lâzımdır ve onu ihtimalli bulunduğu mânâya
sarfetmemesi gerekir. Nitekim bunu Fetih sahibi ifade etmiştir. Nehir sahibi
dahi tahkîkte bulunmuştur. Bu şundan korunmak için lâzımdır: Kadının yanında
talâk meselelerini tekrar eder yahut bir kitaptan naklederek karım boştur
sözünü söyler yazarsa; veya başkasının yeminini hikâye ederse, kendi karısını
kasdetmedikçe asla talâk vâki olmaz. Bir de şundan korunmak içindir: Kadın
kocasına talâk sözünü söylemeyi öğretir de mânâsını bilmeden söylerse, Özcend
ulemasının verdikleri fetvaya göre asla talâk vâki olmaz. Onlar buna
gizlemekten korunmak için fetva vermişlerdir. Başkaları ise sadece kazaen talâk
vâki olmasın diye; bir de, sen hayızlısın diyecekken, dili sürçüp sen boşsun
demesinden korunmak için böyle fetva vermişlerdir. Çünkü böyle bir sözle yalnız
kazaen talâk vâki olur. Aynı zamanda sen talâksın sözüyle ipten boşsun mânâsını
niyet ederse ondan da korunmuşlardır. Çünkü bu sözle dahi yalnız kazaen talâk
vâki olur.
Şakacıya gelince: Onun talâkı hem kazaen
hem diyaneten vâkidir. Çünkü o, sebebi bile bile kasdetmiştir. şeriat da
hükmünü ister istemez aleyhine yürütmüştür. Nitekim yukarıda geçti. Bundan
anlaşılır ki, Bahır ve Eşbâl'taki, "Sarîh söz niyete muhtaç
değildir." ifadeleri yalnız kazaen geçerlidir. Diyaneten ise niyete
muhtaçtır. Bu mânâ ulemanın, "ipten boşanmasını niyet ederse: yahut
yanlışlıkla ağzından talâk sözü çıkıverirse, yalnız kazaen talâk vâki
olur." sözlerinden alınır. Yani diyaneten talâk vâki değildir. Çünkü onu
niyet etmemiştir demektir. Fakat bu söz götürür. Çünkü birincide diyaneten
talâk vâki olmaması, sözü ihtimâIli bulunan mânâya serfettiği içindir. İkincide
ise sözü kasdetmediği içindir. Bundan şu lâzım gelir: Diyaneten talâk vâki
olmak için sözü kasdetmek şarttır ve sahih te'vil yapılmamalıdır. Talâk
niyetine gelince: O şart değildir. Şu delille ki: İşten boşanmayı niyet ederse
tasdik edilmez. Diyaneten dahi talâk vâki olur. Nitekim gelecektir. Halbuki bu
adam talâkın mânâsını niyet etmemiştir. Şakadan boşadığında da öyledir.
«Diyaneten tasdik olunur» Yani niyeti
kendisi ile Allah Teâlâ arasında sahihtir. Zira sözünün muhtemil olduğu mânâyı
niyet etmiştir. Binaenaleyh müftü talâk vâki olmamıştır diye fetva verir. Fakat
hâkim kendisini tasdik etmez. Talâk vâki olmuştur diye aleyhine hüküm verir. Çünkü
söylediği karinesiz zâhirin hilâfıdır.
«Sayı ile birlikte söylememek şartıyla...»
Bu şartı Bahır sahibi ve baş-kaları düğüm veya bağı açık söylediği yerde
zikretmişlerdir. Meselâ sen şu düğümden üç kere boşsun derse, hem kazaen hem
diyaneten talâk vâki olur. Nitekim Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Muhit sahibi
bunun illetini beyan ederek; "Çünkü bir düğümü üç defa çözmek tasavvur
edilemez. Bu sebeple söz mânâsız kalmamak için nikâh bağına yorumlanır."
demiştir. Nehir sahibi diyor ki: Bu ta'lil. iki defa söylemiş olsa hükmün ne
olacağını ifade eder.» Onun için şârih adedi mutlak söylemiştir. Âşikârdır ki,
açıkça düğümü söylemekle beraber âdet sebebiyle bu söz nikâh bağına
yorumlanınca, düğüm söylenmezse evleviyetle nikâh bağına yorumlanır.
«Kazaen dahi tasdik olunur.» Yani diyaneten
tasdik olunduğu gibi kazaen de tasdik edilir. Çünkü boşama kasdı olmadığına
delâlet eden karine vardır. O da zorla boşattırılmasıdır. T.
«Keza ilk kocasından boş olduğunu niyet
ederse ilh...» Bahır sahibi diyor ki: «Ey talik veya ey mutallâka sözü de
sarihtendir. Koca, ben bununla sövmeyi kasdettim derse, kazaen tasdik edilmez.
Diyaneten tasdik edilir. Hulâsa. Kadının evvelce boşandığı bir kocası varsa ve
kocası ben ondan boşandığını kasdettim derse, bütün rivayetlerin ittifakıyla
diyaneten tasdik olunur. Ebû Süleyman rivayetine göre kazaen de tasdik edilir.
Bu güzeldir. Nitekim Fetih'te böyle denilmiştir. Sahih olan da budur. Nasıl ki
Hâniyye'de bildirilmiştir. Kadının boşandığı kocası yoksa erkek tasdik edilmez.
Keza ölmüş kocası varsa yine tasdik edilmez.»
Ben derim ki: Ulema bu tafsili nidâ
suretinde zikretmişlerdir. Sen boşsun gibi ihbar suretinde zikreden görmedim.
«Aslâ tasdik edilmez.» Yani hem kazaen hem
diyaneten tasdik edilmez. Fetih sahibi şöyle demiştir: «Zira talâk, bağı çözmek
içindir. Kadın ise işle bağlı değildir. Binaenaleyh sözün muhtemeli değildir.
İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre diyaneten tasdik olunur. Çünkü bu söz
kurtulmak için kullanılır.»
«Yalnız diyaneten tasdik olunur.» Yani
kazaen tasdik olunmaz. Çünkü boşadı da sonra istidrak yoluyla iş kelimesini
sözüne ekleyiverdi zannedilir. Düğüm kelimesini eklemesibunun hilâfınadır.
Çünkü o burada az kullanılır. Fetih. Hâsılı Bahır sahibinin dediği gibi düğüm
ile kaydın ve işin herbiri ya söylenir ya niyet edilir. Söylenirse, ya sayı ile
beraberdir yahut değildir. Sayı ile beraber söylenirse, niyetsiz talâk vâki
olur. Aksi takdirde işi zikrederse yalnız kazaen talâk vâki olur. Düğüm ve
kayıt sözlerinde hiçbir şey vâki olmaz. Bunları söylemez de niyet ederse, iş
sözünde diyaneten tasdik edilmez. Düğüm ve bağ sözlerinde diyaneten tasdik
edilir, kazaen talâk vâkidir. Meğerki zorla söyletilmiş olsun. Kadın hâkim
gibidir. Erkeğin söylediğini işitir veya kendisine âdil bir kimse haber
verirse, cima için imkân vermesi helâl olmaz. Fetvaya göre kadın bu koca yı da
öldüremez, kendisini de öldüremez. Kendisi için malla fidye verir yahut kaçar.
Nitekim kadın haram olunca, erkeğin de onu öldürmeye hakkı yoktur. Erkek her
kaçtıkça kadın onu sihirle geri çevirir. Bezzâziye'de Özcendî'den naklen
bildirildiğine göre kadın onu dâvâya verir. Erkek yemin eder de kadının
beyyinesi bulunmazsa günahı onun olur.
Ben derim ki: Yani kadın fidye vermeye veya
kaçmaya yahut kocasını men etmeye kâdir olamazsa, günah kocasının olur. Binaenaleyh
bu söz evvelkine aykırı değildir.
METİN
Talâk sensin yahut sen talâksın veya sen
talâkın tâlikisin veya sen bir talâk tâliksin sözleriyle hiçbir şey niyet etmez
veya mastarla niyet ederse, bir veya hürrede iki talâk vâki olur. Çünkü açık
mastardır, sayıyı taşımaz. Tâlik kelimesiyle ikinci bir talâkı niyet ederse,
kadın cima edilmiş olmak şartıyla iki ric'î talâk vâki olur ve sen boşsun sen
boşsun demiş gibi olur. Zeylâî. Üçü niyet ederse üç olur. Çünkü üç hükmî
ferddir. Onun içindir ki cariyede iki talâk, hürrede üç talâk mesabesindedir.
Keza kendinden önce bir kadın geçen hürre de böyledir. Cevhere. Lâkin Bahır
sahibi bunun hata olduğunu kesinlikle söylemiştir.
İZAH
«Talâk sensin ilh...» sözleri kadını
belirli veya belirsiz mastarla yahut sonunda mastar bulunan ism-i faille ifade
etmenin hükmünü beyandır.
«İki ric'î talâk vâki olur.» Hidâye
sahibinin tuttuğu yol budur. Bu kavil İmam Ebû Yusuf'tan rivayet olunur. Ebû
Yusuf Câfer dahi buna kaildir. Sözün mutlak olmasının gereği sahih olmamaktır.
Fahru'l-İslâm buna kail olmuştur. Fetih sahibi de onu te'yid etmiştir. Nehir
sahibi mezhepte tercih edilen kavlin bu olduğunu söylemiştir.
«Cima edilmiş olmak şartıyla» iki ric'î
talâk vâki olur. Cima edilmemişse, birinci talâkla boş olur; ikinci talâk hükümsüz
kalır.
«Çünkü açık mastardır.» sözü, yahut iki
talâk vâki olur ifadesinin illetidir. Yani mastar, birlikleri ifade eden
sözlerdendir. Onda hâlis adede riayet edilmez, birliğe riayet edilir. Bu da ya
hakikaten bir, yahut cins itibariyle bir olmakladır. İki adedi bunların
ikisinden de uzaktır. Nehir.
«Çünkü üç hükmî ferddir.» Zira üç bütün
talâkların hepsidir. Binaenaleyh o talâkın kâmil ferdidir. Onu murad etmek,
sayıyı murad etmek değildir. T.
«Onun içindir ki...» Yani hükmen fert
olduğu içindir ki demektir.
«Lâkin Bahır sahibi ilh...» şöyle demiştir:
«Cevhere'deki; hürreden önce bir kadın almışsa her ikisini niyet ettiği
takdirde iki talâk vâki olur, ifadesi açık hatadır.» Nehir sahibi bu hususta
söz etmiş; "Birinci kadınla birlikte iki talâkı niyet ederse üç talâkı
niyet etmiş demektir. O halde milkinde yalnız vâki olan iki talâk
kalmıştır." demiştir. H.
Ben derim ki: Eğer maksat birinciye katılan
iki talâkı niyet etmesi ise, bununla o kimse ikiyi niyet etmekten çıkmaz. Bu da
hâlis adettir, niyet edilmesi sahih değildir. Maksat bu adam birinci talâk da
içlerinde olmak üzere üçü niyet etmiştir demekse bu sahihtir. Çünkü üç itibarî
ferddir. Zahîre'de şöyle denilmiştir: «Hürreyi bir defa boşar da, sonra ona,
sen bana haramsın diyerek ikiyi niyet ederse niyeti sahih olmaz. Üç talâkı
niyet ederse, niyeti sahih olur ve diğer iki talâk vâki olur»
FER'İ MESELE: Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir: «Bir adam iki karısına; siz haramsınız der de birisi hakkında üç
talâkı, diğeri hakkında bir tâlakı niyet ederse. İmam-ı Azam'a göre niyet sahih
olur. Fetva da buna göredir»
METİN
Talâkta kullanılan sözlerden bazıları da;
talâk bana lâzım geliyor, haram bana lâzım geliyor, bana talâk düşüyor, bana
haram düşüyor, sözleridir. Örf bulunduğu için bunlarla niyetsiz talâk vâki
olur. O adamın hiç karısı yoksa, bu söz yemin olur. Yeminini bozarsa kefaret
verir. Kudûri'nin Tashih'i.
İZAH
«Örf bulunduğu için bunlarla niyetsiz talâk
vâki olur.» Yanı bunlar kinaye değil sarih sözlerdir. Buna delil; niyetin şart
olmamasıdır. Velevki haram kelimesiyle vâki olan bâin olsun. Çünkü sarih sözle
bazen bâin talâk vâki olur. Nitekim yukarıda geçti. Lâkin sarih sözle bâin
talâkın vukubulması söz götürür. Biz onu kinayeler bâbında söyleyeceğiz.
Şârihin söylediklerinin sarih olması, örf-ü âdette kadın boşamada bu sözlerin
kullanılmaları yaygın olduğu içindir. Halk bunlardan başka talâk sîgası
bilmezler ve bunlarla ancak erkekler yemin ederler.
Yukarıda geçti ki sarih, örf-ü âdete göre
talâkta kullanılması daha fazla olan kelimedir. Öyle ki örfen ancak talâkta
kullanılır. Yani hangi dilde olursa olsun böyledir. Bu, zamanımızın örfünde de
böyledir. Binaenaleyh bu sözleri sarîh itibar etmek gerekir. Nitekim
müteehhirin ulema, "Sen bana haramsın." sözüyle, niyetsiz talâk-ı
bâin vâki olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü örf vardır. Halbuki mütekaddimin
ulemaya göre nassan sâbit olan bunun niyete bağlı olmasıdır. Bu. aşağıda
gelecek olan, "Karısına, talâkın üzerime olsun dese bir şey vâki
olmaz." ifadesine aykırı değildir. Çünkü o örf galebe etmediğine göredir.
Rumeli müftüsü Allâme Ebussuud Efendi'nin, "Talâk borcum olsun veya talâk
bana lâzım olsun. sözleri ne sarîhtir ne de kinaye." diye fetva vermesi
buna yorumlanır. Yani onun zamanında onlar örf-ü âdet olmamıştır. Onun içindir
ki, musannıf Minah adlı eserinde, "Bunların talâkla kullanılması bizim
memleketimizde yaygın örf haline gelmiştir. Halk bunlardan başka talâk sigası
bilmezler. Binaenaleyh böyle bir sözle niyetsiz dahi fetva vermek icabeder.
Nitekim haram bana lâzım geliyor, haram üzerime borç olduğu gibi sözlerde hüküm
budur." demiştir.
Örf bulunduğu için bununla talâk vâki
olduğunu açıklayanlardan biri de Şeyh Kâsım'dır. Tashih'inde. "Ebussuud'un
fetvası, onların memleketinde bu sözün talâkta aslâ kullanılmamasına mebnîdir.
Nitekim gizli değildir." demiştir. Şeyh Kâsım'ın söylediğini ondan önce
muhakkık üstadı Kemâl b. Hümam Fethu'l-Kadîr'de söylemiş; Bahır ve Nehir
sahipleri de ona tâbi olmuşlardır. Abdülgâni Nablusi'nin bu hususta,
"Ref'ül-İnfilâk fialeyye't-Talâk" adını verdiği bir risalesi vardır
ki, o risalede diğer üç mezhebe göre talâk vâki olduğunu nakletmiştir.
Ben derim ki: Ben bu meselenin bizim
mezhebimizde mutekaddimin ulemadan nakledildiğini gördüm. Zahîre'de şöyle
denilmektedir: «Şu işi yaparsam üç tatlîk üzerime olsun; yahut vâcipler üzerime
olsun diyen bir kimse hakkında İbn-i Selâm'dan rivayet edildiğine göre, o belde
halkının yeminlerinde galebe çalan âdeti itibar olunur» Bunu Surûcî dahi
Gâye'de zikretmiştir. Nitekim gelecektir. Gerçi Hayriyye sahibi Ebussuud
Efendi'ye uyarak bununla talâk vâki olmaz diye fetva vermişse de, sonra ondan
dönerek hemen arkacağından hilâfına fetva vermiş ve şöyle demiştir: «Ben derim
ki: Bu sözle şu zamanda talâkın vâki olması haktır. Çünkü boşama manâsında
şöhret bulmuştur. Binaenaleyh fercler meselesinde ihtiyatla amel etmiş olmak
için buna dönmek ve buna itimat etmek vâciptir
TEMBİH: Muhakkık İbn-i Hümam'ın Fetih'teki
ibaresi şöyledir: «Yemin ederken, talâk bana lâzım gelsin, bunu yaymam demek
bizde örf olmuştur. Bunu söyleyen, yaparsam bana talâk lâzım gelsin demek
ister. Binaenaleyh bunu aleyhlerine yürütmek gerekir. Çünkü bu söz, ben şunu
yaparsam sen boşsun demiş gibi olur. Keza köyler hâlkı, "üzerime talâk
borç olsun bunu yapmam" diye yemin etmeyi örf-ü âdet edinmişlerdir.» Bu
açık olarak gösteriyor ki, bu söz mânâ itibariyle üzerine yemin edilen fiile
örfün galebesiyle tâlik yapmaktır. Yalnız bunda açık olarak tâlik edatı yoktur.
Tatarhâniyye'nin ondokuzuncu faslında da, bu muteberdir diye açıkca ifade
edildiğini gördüm. Orada şöyle deniliyor: «Hâvî'de Ebu'l-Hasen Kerhi'den naklen
bildirildiğine göre, sabah namazını kılmamış olmakla itham edilen birkimse;
kölem hür olsun ben onu kıldım derse, ve bu sözle şart yapmak onların dilinde
örf-ü âdet ise, Kerhî; ben onların işini örf edindikleri şarta göre yürütürüm.
Nasıl ki bir adam; sabah namazını kılmadımsa kölem hür olsun der de, kıldığı
anlaşıldığında köle âzâd olmazsa, burada da öyledir demiştir.»
Bezzâziye'de şu ibare vardır: «Bir adam
karısına: şu hâneya girersen sen boşsun, seni mutlaka boşarım derse, işte bu
adam o hâneye girerse karısını boşayacağına talâkla yemin etmiştir. Bu söz; şu
hâneye girersen kölem hür olsun, seni mutlaka döverim demesi mesabesindedir. Bu
adam hâneye girerse karısını mutlaka dövmek için, kölesinin âzâdına yemin etmiştir.
Binaenaleyh karısı o hâneye girerse onu boşaması lâzım gellr Kan-disi veya
karısı ölürse, hayatın sonunda şart ortadan kalkmış demektir.» Yani talâk vâki
olur. Nitekim Münyetü'l-Müfti'de beyan edilmiştir.
Ben derim ki: O adam şöyle demiş gibi olur:
«Sen şu hâneye girersen ve ben de seni boşamazsam sen boşsun.» ve «Sen şu
hâneye girersen ben de seni dövmezsem kölem hür olsun.» Hambeliler kitaplarında
bunun, vallâhi yaparım mesabesinde yemin yerine kullanıldığını söylemiştir.
Nehir sahibi de şöyle demiştir: «Bir kimse, talâk borcum olsun veya talâk bana
lâzım gelsin yahut haram lâzım gelsin der de şunu yapmam demezse, hükmün ne
olacağını ulemanın kitaplarında bulamadım.» Miskîn hâşiyelerinde şöyle
denilmiştir: «Bunu üstadımız Surûci'nin Gâye'sinde Mugnî'ye nisbet edilmiş
olarak açıklandığını görmüştür. İbaresi şudur: Talâk bana lâzım gelir yahut
talâk bana lâzımdır, sarihtir. Çünkü talâkı vâki olan kimseye, ona talâk lâzım
oldu denilir. Üzerime talâk lâzım gelsin sözü de öyledir.» Seyyid Hamevî'nin Gâye'den
naklettiğine göre, talâk bana lâzımdır sözü niyetsiz vâki olur.
Ben derim ki: Lâkin ihtimâl Gâye'nin
muradı, üzerine yemin edilen şey zikredildiği surettir. Zira biliyorsun ki,
bununla örfte tâlik kasdedilir. Bana talâk borç olsun bu işi yapmam demek, bu
işi yaparsam sen boşsun demek gibidir. Şöyle yapmam sözünü söylemeyince, sadece
talâk bana borç olsun kısmı tâliksiz olarak kalır. Örf olan, bunun inşada değil
tâlik yerinde kullanılmasıdır. İnşada anında geçerli olarak kullanılması örf
olmayınca sarih sayılmaz ve aşağıda gelen, seni boşamak borcum olsun sözündeki
hilâfa göre olmak gerekir. Sonra gördüm ki Seyyid Abdulgâni risalesinde bunun
benzerini zikretmiş.
TETİMME: Üçü niyet edenin niyeti sahih
olmak gerekir. Çünkü talâk sözü mastarla zikredilmiştir. Mastarda üçü niyetin
sahih olduğunu biliyorsun. Haram üzerime borç olsun sözünde de böyledir. Ulema,
sen bana haramsın sözünde üç talâkı niyet etmenin sahih olduğunu
açıklamışlardır.
«Yemin olur ilh.. » Yani harama yemin
ettiği surette yemin olur. Zira Zahîre ve diğer kitaplardazikredilen budur.
Sonra gördüm ki Bezzâziye sahibi şöyle demiş »Talâkın haram lâfzıyla vâki
olduğu yerlerde o adamın karısı yoksa yeminini bozduğu zaman kendisine kefaet
lâzım gelir. Nesefî kefaret lâzım gelmez kanaatındadır.»
METİN
Üzerime kolumdan talâk lâzım gelsin sözü de
böyledlr. Bahır. Seni boşamak boynuma borç olsun dese talâk vâki olmaz. Vâcip
olsun, lâzım olsun, sabit olsun veya farz olsun kelimesini ziyade etse acaba
talâk olur mu? Bezzâzî muhtar olan kavle göre olmaz demiş; Kaadı Hâsî olur diye
cevap vermiştir.
İZAH
«Üzerime kolumdan talâk lâzım gelsin.» sözü
Bahır sahibinin bir incelemesidir. O bunu yukarıda geçen; «Bir kimse; sen şu
işten boşsun der de yanında sayı zikretmezse kazaen talâk vâki olur, diyaneten
olmaz.» sözünden almış ve şöyle demiştir: «Çünkü bu söz, burada talâkın
evleviyetle vâki olduğunu göstermektedir.» Allâme Makdisî bunu reddetmiş;
«Çünkü kendisine benzetilende talâka mahâl olan kadına hitap etmiş; sonra
kadının hissen ve şer'an bağlı olmadığı ameli zikretmiştir. Binaenaleyh sözü
örf-ü âdet olan şer'i mânâdan başkasına değiştirmek delilsiz sahih değildir.
Benzetilen bunun hilâfınadır. Çünkü talâkı mahalli olmayan bir şeye izafe
etmiştir ki o da koludur. Halbuki ben senden boşum dese hükümsüz olur.»
demiştir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır, Hayreddin-i Remlî de bunun
benzerini söylemiştir.
Ben derim ki: şöyle denilebilir: Burada
talâkı mahallinden başka bir yere izafe etmek yoktur. Zira yukarıda geçtiği
vecihle. «Üzerime talâk lâzım gelsin ben bu işi yapmam.» sözü, «Eğer yaparsam
sen boşsun.» demek gibidir. Binaenaleyh örfte mânâ itibariyle kadına izafe
edilmiştir. Adı geçen izafet muteber olmasa talâk vâki olmazdı. Bunun gibi bu
da, «Ben şöyle yaparsam sen benim kolumdan boşsun.» demek gibi olur ve kadına
izafette kendisine benzetilene müsavi olur. Şu da var ki, «Ben senden boşum.»
sözünde açık olarak erkeği talâkla vasıflandırmak vardır. Binaenaleyh talâk
vâki olmaz. Çünkü talâk kadının sıfatıdır.
«Üzerime talâk borç olsun.» sözüne gelince:
Bunun mânâsı, kadını boşamanın kocası üzerine vâki olmasıdır. Burada talâkı
mahallinden başka bir yere izafe yoktur. Bilâkis mahalline izafe vardır. Hem de
vukuun mahalline izafetiyle birliktedir. Çünkü halkın dilinde. «Böyle dediği
vakit onun üzerine talâk vâki olur.» sözü şuyu bulmuştur. Evet, Hayreddln-i
Remlî şöyle demiştir: «Üzerime kolumdan talâk lâzım gelsin, sözüyle yemin eden
kimse, bununla kesin olarak karısını kasdetmez. Çünkü avam takımının âdeti,
talâk olur korkusuyla bu sözü kadına söylemekten çekinmektir. Onun için bazen
kolundan, bazen mürüvvetinden derler. Bazıları bunu söyledikten sonra,
"Çünkü kadınları anmakta hayır yoktur". cümlesiniziyade ederler.»
Ben derim ki Eğer örf böyle ise, talâk vâki
olmayacağında tereddüt etmemek gerekir. Çünkü bu adam talâkı koluna ve
benzerine yapmıştır, kadının üzerine yapmamıştır. Sonra Hayreddin-i Remli şöyle
demiştir: «Meğerki üzerime kolumdan üç talâk lâzım gelsin demiş olsun. Bunun
vukuu için bir vecih söylenebilir. Çünkü üçü zikretmek onu tayin eder.»
«Seni boşamak boynuma borç olsun derse...»
Hâniyye'de şöyle denilmiştir «Seni boşamak boynuma borç olsun, dese Asıl adlı
kitapta istişhadın vechi anlatılırken şöyle denilmiştir: Görmüyor musun bir
adam Allah için karımı boşamak boynuma borç olsun dese bir şey lâzım gelmez.»
Ben derim ki: Bu sözün muktezası şudur:
Seni boşamak boynuma borç olsun sözünde talâk vâki olmamasının illeti, bunun
nezir sigası olmasıdır. Bu hacc boynuma borç olsun demek gibidir ve kadını
boşamaya nezretmiş gibidir. Nezir ise ancak maksut olan bir ibadette yapılır.
Talâk Allah Teâlâ'ya helalların en çirkinidir. O ibadet değildir. Bu sebeple o
kimseye bir şey lâzim gelmez.
«Ziyade etse ilh...» demesinden anlaşılıyor
ki, bir şey ziyade etmeksizin seni boşamak boynuma borç olsun sözünde
zikredilen hilâf yoktur. Hâniyye ve Hulâsa'dan anlaşılan da budur. Lâkin
Seyyidi Abdülgâni'nin, Serahsî'nin Edebu'l-Kaadi'sinden naklettiğine göre bir
adam karısına. «Seni boşamak üzerime farz olsun» yahut «lâzım olsun» veya «Seni
boşamak borcumdur.» dese, sahih kavle göre bunların hepsinde talâk vâki olur.
Köle âzâdı bunun hilâfınadır. Çünkü o vâcip olan şeylerdendir. Binaenaleyh
ihbar sayılır. Bu sözün bir mislini Muhit Muhtasar'ından da nakletmiştir.
«Kaadı hâsi olur diye cevap vermiştir.»
Kaadı Hâsî'nin Fetevâ'sında ibaresi şöyledir: «Bir adam karısına, seni boşamak
üzerime vâcip olsun; yahut seni boşamak bana lâzımdır dese. Ebû Hanife'ye göre
niyetsiz talâk vâki olur. Muhtar olan kavil budur. Muhammed b. Mukâtil buna
kaildir. Fetva da buna göredir. Sen bilirsin ki, fetva sözü sahihleme
sözlerinin en kuvvetlisidir. Hâniyye sahibinin Fatih Ebû Cafer'den naklettiğine
göre. «Üzerime vâciptir.» sözüyle talâk vâki olur. Çünkü halk bunu örf-ü âdet
edinmiştir.»
«Sabit olsun, farz olsun, lâzım olsun...»
sözleriyle talâk vâki olmaz. Çünkü bu hususta örf-ü âdet yoktur. Bu sözün
muktezası şudur: Üzerime talak borç olsun sözüyle talâk vâki olur. Çünkü bu,
bildiğin gibi zamanımızdan örf olmuştur. Hâsi talâkın vukuunu şu sözüyle ta'lil
etmiştir: «Çünkü talâk vâcip veya sabit olmaz. Bilâkıs onun hükmü sabit olur.
Hükmü de ancak vukuundan sonra vâcip ve sabit olur.''»
Fetih sahibi diyor ki: «Bu, talâkın
iktizaen sabit olduğunu gösterir ve niyetine bağlıdır. Meğerki bu hususta
yaygın bir örf bulunduğu anlaşılsın. O zaman sarih olur ve başkamânâya
yorumlamak hususunda kazaen tasdik edilmez. Ama o kimseyle Allah Teâlâ arasında
talâkı niyet etmişse talâk olur, etmemişse olmaz. Çünkü bazen bu iş bana
vâciptir denilir de yapmam gereklidir mânâsı kasdedilir, yaptım mânâsı
kasdedilmez. Bu adam sanki seni boşamam gerekir demiş gibidir.»
METİN
Seni Allah boşasın dese, acaba niyete
muhtar olur mu? Kemâl diyor ki: «Doğrusu evet olur.» Kocası karısına, «sen
tâlik ol» yahut «boşanmış ol» veya «ey mutallâka» dese talâk vâki olur. Keza,
«ey tâli», «ey tâlu» sözleriyle talâk vâki olur. Çünkü bu terhimdir. (Ey tâlik
kelimesinin kısaltılmışıdır.) Yahut, «sen tâli» derse talâk vâki olur. Aksi
takdirde niyete bağlı kalır. Nitekim bunu heceleyerek harf harf söylese; yahut
âzâd kelimesini böyle söylese niyetine bağlıdır.
İZAH
«Kemâl diyor ki: Doğrusu evet olur.» Bu
sözü ondan Bahır ve Nehir sahipleri nakletmiş ve hilâfı hikâye ettikten sonra
Kemâl'i tasdikte bulunmuşlardır. Vechi şudur: Bu söz duaya ihtimallidir.
Binaenaleyh niyete bağlıdır. Tatarhâniyye'de Attabiyye'den naklen şöyle
denilmiştir: «Muhtar olan kavil, niyete bağlı olmamasıdır. Zahîruddin bununla
fetva verirdi. Makdisî, bizim zamanımızda vâki olur demiştir. Bunun benzeri
şudur: Adam karısından beraet ister, o da Allah seni beri kılsın der. Bu fetva
hâdisesi olmuştur. Ben bunun sahih olduğunu yazdım. Çünkü bu halkın örfü
olmuştur.»
Ben derim ki: Bunun bir misli de Kâri-i
Hidâye Fetevâ'sında ve Muhibbîyye manzumesindedir. Tamamı hul'da gelecektir.
«Tâlik ol yahut boşanmış ol.» sözleri
hakkında Fetih sahibi şunu söylemiştir: «İmam Muhammed'den rivayet edildiğine
göre talâk vâkidir. Çünkü «ol» kelimesi hakikatta emir değildir. Zira kadının
kadından boş olması tasavvur edilemez. Bu emir kadının boş olmasını isbattan
ibarettir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin, «Ol der. O do oluverir.» âyet-i
kerimesi, emir değil yaratmaktan kinayedir. Kadının boş olması önceden boşamayı
iktiza eder. Bu söz, geçmişte talâk ikâını tazammun eder. Boşanmış ol sözü de
böyledir. Cariyeye efendisinin hür ol demesi bu kabildendir.»
«Ey mutallâka!» sözü hakkında evvelce
demiştik ki: Şayet kadının kocası var da onu evvelden boşamış olup. «Ben o
talâkı kasdetmiştim.» derse diyaneten tasdik olunur. Sahih kavle göre kazaen de
öyledir. Tatarhâniyye'de Muhit'ten naklen, «Kocası sen boşsun der de sonra ey
mutallâka diye çağırırsa, ikinci bir talâk vâki olmaz.» denilmiştir. Ey
mutallâka yerine ey mutlaka dese, bu söz kinayeye mülhak olur. Nitekim
Bahır'dan naklen arzetmiştik,
«Talâk vâki olur.» Yani niyete muhtaç değildir.
Çünkü sarîh sözdür.
«Ey tâlu» şeklini inceleme neticesi Nehir
sahibi söylemiş ve şöyle demiştir. «Tâlu demesininde aynı hükümde olması
gerekir. Çünkü lügaten tâlu; beklemeyen mânâsına gelir. Tâle demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü niyete bağlıdır» Kendisine itiraz edilmiş ve şöyle
denilmiştir: «Tâlu dediği zaman dahi niyete bağlı olması gerekir. Çünkü
diğerini beklemezse, t. I, k maddesi mevcut olmadığı gibi, mülâhaza dahi
edilemez. Binnenaleyh sarîh değildir. Bekler mânasına gelen tâli bunun hilâfınadır.»
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir.
Münadanın terhiminde zamme şekli sabit bir lugat olduğuna göre, terhim yapmakla
o söz nidâdan önceki mânâsından çıkmaz. Çünkü terhim yapılan sözü işiten
herkes, o kelimeye nidâ edildiğini bilir. Atılan kısmı bekleyip beklememek
itibari bir şeydir. Ulema bunu o kelimeyi zamme va kesire ile okuyabilmek için
takdir etmişlerdir. Aksi takdirde münadanın çağrılması kasdedilmeyen başka bir
isim olması lâzım gelir. Bana zahir olan budur.
«Yahut sen tâli derse...» niyetsiz talâk
vâki olur. «Sen tâki» demesi, yani tâlik kelimesinden 'l' harfini atması bunun
hilâfınadır. Çünkü bununla niyet etse de talâk vâki olmaz. Örfen mûtad olan,
kelimenin (orta harfini değil) sonunu atmaktır. Tatarhâniyye.
«Aksi takdirde...» Yani münada olmayan
tâlik kelimesini tâli şeklinde söylemezse, talâkın vukuu niyete bağlı kalır.
Talâk müzakeresi ile öfke hali de niyet hükmündedir. Nitekim Hâniyye'de
belirtilmiştir. Fethu'l-Kadir'in kinayeler bahsinde şöyle denilmiştir: «En
güzeli, mutlak surette niyete bağlı olduğunu söylemektir. Çünkü tâlik kelimesi
kafsız söylenirse, bilittifak sarih değildir. Çünkü kullanılması çok değildir.
Terhim dahi lügatta nidâdan başka yerde caiz değildir. Şu halde lugaten, örfen
diye bir şey yoktur. Kazaen yeminiyle birlikte tasdik olunur. Bundan yalnız
öfke ile talâk muzakeresi hâli mustesnadır, Bu hallerde kelimeyi sâkin okusun
okumasın kazaen talâk vâki olur.» Tamamı Fetih'tedir.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'den
naklettiğimiz. «Kelimenin sonunu atmak örten âdettir.» sözü cevabı ifade eder.
Çünkü tâlik kelimesi kesin olarak sarihtir. Kelimenin sonunu atmak örfen âdet
olunca, bu onu sarîh olmaktan Çıkarmaz. Gerçekten kelimenin sonunu atmak, sözün
güzelliklerinden, sayılmıştır. Bedi uleması onu iktifa kısmından sayarlar. Şu
da var ki, kelimenin sonunu başka bir harfle değiştirmek - evvelce geçen bozuk
talâğ ve telâğ kelimeleri gibi - o kelimeyi sarih olmaktan çıkarmaz. Halbuki o
kelimenin o şekilde kullanılması çok değildir. Bu olsa olsa ondan sarih lâfız
kasdedildiği içindir. Bozuk şekil ârızîdir. Çünkü ya hataen ağızdan çıkıverir
yahut konuşanın dili öyle olduğu için kasten öyle söylenilir. Benim akl-ı
kâsırıma zâhir olan budur.
METİN
Nehir'de Tashih'ten naklen, «Sana talâkını
rehin ettim.» gibi sözlerle sahih kavle göre talâk vâki olmadığı
bildirilmiştir. Bir kimse, sen boşsun gibi bir sözle talâkı karısına veya
boyun, ünük, ruh, beden ve ceset, ferc, yüz, baş ve keza kıç gibi kadının
bütününü ifade eden bir uzvuna; yahut yarısı ve üçte biri gibi - onda birine
kadar - şâyi bir cüzüne izafe ederse, talâk vâki olur. Çünkü beden parçalanmayı
kabul etmez. Kollarla bacaklar cesette dahildir. Bedende dahil değildir. Bud ve
dübür ile muhtar kavle göre kan bunların hilâfınadır.
İZAH
«Nehir'de Tashih'ten naklen ilh...» Yani
Allâme Kâsım'ın Tashihu'l-Kudûri nâmındaki kitabından ibare nakledilmiştir ki,
bununla Bahır sahibine ret cevabı verilmek istenilmiştir. Bahır sahibi, «Sana
talâkını hibe ettim.» sözünden, bu sözün sarih olduğunu anlamıştır. Keza, «Sona
tevdi ettim, sana rehin ettim.» sözlerinden bunların sarih oldukları mânâsını
çıkarmıştır. Nehir sahibi diyor ki: «Tashih-i Kudûri'de Kâdıhân'dan
nakledildiğine göre, sana talâkını hibe ettim sözünde sahih kavil, talâkın vâki
olmamasıdır. O halde sana tevdi ettim, sana rehin ettim sözleriyle talâk vâki
olmaması evleviyette kalır. İleride göreceğiz ki, sana rehin ettim sözü
kinayedir. Muhit'te beyan edildiğine göre bir kimse karısına, «Sana talâkını
rehin ettim.» dese, ulema talâk vâki olmadığını söylemişlerdir. Çünkü rehin milkin
elden gitmesini ifade etmez.»
Ben derim ki: Kinaye olmasının muktezası
şudur: Talâk niyet bulunmak şartıyla vâki olur. Bahır sahibi bunu kinayeler
bâbında kinayelerden saymıştır. Keza sana talâkını hîbe ettim, sana talâkını
tevdi ettim, sana talâkını ödünç verdim sözlerini de kinayelerden saymıştır.
Tamamı kinayeler bâbında gelecektir.
«Sen boşsun gibi...» Keza o boştur, şu
boştur gibi zamir ve ism-i işaretlerle veya soyadı ve benzeriyle talâkı kadına
izafe ederse kadın boş olur. Musannıf muradın mânâya tahsisi itibariyle kadının
bütününü ifade eden sözler olduğuna işaret etmiştir.
«Kadının bütününü ifade eden» sözüyle de,
mecaz yoluyla bütününü ifade eden kelimelere işaret etmiştir. Yoksa Fetih'te
beyan edildiği gibi bunların hepsiyle bütün beden ifade edilir.
«Boyun ilh...» kelimesiyle bütün ceset
ifade edilir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, «Bir boyun âzâd etmesi lâzım gelir.»
âyet-i kerimesinde boyun kelimesi bütün ceset mânâsına kullanılmıştır.
«Ünükleri ona âmâde oldu.» âyet-i kerîmesindeki ünük sözü de böyledir. «Ruhu
helâk oldu.» cümlesindeki ruh kelimesi nefsi mânâsındadır. Nefis kelimesi de
bütün vücudu mânâsına gelir. Nitekim, «Biz onlara Tevrat'ta nefse karşı nefis
diye yazdık.» âyet-i kerîmesinde nefis bu mânâyadır.
«Ferc» kelimesi, «Allah kaltak üzerindeki
ferclere lânet etsin.» hadîs-i şerifinde bütün beden mânâsında kullanılmıştır.
Fetih sahibi bu hadisin cidden garip olduğunu söylemiştir.
«Yüz» kelimesi, Teâlâ Hazretlerinin, «Onun
yüzünden başka her şey helâk olacaktır. Yalnız Rabbinin yüzü kalacaktır.»
âyet-i kerîmesinde Allah Teâlâ'nın zâtı mânâsında kullanılmıştır. Baş kelimesi
de öyledir. "Kölelerden bir ve iki baş âzâd etti.", "Senin başın
selâmette oldukça ben de hayır üzereyim." denlilir ki, bundan murad da
zâttır. Fetih.
Bahır sahibi diyor ki: «Fethu'l-Kadir'in
kefâlet bahsinde bildirildiğine göre bir kimse, gözümle kefil oldum dese, sahih
olup olmayacağını İmam Muhammed zikretmemiştir. Belhi sahih olmayacağını
söylemiştir. Nitekim talâkta sahih değildir. Meğerki bu sözle bedeni niyet
etmiş olsun. Ama vâcip olan, kefâlette de talâkta da sahih olmasıdır. Çünkü göz
kelimesiyle bütün vücut ifade edilir. Kavmin gözü, o insanlar arasında bir
gözdür denilir. Ama ihtimâl bu onların zamanında meşhur değilmiştir. Bizim
zamanımızda ise meşhur olduğunda şüphe yoktur.»
«Keza kıç gibi ilh...» Bahır sahibi diyor
ki: «Kıç kelimesi dübüre muradif de olsa, hükümde müvasi olmaları lâzım gelmez.
Çünkü burada itibar, sözün bütün vücudu ifade etmesinedir. Görmüyor musun bud
kelimesi de fercin muradifidir. (İkisi bir mânâyadır.) Ama buradaki hükmü
tabirdeki hükmü gibi değildir.»
Hâsılı kıç ve ferc kelimeleriyle bütün
beden ifade edilir. Talâk bunlara izafe edilirse vâki olur. Birincinin muradifi
ki dübürdür ve ikincinin muradifi ki bud'dur bunun hilâfınadır. Bunlarla bütün
beden ifade edilmediği için talâk da vâki olmaz. Teradüf, yani aynı mânâda
olmalarından, hükümde de müsavi olmaları lâzım gelmez. Lâkin Fetih sahibi
itiraz ederek şunları söylemiştir: «Eğer muteber olan ifadenin şöhret
bulmasıysa, ferce izafe etmekle de talâkın vâki olmaması icabeder. Çünkü bu
kelime bütün vücut mânâsında şöhret bulmamıştır. Şayet bazı lisan âlimlerinin
kullanmış olması muteber sayılırsa, el kelimesinde hilâfsız olarak talâk vâki
olması icabeder. Çünkü elin bütün beden hakkında kullanılması Teâlâ
Hazretlerinin, "Bu, senin iki elinin takdim etmesi sebebiyledir."
âyet-i kerîmesiyle sübut bulmuştur. Yani sen takdim ettiğin için demektir.
Rasulullah (s.a v.) dahi, "Elin aldığı şey, onu gerisi geriye verinceye kadar
üzerine borçtur." buyurmuştur.»
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir:
Muteber olan birincisidir. Lâkin onun herkesçe bütün beden mânâsında
kullanılmasının şöhret bulması lâzım gelmez. Sadece meselâ konuşan kimsenin
örfünde şöhret bulması kâfidir. Şu halde onun memleketinde el kelimesiyle bütün
beden kasdedildiği şöhret bulmuşsa, ele izafe edilen talâk vâki olur. Ferc
kelimesi şöhret bulmamışsa, ona izafe edilen talâk vâki olmaz. Sonra Fetih
sahibinin sözünde bu mânâyı ifade eden kelimeler gördüm. Şöyle demiş: «Başa izafe
etmekle talâkın vukuu, onunla bütün beden ifade edildiği içindir. Yoksa yalnız
baş itibara alındığı için değildir. Onun içindir ki koca; ben yalnız başı
kasdettim dese, Hulvânî'nin beyanına göre talâk vâki olmaz demek uzak
görülemez. Lâkin bu diyaneten olmak gerekir. Kazaen ise bu kelimeyle bütün
bedenin ifade edilmesi şöhret bulmuşsa, o kimse tasdik edilmez. Koca, ben et
kelimesiyle elinsahibini kasdettim. Nitekim âyet ve hadiste sahibi
kasdedilmiştir, derse, bir kavmin örfüne göre bununla bütün beden ifade
edildiği takdirde talâk vâki olur. Çünkü talâk örfe ibtina eder. Onun için
melezlerden biri Farsça karısını boşasa talâk vâki olur. Fakat bunu, mânâsını
bilmeyerek bir Arap söylese, talâk vâki olmaz.»
Görülüyor ki, başa veya ele izafe edilen
talâkın kazaen vâki olması, bu sözlerle bütün bedenin ifade edilmesi örf
olduğuna göredir. Keza, "Bir kavmin örfüne göre bununla bütün beden
ilh...» sözü dahi açık olarak gösteriyor ki, o kavme göre bu meşhur değilse
talâk vâki olmaz. Halbuki baş ve el kelimelerini bütün beden mânâsında
kullanmak hem lügaten hem şer'an sabittir. Allahu a'lem.
«Yahut yarısı ve üçte biri gibi...» Bir
cüzü şâyi'ine izafe etmekle tatâk vâki olduğu gibi: talâkı kadının bir cüzünden
birine izafe etmekle de vâki olur. Nitekim Hâniyye'de bildirilmiştir. Çünkü
cüz'ü şayi satış vesaire gibi tasarruflara mahâldir. Hidâye.
Tahtâvî diyor ki: «Ancak talâktan başkası
hakkında parçalanmayı kabul eder. Şeyhizâde'nin söylediğine göre talâk evvelâ o
cüzde vâki olur, sonra ondan öteki cüzlere sirayet eder. Böylece bütünü boş
olur»
«Çünkü beden parçalanmayı kabul etmez.»
sözü, "Yahut talâkı kadının bir cüzü şâyi'ine izafe ederse"
ifadesinin illetidir. T. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir: Bundan, meselâ
bir parmağa izafe edilen talâkın vâki olması lâzım gelir. Binaenaleyh münasip
olan ta'lil, yukarıda Hidâye'den naklettiğimizdir.
«Kollarla bacaklar cesette dahildir.»
Cesetle beden arasındaki bu farkı Nehir sahıbi İbn-i Kemâl'e nisbet etmiştir.
Rahmetî ise onu Zemahşerî'nin Faik'ı ile Misbah'a nisbet etmektedir. Zahîre'nin
iddet faslında gördüm ki İmam Muhammed, "Beden, insanın iki budundan
omuzlarına kadar olan kısmıdır." demiştir.
METİN
Bir kimse karısına; senin üst yarın bir
defa, alt yarın iki defa boş olsun dese, Buhârâ taraflarında talâk vâki olur.
Bazıları bir talâk, bazıları her iki izafetle amel ederek üç talâk vâki
olacağını söylemişlerdir. Hulâsa. Senden boynun veya yüzün der; veya elini,
başının, boynunun veya yüzünün üzerine koyarak, şu uzuv boştur derse, esah
kavle göre talâk vâki olmaz. Çünkü bütün bedenini ifade etmemiş, sadece bir
cüzünü söylemiştir. Hattâ elini koymaz da bu baş boştur der ve kadının başına
işaret ederse, esah kavle göre talâk vâki olur. Ama o uzvu tahsisi niyet
ederse, diyaneten tasdiki gerekir. Fetih. Nitekim talâkı ele izafe etse ancak
mecaz niyetiyle vâki olur.
İZAH
«Buhârâ taraflarında talâk vâki olur.» Yani
bu hususta ne mütekaddimin ulemadan, nemüteehhirinden bir nass yoktur.
Tatarhâniyye.
«Her iki izafetle amel ederek üç talâk vâki
olacağını söylemişlerdir.» Çünkü baş bedenin üst yarısındadır. Ferc ise alt
yarısında bulunmaktadır. Böylece o kimse talâkı kadının hem başına hem fercine
izafe etmiş olur. Bunu Tahtâvî Muhit'ten rivayet etmiştir. Bahır sahibi diyor
ki: «Bundan anlaşıldığına göre o kimse bunların yalnız birini söylemekle
yetinse, bilittifak bir talâk vâki olur.» ikincisi hakkında bu söz makbul
değildir. Nitekim zâhirdir. Nehir. Yani her iki izafetle bir talâk vâki
olduğunu söyleyen fercin ikincide olduğunu itibara almamıştır. Yalnız ikinci
izafetle yetinirse, onunla nasıl bilittifak bir talâk vâki olur. Evet. yalnız
birinci izafetle yetinse bilittifok bir talâk vâki olur.
Sonra bilmelisin ki, her iki kavil
müşkildir. Çünkü üst yarı veya alt yarı cüzü şâyi değildir. Bu meydandadır.
Kendisiyle bütün beden ifade edilen uzuv da değildir. Başın birincide, fercin
ikincide bulunması ile bütün vücudu ifade etmiş olmaz. Çünkü yukarıda geçen,
"Talâk bütün bedeni ifadeye yarayan bir cüze izafe edilirse vâki
olur." sözünde muzaf takdir edilir. Yani bir cüzün ismine takdirindedir.
Nitekim bunu Fetih sahibi söylemiş ve şöyle demiştir «Çünkü cüzün kendisiyle
bütün bedeni ifade etmek tasavvur olunamaz.» O zaman üst yarıda mevcut olan
başın kendisi; alt yarıda mevcut olan da fercin kendisidir. Kendileriyle bütün
beden ifade edilen isimleri değildir. Onun içindir ki, etini kadının başının
üzerine koyarak; şu baş boştur dese kadın boş düşmez. Çünkü elini koyması,
başın kendisini kasdettiğine karinedir. Elini başının üzerine koymaması bunun
hilâfınadır. Nitekim gelecektir. Çünkü bu, zât mânâsına gelir. Düşünülmelidir.
«Sadece bir cüzünü söylemiştir.» Buna
karine, birincide senden demesi; ikincide ise elini koymasıdır.
«Bu baş boştur» derse talâk vâki olur. Öyle
görünüyor ki, şu yüz yahut şu boyun demesi de bunun gibidir. Zâhire bakılırsa
burada baş ve benzeri gibi şeylerin adını söylemesi mutlaka lâzımdır. Onları şu
uzuv diye ifade ederse talâk vâki olmaz. Çünkü bütünü ifade eden şey baş ve
benzerinin adıdır, o uzvun adı değildir.
«Esah kavle göre talâk vâki olur.» Onun için
başkasına, "bu başı sana bin dirheme sattım" der de kölesinin başına
işaret ederse, müşteri kabul ettim dediği takdirde satış caizdir. Bunu
Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Fetih» in ibaresini bir sahife evvel
arzettik.
«Nitekim talâkı ele izafe etse...» Çünkü el
tabiriyle insanın bütününü ifade etmek şöhret bulmamıştır. Hattâ bir kavmin
arasında şöhret bulsa talâk vâki olur. Nitekim bunu Fetih'ten naklen arzettik.
«Ancak mecaz niyetiyle vâki olur.» Yani
meşhur olmamışsa cüzü külle itlak kabilindendir. Bununla meşhur ise mecaz
niyetine hâcet yoktur. Fetih sahibi bunu şöyle zikretmiştir: «Şâfiî'ye göre
talâkı ele, ayağa ve benzerlerine hakikaten izafe etmekle talâk vâki olur. Bu
şöyle izah edilir: Talâkın mahalli kadındır. Çünkü nikâha mahal olan odur.
Kadının cüzlerinin mahâl olması tebeiyyet yoluyladır. Binaenaleyh talâk ancak
kadının zâtına veya tasarrufata mahâl olacak bir cüzü şayi'ine yahut bütününü
ifadeye yarayan muayyen bir yerine izafe etmekle olur. Hattâ nefsi kasdedilse
olmaz. Şu halde hilâf, tebean malik olduğu bir şey hakikatı üzere talâkı izafe
etmesine mahâl olur mu olmaz mı meselesindedir. O şeyin bütünden olması
hakkında değildir. Şâfiî'ye göre evet olur. Bize göre olmaz. Bütününden mecaz
olmasına gelince: Lügaten doğru olduktan sonra, el olsun, ayak olsun vâki
olacağında işkâl yoktur.» Yani tükrük ve tırnak bunun hilâfınadır. Çünkü
bunlarla bütün bedeni murad etmek doğru değildir.
Hâsılı Bahır'da da beyan edildiği gibi bu
lâfızlar üç kısımdır: Birincisi; sarih olup kazaen niyetsiz olarak talâk vâki
olan boyun gibi sözlerdir. İkincisi, kinayedir. El gibi ki, ancak niyetle talâk
vâki olur. Üçüncüsü, Barîh ve kinaye olmayan sözlerdir. Tükrük, diş, saç,
tırnak, karaciğer, ter ve kalp gibi ki, bunlarla niyet etse de talâk vâki olmaz.
METİN
Ayak, dübür, saç, burun, baldır, uyluk,
sırt, karın, dil, kulak; ağız; göğüs, çene, diş, tükrük ve ter; keza meme ve
kana izafe etmekle de talâk vâki olmaz. Cevhere. Çünkü bunlardan biriyle bütün
beden ifade edilemez. İfade eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur. Keza hill
değil de hürmet sebeplerinden olan her şey bilittifak böyledir.
İZAH
«Çene...» Ben derim ki: Çene sözüyle bütün
bedeni kasdetmek şimdi şöhret bulmuş bir örftür. "Bu çene sağlam kaldıkça
ben hayır üzereyim." derler. Binaenaleyh onun da baş gibi olması gerekir.
«Keza meme ve kana izafe etmekle de talâk
vâki olmaz. Cevhere.» Ben derim ki: Cevhere'nin ifadesi şöyledir: «Erkek
karısına; senin kanın boş olsun derse, bu hususta iki rivayet vardır. Bunların
sahih olanına göre talâk vâki olur. Çünkü kan ile bütün beden ifade edilir.
Kanı heder oldu derler.» Bahır ve Nehir'de Cevhere'den böyle nakledilmiştir.
Nehir'de Hulâsa'dan nakledildiğine göre talâk vâki olmadığı sahih bulunmuştur.
Nitekim metinlerin zâhiri de budur.
«İfade eden bir kavim bulunursa talâk vâki
olur» Yani bu söylediklerimizle, fakat hassaten değil de herhangi bir uzuvla
bütün bedeni izafe eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur. Bunu Ebussuud
Dürer'den nakletmiştir. Hamevi'nin Celâlzâde'nin Muhakemât'ından naklettiği
ibarede şu ziyade vardır: «Talâk Türkçe olarak el ve ayağa izafe edilirse,
buhususta ihtiyat göstermek icabeder. Çünkü Türkçe'de bunlarla bütün beden ve
zât ifade edilir.» T.
«Keza ilh...» Bunun aslı
Fethu'l-Kadir'dedir. Orada bütün bedeni ifadeye yaramayan el, ayak, parmak,
dübür gibi uzuvlarla talâk ifade edilirse vâki olmadığı bildirilmiştir. İmam
Züfer, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed buna muhaliftirler. Saç, tırnak, diş, tükrük ve
tere izafetle talâk vâki olmayacağı hususunda hilâf yoktur. Bundan sonra Fetih
sahibi şöyle demiştir: «Köle âzâdı, zıhâr, ilâ ve hürmet sebeplerinden herbiri
bu hilâfa göredir. Bir adam karısının parmağını zıhâr, îlâ veya âzâd ederse
bize göre sahih olmaz. Onlara göre olur. Kısastan afv da böyledir. Nikâh gibi
helâl kılma sebeplerinden olan bir şeyin bütün bedeni ifadeye yaramayan muayyen
bir cüze izafeti ise hilâfsız sahih olmaz.»
Ben derim ki: Bundan, nikâhta cüz'ü şâyı'a
veya bütün vücudu ifadeye yarayan bir uzva izafenin hükmünün ne olacağı
anlaşılamaz. Orada geçmişti ki, senin yan kısmını tezevvüç ettim sözüyle, esah
kavle göre ihtiyaten nikâh mün'akit olmaz. Hâniyye. Bilâkis akdi kadının
bütününe veya bütününü ifade eden bir uzvuna izafe etmesi mutlaka lâzımdır.
Sırt ve karın en münasip kavle göre bütününü ifade eden uzuvlardandır. Zahîre.
Talâkta ulema bunun hilâfını tercih etmişlerdir. O halde fark göstermeye
muhtaçtır. Biz bu hususta evvelce söz ettik ve dedik ki: Sırt ve karına
izafetle nikâh sahih olur diyen, talâkın da vukuunu tercih etmiştir. Nikâhta
sahih olmadığını söyleyen, talâkın da vukubulmadığını ihtiyar etmiştir.
Binaenaleyh farka hâcet yoktur.
METİN
Bir talâkın cüzü - velevki binde biri olsun
- bir boşamadır. Çünkü talâk parçalanmayı kabul etmez. Cüzler fazla gelirse
başka talâk vâki olur. Yarım talâk ve üçte bir talâk ve altıda bir talâk
demedikçe böyle devam eder. Fakat bunları söylerse üç talâk vâki olur. Bunların
arasında "ve" edatını kullanmazsa bir talâk vâki olur. Bir talâk ve
yarısı derse, muhtar kavle göre iki talâk vâki olur. Cevhere. Keza altıda birin
yerine dörtte bir demiş olsa muhtar kavle göre iki talâk vâki olur. Ama bir
talâk olur diyenler de vardır. Kuhistâni.
İZAH
«Velevki binde biri olsun.» Meselâ sen bir
talâkın binde bir cüzü boşsun dese bir talâk vâki olur. T.
«Çünkü talâk parçalanmayı kabul etmez.»
Aklı başında bir adamın sözünü hiçe çıkarmaktansa, talâkın bir cüzünü söylemesi
bütününü söylemiş yerine tutulur. Onun içindir ki kısasın bir kısmını affetmeyi
Allah Teâlâ bütünü yerine tutmuştur. Nehir. Bu izaha göre bir adâm karısına, sen
bir talâk ve bir çeyrek boşsun; yahut birbuçuk talâk boşsun derse, karısı iki
talâk boş olur. Cevhere.
«Cüzler fazla gelirse...» Yani zamire izafe
etmekle beraber meselâ; sen yarım talâk boşsun, bir de onun üçte biri ve dörtte
biri derse, cüzler bir talâktan altıda birin yarısı kadar fazlalaşmış olur.
Binaenaleyh bununla ikinci bir talâk meydana gelir.
«Böyle devam eder» Yani cüzler iki talâktan
fazla olursa üç talâk meydana gelir. Meselâ, "Sen bir talâkın üçte ikisi
ile dörtte birinin üçü ve beşte birinin dördü boşsun." derse üç talâk
meydana gelir. H. Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: «Ancak esah kavle göre mercii
bir oldukta, birin cüzleri fazla da olsa bir talâk vâki olur. Çünkü o cüzleri
bire izafe etmiştir. Bunu Mebsût sahibi söylemiştir. Birinci kavli ulemadan bir
cemaat tercih etmişlerdir.»
Bahır'da şöyle denilmiştir: «Esah kavle
göre bir kimse karısına; sen bir talâk ve onun yarısı boşsun dese bir talâk
vâki olur. Nitekim Zahîre'de bildirilmiştir. Birbuçuk talâk demesi bunun
hilâfınadır.» Zahîre'deki sözü Hindiyye sahibi Muhit ve Bedâyi'ye nisbet
etmiştir. Lâkin benim Bedâyi'de gördüğüm şöyledir: «Sayı biri geçerse hükmü ne
olacağı zâhir rivayette zikredilmemiştir. Ulema bu hususta ihtilâf etmiş;
bazısı iki talâk, bazısı bir talâk vâki olacağını söylemişlerdir.»
«Üç talâk vâki olur.» Çünkü nekire
(belirsiz) bir kelime nekire olarak tekrarlanırsa, ikincisi birinciden başka
olur ve her cüz tamamlanır. "Yarım talâk ve onun üçte biri ve altıda
biri" demesi bunun hilâfınadır. Bir talâk vâki olur. Çünkü ikinci ve
üçüncü birincinin aynıdır. Bu söylediklerimiz zifaf edilmiş kadın hakkındadır.
Zifaf olunmayan hakkında bütün suretlerde bir talâk meydana gelir. Bahır.
«Ve edatını kullanmazsa...» Yani sen yarım
talâk, üçte bir talâk, altıda bir talâk boşsun derse bir talâk meydana gelir.
Z,ra atıf edatının atılması, bu cüzlerin hepsinin bir talâka ait olduğunu
gösterir. İkincisi birinciden bedel, üçüncüsü ikinciden bedeldir. Bedel de
mübdelün-minhin kendisi veya cüzüdür.
«Muhtar kavle göre...» Yani ulemadan bir cemaata
göre demektir. Biliyorsun ki Mebsût'tan rivayet edilen bunun hilâfıdır. Ona
göre esah kavil, mercii bir ise bir talâk vâki olmaktır. Zahîre ve Muhit
sahipleri bunu tercih etmişlerdir.
«Keza altıda birin yerine dörtte bir demiş
olsa ilh...» Orada Kuhistânî'nin ibaresi Muhit'ten nakledilmiş olmak üzere
şöyledir: «Bir kimse yarım talâk ve üçte bir talâk ve dörtte bir talâk boşsun
dese, muhtar kavle göre kadın iki defa boş olur. Bazıları bir defa boş olur
demişlerdir. Dörtte bir yerine altıda bir demiş olsa üç talâk vâki olur;
bazıları bir talâk vâki olur demişlerdir.»
Öyle anlaşılıyor ki bu, Kuhistânî'nin bir
kalem hatasıdır. Çünkü bu odam ikincide cüzleri bir talâktan fazla yapmamıştır.
O bununla üç talâk vâki olduğunu söylemektedir. Birincide ise cüzleri bir
talâktan fazla yapmıştır. Kuhistânî bunu iki saymaktadır. Halbuki her iki
suretteüçer talâk vâki olmak icabeder. Çünkü cüzlerin itibara alınması ancak
mercii bir olduğu zamandır. Belirsiz ismi söylediği zaman ise, her cüz bir
talâk sayılır. Nitekim geçmişti. Halbuki Muhit'in ibaresi Tahtâvî'nin
Hindiyye'den naklettiği vecihle şöyledir: «Bir adam karısına; sen bir talâkın
yarısı ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın altıda biri boşsun dese üç talâk
meydana gelir. Çünkü her cüzü belirsiz bir talâka izafe etmiştir. Belirsiz isim
tekrarlanırsa, ikinci birinciden başka olur. Bu adam; sen yarım talâk ve onun
üçte biri ve onun altıda biri boşsun derse bir talâk vâki olur. Cüzlerin mecmuu
bir talâkı geçerse; meselâ, sen yarım talâk ve onun üçte biri ve onun dörtte
biri boşsun derse, bazıları bir talâk, bazıları da iki talâk vâki olacağını
söylemişlerdir. Muhtar olan iki talâktır. Serahsî'nin Muhit'inde böyle
denilmiştir. Sahih olan da budur. Zahîre'de böyle denilmiştir.»
Fetih'ten naklen arzetmiştik ki; Mebsût'ta
bir talâkın vukuu sahih kabul edilmiştir. Ne olursa olsun hilâfın mevzuu zamire
izafettir. Belirsiz isme izafet değildir. Lâkin ben Tatarhâniyye'de Mühit'ten
naklen şöyle denildiğini gördüm: «Sadru'ş-Şehid'in Vâkıat nâmındaki kitabında
zikrettiğine göre bir adam karısına; sen yarım talâk boşsun ve bir talâkın üçte
biri ve bir talâkın dörtte biri dese iki talâk vâki olur. Muhtar olan kavil
budur. Şu halde Sadru'ş-Şehid'in söylediğine kıyasen; sen yarım talâk boşsun ve
bir talâkın üçte biri ve bir talâkın altıda biri dediğinde bir talâk boş olması
gerekir.» Bunda daha az işkal vardır. Galiba bu söz zamire izafette olduğu gibi
belirsiz isme izafet ederken dahi cüzler itibara alındığına göredir. Lâkin bu
kavil Bedâyi, Fetih, Bahır ve Nehir sahiplerinin kesinlikle kail oldukları
farkın hilâfınadır.
METİN
İleride gelecek ki, bir talâkın bazı
cüzlerini istisna etmek hükümsüzdür. Bazı cüzlerini îkâ etmekse bunun
hilâfınadır. Erkeğin; sen birden ikiye kadar boşsun yahut birle iki arasında
boşsun sözüyle bir talâk; birden üçe kadar yahut birle üç arası boşsun sözüyle
iki talâk vâki olur. Aslı haram olan bir şeyde İmam-ı Azam'a göre kaide yalnız
birinci gayenin (sınırın) dahil olmasıdır. Mercii ibaha olan yerde: meselâ
benim malımdan yüzden bine kadar al dediğinde ise bilittifak her iki gaye
dahildir. Sen iki talâkın üç yarısı ile boşsun derse üç talâk vâki olur.
Bazıları iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Bir talâkın üç yarısı ile
veya iki talâkın iki yarısı ile boşsun derse iki talâk meydana gelir. Bazıları
üç talâk olacağını söylemişlerdir. Ama birinci kavil esahtır.
İZAH
«İleride gelecek ki...» Yani metinde
tâlikin sonunda gelecek ki musannıf, "Bir talâkın bir kısmını hariç
bırakmak hükümsüzdür. Bir kısmı ikâ etmek ise bunun hilâfınadır. Sen üç defa boşsun,
yalnız yarım talâk müstesna derse, muhtar kavle göre üç talâk vâki olur."
diyecektir. Fetih sahibi diyor ki: «Bazıları Ebû Yusuf'un kavline göre iki
talâk vâki olacağınısöylemişlerdir. Çünkü boşamak o işi görmek hususunda
parçalanmayı kabul etmez. İstisnada da öyledir. Ve sanki yalnız biri müstesna
demiş gibidir.»
«Bazı cüzlerini ikâ etmekse bunun
hilâfınadır.» Bazı cüzlerini dediği, musannıfın burada söyledikleridir.
«Aslı haram olan bir şeyde...» Yani talâk
gibi ancak hâceti gidermek için mübah kılınan bir şeyde İmam-ı Azam'a göre
kaide yalnız birinci gayenin dahil olmasıdır. İmameyn'e göre ise her iki gaye
dahildir. Binaenaleyh birincide (yani birden ikiye kadar boşsun dediği yerde)
onlara göre iki talâk. İkincide (birden üçe kadar dediği yerde) üç talâk vâki
olur. İmam Züfer'e göre birincide hiçbir talâk vâki olmaz. İkincide bir talâk
vâki olur. Kıyas da budur. Çünkü sınırlı bir şeyde her iki sınır dahil
değildir. Meselâ, sana şu yeri şu duvardan şu duvara kadar sattım sözünde,
satışta duvarlar dâhil değildir. Üç imamızın kavli, örfe bakarak istihsandır.
Şöyle ki: Örfen bu söz ne zaman söylenir ve iki sınırın arasında bir sayı
bulunursa, onun azından çoğu ve çoğundan azı kasdedilir. Meselâ benim yaşım
altmışla yetmiş arasıdır dersen; altmıştan çok, yetmişten azdır demek istersin.
İmdi, "Sen birden ikiye kadar boşsun." gibi sözlerde İmam-ı Azam'a
göre bu örf yoktur. Binaenaleyh boşsun sözünü işletmek vâcip olur ve onunla bir
talâk meydana gelir. Aslı mubah olan şeyde hepsi dahil olur. Meselâ, benim malımdan
bir dirhemden iki dirheme kadar al dese, hepsini al mânâsına gelir. Fakat aslı
haram ise, o şeyin haram olması hepsini kasdetmediğine kârinedir. Şu kadar var
ki, birinci gaye bizzarure dahildir. Zira ikinci talâk onun üzerine terettüp
etmek için birincinin mutlaka bulunması lâzımdır. Birincisiz ikinci olamaz.
İkinci gaye olan üç talâk bunun hilâfınadır. Çünkü üçüncüsü olmadan ikinci
talâk olabilir. Birden ikiye kadar dediği surette ise, zikredilen zaruret
olmadığı için ikinci gayeyi dahil etmeye hacet yoktur. Bu izahın tamamı
Fetih'tedir.
«Her iki gaye dahildir» Binaenaleyh
zikredilen misalde o adam binin hepsini alabilir. Nitekim bunu Bahır sahibi
ifade etmiştir.
«Üç talâk vâki olur.» Çünkü iki talâkın
yarısı bir talâktır. Şu halde iki talâkın üç yarısı bizzarure üç talâk eder.
Nehir.
«Bazıları iki talâk vâki olacağını
söylemişlerdir.» Çünkü iki talâk yarıya bölünürse dört yarım eder. Bunların üçü
birbuçuk eder. Bu da tamamlanarak iki talâk olur. Buna şöyle cevap verilmiştir:
«Bu tevehhümün menşei bizim iki talâkı yarıya böleriz dememizle, iki talâktan
herbirini yarıya böleriz sözümüzü birbirine karıştırmalarıdır.» Dört yarıyı
icabeden ikincisidir. Lâfzın her ne kadar buna ihtimali varsa da - onun için
bunu niyet etse diyaneten kabul edilirse de - zâhirin hilâfınadır. Nehir. Fetih
sahibi şöyle demiştir: «Çünkü zâhir iki talâkın yarısının bir talâk olmasıdır.
İki talâkın iki yarısı değildir»
«Veya iki talâkın yarısı ile...» Keza üç
talâkın yarısı ile boşsun derse iki talâk meydana gelir. İki talâkın yarısı
derse bir; üç talâkın iki yarısı derse üç talâk vâki olur. Bahır. Bir talâkın
üç yarısı birbuçuk talâk ederse de, talâk parçalanmayı kabul etmediği için
buçuk bütünlenerek iki talâk olur. İki talâkın iki yarısı dahi bütünlenerek iki
talâk olur.
Ben derim ki: Bir talâkın dört üçte biri ve
bir talâkın beş dörtte biri sözleri de bir talâkın üç yarısı sözü gibi olmak
gerekir.
«Bazıları üç talâk olacağını
söylemişlerdir.» Çünkü her yarım başlı başına tamamlanır ve üç talâk olur.
«Ama birinci kavil esahtır.» Bahır sahibi
diyor ki: «Câmiu's-Sagîr'de nakledilen budur. Nâtifî bunu ihtiyar etmiş; Attâbi
de bunu sahihlemiştir.» Bahır sahibi bundan sonra yarıya bölmenin oniki sureti
olduğunu ve herbirinin hükümlerini zikretmiştir. Ona müracaat edebilirsin.
METİN
Sen bir kere iki boşsun sözünde niyet etmez
veya çarpmayı niyet ederse bir talâk vâki olur. Çünkü bu söz cüzleri çoğaltır,
fertleri çoğaltmaz. Ama bununla bir ve ikiyi niyet ederse, kadın cima edilmiş
bulunduğu takdirde üç talâk; cima edilmeyen hakkında bir talâk vâki olur. Bu
söz, cima edilmeyen kadına; sen bir ve iki boşsun demek gibidir. Çünkü birinci
talâk vâki olduktan sonra iki talâka mahâl kalmaz. İkiyle beraber biri niyet
ederse mutlak surette üç talâk vâki olur. Çarpma niyetiyle, sen iki kere iki
boşsun derse, iki defa boş olur. Sebebi yukarıda geçti. "Ve" yahut
"beraber" mânâsını niyet ederse, yukarıda geçtiği gibidir. Erkeğin;
sen buradan Şam'a kadar boşsun sözüyle - bunu uzunluk veya büyüklükle
vasıflandırmadıkça - bir talâk ric'î vâki olur. Vasıflandırırsa talâk bâin
olur. Sen Mekke'de boşsun yahut Mekke'nin içinde boşsun veya şu hânede veya
gölgede yahut güneşte yahut filan elbisenin içinde boşsun sözleri tencizdir
(geçerlidir), derhal talâk vâki olur. Bu sözler, sen hastayken boşsun yahut
namaz kılarken boşsun veya hasta olduğun halde, namaz kıldığın halde boşsun
demesi gibidir.
İZAH
«Çünkü bu söz cüzleri çoğaltır ilh...» Yani
çarpmak, çarpılan sayının cüzlerini çoğaltmak hususunda tesir eder. Sayının
çoğalması hususunda tesiri yoktur. Birçok cüzlere ayırdığı bir talâk bir
talâktan fazla olmaz. Eğer çarpmak sayıyı arttırsaydı, dünyada fakir kalmazdı.
Çünkü bir dirhemini yüzle çarpar, o dirhem yüz olurdu. Sonra yüzü binle çarpar
yüzbin olurdu. İmam Zufer'le Hasan b. Ziyad ve üç mezhebin imamları iki talâk
vâki olacağını söylemişlerdir. Çünkü hesapçıların çarpma hususunda örfleri, bir
sayıyı diğerinin adedince katlamaktır. Fetih sahibi bunu tercih etmiştir. Çünkü
örf buna mâni değildir. Bizim farz vetahminimize göre bu adam onların örflerine
göre konuşmuş, onu kasdetmiştir. Binaenaleyh talâkı bilerek Farsça veya başka
bir dille yapmış gibi olur.
«Böyle olsa dünyada fakir kalmazdı» diye
ilzam etmek lâzım gelmez. Çünkü bir dirhemini yüzle çarpması şayet haber
vermekten ibaretse, "Bende yüz dirhemin içinde bir dirhem var." demek
gibi olur ki bu yalandır. İnşa ise, bir dirhemi yüzün içine koydum demek gibi
olur ve mümkün değildir. Çünkü bunu söylemekle bir dirhem yüzün içine
girivermez. Bu görüşü Gayetü'l-Beyân sahibi dahi tercih etmiştir. Gerçi Bahır
sahibi cevap vererek; "Bir kere iki sözünde iki hakikaten zarftır. Fakat
bu bire elverişli değildir. Elverişli olmayınca, burada ne örf muteber olur, ne
de niyet! Bana su ver sözüyle talâkı niyet etmek gibi olur. Böyle bir talâk
vâki olmaz." demişse de, bu sözü Makdisi şöyle reddetmiştir: «Lâfız
sarihtir. Yani hesapçıların örfüne göre hakikattır. Örfî mânâsında açıktır.»
Onu Nehir ve Minah sahipleri de reddetmişlerdir. Rahmetî, "Böylece bu
mesele İmam Züfer'in kavliyle fetva verilen meseleleri arttırmaktadır."
demiştir. Demek istiyor ki; muhakkık İbn-i Hümam tercih ehlindendir. Nitekim
bunu Bahır sahibi kaza bahsinde itiraf etmiştir.
«Kadın cima edilmişse...» Yani velev hükmen
olsun demektir. Tâ ki kendisiyle halvet yapılan kadına da şâmil olsun. Zira
iddet içinde ihtiyaten kadına talâk yapılabilir. Doğruya bu daha yakındır.
Nitekim mehir bâbında halvet hükümlerinde geçmiş; biz de orada gerekeni sana
izah etmiştik. Üç talâk vâki olur. Çünkü kocasının sözü buna ihtimallidir. Zira
bir ve iki dersek, oradaki 've' edatı biraraya toplamak içindir. Zarf mazrufu
içine toplar. Böylece bu sözden bir ve iki mânâsını kasdetmek sahih olur. Hem
burada erkeğin, kendisine şiddet göstermesi vardır. Nehir.
«Mutlak surette...» Yani kadın cima edilmiş
olsun olmasın mütlak surette üç talâk vâki olur. H.
«Sebebi yukarıda geçti.» Yani yukarıda
şârih, "Çünkü bu söz cüzleri çoğaltır fertleri çoğaltmaz." demişti.
H.
«Yukarıda geçtiği gibidir.» Yani
"ve" mânâsına alırsa, cima edilen kadın üç talâkla, cima edilmeyen
iki talâkla boş olur. "Beraber" mânâsına alınırsa, mutlak surette üç
talâk vâki olur. H.
«Bir talâk ric'i olur» Çünkü talâkı
kısalıkla vasfetmiştir. Talâk vâki oldu mu, her yerde vâki olur. Onu Şam'a
tahsis etmek, başka yerlere nisbetle kısaltmak olur. Talâkın hakikaten
kısaltmaya tahammülü yoktur. Binaenaleyh hükmünün kısalığını kasdetmiş olur ki,
onun kısalığı ric'î ile, uzunluğu da bâinle olur. Bir de bu adam talâkı
büyüklük veya ululukla vasfetmemiş, onu öyle bir yere uzatmıştır ki, o yerin
ona ihtimali yoktur. Binaenaleyh bu sözle şiddet ziyadesi sabit olamaz. Nehir.
«Derhal talâk vâki olur.» sözü, 'tencizdir'
kelimesinin tefsiridir. Şöyle ki: Şer'î kaydıkaldırmaktan ibaret olan talâk o
anda yoktur. Şâri' Hazretleri, talâk arzu eden kimse için, onun vücudunu mevcut
olmayan bir şeyin vücuduna bağlı kılmıştır. O şey bulundu mu talâk da bulunur.
Buna elverişli olan şeyler, fiillerle zamanlardır. Çünkü o anda onların her
ikisi mevcut değildir, sonra bulunurlar. Sabit bir ayn olan mekân bunun
hilâfınadır. Çünkü ona bağlamak tasavvur edilemez. Meselenin tamamı
Fetih'tedir.
METİN
Bunların hepsinde o adam "Ben girdiğim
vakit veya elbiseyi giydiğin vakit veya hasta olduğun vakit ve bunun gibi bir
şey kasdettim." derse, sözü diyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez
ve sözü o şarta taallûk eder. Bir seneye veya ay başına yahut kışa demiş gibi
olur. Mekkn'ye girersen sözü tâliktir. Keza eve girdiğinde yahut filan elbiseyi
giydiğinde ve keza namazında gibi sözler dahi tâliklir. Çünkü zarf şarta
benzer. Eve girdiğin için yahut hayız gördüğün için boşsun derse, tenciz
(derhal talâk) olur. Ba ile söylerse (girmenle derse) tâlik olur. Kadın hayızlı
iken, sen hayzında boşsun derse, başka bir hayız görünceye kadar; hayzan
esnasında derse, hayzını görüp temizleninceye kadar boş düşmez. Üç gün içinde
boşsun derse, bu tenciz olur. Üç günün gelişinde derse, yemin ettiği günden
ayrı üç günün gelişine tâlik olur. Çünkü şartlar gelecek zaman hakkında
muteberdir.
İZAH
«Kazaen tasdik edilmez.» Çünkü bunda
kendisi için işi hafifletmek vardır. Bahır.
«Bir seneye ilh...» Tatarhâniyye'de
Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «Bir kimse karısına; sen geceye boşsun,
yahut bir aya veya bir seneye yahut yaz yarısına yahut kışa, bahara veya güze
boşsun derse, bu üç vecihle olur.
1) Ya izafe ettiği vakitten sonra boş
düşmesini niyet eder. Bu takdirde o vakit geçtikten sonra boş olur.
2) Veya talâkın vukuunu niyet eder. Vakti
uzaması için sınır yapar. Talâk derhal vâki olur.
3) Yahut hic niyeti yoktur. Bu takdirde
bize göre vakit geçtikten sonra boş düşer. İmam Züfer'e göre ise derhal talâk
vâki olur. İmam Züfer bunu Mekke'ye veya Bağdat'a gibi gayeyi mekân yaptığı
hale kıyas etmiştir. Zira mekânı gaye yaparsa, gaye bâtıl olup kadın derhal boş
düşer.»
«Tâliktir.» Çünkü tâlikin hakikatı mevcuttur.
Bahır.
«Keza ilh...» Yani bu misallerde talâk
fiile taallûk eder. Fiil bulunmadan kadın boş düşmez. Bahır.
«Namazında gibi sözler dahi taliktir» Kadın
bir rekât kılıp onun secdesine varmadıkça boş düşmez. Bazıları başını secdeden
kaldırmadıkça, bazıları da teşehhüde oturmadıkça boş düşmeyeceğini
söylemişlerdir.Ta-tarhâniyye.
«Gibi sözler.» Meselâ; hastalığında yahut
ağrı çektiğinde boşsun, demesi de tâliktir. Çünkü ihtiyâri fiille ihtiyârî
olmayan fiil arasında bir fark yoktur. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. T.
«Çünkü zarf şarta benzer.» Zira şart
bulunmadan nasıl meşrut bulun-mazsa, zarf bulunmadan mazruf da bulunmaz.
Binaenaleyh zarf mânâsını murad etmek mümkün değilse, şart mânâsına yorumlanır.
Nehir.
«Tenciz olur...» Çünkü talâkı o anda yapmış
ve zikrettiği şeyle onu illetlendirmiştir. Binaenaleyh girmek veya hayız
bulunsun bulunmasın derhal talâk vâki olur. Rahmeti.
«Ba ile söylerse tâlik olur» Çünkü ba,
ilsak (hükmü yapıştırmak) içindir. Bu adam kadına zikrettiği şeye yapışık
olarak bir talâk yapmıştır. Binaenaleyh talâk ancak onunla olur. Rahmeti.
«Sen hayzında boşsun derse» başka bir hayız
görünceye kadar boş düşmez. Bedâyi sahibi diyor ki: «Sen hayzında boşsun veya
sen hayzınla beraber boşsun derse, kanın üç gün devam etmesi şartıyla hayzını
gördüğünde boş olur. Çünkü 'fi' kelimesi zarf bildirir. Halbuki hayız zarf
olmaya elverişli değildir. Binaenaleyh şart kabul edilir. (Beraber mânâsına
gelen) 'mea' kelimesi beraberlik ifade eder. Kan üç gün devam etti mi,
başladığı andan itibaren hayız olduğu anlaşılır ve talâk o andan itibaren vâki
olur. Sen hayzan esnasında boşsun derse, hayzını görüp temizlenmedikçe boş
düşmez. Çünkü 'hayza' kelimesi kâmil hayzın ismidir. Bu da temizliğin ona
bitişmesiyle olur. Bu fasılların hepsinde kadın hayızlı bulunursa, temizlenin
başka bir hayız görmedikçe boş düşmez. Çünkü o adam hayzı talâkın vukuu için
şart yapmıştır. Şart olması, yakın bir şekilde yok olan şeydir ki, o da
gelecekteki hayızdır, halen mevcut olan hayız değildir.»
Ben derim ki: O adam mevcut hayzın
müddetinde diye niyet ederse, talakın vâki olması gerekir. Cevhere' de şöyle
denilmiştir: «Kadın hayızlı iken kocası ona, hayzını görürsen boşsun derse, bu
söz gelecekteki hayza yorumlanır. Bu hayızdan meydana geleni kasdederse,
niyetine göre vâki olur. Çünkü hayız azar azar meydana gelir. Gebe karısına,
sen gebe kalırsan diyerek bu gebeliği nisbet etmesi bunun hilâfınadır. Bununla
yemini bozulmaz. Çünkü onun çok cüzleri yoktur.» Hâniyye'de şöyle denilmiştir:
«Hayızlı kadına kocası, hayzını görürsen boşsun derse, bu söz gelecekteki hayza
ait olur. Kadına, Yarın hayzını görürsen boşsun derse, bu söz o hayzın yarının
fecrine kadar devamına yorumlanır, Çünkü ertesi sabah hayzın meydana gelmesi
tasavvur edilemez. Binaenaleyh devama yorumlanır. Keza kadın hasta iken, sen
hasta olursan boşsun derse, hüküm yine böyledir. Sağlam kadına, düzeldiğin
zaman boşsun demesi bunun hilafınadır ve sustuğu gibi talâk vâki olur. Çünkü
sağlamlık devam eden bir haldir. Onun devamı için iptida hükmü vardır. Ayakta
bir kimseye, ayağa kalktığın vakit; oturan kimseye, oturduğun vakit; milki olan
birköleye, sana mâlik olduğum vakit demek de böyledir. Hayız ve hastalık
uzamasa da şeriat mecmu itibariyle birtakım hükümler tâlik etmiştir ki, bunlar
onun her cüzüne taallûk etmez. Bu sebeple mecmuu bir şey saymıştır.»
«Üç gün içinde boşsun derse bu tenciz
olur.» Çünkü vakit kadının boş olmasına zarf olabilir ve bir vakitte boş düştü
mü, sair vakitlerde de boş sayılır. Bahır.
«Üç günün gelişine tâlik olur.» Çünkü
gelmek bir fiildir. Zarf olmaya elverişli değildir. Binaenaleyh şart olur.
Bahır.
«Çünkü şartlar gelecek zaman hakkında
muteberdir.» sözü, "yemin ettiği günden ayrı" ifadesinin illetidir.
Çünkü günün gelmesi, onun ilk cüzünün gelmesinden ibaretir. Fecir doğdu mu,
cuma günü geldi derler. Birinci günün ilk cüzü geçmiştir. Bunu Bahır sahibi
söylemiştir. Bunun ifade ettiği mânâ, o kimsenin bu yemini gündüz yapmış
olmasıdır. Tatarhâniyye'de bildirildiğine göre geceleyin karısına; sen üç günün
gelişinde boşsun derse, üçüncü günün fecri doğmakla kadın boş düşer. Üç günün
geçişinde derse, bunu geceleyin söylediği takdirde, üçüncü günün güneşi
kavuşmakla kadın boş düşer. Câmi nüshalarının bazısında böyle denilmiştir.
Diğer bazılarında ise, "Dördüncü geceden yemin ettiği saati gelinceye kadar
boş düşmez." denilmiştir. Kudûrî bunu böyle zikretmiştir.
METİN
Kıyamet gününde derse, bu sözü hükümsüz
kalır. Ondan önce derse tencizdir. Sen şu hâneye girişinde güzel bir talâkla
boşsun derse, güzel mânâsına gelen hasene kelimesini merfu söylediği takdirde
tenciz olur. Mansup söylerse talâk muallâk olur. Kisâi İmam Muhammed'e şunu
sormuş: «Bir kimse karısına; uysal olursan ey Hind, uysallık uğurluluktur. Sert
olursan ey Hind, sertlik uğursuzluktur. İmdi sen talâksın. Talâk ise azimettir.
Üçtür. Kim sertlik gösterirse. âsilik ve zulmetmiş olur derse, kaç talâk vâki
olur?» İmam Muhammed. "Üç kelimesini merfu söylerse bir talâk, mansup
söylerse üç talâk olur." diye cevap vermiştir. Meselenin tamamı Muğni'de
ve Mülteka üzerine yazdığımız hâşiyededir.
İZAH
«Hüküsüz kalır.» Çünkü kıyamet gününde
Allah'ın teklifleri kaldırılmış olur. Burada talâkın müneccez, yani derhal vâki
olmaması, vukuunu muayyen bir zamana tâlik ettiği içindir. Zaman talâk îkâı
için elverişlidir. Şu kadar var ki, ikâına bir mâni bulunmuştur. T.
«Ondan önce derse tencizdir.» Çünkü öncelik
zarftır, geniştir, konuşma zamanına da sâdıktır. T.
«Merfu söylediği takdirde tenciz olur»
Merfu ile mansup söylemesi arasında fark şudur: Hasenetün diye merfu söylerse,
kelime kadının sıfatı olur ve fâsıla teşkil eder. Hasenetendiye mansup
söylerse, boşamanın sıfatı olur ve fâsıla teşkil etmez. Bunu Muhitten Nehir
sahibi nakletmiştir. Yani ecnebi bir fâsıla bulunmayınca, "girişinde"
demesi yeni bir cümle olmaz. Boşsun kelimesine taallûk eder ve onun kaydı olur.
«Kisâi İmam Muhammed'e şunu sormuştur
ilh:..» sözüyle şârih, İbn-i Kişâm'ın Muğnî adlı eserinin birinci bâbında
söylediklerini redde işaret etmiştir. İbn-i Hişâm şöyle demiştir: «Hârun Reşid
İmam Ebû Yusuf'a mektup yazarak bu meseleyi sormuş; O da, bu mesele hem nahvî,
hem fıkhîdir. Ben onun hakkında bir şey söylersem hatadan emin değilim, diye
cevap vermiş. Bunun üzerine mesela Kisâi'ye sorulmuş; O da üç kelimesini merfu
söylemişse kadın bir defa boş olur. Çünkü kocası ona sen talâksın demiş, sonra
tam talâkın üç olduğunu haber vermiştir. Üç kelimesini mansup söylemişse, kadın
üç defa boş olur. Çünkü bunun mânâsı, sen üç defa boşsun demektir. Aralarında
bir itiraz cümlesi vardır, diye cevap vermiştir.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Fetih sahibi diyor ki: «Bu söz hata
olmaktan başka içtihat makamını anlamaktan da uzaktır. Çünkü içtihadın
şartlarından biri, Arap dilini ve üslûplarını bilmektir. Zira içtihat, Arapça
olan nakit deliller üzerinde yapılır. Güvenilir zevatın bu mesele hakkında fetvayı
okuyandan naklettikleri bunun hilâfıdır. Suali Kisâi İmam Muham b. Hasan'a
göndermiştir. Ebû Yusuf'un ve Hârun Reşid'in bu meselede aslâ karşılığı yoktur.
Ebû Yusuf'un makamı, imam, müctehid ve lâfızların muktezası hususundaki
tasarruflarda bunca ustalığı ile beraber böyle bir terkipte başkasına muhtaç
olmaktan çok daha yüksektir. Mebsût'ta bildirildiğine göre İbn-i Semâa şöyle
demiş: Kisâi İmam Muhammed'e bir fetva göndermiş. O da onu bana verdi, fetvayı
kendisine okudum, cevabında yukarıda geçenleri yazdı. Kisâi de cevabını
beğendi. Halebî'nin Celâl-i Suyûtî'ye aid Mugnî hâşiyesinden naklen
bildirildiğine göre Hatib-i Bağdâdi'nin Tarih' inde rivayet edilen budur»
«Talâk azimettir.» Yani ciddidir. şaka ve
oyun değildir. Nehir.
«Tamamı Mugni' dedir.» Mugni sahibi şöyle
demiştir: «Ben derim ki: Doğrusu, refi ve nasp kıraatlerinin ikisi de üç ve bir
talâkın vukuuna ihtimallidir. Reli ihtimallidir. Çünkü talâk kelimesinin
başındaki 'elif-lâm' ya cinsten mecaz içindir - "Zeyda'nir raculü"
gibi ki, güvenilecek adam Zeyd'dir mânâsınadır. - yahut ahd-ı zikri içindir.
Yani bu zikredilen talâk üç azimettir mânâsınadır. 'Elif-lâm' ı ahd için
alırsak üç talâk; cins için alırsak bir talâk vâki olur. Mansup okumaya
gelince: Mef'ulü mutlak olmak ihtimali vardır. Bu üç talâkın vukuuna iktiza
eder. Çünkü sen üç talâkla boşsun mânâsınadır. Sonra şair bunların arasına
talâk izamettir diyerek itiraz cümlesi getirmiştir. Üç kelimesinin azimetin
altında gizli olan zamirden hâl olması da mümkündür. O zaman üç talâkın vukubulması
lâzım gelmez. Çünkü mânâ, talâk üç olursa azimettir şekline girer ve o kimse
neyi niyet ettiyse o olur. Lâfzın muktezası budur. Ama şairin murad ettiği üç
talâktır.» Fetih sahibinin beyanına göre "selâsün" kelimesinin
mef'ulû mutlak olmak üzere 'selâsen' okunması zâhirdir. Merfu olarak 'selâsün'
okunursa, ahd-ı zikri için olur ve üç talâk meydana gelir. Onun için şairin
bunu kasdettiği zâhir olmuştur.
METİN
Sen yarın boşsun, yahut sen yarının içinde
boşsun sözüyle fecir doğarken talâk vâki olur. İkincisinde ikindiyi yani günün
sonunu niyet etmesi kazaen sahihtir. Diyaneten her ikisinde tasdik edilir. Sen
şâbanda boşsun, yahut şâban ayının içinde boşsun demesi de böyledir. Sen bugün
yarın boşsun: yahut, sen yarın bugün boşsun derse, birinci söz muteber olur.
'Ve' edatıyla atfederse, birinci sözle bir, ikinciyle iki talâk vâki olur. Bu,
"sen geceleyin ve gündüz boşsun"; yahut "gündüzün evvelinde ve
sonunda boşsun" ve bunun aksi ile, "bugün ve ayın başında
boşsun" demesi gibidir.
İZAH
«Fecir doğarken talâk vâki olur.» Fecirden
murad; fecr-i sâdıktır. fecc-i kâzip değildir. Ferir doğarken boş olmasının
vechi şudur: Bu adam kadını yarının hepsinde talâkla vasfetmiştir. Binaenaleyh
muarız olmadığı için ilk cüzü taayyün eder. Bahır. Hidâye sahibi ile başkaları burada
talâkı zamana izafe hakkında ayrıca bir fasıl yapmışlardır.
«İkincisinde ikindiyi...» (Yani yarının
içinde sözüyle ikindiyi) niyet etmesi sahihtir. Çünkü Yarının bir cüzünde
kadını talâkla vasfetmiştir. Bahır.
«Günün sonunu» sözü, maksadı tefsirdir.
Zâhire göre kuşluk veya zevâl vaktini kasdetmiş olsa yine tasdik edilir. T.
«Kazaen» sahih olması ,İmam-ı Âzâm'a
göredir. İmameyn'e göre birincisi gibi bu da sahih değildir. Diyaneten her
ikisinde niyetin sahih olmasında hilâf yoktur. İmam-ı Âzâm'a göre fark
müteallâkının umumudur. Zira mukadder olarak dahil olur. Lâfzan söylenmez.
Lügatta, bir sene oruç tuttum demekle bir senenin içinde oruç tuttum demenin
arasında fark vardır. Şer'an dahi, ömrüm boyunca oruç tutacağım demekle,
ömrümün içinde oruç tutacağım sözü arasında fark vardır. Ömrüm boyunca
dediğinde, bütün ömrünü oruçla geçirmedikçe yemininde durmuş olmaz. Ömrümün
içinde dediğinde ise, bir saat oruç tutmakla yemininde durduğu sabit olur. Keza
bir ay oruç tutarsam kölem âzâd olsun sözüyle, bu ayın içinde oruç tutarsam
kölem âzâd olsun demesi arasında fark vardır. Birincisinde oruç bütün aya
şâmildir. İkincisinde ise bir saate şâmildir. Nitekim Muhit'te beyan
edilmiştir. Binaenaleyh zarf edatını zikrederek zamanın bir cüzünü niyet etmek,
hakikati niyet etmektir. Zarf edatını atarak niyet etmek ise, âmmı tahsistir.
Binaenaleyh kazaen tasdik edilmez. Hakkında zaman parçalanmayı kabul etmeyen
şey bunun hilâfınadır. Çünkü onda edatı atıp atmamakarasında bir fark yoktur.
Meselâ, cuma günü oruç tuttum demekle, cuma gününün içinde oruç tuttum demek
müsavidir. Meselenin tamamı Bahır ve Nehir'dedir.
Ben derim ki: Keza şumulü olmadığını
bilirse, zamanı parçalanan şey hakkında da aralarında fark yoktur. Meselâ, cuma
günü yedim yahut cuma gününün içinde yedim sözleri arasında bir fark yoktur.
«Yahut şâban ayının içinde» sözünde,
erkeğin niyeti yoksa kadın recebin son gününde güneş kavuşurken boş olur. Şâban
ayının sonunu niyet etmişse, mesele yukarıdaki hilâf üzeredir. Fetih.
«Birinci söz muteber olur.» Binaenaleyh
birincide o gün, ikincide yarın boş olur. Çünkü birinci söz söylemekle onun
hükmü birincide derhal sabit olur. İkincide ise tâlik olur ve ondan sonra
zikrettiği ile değiştirmeye ihtimali kalmaz. Zira ne müneccez tâliki kabul
eder, ne de muallâk tencizi. Nehir.
«Ve edatıyla atfederse ilh...» Tebyin
sahibi diyor ki: Çünkü ma'tuf ile ma'tufunaleyh başka başka şeylerdir. Şu kadar
var ki, birincide bizim için ikinci talâkı ikâya hâcet yoktur. Çünkü kadının
üzerine bugün yapılan bir talâkla onu yarın vasfetmek mümkündür. İkincisinde
ise bu mümkün değildir. Onun için iki talâk vâki olur. H.
«Sen geceleyin ve gündüz boşsun demesi
gibidir.» Yani bu sözü gece söylemişse bir talâk vaki olur. Keza gündüzün
başında söylemişse, gündüzün başında ve sonunda vâki olur. H.
«Ve bunun aksi ile...» Yani, "sen
gündüzün ve geceleyin boşsun", yahut "sen günün sonunda ve başında
boşsun" derse, bu söz geceleyin ve keza gündüzün başında söylenmişse kadın
iki talâk boş düşer. Gündüzün veya günün sonunda söylenmişse, hüküm hepsinde
bunun aksi olur. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. H.
Ben derim ki: Bu hüküm ma'tufta zarf
edatını açıklamadığına göredir. Zira Zahîre'de şöyle denilmektedir: «Geceleyin
karısına; sen gecende ve gündüzünde boşsun; yahut gündüzleyin, sen gününde ve
gecende boşsun derse, her vakitte bir talâk boş düşer. Yalnız bir talâkı niyet
ederse, diyaneten tasdik olunur. Çünkü sözünün buna ihtimali vardır. Zarf
edatı, beraber mânâsına yorumlanabilir. (Ve mânâ, sen gündüzünle beraber
gecende boşsun şekline girer.)»
«Bugün ve ayın başında boşsun demesi
gibidir.» Yani bir talâk vâki olur. Fakat ayın başında ve bugün derse iki talâk
vâki olur Onun için bunu aksi ile sözünden önce söylemesi daha iyi olurdu.
Nitekim gizli değildir.
METİN
Kaide şudur: Her ne zaman talâkı biri olmuş
diğeri olacak iki vakte atıf edatı ile izafe ederse bakılır. Olmuştan
başlamışsa ikisi birleşir. Olacaktan başlamışsa ayrı ayrı olurlar.
"Senbugün boşsun ve yarın geldiğinde"; yahut "sen boşsun, hayır
bilâkis yarın" derse, kadın o anda bir defa boş olur, ertesi gün de bir
daha boş olur. "Sen bir defa boşsun yahut değilsin"; yahut,
"benim ölümümle beraber"; yahut, "senin ölümünle beraber
boşsun" sözleri hükümsüzdür. Birincinin hükümsüz olması, şüphe edatı
bulunduğu içindir. İkincinin hükümsüz olması talâkı îkâya yahut vukuya zıt bir
hale izafe ettiği içindir. Keza, "sen seninle evlenmenden önce
boşsun": yahut bugün nikâh ettiği karısına, "sen dün boşsun"
demesi de böyledir. Ama kadını dünden evvel nikâh ettiyse talâk şimdi vâkidir.
Çünkü geçmişte yapılan inşâ, halde de inşâ sayılır.
İZAH
«Biri olmuş biri olacak» bugün ile yarın
gibidir. Fakat dün ve bugün gibi biri geçmiş biri şimdi mevcutsa, bu hususta
şerhte az ileride söz gelecektir. Hâniyye'de şöyle denilmektedir: «Günün
ortasında karısına; sen bugünün başında ve sonunda boşsun derse; bir talâk vâki
olur. Aksini söylerse iki olur. Çünkü günün sonunda vâki olan talâk evvelinde
olamaz. Binaenaleyh iki talâk vâki olur »
«İkisi birleşir.» Çünkü kadın bugün boş
düşünce yarın da boştur. Talâkın çoğalmasına hacet yoktur. Lâkin Hâniyye'den
naklen Bahır'da şöyle denilmiştir: Sen bugün boşsun ve yarından sonra derse,
Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'un kavline göre kadın iki defa boş olur. Bunun vechi
şu olsa gerektir: Bugünle Yarın bir vakit mesabesindedir. Çünkü gece dahildir.
Yarından sonra derse, bunun hilâfınadır. Zira iki vakit gibi olurlar. Aradan
bir gün terketmesi, yarından sonra başka bir talâk kasdettiğine karinedir.
Nitekim yakında bunu te'yid eden sözler gelecektir. Lâkin buna göre bugün ve ay
başında dediğinde, bir talâk vâki olması müşkildir. Ancak şöyle cevap
verilebilir: «Murad, yeminin o ayın son gününde yapılmasıdır. Binaenaleyh arada
fâsıla yoktur.»
«Kadın o anda bir defa boş olur, ertesi gün
de bir daha boş olur.» Ama, "sen bugün boşsun ve yarın geldiğinde"
ifadesinde, gelmek îkâ üzerine mâtuf bir şarttır. Mâtuf ile mâtufunaleyh başka
başka şeylerdir. Hal yerinde olan bir söz şarta taallûk etmiş olamaz.
Binaenaleyh müteallikin başka bir talâk olması gerekir. 'Ve' edatını
zikretmezse, kadın ancak fecir doğarken boş düşer. Müneccez talâk mevkuf olarak
kalır. Çünkü birinciyi değiştiren ikinciye eklenmiştir. Bahır'da böyle
denilmiştir.
«Sen boşsun hayır bilâkis yarın» sözüne
gelince: Vazgeçmek suretiyle müneccez talâkı iptal etmek istemiştir. Fakat buna
imkan yoktur. Bilâkis yarın sözüyle de başka bir talâk vâki olur. H.
«Şüphe edatı bulunduğu içindir.» Bu kavil
İmam-ı Âzâm'ındır. Ebû Yu-suf'un son sözü de budur. İmam Muhammed ile ilk
sözünde Ebû Yusuf kadının talâk-ı ric'î ile boş düşeceğinisöylemişlerdir. Çünkü
bu adam şüpheyi bir talâk üzerine getirmiştir. Binaenaleyh sen boşsun sözü
kalır. Şeyhayn'ın delilleri şudur: Vasıf adet zikredilerek yapılırsa, talâkın
vukuu sayı ile olur. Buna delil, bir kimse cima etmediği kansına; sen üç defa
boşsun derse, bütün ulemanın ittifakıyla üç talâk boş olmasıdır. Eğer talâk
vasıfla vuku bulsaydı üçü zikretmek hükümsüz kalırdı. Nehir. Sayı ile
kayıtlaması şundandır: O adam, sen boşsun yahut değilsin» dese, hiçbirinin
kavline göre talâk vâki olmaz. Çünkü şüpheyi îkâ üzerine getirmiştir. Keza,
"sen boşsun ancak..." demesi de böyledir. Çünkü istisnadır. "Sen
boşsun, olsa da olmasa da" demesi de böyledir. Çünkü şarttır. İkaya
istisna yahut şart katılırsa, îkâ olmaktan çıkar. Bahır. Bu meselenin
fer'lerinin tamamı Bahır'dadır.
«Talâk-ı ikâya yahut vukua zıt bir hale
izafe ettiği içindir.» Burada neşr-i mürettep vardır. H. Yani erkeğin ölmesi
talâkı onun yapmasına mûnafidir. Kadının ölmesi de, üzerine talâk yapılmasına
mûnafidir.
«Sen seninle evlenmemden önce boşsun ilh...»
sözü de öyledir. Çünkü talâkı mâlûm bir hale isnat etmiştir ki, bu hâl talâka
mâlik olmasına zıttır. Bunun hâsılı talâkı inkâr etmektir. Binaenaleyh hükümsüz
kalır. Bir de bu sözü inşâ olarak düzeltme imkânı bulunamayınca, ihbar olarak
düzeltilmesi mümkündür ve nikâh bulunmadığını haber vermiş olur. Fetih. Talâkı
evlenmeye tâlik eder de meselâ, "Sen seninle evlenmemden önce boşsun,
seninle evlenirsem."; yahut, "seninle evlenirsem seninle evlenmemden
önce boşsun" derse, bu iki surette bilittifak evlendiği anda boş düşer.
Öncelik hükümsüz kalır. Şart cümlesinin cezasını sonra söyler de, "seninle
evlenirsem sen seninle evlenmezden önce boşsun" derse, talâk vâki olmaz.
İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
«Ama kadını dünden evvel nikâh ettiyse
talâk şimdi vâkidir.» Kadını dün nikâh etmişse hükmü nedir görmedim. Fetih
sahibinin yukarıda geçen sözünün muktezası, talâk vâki olmaktır. Çünkü imkânsız
değildir. Sonra Dürerü'l-Bihar şerhinde gördüm ki, talâk vâki olur diye açıkça
beyan edilmiştir.
«Çünkü geçmişte yapılan inşâ, halde de inşâ
sayılır» Zira onu zıt bir hale isnat etmemiştir. Yalan söylediği ve isnada
kudreti de olmadığı için ihbar olarak tashihi de mümkün değildir. Binaenaleyh o
anda inşâ olur. Bu nükteden dolayı müteehhirin ulemamızdan bazıları devir meselesinde
talâkın vukuuna hükmetmiş; ekserisi ise vukubulmadığını söylemişlerdir. Tamamı
Fetih, Bahır ve Nehir'dedir. Biz bu hususta talâk bahsinin başında yeterince
söz ettik.
METİN
Dün ve bugün derse müteaddit olur. Aksini
söylerse birleşir. Bunun aksine kâil olanlar da vardır. Sen, ben yaratılmazdan
önce boşsun; yahut sen yaratılmazdan önce boşsun veyaben seni çocukluğumda
boşadım veya uyurken yahut deli iken boşadım der de deliliği mâlûm olursa,
söylediği hükümsüz kalır. Kölesine, "ben seni satın almazdan önce sen
hürsün"; yahut bugün satın aldığı kölesine, "sen dün hürsün"
demesi bunun hilâfınadır. Çünkü köle âzâd olur. Nitekim bir köle için ikrarda
bulunur da sonra onu satın alırsa köle âzâd olur. Çünkü onun hür olduğunu ikrar
etmiştir. Sen, benim ölümümden iki ay önce; yahut daha fazlasında boşsun der
de, iki ay geçmeden ölürse, kadın boş düşmez. Çünkü şart bulunmamıştır. İki ay
geçtikten sonra ölürse; kadın öldüğü anda değil müddetin başına istinaden boş
düşer. Bunun faydası kadına miras verilmemesidir. Çünkü iddet bazen üç hayız
görerek iki ayda biter.
İZAH
«Bunun aksine kâil olanlar da vardır.»
Hâniyye sahibi buna kesinlikle kâildir. Zahire'de Münteka'ya nisbet edilerek
şöyle denilmiştir: «sen dün ve bugün boşsun derse bir talâk, aksini söylerse iki
talâk olur. Sanki, "sen bir talâk boşsun, ondan önce de bir talâk"
demiş gibi olur.» Halebî diyor ki: «Hak budur. Çünkü talâkı dün ikâ etmek bugün
de ikâdır. Nitekim Makdisi söylemiştir.»
«Hükümsüz kalır.» Çünkü.bunun hâsılı,
yukarıda geçtiği gibi talâkı inkârdır.
«Çünkü onun hür olduğunu ikrar etmiştir.»
sözü her üç suretin illetidir. T.
«Çünkü şart bulunmamıştır.» Buna şöyle
itiraz olunmuştur: «ölüm mutlaka başa gelecektir. O ne şarttır, ne de şart
mânâsındadır. Bilâkis talâkın izafe edildiği vakti bildirir. Onun için iki
aydan sonra ölürse, talâk müstenit olarak vâki olur. Gelmek bunun hilâfınadır.
Nitekim ileride gelecektir.» Rahmetî buna şöyle cevap vermiştir: «Murad;
istinadın sahih olmasının şartı bulunmadığı için demektir. Çünkü onun şartı ölümden
evvel talâk vukuunun istinat edeceği bir zamanın bulunmasıdır. O da muayyen
müddettir.»
Ben derim ki: Şu da var: Şart, ölüm değil,
yeminden sonra iki ayın geçmesidir. Bunun olması da olmaması da ihtimallidir.
İki ay geçmezse şart bulunur. Şayet, "Bunu geçmişten tamamlamak mümkündür.
Meselâ; sen dün boşsun gibi..." denilirse, ben de derim ki: Burada iki
aydan sonra ölmesi ihtimali vardır. Binaenaleyh sözünün hakikati itibar olunur.
Dün bunun hilâfınadır.
«Müddetin başına istinaden boş düşer.» Bu
söz İmam-ı Âzâm'ındır. İmameyn'e göre ise ölüm anında boş düşer. İkâ veya vuku
ehliyeti ortadan kalkmıştır. Binaenaleyh hükümsüz kalır. Şârihin, "ölüm
anında değil" demesi, İmameyn'in kavlini reddetmektir. Rahmeti
«Bunun faydası ilh...» sözüne Şurunbulâli
şöyle itiraz etmiştir: «iddetin iki ayda geçmesi mümkündür diye kadına miras
vermemek zayıftır. Sahih ve müftabih olan kavil, İmam-ı Âzâm'a göre iddetin
ölüm vaktine münhasır olmasıdır. Kadın da mirasçı olur. Bunu Câmi-iKebir şârihi
söylemiştir. Çünkü mirasta da talâkta olduğu gibi istinat zâhir değildir. Çünkü
bunda kadının hakkını iptal vardır. Zayıf olmakla beraber bu kavlin vechi de
zâhir değildir. Zira fârrın (miras kaçıranın) karısı iki müddetin uzun olanını
iddet bekler. İki ayda hakikaten üç hayzın geçmesiyle onun iddeti bitmez. Uzun
müddeti tamamlamak için dahi iki ay on gün kalır. Binaenaleyh kadın ona mirasçı
olur. Şu halde iki ayda üç hayız imkânı vardır diye kadın mirastan nasıl men
edilir?»
Rahmetî bu ifadeyi şöyle açıklamıştır:
«Talâk İmam-ı Âzâm'a göre müddetin başına istinat ederek vâki olur. Eğer erkek
o müddette hasta olup hastalığı ölüme kadar devam ederse, miras kaçırması
tahakkuk etti demektir. Hasta değilse yine öyledir. Çünkü onun talâkının vukuu
ancak ölmesiyle bilinir. Kadının hakkı onun malına taallûk etmiştir. İddetten
sonra ölmüş olması farzedilemez. Çünkü iddet İmam-ı Âzam'a göre ölümle vâcip
olur. Sahih kavil budur. Zira iddet sebebinde şüphe bulunmakla sabit olamaz.
Zayıf kavle göre iddet talâkın vukuu anına istinat ederse de, iddet iki
müddetin uzun olanıyla biter. Mücerret iki ayda üç hayız gör-mekle bitmez.
Teslim edilse bile bunun mutlaka tahakkuku lâzımdır. Kadın üç hayız gördüğünü
itiraf etmelidir. İki ayın geçmesiyle tahakkuk etmez. Hattâ bir ve iki senenin
geçmesiyle bile tahakkuk etmez. Binaenaleyh musannıfın Dürer sahibine uyarak
söyledikleri hiçbir suretle fıkıh kaidelerine uymaz. Buna dikkat etmelidir.»
METİN
Bir adam karısına; sen her gün boşsun yahut
her cuma veya her ay başında boşsun der de bir niyeti bulunmazsa, bir talâk
vâki olur. Her günü niyet ederse veya her günün içinde yahut her günle beraber
veya her gün geldiğinde yahut her gün geçtikçe boşsun derse, üç günde üç talâk
vâki olur. Kaide şudur: Her ne zaman zarf kelimesi terkedilirse birleşir, terk
edilmezse müteaddit olur. Hulâsa'da bildiriliğine göre; sen günle beraber bir
talâk boşsun sözü ile derhal üç talâk vâki olur. Erkek, ikinizden ömrü en uzun
olan şimdi boştur derse, kadınlardan biri ölmedikçe boş düşmez. Ölürse diğeri
boş olur. Çünkü şartı o zaman bulunmuş olur.
İZAH
«Sen her gün boşsun derse...» Bahır sahibi
şöyle diyor: «Zarf edatı
olan 'fî' nin atılıp atılmamasına teferru
eden meselelerden biri de şudur:Bir adam karısına; sen her gün boşsun dese, üç
imamıza göre bir talâk vâki olur. İmam Züfer üç günde üç talâk vâki olacağını
söylemiştir. Bu adam;her günün içinde boşsun derse, günde bir talâk olmak üzere
bilittifak üç defa boş olur. Nitekim her günde yahut her gün geçtikçe demiş
olsa hüküm budur. Bize göre fark şudur: Fî edatı zarf içindir; zaman ise sadece
vuku itibariyle zarftır. Binaenaleyh her gün talâk vâki olmasından talâkın
taaddüdü lâzım gelir. Her gün vâkiile vasıflanmak bunun hilâfınadır. Ama
kadının her gün başka bir talâkla boş cimasını niyet ederse niyeti sahih olur.»
«Veya her cuma»dan murad; haftayı niyet
etmesi yahut hiç niyeti bu-lunmamasıdır. Niyeti yalnız her cuma gününe ise
kadın her cuma günü boş olur; üç talâkla bâin oluncaya kadar böyle devam eder.
Bunu Tahtâvî Bahır'dan nakletmiştir. Hülasası şudur: Cuma kelimesiyle haftayı niyet
eder de mutlak söylerse bir talâk; hâssaten cuma gününü niyet ederse üç talâk
vâki olur. Çünkü günler arasında fasıla bulunmaktadır. Nitekim yakında izah
edilecektir.
«Veya her ay başı...» Baş kelimesini
zikretmesi doğru değildir, onu atmak gerekir. Zahîre, Hindiyye ve
Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir: «Sen her ayın başında boşsun derse, her ay
başında bir defa olmak üzere üç defa boş olur. Fakat sen her ay boşsun derse,
kadın bir defa boş olur. Çünkü birincide aralarında vuku hususunda fasıla vardır.
İkincide öyle değildir.» Yani ayın başı evvelidir. Bir ayın başı ile diğer ayın
başı arasında ise fasıla vardır. Binaenaleyh her ayın başında bir talâk îkâı
gerekir. Bunun benzeri yukarıda Hâniyye'den naklen geçen, "Sen bugün
boşsun ve yarından sonra" sözüdür. Her ayda boşsun demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü talâkın izafe edildiği vakit bitişiktir ve bir vakit
mesabesindedir. Onun evvelinde vâki olan, bütününde vâkidir. Bunun benzeri
yukarıda Hâniyye'den naklen geçen, "Sen bugün boşsun ve yarından
sonra" sözüdür. Her ayda boşsun demesi bunun hilâfınadır. Çünkü talâkın
izafe edildiği vakit bitişiktir ve bir vakit mesabesindedir. Onun evvelinde
vâki olan, bütününde vâkidir. Bunun benzeri, "sen bugün boşsun yarın
da" sözüdür. Bana zâhir olan budur.
«Her günü niyet ederse...» Yani her gün bir
talâk vâki olmasını yahut her cuma günü yani haftada bir talâk vâki olmasını
niyet ederse, keza cuma kelimesiyle hususi gününü niyet ederse demektir.
Nitekim yukarıda geçti.
«Veya her günün içinde» derse üç günde üç
talâk vâki olur. Çünkü her günü talâkın vukuu için zarf yapmıştır. Binaenaleyh
vâki olan talâk da müteaddid olur.
«Hulâsa'da ilh...» Keza Bahır'da da böyle
denilmiştir. Şârih de ona uymuştur. Burada gün lâfzı ziyade edilerek tahrif
yapılmıştır. Zira Hulâsa'nın ibaresi, "Sen her boşamakla beraber
boşsun" şeklinde olup, gün lâfzı yoktur. O zaman, "her günle
beraber" sözüyle tenakuz yoktur.
«Diğeri boş olur.» Yani İmam-ı Âzam'a göre
müsteniden, İmameyn'e göre ise ölüme münhasıran boş olur. Fetih. Makdisî şöyle demiştir:
«Ben derim ki: İkisinin arasında kadınla cima etmişse, talâk bâin olduğu
takdirde ukr vermesi lâzım gelir. Talâk ric'î ise kadına döner. Bunun yerine
"ki cariyesinden birisi" deseydi hüküm yine bu idi. Düşünülsün!»
«İkisinin arasında» murad; yeminle ölümdür.
«Çünkü şartı o zaman bulunmuş olur.» Yani
mânevî şartı - ki uzun ömürdür - o zaman bulunmuştur. O zamandan murad,
diğerinin ondan önce ölmesidir. T. Bu şuna mebnîdir ki, "ikinizden ömrü en
uzun olan" sözünden murad; ölenden sonra hanginiz geri kalırsa demektir.
Yoksa doğumundan vefatına kadar ömrü diğerinin ömründen daha uzun olursa
mânâsına değildir. Aksi takdirde ölenin ömrü kalandan daha uzun olabilir.
Meselâ; birinci yetmiş yaşında ölür, öteki henüz yirmi yaşındadır. Murad
ikincisi (yani ömrü uzun olan) ise, kalan kadın yetmiş yaşını geçmedikçe boş
düşmez. Örfen bu iki mânânın ikisi de kullanılır. Burada murada en yakın olanı
Fetih ve diğer kitapların tabiridir ki, "hanginizin hayatı daha
uzunsa" mânâsına almışlardır. Bundan anlaşılan, hanginizin hayatı
ötekinden geri kalırsa mânâsıdır. Musannıfın da bu tabiri kullanması daha iy
olurdu.
METİN
Sen Zeyd'in gelmesinden bir ay önce boşsun
der de Zeyd bir ay sonra gelirse, talâk o müddete münhasıran vâki olur.
İZAH
«Talâk o müddete münhasıran vâki olur.»
İmam Züfer, müsteniden vâki olur demiştir. "Zeyd'in ölümünden bir ay önce
boşsun" derse, Ebû Hanife'ye göre talâk müsteniden vâki olur. İmameyn
ölüme münhasıran vâki olacağını söylemişlerdir. Bu hilâfın faydası, iddetin
itibarında kendini gösterir. Ebû Hanife'ye göre iddet ayın başından itibar
edilir. O ayın içinde kadınla cimada bulunmuşsa, talâk ric'î olduğu takdirde
kadına dönmüş sayılır. Üç talâkla boşamışsa, içinde cima da ettiğine göre
mehrini vermesi gerekir. İmameyn'e göre iddet ölüm anından itibar olunur. Adam
karısına dönmüş sayılmaz. Mehrini vermesi de lâzım gelmez. Bazıları ihtiyaten
iddetin bilittifak ölüm zamanından itibar edileceğini söylemişlerdir. Ay tamam
olmazdan önce Zeyd ölürse kadın boş düşmez. Çünkü ölümden önce bir ay geçmemiştir.
Ay içinde boşadığı vakit iddetten sonra ölür de kadın sonra çocuk doğurursa;
yahut cima edilmemişse, iddet lâzım olmadığı için talâk vâki olmaz. Çünkü mahâl
yoktur. Gelecek zaman hâl için sabit olur. Sonra istinat eder. Câmi-i Kebir'de
ve Esrar'da böyle denilmiştir.
Ebû Hanife'ye göre gelmekle ölüm arasında
fark şudur: Ölüm bildiricidir. Ceza yalnız bildiriciye mahsus değildir. Nasıl
kl Zeyd hânede ise sen boşsun dese de, günün sonunda oradan çıksa kadın konuşma
zamanından boş olur. Çünkü ölüm iptidada aydan önce olabilir. Bu suretle hiç
vakit bulunmaz. İhtimalli hakkında sair şartlara benzer. Ay geçtiği zaman
ölümden evvel bir oy bulunduğunu biliriz. Çünkü ölüm mutlaka olacaktır. Şu
kadar var ki, halen talâk vâki olmaz. Çünkü biz ölüme bitişik bir aya muhtacız.
O da sabit değildir, ölüm onu bildirir. Bu cihetten şarttan ayrıIır da,
"sen ramazandan bir ay önce boşsun"sözündeki vakte benzer.
Binnanaleyh her iki şeye, yani zuhura ve istinada kâil oluruz. "Ramazandan
bir ay önce" derse, bilittifak şâbanda vâki olur. Tamamı Fetih'tedir.
METİN
Bilmiş ol ki hükümlerin sübut yolu dörttür.
İnkılâb, iktisar, istinad, tebyin
İnkılâb; illet olmayan bir şeyin illet
olmasıdır ki, tâlik gibidir.
İktisar; hükmün halen sübut bulmasıdır.
İstinad: mahallin bütün müddette bâkî
kalması şartıyla hükmün öncesine istinaden halen sübut bulmasıdır. Sene dolduğu
vakit zekâtın istinad yoluyla lâzım gelmesi bu kabildendir. Çünkü nisap
mevcuttur.
Tebyin; halin önceden hüküm mevcut olduğunu
meydana çıkarmasıdır. Eğer Zeyd şu hânede ise sen boşsun gibi ki. Zeyd'in orada
bulunduğu ertesi gün anlaşılırsa, söylediği andan itibaren boş düşer ve o andan
itibaren iddet bekler. Ben seni boşamadıkça sen boşsun yahut ne zaman seni
boşamazsam boşsun veya her ne zaman seni boşamazsam boşsun der de susarsa,
susmasıyla kadın derhal boş düşer.
İZAH
«Tebyin...» Ulemanın ibareleri böyledir. Bu
kelime açığa çıkmak mânâsında mastardır.
«Tâlik gibidir.» Nitekim, "şu hâneye
girersen sen boşsun" demesi bir tâliktir. Sen boşsun sözü, hükmünün, yani
talâkın sabit olması için illettir. Nasıl ki sattım sözü milkin sabit olması
için illettir. Azâd ettim sözü de hürriyetin sabit olması için illettir. Lâkin
tâlik yapınca ancak şartı bulunduğu vakit illet olur ki, o da hâneye girmektir.
Şâfiî'ye göre derhal illet mün'akit olur. Ama tâlik onun hükmünü şart
bulununcaya kadar geciktirir. Bu hilâfın semeresi, "seninle evlenirsem sen
boşsun" sözünde meydana çıkar. Bize göre bu sahihtir. Çünkü milk vaktinde illet
olarak mün'akittir. Şâfiî'ye göre sahih değildir. Çünkü milk vaktinde illet
mün'akit değildir. Nitekim usûl-i fıkıh ilminde izah edilmiştir.
«Hükmün halen sübut bulmasıdır.» Satış
yapmak, boşamak, köle âzâd etmek vesaire böyledir. Bunu Halebî Minah'tan
nakletmiştir.
«İstinad ilh...» hakkında Eşbâh'ta şöyle
denilmiştir: «İstinad, tebyinle iktisar arasında döner dolaşır. Bu, ödenen
şeyler gibidir. Ödendiği vakit sebebinin bulunduğu vakte istinad ederek mâlik
olunur. Bir de nisap gibidir. Zira zekât sene tamam oldukta nisabın bulunduğu
vakte istinaden vâcip olur. İstihazalı bir kadınla teyemmümlünün vakit çıkarken
ve suyu gördüğü vakit temizlenmeleri dahi abdestin bozulma vaktine îstinaden
sabit olur. Onun için bunların meshetmesi caiz değildir.»
«Mahallin bâkî kalması şartıyla ilh...»
İstinadla tebyin arasını ayıran bu şarttır. Nitekim bunu Îzâh'tan naklen izah
etmiştir. Bu meselenin fer'lerinden biri de ulemanın şu sözleridir: Bir kimse
cariyesine; sen filanın ölümünden bir ay önce hürsün, der de sonra cariye bir
coçuk doğurur, sahibi her ikisini satarsa, yahut hiçbirini satmazsa veya yalnız
anayı satar yahutbunun aksini yaparsa, İmam-ı Âzam'a göre çocuk âzâd olur,
İmameyn'e göre âzâd olmaz. Anneyi satmadıysa o bilittifak âzâd olur. Bunun
izahı şudur: Çünkü İmam-ı Âzam'a göre âzâd olmak istinad suretiyle meydana
gelince çocuğa sirayet eder. İmameyn'e göre sirayet etmez. Zira istinad yoktur.
O cariyeyi ayın ortasında satar da sonra tekrar satın alır, sonra o dediği
kimse ay tamam oldukta ölürse, İmam-ı Âzam'a göre cariye âzâd olmaz. Çünkü ay
içinde milk elden gittiği için ayın başına istinad imkânı yoktur. İmameyn'e
göre âzâd olur. Çünkü iktisar vardır (hüküm halen sabit olmuştur). Bu fer'lerin
tamamı Eşbâh hâşiyelerindedir.
«Çünkü nisap mevcuttur.» Yani bütün müddette
nisap mevcut olmak şartıyla senenin başından hüküm sabit olur. Tahtâvî diyor
ki: «Maksat müddet esnasında bütün nisâbın yok olmamasıdır. Çünkü bütün nisap
yok olur da o kimse başka bir nisaba - velev birinciden bir saat sonra olsun -
mâlik olursa, yeni bir sene itibara alınır,»
«Söylediği andan itibaren boş düşer.» Yani
mahallin bâki kalması şart değildir. Hattâ üç defa dedikten sonra kadın hayzını
görür de sonra onu üç defa daha boşarsa, sonra Zeyd'in o hânede olduğu
anlaşıldıkta üç talâk vâki olmaz. Çünkü birincinin vâki olduğu anlaşılmıştır.
İkincisi iddet geçtikten sonra yapılmıştır. Nitekim Ekmel'den naklen Minah'ta
böyle denilmiştir.
«Susarsa» sözüyle, aşağıda gelecek
"sen boşsun ben seni boşamadıkça sen boşsun" sözünden ihtiraz
etmiştir.
«Derhal boş düşer» Keza, "ben seni
boşamadığım zaman sen boşsun"; yahut, "seni boşamadığım yerde"
veya "seni boşamadığım gün boşsun" demesi de böyledir. Çünkü talâkı
kadının talâkından hâli bir zamana veya mekâna izafe etmiştir. Mücerret
susmasıyla muzâfunileyh bulunmuştur. Talâk da vâki olur. Nehir'de şöyle
denilmektedir: Sonra âşikârdır ki, yemininde durmakla bozmanın eseri, ben seni
boşamadıkça sen boşsun gibi sözlerde zâhir değildir. Bundan dolayıdır ki,
muteehhirin ulemadan bazıları bu meselenin mevzuunu üç defa diyerek
kayıtlamıştır. Evla olan da odur. Evet, ben seni her boşamadıkça sen boşsun
derse, arka arkaya üç talâk vâki olur. Onun içindir ki, kadın cima edilmemişse
yalnız bir talâk vâki olur.
METİN
«Ben seni boşamadımsa boşsun» sözünde
susmakla kadın boş düşmez. Bilâkis erkek boşamadan karı-kocadan birinin ölümüne
kadar nikâh devam eder ve kadın ölümden az önce boş düşer. Çünkü şart o zaman
tahakkuk eder ve o adam fâr (mirastan kaçırıcı) olur. İmam-ı Âzam'a göre şart
edatlarından vakitte, vakit kelimeleri niyetsiz olursa eğer gibidir. İmameyn'e
göre ise her ne zaman gibidir. Bunların hükümleri geçmişti. Vakti veya şartı
niyet ederse derhal talâkı kasdettiğine karine bulunmadıkça bilittifak o
kimsenin niyeti muteber olur. Karine bulunursa derhal talâk vâki olduğuna
hükmedilir.
İZAH
«Susmakla kadın boş düşmez ilh...» Çünkü
yemininde durmanın şartı, kadını gelecekte boşamasıdır. Bu da karı-kocadan biri
ölmedikçe gelecek her vakitte mümkündür. Biri ölürse, yemini bozmanın şartı
olan boşamama tahakkuk eder. Bu niyet olmadığı veya acele talâka delâlet
bulunmadığı zamandır. Nitekim, "vakitte" edatında gelecektir.
«Karı-kocadan birinin ölümüne kadar devam
eder.» sözüyle musannıf, erkeğin ölmesinin de kadının ölmesi gibi olduğuna
işaret etmiştir. Sahih kavil budur. Nevâdir'in rivayeti bunun hilâfınadır.
Orada şöyle denilmiştir: «Ben bu hâneye girmezsem sen boşsun, demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü burada erkeğin ölmesiyle talâk vâki olur, kadının ölmesiyle
olmaz. Çünkü kadın öldükten sonra adamın o hâneye girmesi mümkündür.
Binaenaleyh kadının ölmesiyle ye's tahakkuk etmez. Talâka gelince: Kadının
ölmesiyle ondan ye's tahakkuk eder. Fetlh.»
«Şart o zaman tahakkuk eder.» Yani yeminin
bozulmasının şartı o zaman tahakkuk eder. Erkeğin ölmesinde bu zâhirdir.
Kadının ölmesine gelince: Talâktan ye's tahakkuk ettiği içindir. Fetih sahibi
diyor ki: «Kadının ölümünden önce talâk vâki olduğuna hükmümüzü verince kocası
ona mirasçı olamaz. Çünkü kadın ölümden önce boş düşmüş; ölüm halinde
aralarında karı-kocalık kalmamıştır. Muallâk sarîh olduğu halde talâk-ı bâin
olduğuna hükümetmemiz, iddet bulunmadığı içindir. Cima edilmemiş kadın gibi
olur. Çünkü meselemiz talâk parçalanmayı kabul etmeyen son cüzde vâki olursa
diye farz edilmiştir. Ondan sonra ancak ölüm gelir. Onunla da kadın boş olur.»
Bahır sahibi şöyle demiştir: «Anlaşılıyor
ki, erkeğin karısına mirasçı olamaması mutlaktır. Cima etmiş olsun olmasın üç
veya bir defa boşamış olsun müsavidir. Bu da gösterir ki, Zeylâî'nin mirasçı
olamamasını cima etmediyse veya üç defa boşamadıysa diye kayıtlaması doğru
değildir. Nehir'de de bunun gibi denilmiştir.»
«Ve o adam fâr olur.» Yani ölen erkekse,
talâkı ölüme yaklaştığı halde olduğu için o adam fâr olur. Hastanın talâkı
babında gelecektir ki, bir adam talâkı sağlamken tâlik yapar da hasta iken
bozarsa fâr olur. Bu da ondandır. Rahmetî. Kadın cima edilmişse, kocası miras
kaçırdığı için ona mirasçı olur. Velevki üç kere boşamış olsun. Cima
edilmemişse o adama mirasçı olamaz. Bahır.
«Niyetsiz olursa eğer gibidir ilh...» Yani
karı-kocadan biri ölmedikçe İmam-ı Azam'a göre kadın boş düşmez. İmameyn'e göre
susmasıyla derhal boş düşer. Hâsılı, "vakitte" sözü İmam-ı Azam'a
göre burada harftir ve mücerret şart bildirir. Çünkü o bazen zarf, bazen
harfolarak kullanılır. Binaenaleyh şüphe ile derhal talâk vâki olmaz. Bazı
nahiv imamlarının sözü de budur. Nitekim Muğnî sahibi böyle demiştir. Lâkin
onun bildirdiğine göre nahiv ulemasının cumhuru bu kelimenin şart mânâsını
tazammun ettiğini söylemişlerdir. Bu kelime zarf olmaktan çıkmaz. Bahır sahibi,
"Burada İmameyn'in kavlini tercih ettiren budur. Bunu Fethu'l-Kadir sahibi
de tercih etmiştir." demektedir.
«Vakti veya şartı niyet ederse ilh...»
Bahır sahibi diyor ki: «Niyeti yoktur diye kayıtlamamız şundandır: Çünkü o
kimse vakitte edatıyla her ne zaman mânâsını niyet ederse, hem kazaen 'hem
diyaneten bilittifak tasdik olunur. Çünkü kendisine ağır yük yüklemektedir.
Keza vakitte edatıyla İmameyn'in kavline göre eğer manasını niyet ederse,
onlarca yalnız diyaneten tasdik edilmesi gerekir. Çünkü onlara göre bu edat
zarf için kullanılır. Şart için kullanılması bir ihtimaldır. Onu hâkim tasdik
etmez.» Bu bahsin aslı Fethu'l-Kadir sahibine aittir. Eğer sözüyle derhal
talâkı niyet ederse sahih olur mu bir düşün! Zâhire bakılırsa evet olur.
Nitekim ona bir karine bulunsa sahih olur.
«Derhal talâkı kasdettiğine karine
bulunmadıkça...» Bu karine bazen lâfzi, bazen de mânevî olur. Birinciye misâl:
beni boşa, beni boşa demesidir. Kocası buna cevaben; seni boşamazsam şöyle ol
der. Bu söz derhal talâk ifade eder. Nitekim Kınye'de belirtilmiştir. İkinciye
misâl; kocası cima isteyip kadının buna yanaşmaması, bunun üzerine kocasının
"eğer bu eve girmezsen şöyle şöyle olasın" demesidir. Kadının
kocasının şehveti yatıştıktan sonra girerse boş düşer. Bevl şehveti kesmez.
Koku ve benzeri ile cima mukaddimelerinden sayılan her şeyin böyle olması
gerekir. Namaz hususunda hilâf vardır. Nehir. Yani kadın namaz vaktinin
çıkacağından korkarsa, İmam Hasan'ın kavline göre aceleliği kesmez. Bununla
fetva verilir. Nasir kestiğini söylemiştir. Bu acele meseleleri inşaallah girip
çıkmaya yemin bâbının sonunda gelecektir. Bahır. Bu iki misâlde eğer edatında
derhallik karinesinin itibara alınacağına delâlet vardır. Velevki bu edat
bilittifak sırf şart için olsun.
METİN
«Sen boşsun, ben seni boşamadıkca sen
boşsun» ifadesini, "seni boşamadıkça" sözüne ekleyerek söylerse
istihsanen yalnız son müneccez talâkla boş olur.
FER'İ MESELE: Bir kimse karısına; seni
bugün üç defa boşamazsam sen üç defa boşsun derse, bunun kurtuluş çaresi kadını
bin dirhem vermesi şartıyla boşaması, kadının da bunu kabul etmemesidir. O gün
geçerse kadın boş düşmez. Fetva bununla verilir. Haniyye. Çünkü mukayyet
boşamak mutlak boşamanın içindedir. Seninle evlendiğim gün sen boşsun der de,
kadını geceleyin nikâh ederse yemini bozulur. Emrin elinde demesi bunun
hilâfınadır. Yani karısına, Zeyd'in geldiği gün emrin elinde olsun der de Zeyd
geceleyin gelirse, kadın muhayyer olmaz. Gündüz gelirse, güneşin kavuşmasına
kalır. Kaide şudur: Gün kelimesi nezaman bütün müddeti kaplayacak uzun bir
fiille beraber zikredilirse, ondan gündüz kasdedilir. Emrin elindedir sözü
böyledir. Çünkü onu bir gün veya bir ay kadının eline vermek sahihtir. Bu
kelime ne zaman bütün müddeti kaplamayacak bir fiille zikredilirse, ondan
mutlak vakit kasdedilir. Talâk ikâı gibi ki, seni bir ay boşadım dese müddet
zikri hükümsüz kalır, kadın derhal boş düşer.
İZAH
«Seni boşamadıkça sözüne ekleyerek söylerse
yalnız» son sözle kadın boş olur. Ayırarak söylerse, hem müneccez hem muallâk
talâklar vâki olur. Bahır. Müneccez talâk vâki olup, muallâk olanın vâki
olmamasının faydası şudur: Muallâk üç olsaydı, müneccez olan talâkla yalnız bir
defa boş düşerdi. Bahır.
Ben derim ki: Bilâkis muallâk bir talâk da
olsa faydası zâhirdir. Zira muallâk talâk yine vâki olmaz. Hattâ sözüne
ekleyerek yaptığı müneccez bir talâkın faydası budur. Çünkü ekli olarak bir
tatâk yapmasaydı, muallâk olan üç talâk vâki olurdu. Muallâk talâk bir olursa,
bir talâkın derhal vâki olup olmaması arasında ancak İmam Züfer'in aşağıda gelecek
sözüne göre fark vardır.
«İstihsanen...» hüküm budur. Kıyasa göre
ise kadın cima edildiği takdirde hem muallâk, hem müneccez talâkların hepsi
vâki olmalıydı. Cima edilmediyse, yalnız muallâk bir talâk vâki olmalıydı ki,
İmam Züfer'in kavli de budur. Çünkü az da olsa kadını boşamadığı bir zaman
bulunmuştur. O da sen boşsun sözünü bitirmeden geçen vakittir. İstihsanın vechi
şudur: Yeminde durma zamanı yemin eden kimsenin hali delâletiyle müstesnadır.
Çünkü o kimsenin yeminden muradı, o yeminde durmaktır. Bu ise ancak bu miktarı
müstesna saymakla mümkün olur. Tamamı Fetih'tedir.
«Çünkü mukayyet boşamak...» Yani bin dirhem
verirsen boşsun demek, mutlak boşamanın içinde dahildir. Mutlak boşamaktan
murad; "eğer seni boşamazsam" sözüdür. Zira bu söz mukayyede de
başkasına da sâdıktır. Boşama bulununca - velev ki mukayyet olarak bulunsun -
yeminden dönme şartı, yani boşamamak ortadan kalkar.
«Kaide şudur: Gün kelimesi ilh...» Gün
kelimesiyle kayıtlaması, gece mutlak vakit mânâsında kullanılmadığı içindir. Gece
kelimesi hem va'zen hem örfen gece karanlığının adıdır. "Geceleyin
girersen" derse, gündüz girdiği takdirde boş olmaz. Gün kelimesi ise
gündüzün aydınlığı mânâsında hakikat olarak bilittifak kullanılır. Bazıları
mutlak vakit mânâsında da hakikat olarak kullanıldığını söylemişlerdir. Şu
halde müşterek olur. Bazıları mutlak vakit mânâsında mecazdır demişlerdir ki
sahih olan da budur. Çünkü mecaz müşterek olmaktan evlâdır. Yani onun tekrar
va'zedilmeye ihtiyacı yoktur. Meşhur olan mânâya göre gün fecrin doğmasından
güneşin kavuşmasına kadar olan zamandır. Gündüz ise, doğmasındanbatmasına kadar
geçen zamandır. Gün kelimesiyle gündüzün aydınlığını niyet ederse kazaen tasdik
edilir. Çünkü sözünün hakikatını niyet etmiştir. Velevki bunda kendisi için bir
hafifletme olsun. Bunu Zeylâî söylemiştir. Sonra gün kelimesi mutlak vakit
mânâsında ancak uzamayan ve belirsiz olan bir şey hakkında kullanılır. Belirli
olursa, meselâ, seninle bugün konuşmam derse, gündüzün aydınlığı mânâsına
gelir. Meselenin tamamı Bahır'dadır. Evet, bazen belirli olan gün kelimesi ona
dahil olan gece ile birlikte zikredilirse, ona gece de dahil olur. Meselâ,
senin bugün ve yarın emrin elinde olsun derse, Câmi-i Sagîr'de gece de dahildir
denilmiştir.
Telvîh sahibi diyor ki: «Bu söz, gün kelimesi
mutlak vakit mânâsına geldiğinden değildir. Bilâkis iki gün emrin elindedir
demiş gibi olduğundadır. Böyle yerlerde gün kelimesi arkasından geceyi de
sürükler. "Bugün ve yarından sonra emrin elinde olsun" demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü yalnız başına söylenilen gün kelimesi, hizasındaki geceyi
arkasından getirmez.»
«Uzun bir fiille beraber zikredilirse
ilh...» Uzun fiilden murad; yürümek, binek gitmek, oruç tutmak, kadını muhayyer
bırakmak ve talâkı havale etmek gibi müddet konulması sahih olan fiillerdir.
Uzamayan fiil bunun aksidir. Boşamak, evlenmek, konuşmak, âzâd etmek, girmek ve
çıkmak bu kabildendir. Bahır. Bu elbiseyi iki gün giydim; ata bir gün bindim
denilir. Ama bunun hilâfına olarak, iki gün geldim ve üç gün girdim denilemez.
Telvîh. Telvîh'in bazı hâşiye yazarları, "Giymenin ve binmenin uzamasından
murad, mecazen devam etmeleridir. Buna karine, günle kayıtlamaktır. Yoksa
asılları değildir." demişlerdir. Yani binmenin hakikatı, hayvanın üstüne
kaldıran harekettir. Giymek de elbiseyi bedenin üzerine koymaktır. Bu ise
uzamaz, demek istemişlerdir. Şârih, "müddeti kaplayacak" sözüyle,
Vikâye şerhinin şu ifadesine işaret etmiştir: «Murad; gündüzü kaplamak mümkün
olacak surette uzamaktır, mutlak uzamak değildir. Çünkü ulema konuşmayı uzamayan
fiiller kabilinden saymışlardır. Şüphesizki konuşmak uzun zaman uzar. Lâkin
bütün günü kaplamaz.»
Hidâye sahibi konuşmanın uzamayan
fiillerden olduğuna kesin olarak hükmetmiştir. Bahır sahibi de bunun hak
olduğunu söylemiştir. Hindî ise Muğnî şerhinde konuşmayı uzayan fiillerden
saymış; Hidâye'nin söylediğini bazı ulemanın zannı kabul etmiştir. Fetih sahibi
de bunu tercih etmiştir. Bu izaha göre uzamayı gündüzle kayıtlamaya hâcet
yoktur. O, Nehir sahibinin tahkîk ettiği birinci kavle göredir. Telvîh
sahibinin, "Müddet koymak sahih olan" sözü buna işaret etmektedir.
«Emrin elindedir.» sözüyle şârih uzayan
fiilden maksadın mazruf olduğuna işaret etmiştir. Yani maksat günde âmil
olandır. Yoksa günün izafe edildiği şey değildir. Çünkü muhakkıklara göre onun
uzayıp uzamamasına itibar yoktur. O mazruf da olsa zarfı tayin
içinzikredilmiştir. Zarfı zikretmekten maksat ise, âmilin onun içinde olduğunu
ifade etmektir.
Hâsılı suretler dörttür. Zira bazen
muzâfun-ileyh ile günün mazrufu uzayan fiillerden olur. "Zeyd'in hayvana
bindiği gün emrin elinde olsun" sözü böyledir. Bazen ikisi de uzamayan
fiillerden olur. "Sen Zeyd'in geldiği gün boşsun" ifadesi böyledir.
Bu iki misâlde muzâfun-ileyhi veya mazrufu itibara almak arasında fark yoktur.
Bazen mazruf uzayan bir fiil, muzâfun-ileyh uzamayan fiil olur. "Zeyd'in
geldiği gün emrin elinde olsun" veya bunun aksi olan, "Sen Zeyd'in
hayvana bindiği gün hürsün" sözleri böyledir. Bu iki misâlde fark
zâhirdir. Ulema bunlarda mazrufun itibara alınacağına ittifak etmişlerdir. Zeyd
gece gelir veya hayvana gece binerse kadının emri elinde olmaz. Köle de
bilittifak âzâd olmaz. Bazı ulemanın sözlerine bakılırsa, muteber olan
muzâfun-ileyhtir. Lâkin şârih onu bu iki misâlde itibara almamış; ilk ikisinde
itibara almıştır. Halbuki sen muzâfun-ileyhi veya mazrufu itibara almak
hususunda bunların arasında fark olmadığını biliyorsun. Bu izaha göre hakikatta
hilâf yoktur. Nitekim Keşif, Telvîh ve başkalarında bildirilmiştir. Bununla
hilâf hikâye edenlere Zeylâî ve Vikâye şerhlerine ikisinden hangisi uzarsa
itibar onadır şeklini tercih ettikleri için itiraz vârid olur. Nitekim Bahır'da
bidirilmiştir.
Sonra bil ki zikredilen kaide ancak mutlak
söylendiğini ve mânilerden hâli olduğu zamandır. Binaenlaeyh karineye muhalif
düşmesi imkânsız değildir. Çok defa gün mutlak vakit ifade etmekle beraber fiil
uzayan fiillerden olur. "Düşmanın size geldiği gün hayvanlara binin; ölüm
başınıza geldiği gün Allah'a hüsn-ü zanda bulunun." misâlleri bu
kabildendir. Bunun aksi de olur. Meselâ; Zeyd'in oruç tuttuğu gün sen
öğrencisin, güneş tutulduğu gün sen hürsün, misâlleri bu kabildendir. Bunu
Telvîh sahibi söylemiştir.
«Talâk îkâı gibi...» sözüyle şârih
ulemanın, "Talâk uzamayan fiillerdendir." sözlerinden muradın, talâk
îkâı olduğuna, kadının boş düşmüş olması kasdedilmediğine işaret etmiştir.
Çünkü kadının boş düşmesi uzun süren bir iştir. Zarfı onunla ta'lilde bir fayda
yoktur. Nitekim Sadru'ş-Şeria söylemiştir. Hâsılı maksat talâkı meydana
getirmektir. O uzayıp gitmez. Bilâkis mücerret ağızdan çıkmakla biter gider.
Ama eseri olan boş olmak bitivermez.
METİN
Ben senden boşum yahut senden berîyim demek
bir şey değildir. Velevki bununla talâkı niyet etmiş olsun. Bâin ve haram
sözlerinde kadın bâin olur. Yani ben senden bâinim yahut ben sana haramım
diyerek talâkı niyet ederse, kadın talâk-ı bâinle boş düşer. Çünkü ibare
kelimesi aradaki bağı koparmak için kullanılır. Haram kılmak ise helâl olmayı
gidermek içindir. Bu iki kelime müşterektirler. Binaenaleyh bunlardan birine
izafe etmek sahih olur. Hattâ, senden yahut sana demezse talâk vâki olmaz. Sen
bâinsin veya sen haramsın demesi bunun hilâfınadır. Zira niyet ederse benden
demese bile talâk vâki olur. Evet, kadına emrinelindedir derse, kadının benden
bâinsin demesi şarttır. Seni karım olmaktan ibrâ ettim sözüyle niyetsiz talûk
vâki olur
İZAH
«Yahut senden beriyim demek bir şey
değildir.» Sen benden berisin demesi bunun hilâfınadır. Zira bu sözle bir
talâk-ı bâin vâki olur. Nitekim kinayeler bahsinde gelecektir. Bunu Halebî
ifade etmiştir.
«Bir şey değildir.» Çünkü talâka mahâl
olmak, erkekle değil kadınla kaimdir. Binaenaleyh talâkı erkeğe izafe etmek
yersiz bir izafedir; hükümsüz kalır. Nehir. Onun içindir ki, talâkı kadına
temlîk eder de kadın onu boşarsa talâk vâki olmaz. Bahır.
«Yahut ben sana haramım» diyeceğine,
"ben de sana haramım" dese daha iyi olurdu. Nitekim bazı nüshalarda
böyle denilmiştir.
«Hattâ, senden yahut sana demezse ilh...»
Yanı ben bâinim yahut ben haramım derse talâk vâki olmaz. Sonra evlâ olan,
"demese bile" tabirini kullanmaktı. Çünkü, «senden ve sana»
kayıtlarıyla ihtiraz ettiği budur. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. T.
«Sen bâinsin demesi bunun hilâfınadır.»
Tebyîn sahibi diyor ki: «Fark şudur: Bâin veya haram olmak kadına izafe
edilirse, kocası ile aralarındaki vuslat ve helallığı gidermek için
kullanılmakta taayyün eder. Erkeğe izafe edilirse taayyün etmez. Çünkü o adamın
başka bir karısı olabilir de, ben ondan bâinim veya ben ona haramım mânâsını
kasdetmiş olabilir.» H.
«Niyet ederse» kaydı, asıl mezhebe göre,
"sen haramsın" sözünde câridir. Fetvada ise niyetsiz vâki olur.
Nitekim îlâ bahsinde gelecektir. H.
«Benden demese bile» sözü
Hızânetü'l-Ekmel'in ifadesini ret içindir. Orada beyan edildiğine göre, benden
demezse bâtıl olur. Ama bu hatadır. Onun yeri ondan sonra zikredilen surettir.
Nitekim Bahır sahibi Kınye'den naklen beyan etmiştir.
«Evet, kadına ilh...» Bahır sahibi şöyle
demiştir: «Hâsılı erkek hürmeti veya bâin olmayı kadına izafe eder de, meselâ,
sen bâinsin, sen haramsın derse, kendisine izafe etmeden talâk vâki olur. Kendisine
izafe ederek; ben haramım yahut ben bâinim derse, kadına bir şey izafe etmeden
talâk vâki olmaz. Kadını muhayyer bırakır da o da hürmet veya bâin olmakla
icabet ederse, o zaman iki izafeti biraraya getirmek mutlaka lâzımdır.
"Sen bana haramsın, ben sana haramım, sen benden bâinsin, ben senden
bâinim." diyerek mutlaka iki izafeti birarada yapmak gerekir.
«Niyetsiz» olarak öfkeli veya öfkesiz halde
talâk vâki olur. Tatarhâniyye. Bu sözün muktezası açık talâk olmasıdır. Ama söz
götürür. Cevhere'nin kinayeler bahsinde, "Ben senin nikâhından berîyim
derse, niyet ettiği takdirde talâk vâki olur. Ama ben senin boşamandan berîyim
derse talâk vâki olmaz. Çünkü bir şeyden beraet demek, o şeyi
terketmektir." denilmektedir.
METİN
Sen sahibinin seni âzâd etmesiyle birlikte
iki defa boşsun dese de sahibi cariyeyi âzâd etse, iki defa boş olur. Kocasının
ona dönmeye hakkı vardır. Çünkü âzâd ettikten sonra boşamak mevcutdur. Zira bu
şarttır. İbn-i Kemâl'in nakline göre beraber kelimesi iki muhtelif cins arasına
sokulursa şart yerine geçer. Kadının âzâd olması ve talâkı yarının gelmesine
tâlik edilir de yarın gelirse ona dönmek olmaz. Çünkü her ikisi bir şarta
taallûk etmiştir. Her iki meselede kadının iddeti ihtiyaten üç hayızdır. Koca
tâlik yaparken hastaysa, karısı ona mirasçı olamaz. Çünkü talâk o cariye iken
vukubulmuştur. Binaenaleyh mirasçı olamaz. Mebsût.
İZAH
«Zira bu şarttır.» Kocası boşamayı âzâd
etmeye tâlik eylemiştir. Ancak mecazen buna âzâd demiştir. Yani hükmü illete
istiare etmiştir. Muallâk olan bir şey şart bulunduktan sonra mevcut olur ve
kadın hür olduktan sonra boş düşer. İzahı şudur: Çünkü şart bulunması,
yakıncacık olmak üzere yok olan bir şeydir. Hüküm için ona taallûk etmiştir.
Zikredilen de bu sıfattadır. Buna itirazla, "Beraber kelimesi beraberlik
ifade eder. Binaenaleyh o şart mânâsına zıtdır." denilmiş; buna da şöyle
cevap verilmiştir: Bu kelime bazen sonraki için zikredilir. Vukuu tahakkuk
ettiği için bu onu beraber mesabesinde koymak içindir. "Hiç şüphesiz
guçlukle beraber bir kolaylık vardır." âyet-i kerimesi bu kabildendir.
Burada buna gidilmiştir. Çünkü mûcibi vardır. O da şart mânâsı bulunmasıdır.
Tamamı Nehir'dedir.
«İki muhtelif cins arasına...» Talâkla köle
âzâdı, güçlükle kolaylık gibi. T.
«Şart yerine geçer» ve sanki, "seni
âzâd edersem" demiş gibi olur. Buradaki 'beraber' sözü 'sonra' mânâsına
gelir. H.
«Tâlik edilirse ilh...» Yani kocası ve
sahibi tâlik yaparlar da sahibi. "yarın gelince sen hürsün", kocası
da, "yarın gelirse sen bir ve iki boşsun" derse, ona dönmek olmaz. T.
«Ona dönmek olmaz.» Bu bir rivayette
bilittifaktır. Diğer bir rivayette İmam Muhammed'e göre dönebilir. Çünkü
talâkla köle âzâdı ikisi birden bir şarta taallûk edince, hürriyetin başına
geldiği zaman da boşanması vâcip olur ve kadına hürre iken tesadüf eder. Zira
vücut itibariyle beraberdirler. Binaenaleyh bunlarla kadın ebediyyen haram
olmaz. Şeyhayn'ın delilleri şudur: Âzâdlığın sübut zamanı, talâkın sübut
zamanıdır. Bu ikisi de bir şarta taallûk etmeleri zaruretinden ileri gelir.
Gizli değildir ki, âzâdlık sübut bulduğu zaman da sabit değildir. Çünkü bir şey
sabit olurken henüz sabit olmadığına bütün akıl sahipleri ittifak etmişlerdir.
Binaenaleyh iki talâk o kadına hürre iken tesadüf etmez. Birinci mesele bunun
hilâfınadır. Çünkü âzâdlık orada şarttır. Talâk ondan sonra vâki olur. Tamamı
Nehir'dedir.
«Her iki meselede» kadının iddeti
bilittifak üç hayızdır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten nakletmiştir. Kadın hayız
görmeyenlerden ise iddeti üç aydır. Gebe ise doğurmakla iddeti biter. T.
«İhtiyaten» sözü, yalnız ikinci meseleye
taallûk eder. H. Yani üç hayızla iddet beklemenin vâcip olmasını ihtiyatla
ta'lil etmek ikinci meseleye mahsustur. Çünkü kadın cariye iken boşanmasının
muktezası, iddetinin iki hayız olmasıdır. Onun için de iki defa boşanmakla bâin
olur. Lâkin ihtiyat için iddeti üç hayza çıkarılmıştır. Bunun vechi şu olsa
gerektir: Bu kadın cariye iken boşansa da arkacığından hiç mühletsiz
hürriyetine kavuştuğundan, kendisine iddet hürre iken vâcip olmuştur. Zira
talâk iddet vâcip olmak için illet ise de ve keza illet zaman itibariyle
ma'lülle beraber bulunursa da, rütbe itibariyle ondan geridir. Birinci meselede
üç hayızla iddet beklemenin vâcip olması zâhirdir. Çünkü talâk her vecihle âzâd
edildikten sonra vâki olmuştur. Onun için de iki kere boşamakla bâin
olmamıştır.
«Karısı ona mirasçı olamaz.» Bu sadece
ikinci surette zâhir olur. T. Ta'lil de bunu gösterir. Birinci surette ise
zâhire göre karısı mirasçı olur. Çünkü boşanma yukarıda gectiği gibi âzâd
edildikten sonradır. Talâk ric'îdir. Bu halde kadın hürre olup talâk-ı ric'î
iddeti beklerken kocası ölmüş demektir. Binaenaleyh ona mirasçı olur.
«Talâk cariye iken vuku bulmuştur.» Cariye
mirasçı olamaz. Şu halde miras kaçırma tahakkuk etmemiştir. Nehir sahibi diyor
ki: «İmam Muhammed'den yukarıda geçen kavil muktezasınca mirasçı olur.» Demek
istiyor ki; İmam Muhammed'e göre talâk cariye hürriyetine kavuştuktan sonra
vâki olur. Ric'ata da hakkı vardır. Binaenaleyh mirasçı olur. Bu, birinci suret
hakkında söylediklerimi te'yid etmektedir.
METİN
Bir kimse yayılmış parmaklarına işaret
ederek; sen şöyle boşsun derse, kadın parmaklarının sayısınca boş düşer.
Şunların misli boşsun demesi bunun hilâfınadır. Çünkü üçü niyet ederse üç talâk
vâki olur. Aksi takdirde bir talâk vâki olur. Zira 'şöyle' sözü zat hakkında
teşbih içindir. Misil ise sıfat hususunda teşbihtir. Onun için Ebû Hanife,
"Benim îmânım Cibril'in îmânı gibidir." demiş; Cibril'in îmânı
mislidir dememiştir. Bahır. Parmakların yayılmış olanları muteberdir. Yumulmuş
olanları muteber değildir. Onlar avuç gibi ancak diyaneten muteber olurlar.
Avuca işarette mutemet olan, bütün parmakları yaymaktır.
İZAH
«Parmaklarının sayısınca boş düşer.» Yani
parmaklarından lügaten işaretle gösterdikleri sayısınca; yahut hissen işaret
ettiklerinin sayısınca boş düşer. Üç parmakla işaret ederse üç talâk, iki ile
işaret ederse iki talâk, birle işaret ederse bir tatâk vâki olur. Nitekim
Hidâye'de beyan edilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Çünkü bu işaret edilenlerin
sayısına göre teşbihtir. İşaret edilenler de, sayıları gösterilen parmaklarla
bildirilenlerdir.» Parmaklardan başka sayılan şeylere yapılan işaret de böyle
midir değil midir bir düşün! Çünkü âdete göre adet göstermek parmaklara
mahsustur.
«Aksi takdirde bir talâk vâki olur.» O da
bâindir ve "sen bin gibi boşsun" demişe benzer. Bunu Bahır sahibi
Muhit'ten nakletmiştir. Bunun izahı yine Bedâyi'den naklettiği şu ifadedir: «Bu
söz, sayıda veya sıfatta benzetmeye ihtimallidir. Sıfatta benzetmek şiddet
hususundadır. Onların hangisini niyet ederse sahih olur. Niyeti yoksa sıfatta
benzettiğine yorumlanır. Çünkü en azı odur.» Yani hiç niyeti yoksa şiddette üçe
benzeyen bir talâk vâki olduğuna yorumlanır ki, o da bâin olmasıdır.
«Cibril'in imânı gibi...» Çünkü hakikat her
iki fertte birdir. O da kesin tasdiktir.
«Cibril'in îmânı mislidir dememiştir.»
Çünkü onun îmânı sıfatça daha ziyadedir. Zira müşahede yoluyla hâsıl olmuştur.
Binaenaleyh onunla hâsıl olan itminan da fazladır. Lâkin burada İmam-ı Âzam'dan
nakledilen kavil Hulâsa'dakine muhaliftir. Orada, "Ebû Hanife demiştir ki:
Ben bir adamın; îmânım Cibril'in îmânı gibidir, demesini kerih görürüm. Ben
Cibril'in îmân ettiğine îmân ettim, demelidir." denilmektedir. Keza Ebû
Hanife'nin el-Alim Vel-müteallim adlı kitabındaki sözüne de muhaliftir. Orada
şöyle demiştir: «Bizim îmânımız, meleklerin îmânının mislidir. Çünkü biz Allah
Teâlâ'nın birliğine, rububiyetine, kudretine ve Allah tarafından gelen şeylere
meleklerin ikrar ettiği gibi enbiya ve mürselinin tasdik ettiği gibi îmân
ettik. Bundan dolayı bizim îmânımız onların îmânı gibidir. Çünkü, biz
meleklerin gözleriyle görerek îmân ettikleri acayip ve garaibin hepsine
görmediğimiz halde îmân ettik. Onlar için bundan sonra îmân ve bütün ibadetler
üzerine bizden fazla olarak sevap faziletleri vardır ilh...»
Görülüyor ki, bu üç ibare arasında zâhire
göre birbirine muhalefet vardır. Ama aralarını bulmak mümkündür. Şöyle ki:
Birincisi bilene yorumlanır. Çünkü Hazreti İmam, "Ben, îmânım Cibril'in
îmânı gibidir derim. Cibril'in îmânının mislidir demem." demiştir. İkincisi
bilmeyene yorumlanır. Çünkü bunda, "Ben bir adamın demesini kerih
görürüm." demiştir. Üçüncüsü, tafsilât verip îmân edilen şeyleri
sıralayana yorumlanır. Velevki misli sözüyle ifade etsin. Çünkü açıkça
söyledikten sonra ortada îhâm kalmaz. Artık bunu söylemek bilene de bilmeyene
de caizdir. Allâme İbn-i Kemâl Paşa'nın bu mesele hakkında bir risalesi vardır.
Bu söylediklerimiz onun hülâsasıdır.
«Avuç gibi...» Yani avucu niyet ettiği
zaman nasıl diyaneten tasdik edilir ve bir talâk vâki olursa burada da öyle
olur. Çünkü avuç birdir. H.
«Mutemet olan ilh...» Ben bu itimadı açık
söyleyen görmedim. Galiba şarih onu Bahır'ın ibaresinden anlamış olacaktır. Ama
gördüğün gibi yersiz bir anlayıştır. Hidâye'de şöyledenilmiştir: «İşaret
parmakların yayılmış olanları ile yapılır. Ama yumulu bulunan iki parmakla
işareti niyet ederse diyaneten tasdik edilir. Kazaen tasdik edilmez. Keza
avuçla işareti niyet ederse. hüküm yine böyledir. Hattâ birincide iki talâk,
ikincide bir talâk vâki olur. Çünkü buna ihtimali vardır. Lâkin zâhirin
hilâfınadır.»
Gâyetü'l-Beyân sahibi diyor ki: «Birinci
ile, yumulu olan iki parmakla; ikinci ile avuçla niyet ettiğini ifade etmek
istemiştir. Binaenaleyh kazaen her ki surette tasdik edilmez; kadın üç defa boş
olur. Çünkü ona yayılı bulunan üç parmağı ile işaret etmiştir.» Hâkim' in Kâfî'
sinde de şöyle denilmektedir:» Üç parmakla bir defa boşamak istediğini söyler
ve; ben ancak avuçla işaret ettim, derse diyaneten kabul edilir. Fakat kazaen
tasdik edilmez.» Bu açık olarak gösteriyor ki, avucu murad etmesi, yalnız üç
parmakla işaret ettiği zaman diyaneten sahih olur.
Bahır'ın ibaresi de şöyledir: «İşaret,
yayılı parmaklarla olur, yumulu olanlarla olmaz. Çünkü bu hususta örf ve sünnet
vardır. Yumulu olan iki parmakla işareti niyet ederse diyaneten tasdik edilir,
kazaen edilmez. Avuçla işareti niyet etmek de böyledir. Avuçla işaret, bütün
parmaklar açık olduğu halde yapılır. İtimat edilen kavil budur.»
Burada daha başka kaviller vardır. Onları
Mi'râc sahibi zikretmiştir.
Birincisi; elinin sırtını kadına doğru,
yayılı parmaklarının içini kendine doğru çevirirse kazaen tasdik edilir. Bunun
aksini yaparsa tasdik edilmez.
İkincisi: elinin sırtını gökyüzüne doğru
çevirirse itibar yayılı parmaklara, yere doğru çevirirse yumulu parmaklaradır.
Üçüncüsü; parmaklarını evvelâ yumup sonra
açarsa, itibar açılan parmaklaradır. Evvelâ açıp sonra yumarsa yumulu
olanlaradır. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
«İtimat edilen kavil budur» sözü,
"işaret yayılı parmaklarla olur" ifadesine râcîdir. Yani tafsitât
vermeksizin böyle anlaşılır. Buna karine, ondan sonra üç kavli hikâye
etmesidir. Fetih sahibinin sözü de buna delildir. O, zikri geçen kavilleri
hikâye ettikten sonra. "itimat edilen kavil musannıfın mutlak
sözüdür." demiştir. Yani itibar mutlak surette yayılı parmaklaradır demek
istemiştir. Şârihin anladığı gibi, "Avuçla işaret, bütün parmaklar yayılı
olarak yapılır." sözüne râcî değildir. Çünkü biliyorsun ki Hidâye,
Gâyetü'l-Beyân ve Hâkim' in Kâfî' si yalnız üç parmak açık olmak şartıyla avucu
murad ettim derse diyaneten tasdik edileceğini açıkça bildirmişlerdir. Şârihin
zikrettiği; bütün parmakların yayılmış olması şarttır sözünü, Fetih sahibi
Mi'racü'd-Dirâye'ye nisbet etmiştir. Belki o başka bir kavildir. Yahut o zaman
kazaen tasdik olunur diye yorumlanır. Nitekim Fetih sahibinin sözü de bunu
göstermektedir. Ben bunu Bahır üzerine yazdığım hâşiyede izah ettim. Şu halde
aşağıda Kuhistâni' den nakledilene uyar. Vechi de zâhirdir. Çünkü bütün
parmaklarını yayması üç talâkıkasdetmediğine karinedir. Onun muradı avuçtur.
Zâhire bakılırsa bu bazı parmaklarını yaymasından ihtirazdır. Çünkü bütün
parmaklarını yumarsa, avucunu kasdettiği hususunda daha zâhirdir. Bu makamda
bana zâhir olan budur. Allahu a'lem.
METİN
Kuhistâni'nin naklettiğine göre o kimse
avucuyla işarette bir talâkı niyet ettiği hususunda kazaen tasdik edilir. Şöyle
demese de bir talâk" vâki olur. Çünkü teşbih yoktur. İşaret ederek; sen
şunun gibisin dese;boşsun kelimesini söylemese ne hüküm verileceğini görmedim.
Parmaklarının arkaları ile işaret ederse, muteber olan yumulu olanlardır. Çünkü
örf vardır. Parmakların uçlan muhataba doğru bulunursa, yumup yaydığı takdirde
itibar yayılı olanlara; yayıp yumduğu takdirde yumulu olanlaradır. İbn-i Kemâl.
İZAH
«Kuhistâni'nin naklettiğine göre ilh...» Bu
sözün zâhir olduğunun vechini yukarıda gördüm.
«Şöyle demese de...» Yani, sen boşsun
diyerek üç parmağı ile işaret eder ve üç talâkı niyetlenirse, kadın bir talâk
boş olur. Hâniyye.
«Çünkü teşbih yoktur.» Yani sayıya benzetme
bulunmamıştır. Kuhistâni diyor ki: «Çünkü talâk söz olmadan tahakkuk etmediği
gibi; talâkın sayısı da sözsüz tahakkuk etmez.»
«Ne hüküm verileceğini görmedim.» Eşbâh
sahibi dahi işaretin hü-kümlerinden naklen böyle demiştir. Hayreddin-i Remlî
ise bunun hükümsüz olduğunu kesinlikle söylemiştir. Velevki bununla talâkı
niyet ederek söylesin, Çünkü söz bunu ifade etmemektedir, Söz olmaksızın
niyetin bir tesiri yoktur. Bu meselenin aslını ta'lil ederken Zeylâi şöyle
demiştir:«Çünkü parmaklarla işaret müphem bir isimle beraberse, örfen ve şer'an
sayının bilinmesini ifade eder.» Burada parmaklarla işaret edilecek talâk
yoktur. Ben bunu söylediğim gibice mezkûr illetle Şâfiîlerin kitaplarında
gördüm. Bu sözler kısaltılarak Remli'nin ifadesinden alınmıştır. Sâihâni'nin
elyazısı ile gördüm ki şöyle denilmiş: «Hâniyye'deki, bir kimse karısına; sen
üçle dese, sözünün muktezası, İbn-i Fadi; talâkı niyet ederse vâki olur
dediğine göre, burada da niyet ederse talâk vâki olmaktır. Yine orada şöyle
denilmiştir: Bir kimse boştur dediğinde; kimi kasdediyorsun diye sorulsa; o da,
karımı cevabını verse, kadın boş olur. O kimse; sen benden üç defa dese, niyet
ettiği takdirde yahut talâk müzakeresi halinde ise, kadın boş düşer. Aksi
takdirde ulema kazaen tasdik olunmayacağından korkulur demişlerdir.»
Ben derim ki: Yani bu iki sözden her biri
mukadder olarak boşsun sözüne bağlıdır. Remlî'nin, "Söz bunu ifade
etmemektedir." ifadesini kabul etmiyoruz. Zeylâî'den naklettiği de buna
aykırı değildir. Çünkü müphem isimden murad, "şöyle" lâfzıdır ki, ondan
murad işaret ettiği sayıdır. Buna müphem demesi, kaç olduğunu açıklamadığı
içindir. Nitekim bunu Nehir sahibi tahkîk etmiştir. Müphem isim bizim
meselemizde zikredilmiştir. Binaenaleyhkonuşanın niyet ettiği mukadder talâkın
sayısını ifade eder. Nitekim, "üçle" sözü de konuşanın niyet ettiği
mukadder talâkın sayısına delâlet etmektedir. Bunların arasında fark yoktur.
Ancak sayının birinde açık, diğerinde kapalı olması cihetinden fark vardır. Bu
fark ise tesirsizdir. Şu delil ile ki; üç parmağına işaret ederek, "sen şöyle
boşsun" demesiyle, "sen üçle boşsun" sözü arasında fark yoktur.
Bana zâhir olan budur.
«Arkaları ile işaret ederse, muteber olan
yumulu olanlardır.» Bu sözle musannıf bundan önceki, "Yayılı parmaklar
itibara alınır, yumulu olanlar alınmaz." sözünü kayıtlamak istemiştir.
Yani parmakların içleri ile işaret ederse itibara alınır. Bu, yayılan parmağın
içini kadın tarafına, sırtını kendine doğru çevirmekle olur. Ama parmakların
arkaları ile işaret ederse, yani arkalarını kadına, içlerini kendine doğru
çevirirse, muteber olan yumulan parmaklardır. Bu tafsilâtı Hidâye sahibi,
"denildi ki" sözüyle ifade etmiştir. Şurunbulâliyye'de ise bunun
zayıf olduğu açıkça bildirilmiş; "Muteber olan mutlak surette yayılı
parmaklardır. İtimat bunadır. Yumulu parmaklara kazaen mutlak surette itibar
yoktur. Çünkü örf ve sünnet böyledir. Ama diyaneten itibara alınır. Nitekim
Tebyîn, Mevâhib, Hâniyye, Bahır ve Fetih'te beyan edilmiştir. Yumup yaydıysa,
yayılan parmaklar; yayıp yumduysa, yumulan parmaklar muteberdir diyenler olduğu
gibi; avucunun içi gökyüzüne doğru ise açık parmaklar, yere doğru ise yumulu
olanlar muteberdir diyenler de olmuştur." denilmiştir. Keza Bahır'dan
naklen arzetmiştik ki, itimat edilecek kavil mutlak olandır. Fetih'ten
nakledildiğine göre bu kavle itimat edilir. Şu halde tafsil edilen üç kavil de
zayıftır. Velevki Vikâye ve Dürer sahipleri birinci kavle göre hareket etmiş
olsunlar.
METİN
Sen bâin talâkla yahut elbette boşsun, en
çirkin talâkla boşsun, şeytan talâkıyla boşsun, bidat talâkıyla boşsun, en kötü
talâkla boşsun, dağ gibi talâkla boşsun, bin gibi talâkla boşsun, ev dolusu
boşsun, şiddetli tatlîkla boşsun, uzun veya geniş talâkla boşsun veya onun en
çirkiniyle, en şiddetlisiyle, en pisiyle yahut en serti ile yahut en büyüğü, en
genişi, en uzunu, en ağırı veya en muazzamı ile boşsun sözlerinden her biriyle
bir talâk-ı bâin boş olur. Çünkü talâkı taşıyacağı bir şeyle vasıflandırmıştır.
İmam Şâfiî, bunlarla cima edilmiş karısının bir talâk-ı ric'î boş düşeceğini
söylemiştir.
İZAH
«Sen bâin talâkla boşsun ilh...» sözüyle
musannıf şiddet ve ziyade ile vasıflanan talâkın bâin olacağını beyana
başlıyor.
«Elbette» kesin olarak boşsun mânâsınadır.
Nehir.
«En çirkin talâkla» sözüyle ism-i tafdille
yapılan her vasfa işaret etmiştir. Çünkü bu sîga fark bildirir. Bu da bâin
olmakla hâsıl olur. Bâin talâk ric'îden daha çirkindir. Bahır.
«Şeytan talâkıyla» ve benzerleriyle talâkın
bâin olması, ric'î talâk ekseriyetle sunnî şekilde yapıldığı içindir. İtirazda
bulunarak, "Bid'î talâkta geçti ki, bir adam karısına; sen bidat için
boşsun veya bidat talâkıyla boşsun der de niyeti bulunmazsa bu sözü, içinde
cima bulunan bir temizlik devresinde yahut hayız veya nifas halinde söylediği
takdirde derhal bir talâk vâki olur. İçinde cima bulunmayan bir temizlik
devresinde söylerse, kadın hayız görünceye veya o temizlik devresinde onunla
cimada bulununcaya kadar talâk vâki olmaz." dersen ben de derim ki: Bu iki
şeyin arasında fark yoktur. Çünkü ulemanın burada söyledikleri niyetsiz bir
talâk-ı bâin vâki olur sözü umumidir. Derhal vâki olmaya da, bir şeyin
vücudundan sonra olmaya da şâmildir. Bahır. Lâkin Nehir sahibi şöyle demiştir:
«Musannıf sözü bu vasıfla vasıflanmasa bile, derhal bir talâk-ı bâin vâki
olmasını gerektirmektedir. Çünkü bid'î talâk sadece onun söy-lediklerine münhasır
değildir. Yukarıda geçtiği vecihle bâin talâk da bid'îdir.»
Ben derim ki: Derhal bir talâk-ı bâin vâki
olacağını Dürerü'I-Bihâr şârihi açıklamıştır. Ona da Bedâyi'nin bu bâbtaki bir
sözüyle itiraz edilir:«Sen bidat için boşsun derse, bir talâk-ı ric'î vâki
olur. Çünkü bidat bazen bâinde olur. Bazen de hayız halinde talâkta olur.
Böylece bâin olup olmadığı şüpheli kalır; şüpheyle sabit olmaz. Keza şeytan
talâkı derse hüküm yine böyledir. Sen bidat için boşsun sözü hakkında İmam Ebû
Yusuf'tan rivayet olunmuştur ki; bir talâk-ı bâini niyet ederse sahih olur.
Çünkü sözü buna ihtimallidir.» Lâkin Hidâye'de evvelâ bâin vâki olduğu
söylenilmiş, sonra Ebû Yusuf'tan rivayet edilen kavil bildirilmiş, daha sonra,
"İmam Muhammed'den bu talâkın ric'î olacağı nakledilmiştir."
denilmiştir. Anlaşılıyor ki ilk söylediği İmam-ı Âzam'ın kavildir. Metinler de
ona göre yazılmıştır. Bedâyi'deki ilk söz İmam Muhammed'indir. Bahır sahibinin
naklettiği ise zâhire göre Ebû Yusuf'un kavline mebnidir. Çünkü ona göre bâin
talâk ancak onu niyet etmekle olur. Bâini niyet etmezse, mesele Bahır sahibinin
zikrettiği tafsile göredir.
«Dağ gibi talâkla boşsun.» Bahır sahibi
diyor ki: «Hâsılı ziyade bildiren vasıf, talâkın bâin olmasını icabeder. Teşbih
de öyledir. Kendisine benzetilen şey ne olursa olsun; meselâ, iğne ucu gibi,
hardal ve susam tanesi gibi desin fark etmez. Zira teşbih ziyadeyi iktiza eder.
İmam Ebû Yusuf büyüklük bildiren sözü mutlak surette şart koşmuştur. İmam Züfer
ise o şeyin insanlarca büyük sayılmasını şart koşmuştur. Şu halde iğne ucu gibi
sözüyle yapılan talâk yalnız İmam-ı Âzam'a göre bâindir. Dağ gibi sözüyle
İmam-ı Âzâm ve İmam Muhammed'e göre; dağ büyüklüğünde sözüyle hepsine göre bâin
talâk vâki olur. İğne büyüklüğünde sözüyle Şeyhayn'a göre talâk-ı bâin vâki olur.
İmam Muhammed'in hem İmam-ı Âzâm'la hem Ebû Yusuf'la beraber olduğu söylenir.
«Bin gibi» sözü hem kuvvette hem sayıda
benzetmeye ihtimallidir. Sayı hususundabenzetmeyi niyet ederse üç talâk vâki
olur. Aksi takdirde en azı sabit olur ki, o da bir talâk-ı bâindir. "Bin
misli, üç misli" sözleri de böyledir. "Bin sayısı gibi, üç sayısı
gibi" demesi bunun hilâfınadır. Bunlarla niyetsiz üç talâk vâki olur.
"Bin gibi bir talâk" sözüyle bilittifak bir talâk vâki olur. Velevki
üçü niyet etmiş olsun. Çünkü bir sözü üçe ihtimalli değildir. Tamamı
Bahır'dadır.
«Ev dolusu» sözüyle bâin olmanın vechi
şudur: Bir şey haddi zatında büyük olduğu için bazen evi doldurur. Bazen de çok
olduğu için evi doldurur. Bunların hangisini niyet etse niyeti sahihtir, Niyet
yoksa en azı sabit olur. Bahır.
«Şiddetli tatlîkle ilh...» Çünkü tedariki
güç olan şey insana şiddetli gelir. Bu hususta bu işin eni boyu var denilir.
Bâin de budur. Bahır. Tatlîk sözünü zikretmesi şundandır: Çünkü, sen kuvvetli
veya şiddetli yahut uzun veya geniş olarak boşsun dese, talâk-ı ric'î meydana
gelir. Zira bu sözler talâka sıfat olmaya yaramaz. Onlar kadına sıfat olur.
Bunu isbicâbi söylemiştir.
«En serti ile» nin mânâsı, en şiddetlisiyle
mânâsına râcidir. T.
«Çünkü talâkı taşıyacağı bir şeyle vasıflandırmıştır.»
Ki o da bâin oluşudur. Gerçekten bunlarla zifaftan önce bile derhal talâk-ı
bâin sabit olur.
METİN
Ama bu, hürrede üçü; cariyede ikiyi niyet
etmediğine göredir. Niyet ederse, evvelce geçtiği vecihle niyet ettiği sahih
olur. Nitekim boşsun sözüyle biri niyet ederse, sahih olur ve her bâinde boşsun
sözünü kullanırsa başka bir talâk vâki olur ve iki talâk-ı bâin meydana gelir.
Atıf yaparak, ve bâin, yahut sonra bâin der, bununla bir şey niyet etmezse bir
talâk-ı ric'î vâki olur. Arapça atıf harflerinden 'fa' ile atıf yaparsa, bir
talâk-ı bâin vâki olur. Zahire. Nitekim, "sen öyle bir talâk ile boşsun
ki, onunla kendine mâlik olursun" dese bir talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü
ka-dın ancak talak-ı bâin ile kendisine mâlik olur. "Sen benim dönmeye
hakkım olmamak şartıyla boşsun" derse dönmeye hakkı olur. Olmaz diyenler
de vardır. Cevhere. Bahır sahibi ikinciyi tercih etmiş; tâliklerde ric'i talâk
olur diye fetva verenleri hataya nisbet etmiştir. Tevsikçilerin, kadın boş
düşer, o talâkla kendine mâlik olur, sözüyle fetva verenleri de hataya nisbet
etmiştir.
İZAH
«Evvelce geçtiği vecihle niyet ettiği sahih
olur.» Yani bu bâbın başında geçmişti ki, talâk sözü mastardır. Ferd-i
îtibarîye de ihtimali vardır. Ferd-i itibari, hürrede üç, cariyede iki
talâktır. Bunu niyet etmesi sahihtir. Şayet itiraz ederek; "En şiddetli
talâkla boşsun gibi sözlerde mastarı zikretmemiştir." dersen ben de derim
ki: Fetih'te beyan edildiğine göre bu sözün mânâsı; sen öyle bir talâkla boşsun
ki, o talâkın en şiddetlisidir demektir. Çünkü ism-i tafdil muzâfun-ileyhin bir
kısmıdır. Binaenaleyh en şiddetli sözüyle mastarı -- ki talâktır - ifadeetmiş
olur.
TEMBİH: Şârihin sözünün zâhirine bakılırsa,
geçen bütün misâllerde üçü niyet etmek sahihtir. Nehir sahibi diyor ki: «Lâkin
Attâbi sahih kavle göre şiddetli tatlîk, uzun veya geniş tatlîk sözlerinde üçü
niyetin sahih olmadığını söylemiştir. Çünkü niyet ancak ihtimalli olan yerde
amel eder. Tatlîke sözü üçe ihtimalli değildir. Attâbi bunu Serahsi'ye nisbet
etmiştir.» Fetih ile Bahır'da da bunun misli vardır.
Ben derim ki: Lâkin metinler bunun
hilâfınadır. Şöyle de cevap verilebilir: Tatlîkatün kelimesinin sonundaki
'ta'nın burada teklik ifade etmesi lâzım gelmez. O lâfzın müennes olduğunu
bildirmek içindir yahut zâittir. 'Ta'nın burada teklik ifade ettiğini kabul
etsek bile, bize şöyle cevap verirler: Ulema, geçen bütün misâllerde üçü niyet
etmenin sahih olduğunu ta'lil ederken, bu adam talâkı bâin olmakla
vasıflandırmıştır. Bâin, biri beynûnet-i hafife, diğeri beynûnet-i galîza olmak
üzere iki nevidir. İkinciyi niyet etmesi sahihtir. O zaman şöyle denilir:
Kelimenin sonundaki teklik 'ta'sı beynûnet-i galîzayı murad etmeye aykırı
değildir.
Beynûnet-i galiza; kadının başka kocaya
varmadıkça ilk kocasına nikâhının helâl olmamasıdır. Maksat, o adam bu sözde;
sen üç talâkla boşsun demek istemiş değildir; bilâkis üçün hükmünü niyet
etmiştir ki, o da beynûnet-i galîzadır. Bunun benzeri ulemanın şu sözüdür:
Erkek, sen bâinsin yahut sen haramsın sözüyle üç talâkı niyet ederse üç talâk
olur. Çünkü bu sözün mânâsı; üçün hükmünü niyet ederse demektir, lâfzını niyet
ederse demek değildir. Zira bâin ve haram lâfızları bunu ifade edemezler.
Burada da öyledir. Kaldı ki üç talâk îtibarî ferttir. Onun için mastarla onu
murad etmek sahih olmuştur. Onunla ikiyi murad etmek sahih olmamıştır. Çünkü
iki hâlis adettir. Onun fert olması, söylediğimiz itibarladır. Binaenaleyh
bilrik 'ta'sı münafi değildir. Bana zâhir olan budur.
«Ve her bâinde...» Yani her kinaye sözle
birlikte boşsun derse başka bir talâk vâki olur. Nitekim Fetih ile Bahır'da
beyan edilmiştir.
«Ve iki talâk-ı bâin meydana gelir» Yani
terkip haberden sonra haberdir. Sonra birinci talâkla bâin olması, ikinci ile
bâin olması zaruretinden ileri gelmektedir. Çünkü ric'î talâkın mânâsı, kadına
dönmeye mâlik olacak şekilde talâk demektir. Fakat ikinci bâin talâk söze
eklendiği için buna imkân yoktur. Binaenaleyh ric'î diye vasıflandırmakta bir
fayda yoktur. Fetih.
«Fa ile atıf yaparsa bir talâk-ı bâin vâki
olur.» Bu, bir şey niyet etmediği vakittir. Nitekim Zahîre sahibi bunu,
"Fa ile atfederse, mesele hali üzere olup kadın bir talâk-ı bâin boş
düşer," sözüyle ifade etmiştir. Farkın vechi şu olsa gerektir: Fa edatı
mühletsiz takip içindir. Arkacağından hemen ayrılık gelen talâk ancak bâin olur.
Vav'a gelince: O, takip iktiza etmez. Bilâkis hem takibe, hem de sümme edatının
mânâsı olan terâhiye (mühlete) elverişlidir. Kendisinden beynûnet geciken
talâkın bâin olması lâzım gelmez. Binaenaleyh, "ve bâin"sözü mânâsız
olur. Vav'ın takibe ihtimali yoktur. Çünkü ihtimâl bulununca en aşağısı
kasdedilir. O da burada ric'îdir. Nitekim niyet bulunmadığı için îkâ'ın tekrarı
da murad edilmez. Talâk müzakeresi mevcut iken talâk îkâ'ının tekrarı niçin
taayyün etmemiştir. Çünkü atıfta asıl mugayerettir. Binaenaleyh vav ve sümme
edatlarıyla iki talâk-ı bâin olmak gerekirdi. Niyetin bulunmamasıyla
kayıtlamanın mefhumu şudur: Bu üç atıf harfiyle talâk îkâ'ını tekrarlamayı
niyet ederse; yahut bâin sözüyle üçü niyet ederse, niyet ettiği vâki olur.
«Nitekim ilh...» Musannıfın Minah'taki
ifadesi, bu fer'î meselenin nak-ledilmemiş olduğu zannını vermektedir. Çünkü
orada; "Zira bununla talâk-ı bâin vâki olur. Nitekim üstadımız Bahır
sahibi bununla fetva vermiştir." demektedir. Bunu Bedâyi'nin; "Talâkı
bâin olduğunu gösteren bir sıfatla vasfederse bâin olur ilh..." ifadesiyle
zâhir görmüştür.
«Çünkü kadın ancak talâk-ı bâin ile
kendisine mâlik olur.» Bunu Bedâyi sahibi açıklamış; şunu da ilâve etmiştir:
«Talâk-ı bâin olduğunu gösteren bir sıfatla vasıflarsa bâin olur.» Bu sıfat.
"Sen bir talâk-ı bâinle boşsun" mânâsına gelir. Çünkü kadının
kendisine mâlik olması, kocasının kendi rızası olmadan ona dönmeye hakkı
bulunduğu ric'î talâka aykırıdır.
«Bahır sahibi ikinciyi tercih etmiş.»
Sebebi şudur: Evvelce geçmişti ki, erkek talâkı bir nevi şiddet ve ziyadeyle
vasıflandırırsa, bize göre bununla talâk-ı bâin vâki olur. İmam Şâfiî,
"Bir talâk-ı ric'î vâki olur. Çünkü bu meşruun hilâfınadır. Binaenaleyh
hükümsüz kalır. Nitekim, sen benim sana dönmeye hakkım olmamak şartıyla boşsun
dese hüküm budur." demiştir. Hidâye sahibi bunu reddederek; "Bu adam
talâkı ihtimalli bulunduğu bir şeyle vasıflanmıştır. Dönmek meselesi de
memnudur. Yani burada bir talâk-ı ric'î olduğunu biz teslim etmiyoruz. Bilâkis
bir talâk-ı bâin olur." demiştir. İnâye ile Fetih'te; Gâyetü'l-Beyân ve
Tebyin'de de böyledir. Bahır sahibi, "Böylece anladın ki ric'at
meselesinde mezhep, talâk-ı bâinin vukuudur.» demiştir.
«Hataya nisbet etmiştir.» Tevsikçilerden
murad; mahkemede bulunan âdil kimselerdir. Bunlara şahitler ve müvessikler
denilir. Çünkü bunlar, şahitlik yapan kimseyi, güvenilir olduğunu beyan ederek
tevsikte bulunurlar. Yahut vesikaların ilânlarını yazarlar. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
Ben derim ki: Bahır sahibinin zikrettiği
meselenin - ki kendisi bu hususta bir risale de yazmıştır - aslı şudur: Bir
adam karısına, "ne zaman benim senden başka bir karım olduğu meydana
çıkarsa" yahut "Ne zaman beni mehirden ibrâ edersen, sen bir defa
boşsun. Onunla kendi nefsine mâlik olursun." der de, sonra başka bir
karısı olduğu meydana çıkar yahut kadın mehrinden onu ibrâ ederse, hüküm nedir
diye sorulmuş; o, "Bâin olur." diye cevap vermiş; ric'î olur diye
fetva verenlerin sözünü reddetmiştir.
METİN
Lâkin Bezzâziye ve diğer kitaplarda şöyle
denilmiştir: «Cimada bulunduğu karısına; seni bir defa boşarsam o bâin olsun
yahut üç talâk olsun der de, sonra onu boşarsa talâk ric'î olur. Çünkü vasıf
mevsuftan önce bulunamaz. Keza, sen şu hâneye girersen şöyle olsun der de sonra
kadın o hâneye girmeden; ben o talâkı, bâin yahut üç yaptım derse sahih olmaz.
Çünkü o kadına talâk vâki olmaz.» Bezzâziye'nin sözü burada biter. Bunun ifade
ettiği mânâ; "Ne zaman senin üzerine evlenirsem sen bir talâk boşsun,
onunla kendine mâlik olursun." sözüyle talâk-ı ric'i meydana gelmektir.
Çünkü bu söz nihayet, "sen bâinsin" sözüne müsâvîdir. Vasıf mevsuftan
önce bulunamaz. Musannıf bunu burada ve kinayeler bahsinde böyle izah etmiştir.
İZAH
«Lakin Bezzâziye ilh...» Bu söz, o fetvayı
verene yardımdır. Hayreddin-i Remlî Minah hâşiyelerinde onu reddederek;
"Tâlikler hadisesinde muallâk olan, bâin olmakla vasıflanmış talâktır.
Bezzâziye meselesinde ise muallâk olan yalnız bâinlik vasfıdır. Mevsuf henüz
ortada yoktur. Tâlikler meselesinde adam sanki, senin üzerine evlenirsem sen
bâin olarak boşsun demiş gibidir. Bunun men'ine kâil yoktur. Düşün!"
demiştir. Hâsılı Bezzâziye'nin ilk meselesinde yalnız sıfat mevsufun
bulunmasına tâlik edilmiştir. Muallâkta hüküm tâlik bulunmasa derhal hükmün
bulunmasıdır. Bir halde mevcut olmayan bir talâkın bâinliği veya üç talâk oluşu
mevcut olmasına imkân yoktur. Çünkü vasıf mevsufundan önce bulu-namaz. Keza
ikinci meselede talâk ortada yokken muallâk talâkı bâin veya üç yapılmasına
imkân yoktur. Her sıfatın mevsufundan önce bulunması da lâzım gelir.
«Bunun ifade ettiği mânâ ilh...» İşte
musannıfın kinayeler bahsindeki ifadesi biraz değiştirilmiş olarak budur. Sen
kıyas edilenle kıyas olunanın farkını biliyorsun.
«Sen bâinsin sözüne müsavidir» İbarenin
hakkı şu idi: O bâindir sözüne müsavidir. Bu, şârihin anladığına göre sözün yalnız
talâk vasfını tâlikten ibaret olmasına binaendir. Halbuki müsâvât olmadığını
gördüm. Evet, bu söz Bahır sahibinin söylediğine göre hem mevsufu, hem sıfatını
beraberce tâlik ise, "sen bâinsin" sözüne müsavidir ve "Senin
üzerine ne zaman evlenirsem sen bâinsin" mânâsında olur. Bu da, kasıt
olmaksızın hakkı söylemektir.
TETİMME: Avam takımının sözlerinde çok
rastlanır: «Sen boşsun. Domuzlara helâl bana haramsın.» derler. Hayriyye'de
bunun talâk-ı ric'i olduğuna fetva verilmiştir. Çünkü, "bana
haramsın" sözü, şimdi haramsın mânâsına ise, meşru'un hilâfınadır. Zira
kadın ona ancak iddetini bitirdikten sonra haram olur. Gelecekte haramsın
mânâsına ise sahihtir. Ama kadına dönmeye mâni değildir. Keza Hayriyye sahibi
avam takımının, "Sen boşsun. Seni ne bir hâkim geri çevirebilir, ne
âlim." sözleriyle ric'î talâk olacağına fetva vermiştir. Çünkü o kimse
sözü şer'î mevzuundan çıkarmaya mâlik değildir. Minah hâşiyecilerinden biri
onuSayrafiyye'nin şu sözüyle te'yid etmiştir: »Bir kimse karısına; sen boşsun, benim
sana dönmeye de hakkım yoktur derse, talâk ric'î olur. Ama; benim sana dönme-ye
hakkım olmamak şartıyla derse bâin olur.» Sayrafiyye sahibinin, "Avamın;
seni hiçbir hâkim geri çeviremez ilh... sözleri; kocanın, benim sana dönmeye
hakkım yok sözü gibidir. Çünkü 've' edatını kullanmakla kullanmamak birdir.
Nitekim bu zâhirdir. Dönmeye hakkım olmamak şartıyla demesi bunun gibi
değildir." demiştir.
Ben derim ki: Fark şudur: Dönmemek şartıyla
sözü talâkın kaydıdır. Çünkü talâk hakkında şarttır. Bu söz, "Sen içerisinde
dönmemek şart kılınan bir talâkla boşsun" mânâsındadır. Yani talâk-ı
bâinle boşsun demektedir. Şu halde, "Talâkı bir nevi şiddet ve ziyade ile
vasıflandırırsa talâk-ı bâin olur." kaidesinde dahildir. Nitekim
Hidâye'den naklen yukarıda geçmişti. "Benim sana dönüşüm olmayacak."
sözü ise talâkın sıfatı değildir. O yeni bir cümle olup, bu cümle ile meşruun
hilâfını haber vermiştir. Zira meşru olan, "sen boşsun" sözüyle
talâk-ı ric'î vâki olmaktır. "Dönmek yok" sözü hükümsüzdür. "Sen
boşsun ve bâinsin"; yahut "sen boşsun, sonra bâinsin" sözlerini
niyetsiz olarak söylemek gibidir. Nitekim geçti. Avamın, "Seni hiçbir
hâkim geri çeviremez ilh..." sözü de talâkın sıfatı değil kadının
sıfatıdır. Binaenaleyh mezkûr kaideye dahil değildir. "Domuzlara helâl
bana haramsın." sözü de bunun gibidir. Rahmetî'ye burası gizli kalmış;
onun için bununla Sayrafiyye'deki farkın mezkûr kaideye muhalif olduğunu
kesinlikle söylemiştir.
Evet, "haramsın" sözüyle talâk
îkâ'ını kasdederse, üçü niyet etmediği takdirde onunla başka bir talâk-ı bâin;
üçü niyet ederse üç talâk vâki olur. Nitekim, "sen boşsun ve bâinsin"
sözünde böyledir. Bunu yukarıda arzettik. Bunun bir misli de, yine zamanımızda
avam takımının, "Sen boşsun seni bir şeyh helâl kıldıkça başka bir şeyh haram
kılar." sözleridir. Zira bu ikinci sözle muradları kadını ebediyyen haram
kılmaktır. Bu söz, «Sen bana her helâl oldukça haramsın» demek gibidir.
Binaenaleyh o kadının nikâhını her tazeledikçe ondan talâk-ı bâinle boş olur.
Meğerki bu sözle, zikredilen talâkı haber vermeyi dilemiş olsun. Bununla yeni
yeni haram kılmayı niyet etmesin ve bu cümleyi mezkûr talâka sıfat yapmasın . O
zaman kadın ebedî haram olmaz. Çünkü bu söz meşruun hilâfını haber vermek olur.
Lâkin cahil bundan anlamaz, Zâhire bakılırsa o ebedi haram olmasını ifade etmek
ister. Binaenaleyh Şeyh İsmail Hâik'in Fetevâ'sında görülen, "Bununla
yalnız bir defa talâk-ı ric'î vâki olur." Sözü zâhir değildir. Bu mahallin
izahını ganimet bil! Çünkü gizli kalan yerlerdendir.
METİN
Sen onun, yani talâkın ekserisi ile boşsun
demesi bunun hilâfınadır. Çünkü onunla üç talâk vâki olur. Bir talâkı murad
ettim derse diyaneten tasdik edilmez. Nitekim talâkın ekserisiyleboşsun yahut
sen defalarca veya binlerce boşsun veya ne az ne çok boşsun demiş olsa üç talâk
vâki olur. Muhtar olan kavil budur. Sen talâkın en azı ile boşsun derse bir
ta-tâk vâki olur. Sen talâkın umumiyle veya çoğuyla yahut onun iki rengiyle
veya üçün daha çoğu ile veya talâkın büyüğü ile derse iki talâk vâki olur.
İZAH
«Bir talâkı murad ettim derse diyaneten
tasdik edilmez.» Bu sözün mefhumu. İkiyi murad ederse diyaneten tasdik
edilmesidir. Vechi şudur:İsm-i tafdîl ile bazen fiilin adı kasdedilir. Yani
talâkın çoğu mânâsına gelir. Bu suretle bu kimsenin sözüne ihtimalli olduğundan
diyaneten tasdik edilir.
Ben derim ki: Lâkin aşağıda gelecek ki,
'çok' kelimesinden iki değil üç talâk vâki olacağı tercih edilmiştir. O zaman
çok ile ekser arasında fark kalmaz.
«Sen defalarca boşsun.» Bahır'da
Cevhere'den naklen şöyle denilmiştir: «Bir adam karısına; sen defalarca boşsun
dese, kadın cima edilmiş bulunduğu takdirde üç defa boş olur. Nihâye'de böyle
denilmiştir.» Bahır'da bundan bir yaprak önce Bezzâziye'den naklen, "Sen
bana bin defa haramsın sözüyle bir talâk vâki olur." denilmiştir.
Bezzâziye'nin ibaresini Zahîre sahibi dahi zikretmiştir. Şârih onu îlâ bâbının
sonunda söyleyecektir.
Ben derim ki: Bu söz Cevhere'nin ifadesine
muhalif değildir. Çünkü bin defa demesi, defalarca tekrarı mesabesindedir.
Bununla ilk defada bir talâk-ı bâin vâki olur. İkinci defada hiçbir şey vâki
olmaz. Çünkü ikinciyi birinciden haber yapmak mümkün olursa, bâin bâine mülhak
olmaz. Nitekim sen bâinsin sözü böyledir. izahı kinayeler bahsinde gelecektir.
Sen haramsın yahut sen bâinsin sözüyle üç talâkı niyet ederse bunun
hilâfınadır. Zira sahihtir. Çünkü bu bir söz olup küçük ve büyük beynûnete
elverişlidir. Sen defalarca boşsun sözü, bunu üç defa veya daha fazla
tekrarlamak mesabesindedir. Birinci defada talâk-ı ric'î meydana gelir. Ondan
sonraki ile de üçe kadar öyledir. Çünkü bu söz sarîhtir. İddet içinde sarîh
sarîhe mülhak olur. Onun için cima edilmişse diye kayıtlamıştır. Çünkü cima
edilmeyen kadın ilk talâka bâin olur, İddet beklemesi de lâzım değildir.
Binaenaleyh sonraki talâklar ona lâhîk olmaz. Bu makamın izahını ganimet bil! Çünkü
çok kimselere gizli kalmıştır.
«Binlerce boşsun» sözüyle üç talâk vâki
olur. Geri kalanları hükümsüz kalır.
«Veya ne az ne çok boşsun.» Burada
Cevhere'nin ibaresi şöyledir:«Bir kimse, sen boşsun ne az ne çok derse, üç
talâk vâki olur. Muhtar kavil budur. Çünkü az talâk birdir. Çok talâk da üçtür.
Evvelâ ne az dediğinde üç talâkı kasdetmiş olur.Sonra ne çok demesi bir işe
yaramaz.»
Ben derim ki: Lâkin Hulâsa ile Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «Muhtar kavle göre üç talâk vâki olur. Fakih Ebû Cafer; en
muvafıkı iki talâk vâki olmaktır demiştir.» Zahîre'debildirildiğine göre
birinci kavil Sadru'ş-Şehid'in tercih ettiğidir. Onu yukarıdaki şekilde ta'lil
etmiş; sonra şunları söylemiştir: «Ebû Cafer Hinduvânî'den hikâye edildiğine
göre iki talâk vâki olur. Çünkü o kimse ne az dediğinde iki talâkı
kasdetmiştir. Zira iki talâk çoktur. Ondan sonra ne çok demesi bir şeye
yaramaz. Bu kavil doğruya daha yakındır.» Hâniyye'de bunun daha zâhir olduğu
bildirilmiştir. Bununla anlaşılıyor ki, bunlar tercih edilmiş iki kavildir.
Temelleri çok hakkındaki ihtilâfa dayanır. Bahır'da Muhit'ten naklen şöyle
denilmiştir:«Sen çok boşsun derse, Asıl nâm kitapta bildirildiğine göre üç
talâk vâki olur. Çünkü çok olan üçtür. Ebu'l-Leys'in Fetvâ'da beyan ettiğine
göre iki talâk vâki olur.»
Ben derim ki: Birinci kavil tercihe daha
lâyıktır. Çünkü Asıl nâm kitap, zâhir rivayet kitaplarındandır. O Fetevâ'dan
üstündür.
«Bir talâk vâki olur.» O da ric'îdir. Çünkü
bâin olacağını ifade eden bir şey yoktur. Bir de talâkın en azı ric'î olandır.
«Sen talâkın umumiyle boşsun» derse, iki
talâk vâki olması ekseriyetle bunda kullanıldığı içindir. Talâkın galibi
ikidir. T.
«Sen talâkın çoğuyla» derse, iki talâk vâki
olur. En çoğuyla derse üç talâk olmak gerekir. Rahmeti.
«Onun iki rengiyle» ifadesinden murad, iki
talâk-ı ric'îdir. Üç rengiyle deseydi üç talâk olurdu. Keza talâkın birkaç
rengi derse yine üç talâk vâki olur. Renk kelimesinden, kırmızılık, sarılık
mânâlarını kasdederse, diyaneten tasdik edilir. Neviler veya vecihler mânâsını
kasdederse yine tasdik edilir. Zahire.
Ben derim ki: Kırmızı ve sarı renkleri
kasdederse, bir talâk-ı bâin vâki olmak gerekir. Zira vasfedilen talâk hakkında
İmam-ı Âzâm'ın kaidesi yukarıda geçmişti.
METİN
En muvafık kavle göre ne çok ne az sözüyle
dahi iki talâk vâki olur. Muzmerât. Kınye'de şöyle denilmiştir: «Seni üç
talâkın sonuncusu ile boşadım derse üç talâk; üç talâk sonunda bir talâk daha
derse bir talâk vâki olur.» Fark incedir, güzeldir.
FER'İ MESELELER : Sen bir boşamanın bütünü
ile boşsun sözüyle bir talâk; sen her boşamayla boşsun derse üç talâk vâki
olur. Toprağın sayısınca derse bir talâk, kumun sayısınca derse üç talâk vâki
olur. İblis'in saçı adedince, yahut avucumun içindeki kılların adedince boşsun
derse bir talâk, elimin üstündeki kılların veya bacağımdaki kılların yahut
senin bacağındaki kılların yahut fercindeki kılların yahut şu havuzdaki
balıkların sayısınca boşsun derse, bunlar bulunduğu takdirde sayısınca talâk
vâki olur. Aksi takdirde talâk vâki olmaz.
İZAH
«Ne çok ne az sözüyle...» Bahır'da
Muhit'ten naklen bununla bir talâk vâki olacağı bildirilmiştir. Zahîre,
Bezzâziye, Hulâsa, Cevhere ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Muzmerât'a
müracaat olunmalıdır. Evet, hepsinin bir vechi vardır. Bir talâk vâki olmasının
vechi, çoğu nefyedince azı isbat etmiş olmasıdır. Ondan sonraki nefy fayda
vermez. İki talâk olmasının vechi şudur: Çok olan talâk üçtür. Az olan da
birdir. Bunların ikisini de nefyedince, aralarındaki sabit olur.
«Fark incedir, güzeldir.» Farkın vechi
şudur: Bu adam sonuncuyu mâlûm üç talâka izafe etmiştir. Onun mâlûm oluşu vukuu
iledir. Nekire (belirsiz) kullanması bunun hilâfınadır. H.
Ben derim ki: Bu teslim edilirse, ancak
şârihin Bahır sahibine uyarak sarîh talâk bâbının başında söylediklerine
biaendir. Orada birinci defada üç lâfzını belirli, ikinci defada belirsiz
zikretmişti. Halbuki lâfız her iki surette belirsizdir. Nitekim ben bunu
Tatarhâniyye, Hindiyye, Zahîre ve Bezzâziye gibi birçok kitaplarda gördüm.
Bezzâziye sahibi farkı şöyle belirtmiştir: «Sonuncusu üçüncüsüdür. Ama
kendisinin iki misli ondan önce bulunmadıkça o tahakkuk etmez. Lâkin bu adam
birinci defada üç talâkı îkâ ettiğini haber vermiş, ikinci defada kadını talâk
îkâ'ından sonra üç talâkın sonu olmakla vasıflandırmıştır. Halbuki kadın
bununla vasıflanamaz. Şu halde sen boşsun sözü kalır. Onunla da bir talâk vâki
olur.»
Şu halde farkın illeti birincide fiil-i
mâzî ile, ikincide ism-i fâil ile ifadeden ileri gelir. Yoksa belirli ve
belirsiz olmaktan ileri gelmez. Bunun muktezası, ikincideki âhir lâfzının, sen
zamirinden ikinci haber olmak üzere merfu okunmasıdır. Tâ ki kadına vasıf
olsun. Mansup okunursa talâkın vasfı olur ve birinci surete müsavidir. İkinci
haber olmak üzere zarfiyyet üzere mansup okunması ihtimali uzaktır.
«Sen bir boşanmanın bütünü ile boşsun
sözüyle bir talâk vâki olur.» Çünkü bütünü kelimesi, belirliye izafe edildiği
vakit cüzlerinin umumunu ifade eder. Bir boşamanın cüzleri ise bir talâktan
fazla değildir. Belirsize izafe edilirse fertlerinin umumunu ifade eder. H. O
halde senin, "narın hepsi yenir" sözün yalan olur. Çünkü kabuğu
yenmez. Belirsiz olarak her nar yenir sözü bunun hilâfınadır. Ama bu, karine
bulunmadığı zamandır. Nitekim biz bunu mestler üzerine mesh bâbında izah ettik.
T E M B İ H : Zahîre'de bildirildiğine göre
talâkın hepsi derse bir talâk vâki olur. Bahır'da ondan böyle nakledilmiştir.
Lâkin Muhtarâtü'n-Nevâzil'de üç talâk vâki olacağı bildirilmektedir.
Ben derim ki: Zâhir olan da budur. Çünkü
talâk kelimesi masdardır. Üçe ihtimali vardır. Talka kelimesi bunun
hilâfınadır. Şu da var ki, yine Zahîre'de bildirildiğine göre sen talâkın
hepsiyle boşsun derse üç talâk vâki olur. Talâkın bütünüyle bütün talök
arasında görünen bir fark yoktur.
«Toprağın sayısınca derse bir talâk vâki
olur.» Fetih sahibi diyor ki: «Sayısı olmayan bir şeyde sayıya benzetme yapar
da; sen güneşin sayısınca boşsun veya toprağın sayısınca boşsun yahut toprağın
misli boşsun derse, Ebû Yusuf'a göre bir talâk-ı ric'i vâki olur. Şâfi'lerden
İmamul'-Harameyn bu kavli ihtiyar etmiştir. Çünkü sayısı olmayan bir şeyde
sayıya benzetmek hükümsüz kalır. Toprağın sayısı yoktur. İmam Muhammed'e göre
ise üç talâk vâki olur. Şâfiî ile İmam Ahmed'in kavilleri de budur. Çünkü adet
zikredildiği zaman onunla çokluk murad edilir. Ebû Hanife'nin kavline kıyas ile
bir talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü teşbih yukarıda geçtiği gibi bir nevi
ziyadeyi iktiza eder. Ama toprak gibi derse İmam Muhammed'e göre bir talâk-ı
ric'î vâki olur.»
«Kumun sayısınca derse üç talâk vâki ulur.»
Yani bilittifak böyledir. Nitekim Bahır'da Cevhere'den naklen böyle denilmiştir
Toprağın sayılır cisim olmaması şundandır: Çünkü o efrada şamil isimdir. Kum
böyle değildir. O cem'i ifade eden bir cins isimdir. Üçten aşağısına sadık
değildir. Nehir. Hâsılı toprak, su ve bol gibi aza çoğa sadık bir mahiyette
delâlet eden şey fertler ifade eden ism-i cinstir. Üçten aza delalet etmeyen
bunun hilâfınadır. Bunun azı ile çoğunun arası 'ta' ile ayrılır. Kum ve kuru
hurma gibi ki bu kelimeler cem'i bildiren ism-i cinstirler. Fertleri vardır. En
az üçtür. Böyle bir kelimeye sayı izafeti ile üç talâk vâki olur.
«İblis'in saçı adedince ilh...» Yani talakı
nefyi isbatı meçhûl bir sayıya izafe ederse, yahut iki misalde olduğu gibi
nefyi mâlûm bir sayıya izafe ederse bir talâk vâki olur. Nitekim Fetih'te beyan
edilmiştir. Ama Fetih sahibi bu talâkın bâin olup olmayacağını zikretmemiştir.
Toprak sayısında zikrettiğinin muktezasınca Ebû Hanife'nin kavline kıyasla bu
talâk bâindir. Ebû Yusuf'un kavline göre ric'îdir. Buna yakında Muhit'ten
nakledeceğimiz, "Sayı zikri hükümsüz kalır ve o adam sanki sen boşsun
demiş gibi olur." ifadesi de delâlet etmektedir.
«Sayısınca talâk vâki olur.» Yani mahallin
kabul edeceği kadar talâk vâki olur, fazlası hükümsüz kalır. T.
«Aksi takdirde talâk vâki olmaz.» Yani kıl
namına bir şey bulunmaz. Meselâ; vücudundaki kıllar kazınmış olursa, balık da
bulunmazsa talâk vâki olmaz. Bu balık meselesinden başkaları hakkında sahihtir.
Balık meselesine gelince: Cevhere'de, keza Zahîriyye'den naklen Bahır'da
bildirildiğine göre havuzda balık yoksa bir talâk vâki olur. Binaenaleyh bu
meseleyi İblis'in saçı, avuç içinin kılı meselesiyle birlikte zikretmesi doğru
olurdu. Nehir'de bildirildiğine göre Muhit sahibi, balık, İblis'in saçı ve avuç
içinin kılı meselesine ta'lil ederek şöyle demiştir: «Saç ve balık yoksa
sayının zikri muteber değildir. O hükümsüz kalır ve sanki sen boşsun demiş gibi
olur.» Bahır'da İmam Muhammed'den avuç dışının kılı meselesi ile avuç içinin
kılı meselesi arasında şöyle bir fark nakledilmiştir. Birincide bir şey vâki olmaz.
Çünkü talâk, biten kılların sayısınca vâki olur. Avucunun üzerinde kıl
bulunmayınca şart dabulunmamıştır. İkincide bir talâk vâki olur. Çünkü talâk
kılların sayısınca vâki değildir.
Ben derim ki: Bunun hâsılı şudur: Elin
üzeri ve keza bacak ile ferc ekseriyetle kıl mahalli olduğu için, kılların
giderilmesi de ancak bir ârıza sebebiyle olduğundan, burada sayı şart
mesabesinde olmuştur. Binaenaleyh sayı bulunmayınca talâk da vâki olmaz.
Avucumun içi sözünde olduğu gibi kıl bitmeyen yer mâlûm olursa; yahut İblis'in
saçı gibi meçhûl olup, bilinmesine imkân yoksa yahut mümkün olup yokluğu
havuzdaki balık gibi ârızi bir sebebe bağlı değilse, talâk sayının bulunmasına
bağlı kalmaz, mutlak surette vâki olur. Lâkin balık meselesinde sayının
bulunması mümkün olunca, bulunduğu zaman miktarınca talâk vâki olur.
METİN
Ben senin kocan değilim yahut sen benim
karım değilsin yahut kadının kocasına : sen benim kocam değilsin sözü, kocası
doğru söyledin dediği takdirde niyet etmişse talâktır. İmameyn buna
muhâliftirler. Erkek sözünü yeminle te'kid eder veya senin karın var mı diye
soruldukta: hayır cevabını verirse bilittifak kadın boş olmaz. Velevki niyet
etmiş olsun. Çünkü yeminle sual bunlarda nefyi murad ettiğine karinedirler.
Hulâsa'da şöyle denilmiştir: "Erkeğe sen bu kadını boşadın değil mi
denilir de belâ cevabını verirse kadın boş düşer. Neam (evet) derse boş
düşmez." Fetih'de: "Örf bulunduğu için fark olmamak gerekir."
denilmiştir. Bezzâziye'de şu ifade vardır: "Kadın kocasına: ben senin karınım
der de kocası da ona: sen boşsun cevabını verirse, bu nikâhı ikrar olur ve
talâk vaz'ı itibariyle nikâhı iktiza ettiği için kadın boş düşer." Bir
adam yemin ettiğini bilir de talâka mı yoksa başkasına mı olduğunu bilmezse
hükümsüz kalır. Nitekim boşayıp boşamadığında şüphe ederse hüküm budur. Bir mi
yoksa daha fazla mı boşadığında şüphe ederse hüküm az olana bina edilir.
Cevhere'de: "Fâsid nikâhla aldığı karısını üç defa boşayan bir kimse o
kadınla muhallilsiz olarak evlenebilir." denilmiş, hilâf nakledilmemiştir.
İZAH
"Niyet etmişse talâktır." Çünkü
cümle inkâra elverdiği gibi talâk inşâsına da elverişlidir. Binaenaleyh niyetle
talâk teayyün eder. Niyetle kayıdlaması niyetsiz bilittifak talâk vâki olmadığı
içindir. Zira bu söz kinâyelerdendir. Şârih delâlet-i halin de niyet yerini
tutmayacağına işaret etmiştir. Çünkü bu yalnız cevap olmaya elverişli
sözlerdendir. Bu o sözlerden değildir. Talâktır sözüyle bu kinâye ile vâki olan
talâkın ric'î olduğuna işaret etmiştir. Bahır'da kinâyeler bâbında böyle
denilmiştir.
«Bilittifak kadın boş olmaz. Velevki niyet
etmiş olsun." Erkeğin: "Ben seninle evlenmedim, aramızda nikâh
yoktur, sana bir ihtiyacım yoktur." gibi sözleri de böyledir. Bedâyi.
Lâkin Muhit'te: "Senin karın var mı diye soruldukta: hayır cevabını verirse
talâk vâki olur." denilmiştir. Muhît sahibi sözüne devamla şunları
söylemiştir: "Aramızda nikâh yoktur dese talâk vâki olur. Kaide şudur ki:
esasen nikâhı nefy etmek talâk değil inkâr olur. O anda nikâhı nefy etmek ise,
niyet etmek şartıyla talâk olur. Geri kalan sözler de sahih kavle göre bu
hilâfa göredir." Bahır.
"Bunlarda nefyi murad ettiğine
karinedirler." Şöyle ki: yemin haber cümlesinin mazmununu te'kid içindir.
Binaenaleyh onun cevabı ancak haber olur. Sualin cevabı da öyledir. Talâk ise
ancak inşâ olur. Binaenaleyh nikâhı yalandan nefy edince sözü ihbara sarfetmek
icab eder.
"Hulâsa'da ilah..." İbâresi:
"Sen onu boşadın değil mi?" şeklindedir. Bazı nüshalarda böyle olduğu
görülmüştür. Nitekim Halebî'nin sözü de bunu ifade etmektedir. Bahır sahibi
Menar üzerine yazdığı şerhde şöyle demektedir: "Tahkîk"ta
zikredildiğine göre neam kelimesinin mûcebi ondan önceki sözü tasdiktir. Söz
müsbet olsun, menfi olsun, sual olsun, haber olsun müsavîdir. Meselâ: sana Zeyd
kalktı veya, Zeyd kalktı mı yahut Zeyd kalkmadı mı denilir de neam (evet)
cevabını verirsen geçen sözü tasdik olur. Sualden sonrakine ise tahkîktir.
Belânın mûcebi nefyden sonra icabtır. Bu nefy sual olsun, haber olsun fark
etmez. Zeyd kalkmadı denilir de sen belâ cevabını verirsen bunun mânâsı kalktı
demek olur. Şu kadar var ki, şeriatın hükümlerine mu'teber olan örftür. Hatta
bunlar birbirinin yerinde kullanılabilir."
«Fetih'de ilah...» Şu ibâre vardır:
"Fark olmamak gerekir. Çünkü örf ehli olanlar fark yapmazlar. Bilâkis
bunların ikisinden de menfiyi icab anlarlar."
"Bezzâziye'de" yani nikâh
bahsinin başlarında geçmiştir.
"Bu nikâhı ikrar olur ve kadın boş
düşer." Yani erkek bu nikâhı inkâr ederse kadının mehri ile iddet
nafakasını vermesi lâzım gelir. Kadının iddeti içinde ölürse kadın ona mirâsçı
olur.
"Talâk vaz'ı itibariyle nikâhı iktiza
ettiği için" talâk vâki olur. Çünkü talâk lügaten ve şer'an nikâhla sâbit
olan kaydı kaldırmaktır. Binaenaleyh sahih olmak için mutlaka önceden nikâh
yapılmış olması lâzımdır. Zira mukteza, söz sahih olmak için takdir edilen
şeydir. Sanki bu adam: evet sen benim karımsın, ama sen boşsun demiş gibidir.
Nitekim ulema: "Köleni benim nâmıma bin dirheme âzâd et." sözünde
böyle demişlerdir.
Ben derim ki: Bu mâni bulunmadığı yerdedir.
Hulâsa'da nikâh bahsinde Müntekâ'dan naklen şöyle denilmiştir: "Bir kimse
karısına: sen benim karım değilsin, sen boşsun dese bu nikâhı ikrar değildir.
Bezzâziye sahibi: çünkü önceki söz onun hakikaten talâkı murad etmediğine
karinedir, demiştir."
"Az olana bina edilir." Yani
İsbicâbî'nin dediği gibidir. Meğerki çok olanı yüzde yüz veya galebe-i zan ile
bilmiş olsun. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre üç mü boşadı daha az mı
bilemezse araştırır. İki taraf denk düşerse kendisine daha ağır olan ile amel
eder. BunuBezzâziye'den Eşbâh sahibi nakletmiştir. Tahtâvî diyor ki:
"Kaadîhân Ebû Yusuf'un kavli ile yetinmiştir. İhtimal bunu Ebû Yusuf
ihtiyatla amel ettiği için yapmıştır. Bahusus fercler bâbında ihtiyata çok
dikkat eder."
Ben derim ki: Birinciyi kazaya, ikinciyi
diyanete yorumlamak mümkündür. Bunu metinlerin tâlik bâbındaki meselesi te'yid
eder. Mesele şudur: "Bir adam karısına: erkek doğurursan bir defa boşsun,
kız doğurursan iki defa boşsun der de kadın ikisini birden doğurur, fakat
hangisinin evvel olduğu bilinmezse kazaen bir talâk, tenezzühen yani diyaneten
iki talâk boş düşer." şu da var ki yine Eşbâh'da bildirildiğine göre
erkek: üzerime azim olsun bu talâk üçtür, derse kadını terk eder. O mecliste
bulunan âdil kimseler talâkın bir olduğunu kendisine haber verir de o da tasdik
ederse onların kavliyle amel olunur.
"O
kadınla muhallifsiz olarak evlenebilir." Çünkü talâk ancak sahih nikâhla
alınan kadına yahut talâk iddeti bekleyene yahut dinden dönmek sebebiyle veya
İslâm'ı kabule yanaşmamak sebebiyle fesh yapılana lahîk olur. Nitekim bunu
Bahır'dan naklen arzetmiştik. H. Yani fâsid nikâhla alınan kadın bunlardan
hiçbiri değildir. T. Şu halde fâsid nikâhda talâk tahakkuk etmez. Böyle bir
talâk sayıyı da eksiltmez. Çünkü bu bir mütarekedir. Nitekim Bahır ile
Bezzâziye'den naklen mehir bâbında nikâh-ı fâsid üzerinde söz ederken
arzetmiştik. Bu hakiki talâk değil bir mütareke olunca erkek o kadını akd-i
sahih ile muhallifsiz alabilir, üç defa boşamaya da hakkı olabilir. Allahu
a'Iem.
METİN
Bir kimse zifaf edilmediği karısına: sen
boşsun ey orospu üç defa derse kendisine had vurulmaz. liân da yapılmaz. Çünkü
kadın onun karısı iken üç defa boşanmıştır. Ondan sonra o adamdan ayrılmıştır.
Kezâ: sen üç defa boşsun inşaallah ey orospu derse istisna vasfa teallûk eder.
Bezzâziye. Üç talâk vâki olur. Çünkü tekarrur etmiş bir kaidedir ki, her ne
zaman sayı zikredilirse talâkın vukuu onunla olur.
İZAH
"Kendisine had vurulmaz, liân da
yapılmaz." Bu İmam-ı Âzam'a göredir ve bir cümle olduğuna binaendir. Ey
orospu sözü talâkla sayının arasını ayırmadığı gibi cümledeki şartla cezanın
arasını da ayırmaz. "Sen boşsun ey orospu şu hâneye girersen."
sözünde olduğu gibidir. Binaenaleyh talâk o hâneye girmeye teallûk eder.
"Sen boşsun ey orospu üç defa" sözüyle üç talâk vâki olur. Kadın
zevcesi olduğu halde zinâ iftirasında bulunduğu için kendisine had vurulmaz.
Sebebi aşağıda gelecektir ki, her ne zaman sayı zikredilirse talâkın vukuu
onunla olur. Bu adama liân da yapılmaz. Çünkü liânın eseri aralarını
ayırmaktır. Bu ise talâk-ı bâinden sonra düşünülemez. Eseri olmadan liân da
sahih değildir. Bu sözün bir misli de: ey orospu sen, üç defa boşsun demektir.
Sen üç defa boşsun ey orospu demesi bunun hilâfınadır. Zira adama had vurulur.
Nitekim Bahır'ın liân bahsinde beyan edilmiştir. Zira zinâ iftirası boşanıp
ayrıldıktan sonra vuku bulmuştur. İmam Ebû Yusuf'a göre meselemizde bir talâk
vâki olur, erkeğe de had vurulur. Çünkü kazfi fâsıla yapmıştır. Binaenaleyh üç
defa sözü hükümsüz kalır. Talâk sadece sen boşsun sözüyle vâki olur. Bu talâk-ı
bâinden sonra olmuştur. Çünkü kadın henüz cima edilmemiştir. Binaenaleyh had
vâcip olur. H. Bu satırlar kısaltılarak, ziyade edilerek alınmıştır.
"Üç defa boşanmıştır ilh..." sözü
Bezzaziye'de de bu şekildedir. Fakat yanlıştır. Doğrusu: "Zinâ iftirası
onun karısı iken vuku bulmuştur." şeklinde olacaktır.
"Ondan sonra o adamdan"
ifadesinden murad: kazften sonra demektir. Nitekim anlattığımızdan sana
zâhirolmuştur.
"Kezâ ilh..." Yani yine üç talâk
vâki olup had vurulmaz, liân da lâzım gelmez. Nitekim teşbihin muktezası budur.
Şuna binaen ki vasıftan murad: ey orospu sözüyle kadını vasfetmesidir ki, bu
zinâ iftirasıdır. İstisna buna sarfedilince had vurmak ve liân ortadan kalkar.
Çünkü müneccez kazf olmaktan çıkmıştır. Üç talâk vâki olması istisnaya teallûk
etmediği içindir. Mülteka şerhindeki ifadesine muvafık olan izah budur.
Bezzâziye'nin ibâresi de öyledir. Nassı şudur: "Sen üç defa boşsun ey
orospu inşaallah, demekle talâk vâki olur ve istisna vasfa verilir. Sen boşsun
ey pis inşaallah sözü ile sen boşsun ey pis inşaallah sözü de böyledir. istisna
bütününe sarfedilir ve talâk vâki olmaz. Sanki ey filane demiş gibidir.
İmam-ıÂzam'a göre kaide şudur: cümlenin sonunda zikredilen sözle talâk vâki
olursa veya lâzım gelirse meselâ: Ey boş, ey orospu demişse istisna vasfa
verilir. O sözle talâk vâcip olmazsa had vurulur, talâk vâki olmaz. Ey pis
demiş gibi olur ve istisna cümlenin bütününe verilir." Lâkin "Sen
boşsun ey pis de öyledir." ifadesi yanlıştır. Doğrusu: "Sen boşsun ey
pis dese" bile şeklinde olacaktır. Nitekim Zahîre ve diğer kıtaplarda
böyle denilmiştir.
"Talâk vâki olur" sözü gösteriyor
ki vasıftan murad zinâ iftirasıdır, talâk değildir. Aksi takdirde "İstisna
vasfa sarfedilir." sözü sahih olmazdı. Bundan daha açık olmak üzere
Zahîre'de ve diğer kitaplarda: "İstisna sonradır ki, o da zina
iftirasıdır. Talak da vâki olur. Anla!" denilmiştir. Sonra bil ki, şârihin
Bezzâziye'den naklettiği sözü Zahîre sahibi Nevâdir'e nisbet etmiştir ki, bu
söz zayıftır. Fârisî'nin Telhis'ül-Cami' şerhinde zikrettiğine göre ey orospu
sözü cümledeki şartla ceza arasına girerse -ki sen boşsun ey orospu eğer şu
hâneye girersen cümlesinde araya girmiştir.- yahut sen boşsun ey orospu
inşaallah sözünde olduğu gibi icabla istisna arasına girerse esah kavle göre
zinâ iftirası sayılmaz. Eğerr ikisinden de önce veya ikisinden de sonra gelirse
o anda kazf sayılır. Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre araya giren söz fâsıla
sayılmaz. Binaenaleyh talâk teallûk etmez, hemen vâki olur ve liân icab eder.
İmam Muhammed'den bir rivayete göre ise talâk teallûk eder ve ilân vâcib olur.
Zâhir rivâyetin vechi şudur: Ey orospu sözü
maksadını bildirmek için çağrıdır. O fâsıla teşkil etmez ve talâk şarta teallûk
eder. Kazf dahi teallûk eder. Çünkü o şarta daha yakındır. Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır. Bu açıkça gösterir ki, istisnanın bütün cümleye
sarfedilmesl esah olan kavildir ve zâhir rivayettir. Bunu Zahîre sahibi de
açıklamış, şârih tâlik bâbında buna göre hareket etmiştir.
"Üç talâk vâki olur" sözü
"Bir kimse zifaf edilmediği karısına ilah..." cümlesindeki mukadder
şartın cevabıdır. Şârihin bunu "üç defa" sözünden sonra zikretmesi
daha iyi olurdu.
«Çünkü tekarrur etmiş bir kaidedir ilh...»
Aded zikredilince o adedle vasıflanan masdar vâki olur. Yani üç defa boşama
demek olur ve talâk inşâsı için tahsis edilen sîganın hükmü adedin
zikredilmesine bağlı kalır. Bahır. Fetih sahibi diyor ki: "Bununla Hasan-ı
Basrî'nin, Atâ'nın ve Câbir b. Zeyd'in: "O kadına bir talâk vâki olur.
Çünkü boşsun sözüyle bâin olmuştur. Aded hiç bir şeye tesir etmez."
sözleri defedilmiş olur. İmam Muhammed nassan şöyle demiştir: "Bir adam
karısını toptan üç talâkla boşarsa sünnete muhalefet etmiş olur ve günâha
girer. O kadınla zifaf olsun olmasın muhalefet etmiş olur ve günâha girer. O
kadınla zifaf olsun olmasın müsavîdir. Bizce bu Rasûlüllah (s.a.v)'den Ali,
İbn-i Mes'ûd, İbn-i Abbas ve diğer ashab-ı kiramdan rivayet olundu."
METİN
"Gerçi talâk vâki olmaz. Çünkü âyet
cima edilen kadın hakkında nâzil olmuştur." diyenler olmuşsa da, bu söz
tamamen bâtıldır. Menşei tekarrur eden: "İ'tibar lâfzın umumunadır,
sebebin hususuna değildir." kaidesinden gafil bulunmaktır. Gurarü'l-Ezkâr
sahibi bu talâklann dağınık şekilde söylendiğine yorumlamıştır. Bu takdirde
yalnız ilk talâk vâkî olur. Aralarını bir vasıf veya haber yahut atıfla veya
atıfsız cümlelerle ayırırsa kadın ilk sözle iddet lâzım gelmemek üzere bâin
olur. Onun için ikinci talâk da vâki olmaz. Cima' edilen bunun hilâfınadır. Ona
söylenenlerin hepsi vâki olur.
İZAH
«Diyenler olmuşsa da ilh...» ifadesı Mecma'
şerhinde Kitabü'l-Müşkilât'tan nakledilen ifadeyi reddir. Mecma' şârihi onu
ikrar ile şöyle demiştir: "Müşkilât'ta beyan edildiğine göre bir kimse
cima'da bulunmadığı karısını üç defa boşarsa onunla hülle yapmadan evlenebilir.
Teâlâ Hazretlerinin: "O kadını boşarsa artık başka bir kocaya gitmedikçe
ona helâl olmaz." âyet-i kerîmesi cima' edilen kadın hakkındadır."
Reddin vechi şudur: Bu söz mezhebe
muhâliftir. Çünkü bununla ya o kadına üç talâkın vâki olmadığını, bilâkis
sadece bir talâk vâki olduğunu kasdeder. Nitekim İmam Hasan ile diğerlerinin
kavilleri budur. Sen bunun reddedildiğini biliyorsun. Yahut hiç bir talâk vâki
olmadığını murad eder. Şârihin ibâresi iki veche de ihtimallidir. Lâkin
Dürer'in sözü birinciye yardım etmektedir. Veyahut muhallili şart koşmamakla
beraber üç talâkın vukuunu kasdeder. Bunu red hususunda muhakkık İbn-i Hümam
mübalega göstermiş, ric'at bâbının sonunda şöyle demiştir: "Bu hususta
yani muhallilin şart olması hususunda boşanan kadının cima' edilmiş olup
olmaması arasında bir fark yoktur. Zira nassın mutlak olduğu açıktır. Bazı
kitablarda bildirildiğine göre cima' edilmeyen kadın kocaya gitmeden helâl
olurmuş. Bu söz büyük bir hatadır. Nassa ve icma'a muhaliftir. Onu itibara
olmak şöyle dursun onu gören bir müslümanın başkalarına nakletmesi helâl
değildir. Çünkü onu nakilde işâa edilmesi vardır. O zaman da o bâbtaki işi
hafifletmek için şeytanın kapısı açılır. Gizli değildir ki, böylesi kendisinde
içtihada cevaz verilmeyen şeylerdendir. Çünkü şartı olan kitaba ve icma'a muhâlif
bulunmamak ortada yoktur. Şaşırıp sapmaktan Allah'a sığınırız. Bu bâbtaki emir
zaruriyat-ı diniyyedendir. Muhâlifinin tekfir edilmesi uzak görülemez.
«İtibar lâfzın umumunadır.» Yani nassın
lâfzına itibar edilir. Çünkü o cima' edilmeyen kadına âmm ve şâmildir. Burada
şöyle denilebilir: âyet cima' edilen kadın hakkında açıktır. Çünkü talâk onun
hakkında ayrı ayrı zikredilmiştir. Ayrı talâk cima' edilen kadına mahsustur.
Cima' edilmeyen kadında yoktur. Meğerki nikâhı yenilenmiş olsun. En iyisi
sünnete istinad etmektir. O da İmam Muhammed'den nakledilendir. T.
«Gurarü'l-Ezkâr...» Sahibi şöyle demiştir:
"Müşkilât'ın ifadesi müşkil değildir. Çünkü onun üçsözünden murad üç ayrı
talâktır. Umumiyetle Hanefî kitablarının ifadelerine uymak için böyle
denilir."
Ben derim ki: Bu yorum Müşkilât sahibinin
âyet hakkındaki sözünü te'yid eder. Ayette ayrı olarak zikredildiği için
Müşkilât sahibi: "Ayetteki talâklar cima' edilen kadın hakkında vârid
olmuştur." demiştir. Düşün!
«Aralarını bir vasıfla» ayırarak meselâ: Sen
bir defa boşsun, bir defa daha, bir defa daha derse yahut haberle ayırarak: Sen
boşsun, boşsun, boşsun derse veya cümleyle ayırarak: Sen boşsun, sen boşsun,
sen boşsun derse kadın birinciyle iddetsiz olarak bâin olur. H. Mülteka
şerhinde de bunun gibi denilmiştir. Yani Ebû Yusuf'a göre ikinci sözü
bitirmeden kadiri boş olur. İmam Muhammed'e göre ise bitirdikten sonra boş
olur. Çünkü sözünün sonuna şart veya istisna lahîk olabilir. Serahsî birinci
kavli tercih etmiştir. Buradaki hilâf "ve" edatıyla atıf yaptığına
göredir. Hilâfın semeresi şurada görülür: Erkek ikinci sözünü bitirmeden kadın
ölürse Ebû Yusuf'a göre talâk vâki olur, İmam Muhammed'e göre olmaz. Meselenin
tamamı Bahır ve Nehir'dedir.
«Onun için» yani birinci sözle iddetsiz
olarak bâin olduğu için "İkinci talâk vâki olmaz." Bundan murad
birinciden sonra söylenendir ve üçüncüye de şâmildir.
«Cima' edilen bunun hilâfınadır.» Yani
velev hükmen olsun kendisiyle halvette bulunduğu kadın gibi ki, iddetin lüzumu
hakkında cima' edilen gibidir. İddeti içinde başka bir talâk-ı bâinin vukuu
hakkında da öyledir. Bazıları vâki olmaz demişlerse de doğrusu birincisidir.
Nitekim mehir bâbında manzum olarak geçmiş, biz de orada izahını yapmıştık.
«Hepsi vâki olur.» Yani iddet bâkî olduğu
için geçen suretlerin hepsinde talâk vâki olur. Birinciyi kasdettiğini söylerse
kazaen tasdik edilmez. Nitekim fer'i meselelerde gelecektir. Ancak kendisine ne
yaptın diye sorulur da onu boşadım cevabını verirse yahut hakikaten o boştur
dedim cevabını verirse o zaman kazaen tasdik edilir. Çünkü sual birincisi için
olmuştur. Cevab da ona sarfedilir. Bahır.
METİN
Ayrı söylemek "kezâ sen ayrı ayrı üç
defa boşsun yahut seni boşamamla beraber iki daha" demesine de şamildir.
Bunun üzerine kadını bir defa boşarsa bir talâk vâki olur. Nitekim yarım talâk
ve bir bütün dese sahih kavle göre bir talâk vâki olur. Cevhere. Bir buçuk
talâk dese bilittifak iki talâk vâki olur. Çünkü bu bir cümledir. Bir ve yirmi
yahut bir ve otuz dese üç talâk vâki olur. Çünkü bir cümledir. Talâk
beraberinde söylenen sayı ile vâki olur. Sayı zikredilirse talâk sözüyle olmaz.
Sayı zikredilmezse talâk sigasıyla vâki olur.
İZAH
«Seni boşamamla beraber iki daha ilh...»
Yani buradaki beraber sözü sonra mânâsına gelir. Nitekim evvelce
"sahibinin seni âzâd etmesiyle beraber" sözünde geçmişti. H. Yani bu
takdirde talâk şart olur. Kadını bir defa boşayınca iki talâk vâki olmaz. Çünkü
şart meşruttan önce bulunur.
«Nitekim yarım talâk ve bir bütün
dese" bir talâk vâki olur. Çünkü bu söz bu şekilde kullanılmaz. Onun için bütününü
bir cümle yapmak mümkün değildir. Muhit sahibi bunu İmam Muhammed'e nisbet
etmiştir. Bahır. Yani kullanılan şekli yarımı bütün üzerine atfetmektir demek
istemiştir.
«Çünkü bu bir cumledir.» Zira bu sözlerle
talâk yapmak isterse bundan daha kısa ibâre bulmak mümkün değildir. Kezâ bir ve
bir başka derse iki talâk vâki olur. Çünkü başka kelimesi baştan kullanılmaz.
Nehir. Burada "sen iki boşsun" sözü daha kısadır, denilemez. Çünkü
sözümüz talâkı bütünlü ve kesirli olarak bir de başka sözüyle ikâ' etmek
hususundadır. Olabilir, başka bir maksadı vardır. Halbuki sahih bir maksadı
olmasa bile itibar lâfzadır. İki lâfzı yarım mânâsını ifade edemez. Lügaten
başka mânâsını da ifade etmez. Velevki bu iki sözle murad bir talâk olsun.
"Sen bir talâk boşsun bir daha" demesi bunun hilâfınadır. Zira onun
yerini iki boşsun demek tutar. İki demeyip de böyle söylemesi talâkı ayırdığına
karinedir. Kezâ yarım ve bir bütün demesi de böyledir. Çünkü yarım talâk bütün
bir talâk hükmündedir. Nitekim yerinde geçmişti. Binaenaleyh bir ve bir demiş
gibi olur. Bu da aslı bırakıp da böyle söylemesi karinesiyle ayrı talâklardan
sayılır. Asıl evvela bütünü sonra kesri söylemektir, Anla!
«Çünkü bir cümledir.» Yani bu suretle talâk
yapmak isteyen için en kısa söz budur. Lügat itibariyle tercih edilen tâbir
budur. Bahır.
«Talâk beraberinde söylenen sayı ile vaki
olur.» Yani talâk ne zaman sayı ile beraber söylenirse vukuu sayı ile olur.
Buna delil ulemanın ittifak ettikleri şu meseledir: Bir kimse cima' etmediği
karısına: Sen üç defa boşsun derse kadın üç defa boş olur. Eğer boşsun
kelimesiyle boş olsaydı kadın iddetsiz olarak bâin olur, üç adedi hükümsüz
kalırdı. Bir delil de şu ki: "Sen bir talâk boşsun inşaallah." derse
talâk vâki olmaz. Eğer boşsun kelimesiyle vâki olaydı sayı fâsıla teşkil
ederdi, talâk da vâki olurdu. Sonra bilmelisin ki masdar zikredilirse talâk
onunla vâki olur. Keza sıfat zikredilirse sıfatla vâki olur. Meselâ: Sen
elbette boşsun derse bundan sonra bu söze bitişik olamk inşaallah dediği
takdirde talâk vâki olmaz. Eğer vuku boşsun kelimesiyle olaydı talâk vâki
olurdu.
Muhit'in şu ifadesi de buna delildir:
«Erkek: Sen sünnet için boşsun yahut sen boşsun bâinsin der se sünnet için
yahut bâin sözlerini söylemeden kadın ölürse talâk vâki olmaz. Çünkü bu îkâ'ın
sıfatıdır, talâkın değil. Binaenaleyh ikâ' sıfatın söylenmesine bağlıdır.
Öldükten sonra ise bu mutasavver değildir. "Kezâ Hâniyye'nin ıtk bâbındaki
şu ifadesi deöyledir: "Bir kimse kölesine: Sen elbette hürsün der de
elbette demeden köle ölürse, köle olarak ölür. Bunu geçen bâbtan: Sen bir talâk
boşsun evvelen dediği yerden Bahır sahibi nakletmiştir. Burada da şöyle
demiştir: Sayıda aslı dahildir ki, o da birdir. Bunun ikâ'a bitişmesi mutlaka
lâzımdır. Ama nefesin kesilmesi zarar etmez. Sen boşsun diyerek susar da sonra
üç defa sözünü söylerse bir talâk vâki olur. Nefesi kesilir veya birisi ağzını
tutar da sonra hemen ardından üç defa derse, üç talâk vâki olur. Cima' etmediği
karısına: Sen boşsun ey Fâtıma üç defa derse üç talâk vâki olur. Fakat sen
boşsun, şâhid olun üç defa derse bir talâk vâki olur. Öyleyse şâhid olun derse
üç talâk olur. Zahîriyye'de böyle denilmiştir.»
Ben derim ki: bunun hâsılı şudur: nefesin
kesilmesi veya ağzını tutmak talâkla sayısının arasındaki bitişikliği kesmez.
Nidâ da öyledir. Çünkü o muhatab olan kadını tâyin içindir. Öyleyse şâhid olun
sözündeki atıf da öyledir. Binaenaleyh hepsi bir cümle olur.
«Sayı zikredilirse» yani açıkca sayı
söylenirse demek istiyor. Sadece kastedilmesi kâfi değildir. Nitekim ölürse
yahut biri ağzını tutarsa meselesinde gelecektir. Anla!
METİN
Talâkı îkâ'dan sonra sayıyı tamamlamadan
kadın ölürse söylenen hükümsüz kalır. Sebebi tekarrur eden kaidedir. Ölen kadın
cima edilene de edilmeyene de şâmildir. Sayıyı söylemeden koca ölür veya birisi
ağzını tutarsa sîgayla amel ederek bir talâk vâki olur. Çünkü vuku o kimsenin
kasdı ile değil lâfzıyladır. Cima etmediği karısına: Sen bir talâk ve bir talâk
boşsun diyerek atıf yaparsa yahut sen bir talâktan önce bir talâk boşsun veya
sen bir talâktan sonra bir talâk boşsun derse bir talâkı bâin vâki olur. İddet
olmadığı için kadına ikinci talâk lahîk olmaz. Sen bir talâktan sonra bir talâk
boşsun yahut bir talâktan önce bir talâk boşsun veya bir talâkla beraber bir
talâk boşsun derse iki talâk vâki olur. Kaide şudur: birinci sözle talâkı îkâ
ettimi ikincisi hükümsüz kalır. İkinci sözle ikâ ederse iki talâk beraber olur.
Çünkü geçmişe îkâ şimdi îkâ sayılır.
İZAH
«Talâkı îkâ'dan sonra» sözünden murad: sayı
yoksa talâk sîgasını söylemesidir,
«Hükümsüz kalır.» Yani talâk vâki olmaz.
Nehir. Ve mehir tam olarak sâbit olur. Kadın kocasına mirâsçı da olur. T.
«Tekarrur eden kaidedir.» Ki talâkın vukuu
sayı ile olur. Sayı söylenirken kadın talâka mahal değildir. H. Yahut şu
kaideden dolayıdır: şart ve istisna gibi değiştirici bir şey bulunursa sözün
başı sonuna bağlıdır. Hatta: sen boşsun şu hâneye girersen yahut sen boşsun
inşaallah der de şart veya istisnayı söylemeden kadın ölürse boş düşmez. Çünkü
şartta istisnanın bulunması o sözü îkâ olmaktan çıkarır. "Sen üç defa
boşsun ey Amra!" der de eyAmra sözünden önce kadın ölürse bunun
hilâfınadır, yani boş düşer. Çünkü bu söz bir şey degiştirmez. Kezâ: sen boşsun
ve sen boşsun der de ikinciyi söylemeden kadın ölürse boş düşer. Çünkü talâkın
vukuunda kadın sağ iken tesadüf etmek şartıyla her iki cümle âmildir. "Sen
boşsun ve şu hâneye girersen sen boşsun" der de kadın birincide veya
ikincide ölürse boş düşmez. Sebebi yukarıda geçti. Nitekim Zahîre'den naklen
Bahır'da böyle denilmiştir.
«Veya birisi ağzını tutarsa» yani elini
ağzından kaldırdıktan sonra hemen sayıyı söylemezse bir talâk vâki olur. Fakat
hemen sayıyı söyler, meselâ üç defa derse üçü de vâki olur. Nitekim yukarıda
geçti.
«Sîgayla amel ederek» sözüyle şârih kadının
ölmesiyle erkeğin ölmesi arasındaki farkın vechine işaret etmiştir. Fark şudur:
Kadının ölümünde kocası talâk sözünü sayıya eklemiştir. Adamın ölümünde ise
sayı talâk lâfzına eklenmemiş, sadece sen boşsun sözü kalmıştır. Bu söz talâkın
vukuunda bizzat âmildir. Nitekim ağzını tuttuğu vakit elini kaldırdığında bir
şey söylemezse yine böyledir, bir talâk vâki olur. Bunu Bahır sahibi Mi'râc'tan
naklen söylemiştir.
«Atıf yaparsa sözünden murad»
"ve" edatıyla yapmasıdır. Çünkü vav mutlak cem'i ifade eder.
Beraberliğe, önceliğe ve sonralığa şâmildir. Binaenaleyh sözün evveli sonuna
bağlı değildir. Her cümle müstakillen amel eder. Kadın birinci cümleyle bâin
olur. Ondan sonraki talâklar vâki olmaz. Arapçada fa ve sümme edatlarıyla
yapılan atıflar da evleviyetle vav gibidirler. Çünkü fa tâkib ifade eder. Sümme
geçikme içindir ve her ikisi tertib bildirirler.
«Yahut sen bir talâktan önce bir talâk
boşsun derse ilh...» Bunun kaidesi şudur: zarf iki şey arasında zikredilir de
zâhir isme izafe edilirse birincinin sıfatı olur. Bana Zeyd Amr'den önce geldi
cümlesinde böyledir. Birincinin zamirine izafe edilirse ikincinin sıfatı olur.
Bana Zeyd geldi ondan önce Amr yahut ondan sonra Amr misâlinde böyledir. Çünkü
bu takdirde ikincinin haberi olur. Haber mübtedanın sıfatıdır. Sıfattan murad
manevî olandır. Vasıftır diye hükmolunan yalnız zarftır. Yoksa ondan önce Amr
cümlesi Zeyd'in halidir. Çünkü marifeden sonra gelmiştir. Hal sahibinin vasfı
sayılır.
«Sen birden önce bir boşsun» ifadesinde
birinci ile boş düşer, talâk bâin olur. İkinci talâk vâki olmaz. "Ondan
sonra ikinci defa boşsun" dese hüküm yine böyledir. Çünkü ikinci talâkı
sonralıkla vasıflandırmıştır. Vasıflandırmamış olsa talâk vâki olmazdı. Bunda
evleviyetle olmaz. Bu söylediklerimiz cima edilmeyen kadın hakkındadır. Cima
edilen kadında iki talâk vâki olur. Çünkü iddet vardır. Nitekim gelecektir.
«İki talâk vâki olur.» Çünkü sen bir
talâktan sonra bir talâk boşsun sözünde sonralık sıfatını birinciye vermiştir.
Bu, ikincinin ondan önce vâki olmasını icab eder. Çünkü geçmişte yapılan îkâ
şimdi îkâ'dır. Zira geçmişe istinad imkânsızdır. O halde ikisi beraber olur ve
ikitalâk meydana gelir. "Sen bir talâk boşsun ondan önce bir talâk"
sözü de öyledir. Çünkü öncelik sıfatını ikinciye vermiştir. Bu da onun
birinciden önce vâki olmasını gerektirir ve iki talâk beraberce vâki olurlar.
"ile" edatı beraberlik ifade eder. Onu zamirle kullanıp kullanmamak
arasında fark yoktur. İki talâkın beraber vâki olmasını icab eder. Onun
mânâsını yerine getirmek böyle olur.
«Birinci sözle talâkı ikâ ettimi...»
Nitekim: sen bir talâktan önce bir talâk yahut sen birden sonra bir talâk
boşsun sözlerinde böyledir. Yani birinci talâk vâkidir. Çünkü onu ikinciden
önce diye vasıflandırmıştır. Yahut ikincisi ondan sonradır diye
vasıflandırmıştır. İkinciden önce demesinin mânâsı budur. Binaenaleyh her iki
surette ikincisi geri kalır ve hükümsüzdür.
«İkinci sözle ikâ ederse iki talâk beraber
olur.» İkinciden murad: ikâ'ı yaparken geri kalandır. Lâfızda geri kalan
mânâsına değildir. Bu da birden sonra bir, birden önce bir sözlerinde olduğu
gibidir. Bu iki surette bir talâk meydana gelir. O da birincisidir ki,
ikinciden sonra olmakla sıfatlanmıştır. Yahut ikincisi ondan önce diye
sıfatlanmıştır. İkinciden sonra demenin mânâsı da budur. Böylece iki talâk
birden vâki olur. Ama ikinciden murad sonra söylenen söz de olabilir. Çünkü
ihbar cihetiyle o önce vâki olmuştur. Cümle ikincinin birinciden önce olduğunu
haber vermektedir.
METİN
«Sen bir talâk ve bir talâk daha boşsun şu
hâneye girersen» derse, kadın eve girdiği takdirde iki talâk boş olur. Çünkü
her iki söz şarta birden teallûk etmişlerdir. Şartı önce söylerse (şu hâneye
girersen sen bir talâk ve bir talâk daha boşsun derse) bir defa boş olur. Çünkü
muallak talâk müneccez gibidir. Kadın cima edilmişse bütün suretlerde iki talâk
vâki olur. Çünkü iddet vardır.
İZAH
«İki talâk boş olur.» Yani iki talâk
söylemekle yetinirse iki olur. Daha fazla söylerse üç talâk vâki olur.
«Çünkü her iki söz şarta birden teallûk
etmişlerdir.» Zira şart îkâ'ı değiştirir. Değiştiren bir şey bitiştimi sözün
başı sonuna bağlı olur. Binaenaleyh her iki talâk birden buna bağlanarak şart
bulununca beraberce vâki olurlar. Şartı önce söylerse bunun hilâfınadır. O
zaman sözün evveli sonuna bağlı kalmaz. Zira değiştirici yoktur.
«Şartı önce söylerse bir defa boş olur.» Bu
İmam Azam'a göredir. İmameyn'e göre yine iki talâk vâki olur. Kemâl bunu tercih
etmiş, Bahır sahibi de onu tasdikte bulunmuştur.
«Çünkü muallak talâk müneccez gibidir.»
sözünün mânâsı: Muallak talâk şartı bulununca geçerli talâk gibi olur,
demektir. Hakikaten geçerli talâk yapsaydı ikincisi vâki olmazdı. Şartısona
bırakması bunun hilâfınadır. Çünkü değiştirici bulunmuş olur. Zeylaî.
METİN
Önce ve sonra meselelerinden bazıları da
manzum olarak söylenen şu sözdür: "Fakih - Allah yardımcısı olsun ve
ihsanı var olsun - şu hususta ne buyurur: bir genç talâkı öyle bir aya tâlik
etmiş ki, onun öncekinden sonrakinin önceki ramazandır." Buna sekiz
vecihle cevap verilir: 1) Sırf önce kelimesiyle zilhiccede talâk vâki olur. 2)
Sırf sonra kelimesiyle cuma değil ahîrada. 3-4-5) Önceyi evvel veya cümle
ortasında yahut sonunda söylerse şevvalde. 6-7-8) Sonra kelimesini de bu
şekilde söylediğine göre şabanda talâk vâki olur. Çünkü iki tarafı hükümsüz
bırakılır. Binaenaleyh ondan önce veya ondan sonra ramazan kalır. Bir kimse:
karım boş olsun der de iki veya üç karısı bulunursa kadınlardan biri boş olur.
Tâyin muhayyerliği kendine aiddir.
İZAH
«Manzum olarak söylenen şu sözdür..» Elfiye
şârihi Eşmûnî'nin Mecmu şerhinde gördüm ki, bu beyt Allâme Ebû Amr İbn-i
Hâcib'e Şam'da iken arzedilmiş. Kendisi onun hakkında fetva vermiş ve büyük
maharet göstererek şöyle demiş: "Bu söz öyle ince mânâlar ihtiva
etmektedir ki, böyle bir zamanda onu kimse anlayamaz. Buna sekiz vecihte cevap
verilir. Çünkü bir şeyin sonrasından sonrası iki öncelik veya iki sonralık
yahut muhtelif olabilir. Bunlar dört vecih eder. Bunların her birinden önce bir
önce yahut bir sonra bulunabilir. Böylece sekiz vecih olurlar. Hepsinde kaide
şudur: hangisinde önce ile sonra bir araya gelirse onların ikisini de hükümsüz
bırakır. Çünkü her ay ondan önce geçen bir aydan sonra ve ondan sonra geçen bir
aydan önce hâsıl olur. O zaman o aydan sonra yalnız ramazan kalır ve o ay şaban
olur, yahut ondan önce ramazandır, o ay şevval olur.
«Zilhiccede talâk vâki olur.» Çünkü ondan
önce zilka'de vardır. Ondan önce de şevval geçmiştir. Öncenin öncesinin öncesi
ramazandır. T.
«Cuma değil ahîrada...» vâki olur. Çünkü
ondan sonra receb gelir. Ondan sonra da şabandır. Sonranın sonrasının sonrası
ramazandır. T.
«Şevvalde..» yanlıştır, Doğrusu şabanda
olacaktır. H. Yani meselemizin farz ve tahmin edilişi önce kelimesi bir defa
zikredilmiş, sonra kelimesi tekrarlanmış olduğuna göredir. Binaenaleyh önce
Iâfzıyla sonra Iâfzının birisi hükümsüz bırakılır. İkinci sonra lâfzı kalır.
Mu'teber olan budur ve bu genç sanki ondan sonra ramazan gelir demiş gibi olur
ki, bu ay şabandır. Nitekim geçti.
«Şabanda talâk vâki olur.» Yanlıştır.
Doğrusu şevvalde talâk vâki olur. H.
«Çünkü iki tarafı hükümsüz bırakılır.» İki
taraftan murad: önce ve sonra sözleridir. Galiba bunlara iki taraf demesi
aralarında tekabül bulunduğu içindir. Feth'in ibâresi "önce
sonraylahükümsüz kalır." şeklindedir. Nehir'de ise: "Önce ve sonra
sözleri hükümsüz kalır." denilmiştir. Çünkü her ay ondan öncekinden sonra,
sonrakinden de öncedir. Şu halde "ondan önce ramazan" ifadesi kalır
ki, o ay şevvaldir yahut "ondan sonra ramazan" ifadesi kalır, o da
şabandır. H.
Ben derim ki: Bahır'da: "Hükümsüz
kalan ilk iki taraftır. Yani zamirden hali olanlardır. Bunların muhtelif veya
müttefik olmaları müsavîdir." denilmiş ve zamire muzaf olan sonuncuyu
itibara alarak tefri etmiş ise de bu hatadır. Evvela kendisinin, sonra
başkalarının anlattıklarına muhâliftir.
METİN
Zeylaî'nin sahihlemesine gelince: o ancak
sarih olmayan "karım haram olsun" gibi sözler hakkındadır. Nitekim
musannıf onu düzeltmiştir ve îlâ bâbında gelecektir.
İZAH
«Zeylaî'nin sahihlemesine gelince ilh...»
sözü Dürer sahibine reddiyedir. Dürer sahibi musannıfın söylediğini zikretmiş
ve sahih olan budur demiştir. Bunu kadınların her biri boş düşer diyenlerin
sözünden ihtiraz için söylemiş ve bu sözü Zeylaî'nin îlâ bâbına nisbet
etmiştir. Minah'da buna itiraz ile şöyle denilmiştir: "Zeylaî'nin ibâresi
şöyledir: Fetâvâ'da zikrolunduğuna göre bir adam karısına: sen bana haramsın
dese haram kelimesi ona göre talâk olsa, ancak kendisi talâkı niyet etmezse
talâk vâki olur. O adamın dört karısı varsa mesele de hali üzere ise
kadınlardan her birine bir talâkı bâin vâki olur. Bazıları içlerinden bir
tanesi boş olur, beyan etmek adama düşer demişlerdir. Bu daha zâhir ve daha
münasibtir. Fetih ile Bahır'ın îlâ bâblarında beyan edildiğine göre haram
lâfzıyla talâk vâki olan yerlerde birden çok karısı varsa her birine bir talâk
vâki olur. Sarîh bunun hilâfınadır. Meselâ: karım boş olsun der de birden fazla
karısı bulunursa ancak bir talâk vâki olur. Özcendî ancak bir tanesi boş olur
diye cevap vermiştir ki bu daha güzeldir. Bahır sahibi bunu Bezzâziye ile
Hulâsa'ya ve Zahîre'ye nisbet etmiştir. Fetih sahibi: bence Fetâva'nın ifadesi
daha münasibtir. Çünkü Allah'ın helâlı veya müslümanların helâlı sözü istiğrak
yoluyla her zevceye âmm ve şâmildir. Onlar boşturlar sözü gibidir. Sizden
biriniz boştur cümlesinde olduğu gibi bedel yoluyla değildir. Bu lâfızla vâki
olan talâk bâin olur, demiştir.
Hâniyye'de bildirildiğine göre bir adam
karım boş olsun der de iki malûm karısı bulunursa talâkı hangisine isterse
sarfedebilir. Hâniyye sahibi hilâf zikretmemiştir. Böylece anlaşılmıştır ki,
sahih kabul edilen kavil müslümanların helâlı ve benzeri sözlerle olduğu gibi
sarîh olmayan söz hakkındadır. Çünkü her zevceye âmm ve şâmildir. Durer
sahibinin zannettiği gibi değildir." Minah'ın sözleri kısaltılmış olarak
burada biter.
İlâ bâbında Nehir'den naklen gelecektir ki,
Zeylaî'nin buradaki mesele haliyle sözündenmuradı tahrimdir. Bir kadına hitab
ederek: sen bana haramsın sözünün kaydı değildir. Bu sözde vâcib olan yalnız
muhatab olan kadının boş düşmesidir.
Ben derim ki: hâsılı karım boştur sözünde
talâkı hangisine isterse sarfedebileceğinde hilâf yoktur. Dürer'in sözü buna
muhaliftir. Sen bana haramsın sözüyle dahi yalnız muhatab olan kadının boş
düşeceğinde hilâf yoktur. Zeylaî'nin sözü ise bunun hilâfını îhâm etmektedir.
Hilâf ancak istiğrak yoluyla her zevceye âmm ve şâmil olan sözdedir. Özcendî
sözün müfret olduğuna bakarak kadınlardan yalnız birinin boş olacağını ihtiyar
etmiş, seçme hakkını erkeğe bırakmıştır. Muhakkık İbn-i Hümam ise söz bütün
kadınlara şâmil olduğu için hepsinin boş olacağını söylemiştir. Zâhir olan
budur.
Hilâf yerinin bu olduğuna şu da delildir:
Zahîre'de bu: "Müslümanlara helâl olan bana haramdır." sözünde hikâye
edilmiştir. Bu, Fetih sahibinin yaptığı ta'lilin tâ kendisidir. Zahire göre
"her helâl bana haram olsun" sözünde hilâf yoktur. Çünkü umum edatını
açıkça söyledikten sonra bu sözü hususi bir ferde yorumlamak mümkün değildir.
İzafetten çıkarılan umum bunun hilâfınadır. Bana öyle geliyor ki, sarih sözde
hilâf bulunmaması hassaten sarîh olduğu için değil, bilâkis "karım"
sözüyle yaptığı içindir. Bu sözün umumu muayyen olmayarak bir kadına sâdıktır
ve "kadınlardan biri boştur" demesi gibidir. Hatta sarih söz:
"Allah'ın helâlı boş olsun." yahut "Bana helâl olan boş olsun,
nikâhımda bulunan boş olsun." gibi istiğrak bildiren umumi lâfızla olursa
zikri geçen hilâf onda câridir ve onda İbn-i Hümam'ın tercihi daha zâhir olur.
Bundan anlaşılır ki, bu adamın "karım haramdır" sözünde zikri geçen
hilâf cereyan etmez. Biliyorsun ki onun umumu istiğrak yoluyla değil bedel
tarikıyladır. O; "karım boştur" sözü gibidir. Böylece anlaşılır ki,
şârihin Zeylâî'nin sahihlemesini "Karım haramdır" sözüne yorumlaması
makama münasib değildir.
«Nitekim musannıf onu düzeltmiştir.» sözü
de musannıfın evvelce arzettiğimiz: "Anlaşıldı ki, sahihleme müslümanların
helâlı ve benzeri gibi sarîh olmayan sözler hakkındadır. Çünkü bunlar her
zevceye âmm ve şâmildir." ifadesine muhâliftir. Musannıfın düzelttiği
İbn-i Hümam'ın ihtiyar ettiği gibi istiğrak mânâsındaki umuma yorumlamaktır.
Anla! Yine bu izahatımızdan anlaşılır ki, onun sözü talâk üzerinedir. Nitekim
karım boştur sözünde olduğu gibi zamanımızda şâyi olan budur. Zira bunun mânâsı
yukarıda da geçtiği gibi ben bu jşi yaparsam talâk lâzım ve vâki olsun
demektir. Şüphesiz bu söz muradın talâk bir kadına yahut fazlasına lâzım gelsin
mânâlarına ihtimali vardır. Bu iki ihtimalden biri diğerine tercih edilemez.
Binaenaleyh o adama sözünü dilediği mânâya sarf etme hakkı sâbit olur.
"Bana haramdır" sözü de böyle olması gerekir. Çünkü bunun mânâsı: bu
işi yaparsam karım bana haram olsun demektir.
T E M B İ H : Bu hususta muallak talâk ile
müneccez (halen geçerli) talâk arasında farkolmadığı gibi bir defa yemin
etmesiyle daha fazta yemin etmesi arasında fark yoktur. Çok yemini bir kadına
sarf edebilir. Bezzâziye'de Şeyhülislâm'ın Fevâid'inden naklen şöyle
denilmiştir: "Bir kimse şu işi yaparsam Allah'ın helâlı bana haram olsun
der ve o işi yaparsa, şu işi yaparsam karım boş olsun diye yemin eder de o işi
yaparsa, kendisinin iki karısı bulunduğu takdirde bu iki talâkı onlardan birine
sarfetmek isterse, Ziyadât nâm kitabta işaret edildiğine göre bunu yapmaya
hakkı vardır." Lâkin ikinci talâk vâki olmadan kadınlardan birisi bâin
talâkla boşanırsa artık öteki talâkı ona sarfedemez. Yine Bezzâziye'nin
yeminler bahsinde şöyle denilmektedir: "Şu işi yaparsam karım boş olsun
der de iki veya daha fazla karısı bulunursa kadınlardan biri boş düşer.
Hangisinin boş olacağını tâyin kocasına bırakılır. Kadınlardan birini bâin veya
ric'î talâkla boşayarak iddeti geçer de sonra şart bulunursa talâk için diğer
kadın teayyün eder. İddet bitmemişse hangisi olduğunu beyan erkeğe
bırakılır."
Şimdi bir kaldı ki, o da talâkın üç
olmasıdır. Acaba bu adam her kadına bir talâk tevzi edebilir mi, yoksa üç
talâkın hepsi mutlaka bir kadında mı toplanır? Birinci şıkka göre üç kadından
her biri beynûnet vasfı hükümsüz kalmamak için talâkı bâinle boş olur mu, yoksa
vâkıa bakarak talâkı ric'î mi olur? Üstadlarımızın üstadı Sâlhânî'nin elyazısı
ile Münye'den naklettiği ibârede gördüm ki: "Bir adamın üç karısı olur da
karım üç boşdur derse her kadın üç talâkla boş olur. Ebû Hanife'ye göre ise
kadınlardan her biri bir talâkı bâinle boş olur ki, esah olan budur."
denilmiştir. Burada evvelce arzettiğimiz: "O adam sözünü dilediği kadına
hilâfsız sarfedebilir." ifadesine muhalefet vardır. Düşünülsün.
METİN
Bir adam dört karısına: Aranızda bir talâk
var derse her kadın bir talâk boş olur. Kezâ aranızda iki talâk veya üç yahut
dört talâk var derse, hüküm yine budur. Meğerki her bir talâkı aralarında
taksimi niyet etsin. Bu takdirde her kadın üç talâk boş olur. Aranızda beş
talâk var derse her biri iki talâk boş olur. Böylece sekiz talâka kadar devam
eder. Sekizden ziyade söylerse her kadın üç talâk boş olur. Sizi bir talâkta
ortak ettim demesi de böyledir. Hâniyye.
Yine Hâniyye'de bildirildiğine göre bir
adam cima'da bulunmadığı iki karısına: Karım boştur karım boştur der de sonra
ben bu sözle onlardan birini kasdettim iddiasında bulunursa tasdik olunmaz.
Kadınlar cima' edilmişlerse talâkı dilediğine sarfedebilir. Çünkü cima' edilen
kadına talâkı ayırmak sahih, başkasına sahih değildir. Bir adam karım boş olsun
der de adını söylemezse malûm bir karısı bulunduğu takdirde istihsanen karısı
boş olur. Benim başka bir karım var, ben onu kasdettim derse sözü ancak
beyyineyle kabul edilir. O adamın iki malûm karısı varsa talâkı hangisine
isterse ona sarfeder. Hâniyye. Burada hilâf nakledilmemiştir.
İZAH
«Bir adam dört karısına ilah...» Bu
suretlerde bir talâk vâki olmasının vechi şudur: Bir talâkın bir kısmı bütün
bir talâktır. Nitekim evvelce geçmişti. Kadınların arasında bir talâk yapınca
her birine çeyrek talâk isabet eder. İki talâk yaparsa her birine yarım talâk,
üç talâk yaparsa her birine bir talâkın dörtte üçü, dört talâk yaparsa her
birine bir talâk isabet eder.
«Bu takdirde her kadın üç talâk boş olur.»
Bundan yalnız aranızda iki talâk var sözü müstesnâdır. Onunla her kadın iki
talâk boş olur. Hâkim-i Şeh'id'in Kâfî'sinde böyle denilmiştir. Fetih ile
Bahır'da da böyledir.
«Her biri iki talâk boş olur ilah...» Çünkü
beş talâktan her bir kadına bir bütün, bir de çeyrek talâk isabet eder. Altı
talâkta bir buçuk, yedi talâkta bir bütün dörtte üç, sekiz talâkta iki talâk
isabet eder. Bu niyeti olmadığına göredir. Nitekim Kâfî ile Fetih'de beyan
edilmiştir ve her talâkı aralarında taksimi niyet etmesinden ihtirazdır. Çünkü
her talâkı taksimi niyet ederse her kadın üç talâk boş olur.
«Her kadın üç talâk boş olur.» Çünkü
sekizden her kadına iki talâk isabet eder, dokuzuncusu aralarında taksim
edilir. Böylece her kadına üç talâk isabet eder.
«Demesi de böyledir.» Yani aranızda talâk
var demesi gibidir. Fetih sahibi diyor ki: "Aranızda sözü ile ortak sözü
müsavîdir. İki kadını birer defa boşar da sonra üçüncü kadına: Seni onlara
yaptığım talâka ortak ettim derse bunun hilâfına olur. Yani o kadın iki talâk
boş düşer." Tamamı Fetih'dedir.
«Karım boştur karım boştur...» ifadesinin
bir misli de atıf yaparak: Karım boştur ve karım boştur demesidir. Nitekim
Zahîre'de bildirilmiştir.
«Çünkü cima' edilen kadına talâkı ayırmak
sahihtir ilh...» Bahır'sahibi bu meseleyi Zahîre'den naklettikten sonra böyle
ta'lil etmiştir. Yani cima' edilen kadın iddet sebebiyle ikinci talâka
mahaldir. Binaenaleyh kocası iki talâkı ona yapabilir. Cima' edilmeyen kadın
bunun hilâfınadır. Çünkü o birinci talâkla bâin olur. Artık kocası ikinci
talâkı ona yapmak istediği iddiasında tasdik olunmaz. Nitekim cima' edileni
talâk-ı bâinle boşasa yahut talâk-ı ric'i ile boşayıp iddeti bitmiş olsa ne
birinciyle, ne ikinciyle onu murad etmesi sahih olmaz. Nitekim az yukarıda
Bezzâziye'den nakletiğimiz ifadeden anlaşılmıştır. Şimdi şu kalır: Kadınlardan
yalnız biri cima' edilmişse ve nikâhında bulunup iki talâkla onu kasdederse
sahih olur. Cima' edilmeyeni kasdederse ikinci talâkta tasdik edilmez. Çünkü
ikinci talâkı yaparken kadın artık onun karısı değildir. Onun karısı ikinci
kadındır. İkinci talâk ona vâki olur. Nitekim bu zâhirdir.
«Adını söylemezse» hüküm musannıfın dediği
gibidir. Adını söylerse evleviyetle hüküm yine öyledir. Başka karısı var da onu
kasdetmiş bulunursa o boş düşer. Bezzâziye sahibi diyor ki: "Bir adam
filanın kızı fülane boş olsun der de sonra bu isimde başka yabancı bir
kadınıkasdettiğini söylerse tasdik edilmez. Kendi karısı boş olur. Biri için
mal ikrar etmesi bunun hilâfınadır. Bir adam ikrar ettiği şahıs benim diye
iddiada bulunur, o da inkâr ederse yeminiyle tasdik olunur ki, bu mal bunun
ikrar ettiği kimsenindir. Kezâ Zeyneb boştur der de karısının adı da Zeyneb
olursa, ben bununla karımdan başkasını kasdettim dediğinde tasdik olunmaz. Her
iki kadın onun zevceleri ise ikisi de boş düşer. Kadını anasına veya kız
kardeşine yahut çocuğuna nisbet etmesi de öyledir. Bu şehirden çıkarsa karısı
Aişe'nin boş olmasına yemin eder fakat karısının adı Fâtıma olursa, çıktığı
takdirde karısı boş olmaz."
«İstihsanen...» Bahır'da Zâhiriyye'den
naklen böyle denilmiştir. Hâniyye'de de öyledir. Bunun muktezası kıyasen bunun
hilâfına olarak boş düşmemesidir.
«İki malûm karısı varsa» sözü yalnız
birinin malûm olmasından ihtirazdır. Bundan önceki mesele budur. Kadınların
ikisi de bilinmezse ikisi de bilinen gibidir. Sonra bu mesele Halebî'nin dediği
gibi: "Karım boştur der de iki veya üç karısı bulunursa" sözünün
yanında tekrar edilmiştir.
«Burada hilâf nakledilmemiştir.» sözü Dürer
sahibine reddiyedir. Nitekim izahı evvelce geçti.
METİN
FER'İ MESELELER: Bir kimse talâk sözünü
tekrarlarsa söylediklerinin hepsi vâki olur. Te'kidi niyet ederse diyaneten
kabul edilir. Karısının ismi Tâlik veya Hürre olur da onu çağırırsa talâkı veya
âzâd olmayı niyet ederse bunlar vâki olur. Niyet etmezse bir şey vâki olmaz.
Bir adam karısına: Bu dişi köpek boştur
derse, kadın boş düşer. Yahut kölesine: Bu eşek hürdür derse âzâd olur.
Bir adam karısına: Sen boşsun yahut sen
hürsün der de yalandan haber vermeyi kasdederse kazaen vaki olur. Meğer ki buna
şâhid bulundursun. Kezâ mazlum birisi zâlim üç talâk için kendisinden yemin
istediğinde yalan yere yemin ettiğine şâhid bulundurursa, hem kazaen hem
diyaneten tasdik olunur. Vehbâniyye şerhi.
Nehir'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse
fülan kadın boş olsun der deismi dediği gibi olursa, ben başkasını kasdettim
diye iddia ettiği takdirde diyaneten tasdik olunur. İsmi uymazsa kazaen tasdik
olunur. Bu izaha göre bir kimse alacaklısına karısını boşadığına yemin eder de
kadının ismi başka çıkarsa boş olmaz."
Zamanımızda erkeğin: "Sen dört mezhebe
göre boşsun." dediği çok vâki olur. Musannıf diyor ki: "Bu talâkın
hem kazaen hem diyaneten vâki olduğuna kesinlikle hükmetmek gerekir." O
adam: "sen fukahanın kavline göre boşsun" yahut "fülan hâkimin
veya müftünün kavlince boşsun" derse diyaneten tasdik olunur.
Bir kimse: "Dünyanın kadınları veya bu
âlemin kadınları boş olsunlar." derse kendi karısıboş olmaz. Bu
mahallenin, bu hânenin ve bu evin kadınları derse bunun hilâfınadır. Bu köyün
veya bu beldenin kadınları derse Ebû Yusuf muhaliftir. Köle âzâdı dahi
böyledir.
İZAH
«Bir kimse talâk sözünü tekrarlar» da cima'
ettiği karısına: Sen boşsun sen boşsun yahut seni boşadım seni boşadım veya sen
boşsun seni boşadım yahut seni boşadım sen boşsun derse hepsi vâki olur. Ama
sen boşsun dediği vakit kendisine: Ne dedin diye sorulur da onu boşadım yahut o
boştur dedim cevabını verirse kadın bir defa boş olur. Çünkü bu cevabtır.
Hâkim'in Kâfî'sinde böyle denilmiştir.
«Te'kidi niyet ederse diyaneten kabul
edilir.» Ama kazaen hepsi vâki olur. Mutlak bırakırsa yani ne talâkı
yenilemeyi, ne de te'kidi niyet etmezse hüküm yine böyledir. Eşbâh. Çünkü sözde
asıl olan te'kid bulunmamaktır.
«Niyet etmezse bir şey vâki olmaz.» Yani
çağırmayı kasdeder veya mutlak olarak söylerse mu'temed kavle göre talâk vâki
olmaz. Bunu, Eşbâh sahibi niyet bahislerinin onuncusunda zikretmiştir.
Dokuzuncusunda bildirildiğine göre Mahbûbî Telkih adlı eserinde talâkla köle
âzâdı arasında fark yapmış, talâkın vâki olmadığını, âzâdın ise vâki olduğunu
söylemiştir. Ama bu kavil meşhurun hilâfıdır.
Ben derim ki: Eşbâh sahibinin ibâresinde
terslik vardır. Çünkü Mahbûbi şu farkı yapmıştır: Hür kelimesi isim olmaya
elverişlidir. Bazı kimselerin adı Hür olabilir. Tâlik veya mütallaka bunun
hilâfınadır. Binaenaleyh onunla çağırmak mânâsını isbat olur ve kadın boş
düşer. Hür onun hilâfınadır. Hulâsa'nın ifadesi de buna uygundur. Orada şöyle
denilmiştir: "Bir kimse kölesinin adı Hür olduğuna şâhid bulundursa, sonra
o köleyi ey Hür diye çağırsa âzâd olmaz. Ama karısına Tâlik adını verir de
sonra onu: Ey Tâlik diye çağırırsa boş düşer."
«Bir adam karısına: Bu dişi köpek boştur
derse kadın boş düşer ilah...»
Ulemanın beyanlarına göre işaretle beraber
sıfat ve isme itibar yoktur. Meselâ: Bir kimsenin gözü gören bir karısı olur
da: Şu kör karım boştur der ve görene işaret ederse boş düşer. Bir şahıs
görerek onu karısı Amre zanneder de: Ey Amre sen boşsun der ve şahsına işaret
etmezse, o şahıs karısından başkası çıktığı takdirde karısı boş olur. Çünkü
işaret bulunmadığı yerde mu'teber olan isimdir. O da mevcuddur. Nitekim
Hâniyye'de bildirilmiştir. Biz imamlık bâbında işaret ve isim meselesi üzerinde
uzun uzadıya söz etmiştik.
«Meğer ki buna şâhid bulundursun.» Yani
yalandan haber vereceğine şâhid bulundurursa karısı boş düşmez.
«Mazlum şâhid bulundurursa ilah...» Ben
derim ki: Şâhid bulundurmakla kayıdlaması mazlum olduğu vakit lâzım değildir.
Eşbâh'da şöyle denilmiştir: "Yeminde âmm'ı tahsisi niyet etmek diyaneten
bilittifak, kazaen ise Hassâf'a göre makbuldür. Yemin eden mazlumise fetva
Hassâfın kavline göredir. Kezâ, ulema itibar yemin edenin niyetine midir yoksa
yemin isteyenin niyetine midir meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Fetva eğer
mazlumsa yemin edenin niyetinedir diye verilmiştir. Zalim ise onun niyetine
itibar yoktur. Nitekim Valvalciyye ile Hulâsa'da beyan edilmiştir. Hulâsa
hâşiyelerinde Meâlü'l-Fetva'dan naklen: "Allah Teâlâ'dan başkasına yemin
ettirmek zulümdür. Yemin isteyen şahıs haklı bile olsa yemin edenin niyeti
mu'teberdir," denilmiştir.
«Bu izaha göre ilah...» Yani işaret
bulunmadığı zaman isme itibar edildiğine göre demek istiyor. Nitekim az
yukarıda zikretmiştik. Bu fer' nakledilmiştir. Biz onu az yukarıda
Bezzâziye'den naklen zikretmiştik.
«Kesinlikle hükmetmek gerekir.» Talâkın
bâin değil ric'î olduğunda şüphe yoktur. Çünkü sen boşsun sözüyle ric'î talâk
meydana geldiğinde bütün mezhebler ittifak etmişlerdir. Tamamı Hayriyye'dedir.
Kezâ "Sen Yahudilerin ve Hıristiyanların mezhebine göre boşsun."
derse hüküm yine budur. Nitekim Hayreddin-i Remlî dahi bununla fetva vermiştir.
"Sen boşsun, seni hiç bir hâkim ve hiç bir âlim reddedemez." yahut
"Sen boşsun, domuzlara helâl bana haramsın." gibi sözlerle dahi bir
talâk-ı ric'î vâki olur. Nitekim bu bâbtan önce arzetmiştik.
«Sen fukahanın kavline göre boşsun ilah...»
Kezâ sen hâkimlerin kavline göre veya müslümanların kavline göre yahut Kur'an'a
göre boşsun derse kazaen boş düşer. Diyaneten ise ancak niyet bulunduğu
takdirde boş olur. Hâniyye. Lâkin Fetih'de talâk te'vil edilmiştir. O adam: Sen
Allah'ın kitabında yahut Allah'ın kitabıyla yahut onunla der de sünnî talâkı
niyet ederse talâk sünnî vakitlerde vâki olur. Aksi takdirde derhal vâki olur.
Çünkü kitab talâkın hem sünnî hem bid'î olmasına detâlet eder ve niyete
muhtaçtır. Kitab üzerine yahut onunla veya hâkimlerin kavli yahut fukahanın kavli
üzere yahut hâkimlerin talâkıyla veya fukaha talâkıyla boşsun der de bununla
sünnî talâkını niyet ederse diyaneten tasdik olunur, kazaen derhal talâk vâki
olur. Çünkü hâkimlerin ve fukahanın sözü her iki şıkkı iktiza eder. Tahsis
ederse diyaneten kabul olunur. Ama kazaen i'tibara alınmaz. Çünkü zâhir
değildir.
«Dünyanın kadınları ilah...» Eşbâh'da
Hâniyye'nin köle âzâdı bâbından naklen şöyle denilmiştir: "Bir adam:
Bağdadlıların köleleri hür olsunlar der de; kendisi de Bağdadlı olduğu halde
kendi kölesini niyet etmezse yahut Bağdad ahalisinin bütün köleleri yahut yer
yüzündeki bütün köleler veya dünyadaki bütün köleler derse, İmam Ebû Yusuf'a
göre kendi kölesi âzâd olmaz. İmam Muhammed'e göre olur. Talâk da bu hilâf
üzeredir. Fetvâ Ebû Yusuf'un kavline göredir. Bu mahalledeki veya büyük
camideki her köle hür olsun derse, yine bu hilâfa göre halledilir. Bu diyardaki
her köle der de kendi köleleri de orada bulunursa bilittifak âzâd olurlar.
Bütün Ademoğulları hür olsunlar derse bilittifak bir şey lâzım gelmez." Bu
söz beldede olduğu gibi mahallede de hilâfın cereyan ettiği hususunda açıktır.
Çünkü mahalle de sokak mânâsındadır. Lâkin Zahîre'de evvela Bağdadlıların
kadınları boş olsun sözünde hilâf zikredilmiştir. Ebû Yusuf'a göre kadını niyet
etmedikçe boş düşmez. Bu İmam Muhammed'den de bir rivayettir. Çünkü bu umumî
bir iştir. Yine İmam Muhammed'den bir rivâyete göre kadın niyetsiz boş düşer.
Sonra Zahîre sahibi Semerkand Fetâva'sından köy hakkında ihtilâf nakletmiştir.
Ulemadan bazısı köyü ev ve sokağa, bazıları da şehire ilhak etmişlerdir. Bu
sözün muktezası sokak hakkında hilâf bulunmamaktır. Sonra şehir ve dünya ehli
sözlerinde talâk vâki olmamasını şöyle ta'lil etmiştir: Bununla talâk olsa
kendi hakkında inşâ sayılır. O adamlar hakkında dahi inşâ olur. Halbuki bu
onların kabulüne bağlıdır. Bu ise imkânsızdır.
METİN
Bir kadın kocasına: Beni boşa der de kocası
yaptım cevabını verirse kadın boş olur. Kadın: Beni fazla boşa der de kocası
yaptım cevabını verirse bir talâk daha boş olur. Kadın: Beni boşa, beni boşa,
beni boşa der de kocası boşadım cevabını verirse, üçü niyet etmediği takdirde
bir talâk boş olur. Kadın sözlerini ve edatıyla atfederse üç talâk vâki olur.
Kadın ben kendimi boşadım der de kocası
buna razı olursa, inşâya kıyasen boş olur. Kocası niyet ederse kadının: Ben
kendimi bâin kıldım demesi de böyledir. Velev ki üç talâkı niyet etsin. Birinci
bunun hilâfınadır. Ben seçtim sözüyle talâk vâki olmaz. Çünkü bu söz ancak
cevab olarak vaz' edilmiştir.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Bir
kimse arkadaşlarının arasında kimin karısı kendisine haram olursa bu işi yapsın
der de içlerinden biri bunu yaparsa, bu o kadının haram olduğunu ikrar sayılır.
Bazıları ikrar sayılmadığını söylemişlerdir."
Ebu'l-Leys'e sorulmuş: Bir kimse bir
cemaata her kimin boşanmış karısı varsa el çırpsın der de hepsi el çırparlarsa
ne olur? Hepsi boş düşer cevabını vermiş. Bazıları bunun ikrar olmadığını
söylemişlerdir.
Bir cemaat bir meclisde konuşurlarken
içlerinden biri: bundan sonra her kim konuşursa karısı boş olsun dese, sonra
yemin eden şahıs konuşsa karısı boş olur. Çünkü her kim kelimesi ta'mim
içindir. Yemin eden şahıs kendisini yemin dışı bırakamaz ve yemini bozulur.
İZAH
«Yaptım derse» sözünden murad: istek
karinesiyle boşadım demektir.
«Üçü niyet etmediği takdirde bir talâk boş
olur.» Yani bir talâkı niyet eder yahut hiç bir şeyi niyet etmezse bir defa boş
olur. Çünkü atıfsız söyleyince ilk sözün tekrara da, yeniden başlamaya da
ihtimali vardır. Kocası bunların hangisini niyet ederse niyeti sahih olur. Uyûnü'l-Mesâil'de
böyle denilmiştir. Münteka'da bildirildiğine göre üç talâk vâki olur,
kocanınniyeti şart değildir. Zahire.
«Ve edatıyla atfederse üç talâk vâki olur.»
Çünkü bu tekrarın karinesidir. Cevab da ona uygun olur. Hâniyye'de şöyle
denilmiştir: "Karısı kocasına beni üç defa boşa der de kocası yaptım yahut
boşadım cevabını verirse üçü de vâki olur. Kocası cevaben: Sen boşsun yahut
öyleyse sen boşsun derse bir talâk vâki olur." Yani üçü niyet etse bile
yine bir talâk olur. Fark şudur: Beni boşa sözü boşamaya emirdir. Boşadım sözü
de boşamaktır ve cevap olmaya elverişlidir. Cevap sualdekinin tekrarını
tezammun eder. Sen boşsun sözü bunun hilâfınadır. Çünkü o mahalde bulunan bir
sıfatı haber vermektir. Boşamanın sâbit olması vasfı sahih çıkarmak içindir. İktiza
yoluyla sâbit olan bir şey zarurîdir. Binaenaleyh boşamak bu vasfın sahih
olması hakkında sâbittir. Cevab olması hakkında değildir. Şu halde sen boşsun
sözü yeni bir cümle olarak kalır. Onun üçe ihtimali yoktur. Bunu Zahîre sahibi
söylemiştir.
«İnşâya kıyasen boş olur.» Çünkü adam o
kadını boşamaya mâliktir. O halde ondan daha zayıf olan cevaz vermeye de
evleviyetle mâlik olur. Bu sözler Fârisî'nin TeIhisü'l-Cami' şerhinden
alınmıştır.
«Kocası niyet ederse...» sözü yanlıştır.
Doğrusu: Her ikisi niyet ederlersedir. Nitekim Telhisü'l-Cami'de öyledir.
Şerhinde Fârısî şöyle demiştir: "Kezâ kadın: Ben kendimi bâin kıldım der
de kocası razı oldum cevabını verirse hüküm yine böyledir. Lâkin hem kocasının,
hem kadının talâkı niyet etmeleri şarttır. Burada üçü niyet sahihtir. Kocasının
niyetinin şart olması icab eder. Tâ ki tasarruf boşama olsun ve cevaz vermeye
tevakkuf şart olmasını İmam Muhammed kitabda zikretmemiştir. Ulema: "Şart
olması icab eder. Tâ ki tasarruf boşama olsun ve cevaz vermeye tevakkuf etsin.
Kadının niyeti olmazsa bir şahsın ayrılığını haber vermek olur. Yahut başka bir
şeyin ayrılığını haber vermek sayılır. Nitekim koca tarafından olsa böyledir.
Binaenaleyh cevaz vermeye ihtimali olmaz. ona tevakkuf da etmez. Üçü niyetin
sahih olması ise bu kinâyenin üçe ihtimali olduğu bilindiğindendir."
demişlerdir.
«Birinci bunun hilâfınadır...» Çünkü cevaz
verdim sözü boşadım yerinedir. Niyete muhtaç olmaz. Onda üçü niyet de sahih
değildir. H.
«Ben seçtim sözüyle talâk vâki olmaz
ilah...» Yani kadın: Ben kendimi senden ayrılmak için seçtim der de kocası:
Cevaz verdim cevabını verir ve talâkı niyet ederse bir şey vâki olmaz. Çünkü
kadının seçtim demesi ne sarîh, ne de kinâye olarak talâk için vaz'
edilmemiştir. Onun içindir ki erkek bizzat inşâ yaparak kadına seni seçtim
yahut senin nefsini seçtim der de bununla talâkı niyet ederse bir şey vâki
olmaz. Çünkü lâfzının taşımadığı bir mânâyı niyet etmiştir. Bununla kadın
boşamakta örfü âdet de yoktur. Ancak talâkla kocasının muhayyer bırakmasına
cevab olarak söylenirse talâk vâki olur. Telhîs şerhi.
«Bu o kadının haram olduğunu ikrar
sayılır.» Bezzaziye'nin ibâresi şöyledir: "Muhit'te bilrildiğine göre bu
söz hükümde karısının kendisine haram olduğunu ikrardır." Hükümde yani
kazaen sözü şayet önceden kadını kendisine haram etmemişse diyaneten haram
olmadığını anlatır." Bu bir luğz olabilir. Çünkü talâk hiç sözsüz
olmuştur. Ortada sarîh veya kinâye bir söz olmadığı gibi dinden dönme ve dini
kabul etmeme gibi bir şey de yoktur." denilemez. Çünkü biz diyoruz ki: Bu
erkek tarafından geçmişte kadını haram kıldığını ikrardır. O anda sözsüz talâk
yapmak değildir. Evet, bu sözsüz fiilen ikrardır, denilebilir. Ulemanın
açıkladıklarına göre ikrar bazen işaretle, bazen de sözsüz ve fiilsiz sükût
gibi bir şeyle olur.
«Bazıları ikrar sayılmadığını
söylemişlerdir» Bu o fiil ikrar olmadığına binaendir.
«Ebu'l-Leys'e sorulmuş ilah...» cümlesi
ondan öncekini te'yid ve fillin bir kişiden yahut daha fazladan sâdır olmasıyla
talâk-ı bâin mânâsını ifade eden haram kılma ve talâk-ı ric'î ifade eden boşama
aralarında fark olmadığını beyandır.
«Hepsi boş düşer cevabını vermiştir.» Yani
el çırpanların hepsinin karıları boş düşer, demiştir. Bu el çırpmanın ikrar
sayılmasına binaendir.
«Sonra yemin eden şahıs konuşsa karısı boş
olur.» Şârih başkasının konuşmasından söz etmemiştir. Zâhire bakılırsa başkası
konuşursa talâk vâki olmaz. Çünkü konuşanın tâliki hüküm itibariyle başkasına
sirayet etmez. Ancak başkası meselâ ben de öyle derse o zaman sirayet eder.
Önceki iki fer'î mesele ise ikrardan sayılırlar, inşâ sayılmazlar. Tâlik
inşâdır. T.
Ben derim ki: Bunu Bezzâziye'nin yeminler
bahsindeki sözü te'yid eder. Orada şöyle denilmiştir: "Bir cemaat
birbirlerini tokatlarlar da içlerinden biri: Bundan sonra kim arkadaşına tokat
vurursa onun karısı boş olsun der. Bunun üzerine birisi: Hele cevabını verir,
sonra bu sözü söyleyen arkadaşını tokatlarsa talâk vâki olmaz. Çünkü hele yemin
değildir." Hele Fârisî bir kelimedir.
«Yemin eden şahıs kendisini yemin dışı
bırakamaz.» Bu sözle şârih şuna işaret etmiştir: Yemin eden şahsın burada
sözünün umumuna dahil olması bir karineden dolayıdır. Konuşan sözünün umumuna
dahil olmaz dersek bu böyledir. Tahrîr'de dahildir sözü Cumhur'a aid olduğu
bildirilmiştir, Allahu a'lem.
KİNÂYELER BÂBI
METİN
Fukahaya göre talâkın kinâyesi talâk için
vaz' edilmeyip hem talâka, hem başkasına ihtimali olan sözdür. Kinâye sözlerle
kadın kazaen ancak niyet veya halin delâletiyle boş düşer.
İZAH
Musannıf kelamda asıl olan sarîh sözün
hükümlerini bitirdikten sonra kinâyelere başlıyor. Kinâye kapalı mânâsına
masdardır. Nehir.
«Fukahaya göre talâkın kinâyesi» yani
burada talâkın kinâyesinden murad demek istiyor. Yoksa fukahaya göre onun
mutlak mânâsı usûlcülerce olduğu gibi haddi zatında kendisinden murad kapalı
olan sözdür. Nehir sahibi diyor ki: "Bu son sözle sözün garabeti gibi bir
vasıtayla sarîh kelimeden murad: Kapalı olması yahut tefsir vasıtasıyla
kinâyede muradın açıklanması halleri hariç kalır. Sarîh ile kinâye hakikatla
mecazın kısımlarındandır. Terk edilmeyen hakikat sarîhtir. Terk edilen ve
mecazî mânâsı galib gelen hakikat ise kinâyedir. Kullanılışı fazla olan mecaz
sarîhtir. Kullanılışı fazla olmayan ise kinâyedir." H.
«Talâk için vaz' edilmeyip ilah...» Bilâkis
ondan ve hükmünden daha umumî bir mânâya vaz' edilen sözdür. Çünkü aşağıda
gelecek ric'î sayılan üç kinâyeden başkaları ile asla talâk murad edilmemiştir.
Bilâkis bu söz talâkın hükmü olan nikâhtan ayrılma mânâsını ifade eder. Bu
izaha göre "hem talâka ihtimali olan" sözünde tesahül vardır. Maksad
mânâsına müteallik olarak ihtimali olan demektir. Bunu Fetih sahibi söylemiş ve
bununla kinâyenin inhisar altına alınmayacağına işarette bulunmuştur. Onun için
Mülteka şârihi: "Sonra kinâye lâfızları çoktur. Nazım ve Netif'de beyan edildiğine
göre ellibeş lâfızdan fazladır. Daha başkaları da ziyade edilmiştir. Dikkatli
ol!" demiştir. Bunlardan biri: Kadından geçtim sözüdür. Niyet bulunursa bu
sözle bir talâk-ı bâin vâki olur. Nitekim İsmail Hâik bununla fetva vermiştir.
Ben derim ki: Kinâyelerden biri de
zamanımızda kullanılan: Sen hâlîsin kelimesidir. Bunun mânâsı hâli ve berîsin
demektir. Düşün! Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse diğerine sen beni
evlendiğim filan kadın için dövüyordu isen ben onu bıraktım, onu sen al der de
bununla talâkı niyet ederse bir talâk-ı bâin vâki olur."
T E M B İ H : Müteehhirin ulemadan birinin
verdiği fetvaya göre kinâyelerden biri de talâkı niyet ederek üzerime yemin
olsun bu işi yapmam sözüdür. Bu sözle bir talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü fukaha:
"Kinâye hem talâka hem başkasına ihtimalli olan sözdür." demişlerdir.
Fakat bu sözü onun çağdaşı Muhammed Ebussûud Miskîn hâşiyesinde reddetmiş,
şöyle deriniştir: "O kimseye yemin keffâretinden başka bir şey lâzım
gelmez. Çünkü fukahanın kinâyenin tarifinde söyledikleri mutlak değil kadına
hitabı sahih olan sözüyle kayıdlıdır. O söz içinde gizlediği talâkı yapmaya
yahut onu yaptığını haber vermeye elverişli olacaktır. Meselâ: Sen haramsın
sözü böyledir. Çünkü seni boşadım mânâsına gelebildiği gibi seninle sohbet
haramdır mânâsına da gelebilir. Geri kalan kinâye lâfızları da böyledir. Yemin
lâfzı ise böyle değildir. Zira kadına onunla talâk yapmayı istemek veya yaptığı
talâkı haber vermeyi dilemek şöyle dursun kadına sen yeminsin diye hitap etmek
sahih olamaz. Hatta: Sen yeminsin, çünkü seni boşadım dese sahih olmaz. Şu
halde talâka ihtimali olan her söz onun kinâyesi olamaz. Bu iki kayıd mutlaka
lâzımdır. Hatta bir üçüncü kayıd daha gerekir ki, o da sözün talâkın müsebbebi
ve talâktan neş'et etmiş olmasıdır. Nasılki sen haramsın sözünde haram olması
böyledir.
Bahır'da nakledildiğine göre: "Seni
sevmiyorum. seni arzu etmiyorum, sende gözüm yok." gibi sözlerde talâk
vâki olmaz. Vechi şudur: Bu sözlerin mânâları talâktan çıkmamaktadır. Çünkü
ekseriyetle bunlar söylendikten sonra pişmanlık gelir, arkacığından sevgi, arzu
ve rağbet meydana gelir. Hörmet bunun hilâfınadır. İhtimalli olmakla beraber bu
sözlerle talâk vuku bulmazsa - ki murad: Çünkü seni boşadım demek olabilir -
yemin lâfzında evleviyetle vuku bulmaz. Bir de ulema kinâyeyi üç kısma
ayırmışlardır. Nitekim gelecektir.
1) Talâk isteğine cevap teşkil eden başka
bir işe yaramayan "iddetini bekle" gibi sözler.
2) Kadının isteğine hem cevap hem red
teşkil eden "çık" gibi sözler.
3) Hem cevap hem sitem teşkil eden
"kof" gibi sözler.
Şübhesizki yemin bu üç nev'iden hiç birine
elverişli değildir. Çünkü kadın kocasından talâk istediğinde ona "üzerime
yemin olsun şu işi yapacağım" diye cevap vermesi yararlı olamaz. Çünkü
cevap kadının sualine karşılık talâk yapmaya yarayan iddetini bekle gibi bir
söz olmalıdır. Yahut onun isteğini reddettiğini gösteren çık veya ona sitem
bildiren kof gibi bir söz olmalıdır. Üzerime yemin olsun sözü talâk yapmaya
delâlet etmez." Bu satırlar kısaltılarak alınmış, bazı ziyadeler de
yapılmıştır.
Muhammed Ebussûud bundan sonra şunları
söylemiştir: "Bununla anlaşılır ki Tûrî Fetâvâsı'ndan nakledilen (Bir
kimse müslümanların yeminleri bana lâzım olsun derse karısı boş olur.) sözü
çirkin bir hatadır. Üstadımızdan çok işitmişimdir: "Fetâvâ-i Tûrî,
Fetâvâ-i İbn-i Nüceym gibidir. Ona ancak başka bir naklî delille kuvvet bulduğu
vakit güvenilir." derdi. Tahtâvî ona itiraz ile şunları söylemiştir:
"Üzerime yemin olsun sözü hem talâka. hem başkasına ihtimallidir. Çünkü
kendisi ile ve Allah Teâlâ ile olan bir iştir. Talâkı niyet ederse onu niyet
ettiği anlaşılır ve sanki; Üzerime talâk lâzım gelsin filan işi yapmam, demiş
gibi olur. Evvelce geçmişti ki, üzerime talâk lâzım gelsin sözü manevî
tâliktandır. Fetâvâ-i Tûrî'nin onu talâka tahsis etmesi örf bulunduğu içindir
ve müslümanların helâlı bana haram olsun sözü gibidir."
Ben derim ki: Hâsılı üzerime yemin olsun
sözü kinâye değildir. Sebebi yukarıda geçti. Sarîhde değildir. Çünkü sarîh
ancak talâkta kullanılır. Bu öyle değildir. Lâkin yemin lâfzı bir cinstir. Onun
ferdlerinden biri de talâka yemindir. Niyetle bunu tâyin ettimi sanki üzerime
talâka yemin lazım gelsin bu işi yapmam demiş gibi olur. Bu adam açıkça böyle
demiş olsaydı onunla yemin etmiş sayılırdı. Eam bir kelimeyle ehas mânâ murad
edilirse o ehassın hükmü sâbit olur. Burada ehas olan sarîh talâktır.
Binaenaleyh onunla ric'î bir talâk meydana gelir, bâin olmaz. Bezzâziye'nin
eymân bahsinde ikinci fasılda şöyle denilmektedir: "Bir kimse bana yemin
lâzım gelsin yahut bana talâka yemin lâzım gelsin şu işi yapmam der de sonra
yaparsa karısı boş olur ve yemini bozulur. Velevki yalandan söylemiş
olsun."
Sarîh faslının başında Câmiu'l-Fûsuleyn'den
naklen arzetmiştik ki: "Şöyle yaparsam şeriatın sözü benimle senin
aramızda câri olsun." sözü talâka yemin kabul edilmek gerekir. Çünkü o
yerde halk arasında örf-ü âdet olmuştur. Yine orada Zahîre'den naklen
arzetmiştik ki bir kimse karısına "elif, nun, te, ta, elif, lam, kaf"
dese (ki yazıldığı zaman entitalikun:
Sen boşsun olur.) bununla talâkı niyet
ederse kadın boş düşer. Çünkü, sarîh sözden ne anlaşılırsa bu harflerden de o
anlaşılır. Ancak bu harfler sarîh söz gibi kullanılmazlar. Binaenaleyh niyete
muhtaç olmak hususunda kinâye gibi olurlar. Bu da gösterir ki, o kimse yeminle
talâkı niyet ederse sahih olur. Yeminini bozduğunda bir talâk-ı ric'î meydana
gelir.
Müslümanların yemini, sözüne gelince: Bu
söz yeminin cem'idir. Müslümanlara izafe edilmesi müslümanların yaptıkları
bütün yemin nev'ilerini murad ettiğine karinedir. Allah Teâlâ'ya yemin ile
muallak olan talâk ve köle âzâdı yeminleri gibi ki, bunun daha fazla açıklaması
inşaallah yeminler bahsinde gelecektir.
«Kazaen...» diye kayıdlaması diyaneten
niyetsiz vâki olmadığı içindir. Halin delâleti bulunursa ya niyetle yahut halin
delâletiyle meydana gelen talâk sadece kazaen meydana gelir. Nitekim Bahır ve
diğer kitablarda açık bildirilmiştir.
«Veya halin delâletiyle...» sözünden murad:
Mânâ ifade eden açık ve maksud olan haldir. Talâk sözünü evvel zikretmek bu
kabîldendir. Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir. Burada onu Kenz
sahibinin yaptığı gibi mutla bırakması şunu gerektirir ki, bütün kinâyelerle
talâk halin delâletiyle olur. Bahır sahibi diyor ki: "Bu hususta musannıf
Kudûrî ile Serahsî'ye tâbi olmuştur. Fahru'l-İslâm ile diğer ulema ise bunlara
muhalefet ederek bazı kinâyelerle talâk ancak niyetle vâki olur
demişlerdir." Bu bazı kinâyelerden murad redde ihtimalli olan çık, git ve
kalk gibi sözlerdir. Lâkin aşağıdaki tafsilât hususunda musannıf ulemaya
uymuştur. Böylece itiraz yalnız Kenz'in ibâresine kalmıştır. Onun nâmına Nehir
sahibi İbn-i Kemâl Paşanın İzahü'l-lslah adlı kitabında zikrettiği şu sözlerle
cevap vermiştir: "Bu suretlerin redde elverişli olması talâk müzakeresi
haline aykırıdır. Binaenaleyh red delil olmaktan çıkmıştır ve zikredilen bu
suretler halin delâletinden hâlidir. Onun için bunlardaniyete bağlı olur."
METİN
Halin delâleti, talâk müzakeresi veya öfke
halidir. Demek oluyor ki haller üçtür: Rıza, öfke ve müzakere hali. Kinâye
sözler de üç nev'idir: 1) Redde ihtimali olan sözler. 2) Siteme elverişli
sözler. 3) Siteme elvermeyen sözler. Çık, git, kalk, peçeni takın, baş örtünü
sarın, örtün, çekil git, gurbete git, uzaklaş gibi sözler redde ihtimalli
olanlardır.
İZAH
«Talâk müzakeresi hali» sözüyle Şârih Nehir'in:
"Halin delâleti sözün delâletine de şâmildir." ifadesine işaret
etmiş: "Bu izaha göre müzakere hali talâk istemekle yahut talâk îkâ'ını
önce söylemekle tefsir edilir. Nitekim iddetini bekle üç defa sözü böyledir.
Bundan önce müzakere: talâkı kadının veya ecnebînin istemesidir." demişti.
«Veya öfke hali» sözü zâhire göre müzakere
üzerine matuftur. Binaenaleyh o da halin delâletindendir.
«Haller üçtür.» öfke hali rıza halinin
mukabili olunca bu şekilde tefri' sahih olmuştur. Fetih'te şöyle denilmiştir:
"BiImiş ol ki taksimin hakikatı bütün hallerde biri rıza, biri öfke hali
olmak üzere iki kısımdır. Müzakare haline gelince: O her ikisine uyar. Hatta
kadının talâk istemesi ancak bu iki halden birinde tasavvur olunur. Çünkü
bunlar iki zıddır, ortaları yoktur. "Bahır sahibi bunu naklettikten sonra
şunu söylemiştir: "Bununla anlaşılır ki haller üçtür:
1) Öfke ve müzakere kayıdlarından mutlak
olan hal.
2) Müzakere hali.
3) Öfke hali."
Nehir sahibi diyor ki: "Ben ve evla
olan sadece öfke haliyle müzakere halini söylemekle yetinmektir. Çünkü sözümüz
delâletin tesîr ettiği haller hakkındadır. Mutlak delâlet hakkında değildir.
Sonra Bedayı'da gördüm ki halleri üçe taksim etmiş ve şöyle demiş: Rıza halinde
kazaen tasdik olunur. Talâk müzakeresini veya öfke hallerinde olursa ulema
kinâyelerin üç kısım olduğunu söylemişlerdir ilah... İşte tahkîk budur."
«Kinâye sözler üç nevi'dir ilah...» Bu
sözün hâsılı şudur: Bütün kinâyeler cevap olmaya elverişlidir. Yani kadının
talâk istemesine cevap teşkil edebilirler. Lâkin onların bir kısmı vardır ki,
redde de ihtimallidir. Yani kadının isteğini kabul etmemeye de ihtimallidir ve
kadına "talâkı isteme, çünkü ben onu yapmam." demiş gibi olur. Bir
kısmı redde değil yalnız sitem ve sövmeye ihtimallidir. Bir kısmı da red ve
siteme ihtimalli olmayıp hâlis cevap teşkil eder. Nitekim Kuhistânî ile İbn-i
Kemâl'den anlaşılır. Onun için şârih ihtimallidir sözünü kullanmıştır.
Ebussûud'un Hamevîden nakline göre ihtimal ancak iki şey arasında olur. Lâfız
onların ikisine de sâdıktır. Bundan dolayı şuna yahut şuna ihtimali var
denilemez. Nitekimİsâm Telhîz şerhinin müsnedün-ileyh bahsinde buna tembihde
bulunmuştur.
«Çık, git, kalk...» gibi sözler bu yerden
kalk da kötülük bitsin mânâsına red olurlar. Yahut çünkü seni boşadım mânâsına gelirler.
Bu takdirde kadının talâk isteğine cevap teşkil ederler. Rahmetî. Erkek "o
halde elbiseyi sat" dese bununla talâk vâki olmaz. Ebû Yusuf'a göre
velevki talâkı niyet etmiş bulunsun. Çünkü bunun mânâsı örfen satış için
demektir. Sarîhi niyet edilenin hilâfınadır. İmam Züfer de Ebû Yusuf'la
muvafakat etmiştir. Nehir. Git hemen evlen yahut git ve evlen derse ne hüküm
verileceği hakkında fer'î meselelerde söz edilecektir.
"Peçeni takın, baş örtünü sarın,
örtün..." kelimeleri hakkında Bahır sahibi şunları söylemiştir:
"Çünkü sen bâin oldun, boşamakla bana haram oldun yahut sana ecnebi biri
bakmasın diye böyle demektir. "Birinci takdire göre bu sözler cevabtır.
İkinciye göre reddir. Bahır'da Kaadîhân şerhinden naklen: "Benden örtün
derse bu söz kinâye olmaktan çıkmıştır." denilmiştir. Acaba murad hiç
talâk vuku bulmaz demek değil midir, yoksa niyetsiz talâk vâki olur demek
midir? Zâhire bakılırsa ikincisidir. Bu izaha göre acaba vâki olan talâk bâin
mi olur ric'î mi? Zâhire göre bâin olur. Çünkü "benden" demesi talâkı
murad ettiğine karinedir, o müzakare yerini tutar.
«Redde ihtimalli olanlardır.» Yani cevap da
olabilirler. Ama sitem ve övmek için elvermezler. H.
METİN
Kof, beriyye, haram, bâin ve onun muradifi
olan bette, betle gibi kelimeler sitem olmaya elverişlidirler.
İZAH
«Kof» yani hali demektir. Bundan ya sen
nikâhtan halisin yahut hayırdan halisin mânâları kasdedilebilir. H. Yani
birinci ihtimale göre kadına cevabtır. İkinciye göre ise sitem ve sövmektir.
Ondan sonra zikredilenler de öyledir.
«Beriyye» yahut berîe ayrılmış mânâsınadır.
Bu, ya nikâh kaydından yahut güzel ahlâktan ayrılmış mânasına gelebilir. H.
«Haram» mümteni ve imkânsız mânâsınadır.
Burada ondan vasıf kasdedilmiştir ve memnu mânâsına gelir ve yukarıda geçtiği
gibi iki mânâya gelir. İleride gelecektir ki, zamanımızda bu kelime ile bir
talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü örf-ü âdet olmuştur. Bu hususta haram kılınmışsın
ve seni ben haram kıldım sözleri arasında fark yoktur. İster bana desin, ister
demesin yahut müslümanların helâlı bana haramdır veya her helâl bana haram
olsun ve sen haramda benimle berabersin desin hep birdir.
«Nefsim haram ettim.» sözüyle birlikte
mutlaka "sana" demesi lâzımdır. Burada şöyle biritiraz vârid olur: Bu
sözlerle niyetsiz talâk vâki olduğuna göre bunların sarîh sözler gibi ric'î
talâkı icab etmeleri gerekir. Cevap şudur: örf olan ancak talâk-ı bâin
yapmaktır. Ric'î talâk örf olmamıştır. Hatta o adam ben niyet etmedim dese
tasdik olunmaz. O sözü iki defa söyler de birinciyle bir talâk, ikinci ile üç
talâk niyet ederse İmam-ı Âzam'a göre niyeti sahih olur. Fetva buna göredir.
Nitekim Bezzâziye'de bildirilmiştir. Bunu Nehir'den naklen Halebî söylemiştir.
Ben derim ki: Bezzâziye'nin ibâresi
şöyledir: "Bir adam iki karısına: Siz bana haramsınız der de birisi hakkında
üç talâkı, diğeri hakkında bir talâkı niyet ederse İmam-ı Âzam'a göre niyeti
sahih olur. Fetva buna göredir." Sonra bilmelisin ki, Halebî'nin
zikrettiği itiraz ve cevap Bezzâziye'de de vardır. Cevabın muktezası bizim
zamanımızda bu sözle ric'î talâk vâki olmasıdır. Çünkü bununla bâin talâk
yapmak örf olmamıştır. Zira "Haram üzerime olsun ben bu işi yapmam."
diye yemin eden cahil bir adam bâin talâkla ric'înin arasını ayıramaz. Nerede
kaldı ki onun örfüne göre bu sözle bâin talâk yapıldığını bilebilsin. Onun
bildiği şey bu yemini bozanın karısı boş olmasıdır. Ona göre bu üzerime talâk
vâcip olsun ben bunu yapmam demek gibidir. Evvelce geçmişti ki, üzerime talâk
vâcip olsun sözüyle ancak örf-ü âdet varsa kadın boş olur. Çünkü bu söz tâlik
hükmündedir.
Üzerime haram lâzım olsun sözü de öyledir.
Aksi takdirde asıl olan hiç talâk vuku bulmamasıdır. Nitekim seni boşamak
üzerime borç olsun sözünde böyledir. İzahı yukarıda geçti. Şu halde bu iki
sözle talâk vâki olması örf-ü âdet bulunmasına bağlı olunca, örf olan şey
aralarında fark yapmaksızın bunlarla vâki olmak gerekir. Velevki haram kelimesi
aslı itibariyle kinâye olup onunla bâin talâk yapılsın. Çünkü bu söz talâkta
çok kullanıla kullanıla kinâye olmaktan çıkmıştır. Onun için de niyete veya
halin delâletine bağlı değildir. Kinâyelerin hiç birinde niyetsiz veya halin
delâleti olmaksızın talâk vâki değildir. Nitekim Bedâyi' sahibi bunu
açıklamıştır. Bezzâzî'nin yukarıda geçen cevabtan sonra: "Bununla örf-ü
âdet olan şey ric'î değil bâin talâk yapmaktır." demesi de buna delâlet
eder. İbâresi şudur: "Farsça seni serbest bıraktım mânâsına gelen reha
kerdem kelimesini söylemesi bunun hilâfınadır. Çünkü Necm-i Zahidî'nin Kudûrî
şerhinde açıkladığına göre bu söz örf-ü âdette sarîh olmuştur."
Bezzâzî'nin evvela açıkladığına göre Arabça
olarak Allah'ın helâlı bana haram olsun sözü yahut Farsça olarak helâl izid
beruy haram ifadesi niyete muhtaç değildir. Sahih ve müftabih kavil budur.
Çünkü örf vardır ve bununla talâk-ı bâin vâki olur. Sonra bununla seni serbest
bıraktım sözü arasında fark bulmuştur. Çünkü seni serbest bıraktım sözü
kinâyedir. Lâkin acemlerin örfünde daha ziyade sarîh mânâda kullanılmıştır. Bir
kimse reha kerdem yani seni serbest bıraktım derse bu sözle ric'î talâk vâki
olur. Halbuki bunun da aslı kinâyedir. Ric'î talâk olması ancak acemlerin
örfünde talâkta kullanılması daha çok olduğu içindir.
Yukarıda geçmişti ki, sarîh hangi dilden
olursa olsun ancak talâkta kullanılan sözdür. Lâkin Allah'ın helâlı sözü hem
Arablarca hem Acemlerce daha ziyade bâin talâkta kullanıldığı için onunla
talâk-ı bâin vâki olur. Böyle olmasa idi onunla ric'î talâk meydana gelirdi.
Hâsılı haram sözüyle niyetsiz olarak talâk-ı bâin vuku bulacağı hususunda
müteehhirin ulema evvelkilere muhalefet etmişlerdir. Hatta bunu söyleyen adam
niyet etmedim dese tasdik olunmaz. Çünkü müteehhirin zamanında yeni çıkmış örf
vardır. Binaenaleyh bugün bu sözle talâk-ı bâin vâki olması eskilerin zamanında
olduğu gibi örf bulunmasına dayanmaktadır. Ama bâin kaydıyla değil de mücerred
talâk hakkında kullanılması örf-ü âdet olursa onunla ric'î talâk meydana
gelmesi teayyün eder. Bunun bir misli de sarîh bâbının başında arzettiğimiz
Türkçe sen boş yahut boş ol sözleriyle ric'î talâk vâki olmasıdır. Halbuki
bunun Arabcası "enti haliyyetün: Sen kofsun" demektir. Bu ise
kinâyedir. Ama Türkçede talâkta kullanılması galibtir. Benim fehm-i kasırıma
zâhir olan budur. Bu meseleyi zikreden kimse görmedim. Halbuki çok vuku bulan
mühim bir meseledir. Düşün!
Bir müddet sonra cevap olabilecek bir söz
bana zâhir oldu ki, o da şudur: Haramın mânâsı cima' ve mukaddimelerinin helâl
olmamasıdır. Bu akid bâkî kalmakla beraber îlâ ile olur. Halbuki örf-ü âdet
değildir. Akdi ortadan kaldıran talâkla da olur ve biri bâin, diğeri ric'î
olmak üzere iki kısımdır. Ancak ric'î cima'ı haram kılmaz. Onun için bâin
teayyün eder. Örf olduğu için bu sözü sarîha katılması onunla bâin talâk
meydana gelmesine aykırı değildir. Çünkü sarîhle bazen bâin talâk vâki olur.
Meselâ: Sen şiddetli bir talâkla boşsun sözü ve benzeriyle talâk bâin olur.
Nitekim kinâyelerin bazılarıyla da ric'î talâk meydana gelir. İddetini bekle,
rahmini temizle ve sen birsin sözleri böyledir.
Hâsılı bu sözle talâk yapmak örf-ü âdet
olunca kadını haram kılmak mânâsına kullanılmıştır. Kadını, haram kılmak ise
ancak bâin talâkla olur. Bu makamda bana zâhir olan en son mânâ budur. Bu izaha
göre Bezzâziye'nin verdiği cevaba hâcet yoktur. Bezzâziye'de: "Onunla
örf-ü âdet olan talâk-ı bâin yapmaktır." denilmiştir. Çünkü buna itiraz
vârid olduğunu biliyorsun. Allahu a'lem!
«Bâin» ayrılmış mânâsınadır. Yani nikâh
bağından ayrılmış veya hayırdan ayrılmış mânâlarına gelebilir. H.
«Bette» kesmek mânâsınadır. Bu da bâin
kelimesinin ihtimalli bulunduğu mânâlara muhtemeldir. Betle de kesilmiş
mânâsınadır. Hz. Meryem erkeklerle alâka kurmaktan kesildiği ve Hz. Fâtıma
(r.a.) fazilet, din ve hasebçe zamanının kadınlarından kesildiği, bazılarına
göre dünyadan kesilip Rabbine yöneldiği için kendilerine Betül denilmiştir.
Yukarıda geçen ihtimaller bu kelimede de vardır. Bunu Nehir'den naklen Halebî
söylemiştir.
«Sitem olmaya elverişlidirler.» Cevap dahi
olabilirler. Ama red olmaya elverişli değildirler. H. Bunun bir misli de
Nehir'de İbn-i Kemâl ve Bedâyi'dedir. Bahır'dan anlaşılan: "Red için de
elverişlidir." mânâsı buna muhâliftir.
METİN
İddetini bekle, rahmini temizle, sen
birsin, sen hürsün, seç, emrin elindedir, seni serbest bıraktım ve senden
ayrıldım gibi kelimeler hem sitem, hem red olmaya ihtimalli değillerdir. Rıza
halinde yani öfke ve müzakere hallerinin dışında bu üç kısım tesir cihetinden
niyete bağlıdır. Çünkü ihtimallidir, Talâka niyeti olmadığı hususunda söz
yeminiyle beraber kocanındır. Kadının ona evinde yemin ettirmesi kâfidir.
Yemine razı olmazsa kadın onu mahkemeye verir. Yeminden çekinirse araları
ayrılır. Mücteba.
İZAH
«İddetini bekle...» Benim sana olan
ni'metlerimi say mânâsına da gelebilir. Bedâyi.
«Rahmini temizle...» İddetten kinâye
olabildiği gibi rahmini temizle de şeni boşayayım mânâsına da gelebilir.
Bedayi.
«Sen birsin.» Yani sen bir talâk boşsun mânâsına
geldiği gibi bence sen bir tanesin yahut kavminin içinde biriciksin mânâsına
medh veya zem için de kullanılabilir. Talâkı niyet ettiği vakit sen bir talâk
boşsun demiş gibi olur. Umumiyetle ulemaya göre i'rab hatasına itibar yoktur.
Esah olan budur. Çünkü avam takımı i'rab vecihlerini birbirinden ayıramazlar.
Havas takımı da konuşmalarında i'raba dikkat etmezler. Örf ne ise dilleri de
odur.
«Sen hürsün.» Bu kölelikten kurtulduğu için
hürsün mânâsına geldiği gibi nikâhtan hürsün mânâsına da gelebilir.
«Seç, emrin elindedir.» Bu iki söz talâkı
tefvîz'den kinâyedir. Yani ayrılmak için kendini seç yahut bir iş için kendini
seç. keza talâk hususunda emrin elindedir yahut başka bir tasarruf için emrin
elindedir mânâlarına gelebilir. Nehir'de Sa'diyye hâşiyelerinden naklen şöyle
denilmiştir: "Bunu burada zikretmek münasip değildir. Gerçekten bunun
sebebiyle bazı müftülerden büyük hata sâdır olmuştur. Bununla talâk vâki
olduğunu sanarak fetva vermiş, helâlı haram yapmıştır. Biz bundan Allah'a
sığınırız." Şârih musannıfın "seç sözünden gayri" dediği yerde
buna tembihte bulunmuş, kadın kendisini boşamadıkça bu ik kelimeyle talâk vâki
olmaz, demiştir. Yani kocası da talâkı kadına tevfizi niyet edecek yahut öfke
gibi bir hal delâleti de bulunacaktır. Nitekim bundan sonraki bâbta gelecektir.
«Seni serbest bıraktım.» Çünkü boşadım
mânâsına geldiği gibi seni serbest bıraktım, çünkü sana ihtiyacım yok mânâsına
da gelebilir. Senden ayrıldım sözü de böyledir.
«Hem sitem hem red olmaya ihtimalli
değillerdir.» Bilakis sadece cevap olmaya elverişlidir. H. Yani sadece talâk
isteğine cevap teşkil eder. Fetih.
«Çünkü ihtimallidir.» Bu sözlerden her
birinin söylediğimiz gibi talâka ve başkasınaihtimalleri vardır. Hal bu iki
ihtimalden birine delâlet etmez. Onun için kocaya niyeti sorulur ve bu hususta
sözü kazaen tasdik olunur. Bedâyi. Tahtâvi diyor ki: "Eğer cevap olmaya
elverişli kelimelerle talâk vâki olmak gerekir. Velevki niyeti olmasın, dersen
ben de derim ki: Cevap olmasından murad talâkı meydana getirmek için cevap değildir.
Maksad kadın sormadan onun sözüne cevap vermektir. Kadın talâk istediğini
söylerse müzakere hâsıl oldu demektir. Müzakere hali ise niyete bağlı değildir.
Bundan yalnız birincisi müstesnadır. Nitekim gelecektir."
Ben de derim ki: Lâkin bu söz az yukarıda
Fetih'ten naklon söylediklerimize muhâliftir. Fetih sahibi cevaba ihtimalli
olan sözü talâk isteğine cevap diye tefsir etmiştir. Bu itiraza en iyi cevap
şöyle demektir: İddetini bekle gibi bir söz kadının isteğine sırf cevap olmak
üzere söylenir. Yani orada talâk isteği varsa o söz sırf boşamak için
kullanılır. Bütün hallerde talâk isteğinin mevcud olması lâzım gelmez. Çünkü
bazen hal yalnız rıza hali yahut yalnız öfke hali olur, talâk isteği bulunmaz.
Bununla beraber iddetini bekle gibi bir söz halis cevap olmaktan çıkmaz. Şu
mânâya ki ortada sual olsa bu sırf cevap teşkil ederdi. Onun içindir ki,
sualsiz olarak öfke halinde niyete bağlı kalmaksızın onunla talâk vâki olur.
«Yeminiyle beraber» kadın talâkı iddia
etsin etmesin Allah Teâlâ'nın hakkı için erkeğe yemin lâzımdır. Bunu Tahtâvî
Bahır'dan naklen böylemiştir.
«Yemine razı olmazsa» yani hâkim huzurunda
yemine razı olmazsa demektir. Çünkü başkasının huzurunda yemine raz»
olmamasının itibarı yoktur. T.
METİN
Öfke halinde ilk ikisi tevakkuf eder. Niyet
ederse talâk vâki olur, etmezse vâki olmaz. Talâk müzakeresi halinde yalnız
birincisi tevakkuf eder. Son ikisi ile niyet etmese bile talâk vâki olur. Çünkü
delâletle beraber kazaen niyetim yoktur diye iddiasında tasdik edilmez. Çünkü
delâlet daha kuvvetlidir. Zira zâhirdir. Niyet ise batınî (gizli) bir iştir.
Onun için kadının delâlet üzerine getirdiği beyyine kabul edilir. Niyet üzerine
getirdiği beyyinesi kabul edilmez. Meğerki onu ikrar ettiğine beyyine
getirilmiş olsun. İmâdiyye.
İZAH
«Öfke halinde lk ikisi tevakkuf eder.» Yani
red ve cevap olabilen ile sitem ve cevap olabilen tevakkuf eder. Cevap için
teayyün eden tevakkuf etmez. Bunun izahı şudur: Öfke hali talâka elverişli
olduğu gibi red ve uzaklaştımaya ve sövüp saymaya da elverişlidir. İlk iki
kısmın sözleri buna da ihtimallidirler. Binaenaleyh hal bizzat talâka ve
başkasına ihtimalli olmuştur. Onu niyet ettimi sözünün muhtemel bulunduğu bir
şeyi niyet etmiş demektir. Zâhir de kendisini yalanlamaz. Binaenaleyh kazaen
tasdik olunur. Sonuncu kısmın lâfızları yani sırf cevap olmaya yarayanın
sözleri bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar talâka ve başkasınaihtimalli olsalar da
bunlarda red, uzaklaştırma ve sövüp sayma ihtimali yok olunca hal talâk iradesi
için teayyün eder. Bu sebeble sözünde zâhiren talâk tarafı tercih edilir. Artık
onu zâhiren değiştirmek hususundaki iddiası tasdik edilmez. Onun için bu
sözlerde niyete bağlı olmaksızın kazaen talâk vâki olur. Nitekim sarîh talâkta
bununla ipten çözülmeyi kasdettiğini iddia etse tasdik olunmaz.
«Yalnız birincisi tevakkuf eder.» Yani
yalnız red ve cevaba elverişli olan tevakkuf eder. Çünkü müzakere hali talâka
elverişli olduğu gibi red ve uzaklaştırmaya da elverilişidir, sövmeye elverişli
değildir. Birincinin sözleri de öyledir. Onlarla talâkı değil de reddi niyet
ederse zâhire muhâlif olmaksızın sözünün muhtemelini niyet etmiş olur.
Binaenaleyh talâkın vukuu niyete bağlı kalır. Son iki nev'in sözleri bunun
hilâfınadır. Çünkü onlar talâka ihtimalli olsalar da müzakere halinin muhtemel
bulunduğu red ve uzaklaştırmaya ihtimalli değillerdir. Binaenaleyh zâhiren
talâk tarafı tercih edilir. Ondan değiştirmek isterse tasdik olunmaz. Onun için
bu sözlerle niyetsiz kazaen talâk vâki olur.
Hâsılı birinci nev'i rıza, öfke ve müzakere
hallerinde niyete bağlıdır. İkinci nev'i yalnız rıza ve öfke hallerinde niyete
bağlı kalır. Müzakere halinde niyetsiz talâk vâki olur. Üçüncü nev'i yalnız
rıza halinde niyete bağlı kalır. Öfke ve müzakere hallerinde niyetsiz talâk
vâki olur.
METİN
Sonra niyet şart kılınan her yerde sual
"mi" edatıyla yapılırsa talâk niyet edildiği takdirde
"evet" sözüyle vâki olur. Sual "kaç" sözüyle yapıIırsa
talâk "bir" sözüyle vâki olur. Nitekim şart kılınması bahis mevzuu
olmaz. Bezzâziye. Bu bellenmelidir. Erkeğin iddetini bekle, rahmini temizle ve
sen birsin sözleriyle bir talâk-ı ric'î vâki olur. Velevki fazlasını niyet
etmiş olsun. Esah kavle göre bir kelimesinin i'rabına itibar yoktur.
Kalanlarıyla yani zikredilen kinâye
lâfızların geri kalanlarından "seç" sözünden başkalarıyla niyet
ettiği takdirde bir yahut iki talâk-ı bâin niyet ederse bir talâk-ı bâin vâki
olur. Çünkü tekarrur etmiş bir kaidedir ki, talâk kelimesi masdardır, sırf
adede ihtimali yoktur. Cins birliğini kasdederse üç talâk vâki olur. Onun için
cariyede ikiyi niyet sahih olur. Seç kelimesinde ise üçü niyet dahi sahih
olmaz. Kadın kendisini boşamadıkça bu kelimeyle ve emrin elinde olsun sözüyle
talâk vâki olmaz. Nitekim gelecektir. Yani zikredilen kinâye lâfızlariyle
dediğine göre: "Bazı kinâyelerle meselâ ben seni boşamaktan beriyim, senin
talâkının yolunu bıraktım. sen mutlakasın, sen filanın karısından daha
mutallakasın deyip filanın karısının boşanmış bulunması ve sen t, I, k ve
bunlara benzer ulemanın açıkladıkları kinâyelerle de ric'î talâk olur."
diye bir itiraz vârid olamaz.
İZAH
«Sual, mi edatıyla yapılırsa» yani birisi:
Sen şöyle dedin mi diye sorarsa, bu talâk suali olurmu? Cevap veren müftü:
Evet, niyet ettiyse olur der. H.
«Sual kaç sözüyle yapılırsa» yani soran
kimse: Ben şöyle dedim, kaç talâk vâki olur derse, müftü: Bir talâk vâki olur
cevabını verir. Niyetin şart olup olmadığından bahsetmez. Yani niyet ettinse
bir olur demez. H.
«Bir talâk-ı ric'î vâki olur.» Velevki
talâk-ı bâini niyet etmiş olsun. H.
«İddetini bekle...» sözüyle bir talâk-ı
ric'î vâki olur. Çünkü bu söz izmâr (kapalı konuşma) bâbındandır. Yani seni
boşadım iddetini bekle yahut iddetini bekle, çünkü seni boşadım mânâsınadır. Bu
sözü cima'da bulunduğu karısına söylerse kadın boş düşer ve iddet vâcip olur.
Cima'da bulunmadığı karısına söylerse niyetiyle amel ederek kadın boş düşer,
fakat iddet vâcip olmaz. Telvîh'de böyle denilmiştir. Tamamı Nehir'dedir.
«Rahmini temizle» sözü hakkında Bedâyi'den
naklen izahat vermiş, onun iddet kelimesinden alınarak iddet beklemekten kinâye
olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh onun hakkında da iddetini bekle cümlesi
hakkında söylediklerimiz söylenir.
«Sen birsin» cümlesinde talâkı niyet ederse
bir sözü mahzuf bir masdarın sıfatı olur. Yani sen bir talâk boşsun demek olur.
Sarîh sözle yapılan talâkın arkasından ric'at gelir. Yani talâk ric'î olur.
Masdar üçü niyete elverişli olsa da burada bir diye söylemesi üç niyet etmesine
mâni olur.
«Bir yahut iki talâk-ı bâin niyet ederse
bir talâk-ı bâin vâki olur.» Hâsılı bir veya iki talâk niyet ederse yalnız bir
talâk vâki olur. Hatta hür olan karısını bir defa boşar da sonra talâk-ı bâinle
boşayarak ikiyi niyet ederse bir talâk-ı bâin boş olur. Üçü niyet ederse üç
olur.
«Onun için cariyede ikiyi niyet sahih
olur.» Çünkü onun hakkında iki talâk cinsin tamamıdır. Yani hür kadın hakkında
üç talâk ne ise cariye hakkında iki talâk odur.
«Seç kelimesinde ise üçü niyet dahi sahih
olmaz.» Yani ondan önceki üç kelimede üç talâkı niyet sahih olmadığı gibi seç
kelimesinde de sahih olmaz. T.
«Kadın kendisini boşamodıkça» yani kocası
talâkı niyet edip yahut halin delâletiyle talâk anlaşılıp kadın da kendini
boşamadıkça talâk vâki olmaz. Çünkü bu tefvizin kinâyelerindendir. Talâkı
îkâ'ın kinâyelerinden değildir. Nitekim bundan sonraki bâbta gelecektir.
«Ben seni boşamaktan beriyim.» sözüyle
niyet bulunduğu takdirde bir talâk-ı ric'î vâki olur. Fetih. Lâkin Cevhere'de:
"Ben senin nikâhından berîyim derse niyet ettiği takdirde talâk vâki olur.
Ama ben senin talâkından berîyim derse br şey vâki olmaz. Çünkü bir şeyden
beraet etmek onu bırakmaktır." denilmiştir. Bezzâziye'de beyan edildiğine
göre ben senin talâkından beriyim sözü hakkında sahih kabul edilen kaviller
muhteliftir. Hâniyye'de bununla talâk olmadığı kesin olarak sahih kabul
edilmiş, Fetih ve Hulâsa'da se bu söz hakkında ihtlâfrivâyet olunmuştur. Fetih
sahibi: "Bence en münasib bir talâk-ı bâin vâki olmaktır. Çünkü talâktan
berî cimanın hakikatı onu yapmaktan aciz kalmayı istilzam eder ki, bu da
iddetin bitmesi veya üç talâk yahut hiç talâk yapamamak suretlerinden biriyle
kadından ayrılmaktır. Bu suretle o söz kinâye olur. Onunla talâkı niyet ederse
talâk olur ve iki nev'i ayrılığın birine sarfedllir. O da üçten aşağı olan
ayrılıktır." demiştir.
Ben derim kİ: Bu sözün muktezası bir
talâk-ı bâin vâki olmaktır. Çünkü talâkın vukuu sarih sözle değil beraet
lâfzıyladır.
«Sen filanın karısından daha mutallakasın.»
sözü kadının filan karısını boşamış sözüne cevap olarak söylemişse talâk
vâkidir. Ama diyaneten tasdik olunmaz. Çünkü halin delâleti niyet yerini tutar.
Tutmamış olsa taalâk ancak niyetle vâki olur. O halde sarih sözlerden değildir.
Onlardan sonra niyete bağlı kalmaz. Fetih sahibi bunu ta'lil ederken:
"İsm-i tafdil sarîh sözlerden değildir." demiştir.
«Karısının boşanmış bulunması» şayet
boşanmış değilse bu talâk vâki değildir. Bu kaydı Bahır sahibi zikretmiştir.
Lâkin Fetih'de sarîh bâbının başında: "O kadının boşanmış olup olmaması
fark etmez." denilmiştir.
«Sen t, I, k...» Sarih bâbında Zahîre'den
naklen arzetmiştik ki, Zahîre sahibi bu harfleri: "Açık sözden ne anlaşılırsa
bunlardan da o anlaşılır. Şu kadar var ki, bunlar sarih söz gibi
kullanılmazlar. Binaenaleyh niyete muhtaç olmak hususunda kinâye gibi
olmuşlardır." diye ta'lilde bulunmuştur.
«Ve bunlara benzer ilah...» Talâk üzerine
olsun, talâkını sana bağışladım, talâkını sana sattım - kadın bedelsiz satın
aldım demek şartıyla - talâkını al, talâkını sana ödünç verdim, Allah talâkını
diledi yahut kaza buyurdu gibi sözlerin hepsinde niyetle bir talâk-ı ric'î vâki
olur. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir Bahır'da bunlara: "Talâk senindir
veya senin üzerinedir, benim karım değilsin, ben senin kocan değilim, talâkını
sana emânet ettim." sözleri de ilave edilmiştir. Muhît'te beyan edildiğine
göre bunlarla kadının emri kendi elinde olur.
METİN
Bir adam karısına üç deta: İddetini bekle
der de birinci ilâ talâk, diğerleri ile hayız niyet ederse kazaen tasdik
olunur. Çünkü sözünün hakikatini niyet etmiştir. Diğerleri ile bir şey niyet
etmezse üç talâk vâki olur. Çünkü birinciyi niyetle hal talâka delâlet
etmiştir. Hatta yalnız ikinciyle talâkı niyet ederse iki talâk, yalnız üçüncü
ile talâkı niyet ederse bir talâk vâki olur. Hiç biriyle talâk niyet etmediyse
hiç talâk vâki olmaz. Bunun kısımları yirmi dörttür. Bunları Kemâl
zikretmiştir. Yirmidörde şu da ziyade olunur: Hepsiyle bir talâk niyet ederse
diyaneten bir talâk, kazaen üç talâk vâki olur.
İZAH
«Diğerleri ile hayız niyet ederse..» Bu
hüküm konuştuğu kadın hayız görenlerden olduğuna göredir. Kadın hayzından
kesilmiş veya küçük olursa kocası: Birinci sözümle talâk, kalanlarıyla aylarla
iddeti kasdettim dediği takdirde hüküm yine budur. Fetih.
«Çünkü birinciyi niyetle...» Fetih sahibi
diyor ki: "Bu zikredilenlerden anlaşıldığına göre talâk müzakeresi hali
sadece talâk istemeye münhasır değildir. Bu, ulemanın söyledikleri: "Talâk
müzakeresi hali kadının veya ecnebî birinin o kadının talâkını
istemesidir." sözüne muhâliftir. Bilâkis o sözden de, mücerred yeni talâk
îkâ'ından da umumîdir."
«Bunun kısımları yirmidörttür.» Ki hâsılı
şudur: Bu adam ya bütün söyledikleriyle talâk niyet etmiştir yahut birinciye
talâk veya hayız niyet etmiş başka bir şey kasdetmemiştir. Yahut yalnız ilk iki
sözle talâk kasdetmiştir veya birinci ve üçüncü sözle talâk kasdetmiştir. Yahut
ikinci ve üçüncüyle talâk, birinciyle hayız kasdetmiştir. Bu altı surette üç
talâk vâki olur. Yahut yalnız ikinciyle talâk niyet etmiştir başka bir niyeti
yoktur veya birinci ile talâk ikinci ile hayız kasdetmiştir, başka bir niyeti
yoktur. Yahut birinci ile talâk, üçüncü ile hayız kasdetmiştir, başka bir
niyeti yoktur. Yahut son iki sözüyle talâk kasdetmiştir, başka bir niyeti
yoktur. Yahut ilk iki sözüyle hayız kasdetmiştir, başka bir niyeti yoktur veya
birinci ve üçüncüyle hayız kasdetmiştir, başka niyeti yoktur. Yahut birinci ve
ikinciyle talâk, üçüncü ile hayız kasdetmiştir veya birinci ve üçüncüyle talâk,
ikinci ile hayız kasdetmiştir veya birinci ve üçüncüyle talâk, ikinci ile hayız
kasdetmiştir yahut birinci ve ikinci ile hayız, üçüncü ile talâk kasdetmiştir
yahut birinci ve üçüncü ile hayız, ikinci ile talâk kasdetmiştir. Yahut yalnız
ikinci ile hayız kasdetmiştir, başka bir niyeti yoktur. Bunlar onbir eder ki,
bu sözlerle iki talâk vâki olur. Yahut her sözüyle bir hayız veya üçüncü
sözüyle talâk veya hayız kasdedip başka bir niyeti olmaz; Yahut ikinci sözüyle talâk,
üçüncü sözüyle hayız kasdeder, başka bir niyeti yoktu. Yahut son iki sözüyle
yalnız hayız kasdeder, başka bir niyeti yoktur veya ilk sözüyle talâk ikinci ve
üçüncü sözleriyle hayız kasdeder. Bu altı kısımda bir talâk vâki olur.
Yirmidördüncüsü bütün sözleriyle hiç bir şeyi niyet etmemektir. O zaman hiç bir
şey vâki olmaz.
Kaide şudur: Bu adam biriyle talâkı niyet
edince talâk müzakeresi sabit olur. Ondan sonraki ile hayzı niyet ederse tasdik
olunur. Çünkü talâkın akabinde hayızla iddet beklemek açık bir iştir.
Sonrakiler hiç bir şey niyet etmediği iddiası tasdik olunmaz. Ama hiç bir
sözüyle talâkı niyet etmezse sahih olur. Her niyet edilenden öncekinin hükmü
böyledir. Daha önce talâkı niyet ettiği bir söz geçmemiş olmak şartıyla
söylediği sözle hayzı niyet ederse talâk vâki olur ve müzakere hali sübut
bulur. Artık onda zikredilen hüküm câridir. Ama daha önce talâk niyet ettiği
bir söz geçtiyse bunun hilâfınadır. Onunla ikincisi vâki olmaz. Nehir'de
Fetih'den naklen böyle denilmiştir. H.
Ben derim ki: Daha iyi açıklamak için biz
bu kaideyi geçen bazı suretlerde izah edelim: Birinci sözle yalnız hayzı niyet
eder de başka bir niyeti bulunmazsa üç talâk vâki olur. Çünkü birincisi ile
hayzı niyet edince bir talâk vâki olur. Zira ondan önce talâk yapılmamıştır.
İkinci ve üçüncü ile dahi hayzı niyet ederse niyeti sahih olur. Çünkü onlardan
önce birinci vâki olmuştur. Birinci ile talâk, ikinci ile hayız niyet eder de
başka bir niyeti bulunmazsa iki talâk vâki olur. Çünkü ikinci ile hayzı niyet
etmesi sahihtir. Ondan önce birinci îkâ' edilmiştir. Üçüncü ile bir şey niyet
etmeyince onunla diğer bir talâk vâki olur. Zira birincinin vâki olmasıyla
müzakere hal sübut bulmuştur. Bütün söyledikleri ile hayız niyet ederse bir
talâk vâki olur ki, o da birincidir. Çünkü ondan önce talâk îkâ'ı geçmemiştir.
İkinci ve üçüncü ile hayzı niyet etmesi sahihtir. Zira onlardan önce talâk
îkâ'ı geçmiştir. Kıyas buna göredir.
«Diyaneten bir talâk...» Çünkü sen boşsun
sözünde olduğu gibi te'kidi kasdetmiş olması ihtimali vardır. Fetih.
«Kazaen üç talâk vâki olur.» Çünkü her
sözüyle üçte bir talâkı niyet etmiştir. Talâk parçalanmayı kabul etmez.
Binaenaleyh tamamlanarak üç bütün talâk vâki olur. Bunu Muhît'ten naklen Bahır
sahibi söylemiştir. Fetih sahibi diyor ki: "Te'kid zâhirin hilâfıdır.
Biliyorsun ki kadın hâkim gibidir. Zâhiren iddiasının aksini bildiği vakit
kendisini ona teslim etmesi helâl olamaz." Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Ben bir talâk kasdettim, onunla üç hayız beklesin demek istedim şeklinde
iddiada bulunursa tasdik olunur. Çünkü ihtimallidir. Zâhir kendisini
yalanlamaktadır."
Ben derim ki: Bunun bir misli de Hâkim-i
Şehid'in Kâfî'sindedir.
METİN
Sen boşsun iddetini bekle der yahut Arabça
vav veya fa harflerinden biriyle atfederse biri niyet ettiği takdirde bir,
ikiyi niyet ettiği takdirde iki talâk vâki olur. Hiç talâk niyet etmezse vavla
atfettiğinde iki, fa ile atfettiğinde bazılarına göre bir, bazılarına göre iki
talâk vâki olur. Karısını cima'dan sonra bir defa boşar da arkacığından onu üç
yaparsa sahih olur. Nitekim ric'î talâkla boşar da karısına dönmeden onu bâin
veya üç talâka çevirirse sahihtir. Kezâ iddet içinde: «Kanma bu boşamakla bir
talâk daha lâzım getirdim." derse dediği gibi olur. Seni boşarsam o talâk
bâin olsun yahut üç olsun der de sonra boşarsa ric'î talâk meydana gelir. Çünkü
vasıf mevsuftan önce bulunmaz. Nitekim geçmişti.
İZAH
«Biri niyet ettiği takdirde bir...» Yani
iddetini bekle sözüyle her üç surette hayızla iddet beklemeyi emreder talâkı
kasdetmezse tasdik olunur. Çünkü bu bâbtaki emir talâkın akibinde zâhir
olmuştur. Nitekim yukarıda geçmişti.
«İki talâk vâki olur.» Bunların ikisi de
ric'îdir. Çünkü iddetini bekle sözüyle bâin talâk vâklolmaz. Nitekim
biliyorsun.
«Vavla atfettiğinde iki...» Hiç atıf
yapmadığı surette yine iki talâk vâki olur. Çünkü her iki surette yeni bir
emir, yeni bir cümle olur. Bu söz talâk müzakeresi halinde söylendiği için
talâka yorumlanır. Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Bazılarına göre bir talâk vâki olur.»
Muhît sahibi mezhebin bu olduğunu söyleyerek kesinlikle buna kâil olmuştur ve:
"Fa vasıf içindir." diyerek ta'lilde bulunmuştur. Yani bu emrin
hayızla iddet beklemeye yorumlanmasını ifade eder demek istemiştir.
«Bazılarına göre iki talâk vâki olur.»
Hâniyye sahibi bunu tercih etmiştir. Bunun vechi emri talâka yorumlamaktır.
Çünkü müzakere halidir. Ben derim ki: Birinci kavil daha yerindedir.
«Bir defa boşar da ilah...» Burada Zahîre
ve diğer kitabların ibâreleri şöyledir: "Karısını bir talâk-ı ric'î ile
boşar da sonra iddeti içinde: Ben bu talâkı bâin veya üç yaptım derse Ebû
Hanife'ye göre sahih olur. Bu ifade musannıfın ibâresinden daha kısa ve daha
zâhirdir. İddet içinde diye kayıtlaması iddet çıktıktan sonra kadın ecnebî
olduğu içindir. Artık ona yaptığı talâkı üçe veya bâine çevirmek elinde
değildir. Onun için şârih cima'dan sonra diye kayıdlamıştır. Zira cima'dan önce
olursa o talâkı üçe çeviremez. Kadın üçe çevirmeden iddet lâzım gelmemek üzere
bâin olup gider.
«Karısına dönmeden» diye kayıdlaması
döndükten sonra çevirirse talâkın amelî bâtıl olacağı içindir. Artık onu bâin
veya üç yapması imkânsızdır. Talâkı iddet içinde bâine çevirdiği vakit iddet
ric'î talâkı yaptığı günden başlar. Nitekim Bezzâziye sahibi bunu zikretmiştir.
Yani çevirdiği günden başlamaz. Sarîh bâbının başında Bedâyi'den naklen
arzetmiştik ki, bir talâkı üçe çevirmenin mânâsı ona iki talâk katmakla olur.
Yoksa biri üçe böler mânâsına değildir.
T E M B İ H : Bir kimse talâkı zikreder de
aded söylemezse sustuktan sonra kendisine kaç demek istedin diye soruldukta üç
defa cevabını verirse, Şeyhayn'a göre üç talâk vâki olur. İmam Muhammed buna
muhâliftir. Sorulmaz da sustuktan sonra üç defa derse bakılır: Susması nefesi
kesildiği içinse kadın üç defa boş olur. Çünkü buna muztardır. Bu susma fâsıla
sayılmaz. Aksi takdirde bir talâk boş olur. Nitekim Bezzâziye'de
belirtilmiştir. Cevhere'de şöyle denilmektedir: "Bir kimse karısına: Sen
boşsun der de sustuktan sonra kendisine kaç defa diye sorulur ve cevabını
verirse İmam Muhammed'e göre de üç talök vâki olur." "Hâniyye'de:
"Bu kavlin Ebû Hanife'ye aid olması ihtimali vardır. Zira ona göre bir
defa boşar da sonra ben onu üç yaptım derse üç olur." denilmiştir. Bundan
anlaşılır ki, boşayan kimseye: "Üçle de." denilir de o da
"üçle" derse evleviyetle vâki olur. Çünkü burada üçe çevirmek daha
zâhirdir. Bezzâziye'de şöyle denilmektedir; "Bir adam karısına: Sen bir
talâk boşsun der de kadın: Hezar cevabını verirse, o da hezar dediği takdirde
niyet ettiği olur. Aksitakdirde bir şey olmaz." Hezar: Farsça bin
demektir. Bu bizim anladığımıza aykırı değildir. Çünkü kadın kocasına talâkı
bine çevirmesini emretmemiştir. O ancak ihtimalli bir ta'rizde bulunmuştur.
Sadedinde bulunduğumuz meselede ise kendisine talâkı üçe çevirmesi emrolunmuş o
da cevap vermiştir. Cevap sualde söyleneni tezammun eder. Üstadlarımızın üstadı
Sâlhânî'nin elyazısıyla böyle tesbit edilmiştir.
Ben derim ki: Anlaşıldığına göre kadının
kocasına üçü söyle demesi o sayıyı ilk sözüne katmasını emirdir. Bu lahîk
olmaz. Nitekim kocası sustuktan sonra istenmeden bunu söylerse hüküm budur.
Evet, kadına: Sen boşsun der de kadın: Beni üçle boşa diye teklifte bulunur, o
da üçle derse bunun üçe çevirme ve yeni bir boşama olduğunda şüphe yoktur.
Çünkü isteğin cevabıdır. Allahu a'lem!
«Dediği gibi olur.» Yani birinci surette üç
talâk, ikincide iki talâk vâki olur. Nitekim Hâniyye ile Bezzâziye'de
bildirilmiştir. Bu izaha göre birinci boşamaya iki talâk, ikincidekine bir
talâk katmış olur.
«Nitekim geçmişti.» Yani cima edilmeyen
kadının talâkından az önce geçmişti. H. Şârih: "Hayırla!" sözüyle
orada tâlikler meselesinde Bahır sahibiyle geçen bahse işaret etmiştir.
METİN
Sârih talâk sarîha ve iddet şartıyla bâin
talâka lahîk olur. Bâin talâk ise sarîha lahîk olur, baine lahîk olmaz.
Sarihtan murad niyete muhtaç olmayan talâktır. Bâin olsun, ric'î olsun fark
etmez. Fetih. Üç talâk dahi sarîhtan sayılır. Ve her iki nev'i talâka lahîk
olur. Mal şartıyla talâk dahi öyledir. Binaenaleyh ric'î talâka lahîk olur,
malı vermesi i'cab eder. Bâine de lahîk olur, fakat talâk vâki olsa da mal
lâzım gelmez. Nitekim Hulâsa'da beyan edilmiştir. Şu halde meşhur kavle göre
bunda mu'teber olan mânâ değil lâfızdır.
İZAH
«Sarîh talâk sarîha lahîk olur.» Misâli
karısına: Sen boşsun dedikten sonra bir daha sen boşsun demektir. Yahut
karısını mal şartıyla boşamasıdır. İkinci sarîh sözde o sözle ric'î veya bâin
talâk vâki olmasının bir farkı yoktur.
«Bâin talâka lahîk olur.» Misâli karısına:
Sen bâinsin dedikten veya mal şartıyla hul' yaptıktan sonra sen boşsun yahut bu
boştur demesidir. Bunu Bahır sahibi Bezzâziye'den nakletmiş, sonra şunları
söylemiştir: "Sarîh talâk bâine lahîk olunca o da bâin olur. Çünkü evvelki
talâkın bâin oluşu ric'ata (karısına dönmeye) mânidir. Nitekim Hulâsa'da
belirtilmiştir. Bâine lahîk olan sarîhi kadına onunla hitap ve işaret ederse
diye kaydetdik. Bu; benim her karım boş olsun sözünden ihtiraz içindir. Çünkü
hul' yaptığı karısına vâki değildir ilah..." Bunu şârih:
"Bezzâziye'deki şu ifade müstesnadır..." diyerek zikredecektir. Bu
hususta sözgelecektir.
«İddet şartıyla...» Bu şart ilhakın bütün
suretlerinde mutlaka lâzımdır. Onu en sonra söylese daha iyi olurdu. H.
«Sarîhten murad niyete muhtaç olmayan
talâktır.» Buradan başlayarak "meşhur kavle göre" sözüne kadar olan
kısmı "Bâin sarîha lahîk olur." cümlesinden önce zikretmek gerekirdi.
Çünkü bunların hepsi ilk cümlenin müteallakatındandır. Yani "Sarîh sarîha
ve bâine lahîk olur." cümlesine teallûk ederler. Bir de ikinci cümledeki
sarîhtan murad hassaten talâk-ı ric'îdir. Nitekim az sonra göreceksin. Yani
buradaki sarîhtan murad sözün hakikatıdır. Onun hususi bir nev'i değildir.
Hususi bir nev'i yalnız talâk-ı ric'î yapmaya yarayan sözdür. Buradaki ise daha
umumidir.
Kinâyeye gelince: onun: İddedini bekle,
rahmini temizle, sen birsin ve bunlara mülhak talâk-ı ric'î ifade eden sözleri
zâhir rivayete göre niyet şartıyla bâine mülhak olurlarsa da, bunlarla ric'î
talâk vâki olduğu için sarîh mânâsındadırlar. Nitekim Bedâyi'de bildirilmiştir.
Yani bunlar bâine lahîk olma hükmünde sarîha mülhak sözlerdir. Bunu Bahır
sahibi söylemiştir. Minah'da ise şöyle denilmiştir: "Bu sözlerin sahih
olması izmâr (kapalılık) suretiyledir. Zira sen birsin sözünün manâsı sen bir
talâkla boşsun demektir. Bu suretle hüküm sarîha verilmiş olur. Lâkin bu
kapalılık sâbit olmak için mutlaka niyet lâzımdır." Böylece Minah sahibi
bunların sarîh hükmünde olmasının vechini anlatmış oluyor ki, o da kapalı
olmalarıdır. Talâkın îkâ'ı ise söylenen sözün kendiyle değil kapalı olanladır.
Lâkin sübutu kapalı olduğu için niyete bağlı kalmıştır. Niyetle sâbit olduktan
sonra artık niyete muhtaç değildir.
Halebî diyor ki: "Şöyle bir itiraz
vârid olamaz: Müftâbih kavle göre sen bana haramsın sözü niyete bağlı değildir.
Halbuki bu söz bâine lahik değildir. Bâin de ona lahîk değildir. Çünkü kendisi
bâindir. İtiraz vârid olamaması onun niyete bağlı kalmaması ârizî bir sebeple
olduğundandır. Asıl vaz'ı itibariyle değildir."
«Bâin olsun, ric'î olsun fark etmez.» Sarih
faslının başında Bedayi'den naklettiğimiz şu ifade dahi bunu te'yid eder:
"Sarîh; biri sarîh ric'î, diğeri sarîh bâin olmak üzere iki nev'idir. O
zaman talâk-ı ric'î ile mal şartıyla talâk da sarîhda dahildir." Kezâ
zifaf olmayan kadının talâkı faslından önce geçen şu ibâre dahi bunu te'yid
eder: "Kendileriyle talâk-ı bâin vâki olan sarîh sözlerden bazıları da:
Sen bâin talâkla boşsun, elbette boşsun, en çirkin talâkla boşsun, şeytan
talâkıyla boşsun, uzun talâkla veya geniş talâkla boşsun ilah... gibi
sözlerdir. Bunların hepsi sarîh olup niyete bağlı değildirler. Bunlarla bâin talâk
vâki olur ve hem sarîhe, hem bâine katılır." Hulâsa'da şöyle denilmiştir:
"Sarîh bâine lahîk olur. Velevki ric'î olmasın. Şu da var ki, Mes'ûdî
Şerhi Mansûrî'de bildirildiğine göre hul' yapılan kadına sarîh talâk lahîk
olabilir. Yeter ki iddeti içinde bulunsun, iddetini bekle gibi sarîh hükmünde
bulunan kinâyeyedahi sarîh talâk lahîk olur. Mansûrî daha sonra şunları
söylemiştir: "Kinâyeler ve bâin talâklar hul' yapılan kadına lahik
olmazlar. Talâk ric'î ise kadına kinâye lâfızlar lahîk olur. Çünkü nikâh milki
bâkîdir. Ikdü'l-Ferâid sahibi bunun Fetih'deki ifadeyi te'yid ettiğini
söylemiştir." Nehir sahibi bu ifadeyi nakil ve ikrar etmiştir.
Ben derim ki: Mansûrî'nin kinâyeler ve bâin
talâklar sözündeki (ve) edatı nâsih tarafından ziyade edilmiştir. Yani hükümsüzdür,
Mansûrî'nin muradı daha önce zikrettiği ric'î kinâyelerin mukabilinde bâin
kinâyeleri zikretmektir. Bililyorsun ki kinâye lâfzı ile olmayan bâin talâklar
mülhak olan sarih kısmındandır. Aksi takdirde Fetih sahibinin sözünü teyid
değil ona zıd olur.
«Üç talâk dahi sarîhtan sayılır ilah...» Ve
hem sarîha, hem bâine mülhak olur. Bir adam karısını bâin talâkla boşadıktan
sonra iddeti içinde üç defa daha boşasa vâki olur. Bu Halep'te vâki olmuştur.
Fethü'l-Kadir sahibi diyor ki; "Hak olan lahîk olmasıdır. Biliyorsun ki
sarih bâine mülhak olur. Velevki kendisi bâin olsun. Lahîk olmayan bâinden
murad kinâyedir." Talebesi İbn-i Şihne dahi Ikdü'l-Ferâid adlı kitabında
ona tâbi olduğu gibi Bahır, Nehir ve Minah sahibleriyle Makdisî, Şürunbulâlî ve
diğer ulema da tâbi olmuşlardır. Az yukarıda Hulâsa'dan naklettiğimizin
açıkçası budur. Bunu Dürer ve Gurer sahibi de te'yid etmiştir. Nitekim az
ileride zikredeceğiz. Üç talâk vâki değildir sözünü tercih eden buna
muhalefette bulunmuştur. Zira o söz meşhurun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.
«Mal şartıyla talâk dahi öyledir.» Yani o
da sarîhtendir. Velevki vuku bulan talâk bâin olsun.
«Fakat talâk lâzım olsa da mal lâzım
gelmez.» Yani kadını bâin talâkla boşadıktan sonra iddeti içinde mal
karşılığında boşasa ikinci talâk da vâki olur. Ama kadının mal vermesi
gerekmez. Çünkü mal vermek kurtulmak içindir. Bu hâsıl olmuştur. Nitekim
Bezzâziye'den naklen Bahır'da bildirilmiştir. Yani bundan önceki bunun
hilâfınadır. Zira karısını talâk-ı ric'î ile boşarsa kurtuluş iddetin bitmesine
bağlı kalır. O talâktan sonra kadını iddeti içinde mal karşılığında boşarsa
malı vermesi lâzım gelir. Çünkü kocasından o anda bâin olmuştur. Bahır sahibi
şöyle demiştir: "Sonra bilmelisin ki meselemizde mal vermek lâzım gelmese
de talâk vâki olmak için onun kabulü mutlaka lâzımdır. Çünkü sen bin dirhem
vermek şartıyla boşsun sözü kadının talâkını kabule tâliktir. Binaenaleyh şart
bulunmadıkça vâki olmaz. Nitekim Bezzâziye'de belirtilmiştir. Şu halde burada
sarîhte mu'teber olan lâfızdır. Yani sarîh lâfızlarından olmasıdır. Velevki
onunla bâin talâk meydana gelsin. Lâfızdan murad kapalı sözlere de şâmildir.
Nitekim evvelce geçtiği vecihle ric'î talâk ifade eden kinâyeler de
öyledir."
«Meşhur kavle göre...» sözü bazılarının
Halep vak'asındaki sözlerini yani "Üç talâk vâki olmaz. Çünkü mânâ
itibariyle bu söz bâindir. Bâin bâine lahîk olmaz. Mânâya itibar lâfzaitibardan
evlâdır." ifadesini reddetmektedir. Onlar bu sözün esah olarak müftâbih
sayıldığını söylemişlerdir. Bunu musannıf da ifade etmiştir.
Ben derim ki: Zâhidî'nin Hâvî'sinde
Necmüddin'in Esrar'ına nisbet edilerek şöyle denilmiştir: "Bir kimse
karısına: Sen bâinsin dedikten sonra iddet içinde sen üç defa boşsun dese, Ebû
Hanife'ye göre üç talâk vâki olmaz. Çünkü bu üç talâk mânâ itibariyle ağır
beynûnettir. İmameyn'e göre üç talâk vâki olur. Çünkü lâfız itibariyle
sarîhtir. Esah olan Ebû Hanife'nin kavlidir. Zira itibar lâfza değil
mânâyadır." Sonra Hâvî sahibi bu sözün bir mislini de Ûyûn şerhine nisbet
etmiştir. Sonra daha başka bir kitaba nisbetle şöyle demiştir: "İmam
Muhammed'e göre üç talâk vâki olmaz. Fetva onun kavline göredir. Bunun bir
misli de Üstürişnî'nin Fusul'ündedir." Musannıf Minah'da bu sözün reddini
üzerine almıştır. Şürunbulâliyye sahibi de ondan naklederek ikrarda bulunmuştur.
Tekerrür etmiştir ki, Zâhidî zayıf rivâyetleri nakleder. Onun yalnız başına
naklettiği rivâyetlere tâbi oIunmaz. Hulâsa, Bezzâziye ve diğer kitablarda onun
söylediğine muhâlif nakiller bulunmuştur. Nitekim yukarıda arzettik.
Dürer ile Ya'kubiyye'de dahi az ileride
beyan edeceğimiz vecihle onun hilâfına istidlalde bulunulmuştur. Bizim tâbi
olmamız için Fethü'l Kadir sahibinin söylediği kâfidir. Ondan sonra gelenler de
ona tâbi olmuşlardır. Onun için şârih de ona itimad etmiş, onu meşhur saymıştır.
Buna şu da kesinlikle delâlet eder ki, o adam karısını boşar da sonra hul'
yapar ve iddet içinde: Sen boşsun derse bu söz de lâfzan sarîh, mânen bâindir.
Ama kesin olarak talâk vâkidir. Ulema sarîh talâkın bâine lahîk olacağına Teâlâ
Hazretlerinin: "Kadının fidye vermesinde karı-kocanın ikisine de bir günâh
yoktur." âyet-i kerîmesiyle istidlal etmişlerdir. Bu âyetten murad
hul'dur. Bundan sonra Teâlâ Hazretleri: "Kadını yine boşarsa artık başka
kocaya varmadıkça o adama helâl olmaz." buyurmuştur. Cümleyi fa harfiyle
bağlamıştır. Fa takib içindir. Fetih sahibi: "Hul'dan sonra üç talâkın
vâki olacağına nass budur." diyor. Bu sözün bir misli de Telvîh'den naklen
Dürer'dedir.
Hayreddin-i Remlî Hâşiyelerinde şu ifade
vardır: "Müştemi'lü'l-Ahkâm'da beyan edildiğine göre bâin bâine lahîk
olmaz. Yani lâfzan bâin demek istiyor. Manevî bâin ise lâfzî bâine mülhak olur.
Üç talâk böyledir. Bu Mebsûttan nakledilmiştir."
«Bâin talâk bâine lahîk olmaz.» Lahîk
olmayan bâinden murad kinâye lâfzıyla olandır. Çünkü talâk yapmakta zâhir
olmayan budur. Fetih'de de böyle denilmiştir. Lahîk olmayan diye kayıdlaması
ilk zikir ettiği bâinin kinâye ve sarîh lâfızlara eam ve şâmil olduğuna işaret
içindir. Sarîh, mal şartıyla boşamak gibi beynûnet ifade eden sözdür. O zaman
ikinci cümledeki yani "Bâin sarîha lahîk olur, bâine lahîk olmaz."
cümlesindeki sarîhten murad sadece ric'î sarîhtir, bâin sarîh değildir. Bununla
anlaşılır ki, şârihin evvela Fetih'tennaklettiği: "Sarîh niyete muhtaç
olmayan sözdür. Bu sözle vâki olan talâk bâin veya ric'î imiş fark etmez."
ifadesi birinci cümledeki sarîha mahsustur. Yani "Sarîh sarîha ve bâine
lahîktir." ifadesine mahsustur. Nitekim Fethü'l-Kadir'in burada
zikrettiğimiz ifadesi de bunu gösterir.
Buna şu iki fer'î mesele de detâlet eder:
Birincisi Kınye'de Özcendî'den naklen zikredilmiştir ki şudur: "Bir adam
karısını bin dirhem vermesi şartıyla boşar da kadın bunu kabul ederse, sonra
kadına iddeti içinde sen bâinsin derse talâk vâki olmaz." İkincisi
Hulâsa'da olup hul'un altıncı cinsindendir ve şudur: "Kadını mal
karşılığında boşar da sonra ona iddeti içinde hul' yaparsa sahih olmaz."
Bu da bizim söylediğimiz mânâda açıktır. Bununla Bahır sahibinin söylediği,
Nehir sahibinin de kendisine uyduğu istişkâl meselesi sâkıt olur. Bahır sahibi kendi
anladığına göre bu iki fer'î meseleyi müşkil görmüş, sarîhten murad sarîh bâine
şâmil olan sözdür diyerek ulemanın mal vermek şartıyla kadın boşamayı sarîh
kabîlinden saydıklarını, bâin sarîha lahîk olur dediklerini, binaenaleyh
birinci fer'î meselede talâkın vuku bulması gerektiğini, ikinci meselede de
hul'un sahih olmasını ileri sürmüş, sonra şunları söylemiştir: "Hul' sahih
değildir demekten muradın mal lâzım gelmez mânâsına alınmasından başka
kurtuluşa çare yoktur. Buna delil Hulâsa sahibinin bunun aksini açıklamasıdır
ki, o da şudur: Kadını hul'dan sonra mal karşılığında boşadığı zaman talâk vâki
olur. Ama mal vermesi icab etmez. Tabii bunların aralarında fark yoktur."
Ben derim ki: Böyle bir zâtın bu sözleri
söylemesi şaşılacak şeydir. Evvela ikinci cümledeki sarîhten murad yalnız ric'î
talâktır. Birinci cümledeki sarîh bunun hilâfınadır. Bu izaha göre iki fer'î
mesele arasında asla işkâl yoktur. Bilâkis her ikisi bizim söylediklerimize
delildir.
İkincisi: Onun kurtuluşa çare dediği pek
uzak bir ihtimaldir. Bilâkis kurtuluşa çare bizim söylediklerimizdir.
Üçüncüsü: Bu fer'î mesele ile aksinin
arasında fark bulunmadığını iddia etmesi son derece kapalıdır. Çünkü aralarında
açık fark yardır. Kadını hul'dan sonra mal mukabilinde boşarsa mal vermesi icab
etmez. Çünkü mal vermek o adamın elinden kurtulmak içindir. Bu ise yukarıda
beyan ettiğimiz gibi hâsıl olmuştur. Hul'dan önce mal mukabilinde boşarsa malın
sâkıt olmasının hiç bir vechi yoktur. Çünkü malı vermeden yapılan talâkla o
adamın elinden kurtuluş hâsıl olamaz. Bilâkis iddetin bitmesine bağlı kalır. Şu
halde mal vermekle matlub hâsıl oldu demektir. Mal vermekle matlub tehakkuk
ettikten sonra bu iç ârız olan hul' ile bâtıl olmaz. Bilâkis bizzat hul' bâtıl
olur. Çünkü kurtuluş hul'dan önce hâsıl olmuştur. Artık hul'un bir faydası
kalmaz. Birçok zevatın ayaklarının kaydığı bu makamı izah hususunda bana zâhir
olan budur. Bunu ganimet bil! Çünkü bu, Allahu Zülcelal'in yardımıyla bu kitaba
mahsus olan şeyler cümlesindendir.
Sonra Sadru'ş-Şeria üzerine yazılmış Ya'kubiyye
hâşiyelerinde şunu gördüm: "Bir deulemanın sarîh olmayan bâin sarîha lahîk
olur, sözleri mutlak bırakılmamak gerekir. Çünkü bâin olan sarîha lahîk olmaz.
Birinci cümleden haber olmak ihtimali vardır. Nitekim gizli değildir. Meğerki
iki bâinin arasında fark olduğu iddia edilsin. O zaman biri ile digerinden
haber vermek sahih olmaz." Bu, Allah'a hamdolsun benim anladığımın tâ
kendisidir. Yani ikinci cümledeki sarîhtan murad sadece ric'î sarîhtir.
Ya'kubiyye'nin: "Meğerki iki bâinin
arasında fark olduğu iddia edilsin." sözüne gelince: Evvela yaptığımız
izahattan anladın k,. bunların arasında fark yoktur. Bu hususta hiç bir anlayış
sahibinin şüphesi yoktur. Allahu a'lem.
METİN
Bâinin bâine lahîk olamaması ikincinin
birinciden haber yapılması mümkün olduğu vakittir. Meselâ: Sen bâinsin bâinsin
yahut seni bir talâkla bâin kıldım demesi böyledir, talâk vâki olmaz. Çünkü
ihbardır. Bunu inşâ saymak için bir zaruret yoktur. Seni diğer bir bâinle
ayırdım yahut sen boşsun bâinsin veya ben büyük beynûneti niyet ettim demesi
bunun hilâfınadır. Çünkü ikinci sözü ihbara yorumlamak imkânsızdır. Binaenaleyh
inşâ sayılır. Onun için de muallak dediği şeklide vâki olur.
İZAH
«İkincinin birinciden haber yapılması
mümkün olduğu vakittir.» Bahır sahibi diyor ki: "Erkek karısını talâk-ı
bâinle boşar da sonra ikinci bir talâkı niyet ederek ona: Sen bâinsin derse
niyetine göre ikinci talâkın vâki olması gerekir. Çünkü talâkı niyet etmekle o
söz haber olmaya yaramaz. Bu adam: Seni başka bir talâkla bâin kıldım demiş
gibi olur. Meğer ki şöyle denilsin: Talâkın vukuu ancak ona elverişli bir sözle
olur. O da başka sözüdür. Mücerred niyet etmesi bunun hilâfınadır." Burada
şöyle denilebilir: İkinci söz elverişlidir. Hatta elverişli sözü "onun
için muayyendir" tâbiriyle değiştirilse daha zâhir olur. T.
Ben derim ki: Ulemanın imkân tâbirini
kullanmaları ve: "İkinci sözü birinciden haber yapmak mümkünse onu inşâ
saymaya hâcet yoktur." demeleri bahsi aslından def eder. Çünkü bu söz sen
bâinsin sözüne uygundur. Şu da var ki bâin ancak niyetle vâki olur. Binaenaleyh
ulemanın: "Bâin bâine lahîk olmaz." sözlerindeki bâinden muradın
niyet edilen bâin olduğunda şüphe yoktur. Çünkü niyet edilmeyenle aslâ talâk
vâki olmaz. Ulema bununla birinci talâkı niyet etmesini şart koşmamışlardır. Şu
halde anlaşılıyor ki "Mümkün olduğu vakittir ilah..." sözleri haber
yapmak mümkün olmadığı suretten ihtiraz içindir. Nitekim seni başka bir talâkla
bâin kıldım sözünde haber yapmak mümkün değildir. Başka bir talâkı niyet
etmesinden ihtiraz değildir.
«İddetini bekle, iddetini bekle demesine
gelince.» Bu evvelce geçtiği vecihle sarîha mülhaktır. Binaenaleyh buradakine
aykırı değildir. Ulema onunla mükerrer talâk vâkiolduğunu söylemişlerdir.
«Sen bâinsin bâinsin.» ifadesi bazı
nüshalarda böyle mükerrerdir. Bazılarında ise tekrarsız olarak "sen
bâinsin gibi" denilmiştir. En doğrusu budur. Çünkü maksad talâk-ı bâinle
boşanmış bir kadına talâk-ı bâin yapmayı temsildir. Şu da var ki Tahtâvî'nin
dediği gibi murad nahvin haberi değildir. Bilâkis ilk defa ağızdan çıkanı haber
vermektir. Hem bu bir mecliste olması lâzım îhamını verir. Halbuki bu lâzım
değildir.
«Seni bir talâkla bâin kıldım.» cümlesi
ikinci bâinin üzerine atfedilmiştir. H. Şârih bununla iki sözün bir olması şart
kılınmadığına işaret etmiştir. Binaenaleyh birincisinin bâin kinâye yahut hul'
veya mal karşılığında ise sarîh talâk sözü yahut bâin olduğunu bildiren bir
sıfatla mevsuf olması hallerine şâmildir. Nitekim evvelce yaptığımız izahattan
anlaşılmıştır. Yeterki ikinci hul' ve benzeri gibi niyete bağlı bâin
kinâyelerden olsun. Bu: Sen haramsın sözünde olduğu gibi aslı itibariyle de
olabilir. Ric'î talâk ifade eden kinâyeler bunun hilâfınadır. Çünkü onlar sarîh
hükmündedirler ve evvelce geçtiği vecihle bâine lahîk olurlar.
«Talâk vâki olmaz.» Yani niyet etse bile
olmaz. Çünkü Bahır'da Hâvî'den naklen bildirildiğine göre talâkın kinâyeleriyle
niyet etse bile bir şey vâki olmaz. T.
«Çünkü ihbardır.» Yani ihbar sayılır. Zira
ihbar saymak mümkündür. Seni diğer bir bâinle ayırdım.» Yani kadını evvelâ bâin
talâkla boşar da sonra iddeti içinde: Seni başka bir talâkla ayırdım derse
talâk vâki olur. Çünkü başka sözü birinciden haber yapmaya elverişli değildir.
«Yahul sen boşsun bâinsin demesi bunun
hilâfınadır» Çünkü talâkın vukuu sen boşsun sözüyledir. Bu söz sarîhtir. Bâin
sözü hükümsüz kalır. Çünkü ona hâcet yoktur. Bâinden sonra söylenen sarîh talâk
sözü bâin olur. Bahır sahibinin Menâr şerhinde böyle denilmiştir. Bu Bahır
sahibinin Zahîre'den naklettiği ifadeyi işarettir. Orada bu sözle bâin olarak
boşanan bir kadına seni bir talâkla bâin kıldım demesi arasında fark
yapılmıştır. Şöyle ki: Bâin sözünü hükümsüz bırakırsak boşsun sözü kalır ki,
onunla talâk vâki olur. Seni bâin kıldım sözünü hükümsüz bırakırsak bir talâkla
sözü kalır ki, bu bir şey ifade etmez.
Ben derim ki: Lâkin bu izaha göre cima'
edilmeyen kadının talâkı bâbında arzettiğimiz: "Talâk ne zaman bir sayı
ile kayıdlanır veya vasıfla yahut masdarla vasıflanırsa vukuu o kayıdla olur.
Hatta sen boşsun der de üç sözünü söylemeden yahut bâin diyemeden kadın ölürse
talâk vâki olmaz." ifadesi müşkil kalır. Bu ifade ulemanın burada vasfı
hükümsüz bırakmak için ittifak etmelerine aykırıdır. Meğer ki şöyle cevap
verilmiş olsun: Burada onunla talâk vâki olmasının mu'teber sayılması sahih
değildir. Çünkü ondan önce beynunet geçmiştir. Bir de burada bâin vasıflanması
bile sarîhle vâki olur. Binaenaleyh az yukarıda gördüğün gibi vasfı hükümsüz
bırakmak teayyün eder. Burada başka bir işkâl kalır ki cevabıyla birlikte
Bahır'da zikredilmiştir.
«Veya ben büyük beynuneti niyet ettim
demesi bunun hilâfınadır.» Yani ikinci bâin sözüyle ben büyük beynuneti niyet
ettim derse bu talâk sayılır. Büyük beynunetten murad ağır hörmettir ki, ondan
sonra başka kocaya varmadıkça kadın ilk kocasına helâl olamaz. Mutemed olan kavil
budur. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir, Bazıları talâk vâki olmadığını
söylemiş: "Çünkü ağır kelimesi beynunetin sıfatıdır. Asıl beynunet
hakkında niyet hükümsüz kalınca vasfını isbat hakkında da hükümsüz kalır.
Muhît. Bu beynunet niyetinin hükümsüzlüğü hususunda açıktır." demişlerdir.
Bu ifadenin bir misli de biraz yukarıda Hâvî'den naklettiğimlizdir. Binaenaleyh
başka bir beynuneti niyet sahih değildir. Bahır sahibinin incelemesi bunun
hilâfınadır. Nitekim geçmişti. Dürer'de şöyle denilmiştir! "Ben derim ki
Bu kesin olarak şunu gösterir: Bir adam karısını bâin olarak boşar da sonra
iddet içinde: Sen üç defa boşsun derse üç talâk vâki olur. Çünkü galîz hörmet
üçü zikretmeden mücerred niyetle sâbit olunca, üçü açıkca söyIediği zaman sâbit
olması evleviyette kalır." Tamamı Dürer'de ve benzeri Ya'kubiyye'dedir.
METİN
Ancak bâin müneccez olan bâinden önce şarta
tâlik edilir veya muzaf olursa o zaman lahîk olur. Meselâ şu haneye girersen
sen bâinsin sözünü niyet ederek söyler de sonra kadını talâk-ı bâinle boşar ve
kadın haneye girerse ikinci defa bâin olur. Çünkü bu söz ihbar olmaya elverişli
değildir. Muzaf da bunun gibidir. Meselâ: Sen yarın bâinsin der de sonra
talâk-ı bâinle boşarsa, yarın geldiğinde bir talâk daha vâki olur. Bahır'da
Vehbâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: "Sen bâinsin sözü muallak olsun,
müneccez olsun kinayedir ve niyete muhtaçtır. Şu haneye girersen sen bâinsin
dedikten sonra. Zeyd'le konuşursan sen bâinsin der de kadın o haneye girer ve
talâk-ı bâinle boş olursa, sonra Zeyd'le konuştuğunda bir talâk daha boş düşer.
Zahire.
"Bezzâziye'de de şu ibâre vardır:
"Şu işi yaparsam Allah'ın helâlı bana haram olsun der, sonra başka biri
için aynı sözü söyler de ikiden birini yaparsa kadın bâin olur. Kezâ ikincisini
yaparsa en uygun kavle göre yine boş düşer. Bellenmelidir. Musannıfın müneccez
olan bâinden önce diye kayıdlaması şundandır: Evvela kadını talâk-ı bâinle
boşar da sonra bâini izafe eder veya tâlik yaparsa, tencizi sahih olmadığı gibi
bu da sahih olmaz. Bedâyi.
İZAH
«Şarta tâlik edilir ilah...» cümlesi
karısıno îlâ yapıp dört ay geçmeden talâk-ı bâinle boşamasına, sonra kadına
yaklaşmadan müddet geçmesine yahut iddet içinde dört ayın geçmesi haline
şâmildir. Zira bu talâk vâkidir. İmam Züfer buna muhâliftir. Bahır.
«Müneccez olan bâinden önce...» Buradaki
öncelikte neden ihtiraz ettiğini şârih az ileride söyleyecektir. İkinci talâkın
müneccez (yürürlükte) olması kayıd değildir. Birinci muallakvuku bulmazdan önce
onu tâlik etse hüküm yine böyledir. Nitekim şârih bunu da anlatacaktır.
«Niyet ederek...» Çünkü kinâyedir. Kinâyede
mutlaka niyet lâzımdır.
«İhbar olmaya elverişli değildir.» Yani
tâlik daha önce yapılmıştır. Binaenaleyh ondan haber vermeye elverişli
değildir. İzafet de öyledir. H.
«Muzaf da bunun gibidir.» Evfa olan muzafın
misâli demektir. Çünkü hükümde mumaselet yukarıda geçen "yahut muzaf
olarak" sözünden anlaşılmıştır. T.
«Şu haneye girersen ilah...» cümlesi her
iki talâkın muallak olmasını beyandır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
«Kadın o haneye girer ve talâk-ı bâinle boş
olursa» cümlesindeki atıf edatıyla şârih, ikinci tâlikin mutlaka birincisinin
şartı bulunmadan önce yapılması lâzım geldiğine işaret etmiştir. Çünkü kadın
eve girerek boş olur da kocası ondan sonra Zeyd'le konuşursan ilah... derse,
kadın konuştuğunda talâk vâki olmaz. Çünkü birincinin şartı ikinciyi tâlik
etmeden bulunduğu için müneccez olur. Muallak talâk ancak müneccez olan meydana
gelmeden önce tâlik edilirse lahîk olur. Nitekim bunu metinden anlamış
bulunuyorsun. Zira adamın ikinci defa sen bâinsin sözü evvela beynunetin sâbit
olmasına sâdıktır. Binaenaleyh ikinci söz birinciye haber olabilir. Bununla
burada: "Şârihin sözü ikinci tâlik birincinin şartı bulunduktan sonraya
da, evvele de şâmildir." diye yapılan itiraz sâkıt olur. Yine bu
muterizin: "İkinciyi birinciye haber yapmanın imkânsızlığı muallak ile
muzafta da mevcuddur. İster tâlik veya izafet tencizden önce olsun, ister sonra
olsun. Binaenaleyh fark olmamak icab eder. Velevki ulemanın sözleri müneccez
talâkı icab etmezden önce şarttır diye ittifak halinde olsun" şeklindeki
itirazı sâkıttır. Zira müneccez talâktan sonra yapılan tâliktaki ikinci
beynunet evvel sâbit olan müneccez talâktan haber olabilir. Ondan önceki bunun
hilâfınadır. Binaenaleyh vecih ulemanın söyledikleridir.
«Sonra Zeyd'le konuştugunda bir talâk daha
boş düşer.» Kadın bunun aksini yapsa yani evvela Zeyd'le konuşarak sonra haneye
girse zâhire göre hüküm yine böyledir. Zira illet mevcuddur. O adamın her iki
tâliki yaptığı anda kadın boş değildir. H.
«Kezâ ikincisini yaparsa» sözüyle şârih
diğerini kasdetmiştir, tertibi kasdetmemiştir. Buna delil ikiden birini
demesidir. H.
METİN
Bezzâziye'nin şu sözü müstesnadır:
"Benim her karım boş olsun derse hul' yaptığı kadına talâk vâki olmaz. Şu
işi yaparsam karım şöyle olsun derse talâk-ı bâin iddeti bekleyen karısı boş
düşmez." Bunların hepsini şu beytler toplar: "Hepsini yürürlüğe koy.
Yalnız misliyle beraber bâini koyma. Meğerki onu önceden tâlik etmiş olasın.
Yalnız hul' yaptığı her kadınmüstesna, Hul'dan sonra sarîhi ilhak et."
İZAH
«Müstesnadır ilah...» Yani ulemanın:
"Sarih talâk bâine lahîk olur." sözünden müstesnadır. Biliyorsun ki
bu iki surette talâkın vâki olmaması kadın sözü bâin iddeti bekleyene şâmil
olmadığı içindir. Hatta kadın sözünü anmazsa talâk vâki olur. Nehir sahibi
diyor ki: "Mesûdî şerhi Mansûri'de bildirildiğine göre hul' yapılmış
kadına iddet beklerken sarîh talâk lahîk olur." H. Bunun hâsılı şudur:
Talâk vâki olmaması her vecihle karısı olmadığı içindir. O kadına bu adamın
muhteliası ve mubânesi denilir. Velevki nikâhın eseri olan iddet bâki olsun.
Hatta kadına hitap veya işaretle izafe ederse sarîh talâk lahîk olur. Kezâ
talâkla kadını niyet ederse hüküm yine budur. Nitekim bunu Hâkim Kâfî'sinde
açıklamıştır. Bir misli de Zahîre'dedir. Orada şöyle denilmiştir: "Benim
her karım ifadesinde hul' ve îlâ suretiyle kendisinden ayrılan karısı dahil
değildir. Meğerki onu tâyin etsin. Yani niyet etmezse o kadın ecnebî hükmünde
olur. Ona bu adamın karısı denilmez.
Onun içindir ki Zâhîdî'nin Hâvî'sinde şöyle
denilmiştir: "Bir adam karısına: Sen bir defa boşsun der de sonra: Eğer
benim karımsan sen üç defa boşsun derse, ilk talâk bâin olduğu takdirde
ikincisi vâki olmaz. İlk talâk ric'î ise ikincisi vâki olur." Lâkin bu
izaha göre Bahır sahibinin Muhît'ten naklen tâlik bâbındaki şu sözü müşkil
kalır: "Bir adam karısının şu haneden çıkmamasına yemin eder de
arkacığından kadını boşar ve iddeti bittikten sonra kadın çıkarsa yemini
bozulur. Kezâ bu adam: Ben karımı öpersem kölem hür olsun der de bâin olarak
boşadıktan sonra öperse hüküm yine budur. Çünkü izafet takyid için değil tarif
içindir." Yani üzerine yemin ettiği kadının zâtını tâyin içindir. Yoksa
onun kendi karısı olduğunu kayıdlamak için değildir. Kadın sözü beynunetten ve
iddet bittikten sonra halen o kadına şâmil olursa iddet devam ettiği müddetçe
evleviyetle meselemizde olduğu gibidir. Şöyle de cevap verilebilir: Muallakta
mu'teber olan şartın vücudu hali değil tâlik halidir. Talâkı tâlik ederken ise
kadın her vecihte onun karısı idi. Onun için müneccez olan bâin meydana
gelmeden önce muallak bâin vâki olur. Nasılki yukarıda geçti. Bu meseleyi
inşaallah tâlik bâbında: "Milkin elden gitmesi yemini ibtal
etmez."dediği yerde tahkîk edeceğiz.
«Bunların hepsini» yani lahîk olan
suretleri ve müstesnatarını şu beytler toplar. T.
«Yalnız misliyle beraber bâini koyma.»
Buradaki beraber kelimesi sonra mânâsına kullanılmıştır. Yani kendi mislinden
sonra gelen bâini yürürlüge koyma demektir. Buradaki atıf mânâ itibariyle
istisna gibidir. Sanki şöyle demiştir: "Hepsini yürürlüğe koy. Yalnız
kendi mislinden sonra gelen bâini yürürlüğe koyma!"
«Meğerki onu önceden tâlik etmiş olasın.»
cümlesi istisna mesabesindeki atıftan istisnadır. Yani bâinden sonra bâine
cevaz verme. Meğerki mislinden sonra gelen bâini ondan önce tâlik yapmış
olasın. Beyttekt ta'kîd gözden kaçmamaktadır.
«Yalnız hul' yaptığı her kadın müstesna.»
Bu cümleyle bundan önceki cümle "Hepsini yürürlüğe koy." cümlesinden
iki istisnadır. Bâinden sonra bâin çıkarılınca sarihten sonraki bâin ile
sarîhten sonraki sarîh ve bâinden sonraki sarîh kalır. İşte bu son cümle
itibariyle Bezzâziye'deki: "Benim her karım boş olsun." sözünden
istisna yapmıştır. Bu adamın hul' yaptığı bir karısı da varmış demektir. Çünkü
hul' bâine lahîk olan sarîhtir. Bu vâki olmamıştır. Yani hul'dan sonraki sarîh
ilhak edilmiştir demektir. H.
METİN
Her vecihle fesh sayılan müslüman olmak,
dinden dönerek dar-ı harbe kaçmak, bülûğ ve âzâd muhayyerliği gibi ayrılıkların
iddetinde mutlak surette talâk vâki olmaz. Fakat talâk sayılan her ayrılmanın
iddetinde talâk vâki olur. Bu, beyan ettiğimiz vecihledir.
İZAH
«Her vecihle fesh sayılan ayrılık ilah...»
sözüyle musannıf sarîhin sarîha lahîk olması meselesinin ancak talâkda
olacağını anlatmak istemiştir. Feshde bu olmaz.
«Müslüman olmak» yani karısı mecûsî olup
müslümanlığı kabul etmezse, kocası müslüman olduğu vakit yahut harbî bir
kimsenin karısı müslüman olup İslâm diyarına hicret ettiği vakit iddet
esnasında talâk yoktur. Salhânî'nin elyazısı ile böyle tesbit edilmiştir.
Fetih'de ise talâk bahsinin başında şöyle denilmiştir: "Karı-kocadan biri
esir edildiği vakit kocasının o kadını talâkı vâki olmaz. Kezâ karı-kocadan
biri müslüman veya zımmî olarak İslâm diyarına hicret ederse yahut her ikisi
pasaportla gelirler de biri müslüman yahut zımmî olursa kadın üç hayız
görünceye kadar o adamın karısıdır. Ondan sonra talâksız ayrılma vâki olur.
Erkeğin o kadına yaptığı talâkı vâki değildir." Sonra sözüne şöyle devam
etmiştir: "Zımmî karı-kocadan biri müslüman olur da öteki kabul etmediği
için araları ayrılırsa erkeğin o kadını talâkı vâki olur. Velevki müslümanlığı
kabul etmeyen kadın olsun. Velevki kadın mecûsî olsun. Bununla karı-kocadan
biri müslüman olursa kocasının talâkı vâki olmaz sözü bozulur."
Ben derim ki: Bu söz Bezzâziye'nin:
"Karı-kocadan biri müslüman olduğu vakit kocasının talâkı vâki
olmaz." ifadesini reddetmektedir. Şârih de ona uymuştur. Lâkin Hayreddin-i
Remlî'nin beyan ettiğine göre Bezzâziye'nin ifadesi harbîlerin talâkı
hakkındadır. Bu izaha göre galiba müslüman olursa sözü esir edilirse
ifadesinden bozulmuş olacaktır. Düşün! Müslümanlığı kabulden çekinme meselesi
musannıfın ifadesine vârid bir itirazdır. Çünkü o feshtir. Fakat onda talâk
lahîk olur.
«Dinden dönerek dar-ı harbe kaçmak» yani
dinden dönerek dar-ı harbe kaçar da karısını boşarsa talâkı vâki olmaz.
Müslüman olarak geri döner de kadını iddeti içinde boşarsa talâk'ıvâki olur.
Dinden dönen kadın dar-ı harbe kaçar da kocası onu boşarsa, sonra hayız
görmeden müslüman olarak geri dönerse İmam-ı Azam'a göre talâkı vâki olmaz, İmameyn'e
göre olur. Hâniyye. Dar-ı harbe kaçarsa diye kayıdlaması kaçmadan talâkı vâki
olduğu içindir. Çünkü hörmet ebedî değildir. Müslüman olmakla ortadan kalkar.
Fetih. Bu meselenin tamamı kâfirin nikâhı bâbında geçmişti. Zahîre'de şöyle
denilmiştir: "Kadın dinden döner de dar-ı harbe kaçmazsa kocası onu iddet
içinde boşadığı takdirde talâk vâki olur. Ama hul' yapmışsa talâk vâki olmaz.
Çünkü kadın dinden dönmekle bâin olmuştur. Talâk-ı bâinle boşanan kadına sarîh
talâk lahîk olur, fakat hul' yapılana olmaz." Şübhesiz dinden dönmekle
kocasından ayrılmak feshtir. Velevki dar-ı harbe kaçmasın. Bu itiraz dahi
musannıfa vâriddir.
«Bülûğ ve âzâd muhayyerliği...» Hörmet-i
musahare ile birbirinden ayrılmak da böyledir. Meselâ kocasının oğlunu öperse
ebedi olduğu için talâkın bir faydası kalmaz. Nitekim Fetih'de talâk bahsinin
başında izah edilmişti. Başka bir yerinde açıklandığına göre ilân sebebiyle
vâki olan ayrılmada talâk vâki olmaz. Çünkü o da ebedî hörmettir.
Ben derim ki: Bunun bir misli de radâ'
sebebiyle ayrılmaktır. Yine orada açıklandığına göre kefaet bulunmadığı ve
mehir noksanlığı gibi sebeblerle yapılan feshde dahi talâk vâki olmaz.
Zahîre'de dahi kadın kocasına mâlik olursa onu satmadan veya âzâd etmeden
kocası onu boşarsa talâk lahîk olmayacağı fakat kadın iddeti içinde onu
milkinden çıkarırsa talâkının vâki olacağı zikredilmiştir. Çünkü kocası onun
kölesi olduğu müddetçe kadının onda nafaka ve mesken hakkı yoktur. Binaenaleyh
talâkı da vâki olur.
«Mutlak surette» yani sarih olsun kinâye
olsun talâk vâki olur. H.
«Fakat talâk sayılan her ayrılmanın» îlâ,
liân, âlet kesikliği ve kalkınamamazlık sebebleriyle ayrılmalarda olduğu gibi
iddeti içinde talâk vâki olur. Zahîre'de açıklandığına göre liân iddeti
bekleyen kadına talâk yapılabilir. Bu söz az yukarıda Fetih'den naklettiğimize
aykırıdır. Hem liân sebebiyle ayrılmak fesh değil talâkdır. Lâkin müebbed
hörmettir diye ta'lilde bulunması onun söylediğini tercih ettirir. Ama bâbında
görüleceği vecihle bu hörmet karı-koca liâna ehil oldukları müddetçe müebbeddir.
Her ikisi yahut birisi liâna ehil olmaktan çıkarsa o kadını nikâh edebilir.
Kezâ kocası kendini yalanlarsa ona had vurulur ve o kadınla evlenebilir.
«Bu, beyan ettiğimiz vecihledir.» Yani
sarîh talâk sarîha lahîk olur ilah... H.
METİN
FER'İ MESELELER: Talâk ancak talâk iddeti
bekleyen kadına lahîk olur. Cima' iddeti bekleyen kadına lahîk olmaz. Hulâsa.
Kınye'de: "Bir adam karısını başkasıyla evlendirse talâk sayılmaz."
denilmiş; sonra başka bir kitaba nisbetini işaretle: "Niyet ederse kadın
boş düşer." denilmiştir. Git, evlen sözleriyle niyetsiz bir talâk vâki
olur. Cehenneme kadar git, sözüyle niyet ederse talâk vâki olur. Hulâsa. Kezâ
benden git, felah bul ve nikâhı feshettimsözleriyle sen bana ölü eti gibisin
yahut domuz eti gibisin veya su gibi haramsın sözleri de böyledir. Çünkü bunlar
sür'ata teşbihtir. Dört yol sana açıktır sözüyle hangi yolu istersen onu tut
demedikçe niyet etse bile talâk vâki olmaz.
İZAH
«Talâk ancak talâk iddeti bekleyen kadına
lahîk olur.» Fetih, sahibi bu söze talâk bahsinin başında itiraz etmiş,
efradını cami olmadığını söylemiştir. Çünkü iddet bazen talâk ve cima' olmadan
dahi tehakkuk eder. Meselâ mücerred halvette bulunduktan sonra muhayyerlikle
fesh ârız olursa iddet vardır. Ancak buna şöyle cevap verilebilir: Halvet
cima'a mülhaktır. Sonra bu fesh iddetinde talâk vâki olmamasını gerektirir.
Halbuki bu da karı-kocadan birinin müslüman olmasıyla bozulur. Zira diğeri
müslümanlıktan çekinirse talâkı vâki olur. Halbuki buradaki ayrılık feshtir.
Bir de şununla bozulur: Karı-kocadan biri dinden dönerse talâkı vâkîdir.
Halbuki kocanın dinden dönmesiyle birbirlerinden ayrılmaları feshtir. İmam Ebû
Yusuf buna muhâliftir. Kadının dinden dönmesiyle dahi bilittifak talâkı
vâkidir. Bu nakz itirazı kitabımızın metninde de vâriddir. Netice şudur: Talâk
talâktan hâsıl olan ayrılma iddetinde veya müslümanlığı kabul etmeme yahut
dar-ı harbe kaçmaksızın dinden dönme iddetlerinde lahîk olur. Ben bunu şu
sözümle nazma çektim:
"Talâk, talâk ayrılığı ile İslâm'dan
kaçınma ve dar-ı harbe kaçmaksızın dinden dönme iddetlerinde lahîk olur."
«Cima' iddeti bekleyen kadına lahîk olmaz.»
"Misâli şudur: Bir adam karısını talâk-ı bâinle boşar veya hul' yaparsa
sonra iddetinden meselâ iki hayız zamanı geçer de haram olduğunu bittiği halde
onunla cima'da bulunursa kadına ikinci bir iddet lâzım gelir ve iddetler
birbirinin içine girer. Kadın üçüncü hayzını gördümü bu her iki iddetten
sayılır. İkinciyi tamamlamak için iki hayız daha beklemesi lâzım gelir. Kadını
son iki hayızda boşarsa talâkı vâki olmaz. Çünkü bu iddet talâk iddeti değil
cima' iddetidir. Bunu Zahîre sahibi söylemiştir.
«Niyet ederse kadın boş düşer.» Bunun vechi
şu olsa gerektir: Bu adamın: "Sana karım fülaneyi tezvic ettim." sözü
"şayet seninle evlendirmek sahih olursa" takdirinde yahut "çünkü
o benden boştur" takdirinde olabilir. Boşamayı niyet ederse bu teayyün
eder ve kadın boş düzer.
«Niyetsiz bir talâk vâki olur.» Çünkü evlen
demesi bir karinedir. Bununla üç talâkı niyet ederse üç olur. Bezzâziye.
Kaadîhân'ın Câmi-i Sağîr şerhindeki sözü buna muhâliftir. O şöyle demiştir:
"Kocası git ve evlen der de bununla talâkı niyet etmediğini söylerse bir
şey vâki olmaz. Çünkü bu sözün mânâsı elinden gelirse yap demektir. Halbuki
evlen sözü de git emri gibi bir kinâyedir. Binaenaleyh niyete muhtaçtır. Şu
halde git sözüyle beraber talâkı murad ettiğine nasıl karine olabilir. Hem de
ondan sonra zikredilmiştir. Karinenin mutlakaönce söylenmesi gerekir. Nitekim
üç defa iddetini bekle sözünü izah ederken geçmişti. Binaenaleyh en münasibi
Câmi-i Sağîr şerhinin ifadesidir. Zahîre'nin ifadesi de onu te'yid eder. Orada:
"Git ve evlen sözüyle ancak niyet bulunursa talâk vâki olur. Talâkı niyet
ederse bir talâk-ı bâin, üçü niyet ederse üç talâk vâki olur."
denilmiştir.
«Felah bul...» Bedâyi'de zikredildiğine
göre İmam Muhammed şöyle demiştir: "Bir kimse karısına talâkı niyet ederek
felah bul derse talâk vâki olur. Çünkü bu söz git mânâsına gelir. Araplar
eflaha bihayrin derler. Hayırla gitti demektir. Ama bu kelimenin muradına er
mânâsına gelmesi de muhtemeldir. Eflaha erracül derler. Muradına erdi
demektir." Bahır.
«Sen bana ölü eti gibisin.» Yani bu sözle
talâkı niyet ederse olur. Maksat şarap, domuz ve öIü eti gibi ayn'ı haram olan
şeylere benzetmektir. Bu hususta hüküm "sen bana haramsın" ifadesinin
hükmü gibidir. "Sen bana fülancanın eşyası gibisin" demesi bunun
hilâfınadır. Böyle derse niyet etse bile talâk vâki olmaz. Bunu Zahîre sahibi
söylemiştir. Çünkü fülancanın eşyasının ayn'ı haram değildir. Bu sözü,
"sen bana haramsın" mânâsına almak mütekaddimin ulemanın mezhebidir
ki, onunla talâk vâki olması niyete bağlıdır.
«Çünkü bunlar sür'ata teşbihtir.» Daha
doğrusu sür'at hususunda teşbihtir. Sanki sen su nasıl sür'atla akarsa onun
gibi sür'atla haramsın demiş gibidir. Evvelce geçmişti ki, sen haramsın sözü
sariha mülhaktır, niyete ihtiyacı yoktur. İhtimal bu söz müftabih olmayan kavle
göredir. T.
Ben derim ki: Böyle olduğu teayyün
etmiştir.
"Hangi yolu istersen onu tut
demedikçe..." Yani niyet ederse Esed'in İmam Muhammed'den rivayetine göre
üç talâk vâki olur. İbn-i Selâm: "Korkarım üç talâk vâki olur. Çünkü
halkın sözlerinin mânâları budur." demiştir. Galiba "Halk böyle
sözlerle dört yolu tut." mânâsını kasdeder demek istemiştir. Yoksa söze
bakılırsa o dört yoldan birini tutmayı emretmektedir. En münasibi bir talâk-ı
bâin vâki olmaktır. Fetih. Allahu a'lem.
METİN
Musannıf talâkın her iki nev'ini bizzat
yapmayı anlattıktan sonra kocanın izniyle başkasının yapmasını anlatmaya
geçiyor. Bunun nev'ileri tefvîz, tevkil ve elçilik olmak üzere üçtür. Tefvîzin
sözleri de üçtür: Muhayyer bırakmak, emrin elindedir demek ve dilek.
Bir adam karısına talâkı tefvîz etmeyi
niyetlenerek: "Seç yahut emrin elinde olsun" derse kadın bunu yüzyüze
yahut haber verilmek suretiyle duyduğu mecliste kendini boşayabilir. Çünkü bu
iki söz kinâyedirler, niyetsiz amel etmezler. Kendini boşa derse o meclis bir
gün veya daha fazla uzasa bile oradan kalkmadıkça yahut meclisi bozacak bir iş
yapmadıkça kendisini boşayabilir. Elverirki kocası bu işi bir vakitle sınırlandırmış
olmasın; ve kadının haberi olmadan vakit geçmiş bulunmasın. Kalkarsa meclisi
hakikaten bozulur. Meclisi bozacak bir iş yaparsa, meselâ kabul etmediğini
gösterecek bir harekette bulunursa meclis hükmen değişmiş olur.
İZAH
Tefvîz: Ismarlamak, havale etmek mânâsına
gelir. Burada talâkı zevcesine veya başka birine sarîh yahut kinâye bir sözle
havale etmektir. Kinâyeye misâl: Seç yahut emrin elinde olsun sözleridir.
Sarîha misâl: Kendini boşa demesidir. Ebussûud.
«Her iki nev'ini» yani sarîh ve kinâyeyi
demektir. H.
«Bunun nev'ileri» sözünden murad:
Başkasının yaptığı talâkın nev'ileridir. Yoksa tefvîz'in nev'ileri değildir.
Çünkü tevfîzin nev'ileri dersek bir şeyi kendine ve başkasına taksim lâzım
gelir ki bu câiz değildir. Ebussûud.
«Tevfîz, tevkil...» Tevfîzden murad: Talâkı
temlîk etmek, başkasının eline vermektir. Nitekim izahı gelecektir. Fetih'de
meşiet faslında beyan edildiğine göre Hidâye sahibi temlikle tevkil arasındaki
farkı bir yerde: "Mâlik kendi reyi ile iş görür. Vekil öyle değildir."
şeklinde, başka yerde: "Mâlik kendisi için çalışır. Vekil öyle
değildir." diyerek, daha başka bir yerde ise: "Mâlik kendi arzusu ile
iş görür. Vekil öyle değildir." demek suretiyle göstermiştir. Fetih sahibi
diyor ki: "Rey ile meşiet (dilek) arasında fark şudur: Rey ile amel etmek
kendisi veya başkası için olduğunu itibara almaksızın daha doğru gördüğünü
yapmaktır. Meşietle amel ise baştan kendi ihtiyarı ile yapmaktır. Bunda âmirin
emrine veya daha doğru şekle uyup uymadığına bakılmaz." Fetih sahibi Hidâye'nin
ilk iki farkını eleştirdikten sonra gösterdiği üçüncü farkın (yani kendi arzusu
ile amel etmenin) en doğru fark olduğunu söylemiştir.
«Ve elçilik...» Bu bir adama: "Filan
kadına git de söyle ki: Kocan sana ihtiyar et (seç) diyor." şeklinde söz havalesinde
bulunmaktır. Giden kişi gönderenin sözünü nakleder. Onun sözünü kendisi inşa
etmez. Mâlik ile vekil bunun hilâfınadır. Çünkü ulemanın beyanına göre elçi bir
sözü ulaştırandan ibarettir. Bana zâhir olan budur.
«Tefvîzin sözleri de üçtür.» Yani istikrâ
(arama tarama) neticesinde üç olduğu anlaşılmıştır. Musannıf bunlardan seçmek
kelimesiyle işe başlamıştır. Çünkü açık ihbar suretiyle sâbittir. Ama Hidâye
sahibinin yaptığı gibi ona ayrı bir fasıl tahsis etmemiştir. Çünkü onu
öncekilerden ayıracak bir şey geçmemiştir. Son iki kelime bunun hilâfınadır.
Onun için hepsi nâmına bir bâbla yetinmiştir. Nehir. Hâsılı tefvîz kelimesi eam
mânâdadır. Onun için bâb ismiyle ayn zikredilmesi münasibtir. Bu üç şey onun
nev'ileridir. Bunların her biri için ayrı bir fasıl yapmak münasip olurdu.
Fakat musannıf yapmadı. Çünkü muhayyerlik için önceden söz geçmemişti. Bu
izahtan anlaşılır ki, musannıfın ikinci nev'i için ayrı bâb yapması münasip
düşmemiştir.
«Bir adam karısına seç derse...» ifadesiyle
musannıf kadının bunu kabulünden bahsetmekle bunun temlîk olduğuna işarette
bulunmuştur. Bu söz yalnız temlîk eden tarafından tamam olur. Meclis bozulmadan
sözünden dönse sahih olmaz. Muhayyerliği de mutlak zikretmiştir. Çünkü koca
karısına "Talâkı seç." der de kadın: "Talâkımı seçtim."
cevabını verirse bir talâk-ı ric'î meydana gelir. Çünkü kocası talâkı açıkça
zikredince muhayyeriik meselesi ric'î ile bâin arasında kalır. Bunu Bahır'dan
naklen Tahtâvî söylemiştir.
«Emrin elinde olsun.» cümlesini burada
söylemeye hâcet yoktur. çünkü bunun için müstakil bir fasıl gelecektir. T.
«Duyduğu mecliste» ifadesinden anlaşılıyor
ki, erkeğin meclisine itibar yoktur. Binaenaleyh kadını muhayyer bırakır da
kendisi ayağa kalkarsa meclis bâtıl olmaz. Kadının ayağa kalkması bunun
hilâfınadır. Onunla meclis bozulur. Bunu Bedayi'den naklen Bahır sahibi
söylemiştir. T.
«Çünkü bu iki söz kinâyedirler.» Yani
tefvîzin kinâyelerindendirler. Şürunbulâliyye.
«Niyetsiz amel etmezler.» Yani rıza halinde
kazaen ve diyaneten amel etmezler. Fakat öfke veya müzakere hallerinde erkek
talâkı niyet etmedim iddiasında kazaen tasdik olunmaz. Çünkü bu iki söz hâlis
cevap içindirler. Nitekim geçmişti. Artık bu kadının yeni bir nikâh tazelemeden
o adamla beraber bulunmasına imkân yoktur. Zira kadın hâkim gibidir. Bunu Fetih
ve Bahır sahibleri söylemişlerdir. Sonra bil ki niyetin şart kılınması nefis
kelimesini yahut onun yerini tutan başka bir kelimeyi zikretmediğine göredir.
Nefis kelimesi yalnız kadının sözünde zikredilmiştir. Nitekim izahı gelecektir.
Buna dikkat et. Çünkü ben buna tembihde bulunan kimse görmedim.!
«Kendini boşa...» sözü sarîh olarak
tefvîzdir. Niyete muhtaç değildir. Bu sözle bir talâk-ı ric'î meydana gelir.
Ama üç talâkı niyet etmek de sahih olur. Nitekim musannıf meşiet faslının
başında bunu söyleyecektir.
«Oradan kalkmadıkça ilah...» sözünü atıf
harfiyle atfetse daha iyi olurdu. Bunun yerineçekindiğini bildiren bir iş
yapmadıkça dese daha kısa ve daha faydalı olurdu.
«Bir vakitle sınırlandırılmış olmasın
ilah...» Ona kendisini bugün boşama hakkını verdim derse, o gün kadının bunu
duyduğu meclis itibara alınır. Ertesi gün duyarsa artık emri elinde olmaktan
çkar. Kadın yokken kocasının tefvîz yaptığı her vakit de böyledir. O müddet
geçinceye kadar kadının bundan haberi olmazsa muhayyerliği bâtıl olur. Fetih ve
Bahır. Vakitle sınırlandırmak hususunda bu bâbın sonunda fer'î meseleler
gelecek. Kabul etmemekle sınırlı müddetin bâtıl olmayacağı görülecektir.
«Vakit geçmiş bulunmasın.» Mânâ şudur:
Kadın o mecliste kendisini boşayabilir. Velevki sınırlandırılmayan vakit uzun
sürsün. Yahut vakti sınırlandırmış, fakat geçmemiş olsun. Vakti geçerse
muhayyerlik sâkıt olur.
«Meclisi hakikaten bozulur.» cümlesinden
anlaşılıyor ki, ayağa kalkmakla meclis hakikaten bozulur. Bu söz
İzahü'l-lslah'daki ifadeye muhaliftir. Orada şöyle denilmiştir: "Meclis
mücerred ayağa kalkmayla değişmese de bununla muhayyerlik bozulur. Çünkü ayağa
kalkmak bundan çekinmeye delâlet eder.." Hidâye sahibinin sözünden
anlaşılan da budur. Tebyîn'de "Meclis bazen bir yerden başka yere geçmekle
hakikaten değişir. Bazen de başka bir işe başlamakla hükmen değişir. H."
denilmiştir.
Ben derim ki: Galiba şârih ayağa kalkmayı
değişmek mânâsına almıştır. Zira bazen yer değiştirmeye meclisinden kalktı
denilir. Otururken ayağa kalktı mânâsı kasdedilmez. Zira meclisin mutlak
surette her ayağa kalmakla değişmesi esahhın hilâfınadır.
«Kabul etmediğini gösterecek bir harekette
bulunursa» diye kayıdlaması şundandır: Kadını muhayyer bırakır, o da elbise
giyer veya su içerse muhayyerliği bâtıl olmaz. Çünkü elbise giymek bazen şâhid
çağırmak için olabilir. Susuzluk dahi bazen şiddetli olabilir de düşünmeye mâni
teşkil eder. Yabancı söz amelde dahildir. Ama bu mutlak muhayyerlik
hususundadır. Muhayyerlik meselâ: Bir ay gibi sınırlı olursa vakit bâki oldukça
bununla bozulmaz. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Nelerin kabul etmek veya
etmemek sayılacağı hakkında ileride sözün tamamı gelecektir.
METİN
Çünkü bu temlîktir. Binaenaleyh kadının
mecliste kabulüne bağlıdır. Tevkil değildir. Onun için dönmesi sahih olmaz.
Hatta kadını muhayyer bırakır da sonra onu boşamayacağına yemin eder ve kadın
boşanırsa esah kavle göre yemini bozulmaz. Meclisten sonra kadın boş olmaz.
Meğerki kendini boşa ve benzeri sözlere: "Ne zaman dilersen yahut her ne
zaman dilersen veya dilediğin vakit yahut dilediğinde" sözlerini ziyade
etmiş olsun. Bu takdirde meclisle mukayyed olmaz. Dönmesi de sahih değildir.
Sebebi yukarıda geçti. Kadına: Ortağını boşa veya ecnebî bir adama: Benim
karımı boşa demesine gelince: Bundandönmesi sahihtir. Meclisle mukayyed de
değildir. Çünkü bu hâlis tevkildir. Kendini ve ortağını boşa sözü kadın
hakkında temlîk, ortağı hakkında tevkil idi. Ancak bunu dilemeye tâlik ederse o
zaman tevkil değil temlîk olur.
İZAH
«Kadının mecliste kabulüne bağlıdır.» Şârih
buradaki kabulden cevabı kasdetmiştir. Bağlıdır cümlesindeki zamir boşamaya
aiddir. Temlîke aid değildir. Çünkü ulemanın açıkladıklarına göre bu temlîk
sadece temlîk edenle tamam olur. Kabule bağlı değildir. Zira kadın tefvîzden
sonra boş olur. Tefvîz ise temlîk tamamlandıktan sonra olur. Nitekim Fetih ve
Nehir'de izah edilmiştir. Bununla anlaşılır ki, bu temlîkin tamamı kabule bağlı
olmadığı gibi o mecliste cevaba da bağlı değildir. Çünkü cevap yani boşamak
temlîk tamam olduktan sonradır. Cevaba bağlı olan şey boşamanın sahih
olmasıdır. Anla!
«Dönmesi sahih olmaz.» sözü bunun tevkil
olmadığına tefri' edilmiştir. Çünkü vekâlet lâzım değildir. Tevkil olsa kadını
azl sahih olurdu. Bahır sahibi Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen şöyle demektedir:
"Kadına talâkı tefvîz etmek vekâlettir. Kadını azletmeye salahiyatdardır
diyenler olmuştur. Esah kavle göre kocası azle salahiyatdar değildir."
Lâkin temlîk olunca ondan dönmenin sahih olmaması lâzım gelmez. Nitekim
Mi'râc'da beyan edilmiş: "Çünkü hibeyle bozulur. Hibe temlîktir, ondan
dönmek sahih olur." denilmiştir. Zahîre sahibi bunu ta'lil ederek onun
yemin mânâsına geldiğini söylemiştir. Çünkü bu talâkı kadının kendisini
boşamasına tâliktir. Fetih sahibi kendisine şöyle itirazda bulunmuştur:
"Bu sair vekâletlerde de câridir. Çünkü: onu sattığım vakit cevaz verdim
demektir mânâsını tezammun eder. Halbuki ondan dönmek sahihtir. İllet ancak
yalnız başına kabulsüz temlîk eden şahısla tamam olan bir temlîk olmasıdır.
Tamamı Nehir'dedir."
«Hatta kadını muhayyer bırakır da ilah...»
ifadesi tevkil olmadığına dair ikinci tefri'dir. Bilâkis temlîktir. Zira
yeminin bozulmasına illet - ki İmam Muhammed'in: Kadının kocasına naib
oluşudur, sözüdür - memnu'dur. Nitekim Fetih'de Muhît sahibinin zıyadelerinden
naklen beyan edilmiştir. Yani kadın milk sahibi olduğu içindir. Bu izaha göre
kocası karısını boşamak için bir adam tevkil etse yemini bozulur. Nitekim
yeminler bahsinde inşaallah me'murunun fiili ile yemini bozulduğu anlatılırken
gelecektir.
«Meclisle mukayyed olmaz.» Ne zaman ve her
ne zaman sözleri umum vakitlere şâmildirler. Sanki o adam: "Hangi vakitte
dilersen» demiş gibidir. Dilemek meclise münhasır kalmaz. Vakitte, her vakitte
sözleri ise İmameyn'e göre ne zaman sözüyle müsavîdirler. İmam-ı Âzam'a göre
bunlar zarf için kullanıldıkları gibi şart için de kullanılırlar. Lâkin emir
kadının eline geçmiştir. Artık şüphe ile çıkmaz. Bunu Halebî Minah'dan
nakletmiştir.
«Sebebi yukarıda geçti.» Ki bu tevkil
değildir. Hatta kadına kendisini boşamak için vekâletverdiğini açıkça söylese yine
temlîk olur, tevkil olmaz. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen Bahır'da izah
edilmiştir.
«Veya ecnebî bir adama: Benim karımı
boşa...» cümlesini boşamakla kayıdlaması şundandır: Bu adam karımın emri senin
elindedir demiş olsa o meclise münhasır kalırdı. Esah kavle göre dönmeye hakkı
yoktur. Bunu Bahır sahibi Hulâsa'dan nakletmiştir. Meşiet faslında:
"Ecnebî bir kimseye hem karımın emri senin elindedir, hem de karımı boşa
sözlerinin ikisini de söylese bu hususta tafsilât vardır. Bahır'da zikredilmiştir.
«Çünkü bu hâlis tevkildir.» Yani kendini
boşa demesinin hilâfınadır. Çünkü kadın kendi nefsi için amel eder. Binaenaleyh
o söz tevkil değil temlîk olur. Bahır.
«Kadın hakkında temlîktir.» Çünkü bu
hususta kadın kendisi için iş görür.
«Ortağı hakkında tevkildir.» Çünkü bu
hususta başkası hakkına iş görmektedir. Zâhire bakılırsa bu söz umum mecazdan
da değildir. Müştereki iki mânâsında kullanmak kabîlinden de değildir. Çünkü
boşa sözünün hakikatı birdir. O da boşama emridir. Velevki müteallakına göre üzerine
terettüb eden hüküm muhtelif olsun. Nitekim başka birine benim ve senin karını
boşa demesi böyledir. O kimse hem vekil, hem asil olmuş olur.
«O zaman temtîk olur.» Artık dönmeye hakkı
yoktur. Çünkü emri onun reyine ısmarlamıştır. Mâlik dilediği gibi tasarrufta
bulunan kimsedir. Vekil ise dilesin dilemesin kendisinden fiil istenen
kimsedir. Bunu Tahtâvî Minah'dan nakletmiştir.
«Tevkil değildir.» Yani velevki vekâleti
açıkça söylemiş olsun. Bunu Bahır sahibi Hâniyye'den nakletmiştir.
METİN
Bunların aralarında beş hükümde fark
vardır. Temlîkde dönemez, azl de edemez, kocanın delirmesiyle bâtıl olmaz.
Meclis ile mukayyeddir. Akılla mukayyed değildir. Binaenaleyh talâkı bir deliye
ve aklı ermeyen bir çocuğa tefvîz etmesi sahih olur. Tevkil bunun hilâfınadır.
Bahır. Evet, tefvîzi yaptıktan sonra delirse vâki olmaz. Burada ibtidaen
müsamaha gösterilmiş, kaidenin aksine olarak bâkâen gösterilmemiştir.
Bellenmelidir. Ayaktaki kadının oturması, oturan kadının dayanması, dayanan
kadının oturması meşveret için babasını veya başkasını çağırması, talâkı
seçtiğine yanında şâhidlik yapacak kimse bulunmadığı vakit şâhid göstermek için
şâhidler çağırması - esah kavle göre bunun için yeniden değişsin değişmesin
fark etmez. Hulâsa. - ve kadının bindiği hayvanı durdurması meclisi kesmez.
Kocası kadını zorla ayağa kaldırır veya onunla zorla cima' ederse meclis bâtıl
olur. Çünkü kadının kendini seçmeye imkânı vardır.
İZAH
«Temlîkde dönemez, azl de edemez.»
Dönememekten azl edememek lâzım gelmez. Çünküecnebî birine benim karımın emri
senin elindedir deyip, sonra seni azlettim ve karımın emrini kendi eline verdim
dese azli sahih olmaz. Halbuki tefvîzden tamamiyle dönmüş de değildir. Anla!
«Kocanın delirmesiyle bâtıl olmaz.» Bu onun
tâlik olmasına bakaraktır. T.
«Akılla mukayyed değildir.» Beşinci hüküm
budur. T.
«Sahih olur.» cümlesi beşinci hüküm üzerine
tefri'dir. İzahı Muhît'ten naklen Bahır'da yapıldığına göre şöyledir: Bir kimse
karısının emrini aklı ermeyen bir çocuğun veya delinin eline verirse o meclis
devam ettiği müddetçe bu onun elindedir. Çünkü bu bir temlîk olup zımnında
(altında) tâlik vardır. Binaenaleyh temlîk itibariyle sahih olmazsa tâlik
itibariyle sahih olur. Biz de onu tâlik itibariyle sahih kabul ederiz. O adam
karısına sanki şöyle demiş gibidir: "Eğer deli sana sen boşsun derse sen
boşsun." Temlîk mânâsı itibariyle bu söz her iki tarafla amel etmiş olmak
için meclise münhasır kalır. T. Zahîre sahibi diyor ki: "Biz bundan fetva
vak'ası olmuş bir meselenin cevabını çıkardık. Sureti şudur: Bir adam küçük karısına
talâkı niyet ederek emrin elindedir der de kadın kendini boşarsa sahih olur.
Çünkü sözü sen kendini boşarsan sen boşsun takdirindedir." Aklı ermeyen
çocuğun konuşması şarttır. Konuşarak kadına talâkı söylemesi sahih olur.
Söyleyebilmekten aklı ermesi lâzım gelmez. Bunu Tahtâvî Bahır'dan nakletmiştir.
«Tevkil bunun hilâfınadır.» Yani beş
meselede tevkil bunun gibi değildir. Lâkin son mesele hakkında bahis vardır.
Biz ondan meşiet faslında bahsedeceğiz.
«Evet, tefvîzi yaptıktan sonra» kendisine
tefvîz olunan kimse delirirse talâk vâki olmaz. T.
«Burada ibtidaen müsamaha gösterilmiştir
ilah...» Bu ifadenin benzeri Bahır'ın meşiet faslındadır ki şöyle denilmiştir:
"Satışa tevkil edilen vekil alış-verişe aklı erecek derecede delirir de
sonra satış yaparsa satışı mün'akid olur. Bu sıfatta bir deliyi vekil tâyin
etmek bunun hilâfınadır. Çünkü birincide tevkil satış için yapılmıştı. Orada
mesuilyet vekilin üzerinde olur ve geçerli değildir. İkincide ise mesuliyeti
müvekkilin üzerine olan bir satışa vekil edilmiştir ve onun üzerine geçerli
olur. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Talâkı tefvîz meselesinde aslâ
mesuliyet yoksa da lâkin koca tefvîz zamanında aklı ermez haldedir. Yalnız
akıllının sözünü anlar. Deli iken boşadığında şart yoktur. İbtidaen deliye tefvîz
etmesi bunun hilâfınadır. Velevki hiç akıl etmesin. Bu tâlikin mânâsı
itibariyle sahih olur. Satışa tevkilde ise ancak alış-verişe aklı ermesi
şartıyla sahih olur ve sanki bunak mânâsındadır. Satışa tefvîz ve tevkilin iki
fer'inden anlaşılıyor ki bâkâen gösterilmeyen müsamaha ibtidaen gösterilmiştir.
Bu ise fıkhî kaideye muhâliftir. Kaide şudur: ibtidâen müsamaha gösterilmeyen
şeyde bâkâen müsamaha gösterilir." Bahır'ın sözü kısaltılmış olarak burada
sona erer.
Ben derim ki: Bu kaide Eşbâh'da şöyle ifade
edilmiştir: "Dördüncüsü tâbi olan şeylerde başkalarında affedilmeyen
şeyler affedilir." Ondan sonra bu kaide üzerine fer'î meseleler
getirilmiş, sonra o meselelerin aksine buradaki iki fer'î meseleden başka iki
mesele getirilmiştir. Bu surette aksin fer'lerî dört olur.
«Ayaktaki kadının oturması» yerine
Câmiu'l-Fûsuleyn'de: "Kadın evin içinde bir taraftan bir tarafa yürürse
bâtıl olmaz." denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Bunun mânâsı:
Kadın ayakta iken ona muhayyerlik vererek arkacığından kadının bir taraftan
başka tarafa yürümesidir. Fakat kadın evde otururken onu muhayyer bırakır da
ayağa kalkarsa mücerred kalkmasıyla muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü bu kabul
etmemenin delilidir.
Ben derim ki: Burada şöyle denilebilir: Bu
bazı ulemanın kavlidir. Esah kavle göre ise ayağa kalkmasıyla birlikte mutlaka
kabul etmediğini gösteren bir delil bulunmalıdır. Nitekim yukarıda geçti.
«Oturan kadının dayanması» meclisi bozmasa
da yaslanması ihtilâflıdır. Bazıları bozmayacağını söylemiş, birtakımları
döşeği uyuyacakmış gibi hazırlarsa bâtıl olur demişlerdir. Bunu Bahır sahibi
Hulâsa'dan nakletmiştir.
«Meşvret için çağırması» meclisi bozmaz.
Fakat başka bir iş için çağırırsa meclis bozulur. Çünkü yukarıda gördük ki,
ecnebi bir söz kabul etmemenin delilidir.
«Yanında şâhidlik yapacak kimse bulunmadığı
vakit» ifadesi yanında hiç kimse bulunmamaya yahut bulunup da onları
çağırmamaya sâdıktı. Kadının yanında çağıracak kimseler bulunur da kadın onları
bizzat çağırırsa muhayyerliği bâtıl olur. Zâhire bakılırsa bu hüküm meşveret
için başkasını çağırdığında dahi câridir. T.
«Esah kavle göre...» Bazıları yer
değiştirirse bâtıl olacağını söylemişlerdir. Çünkü mu'teber olan ya meclisin
değişmesi yahut kabul etmemektir. Esah olan kabul etmemeyi itibara almaktır.
Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Çünkü kadının kendini seçmeye imkânı
vardır." Bunu yapmaması kabul etmediğine delildir. Bahır.
METİN
Kadın için gemi ev gibidir. Kadının
hayvanının yürümesi de kendi yürümesi gibidir. Hatta geminin hareket etmesiyle
meclis değişmez. Ama hayvanın yürümesiyle değişir. Çünkü hayvanın yürümesi
kadına izafe edilir. Meğerki kocasının susmasıyla birlikte cevap vermiş olsun;
yahut ikisini birden bir devecinin yeddiği bir yerde bulunsun. Zîra bu gemi
gibidir. Kendini seç sözünde üç talâkı niyet sahih değildir. Çünkü seçmenin
nev'ileri yoktur. Sen bâinsin yahut emrin elindedir demesi bunun hilâfınadır.
Kadın: Ben kendimi ihtiyar ettim yahut ben nefsimi ihtiyar ediyorum derse
istihsanen bir talâk-ı bâinle boş olur.
İZAH
«Geminin hareket etmesiyle meclis
değişmez.» Çünkü geminin hareketi yolculara izafe edilmez. Bilâkis rüzgara, su
vermeye vesaireye izafe edilir. Binaenaleyh geminin hareket etmesiyle
muhayyerlik bâtıl olmaz. Muhayyerlik meclisin değişmesiyle bâtıl olur. Fetih.
«Meğerki kocasının susmasıyla birlikte
cevap vermiş olsun.» Çünkü bundan daha çabuk cevap vermesi mümkün değildir.
Binaenaleyh hükmen meclis değişmiş sayılmaz. Zira meclisin bir olması ancak
cevap söze bitişik olsun diye muteberdir. Fasıla verilmemişse bu mevcud
demektir. Fetih'de böyle denilmiştir. Çabukluğu Hulâsa sahibi: "Cevabı
adımını geçmelidir." şeklinde tefsîr etmiştir. Nehir. Fetih sahibinin:
"Hükmen değişmez." sözünün zâhirine bakılırsa cevabının adımından
önce olması şart değildir. Çünkü bununla ne hakikaten, nede hükmen değişme
hâsıl olmaz.
«Zira bu gemi gibidir.» Yani ikisinde de
hareket yolcuya muzaf değildir. Buna kıyasen kadın bir hayvan üzerinde olur da
yedicisi de bulunursa hayvanın yürümesiyle muhayyerlik bozulmamak gerekir.
Nehir. Remlî bunu kabul etmiştir.
Ben derim ki: Buna kıyas maalfârik
denilebilir. Çünkü karı-koca ikisi bir mahmelde bulunur da kendilerini başka
biil yederse hareket yeden şahsa nisbet edilir. Çünkü mahmele binen kimse
hayvanı yürütmeye imkân bulamaz. Hayvana binen böyle değildir. Onun hayvanı
yürütmesi mümkündür. Binaenaleyh başkası yedse bile hareket binen kimseye
nisbet edilir. Rahmetî diyor ki: "Eğer hayvan huysuzluk eder de kadın onu
idareden âciz kalırsa gemi gibi olmak gerekir. Çünkü o zaman hayvanın fiili
binen şahsa nisbet edilmez. Nitekim cinayetler bahsinde gelecektir."
T E T İ M M E : Kadın otururken veya farz
namazını yahut vitri kılarken uyur da namazı bitirirse yahut esah kavle göre
sünnet-i müekkede kılarsa veya nafile namaza bir rekât daha katarsa yahut ayağa
kalkmadan elbise giyerse veya azıcık yer içerse yahut azıcık okur veya tesbih
ederse yahut beni niçin kendi ağzınla boşamıyorsun derse muhayyerliği bozulmaz.
Fetih sahibi diyor ki: "Çünkü meclisi değiştiren şey ilk sözü kesip başka
söze başlamaktır. Bu öyle değildir. Bilâkis bütünü bir mânâya teallûk
etmektedir ki, o da talâktır." Tamamı Nehir'dedir.
«Çünkü seçmenin nev'ileri yoktur.» Kadının
seçmesi ancak kurtulmayı ve arınmayı ifade eder. Bununla boş düşmesi mukteza
yoluyla sâbit olur. Muktezanın ise umumu yoktur. Nehir. Yani ben kendimi seçtim
demesinin mânâsı ona bir kimsenin mâlik olmasından onu arıttım demektir. Bu ise
ayrılmakla olur. Binaenaleyh ayrılmak muktezadır. O da sözü doğrultmak için
zaruret mikdarı sâbit olur. Çünkü kadının kocası ona mâlik iken kendini ondan
arıtması mümkün değildir. Binaenaleyh "çünkü ben kendimi ayırdım"
cümlesi takdirolunur. Bu muktezadır. Muktezanın umumu yoktur. Çünkü zaruridir.
O zaruret mikdarı takdir edilir. Bu mikdar da beynunet-i suğra (küçük ayrılık)
dır. Zira kadın kendini kocasının milkinden ancak bununla kurtarır. Beynunet-i
kübrayı (büyük ayrılığı) niyet etmesi sahih değildir. Çünkü lâfzın ona ihtimali
yoktur. Rahmeti.
«Sen bâisin demesi bunun hilâfınadır.»
Çünkü bu söylenmiş sözdür. Umumuna mâni yoktur. Mutlak söylendiğinde en azına
yorumlanır ki, o da beynunet-i suğradır. Ama beynunet-i kübrayı niyet ederse
sahih olur. Çünkü lâfzının muhtemelidir. Emrin elindedir sözü de böyledir. Bu
sözle talâk-ı ric'î yapmak sahih değildir. Çünkü bu kinâye lâfzıyla tefvîz
yapmaktır. Bununla vâki olan talâk bâin olur ve her iki beynunete ihtimali
vardır. Küçük beynunete yorumlanır. Ama büyüğünü niyet eder de kadın onu
lâfzıyla söyleyerek yahut niyet ederek yaparsa sahih olur. Çünkü sözünün
muhtemelidir. Bunu Rahmetî söylemiştir.
«İstihsanen» sözü "yahut ben kendimi
ihtiyar ediyorum" ifadesine râci'dir. Yani kadın muzarî sîgasıyla
söylerse, ben sözünü zikretsin etmesin kıyasa göre talâk vâki olmaz. Çünkü
va'dden ibarettir. İstihsanın vechi Âişe (r.a.)'nin: "Bilâkis ben Allah'ı
ve Rasûlünü ihtiyar ederim." sözüdür. Bunu Peygamber (s.a.v.) kendini
muhayyer bıraktığı vakit söylemiş, Rasûlüllah (s.a.v.) de cevap olarak muteber
saymıştır. Bir de muzarî hal mânâsında hakikat gelecek mânâsında mecazdır.
Nitekim mezheblerden biri budur. Bunun aksini söyleyenler de vardır.
Birtakımları hal ile gelecek arasında müşterek olduğunu söylemişlerdir.
Müşterek olduğuna göre burada halen mevcud bir şeyi haber verme olması
karinesiyle hal mânâsı tercih edilir. Seçme hususunda bu mümkündür. Çünkü
seçmenin yeri kalbtir. Binaenaleyh başka bir yerde mevcud olan bir şeyi dille
haber vermek sahih olur. Nitekim şâhidlik meselesinde böyledir. Kadının:
"Kendimi boşuyorum." demesi bunun hilâfınadır. Bu sözü mevcud bir
talâkı haber vermek mânâsına almak mümkün değildir. Zira ancak dille olur. Câiz
olsa onunla bir zamanda iki iş meydana gelmek icab ederdi. Bu ise muhaldir
(imkansızdır). Bu izah boşamanın boşuyorum sözüyle meydana ge-mediğine
binaendir. Çünkü böyle bir örf yoktur. Evvelce arzetmiştik ki, örf olsa câizdir.
Bunun muktezası burada onunla talâk vâki olmakdı. Çünkü inşâdır, ihbar
değildir. Fetih'de böyle denilmiştir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Nehir sahibi diyor ki: "Mi'râc'da
mesele talâk yapmayı niyet etmediyse diye kayıdlanmıştır. Niyet etmişse talâk
vâki olur." Burada münasip olan müennes zamiriyle ifade etmektir. Çünkü
meselemiz kadının "kendimi boşuyorum" sözüdür. Düşün!
METİN
Erkeğin kendini boşa demesi kadının da: Ben
boşum yahut ben kendimi boşuyorum cevabını vermesi bunun hilâfınadır, talâk
vâki olmaz. Çünkü örf olmadıkça - Cevhere - yahutkadın talâk inşâsını niyet
etmedikçe - Fetih - bu bir va'ddir. Karı-kocadan birinin sözünde nefis veya
ihtiyara kelimelerinden birini zikretmek bilittifak talâk vuku sahih olmak için
şarttır. Bu sözü cümleye bitişik olarak zikretmek de şarttır. Ayrı zikredilirse
o mecliste olduğu takdirde sahihtir. Çünkü kadın o mecliste talâk inşasına
mâliktir. Aksi takdirde sahih olmaz. Meğerki kadının kendisini ihtiyar ettiğini
her ikisi tasdikte bulunsunlar. Bu takdirde sahih olur. Velev ki ikisinin de
sözleri nefis kelimesinden hâlî bulunsun. Dürer ve Tâciyye. Behensî ile Bâkânî
de bunu kabul etmişlerdir. Lâkin Kemal bunu reddetmiş. Ekmel de kîle
(denilmiştir) sözüyle nakletmiştir. Hak olan bunun zayıf sayılmasıdır. Nehir.
Erkek karısına bir ihtiyare veya bir talka yahut anneni seç derse kadının
seçtim demesiyle talâk vâki olur. Çünkü ihtiyare kelimesini zikretmek nefsi
zıkretmek gibidir. Sonundaki (te) harfi birlik ifade etmek içindir.
İZAH
«Ben boşum» ifadesi Cevhere'de, Bahır,
Nehir, Minah ve Fetih'de yoktur. Bilâkis Bahır'da bundan sonra gelen fasılda
ihtiyar ve diğer kitablardan naklen zikredildiğine göre ben boşum demesiyle bir
talâk vâki olur. Çünkü talâkla vasıflanan kadındır, erkek değildir. Bunu şârih
dahi gelecek fasılda söyleyecektir. Cevhere'nin ibâresi şöyledir: "Bir
adam karısına kendini boşa der de kadın ben boşuyorum cevabını verirse, hem
kıyasen hem istihsanen talâk vâki olmaz," Evet, Bahır'ın meşiet faslında
Hâniyye'den naklen zikrolunduğuna göre bir adam karısına: Sen dilersen üç defa
boşsun der de kadın ben boşum cevabını verirse hiç bir talâk vâki olmaz. Lâkin
talâk vâkl olmaması üç talâkı kadının üçü dilemesine tâlik ettiği içindir. Boş
sözüyle üç talâk yapmak mümkün değildir. Binaenaleyh hiç bir şey vâki olmaz.
Çünkü üzerine tâlik yapılan şey mevcud değildir. Onun için Zahîre sahibi:
"Talâk vâki olmaz. Meğer ki kadın: Ben üç defa boşum demiş olsun."
ifadesini kullanmıştır. Bu izahtan anlaşılır ki, ben boşum sözü cevap olmaya
elverişlidir. Burada onunla talâk olmaması üzerine tâlik yapılon şey
bulunmadığındandır.
«Bilittifak...» Çünkü ihtiyar sözüyle talâk
vâki olduğu sahabenin icma'ıyla bilinmektedir. İki taraftan birinin açıklayıcı
bir söz söylemeleri hususunda dahi sahabenin icma'ı vardır. Bunu Tahtâvî
İzahü'l-lslah'dan nakletmiştir.
«Çünkü kadın o mecliste talâk inşâsına
mâliktir.» O halde tefsirine de mâliktir. T. Bahır sahibi Muhît ve Hâniyye'den
naklen şöyle demiştir: "Kadın o mecliste: Ben kendimi kasdettim derse
talâk vâki olur. Çünkü kadın o mecliste oldukça talâk inşâsına mâliktir."
«Her ikisi tasdikte bulunsunlar.» Zâhirine
bakılırsa velevki meclis değiştikten sonra tasdikte bulunsunlar talâk vâkidir.
Bahır.
«Tâciyye» kelimesi Tâcü'ş-Şeria'ya
nisbettir.
«Lâkin Kemâl bunu reddetmiş» ve şöyle
demiştir: "Kendisini seçmekle talâk yapmak kıyasa muhâliftir. Binaenaleyh
nassın bulunduğu yare münhasır kalır. Bu olmasaydı hal karinesini tefsirle
yetinmek mümkün olurdu. Koca talâk vukuunu niyet ettikten ve birbirlerini
tasdikten sonra sözle tefsire hâcet kalmazdı. Lâkin bu bâtıldır. Aksi takdirde
bana su ver gibi aslâ talâka elverişli olmayan bir sözle mücerred niyet
bulundumu talâk vâki olurdu."
«Ekmel de» İnâye adlı eserinde bunu za'f
bildiren (kîle) sözüyle nakletmıştir. T.
«Sonundaki (te) harfi birlik ifade etmek
içindir.» Yani bazen kadın kendisini bir defa seçer. Kocası ona seç der, o da
kendimi seçtim cevabını verirse bir talâk vâki olur. Bazen de müteaddit defa
seçer. Meselâ kocası: Üç talâk ile kendini seç der de, kadın seçtim cevabını verirse
üçü de vâki olur. Birlikte kaydedince anlaşılır ki, kadını talâk hususunda
muhayyer bırakmıştır ve bu söz tefsir edilmiş olur. "Bu söz yukarıda geçen
seçmenin nev'ileri yoktur." ifadesi ile çelişki halindedir diye itiraz
edilmez. Çünkü bizim söylediğimizden bizzat seçmenin nev'ilere ayrılması lâzım
gelmez ki, başka bir söz ziyade etmeden her nev'i niyetle tâyin edilsin. Bunu
Fetih sahibi söylemiştir.
METİN
Tatlika sözünü zikretmek, seç lâfzını
tekrarlamak dahi böyledir. Kadının babamı yahut annemi veya ailemi yahut
kocaları seçtim demesi nefis kelimesinin yerini tutar. Şart olan bunun
ikisinden birinin sözünde zikredilmesidir. Nitekim misâlini gösterdik.
Binaenaleyh ihtiyara kelimesi zan edildiği gibi kocanın sözüne mahsus değildir.
Kadın: Ben kendimi ve kocamı yahut kendimi hayır bilâkis kocamı seçtim derse
talâk vâki olur. Gerçi ihtiyar'da talâk vâki olmaz denilmişse de yanlıştır.
Evet, kadın bunun aksini söylerse önce söylediğine itibar edilerek talâk vâki
olmaz ve emri elinde olmaktan çıkar. Nasılki yahut kelimesiyle atfeder yahut
kocası kendisini seçsin diye kadına rüşvet verir o da seçerse, yahut kadın: Ben
kendimi aileme kattım derse talâk vâki olmaz. Erkek seç sözünü atıflı veya
atıfsız olarak üç defa tekrarlar da kadın seçtim yahut bir seçme seçtim veya
birinciyi yahut ortadakini veya sonuncuyu seçtim cevabını verirse, tekrarın
delâletiyle kocanın niyeti olmaksızın üç talâk vâki olur.
İZAH
«Tatlika sözünü zikretmek» kadının
ifadesinde ise onunla bir tatâk-ı bâin vâki olur. Meselâ kadın: Ben kendimi bir
tatlika ile seçtim derse hüküm budur. Çünkü bu sarîh sözle ifadesinde geçerse
iş değişir. Onunla bir talâk-ı ric'î meydana gelir. Çünkü bu sarîh sözle tefvîz
yapmaktır. Evvelce geçtiği vecihle bunda üçü niyet dahi sahih olur.
«Seç lâfzını tekrarlamak dahi böyledir.»
Çünkü tekerrür eden talâk hakkındaki seçimdir. Binaenaleyh teayyün etmiştir.
Bunu Tahtâvî İzâh'dan nakletmiştir. Lâkin tekrarın nefis gibitefsir edilmiş
sayılması söz götürür. Az ileride gelecektir.
«Kadının babamı seçtim ilah...» demesi
nefis kelimesinin yerini tutar. Çünkü onların yanında olmak ancak kocasından
ayrılmak onunla beraber bulunmamak içindir. Kavmimi seçtim yahut zîrahm-i
mahremimi seçtim demesi bunun hilâfınadır. Zira talâk vâki olmaz. Bu sözün
kadının babası veya annesi bulunduğu hale yorumlanması gerekir. Bunlardan biri
yok da kardeşi varsa talâkın vâki olması gerekir. Çünkü o zaman kadın âdeten
onun yanında bulunur. Fetih'de böyle denilmiştir. Nehir sahibi diyor ki:
"Kadın babamı veya annemi seçtim der de bunlar ölmüş bulunur, kardeşi de
yoksa hükmün ne olacağını görmedim. Ama talâk vâki olması gerekir. Çünkü bu söz
kendimi seçtim sözü yerine geçer."
Hâsılı tefsir edilen sözler sekizdir.
Bunfar: Nefis, ihtiyara, tatlika, tekrar, babam, anam, ailem ve kocalar
sözleridir. Dokuzuncu bir söz daha ilave edilir ki, o da erkeğin sözündeki
sayıdır. Erkek karısına üç defa ihtiyar et der de kadın ihtiyar ettim cevabını
verirse, üç talâk vâki olur. Çünkü bu söz talâkı ihtiyar etmek istediğinin
delilidir. Müteaddid olan talâkdır. Kadının seçtim sözü ona sarfedilir ve üç
talâk vâki olur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Şart olan ilah...» Bu şeylerin karı ile
kocadan birinin sözünde bulunması ile iktifa olunması şundandır: Çünkü erkeğin
sözünde bulunursa kadının cevap vermesi onun tekrarını tezammun eder. Sanki
kadın ben bunu yaptım demiş gibi olur. Kadının sözünde bulunursa lâfızda
hassaten ayrılık ifade eden ve talâk ikâ'ında âmil olan şey bulundu demektir.
Kocanın niyeti de bulununca ayrılmanın illeti tamam olur ve ayrılık sübut bulur.
Nefis ve benzeri bir kelime iki taraftan birinin sözünde zikredilmezse iş
değişir. Çünkü belirsiz belirsizi tefsir edemez. Bir de yukarıda geçen icma'
vardır. Meselenin tamamı Fetih'tedir.
«Kocanın sözüne mahsus değildir ilah...»
Şârih bu ifadeyi Kuhistânî'den almıştır. H. Metinler nefis veya ihtiyara
kelimesinin karı ile kocadan birinin sözünde zikredilmesi şarttır derken onlara
muhâlif olarak kocanın sözüne nasıl mahsus olabilir.
«Talâk vâki olmaz denilmişse de yanlıştır.»
Yani Muhtar şerhi İhtiyar'da kadının sözünden vazgeçmesi meselesinde talâk vâki
olmaz denmişse de bu hatadır. Çünkü güvenilir kitablarda nakledilenlere
muhâliftir. Bahır.
«Bunun aksini söylerse» yani ben kocamı
seçtim, hayır bilâkis kendimi seçtim derse yahut hem kocamı hem kendimi seçtim
cevabını verirse talâk vâki olmaz. Bahır.
«Önce söylediğine itibar edilerek talâk
vâki olmaz.» Çünkü ondan dönmek sahih olmaz.
«Nasılki yahut kelimesiyle atfederse» talâk
vâki olmaz. Emir kadının elinde olmaktan çıkar. Çünkü yahut kelimesi iki şeyden
birini bildirmek içindir. Kadının alettayin kendini mi yoksa kocasını mı
seçtiği bilinmediği için kendisini alakadar etmeyen bir şeyle iştigal olur ki
bu da vazgeçmek sayılır. H.
«Kendimi aileme kattım derse ilah...» Bahır
sahibi diyor ki: "Bir adam karısına seç der de kadın: Ben kendimi aileme
kattım cevabını verirse talâk vâki olmaz. Nitekim Câmiu'I-Fûsuleyn'de beyan
edilmiştir. Ama bu müşkildir. Çünkü kinâye sözlerdendir ve kadının ben bâinim
demesi gibidir" H. Bahır sahibi bunu gelecek bâbta zikretmiştir. Biz de
cevabını orada vereceğiz.
«Atıflı» yani Arapça vav, fa veya sümme
harflerinden biriyle atfederse Fârisî'nin Telhîz şerhinde şöyle denilmiştir:
"Sümmeyle atfederek söyler de kocası ikinciyi söylemeden kadın kendisini
ihtiyar ederse, kendisi de cima' olunmamışsa birinciyle bâin talâkla boş düşer.
Diğerleriyle bir şey vâki olmaz." Bahır.
«Kocanın niyeti olmaksızın» ifadesi Kenz,
Hidâye, Sadru'ş-Şehid ve Attâbî'de de bu şekildedir. Vechi şârihin dediği gibi
tekrarın talâk murad ettiğine delâlet etmesidir. Telhisü'l-Câmi'de dahi:
"Teaddüd yani tekrar talâka mahsustur ve nefisle niyetin zikrine hacet
bırakmaz. Lâkin Gâyetü'l-Beyân'da bildirildiğine göre Câmi-i Kebîr'de açıklanan
niyetin şart olmasıdır. Bu zâhîrdir." denilmiştir. Kaadîhân ile Ebu'l-Muîn
Nesefî buna kâil olmuş, Fetih sahibi dahi bunu tercih etmiştir. Zira seç emrini
tekrarlamak bu sözü talâk hakkında zâhir kılmaz. Câiz ki mal hakkında seç yahut
mesken hakkında seç demek istemiştir. Bahır sahibi diyor ki: "İhtilâf
niyetsiz olarak kazaen vâki olmasındadır. Haddi zatında talâkın ancak bununla
vâki olacağında ittifak vardır. Hâsılı rivâyeten ve dirayeten itimad edilen söz
niyetin şart olmasıdır, nefsin şart olması değildir."
Ben derim ki Allâme Kâsım ile Makddisî'nin
meylettikleri kavle birincisidir. Bahır sahibinin niyetin şart olmasıdır,
nefsin şart olması değildir demesi söz götürür. "Çünkü tekrar talâk murad
etmeye delildir." sözüne binaen niyet şart değildir diyen dahi tekrarın
delâletiyle nefsi zikretmenin şart olmadığını söylemiştir. Nitekim Telhîz'in
yukarıda gecen açık ibâresi böyledir. Tekrarı dokuz tefsir kelimesinden
sayanlarla niyetin şart olduğunu söyleyenler ve tekrarı talâk muradına delil
saymayanlar açıkça yukarıda geçmişti. Nitekim Feth'in yukarıda geçen sözü de açıktır.
Kaadihân'ın Ziyâdat şerhinde dahi öyledir. Şu halde tekrar talâk murad etmek
için delil sayılmayınca ihtiyar sözü tefsircisiz kalır. Tefsircinin şart
olduğunda ise yukarıda icma' nakletmiştik. Binaenaleyh niyet şarttır diyenlere
nefsi zikretmek de şart olmak lâzım gelir. Niyetle tefsir hâsıl olmaz. Çünkü
Fetih'de şöyle denilmiştir: "Seçmekle talâk ikâ'ı kıyasa muhâliftir.
Binaenaleyh nassın bulunduğu yere münhasır kalır. Bu olmasaydı hal karinesini
tefsirle yetinmek mümkün olurdu ilah..."
Evet, yukarıda geçen ihtilâf talâkın yalnız
kazaen vukuunda olduğuna göre şöyle demek gerekir: "Kocanın tekrarla
birlikte nefsi zikretmesinde bilittifak niyet şart değildir. Biliyorsun ki
ihtilâfın mercii tekrarın talâk muradına delâlet hususunda nefis kelimesinin
yerini tutuptutmamasıdır. Sarahaten nefis kelimesi zikredilmesi talâk muradına
delâlet teayyün eder ve artık kazaen niyetin şart olması hususunda hilâfa mahal
kalmaz. Çünkü nefis kelimesini zikretmesi niyeti olmadığı hususundaki dâvâsını
yalanlar. Nitekim talâkın kinâyelerinde geçmişti ki delâlet niyetten daha
kuvvetlidir. Çünkü delâlet açık, niyetse kapalıdır.
Şu halde geçen hilâfın tekrar suretinde
niyet şart mıdır değil midir meselesine aid olduğu teayyün eder. Bunun yeri ise
nefsi yahut nefis yerini tutacak bir sözü zikretmediği zamandır. Burada bana
zâhir olan budur. Bunu düşün! Çünkü biriciktir. Bundan anlarsın ki, buradaki
«niyetsiz olarak» dememizle bâbın başında musannıfın "talâkı niyet
ederek" demesi arasında birbirine aykırılık yoktur. Çünkü onun evvela
söylediği niyet şarttır sözü ancak nefis kelimesiyle onun benzeri olan tefsir
kelimelerinden biri kocanın sözünde zikredilmediğine göredir. Böyle bir kelime
ancak kadının sözünde zikredilmıştir. Birıaenaleyh karı-kocanın birbirlerinden
ayrılmalarının illeti tamam olmak için niyet şarttır. Nitekim evvelce Fetih'ten
nakletmiştik. Demiştik ki; öfke veya müzakere kazaen niyetin yerini tutar.
Fakat nefis veya benzeri erkeğin sözünde zikredilirse kazaen niyete hâcet
yoktur. Çünkü hassaten ayrılmakta kullanılan şey mevcuddur. Acaba kocanın
sözünde tekrar nefis kelimesi gibi tefsirci midir ve niyetin yerini tutar mı
tutmaz mı? Dinlediğin hilâf buradadır. Nefis kelimesi veya benzeri ne erkeğin,
ne kadının sözlerinde zikredilmemiş olursa aslâ talâk vâki olmaz. Velev ki
niyet etmiş olsun.
«Üç talâk vâki olur.» sözü bazı nüshalarda
niyetsiz sözünden önce zikredilmiştir. Minah'da da öyledir. En münasibi odur.
Çünkü üç talâka da niyet şart olmadığını ifade eder. T.
METİN
İmameyn: "Birinciyi seçtim sözünden
sonuna kadar bir talâk-ı bâin vâki olur." demişlerdir. Tahâvî bu kavli
benimsemiştir. Bahır. Ali Makdisî dahi bunu kabul etmiştlr. Hâvi'l-Kudsî'de:
Biz bununla amel ederiz o kadar." denilmiştir. Bu gösterir ki, müftabih
kavil İmameyn'in kavlidir. Çünkü ulemanın biz bununla amel ederiz demeleri
fetvaya alem olan sözlerdendir. Eşbâh'a hâşiye yazan Şeref-i Gazzî'nin
elyazısıyla böyle denilmiştir. Zikredilen muhayyer bırakmaya cevap olarak kadın
ben kendimi boşadım yahut ben kendimi bir tatlika ile seçtim veya ilk talâkla
seçtim derse esah kavle göre bir talâk-ı bâinle boş olur. Çünkü kocası talâk-ı
bâini tefvîz etmiştir. Kadın ondan başkasına mâlik değildir.
İZAH
«Birinciyi seçtim.» diye kayıdlaması
şundandır: Zira seçtim veya bir seçiş seçtim sözüyle bilittifak üç talâk vâki
olur. Kezâ bir defa seçtim veya bir kerre ile seçtim yahut birle veya bir
seçişle gibi kelimelerle bütün imamlarımızın kavline göre üç talâk vâki olur.
Bahır.
«Sonuna kadar» yani ortayı veya sonuncuyu
seçerse demektir. Maksad kadının birinciyiseçtim veya ortadakini seçtim yahut
sonuncuyu seçtim dediğini anlatmaktır. Bununla beraber kadının bunları atıf
edatıyla üçünü birden zikretmiş olması da ihtimal dahilindedir.
«AIi Makdisî dahi bunu kabul etmiştir.»
Burada şöyle denilebilir: "Makdisî Kenz'in Nazmını şerhederken sadece iki
kavli hikâye etmiş; sonra İmameyn'in kavlinin vechini anlatmış, arkacığından da
İmam-ı Âzam'ın kavlini tevcih etmiştir."
«Bu gösterir ki ilah...» sözüne karşı şöyle
denilebilir: "Bütün metin sahibleri İmam-ı Âzam'ın kavline göre hareket
etmiş, Hidâye sahibi onun delilini geriye bırakmıştır. Binaenaleyh âdeti
vecihle tercih edilen kavil odur. Fetih sahibi ile başkaları bu kavli izah ve
yapılan itirazları def hususunda uzun sözler söylemişlerdir. Bahır ve Nehir
sahibleri de Fetih sahibine uymuşlardır. Binaenaleyh metin ve şerh yazarlarının
itimad ettikleri kavil odur. Hâvi'l-Kudsî'nin itimad ettiği kavil onun
karşısında duramaz.
«Zikredilen muhayyer bırakmaya cevap
olarak» yani üç defa tekrara cevap olarak demektir. Nitekim Nehir'de
belirtilmiştir. Bahır'ın ibâresi ise: "Erkeğin seç demesine cevap
olarak" şeklindedir.
«Esah kavle göre» yerine doğrusu budur
demek daha münasibtir. Çünkü Hidâye ile bazı Câmi-i Sağîr nüshalarında
"Kocası karısına mâliktir." denilmişse de şârihler kesin olarak bunun
yanlış olduğunu söylemiş lerdir. Bahır'da: "Bu bir rivayettir."
denilmişse de bunu da Nehir sahibi reddetmiştir.
«Çünkü kocası talâk-ı bâini tefvîz
etmiştir.» Muhayyer bırakmak kinâyedir. Binaenaleyh onunla talâkı bâin vâki
olur.
«Kadın ondan başkasına mâlik değildir.»
Zira kadının talâk îkâ'ına itibar yoktur. itibar kocasının tefvîzınadır.
Görmüyor musun kocası ona bâin talâkı veya ric'îyi emreder de kadın aksini
yaparsa kocasının emrettiği olur. Bahır.
METİN
Bir boşama hususunda emrin elindedir yahut
bir boşama seç der de kadın kendini seçerse bir talâk-ı ric'î ile boş olur.
Çünkü kocası talâkı ona sarîh sözle tefvîz etmiştir. Beynunet ifade eden bir
kelime sarîh sözle birlikte söylenirse ric'î olur. Aksi de böyledir. Musannıf
cümleyi fî edatıyla kayıdlamıştır. Bâ ile kayıdlarsa hüküm yine böyledir.
Kendini boşaman için yahut kendini boşayıncaya kadar emrin elindedir demesi
bunun hilâfınadır. Çünkü talâk-ı bâinle boş olur. Nasılki nafakam sana
ulaşmazsa emrin elindedir. Ne zaman istersen kendini boşa dedikten sonra nafaka
kadına ulaşmaz da kendini boşarsa talâk bâin olur. Çünkü talâk lâfzı emrin
elindedir sözünün içinde yoktur.
FER'Î MESELELER : Bir kimse bir adama benim
karımı muhayyer bırak derse, o kimse muhayyer bırakmadıkça kadın muhayyer
olmaz. Ona muhayyer olduğunu haber ver demesibunun hilâfınadır. Çünkü
muhayyerliği ikrar etmiştir.
Bir adam karısına: Sen istersen boş ol ve
seç der de kadın diledim ve seçtim cevabını verirse iki talâk vâki olur. Bugün
ve yarın seç derse birleşir. Yarın da seç derse talâk müteaddid olur.
Bir adam karısına: Bugün seç yahut bu ay
emrin elinde olsun derse kadın günle ayın bakiyesinde muhayyer olur. Fakat bir
gün veya bir ay derse konuştuğu saatten yarının o saatine kadar ve konuştuğu
saatten ayın otuzuncu günü tamamlanıncaya kadar seçmeye hakkı olur. Bu
muhayyerliği kadına ay başında verirse kadın ayın ilk gecesi ile iIk gününde
muhayyer olur. Vakitle sınırlandırılan muhayyerlik vazgeçmekle bâtıl oluvermez.
Kadın bilsin bilmesin vaktin geçmesiyle bâtıl olur.
İZAH
«Kadın kendini seçerse" sözü ile
musannıf seçtim kelimesinin hem seçmeye, hem de emrin elindedir sözüne cevap
olabileceğine işaret etmiştir. Nitekim ilerde de gelecektir. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
«Beynunet ifade eden bir kelime ilah...» sözü
bir sualin cevabıdır. Sual şudur: Emrin elindedir sözü ile seç sözünün ikisi de
beynunet (ayrılmak) ifade ederler. O halde onlara bâinden başka mânâ vermek
câiz olmamalıdır. Salhânî diyor ki: "Buradan anlaşılır ki, bir adam
karısına ruhun boş olsun dese talâk-ı ric'î meydana gelir."
«Aksi de böyledir.» Yani sarîh bir söz
kinâye ile birlikte kullanılırsa talâk bâin olur. Meselâ: Sen boşsun bâinsin
sözü böyledir. H.
«Çünkü talâk-ı bâinle boş olur.» Zira
talâkı kadına bâin sözü ile tefvîz etmiştir.
«Çünkü talâk lâfzı emrin elindedir sözünün
içinde yoktur.» Bu cümle her üç meselenin illetidir. T.
«Ona muhayyer olduğunu haber ver demesi
bunun hilâfınadır.» Yani o kimse haber vermeden kadın işitir de kendini seçerse
talâk vâki olur. Çünkü haber vermesini emretmek, haber verilecek şeyin önce
olmasını gerektirir ve bu kadını muhayyer bıraktığını ikrar sayılır. Bahır.
«İki talâk vâki olur.» Bunlardan biri
diledim, diğeri de seçtim sözüyle olur. Çünkü kocası ona biri sarîh diğeri
kinâye olmak üzere iki talâk tefvîz etmiştir. Sarîh zikredildiği halde kinâye
niyete muhtaç değildir. Bahır.
«Birleşir» Hatta kadın o gün seçmeyi
reddederse o söz aslından bâtıl olur. Hindiyye. Bugünün ve yarının içinden seç
demesi de böyledir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. T.
«Yarın da seç derse» yani bugün seç, yarın
da seç derse, seç kelimesini tekrarlaması karinesiyle burada iki muhayyerlik
vardır. T. Hangi sözler birleşir, hangileri birleşmezbundan sonraki bâbta
gelecektir.
«Bugün seç ilah...» Bugün diyerek belirli
söyleyince mâlum olan o gün anlaşılır. Muhayyerlik geçmiş güne aid değildir.
Kadın o gün geçinceye kadar muhayyerdir. Bu da o gün güneşin kavuşmasıyla olur.
Ay meselesinde de hilâli görmekledir. Sene demişse Zilhicce ayının
tamamlanmasıyladır. Nitekim bir adam bugün yahut bu ay veya bu sene
konuşmayacağına yemin etse bu şekilde hareket edilir. Ama günü ve ayı belirsiz
zikrederse o zaman bütünü anlaşılır. Günün başlangıcı muhayyer bıraktığı andan
ise ertesi gün o anda sona erer. İkisinin arasına gece bizzarure girer. Halbuki
gece ayrıca güne tâbi olmazdı. Herhalde bu mesele bundan istisna edilmiş
olacaktır. Rahmetî. Şârihin zikrettiği Cevhere'den alınmıştır. Gelecek fasılda
Bahır'ın ibâresi Zahîre'den naklen şöyledir: "Bir gün veyn bir ay yahut
bir sene emrin elindedir derse, o saatten itibaren zikredilen müddet
tamamlanıncaya kadar kadının emri elindedir. "Bu ibâre ihtimallidir.
Müddetin geceleyin yahut ikinci gün tamamlanması murad edilmiş olabilir.
Gecenin dahil olup olmaması da ihtimallidir. Lâkin ulemanın yeminler bahsinde
açıkladıklarına göre ben fülanca ile bir gün konuşmam diye yemin eden bir kimse
araya gece girmekle beraber o günü ertesi günün bir kısmıyla tamamlayacaktır.
«Ayın otuzuncu günü tamamlanıncaya
kadar...» Çünkü tefvîz ayın bir kısmında olmuştur. Hilâli itibara almak mümkün
değildir. Binaenaleyh bilittifak günlerle itibar edilir. Zahîre. Bunun mefhumu
şudur ki: hilâl doğduğu zaman söylemiş olsa icare meselesinde olduğu gibi
hilâli görmekle itibar olunur.
«İlk gecesi ile ilk gününde muhayyer olur.»
Çünkü baş ayın evvelidir. Ay kelimesinin altında biri gece diğeri gündüz olmak
üzere iki nev'i vardır. Gecelerin evveli ayın ilk gecesi, günlerin evveli de
ayın ilk günüdür. T.
METİN
Bu söz seçmek sözü gibidir. Yalnız üçü
niyet meselesinde ondan ayrılır. Bir adam karısına emrin elindedir yahut
solundadır veya burnundadır yahut dilindedir diyerek üç talâk tefvîzini niyet
ederse, kadın bulunduğu mecliste kendimi bir talâkla seçtim yahut kendimi kabul
ettim veya emrimi seçtim yahut sen bana haramsın veya sen benden bâinsin yahut
ben senden bâinim veya boşum dediği takdirde üç talâk vâki olur. Velevki kadın
küçük olsun. Çünkü bu söz tâlik gibidir. Bezzâziye. Kezâ kadının babası ben
bunları kabul ettim derse hüküm yine budur. Hulâsa. Ama bunu kadın küçükse diye
kayıdlamak gerekir. Sana talâkını ödünç verdim, senin emrin Allah'ın ve senin
elindedir, benim emrim senin elindedir sözleri de muhtar kavle göre emrin
elindedir sözü gibidir. Hulâsa. Allah Teâlâ'nın ismini zikretmek teberrük içindir.
Üçü niyet etmezse bir talâk vâki olur.
İZAH
Burada emir hal mânâsına, el de tasarruf
mânâsınadır. Bunu Misbah'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir. Şu halde mânâ:
Erkeğin karısının tesarrufuna verdiği talâkın kadın tarafından yapılması bâbı
demektir. T. Evvelce söylemiştik ki, burada münasip olan bâb değil fasıl
demektir.
«Seçmek sözü gibidir.» Yani niyetin şart
olması nefis kelimesinin veya onun yerini tutacak başka bir kelimenin
zikredilmesi, kocanın sözünden dönememesi ve tefvîzı yaptığı meslisle yahut
kadının tefvîzı öğrendiği meclisle mukayyed olması ve şayet sınırlı ise kadının
müddeti bilmesi ile mukayyed olması hususlarında seçmek kelimesi gibidir.
«Yalnız üçü niyet meselesinde ondan
ayrılır.» Çünkü burada üçü niyet sahihtir. Muhayyer bırakmada ise sahih
değildir. Çünkü emir cinstir. Umuma hususa ihtimali vardır. Bunlardan hangisini
niyet ederse niyeti sahih olur, Bedayi'de burada nefis kelimesinin zikredilmesi
şart değildir denilmiştir. Ama bu umumiyetle kitaplardakine muhâliftir. Nitekim
Bahır ve Nehir'de belirtilmiştir.
«Emrin elindedir.» Tâlik yaparak şu haneye
girersen emrin elindedir demesi de öyledir. Kadın o haneye ayak basar basmaz
kendini boşarsa boş düşer. iki adım yürüdükten sonra boşarsa boş düşmez. Çünkü
emir elinden çıktıktan sonra boşamıştır. Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahibi
söylemiştir. Attâbîyye'de: Bir adam yürürse muhayyerliği bâtıl olur." de-
nilmişse de bu söz bir ayağının eşik üzerinde olmasına, diğeriyle içeri
gir-mesine yorumlanır. Evvelki söylediğimiz ise eşiğin dış tarafında bulun-
duğuna göredir. Böylece ilk adımla girişin evvelini geçmiş olmaz, ikinci adımla
geçer ve emir elinden çıkar.Makdisî.
«Yahut solundadır ilah...» Bezzâziye'de:
"Emrin gözündedir ve emsali bir söz söylerse niyeti sorulur."
denilmiştir. Bahır.
«Üç talâk tefvîzını niyet ederse...»
sözüyle diyaneten mutlaka tefvîzı niyet lâzım olduğuna, kazaen halin delâleti
gerektiğine işaret etmiştir. Ni-tekim Bahır'da belirtilmiştir. Üçü niyet
sözüyle neden ihtiraz ettiği ileride gelecektir. Musannıf bu lâfızların talâk
îkâ'ından değil talâkı tefvîzdan ki-nâye olduklarına da işaret etmiştir. Hatta
bu sözlerle talâk yapmayı niyet ederse vâki olmaz. Çünkü lâfzın kendisi bunu
taşımaz. Emrin elindedir sö-zünden başkalarında bu açıktır. Emrin elindedir
sözü ise talâk îkâ'ına ih-timallidir. Çünkü kocası bâinle boşarsa kadının emri
elinde olur. Herhalde bunu örf olmadığı için talâk îkâ'ından kinâye
yapmamıştır. Rahmetî.
«Üç talâk vâki olur.» Çünkü seçmek emrin
elindedir sözüne cevap teşkil edebilir. Bir kelimesi seçmenin sıfatıdır ve
kadın sanki "kendimi bir defa ile seçtim" demiş gibi olur. Bununla da
üç talâk meydana gelir. Nehir. kendini boşa sözünde ise seçmek bu söze cevap
teşkil edemez. Nitekim bundan sonraki fasılda gelecektir.
«Velev ki kadın küçük olsun.» Bundan önceki
bâbta Zahîre'den naklettiğimiz fetva vak'ası budur.
«Çünkü bu söz tâlik gibidir.» Yani temlîk
olsa da bunda tâlik mânâsı vardır. Nitekim izahı muhayyerlik meselesinde
geçmişti.
«Ama bunu kadın küçükse diye kayıdlamak
gerekir.» Bu ifade söz götürür. Müntekâ'dan naklen Hulâsa'nın ibâresi şöyledir:
"Kadına emrin babanın elindedir der de babası da bunu kabul ettim derse
kadın boş olur. Kezâ kadına emrin elindedir der de kadın kendimi kabul ettim
cevabını verirse boş düşer. Böyle bir sözden kadının küçüklüğü anlaşılamaz.
Çün- kü kadın yetişkin de olsa kocası emri bir ecnebînin eline verebilir.
Hulâ-sa'nın ibâresinde kadının emrini eline verdiğine, kabulü babasının
yaptı-ğına dair bir söz yoktur ki şârihin Nehir sahibine uyarak söyledikleri
ye- rinde olsun. Rahmetî.
Ben derim ki! Şu da var: Kadına emrin
elindedir demek kendi nefsini seçmesi hususunda tâlik mânâsına gelir.
Binaenaleyh kadın küçük bile olsa babasını kabul etmesi sahih olamaz. Kezâ emri
babasının eline ve-rirse kadın büyük bile olsa onun kabul etmesi doğru olamaz.
Çünkü tâlik edilen şey mevcud değildir.
«Allah Teâlâ'nın ismini zikretmek teberrük
içindir.» Yani emir yalnız başına kadının elinde olur.
«Üçü niyet etmezse bir talâk vâki olur.»
"Üçü niyet sözüyle neden ihtiraz ettiği ileride gelecektir." dediği
budur. Bu söz hiç aded niyet etme-meye yahut hür kadın hakkında bir veya iki
talâkı niyet etmeye sâdıktır. Niyet ederse bir talâk-ı bâin vâki olur. Evvelce
arzetmiştik ki, diyaneten talâkı kadına tefvîzi niyet etmesi kazaen halin delâleti
mutlaka tâzımdır. Bahır.
METİN
Kadın kendini üç defa boşar da erkek ben
biri niyet etmiştim derse, delâlet bulunmadığı takdirde erkeğe yemin
verdirilir. Kadının delâlet bu-lunduğuna dair beyyinesi kabul edilir. Nitekim
geçmişti. Meclisin bir ol-ması, kadının bilmesi nefis kelimesini veya onun
yerini tutacak başka bir kelimeyi zikretmek şarttır. Kadının emri elinde
olduğunu kocası söyler de kadın bunu bilmez fakat kendini boşarsa boş olmaz.
Çünkü şartı yoktur. Hâniyye. Erkek tarafından karı boşamaya yarayan her söz
kadın tarafın-dan cevap olmaya da yaramaz. Binaenaleyh kadın ben boşum yahut
ken-dimi boşadım derse talâk vâki olur. Seni boşadım derse bunun hilâfınadır.
Çünkü talâkla kadın vasıflanır, erkek vasıflanmaz. İhtiyar. Bundan hassa-ten
seçmek lâfzı müstesnadır. Çünkü bu söz talâk lâfızlarından değildir. Ama kadın
tarafından cevap olmaya yarar. Bedayi.
İZAH
«Delâlet bulunmadığı takdirde erkeğe yemin
verdirilir.» Fakat üçe delâlet bulunursa, meselâ üç talâkı müzakere ederler
yahut üç parmakla işaret ederse bu delâletle amel edilir.
«Kadının delâlet bulunduğuna dair beyyinesi
kabul edilir.» Yani öfke veya müzakere halinde olduğuna dair beyyinesi kabul
edilir. Ama niyeti buydu diye getirdiği beyyine kabul edilmez. Meğerki bu
niyette olduğunu ikrar etti diye beyyine getirmiş olsun. Nitekim İmâdiyye'den
naklen Nehir'de beyan edilmiştir.
«Nitekim geçmişti.» Yani kinâyeler bâbının
başında geçmişti. H. «Bunun yerini tutacak başka bir kelime...» İhtiyara
kelimesi gibi, em-rimi seçtim demesi gibi. T. Babamı veya annemi yahut ailemi
veya koca-ları seçtim demesi de böyledir. Nitekim muhayyerlik bâbında geçmişti.
Zâhire bakılırsa burada tekrarda muhayyerlik bâbındaki tekrar gibidir.
«Kadının emri elinde olduğunu söyler de
ilah...» cümlesi "kadının bilmesi şarttır" cümlesinin muhterizîsidir.
Yani bilmesi şarttır sözüyle bundan ihtiraz etmiştir. Diğer ikisini
zikretmemesi anlaşıldıkları içindir. Kadın meclis sona erdikten sonra kendini
ihtiyar ederse talâk vâki olmaz. Ama bu mutlak söylediğine göredir. Sınırlı söyler
meselâ bir gün emrin elindedir derse kadının muhayyerliği o müddetin
devamıncadır. Kadına emrin elindedir der de o da seçtim cevabını verir fakat
kendimi demezse, bu mânâda başka bir sözde söylemezse talâk vâki olmaz.
Rahmetî.
«Boş olmaz.» Vekil gibidir. Vekil vekâlet
işini bilmezden önce vekil değildir. Hatta tesarrufta bulunsa tesarrufu sahih
olmaz. Vasî bunun hilâ-fınadır. Çünkü o mirâsçılık gibi hilâfettir. Bezzâziye.
«Erkek tarafından karı boşamaya yarayan her
söz ilah...» Bu kaideyi Bahır sahibi Bedâyi'den nakletmiştir. Ama ben onu
açıklayan görmedim. Onu izah hususunda bana zâhir olan şudur: Maksad
maddesiyle, heyetiyle lâfzı teşhis değildir. Bazılarının dediği gibi zamirleri
ve şekilleri değiştirmek suretiyle de değildir. Maksad kadının lâfzı öyle bir
şeye isnad etmesidir ki kocası ona isnad etmiş olsa talâk vâki olur. Bu suretle
kocası tarafından talâk yapmaya yarayan söz kadın tarafından cevap olmaya
yarar. Binaenaleyh kadının sen bana haramsın veya sen benden bâinsin yahut ben
senden bâinim demesi yukarda geçtiği vecihle cevap olabilir. Çünkü ilk iki
sözde kadın hörmet ve ayrılığı kocasına isnad etmiştir.
Bunları kocası kendisine isnad etmiş olsa,
mesela ben sana hara-mım yahut ben senden bâinim dese, talâk vâkl olurdu.
Üçüncüde kadın ayrılmayı kendisine isnad etmiştir. Bunu kocası da kadına isnad
etmiş olsa ve sen benden bâinsin dese talâk vâki olurdu. Kadının ben boşum
yahut kendimi boşadım demesi de böyledir. Talâkı kendine isnad etmiş-tir,
bunlar cevap olabilir. Çünkü kocası talâkı kadına isnad etse talâk vâki olurdu.
Kadının kocasına seni boşadım demesi bunun hilâfınadır. Ko-casına sen benden
boşsun demesi de öyledir. Çünkü talâkı kocasına is- nad etmiştir. Halbuki
kocası onu kendine isnad etmiş olsa talâk vâki ol-mazdı. Bu söz kocası tarafından
boşamaya elverişli olmayınca karısı ta-rafından cevaba da elverişli olmaz. Bu
kaideyi izah hususunda doğru söz budur. Bununla bazılarının: "Bu kaîde şu
son sözle bozulur: Çünkü kocası karısına seni boşadım derse talâk vâki
olur." iddiası sâkıt olur. Bu iddia maksad zamirleri ve kelime şekillerini
değiştirmek olduğuna göredir. Halbuki murad o değildir. Murad bizim
söylediğimizdir.
Sonra bilmelisin ki ulemanın: "Koca
tarafından karı boşamaya yara-yan her söz." demelerinden murad: Kadın
talâkını istedikten sonra niyete tevakkuf etmeden boşamaya yarayan sözlerdir.
Çünkü Câmiu'I-Fûsu-leyn'de şöyle denilmiştir: "Asıl şudur ki: kadın
talâkını istedikten sonra kocası tarafından talâk sayılacak her şeyle verilen
cevap talâktır. Talâk kadının eline verildikten sonra kadın böyle bir sözü
kendine söylerse boş düşer. Beni boşa der kocası sen haramsın yahut bâinsin
veya hâlisin ya-hut berîsin cevabını verirse kadın boş olur. Talâk kadının
eline geçtikten sonra bunları kadın söylerse yine boş olur. Kocasına beni boşa
der de o da ailene katıl cevabını verir ve ben talâk niyet etmedim derse tasdik
olunur. Kadın emir kendi eline geçtikten sonra bunu söyler ve kendimi aileme
kattım derse yine boş olmaz. "Yani bu söz redde ihtimalli olan
kinâyelerdendir. Binaenaleyh öfke ve müzakere hallerinde niyete bağlıdır. Kadın
talâkı istedikten sonra ancak niyet varsa talâk yapmak için teayyün eder. Haram
ve bâin sözleri bunun hilâfınadır. Çünkü bunlarla müzakere halinde niyetsiz
talâk vâki olur demek istiyor. Bununla Bahır sahibinin müşkil gördüğü mesele
bertaraf edilmiş olur. Bahır sahibi ben kendimi kattım sözüyle ben bâinim sözü
arasındaki farkı müşkil saymıştır. Anla!
«Çünkü bu söz talâk lâfızlarından
değildir.» Bununla talâk yapmayı niyet etse talâk olmaz. Zira ikâ' değil tefvîz
kinâyesidir. Lâkin evvelce geçtiği vecihle kıyasa muhâlif olarak bilicma' kadın
tarafından cevap sa-yılacağı sâbit olmuştur. Emrin elindedir sözü de bunun
gibidir. Musannıfın onu istisna etmemesi kadın tarafından cevaba elverişli
olmadığı içindir. Kadın emrim elimdedir diyemez. Nitekim bunu Bahır sahibi
açıklamıştır.
METİN
Lâkin bu kaideye: "Yukarıda geçtiği
gibi kadının veya babasının ka-bul etmesiyle cevap sahihtir." diye itiraz
olunur. Düşün! Kadının kocasına cevaben kendimi bir defa boşadım yahut kendimi
bir talâkla seçtim sözüyle bir talâk-ı bâin vâki olur. Zira tekarrur etmiştir
ki muteber olan kadının talâk îkâ'ı değil kocasının tefvîzıdır. Erkeğin:
"Bugün emrin elindedir ve yarından sonra" sözünde gece dahil
değildir. Çünkü bu sözler iki temlîktir. Kadın o gün emri elinde olmasını
reddederse emir o gün için bâtıl olur. Yarından sonra yine emri elindedir.
Kadın kendini geceleyin boşarsa sahih olmaz. Hem ancak bir defa boş düşer.
Emrin bugün ve yarın elindedir sözünde gece dahildir. Kadın o gün bu sözü
reddederse ertesi güne kalmaz. Çünkü bir tefvîzdan ibarettir. Ama bugün emrin
elindedir, yarın da emrin elindedir derse bunlar iki emir olur. Hâniyye.
Hâniyye sahibi hilâf zikretmemiştir. Gece dahil değildir. Nitekim bu âşikârdır.
İZAH
«İtiraz olunur.» Yani kabul erkek
tarafından talâk îkâ'ına yaramasa da burada cevap olmaya yarar diye itiraz
edilmiştir. İtirazı yapan Bahır sahibidir. Ama ona şöyle cevap verilebilir:
"Kadının kabul etim demesi kendimi seçtim demesinden ibarettir.
Binaenaleyh müstesnada dahildir."
«Zira tekarrur etmiştir ki ilah...» cümlesi
bâin olur sözünün illetidir. Yani kadın ric'î talâk ifade eden sarîh sözle
cevap verse de talâk bâin olur. Zira kadın kendi emrine ancak onunla mâlik
olur, talâk-ı ric'î ile mâlik olamaz. Üç değil de bir talâk olmasının illetine
gelince o da şudur: Kadının sözünde bir kelimesi bir masdarın sıfatıdır. Bu
masdar talkadır. Çünkü lafzî amilin hâs olması mukadderin de hâs olmasına
karinedir. Bu suretle ben kendimi birle boşadım ve ben kendimi birle seçtim
sözleri arasında fark hâsıl olur ve bazılarının; "ikincide de bir talâk
vâki olması gerekir." sözü defedilmiş olur. Tamamı Fetih'dedir.
«Gece dahil değildir.» Musannıf gece ile
cinsi murad etmiştir. Binaenaleyh iki geceye de şâmildir. Kezâ fasıla teşkil
eden gün de dahil değildir. Musannıfın bundan bahsetmesi açık olduğu içindir.
H. Hâvi'l-Kudsî'de:"Burada iki geceyle yarın dahil değildir."
denilmiştir.
«Çünkü bu sözler iki temliktir.» Bahır
sahibi şöyle demektedir: "Çünkü bir zamanı kendi misli bir zaman üzerine
atfetmek ve aralarını her ikisinin misli bir zamanla ayırmak zikredilen emrin
birinciyle kayıdlanmasını, diğer emrin ikinci ile kayıdlanmasını kasid
hususundaaçıktır. Binaenaleyh bugün sözü münferiden ele alınır. Zikredilen
hükümde sonrakiyle biraraya toplanmaz. Çünkü cümle cümle üzerine atfedilmiştir.
Yani emrin bugün elindedir ve emrin yarından sonra elindedir denilmiş gibidir.
Bugün sözü ayrı söylense gece hükümde dahil değildir. Şu halde başka bir cümle
üze-rine atfedildiği zaman dahi öyledir." H.
«Kadın kendini geceleyin boşarsa sahih
olmaz.» Yani iki geceden birinde boşarsa sahih olmaz. Bu "gece dahil
değildir" sözünden anlaşılan mânâyı açık olarak ifadeden ibarettir. H.
«Hem ancak bir defa boş düşer.» Şârih bu
sözle bir vehmi defetmek istemiştir ki, o da kadının kendini her gün iki defa
boşaması câiz olmakla bunların iki temlîk olması gerekmektedir. H.
Ben derim ki: Bu söz bu mânâda açık bir
nakil bulunmasına muhtaç-tır. Çünkü iki sözün iki temlîk olması kadının kendini
bugün ve yarından sonra boşamaya hakkı olduğunu gösterir. Minah sahibi diyor
ki: "Vakitleri birbirinden ayrılmakla bunların iki emir olduğu sübut
bulunca kadın için iki vaktin her birinde ayrıca muhayyerlik sâbit olur.
Bunların birini reddetmekle diğeri reddedilmiş olmaz. Burada İmam Züfer'in
muhalefeti vardır." Zâhire bakılırsa şârihin muradı kadının her gün yalnız
bir defa boş olmasıdır. Bedâyi'de şöyle denilmiştir: "Kadın vakit içinde
kendini bir defa seçerse başka bir defa seçmeye hakkı kalmaz. Çünkü lâfız vakti
iktiza eder, tekrarı iktiza etmez." Bedayi sahibi bunu bugün, bu ay gibi
sınırlı vakit bahsinde zikretmiştir. Bunlar iki vakitte iki temlîk olunca kadın
her birinde yalnız bir defa kendini seçebilir. Yakında Bedayi'den
nakledeceği-miz ifade dahi buna delâlet etmektedir.
«Ertesi güne kalmaz." Hidâye sahibi
diyor ki: "Zâhir rivâyet budur. Ebû Hanife'den bir rivâyete göre kadın
yarın kendini seçebilir. Çünkü ta-lâk îkâ'ını reddetmeye mâlik olmadığı gibi
emrinin elinde olmasını reddet-meye de mâlik değildir."
«Çünkü bir tefvîzden ibarettir.» Zira
aralarını başka bir günle ayır-mamıştır. Şu halde bir temlîkte bir yere
toplamayı bildiren harfle toplama yapmıştır ve iki gün emrin elindedir demiş
gibidir. Burada hem lügaten, hem örfen araya giren gece dahildir. Bahır,
«Bunlar iki emir olur.» Bedâyi sahibi diyor
ki: "Hatta kadın o gün ko-casını ihtiyar eder yahut emri reddederse yarın
için muhayyerliği bâkidir. Çünkü kocası sözü tekrarlayınca tefvîz da
tekrarlanmış olur. Bunların bi-rini reddetmek diğerini de red sayılmaz, Kadın
birinci gün kendini ihtiyar eder de boşar da, sonra yarından önce o adamla
evlenirse kendini ihtiyar etmek istediğinde buna hakkı vardır. Bir defa daha
boşar. Çünkü kocası iki tefvîzdan her biriyle ona bir talâk hakkı vermiştir.
Bunların birini yapmış olması diğerini yapmasına mâni değildir." İşte bu
birinci mesele de bi-zim söylediğimize delildir. Biz: "Kadın her gün
kendini bir defa boşayabi-lir." demiştik.
«Hâniyye sahibi hilâf zikretmemiştir.» Yani
bunların iki emir olduğu hususunda hilâf olduğunu söylememiştir. Gerçi
Hidâye'de bunun hassaten İmam Ebû Yusuf'tan rivâyet edildiği bildirilmişse de,
bu hilâf isbat etmek için değil, mezkûr fer'î meseleyi o tahriç ettiği içindir.
Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir.
«Nitekim bu âşikârdır.» Çünkü bu adam
kadına ayrı bir günde emir isbat etmiştir. Ondan sonra gelen günde sâbit olan
ayrı emirdir. Fetih.
METİN
T E M B İ H: Yukarıda geçen ifadenin
zâhirinden anlaşıldığına göre kadının reddetmesiyle emir reddedilmiş olur.
Lâkin İmâdiyye'de ibrâ gibi kadının tefvîzı kabulünden önce reddedileceği,
kabulden sonra reddedile-miyeceği, bir de birleşen müddette yarına hakkı
kalmayacağı bildirilmek-tedir. Ama Valvalciyye'de: "Karısına ayın başına
kadar emrin elindedir der de kadın ben kocamı seçtim cevabını verirse o günkü
muhayyerliği bâtıl olur. Fakat İmam-ı Âzâm'a göre ertesi gün kadın kendisini
ihtiyar edebilir." denilmektedir.
İZAH
«Yukarıda geçen ifadenin» yani "Kadın
o gün emri reddederse o gün emir bâtıl olur." sözünün zâhirinden
anlaşıldığına göre demektir. Zâhirinden demesi emrin reddinden kocasını seçtiği
murad edilebileceği içindir. Bu takdirde kadının "ben onu reddettim"
demesi murad edilmemiş olur. Bu hususta tafsilât gelecektir. H.
«Lâkin İmâdiyye'de İlah...» İfadesinde
kısaltma vardır. Şarihin şöyle demesi gerekirdi; "Zahire'de bildirildiğine
göre emir reddedilmiş olmaz. İmâdiyye'de iki kavlin arası bulunarak şöyle
denilmiştir ilah..." Bunun iza-hı şudur: Kadının reddi sahihtir diye hüküm
vermek Zahire'nin ifadesiyle çelişki halindedir. Orada; "Emri kadının
eline veya ecnebî birinin eline verirse, sonra kadının veya ecnebinin
reddetmesi sahih olmaz. Çünkü bu lâzım olan bir şeyi temlîktir. Binaenaleyh
lâzım olarak vâki olur. Bu mese-le ulemamızdan rivâyet edilmiştir."
denilmiştir.
İmâdî Fûsul'ünde şöyle demektedir: "Bu
iki sözün arasını bulmak için deriz ki: Emir tefvîz edilirken reddi kabul eder.
Fakat kabulünden sonra reddedilemez. Bunun benzeri ikrardır. Bir kimse bir
insana bir şey ikrar eder de o insan da tasdikte bulunursa, sonra ikrarından dönmesi
sahih olamaz." Hidâye şârihleri de bu yatıştırmaya göre hareket
etmişlerdir.
Muhakkık İbn-i Hümam ise Fetih'de başka bir
şekilde arabulmuştur. O da şudur: Ulemanın: "Kadın o gün emri reddederse
bâtıl olur." sözlerinden murad kadının o gün kocasını seçmesidir. Bunun
hakikati milkinin sona ermesi demektir. Zahîre'deki ifadeden murad ise kadının
reddettim demesidir. Hidâye sahibinin: "Çünkü kadın o gün kendi nefsini
seçtiğinde ertesi güne muhayyerliği kalmaz. Kezâ kocasını seçerse emir
reddedilmiş olur." demesi debunu göstermektedir.
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi şöyle bir
yatıştırma yapmıştır: "Meselede iki rivayet olması ihtimali vardır. Çünkü
bu bir cihetle temlîktir ve temlîk olmasına bakarak kabulünden önce reddi
sahihtir; Ama tâlik olmasına bakarak ne önce, ne de sonra reddi sahih değildir.
Görülüyor ki reddin sahih olması rivayeti temlîke bakarak, fâsid olması da
tâlika bakaraktır." Bahır sahibi bunu daha zâhir görmüş ve şununla te'yid
etmiştir: Hidâye'de beyan edildiğine göre Ebû Hanife'den kadının talâk îkâ'ını
redde salâhiyeti olmadığı gibi emri redde dahi salâhiyeti olmadığı rivayet
edilmiştir.
Bahır sahibi: "Binaenaleyh İbn-i Humam
ile şârihlerin yaptıkları tekellüfe hâcet yoktur." demiştir. Bahır sahibi
bundan önce İmâdî ile şârihlerin: "Kadın kabul ettikten sonra reddettim
derse bu onun muhayyerliğini ibtal eden bir vazgeçmedir." demelerine
itiraz etmiş; bu hususta Makdisî de ona uyarak: "Bu şaşılacak şeydir.
Vazgeçtiğine delâlet eden yiyip içme gibi şeylerle ibtal ediyorlar, sarîh red
ile ibtal etmiyorlar." demiştir.
Ben derim ki: Bu kabul edilemez. Çünkü
sözümüz sınırlı olan emir hak-kındadır. Ulema bunun meclisten kalkmakla ve
yiyip içmekle bâtıl olmayacağını ancak vaktin geçmesiyle bâtıl olacağını
açıklamışlardır. Vakitten mutlak olan emir bunun hilâfınadır. Nitekim geçmişti.
«İbrâ gibi» yani borçtan ibrâ gibi demek
istiyor ki, bir defa sâbit oldu mu kabule bağlı değildir. Red ile geri
çevrilir. Çünkü bunda ıskat ve temlîk mânâsı vardır. Fetih.
«Bir de birleşen müddette» sözü
"kadının reddetmesiyle emir reddedilmiş olur." cümlesi üzerine
atfedilmiştir. Yani yine yukarıda geçen ifadenin zâhirine göre emrin bugün ve
yarın elindedir gibi birleşen müddette yarın için muhayyerlik kalmaz. Burada
şöyle denilebilir: "Bu musannıfın sözünde açıklanmıştır. Şârihin lâkin
ilah... sözü yarın muhayyerlik kalmaz sözüne istidraktır."
«O günkü muhayyerliği bâtıl olur ilah...» O
gün ve yarın sözlerinden murad meclistir. Nitekim Tatarhâniyye sahibi bu tâbiri
kullanmıştır. Hassaten birinci ve ikinci gün değildir. (Meclisten murad da
bulunduğu hal ve vaziyettir.)
«İmam-ı Âzâm'a...» Kezâ İmam Muhammed'e
göre kadın ertesi gün kendisi ihtiyar edebilir. İmam Ebû Yusuf: "Emir
kadının elinden bütün ay boyunca çıkmıştır." demiştir. Bedâyi'de
bildirildiğine göre bazıları bu hilâfı aksine zikretmişlerdir. Yani Tarafeyn'e
göre bütün ay boyunca emir kadının elinden çıkar. Ebû Yusuf'a göre
çıkmaz.Tatarhâniyye'de dahi böyle denilmiştir. Tatarhâniyye sahibi: "Sahih
olan budur." demektedir.
«Ertesi gün kadın kendisini ihtiyar
edebilir.» Yani müddet birleşmekle beraber seçme hakkı ertesi gün bâkidir
denilmektedir. H.
METİN
Dirâye sahibi bunu şöyle tevcih etmiştir:
"Ne zaman vakit zikredilirse tâlik, aksi takdirde temlîk itibar
edilir." Şimdi şu kalır: Bir adam karısını talâk-ı bâinle boşarsa tefvîz
müneccez olduğu takdirde acaba kadının emri elinde olmaktan çıkar mı, Evet, şu
haneye girersen emrin elinde olsun gibi muallak bile söylese emri bâtıl olur.
Vakitle sınırlı söylerse bâtıl olmaz. İmâdiyye: Lâkin Bahır'da Kınye'den
naklen: "Zâhir rivâyete göre muallak müneccez gibidir." denilmiştir.
İZAH
«Ne zaman vakit zikredilirse» yani bugün ve
yarın emrin elinde olsun yahut ayın başına kadar emrin elinde olsun derse tâlik
sayılır. Tâlik olunca reddetmekle geri dönmez. Vakit zikretmez de sadece emrin
elinde olsun derse bu temlik sayılır. Temlik kabul etmeden geri çevrilebilir.
Nitekim geçmişti. Ama bu ifade iki cihetten söz götürür.
Birincisi: Burada kabul kadının iki şeyden
birini seçmesi mânâsındadır. Yani ya kendisini ya kocasını seçecektir. Kocamı
seçtim dedi mi kabul bulunmuştur. Artık bundan sonra kendisini seçmek suretiyle
bunu reddetmeye salâhiyeti yoktur. Şu halde tâlikle temlîkin arasında fark yok
demektir.
İkincisi: Halebî'nin şu itirazıdır:
"Bu tevcih metindeki ifadeyle Valval-
ciyye'nin ifadesi arasındaki çelişkiyi
defedemez. Çünkü bunun mukte-
zasınca kadın o gün kocasını seçtiğinde
ertesi gün emir elinde kalması ge-rekir. Halbuki bu musannıfın söylediğine
muhâliftir." Tahtâvî buna: "Şarihin maksadı çelişki olduğunu
göstermektedir, onu defetmek değildir." diye cevap vermiştir.
Ben derim ki; Çelişki namına verilecek
cevap şudur: Hilâf metnin me-selesinde dahi câridir. Nitekim Hidâye'den
nakletmiştik. Bedâyi'de şöyle denilmektedir: "Bir adam karısına bugün ve
yarın emrin elindedir derse bu söz yukarıda geçen ihtilâfa göre halledilir.
Bunu Valvalcî dahi açıklamış ve şöyle demiştir: "Bugün ve yarın
meselesinde kadın emri o gün reddederse ertesi gün emir elindedir. Ama Câmi-i
Sağîr'de elinde olmayacağı bildirilmiştir. Fetva ona göredir. "Yukarıda
geçen ay meselesindeki hilâf hikâyesinden anladın ki, İmam-ı Âzâm'la İmam
Muhammed'e göre ertesi gün emir kadının elinde kalmaz. Ebû Yusuf buna
muhâliftir.
«Bir adam karısını talâk-ı bâinle boşarsa
İlah...» Bâinle diye kayıd-laması talâk-ı ric'î ile boşarsa tek sözle kadının
emri elinde kalacağı içindir. H. Şârih ulemanın arasındaki başka bir çelişkiye
cevap vermek istemiştir. Zira İmâdî Fûsul namındaki kitabında: "Karısına
emrin elinde olsun der de sonra onu talâk-ı bâinle boşarsa zâhir rivâyete göre
kadının emri elinde olmaktan çıkar." demiş, başka bir yerde ise
çıkmadığını söylemiştir. Sonra bu iki sözün arasını bularak birinciyi müneccez
(derhal geçerli) tefvîz, ikinciyi muallak mânâsına yorumlamıştır. Nehir sahibi
diyor ki: "Bunun aslı evvelce geçtiği vecihle bâinin bâine ancakmuallak
ise lahîk olmasıdır."
«Lâkin Bahır'da ilah...» cümlesi İmâdî'nin
arabuluculuğuna istidraktir. Çünkü Kınye'de açıklandığına göre kocası kadına
şöyle yaparsan emrin elinde olsun der de sonra şart bulunmazdan önce onu
talâk-ı bâinle boşarsa, sonra onunla evlendiğinde kadının emri elinde kalır.
Kınye sahibi bundan sonra zâhir rivâyete göre elinde kalmayacağına işaret
etmiştir. Bu açık olarak gösterir ki, muallak olan emir zâhir rivâyete göre
müneccez gibi kadının elinden çıkar. Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hak
şudur ki, bu meselede rivâyet muhteliftir. Zâhir rivâyete göre kadın kendini
iddet içinde boşarsa emrin talâk-ı bâinle bâtıl olmasıdır. Başka kocaya
gittikten sonra ise bâtıl değildir. Çünkü ulema yeminden sonra milkin elden
çıkması yemini bozmaz demişlerdir. Muhayyer bırakmak da tâlik
gibidir."Nehir sahibi de şöyle cevap vermiştir: "Kınye'nin ifadesi
zâhir rivâyetin mutlak olmasına göredir. Halbuki o yukarıda geçen yatıştırma
ile mukayyeddir."
Ben derim ki: Bunu Makdisî'nin Hulâsa
üzerine yazdığı şerh de teyid etmektedir. Orada şöyle denilmektedir:
"Serahsî diyor ki: Bir adam karısına seç der de sonra onu talâk-ı bâinle
boşarsa muhayyerlik bâtıl olur. Emrin elindedir demesi de öyledir. Talâk-ı ric'î
ile boşarsa bâtıl olmaz. Bunun aslı şudur: Bâin bâine lahîk olmaz. O kadını
iddet içinde veya iddeti bittikten sonra alırsa emir geri dönmez. Emrin şarta
muallak olması bunun hilâfınadır. Onu şarta tâlik eder de sonra kadını talâk-ı
bâinle boşar ve sonra şart bulunursa emir geri döner.
İmlâ nam eserde şöyle denilmiştir:
"Karısına istediğin vakit seç yahut istediğin vakit emrin elinde olsun der
de sonra onu bir talâk-ı bâinle boşar, sonra tekrar evlenir ve kadın kendini
seçerse Ebû Hanife'ye göre bu söz bâin olarak muallak olur. Ebû Yusuf'a göre
olmaz. İmam Serahsî:"Onun kavli zayıftır." demiştir. Bununla Fûsul'de
yapılan yatıştırmanın kuvvetli olduğu anlaşılır. "Seçmenin kendisinde
tâlik mânâsı vardır. Binaenaleyh fark olmaması gerekir." dersen biz de
deriz ki: açık tâlik ile içinde tâlik mânâsı bulunan söz arasında açık fark
vardır. Bir nev'i tahkîk yapan kimseye gizli değildir.
Makdisî'nin söylediğine göre burada
bazıları söz etmişse de üzerinde durmaya değmez. Zâhire bakılırsa bazılarından
muradı Bahır sahibidir. Çünkü o müneccezle muallak arasında fark görmemiş,
emrin bâtıl olmasını kadının kendini iddet içinde boşamasıyla kayıdlamıştır. Bu
muhayyer bırakmanın tâlik mesabesinde olduğuna göredir. Ama Serahsî'nin sözü
bunu sarahaten reddedmektedir. Anla!
METİN
FER'İ MESELELER : -Bir kimse bir kadını
emri elinde olmak şartıyla nikâhlarsa sahih olur. Ama kadın emrini eline
verdiğini iddia ederse sözü dinlenmez. Meğerki emir hükmünce kendini boşamış da
sonra bunu iddia etmiş olsun. O zaman sözü dinlenir.
Kadın : ben kendimi yerimden kıpırdamadan
mecliste boşadım der de kocası inkâr ederse söz kadınındır.
Seni kabahatsız döversem emrin elinde olsun
der de sonra kadını döver ve ihtitâf ederlerse söz kocanındır. Çünkü inkâr eden
odur. Kadının menfi şart üzerine getirdiği beyyinesi kabul edilir. Nitekim
gelecektir.
Kadının velîleri onun boşanmasını ister de
kocası kadının babasına: benden ne istiyorsun, dilediğini yap diyerek çıkarsa,
kocası bu sözle tefvîzı niyet etmediği takdirde babasının boşamasıyla kadın boş
olmaz. Bu hususta söz kocanındır. Hulâsa. Koca "nikâhıma bir kadın
girerse" demedikçe fuzûlînin nikâhı dahil değildir.
Bir kimse karısının emrini iki adam
arasında bırakır da kadını biri boşarsa talâk vâki olmaz.
İZAH
"Sahih olur." sözü söze kadının
başlamasıyla kayıdlıdır. Kadın: ben kendimi sana emrim elimde olmak şartıyla
nikâhladım. Dilediğim vakit kendimi boşarım yahut dilediğim vakit boş olmam
şartıyla sana vardım der de kocası: kabul ettim derse sahih olur. Söze kocası
başlarsa kadın boş olmaz. Emir de kadının elinde sayılmaz. Nitekim Bahır'da
Hulâsa ve Bezzâziye'den naklen beyan edilmiştir.
"Sözü dinlemez." Çünkü bundan bir
semere hâsıl olmaz. T.
"Emir hükmüne»" sözü emir
sebebiyle mânâsınadır, Çünkü bir şeyin
hükmü onun semeresi ve üzerine terettüb
eden eseridir. Emrin hükmü de
kadının kendisini boşamaya mâlik olmasıdır,
"Söz kadınındır." Çünkü sebebi
kocasının ikrarıyle mevcuddur. Oda muhayyerliktir. Zâhire göre başka bir şeyle
meşgul olmak bulunmamıştır. Bahır. Bir de kocası muhayyer bıraktığını ve talâkı
ikrar edince bunu inkâr etmekle sebebin bâtıl olduğunu iddia etmiş olur. Asıl
olan bunun yokluğudur. Ama bu adamın kölesine âzâd olman hususunda dün emrini
eline verdim. Fakat sen kendini âzâd etmedin der de köle ben bunu yaptım derse
bunun hilâfına olur, yani tasdik edilmez. Çünkü sahibi onun âzâd olduğunu ikrar
etmemiştir. Emrin elindedir demek köle kendini âzâd etmedikçe onun âzâd
olmasını icab etmez. Sahibi bunu inkâr etmektedir. Talâk böyle değildir. Zira
koca onu ikrar etmiş de iptalini iddiada bulun-maktadır. Onun için kabul
edilmez. Nitekim bunu Bahır sahibi Câmiu'-l Fûsuleyn'in: "Fark olmamak
gerekir." sözüne cevaben açıklamıştır.
"İhtilâf ederlerse" yani kocası
ben onu kabahatinden dolayı dövdüm der; kadın kabahatsiz dövdüğünü iddia ederse
söz kocasının olur. Ama bunun kadın kendini seçtikten sonra olması gerekir.
Nitekim önceki meseleden anlaşılmıştır.
"Söz kocanındır." Çünkü o emrin
kadının elinde olduğunu inkâr etmektedir. Velevkikabahatini beyan etmesin.
Kadın kabahatsiz dövdüğüne beyyine getirirse kabul edilmek gerekir. Velevki
nefye şâhidlik olsun. Çünkü bu şarta şâhidliktir. Şartın beyyineyle isbatı
câizdir. Velevki nefy olsun. Bunu Nehir sahibi İmâdiyye'den nakletmiştir.
"Nitekim gelecektir." Yani tâlik
bâbında musannıfın "Meğerki kadın beyyine getirmiş olsun." dediği
yerde gelecektir. H.
"Kadın boş olmaz ilah..." Yani bu
iş talâk müzakeresi halinde de olsa kocanın sözü alettayin tefvîz sayılmaz.
Alay için söylemiş olması ihtimali vardır. Yani yapabilirsen yap bakalım demek
istemiş olabilir.
"Fuzûlînin nikâhı dahil değildir
ilah..." Bahır'da Kınye'den naklen şöyle denilmektedir: "Senin
üzerine bir kadın alırsam onun emri senin elinde olsun der de bir fuzûlînin
nikâh etmesiyle o adamın nikâhına bir kadın girer, o da fiilen bunu kabul
ederse karısı o kadını boşayamaz. Ama kocası benim nikâhıma bir kadın girerse
demişse o zaman boşayabilir. Bu hususa tevkil de böyledir." Yani fuzûlînin
yaptığı akdi sözle kabul et medikçe o yeni kadınla evlendiği tasdik edilmez. O
kadının nikâhına girdiği tasdik edilir. Bana helâl olur sözü de girdi
mânâsındadır. Lâkin yeminler bahsinin sonunda zikredileceğine göre bir adam
nikâhıma giren her kadın yahut bana helâl olan her kadın şöyle olsun der de bir
fuzûlînin kıydığı nikâhı fiilen kabul ederse, mutlak surette yemini bozulmaz.
Bunun bir misli de bir kadınla bizzat yahut
vekilim vasıtasıyla yahut bir fuzûlînin nikâh kıymasıyla evlenirsem veya her
hangi bir vecihle bir kadın nikâhıma girerse karım boş olsun demesidir. Çünkü
"yahut bir fuzûlînin nikâh kıymasıyla" sözü "bir kadınla bizzat
evlenirsem" sözü üzerine atfedilmiştir. Burada âmil "evlenirsem"
sözüdür. Bu kavle mahsustur. Eğer "fiilen olsun bir fuzûlînin nikâhını
kabul edersem" deseydi o zaman fuzûlî kapısı kapanmış olurdu. Bu adam için
yaptığı tâlikın evli bulunduğu kadının talâkına aid olmaktan başka çare
kalmamıştır. Binaenaleyh mesele izafet edilen yemini fesh etmesi için Şâfiî bir
zâta arzolunur.
Hâsılı bu adam ya eski karısının talâkını
tâlik edecektir yahut yeni aldığının talâkını. İkincisinde mesele bir Şâfiîye
arzolunur. Anlaşılıyor ki bu meselede iki kavil vardır.
"Yahut nikâhıma bir kadın
girerse" dediğinde yemininin bozulmasının vechi evlenmeden nikâhına kadın
giremiyeceği içindir. Yani bu adam sanki "o kadınla evlenirsem" demiş
gibidir. Fuzûlî birinin evlendirmesi ile ise evlenmiş sayılmaz. "Milkime
giren her köle" demesi bunun hilâfınadır. Çünkü burada fuzûlînin yaptığı
akidle yemini bozulur. Zira milk-i yemin yalnız satın almaya mahsus değildir.
Onun başka sebebleri olabilir. Musannıf bu iki kavli Fetâvâ'sında zikretmiş ve
yemini bozulmaz kavlini tercih eylemiştir. İnşaallah bu hususta sözün tamamı
yeminler bahsinde gelecektir.
"Talâk vâki olmaz." Çünkü onun
yaptığı iş talâkı her ikisine temlîktir. Bunda ikisinin fiiline tâlik mânâ
vardır.
Birinin yapmasıyla üzerine tâlik edilen şey
bulunması değildir. Allahu a'lem.
METİN
Bir adam karısına: Kenidini boşa der de bir
şey niyet etmez yahut bir talâkı -karısı hürre ise iki talâkı- niyet ederse, kadın
kendini boşadığında bir talâk-ı ric'î meydana gelir. Kadın kendini üç talâkla
boşarsa kocası da bunu niyet ettiği takdirde üç talâk vâki olur. Musannıfın
kendini boşa diye kayıdlaması şundandır: Çünkü kadınlarından hangisini istersen
boşa derse, konuştuğu kadın sözünün umumuna dahil olmaz. Kadın ona cevaben ben
kendimi talâk-ı bâinle boşadım derse, kocası kabul ettiği takdirde bir talâk-ı
ric'î meydanagelir. Çünkü bu söz kinâyedir.
İZAH
Bu fasıl tefvîz nev'ilerinin üçüncüsüdür.
Maksad talâkı sarîh bir şekilde dilemeye tâlik değildir. Bilâkis hem sarîhe hem
zımniye şâmil olmasıdır. Hâkim Kâfî'sinde şöyle demiştir: «Bir adam karısına
kendini boşa der de dilemekten bahsetmezse bu söz dilemek mesabesindedir. Kadın
o mecliste kendini boşayabilir.» Yani talâk kadının dilemesine bağlıdır. Onun
boşaması da dilemesi demektir. Onun için Kâfî sahibi: «Kadına dilersen kendini
bir defa boşa der de kadın ben kendimi bir defa boşadım cevabını verirse boş
olur. Kendini boşamakla dilediğini göstermiştir.» demiştir. Bu izahatımızta
Nehir sahibinin İnâye'den naklen yaptığı itiraz defedilmiş olur. Onun itirazı
şudur: «Bu başlığa münasip olan, söze içinde dilemek bulunan bir meseleyle
başlamaktır.» Sa'diyye hâşiyelerinde kendisine verilen cevaba hâcet yoktur.
Orada şöyle cevap verilmiştir: «İçinde dilemek zikredilen mesele zikredilmeyen
mesele yerine tutulmuştur. Tıpkı mürekkeple müfredin hallerinde olduğu gibi
hareket edilmiştir. Yani müfred mürekkepten önce gelir. Onun yerine tutular da
öyledir.
Velev ki Nehir sahibi bunu kabul etmiş
olsun. Evet: «Musannıf niçin sarîh olan meşiet meselelerini zikretmeden zımnî
meşiet meselelerinden bahsetti? Velev ki her ikisi bu bâbtan maksud olsun»
denilirse bu söz ona cevap teşkil edebilir. Anla!
"Karısı hürre ise Iki talâkı..."
Çünkü onun hakkında iki talâk aded-i mahız (hâlis sayı) dır. Cariye bunun
hilâfınadır. Onun hakkında ikiyi niyet etmesi sahihtir. Çünkü hürre hakkında üç
talâk itibarî ferd olduğu gibi cariye hakkında iki talâk da itibarî ferddir.
"Kadın kendini boşadığında" yani
bir, iki veya üç boşarda hiç birinde niyet bulunmazsa yahut hürre hakkında bir
veya iki talâkı niyet ederse -ki dokuz şekil hâsıl olur- bunlarda birtalâk-ı
ric'î vâki olur. Cariyede ise dört şekil meydana gelir. Bunu Halebî
söylemiştir. Çünkü cariye kendini ya bir ya iki boşayacaktır. Bunların her
birinde ya niyet yoktur yahut biri niyet etmiştir. Lâkin musannıfın "üç
defa boşarsa" demesi İmameyn'in kavline göredir. Onlara göre bir talâk-ı
ric'î meydana gelir. İmam-ı Azam'a göre ise kadın kendini üç defa boşar da
kocası bir talâkı niyet etmiş yahut hiç niyet etmemiş bulunursa bir şey vâki
olmaz. Çünkü boşa emrinin mucebî hakikî ferddir. Niyet etmese bile bu sâbit
olur. İtibarî ferde yani üçe gelince: O bu sözün muhtemelatındandır. Ancak
niyetle sâbit olur. O zaman kadının üç talâk yapması kendisine tefvîz edilen
şeyden başkasıyla iştigal olur ve talâk meydana gelmez. Nitekim bunu
Şürunbulâlî ifade etmiştir. Bunun muktezası şudur ki; erkek iki talâkı niyet
eder de kadın kendini üç talâkla boşarsa İmam-ı Âzam'a göre yine hiç bir tâlak
vâki olmaz. Anla!
"Kocası da bunu niyet ettiği
takdirde" diye kayıdlaması hiç niyet etmediği yahut bir veya iki talâkı
niyet ettiği suretten ihtiraz içindir. Çünkü bildiğin gibi İmam Âzam'a göre hiç
bir şey vâki olmaz.
"Üç talâk vâki olur." Bunları bir
sözle veya her birini ayrı ayrı yapması müsavîdir. Üç talâkı murad etmesinin
sahih olması şundandır: Çünkü kendini boşa sözünün mânâsı boşama işini yap
demektir. Bu lügaten zikredilmiştir. Çünkü sözün mânâsının bir cüz'üdür. Binaenaleyh
umumu niyet sahih olur. Şu kadar var ki cariye hakkında umum talâk sayısı iki,
hürre hakkında üçtür. Fetih.
"Kadın ona cevaben ilah..."
Bilmiş ol ki bir adam karısına: Kendim boşa der de o da ben kendimi bâinle
boşadım cevabını verirse bir talâk-ı ric'î ile boş olur. Ben kendimi seçtim
derse boş olmaz. Fetih sahibi diyor ki: "Farkın hâsılı şudur: tefvîz
edilen şey talâktır. Bâin kelimesi talâk yaparken kullanılan sözlerden bir
kinâyedir. Demek ki kadın kendisine tefvîz yapılan şeyle cevap vermiştir.
Seçmek bunun hilâfınadır. O ne sarîh, ne de kinâye olarak talâk lâfızlarından
değildir. Onun içindir ki, kadın ben kendimi bâinle boşadım derse kocasının
kabulüne bağlı kalır. Ben kendimi seçtim derse bu söz bâtıldır. Ona kabul de
lahîk olamaz. Bâin kelimesinin kinâye sayılması ashabın icma'ıyla olmuştur ki,
muhayyer bırakmanın cevabında kullanılır. Şu kadar var ki, kadın burada acele
beynunet vasfını ziyade etmiştir. Binaenaleyh vasıf hükümsüz kalır, asıl sâbit
olur.
Fetih sahibinin:" Onun içindir ki ilah..."
sözü meselemizdeki farkı lebat için başka bir meseleyle istidlaldir ki, o da
şudur: Söze kadın başlar da kocası kendini boşa demeden ben kendimi bâinle
boşadım derse kocası razı olursa ve buna niyet de etmişse talâk vâki olur.
Kinâyeler bahsinden az önce Telhisü'l-Câmi ve şerhinden naklen arzettiğimiz
mesele de bu kabîldendir. Orada şöyle demiştik: "Söze kadın başlar da ben
kendimi seçtim derse talâkvâki olmaz. Velevki kocasının niyeti bulunsun ve bunu
kabul etsin. Çünkü seçtim kelimesi yalnız muhayyer bırakmanın cevabında kinâye
kabul edilmiştir. Onun için karısına talâkı niyet ederek seni seçtim dese talâk
vâki olmaz. Bâin kılmak sözü bunun hilâfınadır." Fetih sahibinin: "Şu
kadar var ki ilah...» sözü bizim meselemizde talâk-ı ric'î meydana geldiğini
beyandır. Bu izahatımızla anlarsın ki, şârih ibtida meselesiyle cevap
meselesini karıştırmıştır. Doğru olan şekil "kocası kabul ettiği
takdirde" sözü ile ondan sonra gelen "velevki kabul etsin"
sözlerini ibâreden atmaktır. Çünkü bunlar söze ben kendimi bâin kıldım yahut
kendimi seçtim diyerek kadın başladığına göredir. Bu mesele kinâyeler bahsinden
önce zikredilmişdi. Şimdi bizim sözümüz kadın bunu kocasının "kendini
boşa" sözüne cevap olarak söylemesi hakkındadır. Bu ise aslâ kabule
tevakkuf etmediği gibi kadının talâk niyetine de bağlı değildir.
Nehir'de Telhîs'den nakil edilen bunun
hilâfınadır. Çünkü Telhîs'den kadının niyetinin şart koşulması ancak ibtida
meselesindedir, cevap meselesinde değildir. Kendini boşa sözüne cevaben kadının
ben kendimi bâinle boşadım demesi niyete muhtaç değildir. Şu da var ki burada
vâki olan talâk ric'îdir. İbtida meselesindeki ise bâindir. Tahtâvî'nin kezâ
Rahmetî'nin bu söylediklerimizden bazılarına tenbihde bulunduklarını gördüm.
METİN
Kendimi seçtim demesiyle boş düşmez.
Velevki kabul etsin. Çünkü seçmek ne sarîhtir ne de kinâye. Koca bundan
dönemez. Yani tefvîzın her üç nev'inden dönmeye hakkı yoktur. Çünkü bunda tâlik
mânâsı yardır. Meclisle de mukayyeddir. Çünkü temlîktir. Ancak ne zaman
istersen ve benzeri umum ifade eden sözler ziyade ederse o zaman mutlak olarak
boş düşer. Bu sözü bir erkeğe söyler yahut kadına ortağını boşa derse meclisle
mukayyed olmaz. Çünkü bu tevkildir. Ondan dönmeye de hakkı vardır. Meğerki
"ben seni her azlettikçe sen vekilsin" ifadesini ziyade etmiş olsun.
İZAH
"Ne sarîhtir ne de kinâye." Yani
bu söz talâkın kinâyelerinden değil tefvîzın kinâyelerindendir. Seç diyerek
muhayyer bırakmanın cevabı olması icma'la bilinmiştir. Emrin elindedir sözü de
buna katılmıştır. Boşa sözü bunun hilâfınadır. Zira seçmek kelimesinden cevap
olmaz. Bahır sahibi diyor ki: "Cevaba selâhiyeti yoktur sözüyle şunu ifade
etmiştir ki, kadın kendisini alakadar etmeyen bir şeyle meşgul olduğu için emir
onun elinden çıkar. Nitekim Fetih'de belirtilmiştir. Sadece seçmeyi nefy ile
yetinmesi gösteriyor ki, koca tarafından talâk yapmaya yarayan her söz kendini
boşa emrine cevap olmaya da yarar. Bu emrin elindedir sözünün cevabı gibidir.
Nitekim Hulâsa'da açıklanmıştır."
"Her üç nev'inden" yani muhayyer
bırakmak, emrin elindedir demek vedilersen sözlerindendönmeye hakkı yoktur.
"Çünkü bunda tâlik mânâsı
vardır." Yahut bu temlîk olduğu için yalnız temlîk edenle tamam olur,
kabule tevakkuf etmez. Nitekim Fetih sahibi bununla ta'lil etmiştir. Biz bunu
tefvîz bâbında arzetmiştik.
"Çünkü temlîktir." Yani velevki
vekâlet sözünü sarahaten söylemiş olsun. Meselâ seni talâkın hususuna vekil
ettim desin. Nitekim Hâniyye'de belirtilmiştir. Çünkü kadın kendisi için iş
görmekte, vekil ise başkası için çalışmaktadır. Bunu Bahır sahibi ifade etmiş;
sonra şunları söylemiştir: "Zâhire bakılırsa tatlîkı veya talâkı tâlik
arasında bu hükümde fark yoktur. Yani meclisle takyidinde demek istiyor. Çünkü
Muhît'te bildirildiğine göre bir adam karısına kendini boşa der de dilemekten
bahsetmezse bu dilemek mesabesindedir. Ancak bir şeyde müstesnadır ki, o da
kendini boşa sözünde üçü niyet sahihtir. Sen dilersen boşsun sözünde üçü niyet
sahih değildir." Zâhirine bakılırsa kadın bulunduğu mecliste dilemezse
emir elinde olmaktan çıkar.
"Ve benzeri ilah..." Dilediğin
vakit, her ne zaman dilersen ve dilediğin an gibi sözlerdir. Böyle sözler
karşısında kadın o mecliste ve daha sonra kendini boşayabilir. Çünkü bu sözler
umum vakitleri ifade ederler. O adam "hangi vakitte istersen kendini boşa"
demiş gibi olur. Bilmelisin ki erkek ne zaman dilek kelimesini zikrederse onu
ister umum icab eden, ister etmeyen bir sözle birlikte söylesin kadın kendisini
kasidsiz olarak yanlışlıkla boşarsa talâk vâki olmaz. Dilek kelimesini
zikretmezse bunun hilâfınadır. Talâk vâki olur.
"Mutlak olarak boş düşer." Yani
gerek o mecliste, gerekse daha sonra boşasın kadın boş düşer.
"Bu sözü bir erkeğe söylerse"
cümlesindeki ism-i işaret boşama emrine râcidir. Yani bir adama benim karımı
boşa derse meclisle mukayyed olmaz. Musannıfın bununla kayıdlaması
"karımın emri senin elindedir" sözünden ihtiraz içindir. Çünkü o söz
meclise münhasırdır. Esah kavle göre ondan dönmeye de hakkı yoktur. Kezâ
"karımın talâkını sana verdim" der de o kimse de boşarsa yine meclise
münhasır kalır ve yapılan talâk ric'î olur. Bahır. Adam tâbiriyle musannıf
çocuk ve deliden ihtiraz ederek aklı ereni kasdetmiştir. Çünkü tevkil sahih
olmak için vekilin mutlaka akıllı olması lâzımdır. Nitekim vekâlet bahsinde
açıklanmıştır. Kadının emrini bir çocuğun veya delinin eline vermesi bunun
hilâfınadır. O sahihtir. Zira temlîk olup zımnında tâlik vardır. Sanki şöyle
demiştir: "Sana deli sen boşsun derse sen boşsun." Bu mesele temlîkin
tevkile muhâlif olduğu yerlerden biridir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Tefvîz
bâbında da geçmişti. Lâkin Bahır sahibinin bundan sonra Bezzâziye'den
naklettiğine göre talâka tevkil, onu vekilin sözüne tâliktır. Onun içindir ki
sarhoşken dahi söylese vâki olur. Ancak şöyle denilebilir: Bu ibtidaen tevkil
sahih olmak için aklın şartkılınmasına aykırı değildir. Ancak vekilin sözüne
tâlik etmenin muktezası aklın şart koşulmamasıdır. Çünkü üzerine tâlik yapılan
şey boşamakla mevcuddur. Şu halde temlîkle tevkil arasında bu hususta fark
yoktur. Düşünülsün.
METİN
Ancak dilersen sözünü ziyade ederse
meclisle mukayyed olur. Bundan dönemez. Çünkü temlîk olmuştur. Hâniyye'de şöyle
denilmiştir: "Kadın dilerse onu boşa sözüyle, kadın dilemedikçe o kimse
vekil olamaz. Kadın onu öğrendiği mecliste dilerse o mecliste onu boşar, başka
mecliste boşayamaz. Ama vekiller bundan gafildirler." Bir kimse karısına
kendini üç yakut iki defa boşa der de kadın bir defa boşarsa bir talâk vâki
olur. Çünkü bu kocasının yaptığı tefvîzın bîr cüz'üdür. Bin ile demedikce vekil
de öyledir.
İZAH
«Meclisle mukayyed olur.» Çünkü talâkı
dilemeye tâlik etmiştir. Mâlik; dilediği gibi tasarruf eden kimsedir. Hidâye.
Sonra bilmiş ol ki, o kimse diledim derse talâk vâki olmaz. Çünkü koca ona
dilerse karısını boşamasını emretmişti. Diledim sözünde boşama yoktur. Koca sen
dilersen karım boş olsun der de o adam da diledim cevabını verirse talâk vâki
olur. Çünkü şart olan dilek mevcuddur. Onu boşa der o kimse de yaptım cevabını
verirse talâk vâki olur. Çünkü bu söz boşadım sözünden kinâyedir. Bunu
Muhît'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir. Yine Bahır'da Hâkim'in Kâfî'sinden
naklen şöyle denilmiştir: "Bir adamı karısını boşamak için tevkil eder de
vekil kadını üç defa boşarsa, kocası üçü niyet ettiği takdirde üç talâk vâki
olur. Niyet etmezse İmam-ı Âzam'a göre hiç talâk vâki olmaz, İmameyn'e göre bir
talâk vâki olur.
«Başka mecliste boşayamaz.» Bulunduğu
meclisten ayağa kalkarsa tevkil bâtıl olur. Sahih olan kavil budur. Çünkü
talâka vekâletin sübut bulması kocasının kadına tefvîz ettiği dileğe dayanır.
Kadının dilemesi ise meclise münhasırdır. Vekâlet de öyledir. Hâniyye'de böyle
denilmiştir. Hulvânî diyor ki: "Bunu bellemek icab eder. Çünkü bu umumi
belvalardandır. (Herkesin başına gelir.) Zira vekiller talâk îkâ'ını kadının
dilemesinden geciktirirler. Bilmezler ki bu talâk vâki olmaz. Bu meclisle
mukayyed olmaz sözünden yapılan bir istisnadır. Nehir. Bundan lüğz yapılarak:
"Vekilin meclisiyle mukayyed olan vekâlet nedir?" derler. Bahır.
«Bir defa boşarsa...» Bahır sahibi diyor
ki: "Birle iki talâk arasında fark yoktur. Musannıf burada: "Kadın
daha az boşasa yaptığı talâk vâki olur." dese daha iyi olurdu. Bununla
kadın kendini üç defa boşarsa evleviyetle olacağına işaret etmiş sayılırdı ve
bunları bir sözle yapması ile ayrı ayrı sözlerle yapması arasında fark olmazdı.
«Bir talâk ric'î vâki olur.» Çünkü lâfız
sarîhtir. Bazı nüshalarda böyle denilmiştir.
«Çünkü bu» yani bir talâk kocasının yaptığı
tefvîzin bir cüz'üdür. Fetih sahibi diyor ki: "Çünkü bu kadın üç talâk
îkâ'ına mâlik olunca onlardan dilediğini îkâ'a da mâliktir. Bizzat zevc gibidir."
Remlî şunları söylemiştir: "Bunun muktezası şudur: Kocası kendini boşa der
de üçü niyet ederse kadın iki boşadığı zaman iki talâk vâki olur. Çünkü bu
kadın da üç talâkı îkâ'a salâhiyatdardır. O da onlardan dilediği kadar mı îkâ
edebilir. Ama ben buna tenbihde bulunan görmedim. Buna ulemanın: "Kadının
üç talâkı bir sözle yahut ayrı ayrı sözlerle yapması arasında fark
yoktur." sözleri delâlet etmektedir. Biz fark görünce ikinci talâkın
üçüncüden önce olduğuna hüküm verdik. Yalnız ikinciyle iktifa etseydik yalnız
iki talâk vâki olurdu. Kadın iki talâka mâlik olmasaydı tefvîz câiz olmazdı.
«Vekil de öyledir ilah...» Bahır sahibi
diyor ki: "Bu hükümde temlîk ile tevkil arasında fark yoktur. Kadını üç
defa boşamak için vekil eder de o da bir defa boşarsa bir talâk vâki olur. Bin
dirheme üç defa boşaması için tevkil eder de bir defa boşarsa hiçbir talâk vâki
olmaz. Meğerki bin dirhemin bütününe karşı kadını bir defa boşasın. Hâkim'in
Kâfî'sinde böyle denilmiştir." Yani bir talâk ona yaptığı tefvîzın bir
cüz'ü ise de koca talâka ancak hususî bir karşılık vermek suretiyle razı
olmuştur. Onu vermezse sahih olmaz.
METİN
Bunun aksine bir şey vâki olmaz. İmameyn
bir talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Dilersen kendini üç defa boşa der de
kadın bir defa boşarsa veya aksini yaparsa her iki surette hiç bir talâk vâki
olmaz. Çünkü sözle muvaffakatı şart koşmuştur. Hâniyye'nin tâlik bâbında şöyle
denilmektedir: "Bir adam karısına kendini on defa boşamasını emreder de
kadın üç defa boşarsa yahut bir defa boşamasını emreder de kadın yarım defa
boşarsa yahut bir defa boşamasını emreder de kadın yarım defa boşarsa talâk
vâki olmaz." Karısına talâk-ı bâin veya ric'î yapmasını emreder de kadın
"cevaben bunun aksini yaparsa kocasının emrettiği talâk vâki olur. Kadının
vasfettiği hükümsüz kalır.
İZAH
«Bunun aksinde bir şey vâki olmaz.» Yani
kadına kendisini bir defa boşamasını emreder de o bir sözle üç defa boşarsa
İmam-ı Âzam'a göre hiç bir talâk vâki olmaz. Ama bir defa ve bir daha ve bir
daha derse bilittifak bir talâk vâki olur. Çünkü birinci talâkla emre imtisal
etmiştir. Sonrakileri hükümsüz kalır. Kezâ bir talâkı niyet ederek emrin elinde
olsun der de kadın kendini üç defa boşarsa Mebsût sahibinin beyanına göre
bilittifak bir talâk vâki olur. Çünkü kocası lâfzan adedden bahsetmemiştir.
Lâfız umuma ve hususa elverişlidir. Tamamı Bahır'dadır.
«Kendini üç defa boşa ilah...» Dilemesine
tâlik meselesinde emrin tatlîk lâfzıyla verilmesiyle talâk lâfzıyfa verilmesli
arasında fark yoktur. Hatta kadına dilersen sen üç defa tâliksin yahut dilersen
bir defa tâliksin der de kadın buna muhâlefet gösterirse hiç bir şey vâki
olmaz. Bahır.
«Veya aksini yaparsa» yani dilersen kendini
bir defa boşa der de kadın üç defa boşarsa bir şey vâki olmaz. Bahır.
«Her iki surette hiç bir talâk vâki olmaz.»
Birinci surette hilâfsız talâk vâki olmaz. Çünkü üç talakın tefvîzı şarta
muallaktır. O da kadının bunu dilemesidir. Zira kadına söylenen sözün mânâsı
üçü dilersen demektir. Bu şart mevcud değildir. Çünkü kadın ancak bir talâk
dilemiştir. Kocası sözünü dilemekle kayıdlamazsa bunun hilâfına olur. Kadının
bir ve bir ve bir daha diledim diye ayrı ayrı söylemesi erkeğin tefvîzında
dahildir. Çünkü ayırarak söylemesi bir fasıladır. Üçü dilemesi yoktur. Bunları
arada susmadan birbirine bitişik söylemesi bunun hilâfınadır. Çünkü hepsini
söyleyip bitirdikten sonra üçü dilemiş olduğu meydana çıkar. Kadın da o adamın
nikâhındadır. Kadının cima edilmiş olup olmaması fark etmez. İkinciye gelince
bundan talâk vâki olmaması İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre bir talâk
vâki olur. Bahır.
«Çünkü sözle muvafakatı şart koşmuştur.»
Sözle muvafakat ancak asıl olan yerde şart koşulur. Tâbi olan yerde şart
koşulmaz. Burada da öyledir. Çünkü aded zikredilirse talâkın îkâ'ı adedle olur,
vasıfla olmaz. Kadına üçü veya biri emreder de o bunun aksini yaparsa kocasına
asılda muhalefet yapmış olur. Yukarıda geçen mesele bunun hilâfınadır. Orada
karısına kendini boşa der de karısı ben kendimi bâin kıldım cevabını verirse
boş düşer demiştik. Çünkü kadın kocasına yalnız vasıfta muhalefet etmişti. O da
hükümsüz kalarak bir talâk-ı ric'î meydana gelir. Lâkin bu dilemeye muallak ile
başka bir şeye muallak arasında fark olmamasını gerektirir. Halbuki dilemekten
başkasına muallak olanda meselâ kendini üç defa boşa dediğinde kadın bir defa
boşarsa bir defa boş olduğunu evvelce görmüştük.
Meğerki şöyle denilsin: Lâfzan muvafakatın
şart koşulması dilemeye muallak olana mahsustur. Böylece o lâfzın suretini
söylemeye tâlik olur. Nitekim şârihin az ileride Hâniyye'den naklen
söyleyecekleri de bunu ifade eder.
«Hânlyye'nln tâlik bâbında» ki ibâresi
şudur: "Dilersen kendini on defa boşa der de kadın kendimi üç defa boşodım
cevabını verirse talâk vâki olmaz." Sonra şöyle denllmiştir: "Kadına
dilersen sen bir talâk boş-sun der de kadın birln yarısını diledim cevabını
verlrse boç olmaz." Bu izahtan anlaşılır kl, şârlh dilek kaydını ibâreden
atmıştır. Talâk vûkl olma-maBinın vechl lâfızdcı muhalefet göstermesidlr.
Velevki mânâda muvafd-kat bulunsun, Çünkü on talöktan ancak üçü vâkl olur. Yarım
dedlğl de blr bütün olur.
«Karısına talâk-ı bâin veya ric'î ilh ..»
Meselâ kendini bâin talâkla boşa der de kadın ben kendimi talâk-ı ric'î ile
boşadım cevabını verirse; yahut kocası kendini talâk-ı ric'î ile boşa der de
kadın: Ben kendimi bâin olarak boşadım cevabını verirse kocasının emrettiği
talâk vâkiolur. Bu söz kadının ben kendimi bâin kıldım diye cevap vermesine de
şâmildir. Çünkü o da öncekine râci'dir.
Kaadîhân vekil hakkında bunların arasında
fark görmüş ve şöyle demiştir: "Bir adam başkasına benim karımı ric'î
talâkla boşa der de vekil kadına seni bâin talâkla boşadım şeklinde söylerse
bir talâk-ı ric'î vâki olur. Ama vekil ben onu bâin kıldım derse hiç bir şey
vâki olmaz." İhtimal vekil ile talâka memur olan kadın arasında fark
şudur: Talâka vekil olan kimse kinâye sözle talâk yapmaya salâhiyaddar
değildir. Çünkü kinâye adamın niyetine bağlıdır. O ise niyete bağlı olmayan bir
sözle boşamasını emretmiştir. Böylece vekil muvekkiline asılda muhalefet etmiş
olur. Kadın bunun hilâfınadır. Çünkü kocası ona kendisi sarîh veya kinâye hangi
lâfızlarla talâk yapabilecekse onlarla talâk yapmasını temlîk etmiştir. Lâkin
bu vekilin kinâye sözlerle talâk yapamayacağına dair nakil bulunmasına
bağlıdır. Bahır.
Nehir sahibi buna itiraz etmiş:
"Hânniyye'nin ibâresi vekilin kinaye lâfızla muhalefette bulunduğunu
açıkça göstermektedir." demiştir. Şu da var ki Şihab-ı Şilbî metnin sözünü
kadının ben kendimi bâin olarak boşadım demesiyle kayıdlamıştır. Kendimi bâin
kıldım demesi bunun hilâfınadır. Onunla talâk vâki olmaz. Şihab: "Bu izahı
ganimet bil. Çünkü onu şerhlerden hiç birinde bulamıyacaksın" demiştir.
Onu Şürunbulâlî de nakil ve ikrar etmiştir.
Ben derim ki: Lâkin Şılbî bu kaydı
Kaadîhân'ın vekil hakkındaki sözünden alarak yapmıştır ki, aralarında fark
bulunmadığının sübutuna bağlıdır. Halbuki bu hususta söz edildiğini biliyorsun.
Hem faslın başında geçmişti ki kadın ben kendimi bâin kıldım sözüyle boş olur.
METİN
Asıl şudur: Vasıfta muhalefet cevabı ibtal
etmez. Asılda muhalefet böyle değildir. Ama bu kadının dilemesine muallak
olmadığına göredir. Kadının dilemesine tâlik eder de kadın aksini yaparsa bir
şey vâki olmaz. Çünkü kadın kendisine tefvîz edilen şeyi dileyip yapmamıştır.
Hâniyye. Bahır. Bu adam karısına; Dilersen sen boşsun der de kadın sen
diledinse ben de diledim cevabını verir, adam da talâkı niyet ederek diledim
derse yahut kadın henüz mevcud olmayan bir şey için şöyle olursa diledim derse
- meselâ babam dilerse diledim yahut gece olursa diledim cevabını verir kendisi
de gündüzde bulunursa - emir bâtıl olur. Çünkü şartı yoktur. Kadın geçmişte bir
iş için o mecliste eğer o iş olduysa diledim derse boş düşer. Çünkü bu
tencizdir. Geçmiş işten muradı muhakkak mevcud olmasıdır. Meselâ babasının
hanede olduğunu bilerek babam şu hanede ise demesi veya geceleyin "bu gece
ise" diledim demesi böyledir. Bir adam karısına sen ne zaman dilersen
boşsun yahut her ne zaman dilersen boşsun veya dilediğinde yahut dilediğin anda
boşsun der de kadın bu emri reddederse emir geri dönmez.
İZAH
«Asıl şudur ilh...» Fetih sahibi diyor ki:
"Hâsılı muhalefet vasıfta olursa cevap bâtıl olmaz. Muhalefeti yaptığı
vasıf bâtıl olur ve talâk tefvîz ne şekilde yapıldıysa öyle olur. Muhalefetin
asılda olması bunun hilâfınadır. O zaman cevap bâtıl olur. Meselâ kocası bir
talâk tefvîz eder de kadın kendini üç defa boşarsa Ebû Hanife'nin kavline göre
cevap bâtıl olur, talâk vâki olmaz. Yahut kocası üç talâkı tefvîz eder de kadın
bin defa boşarsa hiç bir şey vâki olmaz.
«Hâniyye. Bahır.» Yani bunu Bahır sahibi
Hâniyye'den nakletmiştir. Bazı nüshalarda Hâniyye ve Bahır denilmiştir. Bu da
doğrudur. Hatta evladır. Çünkü bu hüküm iki kitabın mecmuundan alınmıştır.
Hâniyye'nin tâlik bâbında şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına: Dilersen
kendini bir talâk-ı bâinle boşa der de kadın ric'î talâkla boşarsa yahut:
Dilersen bir talâkla boşa sana dönmeye hakkım olsun der de kadın talâk-ı bâinle
boşarsa Ebû Hanife'nin kavline kıyasla hiç bir şey vâki olmaz. Çünkü kadın
kendisine tefvîz edilen şeyi dileyip yapmamıştır." Bahır sahibi bu
ibâreden çıkararak: "Musannıfın söylediği dilemeye muallak olmayan şey
hakkında farzedilmiştir." demiştir,
«Henüz mevcud olmayan bir şey için...»
Mevcud olmayan sözü geçmiş bitmiş bir şeye sâdıktır. Halbuki böyle bir şeye
tâlik yapmak tenciz (halen yürürlüğe koymak) olduğundan şârih henüz mevcud
olmayan diyerek onu tahsis etmiştir. H. Musannıf ise mukabilinde zikrettiğine
güvenerek onu mutlak ifade etmiştir.
«Babam dilerse diledim ilh...» Burada
şârihin iki misâl getirmesi muhakkak olacak bir şeyle muhtemelen olacak şey
arasında fark olmadığına işaret içindir. H.
«Emir bâtıl olur ilh...» Yani talâk hâli
bâtıl olur. Bahır sahibi diyor ki: "Çünkü bu adam talâkı kadının o anda
geçerli dileğine tâlik etmiştir. Kadın ise muallakı yapmıştır. Şart mevcud
değildir. Musannıf kadının sözünü sadece diledim sözüyle kayıdlamıştır. Çünkü
kadın: Talâkımı diledim ilh... derse» talâk vâki olur. Talâk sözünü anmayınca
talâka elverişli bir söz olmadan niyet muteber değildir. Bundan şu çıkarılır ki
kocası senin talâkını diledim dese niyetle talâk vâki olur. Çünkü dilek varlığı
bildirir. Senin talâkını murad ettim demesi bunun hilâfınadır. Çünkü murad
etmek varlık bi-dirmez. Fukaha dilemekle murad arasında kul sıfatlarında fark
görmüşlerdir. Velevki Allah Teâlâ'nın sıfatları hakkında müteradif olsunlar.
Nitekim lügatta da müteradif (aynı mânâya) dirler. Hoş gördüm, razı oldum
sözleri de murad ettim gibidir.
«Çünkü bu tencizdir.» Yani mevcud bir şeye
yapılan tâlik tencizdir. Onun içindir ki ibrâyı olmuş bir şeye tâlik etmek
sahih olur. Burada şöyle bir itiraz vârid olamaz: "Bir adam yaptığını
muhakkak bildiği bir şey için: Bunu yaptımsa kâfir olayım derse kâfir olması
gerekir. Halbuki muhtar kavle göre bu adam kâfir olmaz. " Çünkü küfür
itikadın değişmesineibtina eder. Halbuki o fiille itikad değişikliği
olmamıştır. Tamamı Bahır'dadır.
«Kadın bu emri reddederek» dilemiyorum
derse emir geri dönmez. Ondan sonra kadın dileyebilir. Çünkü kocası ona o anda
bir şey temlîk etmiş değildir. Bilâkis talâkı kadının dilediği vakte izafe
etmiştir. Binaenaleyh o vakitten önce temlîk olamaz ve reddetmekle geri
cevrilmez. Hidâye'de böyle denilmiştir. Şöyle de denilebilir: Bu hiç bir halde
aslâ temlîk olamaz. Bilâkis talâkı kadının dilemesine tâlik olur. Kadının
boşadım demesi şartı yerine getirmektir. Şart onun dilemesidir. Meydana gelen
talâk muallak talâktan başka bir şey değildir.
Evet, dilersen kendini boşa sözünde bu
sahihtir. Fetih. Bahır sahibi Muhît'in şu ifadesiyle cevap vermiştir: "Bu
söz tâlik mânâsını tezammun eder. Bu onun lâzımıdır, ibtal kabul etmez. Temlîk
mânâsını da tezammun eder. Çünkü mâlik dileyerek tasarrufta bulunan kimsedir.
Kadın kendini boşamak hususunda amel etmekle, mâlik de kendi nefsi için amel
etmektedir. Temlîk cevabı sadece meclise münhasırdır. Câmi'de bildirildiğine
göre sen dilersen boşsun yahut hoş görürsen boşsun veya arzularsan boşsun gibi
sözler yemin değildir. Çünkü bunlar mânen temlîk, sureten tâliktır. Onun için
de meclise münhasırdır itibar surete değil mânâyadır."
Ben derim ki: Bahır sahibinin:
"Temlîkin cevabı meclise münhasırdır." sözü umum vakit ifade etmeyen
eğer ve kaç gibi bir edatla tâlik ettiği zamana mahsustur. Umum vakit bildiren
edatla tâlik yaparsa bunun hilâlfınadır. Burada zikredilen de umum bildiren
edattır. Faslın başında da geçmişti.
METİN
Meclisle de mukayyed olmaz. Kadın kendini
ancak bir defa boşayabilir. Çünkü edat bütün zamanlara âm ve şâmildir, fiillere
şâmil değildir. Binaenaleyh kadın her zaman boşamaya salâhiyaddardır. Bir defa
boşadıktan sonra tekrar boşamaya salâhiyeti yoktur. Kocası her diledikçe
dediyse kadın üç talâkı ayrı ayrı zamanlarda yapabilir. Cemi' ve tesniye
yapamaz. Çünkü bu edat umumî ferdleri bildirir.
İZAH
«Meclisle de mukayyed olmaz.» Fakat ne
zaman ve her ne zaman kelimeleri vakit bildirmek içindir ve bütün vakitlere
şâmildir. Sanki hangi vakitte istersen boşa demiş gibidir. Dilediğinde veya
dilediğin anda diye terceme ettiğimiz (izâ, izâmâ) kelimeleri de İmameyn'e göre
ne zaman diye terceme ettiğimiz (metâ) kelimesi gibidir. İmam-ı Âzâm'a göre
bunlar şart için kullanıldıkları gibi vakit için de kullanılırlar. Lâkin emir
kadının eline geçmiştir. Meclisten kalkmakla şübheye binaen elinden çıkmaz.
Evet, kocası ben mücerred şartı kasdettim derse biz de meclisle mukayyed olur
diyebiliriz. Ve töhmeti def için erkeğe yemin verdirilir. Nehir. Meselenin
tamamı Fetih'dedir.
«Cemi' ve tesniye yapamaz.» Burada
Hidâye'nin ibâresi şöyledir:"Kadın birden ve toptan talâkı îkâ'a
salâhiyaddardır." İnâye sahibi diyor ki: "Bazılarına göre bu iki
sözün mânâsı birdir. Bazılarına göre ise birden demenin mânâsı kadının kendimi
üç defa boşadım sözüdür. Toptan'ın mânâsı ise bir boşadım, bir daha ve bir daha
demesidir. Zâhir olan budur." Yani toptan kelimesinin izahında zâhir olan
budur demek istiyor. Galiba bu sözüyle o Dirâye'nin ifadesine işaret ediyor. Dirâye'de
toptan kelimesi: "Boşadım ve boşadım ve boşadım der." şeklinde tefsir
edilmiştir. Fakat Dirâye sahibi birincisi daha sahihtir diyerek birden ve
toptan kelimelerinin aynı mânâya geldiklerine işaret etmiştir. Nehir'de de
böyle denilmiştir.
Ama birden kelimesiyle iki, toptan
kelimesiyle üç kasdedilebilir. O zaman "cemi' ve tesniye yapamaz"
sözü buna işaret olur. Sonra bilmelisin ki Hidâye'de toptan kelimesinin
kadının: "Boşadım ve boşadım ve boşadım." demesidir şeklinde tefsir edilmesi:
"Esah olan bunun hilâfıdır." denilmesi gösteriyor ki, esah kavle göre
kadın bir mecliste kendini aralıklı olarak üç defa boşayabilir. İnâye'nin
ifadesi de buna işaret etmektedir. Zira bunu: "Bir boşadım ve bir daha ve
bir daha..." şeklinde tefsir etmiştir. Çünkü âmil bir olduğu için bu da
cemi'dir. Dirâye'nin ifadesi bunun hilâfınadır. O cemi değil ayırmadır. Çünkü
fili tekerrür etmiştir. Bu izaha göre Kuhistânî'nin: "Ayrı ayrı üç defa
boşar. yani üç mecliste boşar ve kadın her mecliste kendini bir defadan fazla boşayamaz.
Çünkü her talâk boş olmaz." İfadesi esah kavlin hilâfınadır. Meğerki bir
defadan fazla ifadesi "Toplu olarak üç talâk boş olmaz." demesi
karinesiyle birden mânâsına yorumlansın.
Bizim bu söylediklerimize
Câmu'l-Fûsuleyn'in şu ifadesi de delâlet eder: "Her diledikçe emrin elinde
olsun derse, kadın gerek o mecliste gerekse ondan sonra her diledikçe üç
talâkla bâin oluncaya kadar ken-disini ihtiyar edebilir. Şu kadar var ki bir
defada kendisini birden fazla boşayamaz." Bu sözün muktezası kadının bir
mecliste kendini aralıklı ola-rak üç defa boşayabilmesidir. Meğerki sen boşsun
sözüyle emrin elinde olsun ifadesi arasında fark görülsün. Lâkin Gâyetü'l-Beyân
sahibi şöyle demiştir: "Bunlar Câmi-i Sağîr'in meseleleridir. Suretleri
şudur: Muham-med Yâkub'dan, o da Ebû Hanife'den naklen şöyle demiştir:
"Bir adam karısına: sen her diledikçe boşsun derse, kadın kendini
boşayabilir. Ve-levki bulunduğu meclisten kalkmış da başka bir işe girişmiş,
bir çok işler görmüş olsun. Bu hal kendini üç defa boşayıncaya kadar devam eder
ilh...»
Gâyetü'l-Beyân sahibi diyor ki: "Çünkü
her diledikçe sözü bütün fiil-lere âm ve şâmildir. Kadın üç talâkı dolduruncaya
kadar birini diledikten sonra ötekini dileyebilir. Meclisten kalktığında veya
başka bir işe girişti-ğinde o mecliste kendisine verilen dilek hakkı bâtıl
olur. Zira dilekten vaz-geçtiğine delil vardır. Lâkin umum edatı hükmünce
kendisi için başka birdileme hakkı vardır." Bu açık gösteriyor ki, kadın
bir mecliste üç talâkı aralıklı olarak yapabilir. Tatarhâniyye'de Muhît'ten nakledilen
şu ifade ondan da açıktır: "Karısına: sen her diledikçe boş ol derse,
mecliste ol-sun başka yerde olsun birer birer üç talâka kadar kadın her
dilediğinde kendini boşayabilir."
TENBİH: --Fetih'de şöyle denilmiştir:
"Kadın kendini üç veya iki de-fa boşarsa İmameyn'e göre bir talâk vâki
olur. İmam-ı Âzâm'a göre bir şey vâki olmaz." Bahır'da da Mebsût'tan
naklen şöyle denilmektedir:"Her diledikçe sen üç defa boşsun der de kadın
bir defayı diledim cevabını verirse, bu söz bâtıl olur. Çünkü kocasının mânâsı
üç talâkı her diledikçe demektir."
Ben derim ki: Bu söz üç talâkı ayrı ayrı
yapmak ancak adedi söyle-mediği zamandır, mânâsını ifade eder. Hâkim'in
Kâfi'sinde şöyle denil-miştir; "Her dilediğinde son üç talâk boşsun der de
kadın bir talâk dilerse bu bâtıl olur. Kezâ her diledikte sen de bir talâk
boşsun der de kadın üç talâkı dilerse ve kezâ sen boşsun der de üçü söylemez
kadın da üçü di-lerse bâtıl olur." Yani birden söylerse böyledir. Ayrı
ayrı söylerse velev bir mecliste olsun bildiğin gibi câiz olur.
METİN
Kadın başka kocaya vardıktan sonra kendini
boşarsa talâk vâki olmaz. Yani kendini ayrı ayrı zamanlarda üç defa boşamışsa
hüküm budur. Aksi takdirde başka kocaya vardıktan sonra bu talâkları ayrı ayrı
yapabilir. İleride gelecek yıkma meselesi budur. Sen dilediğin yerde boşsun
yahut nerede istersen orada boşsun derse kadın ancak o mecliste dilediği
takdirde boş olur. Dilemeden meclisinden kalkarsa artık kendisine dileme hakkı
yoktur. Çünkü bu iki edat mekân bildirirler. Talâkın ise mekâna teallûku
yoktur. Binaenaleyh her ikisi "eğer" edatından mecaz olurlar. Çünkü
bu bâbın temeli eğer edatıdır.
İZAH
«Talâk vâki olmaz.» Çünkü tâlik ancak
mevcud olan milke sarfedilir. O da üçtür. Üç talâkı yapmakla tefvîz sona erer.
Bahır.
«Aksi takdirde» yani kendisini hiç
boşamazsa yahut bir mecliste üç defa yahut bir mecliste yalnız bir veya iki
defa boşarsa başka kocaya vardıktan sonra bu talâkları ayrı ayrı yapabilir. H.
«İleride gelecek» yani ric'at bâbının
sonunda gelecek olan yıkma meselesi budur. Bu mesele şöyle izah olunur: ikinci
koca üç talâkı yıktığı yani hükmünü yok ettiği gibi üçten aşağısının hükmünü de
yıkar. Bir kimse karısını bir veya iki defa boşar da kadın başkasıyla evlenip
boşandıktan sonra onunla tekrar evlenirse kadın ona yeni bir milkle döner. Yani
o kadını üç defa boşamaya hakkı olur. Bu İmam-ı Âzâm'la Ebû Yusuf'a göredir.
İmam Muhammed'e göreikinci koca yalnız üç talâkın hükmünü yıkar. Daha
aşağısının hükmünü yıkmaz. Binaenaleyh bir kimse karısını iki defa boşar da
kadın başka kocaya gittikten sonra boşanıp tekrar bununla evlenirse kalan talâk
hakkıyla döner. Kocasının onun üzerinde kalan hakkı bir talâktır. Tekrar
evlendikten sonra kocası o kadını bir talâkla boşarsa Şeyhayn'a göre kadın ona
hörmet-i galiza ile haram olmaz. İmam Muhammed'e göre ise olur.
Kezâ kadına: Sen şu haneye her girdikçe
boşsun der de kadın oraya iki defa girerek boş düşer ve iddeti geçerse, başka
kocaya vardıktan ve ondan boşandıktan sonra Şeyhayn'a göre üç talâkla bâin
oluncaya kadar o haneye her girdikçe boş olur. İmam Muhammed buna muhâliftir.
Nitekim bunu Zeylaî tâlik bâbında: "Üç talâkı tâlik onun tencizini ibtal
eder." dediği yerde zikretmiştir. Fazla ifadesi "Toplu olarak üç
talâk boş olmaz." demesi karinesiyle birden mânâsına yorumlansın.
Bizim bu söylediklerimize
Câmu'l-Fûsuleyn'in şu ifadesi de delâlet eder: "Her diledikçe emrin elinde
olsun derse, kadın gerek o mecliste gerekse ondan sonra her diledikçe üç
talâkla bâin oluncaya kadar kendisini ihtiyar edebilir. Şu kadar var ki bir
defada kendisini birden fazla boşayamaz." Bu sözün muktezası kadının bir
mecliste kendini aralıklı olarak üç defa boşayabilmesidir. Meğerki sen boşsun
sözüyle emrin elinde olsun ifadesi arasında fark görülsün. Lâkin Gâyetü'l-Beyân
sahibi şöyle demiştir: "Bunlar Câmi-i Sağîr'in meseleleridir. Suretleri
şudur: Muhammed Yâkub'dan, o da Ebû Hanife'den naklen şöyle demiştir: "Bir
adam kansına: sen her diledikçe boşsun derse, kadın kendini boşayabilir.
Velevki bulunduğu meclisten kalkmış da başka bir işe girişmiş, bir çok işler görmüş
olsun. Bu hal kendini üç defa boşayıncaya kadar devam eder ilh...»
Gâyetü'l-Beyân sahibi diyor ki: "Çünkü
her diledikçe sözü bütün fiillere âm ve şâmildir. Kadın üç talâkı dolduruncaya
kadar birini diledikten sonra ötekini dileyebilir. Meclisten kalktığında veya
başka bir işe giriştiğinde o mecliste kendisine verilen dilek hakkı bâtıl olur.
Zira dilekten vazgeçtiğine delil vardır. Lâkin umum edatı hükmünce kendisi için
başka bir dileme hakkı vardır." Bu açık gösteriyor ki, kadın bir mecliste
üç talâkı aralıklı olarak yapabilir. Tatarhâniyye'de Muhît'ten nakledilen şu
ifade ondan da açıktır: "Karısına: sen her diledikçe boş ol derse,
mecliste olsun başka yerde olsun birer birer üç talâka kadar kadın her
dilediğinde kendini boşayabilir."
TENBİH: -Fetih'de şöyle denilmiştir:
"Kadın kendini üç veya iki defa boşarsa İmameyn'e göre bir talâk vâki
olur. İmam-ı Âzâm'a göre bir şey vâki olmaz." Bahır'da da Mebsût'tan
naklen şöyle denilmektedir:"Her diledikçe sen üç defa boşsun der de kadın
bir defayı diledim cevabını verirse, bu söz bâtıl olur. Çünkü kocasının mânâsı
üç talâkı her diledikçe demektir."
Ben derim ki: Bu söz üç talâkı ayrı ayrı
yapmak ancak adedi söylemediği zamandır, mânâsını ifade eder. Hâkim'in
Kâfî'sinde şöyle denilmiştir: "Her dilediğinde sen üç talâk boşsun der de
kadın bir talâk dilerse bu bâtıl olur. Kezâ her diledikte sen de bir talâk
boşsun der de kadın üç talâkı dilerse ve kezâ sen boşsun der de üçü söylemez
kadın da üçü dilerse bâtıl olur." Yani birden söylerse böyledir. Ayrı ayrı
söylerse velev bir mecliste olsun bildiğin gibi câiz olur.
METİN
Nasıl istersen boş ol sözüyle derhal bir
talâk-ı ric'î meydana gelir, Ama kadın bâini veya üç talâkı dilerse erkeğin
niyetiyle birlikte dilediği olur. Aksi takdirde kadın cima' edilmişse talâk
ric'î, edilmemişse bâin olur. Emir de bâtıl olur. Zeylaî ile Aynî cima'dan önce
demişlerse de yanlıştır. Doğrusu cima'dan sonradır. Dikkatli ol. Kaç istersen
boşa yahut istediğin kadar boşa derse kadın o mecliste bid'î olmamak şartıyla
dilediği kadar boşayabilir. Çünkü zaruret vardır.
İZAH
«Derhal bir talâk-ı ric'i meydana gelir
ilh...» Yani kadın dilesin dilemesin mücerred o sözle bir talâk-ı ric'î meydana
gelir. Sonra kadın bâini veya üç talâkı diledim derse, kocası da aynı şeyi
niyet etmiş olmak şartıyla dediği gibi olur. Çünkü muvafakat vardır. Bu İmam-ı
Âzâm'a göredir. İmameyn'e göre kadın dilemedikçe hiç bir şey vâki olmaz. İmam-ı
Âzâm'a göre talâkın aslı kadının dilemesine teallûk etmez, sıfatı teallûk eder.
İmameyn'e göre ise ikisi birden teallûk ederler. Meselenin tamamı Fetih'dedir.
Ben Menâr şerhi üzerine yazdığım hâşiyede bu tefvîz ile umumî tefvîzlar
arasındaki farkı belirttim. Dedim ki; burada tefvîz edilen şey talâkın halidir.
O da bâin ve müteaddid nev'ilerine ayrılır. Binaenaleyh ikiden birini tâyin
için niyete ihtiyaç vardır. Umumi tefvîzlarda ise kocanın niyetine ihtiyaç
yoktur.
«Kadın cima edilmişse talâk ric'i olur.»
sözü kocasının niyet ettiğinin hilâfını dilemesine ve kocasının hiç bir şey
niyet etmediği suretlere sâdıktır. Murad birincisidir. Çünkü Fetih'de şöyle
denilmiştir: "Karı-koca ihtilâf ederlerse meselâ kadın bâin talâkı, kocası
ise üç talâkı isterse yahut bunun aksi olursa talâk ric'idir. Çünkü istekleri
birbirine uymadığı için kadının dilemesi hükümsüz kalır. Kocasının da sarîh sözle
talâk îkâ'ı kalır. Talâkı bâin veya üç yapmak hususunda kocanın niyetinin bir
tesiri yoktur. Kocasının niyet hatırına gelmezse hükmün ne olacağını musannıf
zikretmemiştir. Asıl nam kitabta: "Ama kadının dilediğinin itibara
alınması icab eder. Hatta kadın talâkın bâin veya üç olmasını diler de kocası
bir şeyi niyet etmezse kadının yaptığı talâk bilittifak vâki olur ilh..."
denilmiştir.
Kadının cima' edilmiş olması her iki
yerdeki ric'î sözünün kaydıdır. Mehir bâbında manzum olarak geçmişti ki,
iddetin lüzumu hususunda kendisiyle halvet yapılan kadın da cima' edilenkadın
gibidir. iddeti içinde başka bir talâk yapılması hususunda dahi öyledir.
«Aksi takdirde» yani kadın cima' edilmemiş
olup talâk-ı bâinle boşanır da mahalliyeti kalmadığı için emin elinden çıkarsa
demektir. Fetih'de böyle denilmiştir. Halvet yapılan kadına gelince: Biliyorsun
ki ona iddet lâzımdır. O ric'î olarak boş düşer; emirde elinden çıkmaz.
«Zeyla'î»nin ibâresi şöyledir:
"Hilâfın semeresi iki yerde zâhir olur. Biri dilemeden kadının meclisten
kalkması, diğeri de bunun cima'dan önce olmasıdır. Burada İmam-ı A'zam'a göre
ric'î bir talâk meydana gelir, İmameyn'e göre ise hiç bir şey vâki olmaz.
Reddetmek ayağa kalkmak gibidir." H.
«Dilediği kadar boşayabilir» Yani bir, iki
veya üç talâkla boşayabilir ve talâkın aslı bilittifak kadının dilemesine
teallûk eder. İmam-ı A'zam'ın kavline göre nasıl istersen meselesi bunun
hilâfınadır. Çünkü kaç kelimesi aded ismidir. Dilediğin kadar sözü ise adedi
umumileştirmektir. Fukahanın ıstılahına göre bir kelimesi adeddir. Binaenaleyh
tefvîz bizzat adedde olmuştur. Vâki ise ancak zikredilmek şartıyla adeddir. Şu
halde tefvîz vâkiin kendisinde olmuştur. Binaenaleyh kadın dilemedikçe hiç bir
şey vâki olmaz. Fetih.
TENBİH; -Musannıf kocanın niyetinin şart olduğunu
söylememiştir. Şârih onu Menâr şerhinde ve kezâ Mirkât şerhinde beyan etmiştir.
Keşif sahibinin beyanına göre kendisi üstadının elyazısı ile Pezdevî alâmetini
taşıyan bir yazı görmüş ki, orada kocanın iradesinin de mutabakatı şarttır.
Çünkü mübhem aded için olunca niyete ihtiyaç vardır denilmiştir. Takrîr sahibi
bunu kabul etmiştir. Lâkin Hidâye. Fetih ve diğer kitapların zâhirine bakılırsa
kocanın iradesi şart değildir. Bahır sahibi Menâr üzerine yazdığı şerhde bunu
daha zâhir görmüştür. Çünkü iştirak yoktur. Kadına tefvîz edilen sadece
mikdardır. Erkeğe bırakılan da tek yapmasıdır. Binaenaleyh mübhemlik yoktur.
"Nasıl" edatı bunun hilâfınadır. Çünkü bununla kadına tefvîz edilen
şey haldir. Hal ise evvelce arzettiğimiz gibi müşterektir.
Ben derim ki: Metinlerin zâhiri de bunu
göstermektedir.
«Bid'î olmamak şartıyla...» Bahır sahibi
diyor ki: "Dilediği kadar boşayabilir sözüyle kadının kendini kerâhetsiz
olarak bid'î de sayılmamak şartıyla birden fazla boşayabileceğini ifade
etmiştir. Bundan yalnız kocasının îkâ ettiği talâklar müstesnadır. Çünkü kadın
buna mecburdur. Onları birbirinden ayırırsa emir elinde olmaktan çıkar."
Ben derim ki: Kadın hayızlı olursa hüküm
yine böyledir. Bunun acık ifadesi talâk bahsinin başında geçmişti. Tahtâvî:
"Bunun benzeri nasıl dilersen sözünde söylenir. Niyetle beraber kadın üç
talâk îkâ ederse önce söylenen hakkında bahis mevzuu edilir." demiştir.
METİN
Kadın reddederse yahut vazgeçtiğini
gösteren bir harekette bulunursa reddedilir. Çünkü buhalen temlîktir. Cevabının
da halen olmasını gerektirir. Bir adam karısına kendini üçten dilediğin mikdar
boşa derse kadın üçten aşağı boş olur. Üçten dilediğini seç demesi de böyledir.
Çünkü üçten sözü üçü parçalamayı bildirir. İmameyn ise bu sözün beyan için
olduğunu söylemişlerdir. Şu halde onlara göre üç talâk boş olur. Ama birinci
kavil daha zâhirdir.
FER'İ MESELELER: -Bir adam karısına: Hem
dilersen hem dilemezsen boşsun derse kadın derhal boş olur. Talâkı dilersen sen
boşsun, talâkı sevmezsen dahi sen boşsun derse kadın boş olmaz. Çünkü kadının
talâkı sevmemesi, ona buğz etmemesi câizdir. Talâkı hem dilemesi hem dilememesi
caiz değildir. Bir adam iki karısına: Talâkı hanginiz daha çok severse yahut
hanginiz ondan daha çok nefret ederse boş olsun der de kadınlardan her biri:
Ben onu daha çok severim cevabını verirse talâk vâki olmaz. Çünkü her biri
arkadaşının kendinden daha az sevdiğini iddia etmektedir. Binaenaleyh şart
tamam değildir. Sonra dilemeye veya iradeye yahut rızaya veya hevese, muhabbete
tâlik etmek tâlik mânâsını taşıyan temlîk olur ve emrin elindedir sözünde
olduğu gibi meclisle mukayyeddir. Başka şeye tâlik etmek bunun hilâfınadır.
İZAH
«Kadın reddederse...» Yani ben boşamam
derse yahut uyku ve meclisten kalkmak gibi kabul etmediğini bildiren bir
hareket gösterirse reddedilmiş olur.
«Çünkü bu halen temlîktir.» Bu söz
"vakitte, ne zaman" kelimelerinden ihtiraz içindir. Yani bu müneccez
(derhal geçerli) temlîktir. Gelecekte bir vakte izafe edilmiş değildir.
Binaenaleyh cevabının da derhal verilmesini gerektirir.
«Birinci kavil daha zâhirdir.» Çünkü maksad
açıklama olsa dilediğin kadar boşa demek yeterdi. Nitekim Nehir'de Tahrîr'den
naklen böyle denilmiştir. H.
«Hem dilersen hem dilemezsen ilh...» Bilmiş
ol ki dilemekle dilememeyi bir şart yaparsa yahut dilemekle ondan kaçınmayı bir
şart yaparsa kadın aslâ boş düşmez. Çünkü hem dilemeyi hem dilememeyi birarada
bulundurmak imkânsızdır. Meselâ sen dilersen ve dilemezsen boşsun yahut
dilersen ve bundan kaçınırsan boşsun sözleri böyledir. Şart edatını
tekrarlayarak cezayı önce söylerse yani dilersen sen boşsun ve dilemezsen der
de kadın bulunduğu mecliste diler veya dilemezse boş düşer. Çünkü her iki sözü
ayrı ayrı şart yapmıştır. Şu haneye girersen sen boşsun yahut girmezsen sözü de
böyledir. Cezayı sona bırakır da dilersen ve dilemezsen sen boşsun derse
ebediyyen boş olmaz. Çünkü cezayı sonra söyleyince ikisi bir şart gibi olur ve
beraberce bulunmaları imkânsızdır. Beraberce bulunmaları mümkünse iş değişir ve
ikisi birden bulunmadıkça kadın boş düşmez. Sen yersen ve içersen boşsun demesi
böyledir. Şart edatını tekrarlar da cümlenin biri dilemek, diğeri kaçınmak
olursa meselâ dilersen sen boşsun ve kaçınırsan da derse kadın dilesin
dileme-sin talâk vâki olur. Susarak meclisten kalkarsa talâk vâki olmaz. Çünkü
her iki söz başlıbaşına bir şarttır. Çekinmek de dilemek gibi bir fiildir.
Bunların hangisi bulunursa talâk vâki olur. İkisi de bulunmazsa bir şey vâki
olmaz.
Kezâ şart edatını tekrarlamaz da yahut
edatıyla atıf yapar ve sen istersen boşsun yahut da istemezsen derse yine hüküm
budur. Çünkü talâkı iki cümleden birine talîk etmiştir. Dilersen sen boşsun,
dilemezsen de sen boşsun dese kadın derhal boş olur. Talâkı seversen sen
boşsun, ondan nefret edersen de boşsun demesi bunun hilâfınadır. Çünkü kadının
talâkı hem sevmemesi hem nefret etmemesi câizdir. Binaenaleyh vukuun şartı
kesin değildir. Kadının hem dilemesi hem dilememesi câiz değildir. Şu halde iki
şarttan biri muhakkak sâbittir ve talâk vâki olur. Sen çekinsen de nefret etsen
de boşsun der de kadın çekindim cevabını verirse boş olur. Sen dilemezsen
boşsun der de kadın dilemiyorum cevabını verirse boş olmaz. Çünkü çekindim
sîgası çekinmeyi icad için söylenir. Adam talâkı ondan çekinmeye tâlik etmişti.
Bu da mevcuddur, onun için talâk vâki olur.
Dilemesen de sözü icad için değil yokluğu
bildiren bir sîgadır. Binaenaleyh şu eve girmezsen mesabesinde olur. Dilememek
kadının dilemiyorum sözüyle tehakkuk etmez. Çünkü sonradan da dileyebilir. O
ancak ölümle tehakkuk eder. Bunu Bahır sahibi Muhît'ten nakletmiştir. Bahır
sahibi bundan sonra şunu söylemiştir: "Adam talâkı kendi dilediğinin
bulunmamasına tâlik ederse hüküm yine böyledir. Filan dilemezse deyip de o
filanın dilemiyorum cevabını vermesi bunun hilâfınadır. Fark şudur: Ecnebîde
yemininde durmanın şartı kadının o mecliste talâkını dilemesidir. Ecnebînin
dilemiyorum demesiyle meclis değişir. Çünkü bu ihtiyaç duyulmayan bir şeyle
meşgul olmaktır. Zira talâkı îkâ için ayağa kalkıncaya kadar susması kâfidir.
«Kadın boş olmaz.» Bu sözün yeri kadın
sevmiyorum, nefret de etmiyorum dediği yahut sustuğu zamandır. Fakat seviyorum
yahut nefret ediyorum derse boş düşer. Çünkü sevmeye ve benzerine yapılan tâlik
onu haber vermeye tâlik olur. Velevki vâkı'a uygun olmasın. Nitekim
gele-cektir.
«Talâkı hem dilemesi hem dilememesi câiz
değildir.» Zira dilemek mevcud olan bir şeyi haber vermektir. Varla yokun
arasında vasıta yok-tur.
«Yahut hanginiz ondan daha çok nefret
ederse» bu ikinci meseledir.
«Kadınlardan her biri ben onu daha çok
severim ilh.. derse» sözü birinci meselenin cevabıdır. Şârih mukayese ile
bilindiği için ikinci mese-lenin cevabını terketmiştir. Onun cevabı: "Her
biri: ben ondan daha çok nefret ederim derse" takdirindedir. Talâkın vâki
olmaması kadınlardan her biri arkadaşının kendinden daha az nefret ettiği dâvâsında
olduğuiçindir. Böylece şart tamam olmamıştır. H
Kadınları iddialarında kocalarının
yalanlamış olması gerekir. Nitekim bunu Hâkim Kâfî'sinde kaydetmiştir. Bunun
muktezası şudur ki, koca iki-sini de tasdik ederse ikisi de boş düşer. Çünkü
ism-i tafdil bir kişiye de fazlasına da uyar. Nitekim vakıf bahsinde
gelecektir.
«Binaenaleyh şart tamam değildir.» Çünkü
kadın arkadaşı hakkın-daki şâhidliğinde tasdik edilmez. Bahır. Yani öteki
kadının sevgisi veya nefreti bununkinden az olmadıkça bunun sevgisi veya
nefreti daha çok olamaz. Fakat arkadaşının kalbindekini ifadede onun sözü
tasdik edile-mez. Binaenaleyh ötekinden daha çok sevdiği sâbit olamaz. Öteki
hak-kında da aynı şey söylenir. Böylelikle hiç birinin fazlalığı sâbit olmaz ve
hiç birinin boş olması için şart tamam sayılmaz. Ta'lilin muktezası şudur ki;
kadınlardan yalnız biri benim sevgim daha çoktur diye iddia ederse üzerine
talâk vâki olmaz. Meğerki bunların her birinin dâvâsında diğerini tamamen
yalanlama vardır denilsin. Yalnız birini dâvâ etmesi bunun hilâ-fınadır. Tâlik
bâbında görüleceği vecihle kocası fülan şeyi seviyorsan sen şöyle ol, fülane de
olsun derse, kadın seviyorum cevabını verirse sözü yalnız kendisi hakkında
tasdik olunur.
«Sonra dilemeye ilh...» Ve kezâ kadından
başkalarının bilemeyeceği bir mânâya tâlik temlîk olur. Ama kendisinde tâlik
mânâsı vardır. Bahır. T.
«Meclisle mukayyeddir.» Kezâ kadın sevgi ve
nefreti haber vermek hususunda yalan söylerse talâk vâkidir. Hayız ve benzerine
tâlik bunun hilâfınadır. Sonra bu mesele temlîk üzerine tefri' edilmiştir.
Bazıları:"Evlâ olan ondan dönmeye mâlik değildir, sözünü ziyade etmektir.
Tâ ki tâlik olduğuna teferru etsin. Çünkü bu temlîk üzerine teferru etmesinden
daha zâhirdir." demişlerdir.
Ben derim ki: Burada şöyle denilebilir:
"Maksad bu zikredilen kelimelerle yapılan tâlikin başka kelimelerle
yapılanlara muhâlif olduğunu anlatmak ve hepsi muvafık olursa ondan
dönememektir.
«Başka şeye tâlik etmek bunun hilâfınadır.»
Hayız görmesine veya şu haneye girmesine tâlik gibi ki, bu hâlis tâlik olduğu
için meclisle mukayyed değildir. Kezâ haber vermekle nefsel emirde yalan olmaz.
Nitekim gelecektir. Allahu a'lem.
TÂLİK BÂBI
METİN
Tâlik lügatta allaka kelimesinden
alınmadır. Kâmûs'ta bunun aslı bırakmak mânâsına geldiği bildirilmiştir.
Istılahda bir cümlenin ihtiva ettiği mânânın meydana gelmesine bağlamaktır.
Buna mecazen yemin denilir.
İZAH
Musannıf tâlikı, talâkın sarîh ve kinâye
sözlerle yapıldığını beyandan sonraya bırakmıştır. Çünkü tâlik talâkla şartı
beraberce söylemekten mürekkeb bir şeydir. Onun için onu müfredden yani
talâktan sonraya bırakmıştır. Nehir.
«Tâlik lügatta allaka kelimesinden
alınmadır.» Bahır'da böyle denilmiştir. Ama evla olan: "Tâlik allaka
kelimesinin masdarıdır. Bir şeyi astı mânâsına gelir." demektir. T. Yani
şârihin sözü masdarın fiilden türemiş olduğu zannını verir. Halbuki bu tercih
edilen kavlin hilâfınadır. Lâkin murad maddeyi beyandır. Tâ ki lügaten ondan
muradın hissî ve manevî kısımlara şâmil olan mutlak tâlik olduğu anlaşılsın.
«Istılahta ilh...» sözü manevî tâlika
mahsus bir tariftir. Musannıfın birinci cümleden muradı ceza, ikinciden muradı
da şart cümlesidir. Meselâ şu haneye girersen sen boşsun sözünde kadının boş
düşmesi o haneye girmesine bağlanmıştır.
«Buna mecazen yemin denilir.» Çünkü
Nehir'de bildirildiğine göre tâlik hakikatte şartla cezadan ibarettir. Ona
yemin denilmesi mecazdır. Çünkü bunda sebeb mânâsı vardır. Yine Nehir'de beyan
edildiğine göre bu hususi şekilde bağlamak diye tarif edilen ve tâlik ihtiva
eden şart cümlesinin beyanıdır. Bu bağlamaya yemin denilir.
Fetih sahibi diyor ki: «Esasen yemin kuvvet
demektir. İki elden birine yemin (sağ el) denilmesi diğerinden daha kuvvetli
olduğu içindir. Allah'a and vermeye yemin denilmiştir. Çünkü evvela tereddütten
sonra yapmak veya yapmamak için and edilen şey üzerine kuvvet ifade etmektedir.
Şüphesiz ki nefsin hoşlanmadığı bir şeyi bir şeye bağlamak ve o şey meydana
gelince bağlananın da meydana gelmesi şer'an ondan korunmanın kuvvetle lüzumunu
ifade eder. Ve nefsin sevdiği bir şeyi bir şeye bağlamak o şeyi yapmaya teşvik
olur. Bu suretle de yemin sayılır. Ancak bu izah onun hakikat olmasına da
lügatta mecaz olmasına da ihtimallidir.
Bahır'ın yeminler bahsinde şöyle
denilmektedir: "Bedâyi'nin zâhir ifadesine bakılırsa tâlik lügatta dahi
yemindir. Çünkü İmam Muhammed ona yemin adını vermiştir. Onun sözü lügatta da
huccettir denilmektedir." Bu gösterir ki tâlik hem lügaten hem ıstılahen
yemindir. Onun içindir ki Mi'râc-ı Dirâye sahibi: "Allah Teâlâ'ya and vermeye
de tâlika da yemin denilir." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Fetih sahibinin
yukarıda geçen sözünün muktezası şudur: Bundanmurad tâlik edilen şeyi ihtiyarî
bir fiile bağlamaktır. Tâ ki yemin edilen şeyden kaçınmak yahut o şeyi yapmaya
teşvik için kuvvet ifade etsin. Meselâ bana filan işin müjdesini verirsen sen
hürsün sözü bu kabîldendir. Tâlikın bundan başkasına yemin denilmez. Meselâ
güneş doğarsa yahut hayzını görürsen sen şöyle ol sözü bu kabîldendir. Ancak
Telhisü'l-Câmi'de ve onun şerhi Fârîsî'de beyan edildiğine göre bir kimse yemin
etmeyeceğine yemin ederse cezayı şart olmaya elverişli bir şeye tâlik etmekle
yemini bozulur. Bu şartın kendisinin veya başkasının fiili yahut vaktin gelmesi
gibi bir şey olması fark etmez. Meselâ şu haneye girersen sen boşsun yahut Zeyd
gelirse veya yarın olursa, keza ayın başı geldiğinde veya ay yenilenmediğinde
sen boşsun demesi bu kabîldendir. Yeterki kadın hayız görenlerden olsun,
aylarla iddet bekleyenlerden olmasın. Çünkü yeminin rüknü mevcuddur. Yeminin
rüknü cezayı tâliktır. Yeminin bulunması bozulmasının şartıdır. O adam da
yeminini bozmuş olur. Megerki dilersen veya istersen yahut seversen veya arzu
edersen yahut razı olursan gibi kalb amellarinden birine yahut ayın gelmesine
tâlik etmiş olsun da ayın başı geldiği zaman boşsun desin. Kadın da aylarla
iddet bekleyenlerden olsun. Bu takdirde yemini bozulmaz.
Çünkü birinci gurup sözler temlîkte
kullanılır. Onun için meclise münhasır kalır. Sırf tâlik için kullanılmazlar.
İkinci nev'i ise senenin vaktini beyan için kullanılır. Çünkü kadın hakkında
ayın başı sünnî talâkın vuku bulduğu vakittir. Binaenaleyh sırf tâlikta
kullanılan bir söz değildir. Onun içindir ki, talâkı tatlika tâlik eder de ben
seni boşarsam boşsun derse yemini bozulmaz. Zira vâkii hikâye etmek istemiş
olabilir. Yani seni boşamak benim elimdedir, ben boşarsam sen boş olursun demek
istemiştir. Böylece o söz sırf tâlik için kullanılmaz. Kölesine bana bin
dirhern verirsen sen hürsün, bundan aciz kalırsan kölesin sözüyle dahi şartla
ceza bulunsa bile tâlik yapmış olmaz. Çünkü bu söz kitabetin tefsiridir. Sırf
tâlik ifade etmez. Sen bir hayız görürsen boşsun sözüyle dahi tâlik yapmış
sayılmaz. Çünkü temizlik müddetinin bir cüz'ü bulunmadıkça kâmil hayız
bulunamaz.
Binaenaleyh talâk temizlik müddetinde olur
ve bu sözü sünni talâkın tefsiri yapmak mümkündür. Sırf tâlik için tahsis
edilmiş değildir. Bu suretlerde hâlis tâlik ifade etmeyen sözlerle o adamın
yemini bozulduğunda hüküm vermememiz şundandır: Çünkü talâka yemin etmek
memnu'dur. Aklı başında bir insanın sözünü yasak olmayacak cihete yorumlamak
evladır. Burada da onun ihtimalli bulunduğu temlîk veya tefsire yorumlamak
mümkündür. Onun için talâka yemin mânâsına yorumlanmaz. Sen hayız görürsen
boşsun diyen kimsenin yemini bozulması ise bozulmanın şartı bulunduğu içindir.
O da yemindir. Yemin rüknüyle yani ceza ve şartıyla zikredilmiştir. Adamın
"hayzını görürsen" demesi bid'î talâkı tefsire elverişli değildir.
Çünkü bid'î talâkın bir çok nev'ileri vardır. Bu söz onları tefsireyaramaz.
Sünnî öyle değildir. O yalnız bir nev'idir. Gerçi bir adam karısını güneş
doğarsa sen boşsun dediğinde yemini bozulur. Halbuki yeminin mânâsı olan teşvik
veya men burada yoktur. Güneşin doğması da muhakkaktır, şart olmaya elverişli
değildir. Çünkü mevcud olacağında tereddüd yoktur. Zira biz: "Gerek teşvik
gerekse men yeminin semeresidir, onun hikmetidir. Şu halde yeminde rükün tamam
olmuştur. yalnız semere ve hikmetinde tamam olmamıştır. Çünkü şer'î akidlerde
hüküm surete teallûk eder. Semere ve hikmete teallûk etmez." diyoruz. Onun
için bir kimse satmayacağına yemin eder de fasid bir satış yaparsa yemini
bozulur. Çünkü satışın rüknü mevcuddur. Velevki ondan beklenen milkin intikali
sâbit olmasın. Tereddüdsüzlüğü teslim etmiyoruz. Çünkü kıyametin her zaman
kopma ihtimali vardır. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Hasılı şudur: her tâlik yemindir, ister
kendi fiiline, ister başkasının fiiline, isterse vaktin gelmesine tâlik olsun.
Velevki yeminin semeresi olan teşvik veya men' bulunmasın. Binaenaleyh yemin
etmeyeceğine yemin eden bir kimse bununla yemini bozmuş olur. Meğerki bu sözü
tâlik suretinden temlîk veya sünnî talâkı tefsir yahut vâkii beyan yahut
kitabeti açıklama gibi mânâlara sarfetmek mümkün olsun. Nitekim müstesna olan
bu beş meselede böyledir ve inşaallah yeminler bahsinde gelecektir. Bu
izahattan anlaşılır ki, Bahır sahibinin söylediği şu söz: "Musannıfın
tâlik tâbirini kullanması Hidâye sahibinin talâka yemin bâbı demesinden
evladır. Çünkü bu beş meselede olduğu gibi tâlik sûrî tâlika şâmildir.
Bunların bazısı yemin olmamakla beraber
biliyorsun bu bâbta zikredilmiştir." sâkıttır. Nehir sahibinin:
"Bunlarda yemini bozulmaz. Çünkü bunlar örfen yemin değildir. Binaenaleyh
fukahanın ıstılahında yemin olmasına aykırı düşmez." sözü de öyledir.
Biliyorsun ki bu suretlerde yeminin bozulmaması hâlis tâlik sayılmadıkları
içindir. Hem o kimseler hakkında bunlar yemin değildir. Şu da var ki bu örfe
mebnî bir şey olsa o zaman örf nazarında hayzını görürsen sözü ile bir hayız
görürsen sözü arasında fark nedir ki, birincisi yemin sayılır, ikincisi
sayılmaz?
METİN
Tâlikin sahih olmasının şartı, şartın
mevcud olma tereddüdü içinde yok olmasıdır. "Gökyüzü üzerimizde ise"
gibi vücudu muhakkak olan şey tencizdir. "Deve iğne deliğine girerse"
gibi müstahîl (imkânsız) olan bir şey de hükümsüzdür.
İZAH
«Şartın» yani şart fiilinin delâlet ettiği
mânânın "mevcud olma tereddüdü içinde" yani hem olabilir hem
olmayabilir bir halde yok olmasıdır. İmkânsız veya mutlaka vücuda gelmesi
muhakkak olmamalıdır. Çünkü şart ya teşvik ya men' içindir. Bunların her biri
imkânsızla muhakkakta tasavvur edilemez. Tahrir şerhi.
«Tencizdir.» Bu söz mutlak değildir.
Bilâkis devamı için ibtida hükmü verilen şeylere mahsustur. Meselâ bir kimse
kölesine sana mâlik olursam sen hürsün derse, sustuğu an köle âzâd olur. Gözü
gören, kulağı işiten veya sağlam olan karısına sen görürsen veya işitirsen
yahut düzelirsen boşsun derse kadın o anda boş olur. Çünkü bu uzayıp giden bir
iştir. Binaenaleyh devamı için ibtida hükmü vardır. Hayızlı veya hasta olan
karısına: Sen hayzını görürsen veya hasta olursan şöyle olsun demesi bunun
hilâfınadır. Bu söz müstakbel bir hayıza yorumlanır. Çünkü hayızla hastalık
uzun zaman devam etmeyen şeylerdendir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Vechi
Hâniyye'de belirtildiği gibi şöyledir: "Hayız ve hastalık uzun zaman devam
etse de şeriat mecmu itibariyle bunlara birtakım hükümler tâlik etmiştir ki, bu
hükümler onların her cüz'üne teallûk etmez. Demek oluyor ki, bütününe bir şey
hükmü vermiştir.
«Hükümsüzdür.» Binaenaleyh aslâ vâki olmaz.
Çünkü o kimsenin bundan maksadı nefyi gerçekleştirmektir. Onu imkânsız bir şeye
tâlik etmesi bundandır. Bu İmam-ı A'maz'la İmam Muhammed'in: "Yeminin
mün'akid olmasının şartı yeminde sâdık kalmanın mümkün olmasıdır." sözüne
râci'dic. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Bu izaha göre Hâniyye'nin: "Bir
adam karısına: eğer benim kesemden aldığın altını iade etmezsen boşsun der de,
altın kesesinde çıkarsa kadın boş olmaz." sözü daha iyi anlaşılır. Bahır.
Kınye'nin şu sözü de bu kabîldendir: "Sarhoş bir kimse kapıyı çalar da
kadın kapıyı açmazsa: Sen bu kapıyı bu gece açmazsan boşsun dediği ve o hanede
kimse olmadığı anlaşıldığı takdirde kadın boş olmaz. Nehir. Bu bâbın sonunda
gelecek fer'î meseleler de bu kabîldendir.
T E N B İ H : -Kâzerûnî'nin Abdurrahman
Mürşidî Fetâvâsı'ndan naklettiğine göre Mürşidî'ye sorulmuş. "Bir adam
karısınâ: Sen fülanla evlenmediysen boşsun." derse ne cevap verilir
denilmiş, o da şu cevabı vermiş: "Gizli değildir ki, kocanın bu talâktan
muradı kadının kendi nikâhından ayrıldıktan ve iddetini bitirdikten sonra o
fülan ile evlenmemesidir. Kadın artık onun milkinde değildir. Binaenaleyh bu
söz hükmsüz kalır. Şart da geçersizdir. Ortada yalnız adamın sen boşsun sözü
kalır ve kadın müneccezen (derhal geçerli olarak) boş olur. "Nitekim Yemen
ulemasından bazı müteehhirin bu cevabı tercih etmişlerdir. Bu o kadın kocasının
ismetinde kaldığı müddetçe üzerine talâk edilen şartın bulunması imkânsız
olduğundandır. Diğer bazı müteehhirin de tâlikın sahih olduğunu kabul etmiş.
bunu mümkün sayarak erkeğin veya kadının hayatlarının son cüz'ünde talâk vâki
olacağını söylemişlerdir. Çünkü bu söz yok hükmündedir. Yokluk tehakkuk ve
devam eden bir şeydir. Lâkin koca onu müstakbele tâlik edince bütün zamanlara
vücudu itibariyle elverişlidir. Onun için başka bir vakit teayyün etmez.
Böylece hayatın son cüz'üne kadar devam eder ve talâk vâki olur. Bazıları da
bunun ilzamî bir şart olduğunu mülahaza etmişlerdir. Sanki kocasıkendinden
sonra o kadının filanca ile evlenmesini ilzam etmektedir. Bu ise lâzım gelmeyen
bir şeyi ilzam sayılır ve hükümsüzdür. Talâk derhal vâki olur.
Ben derim ki: Aklı başında bir insanın
sözünü hükümsüz bırakmaktan korumak için: "Kocanın muradı onu boşadıktan
sonra kadının filancayla evlenmek istemesine tâliktır." denilse ihtimalden
uzak görülmez. Bu sözün içinde yeminiyle beraber kadının da sözü olur. Nitekim
bunun benzeri kalb işlerinde hüküm hep budur. Meselâ beni seversen sözü
böyledir. Şayet kadın senden sonra o fülanla evlenmeyi murad etmedim derse
talök vâki olur. Aksi halde talâk vâki olmaz. Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır. Sonra Kâzerûnî bu meseleyi ikinci defa olmak üzere Cevhere sahibi
Haddâdî'den nakletmiş ve buna Siracuddin Hâmîlî'nin üstadı AIi b. Nûh'dan
naklen kadın boş olur ve istediği ile evlenebilir diye cevap vermiştir. Kâzerunî:
"İtimada şâyân olan budur." demiştir. Yani bu imkânsız bir şeye yahut
ilzamî bir şarta tâlik olduğu için kadın boş düşer demek istemiştir.
METİN
Bitişik olması da şarttır. Ancak bir
özürden dolayı bitişik olmayabilir. Bununla ceza kasdetmemesi dahi şarttır.
Kadın: Ey alçak der de, kocası da: Ben senin dediğin gibiysem sen de şöylesin
cevabını verirse talâkı tenciz olur. Kadının dediği gibi olmuş olmamış fark
etmez. Meşrutu zikretmek meselâ sen boşsun eğer demek hükümsüzdür. Bununla
fetva verilir. Cezanın sonra zikredildiği yerde rabt edatının bulunması da
şarttır. Nitekim gelecektir. Tâlikın lüzumunun şartı ya hakikaten milktir,
meselâ bir kimse kölesine şöyle yaparsan sen hürsün der, yahut hükmen milktir.
Velevki hümen hükmî olsun. Karısına yahut kendinden boşanıp iddet bekleyen
birine gidersen sen boşsun demesi böyledir. Yahut âm olsun hâs olsun hakikî
milke izafettir. Meselâ bir köleye mâlik olursam yahut muayyen bir köleye sana
mâlik olursam şöyle olsun demesi böyledir.
İZAH
"Bitişik olması da şarttır." Yani
ecnebî bir fâsıla bulunmamalıdır. Bunun hakkında söz musannıfın: "Bir
kimse kansına sen boşsun inşaallah diye bitişik olarak söylerse" dediği
yerde gelecektir.
"Bununla ceza kasdetmemesi dahi şarttır."
Bahır sahibi diyor ki: Bir kimseye karısı pezevenk ve alçak gibi bir sözle
söver de o da: Eğer ben senin dediğin gibi isem sen boşsun cevabını verirse,
kocası dediğin gibi olsun olmasın derhal talâk vâki olur. Çünkü kocası
ekseriyetle kadını boşamaktan ancak ona eziyeti kasdeder. Ama bununla tâlikı
murad ederse diyaneten tasdik olunur. Buhâra ulemasının fetvası buna göredir.
Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. "Yani onların fetvası bunun şart için
değil ceza için olmasıdır. NitekimFetih'te gördün. Zâhire'de de böyle
denilmiştir. Yine Zâhire'de bildirildiğine göre muhtar kavil ve fetva şudur:
Eğer bu söz öfke halinde söylenmişse cezaya yorumlanır. Aksi takdirde şart
mânâsı verilir.
Bunun bir misli de Muhît'ten naklen
Tatarhâniyye'dedir. Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Tâlikı kesederse
sefeleden olmadıkça talâk vâki değildir. Ulema sefelenin mânâsı hakkında söz
etmişlerdir. Ebû Hanife'den bir rivâyete göre müslüman sifle olmaz. Sifle ancak
kâfir olur. Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre sifle: Söylediğine ve kendisine
söylenene aldırış etmeyen kimsedir. İmam Muhammed'den bir rivâyete göre sifle
güvercinle oynayan ve kumarbazlık eden kimsedir. Halef: "Sifle yemeğe
dâvet edildiği vakit oradan bir şey aşıran kimsedir." demiştir. Fetva Ebû
Hanife'den rivâyet edilen kavle göredir. Çünkü mutlak surette sifle odur.
Pezevenk karısını kıskanmayan kimsedir.
"Meşrutu zikretmek" den murad
şart fiilini söylemektir. Zira şart kılınan odur.
"Hükümsüzdür." Yani kadın boş
olmaz. Çünkü o adam sözü tam olarak ağzından çıkarmamıştır. Kezâ sen üç defa
boşsun olmazsa yahut ancak yahut olursa veya olmadıysa gibi sözler
hükümsüzdürler. Bahır.
"Bununla fetva verilir." Bu kavil
Ebû Yusuf'undur. İmam Muhammed kadın derhal boş olur demiştir. Bahır.
"Rabt edatının bulunması" yani
Arapçada fa ve izai fücâiyye (Türkçede öyleyse, o halde) gibi bir edatın
bulunması şarttır.H.
"Nitekim gelecektir." Yani
musannıfın "Şart sözleri ilah..." dediği yerde gelecektir. H.
"Ya hakikaten milktir." Çünkü
milk olmayan yere tâlik ve izafet sahihtir. Fakat kocanın kabulüne bağlıdır.
Hatta ecnebî bir adam birinin karısına şu eve girersen boşsun derse kocasının
kabulüne bağlı olur. Kocası kabul ederse tâlik lâzım gelir ve kabulden sonra
girdiği takdirde boş düşer. Daha önce girerse boş olmaz. Kezâ ecnebî birinin
yaptığı müneccez talâk kocanın kabulüne bağlıdır. Kabul ederse kabul ettiği
vakte münhasır olarak talâk vâkidir. Satış böyle değildir. Çünkü kabul edince o
satış zamanına istinad eder. Burada kaide şudur: Şarta tâlikı sahih olan şey
münhasırdır. Şarta tâlikı sahih olmayan ise evvele istinad eder. Bahır.
Hakikaten sözüyle şârih muradın talâk ve
köle âzâdını tâlika ve kezâ nezire şâmil olduğuna işaret etmiştir. Meselâ AIIah
hastama şifa verirse, Allah için şu elbiseyi tesadduk etmek boynuma borç olsun
sözü bir nezirdir. Tâlik halinde o elbiseye mâlik olması şarttır. Bunu Rahmetî
söylemiştir.
"Yahut hükmen milktir." Hükmen
milk nikâh milkidir. Çünkü milk-i rakabe değil cima' istifadesinden ibaret bir
milktir. Sonra bu hükmî milk nikâh mevcudsa hakikaten hükmîmilktir. Boşandıktan
sonra kadın iddet beklerken ise hükmen hükmî milktir. Şârih: "Velevki
hükmen hükmî olsun." sözüyle buna işaret etmiştir. T.
"Hakiki milke izafettir." Verdiği
misâlde olduğu gibi milke muallak yapar. Yahut benim karım olursan der veya
nikâh gibi milke sebeb olan şeyi yani evlenmeyi söyler. Mûrisinin kölesine:
Sahibin ölürse sen hürsün demesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu tâlik sahih
değildir. Ölüm milk için vaz edilmiş değildir. Bilâkis milkin ibtali için vaz
edilmiştir. Sonra bilmiş ol ki, burada izafetten murad sırf tâlika ve ıstılahî
izafete şâmil olan lügavî mânâsıdır. Nitekim seninle evlendiğim gün sen boşsun
sözü ıstılahî bir izafettir. Nasılki Fetih sahibi buna işaret etmiştir. Bahır
sahibi bunların arasındaki farkı göstermek için sözü uzatmıştır. Oraya müracaat
edebilirsin!
METİN
Hükmi milke izafet dahi böyledir. Bir kadın
nikâh edersem yahut seni nikâh edersem sen boşsun gibi. Her kadın tâbirini
kullaması da öyledir. Şartın mânâsı kâfidir. Ancak ismi ile veya nesebiyle
yahut işaretle muayyen olan kadında kâfi değildir. Evlendiğim kadın boş olsun
derse o kadınla evlenmekle kadın boş olur. Şu kadın ilah... der de onu işaretle
tarif etmek istemezse vasıf hükümsüz kalır. Ecnebî bir kadına Zeyd'i ziyaret
ederse hükümsüz kalır. Kezâ bir döşekte beraber yattığım her kadın boş olsun
der de o kadınla evlenirse kadın boş olmaz. Cima'da bulunduğum her cariye hür
olsun der de bir cariye satın alarak onunla cima'da bulunursa âzâd olmaz. Çünkü
milk ve milke izafet yoktur. Bahır sahibinin ifadesine göre bizim örfümüzde
kadının ziyareti ancak beraberinde götürdüğü yemekle olur ki, onu ziyaret
edilen kimsenin yanında pişirir. Bellenmelidir. i
İZAH
"Hükmî milke izafet dahi
böyledir." Yani âm olsun hâs olsun bunun gibidir. Şârih bu sözle İmam
Mâlik'in muhalefetine işaret etmiştir. İmam Mâlik bunu bir kadına veya bir
şehire yahut bir kabileye, bakireliğe, dulluğa tahsis etmiştir. Meselâ aldığım
her bâkire yahut her dul diyecektir.
"Bir kadın nikâh edersem" yani o
boş olsun diyecektir. Şârihin bunu ibâreden atması ondan sonra gelen sözden
anlaşıldığı içindir.
"Yahut seni nikâh edersem..." Bu
kadının ecnebî olmasıyla iddet bekleyen olması arasında fark yoktur. Nitekim
Bahır'da beyan edilmiştir.
"Her kadın tâbirini kullanması da
öyledir." Yani evlendiğim her kadın boş olsun derse hüküm yine böyledir.
Bu hususta hîle (yani kurtuluşa çare) Bahır'da gösterilendir ki, o kimseye
kadını bir fuzûlî nikâhlar, o da fiilen razi olur. Meselâ icab eden eşyayı
kadına gönderir yahut kadın boşandıktan sonra onunla evlenir. Çünkü her
kelimesi tekrarı iktiza etmez. Biz meşietfaslından önce bu bahse teallûk eden
sözleri arzetmiştik.
FER'İ BİR MESELE: Bir adam filanla
konuşursam evlendiğim her kadın boş olsun der de o filanla konuşur sonra
evlenirse kadın boş düşmez. Evvela konuşur sonra evlenir, sonra yine konuşursa
ilk konuşmadan sonra evlendiği kadın boş düşer. Hâniyye. Zahîre'nin onuncu
faslına da bak.
"İsmi ile veya nesebiyle" sözünün
yerinde Bahır ve diğer kitablarda ve edatı kullanarak ismi ve nesebiyle
denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Kendisi ile evlendiğim filan kızı
fülane boş olsun der de sonra o kadınla evlenirse boş olmaz." Demek
istiyor ki, evlenmekle vasıf hükümsüz kaldığı için yalnız filan kızı fülane
boştur sözü kalır, o da ecnebîdir. Milke izafet bulunmamıştır. Onun için
evlendiğinde boş düşmez.
"Yahut işaretle..." İşaretle
tarif orada mevcud olana, isim ve neseble tarif ise orada bulunmayana yapılır.
Hatta yemin verirken kadın orada bulunursa ismini ve nesebini söylemekle tarif
hâsıl olmaz, sıfat da hükümsüz kalmaz ve talâk evlenmeye teallûk eder. Bu izaha
göre Câmi'de şöyle denilmiştir: "Muhammed b. Abdillah isminde bir adamın
bir hizmetçisi olsa ve adam: Muhammed b. Abdillah'ın şu hizmetçisiyle bir kimse
konuşursa karısı boş olsun diyerek hizmetçiye işaret etse, sonra hizmetçi
kendisi ile konuşsa karısı boş düşer. Çünkü yemin eden orada mevcuddur. Onun
tarifi işaret yahut izafetle olur. Bunlardan biri bulunmamıştır. Binaenaleyh
isim belirsiz kalmıştır. Belirsiz isimlere dahil olmuştur." Bunu Bahır
sahibi Şeyhü'l-İslâm'ın Câmi'inden naklen söylemiştir.
"Vasıf hükümsüz kalır." Yani
evlendiğim kelimesi hükümsüz kalır. O kimse sanki şu kadın boştur demiş gibi
olur. Nasılki kendi karısına şu haneye giren kadın boş olsun derse kadın o
haneye girsin girmesin hemen boş olur. Bahır. Ecnebî kadının boş düşmemesi ise
milk ve milke izafet bulunmadığı içindir. Vasıf hükümsüz kaldığı için değildir.
Kendi karısı bunun hilâfınadır.
"Çünkü milk ve milke izafet
yoktur." Metindeki meselede bu zâhirdir. Ondan sonra zikredilenlerde dahi
hüküm aynıdır. Çünkü bir döşekte beraber yatmak mutlaka nikâhlı olmayı
gerektirmez. Nitekim cariye ile cima'da bulunmak da ona mâlik olmayı
gerektirmez. Bunun bir misli de şudur: Bir kimse anne ve babasına: Beni bir
kadınla evlendirirseniz o kadın üç defa boş olsun der de, annesi babası onu
kendisinden izin almadan evlendirirlerse karısı boş düşmez. Çünkü bu söz nikâh
milkine izafe edilmemiştir. Anne ve babasının onu izinsiz evlendirmeleri doğru
değildir. Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahibi söylemiş, sonra: "İzniyle
olmuş veya olmamış fark etmez. Nitekim Mi'râc'da belirtilmiştir."
demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Hâniyye'de izniyle
evlendikleri surette: "Sahih olan kavil yeminin sahih olmasıdır. Kadın boş
düşer." denilmiştir. Bu söz müşkildir. Çünkü bahsimiz tâlikın şartı
olanmilkin veya milke izafetin bulunması hakkındadır. Anne-babanın
evlendirmeleri her cihetten milke sebeb değildir. Zira bazen izniyle
evlendirirler bazen de izin almazlar. Meğerki Hâniyye sahibinin muradı: "Beni
iznimle evlendirseniz" dediği hale mahsus olsun. O zaman yemin sahih olur,
kadın da boş düşer. Aksi takdirde tâlik sahih olmadan önce zikredilen
tafsilâtın bir vechi yoktur. En güzeli Mi'râc'ın sözüdür.
«Bahır sahibinin ifadesine göre ilah...»
Ben derim ki: Bu örf şimdi Dimaşk'ta umumî değildir. Vaktiyle öyle imiş. Evet,
bazı insanlar arasında hâlâ vardır. Tahtâvî şöyle diyor: "Ben derim ki:
Bugün Mısır'da cereyan eden örf bu kadının ziyaretçi sayılmasıdır. Velevki
yanında pişirilmeyen bir şey bulunsun."
METİN
Nitekim kocanın milkin sübutuyla veya
zevaliyle birlikte yaptığı talâkı da hükümsüz kalır. Meselâ sen nikâh edilmenle
beraber boşsun demesi bu kabîldendir. Ama seninle evlenmemle beraber boşsun
derse sahih olur. Çünkü cümle failiyle mef'ulüyle tamamdır. Milkin zevaline
mîsâl benim ölümümle veya senin ölümünle beraber boşsun demesidir.
İZAH
"Milkin sübutuyla birlikte yaptığı
talâkı da hükümsüz kalır." Bunun aslı Bahır sahibinin Mi'râc'dan
naklettiği şu ifadedir: "Talâkı nikâha izafe eder. meselâ sen nikâhlanmanla
beraber boşsun yahut sen nikâhında boşsun derse talâk vâki olmaz. Bunu Câmi'
sahibi söylemiştir. Sen benim seninle evlenmemle beraber boşsun demesi bunun
hilâfınadır. Burada talâk vâki olur. Ama bu müşkildir. Bazılarının söylediğine
göre fark şudur: Bu adam evlenmeyi failine izafe edip mef'ulünü de zikredince
evlendirme sözünü milkten mecaz yapmıştır. Çünkü milkin sebebidir. Beraber
kelimesini sözü düzeltmek için sonra mânâsına kullanmıştır. "Sen nikâhında
boşsun" sözünde ise faili zikretmemiştir. Cümle noksandır. Binaenaleyh
nikâhtan sonra mânâsına alınamaz ve talâk vâki olmaz. Nikâh sahihtir.
"Şârih bu farka: "Çünkü cümle tamam olmuştur ilah..." diyerek
işarette blunmuştur. Bunun muktezası şudur: Bu adam "benim seni nikâh
etmemle beraber" yahut "senin evlenmenle beraber" deseydi hüküm
aksine dönerdi. Lâkin Haolebî diyor ki: "İnsanın içinde bu ta'lilden bir
gıcık kalıyor. Çünkü senin nikâhınla beraber sözü benim seni nikâh etmemle
beraber mânâsına da alınsa mukadder olan söylenmiş gibidir. Bu za'fa temrîz
sîgasıyla (sakatlık bildiren) denilmiştir sîgasıyla işaret etmiştir."
Ben derim ki: Daha zâhir olanı şöyle
demektir. Faili açıklamadığı vakit o kadınla kendisinin veya başkasının
evlenmesi ihtimali vardır. Lâkin bu sözün muktezası da nikâhla tezevvüç sözleri
arasında fark bulunmamasıdır. Şöyle ki, faili zikrederse her ikisinde vâki
olur, etmezse ikisinde de vâki olmaz. Düşün! Bunların hepsinden daha yakın olan
mânâ bazı dersüstadlarının çıkardığıdır ki şudur: Tezevvüç tezviçin arkasından
olur. Talâk kelimesini tezevvüçle beraber söylerse tezviç etmekle tezevvüçten
önce bulunur ve sahih olur, kadın boş düşer. Senin nikâhınla beraber demesi
bunun hilâfınadır. Çünkü milkle beraberdir.
"Benim ölümümle veya senin ölümünle
beraber boşsun demeildir." Çünkü talâkı birincide îkâ'a zıd bir hale,
ikincide ise vukua zıd bir hale izafe etmiştir. Nitekim tasrîh bâbında gemişti.
METİN
F A İ D E : Müctebâ'da beyan edildiğine
göre milke izafe edilen yeminde İmam Muhammed'den bir rivâyette talâk vâki
olmaz. Harzem uleması bununla fetva vermişlerdir. Bu kavil İmam Şâfiî'nindir.
Bir hâkimin feshi ile Hanefî de bu kavli taklid edebilir. Hatta hakemin
feshiyle, hatta âdil bir hâkimin fetvasıyla, iki hâdise hakkında verilmiş iki
fetva ile de taklid edebili.
İZAH
"Müctebâ'da beyan edildiğine
göre..." Müctebâ'nın ibâresi Bahır sahibinin beyanına göre şöyledir:
"Ben İmam Muhammed'den bir rivâyet gördüm ki, talâk vâki değildir diyor.
Harzem ulemasının çoğu bununla fetva verirlerdi." Zahîriyye'de: "Bu
kavil İmam Muhammed'indir. Bununla fetva verilir." denilmişse de o söz
üzerinde durduğumuz mesele hakkında değildir. Nitekim izahı yakında gelecektir.
Anla!
"Hanefî de bu kavli taklid
edebilir." Yani Şâfiî'yi taklid edebilir. Bahır sahibi şöyle demiştir:
"Hanefî bir hâkim izafe edilen yemini feshederek meseleyi Şâfiî hâkime
arzedebilir. O adam ben filan kadınla evlenirsem üç defa boş olsun dedikten
sonra o kadınla evlenir. Kadın kendisini Şâfiî bir hâkimin huzurunda dâvâ eder
ve boşadığını iddiada bulunursa Şafiî hâkim bu onun karısıdır, talâk bir şey
değildir diye hükmettiğinde bu iş ona helâldir. Kocası nikâhtan sonra feshten
önce bu kadınla cima' eder de fesh sonra olursa fesh ettiğinde cima' helâldir.
Fesh ettiğinde akdi yenilemeye de hâcet yoktur. O adam evlendiğim her kadın boş
olsun der de arkacığından bir kadınla evlenir ve yemini fesh ederse, sonra
başka bir kadınla evlendiğinde her kadın hakkında feshe hâcet yoktur. Hulâsa'da
böyle denilmiştir. Zahîriyye'de bunun İmam Muhammed'in kavli olduğu
bildirilmiştir. Onun kavliyle fetva verilir."
Ben derim ki: Bunun mefhumu şudur:
Şeyhayn'a göre her kadında feshe hâcet vardır. Zahîriyye sahibi de böyle
açıklamıştır. O halde buradaki hilâf bir kadın hakkında yemini Şâfiî bir hâkim
fesh ettiğine göredir. Sonra yemin eden kimse başka bir kadınla evlenirse
Şeyhayn'a göre birinci fesh kâfi değildir. İkinci defa fesh etmedikçe ikinci
kadına talâk vâki olur. İmam Muhammed'e göre ise kâfidir. Çünkü bu bir
yemindir. Onu ikinci defa feshetmeye hâcet yoktur. Fetva İmam Muhammed'in
kavline göre verilir. Şüphesizki bu ona göre yemininsahih olmasına mebnîdir ve
onunla talâk vâki ofur. Binaenaleyh yukarıda Müctebâ'dan naklettiğimiz:
"İmam Muhammed'den talâk vâki olmadığı rivâyet edilmiştir." sözüne
aykırı değildir. Zahîriyye sahibinin talâk vâki değildir sözünü İmam
Muhammed'den bir rivâyet değil de onun kavli olduğunu ve fetva bununla
verildiğini söyleyen vehmetmiştir.
Sonra Bahır'de şöyfe denilmiştir: "Bir
kadın üzerine birkaç yemin eder de ondan sonra nikâhın sahih olduğuna
hükmedilirse bütün yeminler ortadan kalkar. Ama her kadına ayrı bir yemin
yaparsa şüphesiz birisinin yemini feshedildiği vakit diğerininki feshedilmez.
Koca yeminini her evlendikçe diye yaparsa bu söz her yeminde feshi tekrara
muhtaç olur." Bunlar dört mesele olup musnannıfın Mecma' şerhinde beyan
edilmişlerdir. Bundan sonra hükmü Hanefî bir hâkim imza derse daha ihtiyatlı
olur.
Şâfiî tarafından yapılacak feshin yeri
kadını üç defa boşamazdan öncedir. Çünkü fesh yaparsa nikâhtan sonra müneccez
üç talâk vâkî olur ve bir şey ifade etmez. Nitekim Hâniyye'de belirtilmiştir.
Yine orada işaret edildiğine göre bunun şartı hâkimin yaptığı fesh için para
almamasıdır. Para alırsa bütün ulemaya göre hükmü geçersizdir. Meğerki yazı
için ücret-i misil alsın. Fazla alırsa yine geçersizdir. Evla olan mutlak
surette almamaktır.
T E N B i H: Bahır'ın hâkimin hâkime
mektubu bahsinde Valvalciyye'den şu ifade nakledilmiştir: "Karısına sen
elbette boşsun der de bunu talâk-ı ric'î gören bir hâkimin huzurunda dâvâya
çıkarlarsa kendisi tâbi olur ve o kadınla beraber yaşamak kendine helâl olur.
Ebû Yusuf'a göre ise lehine hükmetmişse helâl olmaz. Bâindir diye aleyhine
hükmetmiş fakat kocası talâkı bâin görmezse bilittifak hâkimin reyine tâbi
olur. Bu söylenenlerin hepsi koca âlim, rey ve içtihad sahibi olduğuna göredir.
Avamdan biriyse lehine veya aleyhine hüküm versin mutlaka hâkimin reyine tâbi
olur. Bu, o kimseye mahkeme tarafından hüküm verildiğine göredir. Fetva
verilirse sâbık ihtilâfa göredir. Çünkü cahil hakkında müftününün sözü onun rey
ve içtihadı mesabesindedir." Yani cahile müftünün sözüne tâbi olmak lazım
gelir. Nasılki âlime de kendi rey ve içtihadına tâbi olması lâzım gelir.
Bununla anlaşılır ki, mahkeme hükmüyle birlikte başkasını taklide hâcet yoktur.
Çünkü mahkeme hükmü kocanın reyine uysun uymasın mülzimdir. Koca cahil ise
fetva meselesinde de böyledir.
"Hatta hakemin feshiyle..."
Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Hakem tâyin edilen bir kimsenin hükmü sahih
kavle göre mahkeme kararı gibidir. Bezzâziye'de zikredildiğine göre Sadr'ın şöyle
dediği rivâyet olunmuştur: Ben derim ki: bunu yapmak kimseye helâl değildir.
Hulvânî bilinir fakat bununla fetva verilmez. Tâ ki cahiller mezhebi yıkmak
için yol aramasınlar, demiştir." Bahır.
"Hatta âdil bir hâkimin
fetvasiyle" ki, bu da feshtir. Bahır'da Bezzâziye'den naklen şöyle
denilmiştir: "Bizim ulemamızdan bundan daha genişi rivâyet olunmuştur ki
şudur: Bir kimseâdil bir fakîhten fetva ister de fakîh ona yemini bâtıl
olduğuna fetva verirse onun fetvasıyla amel etmesi ve kadını nikâhında tutması helâl
olur. Bundan daha genişi de rivâyet edilmiştir. O da şudur: Bir kimseye bir
müftü helâldir diye başka bir müftü -birincinin fetvasıyla amel ettikten sonra-
haramdır diye fetva verirse ikinci kadın hakkında ikinci müftünün fetvasıyla
amel eder. Birinci kadın hakkında onunla amel edemez. İki hâdise hakkında her
iki fetva ile amel eder. Lâkin bununla fetva verilmez."
Ben derim ki: Şunu demek istiyor: Hâdise
sahibine müftü yeminini feshe götürecek bir fetva vermez. Yani ona bu dâvâya
Şâfiî bir hâkime götür yahut onun bu bâbta verdiği hükme tâbi ol veya ondan
fetva iste demez. Bilâkis senin aleyhine talâk vâkidir der. Çünkü müftüye vâcib
olan itikadına göre cevap vermektir. O kimseye kendi mezhebini yıktıracak yol
gösteremez. Maksad hâdise sahibi yeminin feshini icab edecek bir şey yaparsa
ona yeminin fethiyle fetva veremez demek değildir. Biliyorsunki cahile hâkim ve
müftünün reyine tâbi olmak gerekir. Kaldı ki ictihad yerinde hâkimin hükmü
hilâfı kaldırır. O adam böyle bir şey yaparsın Hanefî hâkime düşen feshin sahih
olduğuna fetva vermektir. "Bu İmam Muhammed'in kavliyse neden onunla fetva
vermesin?" denilmez. Çünkü biliyorsun bu ondan sadece bir rivâyettir. Onun
kavli de Şeyhayn'ın kavli gibi talâk vâkidir der. Zahîriyye'nin sözü buna
aykırı değildir. Nitekim yukarıda izah etmiştik. Müftü zayıf rivâyetle fetva
veremez. Harzem ulemasının bir çoklarının fetva vermesi bu kavlin zayıf
olduğuna aykırı değildir. Onun için yukarıda Sadr'dan nakletti ki: "Hiç
bir kimseye bunu yapmak helâl değildir." demiştir. Hulvânî'den yukarıda
naklettiğimiz de öyledir. "Bu bilinir fakat bununla fetva verilmez."
diyor. Bu rivâyet İmam Muhammed'den sâbit olsaydı yahut bu rivâyet sahih
olsaydı ulema hükmü ona göre verirler, Şâfiî'nin mezhebine göre vermeye muhtaç
olmazlardı. Bu gösterir ki bu rivâyet şazzdır. Nitekim Müctebâ'nın yukarıda
geçen sözü de buna işaret etmektedir.
Şu da var ki, Bahır'da Bezzâziye'den
naklen: "Fiilen evlenmek zamanımızda yemini fesh etmekten evladır. O
kimsenin bir âlime gelerek yaptığı yemini söylemesi bir fuzûlînin nikâhına
muhtaç olduğunu belirtmesi gerekir. Âlim de ona bir kadını nikâhlar ve fiilen
cevaz verir de yemini bozmaz. Kezâ o kimse bir cemaata: Benim bir fuzûlînin
nikâhına ihtiyacım var der de içlerinden biri onu evlendirirse hüküm yine böyledir.
Ama bir adama bana bir fuzûlî akdi yap derse bu tevkil olur." denilmiştir.
"İki hâdise hakkında verilmiş iki
fetva ile" diye kaydetmesi şundandır: Çünkü fetva isteyen bir kimse bir
hâdise hakkında bir müftünün sözünü bilir de başka bir müftü ona muhâlif fetva
verirse o hâdise hakkında sâbık müftünün amelini bozmaya hakkı yoktur. Evet,
başka bir hâdise hakkında ikincinin fetvasıyla amel edebilir. Meselâ bir kimse
ecnebî bir kadınadokunarak Ebû Hanife'nin mezhebine göre öğle namazını kılarsa,
sonra Şâfiî'yi taklid ederek kıldığı bu öğleyi iptale hakkı yoktur. Şâfiî'nin
kavliyle başka bir öğle hakkında amel eder. İşte: "Mukallidin mezhebinden
dönmeye hakkı yoktur." diyenlerin muradı budur. Bu hususta sözün tamamı
kitabın başındaki Resmü'l-Müftî'de geçmişti.
METİN
Bu bilinir fakat bununla fetva yerilmez.
Bezzâziye. Hür kadını müneccez olarak üç talâkla, cariyeyi iki talâkla boşaması
üçe veya daha aşağısına yaptığı tâlikı bozar. Yalnız evvelce geçtiği vecihle
milke muzaf olanı bozmaz. Üç talâktan aşağısını müneccez olarak yapmak bozmaz.
Bilmiş ol ki, tâlik helâllığın elden gitmesiyle bozulur. Milkin elden
çıkmasıyla bozulmaz. Üç talâkı veya daha azını haneye girmeye tâlik eder de
sonra müneccez olarak üç talâk yaparsa hulle yaptıktan sonra o kadını tekrar nikâh
ettiğinde tâlik bâtıl olur. Artık kadının o haneye girmesiyle hiç bir talâk
vâki olmaz. Müneccez olarak, üçten aşağı boşasaydı tâlik bâtıl olmaz ve muallak
talâkların hepsi vâki olurdu.
İmam Muhammed ilk nikâhtan kalan talâkların
vâki olacağını söylemiştir. Aşağıda gelen yıkma meselesi budur. Bunun semeresi
şurada görülür: Bir kimse bir talâkı tâlik eder de sonra müneccez olarak iki
tâlak yaparsa, kadın başka kocaya gidip boşandıktan sonra onu tekrar
nikâhladığında haneye girerse o kadına dönebilir. İmam Muhammed'e göre dönemez.
Kezâ dinden dönerek dar-ı harbe kaçmakla da ona göre bâtıl olur. Şeyhayn'a göre
bâtıl olmaz.
İZAH
"Üçe yaptığı tâlikı bozar." Bu
hür kadına mahsustur. Daha aşağısı hem hürreye hem cariyeye şâmildir. Cariye
hakkında şöyle takdir edilir: "Cariyeyi müneccez iki talâkla boşamak üçten
aşağısını tâlikı bozar." Bu söz ikiye de bir talaka da sâdıktır.
"Yalnız milke muzaf olanı
bozmaz." Yani ben her evlendikçe kadın üç defa boş olsun der de sonra
karısını üç defa boşar, sonra yine onunla evlenirse kadın boş düşer. Çünkü
müneccez olarak yaptığı talâk muallak olarak yaptığından başkadır. Zira muallak
olan yeni mâlik olacağı nikâhın talâkıdır. Onu önceki milkin talâkı ibtal
etmez.
"Üç talâktan aşağısını müneccez olarak
yapmak bozmaz." Çünkü üçten aşağısını müneccez kılmakla milk elden çıksa
da helâllık devam etmektedir.
"Muallak talâklann hepsi vâki
olurdu." Çünkü tâlikın bâtıl olması heIallığın elden gitmesiyledir.
Halbuki helâllık bâkidir. O halde tâlik de bâkidir. Üzerine tâlik yapılan şey
yani haneye girmek bulununca muallak olan üç talâk da vâki olur. Buna ulemanın:
"Muallak olan bu milkin talâklarıdır. Onların da bazısı elden
çıkmıştır." sözleri aykırı değildir. Çünkü o üç talâk bâki olmak kaydıyla
mukayyeddir. Bir kısmı elden çıkınca üç muallak mutlak olur. Nitekim bunu Fetih
sahibi söylemiştir. Biz de bu bâbtan önce arzetmiştik.
"Aşağıda gelen yıkma meselesi
budur." Biz bu bâbtan önce bu hususta söz etmiştik. Meselenin hâsılı
şudur: İkinci koca İmam-ı A'zam'la Ebû Yusufa göre geçmiş üç talâkı ve daha
azını yıkar. İmam Muhammed'e göre ise yalnız üç talâkı yıkar, daha azını
yıkmaz.
"Bunun semeresi" yani yıkma
meselesindeki hilâfın semeresi şârihin söylediğidir.
"O kadına dönebilir." Bu
Şeyhayn'a göredir. Çünkü ikinci koca kalan bir talâkın hükmünü yıkmıştır. Kadın
ilk kocasına yeni bir milkle dönmüştür. Onun üzerine üç talâk hakkı vardır.
Kadın haneye girince üç talâktan biri vâki olur, ikisi kalır. Onun için kocası
ona dönebilir.
«İmam Muhammed'e göre dönemez.» Çünkü kadın
ilk nikâhtan kalan bir talâkla dönmüştür. O da haneye girmekte vâki olur. T.
«Şeyhayn'a flöre batıl olmaz.» Çünkü milkin
elden çıkması tâlikı iptal etmez. İmam Muhammed'e göre ise tâlikının bâki
olması ehliyeti bulunması itibariyledir. Dinden dönmekle ismet ortadan
kalkmıştır, ehliyeti kalmayınca tâlikı da kalmamıştır. O kimse müslümanlığa
dönünce sukutuna hükmedilen tâlik artık geri dönmez. Bunu musannıfın Mecma'
şerhinden Bahır sahibi nakletmiştir.
METİN
Sözünde durmaya mahal kalmamakla da tâlik
bâtıl olur. Meselâ filanca ile konuşursan der de o filanca ölüverirse yahut şu
haneye girersen der de o hane bahçe yapılırsa sözünde durmak için mahal kalmaz.
Nitekim biz bunu Mültekâ üzerine yazdığımız hâşiyede izah ettik. Tas meselesi
de bütün fer'leriyle ileride gelecektir.
FER'İ BİR MESELE : Bir adam cariye olan
karısına: Şu haneye girersen üç defa boşsun dedikten sonra cariye âzâd olur da
o haneye girerse, kocasının ona dönmeye hakkı vardır. Kınye.
İZAH
«Sözünde durmaya mahal kalmamakla da tâlik
bâtıl olur.» Bunu Bahır sahibi İmam Ebû Yusuf'tan nakletmiştir. Lâkin onun
lâfzı şöyledir: Tâlikı iptal eden şeylerden biri de şart mahallinin
bulunmamasıdır. -Meselâ ceza mahalli bulunmaz. Nitekim fülanla konuşursan
ilh... sözünde böyledir. Zikri geçen temsil şart bulunmadığına aiddir. Zira
şart konuşursan ve girersen sözleridir. Yani bunların mânâlarıdır ki, o da söz
ve girmektir. Bunların mahalli o fülan kişi ile işaret edilen hanedir. Ceza
mahallinin bulunmaması kadının ölmesi gibidir. Zira bu iki mahallin
bulunmamasıyla tâlik bâtıl olur. Tâlikın mutlaka olabilecek bir şeye yapılması
lâzımdır. Bunun ise yokluğu tehakkuk etmiştir. "Öldükten sonra Zeyd'in
yaşaması mümkündür. Bahçenin haneye çevrilmesi de mümkündür." denilemez.
Çünkü o adamınyemini ondaki mevcud hayat üzerine idi. Bina yapıldıktan sonra
tekrar iade edilen bahçe başka bir hanedir. İşaret edilen hane o değildir.
Nitekim ulema bunu da şu haneye girmem sözünde açıklamışlardır.
«Tas meselesi gelecektir.» Yani yeminler
bahsinin yeyip içmeye yemin bâbında gelecektir. Hâsılı şudur: İleride yemininde
durma tasavvurunun imkânı yemin mün'akid olmak ve bâki kalmak için şarttır. Ebû
Yusuf buna muhâliftir. Bir kimse şu tastaki suyu bugün mutlaka içeceğim diye
yemin eder de tasda su bulunmazsa yahut bulunur da o gün geçmeden dökülürse
Tarafeyn'e göre yemini bozulmaz. Çünkü birincide mün'akid olmamıştır. İkincide
ise bâtıl olmuştur. Bugün demez de tasda da su bulunmazsa hüküm yine budur.
Çünkü yemin mün'akid olmamıştır. Fakat tasda su bulunur da dökülürse o kimsenin
yemini bilittifak bozulur. Zira sözünde durma imkânı bulunmakla yemin mün'akid
olmuştur. Sonra dökmekle bozulur. Çünkü sözünde durmak o adama vâcibtir. Suyu
döktüğü vakit sözünde durma kalmaz ve yemini bozulur. Nitekim su mevcud iken
yemin eden kimse ölürse yine böyledir. Vakitle sınırlanan bunun hilâfınadır.
Çünkü o kimseye sözünde durmak ancak o muayyen vaktin son cüz'ünde vâcib olur.
Bu meselenin fer'lerinden biri de Zeyd'i bugün mutlaka öldüreceğim yahut bu
ekmeği bugün mutlaka yiyeceğim veya borcumu yarın mutlaka ödeyeceğim diye yemin
edip de Zeyd'in ölmesi, gün geçmeden ekmeği başkasının yemesi veya ertesi gün
gelmeden borcu ödemesi yahut alacaklının ibrâ etmesidir. Bunlarda yemini
bozulmaz. Meselenin tamamı Bahır'ın yeminler bahsindedir.
Ben derim ki: Bu tafsilâtı geçen meselede
yapmaması şundandır: Çünkü o meselede yeminin bozulmasının şartı vücudu olan
bir şeydi ki, o da konuşmak veya girmektir. Adam ölünce veya hane bahçe
yapılınca mahal kalmamıştır ve yeminin bozulacağından ye'se düşülmüştür. Artık
vakitle sınırlı olsun, mutlak olsun yeminin bâki kalmasında bir fayda yoktur.
Yeminin bozulmasının şartı vücudu olmayan bir işse bunun hilâfınadır. Meselâ
Zeyd'le konuşmazsam yahut şu haneye girmezsem derse iş değişir. Mahallin
bulunmamasiyle yemin bâtıl olmaz. Bilâkis onunla yeminden dönmek tehakkuk eder.
Çünkü yeminde durma şartından ümid kesilmiştir. Ama bu sözünde durma şartı
müstahil (imkânsız) olmadığına göredir. Aksi takdirde bu da tas meselesidir. O
meseledeki tafsilâtı gördün.
Göğe çıkacağım diye yemin etmek bunlardan
değildir. Zira bu yemin mün'akid olur, arkacığından da bozulur. Çünkü göğe
çıkmak haddi zâtında mümkün bir iştir. Bazı peygamberler çıkmışlardır. Melekler
ve başkaları da çıkarlar. Ancak o adamın yemini yemin eder etmez bozulur yahut
vakitle sınırlandırılan müddetin sonunda bozulur. Çünkü âdeten ümid o zaman
kesilir. Bu tas meselesinin hilâfınadır. Çünkü tasda mevcud olmayan suyu içmek
veya ondan dökülmüş bulunan suyu içmek haddi zâtında mümkün olmadığı gibiâdeten
de mümkün değildir. Onun için yemin bâtıl olur. Yemininden dönmüş sayılmaz.
Ancak yemini mutlak olur da tasdan su dökülürse o zaman yemininden dönmüş olur.
Nitekim bunun tahkîkı inşaallah yeminler bahsinde gelecektir. Bâbın sonunda
söyleyeceklerimize de bak!
«Kocasının ona dönmeye hakkı vardır.» Çünkü
üç talâkı tâlik ettiği vakit karısı cariye idi. Kocasının ona ancak iki talâk
hakkı vardı. Böylece iki talâkı tâlik etmiş oldu. H.
METİN
Şart lâfızları yani cezanın vücuduna alâmet
olan şeyler: in, izâ , izâmâ, küllü, küllemâ, metâ ve metâmâ sözleridir. (İn:
eğer mânâsınadır.) Bu kelime en okunursa tâlik niyet etmek şartıyla derhal
talâk vâki olur ve diyaneten tasdik edilir. Kezâ cevabından fâ edatı atılırsa
hal mânâsını ifade eder. Nitekim: "Talebiyye ile, ismiyye ile, camid ile,
mâ ile, kad ile, len ile ve tenfîz harfiyle de" beytinde fâ atılmıştır.
Nitekim biz bunu Mültekâ şerhinden kısalttık. Küllemâ kelimesi ancak mansûb
olarak kullanılır. Velevki mübteda olsun. Çünkü mebniye muzaftır.
İzâ ve izâme: Vakitte mânâsında
kullanılırlar. Küllü: Her mânâsına gelir. Küllemâ: Her yaptıkça mânâsındadır.
Metâ ve metâma: Her zaman manasınadır.
İZAH
«Şart lâfızları...» yerine başkaları şart
isimleri ve şart harfleri tâbirlerini kullanmışlardır. Musannıfın bunları
kullanmaması şart kelimesi onlara da şâmil olduğu içindir. Şart kelimesi alâmet
mânâsına gelen şarattan alınmadır. Ona bu ismin verilmesi ikinci cümlenin
birinci üzerine terettüb ettiğine alâmet olduğu içindir. İkinci cümleye cevap
denilir. Çünkü birinci cümlenin üzerine söylenmesi lâzım geldiğinden sonra
kimsenin sözünden sonra söylenen söz gibi olmuş ve mecazen buna ceza
denilmiştir. Çünkü başka bir iş üzerine terettüb edince cezaya benzemiştir.
Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir. Şu halde lâfızları şarta izafe etmek müsemmayı
isme izafe kabilindendir. H. Kitabın başında iştikak üzerine söz etmiştik.
Zâhire bakılırsa burada iştirak yoktur. Çünkü lâfzan mutlaka birbirine
mugayeret lâzımdır. Burada şart hususi bir şeye alâmet mânâsınadır.
«Yani cezanın vücuduna alâmet olan şeyler»
den murad bu edatlar bizzat cezanın vücuduna delâlet eder demektir. Nitekim
Nehir'de belirtilmiştir. Yani şart bulundumu bunlar cezanın da bulunduğunu
gösterirler.
«Bu kelime en okunursa hal mânâsını ifade
eder.» Cumhurun kavli budur. Çünkü ta'lil içindir. Talâk vâki olurken illetin
vücudu şart değildir. Talâk lâfzın zâhirine bakarak vâki olur. Kisâî Harun-u
Reşid'in meclisinde Muhammed b. Hasan Şeybânî ile münazara yaparak onun izâ
mânâsında şart edatı olduğunu söylemiştir. Kûfelilerin mezhebi budur. Mugnî
sahibibunu tercih etmiştir. Ne olursa olsun tâlikı niyet ettiği vakit niyeti
sahih olmak gerekir. Burası kısaca Nehir'den alınmıştır. Şârih buna
"Diyaneten tasdik edilir." sözüyle işaret etmiştir. T.
«Kezâ cevabından fâ edatı atılırsa ilh...» Tâlikı
niyet etmedikçe derhal talâk vâki olur ve diyaneten tasdik edilir. İmam Ebû
Yusuftan bir rivâyete göre kocanın sözünü bir faydaya yorumlamak için bu tâlik
sayılır. Arapça ibârede fâ edatı muzmer (gizli) sayılır. Buradaki hilâf rabt
edatlarından fâ'nın isteyerek atılması câiz olup olmadığına göredir. Kûfelilere
göre bu câizdir. Ebû Yusuf'un tefrii buna göredir. Basralılara göre câiz
değildir. Mezheb buna göre teferru etmiştir. Bahır. Tâlik ecnebî bir dille
yapılırsa yine böyledir. Allâme Kâsım diyor ki: "Her akid, nezir ve yemin
yapanın sözü kendi diline göre yorumlanır." Bana zâhir olan budur. Allahu
a'lem. Bunu yazdıktan sonra Allâme Makdisî'nin Nazmü'l-Kenz şerhinde gördüm ki
şöyle diyor: "Ebû Yusuf'un kavlini tercih gerekir. Çünkü fâ edatını atmak çok
vâki olur. Ulema avam takımının enti vahideten (sen birsin) diyerek yaptıkları
hata muteber değildir, demişlerdir."
METİN
Bu kelimelerin benzerleri de şart mânâsında
kullanılırlar. Bunlar: lev ve men ile arkadaşlarıdır. Meselâ şu haneye girmiş
olsan sen boşsun sözüyle talâk kadının haneye girmesine tâlik edilmiş olur. Bir
adam karısına sizden hanginiz şu haneye girerse boş olsun derse, içlerinden
birisi o haneye tekrar tekrar girdiğinde boş olur. Çünkü haneye girmek cemaata
izafe edilmiş ve umum zîyadeleşmiştir. Gâye'de böyle denilmiştir. Ama bu söz
gariptir. Bahır sahibi onu iki kavilden biri saymıştır.
İZAH
«Bu kelimelerin benzerleri de şart
mânâsında kullanılırlar.» sözüyle şârih şart lâfızlarının metinde zikredilen
yedi kelimeden ibaret olmadığına işaret etmiştir. Zira "Lev , men, eyne,
eyyâne, ennâ, eyyû, ma..." gibi bir çok kelimeler daha vardır ki, onlarda
şart mânâsında kullanılırlar. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Fer'î mesele:
Bir adam karısına: eve girmen olmasa yahut baban olmasa veya kaynatan olmasa
sen boşsun derse talâk vâki olmaz. Haber verme hususunda da böyledir. Meselâ
şöyle olmasa dün seni boşadım demesiyle talâk vâki olmaz."
Lev: Eğer, men: Bir kimse, Eyne: Nerede,
Eyyâne: Her ne zaman, Ennâ: Nereden, Eyyû: Hangi, Mâ: Her ne ki mânâlarına
gelir.
Ben derim ki: Şart kelimelerinin ifade
ettikleri mânâları ifadeden başka kelimeler de şart sayılırlar. Bahır'da şöyle
denilmiştir: "Sen şu haneye girmenle boşsun yahut hayız görmenle boşsun
derse, kadın o haneye girmedikçe veya hayzını görmedikçe boş olmaz. Çünkü
(Türkçede ile mânâsına gelen) bâ harfi eklemek ve yapıştırmak içindir. Talâk
ancak tâlikedildiği zaman haneye girmeye eklenir ve bitişir. Sen şu haneye
girmen şartıyla boşsun derse kadın kabul ettiği takdirde boş olur, kabul
etmezse boş olmaz. Çünkü bu adam girme sözünü bedel verme yerinde kullanmıştır.
Binaenaleyh bedelin kabulü şarttır, bulunması şart değildir. Nasılki bana bin
dirhem vermen şartıyla boşsun dese hüküm budur."
Ben derim ki: Bazen şart edatı
kullanmaksızın cümle tâlik mânâsını ifade eder. Nitekim "şart mânâsı
kâfidir" dediğimiz yerde geçti.
«Lev...» kelimesinin mezhebe göre şart
mânâsında kullanıldığını Bahır sahibi kesinlikle ifade etmiştir. Fetih'in
ibâresi buna muhâliftir. Ona göre eğer mânâsına gelen bu edat şartın yokluğunu
tahkîk içindir. Binaenaleyh olabilme ihtimalini taşıyan bir şeye tâlik için
kullanılamaz.
«Talâk kadının haneye girmesine tâlik
edilmiş olur.» Muhît'te böyle denilmiştir. Yine Muhît'te bildirildiğine göre
Ebû Yusuf'tan bir rivâyette "Şu haneye girersen sen boşsun, seni mutlaka
boşarım." diyen bir adam karısını o haneye girerse boşayacağına yemin
etmiştir. Kadın haneye girdiğinde boşaması lâzım gelir. Ama talâk ancak
karı-kocadan birinin ölümüyle vâki olur. Bu söz "Basra'ya gelmezsem"
sözü gibidir. Bahır. Biz bu hususta sarîh bâbının başında söz etmiştik.
«Ve umumu ziyadeleşmiştir.» Burada şöyle
denilebilir: fiilin umumu yoktur. Fetih ve Bahır gibi Gâye'de de burada ifade
şöyledir: "Çünkü fiil yani girmek cemaata izafe edilmiştir. Binaenaleyh
örfen umumu tekrar tekrar girmesi murad edilir." Anlaşılıyor ki umumdan
muradı tekrardır.
«Ama bu söz gariptir.» Çünkü metinlerin
sözüne muhâliftir. Metinlerde: "Bu şart kelimelerinde bir defa şart
bulunmakla yemin çözülür. Yalnız küllemâ kelimesinde bozulmaz."
denilmektedir. Bu sözün garip olduğuna Fetih ve Bahır sahibleri kesinlikle
hükmetmişlerdir. Zeylaî ise müşkil saymıştır.
«Bahır sahibi onu iki kavilden biri
saymıştır.» Onu Kenz'in "şart bulunursa" dediği yerde zikrederek
şöyle demiştir: "Hak şudur ki: Gâye'deki ifade iki kavilden biridir. İki
kavli Kınye sahibi terasa çıkma meselesinde nakletmiştir." Burada da
Mi'râc'dan naklettiğine göre Hanbelîlerden bazıları metâ kelimesinin tekrar
iktiza ettiğini söylemişlerdir. Sahih olan şudur ki; küllemâdan başka şart
edatları tekrarı icab etmez. Bahır sahibi bu ifadesiyle bu kavlin ve
Hanbelîlerden rivâyet edilen sözün zayıf olduğunu anlatmak istemiştir. Anla!
Çünkü vuku tekerrür etmiştir. Lâkin üç talâktan fazla olmaz.
METİN
Bu kelimelerde bir defa şart bulununca
yemin çözülür. Yani tâlik bâtıl olmakla yemin de bâtıl olur. Yalnız küllemâ
kelimesinde bâtıl olmaz. Çünkü küllü kelimesi umum isimleri iktiza ettiğigibi o
da umum fiilleri iktiza ettiğinden üç talâktan sonra çözülüp bâtıl olur.
Binaenaleyh kadın başka kocaya gidip ayrıldıktan sonra onunla tekrar evlenirse
talâk vâki olmaz. Ancak bu kelime evlenme üzerine girerse, meselâ: seninle her
evlendikçe boşsun derse o zaman talâk vâki olur. Çünkü milkin sebebine
girmiştir. Bu ise sonsuzdur. Küllema kelimesinin lâtif meselelerinden biri
şudur: bir adam cima' ettiği karısına: "Ben seni her boşadıkça sen
boşsun" der de bir defa boşarsa iki talâk vâki olur. "Senin üzerine
talâkım her vâki oldukça boşsun" derse üç talâk vâki olur.
İZAH
«Yemin bâtıl olur.» Yani tamam olup sona
erer. Yemin tamam olunca da bozulur. Artık ikinci bir bozulma tasavvur
edilemez. Meğerki başka bir yemin yapmış olsun. Çünkü bunlar lügat itibariyle
umum ve tekrar ifade etmezler. Nehir.
«Yalnız küllemâ kelimesinde bâtıl olmaz.»
Zira bu kelimede şart bir defa bulunmakla yemin sona ermez. Musannıfın burada
hasr edatı kullanması gösteriyor ki metâ kelimesi tekrar ifade etmez. Bazıları
ettiğini söylemişlerdir. Doğrusu o ancak umumi vakitleri ifade eder. Ne zaman
çıkarsan sen boşsun sözünden murad hangi vakitte çıkmak tehakkuk ederse talâk
vâki olur demektir. Başka bir defa çıkmakla talâk vâki olmaz. Ebeden sözüyle
birlikte söylenen de metâ gibidir. Fülan kadınla evlenirsem boş olsun der de
onunla evlenirse kadın boş olur, fakat sonra tekrar evlenirse boş olmaz. Çünkü
ebediyyet mânâsı ancak vakitle sınırlandırmayı kaldırır ve evlenmemek
ebedîleşir. O tekrarlanmaz. Eyyû (hangi) kelimesi de böyledir. Hatta bir adım
hangi kadınla evlenirsem boş olsun dese talâk yalnız bir kadına vâki olur.
Nitekim Muhît ve diğer kitablarda belirtilmiştir. Bütün evlendiğim kadınlar boş
olsun demesi bunun hilâfınadır. Nehir. Fark şudur: Küllü lâfzı umum edatıdır.
Eyyû ise yalnız sıfatın umumunu ifade eder. Çünkü ulema kölelerimden hangisini
döversen o hür olsun sözünün yalnız bir köleye şâmil olduğunu söylemişlerdir.
Zira dövmeyi hususi bir köleye isnad etmiştir. Dövmen kölelerimden hangisi
hakkında olursa o hürdür derse dövüldükleri takdirde hepsi âzâd olurlar. Çünkü
umuma isnad etmiştir. "Hangi kadın kendini bana tezviç ederse o boş
olsun." sözü bütün kadınlara şâmildir. Tahkîkın tamamı Bahır'dadır.
«Küllü kelimesi umum isimleri iktiza ettiği
gibi...» Zira küllü kelimesi isimlerin, küllemâ ise fiillerin üzerine girer ve
her biri dahil oldukları şeylerin umumunu ifade eder. Bir fiil veya bir isim
bulundumu üzerine yemin edilen şey bulundu demektir ve hemen o şey hakkında
yemin çözülür. Geri kalan isim ve fiiller hakkında hâli üzere bâkidir.
Binaenaleyh üzerine yemin edilen şey her bulundukça bunun da yemini bozulur. Şu
kadar var ki üzerine yeminedilen şey bu milkin talâklarıdır. Onlarsa sayılıdır.
Hâsılı küllemâ kelimesi umumi fiillere şâmildir. Umumi isimler zaruridir.
Musannıf burada: "Ancak küllü ile küllemâ müstesna" dese daha iyi
olurdu. Çünkü küllü kelimesi ile yemin bir isim hakkında sona erse de başka
isimler hakkında bâkidir.
Bu meselenin fer'lerinden biri de şudur: O
adamın dört karısı olur da şu haneye giren her kadın boş olsun derse,
kadınlardan biri girince boş olur. Hepsi girerse hepsi boş olurlar. Giren kadın
bir defa daha girerse boş olmaz. Ama şu haneye her girdikçe boş olsun der de
oraya bir kadın girerse boş olur. İkinci defa girerse tekrar boş olur. Üçüncü
defa da öyledir. Üç talâkla boş düştükten sonra başka kocayı varıp sonra yine
ilk kocasına dönerse artık o haneye girdiğinde boş olmaz. İmam Züfer buna
muhâliftir.
Meselenin diğer bir fer'î de şudur: Ben her
girdikçe karım boş olsun der de nikâhında dört karısı bulunursa, o haneye
kendisi dört defa girer fakat muayyen bir kadını kasdetmezse, her girdiğinde
bir talâk vâki olur. Bu talâkı isterse kadınların hepsine taksim eder, dilerse
birine tahsis eder. Bahır. Şürunbulâliyve'de şöyle denilmiştir: "Çok başa
gelen fer'î bir mesele: Sirâc sahibi Müntekâ'dan naklen demiştir ki; bir adam
ben bir kadınla evlenirsem o kadın üç defa boş olsun ve her helâl oldukça haram
olsun der de o kadınla evlenir, kadın üç talâkla ondan bâin olduktan sonra
başka kocaya varır, sonra bununla tekrar evlenirse câiz olur. Her helâl oldukça
haram olsun sözüyle talâkı kasdettiyse bu bir şey değildir. Talâkı
kasdetmediyse bu söz yemindir."
Ben derim ki: Bunun vechi her halde şu
olacaktır: Her helâl oldukça haram olsun sözü hususi milke tâlik değildir.
Çünkü kadının mutlaka nikâh akdiyle helâl olması lâzım gelmez. Câiz ki dinden
döner de sonra cariye olarak alınır.
«Talâk vâki olmaz.» sözü "Yemin üç
talâktan sonra çözülür." sözü üzerine tefri'dir. Başka talâkın vâki
olmaması yemin yalnız bu milkin talâklarına yapıldığı içindir. Bunlar ise
yukarıda geçtiği vecihle sayılıdır. Ama ikinci kocaya varması üç talâktan önce
olursa kalan talâklar vuku bulur.
«Çünkü milkin sebebine girmiştir.» Yani
evlenme üzerine girmiştir. Bu şart her bulundukça üç talâk hakkı da sâbit olur.
Cezası da onu takib eder. Bahır. Yine Bahır'da Kâfî ve diğer kitablardan naklen
şöyle denilmiştir: "Ben seni her nikâh ettikçe sen boş ol der de kadını
bir günde üç defa nikâh edip her defasında onunla cima'da bulunursa iki talâk
meydana gelir. O adamın da ikibuçuk mehir vermesi lâzım gelir. İmam Muhammed:
Kadın üç talâkla bâin olur, kocasının dört buçuk mehir vermesi lâzım gelir,
demiştir."
Ben derim ki: Bunun vechi Valvalciyye'de de
belirtildiği gibi şudur: Bu adam o kadınla ilk defa evlenince bir talâk vâki
olur ve yarım mehir vermesi icab eder. Cima'da bulununca tam mehir vermesi
vâcib olur. Çünkü yaptığı iş mahalde şübhe ile cima'dır. İddet de vâcib olur.
İkinci defa onunla evlenince ikinci bir talâk meydana gelir. Bu talâk manen
cima'dan sonra olmuştur. Çünkü bir kimse iddet bekleyen karısiyle evlenir de
cima' etmeden onu boşarsa Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'a göre bu manen cima'dan
sonra talâk olur ve tam mehir vermesi icab eder. Böylece mehirler ikibuçuk
olur. Kadın ric'î talâk iddeti beklerken onunla cima'da bulununca ona dönmüş
olur. Cima' sebebiyle bir şey vâcib olmaz. Üçüncü defa onunla evlenirse nikâh
sahih olmaz. Çünkü nikâhlısı iken onunla evlenmiştir.
«Çünkü vuku tekerrür etmiştir.» cümlesi
aradaki farka işarettir. Hâsılı şudur: Bu adam birincide talâkın vukuunu
kendinin talâk yapmasına tâlik etmiştir. Bir defa boşadımı kadının üzerine bir
daha talâk vâki olur. Ama üçüncüsü vâki olmaz. Çünkü üçüncü talâk olmuştur,
yapılmış değildir. İkinci bunun hilâfınadır. Çünkü ondaki tâlik îkâ'a da sâdık
olan talâk vukuuna yapılmıştır. Zira îkâ (talâkı meydana getirmek) vukuu istilzam
eder. Kadını bir defa boşadımı şart bulunmuştur. İkinci de vuku bulur. İkinci
talâkın vukuu ile diğer bir şart bulunmuştur. Binaenaleyh başka bir talâk vâki
olur. H.
TENBİH: Küllemâ kelimesiyle meydana gelen
yeminler halen meydana gelirler. Çünkü bu kelime şart ile cezanın tekrarı
mesabesindedir. Câmi'in rivâyeti budur. Fetva da buna göredir. Çünkü daha
ihtiyattır. Mebsût'un rivâyetinde ise halen meydana gelen yemin birdir. O adam
her yeminini bozdukça yeminler de tekrar tekrar yenilenir. Muhît. Semerenin
şurada zâhir olması gerekir: Bir adam karısına; ben her yemin ettikçe sen
boşsun der de sonra küllemâ kelimesiyle talâkı tâlik ederse birinci kavle göre
o anda üç talâk vâki olur. İkinciye göre bir talâk vâki olur. Bezzâziye'nin
kaza bahsinde şöyle denilmiştir: "Bir adam bir kadına: seninle her
evlendikçe sen üç defa boş ol der de o kadınla evlenir ve yemini bir Şâfiî fesh
ederse, sonra kadını üç defa boşar ve kadın başka kocayla evlendikten sonra onu
tekrar alırsa Câmi'in rivâyetine göre -ki esah olan odur- ikinci defa fesh
hükmüne muhtaç olur. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'den alınmıştır.
METİN
Milkin gerek nikâhda gerek milk-i yeminde
elden gitmesi yemini bozmaz. Kadını talâk-ı bâinle boşar da sonra nikâh ederse
yahut köleyi satar da sonra tekrar satın alırsa şart bulunduğu takdirde kadın
boş olur, köle de âzâd olur. Çünkü mahallinin bâki kalmasıyla tâlik de bâkidir.
İZAH
«Milkin elden gitmesi yemini bozmaz.» Yani
üç talâktan azla elden gitmesi yemini bozmaz. Nitekim Fetih'de böyle
denilmiştir. Musannıfın bunu mutlak söylemesi yukarıda geçen "Tâlik
helâllığın elden gitmesiyle bâtıl olur." sözüyle yetindiği içindir. Çünkü
helâllığin elden gitmesinden muradı üç talâkın vukuudur.
Evet, kendisine şöyle itiraz edilebilir:
Dinden dönerek dar-ı harbe gitmekle de bâtıl olur. İmameyn buna muhâliftir.
Bahır sahibi buna cevap vermiş: "Burada bâtıl olması tâlikı yapanda
ehliyet kalmadığı içindir. Yoksa milk elden gittiği için değildir."
demiştir. Nehir sahibi de ona şöyle itiraz etmiştir: "O kimsenin müdebber
köleleriyle ümmüveledlerinin âzâd olması milkinin elinden gittiğine delildir.
"Milkin elden gitmesi diye kayıdlaması şundandır: Çünkü yemininde durma
yerinin kalmaması yemini ibtal eder. Nitekim yukarıda geçmişti. "Ulema bir
kimse karısının ancak kendi izniyle dışarı çıkabileceğine yemin eder de karısı
boşanıp iddetini bitirdikten sonra çıkarsa yemini bozulmaz. Yemin talâkın bâin
olmasıyla bâtıl olur, Hatta o kadınla ikinci defa evlenir de izni olmaksızın
çıkarsa yemini bozulmaz." diyerek milkin elden gitmesinin yemini bozduğunu
söylemişlerdir dersen ben de derim ki; yemin izin velâyeti haliyle kayıdlıdır.
Men ise halin delâletiyle kayıdlıdır. Bu da karı-kocalığın devam halidir.
Binaenaleyh karı-kocalık kalmayınca yemin sâkıt olur. Nitekim bir kimse alacaklısının
izni olmaksızın dışarı çıkmayacağına yemin eder de borcunu ödedikten sonra
çıkarsa yemini bozulmaz. Filanın izni bunun hilâfınadır. Aralarında bir muamele
de yoktur. Çünkü kadın boşanmıştır. Nitekim Muhît'te böyle denilmiştir. Bahır.
Hâsılı yemin milk elden gitti diye değil
yeminin kayıdlandığı şart olmadığı için bâtıl olur. Bunun benzeri valinin bir
kimseye kendi valiliği zamanında olup biten her kötülüğü haber vereceğine yemin
ettirmesi meselesidir. Nitekim yeminler bahsinde gelecektir.
TENBİH: Bahır sahibi milkin elden
gitmesiyle yeminin bâtıl olmamasından fer'î bir mesele istisna etmiştir ki, o
da Kınye'de zikredilen şu meseledir: "Bir kimse bu beldede oturursam karım
boş olsun der de hemen oradan çıkar ve karısıyla hul' yaparsa, sonra iddet bitmeden
o yerde oturduğu takdirde karısı boş olmaz. Çünkü şart bulunduğu vakit onun
karısı değildir." Bahır sahibi diyor ki: "İşte burada milk elden
çıkmakla yemin bâtıl olur. Bu izaha göre ceza cümlesinin sen boşsun olmasıyla
karım boş olsun cümlesi olması arasında fark vardır. Çünkü kadın talâk-ı
bâinden sonra artık onun karısı değildir. Bu bellenmelidir. Çünkü çok güzel bir
şeydir. Şârih onu fer'î meselelerde zikredecektir. Hulâsa ulemanın milkin elden
gitmesi yemini bozmaz sözleri ceza cümlesi karım boş olsun şeklinde olmadığı
zamandır. Bu şekilde olursa yemin bâtıl olur.
Ben derim ki: Kınye'nin sözü zayıftır.
Çünkü şart halini itibara almaya mebnîdir. Buna delil: "Çünkü kadın şart
bulunduğu vakit onun karısı değildir." şeklinde ta'lil yapmasıdır ki, daha
zâhir olan şeklin hilâfınadır. Yine Kınye'de şöyle denilmiştir: "Şöyle
yaparsam Allah'ın helâlı bana haram olsun. Sonra yine şöyle yaparsam Allah'ın
helâlı bana haram olsun der de iki fiilden birini yaparak karısı talâk-ı bâinle
boş düşerse, sonra öteki fiili yaptığında bazıları ikincinin vâki olmadığını
söylemişlerdir. Çünkü kadın şart bulunduğu vakit onun karısıdeğildir. Bazıları
olur demişlerdir ki, bu daha zâhirdir. "Bu gösteriyor ki, daha zâhir olan
şekil tâlik hâlidir, şartın bulunduğu hal değildir. Tâlik halinde ise kadın
onun karısıdır. Ondan sonra ondan bâin olması zarar etmez. Burada metin
sahiblerinin mutlak olan sözlerine uygun olan budur. Bir de ulemanın kinâyeler
bahsinde açıkladıklarına göre bâin talâk ancak müneccez olan bâinden önceki bâin
muallak olmak şartıyla bâine mülhak olabilir. Meselâ erkek karısına sen şu
haneye girersen bâinsin der, sonra onu talâk'ı bâinle boşar, sonra kadın o
haneye girerse başka bir talâk-ı boş düşer. Ki, bu da tâlik halini itibare
almakla olur. Tâlik halinde kadın her cihetten o adamın karısı idi. Şartın
bulunduğu hal itibara alınsaydı muallak talâkın vâki olmaması lâzım gelirdi.
Böylece anlaşılır ki müreccah olan kavil tâlik halinin itibara alınmasıdır.
Bahır'da Muhit'ten naklen: "Bir adam
karısının şu haneden dışarıya çıkmayacağına yemin eder de onu boşarsa iddeti
bittiğinde çıktığı takdirde yemini bozulacağı gibi, karım filan kadını kabul
ederse kölem hür olsun der de karısı o kadını talâk-ı bâinle boşandıktan sonra
kabul ederse yine yemini bozulur." denilmiştir ki, bu da tâlik halinin
itibar edildiğine göredir. Çünkü izafet tarif içindir, kayıdlamak için
değildir. Yukarıda Bahır'dan naklettiğimiz şu ifade de öyledir: "Bir kimse
ben şu haneye her girdikçe karım boş olsun der de kendisinin dört karısı bulunur
ve dört defa girerse ilh..." Bu talâkları bir kadının üzerinde
toplayabileceğini açıklaması cima" edilmeyen kadına da şâmildir. Bu da
tâlik halini itibara aldığına binaendir. Çünkü kadın tâlik vaktinde onun
karısıdır. Binaenaleyh üç yemine dahildir. Biliyorsun ki küllema (her)
kelimesiyle mün'akid olan yemin tercih edilen kavle göre hal için olur. Her
yemini bozuldukça başka yemin mün'akid olur diyen kavle göre bu yeminleri bir
kadının üzerinde toplamaya hakkı olmaması gerekir. Çünkü kadın artık onun
karısı değildir. Sonradan akdedilen yemine dahil olamaz. Çünkü kinâyeler
bahsinin sonunda arzetmiştik ki, bir adam: "Benim her karım ilh..."
derse hul' ve îlâ suretiyle kendisinden ayrılan kadın bu sözde dahil değildir.
Meğerki dahil olduğunu tâyin etsin. Bu makamın tahkîkını ganimet bil!
«Kadını talâk-ı bâinle» üçten az olmak
üzere boşarsa demektir.
METİN
Şart bulunduktan sonra yemin mutlak surette
çözülür. Lâkin milkde iken bulunursa kadın boş düşer, köle de âzâd olur. Milkde
bulunmazsa bunlar olmaz. Şu halde üç talâkı haneye girmeye tâlik eden kimsenin
hîlesi (çaresi) kadını bir defa boşayıp iddetini bitirdikten sonra o haneye
girmesidir. Böylece yemin çözülür ve o kadını nikâr eder. Karı-koca şartın
vücudunda yani sübutunda ihtilâf ederlerse -tâ ki yokluğa aid olana da şâmil
olsun- söz yeminiyle beraber kocanındır. Çünkü o talâkı inkâr etmektedir. Bu
şunu ifade eder ki, o adam kadının nafakası bir kaç gün eline geçmemek
sebebiyle onun talâkını tâlik eder ve nafakakadına ulaşmıştır iddiasında
bulunur da kadın bunu inkâr ederse söz adamındır. Kınye sahibi kesin olarak
buna kâildir. Lâkin Hulâsa ve Bezzâziye'de söz kadının olduğu sahihlenmiştir.
Bahır ve Nehir sahibleri de bunu tasdik etmişlerdir. Bu söz metinlerin
tahsisini gerektirir.
İZAH
«Yemin çözülür ilh...» sözüyle evvelce
geçen "Bunlarda şart bir defa bulundumu yemin çözülür." ifadesi
arasında tekrar yoktur. Çünkü orada geçenden maksad küllemâ kelimesinden başka
şart kelimelerinde bir defa ile yeminin çözülmesidir. Burada ise mücerred
yeminin çözülmesidir. H. Bir de burada yeminin çözülmesini milkde bulunmazsa
diye açıklamıştır. Yukarıda geçen bunun hilâfınadır. T.
«Mutlak surette» yani şart milkde bulunsun
bulunmasın demektir.
«Lâkin milkde iken bulunursa kadın boş
düşer.» Şârih milk sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh iddette bulunmasına
da şâmildir. Maksad tamamının milkde bulunmasıdır, hepsinin bulunması değildir.
Hatta sen iki hayız görürsen boşsun der de birinci hayzını onun milkinde
değilken, ikinciyi milkindeyken görürse kadın boş düşer. Tamamı Bahır'dadır.
İleride musannıfın: "Üç talâkı iki şeye tâlik ederse ikinci milkde
bulunmak şartıyla muallak talâk vâki olur. Aksi takdirde olmaz." dediği
yerde gelecektir.
«Hîlesi ilh...» sözü "Aksi takdirde
olmaz." cümlesi üzerine tefri'edilmiştir.
«Şartın vücudunda» yanı aslında yahut
tehakkuk edip etmediğinde ihtilâf ederlerse demektir. Nitekim Mecma' şerhinde:
"Yani asıl tâlikın şarta bağlanması yahut tâlik yapıldıktan sonra şartın
tehakkuk edip etmemesi hususunda ihtitâf ederlerse" denilmiştir. Bezzâziye'de
şu ifade vardır: "Erkek istisna veya şart iddia ederse söz kendinindir.
Nesefî'nin bildirdiğine göre ise koca istisna eder, kadın bunu inkârda
bulunursa söz kadınındır. Beyyinesiz kocanın iddiası tasdik edilmez. Koca
talâkın şarta tâlik edildiğini, kadın ise tâliksız yapıldığını iddia ederse söz
kocanındır." İstisna dâvâsındaki ihtilâfı musannıf ileride söyleyecektir.
Nesefî'den nakledilenin zâhirine bakılırsa şart dâvâsında ihtilâf yoktur.
Bahır'da Kınye'den naklen şöyle
denilmektedir: "Kadın kocasının kendini şartsız boşadığını iddia eder,
kocası ise ben onu şartla boşadım ama şart bulunmadı derse burada beyyine
kadına düşer. Kadın kocası aleyhine beni dövmeyeceğine yemin etti diye dâvâ
eder, kocası ise kabahatsız dövmeyeceğime yemin etmiştim derse, her ikisi
beyyine getirdikleri takdirde her iki iddia sâbit olur. Kadın hangisiyle olsa
boş düşer."
«Tâ ki yokluğa aid olana da şâmil olsun.»
Misâli bugün şu haneye girmezsen sözüdür.
«Söz kocanındır.» Ancak şartın vücudunu
kadından başka bilecek yoksa o takdirde söz kendi nefsi hakkında kadının olur.
Nitekim gelecektir.
«Çünkü o talâkı inkâr etmektedir.» Yani
talâkın vukuunu inkâr etmektedir. Böyle demek "Çünkü o aslı iddia
etmektedir ki, o da şart bulunmamasıdır." diye ta'lilden daha iyidir.
Çünkü bu ta'lil: "Seninle hayzın, esnasında cima etmedimse" gibi
sözlere şâmil değildir. Burada söz cima'da bulunduğunu iddia eden erkeğindir.
Halbuki zâhir iki vecihle kadına şâhiddir. Birincisi aslen ârız bulunmaması,
ikincisi de hörmetin cima için erkeğe mâni olmasıdır.
«Söz adamındır.» Sonra bil ki, metinlerin
zâhiri şunu iktiza eder: o adam karısının nafakası bir ay eline geçmemesi
sebebiyle talâkını tâlik eder de sonra nafakanın eline geçtiğini iddiada
bulunur, kadın bunu inkâr ederse boşamadığına dair söz erkeğin, nafaka eline
geçmediğine dair söz ise kadınındır...
«Nafaka kadına ulaşmıştır.» Yani muayyen
günler geçtikten sonra nafaka kadına ulaşmıştır iddiasında bulunursa demektir.
Nitekim Kınye ve Zahîre'de böyle denilmiştir.
«Kınye sahibi kesin olarak buna kâildir.»
Bahır ve Nehir'de böyle denilmiştir. Lâkin benim Kınye'de gördüğüm Ûyûn'a ve
Asıl'a işaretle: "Söz kadınındır." demiş olmasıdır. Sonra Muntekâ'ya
işaret ederek bunun aksini söylemiş, yani "Söz erkeğindir." demiştir.
«Bahır ve Nehir sahibleri de bunu tasdik
etmişlerdir.» Bahır sahibi emrin elinde olması faslında şunları söylemiştir:
"Bazıları söz erkeğindir demişlerdir. Çünkü o vukuu inkâr etmekte, lâkin
nafakanın kadına eriştiğini isbat etmemektedir. Esah olan burada ve erkeğin hak
ödediğini iddia, kadınınsa inkâr ettiği her yerde söz kadınındır." Bahır
sahibi burada: "Galiba vuku kadının nafaka eline geçmediği hususundaki
sözünü kabul etmekle onun zımnında sâbit olmuştur." diyor. Hayreddin-i
Remlî dahi bu kavlin sahihlendiğini Feyz ve Fûsul'den nakletmiştir. Sonra
bilmelisin ki Câmiu'l-Fûsuleyn'de Fevâid-i Sadr-ı İslâm işaretiyle
zikredildiğine göre nafaka meselesinde Sadr-ı İslâm: "Kadın kocasından
kaçar da müddet geçerse boş düşmemesi gerekir. Çünkü kaçınca nafaka hakkı
kalmamıştır." demiştir.
«Bu söz metinlerin tahsisini gerektirer.»
Yani mutlakı mukayyede hamlederek metinleri "Mal eline ulaşmıştır dâvâsını
tezammun etmezse söz erkeğin olur." diye tahsisi gerektirir.
METİN
Lâkin musannıf şöyle demiştir:
"Üstadımız Fetâvâ'sında kesinlikle metin ve şerhlerin ifadelerine kâil
olmuştur. Çünkü mezhebi nakil için yazılanlar bunlardır. Nitekim gizli
değildir." Ancak kadın beyyine getirirse iş değişir. Çünkü şart üzerine
beyyine kabul edilir. Velevki nefy olsun. Meselâ: bu akşam dünürüm gelmezse karım
boş olsun der de iki şâhid dünürünün gelmediğine şâhidlik ederlerse kabul
edilir ve kadın boş düşer. Minah. Tebyîn'de şöyle denilmiştir: "Seninle
hayzın esnasında cima etmezsem sen sünnet üzere boş ol derde sonra ben seninle
cima'da bulundum derse kadın hayızlı bulunduğu takdirde söz erkeğindir. Çünkü o
inşâya mâliktir. Aksi takdirde erkeğin değildir."
İZAH
«Üstadımız» yani Bahır sahibi Zeyn b.
Nüceym kendisine: Bir kimse alacaklısına borcunu muayyen vaktinde ödeyeceğine
dair talâka yemin ederse ne buyurursun? diye sorulduğunda: "Talâk vâki
olmadığına nisbetle borcunu ödediğine dair sözü tasdik olunur. Ama borçtan
sıyrılmış olmaz. AIacaklıya hakkını almadığına dair yemin verdirilir."
cevabını vermiştir.
Ben derim ki: Bunun bir benzeri de şudur:
Borcumu ver diye kendisine emrolunan kimse emredenin malından verdiğini iddia
ederse kendi nefsinin beraati hakkında tasdik olunur. Ama emredenin beraati
hakkında tasdik olunmaz. Şu da var ki biz Kınye ile Bahır sahibinden bu
meselede yalnız iki kavil bulunduğunu nakletmiştik. Bu kavillerin biri
tafsilâta gitmekte, diğeri talâk ile malın eline geçmediği hakkında söz kadının
olduğunu bildirmektedir. Her iki meselede sözün erkeğe aid olacağını söyleyen
yoktur. Hayreddin-i Remlî bunun hilâfını tevehhüm etmiştir. Kezâ Nûru'l-Ayn
sahibi Câmiu'l-Fûsuleyn'den bunu tevehhüm etmiş: "Söz erkeğindir. Çünkü o
hükmü inkâr etmektedir." demiştir. Daha sonra da söz kadının olduğunu
zikretmiş, esah kavil budur demiştir. Sonra tafsilâtı Zahîre'ye işaretle
göstermiştir. Bundan da kavillerin üç olduğu vehmine düşülmüştür. Halbuki
"Malı kadına veya alacaklıya verdiğine dair asla söz erkeğindir."
demek mümkün olamaz. Zira bunun hiç bir vechi yoktur. Hem bundan borcunu vermek
istemeyen her borçlunun bunu kendisine hile ittihaz etmesi lâzım gelir. Muayyen
bir vakitte borcunu ödemezse karısı-nın talâkını tâlik eder, sonra da ödedim
diye iddiada bulunur. Bunun me-tin ve şerhlerden anlaşılması şöyle dursun câiz
olacağını söyleyen tek kimse» yoktur. Böylece anlaşılır ki, Câmiu'l-Fûsuleyn
sahibinin son hikâye ettiğinden murad ilk söylediğidir. "Çünkü o hükmü
inkâr etmektedir." sö-züyle yaptığı ta'lil de bunu gösterir. Hükümden
murad tâliktir. O da şart bulunduğu zaman yeminin bozulmasıdır.
«Ancak kadın beyyine getirirse...» Kezâ
başkası beyyine getirirse iş değişir. Çünkü talâk için kadının dâvâ etmesi şart
olmadığı gibi beyyine getirmesi de şart değildir. Çünkü cariyenin âzâd
edildiğine ve kadının boşandığına şâhidlik dâvâsız olarak Allah rızası için
kabul edilir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Her ikisi beyyine getirirlerse,
zâhire göre söz erkeğin ise kadının beyyinesi tercih edilir. Erkeğin beyyinesi
hükümsüz kalır.
«Velevki nefy olsun.» Çünkü o sureten nefye
hakikaten talâkı isbata delâlet eder. İtibar surete değil maksadlaradır. Nasıl
ki iki şâhid bir ada-mın müslümanlığı kabul edip inşaallah dediğine, diğer iki
şâhid de müs-lümanlığı kabul edip inşaallah demediğine şâhidlik etselerikincisi
kabul edilir. Velevki bunda nefy bulunsun. Çünkü şâhidlerin maksadı o kimse-nin
müslüman olduğunu isbattır. Bu izaha göre yeminler bahsinde gele-cek mesele
müşküldür. Orada şöyle denilmektedir: "Bir kimse bu sene haccetmezsem
kölem hür olsun der de iki şâhid o kimsenin Kûfe'de kur-ban kestiğine şâhidlik
ederlerse kölesi âzâd olmaz. İmam Muhammed buna muhâliftir. Çünkü bu şehâdet
manen nefydir. Bu adam bu sene haccetmedi mânâsınadır. Bu gösterir ki, nefye
şehâdet şart üzerine kabul edilmez. Onun için Fetih sahibi İmam Muhammed'in
kavli daha yerindedir demiştir. Lâkin; "Âzâd olmamanın illeti kölenin âzâdında
şâhidlik için dâvâ şart olmasıdır." denilmiştir. Buna göre köle yerine
cariye olursa bilittifak âzâd olur. Çünkü cariyenin dâvâsı şart değildir. O
zaman da işkâl kalmaz. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Çünkü o inşâya mâliktir.» Yani talâk
icadına mâliktir. Binaenaleyh itham olunmaz. Ama kadın temizse erkeğin sözü
tasdik olunmaz. Çünkü zâhiren vâki bir hükmü iptal etmeye çalışmaktadır. Sünnet
vakti mevcud-dur. Kendisi de sebebi itiraf etmiştir. Çünkü muzaf halin
sebebidir. Zeylaî.
Ben derim ki: Bu müşkildir. Çünkü sebebi
itiraf ancak şart sâbit olursa sübut bulur. Halbuki adam şartı inkâr etmiştir.
Evet, tâlik yapmaksızın:"Sen sünnet için boşsun." dese bu zâhir olur.
Bahır'da Kâfî'den naklen şöyle denilmiştir: "Bir kimse cima'da bulunduğu karısına:
Sen sünnet için boşsun derse talâk ancak boşamadan hali bir temizlik devresinde
vâki olur. Hayızdan sonraki cima talâk ve cima'dan halidir. Kadın hayzını
görüp" temizlendimi kocasının hayız halinde cima veya talâk iddiası sünnî
talâkı men etmek için kabul edilmez. Çünkü muzaf hal için sebeb olmuştur. Onun
yalnız hükmî gecikir. Ondan sonra talâk ve cima dâvâsı mâni dâvâsıdır.
Binaenaleyh kocasının talâkın temizlik devresinde vuku bulduğunu men eden sözü
kabul olunamaz. Lâkin talâkı ikrar etmesi sebebiyle başka bir talâk meydana
gelir. Hayızda ise kocası talâk veya cima'ı o hayızlı iken yaptığını iddia
ederse tasdik olunur.
Karısına: Seninle hayzın esnasında cima
etmedimse sen boşsun diyerek hayız içinde cima'ı iddiada bulunursa kadın boş
olmaz. Çünkü talâkı açık şarta tâlik etmiştir. Şarta tâlik edilen şey ancak
mâlum olursa şart bulununca sebeb olur. Koca şartı inkâr edince sebebi inkâr
etmiş olur ve sözü kabul edilir. Kezâ "Vallahi sana dört ay
yaklaşmayacağım." diye yemin eder de müddet geçtikten sonra o müddette kadına
yaklaştığını iddia ederse kabul olunmaz. Çünkü îlâ hal hakkında sebebtir. Lâkin
talâkın vukuu müddet bitinceye kadar gecikir. Müddet de bitmiştir. Talâk da
zâhiren vâki olmuştur. Binaenaleyh kadına yaklaştım dâvâsı mâniî dâvâdır, kabul
edilemez. Müddet geçmeden kadına yakınlık ettiğini iddiada bulunursa sözü kabul
edilir. Çünkü henüz talâk vâki olmamıştır. Bu adam inşâsına mâlik olduğu bir
şeyi haber vermiştir, onun için sözü kabul edilir. "Sana dört ay içinde
yaklaşmadımsa senboşsun." dedikten sonra müddet geçer ve kadına müddet
içinde yaklaştığını iddiada bulunursa talâk vâki olmaz. Çünkü talâkı açık şarta
tâlik etmiştir. Ne zaman şartı inkâr ederse sebebi de inkâr etmiş ve sözü kabul
edilir." Bu da gördüğün gibi Zeylaî'den naklen geçen ifadeye muhâliftir.
METİN
Ben derim ki: şu halde geçen mesele de
gelecek mesele de mutlak değillerdir. Vücudu ancak kadın tarafından bilinen bir
şey hususunda kadın istihsanen yemin verdirilmeksizin hassaten kendi nefsi
hakkında tasdik olunur. Bunu inceleme yaparak Nehir sahibi söylemiştir.
Mürâhika (bülûğa yaklaşan kız) bâliğa gibidir. Esah kavle göre ihtilam olmak da
hayız gibidir.
İZAH
«Geçen mesele» den murad karı-koca şartın
bulunduğunda ihtilâf ederlerse ilh...» meselesidir. Gelecek meseleden murad da
şârihin orada beyan ettiği gibi "Hayzını görürsen..." dediği
meseledir. En iyisi gelecek meseleyi "Vücudu ancak kadın tarafından
bilinen ilh..." sözüyle tefsir etmektir.
«Mutlak değillerdir.» Birinci mesele kocası
talâk inşâsına mâlik ise diye, gelecek mesele de talâk inşâsına mâlik değilse
diye kayıdlanacaktır. Bu mânâ burada zikredilen tafsilden alınmaktadır. Şârihin
söylediği ise İbn-i Kemal'in Islâh şerhindeki sözüne uyularak söylenmiştir.
Fakat söz götürür. Şöyle ki; evvela bu tafsil Kâfî'den naklettiğimize muhâliftir.
ikincisi buradaki ihtilaf hayızda değil cima'dadır. Cima vücudu ancak kadın
tarafından bilinen şeylerden değildir. Onu erkek de bilir. Çünkü kendi
fiilidir. Üçüncüsü bu tafsili bu meselede teslim edersek bundan o iki meselenin
kayıdlanması lâzım gelmez. O meseleler ki, iki kaide olup içlerinde kendi cüz'î
meseleleri bulunmaktadır. Bunların bazısı mutlak ifade edilmiş, bazısı bu
tafsile muhâlif olarak açıklanmıştır. Nitekim bunu nafaka meselesinde muayyen
günler geçtikten sonra nafakanın eline geçtiği dâvâsında Zahîre ile Kınye'den
nakletmiştik. Ve nitekim bunu az yukarıda da "Sana dört ay içinde
yaklaşmazsam" sözünde Kâfî'den nakletmiş, dâvâ müddet geçtikten sonradır,
ama koca talâk inşâsına mâlik olmamakla beraber yine sözü kabul edilir
demiştik.
«Vücudu ancak kadın tarafından bilinen»
diye kayıdlaması şundandır: Çünkü o şeyi kadından başkası da bilirse vuku ya
kocanın tasdikine yahut beyyineye bağlı kalır. Haneye girmek ve konuşmak gibi
ki, bilittifak bu ikiden birine bağlıdır. Talâkı kadının doğurmasına tâlik
ederse ne hüküm verileceği hususunda ulemamız ihtilâf etmişlerdir. İmameyn'e
göre talâk ebe kadının şâhidliği ile vâki olur. İmam Âzâm'a göre ise mutlaka
iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şâhidlikleri lâzımdır. Cevhere. Bu
şuna şâmil olmaz. Erkek: senin izninolmaksızın sarhoş eden bir içki içersem
emrin elinde olsun diyerek içki içer, sonra ihtilâf ederlerse söz erkeğindir.
Çünkü talâkın vukuunu inkâr etmektedir. Halbuki izin ancak kadından
alınmaktadır. Lâkin buna sözle muttali olunur. Hayız ve sevgi bunun
hilâfınadır.
«İstihsanen» kıyasa göre söz erkeğin olmak
gerekir. Çünkü kadın kocası üzerine yeminin bozulma şartını ve talâkın vukuunu
iddia, kocası ise bunu inkâr etmektedir. Böyle olunca söz erkeğin olmak ve
kadının sözü sair şartlarda olduğu gibi ancak huccetle tasdik edilmek
gerekirdi. İstihsanın cevhi şudur: Bu iş ancak kadın tarafından bilinir.
Üzerine de şer'î bir hüküm terettüb etmiştir. Binaenaleyh kadının haber vermesi
vâcip olur. Tâ ki harama düşmesin. Çünkü haramdan kaçınmak şer'an her ikisine
vâcibtir. Haramdan kaçınmanın yolu vâcib olur ki, o da haber ver-mektir. Bunun
için kadın teayyün etmiştir. Binaenaleyh kadın vâcibin mesuliyetinden kurtulmak
için sözünün kabulü vâcib olur. Zeylaî.
«İnceleme yaparak Nehir sahibi söylemiştir.»
Asıl incelemeyi yapan kardeşi Bahır sahibidir ve şöyle demiştir: "Zâhirine
bakılırsa yemin yoktur. Buna ulemanın şu sözleri delâlet eder: talâk kadının
haber vermesiyle muallaktır ve mevcuddur. Yemin verdirmekte bir fayda yoktur.
Çünkü talâk kadının sözüyle vâki olmuştur. Yemin verdirmek caymak ümidinden
dolayıdır. Kadın haber verir de sonra ben yalan söylemiştim derse talâk ortadan
kalkmaz. Çünkü kadın çelişkiye düşmüştür." Lâkin Miskin hâşiyelerinde
beyan edildiğine göre Hamevî Makdisî işaretiyle naklen bu kadına bilittifak
yemin verdirileceğini söylemiştir. Çünkü bu ulemanın: "Sözü kabul edilen
herkese yemin düşer." sözünden istisna edilen yerlerden değildir.
Ben derim ki: Bunun söz götürdüğü kimseye
gizli değildir. Biliyorsun ki yemin verdirmekte bir fayda yoktur. İstihsanın
vechini de gördün. Bu-nun müstesnalar arasında zikredilmemesi müstesnalardan
olmadığına delâlet etmez. Nice kaideler vardır ki kendisinden bir çok şeyler
istisna edilmiş, diğerleri kalmıştır. Çünkü bu istisna edenin hatırına gelene
göredir. Bahusus vechinin anlaşılmasına göredir.
Evet, kazaen bu zâhirdir. Fakat diyaneten
hayızla sevgi arasında fark gerekir. Zira talâkın kadının haber vermesiyle hem
kazaen hem diyâ-neten muallak olması ancak sevgi hakkındadır. Hayız hakkında
diyaneten kadın boş olmaz. Meğerki doğru söylemiş olsun. Nitekim yakında
bile-ceksin.
«Mürâhika bâliğa gibidir.» Hayız görmeyen
küçük kızın ve hayızdan kesilen kadının hükmüne gelince: Nehir sahibi:
"Ben bunu görmedim. Ama hayızdan kesilenin sözü kabul edilmek, küçük kızın
sözü kabul edilmemek gerekir." diyor.
«Esah kavle göre ihtilam olmak da hayız
gibidir.» Nehir sahibi diyor ki; "Bir kimse kölesine ihtilam olursan sen
hürsün der de köle ihtilam olduğunu söylerse mesele ihtilâflıdır, Hişam'ın
rivâyetine göre tasdik olunmaz. Esah kavle göre tasdik olunur. Çünkü hayız gibi
ihtilâmı dabaşkası bilmez." Muhit'te de böyle denilmiştir.
METİN
Erkeğin karısına: Hayzını görürsen sen
boşsun. fülan kadın da; yahut sen Allah'ın azabını seversen boş ol, kölem de hür
olsun demesi böyledir. Kadın hayzımı gördüm der hayız da mevcud olursa,
kesildiği takdirde sözü kabul edilmez. Zeylaî ve Haddâdî.
İZAH
"Hayzını görürsen sen boşsun
ilh..." Bilmiş ol ki talâkı sevgiye tâlik hayza tâlik gibidir. Ancak iki
şeyde ayrılırlar. Birincide sevgiye tâlik meclise münhasırdır. Çünkü muhayyer
bırakmaktan ibarettir. Hatta kadın ayağa kalkarak seni seviyorum derse boş
olmaz. Talâkı hayza tâlik ise sair tâlikler gibi ayağa kalkmakla bâtıl olmaz.
İkincide kadın verdiği haberde yalan söylerse sevgiye tâlik meselesinde boş
düşer. Hayza tâlikde ise kendisiyle Allah Teâlâ arasında boş düşmez. Zeylaî.
Bu izahın bir misli de Fetih ve diğer
kitaplardadır. Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde şöyle denilmektedir: "Erkek
karısının sevdiğini bildiği veya ölüm ve azab gibi sevmediğini bildiği bir şey
için filan şeyi seversen sen boşsun der de kadın ben onu severim cevabını
verirse, meclisinde bulunduğu müddetçe söz kadınındır. Kezâ hayat ve zenginlik
gibi karısının sevdiğini bildiği bir şey için: Filan şeyden tiksinirsen ilah...
der de kadın: Ben ondan tiksinirim cevabını verirse boş düşer. Kocası: Filan
şeyi seversen sen üç defa boşsun der de kadın yalandan: Ben onu sevmem cevabını
verirse talâk vâki olmaz. Kezâ bunu ben seversem sen üç defa boşsun der de sonra
yalandan: Ben onu sevmem derse karısı karısıdır. Kendisiyle Allah Teâlâ
arasında o kadını cima'ı haram olur. Tiksinme üzerine yemin de böyledir. Kezâ:
Sen talâkı kalbinle seviyorsan veya onu arzu ediyorsan yahut onu diliyorsan
yahut dilinle değil de kalbinle iştiyak duyuyorsan üç defa boş ol der de kadın:
Dilemiyorum, sevmiyorum, arzu etmiyorum, iştiyak duymuyorum cevabını verirse o
adamın karısıdır. Bundan sonra aksini söylerse tasdik edilmez. Eğer bulunduğu
mecliste ise yahut susar da ayağa kalkıncaya kadar bir şey söylemezse o adamın
karısıdır. Velevki kalbinde gizlediği başka olsun. Kendisiyle Allah Teâlâ
arasında o adamla beraber bulunması câizdir. Bu, Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'a
göredir. İmam Muhammed'e göre diliyle açıkladığı başka, kalbinde gizlediği
başka ise o adamla beraber yaşaması câiz değildir."
Bahır'da zikredildiğine göre: "Ben
filan şeyi seversem ilah..." meselesinde Şemsü'l-Eimme şunları
söylemiştir: "Bu müşkildir. Çünkü kadının kalbinde ne olduğu bilinmese de
erkek kendi kalbinde ne olduğunu hakikaten bilir. Lâkin bu işin yolu
söylediğimiz gibidir. Hüküm zâhire göre verilir. O da vücuda dair olsun,
yokluğa dair olsun ihbardır. Kâdîhân'ın bildirdiğine göre bir adam karısına:
Seni sevindirirsem sen boşsun der de arkacığından onudöverse kadın: Bu beni
sevindirdi dediği takdirde ulema boş olmadığını söylemişlerdir. Çünkü onun
yüzde yüz yalan söylediğini biliyoruz."
Kâdîhân demiştir ki: "Bunda işkâl
vardır. O da şudur: Sevinç bilinmeyen şeylerdendir. Binaenaleyh talâk kadının
haber vermesine teallûk etmek gerekir ve onun bu husustaki sözü kabul
edilmelidir. Velevki yalan söylediğini yüzde yüz bilelim. Nitekim kocası: Eğer
Allah'ın seni cehennem ateşiyle azab etmesini seversen sen boşsun dese, kadın:
Severim cevabını verdiğinde talâk vâki olur."
Bahır sahibi diyor ki: "Bu söz kabul
edilemez. Çünkü Hidâye sahibi kadının yalan söylediği yüzde yüz kestirilemez.
Zira kocasına çok kızdığı için azabla ondan kurtulmayı sevebilir
demiştir." Bu suretle anlaşılır ki, talâkı kalb işlerinden birine tâlik
eder de kadın o işi haber verirse, kadının yüzde yüz yalan söylediğini
bildiğimiz takdirde talâk vâki olmaz. Aksi takdirde olur.
Bedâyi'de şöyle denilmiştir: "Eğer
cennetten hoşlanmazsan sözü kadının hoşlanmadığını haber vermesine teallûk
eder. Halbuki kadın cennetten hoşlanmayacak bir hale varmaz. Böylece onun yüzde
yüz yalan söyledlğini biliriz. Şöyle de denilebillr; Kadın dünya hayatını çok
sevdiği için cennetten hoşlanmayabilir. Çünkü cennete ancak ölümle
ulaşabilecektir. Kadınsa ölümden hoşlanmaz. Binaenaleyh yüzde yüz yalan
söylediğini kestiremeyiz. Ulemanın buradaki sözlerinin zâhirinden anlaşılıyor
ki, kadın: Ben cehennem azabını severim, cennetten de hoşlanmam demekle kâfir
sayılmaz. Nehir sahibi bu meseleyle sevinme meselesi arasında fark görmüş:"
Kadının dövülmekten duyduğu elem yalan söylediğine açık delildir. Mücerred
azabı sevmek bunun hilâfınadır. Çünkü onda yalan söylediğini yüzde yüz
kestirmeye bir delil yoktur." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin "Ben fülan şeyi
seversem..." meselesinde erkek kalbindekinin hilâfını haber verirse işkâl
bâkidir. Çünkü yalan söylediği yüzde yüz mâlumdur. Hüküm Şemsü'l-Eimme'den
naklen yukarıda geçtiği gibi verilen habere göre cereyan ederse bu vârid
değildir. Lâkin sevinme meselesinde Kâdîhân'ın işkâli vâriddir. Meğerki şöyle
cevap verilsin: hükmün haber vermeye teallûk etmesi haber verenden başkası onun
yalan söylediğini yüzde yüz bilmediğine göredir. Böylece hem Şemsü'l-Eimme'nin
işkâli, hem de Kâdîhân'ınki defedilmiş olur,
T E N B İ H : Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Kadının sevmesiyle kayıdlaması şundandır: Çünkü talâkı başkasının
sevmesine tâlik etse Muhît'in zâhir ibâresinden anlaşıldığına göre mutlaka
kocasının tasdiki lâzımdır. Çünkü Muhît sahibi şöyle demiştir: Annen bunu
sevmezse sen boşsun derse arkacığından anne ben sevmem cevabını verir, koca da
onu yalanlarsa kadın boş düşmez. Koca onu tasdik ederse mâlum olduğu üzere boş
düşer. İbn-i Rüstem'in İmamMuhammed'den rivâyetine göre bir adam: Eğer filan
adam mü'min ise sen boşsun derse kadın boş düşmez. Çünkü bunu o adamdan başka
kimse bilmez. Başkası aleyhine o adamın sözü de tasdik edilmez. O kimse
müslümanlardan olup namaz kılar haccederse, başka birine benim sana bir hâcetim
var, onu bana bitiriver dediğinde o da eğer senin hâcetini bitirmezsem karım
boş olsun cevabını verirse, bu sefer o da benim hâcetim senin karını boşamandır
dediğinde o kimse tasdik etmeyebilir. Karısı da boş düşmez. Çünkü bu söz
doğruya ve yalana ihtimallidir. Binaenaleyh başkası aleyhine tasdik
edilmez." Hayreddin-i Remlî diyor ki: "Bu fer'lerden anlaşıldığına
göre bir kimse talâkı başkasının fiiline tâlik ederse o başkasının sözü tasdik
edilmez. İster ondan başka kimsenin bilmeyeceği bir şey olsun; ister olmasın
fark etmez. Her iki surette de ya kocanın tasdiki yahut beyyineyle sâbit olan
şeylerdense beyyine mutlaka lâzımdır."
"Sözü kabul edilmez." Çünkü bu
zaruridir. Binaenaleyh bunda şartın bulunması şarttır. Zeylai. Yani kadının
sözünü kabul etmek onun sözünde şer'î hüküm terettüb etmesi zaruretinden
dolayıdır. Tamamı gelecektir.
METİN
Yahut kadın severim cevabını verirse kocası
yalanladığı takdirde yalnız kendisi boş olur. Kocası tasdik eder yahut kadının
hayızlı bulunduğu bilinirse her iki kadın boş olurlar. Haddâdî. "Hayzını
görürsen.." sözünde kanı görmekle talâk vâki olmaz. Çünkü kanın istihâza
(hastalık kanı) olması ihtimali vardır. Üç gün devam ederse kanı gördüğü andan
itibaren talâk vâki olur. Meydana gelen talâk da bid'îdir. Kadın cima edilmemiş
olup üç gün zarfında başka bir kocaya varırsa sahih olur. Bu müddet zarfında ölürse
mirâsı ilk kocasına aid olur. İkinciye aid değildir. Ve kadın kendisi hakkında
tasdik olunur, ortağı hakkında tasdik edilmez. Bir hayız görürsen veya bir
hayzın yarısını yahut üçte birini veya altıda birini görürsen demekle o
hayızdan temizlenmedikçe hiç bir talâk vâki olmaz. Çünkü hayız parçalanmaz.
Hayız kelimesi tam bir hayzın ismidir. Sonra kadının sözünün kabul edilmemesi
başka bir hayız görmediği müddetçedir.
İZAH
"Yalnız kendisi boş olur." Yani
filan kadın boş olmaz. Çünkü şer'an kadın hakkında bakılacak şey verdiği
haberdir. Kadın kendisi hakkında emindir. Ortağı hakkında ise müttehemdir. Bu
hususa şehâdeti de tek şâhidliktir. Bir insanın kendisi hakkında sözü kabul
edilip başkası hakkında kabul edilmemesi uzak görülemez. Meselâ mirâsçılardan biri
ölenin bir borcunu ikrar ederse bu ikrar öteki mirâsçılar tasdik etmediği
takdirde yalnız kendi hissesine münhasırdır. Tamamı Bahır'dadır.
"Yahut kadının hayızlı bulunduğu
bilinirse" sözü yukarıda geçen "Kadından başka kimseninbilmediği
ilah..." sözüne aykırı değildir. Çünkü yukardaki söz hali bilinmediği
zamana mahsustur. Buradaki ise bilindiğine göredir. Meselâ kocasına ve
ortağınca mâlum olan iddeti zamanında haber vermiş olur. Kendisinden kan
geldiği görülür de şüphe kalmaz. Düşün! Remlî.
"Hayzını görürsen ilah..."
cümlesi evvela mücmel bıraktığını izah ve beyandır.
"Kanı gördüğü andan itibaren talâk
vâki olur." Çünkü devam etmekle ibtidadan hayız olduğu anlaşılır. Artık
müftüye o adama yardım ederek "Kadın kanı gördüğü andan itibaren boş
olmuştur." demek icab eder. Bu istinad bâbından değil beyan kabîlindendir.
Onun için kanı gördüğü andan itibaren demiştir. Meselenin tam izahı
Bahır'dadır. Yine Bahır'da Kâfî'den naklen: "Hayzını görürsen kölem hür
olsun, ortağın da boş olsun meselesinde kadın kanı görür de ben hayız oldum der
kocası da kendisini tasdiklerse, kan devam etmeden kocası cima'dan men edilir.
Köle de kullandırılmaz. Çünkü kanın devam etmek ihtimali vardır."
denilmiştir.
"Meydana gelen talâk da
bid'îdir." Çünkü hayız esnasında yapılmıştır. Bir hayız görürsen ilah...
demesi bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir. Bu beyanın semeresidir ve şurada
da zâhir olur: Hayza tâlik edilen şey köle âzâdı olur da köle bir cinayet işler
yahut kadın kanı gördükten sonra köleye bir cinayet işlenirse kan devam etmekle
bu cinayet hür kimselerin cinayeti olur. Bu hayzın iddetten hesap edilmemesi
hususunda da zâhir olur. Çünkü şart kanı görmek olunca vukuun bir kısmını
gördükten sonra olması lâzım gelir. Onun için bid'î olur dedik.
"Kadın cima edilmemişse" sözü
"Kanı gördüğü andan itibaren talâk vâki olur." cümlesi üzerine tefri
edilmiştir. Şârih bununla cima edilenden ihtirâz etmiştir. Velevki kendisiyle
halvet yapılan kadın gibi hükmen cima edilmiş olsun. Çünkü bu kadının üç gün
içinde başka bir kocayla evlenmesi mümkün değildir. İlk kocasından vâcib olan
iddeti vardır.
"Mirâsı ilk kocasına aid olur."
Çünkü bunun hayız olup olmadığı bilinemez. Bahır. Yani talâkın vukuu şartı
tahakkuk etmemiştir. Kadın o kocanın ismetinde bâkidir. Bunun muktezası da
ikinci kocanın onu nikâh etmesi bâtıl olmaktır. Onun için mehir lâzım gelmez.
"Ve kadın kendisi hakkında tasdik
olunur." Yani kocası onun ve ortağının talâkını hayız görmesine tâlik
ettiği zaman kadının sözü kendisi hakkında tasdik edilir. Musannıfın yukarıda
geçen: "Yalnız kendisi boş olur." sözü buna hâcet bırakmamıştı.
Bahır'da Mecma şerhinden naklen şöyle denilmiştir: "Kocası üç günde kan
kesildi der de kadın ve köle bunu inkâr ederlerse söz kadınla kölenindir. Çünkü
koca zâhiren âzâdlığın şartı bulunduğunu ikrar etmiştir. Zira vaktinde kanı
görmek hayız olur. Onun için de kadına namaz ve orucu bırakması emrolunur.
Sonra bir arıza iddia etmiştir ki, bu görülen kanı hayız kanı olmaktançıkarır.
Binaenaleyh tasdik edilmez. Kendisini kadın tasdik eder de üç günün içinde köle
yalanlarsa söz yine ikisinindir. Üç gün geçtikten sonra olursa artık söz sadece
kölenindir.
"Bir hayız görürsen ilah..."
sözünün misli sen hayzınla birlikte boşsun yahut hayzının içinde boşsun
demesidir. Bahır.
"Çünkü hayız parçalanmaz." sözü
hepsinin illetidir. Zira parçlanmayı kabul etmeyen bir şeyin bir cüz'ünü
zikretmek hepsini zikretmek gibidir. Nehir'de Cevhere'den naklen şöyle
denilmiştir: "Sen hayzının yarısını görürsen boşsun, diğer yarısını da
görürsen boşsun derse hayzını görüp temizlenmedikçe bir şey vâki olmaz.
Temizlendiğinde iki talâk vâki olur."
"O hayızdan temizlenmedikçe hiç bir
talâk vâki olmaz." Bu temizlenme de ya kanın on günde kesilmesi yahut
yıkanmak veya onun yerini tutan namazın boynuna borç olması gibi bir şeyle olur.
Nehir.
"Tam bir hayzın lamidir." Yani
tam hayız ancak ondan temizlenmekle olur. Kadın hayızlı bulunursa temizlenip
tekrar hayız görmedikçe boş düşmez, Ama kocası bu hayızdan meydana gelen
günleri niyet ederse o da niyetine göredir. Gebe kalırsan derse yine böyledir.
Şu kadar var ki burada kadının içinde bulunduğu gebelik halini niyet ederse
yemini bozulmaz. Çünkü gebelik muhtelif parçalardan meydana gelmiş değildir.
Hayız bunun hilâfınadır. Bunu Haddâdî söylemiştir. Nehir.
"Başka bir hayız görmediği müddetçedir."
Bu da kendisi hayızlı iken yahut hayızdan temizlendikten sonra haber vermekle
olur. Başka bir hayız gördüğünde haber verirse sözü ancak diğer bir hayızdan
temizlendikten sonra kabul edilir. Erkeğin hayzını görürsen deyip bir hayız
kelimesini söylememesi bunun hilâfınadır. Zira şart hayız varken haber
vermesidir. Ondan sonra haber vermesi kabul edilmez. Nitekim geçti.
Fetih sahibi diyor ki: "Çünkü bu
zaruridir. Onun için şartın bulunması şarttır. Sen bir hayız görürsen demesi
bunun hilâfınadır. Kadın o hayızdan sonraki temizlik devresinde kabul edilir.
Daha önce ve sonra kabul edilmez. Hatta bir müddet sonra hayzımı gördüm ve
temizlendim, şimdi ben başka bir hayız içindeyim dese sözü kabul edilmez. Talâk
da vâki olmaz. Çünkü şartı şart yokken haber vermiştir. Onun için talâk vâki
olmaz. Ancak bu hayız sona erdikten sonra temizlendiğini haber verirse o zaman
talâk vâki olur. Çünkü kadın hayız ve temizlik gibi şeyleri haber vermek
hususunda bunlara teallûk eden hükümleri yerine getirmek zaruretinden dolayı
şer'an güvenilir kabul edilmiştir. Binaenaleyh bu hükümlerin bulunmadığı halde
güvenilir kabul edilemez. Çünkü kocası yalanladığında hâcet kalmaz." Bu
sözün mefhumu şudur: Kadın diğer hayızdan mücerred temizlenmekle boş düşmez.
Mutlaka haber vermesi lâzımdır. Zira evvelce geçtiği vecihle ancak kadın
tarafından bilinenşeyler onun haber vermesiyle muallak olurlar. "Kocası
yalanlarsa" sözünden anlaşılıyor ki, tasdik ederse talâk vâki olur.
Velevki ikinci hayızdan temizlenmemiş olsun.
METİN
Bir gün oruç tutarsan sen boşsun sözünde
kadın o günün orucundan sonra güneş battığı vakit boş olur. Sadece oruç
tutarsan demişse bunun hilâfınadır. Çünkü oruç bir saata da denilebilir. Kocası
karısına: "Oğlan doğurursan bir defa boşsun. Kız doğurursan iki defa
boşsun." der de kadın ikisini de doğurur ve hangisini evvel doğurduğu
bilinmezse kazaen bir talâk, tenezzühen yani ihtiyatan iki talâk lâzım gelir.
Çünkü kızın önce doğmuş olması ihtimali vardır. İddet ikinciyle biter. Onun
için ikinciyle bir şey vâki olmaz. Zira iddetin bitmesiyle beraber yapılan
talâk vâki değildir.
Birinci bilinirse söz yoktur. İhtilâf
ederlerse söz kocanındır. Çünkü inkâr eden odur. Her iki çocuğun beraberce
doğdukları tehakkuk ederse üç talâk vâki olur ve kadın kur'larla (hayız
müddetleriyle) iddet bekler. Kadın bir oğlanla iki kız doğurur da evvel doğan
bilinmezse kazaen iki talâk, tenezzühen ise üç tatâk vâki olur. İki oğlan bir
kız doğurursa kazaen bir talâk, tenezzühen üç talâk vâki olur. Erkeğin:
"Hamlin oğlansa sen bir talâk boşsun. Kızsa iki talâk boşsun." deyip
de kadının bir oğlanla bir kız doğurması bunun hilâfınadır. Kadın boş düşmez.
Çünkü kadının hamli hepsinin ismidir. Doğanların hepsi oğlan veya hepsi kız
olmadıkça kadın boş düşmez. Kezâ kocası karnındaki oğlansa derse mesele de
haliyle olursa hüküm yine budur. Çünkü Arapçada mâ edatı umum bildirir.
Karnında oğlan varsa demesi mesele yine haliyle olmak şartıyla bunun
hilâfınadır. Üç talâk vâki olur. Çünkü burada umum edatı yoktur.
İZAH
"Bir gün oruç tutarsan ilah..."
sözünün benzeri eğer oruç tutarsan demesidir ve ancak bir günün tamamlanmasıyla
talâk vâki olur. Çünkü oruç mi'yarla (ölçüyle) takdir edilmiştir. Fetih.
"Sadece oruç tutarsan demişse bunun
hilâfınadır." Yani bu söz şeriatta oruç adı verilen şeye teallûk eder. Bu
da bir saat tutmakla, rüknüyle, şartıyla bulunmuştur. Onun için bu sözle talâk
vâki olur. Velevki sonradan bozmuş olsun. Kezâ "bir günde veya bir ayda
oruç tutarsan" derse hüküm yine budur. Çünkü tamamlanmasını şart
koşmamıştır, "Bir namaz kılarsan şöyle olsun." derse iki rekât
kılmakla "namaz kılarsan" derse bir rekât kılmakla boş olur. Fetih.
"Kadın ikisini de doğurursa" yani
arka arkaya doğurursa demektir. Mehir. Bununla neden ihtiraz ettiği aşağıda
gelecektir.
"Tenezzühen iki talâk lâzım
gelir." Yani haramdan uzaklaşmak için iki talâk boş olması lâzım gelir.
Nehir. Kuhistânî'de tenezzühen kelimesi diyaneten yani o kimseyle Allah
Teâlâarasında diye tefsir edilmiştir. Nitekim musannıf ve başkaları bunu
zikretmişlerdir.
Ben derim ki: Bunun muktezası şudur: Erkek
aleyhine bir talâk daha vâki olunca diyaneten o kadından ayrılması vâcib olur.
Bu ihtiyat ve haramdan uzaklaşmak içindir. Velevki hâkim buna hüküm vermemiş
olsun. Müftü buna fetva verir. Vâcib olduğuna musannıf ve diğer zevâtın lâzım
gelir demeleri delâlet etmektedir. Lâkin Hidâye'de "Evla olan tenezzüh ve
ihtiyat için iki talâkla amel etmektir." denilmiştir.
Kazaen iki talâk lâzım gelmemesi bunların
vukuu muhakkak olmadığındandır. Helâllık yüzde yüz sâbit idi. Binaenaleyh
ihtimalle ortadan kalkamaz. Bazıları: "Tenezzühen bir talâk daha lâzım
gelir dese daha iyi olurdu." demişlerdir. Çünkü ibâreden ikinin birden
ayrı olduğu vehmi doğmaktadır. İhâm olmadığı teslim edilse bile tenezzüh ancak
bir talâkla olur. Diğer talâk kazaendir.
"İddet ikinciyle biter." sözü
talâkın ric'î olmadığına, mirâsçı da olamayacağına işarettir. Bahır.
"Söz yoktur." Yani muallak tâlak
birinciyle vâki olur. İkinci çocukla bir şey vâki olmaz.
"Çünkü inkâr eden odur." Yanl
ziyade talâkı inkâr eden odur. Bu mesele musannıfın: "Karı-koca şartın
bulunup bulumadığında ihtilâf ederlerse ilah..." sözünün fer'lerindendir.
"Her iki çocuğun beraberce doğdukları
tehakkuk ederee ilah...» Bu meseleyi musannıfın zikretmemesi âdeten imkânsız
olduğu içindir. Nehir. Kadın hünsa doğurursa bir talâk vâki olur ve ikinci
talâk hünsanın hali belli oluncaya kadar tevakkuf eder. Bunu Hindiyye sahibi
Bahr-ı Zâhir'-den nakletmiştir. T.
"Kazaen iki talâk ilah..." vâki
olur. Çünkü oğlan evvela yahut ikinci olarak doğarsa kadın üç talâk boş olur.
Bunların biri oğlanla ikisi ilk doğan kızlardır. Çünkü karnında çocuk kaldıkça
iddet bitmez. Oğlan son olarak doğduysa birinci kızla iki talâk vâki olur,
ikinci doğanla bir şey vâki olmaz. Çünkü kıza yaptığı yemin birinciyle
çözülmüştür, oğlanla bir şey vâki olmaz. Zira iddet bittiği zaman doğmuştur.
Böylece mesele üçle iki arasında tereddüt edince kazaen en azıyla, tenezzühen
en çoğu ile hüküm verilir. Fetih.
"Kazaen bir talâk" vâki olur.
Çünkü iki oğlan ilk defa doğarsa birincisiyle bir talâk vâki olur. İkinci
oğlanla ve ondan sonra doğan kızla bir şey vâki olmaz. Zira iddet bitmiştir.
Kız evvela veya ortada doğarsa onunla iki talâk meydana gelir. Ondan sonra veya
ondan önce doğan oğlanla da bir talâk meydana gelir. Böylece talâk üçle bir
arasında tereddüt eder.
"Mesele de haliyle olursa" yani
kadın bir oğlan bir kız doğurursa demektir.
"Çünkü Arapçada mâ edatı umum
bildirir." Yani bir veya iki talâk vukuunun şartı karnındakilerin hepsinin
oğlan veya hepsinin kız olması gerektiğini bildirir. Bunun bir misli de
Fetih'deki şu ifadedir: "şu çuvaldaki buğdaysa kadın boş olsun, unsa yine
boş olsun der de hem buğday hem un çıkarsa kadın boş olmaz."
"Çünkü burada umum edatı yoktur."
Söz de her ikisine sâdıktır. Yani hem kız hem oğlan için kadının karnındaydı
denilebilir. Câmi'de şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına: Bir çocuk
doğurursan sen boşsun. Ama doğurduğun oğlan çıkarsa iki defa boşsun der de
kadın oğlan doğurursa üç talâk vâki olur. Çünkü iki şartın ikisi de
bulunmuştur. Zira mutlak mukayyedin içinde mevcuddur. İmam Mâlik'le Şafiî'nin
kavilleri de budur."
METİN
FER'İ MESELELER: Bir adam karısının
talâkını gebeliğine tâlik ederse yemin vaktinden itibaren iki seneden fazlada
doğurmadıkça boş düşmez.
Karısına: Bir çocuk doğurursan sen boşsun
yahut cariyesine bir çocuk doğurursan hürsün der de ölü doğurursa kadın boş
düşer, cariye âzâd olur.
Bir adam ümmüveledine: Doğurursan hürsün
derse onunla iddet biter. Cevhere.
İZAH
"İki seneden fazlada doğurmadıkça boş
düşmez." Çünkü talâkı yeminden sonra meydana gelecek gebeliğe tâlik
etmiştir. Gebeliğin yeminden öncede iki seneye kadar meydana gelmesi
beklenebilir. Bu suretle yapılacak talâkda şübhe vâki olmuştur. Şübheyle talâk
vâki olmaz. Muhît'te böyle denilmiştir. Bahır. İddet çocuğun doğmasıyla biter.
Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde böyle denilmiştir. Bu açık gösterir ki, talâk
doğduktan sonra olmamıştır. Aksi takdirde iddet doğumla bitmezdi. Bilâkis talâk
doğumdan önce yeminden sonraki nebelikle olmuştur. Çünkü üzerine tâlik yapılan
şey odur.
"Doğurmadıkça" demesinin mânâsı
şudur: Yeminden itibaren iki seneden fazlada doğurmakla anlaşılmıştır ki talâk
gebeliğin ilk anlarında vâki olmuştur. Doğumun yemin vaktinden iki seneden
fazla olması gebeliğin yeminden sonra meydana geldiği tehakkuk etsin diyedir.
Çünkü bundan azda olursa yeminden önce gebe kalmış olması ihtimali vardır.
Şübheyle talâk vâki olmaz. Sonra kadın doğurmakla talâkın gebelik zamanında
yapıldığı anlaşılınca gebelik vakti meçhûl kalır. Binaenaleyh talâkın vukuu
vakti bilinmez. Meğerki şöyle denilmiş olsun: Talâk doğumdan altı ay önce
olmuştur. Çünkü bu müddette gebelik yüzde yüz mâlumdur. Daha önce şübhelidir.
Binaenaleyh şübheyle talâk vâki olmaz. Halebî böyle incelemiştir.
TENBİH : Bu yemin cima'ı haram kılmaz.
Lâkin istibrâ yapmadan o kadınla cima'da bulunmaması müstehab olur. Çünkü
gebeliğin zuhuru tesavvür edilebilir. Nitekim Bahır'da Muhît'ten naklen böyle
denilmiştir. istibrânın vâcib olmaması cima'ın helâllığı asıl olduğundandır.
Gebeliğin zuhuru ise mevhumdur. Nitekim bunu Halebî ifade etmiştir.
«Onunla iddet biter.» Bu ibârede düşüklük
vardır. Aslı şöyledir: "Ümmüveled âzâd olur. Çünkü doğan çocuktur. Onunla
iddet biter." Cevhere'nin ibâresi şu şekildedir: "Bir adamkarısına:
Bir çocuk doğurursan sen boşsun der de kadın ölü doğurursa boş düşer. Kezâ
cariyesine bir çocuk doğurursan sen hürsün derse hüküm yine böyledir. Çünkü
mevcud olan şey doğmuştur ve hakikaten çocuktur. Şeriatta da çocuk sayılır.
Hatta onunla iddet biter. Ondan sonra gelen kan nifastır. Annesi ümmüveleddir.
Böylece şart tehakkuk etmiştir ki, o da çocuğun doğmasıdır." Cevhere'nin
"Hatta iddet onunla biter" sözü "Şeriatta da çocuk
sayılır." ifadesinin gâyesidir. Bu sözün mânâsı şerhden anlaşıldığı gibi
"Ümmüveled onunla iddetten çıkar." demek değildir. Çünkü iddet
hürriyetin arkacığından vâcib olur. Hürriyet ise doğuma tâlik edilmiştir.
Binaenaleyh ondan sonra vâki olur. Yani doğum iddetin vücubundan iki mertebe
öncedir. Şu halde iddet nasıl doğumla biter! Nitekim bunu Halebî ifade
etmiştir.
METİN
Azâdlığı veya talâkı velevki üç olarak iki
şeye tâlik ederse, ister hakikaten şartın tekerrürü ile olsun ister olmasın
ikinci şart milkde bulunursa muallak vâki olur. Meselâ Zeyd ve Bekir gelirse
sen şöyle ol, sözü şartın tekerrürü ile değildir. Aksi takdirde talâk vâki
olmaz. Çünkü yeminin bozulması halinde milk şarttır. Mesele dörtlüdür.
İZAH
«Şartın tekerrürü ile» olması bir şartı
diğerine atıfla olur. Ceza cümlesini sonraya bırakır. Meselâ: Filan gelirse ve
filan gelirse sen boşsun derse, ikisi de gelmedikçe talâk vâki olmaz. Çünkü bu
adam hâlis bir şartı hükümsüz bir şart üzerine atfetmiş, sonra ceza cümlesini
getirmiştir. Binaenaleyh talâk iki şarta birden teallûk eder ve iki şart bir
olur. Talâk da ancak onların bulunmasıyla vâki olur. Ama şartların biriyle
talâk vukuunu niyet ederse ceza cümlesini ondan önce söylemek şartıyla niyeti
sahih olur. Bu ağır söylemek olur yahut atıfsız şart edatını tekrarlamakla
olur. Meselâ yersen, giyersen sen boşsun demesi böyledir. Kadın evvelâ giyip
sonra yemezse boş olmaz. Yani sonra zikrettiğini evvel yapar. Bu söz
"Giyersen ve yersen sen boşsun." takdirindedir. "Her evlendiğim
kadın filancayla konuşursam boş olsun." demesi de böyledir. Sonra
zikrettiği öne alınır, ve: "Eğer filanla konuşursam her evlendiğim kadın
boş olsun." takdirinde olur. Bu izaha göre bir adam: "Sana verirsem,
sana va'd edersem, benden istersen boşsun." dese, evvela kadın ondan
isteyip sonra ona va'd ederek daha sonra vermedikçe boş düşmez. Çünkü bu adam
vereceği şeyde va'di şart koşmuştur. Va'din içinde de istek vardır. Sanki şöyle
demiş gibidir: "Sen benden istersen, ben sana va'd edersem, sana filan
şeyi verirsem boşsun." Fetih'de böyle denilmiştir.
Ama bu ikinci şart âdeten birincinin
üzerine terettüb etmediğine göredir. Ceza cümlesi de ya her iki şarttan sonra
ya her ikisinden öncedir. Aksi takdirde her şart kendi yerinde itibaredilir.
"Yersen, içersen sen hürsün." gibi ki, evvela içer de sonra yerse
âzâd olmaz. Kezâ "Beni çağırırsan, sana icabet edersem yahut hayvana
binersem, bana gelirsen..." gibi sözlerde her şart kendi yerinde
bırakılır. Çünkü şartlar örfen birbiri üzerine tertip edilmiş bulunursa
aralarında bir gizli sonra kelimesi var farzedilir. Kezâ ceza cümlesi iki şart
arasına girerse her şart kendi yerinde bırakılır. Çünkü iki şartın arasına ceza
cümlesi vasıl edatı olan fâ ile yapılmıştır. Binaenaleyh birincisi yeminin
mün'akid olması için şart, ikincisi bozulması için şart olur.
Meselâ: Eve girersen sen boşsun fülanla
konuşursan demesi böyledir. Birinci şart zamanında milkin bâki olması şarttır.
Çünkü yeminin mün'akid olması için şart yapmıştır ve sanki eve girerken:
"Filanla konuşursan sen boşsun." demiş gibi olur. Yemin ancak milkde,
yahut milke muzaf olarak münakid olur. Şayet kadın eve girerken o kimsenin
milkindeyse söze tâlik ettiği yemin sahih olur. Kadın konuştumu boş düşer.
Milkinde değilse meselâ boşanıp iddetini bitirdikten sonra girerse konuşsa bile
sahih olmaz. Kadın iddet içinde o haneye girer de orada konuşursa boş düşer.
Hâsılı adam şart edatını atıfsız
tekrarlarsa talâkın vukuu her iki şartın bulunmasına bağlı kalır. Lâkin ceza
cümlesini iki şarttan önce söyler yahut sona bırakırsa sonuncuda milk bulunmak
şarttır. Takdim ve tehir üzere söylenen ilk odur. Onu ortağa söylerse her iki
şartta milk bulunmak lâzımdır. Atıfla söylerse ceza cümlesini evvel veya ortada
söylesin talâk iki şarttan birine tevakkuf eder. Ceza cümlesini sona bırakırsa
talâk her iki şarta bağlı olur. Şart edatını tekrarlamazsa her iki şeyin
mutlaka bulunması lâzım gelir. Ceza cümlesini onlardan önce veya sonra
söylemesi fark etmez. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır. Tamamı
oradadır.
«İster olmasın» sözü "hakikaten"
üzerine mütuftur. Bahır'da şöyle denilmiştir: "İkinciye yani hakikaten
şart olmayan tâlika gelince: Bu şöyle olur: Bir fiil iki şeye teallûku
cihetiyle mütealliktir. Meselâ: Şu haneye ve şuna girersen demesi böyledir.
Yahut ben Ebû Amr'la ve Ebû Yusuf'la konuşursam şöyle olsun der. Bunların ikisi
bir şarttır. Meğerki talâk vukuunu biriyle niyet etsin. Bu halde vuku için
sonuncuda milk bulunması şarttır. Kezâ bir fiil olup iki şeyle kaimse meselâ:
Zeyd ve Amr gelirse şöyle olsun derse hüküm yine böyledir. Zira şart ikisinin
gelmesidir.
«İkinci şart milkde bulunursa» cümlesi
birinci şarta göre ihtirazdır. Çünkü o bildiğin gibi tafsilâtlıdır. Tâlikın
aslına gelince: Onun sahih olması için ya milk yahut milke izafet şarttır.
Nitekim bâbın başında geçti. Sözümüz tâlik sahih olduktan sonraya aiddir.
«Mesele dörtlüdür.» Çünkü ya her iki şart
milkde bulunurlar yahut milkin dışında bulunurlar. Yahut yalnız birincisi milkde
veya yalnız ikincisi milkde bulunur. İkinci şart milkde bulunursabirincisi
milkde bulunsun bulunmasın talâk vâki olur. İkincisi milkin dışında bulunursa
birincisi milkde bulunsun bulunmasın talâk vâki olmaz. H. Şu halde Zeyd ve
Bekir geldiği vakit sen boşsun dediğinde Zeyd'le Bekir geldikleri vakit kadın
milkinde ise yahut onu boşamış da iddeti bitmiş sonra Zeyd gelmişse, sonra
kadınla evlenip Bekir de gelmişse kadın boş düşer. Her ikisi iddetten sonra
evlenmeden önce gelirlerse yahut Zeyd iddet içinde, Bekir iddetten sonra
evlenmeden gelmiş olursa kadın boş düşmez.
METİN
Bir kimse üç talâkı yahut cariyesinin âzâd
olmasını tâlik ederse, sünnet mahallerinin birbirine kavuşmasıyla yemini
bozulur. Ama âletini ferce soktuktan sonra orada durmakla her iki meselede
kendisine ukr vâcib olmaz. Çünkü durmak cima değildir. Onun için de tatâk-ı
ric'îde onunla karısına dönmüş sayılmaz. Meğerki çıkarıp sonra tekrar hakikaten
veya hükmen soksun. Hükmen sokmak kendisini hareket ettirmekle olur. İkinci
hareketle o adam dönmüş olur ve ukr icab eder. Meclis bir olduğu için had vâcib
olmaz. Erkeğin eski karısına: Ben filan kadını senin üzerine nikâh edersem boş
olsun demesiyle bâin talâk müddetinde o kadını nikâh ettiği takdirde yeni kadın
boş olmaz. Çünkü şart kasm hususunda o kadına ortak olmasıydı. Bu yoktur. Ric'î
talâkın iddetinde nikâh ederse yahut senin üzerine nikâh edersem demediyse yeni
kadın boş olur. Bunu Molla Miskin zikretmiştir. Nehir sahibi talâkı inceleme
neticesi kadına dönmek isterse diye kayıdlamıştır. Aksi takdirde kadına kasm
hakkı yoktur. Nitekim geçmişti.
İZAH
«Ukr vâcib olmaz.» Yalnız ukr lâzım
gelmediğini söylemekle âletinin fercte durmasıyla hörmet sâbit olacağına işaret
etmiştir. Çünkü o kimseye vâcib olan derhal âletini çıkarmaktır. Ukr şübheyle
cima edilen kadının mehridir. Bu kelime akr şeklinde okunursa yara mânâsına
gelir. Nitekim Sıhah'da beyan edilmiştir. Bahır. Onun hakkında mehir bâbında
söz geçmişti.
«Çünkü durmak cima değildir.» Cima ferci
ferce sokmaktır. Onun devamı yoktur ki, devamı için ibtida hükmü verilsin.
Nasılki bir adam içinde bulunduğu bir hane için şu haneye girmem diye yemin
ederse, orada durmakla yemini bozulmaz. Bahır.
«Karısına dönmüş sayılmaz.» Bu İmam
Muhammed'e göredir. Zira yaptığı iş bir fiildir. Sonu için ayrıca bir fiil
hükmü yoktur. Ebû Yusuf'a göre o adam karısına dönmüş olur. Çünkü şehvetle
dokunmak mevcuddur. Kıyas da budur. Nehir. Bahır sahibi diyor ki:
"Musannıfın kesin olarak İmam Muhammed'in kavlini söylemesi muhtar kavil o
olduğuna delildir. Bazıları şehvetle dokunmak mevcud olduğu için bütün
imamlarımızca o kimsenin karısına dönmüş sayılması gerekir demişlerdir.
Mi'râc'da böyle denilmiştir. Ama Ebû Yusuf kavlinin sahih kabul edilmesi
gerekir. Çünkü onun delili daha zâhirdir."
«Talâk-ı ric'îde» yani cima'a muallak olan
talâk ric'î ise karısına dönmüş sayılmaz.
«Hakikaten veya hükmen ilh...» sözünü sonra
tekrar sokarsa sözüne ta'mim yapmak doğru değildir. Çünkü âletini çıkardıktan
sonra ikinci defa hakikaten sokmadan kendisini hareket ettirmesi mümkün değildir.
Şu halde hareketle değil ikinci defa sokmakla karısına dönmüş sayılır. Böylece
bu sözü "çıkarır da sonra sokarsa" cümlelerinin mecmuu için ta'mim
yapmak teayyün eder. Ne olursa olsun "ikinci hareketle o adam dönmüş
olur" ifadesini ikinci diye kayıdlamanın bir vechi yoktur. Şu kadar var
ki, meselenin tesavvuru âletini sokarak seninle cima edersem boşsun dediğine
göredir. Zira bu adam Bahır sahibinin dediği gibi âletini çıkarmaz, hareket de
etmez de menîsi inerse karısı boş olmaz. Kendini hareket ettirirse kadın boş
olur. Adam da ikinci hareketiyle kadına dönmüş sayılır.
«Ve ukr icab eder.» Yani üç talâkı yahut
cariyesinin âzâdlığını tâlik etmişse ukr vermesi lâzımdır. T. Çünkü cima
muhteremdir. Ukrdan veya akrdan (yaralamaktan) hali değildir. Bahır.
«Meclis bir olduğu için» yani ikinci defa
âletini sokmakla had vâcib olmaz. Velevki cima sayılsın. Çünkü maksadın bir
olmasına bakarak bunun bir cima olması şübhesi vardır. Maksad bir meclisde
şehvetini kaza etmektir. Bunun evveli haddi icab etmiyordu. Öyleyse sonu da
icab etmez. Velevki erkek ben bu kadının bana haram olduğunu zannettim demiş
olsun. Bu izahatla şu şekildeki itiraz def edilmiş olur: "Köle âzâdında
had vâcib olmak gerekir. Çünkü bu bir cima'dir. Fakat ortada ne milk vardır ne
de milk şübhesi, yani iddet. Talâk bunun gibi değildir. Onda iddet
vardır." Bu itirazı Mi'râc sahibi yapmıştır. Lâkin İmam Muhammed'den bir
rivâyete göre bir kimse bir kadınla zinâ eder de sonra zinâ halinde iken onunla
evlenirse, o şekilde durup âletini çıkarmadığı takdirde iki mehir vâcib olur.
Bunların biri cima'la vâcib olur. Yani akidle had vurmak sâkıt olduğu için
mehir vermesi gerekir. Bir mehir de akidle vâcib olur. Velevki âletini yeniden
sokmuş olmasın. Çünkü akidden sonra o cima'a devam etmesi halvetin üstündedir.
Nehir sahibi diyor ki: "Bu yukarıda
geçenin karşısında müşkildir. Çünkü orada bu fiilin sonuna başlı başına bir
hüküm verilmişti." Halebî Hamevî'ye uyarak buna şu cevabı vermiştir:
"Bu kavil İmam Muhammed'den rivâyet olunmuştur. Oradaki ise kendi sözüydü.
Binaenaleyh çelişki yoktur." Buna da Tahtâvî Bahır'da bu meselenin
arkacığından zikredilen şu sözle itiraz etmiştir: "Bu rivâyeti İmam
Muhammed'e tahsis etmek hilâf bulunduğuna delâlet etmez. O bunun yalnız İmam
Muhammed'den rivâyet olunduğunu, başkalarından rivâyet edilmediğini
gösterir."
Ben derim ki: İşkâli aslından söküp atan
cevap şudur: Burada fiilin sonunu itibara almak onun mehri yerli yerine oturtan
bir halvet olması cihetindendir. Hatta ondan da üstündür. Cima olması
cihetinden değildir. Haddi icab etmek ve ric'atın sübutu için bunu itibara
almak mümkün değildir. Çünkü halvet bunu icab etmez.
«Çünkü şart ilh...» Bahır'ın ibâresi
şöyledir: "Çünkü şart bulunmamıştır. Kadının üzerine evlenmek, yatağını
paylaşmak ve kasm hususunda ona karşı çıkacak birini getirmektir. Böyle bir şey
yoktur."
«Kayıdlamıştır.» Yani ric'î talâk iddetinde
kadını nikâh ederse talâkı kadına dönmek isterse diye kayıdlamıştır. Bunu
ta'lilin mefhumundan alarak şöyle demiştir: "Bu itiraz musannıfa yani Kenz
sahibine vâriddir."
Ben derim ki: Şöyle de denilebilir:
"Kasm hususunda karşısına çıkacak hükmen mevcuddur. Velevki boşarken
kadına dönmeyi murad etmesin. Çünkü iradesinin sonradan değişmesi ihtimali
vardır. Nasılki kadınla yolculuğu esnasında yahut birinci karısının kaçaklığı
devresinde evlenirse böyle olur. Çünkü burada zâhir olan evlenirken hakiki
muhâlif bulunmasa da talâkın vukuudur.
"Nitekim geçmişti." Yani kasm
bâbında geçmişti. H.
METİN
Bir adam karısına sözleri birbirine ekli
olarak: Sen inşaallah boşsun der de bu söz bir kimse kulağını ağzına
yaklaştırmış olsa işitilecek şekilde olursa talâk vâki olmaz. Çünkü şübhe
vardır. Ancak soluk almak, öksürmek, geğirmek, aksırmak, dilinin ağırlığı,
ağzının başkası tarafından tutulması yahut te'kid, tekmil, had vurma, talâk ve
çağırma gibi mânâlar ifade eden fasılalar müstesnadır. Meselâ: Sen boşsun ey
fahişe yahut ey tâlik inşaallah derse istisna sahih olur. Bezzâziye ve Hâniyye.
Hükümsüz fasıla bunun hilâfınadır. Meselâ; Sen ric'î olarak boşsun inşaallah
derse talâk vâki olur ve bâin olarak derse talâk vâki olmaz. Ric'î veya bâin
derse bâin niyetiyle talâk vâki olur, ric'i niyetiyle olmaz. Kınye. Nehir
sahibi bunu kuvvetli bulmuştur. İşitilecek şekilde olursa dediğine göre sağırı
istisna etmek sahih olur. Hâniyye.
İZAH
"Bir adam karısına ilah..."
Musannıf burada istisna meselelerine başlamaktadır. Hidâye sahibi bunlar için
ayrıca bir fasıl yapmıştır. Fetih sahibi diyor ki: "İstisnayı tâlika
katması bunların ikisi de bir sözü mûcebini isbattan men etmek hususunda ortak
oldukları içindir. Şu kadar var ki şart bütün sözü, istisna ise bir kısmı men
eder. İnşaallah meselesini öne alması bütün sözü men etmek hususunda şarta
benzediği içindir. Bunda tâlik edatı da zikredilir. Lâkin usulünce değildir.
Çünkü bu sınırsız olarak men eder. Şart ise tehakkuk edinceye kadar men eder.
Onun için musannıf onu tâliklar bahsinde zikretmemiştir. İstisna sözü tevkîfi
bir isimdir. Yani rivâyete dayanır. Teâlâ Hazretleri: "İstisna da
etmezler." buyurmuştur. Bundan murad inşaallah demediklerini anlatmaktır.
İsimde de ortaklık olduğundan onu istisna faslında zikretmek münasip olmuştur.
İstisnanın hükmü haber sîgalarında sâbit olur. Velevki kendisi inşâ olsun. Emir
ve nehyde istisna yoktur.
Bir kimse: "Ben öldükten sonra
inşaallah kölemi âzâd edin!" dese buradaki istisnanın bir tesiri yoktur,
mirâsçılar köleyi âzâd edebilirler. "Şu kölemi sat inşaallah." dese
emrettiği kimse köleyi satabilir. Hulvânî'den nakledildiğine göre talâk ve
satış gibi dille yapılan her şeyi istisna ibtal eder. Dile mahsus olmayan oruç
gibi bir şey bunun hilâfınadır. İstisna onun hükmünü kaldıramaz. Bir kimse:
Yarın oruç tutmaya niyet ettim inşaallah dese bu niyetle o orucu eda edebilir.
Fetih'de böyle denilmiştir. Tevkîfîn mânâsı lügatta da kullanılmıştır. Yalnız
ıstılahan sâbit olmakla kalmamıştır demektir. Hatacî'nin Beyzâvî hâşiyesinde
Kehf Sûresinde şöyle denilmektedir: "İstisna lügat ve kullanışda şartla
kayıdlamaya verilen addır. Nitekim Seyrafî kitabın şerhinde bunu söylemiştir. Râgıb'ın
beyanına göre istisna geçen bir umumun gerektirdiğini kaldırmaktır. Hadîsde:
"Bir kimse bir şeye yemin eder de arkacığından inşaallah derse istisna
yaptı demektir, buyurulmuştur." İstisnanın ibtal mi yoksa tâlik miolduğu
hususundaki hilâf ileride gelecektir.
«Sözleri birbirine ekli olarak...» ifadesi
sözleri birbirinden ayrılmış olandan ihtiraz içindir. Bu ayırma zaruret yokken
susmak veya mânâsız bir söz söylemek gibi şeylerle olur. Nitekim gelecektir.
Fetih sahibi susmayı çok olursa diye kayıdlamıştır. Hâniyye'de şöyle
denilmektedir: "Bir adam karısına: Sen boşsun der de susar, sonra üç defa
derse bakılır: Susması nefesi kesildiği içinse kadın üç defa boş olur, değilse
bir defa boş olur." Bezzâziye'nin yeminler bahsinde dahi şu ibâre vardır: "Bir
kimseyi vali çağırır da billahi der o kimse de aynı şeyi söylerse, sonra cuma
günü mutlaka geleceksin derse, adam da bunu söylediği takdirde cuma günü
gelmezse yemini bozulmaz. Çünkü hikâye ve sükût ile AIIah Teâlâ'nın adını
yemininden ayırmıştır. Talâka yemin de böyledir."
«İşitilecek şekilde olursa...» Bu şart
Hinduvânî'ye göredir. Sahih olan da budur. Nitekim Bedâyi'de belirtilmiştir.
Kerhî'ye göre böyle bir şart yoktur. Şârih: "Kulağını ağzına yaklaştırmış
olsa ilh..." sözüyle o sözün işitilebilen cinsten olmasına işaret
etmiştir. Velevki seslerin çok olması dolayısıyla söyleyen kendisi işitmemiş
olsun.
«Çünkü şübhe vardır.» Yani Allah Teâlâ'nın
talâkı dileyip dilemediğinde şübhe vardır. Onu kimse bilemez. H.
«Ancak soluk almak» yani soluk almadan
söylemeye imkânı olsa bile demek istiyor. Fakat nefes alacak kadar susar da
sonra inşaallah derse istisna sahih olmaz. Çünkü oraya fasıla girmiştir.
Fetih'de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, nefes almadan nefes alacak
kadar susmak çoktur. Nefes almak için susmak ise zaruret olmasa bile zarar
etmez.
«Ağzının başkası tarafından tutulması» yani
tutan adam elini kaldırır kaldırmaz inşaallah derse istisna sahihtir.
«Te'kid...» Sen boşsun boşsun inşaallah
diyerek bununla te'kid kasdetmektir. Zira kinâyelerden önce fer'î meselelerde
geçmişti ki, talâk sözünü tekrarlarsa hepsi vâki olur. Ama bunlarla te'kidi
niyet ederse diyâneten kabul olunur. Bir adamın kölesine: "Sen hürsün
hürsün inşaallah" demesi de böyledir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. H.
Bu hususta sözün tamamı ileride gelecektir.
«Tekmil...» Sen bir ve üç defa boşsun
inşaallah gibi sözlerle olur. "Üç ve bir defa inşaallah." derse bunun
hilâfına olur. Yani üç talâk meydana gelir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
Çünkü üçten sonra biri zikretmek hükümsüzdür. Aksi bunun hilâfınadır.
«Sen boşsun ey fahişe yahut ey tâlik
inşaallah...» sözleri iki misâldir. Biri haddi, diğeri talâkı icab eder. Bahır
sahibi diyor ki: "Bezzâziye'de şu ifade vardır: Sen üç defa boşsun ey
fahişe inşaallah derse talâk vâki olur, istisna vasfa verilir. Kezâ sen boşsun
ey boş inşaallah; ve sen boşsun ey sabiyye inşaallah sözleri de böyledir.
İstisna hepsine sarfedilir ve talâk vâkiolmaz. O adam sanki ey fülane demiş
gibidir. İmam-ı Â'zam'a göre kaide şudur: Cümlenin sonunda zikredilen sözle
talâk vâki olur veya o kimseye had lâzım gelirse -ey boş, ey fahişe sözlerinde
olduğu gibi- istisna hepsine sarfedilir." H.
Ben derim ki: Bu ibârede tahrif ve düşüklük
vardır. Tahrif yani değiştirme "Kezâ sen boşsun ey sabiyye"
ifadesindedir. Doğrusu şudur: "Sen boşsun ey sabiyye demiş olsa
ilh..." Nitekim Zahîre'de böyledir. Çünkü bu daha önce geçenin hükmüne
muhâliftir. Düşüklük de "Kaide şudur ilh..." sözündedir. Zira ondan
sonraki "İstisna hepsine sarfedilir." sözü ondan önceki "Talâk
vâki olur ve istisna vasfa verilir." sözüne muhâliftir. Yani talâk
"sen boşsun" sözüyle olur, istisna vasfa verilir. Bundan murad
"ey boş veya ey fahişe" diye kadına yaptığı vasıtfır. Bu vasıfla
talâk olmaz, had vurmak da lâzım gelmez.
O halde işin doğrusu Zahire'nin şu sözüdür:
"Kaide şudur ki: Cümlenin sonunda zikredilen sözle talâk vâki olur veya
had vurmak icab ederse istisna ona verilir, mesela; ey fahişe, yahut ey boş
sözleri böyledir. O sözle had vurmak vâcib değil talâk da vâki olmuyorsa
istisna bütününe verilir. Ey habîse sözünde böyledir." Sonra bil ki bu
tafsilâtı Zahîre sahibi şu sözüyle nakletmiştir:
«Ebu'l-Velid'in Nevâdir'inde Ebû Yusuf'tan
naklen denilmiştir ki ilh...» Bundan önce Zahîre sahibi zâhir rivâyetten naklen
istisnanın tafsilâtsız olarak bütün cümleye sarfedileceğini söylemiş:
"Sahih olan budur." demişti. Telhisü'l-Câmi' şerhinde dahi bunun bir
misli vardır. Şu halde Bezzâziye sahibinin tuttuğu yol sahihin hilâfıdır.
Nitekim biz bunu cima edilmeyen kadının talâkı bâbının başında izah etmiştik.
Şârihin burada: "İstisna sahih olur." demesi ona uymaktadır. Zira o
ibâreden hatıra gelen istisnanın bütününe yani hem talâka hem vasfa
sarfedilmesidir. Yalnız vasfa sarfedilmesi değildir. O zaman talâk da vâki
olmaz, harf ve liân da lâzım gelmez. Lâkin bu Bezzâziye sahibinin tuttuğu yola
muhâliftir: Nitekim gördün. Binaenaleyh şârihin meseleyi Bezzâziye'ye nisbet
etmesi münasip değildir.
«Sen ric'î olarak boşsun inşaallah derse
talâk vâki olur.» Burada fasılanın hükümsüz kalması şundandır: Çünkü ric'î
sözünü zikretmekten bir fayda hâsıl olmaz. O zaten sîga itibariyle şer'an
lâfzın medlulüdür. T. Acaba bunu niçin te'kid veya tefsir saymamıştır? Bir
düşün! Ulema "Hürsün hürsün..." sözünü te'kid, "Hürsün ve
âzâdsın..." sözünü tefsir saymışlardır.
«Nehir sahibi bunu kuvvetli bulmuştur.»
Bilmelisinki Kınye'de şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına: sen ric'î
veya bâin boşsun inşaallah derse niyeti sorulur. Ric'îyi kasdetmişse talâk vâki
olmaz. Bâini kasdetmişse talâk vâki olur, istisnanın bir tesiri kalmaz."
Bahır sahibi diyor ki: "Doğrusu şudur: Ric'îyi kasdetmişse talâk vâki
olur. Çünkü fasıla bulunduğu için istisna sahih değildir. Bâini kasdetmişse
talâk vâki olmaz. Zira istisna sahihtir." Nehir sahibi şöyledemiştir:
"Ben derim ki: Bilâkis doğrusu Kınye'nin sözüdür. Çünkü o adamın sözünün
mânâsı: Sen bu ikiden biriyle boşsun demektir. Bu sözle ric'î hükümsüz kalamaz.
Velevki hükümsüz kalmasını niyet etsin. Bâini niyet etmesi bunun hilâfınadır.
Bâine gelince: O hiç bir halde hükümsüz kalmaz.
Ben derim ki: Bu ifadedeki bozukluk ve tam
çelişki gözden kaçımamaktadır. Şöyle ki: "Bâine gelince: O hiç bir halde
hükümsüz kalmaz." sözü talâk vâki olmamasını gerektirir. Çünkü istisna
sahihtir ve bu söz ric'îye müsavîdir. Ric'î hakkında kendisi "Niyet etse
bile hükümsüz kalmaz." demişti. O zaman her iki surette talâk vâki olmaz
demektir ki, Kın-ye'deki ifadenin hilâfınadır ve onun sözüyle çelişki
halindedir. Bâini niyet etmişse bunun hilâfınadır.
Onun içindir ki Halebî: "Hak olan
Bahır'ın sözüdür. Çünkü o adam ric'îyi niyet ederse sen boşsun sözü zaten bunu
ifade eder. Binaenaleyh ric'î olsun bâin olsun dediği bu ikiden biri mânâsına
gelen sözü hükümsüz kalır. Bâini niyet etmiş olması bunun hilâfınadır. Zira bu
cümle onu ifade etmez. Binaenaleyh ric'î veya bâin sözü hükümsüz kalmaz.
"Bâini niyet edince ric'î sözü hükümsüz kalır. Çünkü sen bâin olarak
boşsun demesi yeterdi." dersen ben de derim ki: Bu lügaten ve şer'an sahih
bir terkibdir ve iki karımdan biri boştur sözü gibidir. Maksadı bâin olduğuna
ve sen boşsun sözü de talâk-ı bâin ifade etmediğine göre bu adam: Sen ric'î
veya bâin olarak boşsun diyerek bâini niyet etmekle sen bâin olarak boşsun
demek arasında muhayyerdir.
METİN
Velevki kadın o inşaallah demeden ölmüş
olsun. Fakat adam ölürse talâk vâki olur. Burada kasid şart olmadığı gibi
talâkla istisnayı söylemek de şart değildir. Talâkı söyler de ona bitişik
olarak istisnayı yazarsa yahut bunun aksini yaparsa veya istisnayı yazdıktan
sonra silerse talâk vâki olmaz. İmâdiyye. Mânâsını bilmek dahi şart değildir. Hatta
bilmeyerek ve kasidsiz olarak inşaallah dese talâk vâki olmaz. Şâfiî buna
muhâliftir. Şâfiîlerden Şeyh Remlî bir şeye sahih olduğunu zannederek talâkla
yemin eden hakkında sorana talâk vâki olmadığına fetva vermiştir.
Ben derim ki: Bunu bizim ulemamızdan
birinin söylediğini görmedim. Allahu a'lem. İki şâhid buna şâhidlik eder de o
adam hatırlamazsa bakılır. Eğer bu adam öfkesinden ağzından ne çıktığını bilmez
bir halde ise o şâhidlerin sözüne itimad etmesi câizdir. Aksi takdirde câiz
olmaz. Bahır.
İZAH
«Velevki kadın o inşaallah demeden ölmüş
olsun.» Çünkü geçen söz tâliktır, boşama değildir. Kadının ölmesi talika aykırı
değildir. Çünkü tâlik ibtal eder. Ölüm de öyledir. Binaenaleyh bunlar birbirine
zıd değildir ve isnisna sahihtir. Kadına talâk vâki olmaz. Tebyîn'de böyle
denilmiştir. H.
«Adam ölürse talâk vâki olur.» Yani kocası
boşamak isteyerek inşaallah demeden ölürse talâk vâki olur. Çünkü sözüne
istisna bitişmemiştir. Adamın niyeti mâlumdur. Meselâ boşamadan önce bunu
birine söylemiştir. Nehir'de böyle denilmiştir. H.
«Burada kasid şart» değildir. Mezhebin
zâhir olan kavli budur. Çünkü istisna ile birlikte yapılan talâk talâk
değildir. Şeddâd b. Hâkim (R.) -ki altmış sene bugünün öğleni için aldığı
abdestle ertesi gününün öğlenini kılmıştır- şöyle demiştir: "Bana bu
meselede sofu Halef b. Eyyüb muhalefet etti. Derken rüyamda Ebû Yusuf'u görerek
ona sordum. Benim dediğim gibi cevap verdi. Kendisinden delil istedim, bana şu
cevabı verdi: Ne dersin! Sen boşsun diyecekken ağzından yahut boş değilsin sözü
çıkıverse talâk vâki olur mu? Hayır dedim. Bu da öyledir dedi." Bezzâziye
ve Fetih. '
«Yahut bunun aksini yaparsa» yani talâkı
yazar da istisnayı söylerse demek istiyor.
«Veya istisnayı yazdıktan sonra silerse
ilh...» sözüyle şârih dördüncü bir kısma işaret etmektedir ki, o da her ikisini
yazmasıdır. Bu da sahih olur. Velevki istisna yazıldıktan sonra silinmiş olsun.
«Mânâsını bilmek dahi şart değildir.» Bu
bâkirenin susması gibi olur. Babası onu kocaya verir, bâkire sükûtun rıza
olduğunu bilmeyerek susar, böylece akid aleyhine geçerli olur. Fetih.
«Şeyh Remlî ilh...» Bilmelisin ki bu mesele
Şâfiîlerce bir kimseye itimad ederek onun sözüyle amelde bulunmak yemini bozmaz
kaidesine mebnîdir. Buna tefri' ederek demişlerdir ki: Bir kimse bir müftünün yeminin
bozulmaz diye verdiği fetvaya itimad ederek üzerine yemin ettiği şeyi yapsa
doğru söylediğine kanaat hâsıl ettiği takdirde yemini bozulmaz. Velevki fetva
ehlinden olmasın. Çünkü hüküm galebe-i zannın bulunup bulunmamasına göredir,
ehliyete göre değildir. Onlar bu kabilden olmak üzere şunu da söylemişlerdir:
Bir kimse yemin ettikten sonra başka biri illa enyeşâallah dese, sonra
başkasının inşaallah demesi ona fayda vereceğini söylese, o da bu habere itimad
ederek üzerine yemin ettiği işi yapsa yemini bozulmaz.
«Ben derim ki ilh...» Bize göre karar
kılmış kaide şudur: Bir kimse üzerine yemin ettiği işi yaparsa yemini bozulur.
Velevki zorla veya hataen, unutarak, yanılarak veya baygın yahut deli olarak
yapsın. Zorla yaptırıldığı halde ve benzerlerinde yemini bozulursa bozulmaz
zannıyla kasden yaptığında nasıl bozulmaz! Evet, ulemanın yeminler bahsinde
açıkladıklarına göre bir adam doğru söylediğini zannederek gecmiş bir iş veya
hal üzerine yemin etse üç şeyden başkasında muahaze olunmaz. Bu üç şey: kadın
boşamak, köle âzâdı ve adaktır. Şârih orada şöyle demişti: "Binaenaleyh
hilâfı anlaşılınca galib-i zanna göre talâkvâki olur. Şâfiîlerden bunun hilâfı
şöhret bulmuştur.»
«Bilmez bir halde ise ilh...» İtimad
edebilir. Fakat bu halde değilse onların sözüne itimad edilmez. Nitekim Fetih
ve diğer kitablarda beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Bu fer'in muktezası şudur:
Bir kimse öfkesinden ne söylediğini bilmez hale gelmişse talâkı vâkidir. Aksi
takdirde istisna yaptı diyen iki şahidin sözüne itimada muhtaç olmazdı. Halbuki
talâk bahsinin başında: "Medhuşun talâkı vâki değildir. Efkârlı ve kızgın
bir kimsenin talâkı hakkında Hayreddin-i Remlî bununla fetva vermiştir. Çünkü
medhuş delilik kısımlarından biridir. Şübhesizki ne söylediğini bilmez bir hal
alan kimse deli hükmündedir." diye geçmişti. Orada biz de cevap vererek
şöyle demiştik: Buradakinden murad: Ne söylediğini bilmez bir hale gelmesi,
kasidsiz konuşması mânâsını anlamaması, uyuyan ve sarhoş olan kimseler gibi
olması değildir. Maksad zihnini öfke kapladığı için bazen ne söylediğini unutur
demektir."
METİN
Mezhebin sahibinden rivâyet edilen kavlin
zâhirine göre koca istisna iddia eder karısı inkârda bulunursa, kocasının sözü
kabul edilir. Bazıları beyyinesiz sözünün kabul edilmeyeceğini söylemişlerdir,
itimad bunadır. Fesad galebe çaldığı için ihtiyatan fetva da buna göredir.
Bazıları: "Bu adam iyi halli tanınmışsa söz onundur." demişlerdir.
İZAH
«Koca istisna iddia eder karısı inkârda
bulunursa, kocasının sözü kabul edilir.» Şart da bunun gibidir. Nitekim Fetih
ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Karısının inkârı ile kayıdlanması hilâf
yeri olduğu içindir. Çünkü bu adamla münazaada bulunan biri olmamış olsa söz
onun olacağında işkâl yoktur. Nitekim Fetih sahibi bunu açıklamıştır.
Ben derim ki: Lâkin Tatarhâniyye'de
Mültekât'tan naklen: "Kadın talâkı işitir de istisnayı işitmezse cima'
için kocasına imkân vermesi câiz değildir." denilmiştir. Yani kadın
işitmezse kocasıyla münazaada bulunması lâzım gelir demektir. Bahır sahibi
diyor ki; "Şâhidler bu adamın istisna yapmadan boşadığına veya hul'
yaptığına yahut istisna yapmadığına şâhidlik ederlerse kabul olunur. Bu mesele
nefy üzerine beyyine kabul edilen yerlerden biridir. Çünkü bu mânâ itibariyle
vücudî bir şeydir. Zira mûcibi söyledikten sonra hemen dudakları kapamaktan
ibarettir. Şâhîdler: Boşadı ama biz hul' kelimesinden başka bir şey duymadık
derler de koca istisna iddia ederse söz kocanındır. Zira onu söyleyip de
şâhidlerin işitmemiş olması câizdir. Câmi-i Sağîr'den bilindiğine göre şart
olan kocanın işitmesidir, şâhidlere işittirmesi değildir." Nehir sahibi bu
sözün akabinde şöyle demiştir: "Şemsü'l-İslâm'ın Fevâid'inde bu adamın
kavli kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. Fûsul'de sahih olan da budur
denilmiştir."
Ben derim ki: Kezâ bedeli ve emsalini
teslim almak gibi hul'un sahih olduğunu gösteren bir delil bulunursa yine
erkeğin sözü kabul edilmez. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de belirtilmiştir.
Tatarhâniyye sahibi: "Murad bedelin zikredilmesidir, teslim almanın
hakikati değildir." diyor. Bu izaha göre talâk ve hul' vaktinde bedeli
zikrederse kazaen istisna dâvâsı tasdik edilmez.
Minah hâşiyesinde Hayreddin-i Remli:
"Kocasının sözü yeminiylemi kabul edilecektir, yeminsizmi bundan
bahsetmemiştir." diyor. Bahır ve Nehir sahibleriyle Kemâl de böyle demişlerdir.
Ben bundan kimsenin bahsettiğini görmedim. Ama mu'temed kavle göre karısı inkâr
ederse kocasının kavli yeminiyle birlikte kabul edilmek gerekir. Karısı inkâr
etmezse ona zaten yemin verdirilmez. Meğerki hâkim itham etmiş olsun.
«Bazıları beyyinesiz sözünün kabul
edilmeyeceğini söylemişlerdir." Hayreddin-i Remlî şöyle demiştir:
"Her iki kavil hakkında hilâf ve tercih bulunduğuna göre zâhir rivâyete
başvurmak vâcib olur. Zira ondan başkası bizim ulemamızın mezhebi değildir. Bir
de fesad erkeklerde galib olduğu gibi kadınlarda da galibdir. Kadın buna
zorlanmış olabilir de bundan kurtulmak için kocasına iftira atabilir.
Binaenaleyh müftü zâhir rivâyetle -ki mezheb odur- fetva verir, işin bâtın ve
hakikatini Allah Teâlâ'ya havale eder. Düşün ve kendine insaf et!"
Ben derim ki: Fesad her iki fırkada mevcud
ise de avam takımının ekserisi istisnanın yemini bozduğunu bilmezler. Bunu bir
hîle olmak üzere ancak bazı Allah'dan korkmazlar bilir. Şu da var ki kocanın
dâvâsı zâhirin hilâfınadır. Çünkü o istisna dâvâ etmekle mûcibi itiraf ettikten
sonra onun ibtalini dâvâ etmektedir. Yukarıda geçen: "Kadının haneye
girmesi gibi şartın bulunmasında söz erkeğindir." sözü bunun hilâfınadır.
Çünkü kocası sen şu haneye girersen boşsun dedikten sonra bu söz ancak kadın
haneye girdikten sonra talâkı mûcib olur. Kocası ise bunu inkâr etmektedir.
Zâhir de kocasına şâhiddir. Burada ise zâhir kocasının sözüne muhâliftir. Fesad
umumileştiği vakit zâhire müracaat gerekir. Fetih sahibi diyor ki:
"Necmeddin-i Nesefî'nin Şeyhülistâm Ebu'l-Hasen'den naklettiğine göre
ulemamız talâkta istisna dâvâsında kocanın beyyinesiz tasdik edilmemesi
cevabını vermişlerdir. Çünkü zâhirin hilâfınadır. İnsanların hali
bozulmuştur."
«Bazıları: Bu adam iyi tanınmışsa ilh...»
Bu söz Fetih sahibinindir. Yukarıda kendisinden naklettiğimiz ifadeden sonra
şöyle demiştir: "Bence bakılmalıdır. Eğer o adam iyilikle meşhursa
şâhidler de nefye şehâdet etmediklerine göre Muhît'in kavliyle amel ederek
sözünü tasdik için talâk vâki değildir demelidir. O adam fâsık diye bilinir
veya hali mâlum olmazsa sözü tasdik olunmaz. Çünkü bu zamanda fesad
galibdir."
Ben derim ki: Şübhesiz bu müftâbih olan
ikinci kavli tahkiktir. Çünkü ulema zamanın fesadıyla onu illetlendirmişlerdir.
Yani koca müttehem olur. Kendisi iyi insansa töhmet ortadan kalkar ve sözü
kabul edilir. Bu söz üçüncü bir kavil değildir.
METİN
İnsan, cin, melek, duvar ve eşek gibi
dileği bilinmeyen şeylerin zikri geçen hususatta hükmü de böyledir. İki nev'i
ortak zikretmesi de böyledir. Meselâ Allah dilerse, Zeyd ve dilerse demesi bu
kabîldendir ki asla talâk vâki olmaz. "İlla , inlem, iza, mâ,
mâlemyeşe'" kelimeleri de in gibidirler. "Baban olmasa sen boşsun.
güzelliğin olmasa sen boşsun, seni sevmem olmasa sen boşsun." gibi sözler
de istisnadan sayılır. Bunlarla talâk vâki olmaz. Hâniyye. Sübhanallah sözü de
istisnadan sayılır. Bunu Kemâl b. Hümam Fetva'sında zikretmiştir. Bir adam
karısına: Sen üç defa boşsun ve üç defa inşaallah yahut kölesine: Sen hürsün ve
hürsün inşaallah derse karısı üç defa boş olur. İmam-ı A'zam'a göre köle de
âzâd olur. Çünkü ikinci söz hükümsüzdür. Onu te'kid yapmaya da imkân yoktur.
Çünkü ve edatıyla ayrılmıştır. Hürsün hür yahut hür ve âzâdsın demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü te'kid ve atf-ı tefsir olur. Bu suretle istisna sahih olur.
İlla: Meğer ki, İnlem: -madı ise, İza:
Vakitte, Mâ:Eğer, Mâlemyeşe: Dilemedikçe demektir.
İZAH
«Dileği bilinmeyen şeylerin hükmü ilh...»
ifadesi tahsisden sonra ta'mimdir. Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri dilediği
bilinmeyenlerdendir. Musannıf bu misâllerle muradı insan gibi dilemesi
olanlarla duvar gibi aslâ dilemesi olmayan şeylere ta'mim etmek istemiştir.
Bunu Tahtâvî söylemiştir.
«Zikri geçen hususatta» yani dilemeye tâlik
hususunda hükmü de böyledir. Yani Allah'ın dilemesine tâlik gibidir. H.
«İki nev'i ortak zikretmesi de böyledir.»
Meselâ Allah dilerse ve Zeyd dilerse demesi bu kabîldendir.
«Aslâ talâk vâki olmaz.» Yani Zeyd dilese
bile talâk vâki olmaz. Bahır.
«İllâ» yani kocası meğerki Allah dilemiş
olsa derse inşaallah demiş gibi olur. Bu illânın şart mânâsına gelen in ile
nefy mânâsına gelen lâ'dan mürekkep olması ihtimali de vardır.
TENBİH: Valvalciyye'de zikredildiğine göre
bir adam: "Ben fülanla ancak unutarak konuşurum" der de, unutarak
konuşursa, sonra bilerek konuştuğunda yemini bozulur. "Meğerki unutmuş
olayım." demesi bunun hilâfınadır. Bu sefer yemini bozulmaz. Fark şudur:
Birincide bu adam sözünü mutlak bırakmış; yalnız unutarak konuşmasını istisna
etmiştir. İkincide ise yemini unutmakla sınırlandırmıştır.
«İnlem» yani Allah dilemediyse demektir.
Bir adam: Allah Teâlâ dilerse sen bir talâk boşsun; ve Allah Teâlâ dilemezse
iki talâk boşsun." derse hiç bir şey vâki olmaz. Birinci sözde bir şey
olmaması istisnadan dolayıdır. İkincide ise talâk vâkidir desek Allah Teâlâ'nın
onu dilediğini biliriz. Çünkü vuku dilemeye delildir. Her şey Allah Teâlâ'nın
dilemesiyle olur. Halbuki bu adam talâkı Allah Teâlâ'nın dilemesine değil
dilememesine tâlik etmiştir. Binaenaleyh bizzarure talâkın îkâ'ı bâtıl olur.
Bahır. Bu mesele üzerine sözün tamamı Telvîh'de zarf mânâsına gelen fî
bahsindedir.
«Mâ» yani mâşâallah sözüyle talâk vâki
olmaz. Mâ kelimesini masdariyet mânâsına alırsak talâk vâki olmayacağı
zâhirdir. Çünkü şübhe ifade eder. Bu kelimeyi ism-i mevsul mânâsına alırsak
yine talâk vâki olmaz. Çünkü "Sen Allah'ın dilediği talâkla boşsun."
mânâsına gelir. Allah'ın dileyip dilemediği ise bilinmez. Zira ismet yakînen
sâbittir, şekle zâil olmaz. Bunu Nehir sahibi söylemiştir.
«Mâlemyeşe'»in mânâsı: Allah senin talâkını
dilemediği müddetçe sen boşsun demektir .Bununla talâk vâki olmamasının vechi
inlemde geçen gibidir. T.
«Baban olmasa ilh...» ifadesinin istisna
olması şundandır: Olmasa sözü cezanın yani talâkın meydana gelememesi şart
bulunduğundandır. Şart da babadır yahut kadının güzelliğidir.
«Fetva'sında zikretmiştir.» Her halde şârih
bunu İbn-i Hümam'a nisbet edilmiş bir fetvada görmüş olacak. Çünkü biz onun
fetva kitabı olduğunu işitmedik. Zâhire bakılırsa bu rivâyet ondan sâbit
değildir. Zira Fethü'l-Kadir'de zikrettiğine muhâliftir. Orada şöyle demiştir:
"Az bir zikirle sözü birbirinden ayırmakta hilâf olduğu görülüyor. Çünkü
Neyâzil'de: Bir adam vallahi fülanca ile konuşmam. İnşaallah Allah'dan istiğfar
ederim dese diyâneten istisna yapmış sayılır, kazaen sayılmaz denilmiş,
Fetâvâ'da ise: Bir adama yemin verdirmek ister de gizlice istisna yapacağından
korkarsa ona yemin ettirir, yeminin sonunda bitişik olarak sübhanallah demesini
veya başka birşey söylemesini emreder." denilmektedir. En güzeli
"zikirle fâsıla yapılarak istisna sahih olmaz" demektir. Görüyorsunki
bu sübhanallah gibi kelimelerin yeminin akabinde fâsıla sayılacağı ve istisnayı
bozacağı hususunda açıktır. Bunun istisna olduğunu ise kimse söylememiştir.
«Çünkü te'kid» sözü hürsün hür ifadesine
râci'dir. Fetih sahibi diyor ki: "Bunun kıyası ve edatı olmaksızın üç defa
tekrarlanırsa onun gibi olmaktır." Atf-ı tefsir sözü de hür ve âzâdsın
ifadesine râci'dir. Yani ibârede lef ve neşr-i müretteb vardır. Hür ve hürrü
atf-ı tefsir yapmaması atf-ı tefsir başka lâfızla olduğu içindir. Nitekim
Fetih'de belirtilmiştir.
METİN
Kezâ Allah dilerse sen boşsun sözüyle talâk
vâki olur. Zira bu söz Tarafeyn'e göre tatlîk, Ebû Yusuf'a göre tâliktir. Çünkü
bozan kısım icaba bitişmiştir. Onun için talâk vâki olmaz. Nitekim sona bıraksa
talâk vâki olmazdı. Hilâfın bunun aksine olduğunu söyleyenler de vardır.
İZAH
«Bu söz Tararfeyn'e göre tatlîktır ilh...»
Bilmelisinki Allah Teâlâ'nın dilemesini tâlik İmam-ı A'zam'la İmam Muhammed'e
göre ibtaldir. Yani sâbık icabın hükmünü kaldırmaktır. EbûYusuf'a göre ise
tâliktır. Onun için de sair şartlarda olduğu gibi bitişik bulunmasını şart
koşmuştur. Tarafeyn'in delili şudur: Allah Teâlâ'nın dilediğini bilmeye yol
yoktur. Binaenaleyh bu ibtaldir. Geri kalan şartlar bunun hilâfınadır. Ne
olursa olsun sen boşsun inşaallah gibi sözlerle talâk vâki olmaz.
Evet, hilâfın semeresi bazı yerlerde
kendini gösterir. Bunlardan biri şartı önce zikredip cevabını fâ edatıyla
bağlamamaktır. Meselâ inşaallah sen boşsun demek böyledir. Tarafeyn'e göre
talâk vâki olmaz. Çünkü ibtaldir, değişmez. Ebû Yusuf'a göre talâk vâki olur.
Çünkü tâlik vâcib olan yerde fâ edatı olmaksızın yapılamaz. Biri de bir
kimsenin talâka yemin etmemeye yemin etmesi ve bunu söylemesidir. Tâlik
olduğuna göre yemini bozulur, ibtal olduğuna göre bozulmaz. Nitekim gelecektir.
Zeylaî, İbn-i Hümam ve diğerlerinin
anlattıkları budur. Mevahibü'r Rahmân metninde de bunun misli vardır. Orada
şöyle denilmiştir: "Ebû Yusuf inşaallahı tâlik saymış, Tarafeyn ise ibtal
için olduğunu söylemişlerdir. Bununla fetva verilir. Fâ edatını kullanmadan
inşaallah sen şöylesin derse birinciye göre talâk vâki olur, ikinciye göre
hükümsüz kalır." Lâkin Mecma' metninde bunun aksi zikredilmiştir. Onun
ifadesi şudur: "İnşaallah sen boşsun sözünü Ebû Yusuf tâlik, Tarafeyn ise
boşamak saymışlardır. Bahır sahibi onu yukarıda geçene yorumlamıştır. Ama söz
götürür.
Çünkü tâlik ile tatlîkı karşılaştırmak Ebû
Yusuf'un kavline göre talâk olmamayı iktiza eder. O tâlika kâildir. Talâk vukuu
Tarafeyn'in kavline göredir. Halbuki bunu Mecma' sahibi şerhinde açıklamıştır.
Şübhesiz ev sahibi daha iyi bilir. Bunu Dürerü'l-Bihâr şârihi dahi açıklamış,
evvela Ebû Yusuf'un bunu tâlik saydığını söylemiştir. Çünkü ibtal eden kısım
icaba bitişince onun hükmünü ibtal eder. Sonra Tarafeyn'in bunu tenciz
saydıklarını belirtmiştir. Çünkü iki cümleyi birbirine bağlayan fâ edatı
bulunmayınca sen boşsun sözü müneccez olarak kalır.
Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir:
"İnşaallah sen boşsun der de fâ edatını zikretmezse bu söz Ebû Hanife'yle
Ebû Yusuf'un kavline göre sahih bir istisnadır. Valvalciyye sahibi biz bununla
amel ederiz demiştir. Muhît'te beyan edildiğine göre İmam Muhammed: Bu
istisnanın münkatı olduğunu söylemiştir. Kazaen talâk vâkidir. Bu sözle
istisnayı murad etmişse diyâneten de tasdik olunur. Bu vecihle hilafı Kudûrî de
zikretmiştir. Hâniyye'de ise Ebû Yusuf'un kavline göre boş olmaz. İmam
Muhammed'in kavline göre boş olur. Fetva Ebû Yusuf'un kavline göredir
denilmektedir." Bunun bir misli de Zahîre'dedir. Hâniyye'de bundan önce
tâlik bâbının başında Zeylaî'den ve diğerlerinden naklettiğimiz gibi sözler
zikredilmiştir.
Hâsılı İmam Ebû Yusuf dilemek tâliktır
demektedir. Lâkin onun kavline göre tahriçde ihtilâf edilmiş, bazıları sair
şartlarda olduğu gibi cevabda fâ lâzım olacağını söylemiş; fâ bulunmazsa talâk
vâkidir demişlerdir. Bazıları cevabda fâ lâzım gelmiyeceğine kâil olmuştur.
Binaenaleyh talâk vâki değildir. İmam Muhammed bunun ibtal olduğuna kâildir.
Onun kavline göre dahi tahriç muhteliftir. Bazıları cevabda fâ edatı bulunarak
rabt sahih olursa o zaman ibtaldir. Şayet fâ'nın vâcib olduğu yerde fâ atılırsa
müneccez olarak talâk vâkidir demişlerdir. O zaman boşamak için kullanılmasının
mânâsı budur. Birtakımları bu İmam Muhammed'e göre mutlak surette ibtal
içindir. Binaenaleyh ibâreden fâ düşse bile talâk vâki olmaz demişlerdir.
Ebû Hanife'ye gelince: Bazısı onun Ebû
Yusuf'la bazısı da İmam Muhammed'le beraber olduğunu söylemişlerdir. Bu izahtan
anlaşılır ki, Bahır'deki "Tâliktır denildiğine göre fâ zikredilmezse talâk
vâki olmaz. Fetih sahibinin tevehhümü buna muhâliftir. O talâk vâki olacağını
söylemiştir." ifadesi söz götürür. Çünkü gördün, tahriç muhteliftir. Kezâ
anlaşıldıki Fetih'deki: "Ebû Yusuf onun ibtal için olduğuna kâildir.
Hâniyye sahibi bunu açıklamıştır." ifadesi işittiklerine muhâliftir. Şu da
var ki benim Hâniyye'de gördüğüm bu sözün ona göre tâlik için olmasıdır. Kezâ
oradaki Mecma' şerhinin sözü yanlıştır ifadesi de öyledir. Nehir sahibi de ona
uymuştur. Bu söz ihtimalden uzaktır. Biliyorsun ki o bir çok muteber kitablara
muvafıktır. Kudûrî de bunu açıklamıştır. Olsa olsa bu iki kavlin biridir.
Burası Fetih, Bahır ve Nehir sahibleriyle diğerlerine gizli kalmıştır. Bu
makamın izahını ganimet bil. Zira burada bir çok ayaklar kaymıştır.
«Çünkü bozan kısım icaba bitişmiştir.»
ifadesi tâliktir sözünün illetidir. Nitekim Dürerü'l-Bihâr şerhinden naklen
yukarıda geçti. Bozandan murad inşaallah sözüdür. Çünkü bu sahih bir
istisnadır. Velevki cevabından fâ edatı düşmüş olsun. Nitekim Tatarhâniyye'den
naklen geçti. Binaenaleyh icab hükümsüz kalır. İcab "sen" sözüdür ve
vâki olmaz. Bahır sahibi bunu müşkül görerek: "Tâlikın muhtezası fâ
bulunmadığı vakit talâkın vukuudur. Çünkü rabt edatı yoktur." demiştir.
Remlî kendisine Valvalciyye'nin şu sözüyle cevap vermiştir: "Bundan maksad
tâlikı değil hükmü yok etmektir. Yok etmekte ceza harfine hâcet yoktur. Şu
haneye girersen sen boşsun sözü bunun hilâfınadır. Zira ondan maksad tâliktır.
Böylece birbirlerinden ayrılırlar."
Ben derim ki: Bu tahriçden biridir. Mecma'
ve diğer kitablarda tutulan yol budur. Diğer tahrice göre tâlikın fâ'sız sahih
olmamasıdır -ki Zeylaî ve başkalarındaki budur- Bununla talâk vâki olur.
Nitekim yukarıda geçti.
«Hilâfın bunun aksine olduğunu söyleyenler
de vardır.» Yani hilâf dilemeye tâlik ibtal midir tâlik midir meselesindedir.
Metnin meselesinde değildir. Bazıları bu Ebû Yusuf'a göre ibtal, İmam
Muhammed'e göre tâlikdır demişlerdir. Böyle diyenler Ebû Hanife'den
bahsetmemişlerdir. Ama metnin meselesindeki hilâfı murad etmiş olması ihtimali
vardır. Yanibazılarına göre Ebû Yusuf'a göre talâk vâkidir. Tarafeyn'e göre
vâki değildir. Nitekim Zeylaî ile diğer ulemadan naklen yukarıda geçti.
METİN
Herhalde müftâbih olan kavil dileği evvel
söyler de (Arapçada) fâ'yı zikretmezse talâk vâki olmamaktır. Fâ'yı zikrederse
bilittifak talâk vâki olmaz. (Bittabi bu Arapçaya mahsustur.) Nitekim Bahır,
Şürunbulâliyye, Kuhistânî ve diğer kitablarda böyle denilmiştir.
Bellenilmelidir. Bunun semeresi talâka yemin etmemeye yemin eden de bunu
söyleyen kimsede zâhir olur ki, tâlik diyene göre yemini bozulur, ibtaldir
diyene göre bozulmaz. Sen Allah'ın meşietiyle veya iradesiyle veya mahabbetiyle
yahut rızasiyle boşsun sözüyle kadın boş olmaz. Çünkü (ile diye tercüme
ettiğimiz) bâ edatı ilsak (yani hükmü yapıştırmak) için kullanılır. Binaenaleyh
cezayı şarta ilsaka benzer. Bunu yani meşiet ve diğer kelimeleri köleye izafe
ederse temlîk olur ve meclise münhasır kalır. Nitekim geçmişti. Sen Allah'ın
emriyle veya hükmüyle yahut kazasıyla veya izniyle veya ilmiyle yahut
kudretiyle boşsun derse derhal talâk vâki olur. Allah Teâlâ'ya veya kula izafe
edilmiş olması birdir. Zira böyle bir sözle örfen tenciz kasdedilir. Sen
hâkimin hükmüyle boşsun demesi bu kabîldendir. Bu sözü (Arapçada) bütün
vecihlerde lâm ile söylerse hepsinde talâk vâki olur. Çünkü lâm ta'lil
bildirir. (Arapçada) fi edatıyla söylerse Allah Teâlâ'ya izafe ettiğinde bütün
vecihlerde talâk vâki olmaz. Çünkü fi edatı şart mânâsınadır. Ancak ilim
kelimesinde derhal talâk vâki olur. Kudret kelimesiyle aczin zıddını niyet
ederse onunla da derhal talâk vâki olur. Çünkü ilim gibi Allah Teâlâ'nın
kudreti de kesin olarak mevcuddur. Bu kelimeleri kula izafe ederse ilk dördünde
ve heva ve rü'yet gibi bunların mânâsındaki kelimelerde temlîk, diğerlerinde
tâlik olur ki, bunlar altıdır.
İZAH
«Herhalde» yani ister tâlik veya ibtal Ebû
Yusuf'un kavli olsun, ister başkasının kavli olsun fetva talâk yoktur diye
verilir. Musannıfın tuttuğu yol müftabih kavlin hilâfınadır.
«Bilittifak talâk vâki olmaz.» Çünkü o
zaman tâlikin sahih olduğunda şübhe yoktur.
«Bunun semeresi ilh...» Buradaki zamirin
şârihin sözünde mercii yoktur. Çünkü zamir şartı geriye bırakır da sen boşsun
inşaallah derse yahut şartı öne alır da cevabını fâ ile zikrederse oraya
râci'dir. Bu Tarafeyn'e göre ibtal, Ebû Yusuf'a göre tâlik olur. Yukarıda
arzetmiştik ki hilâfın semeresi bir kaç yerde zâhir olur. Onlardan biri
metindeki meseledir. Yani şartı öne alır, cevabında da fâ zikretmezse
meselesidir. Nitekim izah etmiştik. Biri de bu meseledir. Bunun beyanı
Hâniyye'deki ifadedir: Orada şöyle denilmiştir: "Koca senin talâkına yemin
edersem sen boşsun der de sonra kadına sen boşsun inşaallah cümlesini söylerse
EbûYusuf'un kavline göre karısı boş olur. İmam Muhammed'in kavline göre boş
olmaz. Çünkü Ebû Yusuf'un kavline göre sen boşsun inşaallah sözü şart ve ceza
bulunduğu için yemindir. İmam Muhammed'in kavline göre yemin değildir."
Yani ona göre bu söz ibtal içindir. Fetvanın buna göre olduğunu arzetmiştik. Bu
söylediklerimizden anlaşılır ki. "onu söylerse" cümlesindeki zamir
şartı geriye bıraktığı zamana râci'dir. Sen boşsun inşaallah demiştir yahut öne
alıp rabt fâ'sı getirdiğine göredir.
Râfii diyor ki: Bilâkis zamirin mercii
vardır. O da birinci ihtimale göre hilâftır. İkinci ihtimale göre cümleden
anlaşılan mânâdır. Halbuki Ebu Yusuf tâlik olur desede bunda yine ibtâl
olduğunu kabul etmektedir. Şârihin ta'lil yaparken: "İbtâl eden kısmı
icaba bitişdiği için ilh..." demesi buna delildir.
«Rizasiyle...» Riza failine itiraz
etmemektir. Velevki onunla birlikte sevgi olmasın. T.
«Çünkü bâ ilsak içindir.» Yani bu edatın
hakiki mânâsı yapıştırmaktır. Şu halde bu dört kelimeden birine talâkın vukuu
yapışır. Ama bunlar gaibtir, bilinmezler. Onun için kadın şübheyle boş düşmez.
T.
«Meclise münhasır kalır.» Yani öğrendiği
meclise münhasır kalır. O mecliste dilerse kadın boş düşer, dilemezse emir
elinden çıkar. «Nitekim geçmişti.» Yani meşiet faslında geçmişti. H.
«Örfen tenciz kasdedllir.» Binaenaleyh ben
tâliki kasdetmiştim şeklindeki iddiası tasdik olunmaz. Fakat zâhire göre
diyâneten tasdik olunur.
«Bu sözü» yani bu on sözden birini
demektir.
«Çünkü lâm ta'lil bildirir.» Yani talâk
îkâ'ının illetini bildirir. Meselâ sen şu haneye girdiğin için boşsun der.
Fetih. Talâk îkâ'ı ise illetinin bulunmasına bağlı değildir. Nitekim geçmişti.
Binaenaleyh "Dilemek ve benzerleri bilinen şeyler değildir. Allah
Teâlâ'nın talâkı sevmesi de yoktur." şeklinde bir itiraz vârid olamaz.
«Çünkü fi edatı şart mânâsınadır.»
Binaenaleyh bilinemeyen bir şeye tâlik olur. Deniliyor ki: "Şart
mânâsınadır sözünde onun hâlis şart olmadığına işaret vardır. Hâlis şart olsa
talâk ondan sonra olurdu. Halbuki birlikte olmaktadır." Bu sözün semeresi
şurada görülür: Bir adam ecnebî bir kadına sen nikâhında boşsun der de o
kadınla evlenirse kadın boş olmaz. Nasılki nikâhınla birlikte dese boş olmazdı.
Ama seninle evlenirsem demesi bunun hilâfınadır. Telvîh. Çünkü talâk ancak
nikâhtan sonra olur.
«Derhal talâk vâki olur.» Çünkü bunu hiç
bir halde Allah Teâlâ'dan nefy etmek sahih değildir. O olmuşu da bilir, olacağı
da. Binaenaleyh bu söz mevcud bir şeye tâlik olur, îkâ' sayılır. Zeylaî.
«Aczin zıddını niyet ederse» yani kelimenin
hakikatini niyet ederse demek istiyor. Çünkükudret aczin zıddı olan bir
sıfattır. Binaenaleyh mevcud bir şeye tâlik olur. Ama bu kelimeyle takdir
mânâsını niyet ederse talâk vâki olmaz. Çünkü Allah Teâlâ bir şeyi takdir eder,
bazen etmez.
«Rü'yet...» Ekseriyetle gözle görmek
mânâsına kullanılan bir masdardır. Kalb gözüyle görmenin masdarı rey, uyku
gözüyle görmenin masdarı da rüyadır. Bunların her biri diğerinin mânâsında
kullanılır. Burada da bu kabîldendir. Çünkü kadının talâkını görmek gözle değil
kalble olur.
METİN
Sonra bu on kelime ya Allah'a izafe edilir
yahut kula. Böylece yirmi olur. Bunlar da ya bâ yahut lâm veya fi edatlarıyla
zikredilir ve altmış olurlar. Bezzâziye'de: "Bir kimse talâkı yazar da
yazıyı istisna ederse sahih olur." denilmiştir. İmâdiyye'den naklen
yukarıda geçtiğine göre bunların mecmuu 180 olur. "Allah nasıl dilerse sen
öyle boşsun." sözü ile kadın ric'î talâkla boş olur. Sen üç defa boşsun
yalnız biri müstesna sözüyle iki talâk: üç defa boşsun ikisi müstesna sözüyle
bir talâk; üç defa boşsun üçü müstesna sözüyle üç talâk vâki olur.
İZAH
«Bunlar da ya bâ ilh...» Şârih (in) edatını
taksimden düşürmüştür. Nitekim musannıf da onun hakkında söylenecek sözlerin
bakiyyesini terketmiştir. İn'in hükmü kısaca şudur: Bu kelime diğer on
kelimenin içinde Allah Teâlâ'ya izafe edilirse ya ibtal yahut tâlik içindir.
Kula izafe edilirse temlîktir. Bahır sahibi diyor ki: "Hâsılı in edatını
zikrederse hiç birinde talâk vâki olmaz." Yani Allah'a izafe edilirse
demek istiyor. Şu halde kısımlar seksen olur. H.
Ben derim ki: musannıfın da başkaları gibi
zikrettiğine göre ilk dört kelime temlîk içindir. Bunu bâ ve fi edatlarıyla
birlikte zikretmişse de lâkin onlar şart mânâsına gelir. Şart edatlarının aslı
in'dir. Binaenaleyh geriye kalan altı kelime asla temlîk için olamaz. Sonra
gördüm ki Zeylaî bunu açıklamış ve şöyle demiştir: "Hâsılı bu lâfızlar
ondur. Dördü temlîk ifade eder. Onlar da meşiet kelimesiyle arkadaşlarıdır.
Altısı temlîk için değildir. Onlar da emir ve arkadaşlarıdır." Bu izaha
göre bu kelimeler şart edatı olan in ile kula izafe edilirlerse ilk dördü
temlîk ifade eder ve meclise bağlı kalır. Kalan altısı tâlik içindir. Meclise
bağlı kalmaz.
Demek oluyor ki Bahır sahibinin: "Hiç
birinde talâk vâki olmaz." sözü Allah Teâlâ'ya izafe edilirse asla vâki
olmaz. Kula izafe edilirse derhal vâki olmaz mânâsınadır. Anla! Lâkin Bahır
sahibine Tahtâvî'nin dediği gibi şu itiraz vârid olur: Bu musannıfın: "İlim
Allah Teâlâ'ya izafe edilirse" sözüne aykırıdır. Çünkü burada talâk vâki
olur. Musannıf bunun illetini gösterirken: "Bu mevcud bir şeye tâlik
yapmaktır. Binaenaleyh tenciz olur." demiştir.
«İmâdiyye'den naklen yukarıda geçtiğine
göre» yani "Talâk kelimesini söyler de ona bitişik olarak istisnayı
yazarsa yahut bunun aksini yaparsa veya istisnayı yazdıktan sonra silersetalâk
vâki olmaz." diye geçmişti.
«Bunların mecmuu 180 olur.» Bu hesap
yanlıştır. Doğrusu 240 olur. Çünkü Bezzâziye'de zikredilen bir surettir. O da
talâk ve istisnayı beraberce yazmaktır. İmâdiyye'deki de üç surettir. Altmışı
dörtle çarparsak 240 eder. Hatta bundan da ziyadedir. Şöyle ki: Bu on kelime ya
Allah Teâla'ya ya dilediği bilinen kuluna yahut dilediği bilinmeyen bir şeye
izafe olunur. Bunların üçüne birden veya ikisine izafe edildiği de olur. Şu
halde yedi suret meydana gelir. Yediyi onla çarpınca yetmiş olur. Bunların her
birinde in, bâ, lâm veya fi edatlarından biri kullanılır ki, böylece yetmiş
adedi dört ile çarpılınca ikiyüz seksene bâliğ olur. Bunların her birinde talâk
ve istisnayı veya mânâsını söyler yahut ikisini de yazar yahut yazdıktan sonra
ikisini de siler veya talâkı yahut istisnayı siler. Yahut talâkı söyler ötekini
yazar veya bunun aksini yapar, yahut bütün yazdıklarını siler. Böylece
suretlerin sayısı olan 280 sekizle çarpılınca 2240 eder.
«Kadın ric'î talâkla boş olur.» Çünkü Allah
Teâlâ'nın meşietine izafe edilen talâkın hal ve keyfiyyetidir. Yani bir mi,
fazla mı, ric'î mi, bâin mi olacağıdır. Aslı değildir. Binaenaleyh en azı vâki
olur. Çünkü kesin olarak bilinen odur. O da bir talâk-ı ric'îdir.
«Sen üç defa boşsun yalnız biri
müstesna...» ifadesiyle musannıf ta'tilî istisnadan sonra tahsîli istisnaya
başlıyor. Nitekim Kuhistânî zikretmiştir. Bahır'da şöyle denilmektedir:
"İstisna iki nev'îdir. Biri örfî olup yukarıda geçen dilemeye tâlik
meselesidir. Biri de vaz'îdir. Burada murad odur. Vaz'î istisna: Arapçada illâ
ve arkadaşları olan diğer istisna edatlarından biriyle illâdan sonra zikredilen
kısmın cümlenin başından murad olmadığını beyandır. Bu beş şeyle bâtıl olur.
Bunlar