ZİNA
HADDİNİ GEREKTİREN VE HADİS-İ ŞERİFE BİNAEN ŞÜBHENİN KIYAMI VAKTİNDE HADDİ
GEREKTİRMEYEN CİNSİ YAKINLIĞIN HÜKÜMLERİ BÂBI 2
ZİNA ÜZERİNE ŞEHADET VE O ŞEHADETTEN
DÖNMEYE DÂİR MESELELER BEYANINDA BÂB. 12
HADD-I
ŞÜRB : İÇKİ HADDİ BÂBI 2
KAZF
HADDİ BÂBI 2
TAZÎR
BÂBI 2
HADLER BAHSİ
METİN
Had lûgatta; menetmek manasınadır. Şer'i
ıstılahta ise haddi gerektiren fena hareketlerden insanları zecr ve menetmek
için Allah-ü Teâlâ'nın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi vâcib olan ve
takdir edilmiş bir ukubet (ceza) dır. Binaenaleyh vâcib olan Allah haklarından
olunca cani, hâkimin huzuruna çıkıp, cinayeti sabit olduktan sonra kendisine
şefâatta bulunmak caiz olmaz. Biz Hanefilere göre; haddin icrası günâhtan
temizleyici değildir. Bilâkis günâhtan temizleyici olan tevbedir. Tevbenin
dünyada haddi düşürmeyeceğine fukaha icma ve ittifak etmişlerdir. Tâzir had
değildir. Çünkü tâzirde muayyen bir ölçü yoktur. Kısas da had değildir. Çünkü
kısas da velinin hakkıdır.
İZAH
«Hadler ilh...» Musannıf yeminleri ve
ibadet ile ukubet (ceza) arasında deveran eden yeminin kef taretin i bitirince
bundan sonra sadece ukubet olanları zikretti. Eğer ibadetlerin arasını ayırma
korkusu olmasaydı hududun oruçtan sonra zikredilmesi daha lâyık olurdu. Çünkü
oruç kendisinde ukubet ciheti galib olan fıtır keffâreti (Ramazan-ı Şerifte
özrü bulunmaksızın muayyen şartlar dahilinde orucunu bozan bir mükellefin bir
köle âzâd etmesi yahut iki ay arka arkaya oruç tutması yahut sabahlı akşamlı
altmış fakire yemek yedirmesi) ne şâmildir. Nehir. Fetih.
Hadler altı nevidir :
1 - Zina haddi.
2 - Şarapa mahsus had.
3 - Diğer sarhoş edici maddelerden
sarhoşluk haddi. Şarap haddi ile diğer sarhoş edici maddelerin hadlerinin adeti
birdir.
4 - Kazf (iftira) haddi.
5 - Hırsızlık haddi.
6 - Yol kesme haddi. İbn-i Kemal,
«Menetmek manasınadır ilh..» Binaenaleyh
kapıcı ile gardiyana «haddâd» denilir, Kapıcı başkasının içer) girmesini,
gardiyan ise içerden dışarı çıkılmasını men eder. Bir şeyin mahiyetini tarif ve
tayin eden şeye de had denilir. Çünkü tarif girme ve çıkmayı men eder. Hâne
gibi gayri menkullerin nihayetlerine yani sınırlarına da «hudûd» denilir. Çünkü
bunlar başkalarının mülklerinin kendilerine girmelerini ve kendilerinin
başkalarının arazilerine karışmalarını men eder. Tamamı Fetih'tedir.
«Bir ukubet (ceza)tir ilh...» Yani: Dövme
ile yahut uzvu kesme ile yahut Öldürme ile yahut recm (taşlayarak öldürme) ile
yapılan bir cezadır. Bu cezalara ukubet adı verilmiştir. Çünkü azâb cürmü takip
edeceğinden bu münasebetle azaba ukubet adı verilmiştir. Kuhistânî.
«Takdir edilmiş ilh...» Yani: Kitap ile
yahut sünnet ile yahut icmâ ile açıklanmış veya ölçüsü belirlenmiştir. Bundan
dolayı Nehir'de «recm-de takdir ölümle, diğerlerinde dayak vurma ve uzvu
kesmekledir» denilmiştir.
«Allah-ü Teâlâ'nın hakkı olmak üzere
ilh...» Çünkü hadler, nesebi, malları, akılları, haysiyet ve namusu koruma gibi
maslahat ve menfaati bütün beşeriyete ait olduğu için meşru kılınmıştır. Bu
kelime hadlerin asıl hükümlerini beyandır ki insanların zarar görecekleri
şeylerden men olunup İslâm beldelerinin fesad ve fitneden korunmasıdır.
Fethü'l-Kadir'de zikredilmiştir ki: Gerçek
olan bazı meşayıhın dedikleridir. Şöyle ki: Hadler, zararları bütün beşeriyete
dokunan birtakım fena hareketlerden insanları alıkoyar. Bunlar suçlular
hakkında birer ceza olduğu gibi bunları görenler hakkında da birer ibret ve
uyanma vesilesi teşkil eder ve ammenin menfaatlerim tazammun bulunur.
«Kendisine şefaatte bulunmak caiz olmaz
ilh...» Yani bir kimse had icab eden fena bir fiil irtikab ederek hakim
huzuruna çıkıp cinayeti sabit olduktan sonra onun hakkında şefâatta bulunmak
caiz değildir.
Fetih'te zikredilmiştir ki; şefâat vâcib
olan birşeyin yapılmamasını istemektir. Bundan dolayı Üsâme b. Zeyd Beni Mahzum
kabilesinden hırsızlık eden bir kadın hakkında şefâatta bulunmak istediğinde
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) kendisine «Allah'ın hadlerinden bir had hakkında şefaat
mı ediyorsun?» buyurarak bunu red etmişlerdir.
«Hâkimin huzuruna çıkıp ilh...» Bir cani
hâkimin huzuruna çıkmadan ve cinayeti sabit olmadan hâkimin huzurunda şefâatta
bulunmak caizdir, Bir cani hâkimin huzuruna varıp sucu sabit olmadan, hâkimin
huzuruna çıktığında onu salıvermesi için hâkime şefaatte bulunmak caizdir.
Çünkü haddin vâcib olması hâkimin huzuruna çıkmadan sabit olmaz, Buna göre;
haddin vâcib olması, sadece fena bir fiil işlenmesiyle sabit olmaz. Ancak fena
bir fiil işlendiği hâkimin huzurunda sabit olunca had vâcib olur. Fetih'de de
böyledir. Bundan dava hâkime varıp onun huzurunda sabit olmadan önce şefâatta
bulunmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu Hamevî'den naklen Tahavi'de
zikredilmiştir.
Bilâkis günâhtan temizleyici olan tevbedir
ilh...» Yani bir caniye had vurulduğunda cani irtikab ettiği fenalıktan tevbe
etmezse, haddin icrası günâhını temizlemez. Âlimlerden çokları «haddin tatbik
edilmesi mücrimin günâhını temizleyicidir» demişlerdir. Nehir'de bu hususta
izahat vardır.
«Tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine
fukaha icma ve ittifak etmişlerdir ilh...» Yani bir cani hâkimin huzuruna çıkıp
üzerine had vâcib olduktan sonra tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine ittifak
etmişlerdir. Ama hâkimin huzuruna çıkmadan had tevbe ile düşer. Hatta yol kesicilerin
gerek bir nefis veya uzuv veya mal üzerine cinayet işlesinler gerekişlemesinler
hâkimin huzuruna çıkmadan önce hadleri tevbe ile düşer. Nitekim babında
gelecektir. Eğer yol kesiciler adam öldürmüşlerse kul hakkı olan kısas
üzerlerinde baki kalır. Eğer mal almışlarsa, ödemeleri lâzım gelir. Velhasıl);
kul hakkının kalması haddin düşmesine münafî değildir.
Zahiriyye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki; bir kimse bir fenalık işleyip sonra tevbe ederek Hak yoluna
dönse, o kimsenin kendisine had vurulması için fenalığını kaadıya bildirmesi
lâzım gelmez. Çünkü kötülüğü örtmek menduptur.
Cevahir'den naklen Bîri'nin Eşbah Şerhi'nde
zikredilmiştir ki; Cevahir sahibine «bir kimse şarap içse, zina etse sonra
tevbe edip kendisine dünyada had vurulmasa, âhirette kendisine had vurulur mu?»
diye sorulmuş, o da «hadler Allah'ın hakkıdır. Ancak hadlere boyun eğme olan
insanların hakkı da taalluk eder. Buna göre; o kimse nasuh tevbesi ile tevbe
ettiğinde âhirette had vurulmayacağını umarım. Çünkü had, küfür ile mürtedlikten
daha günâh değildir. Zira küfür ile mürtedlik İslâm ve tevbe ile zail olur»
diye cevap vermiştir.
«Tâzir had değildir ilh...» Çünkü tâzirde
muayyen bir ölçü yoktur. Bazılarının «tâzirin en azı üç. en çoğu otuzdokuz
kamçıdır» diye beyânları «tâzirde ölçü yoktur» ifadesine münafî değildir. Zira
üç kamçı ile otuzdokuz kamçı arasında muayyen bir ölçü yoktur. Bozan tâzir
dövmeksizin de olur. Bahır.
METİN
Haddi icab eden zina, islâm memleketinde
mükellef, nâtık (konuşan) bir şahsın o anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi
bulunan ve mülkünden veya mülkü şübhesinden uzak bulunan bir kadının ön
tarafına tenasül uzvunun sünnet mahallini kendi ihtiyacıyla ithal etmesidir.
Musannif zinanın tarifinde «islâm memleketinde» diye kayıtladı. Çünkü dar-ı
harpte zina haddi tatbik edilmez. «Mükellef» diye kayıtladı, çünkü sabiye,
matuh (bunamış)a ve mecnuna zina haddi' vurulmaz. «Nâtık» diye kayıtladı, çünkü
şüphe bulunduğu için mutlak surette dilsize had vurulmaz. Âmâya gelince zinayı
ikrar ederse, kendisine had vurulur, fakat şahidlerin şehadetiyle had vurulmaz.
«O anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi
bulunan» diye kayıtladı, çünkü şehvet sahibi olmayan küçük kız çocuğuna zina
edildiğinde had lâzım gelmez. «Mülkü şübhesinden» ifadesini sarih fiilde olan
şüphe değil mahalde olan şüpheden uzak olacak diye açıkladı. «Ön tarafından»
diye kayıtladı, çünkü zina dübürden yapıldığında had lâzım gelmez.
«Kendi ihtiyarıyla» diye kayıtladı, çünkü
erkek ile kadının her ikisi de mükreh olarak yaptıkları cinsi yakınlık haklarında
haddi icap etmeyeceği gibi mükellef oldukları halde biri mükreh diğeri mekruh
olmasa, mükreh olan hakkında da had lâzım gelmez.
Haddi icap eden zina şöyle de tarif
edilebilir: Erkeğin cinsi yakınlığa imkân vermesidir. Şöyleki: Erkek arkası
üstüne yatıp kadın onun tenasül uzvunun üzerine otursa, kadına imkân verdiği
için her ikisine de had vurulur veya kadının cinsi yakınlık için erkeğe imkân
vermesidir. Çünkü kadının fiiline vatı denilmeyip bilâkis temkin denilir.
Burada zinanın tarifi tamam olmuştur.
Muhit'te «zinanın haram olduğunun
bilinmesi» ifadesi de ziyade edilmiştir. Yani bir kimse zinanın haram olduğunu
bilmezse, şüphe olduğu için kendisine had vurulmaz.
Fethü'l-Kadir sahibi; zinanın bütün
dinlerde haram olduğu sabit olduğu için Muhit sahibinin zinanın tarifinde
«zinanın haram olduğunun bilinmesi de şarttır» kelâmını reddetmiştir.
İZAH
«Zina ilh...» Kur'an-ı Kerim'de vârid
olduğu vecih üzere Hicaz ehli lügatinde kasr ile olup «yâ» ile yazılır, Necid
ehli lügatında med ile olup «elif» ile yazılır.
Musannıf had icap eden günâhlara önce
zinayı izah ile başladı. Çünkü zina haddinin meşru olmasının hikmet ve
maslahatı aşikârdır. Allah-ü Teâlâ bu ceza ile beşeriyetin temizliğini, insan
şerefini ve insan neslini korumayı temin edecek en kuvvetli bir adalet
müeyyidesi vücuda getirmiştir. Zina, nice aileleri mahveder, nice namuslu
kimseleri ebediyen bir mahcubiyet altında bırakır, nice şahsiyetlerin
neseblerini şüpheli gösterir. Bu itibarla bir zina hadisesi her hangi bir
düşmanlık neticesi olarak meydana gelen bir öldürme hadisesinden daha meş'um ve
utanç veren bir cinayettir. Nehir. Fetih.
«Haddi icap eden ilh...» Sarih «zina» yi bu
ifade ile kayıtladı. Çünkü zina lügat ile şeriatta bir mânâya olup pir erkeğin
mülkünden ve mülkü şüphesinden uzak olan bîr kadının ön tarafına cinsî
yakınlıkta bulunması demektir. Zira şeriatta «zina» ismi yalnız haddi
gerektirene mahsus olmayıp haddi gerektirmeyene de şâmildir. Zinanın bir kısmı
haddi gerektirir. Hatta bîr kimse, oğlunun cariyesine, cinsi yakınlıkta bulunsa,
zina haddi vurulmaz. Her ne kadar bu kimseye had vurulmazsa da yaptığı iş
zinadır. Tamamı Fetih'dedir.
«Mükellef ilh...» Yani zina eden kimsenin
akıllı, erginlik cağında bulunması lâzımdır. Musannif zina edenin «müslüman
olması lâzımdır» demedi Çünkü cezasının tatbik edilmesinde zina edenin müslüman
olması şart değildir.
«Mutlak surette dilsize had vurulmaz
ilh...» Yani zinanın sübutu gerek dilsizin kendi işareti ile ikrar yoluyla
olsun gerekse şahitlerin şehadeti ile olsun had vurulmaz. Nitekim Bahır'da da
böyle zikredilmiştir.
«Şahitlerin şehâdetiyle had vurulmaz
ilh...» İbn-i Vehban bunu dilsize tahsis edip «Hâniyye'nin iki nüshasında şöyle
gördüm: Dilsiz bir mektuba yazarak veya işaret ederek zina ettiğini ikrar etse,
kendisine had vurulmaz. Şahitler «zina etti» diye dilsizin üzerine şehadette
bulunsalar, şahitlikleri kabul edilmez. Ama zinayı ikrar ettiğinde ikrar
hükmündegören kimse gibidir. Şahitler «zina etti» diye âmânın üzerine şehadette
bulunsalar, âmâya had vurulur» demiştir. Yani zina hakkındaki şahitlerin
şehadeti dilsiz hakkında kabul edilmez. Fakat âmânın zinayı ikrarı ve üzerine
«zina etti» diye yapılan şahitlik sahihtir. Tatarhâniyye. Muzmarat.
Şerhü'l-Kenz. Şerhü'l-Vehbaniyye.
«O anda veya geçmiş zamanda ilh...» Yani
kendisine zina edilen kadın çok yaşlı ve çirkin olsa bile zina edene yine had
vurulur. Çünkü o anda bu kadın şehvet sahibi olmasa bile geçmiş zamanda şehvet
sahibiydi.
«Çünkü zina dübürden yapıldığında had
vurulmaz ilh...» Dübürden zina edildiğinde had vurulmaması İmam-ı Azam
(Rh.A.)'ın kavlidir. İmameyn (Rh.A.)'in kavline göre; dübürden zina edildiğinde
de had vurulur. Bu da zinaya dahildir. Nitekim ilerideki bâbda gelecektir.
«Küçük kız çocuğuna ilh...» Yani küçük kız
çocuğuna yahut hayvana ölü bir kadına zina edildiğinde had îcab etmez.
«Mülkünden veya mülkü şüphesinden uzak
ilh...» Yani mükellef bir kimsenin zina ettiği kadının mülkünden, nikâh
mülkünden ve mülk ile nikâh mülkü şüphelerinden uzak bulunması lâzımdır. Mülk
şüphesine misâl; bir kimsenin oğlunun yahut mükâtebinin yahut ticaret içirt
izin vermiş ve borçlu olan kölesinin cariyesine yahut islâm memleketine
getirildikten sonra bir gazinin ganimet cariyesine cinsi yakınlıkta
bulunmasıdır.
Nikâh mülkü şüphesine misal; bir kimsenin
şahitsiz evlendiği zevcesine yahut efendisinden izinsiz evlenen zevcesi olan
cariyeye yahut efendisinden izinsiz evlenen kölenin kendi zevcesine cinsî
yakınlıkta bulunmasıdır. Bu Miftah'dan naklen Hamevî'de zikredilmiştir. T.
«Mahalde olan şüpheden ilh...» Yani mülk
şüphesi mahalde dan şüphedir. Mahallin helâl olduğuna dair şer'î bir hüküm
şüphesi sabit olduğu cihetle buna «şüphe-i hükmîyye» de denilir. Meselâ: Bir
kimse oğlunun cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa bir haramı irtikap etmiş
olur. Bununla beraber hakkında had icap etmez. Çünkü evlâdın malı üzerinde
babasının büyük bir alâkası vardır. T.
«Fiilde olan şüphe değil ilh...» Fiilde
olan şüpheye «iştibah şüphesi» denilir. Bu, bazı hakların ve hükümlerin
cereyanından meydana gelen şüphe demektir ki bazan akid şüphesiyle bîrarada
bulunur. Meselâ: Bir kimse üç talâkla boşadığı zevcesine iddeti içinde helâl
zannıyla cinsi yakınlıkta bulunsa kendisine had lâzım gelmez. Çünkü aralarında
evvelce yapılmış bir akid vardır ki bundan akid şüphesi meydana gelmiş olur.
Sonra iddet içinde kadının nafakası, boşayan zevcine aittir. Bunların birbiri
lehine şahitlikleri kabul edilmez. Aralarında daha bazı haklar vardır. Bu cihet
ise bir iştibah şüphesi vücuda getirmiş bulunur. Şüphe, sabit olmadığı halde
sabite benzeyen şeydir. Fiil şüphesinde helâl zannıyla olursa, had icap etmez
yoksa eder. Tevehhümünden nâşî sarih fiil şübhesini mahalşüphesinden istisna
etti. Mahalde olan şüphe mutlak surette had icap etmez. Mülk şüphesini sarih
ona tahsis etti.
«Veya kadının cinsi yakınlık için erkeğe
imkân vermesidir ilh...» Kadına da zina haddinin vurulması vâcib olunca Allah-ü
Teâlâ : En - Nur Süresi; âyet : 2
«Zina eden kadınla zina eden erkekten her
birine yüzer değnek vurun.» kavl-i keriminde kadına da zâniye ismini verince
malum oldu ki kadına «zâniye» denilmesi mecaz olmayıp hakikattir. Kadına vâtıe:
Cinsi yakınlıkta bulunucu denilmemesinden, zânîye denilmesinin mecaz olması
lâzım gelmez. Bundan dolayı haddi icap eden zinaya kadının fiilinin de dahil
olması için zinanın tarifinde «kadının cinsi yakınlığa imkân vermesidir»
ifadesi ziyade edilmiştir. Eğer kadının cinsi yakınlığa imkân vermesi hakikaten
zina olmasaydı zinanın tarifinde zikredilmezdi. Bu ise her ne kadar kadın vâtıe
değil ise de hakikaten zâniye olduğunun alâmetidir. Nitekim erkeğe her ne kadar
kendisinde hakîkaten vatı' bulunmasa bile cinsi yakınlığa imkân vermesiyle zânî
ismi verilmesi hakikattir. Bu izah ile Bahır'da «Kadına zâniye denilmesi
mecazdır» diye zikredilen ifade itibardan düşmüştür.
«Muhit'te «zinanın haram olduğunun bilinmesi»
ifadesi de ziyade edilmiştir ilh...» Muhit'in ibaresi şöyledir: Zina haddinin
vurulmasının şartlarından biri de zinanın haram olduğunun bilinmesidir. Hatta
bir kimse zinanın haram olduğunu bilmeyip zina etse. şüphe bulunduğu için
kendisine had vurulması vâcîb olmaz. Bunun aslı Said b. Müseyyeb'in «Yemen'de
bir kimse zina etmiş, bu hadise Hz. Ömer (R. A.) 'e bildirildiğinde Hz. Ömer
(R.A.): «Eğer o kimse Allah-ü Teâlâ'nın zinayı haram kıldığını biliyorsa, ona
yüz dayak vurun, eğer zinanın haram olduğunu bilmiyorsa, ona öğretin, bir daha
irtikab ederse, ona yüz dayak vurun» diye mektup yazdı» diye rivayetidir. Çünkü
şeriatta hüküm ancak bildikten sonra sabit olur. İslâm memleketinde yayılma ve
duyulma bilme yerine geçer. Fakat tebliğ olmadığı için en az şüphe îras eder.
Bununla malum oldu ki İslâm memleketinde olmak haddin vâcib olmasında bilme
yerine geçmez. Fakat diğer bütün hükümlerde islâm memleketinde bulunmak bilme
yerine geçer.
«Fethü'l-Kadir sahibi; zinanın bütün
dinlerde haram olduğu sabit olduğu için Muhit sahibinin zinanın tarifinde
«zinânın haram olduğunun bilinmesi de şarttır» kelâmını reddetmiştir ilh...»
Binaenaleyh bir harbî (kafir) İslâm memleketine girip müslüman olduktan sonra
zina etse, her ne kadar bunu islâm memleketine girdiği gün irtikap etse bile ve
«ben zinanın helâl olduğunu zannettim» dese sözüne bakılmayarak kendisine had
vurulduğu halde nasıl «asıl müslüman olan bir kimse «zinanın haram olduğunu
bilmiyordum» diye dâva eniğinde haddin şartı (bilmemesi) bulunmadığı için
kendisine had vurulmaz» denilebilir. Bunu Bahır, Nehir, Minah sahibi de ikrar
etmiştir. Fakat bu hususa Tahavi sahibiHz. Ömer (R.A.)'den rivayet edilenle ve
her millette zinanın haram olmasının sabit olması insanlardan bir kısmının bunu
bilmemesine münafi değildir, nasıl münafi olabilir. Bu bâbda şüpheler kabul
edilir. Harbî meselesine gelince galiba ona had vurulması zinanın haram
olduğunun bilinmesini şart kılmayan kimsenin kavline göredir» diye karşı
çıkmıştır.
Ben derim ki: Bir dağ başında tek başına
yaşıyan yahut kendi gibi zinanın haram olduğunu bilmeyen yahut zinanın mubah
olduğuna inanan bir kavmin arasında yaşayan ve zinanın haram olduğunu
bilmediğini iddia eden kimse hakkında «zinanın haram olduğunun bilinmesi had
vurulmasının şartlarındandır», böyle bir kimse islâm memleketine girip hemen
zina etse, hiç şübhe yok ki kendisine had vurulmaz. Çünkü şer'î hükümlerle
teklif, hükümleri bildikten sonradır. Muhit'de zikredilen ile zinanın haram
olduğunun şart olmasında fukahanın îcmaı vardır diye nakledilen, böyle bilmeyen
kimse üzerine hamlolunur. Fakat islâm memleketinde müslümanlar arasında yetişen
yahut zinanın haram olduÛuna inanan ehil harp memleketinde yetişip sonra
müslüman memleketine getto zinâ eden kimseye had vurulur. «Zinanın haram
olduğunu bilmiyordum» . diye özür beyân etmesi kabul edilmez. Yukarda gecen
harbî meselesi de bunun üzerine hamledilir ve böylece müşkül zail olur.
METİN
Zina, bir mecliste zina lafzıyla dört
erkeğin şehadetleriyle sabit olur. Fakat vatı veya cima lafzıyla sabit olmaz.
Şahitler bir mecliste olmayarak birer birer şahitlik yapsalar, kendilerine kazf
(iftira) haddi vurulur.
Dürer'de «zina mânâsını ifade eden lâfız
zina yerine geçer» diye zikredilmiştir.
Zinaya şehadet eden dört erkekden biri her
ne kadar zina eden kadının kocası olsa bile kadına kazfetmiş ve kendisinin
başka zevcesinden olan çocuğuyla kadının zina ettiğine şehadet etmiş değilse,
şahitliği kabul edilir. Çünkü kazfi suretinde zevç kendi nefsinden lianı
defetmesi ve başka karısından olan oğluyla yeni zevcesinin zina ettiğine
şehadeti yeni zevcesine cinsi yakınlıkta bulunmadan önce ise mehrinin yarısını,
cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra ise iddet nafakasını düşürme töhmetleri
vardır. Zahiriyye.
İZAH
«Sabit olur ilh...» Yani zina, kaadının
huzurunda toplu oldukları halde dört şahidin zina lafzıyla şehadet etmeleriyle
sabit olur. Ama zinanın kendi nefsinde sübutu kadınla erkeğin bu çirkin fiili
irtikap etmeleriyledir. Çünkü bu, hissi bîr fiildir. Nehir.
«Dört erkeğin ilh...» Çünkü hadlerde
kadınların şehadeti kabul edilmez.
«Şahitler bir mecliste olmayarak birer
birer şahitlik yapsalar kendilerine kazf haddi vurulur ilh...» Eğer birer birer
gelip şahitlerin hazır olduğu yerde oturup kaadının huzuruna birer birer kalkıp
şahitlik yapsalar, şehadetleri kabul edilir. Mescidin dışında olurlarsa
hepsinekazf haddi vurulur. Mescidle tabir edildi, çünkü mescid kaadının
oturduğu yerdir. Yani şahitlerin toplanmaları kaadının oturduğu yerde
muteberdir, mescidin dışında değildir. Hatta mescidin dışında toplanıp kaadının
huzuruna birer birer girip şahitlik yapsalar ayrı ayrı şahitlik yapmış
sayılacakları için kendilerine kazf haddi vurulur.
«Zina lafzıyla ilh...» iki erkek bir şahsın
zina ettiğine, diğer iki erkekte ayni şahsın zinayı ikrar ettiğine şahitlik
yapsalar, o şahsa da şahitlere de had vurulmaz. Ancak dört şahitten üçü bir
şahsın zina ettiğine dördüncüsü zinayı ikrar ettiğine şahitlik etseler, üç
şahide kazf haddi vurulur. Çünkü dördüncü şahidin zinayı ikrar ettiğine
şehadeti muteber olmayacağı için üç şahidin sözleri kazf olarak kalmış olur.
Zahiriyye. Bahır.
«Fakat vatı veya cima lafzıyla sabit olmaz
İlh...» Çünkü haram olan cinsi yakınlığa delâlet eden zina lâfzıdır, Vatı ve
cima lâfzı değildir. Hatta şahidler «filan şahıs filan kadını haram vatı ile
vat etti» diye şehadette bulunurlarsa, zina sabit olur. Bundan anlaşılan hangi
lisanla olursa olsun zinayı açık olarak ifade eden lâfız kifayet eder. Nitekim
Şürünbulâli bunu kazf haddinde açıklamıştır. Kazfin de açık zina lafzıyla
yapılması şarttır. Nitekim burada öyledir.
«Dürer'de ilh...» Dürer'in ibaresi
şöyledir: Zina hakkındaki şehadet, zina lafzıyla veya başka bir lisanda zina
mânâsını ifade eden diğer bir lâfızla yapılır.
«Mehrinin yansını ilh...» Yani zevç bu
şehadetiyle mehrin yarısını düşürür. Çünkü zevcesi kocasının başka karısından
olun oğlunun kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde ona imkân verdiği
için ayrılık kendi tarafından gelmiştir. Ama zevç yeni zevcesine cinsi
yakınlıkta bulunduktan sonra bu yeni zevcesi zevcinin eski karısından olan oğlu
kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde cinsi yakınlık için oğlana
imkan verse bile mehrinden bir şey düşmez. Ancak iddet nafakası düşer. Çünkü
kötülük kadın tarafından gelmiştir. Zahiriyye.
Muhit'ten naklen Bahır'da da Zahiriyye'deki
gibi zikredilmiştir. Yalnız şu ziyade vardır: Yani bir kadının zina ettiğine
dört erkek şahitlik yapıp bunlardan biri kadının kocası olup kadının zina
ettiği şahıs kocasının eski zevcesinden olan oğlu olursa töhmet bulunduğu için
zevcin şahitliği kabul edilmez. Zevcin şahitliği kabul edilmeyince diğerlerinin
sözü kazf olarak kalır ve kendilerine kazf haddi vurulur, zevce vurulmaz.
METİN
Kaadı, şahitlere zinanın mahiyetini
(erkeğin tenasül uzvunun, kadının tenasül uzvuna dahil olmasından) sorar.
Zinanın nasıl olduğunu sorar. Çünkü zina o kimseye zorla yaptırılmış olabilir.
Zinanın nerede olduğunu sorar. Çünkü zina
dar-ı harpte olabilir. Ne vakit zina ettiğini sorar. Çünkü çocukken yapmış
olabilir.
Hangi kadınla zina ettiğin sorar. Çünkü
oğlunun cariyesiyle zina etmiş olabilir. Maddin düşmesine çare aramak için
kaadı şahitlere inceden inceye sorar. Şahitler kaadının sorduğu sorular,)
açıklarlar ve o şahsın tenasül uzvunu zina ederken o kadının tenasül uzvunda
sürmedanın içindeki mil gibi gördüklerini açıklarlar ve şahidlerin hallerini
kaadı bilmiyorsa onların gizlice ve açıktan adaletli olup, olmadıkları
sorularak tezkiyeleri yapılınca kaadı mücrim hakkında vâcib olarak had ile
hükmeder. Zinâ eden kimse açıktan zina etmezse, zina hakkında olan şehadetin
terki evlâdır. Açıktan zina ederse, zina hakkında olan şehadetin yapılması
evlâdır. Nehir.
Dört erkeğin şehadetîyle zina sabit olduğu
gibi, zina edenin dört mecliste dört defa zina lâfzını ayık iken kendisini zina
ettiği kadın yalanlamaksızın tenasül uzvu kesik olmakla, kadının tenasül uzvu
birleşik olmakla yalan olduğu meydana çıkmaksızın, dilsiz olan kadınla veya
kadın dilsiz olan erkekle zinasını ikrar etmeksizin kendisinin ikrarıyla da
zina sabit olur.
Dilsiz üzerine ikrarın sahih olmaması
kendisinden haddi düşürecek birşeyin meydana gelmesi caiz olduğu içindir.
Bir kimse zinayı veya hırsızlığı sarhoşluk
halinde ikrar etse, kendisine had vurulmaz. Fakat sarhoş iken hırsızlık veya
zina edip şahit ile üzerine sabit olursa, had lâzım olur. Çünkü sarhoşluğu
halinde şahitlerin gördükleri zina ve hırsızlığı yapmasının yalana ihtimali
yoktur. Ama ikrarın yalana ihtimali vardır. Nehir.
Bu ikrar eden kimse, her ne zaman zinayı
kaadımn huzurunda ikrar ederse kaadı onu birinci, ikinci ve üçüncü defa
reddeder o kimse de kaadının göremiyeceği yere kadar gider. Buna rağmen o kimse
dördüncü defa olarak kaadının huzuruna gelerek ikrarını tekrar edince, yukarda
geçtiği üzere kaadı: «zina nedir? Nasıldır? Kim ile zina ettin? Nerede zina
ettin?» diye kendisinden sorar. Çünkü oğlunun cariyesiyle zina ettiğini beyân
etmiş olabilir. Nehir.
Zinayı ikrar eden kimsenin bu fena fiili
haddi icap edecek tarzda irtikab etmiş olduğu anlaşılınca kaadının «belki
aranızda bir nikâh vardı» veya «bu hadise bir şübheye binaen vuku bulmuş
olmasın» gibi zina suçundan dönmesi için kendisine telkinde bulunması
menduptur. Kaadının bütün irşadına rağmen o kimse ısrar ederse artık hakkında
had cezasıyla hükmeder ve o kimseye had tatbik edilir.
Binaenaleyh zinanın sübutu şehadet veya
ikrardan biriyle olunca, bu hususta kaadının malumatıyla veya ikrarı üzere
şahit getirmekle sabit olmaz. Zinaya şehadetle hükmolunduktan sonra bir defa
ikrar etse, imam Ebû Yusuf'a göre; had vurulmaz. Esah olan kavil de budur. Eğer
dört kere ikrar ederse, şehadet icmaen batıl olur Sirac.
İZAH
«Kaadı. şahitlere zinanın mahiyetini sorar
ilh...» Yani kaadının şahitlere zinanın mahiyetini, nasıl, nerede, ne vakit ve
kimle olduğunu sorması vâcibdir. Çünkü şahitlerin bunları açıklaması haddin
vurulması için şarttır.
Fetih sahibi «kaadının şahitlere bunları
sorması vâcibdir» diye açıkladıktan sonra «kaadı, şahitlere sorduğunda şahitler
«filanca kadın ile filan erkek zina ettiler» sözleri üzerine bir şey ziyade
etmeseler, zina edenlere de şahitlere de had vurulmaz» demiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; kaadının
zinanın mahiyetini sormasının faydası: Şahit, kadın ile erkeğin tenasül
uzuvlarının birbirine dokunmasını veya her haram olan vatı had icap eden zina
zanneder de zina diye şahitlik yapabilir.
«Çünkü zina o kimseye zorla yaptırılmış olabilir
ilh...» Zira bir kimseye zorla zina yaptırılırsa, kendisine zina haddi vurulmaz
«Çocukken yapmış olabilir ilh...» Keza akıl
baliğ olduktan sonra da yapmış olabilir. Fakat uzun zaman önce yapmış olursa,
kendisine had vurulmaz. Nitekim Fetih'de de böyledir. Uzun zamanın tarifi
gelecektir.
«Onların gizlice ve açıktan adaletli olup
olmadıkları sorularak ilh...»
Gizlice tezkiye şöyle yapılır: Kaadı
şahitlerden her biri diğerinden ayırt edilecek şekilde isimlerini,
mahallelerinin isimlerini bir kağıda yazıp tanıyanlara gönderir. Tanıyanlar da
şahitlerin isimlerinin altına «bu adaletlidir, şahitliği kabul edilir» diye
yazarlar.
Açıktan tezkiye ise şöyle yapılır: Kaadı
tezkiye eden ile şahidi bir-araya getirip tezkiye edene gizlice «tezkiye
ettiğin şahıs bu mudur?» diye sorar. Şahidlerin tezkiyeleri müddeti içinde zina
ile müttehem olan şahıs tazır yoluyla hapsedilir. Borçlarda ise şahidlerin
adaleti zahir olmadan önce borçlu hapsedilmez.
«Hallerini kaadı bilmiyorsa ilh...» Eğer
kaadı şahidlerin adaletli olduklarını bilirse, onların hallerini sorması lâzım
gelmez. Çünkü kaadının bilmesi, tezkiye ile hasıl olacak bilgiden daha
kuvvetlidir. Kaadı, kendi bilgisine dayanarak had vurmasıyla şeriatın heder
olacağından kork-masaydı kendi bilgisiyle had vururdu. Nitekim Fetih'de de
böyle zikredilmiştir.
«Zina eden kimse açıktan zina etmezse
ilh...» Fetih sahibi, günâhı örtmenin mendup olduğuna delâlet eden hadis-i
şerifi zikrettikten sonra «günâhı setretme mendup olunca zina hakkındaki
şehadet, evlânın hilâfına olduğu için kerâhet-i tenzihiyyedir. Bu zina
hakkındaki şehadetin terkedilmesinin evla olması, hürmeti yıkıp -Allah'a
sığınırız- helâl gibi açıktan zina etmeyen kimseye nisbetledir. Eğer zina eden
kimse hürmeti yıkıp -Allah'a sığınırız- açıktan helâl gibi zina ederse, bu
kimse hakkında şehadet etmek vâcib olur. Çünkü Şâri'in matlubu yeryüzünü
günâhlardan ve fuhuştan korumak olup bu da açıktan zina eden kimse hakkında had
icra etmekle temin edilir. Fakat korkarak gizilce zina eden kimse böyle
değildir» demiştir. Bir mesele kaldı ki; zina eden kadın ve erkekten birisi
açıktan hürmeti yıkarak, diğeri ise gizilce ve korkarak zina etse, fesadı
önlemek için bunlar hakkında şehadetin yapılması evlâdır.
«Kendisinin ikrarıyla da zina sabit olur
ilh...» Musannif dört erkek şahidin şehadetiyle sabit olan zinayı önce
zikretti, çünkü dört erkek şahidin şehadetiyle zinanın sabit olması Kur'an-ı
Kerim'de zikredilmiştir. Kur'an-ı Kerimle sabit olan daha kuvvetlidir. Hatta
şehadetle sabit olan bir zinadan dolayı celd veya recm suretiyle had vurulan
şahıs kaçıp da derhal yakalansa, bu had cezası ikmal edilir. Şehadet müteaddi
(geçerli) hüccetdir, ikrar ise kaasır hüccettir.
«Kendisini zina ettiği kadın
yalanlamaksızın ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben filan kadınla zina enim» deyip
kadın da «o benimle evlendi» veya «ben onu asla tanımıyorum» diyerek onu
yalanlasa, o kimseye had vurulmaz.
Bir kadın da «filan erkekle zina ettim»
deyip erkek de onu yalansasa kadına da had vurulmaz. Bu İmam-ı Azam (Rh.A.)'a
göredir. İmameyn (Rh. Aleyhima) buna muhaliftir. Bahır.
«Kadının tenasül uzvu birleşik olmakla
ilh...» Yani bir kimse «ben filan kadınla zina ettim» diye ikrar edip kendisine
had vurulmadan önce «zina ettim» dediği kadının tenasül uzvunun birleşik
olduğunu kadınlar haber verseler bu kimseye had vurulmaz. Çünkü kadınların
kendisine zina yapıldığı iddia edilen kadının tenasül uzvunun birleşik olduğunu
haber vermeleri şahitlerin şehadetinde bile şüpheyi gerektirir. Bahir.
«Dilsiz üzerine ikrarın sahih olmaması,
kendisinden haddi düşürecek bir şeyin meydana gelmesi caiz olduğu içindir
ilh...» Yani dilsiz olan kadın veya dilsiz olan erkeğin dilsiz olmadıkları
takdirde haddi düşürecek bir şey söylemeleri ihtimali vardır. Buna göre; «bir
kimse gaib olan bir kadınla zina ettiğini ikrar etse, kadın geldiğinde haddi
düşürecek bir şey söylemesi ihtimali olmakla beraber kadın gelmeden önce bu
kimseye had vurulur» meselesi müşkül olur. Aralarında ki farkın açıklanması
gerekir.
Ben derim ki; Cevhere'de zikredilenden
bunun cevabı anlaşılır, Şöyle ki: Kıyas; bir kimse gaib olan bir kadınla zina
ettiğini ikrar ettiğinde kendisine haddın vurulmamasıdır. Çünkü kadın gelince
zinayı inkâr edip kazf haddi dava etmesi veya nikâhlı olduğunu dava edip mehir
talep etmesi caizdir. Kadın gelmeden o kimseye haddin vurulmasında kadının
hakkını iptal vardır. İstihsana göre; Maiz hakkındaki hadis-i şeriften dolayı o
kimseye kadın gelmeden önce had vurulur. Çünkü Malz'e kadın gaib iken had
Vurulmuştur. Velhâsılı kıyasa göre; iki mesele arasında fark yoktur. Fakat ikinci
meselede hadis-i şerif bulunduğu için kıyasa muhalif olarak had vurulur.
Ben derim ki: iki mesele arasındaki fark
şöyle de izah edilebilir. Dilsizliğin kendisi; gerçektenhadde mani olan bir
şüphedir. Fakat gaib olma, gerçekten hadde mani şüphe değildir. Bundan dolayı
bir kimse «tanımadığım bir kadınla zina ettim» diye ikrarda bulunsa, kendisine
had vurulur.
«Dört mecliste ilh...» Her ayda bir defa
ikrar etse bile yine ikrarı kabul edilir. Ama bir mecliste dört defa ikrarda
bulunsa bir ikrar yerine geçer. Nehir. Bu dört meclis ikrar eden kimseye
göredir. Bazıları «kaadının meclisleridir» demişlerdir. Ama esah olan birinci
kavildir. İmam Muhammed (Rh.A.) meclisin ayrı olmasını «zinayı ikrar eden
kimsenin meclisten kaadının gözünden kayboluncaya kadar gitmesiyle»
açıklamıştır.
Hidaye'de «ikrarın ayrı ayrı dört mecliste
yapılması lâzımdır. Bu da zina ettiğini itirafta bulunan kimsenin birinci,
ikinci, üçüncü itiraflarını kaadı hakimane bir surette reddeder, her seferinde
kaadının görmeyeceği yere kadar gidip gelir. Çünkü meclislerin değişmesi ancak
kaadının o kimsenin ikrarını reddetmesiyle olur. Buna rağmen o kimse dördüncü
defa kaadnın meclisine gelerek itirafını tekrar edince yukarıda geçtiği üzere
kaadı ona sorulması lâzım olan şeyleri sorar» diye zikredilmiştir.
«Zinaya şehadetle hükmolunduktan sonra bir
defa ikrar etse ilh...» Yani zina ettiği şehadetle sabit olan bir kimse, hüküm
verilmeden önce bir, iki veya üç kerre ikrarda bulunsa, artık had vurulmaz.
Çünkü şehadet inkâr halinde kabul edilmez. İkrar vuku bulunca şehadet zail
olmuş. Bu ikrar ise had vurulması için kâfi bulunmamıştır. Hüküm verildikten
sonra bu vecihle ikrarda bulunduğu takdirde de İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'a göre;
had düşer. Esah olan da budur. Fakat imam Muhammed (Rh. A.)'e göre; düşmez,
Fakat hükümden evvel veya sonra dört defa ikrarda bulunduğu takdirde şehadet
ittifakla bâtıl olup bu ikrarların gereğince muamele yapılır. Şehadetin
gereğiyle muamele olunmaz.
METİN
Kaadının huzurunda dört defa zina ettiğini
ikrar eden kimse hakkında had vurulmasına hüküm olunduğu halde kendisine had
vurulmadan önce veya had vurulurken ikrarından dönse, her ne kadar bu dönmesi
kaçma gibi fiili ile olsa bile, serbest bırakılıp had vurulmaz. Fakat şehadet
böyle değildir. Zina ikrarını inkâr etmek dönmektir. Nitekim mürtedliği inkâr
etmek tevbedir. Mürted babında gelecektir.
Keza; ihsan (akıllı, bulûğ, hürriyet.
İslâm, sahih nikâhla evlenmek, zevcesinin de bu vasıflar ile muttasıf olması,
bu vasıfların toplanmasından sonra aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş olması)
ile ikrardan dönme de yine sahih olur. Çünkü ihsan, recmin şartı olduğu için
Allah-ü Teâlâ'nın hakkıdır. Binaenaleyh kendisini yalanlayan bulunmadığı için
ihsan ile ikrarından dönmesi sahihtir. Bahır.
Keza; içki haddi, hırsızlık haddi gibi halis
Allah hakkı olan hadlerde -her ne kadar hırsızlıktamal ödense bile- ikrardan
dönmek sahihtir.
Zinayı ikrar eden kimseye kaadının «galiba
sen onu öpmüşsün» yahut «sen ona yapışmışsın» yahut «şüphe ile cinsi yakınlıkta
bulunmuşsun» diye zina suçundan dönmesi için telkinde bulunması Mâiz (R.A.)
hakkında vârid olan hadis-i şerife binaen menduptur. Zina eden kimse zina
ettiği kadının şahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse, her ne kadar kadın
başkasının zevcesi olsa bile had kendisinden düşer. Zina eden kimse, zina
ettiği kadınla evlense veya onu satın alsa, zinâ vaktinde şüphe olmadığı için
esah olan kavle göre; had düşmez.
Muhsan (akıllı, baliğ, hür, müslüman,
iffetli bir erkek, kendisinde aynı vasıflar bulunan bir kadınla sahih nikâhla
evlenip cinsi yakınlıkta bulunmuş) olan kimse hakkında zina suçu sabit olunca
bir meydanda ölünceye kadar recm (ufak taşlar atılmak suretiyle) yapılır.
İnsanlar recm için namaz safları gibi saf olurlar. Bir taife recmedip taşları
katlini kasdederek attığında onlar uzaklaşır, diğer kimseler recm ederler.
Üzerine recm ile hükmolunan bir kimseyi başka bir şahıs öldürse veya gözünü
çıkarsa, onun kanı ve gözü heder (öldürene bir şey lâzım değil) dir. Fakat
kaadıdan önce yaptığı için tazir edilir. Nehir. Eğer recm ile hükmedilmeden
önce öldürürse amden öldürdüğü takdirde kısas, hataen öldürdüğü takdirde diyet
lâzım gelir. Çünkü şahitlerin şehadetiyle hüküm verilmezden önce şehadetin
hükmü yoktur. Recmin yapılmasında ufak taşlarla olsa bile önce şahitlerin
başlaması şarttır. Ancak hastalık gibi bir özürden dolayı şahitler recmden aciz
olurlarsa, onların huzurunda recme önce kaadı başlar. Eğer şahitlerin hepsi
veya bazısı recmden imtina ederler yahut ölürler yahut gaib olurlar yahut
şahadetten sonra elleri kesilirse, recme önce şahitlerin başlama şartı fevt
olduğu için recm düşer, Şahitlerin recmden imtina etmeleri suretinde esah olan
kavle göre; imtinaları sarahaten şahitlikten dönme olmadığı için kendilerine
kazf haddi vurulmaz. Nitekim fısk yahut âmâ yahut dilsiz yahut kazf gibi bazı
şeylerle şahitlerin bir kısmı şehadete ehliyetten çıktıklarında recm hükümden
olduğu halde had derhal yapılmayıp şahitlerin bir kısmı şehadete ehliyetten
çıksalar, yine recm düşer. Bu surette haddin düşmesi zina eden muhsan olduğuna
göredir. Ama ondan başkasında şahitlerin ölmeleri veya gaib olmaları suretinde
had vurulur. Nitekim Hâkim-i Şehid'in Kâfi adlı kitabında da böylece
zikredilmiştir.
Recme önce şahitler, sonra hâkim daha sonra
halk başlar. Hâkimin recmi vâcib değildir, vâcib olmak söyle dursun orada
olması bile lâzım değildir. Bunu İbn-i Kemal nakletmiştir.
Musannifin İbn-i Kemal'dan naklettiği şeyi
Nehir sahibi reddetmiştir. Nehir sahibi «recm yapılırken halkın hazır
bulunmaları şart olmadığı gibi taşlamaları da şart değildir. Binaenaleyh halk
recimden imtina ederse, had düşmez» diye ifade etmiştir.
İZAH
«Fakat şehadet böyle değildir ilh...» Yani
zina ettiği şehadetle sabit olan kimse recm edilirken kaosa, peşi bırakılmayıp
ölünceye kadar taşlanır. Havi'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Fakat ileride
gelecektir ki; haddin bir kısmı vurulduktan sonra kaçıp tekadüm-i zaman (bir
ay) dan sonra yakalansa, haddin bakiyesi düşer.
«Zina ikrarını inkâr etmek dönmektir
ilh...» Yani bir kimse dört defa ayrı ayrı dört mecliste zina ettiğini ikrar edip
hakkında kaadı recmine hüküm verdikten sonra bu ikrarını inkâr ederek «vallahi
ben böyle bir şey ikrar etmedim» diyecek olsa kendisinden had düşer. Çünkü bu
inkâr ikrardan dönmek demektir.
«Keza; ihsan ile ikrardan dönme de sahih
olur ilh...» Yan] hakkında recm suretiyle had tatbik edilecek kimsenin ihsanı
(evli olduğu) kendi ikrarıyla sabit olup sonra bu ikrarından dönse, sahih olur.
Eğer ihsanı şehadetle sabit olursa, had vurulur. Nitekim içki haddinden önce
gelecektir.
«Kendisini yalanlayan bulunmadığı için
ilh...» ihsanını kendisi ikrar edip sonra bu ikrarından dönse, bu hususta
kendisini yalanlayan bulunmadığı için ikrarında şüphe tahakkuk eder ve
kendisine had vurulmaz. Fakat kul hakkı olan kısası ve kazf haddini ikrardan
dönmesi böyle değildir. Zira bunlarda kendisini yalanlayacak şahıs vardır.
Bahır.
«İçki haddi, hırsızlık haddi gibi...» Yani
bir kimse içki içtiğini veya hırsızlık yaptığını ikrar edip kendisine had
vurulması lâzım gelip sonra ikrarından dönse, içki haddi veya hırsızlık haddi
kendisinden düşer. Nitekim bâblarında gelecektir.
«Her ne kadar hırsızlıkta mal ödense bile
ilh,..» Yani bir. kimse hırsızlık yaptığını ikrar edip sonra ikrarından dönse,
kendisinden hırsızlık haddi düşer. Fakat ikrar ettiği malı öder. Çünkü mal
hukuku olduğundan hırsızlığını ikrar ettikten sonra düşmez.
«Mâiz (R.A.) hakkında vârid olan hadis-i
şerife binaen ilh...» Mâiz b. Mâlik el-Eslemî (R.A.) bir kadınla zina edip
sonra Resûlüllah (SAV.)' in huzurunda ikrar ettiğinde, Resûl-i Ekrem
(S.A.V.)'İn ona «sizden zina ümit edilmez. Galiba öptünüz yahut yapıştınız
yahut baktınız» diye ikrardan dönmesi için telkin buyurdukları rivayet
edilmiştir.
Asıl'da zikredilmiştir ki; zinayı ikrar
eden kimseye kaadı «belki aranızda bir nikâh vardı» veya «bu hadise bir şüpheye
binaen yapılmış olmasın» diye telkinde bulunmalıdır. Telkinden maksat; ne
olursa olsun ikrar eden kimsenin haddi defedecek bir şey söylemesidir. Bahır,
Fetih.
«Zina eden kimse, zina ettiği kadının
sahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse ilh...»
Bahır'da zikredilmiştir ki; zina eden
kimse, zina ettiği kadının sahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse «şahit
getir» diye teklif edilmez. Nitekim bir şeyi çalan kimse o şeyinkendi mülkü
olduğunu iddia etse, mücerred davasıyla eli kesilmez.
«Esah olan kavle göre; had düşmez ilh...»
Yani bir kimsenin zina ettiği şahitlerle veya kendi ikrarıyla sabit olduktan
sonra bir ay geçmemeden zina ettiği kadınla evlense veya onu satın alsa esah
olan kavle göre; had düşmez.
«Muhsan ilh...» Muhsan «sâd» harfinin
üstünüyle «evlendi» mânâsına olan «ahşana» fiilinden ism-i fail olup ism-i
meful sıygası üzere kullanılan kelimelerdendir. «Sözü uzattı» mânâsına olan
«eshebe» fiilinden «müsheb» ve «muhtaç oldu» mânâsına olan «elfece» fiilinden
«mülfece» gibi. Bu, hulâsa olarak Fetih'den alınmıştır.
«Bir meydanda ilh...» Yani recm, halkın
birbirine vurmaması için geniş bir meydanda yapılır.
«ölünceye kadar ilh...» Musannif «ölünceye
kadar» ifadesiyle taş atanlardan herbirlnin recmedilen kimseyi öldürmeyi
kasdederek taş atmasında bir beis olmadığına işaret etmiştir. Çünkü o kimsenin
öldürülmesi vâcibdir. Ancak taş atan, recmedilen kimsenin akrabası olursa, evlâ
olan öldürmeyi kasdetmesfdir. Zira bunda, bir nevi akrabalığı kesme vardır.
Kuhistâni. Tamamı gelecektir.
«Hederdir ilh...» Yani üzerine recm ile
hükmolunan bir kimseyi, bir şahıs öldürse veya gözünü çıkarsa, eğer amden
öldürmüşse kısas edilmez, hataen öldürmüşse diyet lâzım gelmez.
«Recme önce şahitlerin başlaması şarttır.»
Çünkü bazı kimseler, şehadeti eda etmeye cesaretleri olduğu halde öldürmeye
sıra gelince bunu büyük görerek rücû ederler. Binaenaleyh bu recm hadisesinde
şahitlerin recmden imtina etmeleri ve bu suretle bir insanın ölümden kurtulması
melhuzdur. Muhit, Kuhistâni.
«Şehadetten sonra elleri kesilirse ilh...»
Sarih, şahitlerin ellerinin kesilmesini «şehadetten sonra olursa» diye
kayıtladı. Çünkü elleri şehadetten önce kesilirse, onların huzurunda recme önce
kaadı başlar. Zira onların elleri şehadetten önce kesilmiş olunca recme önce
başlama hakkı onların değildir. Elleri şehadetten sonra kesilirse, recme önce
başlama onların hakkıdır. Recme önce şahitlerin başlamalarının şart olması,
recme kudretleri olduğuna göredir. Şahitlerin elleri onları fâsık yapacak bir
cinayet istemeksizin kesildiği takdirde recme önce kaadı baslar. Eğer
şahitlerin elleri kendilerini fâsık yapacak bir cinayetten dolayı kesilmiş
olursa, şehadete ehliyetten çıkarlar ve zina ile müttehem olan kimseden had
düşer.
«Nitekim Hâkim-i Şehid'in Kâfi adlı
kitabında da böylece zikredilmiştir ilh...» Hâkim-i Şehid «zina eden kimse
muhsan olmadığında şahitler ölürler veya gaib olurlarsa had vurulur» diye Kâfi
adlı kitabında zikretmiştir. Bununla bazılarının «hâkim ölüp veya gaib olursa
had vurulur» kavillerinin doğru olmadığı ortaya çıkar. Nasıl doğru olabilir,
bilindiği gibi haddinşahitlerin şehadetinin akabinde icra edilmesi hükümdendir.
Bundan dolayı Kâfî'de «hâkim recmle hükmedip sonra recm yapmadan önce azledilip
yerine başka bir hâkim tayin edilse, ikinci hâkim birinci hâkimin hükmüyle recmi
tatbik edemez» diye zikredilmiştir.
«Bunu ibn-i Kemal nakletmiştir ilh...» Bu
mesele nakle muhtaç olduğu halde bunu İbn-i Kemal hiç bir kimseden
nakletmemiştir. Çünkü bu mesele metinlerin zahirine muhaliftir.
«ifade etmiştir ilh...» Nehir sahibi
«Diraye'de «kaadının hadlerin yapılması için müslümanlardan bir taifenin hazır
bulunmalarını emretmesi müstehaptır. Bu cemaatin kaç kişi olacağında ihtilaf
edilmiştir.
ibn-i Abbas (R.Anhüma)'dan «bir kişi»
olması rivayet/edilmiştir. Ata (Rh.A.) «iki kişi», Zührî «üç kişi», Hasan-ı
Basrî (Rh.A.) «on kişi» olmasını söylemiştir. Bu, recm yapılırken halkın hazır
olmalarının şart olmadığını açıklar. Buna göre halkın taş atmaları da şart
değildir. Hatta halk recmden imtina etseler had düşmez» yazılıdır» diye
zikretmiştir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü bu
ihtilaf Allah-ü Teâlâ'nın: En - Nur Sûresi; âyet: 2
«Mü'minlerden bir zümre de bunların azabına
(bu cezalarına) şahid olsun.» kavl-i keriminde ki taifenin tef si rindedir.
Ayet-i kerime de vâki olan «celd» dir, «recm» değildir. Recm olduğu teslim,
edilse bile kaadının yanında recm yapacak kimseler bulunduğu takdirde
başkalarına da hazır olmaları için emretmesi lâzımdır. Çünkü had teşhir
edilerek yapılır. Halkdan murad şahitlerle kaadıdan başka bizzat recmi yapan kimselerdir.
Onların hazır olması lâzımdır. Eğer recim yapacak halk hazır olmazsa, recm
yapılmamış olacağı için hepsi günahkâr olur.
METİN
Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise
recme önce hüküm veren kaadı başlan Bunun muktezası kaadı recmden imtina ederse,
her ne kadar kaadı halka «recm ediniz» diye emretse bile recme önce kaadının
başlaması şartı bulunmadığı için halkın onu recm etmeleri helâl olmaz. Fetih.
Fakat yakında gelecektir ki adaletli bir kaadı «ben bu kimseye recmle
hükmettim» dese, halk her ne kadar şahitleri ve ikrarı görmese bile o kimseyi
recm etmeleri caizdir. Zirahm-i mahrem olan akrabanın recm etmesi mekrûhdur.
Eğer recm ederse mirastan mahrum olmaz.
Recmolunan kimse öldükten sonra yıkanıp,
kefenlenir ve üzerine namaz kılınır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in, zinasını ikrar
ile recmolunan Gâmidli kadının üzerine namaz kıldıkları sahih olup rivayet
edilmiştir.
Şehadetle veya ikrar ile zina suçu sabit
olan kimse evlenmemiş ve hür olursa kendisine yüz değnek vurulur. Köle olursa,
âyet-i kerimenin delaletiyle yansı vurulur. Kaadı Beyzâvî ve diğer Kibar-ı
Müfessirîn âyet-i kerimedeki «muhsanât» ı hür olan kadınlarla tefsir
etmişlerdir.
Zeyleî «Kur'ân-ı Kerîm'de erkeklerin
kadınlar üzerine tağlib kaidesinin aksine olarak buradakadınlar erkekler üzerine
tağlib olunmuştur» demiştir. Efendi kendi kölesine kaadıdan izinsiz had
vuramaz. Faraza efendi kölesine had vursa kifayet eder mi? Zahir olan kifayet
etmemesidir. Çünkü fukaha «haddin rüknü kaadının yapmasıdır» demişlerdir.
Celd; vücudu yaralayıcı olmayıp budaksız
acıtacak bir surette orta halde bir değnekle yapılır.
İZAH
«Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise
recme önce, hüküm veren kaadı başlar ilh...» Çünkü Hz. Ali (R.A.) «ey insanlar,
zina biri gizli diğeri aşikâr olmak üzere iki kısımdır. Gizli zina şahitlerin
şehadetiyle sabit olur. Böyle şahitlerin şehadetiyle zina ettiği sabit olan
kimseye recm cezası verildiğinde recme önce şahitler sonra kaadı daha sonra
halk başlar. Aşikâr zina ise gebelik veya ikrar ile sabit olur. Böyle gebelik
veya ikrar ile zina ettiği sabit olan kişiye recm cezası verildiğinde recme
önce kaadı sonra halk başlar» demiştir. Tamamı Fetih'dedir.
«Bunun muktezası ilh...» Fetih'te
zikredilmiştir ki: Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce, hüküm
veren kaadı başlar. Bu ifadenin mânâsı: Kaadı recmden çekinirse, her ne kadar
halka recm etmelerini emretse bile recmin şartı olan kaadının başlamadığını
halk bildiği için recmetmeleri helâl olmaz. İkrar suretinde recme önce kaadının
başlaması halka hüküm ve hadlerin şartlarında müsamaha yapmadığını göstermek
içindir. Kaadı recme önce başlamaktan çekindiği takdirde dönme alâmeti zahir
olup şüphe belirdiği için had düşer.
Şahitlerin şehadetiyle zina ettiği sabit
olan kimseye recmedilirken recme önce şahitler başlar, ikinci olarak recme
hüküm veren kaadı başlar. Eğer kaadı şahitlerden sonra recmden çekinirse, yine
had düşer.
«Yakında gelecektir ki ilh...» Yani kaza
bahsinde gelecektir. Fakat orada kaadı recme başlamaktan çekinirse ifadesi
yoktur. Bilâkis hâkimin yanında had şahitlerin şehadetiyle veya ikrar ile sabit
olduğunda halka recmi emretse - her ne kadar halk hüküm meclisinde bulunup
şahitlerin şehadetini ikrar, edenin ikrarını görmeseler bile- recm yapmaları
caizdir. Bazıları «zaman bozuk olduğu için halkın recmetmeleri caiz değildir»
'demişlerdir.
Gurerü'l-Ezkâr'da «bu hususta tafsilat
vardır. Şöyle ki: Kaadı adaletli ve âlim olursa araştırmaksızın emrettiğini
yapmak vâcib olur. Eğer adaletli olup cahil olursa, vermiş olduğu hükmün
keyfiyetinden sorulur. Eğer haber verdiği şeriata muvafık ise kavli kabul
edilir. Eğer zâlim olursa âlim olsun, cahil olsun kavli kabul edilmez» diye
zikredilmiştir.
«Zirahm-i mahrem olan akrabanın recm etmesi
mekrûhdur ilh...»
Muhit'ten, Zeylai'den ve diğer fıkıh
kitablarından naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Zirahm-i mahrem eğer
recmederse öldürmeyi kasdetmez. Çünkü kendisinden başkalarının recmetmeleriyle
had yapılmaktadır. Bundan anlaşılan Zirahm-i mahrem öldürmeyikasdetmediğinde
mekruh olmaz., Ancak Zirahm-i mahremin recminin mekruh olması şahit olmadığı
takdirdedir. Dört kimse babalarının zinasına şahitlik yapsalar recme önce
bunların başlaması vâcib olur. Keza: Kardeşler ve Zirahm-i mahrem de böyledir.
Yalnız öldürmeyi kasdetmemeleri müstehaptır. Amca oğluna gelince bunun öldürmeyi
kasdetmesinde bir beis yoktur. Çünkü bunun mahrem olması tam olmadığı için
akraba olmayana benzemiş olur. Kuhistânî. Cevhere.
«Eğer recm ederse mirastan mahrum olmaz
ilh...» Bir kimse babasının zinasına veya kısasına şahitlik yapsa, mirastan
mahrum olmaz. Kâfi. Cevhere.
«Âyet-i kerimenin delaletiyle ilh...» Bu,
Allah-ü Teâlâ'nın:
Cariyeler evlendikten sonra bir fuhuş
irtikâb ettilermi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerinde ki cezanın yarısı
(verilir).» (En - Nisa Sûresi; âyet: 25) kavl-i kerimidir. Bu âyet-i kerime
cariyeler hakkında nazil olmuştur. Âyet-i kerimenin ibaresi cariyeler
hakkındadır. Âyet-i kerimenin delaletiyle hükümde erkek köleler de dahildirler.
Çünkü cariyelerle erkek köleler kölelikte müsavidirler. Delâlette meskût
(zikredilmeyen) ün mantûk (zikredilen)a müsavi kifayet edip evlâ olması şart
değildir.
«Tağlib kaidesinin aksine olarak ilh...»
Yani tağlib kaidesinde esas olan erkeklerin kadınlar üzerine tağlib
olunmasıdır. Fetih'de ifade edildiği üzere burada kadınların erkekler üzerine
tağlib edilmesinin vechi, kadınlardaki zinaya davet edici haslet daha kuvvetli
olduğu içindir. Bundan dolayı âyet-i kerimede zina eden kadınlar zina eden
erkeklerden önce zikredilmiştir.
«Haddin rüknü ilh...» Haddin rüknü celd
veya recmdir.
TEMBİH: Hâkim-i Şehid Kâfi adlı kitabında
«köle, zina veya başka bir had icab eden suç işlediğini ikrar ettiğinde
efendisi gaib olsa bile kendisine had vurulur. Keza: Hırsızlığı ikrar etse, eli
kesilir, amden adam öldürdüğünü ikrar etse, kısas edilir. Azâd olduktan sonra
«ben köle iken zina etmiştim» diye ikrar etse, kendisine kölelere vurulan had
vurulur» diye zikretmiştir.
«Budaksız ilh...» Celd yapılacak değneğin
budaksız olması lâzımdır. Fetih'de zikredilmiştir ki: Enes (R.A.)'e celd yapmak
için değnek getirmesi emredildiğinde bir ağaç dalı keser, onu yumuşayıncaya
kadar iki ateş arasında inceltir, sonra onunla celd yapılırdı. Celd yapılacak
değneğin bir tarafı kurumuş olursa yaralayacağı veya çok acıtacağı için onunla
celd yapılmaz. Değnek budaklı olursa onunla hiç yapılmaz. Kendisine celd
vurulan kimse zayıf olup helâkından korkuluna, tahammül edeceği şekilde celd
yapılır,
METİN
Celd edilecek şahıs erkek ise avret
mahallini örtmek için yalnız İzârı: Baştan ayağa kadar bedenini örten entari,
don, gömlek gibi elbisesi üzerinde bırakılır, diğer elbisesi çıkarılır.
Celdeler bedeninin çeşitli yerlerine arka arkaya vurulur. Yalnız başına,
yüzüne, tenasül uzvuna vurulmaz. Bazıları «göğsüne, karnına da vurulmaz»
demişlerdir. Yüz celdenin arka arkaya ellisi bir günde, ellisi de ikinci günde
vurulsa, esah olan kavle göre, kifayet eder.
Hz. Ali (R.A.) «hadler ve tazirlerde yere
yatırılmaksızın erkek ayakta olduğu halde, kadın oturduğu halde celdeler
vurulur» demiştir. Zamanımızda yapıldığı gibi had vurulacak kimse yere yatırılıp
basma ve ayağına birer adam oturtturularak yapılan hadler caiz değildir. Nehir.
Keza; celd yapılırken değneği celd vuran
kimse başından kaldırmaz veya vurduktan sonra değneği uzuv üzerinde sürümez.
Hakkında celd yapılacak şahıs kadın ise Hz. Ali (R.A.)'den rivayet edildiği
üzere kendisine oturduğu halde bu ceza tatbik edilir. Üzerinde kürk ve pamuklu
gibi kalın elbisesinden başkası çıkarılmaz.
Recm yapılırken kadının göğsüne kadar bir
çukur kazılır. Elbisesi ile kapalı bulunduğu için çukurun kazılmaması da
caizdir. Erkek için çukur kazılması caiz değildir. Bunu, Şumunni zikretmiştir.
Kendisine had tatbik edilen kimse bir yere bağlanıp tutulmaz. Recm edilen kimse
kaçtığı takdirde, eğer recmi kendinin ikrarıyla ise arkasına düşülmez. Eğer
recmi şahadetle ise ölünceye kadar peşi takib edilir. Nitekim yukarıda
geçmiştir.
Evli hakkında celd ile recmin arası
cemedilmez. Evlenmemiş kimse hakkında da celd ile nefyin arası cemedilmez.
Nihaye sahibi «nefy»; hapisle tefsir etmiştir. Hapsetmek; başka memlekete nefyetmekten
fitneyi daha çok önleyeceği için bu tefsir güzel görülmüştür. Çünkü suçlu başka
memlekete sürgün edildiğinde yine suç işleyebilir. Veliyyü'l-emrin siyaset ve
tazir için celd ile nefyin arasını cem etmesi caizdir. Bu veliy-yü'l-emrin
re'yine bırakılmıştır. Keza: Her cinayette vellyyü'l-emr lüzum görürse,
siyaseten aralarını cem edebilir. Nehir.
İZAH
«Celdeler bedeninin çeşitli yerlerine arka
arkaya vurulur ilh...» Çünkü celdelerin bedenin yalnız bir uzvuna vurulması bu
azanın bozulmasına veya başına, yüzüne, tenasül uzvuna vurulması sahibinin
hakikaten helâkına yahut zahiri veya batini bazı duygularının bozulmasıyla
manen helâkına sebeb olabilir,
«Bazıları göğsüne, karnına da vurulmaz
ilh...» Bu, bazı meşayıhın kavlidir ki imam Ebû Yusuf'tan rivayet edilmiştir.
Ama bu söz götürür. Göğüs vücudun tahammüllü yerlerindendir. Orta bir kamçı ile
bir kaç defa karna vurulması ölüme sebep olmazsa, göğse vurulduğunda ölüme
nasıl sebeb olabilir. Evet, zamanımızda zâlimlerin evlerinde istendiği gibi
celd asa ile yapıldığı takdirde layık olan karna vurulmamasıdır. Fetih.
«Ellisi bir günde, ellisi de ikinci günde
vurulsa, esah olan kavle göre; kifayet eder ilh...» Çünkü peşi. peşine vurulan
elli kamçıyla acı ve ağrı hasıl olur. Bundan dolayı Cevhere'de«her gün bir
kamçı veya iki kamçı vurulsa, bununla ağrı ve acı hasıl olmayacağı için caiz
olmaz» diye zikredilmiştir.
«Yere yatırılmaksızın ilh...» Yani had
vurulacak kimse yere yatırılmaz. Çünkü had, bütün insanları suç işlemekten men
etmek için teşhir edilerek yapılır. Erkeğe ayakta bulunduğu halde haddin
vurulması halkı suçtan men etme bakımından daha tesirlidir. Kadının örtülü
bulunması lâzım olduğu için kendisine oturduğu halde had vurulur. Eğer erkek
durmayıp imtina ederse bir direğe bağlanmasında veya tutulmasında bir beis
yoktur. Fetih.
«Erkek için çukur kazılması caiz değildir
ilh...» Galiba Musannıf bu ifadeyi Hidaye ve diğer fıkıh kitablarının
«recmedilecek kimsenin bağlanması ve tutulması meşru değildir» ibaresinden
almıştır. Kadın için çukur kazılması kadını örtücü olduğundandır.
Ben derim ki: Had kendi ikrarıyla sabit
olduğunda kaçıp ikrarından dönme mümkün olsun diye bağlanması veya tutulması
meşru değildir. Fakat had şehadetle sabit olup recmedilirken durmayıp imtina
ederse, bağlanması veya tutulmasında bir beis yoktur.
«Evli hakkında celd ile recmin arası cem
edilmez! ilh...» Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) celd ile recmin arasını
cemetmemiştir. Zira recmle birlikte celdin bir faydası yoktur.
«Evlenmemiş kimse hakkında da celd ile
nefyin arası cemedilmez ilh...» Peygamberimiz (SAV.)'in: «Bekârla bekâr (zina
ederse) yüz dayakla bir sene sürgün (var!)» hadis-i şerifi mensuh olduğu gibi
bu hadis-i şerifin diğer yarısı olan : «Evli ile evli (zina ederse) yüz dayak
ve recm (var!)» da mensuhtur. Tahkikinin tamamı Fetih'dedir.
«Hapsetmek, başka memlekete nefyetmekten
fitneyi daha çok önleyeceği için ilh...» Fukaha «nefyde kabilesinden ve haya
edeceği kimselerden ayrılacağı için zina kapısını açma vardır» demişlerdir.
Hz. Ali (K.V.) «zina edenleri sürgün etmek
fitne olarak kâfidir» demiştir.
Abdürrezzak «Hz. Ömer (R.A.) şarap içtiği
için Rabia b. Ümeyye b. Halefi Hayber'e sürgün gönderdi. O da Doğu Roma
(İstanbul) İmparatoru Herakl'e iltica etti ve sonra hıristiyan oldu. Bunun
üzerine Hz. Ömer (R.A.) «bundan sonra hiç bir müslümanı sürgüne
göndermeyeceğim» dedi» diye rivayet etmiştir. Nitekim Fetih'de de böyledir.
«Çünkü suçlu sürgün edildiğinde yine suç
işleyebilir ilh...» Yani had vurulmasından maksat fenalık ve fesattan menetmek
içindir. Sürgünde ise bilindiği gibi fesat kapısını açma olduğu için şer'an
hadden maksud olanı iptal vardır.
«Veliyyü'l-emrin siyaset ve tazir için celd
ile nefyin arasını cemetmesi caizdir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki;
veliyyü'l-emr zann-ı galibine göre; sürgünde bir fayda görürse, tazir için bunu
yapması caizdir. Peygamberimiz (S.A.V.) ve Ashab-ı Kiram tarafından vaki olan
sürgünün yorumu budur. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) Nasr b. Haccac'ı yakışıklığı
sebebiylekadınlar fitneye düştüğü için Medine-i Münevvere'den Basra'ya sürgün
etmiştir. Gerçi güzellik sürgünü gerektirmez. Fakat siyaseten lüzum görülürse
sürgün caizdir. Bundan dolayı mesayıhtan -Allah onlar sebebiyle bizden razı
olsun ve onlarla beraber bizi hasretsin - pek çokları müridinin nefsinin
kuvvetli ve azgın olduğunu gördüğünde nefsi kırılsın ve yumuşasın diye sürgüne
göndermişlerdir.
T E N B İ H: Fetih'in kelâmı işaret
etmektedir ki: Veliyyü'l-emr'in siyaseten sürgüne göndermesi zinayı irtikab
edenlere mahsus değildir. Sarih bunu Nehir adlı kitaba nisbet etmiştir.
Kuhistânî'de zikredilmiştir ki:
Veliyyü'l-emr'in siyaseten sürgüne göndermesi yalnız zinayı irtikab edenlere
mahsus olmayıp hatta her hangi, bir cinayeti irtikab eden kimseyi de sürgüne
göndermesi caizdir. Bu husus veliyyü'l-emr'in re'yine bırakılmıştır.
Kâfi isimli kitabda «veliyyü'l-emr bir
bid'atçının bid'atının yayılmasından korkarsa, her ne kadar küfrüne
hükmolunmasa bile siyaseten onu öldürebilir» diye zikredilmiştir. Nitekim
Temhîd adlı eserde de böylece zikredilmiştir.
Siyaset: «Saee'l-vâlî erraiyyete: Vali
idaresi altında bulunan halka emretti ve nehyetti» mânâsına olan «sase»
fiilinden masalardır. Nitekim Kamus ve diğer lügat kitablarında böyle
zikredilmiştir.
Siyaset, halkı dünya ve âhirette
kurtulacakları yola irşad etmekle onların salâh ve menfaatine çalışmaktır.
Siyaset, siyaset-i âmme ve siyaset-i hâssa
olmak üzere iki kısımdır. Siyaset-i âmme bütün bir cemiyetin salah ve intizamı
için gerekli olan bir kısım hükümlerdir. Siyaset-i hâssa bazı cürüm işleyenler
hakkında, velev katil suretiyle olsun, vuku bulacak zecir ve te'dibdir. Nitekim
fukaha «livâta (erkeğe zina) eden. hırsızlık eden ve hileyle başkasını boğarak
öldüren kimselerin bu fena fiilleri tekerrür ederse, bid'atçının öldürüldüğü
gibi siyaseten bunların öldürülmeleri de helâl olur» demişlerdir. Bundan dolayı
bazıları «siyaset fesadın kökünü kazımak için şer'i hükmü olan bir cinayetin
cezasını ağırlaştırmaktır» diye tarif etmişlerdir. Tarifdeki «şer'î hükmü olan»
ifadesinin mânâsı cinayetin cezasını ağır vermek mânâsına olan siyaset üzerine
her ne kadar hususi olarak delil bulunmasa bile bu siyaset şer'i kaideler
altında dahil demektir. Çünkü imân esaslarından sonra şeriatın etrafında dönüp
dolaştığı nokta âlemin beka ve devamı için fitne ve fesad maddelerini kökünden
kesmektir. Bundan dolayı Bahır'da «fukahanın kelamından anlaşılan; siyaset,
velly-yü'l-emr'ln faydalı gördüğü bir hükmü -her ne kadar o hüküm hakkında cüzi
bir delil bulunmasa bile- yapmasıdır» diye zikredilmiştir.
Hamevî'den naklen Hâşiye-i Miskîn'de
zikredilmiştir ki, siyaset ağır bir şeriat olup iki nevidir:
Siyaset-i zâlime: Halkın haklarına zıt olan
bir siyasettir ki şeriat bunu haram kılmıştır,
Siyaset-i âdile: Halkın haklarını
zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları defeden, fitne ve fesad
ehlini men eden siyasettir ki şeriattan sayılır. Bu siyaset bahsinin tafsili
Kaadı Alaaddin'in Mutnü'l-Hükkam isimli te'lifinde açıklanmıştır.
Ben derim ki: Siyaset ta'zir müteradif
(eşanlamlı) dır. ilerde geleceği üzere ta'zir men ve red mânâsına olan «özr»
den alınmış olup hadden az olarak tatbik edilecek tedip ve cezadan ibarettir.
Tazir dövme suretiyle yapılabileceği gibi başka suretlerle de yapılabilir.
Tazir mutlaka bir cürmün karşılığında olması lâzım gelmez. Bundan dolayı on
yaşındaki bir çocuk namaz kılmadığında tazir için dövülür. Siyaset de tazir
gibi bir cürmün karşılığında olması lâzım değildir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.)
Nasr b. Haccac'ı güzellği sebebiyle kadınlar fitneye düştükleri için Medine'den
Basra'ya sürgün gönderirken Nasr b. Hacac Hz. Ömer (R.A.)'e t Ey mü'minlerin em
iri benim günâhım nedir?» diye sormuş, bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) «senin
günâhın yoktur, Medine-i Münevvere'yi temizlemediğim cihetten günâh ancak
benimdir» diye cevap vermiştir. Kadınların fitneye düşmesinde Nasr b. Haccac'ın
hiç bir günâhı olmadığı halde Hz. Ömer (R.A.) mekanların en şereflisi olan
Medlne-i Münevvere'de onun sebebiyle olan fitne ve fesadı kesmek için siyaseten
onu sürgün etmiştir. Bunda izalesi vâcib olan münkeri men etme vardır. Fukaha
tazlr ve-liyyü'l-emrin reyine bırakılmıştır. Bundan anlaşılır ki tazir babı
siyasi hükümlerin kefaletini üzerine almıştır. Bununla malum oldu ki siyaset
işini veliyyü'l-emr yaptığı gibi hükümleri yerine getirmede onun naibi olan
kaadı da yapar.
Muînü'l-Hükkâm'dan naklen Dürrü'l-Müntekâ'da
zikredilmiştir ki: Kaadıların pek çok işleri yapması, hatta suçluyu uzun zaman
hapiste bırakmaları, şer ehlini hükümleri altına almak için onlara talâka daha
başka şeylere yemin ettirmekle kaba ve şiddetli davranmaları, şübhelendikleri
zaman şahitlere yemin ettirmeleri caizdir. Tatarhaniyye'de de böylece
zikredilmiştir. Vali veya kaadının suçlunun halini nazar-ı itibara alarak yemin
ettirmesi veya hırsızlıkla müttehem olan kimseyi dövmesi ve hapsetmesi caizdir,
Tazir babında gelecektir ki; bir suç ile müttehem olan kimseyi kaadının tazir
etmesi caizdir.
Zeylaî cihad bahsinden önce zikretmiştir
ki; bir kimsenin hırsız olduğuna zann-ı galib hasıl olup o kimsenin yanında
çalınan mal da bulunursa, kaadı siyaseten ona ceza verebilir.
Fukaha «kaadının yanına yalın kılıç bir
kimse girip, kaadı bu kimsenin adam öldürdüğüne zann-ı galible kanaat getirse,
zann-ı galible bu kimsenin öldürülmesi caizdin» demişlerdir, Bunun tamamı
hırsızlık bahsindedir.
METİN
Hakkında recm haddi yapılacak şahıs hasta
olsa bile recmolunur. Yapılacak had celdesuretiyle olacak ise iyi oluncaya
kadar celd olunmaz. Ancak iyi olmasından tamamen ümit kesilirse, o takdirde
kendisine pek hafif bir tarzda celde cezası tatbik edilir. Bahır. Hakkında zina
haddi yapılacak kadın hamile olursa, haddin iki nevi de doğurduktan sonra
yapılır. Gerek recm gerekse celd doğurmadan önce tatbik edilmez. Zinası
şehadetle sabit olmuş olursa, doğum yapıncaya kadar hapsolunur.
Eğer hamile kadın hakkında yapılacak had,
recm suretiyle olacaksa doğumu müteakip derhal yapılır. Ancak çocuğa bakacak
başka birisi bulunmazsa, bu takdirde çocuk kendi kendini idare edinceye kadar
recm tehir edilir. Hakkında zina haddi icra edilecek kadın hamile olduğunu
iddia ederse kaadı, onu kadınlara gösterir. «Hamiledir» derlerse iki sene onu
hapseder, sonra recmeder. İhtiyar.
Eğer çocuk doğurduktan sonra yapılacak had
celd olursa, lohusalık halinden sonra yapılır. Çünkü lohusalık hali hastalıktan
sayılır.
Recmin tatbik edilebilmesi için bulunması
şer'an lâzım olan bazı vasıfların bir şahısta toplanmasına «ihsan» denilir.
İhsanın şartları yedidir:
1 - Hür olmak.
2 - Akıllı olmak.
3 - Erginlik çağında bulunmak.
4 - Müslüman olmak.
5 - Sahih nikâhla evlenmiş olmak.
6 - Zevcesinde de bu vasıfların bulunması.
7 - Bu vasıflar toplandıktan sonra
aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş olması.
Karıyla kocadan birinin ihsanı, diğerinin
ihsanına şarttır ki ihsanın şartlarının ikisinde birden bulunması lâzımdır.
Binaenaleyh bir kimse bir cariye ile yahut hür bir kadın, köle ile evlense,
ihsan tahakkuk etmez. Ancak cariyenin yahut kölenin âzâdlılarından sonra cinsi
yakınlık vaki olursa, ihsan hasıl olur. Azâddan önceki cinsi yakınlıkla ihsan
hasıl olmaz. Karı ile kocadan birinin ihsanı diğerinin ihsanına şart olduğundan
bir zimmî bir müslüman kadınla zina ettikten sonra islâm şerefiyle müşerref
olsa recmolunmaz. Fakat celd olunur. İbn-i Kemal'in zikrettiği başka bir şart
bakî kalmışdır ki karıyla koca mürted olup ihsanlarının bâtıl olmamasıdır.
-Allah'a sığınırız- karıyla koca mürted olup sonra müslüman olsalar ihsan ancak
İslâmiyete girdikten sonra cinsi yakınlıkta bulunmakla avdet eder. Eğer ihsan
delilik veya bunamakla bâtıl olursa iyi olmakla avdet eder. Bazıları «iyi
olduktan sonra cinsi yakınlıkta bulunmakla avdet eder» demişlerdir.
Bilmiş ol ki ihsanın devam etmesi için
nikâhın devam etmesi lâzım değildir. Buna göre; bir kimse ömründe bir defa
evlenip sonra zevcesini boşar veya zevcesi ölürde kendisi dul kalıpzina ederse
recm olunur. Bazı şairler ihsanın şartlarını nazımla zikir ve beyân
etmişlerdir: İhsanın şartları altıdır, sen onları fukahanın açıkladıkları
nasdan anlayarak al ve zabtet: Erginlik çağında bulunmak, akıllı olmak, hür
olmak, dördüncüsü bu geçen üç sıfatla muttasıf olan karıyla kocadan her birinin
müslüman olması, sahih nikâhla evlenmiş olmak, bu vasıflar karıyla kocada
bulunduktan sonra aralarında cinsi yakınlığın bulunmasıdır. Bu şartlardan biri
bulunmazsa recm olunmazlar,
İZAH
«iyi olmasından tamamen ümit kesilirse
ilh...» Yani celd yapılacak şahıs verem veya bünyesi pek zayıf olup iyi olması
ümit edilmezse, biz Hanefilere göre; kendisine pek hafif bir tarzda celde
cezası tatbik edilir, imam Şafiî (Rh.A.)'ye göre; yüz dallı bir hurma salkımı
ile vurulur. Fakat yemin bahsinde geçtiği üzere bu yüz daldan her birinin bedenine
dokunması lâzımdır.
«Gerek recm gerekse celd doğurmadan önce
tatbik edilmez ilh...» Çünkü hamile kadına had icra edilmesi çocuğun telefine
sebebiyet verir. Çocuk ise cinayetten beri, diğer insanlar gibi muhterem,
taarruzdan masum bulunmaktadır. Fetih.
«Ancak çocuğa bakacak başka birisi
bulunmazsa ilh...» Gâmidli bir kadın Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in huzuruna gelip
hamile olduğu halde zinasını ikrar edip kendisine haddin icrasını istediğinde
Resûl-i Ekrem (S.A.V.): «Şimdi git doğurduktan sonra gel» buyurmuşlar. Bir
zaman sonra çocuğunu doğurmuş, yine zina suçunu ikrar etmiş, bunun üzerine
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) «git de bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir» diye
emrettiğinde kadın onu memeden ayırdıktan sonra çocuğu elinde bir parça ekmek
olduğu halde getirmiş ve: «İşte ya Nebiyallâh! Onu memeden ayırdım, yemek
yemeğe de başladı» demiş. Bunun üzerine Peygamber (SAV.) çocuğu müslümanlardan
birine vermiş. Sonra emir buyurarak kadın için göğsüne kadar bir çukur
kazılmış. Cemaate de emir vermiş ve kadını recmetmişler. Halid b. Velid (R.A.)
bir taşla gelerek basma atmış da kan Halid'in yüzüne sıçramış. Halid'de ona
söğmüş. Peygamber (S.A.V.) kadına söğdüğünü işiterek: «Yavaş ol ya Halid,
nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim! Bu kadın öyle bir tövbe etti
ki, onu bir baççı yapsaydı mutlaka mağfiret olunurdu» buyurmuşlar. Sonra
kadının ihzarını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiş.
Başka bir hadis-i şerifde: «Gâmidli kadın
doğurdu» dediklerinde, efendimiz: «O halde onu recmedip de çocuğunu küçük
olduğu halde emzirecek kimsesiz bırakamayız» buyurdu. Bunun üzerine Ensâr'dan
bir zât ayağa kalkarak: «Çocuğun bakımı bana aid olsun ya Nebiyallâh» dedi, O
da kadını recmettirdi.
Fetih'de zikredilmiştir ki: Bu hadis-i
şerif, hamile olan kadın doğum yapınca çocuğuna bakacak bulunursa, recm
yapılacağına delâlet eder. Bu hadis-i şerifler Sâhih-i Müslim'demevcuttur.
«Akıllı olmak ve erginlik cağında bulunmak
ilh...» Yani zina haddinin icra edilebilmesi için zina eden kimsenin akıllı ve
erginlik cağında bulunması şarttır. Çünkü sabi ile mecnunun fiilleri asla zina
olmadığı için kendilerine had vurulmaz. Akıllı olmak ve erginlik cağında
bulunmak ihsanın şartlarındandır. Nikâhlı akıllı ve erginlik cağında bulunan
zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra zina eden bir erkek recmolunur.
Erkeğin muhsan olması için zevcesinin akıllı ve erginlik çağında bulunması
şarttır. Hatta zina eden erkeğin zevcesi akıllı ve erginlik çağında bulunmazsa,
kendisine celd vurulur, muhsan olmadığı için recm olunmaz.
«Müslüman olmak ilh...» Yani recm
yapılabilmesi için recmedilecek kimsenin müslüman olması şarttır. Çünkü
Peygamberimiz (SAV.) bir hadis-i şeriflerinde:
«Her kim Allah'a sirk koşarsa artık muhsan
değildir» buyurmuşlardır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in yahudileri recm etmesi,
recm âyeti inmeden önce ancak Tevrat'ın hükmüyle olmuştur. Sonra bu
neshedilmiştir.
«Sahih nikâhla evlenmiş olmak ilh...» Bu
ifadeyle şahitsiz nikâh gibi fasid olan nikâhlar ihsanın tarifinden çıkar.
Böyle fasid nikâhla evlenen kimse muhsan olmaz, imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre;
velisiz evlenen kimse de muhsan sayılmaz.
«Aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş
olması ilh...» Yani sahih nikâhla evlenmiş olan karıyla kocanın muhsan ve
muhsana sayılabilmeleri için cinsi yakınlıkta bulunurlarken nikâhın sahih
olması şarttır. Hatta bir kimse, zevcesinin talâkını evlenmesine talik edip
daha sonra evlense, nikâhı sahih olur. Nikâhı müteakip cinsi yakınlıkta
bulunsa, daha önce talâk vaki olduğu için muhsan sayılmaz.
Ben derim ki: Buna şöyle misal verilmelidir:
Bir kimse icazete mevkuf olan nikâhta cinsi yakınlıkta bulunup sonra kadın veya
erginlik çağında bulunmayan kızın velisi nikâh akdine icazet verse, o kimse bu
cinsi yakınlıkla muhsan sayılmaz. Çünkü her ne kadar nikâh akdi sahih ise de
cinsi yakınlığın vaki olduğu vakitte nikâh akdi sahih olmayıp daha sonra sahih
olmuştur.
Ben derim ki: Bozan karıyla kocadan biri
muhsan olup diğeri olmaz. Meselâ: Bir erkek zevcesiyle beraber bir yerde
başbaşa kalıp sonra erkek zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduğunu ikrar etse,
yahut zevcesinin müslüman olduğunu ikrar edip zevcesi inkâr etse, daha sonra
böyle bir erkek zina etse, ikrarıyla muhsan sayılacağı için recmolunur. Nitekim
içki haddinden önce gelecektir.
«Binaenaleyh bir kimse, bir cariye ile
ilh...» Keza: Hür, mükellef ve müslüman olan bir kimse kâfir yahut deli yahut
erginlik çağında bulunmayan nikâhlısına cinsi yakınlıkta bulunsa) karıyla
kocadan her biri muhsan sayılmaz. Ancak kâfir olan zevcesi müslüman, deli olan
zevcesi iyi, küçük olan zevcesi erginlik cağına girdikten sonra tekrar cinsi
yakınlık-ta bulunursa, her biri muhsan sayılır.
Keza: Zevce hür, mükellef, müslüman olduğu
halde zevci çocuk yahut deli yahut kâfir olup zevcesine cinsi yakınlıkta
bulunsa yine.karıyla kocadan her biri muhsan sayılmaz. Böyle bir kadın zina
etse, muhsana olmadığı için recmedilmez. Kadın müslüman olup kocasının kâfir
olması şöyle olabilir : Her ikisi de kâfir olup sonra kadın müslüman olur.
Kaadı, kocasına İslâmiyeti arzedip o da İslâmiyetten imtina etmeden önce karısına
cinsi yakınlıkta bulunur. Çünkü zevci İslâmiyetten imtina edip kaadı aralarını
ayırmadıkça bunlar karı kocadır.
TENBİH: Recm cezasının icra edilmesi için
zina eden erkek ile kadından her birinin muhsan olması şart değildir. Bunlardan
hangisi muhsan ise onun hakkında recm, diğeri hakkında da celd cezası tatbik
edilir. Meselâ: Zikredilen ihsan şartları kendisinde toplanmış bulunan bir
erkek, bir kadınla zina ettiğinde erkeğe recm cezası tatbik edilir. Kadına
bakılır, kadın da muhsan ise ona da recm cezası tatbik edilir. Muhsan değilse,
celd cezası verilir.
« - Allah'a sığınırız- karıyla koca mürted
olup sonra müslüman olsalar ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Karıyla koca
beraber mürted olup yine beraber müslüman olsalar, nikâh akdinin yenilenmesi
lâzım değildir. Geriye karıyla kocadan birinin mürted olma meselesi kalır.
Nehir'de «İmam Muhammed (R.A.)'den «evli
olan bir kadın mürted olarak dar-ı harbe kaçtıktan sonra esir edilse kocasının
ihsanı bâtıl olmaz» diye rivayet edilmiştir» diye zikredilmiştir, ihsanın
bekası için nikâhın bekası şart değildir. Bundan anlaşılan mürted olarak dar-ı
harbe kaçıp müslüman olarak dönen zevcenin ihsanı bâtıl olur. Bundan dolayı
karıyla koca mürted olduktan sonra beraber müslüman olsalar müslüman olduktan
sonra ihsan şartlan tahakkuk ettikten sonra cinsi yakınlıkta bulunsalar,
ihsanları avdet eder. Bundan anlaşılır ki; mürtedlik sahih nikâhla yapılmış
olan cinsi yakınlığın itibarını iptal eder. Karıyla kocanın aralarında bulunan
cinsi yakınlık bâtıl olunca gerek karıyla kocadan her ikisi gerekse biri mürted
olsun ihsan bâtıl olur. Fakat evli olan erkek mürted olup sonra müslüman olsa
muhsan olabilmesi için karısının nikâhını yenileyip tekrar ona cinsi yakınlıkta
bulunması lâzımdır. Çünkü mürtedlik önceki ihsanını iptal etmiştir.
ZİNA
HADDİNİ GEREKTİREN VE HADİS-İ ŞERİFE BİNAEN ŞÜBHENİN KIYAMI VAKTİNDE HADDİ
GEREKTİRMEYEN CİNSİ YAKINLIĞIN HÜKÜMLERİ BÂBI
METİN
Peygamberimiz (SAV.) bir hadis-i
şeriflerinde: «Hadleri, gücünüz yettiği kadar düşürmeye çalışınız.»
buyurmuşlardır. Şüphe; gerçekte sabit olmadığı halde sabite benzeyen şeydir.
Şüphe, üç nevidir. Birinci nevi mahalde olan hüküm şüphesi, ikinci nevi' fiilde
olan şübhelenme şüphesi, üçüncü nevi akidde olan şüphedir. Gerçek olan akidde
olan şüphenin iki evvelki neviye dahil olmasıdır. İnşaallâh biz onu yakında
inceleriz.
Buna göre zina eden bir kimse, zinasının
şüphe ile olduğunu iddia edip şahit getirse, şahitleri kabul edilir ve had
düşer. Keza mücerred şüphe davasıyla da had düşer. Fakat ikrah (zorla
yaptırıldığına dair olan) dâvasında şahit getirmesi lâzımdır. Çünkü ikrah
dâvası başkasının fiilini dâva olduğu için şahitle sûbutu lâzım olur.
Mahalde yani mülkde şüphe ile had lâzım
olmaz. Bu mahalde olan şüpheye «hüküm şüphesi» de denir. Yani mahallin helâl
olduğuna dair şer'î bir hüküm şüphesi sabit olmuştur. Bu takdirde, cinsi
yakınlıkta bulunan kimse, her ne kadar haram olduğunu zannederse de bu mahalde
olan şüpheden dolayı kendisine zina haddi vurulmaz. Meselâ: Bir kimse oğlunun,
ne kadar aşağı inerse insin oğlunun oğlunun cariyesine cinsi yakınlıkta
bulunsa, oğlu hayatta olsa bile kendisine zina haddi vurulmaz. Fetih. Çünkü
Peygamberimiz (SAV.)'in :
«Sen de, malın da babana aidsiniz.» hadis-i
şerifi bu hususta bir delil teşkil etmektedir. Bu delile bakarak çocuğun malı
babasına ait olmuş olur. Bu cihetle bir mülk şüphesi bulunmuştur. Bu şüphe ise
haddin düşmesi için kâfidir.
Bir kimse kinaye lâfızlarıyla boşa m iş
olduğu zevcesinin iddetinde ona cinsi yakınlıkta bulunsa ve kinaye her ne kadar
mal karşılığında olmayan hulû olup üç talâka niyet etse bile Kendisine zina
haddi vurulmaz, Çünkü Hz. Ömer (RA.) «kinaye lâfızlarıyla vâki olan talâk ric'i
talâktır» demiştir,
Satmış yahut mehir olarak vermiş, henüz
satın alana veya zevcesine teslim etmemiş olduğu cariyeye yahut fasid satışla
teslim ettiği cariyeye yahut ortaklardan biri' ortak olan cariyeye yahut
mükâtebinin cariyesine yahut kendisine ticaret için izin verilmiş fakat malını
ve şahsını borç kaplamış kölesinin cariyesine yahut müslüman memleketine
getirildikten sonra veya getirilmeden önce ganimet olan cariyeye yahut istibra
(âdet görerek temizlenme) dan önce cariyesine yahut satın alan için muhayyerlik
olan cariyeye yahut süt kızkardeşi olan cariyesine cinsi yakınlıkta bulunan kimseye
zina haddi vurulmaz. Mürted olmakla veya zevcinin başka karısından olan oğlunun
cinsi yakınlığına itaat etmekle veya zevcin zevcesinin anası veya zevcesinin
başka kocadan- olan üvey kızına cinsi yakınlıktabulunmakla veya kendisine haram
olan zevcesine cinsi yakınlıkta bulunan kimseye de zina haddi vurulmaz. Çünkü
imamlardan zevcenin mürted olmasıyla, üvey oğlunun fena hareketine itaat
etmesiyle, zevcin «kayınvalidesine veya üvey kızına cinsi yakınlıkta
bulunmasıyla zevcesinin haram olmayacağını söyleyen vardır. Mahalde şüphe olan
yerler yalnız bu sayılanlardan ibaret değildir. Nitekim tetebbu erbabına gizli
değildir ki; mahalde olan şüpheyi altı yere hasreden kimselerin iddiaları
memnudur.
İZAH
«Bir hadis-i şeriflerinde ilh...» Yani
şüphe bulunduğunda had sabit olmaz. Bu hadis-i şerif hakkında Zahirîlerden
bazıları «merfu olarak sabit değildir» diye taanda bulunmuşlardır. Bunlara
«vâcib sabit olduktan sonra şüphe ile düşmesi aklın muktezasma muhalif
olduğundan hadis-i şerif için merfu hükmü vardır» diye cevap verilir. Bütün
İslâm memleketlerindeki fukahanın şüphe ile haddin düşeceğine dair lamalarında
da kifayet vardır. Bundan dolayı bazıları «hadis-i şerif muttefekun aleyh'dir.
Bu hadis-i şerifi ümmet-i Muhammed kabul etmişlerdir» demişlerdir.
«Mahalde ilh...» Yani: Kendisine çirişi
yakınlıkta bulunulan kadında olan şüphedir. İlerde gelecek olan mülk lâfzı da
memlûk (mülk olunan) manasınadır.
«Şahit getirse ilh...» Yani zina ettiği
kadının oğlunun cariyesi veya annesi ile babasından birisinin cariyesi olduğuna
şahit getirse, kendisine zina haddi vurulmaz.
«Fakat ikrah dâvasında şahit getirmesi
lâzımdır ilh...» Ben derim ki: ikrah, zina fiilini zina olmaktan çıkarmaz,
ikrah her ne kadar zina günâhını düşürmese bile haddi düşüren bir özürdür.
Nitekim ikrah ile öldürmeden dolayı kısas düşer. Fakat öldürme günâhı düşmez.
Buna göre bir kimse ikrah ile zina yaptığını dâva etse mücerred dâva etmesiyle
sözü kabul edilmez. Fakat diğer üç şüpheden bir şüphe bulunduğunu dâva etse,
şahitsiz sözü kabul edilir. Çünkü bu kimse haddi icap eden sebebi inkâr
etmektedir. Meselâ: Bir kadına cinsi yakınlıkta bulunan bir kimsenin, o kadının
zevcesi olduğunu yahut oğlunun cariyesi olduğunu dâva etmesi bu cinsi
yakınlığın mülkten veya mülk şüphesinden hâli olduğunu inkâr etmesidir. Bundan
dolayı şahitsiz sözü kabul edilir. Bundan anlaşılan zinayı ikrahla yaptığını
iddia ettiğinde ikrahla yaptığına dair kendisinden şahit istenmesi, zinası
şehadetle sabit olmasına mahsustur.
«Mahalde yani mülkte şüphe ile had lazım
olmaz İlh...» Yukarıda geçtiği üzere mahal ile murad kendisine cinsi yakınlıkta
bulunulan kadındır. Mülk şüphesi: Mahalde sabit olan şüphedir ki helâl olduğunu
men eden delil bulunduğu halde bundan kat-ı nazar edilerek mücerred hürmete
münafi görülen bir delilin mevcudiyetinden neşet eder. Nehir. Kuhistânî.
Hâsılı mahallin helâl olduğunu isbat eden
bir delil bulunduğu halde buna muarız helâlolduğunu men eden başka bir delil de
bulunduğu için mahallin helâl olmasında şüphe vaki olmuştur.
Zeylaî «mahalde bulunan şüphe sebebiyle her
ne kadar cinsi yakınlıkta bulunan kimse haram olduğunu bilerek bu işi işlese
bile kendisine had vurulmaz. Çünkü şüphe kendisine cinsi yakınlıkta bulunulan
kadında olunca bir bakıma kadında mülk sabit olur da bununla beraber zina ismi
baki kalmamış olur. Binaenaleyh mahalde olan şüphede mutlak surette had lâzım
gelmez» demiştir.
«Bu mahalde olan şüpheye «hüküm şüphesi» de
denir ilh...» Yani mahallin helâl olduğuna dair şer'! bir hüküm sabit olduğu
cihetle buna «Şüphe-i hükmiyye» de denilir.
«Kinaye her ne kadar mal karşılığında
olmayan hulû olup ilh...» Sarih, hulû'nun mal karşılığında olmamasıyla
kayıtladı. Çünkü hulû mal karşılığında olursa, mahalde olan şüphe nevinden
olmayıp bilâkis fiilde olan şüphelenme şüphesi kısmından olur. Bu takdirde had
ancak helâl zannedildiğinde düşer. Zira mal karşılığında yapılan hulû'un ric'i
talâk olduğunu hiç bir kimse söylememiştir. Ancak Eshab-ı Kiram (R.A.) hulû ile
olan ayrılığın fesh mi yoksa bain talâk mı olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Gerek
fesh gerekse bain talâk olsun her iki halde de hürmet sabittir. Bununla, mal
karşılığında boşanmış kadını şüphe-i hükmiyye nevinden sayan kimsenin hata
ettiği anlaşılmıştır. Fethü'l-Kadir'de tahkik edilenin hülasası budur.
Hidâye'de «icmâ ile hürmet sabit olduğu
için mal karşılığında boşanmış kadın üç talâkla boşanmış kadın gibidir» diye
zikredilen buna şehadet etmektedir. Bedâyi'den naklen Bahır'da da böyle
zikredilmiştir.
Çamiu'n-Nesefî'de «hulû ile boşamış olduğu
zevcesine iddet içinde cinsi yakınlıkta bulunan kimse her ne kadar cinsi
yakınlığın haram olduğunu bilse bile, Eshab-ı Kiram (R.A.) hulû ile vâki olan
talâkın bain olup olmamasında ihtilâf ettikleri için kendisine had lâzım
gelmez» diye zikredilen mal karşılığında olmayan hulû üzerine hamlolunur.
Nitekim Mücteba'da «hulû ile boşanmış kadın icmâ ile kocasına haram olduğu için
lâyık olan üç talâkla boşanmış kadın gibi olmasıdır» diye zikredilen ise -
Camiu'n-Nesefî ile Mücteba'nın kelâmlarının arasını bulmak için - mal
karşılığında olan hulû üzerine hamledilmiştir.
«Üç talâka niyet etse bile ilh...» Yani bir
kimse kinaye ile boşamış olduğu karısına iddet içinde cinsi yakınlıkta bulunup
her ne kadar «haram olduğunu bilerek bu işi yaptım» deste bile ihtilâf olduğu
için kendisine zina haddi vurulmaz. Çünkü, biz Hanefilere göre; kendisi ile
amel edilmese bile muhalifin delili mevcuttur. Fetih.
«Henüz satın alana veya zevcesine teslim
etmemiş olduğu cariyeye ilh...» Yani bir kimse cariyesini satıp satın alana
teslim etmeden ona cinsi yakınlıkta bulunsa veya cariyesini zevcesine mehir
olarak verip teslim etmeden ona cinsi yakınlıkta bulunsa kendisine zinahaddi
vurulmaz. Çünkü bu cariyeler satan kimsenin veya zevcin garantisi altında
bulundukları için teslim etmeden önce helak olsalar, kendi mülkleri olarak
helak olmuş olurlar. Bu cihetle sanki mülkünde bulunan cariyeye cinsi
yakınlıkta bulunmuş gibi olduğu için şüphe vâki olmuştur. Zeylai.
«Ortaklardan biri ortak olan cariyeye
ilh...» Çünkü o cariyenin bir kısmına mâlik olduğu sabit olduğundan bunda
şüphenin bulunduğu acıktır. Bu, cariyeyi ortaklardan biri âzâd etmediği
takdirdedir. Eğer ortaklardan biri cariyeyi âzâd ederse, bu husustaki tafsilat
Haniyye'de zikredilmiştir. Zeylaî.
«Mükâtebinin cariyesine yahut ticaret için
izin verilmiş ilh...» Çünkü kölesinin kazancında efendinin hakkı olduğu için
efendi mükâtebinin veya ticaret için izin vermiş olduğu borçlu bulunan
kölesinin cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, şüphe bulunduğu için kendisine
zina haddi vurulmaz. Eğer ticaret için izin vermiş olduğu kölesi borçlu olmazsa,
kazancı efendisinindir.
«Ganimet olan cariyeye ilh...» Yani ganimet
cariyeleri İslâm memleketine getirilip taksim edilmezden önce ganimet
alacaklardan birisi ganimet cariyelerinden birine cinsi yakınlıkta bulunsa,
kendisine zina haddi vurulmaz. Nitekim Bedayi'den naklen Bahır'da böyle
zikredilmiştir. Gâye'den naklen hırsızlık bahsinde zikredilmiştir ki; bir kimse
ganimetten mal çalsa her ne kadar ganimette hakkı bulunmasa bile ganimet malı
aslen mubah olmakla şüphe bulunduğu için eli kesilmez. Lâyık olan burada da
mutlak yani ganimet cariyelerine cinsi yakınlıkta bulunan gerek ganimet
alacaklardan olsun gerek olmasın kendisine zina haddinin vurulmasıdır.
Ben derim ki; Aslen mubah olan, İslâm
memleketinde av ve ot gibi kıymetsiz ve mubah olarak bulunan şeydir.
Binaenaleyh böyle kıymetsiz mubah şeyler bir kimsenin mülkü olup hatta muhraz
olan yerden çalınsa bile çalanın eli kesilmez. Ganimet cariyesi böyle değildir.
Eğer böyle olsa ganimet cariyeleri İslâm memleketine getirilip taksim
edildikten sonra calınsa bile çalanın elinin kesilmemesi ve ona zina edene had
vurulmaması lâzım gelirdi.
«İstibradan önce cariyesine ilh...» Bu
mesele Fetih'in ziyade ettiği meselelerdendir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; bir kimsenin
yeni satın aldığı cariyede mülkü her bakımdan tamdır. Ancak nesebin karışma
korkusu bulunduğu için istibradan önce ona cinsi yakınlıkta bulunmaktan men
olunmuştur. Söz, mülkte olan şüphe için haddin düştüğü haram olan cinsi
yakınlıktadır. Burada ise mülk hakikaten mevcuttur. Binaenaleyh bir kimsenin
yeni satın aldığı cariyesine istibra (gebe olmadığına kanaat getirmek için bir
âdet görünceye kadar ona yaklaşmaktan çekinme) den önce yaklaşması, hayz,
nifas, oruçlu veya ihramlı iken zevcesine cinsi yakınlıkta bulunması gibidir.
Mülk mevcud olmakla hayz ve nifashalinde eza, oruçlu veya ihramlı iken ibadeti
ifsad bulunduğu için, bu hallerde cinsi yakınlıktan men edilmiştir.
«Satın alan için muhayyerlik olan cariyeye
ilh...» Yani satın alan için muhayyerlik bulunan cariyeye satan kimse cinsi
yakınlıkta bulunsa, kendisine zina haddi vurulmaz.
Sarih «muhhayerlik satın alan için olursa»
diye zikretti. Çünkü muhayyerlik satan için olup satan sattığı cariyesine cinsi
yakınlıkta bulunursa, mülkü baki olduğu için kendisine evleviyetle zina haddi
vurulmaz. Muhayyerlik satın alan için olduğundan satılan cariye satanın
mülkünden tamamıyla çıkmış olmaz. Bahir.
Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; bir
kimse kendisi muhayyer olmak üzere cariyesini satıp da satın alan ona cinsi
yakınlıkta bulunsa veya muhayyerlik satın alan için olmak üzere cariyesini
satıp da ona cinsi yakınlıkta bulunsa, cinsi yakınlığın haram olduğunu
bilsinler veya bitmesinler kendilerine zina haddi vurulmaz.
«Süt kızkardeşi olan cariyesine ilh...» Ben
derim ki! mecusi olan cariyesine nikâhı altında bulunan karısının kızkardeşi
olan cariyesine cinsi yakınlıkta bulunan kimseye de zina haddi vurulmaz. Çünkü
mecusi olan cariyesiyle karısının kızkardeşi olan cariyesinin haram olmaları
ebedi olmamakla beraber aynı zamanda onlara mâlikdir.
«Zevcesinin haram olmayacağını söyleyen
vardır ilh...» Yani mürtedlik ve mürtedilikten sonra zikredilenlerle zevcenin
zevcine haram olmayacağını söyleyen âlimler vardır. Mürtedliğe gelince nikâh
bahsinde geçtiği üzere Belh âlimleri «zevcenin mürted olmasıyla firkat vâki
olmaz» diye fetva vermişlerdir, imam Şafiî'ye göre; bir kadın üvey oğluyla zina
ettiğinde kocasından boş olmadığı gibi bir erkek de kayınvalidesiyle veya üvey
kızıyla zina ettiğinde karısı boş olmaz,
METİN
Mahalde olan şüphede had lâzım olmadığı
gibi fiilde olan şüphede de cinsi yakınlıkta bulunan kimse bu cinsi yakınlığın
helâl olduğunu zannederse, had lâzım olmaz. Bu fiilde olan şüpheye «şüphe-i
iştibah: Helâl olmasında şüphelenen Kimse hakkında olan şüphe» de denilir. Bu
fena fiili irtikab eden kimseden haddin düşmesinde muteber olan, gerçekte her
ne kadar bu kimse bu fena fiilin helâl olduğunu zannetmese bile «helâl olduğunu
zannetim» diye dâva etmesine göredir. Bu fena fiili irtikab eden erkekle
kadından her ikisi birden bu fena fiilin haram olduğunu bildiklerini ikrar
etmedikçe yalnız birisi «helâl olduğunu zannettim» diye dâva etse, ikisine de
zina haddi vurulmaz. Fiilde olan şüpheye misal; bir kimsenin her ne kadar
yukarı çıkarsa çıksın ana veya babasının cariyesine yahut bir anda üç talâkla boşamış
olduğu zevcesine iddet içinde yahut zevcesinin cariyesine yahut efendisinin
cariyesine cinsi yakınlıkta bulunmasıdır. Hudud bahsinin rivayetinde
rehinolarak aldığı cariyeye cinsi yakınlıkta bulunsa muhtar olan kavle göre
kendisine zina haddi vurulmaz. Zeylai.
Hidaye'de zikredilmiştir ki; rehin vermek
için bir cariyeyi iâre alan kimse rehin olarak alan kimse gibidir.
Kira ile tutulan, gasbolunan cariyenin
hükmü ilerde gelecektir. Lâyık olan bir kimseye vakfolunan cariye, rehin olarak
verilen cariye gibidir ki. helâl olduğunu zannederek cinsi yakınlıkta
bulunursa, zina haddi vurulmaz. Bir kimse mal karşılığında boşamış yahut esah
olan kavil üzere hulû olunan karısına iddet içinde yahut âzâd etmiş olduğu
ümm-i veledine iddet içinde cinsî yakınlıkta bulunsa, kendisine zina haddi
vurulmaz.
Mahalde olan şüphede cinsî yakınlıkta
bulunan kimse «çocuğun nesebi bendendir» diye dâva ederse, neseb kendisinden
sabit olur. Fiilde olan şüphede neseb kendisinde sabit olmaz. Çünkü bu tam
zinadır. Ancak fiilde olan şüphe üç talâkla boşadığı zevcesi iki seneden az
müddette doğurursa, çocuğun talâktan önce olmasına hamledilerek neseb cinsi
yakınlıkta bulunan kimseden sabit olur. Eğer iki seneden ziyada müddette
doğurursa, neseb ancak cinsi yakınlıkta bulunan kimsenin «çocuk bendendir» diye
davasıyla sabit olur. Nitekim bu bahsin tafsili nesebin sübutu babında
geçmiştir.
Keza: Hulû olunan yahut mal Karşılığında
boşanan ve iddet beklerken kendisine cinsi yakınlıkta bulunulan kadının
çocuğunun nesebi evleviyetle sabit olur. Ancak bunlarda talâkın üçten az olması
lâzımdır. Bir kimsenin gerçekte zevcesi değilken kadınların «bu kadın senin
zevcendir» demeleriyle kendisin zifaf olunan kadına onların haberlerine itimat
ederek cinsi yakınlıkta bulunmasından hasıl olan çocuğun nesebi, cinsi
yakınlıkta bulunan kimsenin «bu çocuğun nesebi bendendir» diye davasıyla sabit
olur. Bahır.
İZAH
«Fiilde olan şüphede de ilh...» Yani cinsi
yakınlıkta olan şüphedir.Şöyle ki şüphe cinsi yakınlığın haram olmasındadır,
yoksa kendisine cinsi yakınlıkta bulunulan kadın da değildir. Çünkü fiilde olan
şüphede kadının haram olması kesindir.
«Helâl olmasında şüphelenen kimse hakkında
olan şüphe ilh...» Yani bir kimse cinsi yakınlığın helâl olduğunu zannederse o
işte şüphe etmiş olur. Bundan dolayı Fetih'te «şüphe, bir şeyin helâl veya
haram olduğunda şüphe eden kimse hakkında tahakkuk eder. Çünkü helâl olduğunu
ifade eden delil olmayınca delil olmayan şey delil zannedilmiştir. Meselâ: Bir
kimsenin zevcesinin cariyesinin kendisine hizmet etmesi helâl olduğu için ona
cinsi yakınlıkta bulunmanın da helâl olduğunu zannetmesidir. Helâl zannedilmesi
mutlaka lâzımdır, helâl zannedilmezse, asla şüphe bulunmaz» diye
zikredilmiştir.
«Bu cinsi yakınlığın helâl olduğunu
zannederse ilh...» Yani helâl olduğunu zannetmekşüphenin kendisidir. Çünkü
bundan başka kendisiyle şüphe sabit olacak delil yoktur. Helâl olduğunu
zannetmezse, asla şüphe bulunmaz. Fakat mahalde olan şüphe böyle değildir.
Çünkü oradaki şüphe mahallin helâl olmasının delilinden ileri gelmektedir. Buna
göre; mahalde olan şüphede helâl zannetmeye hacet yoktur. Bundan dolayı mahalli
(kendisine cinsi yakınlıkta bulunulan kadın) in helâl olduğunu zannetsin
zannetmesin kendisine zina haddi vurulmaz.
«"Helâl olduğunu zannettim" diye
dâva etmesine göredir ilh...» Yani zannın kendisine göre değildir. Çünkü her ne
kadar cinsi yakınlığın helâl olduğunu zannetse bile dâva etmediği takdirde
kendisine zina haddi vurulur. Her ne kadar cinsi yakınlığın helâl olduğunu
zannetmese bite «helâl olduğunu zannettim» diye dâva ederse, kendisine zina
haddi vurulmaz. Fakat gizli değildir ki; zan kalbe ait bir iş olup kaadı bunu
ancak sahibinin dâva etmesiyle bilir. Kaadı, cinsi yakınlıkta bulunan kimsenin
helâl zannettiğini bilirse, ona zina haddi vurmaz. Bu da o kimsenin «helâl zannettim»
diye dâva etmesi ve haber vermesi ile olur. İbn-i Kemal.
«Yalnız birisi «helâl olduğunu zannettim»
diye dâvâ etse ikisine de zina haddi vurulmaz ilh...» Çünkü şüphe fena fiilde
birisi tarafından bulununca zarureten diğerine de sirayet eder. Bunun için her
ikisine de zina haddi vurulmaz. Bahır.
«Bir kimsenin her ne kadar yukarı çıkarsa
çıksın ana babasının cariyesine ilh...» Çünkü bir kimsenin, kendisiyle anası -
babasının yahut zevcesinin yahut efendisinin arasında mallarından menfaatlanma
ve cariyelerine hizmet ettirme yaygın olunca, cariyelerine cinsi yakınlığın da
helâl olduğunu zannetmesi mümkündür.
Bir kimse, üç talâkla boşadığı zevcesi
iddet beklerken nafaka vermesi vâcib ve kızkardeşiyle evlenmesi haram
olduğundan dolayı ona cinsi yakınlığın helâl olduğunu zannedebilir.
Musannif «bir kimse helâl zannederek
anasının veya babasının cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, kendisine zina
haddi vurulmaz» diye kayıtlamıştır. Çünkü Hâniyye'de zikredilmiştir ki; bir
kimse, babasının veya dedesinin zevcesine cinsi yakınlıkta bulunup her ne kadar
«helâl zannettim» diye dâva etse bile kendisine zina haddi vurulur.
«Bir anda ilh...» Yani bir kimse, bir,söz
ile zevcesini üç talâkla boşayıp sonra iddet içinde ona cinsi yakınlıkta
bulunsa «helâl zannettim» diye dâva etmedikçe kendisine had vurulur. Keza; ayrı
ayrı zamanlarda üç talâkla boşadığı zevcesine iddet içinde cinsi yakınlıkta
bulunsa, hüküm yine böyledir. Zira üç talâkla zevcesini boşayan kimsenin
zevcesinin boş olmasında ihtilâf yoktur. Çünkü üçüncü talâktan sonra kadının
kocasına helâl olmayacağını Kur'an-ı Kerim natıkdır. Buna flöre; üç talâkla
boşanan kadının kocasına helâl olmadığında şüphe yoktur.
Birden yapılan üç talâkın Hz. Ömer (R.A.)
zamanında üçünün de vukuuna hüküm edilip icmâ hasıl olduğu için üç talâkın
vukuunu inkâr eden kimsenin sözüne itibar edilmez. Fakat Hidaye'nin nikâh
bahsinde «bir kimse bir veya üç talâk-ı bainle boşamış olduğu zevcesine İddet
içinde cinsi yakınlıkta bulunsa imam Muhammed'in talâk bahsinin işaretine göre;
kendisine, zina haddi vurulmaz. Hudud bahsinin işaretine göre; kendisine zina
haddi vurulması vâcib olur. Çünkü helâl olma hakkındaki mülk zail olup zina
tahakkuk etmiştir» diye zikredilen mesele müşküldür.
Bahır'da talâk bahsinin işaretini bir
lâfızda yapılan üç talâk üzerine hamletmekle ve hudud bahsinin ibaresini ayrı
ayrı zamanlarda yapılan üç talâk üzerine hamletmekle araları bulunmuştur. Çünkü
birden yapılan üç talâkın üçünün birden vâki olmasına Zâhiriyye karşı
çıkmıştır. Yani mahalde şüphe nevinden olur da delil şüphesi bulunduğu için
haram olduğuna inansa bile kendisine zina haddi vurulmaz.
Fakat Bahir sahibine, Halebî muhaşşisi
«Fetih ve diğer fıkıh kitablarında birden yapılan üç talâkla boşanan kadına
iddet içinde cinsi yakınlıkta bulunmanın fiilde olan şüphe nevinden olduğu,
icmâ münakit olduktan sonra ihtilafa itibar olmadığı ve işaretten ibareye
muaraza edemiyeceği açık ve kesin olarak beyan edilmiştir» diye itiraz
etmiştir.
Ben derim ki: Başka bir vecihle araları
bulunabilir. Talâk bahsinin işareti kinayı lafzıyla yapılan baln talâka, hudud
bahsinin ibaresi sarih lâfızla yapılan bain talâka hamledilerek ikisinin
arasını bulmak mümkündür, işin hakikatini Allah-ü Teâlâ bilir.
«Hudud bahsinin rivayetinde ilh...» Yani
bir kimse kendisine rehin olarak verilen cariyeye. cinsi yakınlıkta bulunsa,
zina haddi vurulmaz. İmam Muhammed (Rh.A.) hudud bahsinde bu meselenin «fiilde
olan şüphe» meselelerinden olduğunu rehin bahsinde ise mahalde olan şüphe
meselelerinden olduğunu zikretmiştir.
Bahır'da «velhasılı bir kimse kendisine
rehin olarak verilen cariyeye helâl olduğunu zannederek cinsi yakınlıkta
bulunursa, iki rivayetin ittifakıyla kendisine zina haddi vurulmaz. Eğer haram
olduğunu bilerek cinsi yakınlıkta bulunursa ihtilaf vardır. Esah olan kavle göre;
kendisine zina haddinin vurulması vâcib olur» diye zikredilmiştir.
Îzâh'da «helâl olduğunu zannetse bile
kendisine haddin vurulmuş; vâcib olur» diye zikredilmesi bütün rivayetlere
muhaliftir.
Dürrü'l-Müntekâ'da zikredilmiştir ki: Kendi
babında zikredilen bir hüküm başka bâbta zikredilen aynı hükümden evlâdır.
Çünkü bir hükmün başka bâbta zikredilmesi sanki istıtrâd (asıl mevzudan olmayıp
münasebetle beyan olunan hüküm) dır. Pederim bana böylece ifade etmiştir.
«Rehin vermek için bir cariyeyi iare alan kimse
rehin olarak alan kimse gibidir ilh...» Meselâ: Bir kimse şu kadar dirhem
karşılığında rehin olarak verse, sonra rehin olarak verilen şey rehin alanın
yanında helak olsa rehin alan alacağını almış olur ve iare alan kimsenin iare
veren kimseye borcu kadar ödemesi vâcib olur. Çünkü iare alan vermiş olduğu
rehinle borcunu ödemiştir. Nitekim yerinde takrir edilmiştir. Buna göre; iare
alan iare verene borcu kadar borçlanınca îare aldığı şeye mâlik olur da rehin
alan gibi ofmuş olur.
«Hulû olunan karısına ilh...» Yani mal
karşılığında hulû olunan karısına iddet içinde cinsi yakınlıkta bulunma fiilde
olan şüphe nevinden olur. Eğer mal karşılığında olmayan hulû olup iddet içinde
zevcesine cinsi yakınlıkta bulunursa, bu cinsi yakınlık mahalde olan şüphe
nevinden olur. Nehir.
«Mahalde olan şüphede cinsi yakınlıkta
bulunan kimse «çocuğun nesebi bendendir» diye dâva ederse, neseb kendisinden
sabit olur ilh...» Bu nesebin sabit olma meselesi dededen başkası hakkındadır.
Meselâ: Dede, oğlu hayatta iken oğlunun oğlunun cariyesine cinsi yakınlıkta
bulunsa dede babanın sağlığında torununun cariyesine mâlik olamayacağı için
«çocuğun nesebi bendendir» diye dâva etmesiyle neseb kendisinden sabit olmaz.
Evet, oğlunun oğlu kendisini tasdik ederse, çocuk âzâd olur. Çünkü çocuğun
kendisinin amcası olduğunu iddia etmiştir. Nihaye'de «nesebi sabit olur» diye
zikredilmesi yanlıştır. Nitekim Fetih'te bu mesele tam manâsıyla incelenmiştir.
«Çünkü bu tam zinadır ilh...» Çünkü fiilde
olan şüphede mülk şüphesi yoktur. Belki helâl zannettiği için haddin düşmesi
Allah-ü Teâlâ'nın bir fazlı ve keremidir ki cinsi yakınlıkta bulunan erkeğe
raci olup kadına racî değildir. Çünkü kendisine cinsi yakınlıkta bulunulan
kadının helâl olmadığında şüphe yoktur. Binaenaleyh bu cinsi yakınlıkla neseb sabit
olmaz. Bundan dolayı bu cinsi yakınlıkla kadının iddet beklemesi lâzım
'değildir. Çünkü zinadan dolayı iddet yoktur. Fetih.
«Nitekim bu bahsin tafsili nesebin sübut
babında geçmiştir ilh...» Yani üç talâkla boşanmış bir kadın iki sene sonra
doğurduğunda zevci çocuğun nesebinin kendisinden olduğunu dâva ederse, nesebi
sabit olur, dâva etmezse sâbit olmaz. H.
Ben derim ki; Bundan anlaşılan her ne kadar
cinsi yakınlığın iddette olması lâzım gelse bile çocuk gerek iki seneden az
müddette, gerekse iki seneden ziyadede doğsun zevç çocuğun nesebinin
kendisinden olduğunu iddia ederse, nesebi sabit olur. Çünkü akid şüphesi
mevcuttur. Eğer zevç dâva etmezse, çocuk iki seneden az müddette doğduğunda
cinsi yakınlığın talâktan önce yapılmış olduğuna hamledilerek neseb sabit olur.
Fetih.
«Cinsi yakınlıkta bulunmasından ilh...» Bu
fiilde olan şüphedir. Zeylaî, bunu kabul etmiştir. Bahir sahibi de önce bunu
kabul etmiştir. Bazıları «bu, mahalde olan şüphe nevindendir» demişlerdir.
Fetih'de «önce racih olan bunun mahalde
olan şüphe nevinden olmasıdır. Çünkü kadınlarım «bu senin zevcendir» sözleri
cinsi yakınlığı mubah kılan şer'i bir delildir. Zira muamelelerde bir kişinin
sözü bite kabul edilir. Bundan dolayı bir cariye bir kimseye gelerek «efendim
beni sana hediye olarak gönderdi» dese, o kimsenin ona cinsi yakınlıkta
bulunması helâl olur» diye zikredilip sonra «hak olan bunun fiilde olan şüphe
nevinden olmasıdır» denilmiştir.
METİN
Mahalde olan şüphede mutlak surette, fiilde
olan şüphede helâl zannedildiğinde had olmadığı gibi İmam-ı Azam (R.A.)'a göre,
nikâh akdinde olan şüphede de had yoktur. Meselâ: Bir kimse nikâhı ebedi haram
olan bir kadınla evlenip ona cinsi yakınlıkta bulunsa, İmam-ı Azam'a göre;
kendisine zina haddi vurulmaz. İmameyn (Rh.A.)'e göre; haram olduğunu bilirse,
had vurulur. Hulâsa sahibi «fetva bu kavil üzeredir» demiştir. Fakat bütün
şerhlerde tercih olunan İmam-ı Azam (Rh.A)'ın kavildir. Fetva bu kavil üzere
evlâ olur. Allâme Kâasım, Tashihinde bunu açıklamıştır. Fakat Muzmarat'dan
naklen Kuhistânî'de «fetva İmameyn (Rh.A.)'in kavli üzeredir» diye yazılıdır.
Fethü'l-Kadir'de «bu akidde olan şüphe,
mahalde olan şüphe kabilindendir. Yukarda geçtiği gibi bunda da neseb sabit
olur» diye yazıtıdır. Şahitsiz olarak akdedilen bir nikâhla cinsi yakınlıkta
bulunma da akidde olan şüphe kabilinden olduğu için had vurulmaz.
Mücteba'da zikredilmiştir ki; bir kimse
mahremini yahut başkasının nikâhlısını yahut iddet bekleyen bir kadını nikâh
edip helâl zannıyla ona cinsi yakınlıkta bulunsa, kendisine zina haddi
vurulmaz. Fakat ta'zir olunur. Eğer haram olduğunu zannederek cinsi yakınlıkta
bulunursa, İmam-ı Azam (Rh.A)'a göre; yine zina haddi vurulmaz. İmameyn (Rh.A.)
ise buna muhaliftir. Bundan anlaşıldı ki. şüphenin üçe taksimi İmam-ı Azam
(Rh.A)'ın kavlidir.
İZAH
«Nikâh akdinde olan şüphede de had yoktur
ilh...» Yani bunda akid sureten bulunur. Fakat hakikatte bulunmaz. Çünkü
yukarıda geçtiği üzere şüphe; sabit olmadığı halde sabite benzeyen şeydir.
Kendisinde akid hakikaten bulunan şey, nikâh akdinde olan şüphenin tarifinden
çıktı. Bundan dolayı Tatarhaniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse nikâh veya
satın alma mülkü ile mâlik olduğu fakat kendisine başka bir sebeble haram olan
bir kadına cinsi yakınlıkta bulunsa, kendisine zina haddi vurulmaz. Meselâ: Hayızlı,
nifaslı, ihramlı, farz orucunu tutan, şüphe ile cinsi yakınlıkta bulunulmuş
kadına veya zihar yahut ilâ yaptığı kadına iddet içinde cinsi yakınlıkta
bulunsa, zina haddi vurulmaz. Keza; süt yahut musahare yahut mecusi yahut
mürted yahut nikâhı altında kızkardeşi olması sebebiyle kendisine haram olan
cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, her ne kadar haram olduğunu bilse bile
kendisine had vurulmaz.
«Bir kimse, nikâhı ebedi haram olan ilh...»
Musannif mahrem lâfzını mutlak olarak zikrettiği için neseb, süt ve musahare
cihetinden mahremlere şâmil olmuştur. Buna göre, bir kimse neseb yahut süt
yahut evlilik yoluyla nikâhı kendisine ebedi haram olan bir kadınla evlenip ona
cinsi yakınlıkta bulunsa, imam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; zina haddi vurulmaz.
İmameyn (Rh.A.)'e göre; haram olduğunu bilirse zina haddi icra edilir.
Bir kimse başkasının nikâhlısını yahut
iddet bekleyen bir kadını yahut üç talâkla boşamış olduğu zevcesini yahut
nikâhında bulunan hür zevcesi üzerine bir cariyeyi yahut bir mecusi kadını
yahut efendisinden, izinsiz cariyeyi nikâh edip cinsi yakınlıkta bulunsa yahut
bir köle efendisinden izinsiz evlenip cinsi yakınlıkta bulunsa yahut bir kimse
bir akidde beş kadınla yahut iki kızkardeşle evlenip onlara cinsi yakınlıkta
bulunsa, ittifakla zina haddi vurulmaz. Zina haddinin vurulmayacağı İmam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; açıktır. İmameyn (Rh.A.)'e göre; şüphe ebedi haram olanlarda
bulunmaz. Bahir.
İbn-i Münzir gibi nakillerine ve
tahrirlerine itimad edilen fukaha «İmameyn (Rh.A.)'e göre; bir kimse nikâhında
dört kadın bulunup beşinci yahut mecusi yahut iddet bekleyen bir kadını nikâh
edip cinsi yakınlıkta bulunsa, zina haddi vurulmaz. Ama nikâhı ebedi haram olan
bir kadını nikâh edip cinsi yakınlıkta bulunursa, zina haddi vurulur»
demişlerdir. Fethü'l-Kadir.
Bir kimse nikâhı helâl olmayan bir kadını
nikâh edip cinsi yakınlıkta bulunsa, haram olduğunu bilse bile İmam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; had vurulmaz. Fakat şiddetli ta'zir edilir. İmameyn (Rh.A.)'e
göre; nikâh ettiği kadın, nikâhı ebedi haram olan kadınlardan olup haram
olduğunu bilirse, kendisine zina haddi vurulur. Kâfi.
«İmameyn (Rh.A.)'e göre; ilh...» Mahremini
nikâh edip cinsi yakınlıkta bulunan kimseye İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; had
vurulmaması, İmameyn (Rh.A.)'e göre; had vurulmasının sebebi; mahremin nikâha
mahal olup olmamasındadır. İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; akid yapana
bakılmaksızın kadın bizzat akde mahaldir. Çünkü kadın akidden maksud olan
doğurmayı kabul ettiği için şüphe vaki olmuştur. İmameyn (Rh.A.)'e göre ise;
kadın bu akid yapanın akdine mahal olmadığı için şüphe yoktur. Bu meselenin
tamamı Fetih ile Nehir'dedir.
«Haram olduğunu bilirse ilh...» Eğer helâl
olduğunu zannederse, ittifakla had vurulmaz. Fakat ta'zir edilir. Nitekim
Zahiriyye ve diğer fıkıh kitablarında da böyle zikredilmiştir. Burada
zikredilen meselelerden malum oldu ki; bir kimse zan yoluyla Allah-ü Teâlâ'nın
haram kıldığı Şeyi helâl saysa kâfir olmaz, ancak haramı helâl itikad ederse,
kâfir olur.
«Kuhistâni'de ilh...» Yani Muzmarat'tan
naklen Kuhistânî'de zikredilmiştir ki; bir kimse mahremi ite evlenip cinsi
yakınlıkta bulunsa, İmameyn (Rh.A.)'e göre; zina haddi vurulur. Fetva da bunun
üzerinedir. Bu, bütün şerhlerde zikredilen üzerine mukaddemdir.
Hulâsa'dan naklen Fetih'de de «fetva
imameyn (Rh.A.)'in kavil üzerinedir» diye zikredilipşöyle tevcih edilmiştir:
Şüphe bir bakıma helâl olmayı iktiza eder. Halbuki bunun hiç bir bakımdan helâl
olması sabit değildir. Eğer bir bakıma helâl olması sabit olsaydı, iddet ve
neseb vâcib olurdu. Sonra bazı meşayıhın iddet ve nesebin vâcib olduğunu kabul
etmeleriyle bu da defedilmiştir. Bir bakıma helâl olmadığı için iddet ve
nesebin vâcib olmadığı teslim edilse bile şüphe, bir bakıma helâl olmayı iktiza
etmez. Çünkü şüphe sabit olmadığı halde sabite benzeyen şeydir. Bir bakıma şüphe
bulunan bir şeyin sabit olması lâzım değildir, Görmezmisin ki; İmam-ı Azam
(Rh.A.) en şiddetli ta'ziri ilzam etmiştir. Fakat haddi isbat etmemiştir.
Bundan malum oldu ki; bu, tam bir zinadır. Lâkin kendisinde şüphe vardır.
Bundan dolayı neseb sabit olmaz. Hasılı mahrem kadınların hiç bir bakıma helâl
olmaması tam zina olduğu içindir. Bu yüzden neseb ve iddet sabit olmaz. Bundan
haddi defeden şüpheninde olmaması lâzım gelmez. Gizli değildir ki; bunda İmam-ı
Azam'ın kavlini tercih vardır.
«Bundan anlaşıldı ki; şüphenin üçe taksimi
ilh...» Eğer sarih şüphenin hüküm bakımından taksimini murad etmişse, bu, üç
imamımıza göre de; iki kısımdır. Çünkü akid şüphesinin hükmü imam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; mahal şüphesinin hükmüdür. İmameyn (Rh.A.)'e göre; fiil şüphesinin
hükmüdür. Eğer sarih şüphenin mânâ bakımından taksimini murad etmişse, yine bu
da ikidir. Zira akid şüphesinden bazısı üç talâktan iddet bekleyen kadına iddet
içinde cinsi yakınlıkta bulunma gibi fiil şüphesindendir. Nitekim bunu Nehir
sahibi nesebin sabit olması babında tasrih etmiştir. Akid şüphesinden bazısı
metnin meselesi gibi mahal şüphesindendir.
METİN
Bir kimse kardeşi, amcası gibi vilâdetin
maadası karabetle mahremlerinin cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, had
vurulur. Çünkü aralarında malları teklifsiz olarak yaygın olmadığı tein «ben
helâl zannettim» demesine itibar edilmez.
Bir kimse ister âmâ olsun yatağında bulduğu
bir kadına zevcesi zannederek cinsi yakınlıkta bulunsa, hakkında had lâzım
gelir. Çünkü sormakla bilmesi mümkündür. Ancak o kimse kadını cinsi yakınlığa
davet ettiğinde «ben senin zevcenim» veya zevcesinin ismiyle «ben filâneyim»
diyerek icabet edip o da kendisine cinsi yakınlıkta bulunursa, kadının bu
şekilde haber vermesi şer'i bir delil sayılacağı için Kendisine zina haddi vurulmaz.
Ancak kadın fiiliyle veya ismini söylemeksizin yalnız «evet» lafzıyla icabet
ederse, kendisine zina haddi vurulur.
Müstemen (pasaportlu) bir harbî (kâfir)
zimmîye (islâm devleti tebaasından olan hıristiyan veya yahudilerden) olan bir
kadına zina etse yahut bir zimmî müstemen olan harbîyye bir kadına zina etse
zimmîyye kadın ile zimmî olan erkeğe zina haddi vurulur, fakat harbî
olanerkekle harbîyye olan kadına had vurulmaz. Imam-ı Azam'a göre; bu hususta
asıl ve kaide; kazf haddinden başka Allah hadlerinden hiç birisinin müste'men
üzerine ikame ve icra olunmamasıdır.
Bir kimse hayvana cinsi yakınlıkta bulunsa,
kendisine had vurulmaz, fakat tazir edilir. Hayvan kesilip sonra yakılır. Diri
veya ölü olarak hayvandan menfaatlanmak mekrûhdur. Mücteba.
Nehir'de zikredilmiştir ki; mendup olarak
hayvan sahibi cinsi yakınlıkta bulunan kimseye hayvanı kıymetiyle vermekle
emrolunur, sonra hayvan kesilip, yakılır. Çünkü fukaha «hayvan kıymetiyle
ödenir» demişlerdir.
Bir kimse zevcesi olacak kadını görmeden
evlenip, kadınlar «bu senin zevcendir» diye başka bir kadını zifafa sokup o da
ona cinsi yakınlıkta bulunsa kendisine had vurulmaz, fakat üzerine kadının
mehri lâzım olur. Böyle bir meselede Hz. Ömer (R.A.) mehr-i misille vs iddetle
hükmetmiştir. Kendisine ancak kadınların muttali olup, onların sözleriyle amel
olunan şeylerde bir kimsenin haber vermesi kifayet eder.
İZAH
«Vilâdetin maadası ilh...» Yani usul
(babası ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedesi) veya fürû (oğulları ne kadar
aşağı inerse insin torunları) cihetinden akraba olmayan akrabalardır. Çünkü bir
kimse fürû cihetinden akrabasının cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, hakkında
had lâzım gelmez. Fakat yukarda geçtiği üzere usul cihetinden akrabasının
cariyesine helâl zannederek cinsi yakınlıkta bulunduğu takdirde kendisine had
lâzım gelmez.
«Kendi yatağında bulduğu ilh...» Yani bir
kimse karanlık bir gecede yatağında bulduğu bir kadına cinsi yakınlıkta
bulunsa, hakkında had lâzım gelir. Gündüzleyin yatağında bulduğu bir kadına
cinsi yakınlıkta bulunan bir kimseye had evleviyetle lâzım olur. Haniyye.
«Ancak o kimse kadını cinsi yakınlığa davet
ettiğinde ilh...» Yani âmâ olan davet ettiğindedir. yoksa gören kimse davet
ettiğinde değil. Nitekim Haniyye'de böyle zikredilmiştir. Zeylaî ile Fetih'in
ibaresinin zahiri de böyledir.
Zahiriyye'de zikredilmiştir ki; bir .kimse
karanlık bir gecede odasında bulmuş olduğu bir kadına cinsi yakınlıkta bulunup
«zevcem zannetim» diye iddia etse, hakkında had lâzım gelmez. Gündüzleyin
odasında bulduğu bir kadına cinsi yakınlıkta bulunup «zevcem zannetim» diye
iddia etse, kendisine had vurulur.
Hâvî'de zikredilmiştir ki; İmam Züfer,
İmam-ı Azam'dan «bir kimse, yatak odasında veya odasında bulmuş olduğu bir
kadına cinsi yakınlıkta bulunup «zevcem zannetim» diye iddia etse, gündüzleyin
olursa had vurulur, geceleyin olursa had vurulmaz» diye rivayet etmiştir.
Yakub ise, İmam-ı Azam'dan «geceleyin olsa
da gündüzleyin olsa da had lâzım gelir» diyerivayet etmiştir.
Ebu'l-Leys «İmam Züfer'in rivayeti alınır»
demiştir.
Ben derim ki: Bunun muktezası geceleyin
olsun, gündüzleyin olsun âmâ üzerine had lâzım gelmez.
«Harbî olan erkekle ilh...» Yani müstemen
bir harbî, zimmîye olan bir kadına zina ettiğinde İmam Ebû Yusuf'a göre hem
kadına hem de erkeğe zina haddi vurulur.
İmam Muhammed «hiç birine had vurulmaz,
ancak zimmî bir erkek müste'men olan bir kadına zina ettiğinde İmam Azam'ın
kavli gibi yalnız zimmî olan erkeğe had vurulur» demiştir.
Velhasıl; zina eden erkekle kadından her
ikisi de ya müslüman yahut zimmî yahut müstemen yahut erkek müslüman, kadın
zimmîye veya müstemene yahut aksi yani kadın müslüman, erkek müstemen veya
zimmî yahut erkek zimmî, kadın müstemene yahut aksi yani kadın zimmîye erkek
müstemen olursa, İmam-ı Azam (Rh.A)'a göre, bu suretlerde müste'menler hariç
diğerlerine had vurulur. Bahır.
«Hayvan kesilip sonra yakılır ilh...»
Hayvanın yakılıp kesilmesi, hadisenin kapanması bu hayvan yüzünden o kimsenin
ayıplanmaması içindir. Yoksa bu hayvanın mutlaka kesilmesi vâcib değildir.
Nitekim Hidaye ve diğer fıkıh kitablarında böyle zikredilmiştir. Kesilip
yakılması hayvan, eti yenilmeyen hayvanlardan olduğuna göredir. Eğer bu hayvan
eti helâl olan hayvanlardan ise, kesildiği zaman etini yemek İmam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; caizdir, imameyn (Rh.A.)'e göre; bu et mutlaka yakılmalıdır. Bu
hayvan başkasına ait ise kendisinden kıymeti ile satın alınıp kesilmesi
mendupdur. Zeylaî. Nehir. Hayvan sahibi hayvanını satmak üzere cebrolunmaz.
Bahır.
TENBİH: Bir kadın kendisini bir maymuna
kullandırsa, bu kadının hükmü hayvana cinsi yakınlıkta bulunan erkeğin hükmü
gibidir. Yani kadına zina haddi vurulmaz, fakat tazir edilir. Dedikodunun
kesilip hadisenin kapanması için maymun kesilir.
«Üzerine kadının mehri lâzım olur ilh...»
Yani mehir kadının olur; nitekim Hz. Ali (R. A.) mehri kadın için hükmetmiştir,
muhtar olan da budur. Çünkü cinsi yakınlık kadın üzerine cinayet gibidir. Mehir
beytülmalın olmaz. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) mehri beytülmâl için hükmetmiştir.
Sanki Hz. Ömer (R.A.) mehri şeriatın hakkı olarak haddin karşılığı kılmıştır.
Tamamı Zeylaî'dedir.
«Böyle bir meselede Hz. Ömer (R.A.) mehr-i
misille ve iddetle hükmetmiştir ilh...» Dürer'de de böyle zikredilmiştir. Fakat
hükmeden Hz. Ömer (R A) değil, Hz. Ali (K.V.)'dir.
Azmiyye'de «bu meseleyi Hz. Ömer (R.A.)'e
nisbet etmek açık bir sehivdir» denilmiştir.
METİN
Dübürden cinsi yakınlıkta bulunan kimseye
İmam-ı Azam (R.A.)'a göre; zina haddi vurulmaz, fakat tazir edilir, imameyn'e
göre; zina haddi vurulur. Eğer bir kimse kölesine yahut cariyesine yahut
zevcesine dübürden cinsi yakınlıkta bulunursa, ittifakla had vurulmaz, fakat
tazir olunur. Bunlardan başkasına dübüründen cinsi yakınlıkta bulunursa,
İmameyn (Rh.A)'e göre; zina haddi vurulur.
Dürer'de «ateşte yakmak, üzerine duvar
yıkmak, yüksek bir yerden taşla beraber yüzüstü bırakmak gibi helak edici
şeylerle cezalandırılır» diye zikredilmiştir.
Hâvî'de zikredilmiştir ki; tazirde esah
olan celddir.
Fetih'de tazir olunup ölünceye kadar veya
tevbe edinceye kadar hapsolunur» denilmiştir.
Bir kimse livâta (dübürden cinsi yakınlıkta
bulunma)yi âdet edinirse, veliyyü'l-emir onu siyaseten öldürür.
Şarih der ki: Bahır'dan naklen Nehir'de
zikredilmiştir ki; «livâtayı âdet edineni, veliyyü'l-emir siyaseten öldürür»
diye kayıtlamakda kaadının siyasetle hükmedemiyeceğini ifade etmek vardır.
Halbuki Muînü'l-Hükkâm'da «kaadının bazı yerde siyaset icrası vardır» diye
tasrih edilmiştir.
FER'İ MESELE: Cevhere'de zikredilmiştir ki;
istimna bi'l yed (oturbir çekme) haramdır. Bunu yapan kimse tazir olunur. Bir
kimse zevcesine yahut cariyesine kendisinin tenasül uzvuyla oynamasına izin
verip hatta onun tahrikiyle boşansa, mekruh olur. Fakat had ve tazir lâzım
gelmez. Sahih kavle göre cennette livâta olmayacaktır. Çünkü Allah-ü Teâlâ onun
çirkin olduğunu beyan edip ve ona habîs ismini vermiştir. Cennet ise habis olan
şeylerden münezzehtir. Fetih.
Eşbah'da zikredilmiştir ki; livâtanın haram
olması aklîdir. Binaenaleyh bu cennette bulunmaz. Bazıları «livâtanın haram
olması semidir, cennette bulunur» demişlerdir. Bazıları «Allah-ü Teâlâ belden
yukarısı erkek, belden aşağısı kadın gibi bir nevi mahlûk yaratır» demişlerdir.
Fakat esah olan birinci kavildir.
Bahır'da zikredilmiştir ki; livâtanın haram
olması, zinanın haram olmasından daha şiddetlidir, çünkü livâta hem aklen, hem
şer'an hem de tab'an haramdır. Zina ise tab'an haram değildir. Çünkü zinanın
haram olması evlenme ve satın alma ile zail olur. Livâtanın haram olması ise
ebedidir.
İmam-ı Azam'a göre livâtada, haddin
olmaması hafif olduğu tein değildir, bilâkis pek büyük günâh olduğu içindir.
Çünkü bir kavle göre «had» günâhları temizleyicidir.
Müctebâ'da zikredilmiştir ki; livâtayı
helâl gören kimse cumhûr-i ulemâya göre; kâfir olur.
İZAH
«İmameyn (R.A.)'e göre ilh...» Yani
dübürden cinsi yakınlıkta bulunan kimseye İmameyn(Rh.A.)'e göre; zina haddi
vurulur. Bu kimse, muhsan değil ise celd vurulur. Muhsan ise recmedilir. Nehir.
«Dürer'de «ateşte yakmak» ilh...» Yani
«imam-ı Azam'a göre; dübürden cinsi yakınlıkta bulunan kimse bu cezalardan
biriyle ta'zir edilir» diye Dürer'de zikredilmiştir. Nehir sahibi, Dürer
sahibine «bu habîs fiili âdet edinen kimsenin cezası yalnız bunlardan ibaret
değildir» diye itiraz etmiştir. Çünkü Ziyâdat'da zikredilmiştir ki; habîs fiili
âdet edinen kimse hakkında verilecek ceza veliyyü'l-emr'in re'yine bırakılmış
olup dilerse, onu öldürür dilerse döver, dilerse hapseder.
Eşbah'ta zikredilmiştir ki; İmam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; dübürden cinsi yakınlıkta bulunan kimseye zina haddi vurulmaz.
Ancak bu habîs fiili, tekrar yaparsa, müftâbih olan kavle göre; öldürülür.
«Havî'de zikredilmiştir ki; ilh...»
Hâvî'l-Kudsî'nin ibaresi şöyledir: Dübürden cinsi yakınlıkta bulunan kimseye
tatbik edilecek tazir hususunda; fukaha'dan bazıları «celd vurulur», bazıları
«yüksek bir yerden atılır», bazıları «kokmuş bir yere hapsedilir» demişlerdir.
Daha başka cezalar verileceğini söyleyenler de vardır. Yalnız hadım edilmez ve
tenasül uzvu kesilmez. Ta'zirde esah olan, celd yapılmasıdır.
«İstimna bi'l-yed ilh...» Yani keyfi olarak
şehvetini getirmek için el ile menisini getirmek haramdır. Ama şehveti
kendisine galebe çalıp zevcesi veya cariyesi bulunmazsa, şehvetini teskin için
bunu yaptığında günahkâr olmayacağı ümid edilir.
Ebu'l-Leys «böyle bir kimse zina
edeceğinden korkarsa, el ile menisini getirerek şehvetini teskin etmesi vâcib
olur» demiştir.
«Cennette livâta olmayacaktır ilh...»
Süyutî, İbn-i Akîl-i Hanbelî'den nakletmiştir: Mutezile olan Ebû Ali bin Velid
ile Gazneli Ebû Yusuf arasında livâta hususunda şöyle bir konuşma geçmiştir.
Ebû Ali bin Velid:
«- Cennet'te fesadlık olmadığı için
livâtanın lezzetten kılınmasına bir mâni yoktur. Livâtanın dünyada men
edilmesinin sebebi; neslin kesilmesi ve eza mahalli olduğu içindir. Cennette
ise bunlar yoktur. Nitekim bundan dolayı şarap cennette mubah kılınmıştır.
Çünkü orada sarhoşluk, arbede ve aklın zail olması yoktur. Bunun için şarabla
lezzet almaktan men olunmamıştır» demiş. Gazneli Ebû Yusuf cevaben:
«- Erkeklere meyletmek âhettir. Bu, haddi
zatında çok çirkin bir fiildir. Çünkü dübür cinsi yakınlık için
yaratılmamıştır. Bundan dolayı, livâta hiç bir şeriatta mubah kılınmamıştır.
Şarap ise böyle değildir. Dübür, pislik yeridir. Cennet ise bütün âhetlerden
uzaktır» demiştir: Ebû bin Velid ona :
«- Âhet, ezayı bulaştırmaktır. Bu takdirde
yalnız lezzet alma bâki kalmıştır» diye cevapvermiştir. '
«Livâtanın haram olması aklidir ilh...»
Yani livâtanın haram olduğuna dair her ne kadar şeriat vârid olmasa bile zulüm
ve küfür gibi çirkin olduğu akıl ile bilinir. Çünkü bizim mezhebimize göre
hiçbir şey akıl ile haram olmaz, yani bir şeyin haram olduğuna akıl hüküm
veremez. Bir şeyin haram olduğuna hüküm vermek ancak Allah'a mahsustur. Fakat
akıl emredilen şeylerin bazısının güzel olduğunu, yasak edilen şeylerin
bazısının çirkin olduğunu idrak eder de şeriat buna uygun olarak hükmedip güzel
olanı emr, çirkin olanı nehyeder.
Mutezileye göre, bir şeyin vâcib veya haram
olduğuna dair her ne kadar şeriat vârid olmasa bile aklen güzel olan vâcib
olur, aklen çirkin olan haram olur. Onlara göre birşeyin güzel veya çirkin
olduğunu isbat eden akıldır.
Biz Mâtürtdi'lere göre, bir şeyin güzel
veya çirkin olduğunu isbat eden şeriattır, akıl ise şeriattan önce güzellik ve
çirkinliği idrak etmek için bir âlettir.
Eşarilere göre, şeriattan önce aklın payı
yoktur, belki akıl şeriata tabidir. Binaenaleyh şeriatın emrettiği şeyin akıl
ile güzel olduğu nehyettiği şeyinde akıl ile çirkin olduğu bilinir. Bu
meselenin bahsinin tamamı Usûl kitablarında ve bizim Şerhi Menar üzerine olan
haşiyemizdedir.
«Livâtanm haram olması semidir ilh...» Yani
semi delil vârid olmadan önce livâtanın çirkin olduğunu akıl tek başına
anlayamaz.
«Fakat esah olan birinci kavildir ilh...»
Yani cennette livâtanın bulunmamasıdır.
«Livâtayı helâl gören kimse cumhûr-i
ulemaya göre kâfir olur ilh...» Sarih hayız bahsinde «hayalı kadına cinsi
yakınlıkta bulunmayı ve dübürden, cinsi yakınlıkta bulunmayı helâl gören
kimsenin kâfir olmasında ihtilâf olduğunu beyân etmiş sonra Siraciyye'den
naklen Tatarhaniyye'de zikredilenle ihtilâfın arasını bulmuştur. Şöyle ki;
fukahanın kâfir olmaz kavilleri kölesine yahut cariyesine yahut zevcesine
livâtayı helâl gören kimse hakkındadır fakat bunlara livâtada bulunmak
haramdır.
Şürünbülâlî'de «fasıkların bunu helâl
zannedip cüret ve şerçte etmemeleri için bu mesele öğrenilir, fakat öğretilmez»
diye zikredilmiştir. Fukahanın kâfir olur kavilleri kölesi, cariyesi ve
zevcesinden başkasına livâtayı helâl gören kimse hakkındadır.
TETİMME: Livâta için başka hükümler de
vardır: Livâta ile mehir vâcib olmaz, fasid nikâhta iddet lâzım olmaz, hülle
sabit olmaz, ricat sabit olmaz, ekseri ulemaya göre musahere hürmeti sabit
olmaz. Bir rivayete göre ramazanda keffâret sabit olmaz, bununla kazfedene had
vurulmaz, imameyne göre vurulur, bununla Han okunmaz, İmameyne göre; okunur.
Bahir. Bu Müctebâ'dan alınmıştır. Sirac'dan naklen Şürünbülâlî'de livâta
üzerine adil iki kimsenin şehadeti kafi olup dört kişinin şehadeti şart
değildir. İmameyne göre; şarttır.
METİN
Bir kimse dar-ı harp yahut İslâm
hükümdarına karşı azgınların bulunduğu yerde zina etse, kendisine had vurulmaz.
Ancak had vurmaya velayeti olan bir kumandanın askerinde zina ederse kendisine
had vurulur. Hidaye.
Çocuk ve deli gibi mükellef olmayan
kimsenin mükellef olan kadınla zinasında erkeğe de, kadına da had vurulmaz.
Aksi ki; yani mükellef olan bir kimsenin çocuk veya deli gibi mükellef olmayan
kadına zinasında yalnız erkeğe had vurulur. Bir kimse zina etmek için
kiraladığı bir kadına cinsi yakınlıkta bulunsa, İmam-ı. Azam (Rh.A.)'a göre;
her ikisine de zina haddi vurulmaz. Fakat en ağır şekilde tazir olunurlar. Hak
olan; hizmet için kiralanan kadınla zinada had vâcib olduğu gibi, bunda da
vâcib olmasıdır. Bu, İmameyn (Rh. Aleyhima)'in kavilleridir. Fetih.
Bir erkekle kadına zorla zina yaptırılsa,
her ikisine de had vurulmaz. Zina eden erkekle kadından birisi zina ettiklerini
ikrar edip diğeri zinayı inkâr etse, şüphe bulunduğu için her ikisine de had
vurulmaz. Keza: Erkek cinsi yakınlıkta bulunduğu kadını «ben satın gidim» dese
kadın her ne kadar hür de olsa zina haddi düşer. Müctebâ.
Başkasının cariyesini zinayla öldüren
kimseye zinası için had, öldürdüğü için cariyenin kıymeti vâcib olur. Zinâsıyla
cariyenin gözünü kör etse kendisine cariyenin kıymetini ödemek lâzım olur ve
kör ettiği göze mâlik olmakla şüphe îrâs ettiği için kendisinden had düşer. Hidaye.
Eğer zinâsıyla cariyenin terciyle dübürü arasında olan perdeyi yırtıp iki
deliğini birleştirse bunun tafsili musannıf şerhindedir.
Bir kimse bir cariyeyi önce gasbedip sonra
ona zina etse, daha sonra onun kıymetini ödese, ittifakla kendisine zina haddi
vurulmaz. Fakat cariyeye önce zina edip sonra onu gasbetse, daha sonra onun
kıymetini ödese, kendisine had vurulur. Nitekim bir kimse bir hür kadınla zina
edip sonra bununla evlense, ittifakla kendisine had vurulur. Fetih.
Kendinin üstünde âmiri bulunmayan halife
kısas ve mal ile muahaza olunur. Çünkü bunlar kul hakkı oldukları için.hak
sahibi, ya halifenin ona bizzat imkân vermesiyle veya müslümanların kuvvetiyle
hakkını alır. Bununla malum oldu ki kısas ve malı almak için hüküm şart
değildir. Hüküm ancak suçlunun imkân vermesi için şarttır. Fetih.
Halifeye had vurulmaz. Allah hakkı galib
olduğu için kazf haddi de vurulmaz. Çünkü hadleri yerine getirmek halifeye
bırakılmıştır ve kendinin üstünde hiç bir kimsenin velayeti yoktur. Fakat bir
beldenin emirine halifenin emriyle had vurulur.
İZAH
«Ancak had vurmaya velayeti olan bir
kumandanın ordusunda zina ederse/kendisine had vurulur ilh...» Eğer had vurmaya
velayeti olan kumandanın ordusundan ayrılıp dar-ı harbegirip orada zina
ettikten sonra orduya dönerse, yahut bir bölük kumandanıyla, yahut ordu
kumandanıyla beraber yahut tacir yahut esir olarak dar-ı harbe girip orada zina
ederse kendisine had vurulmaz, eğer had vurmaya velayeti olan bir kumandanın
ordusunda zina ederse, kendisine had vurulur. Fakat had vurmaya velayeti
olmayan bir kumandanın Ordusu veya bölüğünde zina eden kimseye had vurulmaz.
Çünkü bu kumandanlara harbin tedbiri verilmiştir, had vurma velayeti
verilmemiştir, İslâm hükümdarının velayeti orada geçerli değildir. Fetih.
«Erkeğe de, kadına da had vurulmaz ilh...»
Çünkü zinada erkeğin fiili asıldır. Kadının fiili ise erkeğe tâbidir. Asıla had
vurulmayınca, tabiye de vurulmaz. Bu mükellef olmayan çocuk veya deli üzerine
ukr (mehir) da lâzım olmaz. Ukr lâzım olmuş olsa, çocuğun veya delinin velisi
verdikleri mehri kadından geri alırlar. Çünkü bu çirkin fiili çocuk veya deliye
kadın yaptırmıştır. Fakat bir erkek çocuk bir kız çocuğuna zina etse yahut
erkek çocuk zorla mükellef olan bir kadına zina etse. erkek çocuk üzerine ukr
lâzım olur. Nehir, Fetih.
«Bir erkekle, kadına zorla zina yaptırılsa,
her ikisine de had vurulmaz ilh...» İmam-ı Azam (Rh.A.) önce «erkeğin tenasül
uzvunun intişarı razı olmasının alâmeti olduğu için erkeğe had vurulur»
diyordu. Sonra bu kavlinden dönüp «erkeğe de had vurulmaz» demiştir. Fakat
kadına ittifakla had vurulmaz. Zorla zina yaptıran ister sultan, ister başkası
olsun erkekle kadına haddin vurulmamasında müsavidir. Bu, İmameyn (Rh.A.)'in
kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir.
Razı olan bir kadına, bir erkek zorla zina
ettirilse, erkek üzerine had vâcib olmaz. Fakat kadın üzerine had vâcib olur.
«Zina eden erkekle kadından birisi zina
ettiklerini ikrar edip diğeri zinayı inkâr etse ilh...» Zina eden kadın ile
erkekten birisi ayrı ayrı dört meclisde dört defa zina ettiklerini ikrar edip
diğeri ise gerek nikâhlı olduklarını iddia etsin, gerek iddia etmesin zinayı
inkâr ederse, ikisine de had- vurulmaz. Çünkü inkâr edene haddin vurulmaması»
zinanın olmadığını isbat eden delil bulunduğu içindir. Binaenaleyh bu delil ikrar
eden hakkında da şüphe îrâs etmiştir. Zira zina ancak iki kişinin yaptığı bir
fiildir. Bu takdirde, zina fiilinde şüphe bulununca iki tarafa do sirayet eder.
Çünkü zinayı ikrar eden mutlak surette zinayı ikrar etmeyip bilâkis şeriatın
haddi kendisinden defettiği kimse hakkında «zina etti» diye ikrarda
bulunmuştur. Hatta bir kimse mutlak olarak «ben zina ettim» diye ayrı ayrı dört
mecliste ikrar etse, kendisine zina haddi vurulur. Bu hulasa olarak Fetih'den
alınmıştır.
Ben derim ki: Bu izahtan anlaşılan,
diğerinin sükût etmesi inkâr yerine geçmez.
TEMBİH: Haddin düştüğü yerde her ne kadar
zinayı kadın ikrar edip erkek nikâhlı olduklarını dâva etse bile kadın için
mehir vâcib olur. Çünkü had düşünce şer'an kadın tekzib edilmişolur. Eğer kadın
zinayı inkâr edip nikâhlı olduklarını da iddia etmeyip erkek üzerinde kazf
dâvasında bulunsa, erkeğe kazf haddi vurulur. Fakat zina haddi vurulmaz. Tamamı
Fetih'dedir.
«Erkek cinsi yakınlıkta bulunduğu kadını
«ben satın aldım» dese kadın her ne kadar hür de olsa zina haddi düşer ilh...»
Çünkü mülk dâva edilen yerde zina ikrar edilmiş olmaz.
Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde zikredilmiştir
ki: Bir kimse bir cariyeyle zina edip sonra o cariyeyi fasid olarak satın
aldığını yahut satışta satanın muhayyer olduğunu yahut kendisine cariyenin
sadaka veya hibe olarak verildiğini dâva edip cariyenin sahibi de onu tekzib
etse, bu kimsenin şahidi de bulunmasa kendisine had vurulmaz.
Tahavi şerhinden naklen Tatarhâniyye'de
zikredilmiştir ki: Dört erkek bir kimsenin zina ettiğine şehadet edip zinayı
isbat etseler sonra o kimse «ben o kadını zevcem zannettim» diye şüphe
dâvasında bulunsa kendisinden had düşmez. Fakat o kimse «o kadın benim
zevcemdir» yahut «o kadın benim cariyemdir» dese, kendisine zina haddi,
şahitlere de kazf haddi vurulmaz.
Bahır'da zikredilmiştir ki: O kimse «o
kadın benim zevcemdir» diye dâva etse her ne kadar o kadın başkasının zevcesi
olsa bile o kimseye had vurulmaz. «Şüphe bulunduğu için şahit getir» diye
teklif de olunmaz. Nitekim hırsız çalmış olduğu şeyi kendisinin mülkü olduğunu
dâva etse, mücerred davasıyla hırsızlık haddi kendisinden düşer. Bu mesele
önceki bâbta metin olarak geçmiştir.
Ben derim ki: «Ben o kadını zevcem
zannettim» ifadesiyle «o kadın benim zevcemdir» ifadesi arasındaki fark birinci
ifadesiyle kadının yabancı olduğunu ikrar etmesidir. Buna göre yabancı bir
kadınla zina ettiğini ikrar etmiş olur. Fakat ikinci ifadesiyle kesin olarak o
kadının zevcesi olduğunu söylemiş ve fiilinin zina olmadığını iddia etmiştir.
Bu suretlerde neseb sabit olmaz.
«Zinası için had, öldürdüğü için cariyenin
kıymeti vâcib olur ilh...» Çünkü bunlar ayrı ayrı iki tane cinayettir. Bu
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göredir, imam Ebû Yusuf (Rh.A)'a
göre; cariyenin kıymeti lâzım olup had lâzım olmaz. Çünkü zina ölüme muttasıl
olduğu için zina olarak baki kalmamıştır.
«Eğer zinâsıyla cariyenin terciyle dübürü
arasında olan perdeyi yırtıp iki deliğini birleştirse, bunun tafsili musannif
şerhindedir ilh...» Yani bir kimse büyük bir cariyeye rızasıyla zina edip bu
zinâsıyla cariyenin ferciyle dübürü arasında olan perdeyi yırtıp iki deliğini
birleştirse ve bu çirkin fiilinin bir şüphe neticesinde olduğunu da dâva etmese
her ikisine de had vurulur. Bu çirkin fiile cariye razı olduğu için o kimse
üzerine ukr da lâzım gelmez. Had vâcib olduğu için mehir de lâzım gelmez. Eğer
bu çirkin fiilin bir şüphe eseri olarak vâki olduğunu dâvaetse had lâzım
gelmez. O kimse üzerine ukr vâcib olur. Eğer cariyeye zorla zina edip şüphe
eseri olarak bu çirkin fiilin vâki olduğunu iddia etmezse, erkeğe had lâzım
olur mehir lâzım olmaz. Cariye bevlini tutabilirse diyetin üçte biri lâzım
gelir, bevlini tutamazsa tamamen menfaat cinsi fevt olduğu için diyetinin
hepsini öder.. Eğer bu çirkin fiilin bir şüphe eseri olarak vâki olduğunu iddia
ederse, zahir rivayete göre; kendisine had vurulmaz. Cariye bevlini tutarsa,
diyetin üçte biriyle, mehir vâcib olur. Bevlini tutamazsa, diyetin hepsi vâcib
olur, mehir lâzım olmaz. İmam Muhammed (Rh.A.) buna muhaliftir.
Eğer o kimse küçük bir cariyeye zina edip
bu zinâsıyla ferciyle dübürü arasında olan perdeyi yırtıp iki deliğini
birleştirse, küçük cariye misline zina edilen kabilden olduğu takdirde büyük
cariye gibidir. Ancak rızasıyla erş (sakatlanan bir uzuv için yaralayandan
alınan şer'i bir diyet) in düşmesi hakkında büyük cariye gibi değildir. Eğer
küçük cariye misline zina edilen kabilden olmazsa, o kimseye had lâzım olmaz.
Cariye bevlini tutarsa, o kimseye diyetin üçte biriyle tam mehir lâzım olur.
Eğer bevlini tutamazsa, diyetin hepsi lâzım olur, mehir lâzım olmaz. Çünkü
parçanın ödenmesi bütünün ödenmesinde dahildir. Nitekim bir kimse bir şahsın
parmağını kesse, sonra parmağı iyi olmadan elini kesse parmağın diyeti elde
dahil olduğu için elin diyeti lâzım olur.
«İttifakla kendisine zina haddi vurulmaz
ilh...» Çünkü cariyenin kıymetini ödemekle ona mâlik olduğu için menfaat
mülkünde şüphe îrâs etmiştir.
Cevhere'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir
cariyeyi gasbedip ona zina edip zinâsıyla cariyeyi öldürse yahut hür olan dul
bir kadını gasbedip ona zina etse ve zinâsıyla hür kadını öldürse, İmam-ı
Azam'a göre o kimseye iki surette de zina haddiyle cariyenin kıymeti veya hür
olan kadının diyeti lâzım olur. Hür olan kadına gelince bunda işkâl yoktur.
Çünkü hür olan kadına diyeti verilmekle mâlik olunmaz. Cariyeye gelince
kıymetini ödemekle mâlik olunur. Ancak kıymetini ödemek öldükten sonra vâcib
olur. Ölüye mâlik olmak sahih değildir.
«Bir kimse bir hür kadınla zina edip sonra
bununla evlense ittifakla kendisine had vurulur ilh...» Çünkü zina ettiği vakit
şüphe mevcut değildir, «ittifakla kendisine had vurulur» ifadesi bu mesele
hakkında Kadıhan'dan naklen Fetih'de zikredilmiştir.
Muhit'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki; bir kimse bir kadınla zina edip sonra onunla evlense yahut onu satın alsa
zahir rivayete göre kendisinden had düşmez, çünkü zina ettiği vakit şüphe
mevcut değildir.
Bir kimse, bir cariyeye önce zina edip
sonra gasbetse, daha sonra onun kıymetini ödese yahut hür bir kadınla zina edip
sonra onunla evlense, bu iki mesele hakkında Zahiriyye'den naklen bu babın
evvelinde ihtilâf olduğu zikredilmiştir ki; bu iki mesele de İmam Azam'a göre;
had lâzım gelmez. İmam Ebû Yusuf'a göre; had vurulur. Aksi de rivayet
edilmiştir, yaniİmam-ı Azam'a göre; bu iki meselede had vurulur. İmam Ebû Yusuf'a
göre; had vurulmaz.
Hasan b. Ziyad İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan
«satın alınmada had lâzım değildir, evlenmede had lâzımdır. Çünkü satın
alınmakla cariyenin bizzat kendisine mâlik olunur. Fakat evlenmekle kadının
kendisine mâlik olunmaz» diye rivayet etmiştir.
«Bununla malum oldu ki kısas ve malı almak
için hüküm şart değildir ilh...» Hatta öldürülen bir kimsenin velisi kısas için
hüküm verilmezden önce katili öldürse diyetini ödemez. Keza: Bir kimse hüküm
verilmeden önce gasbeden şahıstan malını alsa, bir şey lâzım gelmez. Fakat bir
kimse zina eden bir şahsı recmiyle hükmedilmeden önce öldürse, yukarda geçtiği
gibi diyetini öder. Çünkü hüküm vermek recmin şartındandır.
METİN
Şahitlerin hasta olmaları, mesafenin uzak
olması, yolun korkulu olması gibi bir özür olmaksızın bir takım kimseler uzun
zaman önce haddi gerektiren bir suçun işlendiğine dair şahitlik yapsalar
müttehem oldukları için şahitlikleri kabul edilmez, ancak kazf haddinde kul
hakkı olduğu için şahitlikleri kabul edilir. Hırsızlıkta her ne kadar uzun
zaman geçerse de hırsıza çalmış olduğu mal ödettirilir. Çünkü çalmış olduğu mal
kul hakkı olduğu için tekaadüm-i zamanla düşmez. Bir kimse uzun zaman önce
haddi gerektiren bir suçu işlediğini ikrar etse, töhmet bulunmadığı için
kendisine had vurulur. Ancak içkide tekaadüm-i bulunmadığı için kendisine had
vurulur. Ancak içkide tekaadüm-i zamanla had vurulmaz. Nitekim yakında
gelecektir ki içkinin tekaadüm-i zaman (bir hadisenin vukuundan itibaren bazı
hallerde dâvanın bakılmasına şehadetin dinlenmesine mâni teşkil eden müddet)'ı
içki içenin ağzının kokusunun gitmesiyle, içkiden başka hadlerdeki tekaadüm-i
zaman ise bîr ayın geçmesiyle takdir edilmiştir. Esah olan budur.
Dört kimse tekaadüm-i zamanda yapılmış olan
bir zinaya şehadet etseler bazı âlimlere göre; şahitlere kazf haddi vurulur.
Bazı âlimlere göre; kazf Kaddi vurulmaz. Hâniyye'de de böyle zikredilmiştir.
Bir kimsenin gaib olan bir kadınla zina
ettiğine dört kimse şehadet etseler o kimseye had vurulur. Ama gaib olan bir
şahsın malını çaldığına şehadet etseler, o kimseye hırsızlık haddi tatbik
edilmez. Çünkü hırsızlıkta dâva şart olup, zina da şart değildir.
Bir kimse bilmediği bir kadınla zina
ettiğini ikrar etse, kendisine had vurulur. Eğer şahitler bir kimsenin
bilmedikleri bir kadınla zînâ ettiğine şehadet etseler, o kimseye had vurulmaz.
Çünkü o kadın o kimsenin zevcesi veya cariyesi olabilir. Nitekim kadına
rızasıyla veya zorla zina yapılmasında yahut zina edildiği yerde şahitler
ihtilâf etseler had vurulmaz. Zina edildiği yerde ihtilâf suretinde her ne
kadar her bir zina üzerine dört şahit şehadet etse bile yine had vurulmaz.
Çünkü her bir ferikin yalanları açıktır. Yani vakit bir olup mekanları uzak
olursa, had vurulmaz. Eğer vakit bir olup mekanları yakın olursa, aralarını
bulmak mümkün olacağı için şehadetleri kabul edilir. Şahitler küçük bir odanın
iki köşesinde ihtilâf etseler bir köşesinde başlayıp hareketle diğer köşesine
gitmeleri mümkün olacağı için istihsanen her ikisine de had vurulur. Şahidler
bir kadının zinasına şehadet etseler halbuki kadın bakire yahut tenasül uzvunda
kemik yahut tenasül uzvu bitişik olsa yahut şahitler fasık olsalar yahut dört
şahidin şehadetlerine şahitlik etseler, her ne kadar bu şahitlerin şehadetinden
sonra asıl şahitler şehadet etseler bile hiç bir kimseye had vurulmaz.
Keza: Tenasül uzvu kesilmiş olan kimsenin
zinasına şehadet etseler yine hiç bir kimseyehad vurulmaz.
İZAH
«Zina üzerine şehadet ve o şehadetten dönme
ilh...» Yukarda geçtiği üzere zina cinayeti ya ikrar ile veya şehadetle sabit
olur. ikrar ile nasıl sabit olacağı yukarda geçmiştir. Zina hakkında şehadete
gelince bunun şartları çok ağır olduğu için sübutu enderdir. Hatta
Peygamberimiz (S.A.V.)'in Asr-ı Saadetlerinde ve Peygamberimiz (S.A.V.)'den
sonra Ashab-ı Kiram devrinde zina cinayeti şehadetle sabit olmamıştır. Ancak
ikrar ile sabit olmuştur.
«Müttehem olduktan için...» Çünkü hadlerde
şahitlik yapan kimse şehadeti yapmakla setr arasında muhayyerdir, önce şehadeti
tehir etmesi setri ihtiyar ettiği için ise sonra şehadet etmesi hasedlik ve
düşmanlık gibi fena bir ahlâktan dolayı yaptığı için müttehem olur. Eğer önce
şehadeti tehir etmesi setri ihtiyar ettiği için değil ise şehadeti tehir
etmesiyle fasık ve günahkâr olur. Fakat zinayı ikrar etmesi böyle değildir.
Çünkü insan kendi nefsine düşman olmaz. Hidaye.
«Ancak kazf haddinde kul hakkı olduğu için
şahitlikleri kabul edilir ilh...» Yani her ne kadar kazf haddinde Allah hakkı
galip ise de tekaa-düm-i zaman şehadetin kabul edilmesine mâni olmaz.
Hidaye'de zikredilmiştir ki; zina haddi,
içki haddi, hırsızlık haddi, hâlis Allah-ü Teâlâ'nın hakkıdır Hatta bu
hadlerden ikrar edildikten sonra dönülmesi sahihtir. Buna göre bu hadler
hakkında uzun zaman sonra yapılan şahitlikler geçersizdir. Kendisine kazf
(iftira) edilen kimseden ân defetmek bulunduğu için kazf haddinde kul hakkı
vardır. Bundan dolayı kazfden ikrar edildikten sonra dönülmesi sahih olmaz. Kul
haklarında yapılan şahitliklere tekaadüm-i zaman mâni değildir. Kazf haddinde
dâva şart olduğu için şahitlerin şehadetlerini tehir etmeleri dâvanın
bulunmaması üzerine hamlolunur. Bu yüzden şehadetlerini tehir etmeleriyle fişka
nisbet edilmezler. Fakat hırsızlık hakkındaki şehadet böyle değildir. Hırsızlık
haddi hâlis Allah hakkı olmakla had için dâva şart değildir. Dâva ancak çalınan
malın alınması için şarttır. Hasılı hırsızlıkta had ve mal olmak üzere iki fiil
vardır. Dâva çalınan malın alınması için şarttır, haddin lâzım olması için şart
değildir. Bundan dolayı tekaadüm-i zamandan sonra dâva ile çalınan mal sabit
olur. Çünkü tekaadüm-ı zamanla çalınan mal bâtıl olmayıp çalan kimseye
ödettirilir, had böyle değildir. Yani tekaadüm-i zamanla hırsızlık haddi düşer.
«Çünkü çalmış olduğu mal kul hakkı olduğu
için tekaadüm-i zamanla düşmez ilh...» Çünkü şehadetin tehiri dâvanın tehiri
için olmakla şahitler fişka nisbet edilmezler. Eğer şahitler dâvanın tehiri
için» şehadetlerini tehir etmemişlerse lâyık olan mal hakkındaki şehadetlerinin
de kabul edilmemesidir. Fetih. Nehir.
«Ancak içkide tekaadüm-i zamanla had
vurulmaz ilh...» Çünkü tekaadüm-i zaman İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh.
Aleyhima)'a göre; ikrarı iptal eder. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; iptal etmez.
Bahır. Gâyetü'l-Beyân.
«Esah olan budur ilh...» Bilmiş ol ki
tekaadüm-i zaman İmam-ı Azam'a göre; her asırda kaadının reyine bırakılmıştır.
Fakat esah olan İmam Muhammed (Rh.A)'den rivayet edilendir ki tekaadûm-i zaman
bir ay müddetle takdir edilmiştir. Bu İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf
(Rh.Aleyhima)'dan rivayet edilmiştir. İmam Muhammed (Rh.A.) şarap içmedeki
tekaadüm-i zamanı da bir ay ile takdir etmiştir. İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf
(Rh.Aleyhima)'a göre; şarap içen kimsenin ağzının kokusunun gitmesiyle takdir
edilmiştir. Bundan anlaşılır ki esah olan kavle göre, içkiden başka hadlerdeki
tekaadüm-i zaman bir ay müddetle, içki haddinde ise ağızdaki kokunun gitmesiyle
takdir edilmiştir.
«Bazı âlimlere göre kazf haddi vurulmaz
ilh...» Ben derim ki: Mezhebin muhtar olan kavli budur. Çünkü Hâkim-i Şehid'in
Kâfî'sinde zikredilmiştir ki: Dört kimse bir şahsın uzun zaman önce zina
yaptığına şehadet etseler, o şahsa onların şehadetleriyle zina haddi vurulmaz.
Şahitlere de kazf haddi vurulmaz.
«Bir kimsenin gaib olan bir kadınla ilh...»
Yani bir kimsenin gaib olan bir kadınla zina ettiğine dört kimse şehadet edip
gaib olan kadını şahitler tanırlarsa, o kimseye had vurulur. Eğer gaib olan
kadını şahitler tanımazlarsa, o kimseye had vurulmaz.
«Çünkü hırsızlıkta dâva şart olup ilh...»
Yani dâva şehadetle amel edilmek için şarttır. Zira hırsızlığa şehadet, çalınan
malın kendisinden çalınan kimsenin mülkü olduğuna şehadet etmek olduğu için
dâvâsız şehadet kabul edilmez. Fakat dâva, kaadının yanında zinanın sübutu için
şart değildir.
Bir kimse bilmediği bir kadınla zina ettiğini
ikrar etse, kendisine had vurulur. Çünkü kendisinde şüphe 'bulunan kadın o
kimseye gizil olmaz. O kimse kendi nefsi üzerine yalan olan bir şeyi ikrar
etmeyeceği gibi şüpheli olan bir şeyi de kendi nefsi üzerine ikrar etmez.
«Bilmediğim bir kadınla zina ettim» diye ikrar edince kadının haram olduğunda
şüphe etmemiş olur. «Bilmediğim bir kadın» ifadesiyle ismini ve nesebini
bilmediği bir kadın murad edilir.
«Nitekim kadına rızasıyla veya zorla zina
yapılmasında yahut zina edildiği yerde ihtilâf etseler ilh...» Yani iki şahid
bir kimsenin bir kadına zorla zina yaptığına, diğer iki şahid de kadının
rızasıyla zina yaptığına şehadet etseler İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; her
ikisine de had vurulmaz. İmameyn (Rh.Aleyhima)'e göre; erkeğe had vurulur.
Çünkü şahitlerin hepsi erkeğin zina ettiğinde ittifak etmişlerdir. Ancak
şahitlerden ikisi cinayetin ziyadeliğine şehadet etmişlerdir ki o da zorla
yapmasıdır. İmam-ı Azam (R.A.)'ın delili bu iki çeşit zina olupher birinde
şahitlerin hisabı olan dört şahit bulunmamıştır. Çünkü kadının rızasıyla olan
zinasından başkadır. Bu itibarla erkeğe de had vurulmaz; Bir de kadının razı
olması bu çirkin fiilde ikisinin ortak olmasını gerektirir. Kadına zorla zina
edilmesi ise bu çirkin fiili yalnız erkeğin işlediğini gerektirir. Bu itibarla
iki ayrı zina olmuş olup her birinde zina şahitlerinin nisabı olan dört şahit
bulunmamış olur. Şahitlerin şehadet lafzıyla o kimseyi zinaya nisbet etmeleri
sözlerini kazf olmaktan çıkarır. Tamamı Zeyleî'dedir.
«Yani vakit bir olup mekanları uzak olursa
had vurulmaz ilh. .» Meselâ: İki kimse bir kadınla bir erkek «Kûfe'de zina
etti» diye diğer iki kimse de aynı kadınla erkek aynı zamanda «Basra'da zina
etti» diye şahitlik yapsalar kadınla erkeğe had vurulmaz. Hatta her iki grupta
bulunan sahicilerin adedi dörder olsa bile yine kadınla erkeğe had vurulmaz.
Çünkü bir vakitte birbirine uzak olan iki mekanda bir zina fiilinin vukuu
mümkün değildir. Bu itibarla sekiz şahitten dördünün yalan olduğu kesindir.
«Hiç bir kimseye had vurulmaz ilh...» Yani
metinde zikredilen üç meselede şahitlere de zina ile müttehem olan erkek ile
kadına da had vurulmaz. Birinci meselede yani şahitler bir kadının zinasına
şehadet etseler, halbuki kadın bakire yahut tenasül uzvunda kemik veya tenasül
uzvu bitişik olsa zina bunların baki olmasıyla tahakkuk etmiyeceği için kadın
ile erkeğe had vurulmaz. Çünkü ortaya yalan çıkmıştır. Şahitlere de had
vurulmaz. Zira bir veya daha ziyade kadının sözüyle bunların sabit olması
haddin düşürülmesinde delildir. Fakat haddin vâcib olmasında delil değildir.
İkinci meselede: Yani şahitler fasık
olsalar yine kadın ile erkeğe had vurulmaz. Çünkü zinanın sübutu için
şahitlerin adaletli olması şarttır. Şahitlere de had vurulmaz. Onların fasık
oldukları gerek baştan bilinsin gerek sonra zahir olsun müsavidir. Çünkü fasık,
fısk töhmetinden dolayı şehadeti eda etmesinde bir nevi kusur olsa bile
şehadeti eda etmeye ve yüklenmeye hildir. Bundan dolayı fasıkın şehadeti ile
hükmedilse, Hanefilerce hüküm geçerlidir. Binaenaleyh fasıkların şehadetiyle
zina şüphesi sabit olur da kendilerinden had düşer. Bundan dolayı kazfeden
kimse kendisine kazifde bulunduğu şahsın zina ettiğine dair dört fasık şahit
getirse, kendisine kazf haddi vurulmaz.
Üçüncü meselede yani; dört şahidin
şehadetine başka dört kimse kaadının huzuruna gidip şehadette bulunsalar kadın
ile erkeğe ve şahitlerden hiç birine had vurulmaz. Çünkü hadlerde şehadet
üzerine şehadet etmek caiz değildir. Şahitlik üzerine şahitlikde yalan olma
şüphesi vardır. Şehadet üzerine şehadet eden şahitlere had vurulmaz. Çünkü kazf
i hikaye eden kimse kazfedici değildir. Her ne kadar bu şahitlerin şehadetinden
sonra asıl şahitler şehadet etseler bile asıl şahitlere de had vurulmaz. Çünkü
bunların şehadeti üzerine şehadet edenlerin şahitlikleri reddedilmekle bir
bakıma bunların şehadeti reddedilmiştir. Bu, hülasa olarak Bahır'dan
alınmıştır.
METİN
Şahitler zinaya şehadet etseler fakat âmâ
yahut çocuk yahut köle yahut mecnun yahut kâfir yahut kendilerine kazf haddi
vurulmuş yahut biri köle yahut birine kazf haddi vurulmuş yahut üç kişi olsalar
yahut had vurulduktan sonra şahitlerden birisinin bu zikredilenlerden biri
olduğu ortaya çıksa, eğer makzûf (kendisine zina isnad edilen kimse) taleb
ederse, şahitlere kazf haddi vurulur. Bu suretlerde, zina isnad ettikleri
kimseye had vurulsa, meselâ celd olunmakla yaralansa, hatta bu yaradan ölse
bile, diyeti hederdir. İmameyn (Rh.Aleyhima) buna muhaliftir. Recm olunursa,
ittifakla diyeti beytülmaldan ödenir.
Dört şahitten biri, recm olunduktan sonra,
şehadetten dönse, dönmesiyle şehadeti kazfe çevrilmiş olduğundan yalnız
kendisine kazf haddi vurulur ve diyetin dörtte birini de öder. Recmden önce
dönerse, dördüne de kazf haddi vurulur. Zina isnad ettikleri kimse,
recmolunmaz. Çünkü hadler babında recmin yapılması hükmün tamamından olduğu
için recm yapılmadan önce dönülmekle sanki recmle hüküm olunmadan önce dönülmüş
gibi olur.
Zinaya şehadet eden şahitlerin adedi beş
olup recmden sonra şehadetten dönen beşinci şahidin üzerine gerek had ve
gerekse diyet ödeme gibi bir şey lâzım olmaz. Eğer beşinci ile beraber biri
daha dönse, ikisine de kazf haddi vurulur ve diyetin dörtte birini öderler.
Eğer üçüncü de dönerse, diyetin dörtte birini de bu öder. Eğer beşi birden
dönerse her biri diyetin beşte birini öder. Hâvi.
Şahitlerin şehadete ehil olmayan köle veya
kâfir oldukları meydana çıkıp, bunların hür, müslüman ve adaletli olduklarını
tezkiye eden kimse «ben kasden yalan söyledim» diyerek tezkiyesinden dönse,
recmolunan kimsenin diyetini öder. Böyle olmazsa, diyet ittifakla beytülmaldan
lâzım gelir. Şahitlere kazf haddi vurulmaz. Çünkü kendisine zina isnad edilen
kimsenin ölmesiyle kazf haddi vereseye miras olarak kalmaz. Bahır. Nitekim bir
kimse recmiyle emrolunan şahsı öldürüp şahitlerin şehadete ehil olmadıkları
meydana çıksa, istihsanen öldüren kimse o şahsın diyetini öder. Diyeti ödemesi
zahiren recm hükmünün sahih olma şüphesi mevcut olduğu içindir. Eğer kaadı
emretmeden önce veya emredip şahitler tezkiye olunmadan önce öldürürse, kısas
olunur. Nitekim kısasen öldürülmesine hükmolunan kimseyi bir şahıs öldürse,
şahitler gerek köle olarak meydana çıksın gerekse çıkmasın o şahıs kısas
edilir. Çünkü kaatili kısas ettirmek öldürülen kimsenin ve'isinin hakkıdır.
Zeyleî'nin riddet bahsinde böyle zikredilmiştir.
İZAH
«Şahitlere kazf haddi vurulur ilh...» Yani
aleyhine şahitlik yaptıktan kimseye zina haddivurulmaz. Çünkü aralarında
şehadete ehil olmayan bulunduğu için yahut zina şahitlerinin nisabı olan dördü
doldurmadıkları için zina sabit olmamıştır.
«İmameyn (Rh.Aleyhima) buna muhaliftir
ilh...» Yani İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; yaranın diyeti beytülmaldan
verilir. Çünkü celladın fiili kaadıya intikal eder. Kaadı müslümanlar namına
çalıştığı için diyet onların mallarından vâcib olur. İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın
delili celladın yaralama fiili kaadıya intikal etmez. Çünkü kaadı cellada
yaralamasını emretmemiştir. Buna göre; diyeti celladın ödemesi icab eder. Fakat
insanlar diyeti ödemekten korkarak hadleri yerine getirmekten çekinmesinler
diye sahih olan kavle göre; diyet cellad üzerine de vâcib olmaz. Şahitler
şehadetlerinden döndüklerinde de İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; yaranın diyetini
ödemezler. İmameyn (Rh.Aleyhima)'e göre; öderler. Bunun tamamı Hidaye'yle
Nehir'dedir.
Hidaye'nin bazı şerhlerinden naklen
Azmiyye'de zikredilmiştir ki: Erş (yaranın diyetin)'in bilinmesi: Had vurulan
kimse bu yaranın eserinden salim bir köle olarak kıymeti takdir edilir. Sonra
bu yara eseri kendisinde bulunduğu halde kıymeti takdir edilir. Yara eseriyle
kıymetinden ne kadar noksan olursa, o kadar miktar yaranın diyeti olmuş olur.
Meselâ: Yaranın eserinden salim olduğunda kıymeti bin dirhem yaranın eseriyle
dokuz yüz dirhem olsa yaranın diyeti yüz dirhem olmuş olur. Bu yüz dirhem
şahitlerden alınır.
Yalnız kendisine kazf haddi vurulur,
diğerlerinin şehadetleri baki olduğu için onlara kazf haddi vurulmaz.
Ve diyetin dörtte birini de öder. Çünkü
onun şehadetiyle diyetin dörtte biri telef olmuştur. Şahitlerin hepsi dönse
diyetin hepsini öderler.
Recmden önce dönerse, dördüne de kazf haddi
vurulur. Gerek kaadı recmle hükmetmeden önce olsun, gerekse sonra olsun kazf
haddi vurulması hususunda müsavidir. Kaadı recmle hükmetmeden önce şahitlerin
hepsine kazf haddinin vurulması üç imamımızın kavlidir. Çünkü şahitler kazf
etmişlerdir. Kaadı recmle hükmettikten sonra şahitlerin hepsine kazf haddinin
vurulması İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh. Aleyhima)'un kavlidir. İmam
Muhammed (Rh.A.)'e göre; yalnız şehadetten dönene kazf haddi vurulur. Çünkü
şehadet kaadımn hükmüyle kuvvetlenmiş olup ancak dönenin hakkındaki şehadet
bozulmuş olur. İmam-ı Azam'la imam Ebû Yusuf (Rh. Aleyhima)'un delili recmetmek
de hükmün tamamındandır. Bundan dolayı aleyhine şahitlik yaptıkları kimseden
zina haddi düşer.
Eğer beşinci ile beraber biri daha dönse,
ikisine de kazf haddi vurulur ve diyetin dörtte birini öderler. Kazf haddinin
vurulması bunlar hakkında recmle hüküm bozulmuş olduğu içindir. Diyetin dörtte
birini ödemeye gelince bunda dönenlerin adedi değil geri kalanların adedi
muteberdir. Buna göre geriye üç kişi kalmakla diyetin dörtte üçü kalmış olur.
Binaenaleyhşehadetten dönen bu iki kimseye diyetin dörtte biri lâzım olur.
Eğer bir kimse «beşinci şahid döndüğünde
kendisine birşey lâzım olmadı da dördüncü şahidin dönmesiyle kendisine had ile
diyet ikisi birden lâzım olmasına sebeb nedir?» diye sorarsa, buna «kendisinden
şehadeti sebebiyle had ile ödemeyi gerektiren kazf ve telef etme bulunmuştur.
Ancak tek başına şehadetten dönmesinde kendisine bir şeyin vâcib olmadığı
kendileriyle hakkın sabit olduğu dört şahit baki kaldığı içindir. Dördüncü
şahidin de şehadetten dönmesiyle o mâni zail olmakla vücub meydana çıkmış olur»
diye cevap verilir. Zeyleî.
«Tezkiye eden kimse ilh...» Musannif
«tezkiye eden kimse» yi müfred olarak zikretmiştir. Çünkü tezkiyede adet şart
değildir. Yani şahitleri tezkiye eden kimse tezkiyesinden dönerse, İmam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; recmedilen kimsenin diyeti bunun malından alınır, beytülmaldan
alınmaz. Çünkü şahitlerin şehadeti tezkiye sebebiyle hüccet olur. Buna göre
şehadet illetin illeti mânâsında olur da hüküm kendisine izafe edilir. İmameyn
(Rh.Aleyhima) buna muhaliftir.
«Bunların hür, müslüman ve adaletli
olduklarını ilh.» Yani tezkiye eden kimse şahitlerin hür, müslüman ve adaletli
olduklarını haber verip sonra «ben kasden yalan söyledim» diyerek tezkiyesinden
dönse, recm olunan şahsın diyetini öder. Eğer tezkiye eden «şahitler hürdür,
müslümandır, âdildir» diye haber verirse, bu ifadesi tezkiye olur. Eğer tezkiye
eden şahitler «âdildir» diye haber verse, sonra onların köle olduğu meydana
çıksa tezkiye eden ittifakla recmedilen kimsenin diyetini ödemez. Çünkü bu
ifade tezkiye değildir. Bu kadarla iktifa ettiği için kaadı hata etmiştir.
Bahır.
«Böyle olmazsa ilh...» Yani tezkiye eden
kimse «şahitler hürdür ve müslümandır» diyerek tezkiyesi üzere sabit olup veya
«ben hata ettim» derse diyet ittifakla beytülmaldan lâzım olur.
«Kazf haddi vereseye miras olarak kalmaz
ilh...» Zira şahitler diri olan kimseye kazfetmişlerdir, o da ölmüştür. O kimse
ölünce kazf haddi miras olarak vereseye intikal etmez. Buna «dört şahitten bin,
recm olunduktan sonra şehadetten dönse, dönmesiyle şehadeti kazfe çevrilir»
diye itiraz edilemez. Çünkü bu meselede şehadet muteber olduktan sonra
bozulmuştur ve bozulduğu anda kazf olmuştur, yoksa kazf miras olarak vereseye
intikal etmiş değildir.
Nitekim bir kimse recmiyle emrolunan şahsı
öldürüp şahitlerin şehadete ehil olmadıkları meydana çıksa, istihsanen öldüren
kimse o şahsın diyetini öder. Eğer şahitler böyle çıkmazsa, öldüren kimse
üzerine bir şey lâzım gelmez. Ancak kaadının önüne geçtiği için ta'zir edilir.
Eğer şahitlerin şehadete ehil olmadıkları meydana çıkarsa, öldüren kimse diyeti
kendi malından öder. Çünkü o kimse o şahsı kasden öldürmüştür. Âkılesi İse
kasdenöldürmede diyeti ödemez. Kaatil diyeti taksitle üç senede öder. Çünkü
diyet bizzat öldürme sebebiyle vâcib olduğu için diğer diyetler gibi müeccel
olarak vâcib olur. Diyetin öldüren üzerine vâcib olması istihsanendir. Kıyas
ise kısasın vâcib olmasıdır. Çünkü o kimse emredilmediği halde öldürülmesi
lâzım olmayan şahsı amden öldürmüştür. Çünkü kaadı recrnedilmesini emretmiştir,
öldürülmesini emretmemiştir. Buna göre öldüren kimsenin fiili kaadıya intikal
etmiş olmaz.
Diyeti ödemesi zahiren recm hükmünün sahih
olma şüphesi mevcut olduğu içindir. Yani bu kimse o şahsı öldürdüğü vakit
recmle hükmedilmesi zahiren sahih olduğu için öldürülmesinin mubah olma
şüphesini îrâs etmiştir.
«Kısas olunur ilh...» Yani amden
öldürdüğünde kısas olunur, hataen öldürürse, diyetinin üç senede ödenmesi
âkılesi üzerine vâcib olur. Bahır.
METİN
Kaadı bir kimsenin recmiyle hükmedip
şahitleri tezkiye etmeden onun öldürülmesini bir şahsa emredip o şahıs da onu
recmetse, sonra şahitlerin köle olduğu anlaşılsa, recmedilen kimsenin diyeti
beytülmal-dûn lâzım gelir. Çünkü o şahıs o kimseyi kaadının emriyle öldürdüğü
için onun öldürme fiili kaadıya intikal etmiş olur. Zinaya şehadet eden
şahitler «biz kasden baktık» deseler şahadetleri kabul edilir. Çünkü şehadeti
tahammül (yüklenmek) için bakmak mubahtır. Ancak «telezzüz için baktık»
derlerse, fasık olduklarından şahadetleri kabul edilmez. Bir kimse recm
Korkusundan ihsanı inkâr edip üzerine bir erkekle iki kadın «muhsandır» diye
şehadet etseler yahut zinadan Önce zevcesinin ondan çocuğu olsa recm olunur.
Zevc, zevcesiyle halvet (cinsi yakınlığa
mâni bir şey bulunmadığı halde tenha bir yer) de bulunup sonra onu boşayıp ve
«ona cinsi yakınlıkta bulundum» deyip zevcesi cinsi yakınlığı inkâr etse,
«ikrar hüccet-i kaasıradır» diye takrir edildiği için zevç ikrarı sebebiyle
muhsan olur, zevcesi ise muhsana olmaz. Bu meselede birinin muhsan olup
diğerinin olmadığı gibi boşandıktan sonra kendisine zina yapılan kadın «ben
hıristiyandım» deyip zevç «müslümandı» dese muhsan recm olunur, muhsan olmayan
celd olunur. Sarihin bu açıklamasıyla «metin nüshalarının bazısında zina
edenlerden biri muhsan olursa, herbirine kendi hadleri vurulur» diye zikredilen
ifadesinden müstağni olunur.
Bir kimse bir kadınla velisinin izni
olmaksızın.evlenip ona cinsi yakınlıkta bulunsa. İmam Ebû Yusuf (R.A.)'a göre;
hilaf şüphesi bulunduğu için muhsan olmaz. Çünkü imam Şafiî (R.A.)'ye göre; bu
nikâh bâtıldır.
İZAH
Recmedilen kimsenin diyeti beytülmaldan
lâzım gelir. Bahir sahibi «diyet derhal mı alınır, yoksa müeccel olarak mı
alınır? görmedim» demiştir.
Onun öldürme fiili kaadıya intikal etmiş
olur. Çünkü recmeden kimse kaadının emrettiğini yapmıştır. Kaadının 'emrinin
sahih olmadığı meydana çıkınca o şahsın öldürme fiili kaadıya intikal etmiş
olur. Çünkü kaadı müslümanlar namına çalıştığı için diyet ve ödemeler onların
mallarından vâcib olur. Eğer o şahıs o kimseyi recmle değil başka bir şekille
öldürse, hüküm böyle değildir. Çünkü o şahıs kaadının emrettiğini yapmadığından
öldürme fiili kaadıya intikal etmiş olmaz.
«Çünkü şehadeti tahammül (yüklenme) için
bakmak mubahtır ilh...» Şahitlerin bakması mubah olduğu gibi ebenin, kadınları
ve erkekleri sünnet edenin, doktorun başkasının avret mahalline bakmaları
mubahtır.
Hulâsa'da «hacet zamanında şırınga yapmak,
cinsi yakınlıktan acizlikte veya bir ayıpla reddedilmede bekârete bakmak avret
mahalline bakmanın mubah olduğu yerlerdendir» diye ziyade edilmiştir. Fetih.
Ben derim ki: Zina eden zina ettiği kadının
bekâretini iddia ederse, kadının bekâretine bakmak mubahtır.
«Bir kimse recm korkusundan ihsanı inkâr
edip ilh...» Yani sahih nikâhla evlenip cinsi yakınlıkta bulunduğunu inkâr
etse.
«Üzerine bir erkekle iki kadın «muhsandır»
diye şehadet etseler ilh...»
Musannif bu ifadesiyle biz Hanefilere göre;
ihsanda kadınların şehadetinin makbul olduğuna işaret etmiştir. Buna, İmam
Züfer ve diğer üç mezhep imamı muhaliftir. İhsanın şehadeti şahitlerin «bu
kimse bir kadınla evlenip ona cinsi yakınlıkta bulunmuştur» demeleridir.
«Zevcesine cinsi yakınlıkta bulunmuştur» demeleri İmam-ı Azam ile İmam Ebû
Yusuf (Rh. A.)'a göre; kifayet eder. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; kifayet
etmez. Bunun tamamı Zeyleî ve Fetih'dedir.
«Zevcesinin ondan çocuğu olsa ilh...» Yani
zevcenin doğurduğu çocuğun nesebinin zevcinden sabit olmasıyla hükmetmek,
zevcin zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduğuna hükmetmektir. Zeyleî.
«Müstağni olunur ilh...» Yani zina
edenlerden biri muhsan olup, diğeri muhsar olmadığında muhsan olan recm olunur.
Muhsan olmayan celd olunur.
Bir kimse «recmedilmenin şartı ikisininde
muhsan olmasıdır. Halbuki burada birisi.muhsan değildir» diye sorarsa, buna
«recmedilmenin şartı zevç ile zevceden her ikisinin muhsan olmasıdır. Yoksa
zina edenlerden her ikisinin de muhsan olması şart değildir. Hatta muhsan olan
bir erkek bir kadınla zina ettiğinde erkek recmolunur. Sonra kadına bakılır.
Eğer kadında erkek gibi muhsan ise o da recmolunur, muhsana değil ise celd
olunur. Muhsanolan erkeğin recmedilmesi için zina ettiği kadının da muhsana
olması şart değildir.
Velhasıl; zina eden kadın ile erkekten
ikisi de muhsan olurlarsa, recmolunurlar. İkisi de muhsan olmazlarsa, celd
olunurlar. Biri muhsan olup diğeri muhsan olmazsa, muhsan olan recmolunur,
diğeri celdolunur» diye cevap verilir.
METİN
İslâm memleketinde hakikaten veya hükmen
haram olduğunu bilerek mecbur kalmaksızın kendi rızası ve iradesiyle isterse
bir damla olsun şarap içen yahut şaraptan başka herhangi bir içkiden sarhoş
olan müslüman, mükellef, nâtık olan kimse, şarabın yahut diğer içkilerin kokusu
ağzında mevcut iken yakalanırsa, ayıklıktan sonra kendisine içki haddi vurulur.
Müslüman bir kimse -Allah'a sığınırız-
mürted olup sarhoş olsa, sonra tekrar müslüman olsa kendisine içki haddi
vurulmaz. Çünkü kâfirler üzerine had yoktur. Fakat Münyetü'l-Müftî'de
zikredilmiştir ki; içmesi haram olan bir şeyden sarhoş olan zimmîye esah olan
kavle göre; içki haddi vurulur. Zira her millete sarhoşluk haramdır.
Musannıf «içki içen mükellef nâtık olması
lâzımdır» dedi. Çünkü dilsize şüphe için had vurulmaz. Musannif «isterse bir
damla olsun şarap içen» diye kayıtladı. Çünkü şarap içene had vurulması için
şaraptan sarhoş olması şart değildir. Şarabın bir damlası bile haddi
gerektirir.
«içki içenin İslâm memleketinde bulunması,
içkinin hakikaten veya hükmen haram olduğunu bilmesi lâzımdır» diye kayıtladı.
Çünkü fukaha «bir harbî (kâfir) İslâm memleketine gelip hemen İslâm şerefiyle
müşerref olup haram olduğunu bilmeyerek şarap içse, kendisine had vurulmaz.
Fakat zina böyle değildir. Çünkü zina her millette haramdır» de-' mislerdir.
Sarih «buna «her millette sarhoşluk da haramdır»
diye itiraz edilebilir» demiştir.
Musannıf «ayıklıktan sonra kendisine içki
haddi vurulur» diye kayıtlamıştır. Çünkü ayılmadan önce had vurulsa zahir olan,
haddin yeniden bir daha vurulmasıdır. Aynî.
«Şarabın yahut diğer içkilerin kokusu
ağzında mevcut iken yakalanırsa» diye kayıtlamıştır. Kokuyu yalnız şarabın
kokusuna tahsis eden kimse kusur edip noksan ifade etmiştir. Ancak sarhoşun
yakalandığı mesafe uzak olmakla ağzının kokusu gitse, bu takdirde şahitlerin
«bu şahıs içkiyi kendi rızası ve iradesiyle içtiğine şehadet edip ağzında şarap
kokusu mevcut iken biz bunu yakaladık» demeleri lâzımdır. Fetih.
İZAH
«İçki haddi ilh...» Musannif içki haddini
zina haddinden sonra zikretmiştir. Çünkü zina içki içmekten daha çirkin ve
cezası daha ağırdır. İçki haddini kazf haddinden önce zikretmiştir. Çünkü içki
içenin suçu kesin olarak bilinmektedir. Fakat doğru olma ihtimafi bulunduğu
için kazf edenin suçu kesin değildir. Hırsızlık haddini daha sonra
zikretmiştir. Çünkü hırsızlık haddi, insanlara tâbi olan malları korumak için
meşru kılınmıştır. Bahır.
«Müslüman bir kimse - Allah'a sığınırız -
mürted olup sarhoş olsa ilh...» Ben derim ki; Dürrü'l-Münteka'da «mürted olan
bir kimse, gerek mürted olmadan gerek mürtedliği halinde içki içip sarhoş olsa,
sonra müslüman olsa kendisine had vurulmaz» diye zikredilmiştir. Hâkim'in
Kâfî'sinde de böyle zikredilmiştir.
Sarih, Siraçiyye'den naklen kazf haddinde
zikretmiştir ki; bir zimmî şarabın haram olduğuna inanarak içse, müslüman
hükmünde olur. Yani kendisine içki haddi vurulur.
«Çünkü kâfirler üzerine had yoktur ilh...»
Yani müslüman olan bir kimse mürted olup mürted iken içki içip sarhoş olsa, had
vurulmaya ehil değildir. Zira kâfirlere had vurulmaz. İçtiği vakit had
gerekmeyince, tekrar müslüman olduktan sonra da had vurulmaz. Fakat bir kimse
zina etse yahut hırsızlık yapsa sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa, tekrar
müslüman olduğunda kendisine had vurulur. Çünkü had daha önce vâcib olmuştur.
Nitekim Zahiriyye'den naklen Bahir sahibi böyle ifade etmiştir.
«Zimmîye esah olan kavle göre; içki haddi
vurulur ilh...» Hasan (Rh.A.) bununla fetva vermiştir. Meşayıhtan bazıları bunu
güzel görmüşlerdir. Mezhebin muhtar olan kavline göre; bir zimmî şarap içip
sarhoş olsa, kendisine had vurulmaz. Nitekim Fetâvây-ı Kaariü'l-Hidâye'de de
böyle zikredilmiştir. Manzûme-i Mücîbe'de birinci kavil kabul edilmiştir.
Nitekim Sarih, Dürrü'l-Münteka'da birinci kavli zikretmiştir.
Ben derim ki: Hâkim, Kâfî adlı kitabının
içkiler bahsinde «içki içip sarhoş olan zimmîye had vurulmaz» diye
zikretmiştir.
«Her millette sarhoşluk haramdır ilh...»
Bu, Kaariü'l- Hidâye'de zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü şarap
müslümanlığın ilk devresinde haram kılınmamışdı. Ashab-ı Kiram şarabı içip
sarhoş olurlardı.
Tirmizi'den naklen Fetih'te zikredilmiştir
ki: Hz. Ali (R.A.)'den: «Bir gün Abdurrahman b. Avf (R.A.) ziyafet verip bize
yedirdi ve şarap içirdi, sarhoş olduk. Namaz vakti gelince ben imam oldum ve
Kâfirûn Sûresini yanlış okudum. Bunun üzerine şu mealdeki âyet nazil oldu:
«Ey mü'minler! Siz sarhoşken ne
söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.» (En-Nisâ Sûresi; âyet:
43)» diye rivayet edilmiştir. Eğer içki müslümanlığın ilk devresinde haram
olsaydı Âshab-ı Kiram-ı fişka nisbet etmek lâzım gelirdi. Sonra ben Tuhfe-i
İbni Hacer'de «müslümanlar İslâmiyetin ilk devresinde içerlerdi» diye
zikredilmiş olduğunu gördüm.
Bazıları «İslâmiyetin ilk devrelerinde
içkinin mubah olması istishâb (geçmişte sabit olan bir şeyin -değiştiği
bilinmemekle- şimdide sabit ve baki olduğuna kail olmak) içindir» demişlerdir.
Esah olan kavle göre; İslâmiyetin ilk devresinde içki vahiy ile mübahdı.
Bazıları da «İslâmiyetin ilk devresinde aklı gidermeyecek kadar içmek mübahdı.
Çünkü her dinde sarhoşluk haramdır» demişlerdir.
«Çünkü dilsize şüphe için had vurulmaz
ilh...» Gerek dilsizin içki içtiğine şahitler şehadet etsin, gerekse kendisinin
bilinen işaretiyle sabit olsun kendisine had vurulmaz. Çünkükonuşmuş olsa zorla
veya boğazına duran lokmayı geçirmek için içmiş olduğunu haber verebilir.
Bahır'da zikredilmiştir ki: «Şarap içti»
diye üzerine şahitlik yapılan kimse «ben şarabı süt zannettim» yahut «şarab
olduğunu bilmedim» diye iddia etse, kabul edilmez. «Nebîz (kuru üzüm veya kuru
hurmayı küpe veya fıçıya doldurup üzerine su koymak suretiyle yapılan şurup)
zannettim» dese, kabul edilir. Çünkü nebîz, kaynayıp kabararak kuvvetlendiğinde
tatta ve kokuda şaraba benzer.
«Mecbur kalmaksızın ilh...» Eğer bir kimse
kendisini helak edecek susuzluğunu gidermek için içki içip sarhoş olsa had
vurulmaz, çünkü susuzluğunu giderecek kadar içmesi mubahdır. Fukaha
«susuzluğunu giderecek miktardan ziyade içip sarhoş olmasa yine had vurulmaz»
demişlerdir. Kuhistânî. Kafi.
«Kendi rızası ve iradesiyle isterse bir
damla olsun şarap içen ilh...»
Şarap (hamr): Pişirilmeksizin kendi kendine
kaynayıp kabaran, kuvvetlenip sarhoş edici bir hale gelen ve köpüğünü atan yaş
üzüm suyudur, eğer köpüğünü atmazsa, İmam-ı Azam'a göre; hamr (şarap) sayılmaz.
İmameyn'e göre; sayılır. Ebû Hafs-ı Kebir, İmameyn (Rh.A.)'in kavlini almıştır.
Şarap suyla karıştırılsa, bakılır; şarap galip olursa, had vurulur, su galip
olursa, had vurulmaz. Ancak sarhoş ettiği takdirde had vurulur.
Kuhistânî'nin içkiler bahsinde
zikredilmiştir ki; bir kimse, «şarap kaynatılmakla şarap olarak baki kalmadı»
dese, onu içene had vurulmaz. Ancak sarhoş ettiği takdirde had vurulur. Buna
göre; rakı içen kimseye sarhoş olmadıkça had vurulmamalıdır. Bir kimse
«kaynatmakla şarap, şarap olarak kaldı» dese sarhoş etmese bile içen kimseye
had vurulur. İmam Serahsî buna zâhib olmuştur. Fetva da bunun üzerinedir.
Nitekim Tetimme-i Fetâvâ'da böylece zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bundan malum oldu ki mutemed
ve müftabih olan, rakının kaynatmakla ve buharlaştırmakla şarap olmaktan
çıkmamasıdır. Bu itibarla, sarhoş olmasa bile ondan bir damla içene had
vurulur. Ondan içip sarhoş olana haddin vâcib olmasında hiç şüphe yoktur.
Münyetü'l-Musalli'de rakının necaset olduğu sarahaten zikredilmiştir. Şaraptan
damıtmak suretiyle elde edilen rakının necaset olmasında şüphe yoktur. Çünkü
rakı, şarap ısı yoluyla gaz durumuna getirildikten sonra soğutularak arınmış
şarap cüzleri olduğu için şarabın tâ kendisidir Bundan dolayı rakının, azı.
şarabın çoğundan daha fazla sarhoş eder.
«Çünkü şarap içene had vurulması için
şaraptan sarhoş olması şart değildir ilh...» Yani musannifin «sarhoş olmak şart
olmaksızın bir damla şarab içene had vurulur» ifadesi şarap ile diğer içkiler
arasındaki farkı beyân etmek içindir. Yoksa bir damla şarap içmekle had
vurulmaz. Çünkü had vurulması için ağızda şarap kokusunun mevcut olması
şarttır. Birdamla şarap içenin ağzında ödeten şarap kokusu bulunmaz. Ama koku
bulunmadan haddin vurulması mümkündür. Nitekim imam Muhammed (Rh.A.)'İn kavline
göre; bir kimse içki içtiğini ikrar etse, ağzında kokusu bulunması şart
olmaksızın kendisine had vurulur. Fakat şehadetle sabit olan sarhoşlukta
ağzında kokunun bulunması şarttır. Benim için zahir olan budur. Bu meseleye
temas edeni görmedim.
«Şaraptan başka herhangi bir İçkiden sarhoş
olan ilh...» Yani bir kimse şaraptan başka herhangi bir içki içtiğinde sarhoş
olmadıkça İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre; o kimseye had vurulmaz, imam
Muhammed'e göre; çoğu sarhoşluk veren içkinin azı da haramdır ve necasettir.
Fukaha «biz İmam Muhammed'in kavliyle amel ederiz» demişlerdir.
Bezzaziye'nin talâk bahsinde zikredilmiştir
ki; bir' kimse kuru hurma, kuru üzüm, bal ve hububat nevinden yapılan
içkilerden sarhoş olsa muhtar olan kavle göre; zamanımızda kendisine had
vurulur.
Fetih'te «imam Muhammed (Rh.A.)'in «çoğu
sarhoşluk veren içkinin azı da haramdır» kavli incelenip azının haram
olmasından şarapta olduğu gibi sarhoş olmaksızın azıyla had vurulması lâzım
gelmez» denilmiştir. Diğer üç mezheb imamına göre; çoğu sarhoşluk veren içkinin
azı da haddi gerektirir, onların azıyla da had vurulacağına Müslim-i Şerifde:
«Her sarhoşluk veren şey hamr (şarap)
'dır.» Hadis-i şerifiyle Sahih-i Buharî'de Hz. Ömer (R.A.)'in : «Hamr (şarap)
aklı örten ve gideren şeydir.» Kavliyle ve daha başka getirdikleri delilleri
azıyla haddin vurulacağına delâlet etmez. Çünkü onların bu zikrettikleri
delilleri «Zeydün esedün : Zeyd arştandır» gibi teşbih-i beliğ üzerine
hamledilmiştir. Bununla bunların haram olması sabit olur. Fakat haram
olmasından sarhoş olmaksızın haddin sabit olması lâzım gelmez. Teşbih asla
muhalif olduğundan ona gitmek için lügat ve şeriat cihetinden üzerine delil
bulunması lâzımdır. Onların azıyla haddin sabit olması üzerine kıyastan başka
delilleri yoktur, kıyas ile had sabit olmaz. Evet, bunlardan sarhoşlukla haddin
sabit olmasıdır.
«Çünkü fukaha ilh...» Hâkim-i Şehid'in Kâfi
isimli kitabının içkiler bahsinde bu mesele izah edilmiştir. Şöyle ki: Bir
harbî (kâfir) müslüman olup İslâm memleketine gelse, sonra haram olduğunu
öğrenmeden şarap içse, hakkında içki haddi icra edilmez. Eğer zina etse yahut
hırsızlık yapsa kendisine had vurulur. «Bilmiyordum» sözüyle mazur sayılmaz.
İslâm memleketinde doğan bir kimse akıl baliğ olduğunda şarap içse, kendisine
had vurulur. «Haram olduğunu bilmiyordum» dese, sözüne itibar edilmez.
«Buna «her millette sarhoşluk da haramdır»
diye itiraz edilebilir ilh...» Fakat buna «her millette haram plan
sarhoşluktur, yoksa bizzat içkinin kendisi değildir» diye cevap verilir.
T E T İ M M E: Bir kimse Hill (ihrama
girilen yerin dışında kalan yer) de içip sonra Harem-iŞerife (ihrama girilen
yerden itibaren Kabe'ye kadar olan yer) e girse had vurulur. Fakat Hill'de içip
Harem-i Şerife iltica etse had vurulmaz. Çünkü ona ta'zim etmiştir. Ama haremde
içtiğinde kendisine had vurulur. Çünkü Harem-i Şerifi hafife almıştır. Bu
İmâdiyye'den naklen Kuhistânî'de zikredilmiştir. Yakında gelecektir ki bir
kimse dar-ı harpte içse kendisine had vurulmaz. Bundan malum oldu ki içki içen
on kimseye had vurulmaz :
1 - Mezhebin muhtar kavline göre; zimmîye,
2 - Mürted olmadan önce içip tekrar
müslüman olana,
3 - Çocuğa,
4 - Deliye,
5 - Dilsize,
6 - Zorla kendisine içki içirilene,
7 - Susuzluktan ölmek üzere olup ölmeyecek
kadar su yerine içen kimseye,
8 - Hill'de içip Harem-i Şerife iltica
edene,
9 - Hakikaten ve hükmen içkinin haram
olduğunu bilmeyerek içen kimseye,
10 - Dar-ı harpte içen kimseye. Bununla
haddin şartları malum olmuştur,
«Çünkü ayılmadan önce had vurulsa, zahir
olan, haddin yeniden bir daha vurulmasıdır ilh...» Çünkü Fetih'de
zikredilmiştir ki; hadler beşeriyeti kötülüklerden menetmek için meşru
kılınmıştır. Bu itibarla sarhoşa, ayıldıktan sonra had vurulur. Bu, dört mezhep
imamlarının ittifakıdır. Zira aklın başta olmaması veya sevinç ve neşe hali
vurulan haddin acısını azaltır. Sonra Fetih'de, bir sarhoşun dizi üstüne bir
ateş parçası koyup, sönünceye kadar ona bakmadığı fakat ayılınca acısını
duyduğu zikredilmiştir. Böyle olunca sarhoşa sarhoşluğu halinde vurulan hadden
maksad hasıl olmamış olur. Bir özür için haddi tehir etmek caizdir. Bu takdirde
kaadı hata edip ayılmadan önce had vursa, ayıldıktan sonra vurulması vâcib olan
haddin düşmesi lâzım gelmez. Fakat hırsızın hataen sol eli kesilse, tekrar sağ
eli kesilmez, iki had arasındaki fark açıktır. Çünkü her ne kadar sağ eli
kesmek vâcib ise de sol eli kesmekle maksad hasıl olmuştur. Eğer sağ eli de
kesilirse, hırsız ölüme sürüklenmiş olur. Bundan dolayı sol eli veya sol elinin
başparmağı kesilmiş olsa. sağ eli kesilmez.
«Şarabın yahut diğer içkilerin kokusu
ağzında iken yakalanırsa ilh...»
Fetih'de zikredilmiştir ki; bir kimsenin
şarap içtiğine yahut şaraptan başka herhangi bir içkiden sarhoş olduğuna
şahitlik yapıldığında kaadı hüküm verirken içenin ağzında içki kokusunun
bulunması şarttır.
«Ancak sarhoşun yakalandığı mesafe uzak
olmakla ağzının kokusu gitse ilh...» Musannıf bununla içki içen kimse ilaçla
ağzının kokusunu giderdiğinde kendisinden haddin düşmeyeceğini ifade etmiştir.
Nitekim bu, Muhit'ten naklen Miskin Hâşiyesi'ndezikredilmiştir.
METİN
Bir şahsın ağzında şarap kokusu
bulunmasıyla yahut onu kusmasıyla şarap içtiği sabit olmaz. Ancak iki erkek
şahit tarafından şarap içtiğine veya şaraptan başka diğer içkilerden birin!
içerek sarhoş olduğuna dair mahkemede yapılan şehadetle sabit olur. Şahitler
şarap içildiğine veya sarhoşluğa şehadet edince kaadı kendilerinden şarabın ne
olduğunu, nasıl, ne vakit, nerede içildiğini sorar. Çünkü içilen şeyin zorla
içilip içilmediği hadisede tekaadüm-i zaman bulunup bulunmadığını hadisenin
dar-ı harpte irtikâp edilip edilmediği bu suretle meydana çıkar. Şahitler
kendilerinden sorulan şeyleri hakkıyla beyân ettiklerinde kaadı her hangi bir
hadde onların zahir olan adaletleriyle iktifa ederek hükmetmeyip, onları
tezkiyeye havale eder. Aleyhine şehadet olunan şahsı da bu tezkiye sırasında
hapseder. Şahitler içkinin zamanında ihtilâf etseler yahut biri şaraptan diğeri
yaş hurma şurubundan sarhoş olduğuna şehadet etse, içene had vurulmaz.
Zahiriyye.
Bir kimsenin içki içtiği ya iki erkeğin
şehadetiyle veya ayık olduğu halde kendisinin bir defa ikrarıyla sabit olur.
İçki haddi sabit olunca had vurulacak
kimsenin başından ayağına kadar örten elbisesinden başka elbiseleri üzerinden
çıkartılır. Kadınların kürk gibi kalınca elbiselerinden başkası üzerlerinden
çıkartılmaz. Bundan sonra zina haddinde olduğu gibi bedeninin çeşitli yerlerine
hür ise seksen değnek, köle ise kırk değnek vurulur. Ancak yüzüne, başına,
tenasül azaları gibi nazik yerlerine vurulmaz. Nitekim yukarda geçmiştir.
Bir kimse, sarhoş iken şarap içtiğini ikrar
etse veya mesafe uzak olmadığı halde şarabın kokusu gittikten sonra bir
kimsenin sora p içtiğine dair şahitler, şehadet etse yahut kendisi şarap kokusu
gittikten sonra ikrar etse yahut ikrarından dönse içki haddi hâlis Allah hakkı
olduğu için o kimseye had vurulmaz. Bu itibarla içki hakkında yapılan ikrardan
dönülebilir. İçki haddînin sübutu Ashab-ı Kiram'ın icmalarıyladır. İcmada ancak
Hz. Ömer (R.A.) ile İbn-i Mesud (R.A.)'un reyleriyledir. Bu zâtlar ise içki
haddinin sübutu için içki kokusunun bulunmasını şart kılmışlardır.
Sarhoş, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; erkekle
kadını ve yer ile göğü fark ve ayırdedemeyen kimsedir. İmameyn (Rh.Aleyhima)'e
göre; sarhoş, sözünün çoğu saçma - sapan olan kimsedir. Sözünün çoğu saçma
-sapan olmayıp yarısı doğru olsa o kimse sarhoş sayılmaz. Bahir. İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın
delili zayıf olmakla fetva için İmameyn (Rh.Aleyhima)'ın kavli ihtiyar edilir.
Fetih.
Bir sarhoş -Allah'a sığınırız- mürtedliği
gerektiren bir söz söylemekle mürted olsa, mürted olması sahih olmaz. Bu
itibarla zevcesi kendisine haram olmaz. Haramdan sarhoş olanşahsın hükmü ayık
olan kimsenin hükmü gibidir. Ancak yedi mesele müstesnadır. İşte bu mesele o
yedi meseleden birisidir. Nitekim Musannif bunu Eşbah'a ve diğer muteber
kitablara nisbet ederek izah etmiştir.
Cevhere'nin içkiler bahsinde «bene
(uyuşturucu ve keyif verici ban denilen bir ot ve bunun tohumu), haşîş (esrar
denilen «hind keneviri» yaprağı) ve afyonu yemek haramdır. Fakat bunların haram
olması şarabın haram olmasından derece itibariyle aşağıdır. Hatta bir kimse
bunları yiyip sarhoş olsa, kendisine had vurulmaz, fakat tazir edilir» diye
yazılıdır.
Nehir'de «İnaye'de «bene, haşîş olduğu için
mübahdır. Ama bundan sarhoş olmak haramdır» diye tahkik edilmiştir» diye
zikredilmiştir. Kendisine had vurulan kimse haddin bir kısmı vurulduktan sonra
kaçıp tekaadüm-i zamandan sonra yakalansa «hudûd babında haddin vurulması
hükümdendir» ifadesinin gereğince kendisine haddin kalan kısmı vurulmaz.
Kaçtıktan sonra tekrar içki içse veya zina etse, ikinci için yeni baştan had
vurulur. Çünkü birinci ceza, ikinci cezaya dahil olmuştur. Nitekim ilerde
gelecektir.
FER'Î MESELE: Sarhoş veya ayık bir kimse
bir ata binip at azgınlık ederek bir insanı tepeleyip öldürse bakılır. Eğer atı
zaptetmeye muktedir iken öldürmüşse o insanın diyetini öder. Atı zaptetmeye
muktedir değil iken öldürmüşse onun diyetini ödemez. Musannif bunu İmadiyye'den
nakletmiştir.
İZAH
«Bir şahsın ağzında şarap kokusu
bulunmasıyla ilh...» Yani bir kimsenin ağzında mücerred şarap kokusu
bulunmasıyla şarap içtiği sabit olmaz. Çünkü bu koku başka bir şeyden olabilir.
Nitekim bir şairin beytinde:
«Bana sen mutlaka şarap içmişsin dediler,
ben onlara hayır şarap içmedim, bilâkis ayva yedim dedim» diye zikredilmiştir.
«Yahut onu tasmasıyla ilh...» Yani bir
kimse şarap kussa şarap içtiği sabit olmaz. Çünkü o kimseye zorla içirilmiş
veya susuzluktan ölmek üzere olup ölmeyecek kadar su yerine içmiş olabilir. Bu
itibarla şek ile had vâcib olmaz. Bir kimse sarhoş olarak bulunsa içtiğini
kendisi ikrar etmese içtiğine dair şahitte bulunmasa zikredilenlerden biriyle
veya mubah olan bir şeyden sarhoş olma ihtimali olduğu için kendisine had
vurulmaz. Fakat mücerred koku veya sarhoşlukta ta'zir edilir. Bahır. Kuhistânî.
«Ancak iki erkek şahit tarafından ilh...»
Musannıf bu ifadesiyle bir erkekle iki kadının şahadetinden ihtiraz etmiştir.
Çünkü hadler şüphe bulunduğu için kadınların şehadetiyle sabit olmaz. Bahır.
«Kaadı ilh...» Kınye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki: Köy kaadisi yahut fıkıh âlimi yahut mescid imamlarının içki
haddini vurma hakkı yoktur. Ancak veliyyü'l-emr tarafından tayinedilirse başka.
«Şarabın ne olduğunu ilh...» Çünkü şahitler
diğer içkilerin de şarap olduğuna inanabilirler.
«Zorla içilip içilmediği ilh...» içkilerden
birini içmiş olduğuna dair aleyhinde şehadet yapılan şahıs, bu içki kendisine
zorla içirilmiş olduğunu iddia etse hadden kurtulamaz. Meğer ki bu iddiasını
şahit ile isbat etsin. Tamamı Bahır'dadır.
«Hadisede tekaadüm-i zaman bulunup
bulunmadığı ilh...» imam Muhammed (Rh.A.)'e göre; tekaadüm-i zaman diğer
hadlerde olduğu gibi şarap içmede de bir ay olarak takdir edilmiştir, imam-ı
Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh.Aleyhima)'a göre; haddin sabit olması için sarhoş
yakalandığında ağzında içki kokusunun tutunması şarttır. Bu iki zâta göre;
tekaadüm-i zaman içki kokusunun gitmesiyle takdir edilmiştir. Mûtemed olan da
budur.
Velhasıl, tekaadüm-i zaman ittifakla
şehadetin kabul edilmesini meneder. Keza; tekaadüm-i zaman İmam-ı Azam'la imam
Ebû Yusuf (Rh. A.)'a göre; ikrarın kabul edilmesini de meneder. İmam Muhâmmed
(Rh. A.)'e göre; menetmez. Gayetü'l-Beyan'da İmam Muhâmmed (Rh.A.)'in kavli
tercih edilmiştir.
Fetih'de «sahih olan İmam Muhâmmed
(Rh'A)'in kavlidir» denilmişdir.
Bahır'da «mezhebin muhtar olan kavli,
İmam-ı Azam'la imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavlidir. Ancak mânâ cihetinden İmam
Muhammed'in kavli daha racihdir» diye zikredilmiştir.
«Diğeri yaş hurma şurubundan sarhoş
olduğuna şehadet etse itti...»
Ben derim ki; bu ifadeden anlaşılan İmam
Azam'la imam Ebû Yusuf'un kavline göre; mubah olan şurublardan sarhoş kimseye
had vurulmamasıdır.
«Bir kimsenin içki içtiği ya iki erkeğin şehadetiyle
veya ayık olduğu halde kendisinin bir defa ikrarıyla sabit olur ilh...»
Bahır'da zikredilmiştir ki; içki içmenin ancak ya şehadetle veya ikrarla sabit
olmasında - bir kimsenin evinde şarap bulunsa veya şarabın etrafında toplanmış
bir güruh bulunup onların içtiklerini hiç bir kimse görmese, onların had
vurulmayıp ancak ta'zir olunacaklarına- delil vardır. Evinde içki bulunan kimse
fâsık olur. Keza; bir kimsenin yanında taşıdığı su kabında şarap bulunsa,
kendisine had vurulmaz. Nitekim yukarıda geçtiği üzere bir kimse sarhoş olarak
bulunup içki içtiğine dair şahit bulunmasa ve kendisi ikrar etmese, had
vurulmaz. Fakat tazir edilir.
«Kendisinin bir defa ikrarıyla ilh...» Bu
ifade, İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un «iki defa ikrar etmesi lâzımdır» kavlini reddetmek
içindir. Bahır. Musannıf içki içtiğini ikrar eden kimseye kaadının şarabın ne
olduğunu nasıl, ne vakit, nerede içtiğini sorup sormayacağına temas etmemiştir.
Lâyık olan şehadette olduğu gibi sormasıdır.
«Bir kimse sarhoş iken şarap içtiğini ikrar
etse ilh...» Yani bir kimse zina yahut içki yahut hırsızlık haddi gibi hâlis
Allah hakkı olan hadlerden birini sarhoş iken ikrar etse, kendisinehad tatbik
edilmez. Ancak «çaldım» diye iddia ettiği malı öder. Fakat kazf haddinde Allah
hakkı galip olmakla beraber kul hakkı bulunduğu için kendisine kazf haddi
vurulur. Kul hakkı olan hadlerde kendisine ceza verilmesi hususunda sarhoş olan
şahıs, ayık kimse hükmündedir. Çünkü o, kendisini isteyerek felakete
sürüklemiştir.
Bir kimse sarhoş iken bir şahsa kazf (iftira)
ettiğini ikrar etse, ayılıncaya kadar hapsedilir. Sonra kazf için had vurulur.
Vurulan haddin acısı geçinceye kadar tekrar hapsedilir. Daha sonra sarhoşluk
için had vurulur.
«Sarhoş, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre;
erkekle kadını ve yer ile göğü fark ve ayırdedemeyen kimsedir ilh...» Bu,
şaraptan başka diğer içkilerin içilmesinde haddin vâcib olması için şart olan
sarhoşluğun hakikatini beyandır. Sarhoşluk farklı olunca İmam-ı Azam (Rh.A.)
haddi düşürmek için sarhoşluğun en son derecesini şart koşmuştur. Bu da sarhoş
olan kimsenin erkekle kadını ye yer ile göğü birbirinden ayırdedemeyecek
derecede sarhoş olmasıdır. Bu derece sarhoş olmayan kimse ayık olma şüphesinden
hâli olmaz. İmam-ı Azam (Rh.A.) mubah olan meşrubatın sarhoşluk veren
miktarının haram olması hakkında İmameyn (Rh.Aleyhima)'e muvafakat edip, bu
meşrubattan sarhoşlukta sözlerinin saçma - sapan olmasına itibar etmiştir.
Fetih'te zikredilmiştir ki; lâyık olan,
kendisiyle hadlerin ikrar edilmesi sahih olmayan sarhoşlukta İmam-ı Azam
(Rh.A.)'in kavli, İmameyn (Rh.Aleyhima)'in kavli gibi olmasıdır. Çünkü İmameyn
(Rh.Aleyhima)'e göre olan sarhoşluk, hadleri daha fazla düşürücüdür.
Keza: Mürtedliğin sahih olmayacağı
sarhoşlukta da İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre olan sarhoşluğun muteber
olmasıdır. Eğer sarhoşluğun en son derecesi itibar edilse, İmameyn
(Rh.Aleyhima)'e göre sarhoş sayılan kimsenin mürted olması sahih olurdu.
Halbuki bir müslümanı küfre nisbet etmemede ihtiyatla hareket etmek vâcibtir.
İmam-ı Azam (Rh.A.) sarhoşluk haddini düşürme hususunda ihtiyatla amel ettiği
için sarhoşluğun en son derecesini itibar etmiştir. Fakat burada sarhoşluğun en
son derecesini itibar etmek ihtiyatla amel etmeğe muhaliftir. Bu Fetih'te
zikredilenin hulâsasıdır.
Ben derim ki: Lâyık olan sarhoşluğun en son
derecesinden daha aşağı derecede sarhoş olan kimsenin nikâhının fesh olmasına
nisbetle mürted olmasının sahih olmasıdır. Çünkü bunda kul hakkı bulunduğu için
ihtiyatla amel etmek vardır.
«Bir sarhoş - Allah'a sığınırız -
mürtedliği gerektiren bir söz söylemekle mürteci olsa mürteci olması sahih
olmaz ilh...» Yani mürted ahkâmı üzerine icra edilmez.
Fetih'te zikredilmiştir ki: Küfür itikat
bâtındandır yahut itikadı hafife alma bâbındandır. Sarhoş için itikad da
yoktur, itikadı hafife alma da yoktur. Çünkü bunlar idrâkin eseridirler. Bu,
dünya hükmü hakkındadır. Fakat sarhoş ile Allah arasındaki hükme gelince eğer
sarhoşo sözün gerçekte olan mânâsını kasdederek söylemişse kâfir olur. Eğer o
sözün gerçekte olan mânâsını kasdetmeyerek söylemişse kâfir olmaz.
«Bu itibarla zevcesi kendisine haram olmaz
ilh...» Yani sarhoşluğu halinde mürted olmasıyla zevcesi kendisine haram olmaz.
Fakat sarhoş iken zevcesini boşasa zevcesi boş olur. Nitekim ilerde gelecektir.
«İşte bu mesele o yedi meseleden birisidir
ilh...» Yani haram.olan şeyden sarhoş olan kimsenin hükmü ayık olan şahsın
hükmü gibidir. Ancak yedi meselede sarhoş olan kimsenin hükmü ayık olan şahsın
hükmü gibi değildir:
1 - Sarhoş olan kimsenin mürted olması
sahih olmaz.
2 - Hâlis Allah hakkı olan hadleri ikrar
etmesi sahih olmaz.
3 - Kendi aleyhine şahit tutması sahih
olmaz.
4 - Küçük erkek çocuğunu mehr-i misilden
ziyade mehir ile veya küçük kız çocuğunu mehr-i misilden daha az mehir ile
evlendirmesi sahih olmaz.
5 - Bir kimse kendi zevcesini boşaması için
başka bir şahsı vekil tayin etse o şahıs da o kimsenin zevcesini sarhoş olduğu
halde boşasa bu boşaması sahih olmaz.
6 - Bir kimse kendi malını satması için bir
şahsı vekil tayin edip o da sarhoş iken bu kimsenin malını satsa sahih olmaz.
7 - Bir kimse bir şahsın malını ayık iken
gasbedip sarhoş iken gasbettiği malı sahibine verse, sahih olmaz.
Eşbah'ta «bu yedi yerde sarhoş ayık olan
kimse gibi değildir» diye zikredilmiştir.
Fakat İmadiyye'den naklen Eşbah'ın haşiyesi
Hameyî'de zikredilmiştir ki: Bir kimse ayık iken bir şahsın malını çalıp sarhoş
iken bu malı sahibine verse, ödemekten kurtulmuş olur. Ayık iken başkasının
zevcesini boşamak için vekil tayin «dilen kimse sarhoş iken onun zevcesini
boşasa, sahih olan kavle göre; boş olur. Hâniyye. Bahır.
Talâk bahsinin evvelinde Tahrir'den naklen
yazdık ki: Sarhoş olan kimsenin sarhoşluğu haram olan yoldan olursa, mükellef
olmasını iptal etmeyip bütün hükümler kendisine lâzım gelir. Yani talâkı,
azadı, alışverişi, dengiyle küçük çocuklarını evlendirmesi, ödünç vermesi,
ödünç alması gibi bütün muameleleri sahih olur. Çünkü aklı mevcuttur, ancak
irtikab ettiği günâh sebebiyle hitabı anlamamaktadır. Günâh hakkında ve hükmün
vâcib olması hakkında aklı bakidir. Müslümanlığı sahihdir, kasdı olmadığı için
mürted olması sahih değildir.
Sarih talâk bahsinde «zorla kendisine içki
içirilip veya susuzluktan ölmek üzere olup su yerine içen kimse sarhoş olup
sarhoşken zevcesini boşasa zevcesinin boş olup olmamasında ihtilâf vardır.
Râcih olan kavil; zevcesinin boş olmamasıdır)» diye beyân etmiştir.
«Hatta bir kimse bunları yiyip sarhoş olsa
kendisine had vurulmaz, fakat tazir edilir ilh...» Yani tazir hadden azdır.
Metn-i Pezdevî'den naklen Kuhistânî'de
zikredilmiştir ki; bir kimse benc (uyuşturucu ve keyif verici ban denilen bir
ot ve bunun tohumun)dan sarhoş olsa zamanımızda müftâbih olan kavle göre;
kendisine hadvurulur.
Minah ile Cevahir'de zikredilmiştir kî; bir
kimse bencden sarhoş olup sarhoş iken zevcesini boşasa, zecr için zevcesi boş
olur. Fetva da bunun üzerinedir.
Kaadıhan'da «sahih olan kavle göre; zevcesi
boş olmaz» diye zikredilmiştir.
Talâk bahsinin evvelinde geçtiği üzere
Allâme Kasım «bir kimse bene veya afyondan sarhoş olup sarhoşken zevcesini
boşasa, zecr için zevcesi boş olur, Fetva da bunun üzerinedir» demiştir.
Talâk bahsinin evvelinde Nehir'den naklen
zikredilmiştir ki; Bedayı'de ve diğer itimad edilen fıkıh kitablarında «zevcesi
boş olmaz» diye açıklanmıştır. Çünkü o kimsenin aklı günâh olan bir şeyle
gitmemiştir. Hak olan burada tafsilata gitmektir. Şöyle ki; eğer o kimse bene
veya afyonu tedavi için yiyip sarhoş olmuş ve sarhoş iken zevcesini boşamış ise
zevcesi boş olmaz. Eğer o kimse zevk ve eğlence için yiyip sarhoş olmuş ve
sarhoş iken zevcesini boşamış ise zevcesinin boş olmasında tereddüt yoktur.
Ben derim ki: Bedayı'de «zevcesi boş olmaz»
diye zikredilen tedavi için yiyen kimseye göredir, Allâme Kasım'ın «zevcesi boş
olur» diye zikrettiği zevk ve eğlence için yiyen kimseye göredir. Yine talâk
bahsinin evvelinde Fetih'ten naklen zikredilmiştir ki; Hanefi mezhebinin
meşayıhı ile Şafiî mezhebinin meşayıhı bir kimse haşîş (esrar denilen «hind
keneviri yaprağı») yiyip sarhoş olsa ve sarhoşken zevcesini boşasa zevcesinin
boş olmasında ittifak etmişlerdir.
«Benc, haşîş olduğu için mübahdır ilh...»
Denildi ki; bu, İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh.Aleyhima)'a göredir. İmam
Muhammed (Rh.A.)'e göre; çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Fetva İmam
Muhammed (Rh.A.)'in kavliyledir. Nitekim gelecektir.
Ben derim ki: «Çoğu sarhoşluk veren şeyin
azı da haramdır» ifadesiyle sıvı olan maddeler murad edilmiştir. Bazıları bu
ifadeyi sıvı maddeyle tâbir etmişlerdir. Eğer bu ifadeyle sıvı olan maddeler
murad edilmemiş olsa zâferan, amber gibi çoğu sarhoşluk veren katı maddelerin
azının da haram olması lâzım gelirdi. Halbuki bunların haram olduğunu söyleyen
hiç bir zât görmedim. Hatta «çoğu sarhoşluk veren şeyin azıyla da had vurulması
lâzımdır» diyen Şâfiîler bile bunu sıvı maddelere tahsis etmişlerdir. Eğer bene
veya zâferanın azı İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre haram olsaydı, necaset olması
lâzım gelirdi. Çünkü İmam Muhammed (Rh.A.) «çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da
haramdır ve necisdir» demiştir. Halbuki bene gibi şeylerin necaset olduğunu hiç
bir kimse söylememiştir.
Hâkim-i Şehid'in Kâfî isimli kitabının
içkiler bahsinde «bene ile tedavi olmakta bir beis yoktur. Bununla aklın
giderilmesi istenirse lâyık olan bunun yapılmamasıdır» diye zikredilmiştir.
Bundan malum oldu ki; içkiler ile sıvı olan maddeler murad edilmiştir. Bene,
afyon ve haşîş gibi katı maddelerin sarhoşluk verecek miktarını yemek mutlaka
haramdır. Az bir miktarına gelince bunu da zevk ve eğlence maksadıyla kullanmak
caiz değildir. Bunların tedavi maksadıyla az bir miktarda kullanılmasından
meydana gelen sarhoşluk ise affolduğundan taziri gerektirmez. Bu sarhoşluk
halindeki tasarrufata da itibar olunmaz.
«Had vurulan kimse haddin bir kısmı
vurulduktan sonra kaçıp ilh...» Hidaye'de zikredilmiştir ki; tekaadüm-i zaman
başlangıçta şehadetin kabul edilmesine mâni olduğu gibi hükümden sonra haddin
vurulmasına da mâni olur. Hatta had vurulan kimse, haddin bir kısmı vurulduktan
sonra kaçıp, tekaadüm-i zamandan sonra yakalansa, haddin geri kalan kısmı
kendisine vurulmaz. Çünkü hadler babında, haddin vurulması hükmün
tamamındandır.
Ben derim ki: Bu zina ile hırsızlık
haddinde acıktır. Çünkü bunlarda tekaadüm-i zaman yukarda geçtiği üzere bir ay
olarak takdir edilmiştir. İçki haddinde tekaadüm-i zaman imam-ı Azam'la İmam
Ebû Yusuf (Rh.A )'a göre; ağızdan içki kokusunun gitmesiyle. İmam Muhammed (Rh.A.)'e
göre; diğer hadlerde olduğu gibi bir ayla takdir edilmiştir. Mûtemed olan
İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavlidir. İmam-ı Azam'la imam Ebû
Yusuf (Rh.A.)'a göre; mesafe uzak olmadığı halde bir kimse hâkimin yanında içki
içtiğini ikrar ederken veya iki erkek o kimsenin içki içtiğine dair şahitlik
ederken o kimsenin ağzında içki kokusunun bulunması şarttır. Fakat had
vurulurken ayık olması şarttır,
«Kaçtıktan sonra tekrar içki içse veya zina
etse ilh...» Yani birinci had tamamlanmadan önce yahut birinci had hiç
vurulmadan önce tekrar içki içse veya zina etse birinci had ikinci hadde dahil
olduğu için bir had vurulur. Fakat birinci defa içki haddi vurulduktan sonra
tekrar içerse ikinci defa içki haddi vurulur. Zinâ haddi vurulduktan sonra tekrar
zina ederse, ikinci defa zina haddi vurulur.
«Eğer atı zaptetmeye muktedir değil iken
öldürmüşse, onun diyetini ödemez ilh...» Çünkü atın fiili binen kimseye nisbet
edilmez.
METİN
Kazf, Içgatta; atmak manasınadır.
Şeriatta ise; bir kimseye ayıplama ve sövme
maksadıyla zina isnad etmektir. Kazf, ittifakla büyük günâhlardandır. Fetih.
Nehir'de «küçük kız çocuğu, köle ve namuslu
olmayan hürre kadınlar gibi muhsan olmayan kimselere yapılan kazfler küçük
günâhlardandır» diye zikredilmiştir. Kazf haddi adet ve sabit olma bakımından
içki haddi gibidir.
Kazf, ya iki erkeğin şehadetiyle veya kazf
eden kimsenin bir kere ikrarıyla sabit olur. Kazf iki erkeğin şehadetiyle sabit
olduğunda hâkim onlardan kazfin mahiyetini ve keyfiyetini yani nasıl bir
lâfızla kazf edildiğini sorar. Ancak şahitler kazfedenin zina lafzıyla
kazfettiğine şehadet ederlerse, kazfin mahiyetinden ve keyfiyetinden sormaz.
Hâkim şahitleri tezkiyeye havale eder. Bu tezkiye esnasında kazfte bulunan
kimseyi hapseder. Nitekim hâkim üç güne kadar gelmeleri mümkün olan şahitler
için kazfeden kimseyi hapseder. Eğer şahitlerin gelmeleri üç güne kadar mümkün
olmazsa hâkim onu hapsetmez. İkinci meclise gelmesi için kendisinden kefil de
almaz. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; alır. Nehir.
İZAH
«Şeriatta ise; bir kimseye ayıplama ve
sövme maksadıyla zina isnad etmektir ilh...» Evlâ olan İnaye'nin beyânıdır:
Kazf muhsan olan bir kimseyi sarahaten veya delâleten zînâya nisbet etmektir.
Çünkü kazf haddi ancak muhsan olan kimseye kazfedildiğinde vâcib olur.
Ben derim ki: İhsan (kendisine zina isnad
edilen kimsenin akıllı, erginlik çağında, hür, müslüman ve namuslu olması)
kazfedene haddin vurulması için şarttır. Zinaya yapılan şehadetin kazfin
tarifinden çıkması için kazfin ayıplama ve sövme yoluyla olması şarttır.
«Nehir'de ilh...» Yani küçük kız çocuğu,
köle ve namuslu olmayan hürre kadınlar gibi muhsan olmayan kimselere yapılan
kazfin verdiği eza büyük, hür, mesture olan hanıma verdiği ezadan azdır.
Cem'uI-Cevâmî şerhinde «halvet (kimsenin
işitmediği yer) de kazf İmam Şafiî (Rh.A.)'ye göre; küçük günâhdır» diye
zikredilmiştir. Biz Hanefilerin kaidesi de bu sözden uzak değildir. Çünkü
kazfteki illet kendisine zina isnad edilen kimseye ayıp yapışmasıdır. Kimsenin
işitmediği yerde yapılan kazfte bu yoktur. Fukaha ihsanı haddin vâcib olması
için şart kılmışlardır, yoksa kazf büyük günâh olduğundan dolayı şart
kılmamışlardır.
Vasile (R.A.)'den Resûl-i Ekrem (SAV.)'in:
«Her kim bir zimmîye kazfte bulunursa
kıyamet gününde kendisine ateşten kamçılarla had vurulur» buyurduğu rivayet
olunmuştur. Taberânî. Ümmü'l-Mü'minîn (Mü'minlerin anası) Aişe (R.A.)'ye gerek
gizli, gerekse aşikâr kazfetmek küfürdür. Keza: Hz. Meryem hakkında dayapılan
kazf küfürdür.
«Kazf haddi adet ve sabit olma bakımından
içki haddi gibidir ilh...» Yani kazf eden kimse hür olursa, kendisine seksen
deynek, köle olursa kırk deynek vurulur. Bahır.
«Kazf, ya iki erkeğin şehadetiyle ilh...»
Yani kazf, ancak ya iki erkeğin şehadetiyle veya kazf eden kimsenin bir kere
ikrarıyla sabit olur. Bunda kadınların şehadeti yahut şehadet üzerine şehadet
yahut bir kaadının diğer kaadıya mektubu kabul edilmez, kazf üzerine yemin de
ettirilmez. Hadlerden hiç birinde yemin yoktur. Ancak mal için hırsızlık
hususunda yemin ettirilir. Eğer hırsız yemin etmekten çekinirse, dâva edilen
malı öder, fakat eli kesilmez, Şahitler kazfin zamanında ihtilâf etseler,
İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; şehadetleri bâtıl olmaz, imameyn (Rh. Aleyhima)'e
göre; şahitler ihtilâf ettiğinde kazfeden kimseye had vurulmaz. Şahitlerden
biri bir şahsın kazfte bulunduğuna diğeri kazfi ikrar ettiğine şahitlik yapsa,
istihsana göre; ittifakla o şahsa had vurulmaz. Keza: Şahitler o şahsın kazfte
bulunduğu sözde ihtilâf etseler yahut şahitlerden biri «o şahıs «ey zina eden
kadının» oğlu» dedi diye diğeri « «sen babanın oğlu değilsin» dedi» diye
şahitlik yapsa, o şahsa had vurulmaz. Bu Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde hulâsa
olarak alınmıştır.
«Hâkim onlardan kazfin mahiyetini ve
keyfiyetini yani nasıl bir lâfızla kazfedildiğini sorar ilh...» Çünkü bir
kimse, bir şahsa zorla kazfettirilse, o kimseye had vurulmaz. Bir kimse,
kendisine kazfedilmiş olduğuna dair iki şahit getirse, şahitler «falanca şahıs
bu kimseye kazfetmiştir» deyip bu ifade üzerine bir şey ziyade etmeseler,
şehadetleri kabul edilmez. Çünkü kazf, zinadan başka bir lâfızla da olabilir.
Şahitler «o şahıs bu kimseye «ey zina eden» dedi» diye şehadet ederlerse,
şahitlikleri kabul edilir ve kazf eden kimseye had vurulur. Bundan anlaşılan;
şahitler «falan kimse filan şahsa kazfetti» diye şehadette bulunduklarında
hâkimin şahitler kazfin mahiyetinden ve keyfiyetinden sual etmesidir. Eğer
şahitler «falan kimse, filan şahsa «ey zina eden» dedi» diye şahitlik
yaparlarsa, hâkim onlara kazfin mahiyetinden ve keyfiyetinden sormaz.
Hamevî'den naklen Miskin Haşiyesi'nde
«hâkimin şahitlere kazfin yapıldığı yeri de sorması lâzımdır. Çünkü kazf, dar-ı
harpte ve İslâm hükümdarına isyan edenlerin istilâ ettikleri yerde yapılmış
olabilir. Kazfin zamanını da sorar. Zira o kimse, kazfi çocuk İken yapmış
olabilir. Fakat zamanını sorması, tekaadüm-i zaman ihtimalinden dolayı
değildir. Çünkü kazf haddi, tekaadüm-i zamanla bâtıl olmaz. Halbuki diğer
hadler tekaadüm-i zamanla düşer» diye zikredilmiştir.
«Nitekim hâkim üç güne kadar gelmeleri
mümkün olan şahitler için kazfeden kimseyi hapseder ilh...» Kendisine
kazfedilmiş olduğunu dâva eden kimse bu husustaki dâvasını isbat için adaletli
bir şahit getirip ikinci şahidin şehir içinde bulunduğunu iddia etse,
hâkimkazfeden kimseyi iki veya üç gün hapseder. Eğer şahitlerin şehir içinde
bulunduğunu iddia ederse, hâkim o gün mahkeme dağılıncaya kadar kazf zanlısını
hapseder.
METİN
Muhsan veya muhsanaya yani müslüman, hür,
erginlik çağında, akıllı ve zina fiilinden afif (namuslu) olan erkek veya
kadına; kazfeden şahıs gerek hür, gerek köle, gerek zimmî ve gerekse kadın
olsun kazf haddi vurulur. Kendisine kazf edilen kimsenin hürriyeti sabit
olmazsa, kazfeden kimse ta'zir olunur. Recmin ihsanında şart olan sahih nikâhla
evlenme ve zevcesine cinsi yakınlıkta bulunma vasıfları kazfin ihsanında şart
değildir.
Kendisine kazf edilen kimse kazfedenin oğlu
yahut oğlunun oğlu yahut dilsiz yahut tenasül uzvu kesilmiş yahut hadım edilmiş
yahut fasid nikâh veya fasid mülk ile cinsi yakınlıkta bulunmamış yahut kadının
tenasül uzvu bitişik veya tenasül uzvunda kemik olmaması ve aynı zamanda kazf
haddi vurulurken ihsanın bulunması şarttır. Hatta kendisine kazf edilen kimse
kazfedene had vurulmadan önce -Allah'a sığınırız- mürted olsa, her ne kadar
sonra tekrar müslüman olsa bile kazfeden kimseden kazf haddi düşer. Fetih.
İZAH
«Kazfeden şahıs gerek hür ilh...» Yani
muhsan olan erkeğe veya muhsana olan kadına kazfeden hür olsa bile kendisine
kazf haddi vurulur. Fukahadan kazfeden kimsenin şartlarına temas eden bir kimse
görmedim. Kazfeden kimsenin de akıllı, erginlik çağında, nâtık (konuşan) olması
ve kazfi kendi iradesiyle İslâm . memleketinde yapması şapttır. Buna göre;
kazfeden çocuğa had lâzım gelmezse de tazir edilir. Kazfeden deliye de had
vurulmaz. Haram olan şeyden sarhoş olan kimse kul haklarında ayık olan şahıs
gibi mükellef olduğu için kazfettiğinde kendisine had vurulur.
Bir kimse bir şahsa kazf yapması için icbar
edilip o da tehdit karşısında o şahsa kazfte bulunsa kendisine had vurulmaz.
Kazfeden dilsize de had vurulmaz. Çünkü onun zinâ lâfzını acık olarak söylemesi
mümkün değildir. Dar-ı harpte veya İslâm hükümdarına karşı isyan edip
isyancıların idaresi ve hakimiyeti altında bulunan beldede kazfeden kimseye de
had vurulmaz. Kazf eden, kimsen in İslâm memleketinde büyümekle kazfin
hakikaten veya hükmen haram olduğunu bilmesinin de kazfin şartlarından olması
ihtimali vardır.
Fakat Hâkim-i Şehid'in «Kâfî» isimli
kitabında zikredilmiştir ki; bir harbî (kâfir) eman (pasaport) la İslâm
memleketine gelip bir müslümana kazfde bulunsa İmam Azam'ın evvelki kavline
göre; kendisine had vurulmaz, son kavline göre ki bu İmameyn'in de kavlîdir,
had vurulur. Bundan anlaşılan harbî islâm memleketine gelir gelmez bir
müslümana kazfte bulunsa, had vurulur. Galiba bunun sebebi zinanın her millette
haram olmasıdır. Binaenaleyh zina ile kazfte bulunmak da haramdır. Bu itibarla
harbî «ben zinayla kazfetmenin haram olduğunu bilmiyordum» diye iddia etse,
tasdik edilmez. Bana zahir plan budur. Buna temas eden hiç bir kimseyi
görmedim.
«Gerek zimmî ilh...» Sarih zimmî yerine
«gerek kâfir olsun» deseydi, emanla İslâm memleketine giren harbî, de tarife
girmiş olurdu. Nitekim harbî hakkındaki İmam-ı Azam'ın kavilleri biraz önce
geçmiştir.
«Hür ilh...» Yani kendisine kazfedilen
kimsenin hürriyeti ya kazfeden kimsenin ikrarıyla ya da kazfeden onun
hürriyetini inkâr ettiğinde şahitte sabit olur. Kazfeden kimse kendisinin hür
olduğunu inkâr ederek «ben köleyim, bana kölelerin haddi lâzımdır» dese sözü
kabul edilir, Bu, Hâniyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«Kendisine kazf edilen kimsenin hürriyeti
sabit olmazsa ilh...» Yani kendisine kazfedilen kimse kâfir veya köle olup
müslüman ve hür olmazsa, kazfeden kimseye had vurulmaz. Fakat tazir edilir.
Muhsan olmayan kimseye zina ile kazfeden şahsa da had vurulmayıp tazir edilir.
«Erginlik çağında, akıllı ilh...» Yani
kendisine kazfedilen kimsenin akıllı ve erginlik cağında bulunması şarttır.
Çünkü çocukla, deliye kazfeden kimseye had vurulmaz. Zira çocukla deliden haram
olan zina fiili tasavvur edilemez. Haram olan bir fiilin haram olması için
işleyenin mükellef olması şarttır.
Zahiriyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse
mürâhik (erginlik cağına yaklaşan çocuğ)a kazfte bulunsa, çocuk yaş ile veya
ihtilam ile' buluğ cağına erdiğini iddia etse onun sözüyle kazfedene had
vurulmaz. Bahır.
«Zina fiilinden afif (namuslu) olan ilh...»
Sarih, Han bahsinde «kendisine kazfedilen kimsenin zina töhmetinden de uzak
olması lâzımdır» diye ziyade etmiştir. Bir kimse babası malum olmayan bir şahsa
kazfde bulunsa, kendisine kazf haddi vurulmaz. Çünkü bunda töhmet vardır. Bu
kaydın burada zikredilmesi lâzımdır. Fakat bunu zikredeni görmedim.
Bilmiş ol ki, mülkten ve mülk şüphesinden
hali olan zina şeriatta haddi icap edip etmemek itibariyle iki kısma ayrılır.
Hatta bir kimse oğlunun cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, hakkında zina
haddi icra edilmez. Bu kimseye zina ile kazfeden kimseye kazif haddi vurulmaz.
Binaenaleyh babaya;her ne kadar zina haddi vurulmasa bile oğlunun cariyesine
cinsi yakınlıkta bulunması zinadır, nitekim bunu hadler bahsinin evvelinde
Fetih'den naklen beyân ettik. Ama bir kimse istibrâ (satın alınan bir cariyenin
gebe olmadığına kanaat getirmek için bir âdet görünceye kadar ona yaklaşmaktan
çekinme)den önce cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa, bu cinsi yakınlığı zina
değildir. Çünkü bu cinsi yakınlık hayızlıyken zevcesine cinsi yakınlıkta
bulunma gibi, hakiki mülkünde vaki olmuştur, zira bu cinsi yakınlık arızi bir
sebebten dolayı haram kılınmıştır.
Zina ise bizzat haram olan cinsi
yakınlıktır. Nitekim ileride gelecektir. Bundan dolayı Miskin «zina fiilinden
afif olan, ifadesi mülkde haram olan cinsi yakınlıktan ihtirazdır, çünkü bir
kimsenin mülkünde haram olan cinsi yakınlıkta bulunması kendisini muhsan
olmaktan çıkarmaz» demiştir.
«Kazf haddi vurulurken ihsanın bulunması
şarttır ilh...» Kendisine kazfedilen kimsenin haddi talep etmesi ve kazfeden
kimseye had vurulmadan önce ölmemesi şarttır. Çünkü hadler miras olarak
vereseye intikâl etmez.
«Fasid mülk ile ilh...» Hâkim-i Şehid'in
Kâfi'sinde zikredilmiştir ki; bir kimse fasid olarak satın aldığı cariyeye
cinsi yakınlıkta bulunup sonra bir şahıs bu kimseye kazfde bulunsa, kazfedene
had vurulur. Çünkü fasid olarak satın alma, mülkü gerektirir. Mezhebin muhtar
olan kavli budur. Fakat fasid nikâhla mülk sabit olmaz. Bundan dolayı fasid
nikâhla evlenip cinsi yakınlıkta bulunan kimsenin ihsanı düşer ve kendisine
kazfedene had vurulmaz.
Ben derim ki; Fasid mülk ile satın alınan
cariyeye hak sahibi çıkarak fasid olduğu ortaya çıkan mülk murad edilmiştir.
Hâniyye'de «bir kimse, bir cariye satın
alıp cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra cariyeye hâk sahibi çıksa, daha sonra
bir şahıs bu kimseye kazfte bulunsa, had vurulmaz» diye zikredilmiştir.
«Hatta kendisine kazfedilen kimse kazfedene
had vurulmadan önce -Allah'a sığınırız- mürted olsa, her ne kadar sonra tekrar
müslüman olsa bile kazfeden kimseden kazf haddi düşer ilh...» Keza; kendisine
kazfedilen kimse kazfeden kimseye had vurulmadan önce zina etse yahut haram
olan cinsi yakınlıkta bulunsa yahut bunasa veya dilsiz olup bu hali devam etse,
kazfedene had vurulmaz. Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde de böyle zikredilmiştir.
T E N B İ H : Siraciyye'den naklen Nehir'de
zikredilmiştir ki; bir kimse, erginlik çağına müşkül hünsa olarak giren bir
şahsa kazfte bulunsa, o kimseye had vurulmaz.
Ben derim ki; Nehir sahibi müşkül hünsa
evlenip cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra bir kimsenin bu müşkül hünsaya
kazfte bulunmasını murad etmiştir. Çünkü müşkül hünsanın nikâhı müşküllüğü
ortadan kalkmadan sahih olmadığı için müşkül hünsa mülkü olmayan kadına cinsi
yakınlıkta bulunmuştur.
METİN
Kazfedilen kimseye haddin vurulabilmesi
için kazfin sarih (açık) zina lâfzıyla yapılması şarttır. Zahiriyye'den beyân
edildiği üzere «sen filandan veya benden daha ziyade zina edicisin» ifadesi de
sarih zina lâfızlarındandır.
Musannif merhumun Menar Şerhinden
naklettiği gibi «nîk» lâfzıda sarih zina lâfzı gibidir. Buna göre bir kimse bir
şahsa «ey nâîk» dese «ey zâni» demiş olur. Hemze ile «ya zâni'»dese had
vurulmaz. Tekmile Şerhi.
Kazfeden kimsenin kazifde bulunduğu şahsa
gazap halinde hemze ile «sen dağda zina' ettin» demesiyle had lâzım gelir.
Çünkü hemze ile «zina» kelimesi zina manâsıyla çıkma mânâsı arasında her ne
kadar müşterek ise de gazap hali «zina» mânâsını tayin eder. Gazap halinde «sen
babandan değilsin» dese had vurulur, eğer «sen babandan değilsin» sözünün
üzerine «sen annenden de değilsin» sözünü ziyade etse yahut «sen ebeveyninden
olmadın» dese, had lâzım gelmez.
Gazap halinde anası muhsana olan kimseye,
nesebinin kendisine muttasıl olduğu maruf ve meşhur olan babasını mürad ederek
«sen falanın oğlu değilsin» dese, had lâzım gelir. Çünkü «sen babandan
değilsin» ve «sen falanın oğlu değilsin» suretlerinde o kimsenin annesi
hakkında kazfdir. Muteber olan kendisine kazfedilenin ihsanıdır, haddi talep
edenin ihsanı değildir. Şumunni.
Bir kimse bir şahsa «sen dağda zina ettin»
yahut «sen babandan değilsin» yahut «sen falanın oğlu değilsin» dese bakılır,
eğer bu ifadeleri gazap halinde söylemiş ise kazfetmiş olur, eğer bu ifadeleri
rıza halinde söylemiş ise birinci ifade de zina, dağa çıkmak mânâsına, diğer
iki ifadede de güzel ahlâkda babasına benzemediğine hamlolunur. Yani «sen
babanın oğlu değilsin» demekle «güzel ahlâkta baban gibi değilsin» demiş olur.
Kazfedene had vurulabilmesi îçin kendisine kazfedilen muhsan kimsenin haddi
talep etmesi şarttır. Çünkü kazfedene had vurdurmak kendisine kazfedilenin
hakkıdır. Çünkü kazfedene had vurdurmak kendisine kazfedilenin hakkıdır.
Kendisine kazfedilen kimse, kazf halinde kazfeden şahsın meclisinde bulunmayıp
hatta kazfi hiç biri işitmese bile yine kazfedene had vurulur. Keza: Bir kimse,
kendisine kazfetmesi için bir şahsa emredip o da kazfde bulunsa, yine kazfeden
şahsa had vurulur.
İZAH
«Kazfedilen kimseye haddin vurulabilmesi için
kazfin sarih (açık) zina lafzıyla yapılması şarttır ilh...» Yani hangi lisanla
olursa olsun kazfin sarih (açık) zina lafzıyla yapılması şarttır.
Şürünbulâliyye.
Bir kimse, bir kadına «filan şahıs sana
haram olarak cinsi yakınlıkta bulunmuştur» yahut «sana haram olarak cima
etmiştir» dese, had vurulmaz. Bahir. Keza; bir kimse, bir şahsa «sen falanca
kadına fenalıkta bulundun» veya o şahsa tariz ederek «ben zâni değilim» dese,
yine had lâzım gelmez.
Yine Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse
bir şahsa hitaben «senin zâni olduğun bana haber verildi» yahut «filan şahıs
senin zâni olduğuna dair şehadeti üzerine beni şahit tuttu» dese yahut bir
kimse, bir şahısa «filana giderek sen zânisin de» deyip, o da gidip «sen
zânisin»dese, bu suretlerde had lâzım gelmez. Kâfî'de de böyle zikredilmiştir.
«Zahiriyye'de beyân edildiği üzere «sen
filandan veya benden daha ziyade zina edicisin» ifadesi de sarih zina
lâfızlarındandır ilh...» Mebsut'tan naklen Fetih'te zikredilen buna muhaliftir.
Şöyle ki; bir kimse bir şahsa hitaben «sen filan adamdan daha ziyade zina
edicisin» yahut «sen insanların en zânisisin» dese kendisine had vurulmaz.
Cevhere'de had vurulmamasının sebebi şöyle açıklanmıştır. Bu ifadenin mânâsı
«sen zinaya insanların en kudretlisisin» demektir.
Yine Hâniyye'den naklen Fetih'te
zikredilmiştir ki: Bir kimse bir şahsa hitaben «sen insanların en zânisisin»
yahut «sen filandan daha ziyade zânisin» dese hakkında had icra olunur. «Sen
benden daha zânisin» dese, hakkında had icra olunmaz.
Ben derim ki: Zahiriyye'de zikredilenin
vechi açıktır. Çünkü bu ifadede muhatabı açık olarak zinaya nisbet etmek
yardır. Mebsut'tan naklen Fetih'te zikredilen ifadede tevil ihtimaline
bakılmıştır. Hâniyye'den naklen yine Fetih'te zikredilen «sen insanların en
zânisisin» yahut «sen filandan daha ziyade zânisin» ifadeleriyle «sen benden
daha zânisin» ifadeleri aralarında fark bulmak müşküldür. Şöyle fark
bulunabilir: «Sen filandan daha ziyade zânisin» ifadesinde filanı zinaya nisbet
etmek muhatabı da onunla beraber kazf (zina) de ortak etmek vardır. Fakat «sen
benden daha zânisin» ifadesinde bu ifadeyi söyleyen kimse kendi nefsini zinaya
nisbet etmektedir. Bu ise kazf değildir. Binaenaleyh muhataba da kazf etmiş
olmaz. Çünkü muhatabı kazf olmayan şeyde kendisine ortak kılmıştır.
«Hemze ile «ya zâni» dese had vurulmaz
ilh...» Muhit'in ve Bahır'ın beyânlarına göre; had vurulur. Çünkü istinsah
(kopye) eden «had vurulur» ifadesi yerine sehven «had vurulmaz» ifadesini
istinsah etmiştir.
Asıl'da zikredilmiştir ki; bir kimse bir
şahsa hemze ile «ya zâni» deyip «bununla bir şey üzerine çıkmasını kasdettim»
dese tasdik edilmeyip kendisine had vurulur. Çünkü lâfzın ihtimali olmayan şeyi
niyet etmiştir. Zira hemze ile zina kelimesinin çıkmak mânâsına olması ancak
çıkmaya mahal olana yakın olarak zikredildiği vakitte olur. Zanii'l-cebel: dağa
çıkan denilmesi gibi. Hemze ile olan zina kelimesi çıkmaya mahal olana yakın
olarak kullanılmazsa zina mânâsı murad olunur.
«Sen dağda zina ettin» demesiyle had lâzım
gelir ilh...» İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; lâzım gelmez. Çünkü İmam Muhammed
(Rh.A.)'e göre; hemze ile zina kelimesi çıkma mânâsında hakikattir.
«Sen annenden de değilsin» sözünü ziyade
etse yahut «sen ebeveyninden olmadın» dese had lâzım gelmez ilh...» Çünkü bu
ifadeler açık bir yalan olacağı cihetle kazf ifadelerinden değildir. Keza: Bir
kimse bir şahsa «sen annenden değilsin» dese yine kendisine hadvurulmaz. Çünkü
neseb anneden sabit olmaz. Bahır.
«Maruf ve meşhur olan babasını murad ederek
«sen falanın oğlu değilsin» dese had lâzım gelir ilh...» Keza: «Sen filanın
çocuğu değilsin» yahut «sen babandan değilsin» yahut «baban seni doğurmadı»
dese yine had lâzım gelir. Fakat «sen filanın doğurduğundan değilsin» dese had
lâzım gelmez. Çünkü bu ifade kazf değildir. Bu Zahiriyye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir.
«Çünkü «sen babandan değilsin» ve «sen
falanın oğlu değilsin» suretlerinde o kimsenin annesi hakkında kazfdir ilh...»
Zira çocuğun nesebinin babasından olmadığım söylemek, babasının zina edici
olduğunu gerektirir ki annesi babası ile zina edip çocuk zinadan olmuş olur.
Nehir. Fetih'de de böyledir.
Ben derim ki: Bu söz götürür, çünkü bu
ifadeler o kimsenin yalnız annesi hakkında kazf yapılmış olmayı gerektirir.
Nitekim önceden böyle açıklanmıştır, babasının zina etmesi lâzım gelmez. Zira
çocuk babasının yatağında doğmuştur. Kazfeden çocuğun nesebinin babasından
olmadığını söylemekle annesinin başka bir adamla zina etmiş olduğunu söylemiş
olur.
«Kazfedene had vurulabilmeği için kendisin»
kazfedilen muhsan kimsenin haddi talep etmesi şarttır ilh...»
Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki;
kendisine kazfedilen kimsenin her ne kadar husumet hakkına mâlik, kazıf
haddinin istifasını talep etmeye salahiyetli ise de, bu bâbda husumeti terkedip
haddi talep etmemesi evlâdır. Kendisine kazfedilen kimse kazfeden şahsı
affetmeyerek hakkında dâva açtığı takdirde kaadı bu dâvadan, vazgeçmesini
kendisine kazfedilen kimseye tavsiye etmelidir.
«Çünkü kazfedene had vurdurmak, kendisine
kazfedilenin hakkıdır ilh...» Zira kendisine zina isnad eden şahsa had vurdurarak
kendisine yapıştırılmış olan ayıbı ortadan kaldırmak hakkı vardır.
«Bir kimse, kendisine kazf etmesi için bir
şahsa emredip o da kazfte bulunsa, yine kazfeden şahsa had vurulur ilh...»
Çünkü kazf haddinde Allah hakkı galiptir. Bundan dolayı afüv ile düşmez. Bir
kimsenin kendisine kazfetmesi için başkasına emretmesi şer'an muteber olmadığı
için haddi düşürmez. Fakat bir kimse, kendisini öldürmesi için bir sahsa
emredip o şahıs da o kimseyi öldürse, kısas düşer. Çünkü bu kendi hakkı
olduğundan o şahsı affetmesi sahihtir.
METİN
Kazf haddinin vurulması: Had vurulacak
kimsenin doğru olma ihtimalinden dolayı haddin hafif bir tarzda icra edilmesi
için üzerindeki kürk ve pamuklu gibi kalın elbisesinden başkasıçıkarılmaz. Zina
haddi ile içki haddi icra edilirken üzerinden kendisini başından ayağına kadar
veya avret mahallini örten elbisesinden başka elbisesi çıkarılır.
Bir kimse, bir şahsa dedesini kasdederek
«sen falanın oğlu değilsin» dese, doğru olduğu için kendisine had vurulmaz.
Dedesine yahut dayısına yahut amcasına yahut terbiye edene -her ne kadar
terbiye eden anasının zevcinden başkası olursa da- nisbet edip «sen bunun
oğlusun» dese, yine kendisine had vurulmaz. Çünkü bunlar mecazen babadırlar.
Zeylaî. «Ey gök suyunun oğlu» diye bir kimseye nida edilmekle de had lâzım
gelmez. Bu söz götürür. İbn-i Kemal.
Bir kimse, Arab olan bir şahsa «ey nebatî»
diye nida etse, bu sözüyle kendisine had lâzım gelmez.
Nehir'de zikredilmiştir ki; bir kimse,
başka bir şahsı kabilesinden başka bir kabilece nisbet etse veya kabilesinden
nefyetse, tazir olunur.
Yine Nehir'de zikredilmiştir ki; «ey zina
yavrusu» yahut «ey zina yumurtası» yahut «ey zina kuzusu» denilmesi kazftir.
Fakat «ey zina koçu» yahut «ey haramzade» dese, kendisine had vurulmaz. Kınye.
Yine Kınye'de zikredilmiştir ki; bir kimse,
oğlunun nesebini inkâr edip «benden değilsin» dese, kendisine had lâzım gelmez.
Fakat tazir olunur.
Bir kimse, kendi zevcesine «eşek» yahut
«öküz» yahut «deve» yahut «at ile zina ettin» dese, had lâzım gelmez. Çünkü
bunlar ile olan fena fiil şer'an zina değildir. Fakat «sen inek» yahut «koyun»
yahut «dişi deve» yahut «dişi eşek» yahut «elbise» yahut «dirhemle zina ettin»
dese, kendisine had lâzım gelir. Çünkü bunların cinsi yakınlıkta bulunmaya
tenasül uzuvları olmadığı için sanki «sen zina ettin ve bunları bedel olarak
aldın» demiş olur. Bu sözler bir erkek için söylense, erkeğin zina karşılığında
bir şey alması örf ve âdet olmadığı için had lâzım gelmez.
İZAH
«Üzerindeki kürk ve pamuklu gibi kalın
elbisesinden başkası çıkarılmaz ilh...» Kürk ve pamuklu gibi kalın elbise
çıkarılır. Çünkü bu kalın elbiseler bedene acının ulaşmasına mâni olurlar.
Bundan anlaşılan had vurulacak kimsenin üzerinde pamuklu olmayan astarlı elbise
bulunsa çıkarılmamasıdır. Eğer bu astarlı elbiseyi gömlek üzerine giymiş olursa
çıkarılır. Çünkü bu elbise gömlekle birlikte pamuklu veya pamukluya yakın bir
elbise olmuş olur. Fetih'te de böyledir.
«Bir kimse, bir şahsa dedesini kasdederek
«sen falanın oğlu değilsin» dese, doğru olduğu için kendisine had vurulmaz
ilh...» Çünkü bu ifadenin hakiki mânâsı çocuğun dedesinin menisinden yaratılmış
olduğunu nefyetmektir.
Ben derim ki: Bir kimsenin bir şahsa
hitaben «sen babanın oğlu değilsin» demesi kazftir. Çünkü bu ifade gazap
halinde söylendiğinde ahlâkta babasına benzemediğini murad etme ihtimali
yoktur. Bu ifadenin gazap halinde söylenmesi ifadenin hakikat mânâsının murad
edilmesine karinedir. Fakat bir kimse bir şahsa hitaben «sen dedenin oğlu
değilsin» dese bu ifadenin hakikat mânâsı kazf değildir. Bilâkis onun oğlunun
oğlu olup onun oğlu olmadığı için doğrudur.
«Dedesine ilh...» Bir kimse bir şahsı
dedesine nisbet edip «sen bunun oğlusun» dese kendisine had vurulmaz.
«Çünkü bunlar mecazen babadırlar ilh...»
Dede, büyükbabadır. Dayı hakkında Peygamberimiz (S.A.V.):
«Dayı babası olmayan (ölmüş olan) in babası
(yerinde) dir.» buyurmuşlardır. Amca hakkında Allah-ü Teâlâ:
El-Bakâra Sûresi; âyet: 133
«Senin Tanrına ve babaların İbrahim'in,
İsmail'in, İshak'ın bir tek Tanrı olan Allanma ibadet edeceğiz.» buyurmuşlardır.
Hz. İsmail (A.S.), Yakub (A.S.)'ın amcası idi. Bu âyet-i kerîmede amcaya baba
denilmiştir. Terbiye edene baba denilmesi Hz. Nuh (A.S.)'dan hikaye olarak
Allah-ü Teâlâ'nın:
Hud Sûresi; âyet: 45
«Nuh Rabbine dua edip dedi ki: Ey Rabbim,
benim oğlum da şüphesiz benim ailemdendir.» kavl-i kerimidir.
Bazı müfessirler «âyet-i kerimedeki oğuldan
murad Nuh (A.S.)'ın zevcesinin oğludur» demişlerdir. Fetih.
«Ey gök suyunun oğlu» diye bir kimseye nida
edilmekle de had lâzım gelmez ilh...» Çünkü bu ifadeyle cömertlikte ve
semahatta teşbih murad olunur. Âmir b. Harise cömert olduğu için kendisine gök
suyu lakabı verilmiştir. Çünkü bu zât kıtlık zamanında malını göğün yağmuru
akıttığı gibi akıtırdı. Tamamı Fetih'tedir.
«Bu söz götürür ilh...» Yani «ey gök
suyunun oğlu» ifadesi gazap halinde söylendiğinde bununla teşbih kasdedilemez.
Bunu İbn-i Kemal söylemiştir. Bu ifadenin nesebi nefyetmek için kullanılması
malum olmayınca gazap halinde bu ifadeyle tehekküm (görünüşte ciddi, hakikatte
alaydan ibaret olan eğlenme) murad edilmiştir.
Ben derim ki: Böyle ifadelerin tehekkümde
kullanılması lügatta caizdir, örfte yaygındır. Nitekim münakaşa halinde «ey
faziletle kimsenin oğlu», «ey kâmil insan», «ey terbiyeli kimse» denilir. Bu
ifadelerle hakikat mânâsı kasdedilmez.
TENBİH: Fetih'te zikredilmiştir ki; bir
kimse bir şahsa gazap halinde «ey gök suyunun oğlu»derken orada gök suyu
isminde bir adam bulunsa o kimseye had vurulur. Fakat orada böyle gök suyu
isminde bir adam bulunmazsa, had vurulmaz. Bahır. Nehir.
Ben derim ki: «Ey gök suyunun oğlu» denilen
şahıs cömertlikle meşhur olmadığı takdirde bu hükümler câridir. Eğer bu ifade
kendisine söylenilen şahıs cömertlikle meşhur olursa, söyleyene had lâzım
gelmez.Bu ifade kendisine söylenilen şahsın diri veya ölü olması arasında fark
yoktur. Bu isim için bir hususiyet yoktur. Güzel veya çirkin sıfatla meşhur
olan her isim bu isim gibidir. «Ey gök suyunun oğlu» güzel sıfatla meşhur olan
isim için ve «ey Nebati» çirkin olan sıfatla meşhur olan isim için misaldir.
Bana zahir olan budur.
«Bir kimse, Arab olan bir sahsa «ey Nebatî»
diye nida etse, bu sözüyle kendisine had lâzım gelmez ilh...» Nebat; M.Ö.
yedinci asırda Filistin civarında yaşayan Sâmî ırkına bağlı bir millet olup
kötü ahlâklarıyla meşhurdur.
TENBİH: Bahır'da zikredilmiştir ki;
fukahanın kelâmlarından anlaşılan bu ifadeler gerek gazap halinde gerekse rıza
halinde söylensin, söyleyene had lâzım gelmez.
«Nehir'de zikredilmiştir ki; ilh...»
Nehir'in ibaresi şöyledir: Bir kimse bir sahsa «ey nebatî» dese, ta'zir edilir.
Çünkü gazab halinde bir şahsı kötü ahlâka nisbet etmek sövme sayılır. Mebsut'un
«bir şahıs Hâşimi olan bir zâta «sen Hâşimi değilsin» dese, tazir edilir»
ifadesi bunu teyid eder.
«Kazftir ilh...» Çünkü bu ifadeler doğumdan
haber verdiği için «ey zinanın çocuğu» mânâsına gelirler.
«"Ey zina koçu" ilh...» Zira bu
lâfız kazf mânâsını ifade etmediği gibi kavmin büyüğüne ve önderine de
söylenir. Nitekim Kâmus'ta böyle zikredilmiştir.
«"Ey haramzade" ilh...» Çünkü bu
ifade haram cinsi yakınlıktan doğan kimse mânâsını ifade eder. Buna göre hayız
halindeki cinsi yakınlığa da şâmil olur.
«Kendisine had lâzım gelmez ilh...» Yani
bir kimse, oğlunun nesebini inkâr edip «benden değilsin» dese, had lâzım
gelmediği gibi kendi çocuğuna «ey zinanın çocuğu» dese, yine had lâzım gelmez.
«Çünkü bunlar ile olan fena fiil şer'an
zina değildir ilh...» Şer'an zina şer'i bir nikâh akdi olmaksızın kadın ile
erkeğin kendi istekleriyle irtikâp ettikleri haram bir cinsi yakınlıktır.
Fetih.
«Erkeğin zina karşılığında bir şey alması
örf ve âdet olmadığı için had lâzım gelmez ilh...» Fetih ile Nehir'de sebebi
böyle açıklanmıştır. Ama bu, söz götürür. Çünkü erkeğin mal alma ihtimali
olduğu gibi mal verme ihtimali de vardır. Erkeğin zina karşılığında mal vermesi
âdettir. Erkek livâta karşılığında mal alır. Fakat bizim sözümüz zina
hakkındadır. Livâta ise zina değildir. Bahır'da zikredilen bizim dediğimizi
teyid eder. Şöyle ki: Bir kimse bir erkeğe «sen deve» yahut «dişi deve» yahut
«bunlara benzer bir hayvanla zina ettin» dese, hakkındahad icra edilmez. Çünkü
bu kimse, erkeğin hayvanlara cinsi yakınlıkta bulunduğunu ifade etmiştir. Eğer
«sen bir cariye»; yahut «ev» yahut «elbise ile zina ettin» dese, hakkında had
icra edilir. Hâniyye ile Zahiriyye'de de böyle zikredilmiştir.
METİN
Ölmüş olan bir kimseye kazfedildiği
takdirde kazf haddini ancak ölüye yapılan kazf sebebiyle kendi nesebine ar
(utanma) lâhik olan - ne kadar yukarı çıkarsa çıksın usûl (babası, babasının
babası) yahut - ne kadar aşağı inerse insin - fürû (oğlu, oğlunun oğlu ve kızı)
yahut kızının oğlu taleb eder. Velev ki bu kazfi taleb eden öldürme, kölelik,
küfür gibi bir maniden veya daha yakın vâris bulunmasından dolayı kazfedilenin
mirasından mahrum veya mahcûb bulunsun. Hatta kendisine kazfedilmiş olan ölüye
daha yakın vâris bulunsa yahut yakın olan vâris kazfedeni affetse yahut kazfi
tasdik etse bile uzak olan usûl veya fürû için cüziyyet sebebiyle kendilerine
ar lâhik olduğundan dolayı haddi taleb etme hakları vardır. Musannifin meseleyi
ölüye yapılan kazfle kayıtlaması gaib olan kimse hakkındaki kazf haddini usûl
ve fürû'unun taleb edemeyeceğini bildirmek içindir. Çünkü gaib olan kimse
geldiğinde kazfeden şahsı tasdik edebilir.
Bir kimse bir şahsa «ey iki zina edenin
oğlu» deyip halbuki o şahsın ana ve babası ölmüş olsa tedahül (bir kaç kazften
dolayı yalnız bir had vurulacağı) için kazfedene bir had lâzım olur. Ana -
babanın ölmesi tedahülün kaydı değildir, bilâkis faydası kazf haddini taleb
etmenin oğullarına alt olduğunu beyân içindir.
Mebsut'un sonunda zikredilmiştir ki;
bunamış bir kadın bir erkeğe «ey iki zina edenin oğlu» diye kazfetmiş, o kimse
kadını zamanın kaadısı İbn-i Ebî Leylâ (Rh.A.)'ya getirmiş ve İbn-i Ebî Leylâ
bu kadın ikrar ve itiraf ettiği için kendisine mescidde iki had vurmuş. Bu
haber imam-ı Azam (Rh.A.)'a ulaştığında; «şaşılacak şey! Kaadı yedi yerde hata
etmiş:
1 - Bunamışın ikrarına şer'an itibar yokken
hükmü onun üzerine bina edip kadına had vurmuş.
2 - Bir had vurulacak yerde iki had vurmuş,
3 - Mescidde had vurmak yasakken mescidin içinde
had vurmuş,
4 - Kadına oturduğu halde had vurmak
icabederken ayakta vurmuş.
5 - İki haddin arası, en az bir gün veya
daha ziyade zamanla ayrılması lâzım iken arka arkaya vurmuş.
6 - Kadının velisi bulunmaksızın kadına had
vurmuş.
7 - Dürer'de «kendisine kazfedilen kimsenin
ana-babası hayatta mıdır yoksa ölü müdür? sormak lâzım iken sormamış, hayana
iseler dâva etmek ana-babanın, ölmüşlerse oğullarının hakkı olacaktı» diye
zikredilmiştir» demiştir.
'Bir kimsenin üzerinde kazf etmek, içki
içmek, hırsızlık yapmak ve muhsan olmadığı halde zina etmek suretiyle çeşitli
hadler toplansa kendisine her biri için ayrı ayrı had vurulur. Fakat aynı
cinsten olan cinayetler için, bir had kifayet eder. Üzerinde çeşitli hadler
bulunan kimsenin ölmesinden korkulduğu için hadler arka arkaya vurulmayıp biri
vurulduktan sonra onun acısı ve tesiri geçinceye kadar o kimse hapsedilir. Daha
sonra diğerleri de aynı şekilde vurulur. Kazf haddi kul hakkı olduğu için önce
o vurulur, sonra kaadı muhayyer olup dilerse zina haddini vurur, dilerse
hırsızlık haddi olan elini keser. Çünkü bunların ikisi de Kur'-ân-ı Kerim'le
sabit olduğu için kuvvette beraberdir. İçki haddi ise Sahabe'nin içtihadıyla
sabit olduğu için tehir olunur. Yukarda geçen hadler üzerinde bulunan kimse,
göz çıkartma gibi kısası gerektiren bir cinayet daha işlese önce onunla
başlanır, sonra kazf haddi daha sonra muhsan ise recm olunur, diğer hadler
lağvolur. Bahır.
Hâvi'l-Kudsî'de zikredilmiştir ki; üzerinde
çeşitli hadler toplanmış olan kimse bir şahsı da öldürse, önce kul hakkı olduğu
için kazf haddi vurulur, sonra öldürülür, geri kalan diğer hadler terkolunur,
eli kesilmediği için çalmış olduğu mal terikesinden alınır. Nehir.
Fürû (ne kadar aşağı inerse insin oğlu,
kızı, oğlunun oğlu, kızının kızı), hür, müslüman ve muhsana olan anasına kazfte
bulunan usûl (ne kadar yukarı çıkarsa çıksın babasını, babasının babasını ve
babasının anası) ünü ve köle, hür müslüman ve muhsana olan anasına kazfeden
efendisini kazf haddiyle dâva edemez. Bu hür, müslüman ve muhsana olan
kazfedilmiş kadının başkasından oğlu, babası ve benzerleri gibi kendilerine ar
lâhik olacak kimsesi bulunursa, bunlar had talebine mâlik olurlar.
Nehir'de zikredilmiştir ki; kazfedenden had
düştüğünde kendisine ta'zir lâzım gelir. Hatta oğluna söven baba tazir olunur.
İZAH
«Usûl yahut fürû ilh...» «Usûl» dedeye
şâmildir. Hâniyye'de «bir kimse bir şahsa hitaben «senin deden zânidir» dese,
kendisine had vurulmaz» diye zikredilen ifade buna muhalif değildir. Çünkü
Zahiriyye'de «hangi dedesi kasdedildiği bilinmediği için had vurulmaz» diye
zikredilmiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; o şahsın
dedeleri arasında kâfir olan bulunduğu için, o kimse o şahsın müslüman olan
dedesini tayin etmedikçe kazfetmiş olmaz, fakat «sen zâninin oğlunun oğlusun»
dese kendisine had vurulur, çünkü bu ifade en yakın dedesine kazfdir. «Usûl»
anneye de şâmildir. Anne oğluna yapılan kazfi taleb etme hakkına sahibdir.
Usûlden ölünün anasının babası ve anasının anası müstesnadır. Yani bunlar ölüye
yapılan kazfin haddini dâva edemezler, ölmüş olan bir kimseye kazfedildiğinde
ölünün kardeşleri, amcaları, dayıları, halaları kazf haddini dâva ve taleb
edemezler.
«Mahcûb bulunsun ilh...» Yani ölmüş bir
kimseye kazfedildiğinde ölünün babası olduğu halde dedesi veya oğlu olduğu
halde oğlunun oğlu bulunsa, her ne kadar bunlar miras olamasalar bile kazf
haddini dâva edebilirler.
«Kölelik, küfür gibi bir mâniden ilh...»
Yani kölelik veya küfür gibi bir mâniden dolayı mirastan mahrum olan kimsenin
de kazf haddini taleb etme hakkı vardır. Çünkü kazf haddini taleb edenin muhsan
olması şart değildir. Nitekim yukarıda geçmiştir.
«Kızının oğlu taleb eder ilh...» Yani
ölünün kızlarının evlâdına gelince bu hususta ihtilâf vardır. İmam-ı Azam île
İmam Ebû Yusuf'a göre; bunlarında kazf haddini dâva etme selâhiyetleri vardır.
Fakat İmam Muhammed'e göre; bunların kazf haddini dâva etmeye selâhiyetleri
yoktur. Mezhebin muhtar olan kavli, İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf'un kavlidir.
Çünkü çocuğun nesebi ana ve baba taraflarının ikisinden de sabit olur. Bunlar
da anaları vasıtasıyla ölüye bağlı oldukları cihetle yapılan kazften bunlara da
âr lâhik olur. Bahır.
Bön derim ki: Usuldan ölünün anasının,
babası ile anasının anasını istisna etmek müşkül olur. Nitekim yukarıda «ölmüş
olan bir kimseye kazfedildiğinde, anasının babası ile anasının anası kazf
haddini dâva edemez» diye geçmiştir. Burada ise kızlarının çocuklarının, ölmüş
olan anasının babasına veya anasının anasına yapılan kazfin haddini dâva etme
hakları isbat edilmiştir.
«Usuldan ölünün anasının babası ile
anasının anası İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavline göre; istisna edilmiştir» diye
müşkülü çözmek mümkün olur. Neseble murad cüziyyettir. Çünkü cüziyyet, kazf
haddini taleb etme hakkının sabit olmasının esasıdır. Yoksa neseb, yalnız baba
tarafından sabit olur. Bunda şerife olan kadının oğlunun şerif olacağına delil
yoktur. Bundan dolayı Sarih «vasiyetler bahsinin akrabalar için vasiyyet
babında yalnız ana tarafından olan şeriflik muteber değildir» demiştir. Nitekim
Fetâvâ-yı İbn-i Nüceym'in sonunda da böyle zikredilmiştir. Remlî Hayrüddin de
bununla fetva vermiştir.
«Cüziyyet sebebiyle ilh...» Ya ölü aslının
cüzü olur ya da fürû ölünün cüzü olur. T.
«Ana-babanın ölmesi tedahülün kaydı
değildir ilh..» Yani ana-baba hayatta olsalar bile, yine bir had vurulur.
«Bilâkis faydası kazf haddini taleb etmenin
oğullarına ah olduğunu beyân içindir ilh...» Yani annesi babası ölü olduğu
takdirde kazf haddini taleb etme hakkı oğullarına aittir. Eğer ana-babası
hayatta olurlarsa, kazf haddini taleb etme hakkı onlara ait olur. Bu Minah'dan
naklen Tahtâvî'de zikredilmiştir.
«O kimse kadını zamanın kaadısı İbn-i Ebî
Leylâ (Rh.A.)'ya getirmiş ilh...» Tatarhâniyye ve diğer fıkıh kitablarında;
Kaadı İbn-i Ebî Leylâ'nın hatalarından biri de; kendisine kazfedilen kimsenin
dâva etmesi lâzım iken dâva etmeden kazfedene had vurmuş olmasıdır. Fakat
buerkeğin kadını, kaadının huzuruna götürmemesini iktiza eder.
«Bunamışın ikrarına ilh...» Yani bunamış
ukubet (cezay)e ehil değildir. Hatta şahit ile bunamışın kazfetmiş olduğu sabit
olsa bile had ile hükmetmek hatadır. Bunamışın ikrarı ile hüküm ise başka bir
hatadır.
«Bir had vurulacak yerde iki had vurmuş
ilh...» Hatta bir kimse bir cemaate kazfte bulunsa kendisine ancak bir had
vurulur. Mebsut.
«Kadının velisi bulunmaksızın kadına had
vurmuş ilh...» Kadına had Vurulurken velisinin bulunması lâzımdır. Çünkü had
esnasında kadının hareket etmesinden dolayı açılan vücudunu örter. Veliyle
murad zevci veya mahremi gibi kadına bakması helâl olan kimsedir.
«Göz çıkartma gibi ilh...» Yani üzerinde
çeşitli hadler bulunan kimse, bir adamın gözünü çıkarsa. Nehir. Bununla «yalnız
gözünün görmesinin giderilmesi» murad edilmiş, gözünün çıkarılması murad
edilmemiştir. Çünkü çıkarılan bir göz karşılığında caninin de gözü çıkarılmaz.
Zira bu surette mümaseleti temin etmek kabil değildir. Yani üzerinde çeşitli
hadler bulunan kimse, başkasının gözünün görmesini gidermesi gibi kısası
gerektiren bir cinayet daha işlese hâlis kul hakkı olduğu için önce onunla
başlanır, sonra kendisinde hem Allah hakkı hem kul hakkı bulunan kazf haddi
vurulur.
«Muhsan ise recmolunur ilh...» Eğer muhsan
değil ise diğer hadlerin sıralanması hususunda kaadı muhayyerdir. Çünkü
onlardan her biri vurulacaktır. Nitekim geçmiştir.
«Diğer hadler lağvolur ilh...» Yani
üzerinde çeşitli hadler bulunan kimse muhsan olup recmedildiğinde hadde mahal
olacak kimse ortadan kalktığı için hâlis Allah hakkı olan içki ve hırsızlık
haddi düşer.
«Geri kalan diğer hadler terkolunur ilh...»
Yani hırsızlık haddiyle içki haddi terkolunur.
Nehir'de zikredilmiştir ki; bir kimse
hakkında kısas edilme cezasıyla hâlis Allah hakkı olan hadler toplanacak olsa
kısas cezası - kul hakkı olduğundan- tatbik edilir, diğer hadlerin tatbiki
mümkün olmayacağı için düşer.
Eşbah sahibi demiştir ki; bir şahıs
üzerinde kısasen kati, mürtedlik ve zina cezası toplansa hangisinin önce tatbik
edileceğini bu zamana kadar görmedim. Ama kısas cezası kul hakkı olduğundan
önce o tatbik edilmelidir. Recm cezası ile mürtedlik cezası toplansa önce
recmedilmelidir. Günkü bununla ikisinden maksud olan hasıl olur. Fakat önce
mürtedlik cezası tatbik edilirse recm cezası tatbik edilmemiş olur.
«Usûlünü ilh...» Yani baba, oğlunun
yahut-ne kadar yukarı çıkarsa çıksın- dede yahut -ne kadar yukarı çıkarsa
çıksın- baba tarafından nine torununun hür, müslüman ve rriuhsana olan anasına
kazfte bulunsa oğul veya torunlar bunları kazf haddi talebiyle dâva edemez.
«Hür, müslüman ve muhsana olan anasına
İtti...» Yani baba kendi oğlunun ölmüş olan hür, müslüman ve muhsana olan
anasına kazfte bulunduğunda oğlu babasını kazf haddini talep etmek maksadıyla
dâvaya veremez. Eğer anası hayatta olursa, kazf haddini talep etme kendisine
ait olur. Nitekim geçmiştir,
«Kazfedenden had düştüğünde kendisine tazir
lâzım gelir ilh...» Bu Kınye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Bir kimse bir
şahsa «ey haramzade» dese had lâzım gelmez. Fakat baba çocuğuna «ey haramzade»
dese tazir olunur. Baba evlâdına sövdüğünde tazir vâcib olursa, evlâdına kazfte
bulunduğunda evleviyetle tazir vâcib olur.
METİN
Kazf haddi miras olarak vereseye intikal
etmez, imam Şâfiî (Rh. A.)'ye göre; intikal eder. Kazf ikrar edildikten sonra
ondan dönülemez. Kendisine kazfedilenin, kazfedenle bir bedel karşılığında sulh
olması ve onu af etmesi sahih olmaz. Evet. kendisine kazfedilen affederse, kazfedene
had vurulmaz. Bu haddin vurulmaması affın sahih olduğundan değil kendisine
kazfedilenin haddi talep etmediğindendir. Hatta kendisine kazfedilen kazfedeni
affettikten sonra affından dönüp haddin vurulmasını talep etse, had vurulur.
Şumunni. Bundan dolayı had ancak kendisine kazfedilen kimsenin bizzat huzurunda
vurulur.
Bir kimse bir şahsa «ey zina eden» deyip o
da «ben değilim, bilâkis sensin» dese kazfte Allah hakkı galip olduğu için
ikisine de had vurulur. Fakat bir kimse bir şahsa meselâ: «Ey habîs» deyip o da
«bilâkis sensin» dese birbirlerine mükâfat ve mukabele etmiş olduktan için
ta'zir olunmazlar. Ama ilerde gelecektir ki, kaadının huzurunda iki kimse
birbirine sövse veya birbirini dövse meclis-i şer-i şerifin hürmetini
yıktıkları ipin ve dövme farklı olup aralarında müsavat bulunmadığı için kaadı
ikisini de ta'zir eder.
Bir kimse «ey zina eden» ifadesini kendi
zevcesine deyip o da «bilâkis sensin» dese eğer zevç şehadete ehil olan cinsten
olursa zevcesine had vurulur, Han lâzım gelmez. Bu hususta kaide iki had bir
yerde toplanıp birinin takdiminde diğerinin düşürülmesi lâzım gelse haddin
zevcden düşürülmesine çare için önce kadına had vurulması vâcib olur. Lian, had
mânâsındadır. Bundan dolayı fukaha haddin vurulmasına çare için «bir kimse zevcesine
«ey zina edenin kızı zina eden» dese lian yapılmasın diye zevcesinin anası için
zevce had vurulur. Çünkü zevç kendisine had vurulmakla Hana ehli olmaktan
çıkar» demişlerdir.
Bir kimse zevcesine «ey zina eden» deyip o
da cevabında «seninle zina ettim» veya «seninle beraber zina ettim» dese şek
mahalli olduğu için had ve lian lâzım gelmez. Bu mesele hitabla yani zevcenin
«ben sertinle zina ettim» ifadesiyle tasvir edilmiştir. Çünkü zevç «sen benden
daha ziyade zina edicisin» diye cevap verse yalnız zevce had vurulur. Hâniyye.
Bir kimse zevcesi olmayan bir kadına «ey
zina eden» deyip o da «seninle zina ettim» dese, yalnız kadına had vurulur,
erkeğe had vurulmaz. Çünkü kadın erkeğe zinayla kazfedip kendinin zina ettiğini
tasdik etmiştir.
Bir kimse bir çocuk için «bendendir» diye
ikrar edip sonra «benden değildir» diye nefyetse, lian okunur. Eğer iş aksine
olup yani önce «çocuk benden değildir» diye nefyedip sonra Handan önce «çocuk
bendendir» diye ikrar etse, kazf olduğu için had lâzım olur. İki surene de
ikrar ettiği için çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. Eğer «bu çocuk benim
değildir, senin de değildir» dese, bu ifadesi heder (boş) dir. Çünkü doğumu
inkâr etmiştir.
Bir kimse bir kadına müennes alâmeti olan
«hâ»'yı terhîm (kısaltma) için hazfedip «ey zâni» dese ittifakla had vurulur.
Çünkü kelâmda asıl olan müzekker sıygasıdır. Bir erkeğe müennes sıygasıyla «ey
zâniye» dese had vurulmaz, imam Muhammed (Rh.A.) «had vurulur. Çünkü «allâme»
kelimesinde olduğu gibi «tâ» mübalağa için dahil olur» demiştir.
Kazfedilen beldede, babası bilinmeyen bir
çocuğu bulunan yahut çocuğu sebebiyle lian okunmuş kadına kazfedene had
vurulmaz. Çünkü bu çocuk zina alâmetidir. Her ne suretle olursa olsun mülkünde
olmayan oğlunun cariyesi gibi yahut bir bakıma mülkünde olan ortak cariye gibi
yahut mülkünde olup ebedî haram olan süt kızkardeşi gibi bir kadına cinsi
yakınlıkta bulunan kimseye yahut küfrü halinde zina eden kadına yahut kitabet
bedeline yetecek kadar para bırakıp ölen mükâtebe kazfeden şahsa, had vurulmaz.
Çünkü oğlunun cariyesine yahut ortak cariyeye yahut esah olan kavle göre;
mülkünde olan süt kızkardeşine cinsi yakınlıkta bulunan kimsenin namusu
kalmamıştır. Küfür halinde zina eden kadının ihsanı düşmüştür. Kitabet bedeline
yetecek kadar para bırakıp ölen mükâtebin ise hür olup olmadığında Eshab-ı
Kiram'ın ihtilâfları şüphe îrâs etmiştir.
Hayızlı iken zevcesine yahut mecusî olan
cariyesine yahut mükâtebe olan cariyesine cinsi yakınlıkta bulunan yahut kâfir
iken mahremini (nikâhı kendisine ebedî haram olan) nikâh edip sonra müslüman
olan kimseye kazfeden şahsa had vurulur. Çünkü o kimse bu kadınların bazısına
nikâh cihetinden bazısına da satın alma cihetinden mâliktir. Mahremini nikâh
edip sonra müslüman olan kimseye kazfeden şahsa İmameyn (Rh.A.)'e göre; had
vurulmaz.
Müstemin (pasaportlu) olan bir kâfir bir
müslümana kazfetse, kendisine had vurulur. Çünkü o kul haklarını yerine
getirmeyi kabul etmiştir. Fakat zina haddi ile hırsızlık haddi, şarap içme
haddi gibi hâlis Allah hakkı olduğu için kazf haddinin hilâfınadırlar.
Ama zimmî olan kimseye şarap içme haddinden
başka bütün hadler vurulur. Gayetü'l-Beyan. Fakat Sarih «biz yukarıda Münye'den
naklen zimmînin şarap içmesi ile had vurulacağı gibi sahih olan kavle göre;
sarhoşluk ile de had vurulacağını beyân ettik» demiştir.
Siraciyye'de zikredilmiştir ki; zimmîler
şarabın haram olduğuna itikat ederlerse, müslümanlar gibi olurlar. Yine
Siraciyye'de zikredilmiştir ki; bir zimmî hırsızlık veya zina edip sonra İslâm
şerefiyle müşerref olup hırsızlığı veya zinası kendisinin ikrarıyla veya
müslümanların şehadetiyle sabit olursa, kendisine had vurulur. Eğer zimmîlerin
şehadetleriyle sabit olursa, zimmîlerin şehadetleri müslüman üzerine kabul
edilmediği için had vurulmaz.
İZAH
«Kazf haddi miras olarak vereseye intikal
etmez ilh...» Yani kazfedene had vurulmadan önce kendisine kazfedilen ölse veya
haddin bir kısmı vurulduğunda ölse, had bâtıl olur. Artık usûl ve fürû'undan
hiç bir kimse bu haddi vurduramaz. Çünkü kazf haddi kendisine kazfedilenin bir
mülkü, bir şahsı hakkı değildir ki, varislerine intikal etsin. Fakat ölmüş bir
kimseye kazfedildiğinde dâva ve isbat etme ölünün usûl ve fürû'una ait olur. Bu
dâva ve isbat asaletendir. Yoksa miras yoluyla değildir. Tamamı Bahır'dadır.
«İmam Şafii (Rh.A.)'ye göre; intikal eder
ilh...» İhtilâfın esası: Biz Hanefilerce kazf haddinde Allah hakkı galiptir,
imam Şafiî'ye göre; kul hakkı galiptir. Bu itibarla İmam Şafiî'ye göre; kazf
haddi miras olarak vereseye intikal eder. Kazf ikrar edildikten sonra
dönülmesi, affedilmesi, bedel karşılığında sulh olunması sahih olur. Bunların
sahih olması, kul hakkı ciheti nazar-ı itibara alındığına göredir. Biz
Hanefilere göre; Allah hakkı nazar-ı itibara alındığı İçin bunların hiç birisi
sahih değildir. Fetih.
«Kazf edenle bir bedel karşılığında sulh
olması ilh...» Yani kazf eden kazf haddinden vazgeçmesi için kendisine kazf
edilene bir şey verip sulh olsa, bu sulh sahih olmaz. Hatta kendisine
kazfedilen sulh bedelini geri verip kazf haddini taleb etmeye devam edebilir.
Seriyüddin, Zeylaî Haşiyesi'nde «bu sulh
olma, kazf haddi için kaadıya dâva edildikten sonra olursa, had düşmez. Eğer
önce olursa, düşer» demiştir. Fusûli'l-İmâdî'de de böyledir.
Ben derim ki: Affetme de bu tafsilât
üzeredir. Buna, fukahanın «affetmekle, kazf haddini taleb etme bâtıl olmaz»
kavilleri münâfi değildir, Çünkü fukahanın bu kavilleri murafaa (duruşma) dan
sonra yapılan affa hamledilmiştir. Ebussuud.
Ben derim ki: Menkul olan buna muhaliftir.
Hâniyye'de «had sabit olduktan sonra af ve beri kılmakla had düşmez. Keza; dâva
kaadıya götürülmeden önce affedilse bile yine had düşmez.» diye zikredilmiştir.
«Affetmesi sahih olmaz ilh...» Yani had
sabit olduktan sonra kazfedilenin, kazfedeni affetmesiyle had düşmez. Ancak
kendisine kazfedilen «o şahıs bana kazfetmedi» veya «şahitlerim yalan söyledi»
derse, bu ifadesinden kazfin haddi gerektirmediği anlaşılmış olur. Yoksa had
sabit olup sonra düşmüş olmaz. Nitekim kendisine kazfedilen, kazfedeni tasdik
eniğinde yine had düşer. Fetih.
«Evet, kendisine kazfedilen, kazfedeni
affederse, kazfedene had vurulmaz ilh...» Bu ifade de «Fetih sahibinin «af
sahih olmayıp had vurulur» kavline temessük ederek kendisine kazfedilen
kazfedeni affetse bile af sahih olmadığı için kaadı kazfedene had vurur» diyen
bazı âlimler) red vardır. Bahir sahibi «bazı âlimlerin «kendisine kazfedilen
kazfedeni affetse bile af sahih olmadığı için kaadı kazfedene had vurur»
kavilleri büyük bir galattır» demiştir.
Mebsut'ta zikredilmiştir ki; kendisine
kazfediien kazfedeni affedip kazf haddini taleb etmediğinde kaadının haddi
vurma hakkı yoktur. Ancak kendisine kazfedilen affından dönüp kazf haddini
taleb ettiği takdirde kaadı kazfedene had vurur. Çünkü affetmesi hükümsüz
olduğu için sanki şimdiye kadar husumet etmemiş olur. Fetih'te zikredilen
kendisine kazfedilen affettikten sonra affından dönüp haddin vurulmasını talep
etmesi üzerine hamlolunur.
«Bundan dolayı had ancak kendisine
kazfedilen kimsenin bizzat huzurunda vurulur ilh...» Hâkim-i Şehid'in
Kâfî'slnde zikredilmiştir ki; haddin bir kısmı vurulduktan sonra kendisine
kazfedilen kaybolsa, affetme ihtimali olduğu için haddin geri kalan kısmı
vurulmaz. Açık olarak affettiğinde had evleviyetle vurulmaz.
«ikisine de had vurulur ilh...» Yani önce
söyleyene de cevap verene de. Çünkü bunlardan her biri arkadaşına kazfte
bulunmuştur, önce söyleyenin arkadaşına kazfte bulunduğu açıktır, cevap verenin
de arkadaşına kazfte bulunduğu açıktır. Çünkü «ben değilim, bilâkis sensin»
ifadesinin mânâsı «ben değilim, bilâkis sen zânisin» demektir, Bunlara had» din
vurulması ancak talep ettikleri takdirdedir. Bahır.
«Kaine Allah hakkı galip olduğu için
ilh...» Eğer birinin sözü diğerinin sözüne kısas olsa Allah hakkının düşmesi
lâzım gelir ki bu ise caiz değildir. Bahır.
Ben derim ki: Galiba kazf haddi sabit
olduktan sonra olsa bile haddin vurulmasını talep etmenin şart olması kazfte
kul hakkı bulunduğuna göredir.
«Meselâ ilh...» Yani haddi gerektirmeyen
herhangi bir ifadeden.
«Meclis-i şer-i şerifin hürmetini
yıktıkları için ilh...»
TENBİH: Kaadının huzurunda iki kimse
birbirine sövse kaadının onları affetme hakkı var mı? Nehir sahibi «ben bunu
görmedim» demiştir. Zahir olan affedemez. Fakat hasımlardan biri kaadıya «sen
benim hasmımdan rüşvet alıp benim aleyhime hükmettin» dese, fukaha «kaadının
onu affetme hakkı vardır» demişlerdir. Bu meseleyle birinci mesele arasındaki
fark açıktır.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Zira
kaadının huzurunda birbirine söven kimseler biri diğerinden hakkını almıştır.
Fakat onlar kaadının meclisinin hürmetini yıktıkları için mücerred kaadının
hakkı kalmıştır. Bu hasımlardan birinin kaadıya «rüşvet aldın» demesi gibi
olur. Buna göre; kaadı huzurunda birbirine söven kimseleri affedebilir.
Valvalcıyya'da «iki kimse kaadının
huzurunda birbirine sövse, kaadı onlara «susun» dediği halde susmasalar
başkalarının da böyle fena fiili irtikab etmeye cesaret etmemeleri için
kaadının onları hapsedip ta'zir etmedi güzeldir. Eğer kaadı onları affederse,
bu da güzeldir. Çünkü her işte affetmek menduptur» diye zikredilen buna delâlet
eder.
«Lian lâzım gelmez ilh...» Çünkü zevceye
kazften dolayı had vurulduğu için Hana ehil olarak kalmaz. Çünkü Han
şehadettir. kazf sebebiyle kendisine had vurulanın şehadeti makbul değildir.
«Lian yapılmasın diye zevcesinin anası için
zevce had vurulur ilh...»
Zevce had vurulabilmesi için önce
zevcesinin anasının kazf haddini dâva etmesi lâzımdır. Zevce had vurulunca Han
düşer. Çünkü kazf için kendisine had vurulanın şehadeti kabul edilmez. Eğer
önce zevcesi kazf haddi dâvasında bulunup kaadı aralarında Han yapsa, sonra zevcesinin
anası kazf haddi dâvasında bulunsa erkeğe kazf için had vurulur. Bahır'da da
böylece zikredilmiştir.
«Şek mahalli olduğu için ilh...» Yani zevç
zevcesine «ey zina edem deyip o da «seninle zina ettim» dese şek bulunduğu için
had vurulmaz Çünkü zevce bu ifadeyle «nikâhtan önce seninle zina ettim» mânâsın
murad etse zina ettiğinde zevcini tasdik ettiği için Han lâzım olmayı] zevcine
kazfte bulunduğu için had lâzım gelir. Eğer bu ifadeyle «nikâh tan sonra
seninle cinsi yakınlıkta bulundum» mânâsını murad edip mü , şakele (şekilde bir
olduğu) için bu cinsi yakınlığa zina demişse, had lâzım olmayıp lian vâcib
olur. Çünkü kazf zevç tarafından yapılmış, zevce tarafından yapılmamıştır.
«Seninle zina ettim» ifadesiyle bu iki
mânâdan birini tayin etmek mümkün olmadığı için lian ile hadden hangisinin
vâcib olduğunda şüphe vâki olmuştur. Binaenaleyh şüpheyle had ve Handan birisi
vâcib olmaz. Ancak zevcesinin «evlenmeden önce seninle zina ettim» veya zevcesi
olmayan bir kadın «seninle zina ettim» demek suretiyle şüphe zail olursa,
yalnız kadına had vurulur. Nehir.
«Yalnız zevce had vurulur ilh...» Çünkü
«sen benden daha ziyade zina edicisin» ifadesi kazf değildir. Yukarda geçtiği
üzere bu ifadenin mânâsı «sen zinaya daha kudretlisin» demektir. Evet.
Zahiriyye'den naklen yukarıda geçtiği üzere bu ifade kazf olup yalnız kadına
had vurulur. Yalnız kadına had vurulması şöyle de izah edilebilir: Zevcenin
zevcine «sen benden daha ziyade zina edicisin» diye cevabı kazf sayıldığı
takdirde zevcini «ey zina eden» sözünde tasdik etmiş olur.
«Lian okunur ilh...» Çünkü çocuğun
kendinden olduğunu ikrar etmesiyle çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. Sonra
«çocuk benden değildir» diye çocuğun nesebininefyetmesiyle zevcesine kazfte
bulunmuş olduğundan lian okurlar. Nehir.
«Heder (boş) dir ilh...» Yani «bu çocuk
benim değildir, senin de değildir» dese bu sözünden dolayı kendisine ne had ve
ne lian lâzım gelir.
«Çünkü doğumu inkâr etmiştir ilh...»
Bununla kazf etmiş olmaz. Bundan dolayı bir kimse bir şahsa annesini babasını
kasdederek «sen filan adamın ve filan kadının oğlu değilsin» dese kendisine bir
şey lâzım gelmez.
«Kelâmda asıl olan ilh...» Bir erkeğe «ey
zâniye» denilmesi İmam-ı Azam ile imam Ebû Yusuf'a göre; kazf sayılmaz, bu bir
erkek hakkında mutasavver olmayan bir şey ile kazf demektir, bu cihetle bu söz,
lağvdır. Nitekim tenasül uzvu kesilmiş olan kimseye kazfedene had vurulmaz.
Bir kimse bir erkeğe hitaben «sen zinaya
mahalsin» dese had vurulmaz. Müennes harfi olan «hâ»'nın mübalağa için olması
mecazdır. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; bir erkeğe «ey zâniye» denilmesi kazf
sayılır. Müennes harfi olan «ha» mübalağa için ilave edilmiş olabilir. Al-lâme
tabirinde olduğu gibi yahut bu harf zaiddir. Bur harf hazfedilince «ey zâni»
denilmiş olur.
«Çocuğu sebebiyle lian okunmuş kadına
kazfedene had vurulmaz ilh...» Yani çocuk gerek hayatta gerek ölü olsun
müsavidir. Çocuğu sebebiyle lian okunmuş kadına kazfedene haddin vurulmaması,
kaadı çocuğun nesebini babasından kesip anasına ilhak edip lian baki kaldığı
takdirdedir. Çocuğundan başka sebeble lian yapılmış veya çocuk sebebiyle lian
yapılmış fakat çocuğun nesebini kaadı babasından kesmemiş yahut zevci kendisini
yalanlayarak lian düşmüş olan kadına kazfedene had vurulur. Bahır.
«Çocuk alna alâmetidir ilh...» Bu çocuk
sebebiyle anasının iffeti kalmamıştır.
«Mülkünde olmayan ilh...» Bunda kaide:
Liaynihi haram (kendisinden dolayı haram) olan cinsi yakınlığı irtikap eden
kimseye kazfeden şahsa had vurulmaz. Çünkü zina liaynihi haram olan cinsi
yakınlıktır. Ligayrihi haram (başka bir şey dolayısı ile haram) olan cins)
yakınlığı irtikap eden kimseye kazfeden sahsa had vurulur. Çünkü bu zina
değildir. Her bakımdan veya bir bakımdan mülkü olmayan bir kadına cinsi
yakınlık liaynihi haramdır. Tereddütsüz ebedî haram olması icmâ veya meşhur
hadis ile sabit olan bir kadına mülkünde iken cinsi yakınlıkta bulunmak İmam-ı
Azam (Rh.A.)'a göre; yine liaynihi haramdır. Fakat öpme, sıkma ile sabit olan
müşâhere hürmeti böyle değildir. Çünkü bunda ihtilâf vardır. Hakkında nass
(delil) da yoktur, bilâkis ihtiyattır. Cinsi yakınlıkla sabit olan müşâhare
hürmeti ise Allah-ü Teâlâ'nın :
Nisa Sûresi; âyet : 22
«Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla
evlenmeyin.» kavl-i kerimiyle sabittir. Nass (delil) ilesabit olan bir şey
hakkındaki ihtilâfa itibar yoktur. Bir şeyin hürmeti muvakkat olursa, ligayrihi
haram olur. Tamamı Hidaye ve şerhlerindedir.
«Oğlunun cariyesi gibi ilh...» Fetih'te
buna kendisine zorla cinsi yakınlıkta bulunulan kadın misal olarak
getirilmiştir. Kadına zorla cinsi yakınlıkta bulunulması ihsanını düşürür. Buna
göre böyle bir kadına kazfeden şahsa had vurulmaz. Kendisine zorla cinsi
yakınlıkta bulunulan kadın günahkâr olmasa bile irtikap edilen fena fiil zina
olmaktan çıkmaz. Keza; kendisine zorla zina yaptırılan erkeğin ihsanı düştüğü
gibi kadının ihsanı da düşer.
«Mülkünde olup ebedî haram olan ilh...»
Haram olmanın mülke isnadı, müsebbebin sebebe isnadı kabilindendir. Çünkü haram
olan faydalanmaktır. Mülk ise faydalanmanın sebebidir. Musannif «ebedî haram»
kavliyle muvakkatan haram olandan ihtiraz etmiştir. Muvakkatan haram olanın
misalleri yakında gelecektir.
«Esah olan kavle göre ilh...» Bu ifade,
imam Kerhî'nln kavlinden ihtirazdır. Üç mezhep imamının kavli de böyledir, imam
Kerhî'ye göre; mülkünde olup ebedî haram olan süt kızkardeşlne cinsi yakınlıkta
bulunan kimseye kazfeden şahsa had vurulur, mülkündeki süt kır kardeşine çirişi
yakınlıkta bulunmak mülkünde bulunan mecusî cariyesine cinsi yakınlıkta
bulunmak gibidir. Esah olan kavlin vechi mecusî cariyenin haram olması kalkabilir.
Çünkü bunun haram olması muvakkattir, ama süt kızkardeşin helâl olmaya mahal
olması asla kabil olmadığı için buna yapılan cinsi yakınlık nasıl ligayrihi
haram sayılabilir. Fetih.
«Namusu kalmamıştır ilh...» Yani namus zail
olunca ihsan da zail olur. Nass (âyet-i kerime) namuslu ve hür kadınlara
kazfeden kimseye haddi vâcib kılmıştır. Namuslu ve hür erkekler de namuslu ve
hür kadınların mânâsında olup onlara da kazfedlldlğinde kazfedene had vâcib
olur. Namuslu ve hür olmayan kimseye kazfte bulunan şahıs hakkında haddi
gerektiren delil yoktur, ama bir insan bir günâh işleyip tövbe ettikten sonra
ona kazfte bulunmak haram olduğu için ta'zir olunur. Fetih.
«Küfrü halinde zina eden kadına ilh...»
Kadın kaydı şart değildir. Hatta dar-ı islâmda veya dar-ı harpte kadın olsun
erkek olsun küfür halinde zina edip sonra müslüman olsa, bunlara kazfedene had
vurulmaz.
Bir kimse bir şahsa «sen zina enin» deyip
sonra o şahsın küfür halinde zina ettiğini ispat etse yahut «sen kâfir iken
zina ettin» dese bu ifade âzâd edilmiş bir şahsa «sen köleyken zina ettin»
demiş gibi olup kendisine had vurulmaz. Fetih. Bahır.
«Kazfeden şahsa had vurulur ilh...» Çünkü
bu kadınların haram olması muvakkattir. Hayızlı kadının, kendisine zihar
yapılmış kadının, farz orucu tutan kadının, mecusî cariyenin, evli cariyenin,
fasid olarak satın alınan cariyenin - çünkü fasid olarak satın alma mülkü
gerektirir- haram olması muvakkatttr. Bunlara cinsi yakınlıkta bulunan kimseye
kazfeden şahsa hadvurulur. Fakat fasid olarak nikâh edilen kaimin haram olması
muvakkat değildir. Çünkü fasid nikâhla mülk sabit îlmaz. Bundan dolayı fasid
nikâhla evlenip cinsi yakınlıkta bulunan kimsenin ihsanı düşer ve kendisine
kazfeden kimseye had vurulmaz. Fetih.
METİN
Kazfeden kimse bir şahsa yapmış olduğu
kazfini ikrar edip kendisine kazfettiği şahsın isterse küfür halinde olsun zina
ettiğine dair dört şahit getirse yahut kendisine kazfedilen şahıs -yukarıda
geçtiği gibi - dört mecliste zina ettiğini ikrar etse kendisine zina haddi
vurulur. Kendisine kazfedilen şahsın ihsanı düştüğü için kazfeden kimseye had
vurulmaz. Bu meseleyi beyanda Molla Hüsrev, metnin «ev ekarra bizzina:
Kendisine kazfedilen şahıs zina ettiğini ikrar etse» ifadesi yerine «ev
ikrarihi bizzina» ifadesini zikretmiştir. Buna göre mânâsı; «kazfeden kimse
kendisine kazfte bulunduğu şahsın zinayı ikrar ettiğine şahit getirse, had
vurulur» demek olur.
Halbuki Bahır'da yazılmıştır ki; ikrar
üzere şahit getirmek asla muteber olmaz ve kendisine itimad edilmez. Çünkü
kendisine kazfedilen şahıs zina ettiğini inkâr ederse, getirilen şahit hükümsüz
olur. Eğer ikrar ederse, ikrarıyla beraber şahit Kabul edilmez: Ancak Eşbah'ın
beyânına göre; yedi yerde ikrarla beraber şahit kabul edilir. Halbuki bu mesele
o yedi yerden değildir. Bundan dolayı musannif ibareyi değiştirmiştir.
Yani: izah edilen surette haddi gerektiren
zinaya şehadet tehir olunup tekaadüm-i zamandan sonra olmazsa kendisine
kazfedilen şahsa zina haddi vurulur. Kazfeden kimse yaptığı zina isnadını o
anda isbat için delilden aciz olup şahitlerinin şehir içinde bulunduklarını
iddia edip onları getirebilmesi hususunda kendisine mühlet verilmesini isterse,
o gün mahkeme dağılmadan şahitlerini getirmesi için müsaade edilir, fakat
şahitlerini araması için kendisinden kefil alınmaz, bilâkis hapsolunup
kendisine «şahitlerini getirecek adam gönder» denilir. Kazfeden, kazf iddiasını
şahitlerle isbattan aciz olursa, kendisine kazf haddi vurulur. Kazfeden kimse
kendisine kazfettiği şahsın dediği gibi olduğuna dair dört fâsık şahit
getirirse, kazfeden kimseden, kendisine kazfedilen şahıstan ve şahitlerden had
düşer.
Cinsleri bir olan cinayetler için bir had
kifayet eder. Fakat yukarda beyân olunduğu üzere zina, içki ve kazf hadleri
gibi cinsleri ayrı olursa, bir had kifayet etmeyip her biri için had vurulur.
Musannifin bu meseleyi mutlak surette zikretmesi, kendisine kazfedilenlerin bir
kaç kişi veya bir kişi olmasına, kazf in bir günde veya bir kaç günde, bir
cümle veya ayrı ayrı cümlelerle yapılmasına, hadlerin hepsinin veya bir
kısmının dâva ve talep edilmesine şâmil olduğu gibi şunlara da şâmildir: Bir
kimseye kazf için had vurulup bir kamçı vurulması baki kaldıktan sonra o
mecliste diğer bir şahsa kazfte bulunsa, kalan bir kamçı vurularak birinci had
tamamlanır da tedahülden dolayı ikinci kazf için bir şey lâzım olmaz.
Bir köle bir şahsa kazfte bulunsa, âzâd
edildikten sonra başka bir şahsa daha kazfte bulunsa, kendisine köle haddi
vurulur. Eğer kendisine kazfolunan ikinci şahıs had esnasında veya had tamam
olduktan sonra had talebinde bulunursa, kırk ikisi için vurulmuş olduğundan had
seksene tamamlanır. Fetih.
Zeylaî'nin hırsızlık bahsinde
zikredilmiştir ki; bir kimse, bir şahsa kazfte bulunup kendisine had
vurulduktan sonra tekrar o şahsa kazfte bulunsa, ikinci için had vurulmaz.
Çünkü maksud olan, kazfeden kimsenin yalanını ortaya koyup kendisine kazfedilen
şahıstan ân gidermek; birinci hadle hâsıl olmuştur. Bundan anlaşılan: Bir kimse
bir şahsa «ey zina eden» deyip kendisine had vurulduktan sonra yine o şahsa «ey
zina eden kadının oğlu» dese ve o şahsın anası da ölmüş bulunup o şahıs had
talebinde bulunsa, o kimseye ikinci defa had vurulur. Nitekim kemal erbabına
gizli değildir.
Musannifin izah edilen meseleyi had ile
takyid etmesi, taziri gerektiren lâfızların teaddüdüyle müteaddit olmasını
ifade eder. Çünkü tazir kul hakkıdır.
FER'Î MESELE: Bir kaadı bir kimseyi zina
ederken veya içki içerken görse, istihsanen o kimseye had vurmaz, imam Muhammed
bunları kazf haddine ve kısasa kıyas ederek «kaadı ona had vurur» demiştir.
Fakat imam Muhammed'e «kaadı hâdis-i şerifle hadleri defetmeye memur olduğu
halde bu hadleri tatbik ederse, kendisine töhmet lâhik olun» diye cevap
verilmiştir.
İZAH
«Kendisine kazfedilen şahsın ihsanı düştüğü
için kazfeden kimseye had vurulmaz ilh...» Bu ifadenin burada zikredilmesi
yerinde değildir. Çünkü 'söz kendisine kazfedilene had vurulması hakkındadır.
Yoksa kazfedene had vurulması hakkında değildir.
Yukarıda Fetih'ten naklen beyân edilmiştir
ki; zina kâfirden de tahakkuk eder, fakat onun hakkında recm değil celd haddi
icra edilir. Müslüman olmasıyla da had düşmez. Bunu, Sarih de ihsan şartlarını
zikrederken açıklamıştır. Bu ifade tamamen mevzu harici değildir. Nasıl mevzu
harici olabilir ki; bâb kendisine kazfedilene had vurulması hakkında değil
kazfedene had vurulması hakkındadır. Aynı zamanda kendisine kazfedilene had
vurulduğunda kazfedenden had düşer.
«Yedi yerde ikrarla beraber şahit kabul
edilir ilh...» Yedi yer şunlardır :
1 - Vârislerden biri ölü üzerinde borç
bulunduğunu ikrar etse borçla hükmedildiğinde diğer vârislerin hakkına tecavüz
olacağı için ikrarıyla beraber şahit getirmesi de lâzımdır.
2 - Bir vasinin vesayetini bir müddeâ aleyh
(aleyhinde dâva açılan) ikrar ederken vasîye vesayetine dair şahit getirmesi
lâzımdır.
3 - Müddeâ aleyh vekâleti ikrar ederken vekil
zararı defetmek için vekâletini isbat eder.
4 - İstihkaakta aleyhine hak dâva edilen
kimsenin ikrarıyla beraber satıcısına dönmek mümkün olsun diye istihkaaka şahit
getirilmesi lâzımdır.
5 - Bir çocuğun babasından çocuktan dolayı
bir şey dâva edilip babası da dâva olunan şeyi ikrar etse, onun ikrarıyla dâva
edilen şey sabit olmaz, şahit getirilmesi lâzımdır.
6 - Bir vâris musa - leh (kendisine vasiyet
olunan kimse) için olan şeyi ikrarıyla beraber şahit getirmesi lâzımdır.
7 - Bir kimse bir hayvanı bir şahsa kiraya
verip sonra yine o hayvanı başka bir şahsa da kiraya verse, birinci kiralayan
şahıs kiracının aleyhine şahit getirse, her ne kadar ikinci kiralayan şahıs
hazır olup ikrar etse de yine getirilen şahitler kabul edilir.
«Kazfeden kimse yaptığı zina isnadını o
anda isbat için delilden aciz olup ilh...» Eğer tezkiye olunmamış iki şahit
getirse veya bir şahit getirip ikinci şahidin şehir içinde bulunduğunu İddia
etse, şahidlerin tezkiye edilmesi veya diğer şahidin getirilmesi için kaadı
kazfedeni üç gün hapseder. Nitekim bunu babın evvelinde beyân ettik.
«Kendisinden kefil alınmaz ilh...» Çünkü
kaadıya göre; kazf haddinin vâcib olmasının sebebi açıktır. Bu itibarla kaadı
kendisine kazfedilenden bir an önce ân defetmek için kazf haddini tehir etmez.
O günün mahkemesi dağılıncaya kadar tehir etmesinde bir beis yoktur. İmameyn
(Rh.A.)'e göre; kazfedilenden kefil alınır. Bundan dolayı had ve kısas
dâvasında suçlu hapsedilir. Fakat had ve kısasın bizzat kendileri için suçludan
kefil alınmaz.
Ebû Bekir-i Râzî «imam-ı Azam (Rh.A.)
«kazfedenden kefil alınmaz» ifadesiyle «kaadı kazfedeni kefil vermesi için
cebretmez» mânâsını murad etmiştir» demiştir. Ama kazfeden kendiliğinden kefil
verirse, bir beis yoktur. Çünkü kazfedenin nefsini teslim etmesi kendisi
üzerine haktır. Nefse kefil olan kimseden de ancak bu kadarı istenir. Fetih.
«Had düşer ilh...» Çünkü fasığın kendisinde
bir nevi kusur bulunsa bile şehadeti eda ve tahammüle ehildir. Bundan dolayı
biz Hanefilerce fâsığın şehadetiyle verilen hüküm geçerlidir. Binaenaleyh
fâsıkların şehadetiyle zina şüphesi sabit olup kendilerinden ve kazfedenden had
düşer. Keza: Zinanın sübutunda şahitlerin adaleti şart olduğu için kendisine
kazfedilen şahısdan da had düşer. Eğer şahitler âmâ yahut köle yahut kazf için had
vurulmuş yahut üç şahit olurlarsa kendilerine kazf için had vurulur. Kendileri
şehadete ehil veya nisab miktarı (dört şahit) olmadıkları için aleyhine
şahitlik yaptıkları şahsa zina haddi vurulmaz. Nitekim zina üzerine şehadet
babında geçmiştir.
Ben derim ki: Bundan anlaşılan kazfeden
kimseye de had vurulmasıdır. Çünkü şahitler kazf yoluyla değil şehadet etmek
üzere konuştukları için kendilerine had vurulduğu takdirde kazf eden kimseye
had evleviyetle vurulur. Ben bunu açık olarak görmedim.
«Cinsleri bir olan cinayetler için bir had
kifayet eder ilh...» Musannif «bir kimse bir kaç şahsakazfte bulunsa, yalnız
bir had vurulur» diye ifade etmiştir. Bir kimse, bir şahsa kazfedip bundan
dolayı had vurulduktan sonra tekrar başka bir şahsa kazfte bulunacak olsa.
hakkında ittifakla tekrar kazf haddi lâzım gelir. Fakat birinci şahsa tekrar
kazfte bulunacak olsa, kazf haddi vurulmaz. Fetih. Bahır.
«Bir sözle ilh...» Meselâ: Bir kimse, bir
cemaate bir cümleyle «siz zânisiniz» dese, kendisine yalnız bir had vurulur.
Nehir.
«Bir kamçı vurulması baki kaldıktan sonra
ilh...» Bu ifade «birinci had tamam olduktan sonra tekrar başka bir şahsa
kazfte bulunursa, kendisine tekrar had vurulur» kavlinden ihtirazdır.
«Tedahülden dolayı ilh...» Kazf haddinde
tedahül cereyan eder. Yani bir kaç tane kazften dolayı yalnız bir had vurulur.
Bunda kaide: Birinci hadden bir kamçı kalsa bile bu esnada kendisine had
vurulan kimse başka bir şahsa kazfte bulunacak olsa birinci had tamamlanır,
ikinci kazf için kendisine had vurulmaz. Cevhere.
Ben derim ki: İkinci kazf için ayrıca had
vurulmaması kendisine kazfedilen şahıslar hazır bulundukları takdirdedir. Bahir
ile Nehir'de böyle zikredilmiştir. Çünkü Muhit ile Tebyin'de zikredilmiştir ki;
zina veya içki için haddin bir kısmı vurulduktan sonra kaçan kimse tekrar zina
etse veya içki içse yeni baştan had vurulur. Eğer kazf haddinin bir kısmı
vurulduktan sonra kaçan kimse başka bir şahsa kazfte bulunacak olsa,
kendilerine kazfedilen bu iki şahıs beraber hazır olurlarsa veya birinci şahıs
hazır olursa, birinci haddin geri kalan kısmı tamamlanır, ikinci kazf için bir
şey lâzım gelmez. Eğer kendisine kazfedilen ikinci şahıs yalnız hazır olursa,
yeni baştan ikinci kazf haddi vurulur ve birinci şahıs dâva etmediği için
birinci hadden kalan kısım düşer. Çünkü bu şahsın haddin kalan kısmının
vurulmasını dâva etmemesi ilk baştan affetmek gibidir. Nitekim kazf haddi ilk
baştan ancak kendisine kazfedilen şahsın istemesiyle vurulur. Haddin kalan
kısmı da aynı şeklide kendisine kazfedilen şahsın istemesiyle ikmal olunur.
Bana zahir olan budur.
Velhasıl; kendisine kazfedilen birinci
şahıs yalnız olarak veya ikinci şahısla beraber haddin vurulmasını taleb
ederse, birinci haddin kalan kısmının vurulmasıyla iktifa edilir. Eğer ikinci
şahıs yalnız olarak kazf haddinin vurulmasını taleb ederse, zina ve içki haddi
gibi yeni baştan had vurulur.
Bu izahla malum oldu ki; birinci haddin
kalan kısmının tamamlanması ancak birinci şahsın hazır almasıyladır. Tedahül,
bazan ikinci haddin birinci haddin kalan kısmına dahil olmasıyla, bazan da
birinci haddin kalan kısmının ikinci hadde dahil olmasıyla olur. Bu da ikinci
kazf için yeni baştan had vurulduğundadır.
«Çünkü maksud olan ilh...» Bahır'da
zikredilmiştir ki; bunda olan kemal erbabına gizli değildir. Zira birinci hadle
kazfeden şahsın gelecekte vereceği haberde yalan olduğu ortayaçıkmayıp
kendisine had vurulmazdan önce geçmiş zamandaki vermiş olduğu haberde yalancı
olduğu ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Fetih'te «bir kimse, bir şahsa kazfedip
bundan dolayı kendisine had vurulduktan sonra tekrar aynı zinayla kazfte
bulunsa şöyle ki: «Ben o şahsa nisbet etmiş olduğum zina dâvasında duruyorum»
dese Zeylaî'de zikredildiği gibi kendisine ikinci defa had vurulmaz. Ama o
şahsa başka bir zinayla kazfte bulunsa kendisine ikinci defa had vurulur» diye
zikredilmiştir.
Fakat Zahiriyye'de zikredilmiştir ki; bir
kimse bir şahsa kazfedip bundan dolayı kendisine had vurulduktan sonra aynı
şahsa kazfte bulunacak olsa kendisine ikinci defa had vurulmaz. Bunda asıl olan
«Ebû Bekrete, Muğire'nin zina ettiğine şahitlikte bulunmuş. Hz. Ömer (R.A.)
zina şahitlerinin adedi noksan olduğu için Ebû Bekrete'ye kazf haddi vurmuş,
bundan sonra Ebû Bekrete toplantı yerlerinde «Muğire'nin zâni olduğuna şehadet
ederim» diyormuş. Hz. Ömer (R.A.) Ebû Bekrete'ye ikinci defa had vurmak
istediğinde Hz. Ali (R.A.). Hz. Ömer (R.A.)'i men etmiş. Hz. Ömer (R.A.) Hz.
Ali (R.A.)'nin kavline dönmüş ve mesele icmâ olmuştur.» diye rivayet edilendir.
Bundan malum oldu ki; mezhebin muhtar kavline göre; Zeylaî'nin zikrettiği gibi;
bîr kimse bir, şahsa kazfte bulunup bundan dolayı kendisine had vurulduktan
sonra kazfeden kimse gerek aynı sözünde israr ederek kazfte bulunsun, gerekse
aynı şahsa başka zina ile kazfte bulunsun ikinci defa had vurulmaz.
Zahiriyye'nin ibaresi burada son bulmuştur.
Bahır ile Nehir'de de «o kimseye tekrar had
vurulmaz» diye zikredilmiştir. Fakat Fetih'de zikredilen buna muhaliftir. Bana
öyle geliyor ki; doğru olan Fetih'de zikredilmiş olandır. Çünkü o kimse, başka
bir şahsa kazfte bulunduğunda kendisine tekrar had vurulduğu gibi aynı şahsa
birinci zina İsnadında başka bir zina isnadında bulunursa, yine kendisine
tekrar had vurulur. Zira o kimsenin ikinci yapmış olduğu kazfte yalan olduğu
ortaya çıkmamıştır, Ama kazfeden kimse, had vurulduktan sonra yine aynı kazf
sözünde israr etse veya mutlak surette kazfte bulunsa bu, birinci kazf üzerine
hamledileceği için kendisine tekrar had vurulmaz. Çünkü kazften dolayı
kendisine had vurulan kimse, kazfettiği sözünde doğru olduğunu belirtmek için
sözünü tekrarlayabilir. Nitekim Ebû Bekrete, «Muğire'nin zâni olduğuna şehadet
ederim» ifadesiyle başka bîr zina murad etmemiştir. Bununla malum oldu ki;
Zahiriyye'de zikredilen, Fetih'de zikredilene muhalif değildir.
«Diye cevap verilmiştir ilh...» Yani bir
kaadı bir kimseyi zina ederken veya içki içerken görse, istihsanen o kimseye
had vurmaz.
İmam Muhammed «bu hadleri kazf haddine ve
kısasa kıyas ederek, kaadı ona had vurur» demiştir. Zina ve içki haddi ile kazf
ve kısas arasındaki fark istihsanen şöyle açıklanır: Bu zina veya içki Maddinin
muayyen bir dâva ve talep edeni yoktur. Bu itibarla ibtidaen buhaddi istifa ve
icra etmek kaadıya aittir. Şahit hakkında Peygamberimiz (S.A.V.)'in :
«Kim ki bir ayıbı görüp onu setrederse diri
diri gömülen kızı diriltmiş gibi olur.» hâdis-i şerifinin gereğince kaadı setr
ile hadleri defetmeye memurdur. Binaenaleyh kaadı memur olduğu şeyi bırakıp
haddin istifa ve icrasını murad ederse, had vurmuş olduğu kimseye buğz ve
düşmanlık ettiği töhmeti kendisine lâhik olur. Bu yüzden bu hadleri icra etmesi
kaadıya caiz olmaz. Fakat kazf haddiyle kısas böyle olmayıp kazf haddinde
kendisine kazfedilen şahıs kısasta ise öldürülenin velisi dâva ve talep
etmektedir. Hatta denilmiştir ki; hakkında kötü söz söylenilen zât için kötü
söz söyleyen kimseyi tazir etmek kısas gibi olduğundan bunda kaadı için bir
töhmet yoktur. Binaenaleyh kaadı için kendisiyle Allah arasında olan şeyi
istifa ve icra etmesi caizdir. Çünkü hüküm kısasın istifa ve-icrası için şart
olmayıp suçlunun imkan vermesi için şarttır. Nitekim zina üzerine şehadet
babından önce geçmiştir. Bu mahallin takriri hususunda bana zahir olan budur.
METİN
Tazîr lügatta; mutlak surette te'dip
manasınadır. Kaamûs'un «hadden az olan dövmeye ıtlak olunur» demesi yanlıştır.
Nehir.
Şeriatta ta'zîr; miktar bakımından hadden
az olan te'dipdir. Eğer dövmekle olursa, en çoğu otuzdokuz, en azı üç kamçıdır.
Molla Hüsrev, «Dürer» isimli kitabında
tazîri dört mertebeye ayırmıştır. Musannifin Molla Hüsrev'in tazîr hakkında
beyân ettikleri kavilleri tazîri hâkimin reyine bırakmadıklarına göredir.
Halbuki izah edilen dört mertebe mutlak surette onların dedikleri gibi
değildir. Çünkü eşra-fü'l - eşraftan olan bir zât, bir kimseyi dövüp yaralasa,
onun tazîrinde mücerred ilâm kifayet etmez. Sarih «ben bu zâtın tazîrinin darb
ile olması doğrudur zannederim» demiştir.
İZAH
«Tazîr ilh...» Musannıf, hakkında muayyen
bir ukubet, muayyen bir ceza mevcud olan hadleri bitirince hakkında muayyen bir
şer'i had mevcud olmayan cürümlerden dolayı tertib ve tatbik edilecek te'dip ve
cezayı anlatmaya başlamıştır. Zayıf olduğu için hadlerden sonra zikretmiş,
ta'zîrden bir kısmı halis kul hakkı olduğu için hadlere katmıştır. Çünkü tazîr
de ukubet (ceza) den ibarettir. Tamamı Nehir'dedir,
«Tazir lügatta; mutlak surette tedip
manasınadır ilh...» Yani tazir, hadden az veya çok olmak üzere dövme veya başka
suretlerle yapılan tediptir. Tazîr, tefhîm (büyük sayma) ve tazîm (ululama)
mânâlarına da gelir. Buna göre; «tazir» tabiri zıt olan isimlerdendir.
«Kaamus'un «hadden az olan dövmeye, ıtlak
olunur» demesi yanlıştır ilh...» Çünkü bu şer'i bir vaz'ıdır, lugavî değildir.
Zira şer'i vaz'ılar ancak şeriat tarafından bilinir. Şeriatın aslını bilmeyen
lügat erbabına onun beyânı nasıl nisbet edilir. Sıhah sahibi «tazîri dövme ile
tefsir et tikten sonra hadden az dövmeye tazîr ismi verilir» demekle bu
dövmenin şer'i hadden az olmak kaydının ziyadesiyle bu ha ki kat-i şeriyyenin
hakikat-i lugaviyyeden menkul olduğuna işaret etmiştir. Binaenaleyh tazîr,
salât (namaz), zekât lâfızları gibi hakikat-i lugaviyyeden menkuldür Çünkü
bunlarda lugavî mânâsı mevcut olmakla beraber daha ziyade mânâ da vardır. Bu
mühim bir inceliktir ki; bunu Sıhah sahibi anlam» fakat Kaamus sahibi bundan
gafil olmuştur. Bunun benzeri Kaamus sahibi için çok vâki olmuştur. Bu zeki
kimselerin anlayacağı bir galattır Kaamus sahibi namına buna şöyle cevap
verilebilir: Kaamus sahibi kendi eserinde yalnız lugavî olan lâfızları
zikretmeyip bilâkis faydalan çoğaltmak için bazı şer'i ve ıstılahî menkûlatı ve
Farsça lâfızları da zikretmiştir. Fakat bu cevab söz götürür. Çünkü Kaamus
isimli kitabın mevzûu lugavî mânâları beyân etmektir. Lugavî mânâdan başkası
zikredildiğinde kitaba bakanın şüpheye düşmemesi için bununüzerine tenbih
edilmesi lâzımdır. Bu İbn-i Hacer-i Mekkî'den naklen Nehir'de zikredil mistir.
«Miktar bakımından hadden az olan tedipdir
ilh...» Had ile tazîr arasındaki fark; hadlerin miktarı muayyendir, tazîre
gelince bunun takdiri ve tatbiki müslüman hükümdarın ve onun naiblerinin
reylerine bırakıl mistir. Had şüphe ile düşer, tazîr ise şüphe ile beraber
vâcib olur. Had çocuk üzerine vâcib olmaz, tazîr ise mümeyyiz (iyiyi kötüden
ayıran) çocuk hakkında da meşrudur. Müteahhırîn ulemadan bazıları şu farkları
da ziyade etmişlerdir. Tazîr cezası müslüman hükümdarı ile onun naibleri
tarafından tatbik edilebileceği gibi zevç zevcesi hakkında, mevla kölesi
hakkında ve her müslüman, bil-fiil yapıldığını gördüğü bir fenalık tan dolayı
usulü dairesinde tazîrde bulunabilir. Had ise yalnız müslüman hükümdarı ile onun
naibleri tarafından icra edilir. Kul hakkıyla ilgili tazîr hakkındaki ikrardan
dönme sahih değildir, halis hadlerde ise ikrarda dönme şahindir. Hadde şahitler
tezkiyeye havale edildikleri takdirde aleyhine şahitlik yapılan kimse
hapsedilir. Tazîrde ise şahitler tezkiye ye havale edildiklerinde mûttehem olan
kimse hapsedilemez. Çünkü hap zaten tazîrdendir. Hadde şefaat caiz değildir,
müslüman hükümdarı v onun naibleri şefaatten dolayı had vurmayı terkedemez,
tazîrde ise şefaat kabul edilebilir. Had tekaadüm-i zaman ile düşer, tazîr ise
tekaadüm-i zaman ile düşmez.
«Eğer dövmekle olursa en çoğu otuzdokuz, en
azı üç kamçıdır ilh... Çünkü Peygamberimiz (SAV.):
«Her kim had olmayan (tazîri); had
derecesine ulaştırırca, o kimse (şeriat'ın koyduğu ölçüyü) aşanlardandır.»
buyurmuşlardır. Kölenin haddi kırk kamçıdır, tazîr ondan bir kamçı eksik
vurulur. Bu İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göredir. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.) hürler
hakkındaki en az haddi ölçü olarak kabul etmiştir. Çünkü insanda asıl olan
hürriyettir. Buna göre; İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan bir rivayette tazîr hürlerin
en az haddinden bir kamçı eksik, ondan zahir rivayete göre; beş kamçı eksik
vurulur. Nitekim bu, Hz. Ali (RA)'den rivayet edilmiştir. Rey (akıl) ile idrak
edilemeyen hususlarda Ashab-ı Kiram'ı taklit etmek vâcib olur. Fakat Hz. Ali
(R.A.)'den menkul olan bu rivayet gariptir. Tamamı Fetîh'tedir.
Hâvi'l-Kudsî'de zikredilmiştir ki; tazîr
İmam Ebû Yusuf (Rh.A)'a göre; köle hakkında üçten otuzdokuz, hür hakkında üçten
yetmişbeş kamçıya kadardır. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavlini alırız. Bundan
malûm oldu ki esah olan imam Ebû Yusuf'un kavlidir. Bahır.
Ben derim ki: «İmam Ebû Yusuf'un kavlini
alırız» ifadesinde imam Ebû Yusuf'un ikinci rivayetini birinci rivayet üzerine
tercih vardır. Çünkü ikinci rivayeti zahir rivayetdir. Bundan İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'un kavlinin İmam-ı Azam'la imam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in kavli
üzerine tercih edilmesi lâzım gelmez. Çünkü fıkıh metinleri İmam-ı Azam
(Rh.A.)'-la imam Muhammed (Rh.A.)'in kavli üzere olup Allâme Kaasım da
imamlardan bunların kavlinintashihini nakletmiştir. Bundan dolayı sarih
Bahır'da zikredilene itimad etmemiştir.
İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan «her kötülüğün
cezası kendi cinsinin cezasına yakın kılınır. Buna göre; öpme, sıkmanın tazîri
zina haddine, muhsan olmayan veya muhsan olan kimseye zina lâfzından başka bir
lâfız ile kazfin tazîri kazf haddine yakın kılınır Çünkü her nevi kötülüğün
cezası kendi nevinin cezasına göre tatbik edilir» diye rivayet edilmiştir.
Yine İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan «cürümler
büyüklük ve küçüklüğüne göre itibar edilir. Yani pek hafif cürümler ile ağır
cürümlerin cezaları müsavi değildir» diye rivayet edilmiştir. Zeylaî.
Tazîrin en azı üç kamçıdır. Kudurî
zikretmiştir. Zira üç kamçıdan az ile zecrin vâki olmayacağı görüşündedir. Halbuki
vaziyet böyle değildir. Namus, fazilet, mürüvvet ve diyanet sahibi olan
kimselerin cezaları ile birtakım beyinsiz mürüvvetten ve izzet-i nefisten
mahrum kimselerin cezaları müsavi değildir. Cezalar şahıslara göre değişir.
Zecr, üç kamçıdan az ile hasıl olduğunda üç kamçı ile takdir etmenin bir mânâsı
yoktur. Bunun için tazîr cezaları kaadıların reyine bırakılmıştır. Kaadı uygun
gördüğü tazîr cezasını verir. Âlimlerimiz bu kavil üzerinedir. Zeylaî.
Hidaye'de de böyledir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; eğer kaadı
suçlunun bir kamçı ile halini düzelteceğini bilirse, bir kamçı ile iktifa eder.
Hulâsa'da böyle açıklanmıştır. Bir kamçı vurulduğunda üçe ikmal olunur. Çünkü
tazîrin dövme ile vâcib olduğu yerde en az miktar üç kamçıdır. Üç kamçıdan daha
az miktarı yoktur. Bundan anlaşılan; kaadı suçlunun yirmi kamçıyla halini
düzelteceğine kanaat getirirse; vâcib olanın en az miktarı yirmi kamçı olur ve
bundan eksik vurması caiz olmaz. Fakat kaadı suçlunun otuz-dokuz kamçıdan az
ile halini düzeltmeyeceğini bilirse, tazîr miktarının en çoğu vacibin en az
miktarı olur, otuz dokuz kamçı tazîrin en çok miktarı olarak kalır. Kaadı
suçlunun otuzdokuz kamçıdan daha ziyade ile halini düzelteceğini bilse bile.
otuzdokuzdan ziyade kamçı vurmaz, fakat ziyade yerine hapseder.
«Molla Hüsrev «Dürer» isimli kitabında
taziri dört mertebeye ayırmıştır ilh...»
1 - Âlimler ile Hz. Ali (A.R.)'nin
neslinden olan Eşrafü'l-Eşraf hakkındaki tazîrdir ki i'lâm suretinde yapılır.
Şöyle ki: Kaadının Eşrafü'l-Eşraf'tan olan zâta «senin şöyle yaptığın bana
kadar ulaştı» diye ihtarda bulunmasıdır. Böyle bir ihtar bunlar hakkında
kafidir.
2 - Muhtar, vali, servet sahibi ve tüccar
gibi Eşraf hakkındaki tazîrdir ki kaadının suçluyu mahkemeye celb ve davet
ederek kendisine «sen şöyle yapıyormuşsun» diye ihtarda bulunmasıdır.
3 - Orta halli insanlar hakkındaki
ta'zîrdir ki kaadının suçluyu hem mahkemeye celb ve ihtar etmesi hem de
hapsetmesidir.
4 - Ayak takımı hakkındaki tazîrdir ki hem
mahkemeye celb ve ihtar suretiyle, hem hapis vehem de dövme suretiyle yapılır.
Eş-Şafi'den naklen Fetîh'te de böyle zikredilmiştir.
METİN
Tazîr dayak suretiyle yapılacak olursa
vuruşlar suçlunun bedenine dağınık olarak vurulmaz. Bazıları «dağınık olarak
vurulur» demişlerdir, iki kavlin arasını bulmak mümkündür. Eğer tazîr en son
mertebesine bâliğ olup meselâ: Otuzdokuz kamçı vurulacak olursa, suçlunun
bedenine dağınık olarak vurulur Aksi takdirde vurulmaz. Vehbâniyye Şerhi.
Tazîr; dövme, hapis, boynuna sille vurma,
kulak bükme, sert konuşma, kaadının tazîri hak eden kimseye asık suratla
bakması, kazf haddini gerektirmeyen şetm ve akla uygun olmayan sözlerle olur.
İmam Serahsî'den naklen Müctebâ'da
zikredilmiştir ki; sille vurmak suretiyle ta'zîr mubah ve münasip değildir.
Çünkü bir şahsın kafasına veya boynuna el ile vurmak istihfaf ve tahkirin en
son derecesidir. Bu itibarla ehl-i kıbleyi bu gibi rezaletten korumak lâzımdır.
Mezhebin muhtar olan kavline göre; mal almak suretiyle tazîr yapılmaz. Bahır.
Bezzaziye'den naklen yine Bahır'da
zikredilmiştir ki; bazılarına göre para almak suretiyle tazîrin yapılması
caizdir. Fakat bu cevazın mânâsı; suçlu fena fiilinden vazgeçmesi için alınan
parayı hâkim muhafaza eder. halini düzeltirse parayı kendisine iade öder,
halini düzeltmesinden ümidini keserse alınan parayı münasip gördüğü yere
sarfeder demektir.
Müctebâ'da «mal almak suretiyle tazîr
İslâmın evvelinde vardı, sonra neshedildi» diye zikredilmiştir. (Tazîrin
tarifinden de anlaşıldığı gibi) hakkında şer'an muayyen bir ceza ve belirti bir
ölçü yoktur. Tazîr cezaları kaadının re'yine bırakılmıştır. Âlimlerimiz bu
kavil üzerinedir. Zeylaî. Çünkü tazîrden asıl maksat insanları fena fiillerden
men etmektir. Bu hususta ise insanların fiilleri çeşitli ve farklıdır, Bahır,
İZAH
«Suçlunun bedenine dağınık olarak vurulmaz
ilh...» Bilâkis bir yerine meselâ: Yalnız arkasına vurulur. Eğer suçlunun
bedenine dağınık vurulmak suretiyle de tahfif yapılırsa ta'zîrden maksud olan
suçluyu kötülükten men etme hasıl olmaz.
«Aksi takdirde vurulmaz ilh...» Yani tazir
otuz dokuz kamçı olmayıp üç kamçı vurulması gibi az olursa bir azaya vurulur.
Fetih'te böyle zikredilmiştir. Bundan anlaşılır ki tazîrin miktarı otuzdokuz
veya buna yakın olup bir azaya vurulduğu takdirde azanın telef olmasından
korkutursa suçlunun bedenine dağınık olarak vurulur. Hadlerde olduğu gibi
yüzüne, başına, tenasül uzvu gibi nazik yerlerine vurulmaz. Zeylaî.
«Akla uygun olmayan sözlerle olur ilh...»
Yani tazîr yalnız bu nevilerden ibaret olmayıp ilerde geleceği üzere
memleketinden uzaklaştırmakla da olur.
Ben derim ki: Tazîr yalancı şahid için
tesvid ve teşhir ile de yapılır. Yalancı şahidin yüzükarartılarak veya
kendisini bir merkebe tersine bindirilerek şehir içinde dolaştırmak suretiyle
yapılır.
«Mezhebin muhtar olan kavline göre; mal
almak suretiyle tazîr yapılmaz ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki; İmam Ebû
Yusuf (Rh.A.)'a göre; sultanın mal almak suretiyle tazîr yapması caizdir,
İmam-ı Azam'la imam Muhammed (Rh.Aleyhima) ve diğer müctehidlere göre; mal
almak suretiyle tazîr yapılması caiz değildir. Miraç isimli kitabda da böylece
zikredilmiştir. Bundan anlaşılan İmam Ebû Yusuf'tan gelen rivayet zayıftır.
Şürünbûlalî'de «İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un
kavliyle fetva verilmez. Çünkü bunda halkın mallarını almak üzere zalimleri
musallat edip onların mallarını yedirmek vardır» diye zikredilmiştir.
«Alınan parayı hâkim muhafaza eder ilh...»
Yoksa bazı zalimlerin tevehhüm ettikleri gibi kendi nefisleri veya beytül'mal
için almaz. Çünkü şeriatta müslümanlardan hiç bir kimse için şer'i bir sebeb
olmaksızın bir şahsın malını alması yoktur. Velhasıl mezhebin muhtar olan
kavline göre; mal almak suretiyle tazîr yapılmaz. Müctebâ.
«Hakkında şer'an muayyen bir ölçü yoktur
ilh...» Yani tazîrin nevilerinde şer'an hadlerde olduğu gibi muayyen bir ölçü
yoktur. Tazîrin cezaları gerek dövme ile olsun gerek başka veçhile olsun
kaadının reyine havale edilmiştir. Kaadı, hususî bir cürümde suçluyu dövme
re'yinde bulunursa, otuzdokuz kamçıdan ziyade takdir edemez.
Ben derim ki: Tazîrin başka bir nevi olan
hapsi, dövmeye ilave edebilir. Tazîr, cinayetin ve caninin değişmesiyle,
değişir.
Zeylaî «tazîr hakkında muayyen bir ölçü
yoktur. Tazîr cezaları cinayetlerin miktarına göre; kaadının reyine
bırakılmıştır. Çünkü tazîr hakkındaki ceza cinayetin değişmesiyle değişir. Buna
göre; bir kimsenin kendisine haram olan bir kadına cimadan başka fena bir
muamelede bulunması yahut hırsızın eşyaları evin içinde toplayıp çıkarmaması
gibi büyük günâhlarda tazîrin en son derecesinin tatbik edilmesi lâzımdır.
Keza; kaadı insanların hallerini göz önünde bulundurmalıdır. Çünkü bazı
kimseler en ufak bir tekdir veya ihtardan pek ziyade sıkılıp büyük bir
mahcubiyet ve pişmanlık hissederek hallerini düzeltmeye muvaffak olurlar.
Birtakım şahıslar ise en ağır hakaretlerden ve çok mühim cezalardan bile
istenilen derecede müteessir olmazlar.» demiştir.
Nihaye'de de tazîr, Dürer'de olduğu gibi
mertebeler üzerine zikredilmiştir. Nihaye'nin ibaresi kaadı insanların
hallerine bakar kavlini beyândır. Yani insanların halleri dört mertebe
üzeredir. Buna göre; Dürer ile Nihaye'de zikredilen, tazîr cezalarının kaadının
reyine bırakılması kavline muhalif değildir. Bu takdirde; birinci mertebe ile
Eşrafü'l-Eşraf murad olunur., Eşrafü'l-Eşraftan fazilet, namus, mürüvvet ve
diyanet sahibi bir kimseden hernasılsa küçük bir kusur zuhur ettiğinde bunun
tazîr! ilâm ile olur. Çünkü âdette böyle büyük zâtlar, ilâmın üstünde tazîri
gerektirecek bir şey yapmazlar. Tazîrden bu miktar ile inzicar (sakınma) hasıl
olur. Bu «tazîr cinayetin büyüklüğüne, küçüklüğüne göredir» ifadesine münafi
değildir. Hatta ulemadan Eşraftan ve büyüklerden sayılan bir kimse livâta yapsa
yahut fasıklarla beraber içki meclisinde bulunsa yahut bir şahsı dövüp
yaralasa, onun tazirinde mücerred ilâm kifayet etmeyip cinayetine göre tazîr
olunur. Nehir. Fetih.
METİN
Tazîr öldürme ile de olur. Meselâ: Bir
kimse bir şahsı kendisine helâl olmayan bir kadınla zina ederken bulsa bağırma
ile veya dövme ile bu fena fiile mani olamayacağını bilirse onu öldürür. Eğer
bu fena fiile bağırma veya dövme ile mani olacağını bilirse, o şahsı öldürmez.
Bir kimse bir kadının rızası olmaksızın zorla ona zina etmek istediğinde
kadının onu öldürmesi caizdir ve o şahsın kanı hederdir. Vehbâniyye.
Bir kimse bir şahıs ile bir kadını kendi
rızalarıyla zina ederken görse bağırma ile veya dövme ile bu fena fiile mani
olamayacağını bilirse, ikisini de öldürür.
Zeylaî «Hindvânî'den böylece nakl ettikten
sonra Münyet'ül-Müftî'de «bir kimse zevcesiyle veya bir mahremiyle başka bir
şahsı kendi rızalarıyla zina ederken görse ikisini birden öldürür» diye zikredilmiştir»
demiştir. Dürer'de Molla Hüsrev bunu ikrar etmiştir.
Bahır'da «bir kimsenin zevcesi ve mahremi
olmayan kadın ile, zevcesi ve mahremi olan kadın arasında fark vardır. Bir
kimse zevcesi ve mahremi olmayan bir kadınla bir şahsın zina ettiğini görünce
bağırma ile veya dövme ile bu fena fiile mani olamadığı takdirde bunları
öldürmesi helâl olur. Fakat kendi zevcesi veya mahremiyle bir şahsın zina
ettiğini görünce mutlak surette yani bağırmakla veya dövmekle onların bu fena
fiiline mani olsun veya olmasın onları öldürmesi helâldir.» diye
zikredilmiştir.
Bahır sahibinin sözünü Nehir sahibi
«Bezazaziye ile diğer muteber kitablarda beyân edildiğine göre; bir kimsenin
zevcesi ve mahremi olmayan bir kadın ile veya zevcesi ve mahremi olan kadın ile
bir şahsın zina ettiğini görmesi arasında fark yoktur» diye reddetmiştir.
Hindivânî'nin kadın lâfzını nekre olarak zikretmesi de buna delâlet eder. Evet,
Münye'nin sözü her ne kadar şart zikrinden mutlak ise de fukahanın kavillerinin
bir olması için mukayyede hamlolunur. Bundan dolayı Vehbâniyye'de muhsan olup
olmamasına temas edilmeyerek mutlak surette zikredilen şartla kesin hüküm
verilmiştir. Hak olan da budur. Çünkü had olmadığı için kendisinde İhsan şart
değildir, bilâkis bu iyilikle emretme kötülükten nehyetme kabilindendir.
Müctebâ'da zikredilmiştir ki; asıl ve kaide
şudur: Herhangi bir şahıs bir müslümanı zina ederken gördüğünde onu öldürmesi
helâl olur. Ancak zina ettiği hususunda kendisinintasdik edilmemesi korkusu
bulunduğu için onu öldürmekten çekinebilir. Buna göre; onu öldürüp öldürmeme
arasında muhayyer olur.
İZAH
«Tazîr öldürme ile de olur ilh...» İbn-i
Teymiyye'nin Es-Sârimü'l-Meslûl isimli eserinde zikredilmiştir ki; Hanefi
mezhebinin usul ve kaidelerine göre; bir kimse bir şahsı öldürme aleti olmayan
ağaç ve taş gibi ağır bir şeyle öldürse yahut dübürden cinsi yakınlıkta bulunsa
öldürülmez, fakat bu suretle onu bunu öldürmeyi veya dübürden cinsi yakınlıkta
bulunmayı âdet edinirse, şer ve fesadını önlemek için veliyyü'l-emrin onu
öldürmesi caizdir. Kezâlik maslahat ve menfaat gördüğünde tayin edilmiş olan
had üzerine ziyade etmesi de caizdir.
Peygamberimiz (S.A.V.)'den ve Ashab-ı
Kiram'dan bu gibi cürümler hususunda rivayet edilmiş olan öldürmeler bir
maslahat ve hizmet görmeleri üzerine hamlolunmuştur ve buna «siyaseten öldürme»
ismi verilir. Kendi cinsinde öldürme meşru olan cürümlerde veya tekrarlanmak
suretiyle büyük günâh olan cürümlerde veliyyü'l-emrin caniyi öldürme suretiyle
ta'zîrde bulunması caizdir. Bundan dolayı fukahanın ekserisi «zimmîlerden
Peygamber Efendimize çok söğüp siğen her ne kadar yakalandıktan sonra müslüman
olsa bile öldürülür» diye fetva vermişlerdir. Fukaha bu öldürmeye «siyaseten
öldürme» demişlerdir.
«Kadının onu öldürmesi caizdir ilh...» Yani
kadının ondan bağırma veya dövme ile kurtulması mümkün olmadığı takdirde onu
öldürür. Eğer kadın bağırıp çağırmazsa kendisine zorla tecavüz edilmek
istenildiği anlaşılmaz.
Vehbâniyye şerhinin Kerahiyet bahsinde
zikredilmiştir ki; bir erkek bir kadına zorla zina yapmak istediğinde kadının
onu öldürmesi caizdir. Keza bir kimse bir oğlana zorla cinsi yakınlıkta
bulunmak istediğinde oğlan onun elinden öldürmeden başka bir suretle
kurtulamazsa, onu öldürmesi caizdir ve onun kanı hederdir.
«Bezzaziye ile diğer muteber kitablarda ilh...»
Yani Hâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse muhsan olan bir şahsı kendi
zevcesiyle veya başka bir kadınla zina ederken görse bağırmasıyla bu fena fiile
mâni olamadığı takdirde onu öldürmesi helâl olur, öldürürse kısas edilmez.
«Mukayyede hamlolunur ilh...» Yani
Münyet'ül-Müftî'nin «bir kimse zevcesiyle veya bir mahremiyle başka bir şahsı
kendi rızalarıyla zina ederken görse ikisini birden öldürür» ifadesi bu kimse
bu fena fiile bağırma veya dövme ile mani olamayacağını bilmesi üzerine
hamlolunur.
Ben derim ki: Hindivânî ile
Münyetü'l-Müftî'de zikredilen meselelerin arasını söyle bulmakta mümkündür: Bir
kimse bir şahsı kendisine helâl olmayan bir kadınla birlikte zina etmedenönce
bulsa o kadın, bulan kimsenin gerek zevcesi veya mahremi olsun ve gerekse
olmasın o şahsın bağırmak veya dövme ile kaçacağını bilirse, onu öldürmesi
helâl olmaz. Eğer o şahsı o kadınla zina ederken bulursa mutlak surette yani
bağırıp çağırmaksızın öldürmesi caiz olur. Bundan dolayı Münye'de «zina
ederken» ifadesiyle kayıtlayıp ve «ikisini birden öldürür» ifadesini mutlak
olarak zikretmiştir. El-Hâvi'z-Zâhidî'nin cinayet bahsinde bunu te'yid eden
ibareyi gördüm. Şöyle ki: Bir kimse zevcesiyle bir şahsı rızalarıyla zina
ederken yahut onu öperken yahut onu kucaklarken görüp o şahsı veya ikisini de
öldürse, kendisine bir şey lâzım gelmez. Bunu şahidle veya ikrar ile isbat
ederse kadının mirasından da mahrum olmaz.
Bir kimse zevcesini veya mahremini bir
şahısla ıssız bir çölde görse, fakat o şahsın zevcesine veya mahremine zina
veya öpme. sıkma gibi bir hareketini görmese bazı âlimler «ikisini birden
öldürmesi helâl olur» demişlerdir. Bazı âlimler ise «zina veya öpme, sıkma gibi
fena bir hareketini görmedikçe öldürmesi helâl olmaz» demişlerdir.
Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böylece zikredilmiştir.
Bezzaziye'nin hırsızlık bahsinde
zikredilmiştir ki; bir kimse ehliyle beraber evinde veya komşusunun evinde
komşusunun ehliyle bir şahsın kendi rızalarıyla zina ettiğini görüp, o şahsı
yakaladığı takdirde kendisini öldürmesinden korkarsa. her ikisini de öldürmesi
caizdir. Bu. bir kimsenin bir şahsı kendisine helâl olmayan bir kadınla zina
halinde görmesiyle, zina etmedikleri halde birarada görmesi arasındaki acık
farktır.
«Mûçtebâ'da zikredilmiştir ki; ilh...» Bazı
fukaha, bunu Camiü'l-Fetâvâ ve Bezzaziye'nin hudud bahsine nisbet etmiştir.
Hasılı her hangi bir kimse, bir müslümanı kendisine helâl olmayan bir kadınla
zina ederken görürse, diyaneten onu öldürmesi helâl olur, kazaen onu öldürmesi
helâl olmaz. Çünkü kaadı onu ancak şahitle tasdik eder.
METİN
Mûçtebâ'da zikredilen asıl ve kaaide
üzerine; haksız olarak başkasının malını açıktan zorla alan kimselerin, yol
kesicilerin, baç ve gümrük toplayanların, kıymeti az olan şeyle zulmeden
kimselerin, büyük günâh işleyen kimselerin, ortalığı birbirine katan
fesatçıların hepsinin ta'zîr yoluyla öldürülmeleri mubah olur. Bunları
öldürenler sevap kazanır. Nasıhî; bozgunculukla koşan, insanlara zarar ve eza
veren kimselerin öldürülmelerine fetva vermiştir. Bu zikredilenlerin zulüm ve
ezalarına öldürmeden başka bir yolla mani olunamadığı takdirde öldürülmeleri
mubah olur.
Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir ki;
insanlara zarar ve eza eden kimselerin ta'zîrleri, memleketlerinden
uzaklaştırmak, hücum edip onları evlerinden çıkarmak, evlerini yıkmak, her ne
kadar şarabın içine tuz atılsa bile şarap küplerini kırmakla olur. Fakat
şarabmahzeninin yakılması nakil ve rivayet edilmemiştir. Her müslümanın, Allah
hakkı ile ilgili olup henüz işlenmekte bulunan bir günâhtan dolayı münasip bir
şekilde tazîr yapması caizdir. Tazîri gerektiren bir günâh yapıldıktan sonra
artık hâkimden, zevçten ve efendiden başkasının tazîr yapmaya selâhiyeti
yoktur. Kınye.
FER'Î MESELE: Kendisine tazîr vurulacak
kimse bir şahsa «bana şu tazîri vur» deyip o da vurduktan sonra, hâkime murafaa
olunsa, vurulan tazîr hâkimin vuracağı tazîr yerine geçer. Fakat bu Allah hakkı
olup tazîr icap eden şeylere hamledilir, Bunu musannif da ikrar etmiştir.
Hâniyye'nin dâva bahsinde de böylece zikredilmiştir. Fakat Fetih'de «kul hakkı
olan şeylerde dâvaya tevakkuf ettiği için ta'zîri ancak veliyülemir tatbik
edebilir. Ancak dâvâlı ile davacı o hususta bir hakem tayin edip onun tazîrine
ikisi de razı olursa, bu hakem tazîri yapabilir» diye zikredilmiştir. Hıfz
olunsun!
Bir kimse, bir şahsı haksız olarak dövüp o
şahıs da o kimseyi aynı şekilde dövse, ikisine de tazîr lâzım gelir. Dövme
farklı olduğu için birbirine tam mukabele etmiş olmazlar. Nitekim kaadının
huzurunda iki kimse birbirine sövseler, meclisin hürmetini yıktıkları için
ikisine de ta'zîr lâzım gelir. Bu, yukarıda geçmiştir. Zulme sebebiyet verdiği
için önce ta'zîr, ilk dövene vurulur. Kınye.
Mecmaü'l-Fetava'da zikredilmiştir ki; haddi
gerektirmeyen şeylerde misliyle cezalandırma caizdir. Bu hususta, Cenab-ı Hak
tarafından: Eş-Ş û râ Sûresi; âyet: 41)
«Kim kendisine (yapılan) zulmün ardından
herhalde hakkını alırsa artık bunlar aleyhinde (mesuliyete) bir yol yoktur.»
âyet-i kerimesiyle izin ve ruhsat verilmiştir. Ama Allah-ü Teâlâ'nın : Eş-Şûrâ
Sûresi; âyet: 40
«Kim affeder, barışı sağlarsa mükâfaatı
Allah'a aittir.» kavl-i kerimine nazaran affetmek efdaldır. Tazîr edilmesi
lâzım olan kimse ziyade tedibe muhtaç olursa, dövmeyle beraber hapsedilmesi
sahih ve caizdir. Hapis suretiyle tazîr cezası, suçluyu resmî hapishanelerden
birine koymak suretiyle yapılabileceği gibi kendi hanesinde tevkif edip dışarı
çıkmaktan men etmek suretiyle de olabilir. Nehir.
Hadler içinde en şiddetli dayak tazîr
dayağıdır. Çünkü tazîr aded cihetinden hafiftir, fakat vasıf cihetinden hafif
değildir. Ta'zîrden sonra en şiddetli dayak zina haddidir. Çünkü zina haddi
kitabla sabittir. Zina haddinden sonra içki haddi gelir. Çünkü içki haddinin
sübutu Ashab-ı Kiram'ın icma ve ittifaklarıyladır, kıyasla değildir. Çünkü
kıyas hadlerde câri olmaz. İçki haddinden sonra kazf haddidir. Çünkü kazfedenin
doğru olma ihtimalinden dolayı, sebebi zayıftır.
İZAH
«Yol kesiciler ilh...» Yani bir kimse bir
yol kesiciyi gördüğünde her ne kadar yol kesicikendisinin yolunu kesmeyip
başkasının yolunu kesse bile onu öldürmesi caizdir. Çünkü onu öldürmede onun
şerrinden ve ezasından insanları kurtarmak vardır.
«Büyük günâh işleyenler ilh...» Yani büyük
günâhla murad, zararı başkasına tecavüz eden günâhlardır.
«Ortalığı birbirine katan fesatçıların
ilh...» Bu ifade sihirbaz, yol kesici, hırsız, lûtî (dübürden cinsi yakınlıkta
bulunan kimse), insanları hileyle boğup öldüren gibi umuma zararı olan fesatçı
kimselere de şâmildir. Bunların fena fiillerine başka suretle mani olunamazsa
tazîr yoluyla öldürülmeleri caizdir.
Nesefî'nin Ahkâmü's-Siyaset risalesinde
zikredilmiştir ki; Şeyhü'i-İslâm'a «fetret zamanında zalimlerin, ortalığı
birbirine katan fesatçıların öldürülmelerinden» sorulmuş, o da «onlar
yeryüzünde bozgunculukla koştukları için öldürülmeleri mubah olur» diye cevap
vermiştir. Kendisine «onlar fetret zamanında fesatçılığı bırakıp gizlenirler»
denilmiş, o da «zaruret olmadığı için bunu yapmıyorlar.» Geri. gönderilseler
bile vazgeçirilmek istendikleri şeylere döneceklerdir. «(El-en'am Sûresi, âyet:
28) âyet-i kerimesinin gereğince biz bunu görmekteyiz» diye cevap vermiştir.
«Memleketlerinden uzaklaştırmak ilh...»
Buhari şerhi Aynî'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki; insanlara eza cefa
eden kimsenin memleketinden sürgün edilmesi caizdir.
«Hücum edip onları evlerinden çıkarmak
ilh...»
Ahkâmü's-Siyaset ile Müntekâ'da
zikredilmiştir ki; bir kimsenin evinde çalgı sesi işitilince o eve izinsiz
girilmesi caiz olur. Çünkü o kimse çalgı sesini işittirmekle evinin hürmetini
yıkmış olur.
Bezzaziye'nin Hudud bahsinde, Nihaye'nin
Gasb bahsinde ve Diraye'nin Cinayet bahsinde zikredilmiştir ki; evinde her
türlü fısk ve fesadı âdet edinen şahsın üzerine, bulunduğu oda yıkılır. Hatta
bozguncuların evlerine hücum edilmesinde bir beis yoktur. Hz. Ömer (R.A.) ağıt
yakıp ağlıyan bir kadının evine girip onu kamçıyla döverken başının örtüsü
düşmüş, kendisine «onun hürmetini yıktın» denildiğinde Hz. Ömer (R.A.) «o haram
olan şeyle meşgul olduktan sonra onun hürmeti kalmayıp cariyelere katılmıştır»
demiştir.
Fakîh Ebû Bekir-i Delhi'nin köye çıktığı,
ırmak kenarında başları ve kolları acık kadınların yanından geçtiği, kendisine
bunu nasıl yaptığı sorulduğunda «onların hürmeti yoktur, onların imanlarında
şüphe vardır, sanki onlar gayr-i müslimdirler» dediği rivayet edilmiştir. Hz.
Ömer (R. A.)'in şarap mahzenini yaktığı rivayet edilmiştir. Saffar-ı Zâhid'in
fasıkın evinin tahrip edilmesini emrettiği rivayet edilmiştir.
«Her ne kadar şarabın içine tuz atılsa bile
ilh...» Yani her ne kadar şarap sahipleri «biz onun içine sirke yapmak için tuz
attık» deseler bile yine şarap küpleri kırılır.
Uyun'dan naklen Bezzaziye'nin kerâhiyet
bahsinde ve Nesefî'nin Fetâvâ'sında zikredilmiştir ki; şarap küpleri kırılır ve
kıran kimse ödemez, içerisine tuz atmak kifayet etmez. Keza; bir kimse
zimmîlerin şaraplarını döküp, küplerini kırsa, şarap tulumlarını parçalasa,
bakılır. Eğer onlar bunu müslümanlar arasında izhar ediyorlarsa, kıran kimse
ödemez. Çünkü onlar bunu müslümanlar arasında izhar etmekle, imha edilmesine
yol açmışlardır.
Siyerü'l-Uyun'da «imha eden, kimse öder.
Ancak kıran veliyyü'l-emir olup kırılmasını uygun görürse, ödemez. Çünkü bu,
ihtilaflı bir meseledir. Müslümanın şarap tulumu parçalandığında ödenir. Bir
müslümanın evinde bir küp şarap bulunup imha edilse, İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a
göre; sirke yapmak için saklamışsa, ödenir. Aksi takdirde, ödenmez. Hassâf
«imha eden şahıs veliyyü'l-emrin izniyle imha etmişse, ödemez. Aksi takdirde
öder» demiştir. Bu meselede asıl ve kaide: Bir kimse, bir müslümanın çalgı
âletlerini kırsa, İmameyn'e göre; ödemez. Fetva da bunun üzerinedir» diye
zikredilmiştir.
«Şarap mahzeninin yakılması nakil ve
rivayet edilmemiştir ilh...» Yukarıda geçtiği üzere Hz. Ömer (R.A.)'in şarap
mahzenini yaktığı nakledilmiştir. Sarih «şarap mahzeninin yakılması nakl ve
rivayet edilmiştir» ifadesi ile âlimlerimizden nakledilmediğini murad etmiştir.
Fakat Saffâr-ı Zâhid'den bunu ifade eden geçmiştir.
«Her müslümanın münasip bir şekilde tazîr
yapması caizdir ilh...» Yani Allah hakkı için vâcib olan tazîri yapabilir.
Çünkü bu, iyilikle emir, kötülükten nehy, fesadı gidermek kabilinden bir
vecibedir. Böyle bir fenalığı def ve gidermeye her müslümana Sari tarafından
izin verilmiştir:
«Sizden biriniz bir fenalık gördüğünde ona
eliyle manı olsun. Eliyle mani olamazsa, diliyle mani olsun.» Hadis-i şerifi
buna delildir. Hadler böyle değildir. Hadleri ancak veliyyü'l-emir ile onun
naibleri tatbik edebilir. Kazf ve benzeri gibi kul hakkı ile ilgili cürümlerden
dolayı icab eden ta'zîri icra etmek selâhiyeti de yalnız veliyyü'l-emir ile
onun naiblerine aittir. Çünkü böyle şahsi haklardan dolayı dâva bulunmadıkça
ta'zîr cihetine gidilemez. Dâva ise ancak resmî bir makama müracaat etmekle
olur.
«Taziri gerektiren bir günâh yapıldıktan
sonra ilh...» Kınyed'e zikredilmiştir ki; bir kimse, bir şahsı fenalık yaparken
gördüğünde onu münasip bir şekilde tazîr etmesi caizdir. Çünkü bu, kötülükten
nehyetme kabilinden bir vecibedir. Her müslüman bununla memurdur. Tazîri
gerektiren bir kötülük yapıldıktan sonra artık fertlerin tazîr yapma
selâhiyetleri kalmaz. Çünkü yapılıp bitmiş olan bir kötülük hakkında fertlerin
nehyetmesi mutasavvar değildir. Bu hususta yalnız tazîr vazifesi kalır ki; bu
da arzedildiği gibi yalnız veliyyü'l-emir ile onun naiblerine ait olur.
«Misliyle cezalandırma caizdir ilh...»
Bunda cezaların müsavi ve yalnız dâvâlı ile davacının hakkı olmasının şart
olduğuna işaret vardır. Böyle olmazsa, misliyle cezalandırma mümkünolmaz.
«En şiddetli dayak tazîr dayağıdır ilh...»
Yani dövme suretiyle olan tazirde suçlunun üzerinde yalnız kürk ve içi pamuklu
hırka gibi kalın elbisesi çıkarılır ve kendisi ayakta olarak şiddetlice
dövülür. Gâyetü'l-Beyan. Bahır.
METİN
Şeriatta haram ve örfte utanç veren fiili
kendi iradesiyle irtikâb eden yahut müslümana haksız yere sözüyle, isterse göz
kırpma veya el işareti ile olsun fiiliyle eza ve cefa eden kimse ta'zîr edilir.
Haram, mubah bahsinde gelecektir ki; göz kırpma ve el işareti gibi fiiller
gıybettir. Bunu irtikâb eden kimse haram olan fiili irtikâb etmiş olur. Ancak
«ey köpek» denilmesi gibi yalan olduğu açık olan ifadelerle olursa tazîr icab
etmez. Bahir. Hakkında şer'an muayyen bir had ve muayyen bir ceza bulunmayan
herhangi bir günâhı ve herhangi bir suçu işleyen kimse tazîr edilir. Eşbah.
Buna göre; bir kimse kendi çocuğuna yahut ümm-i veledi olsa bile memlûkune
yahut kâfir olan şahsa yahut kazf insanıyla muhsan olmayana zina ile kazfederse
tazîr edilir ve tazîrin en son derecesi tatbik edilir. Nitekim bir kadına cinsi
yakınlıktan başka öpme, sıkma gibi haram olan bir muamelede bulunan kimseye
yahut evin içinde eşyayı cem edip çıkarmadan önce yakalanan hırsıza haddin en
son derecesi tatbik edilir. Bunlardan başka fena fiillerde tazîrin en son
derecesi tatbik edilmez. Gerek mesturu'l-hal (adaletli olup olmadığı
bilinmeyen) gerek adaletli bir müslümana «ey fasık» diye kazf ve şetmeden kimse
de tazîr edilir. Ancak gümrükçü, baççı gibi fışkı malûm olursa yahut kaadı onun
fasık olduğunu bilirse tazîr icab etmez. Çünkü böyle fıskı malûm olan şahıs
kazf ve şetmeden kimsenin sözünün kabulünden önce kendi nefsini lekelemiştir.
Kazfeden kimse sebebini beyan etmeksizin mücerred olarak onun fasık olduğunu
şahit ile isbat etmek murad etse kabul edilmez. Fakat kazfeden kimse «ey zina
eden» deyip kendisine kazfettiği şahsın zina ettiğini isbat edecek olsa kazf
haddi lâzım geleceği için şahidleri kabul edilir. Fakat sebebini beyan
etmeksizin fışkını isbat etmeyi murad etmek bunun gibi değildir. Hatta
şahitler, kendisine zina isnadıyla kazfedilen şahsın Allah hakkı veya kul hakkı
olan fena bir fiili işlemekle fasık olduğunu beyan etseler şehadetleri kabul
edilir.
Keza: Şahidin cerhinde de yine böyledir.
Kaadının kazf ve şetmeden kimseden kendisine kazf ve şetm ettiği şahsın
fıskının sebebini sorması lâzımdır. Eğer, kaadının sualinin cevabında kazf ve
şetmeden kimse kendisine kazf ve şetmettiği şahsın kendisine haram olan bir
kadını öpmesi, kucaklaması onunla yalnız bir arada kalması gibi şer'î bir
sebeble fışkını beyan ederse, kaadı ve o şahsa tazîr cezası verilmesi için o
kimseden şahid ister. Eğer kazf ve şetmeden kimse «kendisine kazf ve şetmettiği
şahsın fışkının sebebi vacibiterketmesidir» diye beyân ederse kaadı kendisine
kazf ve şetmedilen şahsın üzerine öğrenmesi vâcib olan farzları ve vâcibleri
Ondan sorar, eğer onları bilmezse fıskı sabit olur. Çünkü Müctebâ'da
zikredilmiştir ki; öğrenilmesi vâcib olan şeyleri öğrenmeyen kimsenin şehadeti
kabul edilmez. Nehir.
İZAH
«Şeriatta haram ve örfte utanç veren fiili
kendi iradesiyle irtikâb eden ilh...» Tahavi şerhinden naklen Bahır'da beyân
edildiği gibi tazîrin vâcib olmasında asıl ve kaide; bir kimsenin kendi
iradesiyle şeriatta haram ve örfte utanç veren fena fiili işlemesidir. Bundan
tazîrin ancak günâh istenildiğinde lâzım geleceği anlaşılmaktadır. Halbuki
çocuğun ve müttehem olan kimsenin veya güzelliği sebebiyle bazı kadınları
fitneye düşürmesinden korkulan kimsenin sürgün edilmesi gibi günahsız olarak
tazîr yapılması da caizdir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) bazı kadınların fitneye
düşmesinden korktuğu için «Nasr b. Haccac» adındaki hüsn ve cemâle sahib bir
genci Medine-i Münevvere'den uzaklaştırmış. bu mübarek beldeyi ondan
temizlemeğe lüzum gördüğünü söylemişti.
Hâsılı: Haram olan kadına bakma, onu öpüp,
sıkma, onunla bir arada kalma, riba (faiz) yeme gibi hakkında muayyen bir had
ve ceza bulunmayan herhangi bir günâh ve herhangi bir suç işleyen her ferdin
icma-i ümmetle tazîr edilmesi vâcibtir. Bahır.
İmam Ahmed (Rh.A.) «Ramazan-ı Şerifte şarap
içmiş olarak Şair Necaşi Hz. Ali (R.A.)'e getirilmiş, Hz. Ali (R.A.) ona seksen
dayak vurmuş, ertesi günde yirmi dayak vurmuş» diye rivayet etmiştir. Fakat
Fetih'te «seksen dayaktan sonra yirmi dayağı Ramazan-ı Şerifte içtiği için
vurmuştur. Nitekim başka bir rivayette Hz. Ali (R.A.) ona «sen Allah'a karşı
cüretkâr davranıp Ramazan-ı Şerifte içtiğin için sana yirmi dayak vurduk»
demiştir» diye zikredilmiştir. Buradaki tazîr, had değildir.
«Hakkında şer'an muayyen bir had ve muayyen
bir ceza bulunmayan herhangi bir günâhı ve herhangi bir suçu işleyen kimse
tazîr edilir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki; içki içenlerin meclisinde
bulunan, her ne kadar içmeseler bile içki içenlere benzemek üzere toplanan ve
yanındaki su kabında şarap bulunan kimseler tazîr olunur. Ramazan orucunu yiyen
hem tazîr olunur, hem hapsolunur.
Keza: Şarap satan, riba (faiz) yiyen, şarkı
söyleyen, kadın tabiatlı, ağlayıp ağıt yakan müslüman olan kadın ve erkekler
hem tazîr edilir hem de tevbe alâmeti görülünceye kadar hapsolunurlar. Öldürme
ve hırsızlıkla suçlanan kimseler de tevbe alâmeti görülünceye kadar
hapsedilirler.
«Bunlardan başka fena fiillerde tazirin en
son derecesi tatbik edilmez ilh...» Şârih Bahir sahibine tâbi olarak tazirin en
son derecesini zikredilen üç fena fiile tahsis etmiştir. Bazıfukaha «bu üç
fiilden başka fena fiillerde de tazîrin en son derecesi tatbik edilir»
demişlerdir.
Dürer'den «namaz kılmayan bir kimse
vücudundan kan çıkıncaya kadar dövülür» diye zikredilmiştir.
Huccet'te «cemaate namaz kıldıran imam
kendisinin mecusi olduğunu söylese tasdik edilmez. Fakat şiddetli dövülür.
Cemaat namazlarını iade etmez» diye zikredilmiştir.
Hâniyye'de «bir kimse bir oğlana cinsi
yakınlıkta bulunsa kendisine tazîrin en şiddetlisi tatbik edilir» diye
zikredilmiştir.
Tatarhâniyye'de «bir kadın -Allah'a
sığınırız- mürted olsa müslüman olması için cebrolunur ve kendisine yetmişbeş
dayak vurulur. Bu İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavline göredir. Çünkü İmam Ebû
Yusuf Rh. A.)'un kavline göre; tazîrin en son derecesi yetmibeş kamçıdır.
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; tazîrin en son miktarı
otuzdokuz kamçıdır» diye zikredilmiştir.
«Kazf ve şetmeden kimse de tazir edilir
ilh...» Musannifin şetm (sövmey)e kazf demesi mecaz-ı şer'î ve hakikat-i
lugaviyye'dir.
«Kazfeden kimse sebebini beyân etmeksizin
mücerred olarak onun fasık olduğunu şahit ile isbat etmek murad etse kabul
edilmez, ilh...» Meselâ: Sebebini beyân etmeksizin «o fasıktır» dese kabul
edilmez. Eğer «kendisine haram olan bir kadını öptü» diye şer'î bir sebeb beyân
etse kabul edilir. Nitekim metinde zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bu, şehadet bahsinde
zikredilene muhaliftir. Çünkü şahitler hakkındaki cerhler iki kısma ayrılır:
Biri mücerred cerhdir ki hüküm altına girecek surette Allah hakkı veya kul
hakkı isbat edilmiş olmaz. Aleyhine şahitlik yapılan kimsenin «şahitler
fasıktırlar» yahut «âdetleri zinadır» yahut «içki içmektir» yahut «kendileri
yalan yere şahitlik yaptıklarını ikrar etmişlerdir» demesi gibi. Çünkü bunlar
hüküm altına alınamaz ve böyle denilmekle had sabit olmaz. Diğeri mürekkep
cerhdir ki hüküm altına girecek surette ya Allah hakkı veya kul hakkı isbat
edilir. Aleyhine şahitlik yapılan kimsenin «bu şahitler benim şu kadar paramı
çaldılar» yahut «bu şahitler benim aleyhime şehadet etmemek üzere benimle şu
kadar meblağ üzere sulh oldular, ben onlardan verdiğim parayı geri istiyorum»
diye iddia etmesi gibi. Çünkü aleyhine şahitlik yapılan kimse, bu iddiasını
isbat etse, bunlardan bu parayı alabilir. Şehadet bâbıyla tazir bâbının
arasındaki fark: Burada mücerred ile murad sebebi beyân edilmeyen fısktır.
Mücerred olmayan ile murad had veya tazîrden Allah hakkı veya kul hakkını icab
eden fışkın sebebinin açıklanmasıdır. Şehadet babında mücerred ile murad haddi
veya kul hakkını icab etmeyen şeydir. Mücerred olmayan ile murad kendisinde
husumet sahih olan şeyin zımnında Allah hakkı veya kul hakkı sabit olandır.
Farkın vechi, burada maksûd olan, doğru olduğunu gerektiren şeyi isbat etmekle
kazf ve şetmeden kimseden ta'zîrin düşürülmesidir. dâvâlı ile davacının
hakkıYoksa ibtidaen kendisine kazfedilen şahsın fışkını isbat etmek değildir.
Bundan dolayı fışkını icab eden sebebi beyân etmekle iktifa edilip şahitlerin
fısk olmayan şeyi fısk zannetmeleri ihtimali bulunduğu için mücerred «fasıktır»
demeleriyle iktifa edilmemiştir. Şehadet babında, maksûd olan ibtidaen şahidin
fışkını isbat etmektir. Çünkü kaadı, şehadetini kabul edebilmesi için önce
şahidin adaletini araştırır. Aleyhine şahitlik yapılan kimse şahidin cerhi
üzerine delil getirirse, maksud şahidin adaletinin düşmesi için fışkını isbat
etmek olur. Çünkü cerh adalet üzerine mukaddemdir.
Mücerred cerhin hükmü; aleyhine şahitlik
yapılan kimse bu mücerred cerhi hâkime gizlice haber vererek buna şahit
getirerek gizlice isbat etse, hâkim bu isbatı kabul ile şahitlerin
şehadetlerini reddeder. Ama bu cerhi açıktan haber vererek isbat etmek isterse
bir kavle göre; bu cerh tezkiyeden önce de sonra da kabul edilmez. Zira
mücerred fısk hüküm altına alınamaz ve bir insanın fışkını zaruretsiz olarak
ortaya koymak suretiyle gizliliklerinin yıkılması caiz olmaz. Aleyhine şahitlik
yapılan kimse bunu gizlice haber verip ispat edebilirdi. Diğer bir kavle göre;
bu mücerred cerh tezkiyeden önce kabul edilir, tezkiyeden sonra kabul edilmez.
METİN
Bir müslümana «ey kâfir» diye şetmeden
kimse, şer'an tazir olunur. Bu sözü söyleyen kimse kâfir olur mu? Eğer bu
sözüyle İslâm akidelerine inanan muvahhid bir müslümanın küfrünü itikad ederse,
kâfir olur. Fakat o müslümanın küfrü gerektiren bir şey işlemesiyle küfrünü
İtikad ederse, kâfir olmaz. Bu kaville fetva verilir. Vehbâniyye şerhi.
Kendisine «ey kâfir» diye nida edilen müslüman «lebbeyk» sözüyle cevap verirse,
kâfir olur. Hulâsa.
Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; «ey
kâfir» sözü bazılarına göre; tazîri icab etmez. Ancak «ey kâfir billâh» sözü
tazîri icab eder. Çünkü müslüman «kâfir bit'tağut» olduğu için «ey kâfir»
ifadesinin iki mânâya ihtimali vardır.
Bir kimse, bir müslümana «ey habîs», «ey
hırsız», «ey fâcir», «ey muhannes», «ey hâin», «ey sefîh», «ey belîd», «ey
ahmak», «ey mübahî», «ey avânî», «ey lûtî» dese tazîr olunur. Bazıları «ey
lûtî» diyen kimseden sorulur. Eğer «bu kavlimden muradım; bu şahıs Lut kavmindendir
demek» derse, tazîr olunmaz. «Yok, muradım bu şahıs Lut kavminin fena amelini
işler demek» derse, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; tazîr olunur. İmameyn (Rh.A.)'e
göre; had vurulur. Sahih olan kavle göre; bu ifadeyi gerek gazab halinde,
gerekse bu gibi hezeyanı âdet edinip çirkin sözlerle şaka halinde söylesin,
tazîr olunur. Fetih.
Bir kimse, bir müslümana «ey zındık», «ey
münafık», «ey râfizî», «ey mübtedil», «ey yahudi», «ey hristiyan», «ey
hristiyanın oğlu», «ey lıss (hırsız)» dese, yine tazir olunur. Ancak «ey
hristiyanın oğlu» ifadesinde o şahsın babası hristiyan ve «ey hırsız»
ifadesinde o şahısgerçekten hırsız olursa, söyleyen kimse doğru olduğu için
tazîr olunmaz. Nitekim yukarıda geçtiği üzere bu suretlerde, çağırmak şart
değildir. Çünkü «sen fâsıksın» yahut «filan fâsıktır» gibi lâfız bakımından
ihbarı, mânâ bakımından inşai olan ifadeler de mahkemede dâva olarak
söylenilmedikçe nida suretleri gibidir. Nehir. Kınye.
Bir kimse, bir müslümana «ey deyyus
(zevcesini veya anası, kızkardeşi gibi mahremini kıskanmayan)», «ey kartabân
(deyyusa mürâdif olup muarras manasınadır)», «ey şarap içen», «ey riba (faiz)
yiyen», «ey kahpe çocuğu» dese, tazîr olunur. Bu ifadede bir kimse, bir şahsın
ana - babasına setmettiğinde o şahsın talebiyle o kimsenin tazir olanacağına
işaret vardır. Nitekim babası fâsık ve kâfir olmayan şahsa «ey fâsıkın oğlu»
veya «ey kâfirin oğlu» diyen kimse, tazir olunur.
Yine bir kimse, bir kadına «ey kahpe» dese.
tazîr olunur. Bazıları buna «"kahpe" ifadesi "zâniye"
ifadesinden daha fenadır. Çünkü zâni-ye kadın zinayı utandığı için gizli olarak
yapar. Kahpe ise bunu iş edinip ücretle aşikâr yapar. Buna göre; bu ifadeyi
söyleyen kimseye had icab etmelidir» diye itiraz etmişlerdir. Bu itiraza «bunda
haddin icab etmediği ücretle olduğu içindir» diye cevap verilir. Çünkü İmam-ı
Azam'a göre; ücretle zina, haddi düşürür, İmameyn'e göre; haddi düşürmez. Fakat
Muzmarat'ta «"ey kahpe" ifadesi ile şetmde had vâcibtir» diye tasrih
edilmiştir. Musannıf da «zahir olan budur» dedi.
Bir kimse, bir müslümana «ey fâcir oğlu»,
«sen hırsız ve zânilerin yatağısın», «ey çocuklarla oynayan», «ey haramzade»
dese, tazir olunur. «Haramzade» haram cinsî yakınlıktan doğan manasınadır. Buna
göre; hayız haline de şâmil olur. Örfte her ne kadar bu mânâ murad olunmayıp bilâkis
veled-i zina mânâsı murad olunursa da, çok defa kendisinden hilekâr, alçak adam
mânâsı murad olunur. Bundan dolayı bu ifadeyi söyleyen kimseye had vurulmaz.
FER'Î MESELE: Bir kimse kendisinin deyyus
olduğunu ikrar etse, yahut bununla mâruf ve meşhur olsa, bunun helâl olduğunu
itikad etmedikçe şer'an öldürülmez. Fakat ya şiddetli tazîr edilir veya kendi
zevcesine kazfettiği için lian okunur. Cevahirü'l-Fetâvâ.
Yine Cevahirü'l-Fetâvâ'da zikredilmiştir
ki; bir fâsık, günâhından tevbe edip «şahit olun ki, bir daha ben dönüp bu fena
fiili işlersem râfizî olayım» dese sonra dönüp o fena fiili işlese, râfizî
olmaz, fakat günâhkâr olur. «Eğer dönüp o fena fiili işlersem kâfir olayım»
deyip sonra o fena fiili işlese, kendisine yemin keffâreti lâzım gelir.
İZAH
«Eğer bu sözüyle islâm akidelerine inanan
muvahhid bir müslümanın küfrünü itikad ederse, kâfir olur ilh...» Eğer bu
ifadeyle o muvahhid müslümana şetmetmek (sövmek) murad edip onun küfrünü itikad
etmezse kâfir olmaz. Eğer İslâm akidelerine inanmış olan muvahhid birmüslümanın
küfrünü itikad edip bu ifadeyle hitab ederse kâfir olur. Çünkü muvahhid bir
müslümanın küfrünü itikad etmekle islâm, dinini küfür itikad etmiş olur, bu ise
küfürdür. Nehir.
«Kendisine "ey kâfir" diye nida
edilen müslüman "lebbeyk" sözüyle cevap verirse, kâfir olur ilh...»
Çünkü bu şekilde cevap vermesiyle kendisinin kâfir olduğunu ikrar etmiş olur ve
görünüşte küfre razı olduğu için kendisine kâfir hükmü verilir. Ancak bu
şekilde cevap vermesi zorla olursa, kâfir olmaz. Kendisine «ey kâfir» diye nida
edilen kimse «lebbeyk» diye cevap verip «bununla ben tağuta küfrettiğimi murad
ettim» diyerek te'vil ederse, kâfir olmaz.
«Ey fâcir ilh...» Yani bu ifadeyle tazîr
lâzım gelir. Çünkü fâcir, şer'î örfte kâfir ve zan! kimse manasınadır. Bugün
bizim örfümüzde çok niza ve mücadele eden manasınadır. «Fâsık» ile «fâcir»'in
mânâları ayrıdır. Bundan dolayı Kınye'de «"Bir kimse filan şahıs bana
şetmetti" diye iki şahit getirip, şahitlerden biri "ey fâsık
dedi" deyip, diğeri "ey fâcir dedi" dese, şahitlikleri kabul
edilmez» diye zikredilmiştir.
«Ey muhannes ilh...» Bu ifadeyle de tazîr
lâzım gelir. Muhannes, lûtînin müradifidir. Nehir. Bazıları «muhannes kadın
gibi kendini kullandıran kimsedir» demişlerdir. Dürrü'l-Müntekâ'da böyle
zikredilmiştir. Bu kelimenin ism-i fail sıygasıyla «muhannis» okunması
fasihdir. ism-i meful sıygası üzerine muhannes okunması meşhurdur.
«Ey hâin ilh...» Yani bu ifadeyle de tazîr
lâzım gelir. Çünkü hâin elinde bulunan emanetlere hıyanet eden kimsedir. Bu,
Hamevî'den naklen Ebu's-Suud'da zikredilmiştir.
«Ey sefîh ilh...» Bu ifadeyle de tazîr
lâzım gelir. Sefih, her ne kadar malını lüzumsuz ve yersiz harcayıp israf eden
mânâsına ise de bugün örfümüzde edepsiz konuşan kimse manasınadır.
«Ey belid ilh...» Bu ifadeyle de tazîr
edilir. Çünkü belid, habis ve fâcir manasınadır. Bu, Sırac'dan naklen Bahır'da
zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bugün örfümüzde beyinsiz,
anlayışı kıt manasınadır. Buna göre; bu ifade ile tazîr edilmemelidir. Sonra
Fetih'de «bu ifadenin «ey ebleh» ifadesine benzediğini ve bu ifadeden dolayı
tazîr dîlmeyeceğini zannederim» diye zikredilmiş olduğunu gördüm.
«Ey ahmak ilh...» Bu ifade ile de tazîr
lâzım gelir. Çünkü ahmak, aklı noksan ahlâkı fena manasınadır.
«Ey mübahî ilh...» Bu ifade ile de tazîr
icab eder. Çünkü mubahı, hiç bir şeyin haram olduğuna inanmayan kimse
manasınadır.
«Ey avânî ilh...» Bu ifade ile de tazîr
lâzım gelir. Avânî, haksız olarak insanları hâkime şikayet eden kimse
manasınadır.
«Ey zındık, ey münafık ilh...» Bu ifadeler
de tazîr icap eder. Zındık, hiç bir dini kabul etmeyenkimse manasınadır.
Münafık ise küfrünü gizleyip müslüman olduğunu izhar eden kimse manasınadır.
Nitekim riddet bahsinde Fetih'den naklen zikredilecektir.
«Ey râfizî ilh...» Bu ifadeyle de tazir
lâzım gelir.
Bahır'da zikredilmiştir ki; «ey râfizî»
ifadesi «ey kâfir» veya «ey mübtedi'» ifadesi yerindedir. Buna göre; tazir
lâzım gelir. Çünkü râfizî şeyhayn (Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer (R.A.) )'a söverse,
kâfir olur. Eğer Hz. Ali (R.A.)'yi sövmeksizin şeyhaynden faziletli sayarsa,
mübtedi' olur. Nitekim Hulâsa'da böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Müccerred sövmesiyle
râfizinin kâfir olmasında ihtilâf vardır, inşaallah mürted babında
zikredilecektir. Evet, Hz. Aişe R. A.)'ye kazfederse, kâfir olmasında şüphe
yoktur.
«Ey mübtedi ilh...» Bu ifade ile de tazîr
lâzım gelir. Mübtedi, Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat'ın itikadına muhalif söz
söyleyen bidatçı kimsedir.
«Mahkemede dâva olarak söylenilmedikçe
ilh...» Yani bir kimse bir şahsa «sen malımı çaldın» diye hâkimin huzurunda dâva
edip isbat edemese, tazîr icab etmez. Her ne kadar bu dâvanın mânâsı «sen
hırsızsın» demek ise de, dâva ettiği için şetm sayılmaz. Fakat zina dâvası
böyle değildir. Bunlar arasındaki fark; zina isnad edilip dört şahit
getirilmediği takdirde kazf haddi vurulacağına dair nass bulunmasıdır.
«Deyyusa müradif olup ilh...» Yani kartaban
kelimesi deyyus kelimesinin müradifidir. Zeylaî «kartaban, karısını veya
mahremini bir erkekle görüp hali üzerine bırakan kimsedir» demiştir. Bazıları
«kartaban, kadınla erkek arasında zina etmeleri için vasıtalık yapan şahısdır»
demişlerdir. Bazıları «kartaban, zevcesini akıl - baliğ olan erkek çocukla veya
ortakçısıyla tarlaya gönderen yahut kendi yokken onların zevcesinin yanına
girmelerine izin veren şahısdır» demişlerdir.
«Ey çocuklarla oynayan ilh...» Örfte bu
ifadeyle şetm ve gazap karinesiyle çocuklarla fena fiil işleyen mânâsı murad
edilir.
«Buna göre; hayz haline de şâmil olur
ilh...» Yani açık zina lafzıyla kazf olmadığı için had icab etmezse de tazîr
icab eder.
«Ya şiddetli tazir edilir ilh...» Yani bir
kimse deyyûslukla maruf ve meşhur olsa şiddetli tazîr edilir. Eğer bir kimse
kendisinin deyyus olduğunu ikrar etse lian okur. Lian okuyunca tazîre ihtiyaç
kalmaz; nefsini yalanlarsa kendisine had lâzım gelir. «Zevcesini ve mahremini
kıskanmayan mânâsına olan «deyyus» kelimesi açık zina lâfzı değildir. Buna
göre; deyyûsluğu ikrar etmekle nasıl lian okunması vacib olur» denilirse, ben
derim ki; deyyûsluğun lafzıyla değil mânâsını ikrar etmesiyle lian okunması
vacib olur. Şöyle ki: Sanki o kimse «ben erkekleri zevcemin yanına korum, onlar
zevcemle zina ederler» demiş olur.
«Kendisine yemin keffâreti lâzım gelir
ilh...» Yani bir fâsık günâhından tevbe edip «siz şahid __ sı hristolun,
ben bir daha bu fena fiili işlersem kâfir elayım» deyip sonra o fena fiili
işlese kendisine yemin keffâreti lâzım olur. Yemin babında geçtiği üzere
gelecekte olacak bir fiilin istenilmesi küfür üzerine ta'lîk edildiğinde
yemin-i münakide olur. Sarih bu tevbe eden kimse o fena fiili işlediğinde kâfir
olmayacağına işaret etmiştir. Yalnız bu fena fiili işlediğinde kâfir
olmayacağını bilerek işlerse kâfir olmaz. Fakat o fena fiili işlediğinde kâfir
olacağını bilerek işlerse küfre razı olduğu için kâfir olur. Nitekim mahallinde
geçmiştir. «Ben bu fena fiili işlersem râfizî olayım» deyip sonra o fena fiili
işlese kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü her râfizî kâfir değildir. Buna
göre; bu ifade küfre talik olmaz.
METİN
«Ey hımar (eşek)», «ey hınzır (domuz)», «ey
kelb (köpek)», «ey teke», «ey maymun», «ey öküz», «ey yılan» ifadeleriyle tazîr
lâzım gelmez. Çünkü bu ifadelerin yalan olduğu açıktır.
Hidaye'de «eğer muhatab Eşraftan olursa
tazir güzel görülmüştür» diye zikredilmiştir. Zeylaî ve diğer fukaha buna tâbi
olmuşlardır. «Ey haccam (kan alan)», «ey ebleh (gafil)», babası haccam olmadığı
halde «ey haccam oğlu» ifadeleri de tazîr icab etmez. Zeylai «"ey haccamın
oğlu" ifadesi tazîr icab eder» demiştir. «Ey kiraya veren», «ey boğa
(farsça da ibnelik hastalığına tutulmuş olan kimse)» ifadeleri de tazîr icab
etmez.
Mültekat'da «"ey kiraya veren",
"ey boğa", "ey haram çocuğu" ifadelerinde tazîr lâzım
gelir» diye zikredilmiştir. Nehir.
Tazîrde kaide şudur: Bir kimse bir şahsı
her ne zaman şer'an haram, örfde ayıp ve ar sayılan ihtiyarî bir fiile nisbet
ederse, tazîr olunur, aksi takdirde olunmaz. İbn-i Kemal.
«Ey duhke (insanların kendisine güldüğü
kimse)», «ey duhake (insanlara gülen kimse», «ey suhre (insanların kendisiyle
alay ettiği kimse)», «ey suhare (insanlarla alay eden kimse)» ifadeleri de
tazîr icab etmez. «Gaye» isimli kitabda «bu ifadelerle «ey sâhir (sihirbaz)»,
«ey mukaammir (kumarbaz)» ifadeleri tazîr icab eder» diye zikredilmiştir.
Mültekâ'da «bu ifadeler kendisine
söylenilen zât, âlimlerden veya Hz. Ali (R.A.) neslinden olursa, fukaha taziri
güzel gördüler» diye zikredilmiştir.
Bir kimse, bir şahsa «sen hırsızlık yaptın»
diye dâva edip isbattan aciz olduğunda tazîr edilmez. Nitekim bir kimse, bir
şahsın küfrünü icab eden bir dâvada bulunulup isbattan aciz olsa, eğer bu sözü
hâkimin huzurunda dâva üzere söylemişse, tazir icap etmez. Fakat şetm ve kusur
bulma yoluyla söylemiş olursa, tazîr olunur. Fetâvây-ı Kaariil'-Hidaye.
Zina dâvası böyle değildir. İsbat edemediği
takdirde dâva edene had vurulur. Nitekim yukarıda geçmiştir.
Tazîrde kul hakkı galip olduğu için suçluyu
beri kılma, affetme, kefil alma caizdir. Zeylaî. Bunda yemin de caizdir. Yemin
ettirmede kaadı müttehem olan şahsa «bu kimsenin dâvaettiği şey billahi senin
üzerinde yok mudur?» der. «Senin böyle demediğine billahi mi?» demez. Zira
müttehem olan şahıs demiş olur da kendisine şetmedilen kimse affetmiş olabilir.
Hulâsa. Tazîrde şehadet üzerine şehadet, bir erkekle iki kadının şehadeti diğer
kul haklarında olduğu gibi caiz olur. Tazirin Allah hakkı olduğu da olur. Bunda
af yoktur. Ancak veliyyü'l-emir tazir edilecek kimsenin, tazîre müstahik olduğu
fena fiili tazîrsiz terkedip halini düzelteceğini bilirse, affedebilir. Allah
hakkı olan tazîrde yemin de yoktur. Bir kimsenin bir şahıstan «sen benim
kızkardeşimi öptün» diye dâvası gibi tazîrin bu Allah hakkı olan nevini isbat
onu dâva eden kimsenin şehadetiyle de olur. Buna göre; kendisiyle beraber başka
bir şahid bulunursa, dâva eden hem davacı hem de şahit olmuş olur.
Kınye'de ve diğer muteber kitablarda
zikredilmiştir ki; aleyhinde dâva edilen mürüvvet, fazilet, diyanet sahibi bir
kimse olup bu fena fiili ilk defa işlemiş olursa, istihsanen kendisine «böyle
şeyi işlemek size lâyık ve münasip değildir, bir daha böyle şey yapmayınız»
diye vaz ve nasihat olunur, tazîr olunmaz. Bunun Allah hakkı olan tazîrlerde
olması vâcibdir. Çünkü kul haklarını kaadının düşürmesi caiz değildir. Fetih.
Zahiriyye'nin Kerâhiyet bahsinde
zikredilmiştir ki; bir kimse namaz kılıp eliyle insanları dövüp lisanıyla
insanlara eziyet etse, bu fena fiilinden vazgeçmesi için onu sultana
bildirmekte bir beis yoktur. Çünkü bu haber verme kabilindendir. Kaadıya bu
kimsenin fena fiilini bildirmek tazîri için kifayet eder. Nehir.
Sarih der ki; Bahir ve diğer kitabların
kefalet bahsinden naklen Nehir'de kaadının tazîri gerektiren bir töhmetle
suçlanan kimseyi her ne kadar bu töhmet adaletli ve tezkiye edilmiş iki şahidin
şehadetleriyle sabit olmazsa da tazîr etmesi caizdir. Çünkü sırf Allah hakkı
olan tazîri gerektiren şeyde bir adaletli şahsın haberi kifayet eder. Kaadı
ittifakla Allah hakkında kendi bilgisiyle hükmeder. Adaletli şahit ile de
kendisine bilgi hasıl olur. Allah haklarında sebebden mücerred olan cerh kabul
edilir. Nitekim geçmiştir. Buna göre; bir mütevellinin veya kaadının Allah
hakkıyla ilgili su-i hallerine dair mahkeme sicilinde yazılıp tesbit edilmiş
olan yazılarla amel olunur. «Bu yazıyı yazıp tesbit eden kâtip tazîr edilir»
diye fetva veren müftü hata etmiş olur. Çünkü kâtip adaletli olup yazıp tesbit
ettiği şeyde doğru ise adaletli bir kimsenin haberi olmuş olur.
Aynî'nin kefalet bahsinde zikredilmiştir
ki; imam Ebû Yusuf «evinde şarap bulundurup içen, namazını terkeden kimseyi
hapsedip dövdükten sonra hapisten çıkarırım. Fakat öldürme, çalma, insanları
dövme ile müttehem olan kimseyi hapsedip tevbe edinceye kadar hapiste
bırakırım. Çünkü bunun şerri insanlaradır, evvelkinin şerri kendi nefsinedir»
demiştir. Bir müslüman bir zimmîye şetmetse günâh işlediği için tazîr olunur.
Şetm meselelerini müslümanla takyid etmek ittifakî olup müslümana mahsus
değildir. Müslüman olmayan damüslüman gibidir.
Kınye'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir
yahudi veya mecusiye «ey kâfir» diye şetmetse eğer yahudi veya mecusiye bu söz
ağır gelip bundan üzülürse o kimse günahkâr olur. Bunun mânâsı günâh işlediği
için tazir olunmasıdır. Bunu Bahir sahibi zikredip Musannıf da ikrar etmiştir.
Fakat Nehir sahibi bu meseleye İtiraz edip «tazîr icab etmez» demiştir.
Sarih «galiba Nehir sahibinin tazîri men
etmesinin vechi, yukarda geçtiği üzere kendisine «ey fâsık» diye şetmedilen
kimse şetmden önce kendi nefsini fısk, ayıp ve arla lekelemiş olmasıdır»
demiştir.
İZAH
«Çünkü bu ifadelerin yalan olduğu acıktır
ilh...» Hâvi'l-Kudsî'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; tazîrin lâzım olup
olmamasında kaalde: Her şetm (sövme) ve sebb (fena söz) ki kötülüğü ve fenalığı
şetm ve sebbeden kimseye dönerse bu fena ifadeleri söyleyen kimse tazîr
edilmez. Eğer bu fena ifadelerin kötülüğü ve fenalığı kendisine şetm ve
sebbedilen şahsa dönerse, bu ifadeleri söyleyen kimse tazîr edilir. Metin'de
zikredilen ifadelerin yalan olduğu açık olduğu için bu ifadelerin kötülüğü ve
fenalığı şetm ve sebbeden kimseye döner.
«Hidaye'de «eğer muhatab Eşraftan olursa
tazîr güzel görülmüştür» diye zikredilmiştir ilh...» Hidaye'nin ibaresi
şöyledir: Bazıları «bizim örfümüzde bu ifadeler ayıb ve kusur sayıldığı için bu
ifadeleri söyleyen kimse tazîr edilir» demişlerdir. Bazıları «bu ifadeler
kendisine söylenilen kimse fukaha veya Hz. Ali (R.A.)'nin nesli gibi Eşraftan
olursa bu ifadeleri söyleyen şahıs tazîr edilir. Çünkü bu zâtlar böyle
ifadelerden müteessir olurlar. Eğer bu ifadeler kendisine söylenilen kimse avam
tabakasından olursa söyleyen kimse tazîr edilmez» demişlerdir. Bu kavil
güzeldir. Velhasıl zahir rivayete göre; bu ifadeleri söyleyen kimse mutlak
surette tazîr edilmez.
Hindivânî'nin muhtarına göre; bu ifadeleri
söyleyen kimse mutlak surette tazîr edilir. Zikredilen tafsilat Fetih ve diğer
muteber kitablarda pazılıdır.
Seyyid Ebu's-Suud «bizim âlimlerimiz
Hindivânî'nin ihtiyar ettiğini kuvvetli bulmuşlardır. Çünkü bu, şer'an haram
olan bir şeyi işleyen veya laksız olarak sözüyle, fiiliyle, işaretiyle bir
müslümana eza ve cefa eden erkesin tazîr edilmesi lâzımdır kaidesine
muvafıkdır.
Ben derim ki: «Bu lâfızlar ile hakikat
mânâsı kasdedilmez ki bu ifadelerin yalan olduğu acıktır denilsin» kavli
Hindivânî'nin ihtiyar ettiğini teyid eder. Bu ifadelerde olan eza ve cefa
nazarı itibara alınmasaydı Eşraf hakkında tazîr lâzım gelir denilmezdi. Eğer bu
ifadelerde olan eza cefa nazarı itibara alınmasa bu ifadelerin açık yalan
olması herkes hakkında mevcuttur. Buna göre; bu ifadelerden müteessir olan
herkes eşraf olan zümreye ilhak olunur. Hatta pekçok kimseler bu ifadelerle
fukaha ve Hz. Ali (R.A.) neslinden olan zâtlardan daha çok üzülürler. Bazıları «eşraf
olan zümreyle murad asil ve güzel huylu kimselerdir» demişlerdir. Fukaha ile
Hz. Ali (R.A.) neslinin zikredilmesi bu vasıfları bunlarda bulunduğu içindir.
Kimde bu sıfatlar bulunursa bu ifadelerde müteessir olur. Kendisinde bu
sıfatlar bulunmayan kimse bu ifadelerden müteessir olmaz. Nitekim fâsık olan
bir kimseye «ey fâsık» denildiğinde bu ifadeden müteessir olmaz. Buna göre;
Hidaye'de zikredilen doğrudur. Sonra Mültekâ'nın şerhinde galiba Hz. Ali
(R.A.)'nin nesliyle murad mü'min ve müttekî olan kimselerdir. Böyle olmasa Hz.
Ali (R.A.)'nin neslini tahsis etmenin bir mânâsı olmazdı diye yazılı olduğunu
gördüm. Hatta Fakih Ebû Cafer «bu ifadeler ayak takımından olan bir kimseye
söylenirse tazir lâzım gelmez, eşraftan olan bir zât hakkında söylenirse tazîr
lâzım gelir» demiştir.
T E N B İ H : Yine Mültekâ'nın şerhinde
zikredilmiştir ki; bu ifadeler eşraftan olan bir zâta şaka olarak söylenirse
tazîr icab eder, hakaret yoluyla söylenirse küfre nisbet edilir. Çünkü ilim
ehline ihanet etmek muhtar olan kavle göre küfürdür. Fetâvây-i Bedi'iyye. Fakat
bu, Hulâsa'da «Hz. Osman ile Hz. Ali (R. Anhüma)'ya sebbetmek (sövmek) küfür
değildir» diye zikredilenle müşkül olur.
«Ey kiraya veren ilh...» Molla Hüsrev «ey
kiraya veren» ifadesi ehlini zinaya kiraya veren kimse mânâsında kullanılır.
Fakat bu maruf ve meşhur olan hakiki mânâsı değildir. Belki mutlak surette
kiraya veren manasınadır» demiştir.
«Ey boğa ilh...» Yani bu ifade cahillerin
sövmelerindendir, cahiller bu ifadeyi söylerler, fakat ne dediklerini bilmezler.
Bu ifadede tazîr yoktur. Bütün fıkıh metinlerinde bu ifadeyle tazîrin lâzım
gelmeyeceği zikredilmiştir. Bahır'da «boğa, ibnelik hastalığına mübtela olan
kimse manasınadır» diye Muğrib'ten naklettikten sonra «bu ifadeyle tazîrin
ittifakla vâcib olmasıdır. Çünkü bu ifade kendisine söylenilen şahsa en fena
kusur ve leke isnad edilmiştir, ibnelikten daha fena bir ayıb yoktur» diye
zikredilmiştir.
«Tazirde kaide şudur: Bir kimse bir şahsı
her ne zaman şer'an haram örfde ayıp ve ar sayılan ihtiyari bir fiile nisbet
ederse tazîr olunur, aksi takdirde olunmaz ilh...» «ihtiyari bir fiile»
kaydıyla yaradılışında olan bir şeye nisbet etmek kaideden çıkmıştır. Meselâ:
Bir kimse bir şahsa «ey hımar» veya benzeri bir, şey söylese kendisine tazîr
lâzım gelmez. Çünkü «ey hımar» ifadesinin hakiki mânâsı murad edilmeyip mecaz
mânâsı olan ahmak murad edilir. Bu ahmaklık ise o şahsın yaradılışında vardır.
«Şer'an haram» kaydıyla şer'an haram olmayan şeye nisbet etmek kaideden
çıkmıştır. Meselâ: Bir kimse bir şahsa «ey haccam (kan alıcı)» dese tazir
edilmez. Çünkü «haccam» örfte ayıb ve ar sayılırsa da şeriatta haram değildir,
«örfde ayıp ve ör sayılan» kaydıyla örfte ar ve ayıb sayılmayan şeye nisbet
etmek kaideden çıkmıştır. Buna göre; bir kimse bir şahsa «ey tavla oynayan»
dese kendisine tazîr lâzımgelmez. Tavla oynamak seran haram ise de örfte ayıb
ve ar değildir.
T E N B İ H : Bir kimse bir şahsa şetm
lâfızlarından taziri gerektiren müteaddit lâfızlarla şetmde bulunsa her bir
şetm lâfız için tazîr edilir. Çünkü kul hakkında tedahül yoktur. Hadlerde
tedahül vardır. Hiç bir kimsenin bunu acık olarak beyân ettiğini görmedim.
Fakat fukahanın kelamı Allah hakkı olan tazîrde tedahülün caiz olacağını ifade
etmektedir.
«Buna yemin de caizdir ilh...» Yani bir
kimse, bir şahsın kendisine şetm ve sebbettiğini dâva edip o şahıs da inkâr
etse, o şahsa yemin ettirilir. Eğer yemin etmekten çekinirse, aleyhine
hükmedilir. Fetih.
«"Senin böyle demediğine billahi mi?»
demez ilh...» Yani «senin ona «ey fâsık» demediğine billahi mi?» diye yemin
ettirmez. Çünkü bu kimse bunu demiş olup kendisine şetm ve sebbedilen şahıs da
aynı ifadeyle mukabele etmiş yahut affetmiş olur yahut gerçekten fâsık olur da
şetm ve sebbeden kimsenin şahiti olmayabilir. Bu hususlarda kendisine şetm ve
sebbedilmiş olduğuna dair dâva eden şahsın sebbeden kimseye tazîr ettirmeye
hakkı yoktur. Nitekim bir kimse bir şahsın kendisinden bin dirhem ödünç
aldığını dâva edip o şahıs da inkâr etse, kaadı o şahsa «bu kimsenin dâva
ettiği bin dirhem billahi senin üzerinde yok mudur?» diye yemin ettirir. Çünkü
o şahıs bin dirhem ödünç alıp Ödemiş veya dâva eden alacağından o şahsı beri
kılmış olabilir.
«Bir erkekle iki kadının şehadeti diğer kul
haklarında olduğu gibi caiz olur ilh...» Bunu, Zeylaî böyle açıklamıştır.
Müntekâ'dan naklen Tatarhâniyye'de de böyle zikredilmiştir. Fakat Cevhere'de
«tazîrde İmam-ı Azam'a göre; kadınların erkeklerle beraber şehadeti kabul
edilmez. Çünkü tazîr had ve kısas gibi bir ukubettir. İmameyn'e göre; insan
hakkı olduğu için kabul edilir» diye zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bunun muktebazı imam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre; tazîr-de şehadet üzerine şehadet de kabul edilmez. Fetih'te ve
Hâniyye'den naklen Bahır'da «şehadet üzerine şehadet kabul edilir» diye
zikredilmiştir. Bundan dolayı musannif «tazîrde şehadet üzerine şehadet kabul
edilir» diye kesin olarak zikretmiştir.
«Bunda af yoktur ilh...» Yani tazîrde af
yoktur. Fethü'l-Kadir'de de böyle zikredilmiştir. Fakat Müşkilü'l-Âsar'dan
naklen Kınye'de zikredilmiştir ki; biz Hanefiler ile Şafiî'lere göre; tazîr
cezasını tatbik etmekle affetmek veliyyü'l-emrin re'yine bırakılmıştır.
Tahâvî «bana göre, affetme kendisine
cinayet yapılan kimseye aittir, veliyyü'l-emre ait değildir» demiştir.
Kınye sahibi Müşkilü'l-Âsar'da «zikredilen
Allah hakkı ile ilgili vâcib olan tazir hakkındadır. Tahâvî'nin zikrettiği ise
bir insana yapılan cinayet yani kul hakkı ile ilgili tazîr hakkındadır»
demiştir. Bu, Fetih'te zikredilene muhaliftir.
Ben derim ki: Fetih'te tazîr babının
evvelinde «tazîr yapılması açıklanan hususlarda meselâ: Bir kimse, zevcesinin
cariyesine veya ortak olan cariyeye cinsi yakınlıkta bulunursa, tazîr vâcib
olur. Tazîr yapılması açıklanmayan hususlarda veliyyü'l-emir tazîr edilmesini
münasip görür veya suçlunun ancak tazîrle halini düzelteceğini bilirse, tazîr
etmesi vâcib olur. Çünkü tazîr, had gibi Allah hakkı olarak kötülüklerden
menetmek için meşru kılınmıştır. Veliyyü'l-emir suçlunun tazîrsiz halini
düzelteceğini bilirse, tazîr etmesi vâcib olmaz» diye zikredilmiştir.
«Bir kimsenin bir şahıstan sen benim
kızkardeşimi öptün» diye dâvası gibi İlh...» Nehir'de «bir kimsenin kendi
kızkardeşini değil de başkasının kızkardeşini bir şahsın öpmüş olduğunu dâva
etse» diye zikredilmiştir. Münasip olan da budur. Zira dâva edenin kendi
kızkardeşi olsa, Allah hakkı olmayıp kul hakkı olurdu. Çünkü bu, utanç veren
bir ayıp olup kendisini mahremini kıskanmaya sevkeder. Böyle olması, kemal
erbabına gizli değildir.
«Bu haber verme kabilindendir ilh...» Yani
bunda şehadet lâfzına ve kaadının meclisine gitmeye ihtiyaç yoktur. Nitekim
Nehir'in kefalet bahsinde zikredilmiştir. Bu «şehadet şarttır» diye zikredilene
muhaliftir.
Ben derim ki: Zahiriyye'de zikredilenden
maksad; namaz kıldığı halde, eliyle, diliyle insanlara cefa eden şahsı sultana
bildiren kimse günâhkar olmaz. Çünkü «namaz kılıyor» diye insanlara böyle zarar
ve ziyan veren kimsenin kötülükleri setredilmez.
«Kaadının tazîri gerektiren bir töhmetle
suçlanan kimseyi her ne kadar bu töhmet adaletli ve tezkiye edilmiş iki şahidin
şehadetleriyle sabit olmazsa da tazîr etmesi caizdir ilh...» Fukaha kefalet
bahsinde «töhmet (suç) adaletli olup olmadıkları bilinmeyen iki kimsenin veya
adaletli bir kişinin şehadetiyle sabit olur. Bundan anlaşılan hâkimin huzurunda
adaletli olup olmadığı bilinmeyen veya fâsık bir kimse bir şahsın fenalık
işlediğine şahitlik yapsa hâkim o şahsı hapsetmez. Fakat şahitlik yapan
adaletli bir kimse veya adaletli olup olmadıkları bilinmeyen iki kimse, bir
şahsın fenalık işlediğine şahitlik yaparlarsa, hâkimin o şahsı hapsetmesi
caizdir.
Ben derim ki: Müttehem olan kimse
fesatçılıkla meşhur olursa bunun hakkında kaadının ilmi kifayet eder. Hanbelî
fukahasından İbn-i Kayyım-ı Cevziyye «dört mezheb imamlarından hiç birisinin
«fesatçılıkla maruf ve meşhur olan bir kimse bir suçla suçlandığında ona yemin
ettirilip hapsetmeden salıverilir» dediğini bilmiyorum. Böyle fesatçılıkla
maruf ve meşhur olan bir kimse bir suçla suçlandığında ona yemin ettirilip
salıverilmesi dört mezheb imamlarından hiçbirinin mezhebi değildir.
Fesatçılıkla ve hırsızlıkla maruf ve meşhur olan bir kimse bir suçla
suçlandığında ona yemin ettirilip salıvermek ve «onu ancak iki adaletli şahidin
şehadetiyle yakalayabiliriz» demek şer'î siyasete muhalifdir. Kim şeriatta
böyle suçlukimseye yemin ettirilip salıverileceğini zannederse Resûlüllah
(S.A.V.)'ın nass (açıklama)larını ve icma-i ümmeti bilmemektedir. Halk arasında
meydana gelen suçlar yolsuz hareketler hakkında idari siyasi zecrî tedbirler
almaya salahiyetli olan kimseler bilmedikleri için şeriata muhalif hareket etme
cüretini gösterip şer'î siyasetin halkın idaresini ve milletin ihtiyacını temin
etmeye kâfi olmadığını tevehhüm edip Allah'ın koyduğu ölçüleri aşarak şeriattan
ayrılıp siyasette caiz olmayacak şekilde zulüm ve bidat yollarına sapıyorlar»
demiştir. Buna göre; hırsızlıkla suçlanmış bir kimsenin dövülmesi
siyasettendir. Bundan malum oldu ki; seri siyaseti tatbik, yalnız
veliyyü'l-emre mahsus değildir, kaadılar da, bunu tatbike salahiyetlidirler.
METİN
Efendinin kölesini ve zevcin, süslenmeye
kadir iken şer'î süslenmeyi terkeden, cünüblükten yıkanmayı terkeden,
kocasından izinsiz, evinden çıkan, hayız, lohusalık gibi âdet hallerinden temiz
olduğu halde yatağa davet edince gelmeyen zevcesini küçük olsa bile dövme hakkı
vardır. Zikredilen suretlere şu suretler de katılır: Ağladığı vakit küçük
çocuğunu döven yahut zevcinin öğüt ve nasihatini dinlemeyip zevcinin cariyesini
kıskançlık için döven yahut zevcine «ey hımar» gibi ifâdelerle şetm ve şebbeden
yahut zevcine beddua eden yahut zevcinin elbisesini yırtan yahut başkasına
işittirmek maksadıyla zevciyle konuşan yahut nâmahrem olan kimseye yüzünü açan
yahut ona şetm ve şebbeden yahut zevcinin izni olmadan verilmesi âdet olmayan
eşyayı başkasına veren kadını kocasının tazîr etmesi caizdir. Bu hususta kaide
şudur: Hakkında had bulunmayan mâsiyet ve cürümlerde zevcin ve efendinin tazîr
etme hakkı vardır. Nafaka veya elbisesini ısrarla zevcinden isteyen zevceyi
zevcinin tazîr etmesi caiz değildir. Çünkü hak sahibi için söz hakkı vardır.
Bahır. Zevç zevcesini namaz kılmadığı için de tazîr edemez. Çünkü namazın
menfaati ve sevabı zevce ait olmayıp bilâkis zevceye aittir.
Kenz ile Mültekâ'da «zevç. zevcesini namaz
kılmadığı için tazîr eder» diye zikredildiği halde musannif Dürer'e tâbi olup
mutemed kavil budur diye beyân etmiştir. Müctebâ'nın haram ve mubah bahsinde
Kenz ile Mültekâ'nın kavillerine itimad edilmiştir. Baba. namaz kılmayan oğlunu
tazîr eder. Yukarıda geçtiği üzere velinin yedi yaşındaki çocuğu «namaz
kılmıyorsun» diye dövme hakkı vardır. Zevç de veliye mülhaktır.
Kınye'de zikredilmiştir ki; bir kimse
Kur'ân-ı Kerîm, edep, ilim öğrenmekten kaçınan çocuğunu dövebilir. Çünkü
bunları öğretmek anne, baba üzerine farzdır. Terbiyesi altında bulunan yetim
çocuğu da. çocuğunu dövdüğü yerde dövebilir. Küçüklük ta'zîrin vâcib olmasına
mâni değildir. Buna göre; çocuklar hakkında tazîri gerektiren bir şey vuku
bulduğunda kendilerine tazîr icra olunur. Çocukların tazîr edilmesi, tazîri
gerektiren şey kulhakkı olduğu takdirdedir. Ama zina ve hırsızlık yapması gibi
Allah hakkı olursa, bunda küçüklüğü tazîre mânidir. Had ve tazîr sebebiyle ölen
kimsenin kanı hederdir. Ancak zevcin zevcesini tazîr etmesi mubah olan yerlerde
tazîriyle zevcesi ölürse, kanı heder olmaz. Çünkü zevcin zevcesini tedip
etmesinin mubah olması selâmet şartıyla takyid olunmuştur.
Musannıf « «zevcin zevcesini tedip etmesi
mubahtır» denilmesiyle zevcin zevcesini dövmesinin asla vâcib olmadığı
anlaşılmıştır» demiştir.
Bir kadın, zevcinin kendisini fena şekilde
dövdüğünü iddia edip. isbat etse. zevç tazîr olunur. Nitekim bir muallim bir
çocuğu fena şekilde dövse, tazîr olunur. Çocuk ölürse, diyetini öder. Şumunnî.
İmam Ebû Yusuf'tan nakledilmiştir ki; kaadı
tazîrde dövmeyi yüz kamçı üzerine ziyade edip dövülen kimse ölse. diyetinin
yansı beytül-maldan verilir. Çünkü o kimsenin ölmesi, izin verilmiş ve izin
verilmemiş dövme ile olduğu için. diyetin yansı lâzım gelir.
FER'İ MESELE: Bir kadın zevcinden ayrılmak
için - Allah'a sığınırız- mürted olsa, hapis ve dövme ile İslâmiyet'e dönmesine
cebr ve yetmişbeş kamçı ile tazîr olunur. Başka bir kimse ile evlenemez. Fakat
evvelki zevcine az bir mehirle tecdid-i nikâha cebrolunur. Ancak bu kaville
fetva verilir. Mültekat.
Bir kimse Hanefi mezhebinden Şafiî
mezhebine geçerse, tazîr olunur.
Bir kimse, bîr şahsa tariz yoluyla kazfte
bulunsa, tazîr edilir. Hâvî.
Ölmüş kadınla zina eden kimse tazîr olunur.
İhtiyar.
Bir kimse bir şahsı «bu şahıs benim
cariyeme cinsi yakınlıkta bulundu ve cariyem hamile kalıp kıymetine noksanlık
ânz oldu» diye dâva etse, eğer bu dâvası üzerine delil getirirse, noksan olan
kıymetini alır. Eğer şahit getirmekten âciz olursa, kaadı hasmına yemin teklif
eder. O şahıs yemin ettiği takdirde kaadının dâva eden kimseyi tazîr etmesi
caizdir.
Eşbah'da zikredilmiştir ki; bir kimse bir
şahsın zevcesini veya kızını hile ile evden çıkararak başkasıyla evlendirse,
fesatçılık yaptığı için tevbe edinceye yahut ölünceye kadar hapsolunur.
Bir kimse borçlusunu bulamayıp zalimler
için onun ehlini ve iyalini yakalasa, zalimler de onları haps edip borcu
ödettirseler, bu kimse tazîr olunur.
Hurma gibi az bir şeyi bulup bunu kim
düşürdü? diye sahibini arayan riyakâr sofular tazîr olunur.
Tazîri hakettiği fena fiilinden bir kimse
tevbe etse, had gibi kendisinden tazîr de düşmez.
Eşbah sahibi «İmam Şafiî, her nasılsa kendilerinden
bir cürüm bir kusur meydana gelmiş olan namus, fazilet, mürüvvet ve diyanet
sahibi olan kimseleri istisna edip «onların tevbeleriyle tazîrleri düşer» dedi»
demiştir.
Sarih «yukarıda geçtiği üzere bu istisna
İmam Şafiî'ye mahsus olmayıp Kınye ve diğer muteber kitablarda bizim Hanefi
imamlarımızdan da nakledildiğini beyân ettik» demiştir.
Natıfî, Ecnâs isimli eserinde «tazîri icab
eden fena fiiller kendilerinden tekerrür etmedikçe namus, fazilet, mürüvvet ve
diyanet sahibi zevatın tazîrleri tevbe ile düşer» ifadesini ziyade etmiştir.
Buna göre; fena fiili âdet edinip tekrar tekrar işlerse, fazilet ve mürüvvetine
halel getirdiğinden tazîr için dövülür.
Bir hadis-i şerifte : «Sizler fazilet,
diyanet, mürüvvet ve itibar sahibi zevata eza ve cefa etmekten sakınınız. Ancak
Allah'ın hududunu icrada müsamaha etmeyiniz.» diye vârid olmuştur.
Şafiî mezhebinden olan Menâvî'nin
Camiü's-Sagir şerhinde «Peygamberimiz (SAV.) bir hâdis-i şeriflerinde: «Ey
Ebe'l-Velid (Ubâde b. Sâmit'in künyesi) Allah-ü Teâlâ'dan kork, memur olduğunuz
işte hiyanet etmez, hatta kıyamet gününde avaz avaz bağıran bir deveyi yahut
avaz avaz bağıran bir sığırı yahut avaz avaz bağıran bir koyunu omuzuna
yüklenip gelme!» buyurmuşlardır» diye zikredilmiştir.
Menâvî hâkimlerin hırsızın boynuna çan
asmaları gibi teşhirleri bu hadis-i şeriften alınmış olmalıdır» demiştir.
İZAH
«Efendinin kölesini ilh...» Fetih'de
zikredilmiştir ki; köle edepsizlik yaptığında efendisinin, zevce edepsizlik
ettiğinde zevcinin te'dip etmesi caizdir.
«Şer'î süslenmeyi ilh...» Sarih «şer'i
süslenme» kaydıyla zevcin zevcesine erkekler gibi giyinmesi veya cildine dövme
yaptırması şer'an caiz olmayan şeyle süslenmesini emretmesinden ihtiraz
etmiştir. Zevcesi hasta yahut ihramlı olup süslenemezse zevcinin ona «süslen»
diye emretmesi ve zineti terkettiği için tazîr etmesi caiz değildir.
«Cünüblükten yıkanmayı terkeden ilh...» Bu,
kadın müslüman olduğuna göredir. Zevcesi gayr-i müslim olursa, onlar yıkanmakla
muhatab olmadıkları için onu yıkanmadığı için tazîr edemez. Fakat onu kiliseye
çıkmaktan men eder. T.
«Kocasından izinsiz evinden çıkan ilh...»
Yani zevç zevcesinin mehrini verdikten sonra zevcesi izinsiz evinden çıkarsa,
zevcin onu tazîr etme hakkı vardır. Mehrini vermeden tazîr etme hakkı yoktur.
«Zevcine "ey hımar" gibi
ifadelerle şetm ve sebbeden ilh...» Zevç zevcesine «ben seni suçsuz yere
döversem emrin elindedir» deyip sonra zevcesi ona «ey hımar» gibi ifadelerle
şetm ve sebbetse de zevci de onu dövse, kadının emri kendi elinde olmaz. Çünkü
bu bir suçtur.
«Musannıf Dürer'e tâbi olup ilh...»
Kınye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimseninvelisi bulunmayan
küçük kızkardeşi on yaşına girip namazı kılmadığında onu dövmesi caiz değildir.
«Baba namaz kılmayan oğlunu tazir eder
ilh...» Yani yalnız tazîr etmesi namaza mahsus olmayıp oruç gibi diğer dini
vazifelerini de ifa etmediğinde tazîr edebilir. Ana. vasî de baba gibi tazîr
edebilir.
FER'Î MESELE: Bir kimse ana ve babasının
şer'an günâh olan, örfte ayıp ve ar olan fena bir fiili işlediklerini gördüğünde
onlara bir defa bu fena fiili bırakmalarını emreder, kabul ederlerse ne âlâ,
hoş görmezlerse sükut edip bir daha emretmez, fakat onlar için dua ve istiğfar
eder. Bir kimsenin dul bir annesi olup düğün gibi eğlence yerlerine gidip onun
başına bir fenalık gelmesinden korksa, onu men etme hakkı yoktur. Ancak onu men
etmesi için veya men etme salahiyetini kendisine vermesi için hâkime müracaat
eder.
«Zevc de veliye mülhaktır ilh...» Yani
zevcin küçük olan zevcesini namaz kılmadığında babanın küçük çocuğunu dövdüğü
gibi dövme hakkı vardır.
«Çocuklar hakkında taziri gerektiren bir
şey vuku bulduğunda kendilerine tazîr icra olunur ilh...»
Kınye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki; mürahik (akıl-baliğ olmaya yaklaşmış) olan bir çocuk bir âlime şetmettiğinde
hakkında tazîr cezacı icra olunur.
T E N B İ H: Üzerine tazîr vâcib olan bir
zimmî islâm şerefiyle müşerref olduğunda tazîr kendisinden düşmez. Bilhassa
tazîr kul hakkı olursa, düşmesi için bir sebeb yoktur.
«Had ve tazir sebebiyle ölen kimsenin kanı
hederdir İlh...» Bu, biz Hanefilere, İmam Mâlik'e ve imam Ahmed'e göredir.
Çünkü had ve ta'ziri icra eden kimse onları ancak Sâri'in emriyle tatbik eder
Buna göre; bunları tatbik etmekle memur olan kimsenin fiili ise selamet
şartıyla mukayyed değildir. Tamamı Fetih'le Tebyîn'dedir.
«Selamet şartıyla takyid olunmuştur ilh...»
Yani bir kimsenin zevcesini tazîr etmesi yoldan geçme gibi selamet şartıyla
takyid edilmiştir. Fakat buna «bir kimse zevcesine cinsi yakınlıkta bulunup bu
sebeple zevcesi ölse veya bu sebeple zevcesinin tenasül uzvuyla dübürü
arasındaki perde yırtılarak iki yol birleşse İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh.
Aleyhima)'a göre; bu fiil mubah olduğu için zevç zevcesinin diyetini veya
yaptığı cinayetin diyetini ödemez» diye itiraz edilirse «bunu mehir vermek
suretiyle ödemiştir. Eğer diyet vâcib olsa bir cezadan dolayı iki diye
verilmesi vâcib olurdu» diye cevap verilir. Nehir.
«Bir kadın, zevcinin kendisini fena şekilde
dövdüğünü ilh..» Yani zevcin zevcesini kemiğini kıracak yahut cildini yaralayacak
yahut vücudunu simsiyah edecek derecede dövmesi caiz değildir. Fukaha zevç
zevcesini haksız olarak döverse şiddetli dövmese bile zevç hakkında tazîr vâcib
olur.
«Çocuk ölürse diyetini öder ilh...» Hâkim-i
Şehîd «zevc zevcesini namaz kılmadığı için dövemez. Fakat baba çocuğunu namaz
kılmadığı için döver. Keza: Muallim çocuğu tedip edip çocuk bundan ölse biz
Hanefi mezhebiyle Şafiî mezhebine göre; muallim çocuğun diyetini öder»
demiştir.
İmam Mâlik ile İmam Ahmed «zevç ile
muallimin tazir ettiği kimse yahut baba, dede veya vasînin tedip ettiği kimse
bu yüzden ölürse bakılır: Eğer mutad bir şekilde dövmüşlerse diyetini
ödemezler, mutad olmayan bir şekilde dövmüşlerse fukahanın icmaı ile öderler»
demişlerdir.
«İmam Ebû Yusuf'tan ilh...» Zeylaî'nin İbaresi
şöyledir: İmam Ebû Yusuf'a göre; kaadı tazîrin yüz kamçıya kadar
vurulabileceğini ictihad veya taklid yoluyla caiz görüp, bunun üzerine ziyade
etmediği halde tazir edilen kimse bu yüzden ölse, diyetini ödemez. Çünkü
dayakla olan tazîrin en son miktarı .yüz kamçıdır. Kaadı yüz kamçı üzerine
ziyade edip bu yüzden o kimse ölse, diyetin yansı beytülmaldan vâcib olur.
Çünkü tazîr cezasını yüz kamçı üzerine ziyade etmek hususunda izin yoktur. Buna
göre; o kimsenin ölmesi izin verilmiş ve izin verilmemiş dövme ile hâsıl olduğu
için diyetin yarısı lâzım gelir.
«Yetmişbeş kamçı ile tazir olunur ilh...»
Sarih, İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'tan nakledilmiş olan zâhirür'rivayete göre
hareket etmiştir. Yukarıda geçtiği üzere tazir cezası dayakla yapıldığı
takdirde en son miktarı İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh.Aleyhime)'e göre;
otuzdokuz kamçıdır. Râcih olan da bunların kavilleridir.
«Başka bir kimse ile evlenemez ilh...» Yani
bîr kadın zevcinden ayrılmak için -Allah'a sığınırız- mürted olsa hapisle dövme
ile islâmiyette dönmesine cebr ve yetmişbeş kamçı ile tazîr olunur. Başka bir
kimse ile evlenemez. Fakat evvelki zevcine az bir mehirle tecdid-i nikâhla
cebrolunur. Ancak bu kaville fetva verilir. Bu, talâk bahsinde geçen üç
rivayetin .birincisidir, ikincisi kadının fena kasdını reddetmek için zevcinden
boş olmamasıdır. Üçüncüsü zevç beytülmaldan kendisine mal verilen kimselerden
ise zevcesi kendisine cariye olarak verilir.
«Bîr kimse Hanefi mezhebinden Şafii
mezhebine geçerse, tazir olunur ilh...» Yani bu Hanefi mezhebinden Şafiî
mezhebine geçme, şer'an iyi bir maksad için olmadığı takdirdedir. Çünkü
Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; Ebû Bekr-i Cûzcânî zamanında Hanefi
mezhebinden olan bir kimse muhaddislerden birinin kızını isteyip o da «ancak
kendi mezhebini bırakıp Şafiî mezhebine geçersen kızımı sana veririm» demiş. O
kimsenin de bunu kabul etmesi üzerine kızını ona vermiş. Bu mesele Ebû Bekr-l
Cûzcânî'den sorulduğunda başını eğip «nikâh caizdir, fakat o kimsenin ölürken
imansız gitmesinden korkarım. Çünkü o kimse kendi yanında hak olan mezhebi
hafife alıp kokmuş bir cîfe için bunu terketmiştir» diye cevapvermiştir. Eğer
bir kimsenin kendi mezhebinden diğer bir mezhebe geçmesi kendisi içirt açık bir
ictihad ve delil sebebiyle olursa bu caizdir, hatta sevaba nail olur. Eğer bir
mezhebten diğer mezhebe geçmesi bir îctihad ve delil sebebiyle olmayıp, bilâkis
dünya maksadı ve menfaati için olursa bu çirkindir, günâhdır, tedip ve tazîri
gerektirir. Çünkü bu kimse dinde yapılması caiz görülmeyen şeyi yapmıştır,
dinini ve mezhebini hafife almıştır.
Yine Fetâvây-ı Nesefiyye'den naklen
Tatarhânîyye'de zikredilmiştir el; Hanefî mezhebi üzerine sebat etmek daha
hayırlı ve daha evlâdır.
«Bir kimse bir şahsa tariz yoluyla kazfte
bulunsa tazir edilir ilh...»
Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben «ben
zina edici değilim» dese tazîr olunur. Çünkü had şüphe ile düşer. Bu kimse bu
ifadesiyle muhataba ayıp ve âr ilhak etmiştir. Çünkü bu ifadenin mânâsı «ben
zâni değilim, bilâkis sen zânisin» demek olduğu için tazîr edilir.
«Riyakâr sofular tazîr olunur ilh...»
Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; Hz. Ömer (R.A.)'in hilafeti zamanında bir
kimse Medine-i Münevvere'nin çarşısında bir hurma bulup zühd, takva ve
diyanetini izhar için «bu hurmayı kim düşürdü?» diye nida ederken Hz. Ömer
(R.A.) bu kimsenin sözünü işitip maksad ve meramını anladığı için o kimseye «ey
riyakâr sofu, bu hurmayı ye, çünkü böyle takvalığa Allah-ü Teâlâ buğzeder»
demiştir. Böyle bir hurma bulup sahibini arayan kimse hakikaten müttekî olan
kimselerden olursa övülmeye lâyıktır. Nitekim bir kadın âlimlerden birine bekçi
evin yanından geçerken onun ışığıyla iplik eğirmenin caiz olup olmadığından
sordu. Âlim o kadına «sen kimsin?» diye sorduğunda o da «ben Bişr-i Hâfî'nin
kızkardeşiyim» diye cevap verdi. Bunun üzerine âlim ona «bunu yapma, çünkü
takvalık sizin hanenizden çıkmıştır» demiştir.
«Tazîri hakettiği fena fiilinden bir kimse
tevbe etse, had gibi kendisinden tazîr de düşmez ilh...» Çünkü yukarıda geçtiği
üzere müslüman olmayan bir kimse tazîri gerektiren fena bir fiil yaptıktan
sonra islâm şerefiyle müşerref olsa eğer bu tazîr kul hakkı olursa kendisinden
düşmez. Allah hakkı olursa düşer.
«Bir hadis-i şeriflerinde «Ey Ebe'l-Velîd
Allah-ü Tealâ'dan kork» ilh...» «Ebe'l-Velîd» Ubâde b. Sâmit'in künyesidir.
Peygamberimiz (SAV.) bu hadis-i şerifi vaz ve nasihat babında Ubâde b, Sâmit'i
zekât toplamaya gönderirken buyurmuşlardır.
«Menâvî «hâkimlerin hırsızın boynuna can
asmaları gibi teşhirleri bu hadis-i şeriften alınmış olmalıdır» demişlerdir
ilh...» Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın meşhur olan
kavline göre; yalancı şahid dolaştırılarak teşhir edilir, dövülmez.
Sıraciyye'de «fetva bunun üzerinedir» diye zikredilmiştir.
Yalancı şahidin teşhiri, beldede
dolaştırılıp her mahallede «bu yalancı şahiddir, bunun şehadetini kabul
etmeyin» diye nida edilir.
Hassâf, kitabında «yalancı şahid
dövülmeksizin İmameyn (Rh.Aleyhima)'in kavline göre teşhir edilir» diye
zikretmiştir.
Hz. Ömer (R.A.)'den «yalancı şahidin yüzü
karartılır» diye nakledilen rivayetin tevili İmam Serahsî'ye göre; kaadı bunda
bir hikmet ve maslahat gördüğünde siyaset yoluyla yapar demektir.