DİYETLER BAHSİ 1
BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA
FASLI 1
CENİN
FASLI 1
YOLDA VE ÂMMEYE
AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK. 1
YIKILMAYA
YÜZ TUTAN DUVAR FASLI 1
HAYVANIN
CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI
İŞLENEN CİNAYET. 1
KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET. 1
MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI 1
M E T İ N
Diyet; ıstılahta: cana bedel olan malın
adıdır. Mef'ûlün masdarla isimlendirilmesi
değildir. Çünkü bu
ıstılah halini
alan kelimelerdendir.
Erş de: Organlara karşı işlenen
cinayetlerden dolayı îcab eden bedelin adıdır.
Amde benzeyen
öldürmedeki diyet yüz devedir. Bunun
dörtte biri iki yaşına, dörtte biri üç yaşına,
dörtte biri
dört yaşına, dörtte biri de beş yaşına girmiş olan dişi develerden verilir. Amde benzeyen
öldürmede, başkası
değil sadece diyeti muğallaza verilîr .
Diyet-i muğallaza sadece deve ile ödenebilir,
(Mütercim)
Hatâen öldürme
halindeki diyette yüz deve -beşte birer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına
giren erkek deve de vardır- veya bin dinar altın
yahut ta on bin dirhem gümüştür. İmâm
Şâfiî'ye göre
gümüşten
olduğu takdirde) on iki bin dirhem
ödenir.
Ebû Yûsuf ve
Muhammed ise yukarıdakilerin yanı sıra ikî yüz sığır, yahut iki bin koyun ya da iki yüz
elbise
verilebileceğini söylerler. Her bir
elbise de bir izar ve bir ridâ (belden aşağı ve belden
yukarıyı örten
ikî ayrı kumaştan ibârettir. Tercih edilen görüş budur.
İ Z A H
Müellif kısası diyetten
önce işledi. Çünkü cinâyette asıl cezâ odur. Ayrıca, hayat ve canları
korumada kısas daha
etkilidir. Diyet ise kısasın
halefi gibidir. Bu yüzden diyet hatâ
ve benzeri bazı
ârızî hallerde gerekli olur. Mi'râc.
«Diyet ıstılahta ilh...» Lügatta: «Kâtil,
maktûlün velisine cana karşılık mal verdi» manâsına denildiği
zaman «mal verdi» sözcüğünün karşılığı olan kelimenin
masdarıdır.
«Cana bedel olan ilh...» İtkâni bu cümleye «ve organa bedel..» ibâresini ilâve etmiştir.
«Mef'ulün
masdarla isimlendirilmesi değil ilh...» Zeylâî ve diğer bâzı âlimleri reddederek İbn Kemâl
de şöyle
demiştir.
Meselenin özü
şudur: Bu, lügatta mecaz, ıstılâhta ise hakikattir. mıitekim,
bir kelimenin ifâde ettiği
manada kullanılmasına da nahivciler böyle
derler. Maksat ıstılahtaki hakikî manâyı ifade etmektir.
Hakikatlerde de asıl
aranmaz. Onun, mef'ûlün masdar
manâsıyla isimlendirilmesi olduğu şeklindeki
görüş, mecâzî olan lûgat manâsının beyânıdır.
«Erş: Organlara karşı işlenen cinâyetlerden
dolayı îcâbeden bedelin adıdır.» Bu tabir bâzen can
bedeli ve
bilirkişinin takdir edeceği ceza,karşılığında
da kullanılır. Kuhistâni.
«Amde benzeyen öldürmede başkası değil, sadece diyeti muğallaza ilh...»
Metinlerin bu konudaki
ibâreleri farklı manalar ifade etmektedir.
Hidâye, İhtîyâr, Kenz ve Mültekâ'nın
ibârelerinin zahirine
göre; amde benzeyen öldürmedeki diyet, ancak deveden olabilir. Musannıfın buradaki ibâresinin,
zâhiri de bunu
ifâde etmektedir. Buna göre; kâtilin seçme
hakkı olmadığı için, diyetteki
tağlîz
ağırlaştırma açıktır.
Vikâye, Islâh,
Ğurer ve diğer bâzı eserlerdeki ifadelerden ise amde benzeyen
öldürmedeki diyetin
deveden başka
mallarla da ödenebileceği anlaşılmaktadır.
Kudûrî
metninde ise bu; şu ifâdelerle açıkça
belirtilmektedir: «Tağlîz (diyeti
ağırlaştırma) ancak
deve ile sabit
olur. Şayet hakim deveden başka
bir şeyle hükmederse bu, diyeti muğalaza olmaz.»
Bu ifâdeye göre diyetteki tağlîzin manâsı şudur: Eğer diyet deveden verilirse
yukarı da
sayılanlardan
dörtte birer oranda verilir. Hatâ ile
öldürmede ise böyle değildir. O takdirde beşte
birer oranla
ödenir.
Mecma' da : «Amde
benzeyen öldürmedeki diyet, devede
ağırlaştırılır» denilmektedir.
Mecma' Şârihi: «şayet deveden başka bir diyete hükmedilirse bu muğallaza olmaz» demiştir.
Dürerü'l-Bihâr'da, bunun şerhi olan
Ğurerul'-Efkâr'da da böyledir. Ğâyetul'l-Beyân'ın
Cinâyetler
Bahsinde şöyle
denilmektedir: «Amde benzeyen öldürmede şayet diyetin deveden ödenmesine
hükmedilmişse, devede ağırlaştırılır. Âma
deveden başka birşeyi hükmedilmişse
diyet
ağırlaştırılmaz.»
Cevhere'de de:
«(Eğer diyetin gümüşle ödenmesine
hükmedilmişse on bin dirhemden, altınla
hükmedilmişse bin dinardan fazla verilmez.» denilir,
Dureru'l-Bihâr'da ise şu ifâdeler yer almaktadır: «Amde benzeyen ve hatâen olan öldürmedeki
diyetin bir dinar olduğundan İmâmlar müttefiktirler.»
Bu ibâreler, amde benzeyen öldürmedeki diyetin deveye
mahsus olmadığını açıkça belirtmektedir.
Tahtâvî şöyle der:
«Zeylaî konunun baş tarafında, amde benzeyen öldürmede diyetin ancak
deveden
muğallaza (ağırlaştırılmış) suretiyle
âkıle tarafından her sene yüz devenin
üçte biri olmak
üzere üç senede ödeneceğini söylemiştir. Şurunbulâliyye'de
de: Şayet gerekli olan diyet deveye
mahsus olmasaydı,
tağliz için bir faide olmazdı. Çünkü katil daha hafif olanı seçer ve
tağlizin
hikmeti
ortadan kalkar sözleri ile bu görüşü tercih etmiştir.»
Ben derim ki: Tahtâvî'nin Zeylaî'den naklettiklerini
ben kendi nüshamda göremedim. Ona baş
vurulsun. Bu
ifâdelerin varlığı Farzedilirse; konu
ile ilgili iki rivâyetin
olduğu açıktır. Allah Teâla en
iyisini bilir.
«Beşte bîrer oranla yukarıdakilere ilâveten iki
yaşına giren erkek deve ilh...» Yani geçen dört nevî
ile, iki yaşına
giren deveden, her birinden yirmî tane
olmak üzere yüz deve alınır.
«Ebû Yûsuf ve
Muhammed yukarıdakilerin yanı
sıra ilh...» Yani geçen üç çeşidin yanısıra -ki onlar
deve, altın,
gümüş, sığır v.s. dir- Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre bu diyet altı çeşit, İmâm Ebû
Hanîfe'ye göre
de üç çeşit maldan alınır.
Dürrül'l-Muntekâ'da şöyle denilmektedir:
«Sığır sahiplerinden sığır; elbise ile uğraşanlardan elbîse,
koyunculuk yapanlardan koyun alınır. Her sığır ve elbîsenin kıymeti elli, her koyunun değeri de beş
dirhemdir.
Burhân'dan naklen Şurunbulâllyye'de böyle denilmektedir. Burhan'da; koyunların
iki
yaşında olması gerektiği eklenmiştir. «Kurban
edilebileceklerden olmalıdır» da denilmiştir. İmâm
Ebû Hanîfe'den
de Ebû Yûsuf iIe Muhammed'in dedikleri
rivâyet edilmiştir.
İhtilâfın
semeresi şu gibi durumlarda kendisîni gösterir:
Şayet
maktûlün velîsi kâtil ile iki yüz
sığırdan daha
fazlasına sulh yapsa; Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre câiz olmaz; İmâm A'zam'a
göre câiz
olur. Câiz oluş gerekçesi:
Sulhun diyet cinsinden olmayan bîr şey
üzerine yapılmış
olmasıdır.
Nitekim daha önce geçti.
Sahîh olan İmâm Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. Nitekim Muzmerût'ta da böyle denilmektedir.
Muzmerât
sahibi, her çeşidin aslı
olduğunu ifâde etmiştir. Âlimlerîmiz bu görüşle amel etmişlerdir. Ödenecek
diyetin cinsini tayin, rızâ veya hâkimin hükmüyledir. Hâkîmlerin ameli bu şekildedir.
Kuhistânî'nin
zikrettiğine
göre tâyin hakkının kâtile ait olduğu
da söylenmiştir. Meselenin tamamı
Minah'tadır.
M E T İ N
Amde benzeyen ve hatâen öldürmenin keffâreti mü'min bir
köleyi âzâd etmektir. Eğer kâtilin buna
gücü yetmezse peşi peşine iki ay oruç
tutar. Bunlarda fakir doyurma yoktur.
Çünkü onunla ilgili
nass yoktur.
Mikdarlar nakille bilinir.
Ana babasından
birisi müslüman olan süt emen çocuğu azat etmek caizdir.
Çünkü o, müslüman
olan ebeveynine tebean müslüman hükmündedir. Cenîn ise caiz olmaz.
Can ve organ
diyetinde, kadının diyeti erkeğin
diyetinin yarısıdır. Bu, Hz. Ali'den
hem mevkûf hem
de merfû olarak
rivâyet edilmiştir. Diyet konusunda Zımmî, müçte'men ve müslüman eşittir. Şâfiî
farklı
görüştedir.
Cevhere'de;
Müste'men için diyetin icabetmediği sahih görülmüştür. Şurunbulâliyye'de de bu kabûl
edilmiştir.
İhtiyar'da ise müstemenin de öbürleri
ile eşit olduğu kesin olarak
belirtilmiştir. Zeylaî de
bunu sahih
saymıştır.
İ Z A H
«Mü'min bir
köle azâd etmektir ilh...» Yâni tam köle olan bir köle. Şaşı
bir köle yeterlidir. Kör olan
ise kâfi değildir. Dürrü Müntekâ.
«Mü'min bir
köle ilh...» Diğer keffâretler ise böyle değildir. Bu konuda nass vârid olduğu için
kölenin mü'min
olması gerekir. Her ne kadar nass hataen öldürme
hakkında ise de amde benzeyen
öldürme hata
manâsında olduğu için, onun hakkında da hata hükmü sabit olmuştur. İtkânî.
«Eğer buna
gücü yetmezse ilh...» Yani, vücub vaktinde değil, edâ vaktinde gücü yetmezse.
Kuhistânî.
«Bunlarda
fakir doyurma yoktur.» Diğer keffâretlerde ise, fakir doyurma vardır.
«Süt emen çocuğu âzâd câizdir ilh...» Yani ondan sonra,
organlarının selâmeti görününceye kadar
yaşarsa. Ama
çocuk bundan önce ölürse onunla keffâret ödenmez. İtkâni.
«Cenin ise câiz olmaz.» Çünkü onun hayâtı ve
selâmeti bilinmemektedir. Üstelik cenin bir uzuvdur,
mutlak olan nassın
kapsamına girmez. Zeylaî.
«Kadının diyet
ilh...» Kadının hatâen öldürülmesi
durumunda beş bin, elinîn kesilmesinde de iki bin
beş yüz dirhem
verilir. Bu, hakkında belirli bir diyet bulunan konulardadır. Ama hakkında
bilirkişinin
tayin edeceği bîr cezâ gereken konularda ise; bir görüşe göre
diyeti belli olan suçlardaki
gibi uygulanır, (kadına erkeğin yarısı); diğer bir görüşe
göre ise erkekle kadın eşit tutulur.
Zâhîriyye'de de böyle
denilmektedir.
Hakkında ğurre
îcabeden cenîn konusu itiraz olarak öne sürülemez. Çünkü o ileride
geleceği üzere
istisnâî bir meseledir. Dürrü
Müntekâ.
Tatarhâniyye'de Tavâvîsî Şerhi'nden naklen şöyle
denilmektedir: «Hakkında muayyen bir mikdar
belirtilmeyen
konularda, âlimlerimize göre kadınla erkek
eşittir.»
BİR UYARI:
Eşbah'ın,
Hunsâ'nın hükümleri bahsinde şöyle denilmektedir: «Kasden bile olsa ve kesen kadında
olsa, hunsâ'nın elini kesene kısâs îcâbetmez. Hunsâ eğer başka birinin elini kasden keserse,
eli
kesilmez. Elin diyeti hunsânın âkılesine düşer.»
Şâyet hunsâ,
hatâen öldürülürse kadının diyeti ödenir. kalanında ise durumu açığa
kavuşuncaya
kadar bekletilir. Organlarda da durum aynıdır. Hunsâ (köle ise) keffâret olarak azad
edilmesi câizdir.
«Şâfiî farklı görüştedir.» Çünkü o: Yahudî ve hıristiyanın diyeti dört bin, mecûsînin diyeti de sekiz
yüz dirhemdir»
demektedir. Hidâye.
«Cevhere'de
sahih görülmüştür.» Cevhere sâbi,
Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «Müstemen
için diyet yoktur, bu sahihtir.» Bu söze; «Nihâye'deki, diyet konusundaki
eşitliğin, kısas
konusundaki
farklılığı açıklamaktır» denilerek itiraz edilmiştir.
Ben derim ki: Nihâye ve Gâyetü'l-Beyân'da böyle gördüm.
«Şurunbulâliyyede'de bu kabûl edilmiştir.» Bu
isnâd kabul edilemez. Çünkü o, Cevhere'nin mezkûr
tashîhini nakletmiş;
daha sonra da: «Zeylaî; rivâyet
ettiğimiz hadisten dolayı, sahih olan,
müste'menin
diyeti zimmî'nin diyeti gibidir, dedi»
demektedir.
Şurunbulâlî bu
sözü ile, Cevhere'nin tashihine karşı çıkmıştır.
Ben derim ki: Aemlî,
Zeylai ve diğerlerinin sahih gördüklerini
te'yîd etmiştir. Meselenin tashîhindeki
ihtilâf;
Cevhere sahibinin Nihâye'den naklettiğinin sübûtundan sonradır. Allah (c.c.) en iyisini bilir.
M E T İ N
Can, burun yumuşağı ve yanı aynıdır. Sahih sayılan bir görüşe göre ise yan
taraf için bilirkişinin
tâyin edeceği bedel verilir.
Erkeklik organı ve sünnet yerinin telefinden dolayı diyet icâbeder. (Bunların telef edilmesinden
dolayı tam diyet gerekir.)
Akıl, koklama, tatma, işitme ve görme duyularını
kaybetmek de diyeti gerektirir. Eğer konuşmaya
engel olmuşsa dile işlenen
cinâyetin karşılığı da diyettir. Lalın dilini kesmenin cezası bilirkişice
belirlenecek bir meblağdır. Cevhere. Bu hüküm, şarihin nüshalarında yer almamıştır. Dikkatli
ol.
Dilin kesiği harflerin çoğunu çıkarmaya manî olursa yine diyet
îcâbeder. Çoğunu çıkarmaya mâni
olmuyorsa, diyet; elif bâ nın harfleri olan yirmi sekize veya dil ile çıkartılan harflerin
sayısı olan on
altıya bölünür. -Bu görüşün ikisi için de sahih
denilmiştir- Çıkartılamayan harfler
için diyetten hisse
verilir.
Konunun tamamı Şerhu'l-Vehbâniyye ve başka bazı kitaplarda vardır.
İ Z A H
«Can,
burun...... dan dolayı diyet îcâbeder.» Burada canın anılmasına gerek yoktu. Çünkü hükmü
daha önce geçmişti. Burun (ve diğerlerine) gelince: Bu konudaki temel prensip şudur:
İnsanın bir
organı kesildiği takdirde; eğer o organın sağladığı
menfaatin tümü yok olmuşsa veya o
organdan
maksud olan
güzelliğin tamamı ortadan kalkmışsa;
tam bir diyet îcâbeder.Zira bu;
bir yönden canın
telefi
sayılır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.S.)
burun ve dil de tam diyete hükmetmiştir. Biz de aynı
manada olanları ona kıyas ettik. İtkâni.
Şu da bilinmeli
ki: İnsan vücudunda yerine kâim olacak ikincisi bulunmayan organlar veya
kendisinden maksûd olan menfaati sağlayacak başkası
olmayan duyulardan dolayı tam diyet
îcâbeder. Vücuttaki organlar dört çeşittir:
a - Tek olanlar ki şu üçüdür: Burun, dil, erkeklik âleti;
Bedendeki tek olan duyular: Akıl,
nefes,
koklama, tatma.
b - Çift olan
organlar: Gözler; dışta görünen kulaklar, kaşlar, dudaklar, eller, kadının
memeleri,
erkeğin
yumurtaları ve ayaklar. Bunların çifti için bir diyet, birisi için yarım
diyet ödenir.
c - Dörder
tane olanlar; Göz kapaklarıdır. Her bir kapak için
diyetin dörtte biri verilir.
d - Onar tâne
olanlar: Ellierin ve ayakların parmaklarıdır. Onun için onunda tam diyet birisi için de
onda bir diyet
icabeder.
Bir de
bunlardan daha fazla olan dişler vardır. Her bir diş için onda bir diyet verilir. Bunun izahı
gelecektir.
«Burun yumuşağı ve yan tarafı ilh...»
Çünkü bunların kesilmesi tam olarak güzelliği yok eder.
Ayrıca bu
organın sağlayacağı menfaatı da engeller. Çünkü burun yumuşağı, kokuları buruna
çekmek içindir; Bundan sonra da dimağa çıkar.
Burnun yumuşak kısmının kesilmesi bu işlemi
engeller.
Burun yumuşağı ile birlikte kemiği de kesilse
yine sadece bir diyet gerekir. Başka
bir şey
îcâbetmez.
Çünkü bunlar tek organdır. Eğer burun kesilse ve koku alma duyusu yok
olsa kesene iki
diyet îcâbeder. Çünkü koklama burundan
başka birşeydir. Bunlardan birisinin
diyetî öbürünün içine
girmez. Duyma
ile kulak da böyledir. Mirâc.
«Sahih sayılan
bir görüşe göre ise ilh...» Bunu Kuhistânî nakletmiş. Hidâye tek görüş olarak
vermiştir.
Diğer müellifler ise birinci görüşü benimsemişlerdir.
«Erkeklik organı ve sünnet yeri ilh...» Çünkü erkeklik
organının kesilmesi ile;
cinsî temas, hamile
bırakma, idrarı tutma, idrarı atma, suyu (meniyi)
fışkırtma ve hamile bırakma yolu olan
idhal
menfaatleri
yok edilmiş olur. İdhal ve meniyi fışkırtma menfaatlerinde esas olan
sünnet mahallidir.
Erkeklik organı sanki ona tâbîdir. Hidâye.
Musannıf daha
önce, sünnet mahallinin kasden kesilmesi
durumunda kısas icâbettiğini söylemîşti.
Ancak erkeklik uzvu konusu ihtilâflıdır. Biz onu daha önce belirttik.
«Akıl ilh..» Çünkü dünya ve
âhiretin menfaati onunla elde edilir.
Hayriyye'de
şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamı yere atıp vursa ve adam saraya
tutulur hale gelse
ne îcâbeder? diye
soruldu.» Cevap: «Eğer atmasıyla
aklının gittiği sâbit olursa tam diyet
îcâb eder.
Şayet aklının
bir kısmı gitmişse ve bunu zaman veya başka
bir yolla takdir mümkünse o oranda
diyet gerekir. Takdir mümkün değilse
adaletli birinin belirleyeceği
bir tazminat ödenir. Bu tazminatı
hakimin kendi ictihâdı ile takdir etmesi de caizdir.
Ben bûnu âlimlerin sözlerine kıyasla söyledim.
Bazı âlimler, sarânın bir çeşit delilik olduğunu
söylemişlerdir.»
«Koklama, tatma,
işitme ve görme ilh...» Çünkü bunların her biri için maksud
olan bir menfaat
vârdır.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.) bir
vuruştan dolayı dört ayrı diyete hükmetmiştir. Çünkü o
vuruş; aklı,
konuşmayı, işitmeyi ve görmeyi
yoketmişti. Hidâye. Bu duyuların teleflerî, cânînin
tasdîki veya yemin etmekten kaçınması veya
kendisine dalgın halde iken hitâbetmek, yahut pis bir
şeyi yaklaştırmak
ya da acı bir şeyi yedîrmekle bilinebilir. Kuhistânî.
«Lal'ın dilini
kesmenin cezası bilirkişice belirlenecek bir meblağdır.» Yani eğer tat alma
duyûsu yok
olmadığında.
Çünkü dilden asıl gözetilen konuşmadır. Lâl ise, zâten
konuşamıyordu. Bu; Çolağın
elini, hayası
buruk olanın veya iktidârsızın âletini, topalın ayağını, kör olan gözü veya
çürük dişi
telef etmek
gibidir. Mirâc.
Yani bunların
hepsinde bilirkişinin belirleyeceği miktarda para verilir. Çünkü bu cinâyet o organın
menfaatini yok
etmemiştir. Tam olarak güzellikte yok
edilmiş Sayılmaz. İnaye.
Eğer lâlın dili kesildiğinde tat alma duyusu da yok
olmuşsa, hüküm bunun aksinedir.
«Diyet bölünür ilh...» Yâni dîli kesilen
kişi harflerin çoğunu çıkarabildiği takdirde diyet
çıkarılamayan harfler oranında îcâbeder.
Kuhistânî ise; dili kesilen
adamın harflerin çoğunu çıkarabilmesi durumunda adil birisînin tesbit
edeceği bedelin verileceğini söyler. Bir de, şöyle
denilmiştir: Tam bir diyet tüm
harflerin sayısına
bölünür,
çıkarabildiği harflerin sayına
döneri; diyetten düşülür. Çıkartılabilen
harfler yarı mıdır,
dörtte bir
midir; farketmez. Bu esah olan görüştür.
Diğer bir
görüşe göre ise diyet dil ile çıkartılan
harflerin sayısına bölünür. Kirmânî'de
de ifâde
edildiği üzere
bu görüş sahîhtir.
Bunlardan
öğrenilmiş olduğu üzere, bu meselede üç görüş vardır.
Hidâye ve başka bazı kitaplarda bunlar sarahaten
belirtilmiştir. Mültekâ, Dürer, Şerhu'l-Mecmac,
İhtiyâr, Ğureru'l-Efkâr, Islâh ve daha başka
kitaplarda birinci görüş esas alınmıştır.
Cevhere'de de,
Kuhistânî'de
olduğu belirtilmiştir. Bildiğin gibi,
birinci görüşte sahih sayılmıştır, Şarihin sözlerinin
zahirine göre; sonraki görüşler, birinci görüşte
gerekli görülen bilirkişinin takdir edeceği
bedelin
tefsiridir.
Böyle olunca; ilkgörüş ile öbür iki
görüş arasında bir çelişki
sözkonusu olmaz. Bu güzel
bir îzah ama, âlimlerin sözlerinden anlaşılana
ters. Düşün.
(Şarihin
sözlerinin zahirine göre...) Biliyorsun
ki, Kuhistâni, dilin menfaatinin azının yok
olması
halinde gereken, bilirkişinin takdirini hikâye elti. Sonraki iki görüş ise mutlak
manâda dilin
menfaatinin
bir kısmının yok olması hâlindedir. O
zaman, bu tefsir nasıl sahih olabilir ve çelişki
nasıl olmaz?!
Bizim
üstâdımızın takririnden elde edilen bilginin özü şu: Harflerin bâzısı çıkartılamıyorsa: eğer
çıkartılamayan
harfler yandan fazla ise tam diyet icâbeder. Musannıfın söylediği de bu. Eğer
çıkarılamayan daha azsa bilirkişinin takdir edeceği bedel icabeder. Bu da
Kuhistânî'dekidir. Bir de
denildi ki; Harflerin bir kısmı çıkartılamıyorsa diyet
neye göre taksim edilir? Dil yardımıyla
çıkartılan
harflere mi,
yoksa elifbânın harflerinin tümüne mi;
bu konuda iki görüş vardır.
Bununla haşiyeyi yazanın söylediği bilinmiş oluyor.
«On altı îlh...»
Bu harfler; tâ, sâ (peltek se), cîm, dâl, zâl, râ, zâ, sîn, şîn, sâd, dâd, tâ, zâ,
mim, nun
ve yâ harfleridir. Zeylâî.
Cevhere'de
bunlara, kâf, ve kef, harfleri de ilâve edilerek sayıları on sekiz olarak belirtilmiştir.
İbn Şıhne
şöyle der: «Musannıf bunun, nahivcilerin ve kârîlerin sözü olduğunu ifade etmiştir.
Hâsî
bunları on
dört olarak saymış ama sınırlandırmamıştır. Çünkü harfleri sayarken «... gibi» demiştir.»
«Konunun
tamamı Şerhu'l-Vehbâniyye'dedir.» Orada şöyle ifâdelen dirilmiştir:
Harflerin on altı
olması
durumunda her taraf için altı yüz yirmi beş dirhem gümüş veya altmış iki buçuk dinar altın
düşer. On sekiz kabûl edilmesi hâlinde ise 55 tam 5/9 dînar altın veya 555 tam 5/9 dirhem gümüş
isâbet eder.
BİR UYARI:
Mîrâc'da şöyle
denilmektedir: «Eğer birisinin boğazına veya dudağına karşı işlenen
cinâyet
sebebiyle
boğaz veya dudaktan çıkan harflerden bir kısmı çıkartılamayacak
olursa; çıkartılamayan
her taraf için
tam diyetin yirmi sekizde biri verilmesi gerekir. Eğer
cinâyet sebebiyle bir harfin
yerine başka bir harf çıkarsa meselâ; «dirhem» diyeceği yerde «dilhem» dese buna
da bir harf
tazmînatı
gerekir. Çünkü harf çıkartılamaz olmuştur. Yerine çıkan harf onun yerini tutamaz.
M E T İ N
Traş edilip de bir daha gelmeyen sakaldan dolayı tam diyet îcâbeder, Ancak bir sene vâde verilir.
Eğer bu müddet
zarfında sakalı kesilen ölecek
olursa, cânî cezâdan kurtulmuş olur.
Sakalın yarısı
kesilmişse yarım diyet gerekir. Yarıdan az olursa bilirkişinin
belirleyeceği bir ceza
ödenir. Sahih
olan görüşe göre bıyığın ve kölenin sakalında da hüküm budur.
Çenesinde bir
kaç kıl olan kösenin sakalını kesmekten dolayı cezâ îcâbetmez. Eğer yanakta birkaç
kıl olsa fakat bunlar bitişik olmasa kesene hükümeti adl (bilirkişinin tayin edeceği ücret) îcâbeder.
Kıllar sıkı ise tam diyet gerekir. Kafadaki saç
da aynı hükümdedir. Yani eğer traş edilir
de yerinden
gelmezse (tam diyet îcâbeder).
Hz. Ali (r.a.) den de böyle rivâyet edilmiştir.
İmâm Şâfiî'ye
göre ise; hem sakal hem de saçta
bilirkişinin takdir edeceği cezâ ödenir.
Şu
bilinmelidir ki: Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.
Eğer saçı kesilen
kişi bir sene içerisinde ölürse bir şey îcâbetmez. Göğüs, kol ve bacağın kılında da
böyledir.
İ Z A H
«Traş edilen sakal ilh...»
Yolunduğunda da aynıdır. Kuhistânî. Çünkü o güzelliği tam olarak izâle
eder. Kadının
sakalını kesmekten dolayı ise bir şey gerekmez. Çünkü, Cevhere'de de belirtildiği gibi
kadın da sakal kusurdur.
«Eğer bu
müddet zarfında ölürse ilh...» Sakalı
kesene bir şey îcâbetmez. Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e
göre ise hükûmeti adl (bilirkişinin tâyin edeceği meblağ) gerekir. Kifâye.
«Sakalın yarısı
kesilmişse yarım diyet gerekir.»
Bazı âlimlerimiz ise, sakalın
bir kısmı traş edilince
de güzellik
yok olacağı için, bu durumda da tam
diyetin îcâbettiğini söylerler. Mi'râc.
Ğâyetu'l-Beyân'da
şöyle denilir: «Sakalın bir kısmı traş edilir de, yerine tekrar gelmezse:
bâzı
âlimlere göre hükümeti adl icâbeder. Kâfî Şerhi'nde
ise; sahîh olana göre tam diyet verilmelidir.
Çünkü bu, onur
kırıcılık yönümden hiç sakalın olmamasından daha
beterdir.»
«Sahih olan
görüşe göre ilh...» Çünkü bıyık,
sakala tâbîdir. Dolayısıyla
sakalın bir tarafıdır. Kölede
de maksat güzellik değil, kullanılmak suretiyla
menfaattir. Hür ise bunun aksinedir.
Hidâye.
Ben derim ki: Bundan anlaşılacağına göre; eğer sakalla birlikte
bıyık ta traş edilirse o da sakalın
tazmini içine
girer, çünkü ona tâbîdir. Saihânî'nin, Makdisî'den
naklettiğine göre; bıyığın tazmîni
sakalın tazmîni içine girmez. Hazânetül'-müftîn'de ise
girdiği belirtilmektedir.
«Kösenin sakalını kesmekten
dolayı ceza gerekmez.» Çünkü bu, onu
çirkinleştirmez, güzelleştirir.
«Hükûmeti
adl... ilh...» Çünkü bunda bir mikdar güzellik vardır. Hidâye.
«Tam diyet
gerekir ilh...» Çünkü yanağında kıl olan köle değildir. O
bir çeşit güzelliktir. Hidâye.
«Kafadakİ saç da aynı hükümdedir.» Saç ister erkek, ister kadın, ister
büyük, ister küçük saçı olsun
farketmez. Mî'râc.
«Yani traş
edilir de yerinden gelmezse ilh...» Yani kafa kel olacak şeklide traş edilirse.
Çünkü bu
büyük bir ayıp sayılır. Bu yüzden kel, diğer ayıplarını örtmek zorunda olduğu gibi
başını da örtmek
zorunda kalır.
İtkâni.
Bütün bunlar
saç bitecek yerin bozulması (hasta
olması) hâlindedir. Ama eğer kıl
tekrar çıkar ve
eski haline gelirse bir şey îcâbetmez. Çünkü cînâyetin eseri kalmamıştır. Ancak cânî, helâl olmayan
bir iş yaptığı
için cezâlandırılır. Hidâye.
Şâyet kesilen
saçların yerine gelenler beyaz
olursa; eğer zaman içerisinde gelmişse bir şey
îcâbetmez. Zamanında gelmemişse, sahîh olan görüşe
göre bilirkişi tarafından tesbît edilen bir
ceza gerekir. Şayet saçı kesilen köle olursa, kölenin
kıymetinde meydana getireceği noksanlığın
diyeti îcâbeder. Cevhere.
«Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.» Yani sakalı veya saçı kasden koparsa bile kısas îcâbetmez.
Kaşta da durum
aynıdır. Mîrâc.
Çünkü kısas bir cezâdır. Kıyasla değil, nassla
veya nassın delâleti ile sâbit olur. Nass da sâdece
can ve yaralar hakkında vârid olmuştur. Kılı kesmek
ise onlara benzemez çünkü bunda acı
duyulmaz. Bunun ölüme sebebiyet
vereceği de düşünülemez. Zeylai.
Öldürmede
olduğu gibi bunun kasdî olanında da
diyet cânînin kendi malından, hatâen
olanında ise
âkilesinden alınır. Bunu İtkânî ifade etmiştir.
Mirâc'da: «Sonra denildi ki: Saçın traş edilmesindeki hata şöyle olur: Saçı kesen
karşısındakini
kanı heder olanlardan zanneder, sonra da öyle olmadığı açığa
çıkar.»
«Ona bir şey
îcâbetmez ilh...» Yani Ebû Hanîfe'ye
göre Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise bu
durumda
hükümeti adl (bilirkişi takdiri îcâbeder. Mîrâc. Bunun benzeri sakal
konusunda da
geçmişti.
M E T İ N
Gözlerin,
dudakların, kaşların ayakların, hayaların; kadının memeleri ve meme uçlarının ve
kabaların her ikisi de
dipten çıkarılır veya kesilirse;
tam diyet îcâbeder.
Dipten kesilmemişse hükûmeti adl (bilirkişinin
takdir edeceği miktar) gerekir. iki yönden kadının
fercinde de
hüküm aynıdır. Erkeğin memesinde
de hükümet-i adl vardır.
Bu çift
organlardan Herbirinin tekinde yarım
diyet îcâbeder. Sökülüp de tekrar
bitmediği zaman, iki
gözün dört
tane olan kirpik diplerinde tam diyet,
bir tânesinde de dörtte bir diyet vardır. Eğer göz
kapakları kesilirse
bir diyet gerekir. Çünkü onun ikisi tek
şey gibidir. Üzerinde kirpik
olmayan
kapakta ise hükûmeti adı îcâbeder. Mutemet olan
ise; üzerinde ister kirpik, ister göz kapağı her biri
için tam bir
diyet vardır.
İ Z A H
«Gözlerîn ilh...»
Çünkü bunlardan her ikisinin yok edilmesi, ondan, elde edilecek
menfaatin, veya
güzelliğin
tümünün yok edilmesidir. Bundan dolayı tam diyet gerekir. Birinin yok edilmesinde ise
yarı menfaatleri ortadan kalkar. Bu durumda da yarım diyet
îcâbeder. Hidâye.
«Hayaların
ilh...» Çünkü bunlara yapılan cinayet meni çıkarma ve üreme menfaatini yok eder.
BİR UYARI:
Tatarhâniyye'de Tuhfe'den naklen şöyle denilmektedir: «Hayaları erkeklik
organı ile birlikte kesene
iki diyet
îcâbeder. Eğer önce aleti sonra hayaları
keserse yine çift diyet gerekir. Çünkü âlet
kesildiğinde, hayaların menfaati -meniyi tutmak- devam etmektedir. Aksi olursa (önce
hayalar
kesilirse) hayalar için diyet, âfet için de hükümet-i adl îcâbeder.»
Çünkü bu durum
da âletin menfaati daha kesilmeden önce yok olmuştur. Yine Tatarhâniyye'de;
hayalardan 'birisinin kesilmesinden dolayı
suyu çekildiği takdirde bir buçuk diyetin îcâbettiği
ifâde
edilmektedir.
«Kadının memesi ve meme uçları ilh...» Çünkü bu emzirme
menfaatini yok eder. Zeylâî.
Hüküm
itibarıyla büyük ve küçük arasında fark yoktur.
Kasden kesildiği takdirde kısasın gerekip gerekmediği konusunda zâhir rivâyette
bir kayıt yoktur.
Hayalar da
aynıdır. Tatarhâniye.
«Kadının
fercinde de hüküm aynıdır.» Hulâsa'da
şöyle denilmektedir: «Birisi bir kadının fercini
kesse ve idrarını tutamayacak bir hale gelse tam diyet gerekir.»
Tatarhâniyye'de ise:
«Eğer, kendisiyle temas mümkün
olmayacak bir hâle gelirse; tam diyet
îcâbeder» denilmektedir.
«Erkeğin memesinde hükümet-i adl yardır.» Çünkü
burada herhangi bir menfaati ve güzelliği, yok
etmek söz konusu
değildir, Erkeğin memelerinin başında da, meme
için olandan daha az olmak
üzere
hükümet-i adl vardır. Hulâsa.
«Kirpik,
diplerinin bîr tanesinde dörtte bir diyet
vardır.» Çünkü bu güzellik, tam olarak
buna tealluk
eder. Ayrıca göze gelecek zararları önleme de bunlarla ilgilidir. Bunların kaybedilmesi de görmeyi
azaltır. körlük
doğurur. Dört tane olan kapakların yok edilmesi tam diyet
gerektirdiğine göre,
birisinin kaybedilmesinde dörtte bir ikisinin
kaybedilmesinde de dörtte üç diyet îcâbeder. Zeylâî.
Cinâyete uğrayan kadın olursa, erkeğin diyetinin
yarısı gerekir. İtkani.
«Eğer göz kapakları kesilirse
ilh...» Minah, ve Evzâh'ta: «Göz kapaklarını
kirpik dipleri ile birlikte
keserse» denilmektedir.
Tebyîn'de ise: «Göz kapaklarını kirpikleri ile
birlikte keserse tam bir diyet
îcâbeder. Çünkü göz
kapakları kirpiklerle
birlikte tek bir şey gibidir. Burun
kemiği ile burun yumuşağı ve baş yarığı ile
saç da
böyledir.» denilmektedir.
Gözün kapakları ile birlikte çıkarılması halinde iki diyet gerekir. Birisi göz, diğeri de kapaklar
içindir. Çünkü
bunlar ayaklar ve eller gibi
iki ayrı cinstir. Cevhere.
«Üzerinde
kirpik olmayan kapakta ise hükümeti adl îcâbeder.» Tuhfe'den naklen
Gâyetu'l-Beyân'da
da böyledir. Tahtâvî de bunu Hindiye'den
nakletmiştir.
«Mûtemet olan
ise ilh...» Ben bunu zikredeni görmedim. T. Anlaşılan bu, sadece ikinci
mesele için
bir istidrâktir.
«Göz kapakları sökülürse ilh...» Sözüne gelince
Hidâye,
Febyîn ve diğer bazı şerhler de
sadece bu
zikredilmiştir.
Şârihin
sözünün özeti şudur: Üzerinde kirpik bulunmayan
her bir göz kapağının veya sadece
kirpiklerin kesilmesi;
durumunda tam bir diyet îcâbeder. İhtiyâr'daki şu ibare de buna uygun
düşmektedir: «Sadece
kirpik diplerini kesse ve onlarda kirpik bulunmasa bundan dolayı diyet
îcâbeder. Sadece kirpiklerde
de durum böyledir. İkisinin birden
kesilmesi halinde de tek bir diyet
îcâbeder.»
M E T İ N
El ve ayak parmaklarının
her biri için onda bîr diyet vardır.
Üç mafsalı olan parmakların bir
mafsalında bir
parmak diyetinin üçte biri, baş parmak
gibi iki mafsalı oldan parmakta
da
yarım
parmak diyeti
vardır.
Erkeğin her bir
dişinin diyeti, beş deve, veya elli dinar altın ya da beş yüz
dirhem gümüştür. Çünkü
Peygamber
(s.a.v.): «Her dişte beş deve vardır» buyurmuştur. Yani tam diyetin yirmide
biridir.
Kadının
dişlerinin diyeti de erkeğinkinin
yarısıdır. Kölenin dişinin diyeti de kıymetinin yirmide biridir.
Eğer: «Buna göre: bütün dişlerin diyeti vücudun diyetinden beşte üç oranında fazla olur» dersen
ben de şu cevâbı veririm:
«Evet doğru, fakat bunda bir mahzur
yok. Çünkü bu, Gâye ve başka
kitaplarda belirtildiği üzere, kıyasa aykırı olarak nass ile sâbit
olmuştur.»
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Vücutta, yok edilmesi sebebiyle
gerekli olan diyeti, vücûdun
diyetinden fazla olan uzuv, sadece dişler vardır. Bazen
azı dişi dört tane bulunur. Bu durumda
dişlerin sayısı
otuz altı olur. Kuhistâni.»
Ben derim ki: Buna göre, Kevser (dişleri eksik oları)
için 1 tam 2/5 diyet; başkası için de, ya bir
buçuk veya 1 tam 3/5
yahut ta 1 tam 4/5 diyet
vardır. Bilindiği üzere kadının
diyeti erkeğinkinin
yarısıdır.
Birisinin
vurması ile, sağlayacağı menfaat yok
olan her organda tam bir diyet îcabeder. Çolaklaşan
el, nuru kaçan göz, suyu kesilen bel, böyledir.
İdrarını tutamaz hale getirmek ve
kamburlaştırmak
da aynı
şekildedir. Kamburluğun zâil olması
durumunda bir şey îcâbetmez. Eğer
vurmanın izi
kalırsa hükûmeti adl îcâbeder.
Vazifesini
yapamaz hale gelmiş olan bir organın telef edilmesi durumunda, eğer bu, çolak
el gibi
güzelliği
olmayan birşey olursa; hükûmet-i adl îcâbeder.
Kulak gibi güzelliği olan bir şeyse
tam
olarak erş (diyet)
gerekir. O sağırlıktır. Kulağı geri yapıştırması ve oraya tutması halinde gereken
şey bu bölümün
sonlarında gelecektir.
İ Z A H
«Her dişte ilh...»
Diş cins isimdir. Ağızdaki otuz iki dişin hepsi bu ismin kapsamına
girer. Bunlardan
dördü (iki
altta, iki üstte) ön diş; dört tane
onların yanındakiler. dört tane
köpek dişi; dört tane onun
yanındaki; on iki tanesi de öğütücü diş (sağda, solda,
altta ve üstte üçer); Onlardan sonra da
erginlik dişi (yirmilik
dişi) denilen iki diş vardır. Bunlar aklın olgunlaşma çağı olan bülüğdan sonra
çıktığı için
bu ismi almıştır. İnâye.
«Beş deve
ilh...» her bir devenin kıymeti yüz dirhemdir. İtkânî.
«Beşte uç oranında ilh...» Yâni ekseriyette dişlerin otuz iki olduğuna binâen. Çünkü bu durumda
dişlerde on altı bin dirhem gerekir. Bu da 1 tam 3/5
diyet eder.
«Bunda bir
mahzur yoktur ilh...» Yâni kıyasa aykırı
da olsa beis yoktur. Çünkü nass la
birlikte kıyas
olmaz.
«Gaye de
belirtildiği üzere ilh...» Yâni İmâm
Kıvâmüddin Ğâyetu'l-Beyânı'nda.
İtkâni.
«Kevsec
(dişleri eksik olan) ilh...» Yâni dişlerinin hepsi söküldüğü zaman
1 tam 2/5 diyet gerekir.
Bu da on dört
bin dirhemdir. Çünkü onun diş sayısı yirmi sekizdir.
Anlatıldığına göre bir kadın
kocasına: «Ey kevsec!..»
demiş, kocası da: «Eğer
öyleyse sen boşsun!»
karşılığını vermiş. Mes'ele
Ebû Hanîfe'ye
intikal ettirilince O: «Dişleri sayılır,
eğer yirmi sekizse o kevsectir!»
demiştir. Mî'râc.
«Başkası îçin de ilh...» Yâni Kevsec'ten başkası
için. Çünkü onun dışındakilerin ya
otuz, ya otuz iki,
ya da otuz altı
dişi vardır. Otuz dişi varsa; 1 tam
2/2 diyet gerekir ki, onbeş bin dirhemdir. Otuz iki
olursa 1 tam 3/5 diyet îcâbeder, o da onaltı bin dirhem eder. Diş sayısı otuz altı ise; 1
tam 4/5 diyet
gerekir. O da onsekiz bin dirhemdir.
BİR UYARI:
Hulâsa'da şöyle
denilmektedir: «Birisi bir başkasının dişine vursa ve diş sallanıp
düşse; eğer hatâ
ile vurmuşsa
vuranın beş yüz dirhem diyet vermesi
îcabeder. Kasden vurmuşsa kısas îcabeder.»
Şu
bilinmelidir ki; 1 tam 3/5 diyet -ki oda on altı bin dirhemdir-
otuz dişte îcâbeder.
Cevhere ve
başka kitaplarda: ilk şene2/3 diyet gerekir. 1/3 tam diyetten,
1/3 de dîyetin, 3/5 indendir.
ikinci yılda
1/3 diyet ve 3/5 ten kalanı verilir. Üçüncü yılda da,tam diyetten
geriye kalan 1/3 diyet
verilir. Bu
taksim, diyetin üç senede ödenmesi
gerektiğinden, dolayıdır ki; her sene 1/3 diyet ödenir.
Altı bin dirhem
olan 3/5 ise iki sene de
verilir. Birinci senede diyetin üçte
biri, kalanı da ikinci
senede tamamlanır. İtkânî, Şerhu't-Tahâvî'den.
Ben derim ki: Buna göre birinci senede 6666 tam 2/3 ikinci senede
6000, üçüncü senede de 333 tam
1/3 dirhem eder.
Müctebâ,
Tatarhâniye ve başka kitaplar da ise
Muhit'ten naklen; ikinci senede
333 tam 1/3; üçüncü
senede de 3000 dirhem
verileceği belirtilmektedir.
Bunun benzeri Mînah'ta da vardır.
Görünen o ki;
bunlar iki
ayrı rivâyettir. Düşün.
«Tam bir diyet
îcâbeder.» Yani bu organın tam diyeti.
Remlî.
Çünkü el ve
göz de vücûd'un diyetî îcâbetmez. Çünkü vücûdun diyeti on şeyde vardır.
Müctebâ'dan
naklen
Minah'ta zikredildiğîne göre bunlar: Âkıl, saç, burun, dil, sakal, kırıldığı
zaman bel, kesildiği
zaman bel
suyu, idrarın tutulamaması, vurulup da
dışkıyı tutamaması halinde dübür ve erkeklik
organıdır.
Meselenin tamamı oradadır.
«Kamburlaştırmak ta aynı şeklidedir.» Çünkü bunda tam manâsıyla güzellik menfaatinin yok
edilmesi söz konusudur. Zîra insanın, güzelliği onun dik durmasındadır. Denildiğine göre: «Biz
İnsanı en
güzel şekilde yarattık» âyetinden
maksat budur. Zeylaî.
«Kamburluğun
zâil olması halinde bir şey îcabetmez.» Ebû Yûsuf ye Muhammed'e göre vuranın
doktor ücretini vermesi îcâbeder.
T. Hindiyye'den.
«Tam olarak erş îcâbeder»
Aşağıda gelecek olan mîsalde erş; yarım diyettir.
«O sağırlıktır.» Ben bu ibâreyi başka hiçbir yerde görmedim ve nereden aldığını da
bilmiyorum.
«Kulağı geri
yapıştırması ilh,..» İlerde gelecek
olan şudur: «Eğer kulağı yapıştırır ve
tutarsa erş
organ diyeti) gerekir. Çünkü kulak eski halini almaz.»
«Bu bölümün
sonlarında..» Yani ona başlamak istediği şey, Allah en iyisini bilir.
M E T İ N
Sözlük olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.
Cerahatten
dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ,
Miskin.
Baş ve yüzü yaralama on çeşittir:
1 - Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,
2 - Dâmi'a : Gözyaşı
kadar olup da akmayan
kan çıkan yara,
3 - Dâmiye :
Kendisinden kan akan yara,
4 - Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,
5 - Mütelâhime
: Etin koparıldığı yara,
6 - Simhâk : Et il» kafa
kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,
7 - Mûzıha :
(Kemiğin üzerindeki zarda yırtılıp)
kemiği ortaya çıkaran yara,
8 - Hâşima : Kemiği kıran yara,
9 - Münakile: Kemiği kırıp yerinden oynatan yara,
10 - Âmme : Beyine kadar ulaşan yara:
Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin gelir. Bu, beyini
dışarı çıkaran yaradır.
Genelde bunun
sonu ölüm olduğu için İmâm Muhammed
bunu zikretmemiştir. O zaman bu,
yaralama değil öldürme olur.
Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla
olmadığı tesbît edilmiştir.
İ Z A H
Bu konu,
organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes'eleleri hayli fazla olduğu için,
müstakil bir
bölüm halinde verilmiştir.
«Baş ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib
edilir. Yani Şicâc'ın hükmü;
sözlükteki hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş
ve yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki
yaralardan dolayı, belirli bir cezâ yoktur. Hükûmet-i adl
îcâbeder. İtkânî.
Meselâ, mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara) el ve bacak
gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)
îcâbetmez.
Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat'dır. Zahiriyye'de belirtildiğine
göre karına kadar varan
derin
yaraların dışındaki cerahatlarda muayyen
bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de
yüzdendir.
Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime,
ve münekkile gibi bir yara bulunsa; Hidâye'de
belirtildiğine
göre muayyen bir diyet verilir.
Mûzıha,
hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet
yoktur. Nitekim
açıklanacaktır.
«Cerâhattan
dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü
takdîr, nassladır. O da sadece
baş ve yüzdeki
yaralar hakkında vârid olmuştur. Hidâye.
Delalet veya kıyas
yoluyla başka
taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere
ilhak edilemez. Çünkü aynı
manâda
değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar,
dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha
büyüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade
etmişlerdir.
«Deriyi
koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî'nin,
deriyi
kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz
etmiştir.
Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît ve
Bedâî'deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.
Bunun benzeri
lûgat kitaplarında da vardır. Buna
göre, Mütelâhime'ye diğer bir kayıt daha ekleyip,
Bedâî ve diğer
bazı kitaplarda olduğu gibi: «O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan
yaralamadır» denilmesi
gerekir.
«Eti koparan
yara ilh...» Muğrib'de şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime),
kemiği değil, eti yaran
yaralamadır. Bu yara
daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen
denilmesidir der.
Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya
da hüsnü zan olarak verilir.»
«Âmme..» Buna Me'mûme de denilir.
«Beyni dışarı
çıkaran yaradır» yani deriyi
kesip, beyini
ortaya çıkaran yaradır.
«İmâm Muhammed
bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde
harısa'nın izi kalmaz.
İzi olmayana da hüküm terettüp etmez. İtkânî.
Bundan dolayı Ğureru'l-efkâr sahibi: «Musannıfın
bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama
o kitapların
çoğunun
izinden gitmiştir» der.
«Genelde bunun
sonu ölüm olduğu için ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet îcâbeder. Ğureru'l-Efkâr
M E T İ N
Sac dökük değilse mûziha'da ylrmlde bir diyet
îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.
Çünkü başın
derisi zînet îtibariyle saçlısından daha eksiktir.
Zahîre'den naklen Kuhistânî.
Hâşime'de
yüzde on, Münekkile'de yüzde onbeş, Âmme ve Câife'de de üçte bir
diyet verilir.
Eğer Câife (içe
kadar işleyen yara) bir
taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.
Çünkü bu
durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet
vardır.
Hârisa, dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk'ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar
hakkında nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız
saymak da
mümkün
olmadığına göre; bunlara hükûmet-i adl îcâbeder.
Hükûmet-i adl
şudur: Yaranın, mûzıhaya nisbetle
miktarı belirlenir ve bu orana göre 1/20 diyetten
bir meblağ
takdir edilir.
Kerhî: «Bunu
Şeyhu'l-îslâm sahih kabûl etmiştir» der.
Denildi ki
-söyleyeni Tahâvî'dir-: «Yaralı köle farzedilir ve önce yara izi olmadan. sonra da yara ile
birlikte değerlendirilir.
İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten,
kölede de kıymetinden alınır. Eğer
hürrün kıymeti
(köle farzedilerek) on da bir oranında
eksilmişse diyetinin
on da biri îcâbeder. Yarı
ve üçte bir
oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i
adl'dır.
«Fetvâ da buna
göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle
denilmektedir. Mecma'da da bu kesin görüş olarak
takdim edilmiştir.
Hulâsa'da şöyle
denilmektedir: «Cinâyet yüz ye
başta olduğu takdirde Kerhî'nin sözü
doğru olur ve
o zaman onunla
fetvâ verilir. Ama yara yüz ve baştan başka bir yerde
olur veya müftiye Kerhî'nin
görüşüne göre
cezâyı
takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî'nin görüşü ile fetvâ verilir.
Çünkü o
daha
kolaydır.»
Cevhere'de bu
sözlerin benzeri, şu ilâve ile birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl'in tefsirinde
şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası
ilâç ve doktor ücretidir.»
İ Z A H
«Yirmide bir
diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata ile
yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride
geleceği üzere kısas
îcâbeder.
Kâfî'de şöyle
denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden
yirmi tane mûzıha
cinsinden yara
açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına
iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa)
bir sene içinde ödenmek üzere tam
diyet verilir.»
«Saç dökük değilse ilh...» Hindiye'de şöyle
denilmektedir: «Bir kimsenin saçı
yaşlılıktan dolayı
dökülmüş olsa
ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa;
İmâm
Muhammed'e
göre kısas uygulanmaz; diyet îcâbeder.
Eğer yaralayan: «Ben kısasa râzıyım» dese
bile kısas yapılmaz. Fakat eğer yaralayanın saçı
da dökükse o zaman kısas yapılır.»
Serahsî'nin Muhît'inde de böyle denilmektedir.
Nâtıfi'nin
Vâkıât'ında da şöyle denilir: «Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha
aşağıdır. Dolayısıyla
onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın
erşi
eşittir.»
Müntekâ'da da
şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse,
saçı dökük olan birisinin başında hatâen
mûzıha
kabilinden bir yara açsa, kendi malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha
az bir erş
(yaralama
diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise,
hâşimenin erşinden daha az
bir erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından
ödenir. Muhît'te de böyle denilmektedir.»
T.
«Câife ilh...» Alimler:
«Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler.
Hidâye.
Buna göre,
Câifenin Şicâc (baştaki yara)
ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da
bulunmasıdır.
Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî'deki
şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,
boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen
yaralardır.»
Yine İtkânî,
Asl'daki şu sözleri de itirazına destek yapmıştır: «Câife çeneden yukarıda
ve kasıktan
aşağıda olmaz.»
Aynî: «Câife
(yukarıda sayılan) on çeşidin içine
girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,
hüküm yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte
zikredilmiştir.»
«Her
birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin
üçte biridir.
BİR UYARI:
İtkâni şöyle
der: «Bilmen gerekir ki; erkek
ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte
bir diyet arası olan,
hatâen
yaralanmalarda, diyet yaralayanın
âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)
âkileye ait
olan diyetin üç senede ödenmesine
hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte
bir diyet
gereken
yaraların diyeti de bir yılda ödenir.
Eğer diyet üçte birden çok
olacak olursa fazlalık diğer
senede ödenir. Çünkü üçte bir üzerine ziyâde
olan, ikinci senede âkilenin vermesi gereken şey
cümlesindendir. Tek başına olduğunda da durum aynıdır. Diyet
üçte ikiden fazla olursa, üçte ikisi
iki yılda,
artanı da üçüncü yılda verilir. Diyeti
yirmide birden az olan, hata ile olan
yaralamalarda ve
kasdî olan
bütün yaralamalarda diyet cânînin borcudur.» İtkâni'den özetle, yâni Me'âkıl bölümünde
geleceği üzere, Akıle
teammüden işlenen cinâyetlerin
ve Mûzıhanın erşi dışındakilerin
diyetini
yüklenmez.
«Hükûmet-i adl
gerekir ilh...« Yani hatâen yaralamada ve -kısasa hükmedilmemişse- kasdi
yaralamada. Nitekim az sonra gelecektir.
«Mûzıhaya nisbetle ilh...» « Mûzıha;
hakkında muayyen diyet bulunan dört yaradan
diyeti en az
olanı olduğu
için özellikle anılmıştır. Muhît'teki; «Hakkında muayyen erş bulunan baş yaralarının en
azından...» şeklindeki
ibâreden maksat budur.
«Bu orana göre
1/20 diyetden bir meblağ takdir edilir.»
1/20 diyet mûzıha'nın
diyetidir.
Bunun açıklaması
şöyledir: Meselâ yara bâzıa (deriyi koparan yara)
olsa; Mûzıha'ya
nisbetle bunun
mikdarının ne
kadar olduğuna bakılır; Mûzıhanın üçte biri kadar olursa,
Mûzıhanın diyetinin (1/20
diyet) üçte biri (1/60 diyet), Mûzıhanın
dörtte biri kadarsa; onun diyetinin
1/4'i (1/80 diyet) îcâbeder.
İnâye.
«Bunu
Şeyhu'l-İslâm sahîh kabûl etmiştir.»
Şeyhu'I-İsIâm, Hz. Ali'nin rivâyet ettiği hadîsden dolayı
böyle demiştir. Çünkü Hz. Ali, dilinin
bir tarafını kesen hakkındaki hükûmet-i adl'de buna itibar
etmiştir.
Köleye itibar etmemiştir. Üstelik hür
olan küçük ve büyüğün mûzıhasında hüküm eşittir.
Kölede ise, küçükteki mûzıhanın diyeti, büyüktekinden
daha azdır. Mîrâc.
«Kölede
kıymetten ilh...» Yâni kölenin
başındaki yaradaki fark mikdarı, kölenin kıymetinden alınır.
Çünkü onun
kıymeti diyetidir.
«Onda bir
oranında eksilmişse... ilh..» Misâli şudur: Kölenin
kıymeti yaralanmadan önce bin dinar,
yara ile de 900 dinar
olsa; yara, kölenin kıymetini onda bir nisbetinde eksiltmiş olur. Bu da onda bir
diyeti gerektirir. Çünkü kölenin kıymeti, diyetidir.
İnâye.
«Fetvâ buna
göre verilir ilh...» Hulvânî bu görüşü almıştır. Üç İmâm (İmâm Şâfiî,
İmâm Mâlik, ve
Ahmed b.
Hanbel)'in görüşleri de bu istikâmettedir. İbnûl-Münzir: «Bu, kendilerinden ilim
alınanların hepsinin görüşüdür» der. Mî'râc.
«Cinâyet yüz ve başta olduğu takdirde îlh...» Çünkü oralar mûzıhanın yeridir. Cevhera.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni yara yüz, baş veya başka bir yerde
olsa. Bu, mutlak olarak ifade, «veya
müftiye... zor gelirse» sözüne nisbetledir.
«Şöyle
denildi:» Kuhistânî bundan sonra şöyle der:
«Bütün bunlar, yaranın izi kaldığı takdirdedir.
Ama yaranın izi
kalmamışsa Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'a
göre bir şey icabetmez. İmâm Muhammed'e
göre ise: iyileşinceye
kadarki nafakasının canî tarafından verilmesi îcâbeder. Ebû Yûsuf'tan bir
rivâyete göre de, çektiği acıdan dolayı hükûmet-i adl gerekir.»
Bu meselenin
tamamı bölümün sonunda gelecektir.
M E T İ N
Teammüden
vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıha'nın haricinde. baştaki yaralarda kısas
yoktur;
Hakkında kısas olmayan cinâyetlerde; hata ile kasıt eşittir. Ama, mezhebin zâhirine göre mûzıhadan
daha aşağı olan yaralamalarda da kısas îcabeder.
Bunu İmâm Muhammed Asl'da zikretmiştir.
Eşitliği sağlamak mümkün olduğu için sahih olan
budur: Dürer, Müctebâ, İbn Kemal ve
diğerleri.
Bu yaralarda eşitlik şöyle sağlanır:
Yaranın derinliği misbâr (yaranın derinliğini ölçen âlet) ile
ölçülür. Sonra
o kadar bir demir hazırlanır ve cânînin başından da kesilir.
Şurunbulâliyye'de Simhak bundan istisnâ edilmiştir.
Hâşime ve
Münakkıle gibi, Simhak'ten sonrakilerde ittifakla kısas
uygulanmadığı gibi, Simhakta da
kısas yoktur.
Surunbûlâli bunu Cevhere'ye nisbet
etmiştir.
Müctebâ'da
şöyle denilmektedir: «Başın ve bedenin
derisinde, yanak. karın ve sırtın
etinde. tokatta,
yumrukta ve
elle vurmakta kısas yoktur. Yüzün derîsinin yüzülmesi halinde tam
diyet îcâbeder.»
İ Z A H
«Baştaki
yaralar da kısas yoktur.» Yâni
Mûzıhanın üstünde olanlarda icmâen,
altında olanlarda
ihtilâflı
olarak. T.
«Teammüden
vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıhanın hâricinde ilh...» Yani yara sebebiyle
başka bir organ telef olmamışsa. Ama, mesela, kasden
mûzıha olacak şekilde yaralasa ve adamın
gözleri telef
olsa; İmâm Azam'a göre kısas yoktur.
Hem göz, hem de mûzıhanın diyeti verilir. Ebû
Yûsuf ile
Muhammed'e göre ise mûzıhadan dolayı
kısas, gözden dolayı da diyet îcâbeder. Kâfî'den
naklen Şerhu'l-Mecma:
«Sahih olan
budur.» Kâfî'de şöyle denilmektedir: «Yaralarda kısas vardır» ayeti kerimesinin
zâhirinden
dolayı, sahih olan görüş budur.» üstelik
eşitliği sağlamak da mümkündür. Mirâc.
UIemânın
çoğunluğu bu görüşü almıştır.
Tatarhânîyye.
«Şurunbulâliyye'de Simhâk istisnâ edilmiştir.» Orada
şöyle denilmiştir: «.. Simhâk hariç. Çünkü
onda denkliği
sağlamak mümkün olmadığı için ittifakla
kısas yoktur. Zira, kemiğin üzerindekî zora
varınca son
bulacak şekilde bir yarık
yarmak imkânsızdır.»
Ben derim ki: Şurunbulâliyye'deki bu ifâdeler,
Hîdâye Şarihlerinin ve daha başkalarının
söylediklerine zıttır. Çünkü onlar muzıhadan
öncekilerde -ki onlar hârisadan simhaka
kadar olan
altı yaradır-
kısasın tatbik edildiğini açıkça ifâde
etmişlerdir.
«Hâşime ve
mûnakkıle gibi ilh...» Çünkü bunlarda kemik kırılır, dolayısıyla eşitlik sağlanamaz.
Ekseriyetle
ölümle sonuçlandığı için âmme de böyledir. Açıktır ki bu hüküm yaranın ölüme
götürmediği
durumlardadır.
«Bunu Cevhere'yenisbet
etmiştir.» Tahtâvî de El-Bahrûz Zâhir'e nisbet etmiştir.
«Başın derisinde kısas
yoktur» Herhalde bu zahir rivâyetin
dışındaki rivâyetlere göredir. Yanağın
etinde de
böyle denilir. Yahut da başta Simhake
hamledilir. Bedenin derisi, karın
ve sırtın eti
konusunda ise
Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Yüz ve başın dışındaki yaralarda eğer kemik
açığa
çıkmış ve
kırılmış, izi de kalmışsa
hükümeti adl îcâbeder. Böyle
olmamışsa İmâm Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf'a
göre bir şey gerekmez. İmâm Muhammed'e
göre ise yara iyileşinceye kadarki
harcamalarının kıymeti icâbeder.
«Yüzün
derisinin yüzülmesi halinde tam diyet icâbeder.» Çünkü bununla tam olarak, yüzün
güzelliği yok
edilmiştir.
M E T İ N
Bir elin bütün
parmaklarında, avuçla birlikte de olsa yarım diyet vardır. Çünkü avuç parmaklara
tabîdir. Kolun
yarısı ile kesilirse avuç için yarım
diyet, yarım kol için de
hükûmet-i adl îcâbeder.
Baldır da kol
gibidir. Bir parmağı olan avucun kesilmesi halinde onda bir,
iki parmağı olan avucun
kesilmesi hâlinde de beşte bir diyet gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre; üç parmağı olan elde olduğu gibi,
burada da elden dolayı bir şey lazım gelmez. Çünkü
ittifakla avuçta bir şey icâbetmez. Zira keser
için bütünün
hükmü vardır.
Cevahiru'l-Fetâvâ'da şöyle denilmektedir: «Birisi bir
adamın eline vursa ve el iyileşse,
fakat
kafasına ulaşamayacak durumda kalsa; tam diyetten, meydana gelen eksiklik kadarı
alınır; eğer
üçte iki eksilmişse
üçte iki diyet verilir. Musannıf da böyle
kabul etmiştir. Eğer bir parmağın mafsalı
kesilir ve
geri kalan kısım çolaklaşırsa veya parmaklar
kesilip avuç çolaklaşırsa sadece
kesilenin
diyeti îcâbeder, kısas gerekmez. Bunu anla! Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur. Bunu
Şurunbulâli
zikretmiştir. İleride metin olarak gelecektir.
İ Z A H
«Bir parmağı
olan avuç ilh...» Parmak mutlaktır, kayıt için değildir. Çünkü parmağın sadece bir
mafsalı kalsa Zahir rivayette İmâm Azama
göre; bu mafsalın diyeti gerekir, avuç buna tabî kılınır.
Çünkü mafsalın
diyeti muayyendir. Asıldan, az da olsa bir şey kalmamıştır.
Tâbi için de hüküm
yoktur.
Şayet
parmakları hiç olmayan bir avuç kesilirse; Ebû Yûsuf'a göre
hükümet-i adl icâbeder. Ama bu
bir parmağın
diyetinden fazla olamaz. Çünkü İmâm
Hanîfe'nin görüşüne göre avuç birtek
parmağa
tâbîdir. Tâbî
olanın kıymeti de metbû olanın kıymetini aşamaz.
«Ebû Hanîfe'ye
göre ilh...» Ebû Yûsuf ile Muhammed'e
göre ise, avucun ve parmakların erş
(diyet)lerine bakılır. Hangisi daha fazla
ise o îcâbeder. Az
olan çok olanın içine girer. Hidâye.
«Çünkü
ittifakla avuçta bir şey îcâbetmez.» Ama parmaklar için 3/10
diyet îcâbeder.
«Zirâ ekser için bütünün hükmü vardır.» Yâni avucun
parmaklara tâbî olması bakımından. Nitekim
Beş parmak -ki o bütündür- üç parmağa tâbi olur ve bütün için sadece üç parmağın diyeti gerekir.
Onlara tabi
olduğundan dolayı el için bir şey îcâbetmez. Bu gerekçe,
gerçekte iki İmâmın
görüşlerine
göredir. Ebû Hanîfe'ye göre ise, az
önce geçtiği gibi aza da tâbî olur.
«Eksik kadarı alınır
ilh...» Yani odam köle farzedilerek, bu kusur olmadan ki kıymeti
ile, bu kusurla
birlikteki kıymeti
arasındaki fark verilir. Bunu daha önce geçen kıyasa göre söylüyoruz. Düşün.
«Geri kalan kısım
çolaklaşırsa ilh...» Yani bu parmağın kalan kısmı.
«Sadece kesilenin
diyeti îcâbeder.» Yani, birinci mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci
mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci mes'elede
de parmakların tam diyeti îcâbeder. Avuç için
bir şey
gerekmez. Çünkü geçtiği üzere avuç
tâbîdir Bu sadece Ebû Hanîfe'nin
görüşünün
sonucudur. Allame EIvâni'nin Tahtâvi ve
Camiussağir'den naklen. Burhânî ve
Kâdîhan'ın
zikrettikleri: «Parmağın
geri kalan kısmı çolaklaşırsa
parmak diyeti, el çolaklaşırsa el diyeti
îcâbeder» sözlerinden dolayı, zannedildiği gibî birinci meselede
kesilen şeyden maksat sadece
mafsal değildir.
Nihây'de şöyle denilmektedir: «Parmaktan, bir mafsal kesilse de parmağın veya elin kalan kısmı
çolaklaşsa kısas
îcâbetmez. Fakat çolaklaşan kısmın
diyeti gerekir: Eğer parmaksa parmak diyeti,
avuçsa avuç diyeti
lâzımdır. Bunda icmâ vardır.»
Buna benzer
ifadeler. Ğayetû'l-Beyân'da da vardır. Bu hüküm, kalan kısımdan
yararlanılamaması
durumundadır.
Ama yararlanılabilirse bundan dolayı
hükûmet-i adl îcâbeder.
Zeylâi şöyle der: «Parmak en üst mafsaldan kesilse ve kalan kısım
çolaklaşsa; eğer katan kısımla
faydalanılamıyorsa tek bir erş parmak diyeti) yeterlidir. Ama faydalanılabiliyorsa
kesilen kısmın
diyeti îcâbeder. Geriye kalan kısım
için de hükûmet-i adl gerekir. Bunda ittifak vardır. Dişin yarısı
kırılıp kalan kısmının siyahlaşması veya
sararması ya da kızarması halinde de tam bir diş diyeti
îcâbeder.
Şurunbulalî;
Zeylâî'nin : «Bir tek erşle iktifa edilir» sözünden maksadının bir
parmağın erşi
olduğunu söyler ve buna: «Diş kırıldığı zaman ilh...»
sözünü delil gösterir.
«Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur.» Dürer
sahibi şöyle der: «Eğer kalan kısımla
faydalanılmıyorsa sadece mafsalın diyeti gerekir. Faydalanılabilirse kalan kısımda
da hükümeti adl
îcâbeder.»
Doğrusu onun :
«Parmağın diyeti» demesi idi. Her halde onu, Zeylâî'nin daha önce geçen ibâresi
yanıltmıştır.
Bundan maksadın ne olduğu daha önce anlaşılmıştı.
M E T İ N
Fazladan olan
parmakta, çocuğun gözünde, tenasül uzvunda ve dilinde; -eğer bunların sağlıklı
oldukları
gözde bakmak, tenasül uzvunda hareket ve dilde söz ile bilinmezse- hükümeti adl
îcâbeder. Eğer bunların sıhhatli oldukları bilinirse
ve bu, câninin ikrârı veya beyyine
ile sâbit olursa;
hatada ve
kasıtta bâliğ gibidir. Şayet cânî
inkâr eder veya: «Onun sıhhatli
olduğunu bilmiyorum»
derse hükümeti adl îcâbeder. Cevhere.
Aklı veya saçı
gideren mûzıhanın erşi, diyetin içine
girer. Çünkü; bir parmağın kesilip elin çolak
olmasında
olduğu gibi, parça bütünün içine girmiş olur.
İşitme, görme
ve konuşmasının yok olması hâlinde ise erş (bu duyulara ait organların) diyeti içine
girmez. Çünkü
bunlar, aklın aksine muhtelif organlar gibidirler. Çünkü aklın bütün bunlara faydası
vardır.
İ Z A H
«Fazladan olan parmakta ilh...» Bunlardan ilkinde
kendisine güzellik teallûk etmediği için,
kalanlarında da bunlardan gözetilen faydanın
(kendileri değil) menfaatleri olduğu için diyet
îcâbetmez.
Menfaatin varlığı bilinmeyince, şek ile
tam diyet gerekmez.
Zeylâî: «Eğer
kesenin de fazla bir parmağı varsa yine kısas îcâbetmez.» der. Tamamı oradadır.
«Dilde konuşmak
ilh...» Doğunca ağlaması konuşma
değil, mücerret bir sestir. Dilin Sıhhatte
oluşunun
bilinmesi konuşmakladır. Hidâye
ve başka kitaplar.
Kuhistânî de:
«Eğer çocuk bağırırsa diyet îcâbeder» denilmektedir.
Zahîre'de beyan edildiğine göre
İmâm Muhammed:
«Bunda hükümeti adl îcâbeder» demiştir.
«Bâliğ gibidir
ilh...» Burun, el ve ayak gibi, bu
anılanların dışındakilerde de kasdî
olanda kısas; hata
ile olanda da diyet
bakımından hüküm bâliğ gibidir.
Kuhistânî.
«Veya saçı
giderse ilh...» Yâni saçın tamamı telef olursa.
Ama bir kısmı veya az birşey
dökülürse,
cânîye
mûzıhanın diyeti îcâbeder. Saçın
erşi (diyeti) de onun içine girer.
Bunun uygulaması şöyledir: Mûzıhanın erşine ve saçtaki hükümet-i adl'e bakılır. Eğer
bunlar eşit
iseler, mûzıhanın erşi îcâbeder. Ama bunlardan birisi diğerinden daha fazla ise; az olan çok olanın
içine girer. Bu hüküm, dökülen saçın yerine yenisinin gelmemesi
durumundadır. Ama saç gelir ve
eski halini alırsa
birşey îcâbetmez. Cevhere.
«Parça bütünün içine girmiş olur ilh...» Çünkü aklın gitmesi ile, tüm
organların menfaati bâtıl olur
ve başı yaralayıp da adamın ölmesi hali gibi olur. Saçdan bir bölümün yok olması ile mûzıhanın
diyeti îcâbeder. Öyle ki saç yeniden biterse erş düşer. Hidâye.
Mûzıha'nın
erşi bu ikisinin dışında birşeyin içine girmez. Cevhere. «Parmağın kesilip
elin çolak
olması gibi ilh...» Çünkü bu durumda, parmağın diyeti elin diyeti içine girer.
«İşitme, görme ve konuşmanın yok olması hâlinde ise erş bunların diyeti içine girmez.» Cânînin,
mûzıhanın
diyeti ile birlikte erş de vermesi
gerekir. Bu, cinâyetten dolayı adamın ölmemesi
hâlindedir.
Ama o adam ölürse; erş düşer, üç sene içersinde
ödenmek üzere diyet îcâbeder. Eğer
cinâyet kasden
olmuşsa cânînin kendi malından; hatâen olmuşsa âkilesi tarafından ödenir.
Cevhere'de de
böyle denilmektedir.
M E T İ N
Eğer (baştaki yara
sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet
gerekir. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.
Kesilen bir parmağın yanındaki parmak çolaklaşırsa
bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki
İmâm farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip
de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı
kesilmez. Aksine
mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.
Yarısı kırılıp,
kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas
yoktur. Aksine, eğer çiğneme
özelliğini
kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme
özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken
görülen bir
dişse yine diyet, görülmüyorsa
hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.
Dürer'in sözü
ise: «Aksi halde birşey îcâbetmez.» şeklindedir.
Bu konu da asıl şudur: Eğer cinâyet
gerçekten ayrı
ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur
ve iki şeyi
telef ederse birisinin erşi (diyeti)
kısasa manîdir.
İ Z A H
«Ebû Yûsuf ile
Muhammed ise farklı görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas,
gözlerde ise diyet
vardır. Minah.
«Kesilen parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa
parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu
parmaklardan herbiri için diyet
îcâbeder. Minah.
«Bunda da iki
İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas,
öbüründe de erş vardır.
Cevhere.
Şayet
musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın
hilâfına
bunlardan dolayı kısas değil diyet
icâbeder» deseydi daha açık olurdu.
«Aksine, mafsal
için diyet, diğer parmaklar için de
hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve
Mültekâ'da da böyledir.
Zeylaî'den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha
önce Hidâye
şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki
ifadeye ters
değildir. Azîme'de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla
faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle,
kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama
arasını birleştirmek, uzak görülmüştür.
Dürerin ibâresi
ise daha önce de söylediğimiz gibi bir yanılmadır.
Musannıf
burada, önceki mes'elenin aksine, iki imâmın bu mes'elede kısası
kabul etmediklerine
işaret olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye'de:
«Alimlerimiz,
bir kısmı kesilip kalanı veya
kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem
fikirdirler. Ama birisi
öbürüne tâbî
olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.
Bu son mes'ele kesilen
parmakla yanındaki parmak gibi
yerlerdedir. Burada iki îmâmın
hilâfına
İmâm Ebû
Hanîfe'ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri
birinden ayrı
olmayanlardır.
Öyle olursa, Ebû Hanîfe'ye göre birisinin erşi ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.
Nitekim
yakında gelecektir.
«Sararan veya
kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir.
Mekkî, Kâfî'den
naklen.
Musannıfın
sararma konusunda söylediği Dürer'de
de olduğu gibi muhtâr olandır.
Tebyîn'de de
önce bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra:
«Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen
sahifedekinin
benzeri söylenmiştir.
Bumdaki hükmün
tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve
menfaatin yok olmasını
gerektirmez. Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı
ve
vurmakla
sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.
«Çiğneme özelliğini
kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed'in
ibâresi mutlaktır. Kifâye
ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes'ele detaylandırılarak
verilmesi
gerekir.» denilmektedir.
«Konuşurken
görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.
«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...»
el ve ayak gibi T.
«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef ederse
ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya
konuşmasını izâle
eden mûzıha gibi.
Vurulan yer,
ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak
olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki
uzuv olsun
farketmez. Ayrı iki uzuvda daha önce
de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile
Muhammed'in)
görüşü farklıdır.
M E T İ N
Üzerinden bir
sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin
dişini söken) kişinin dişi,
daha sonra
yerinden gelse; hata o zaman meydana
çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden
dolayı da
kısas
uygulanmaz.
Multekâ da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe
vurulup da sallanması halinde
de hüküm
aynıdır.» denilmektedir.
Hulâsa'da ise: «Yetişkin
olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva
böyledir» denilir.
Ben derim ki: Bu, musannıf ve diğerlerinin Nihâye'den
naklettikleri ile uyuşturulabilir.
Sahîh olan:
Bâliğ olanın
bir sene değil, iyi
olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar
gelmesi nâdirdir.
Eğer birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi
alıp yerine soksa ve kenarlarında et
bitse yine
diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski
haline dönmüş değildir. Nihâye'de
şöyle denilmektedir:
«Şeyhu'l-İslâm: Eğer menfaat ve
güzellikte eski hâline dönerse; yeniden bittiğinde
olduğu gibi
birşey
îcâbetmez demiştir.»
Kesilen kulağın yerine
yapıştırılarak tutması halinde de diyet
gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini
almaz.
Eğer diş sökülür ve
yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe'ye
göre çocuğun dişin de olduğu gibi
diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i
adl îcâbeder. Şayet
yarısına kadar biterse yarım diyet gerekir.
Geldikten sonra
eski halini alan tırnakta
hiçbir cezâ yoktur.
Baştaki yarık
veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa
bir şey
îcâbetmez. Ebû Yûsuf'a göre yaralayana erş-i elem -ki
o hükûmet-i adl'dir- gerekîr. İmâm
Muhammed'e
göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki
doktor ücreti ve tedâvî masrafından
olan nafakayı
vermesi îcâbeder.
Tahâvî
şerhinde, Ebû Yûsuf'un erş-i elem
sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr
edilmiştir. Bu îzaha
göre. Ebû
Yûsuf'un görüşü ile Muhammed'in görüşü
arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve
başka âlimler söylemişlerdir.
Ben derim ki: Bunun benzerini Müctebâ'dan naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ
sahibi bu
konuda, Ebû
Yûsuf'tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.
İ Z A H
«Dişi daha sonra yeniden gelse ilh... Yani tamamı düzgün olarak çıksa.
«Bir sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça
belirttiği gibi, sene
geçmeden, kısas hakkının
olmadığını ifade etti.
«Hata meydana
çıktığı için ilh...» Yâni kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep,
dişin biteceği
yerin
bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir.
O zaman da cinâyet
yok sayılır.
Hidâye.
«Şüpheden
dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce,
kısasın gerekliliği şüphesi.
«Kısasın da bir sene beklenir ilh...» Bu
durumda hakimin cânîden bir kefil alması
gerekir. Nitekim
Kifâye'de de böyledir.
«Hulâsa'da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle
demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi
durumunda bir
sene beklenmez. Bekleme işi
çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri
iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin
dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl
beklenir. Serahsî'nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve
sökülmesi durumlarında,
yeniden çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ verilir.»
«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ'daki hüküm küçüğün, Hulâsa'daki
de
yetişkinin dişine
hamledilir. Zâten Hulâsa'nın ibâresi açıktır.
«Sahibi dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.
«Çünkü
damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip
oluşunun gerekçesidir. T.
Burada diyet cânîye vaciptir.
«Eğer menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline
dönmesi tasavvur edilirse...
«Çünkü kulak eski şeklini
almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu'l-İslâm'ın söylediğinin cârî
oluşudur.
«...Diyet
düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet
bulunmadığı için cânîden diyet düşer.
«Çocuğun
dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun
sökülen dişi yeniden gelirse,
ittifakla diyet
îcâbetmez.
Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır. Hidâye.
«Sahibeyn (Ebû
Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.»
Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet
gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah'ın yeni bir nîmetidir.»
Hidâye.
«Diş eğri
biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe've göre Zeylâi.
Şâyet gelen
diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır.
Tatarhâniyye.
«Tırnakta hiçbir
cezâ yoktur ilh...» Tırnak diş gibidir. İhtiyâr'da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar
sökülür de yerine yenisi gelmezse, cânînin hükûmet-i adl ödemesi
îcâbeder. Çünkü bunun
hakkında muayyen bir diyet nakledilmemiştir.» Eğer yeniden gelen tırnak ayıplı olursa,
öncekinden
(hiç gelmemesi durumundakinden) daha az olmak üzere hükûmet-i adl gerekir.
Zahîriyye.
«Onun hiçbir
izi kalmazsa ilh...» Şayet yaranın
izi kalırsa; eğer yarık, muayyen bir diyeti olan bir
yarıksa o diyeti
değilse hükûmet-i adl icâbeder.
«Bîr şey
îcâbetmez,» Yani İmâm A'zam'a göre, dişin geri gelmesinde
olduğu gibi, iyileşip izi
kaybolan yarada da birşey îcâbetmez. Burcundî, Hâzâne'den muhtâr olanın Ebû Hanîfe'nin görüşü
olduğunu
nakletmiştir. Dürrü Müntekâ.
Mahbûbî,
Nesefî ve daha başkaları da buna îtimad etmişlerdir. Uyûn'da ise şöyle
denilmektedir:
«Kıyasa göre
cânîye birşey îcâbetmez. Fakat Ebû Yûsuf ile Muhammed, doktor ücreti gibi
hükûmet-i adl
gerekmesi istihsândır. demişlerdir. İyileşen bütün yaralar
böyledir.» Allâme Kasım'ın
Tashîh'inden
özetle alınmıştır.
Sâihânî şöyle
der: «Bana istihsanın üstün tutulması uygun
gelmektedir. Çünkü insan oğlunun
hakkı münakaşa üzerine mebnîdir.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilmektedir: «Muhammed'e göre cânîye bir şey îcâbetmez. Bu, İmâm-ı
A'zam'ın da kıyasıdır.
İstihsana göre ise hükûmet-i adl gerekir. O da Ebû Yûsuf'un
görüşüdür.
Fakîh: «Fetvâ Muhammed'in görüşüne göre verilir ki;
buna göre cânînin ilâç masrafından
başka bir
şey vermesi îcâbetmez»
der ki, Kâdî ise: «Biz ikisinin
görüşünü terketmeyiz; eğer yaranın izi kalırsa
o yaranın diyeti verilir. Meselâ yara
munakkile ise münakkilenin diyeti
gerekir.» der.»
Remlî de şöyle
der: «Âlimler arasındaki ihtilâfın
takdiminde, Bezzâziye'deki ile
buradaki arasında
farklılığı
düşün. Buradaki; Zeylâî,
Aynî ve şerhlerin çoğunda anılandır.»
«Daha önce zikretmiştik.» Yani, organlarda kısas
konusunda Tahâvî'nin söylediklerinin benzerini
ifâde
etmiştik.
«Müctebâ
sahibi bu konuda Ebû Yûsuf'tan iki
rivâyet zikretmiştir.» Şöyle demiştir: «Ebû Yûsuf'a
göre; câniye
erş-i elem çektiği (acının diyeti)
îcâbeder. İmâm Muhammed'e göre ise doktor ve ilâç
masrafı îcâbeder. Bu, Ebû Yûsuf'tan bir rivâyettir. Bu hüküm: Sefîhi suçtan saydırmak ve zararı
telâfî
içindir. Ebû Yûsuf erş-i elemi gerekli görmüş ve bununla hükümet-i adli murâdetmiştir. Bu da;
bir kölenin
önce sıhhatli sonrada bu elemle değerlendirilmesi ile
olur.»
Müctebâ sahibi
daha sonra şöyle der: «Ben derim ki: Hükûmet-i adl Ebû Yûsuf'a göre doktor ücreti
ile tefsir edilmiştir. Ben bir çok yerde Ebû Yûsuf'un
hükûmet-i adl ile; doktor ve ilâç masrafını
kasdettiğini
gördüm. Kudûri: Doktor ücreti,
Muhammed'in görüşüdür, demiştir.»
«Dikkatli ol» Bununla, Tahâvî'nin yorumunun İmâm Ebû Yûsuf'tan gelen iki rivâyetten
birisine göre
olduğuna
dikkat çekmiştir. T.
M E T İ N
Bir yaranın kısası, ancak yara iyileştikten sonra uygulanır. İmâm
Şâfiî ise farklı görüştedir.
Çocuğun,
delinin ve bunağın kasdî cinâyetleri hatâ sayılır. Sarhoş ve baygının
cinâyeti ise böyle
değildir.
Çocuk ve delinin cinayetinin diyeti; eğer o yirmide bire veya daha çok olur ve cânî
yabancı
olmazsa âkileye aittir. Aksi halde kendi malından ödenir. Dürer.
Çocuk ve deliye, (adam öldürmeleri hâlinde) keffâret îcâbetmez..
(öldürdükleri mûrisleri olursa)
mirastan da mahrûm bırakılmazlar. İmâm Şâfiî bu
görüşte değildir.
Eğer birisi, bir adamı öldürdükten sonra delirirse kısasen öldürülür.
«Öldürülmez» diyen de
olmuştur.
Mes'elenin tamamı, Mültekâ'ya
yazdığım ta'lîkte vardır.
Bir çocuk başka bir çocuğun
dişine vursa ve dişini sökse; dişi
sökülenin erginlik çağına gelmesi
beklenir. Eğer o zamana kadar diş gelmezse
vuranın âkilesi dişin diyetini öder.
Eğer vuran çocuk
yabancı ise, diyet kendi malından ödenir. Meseleyi
Meâkıl bahsinde tahkîk edeceğiz.
Önemli bir mesele:
Sahîh olan
görüşe göre âkile hükûmet-i adli asla yüklenmez.
Tenvîru'l-Besâir'de Tatarhaniyye'ye
nisbetle böyle
denilmiştir. Allah en iyi bilendir.
İ Z A H
«Bir yaranın
kısası ancak yara iyileştikten sonra uygulanır.» Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in;
sahibi
iyileşmeden yaranın kısasının uygulanmasını
nehyettiği
rivâyet edilmiştir. Hadisi Ahmed
ve
Dârakutnî rivâyet
etmişlerdir. Bir de; yaraların ölüme sebebiyet
verebileceği ihtimâlinden dolayı,
yaralarda sonucu îtibar edilir. Zirâ yaradan dolayı yaralı ölürse o zaman cânî öldürmüş
olur. Cinâyet
eserinin yara
oluşu ancak iyileştikten sonra
bilinir. Zeylaî.
«Hatâ sayılır
ilh...» Yani hatanın hükmünde ve malın
gerekmesinde hatâ sayılır.
«Sarhoş ve
baygının cinâyeti ise böyle değildir.»
Kuhistânî'de de böyle denilmiştir.
Zâhir olan
buradaki sarhoştan maksat, mübah olmayan bir şeyle
sarhoş olandır. Kendisini içkiden caydırmak
için böyle yapılır. Teammüden olan cinayette kasıt şarttır. Mübah bir şeyle sarhoş olanın kasdı
yoktur.
Dolayısıyla onu cezalandırmaya da gerek yoktur. Baygın hakkında da böyle
denilebilir.
Çünkü uyuyanda
olduğu gibi, baygında da kasıt yoktur. Çocukta ise genelde kasıt vardır. Buna
rağmen onun
teammüden yaptığı, hatâ sayılmıştır. Öyleyse
baygın ve sarhoş daha evlâdır.
Eşbâh'ta şöyle
denilmektedir: «Haram bir şeyden
dolayı sarhoş olar» kişi mükelleftir.
Mübah bir
şeyden sarhoş
olmuşsa mükellef değildir. O baygın
gibidir.»
«Eğer yirmi de
bir veya ilh...» O erkekte
beş yüz, kadında iki yüz elli dirhemdir. Kuhistânî.
«Aksi halde
kendi malından îlh...» Yani
diyet, yirmide bire varmıyorsa. O
zaman mallarda uygulanan
şey uygulanır. Zeylaî. Veyâ cânî yabancı olursa. Çünkü genelde onların
âkilesi olmaz. Nitekim
ileride gelecektir.
«Keffâret
îcâbetmez.» Çünkü onların günahları yoktur.
Mirastan mahrûmiyet de cezâdır. Onlar ise
cezâya ehil
değillerdir. Mürted olan çocuğun
mîrastan mahrûmiyetine sebep ise; riddetin cezâsı
değil, din
farklılığıdır.
«Mes'elenin tamamı Mültekâ'ya yazdığım tâ'lîkta vardır.» Orada şöyle demiştir. «Bunda,
öldürdükten
sonra delirmesi hâlinde öldürüleceğîne işâret vardır. Bu, deliliğin sürekli
olmaması
durumundadır.
Ama sürekli olursa kısas düşer. Şeyhu'l-İslâm
da böyle demiştir. Ebû Yûsuf
ile
Muhammed'den
eğer kısasa hükmedilmemişse delinin
mutlak surette öldürülmeyeceği rivayet
edilmiştir.
«Müntekâ'da da
şöyle denilmektedir:
Eğer kâtıl, maktûlün velisine daha delirmeden teslim
edilmişse öldürülmez. Katilin, birisini öldürdükten sonra bunaması durumunda da hüküm aynıdır.
Kâtilin kendi
malından diyet ödenir. Kuhistâni,
Zâhîriyye'den.» mes'ele, kısası
gerektiren şeyler
konusunda
geçmişti.
«Dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi beklenir» Daha önce yazdıklarımızdan anlaşıldığına göre;
eğer dişine vurulan kişi bâliğ ise, diş yeri iyileşinceye kadar; çocuk
ise bir sene beklenir. Çocuğun
erginlik çağına gelmesine kadar beklenmesi başka bir görüştür ve vuranın çocuk
olması hâline
mahsustur.
Ancak onunla vuranın bâliğ olması arasındaki
farka işârete ihtiyaç vardır. Düşün.
«Eğer o zamana kadar diş gelmezse ilh...» Ama
gelirse, daha önce de geçtiği gibi birşey îcâbetmez.
«Mes'eleyi
me'âkıl bahsinde tahkik edeceğiz» Yani yabancıda diyetin cânînîn
kendisine ait
olduğunu söyleyecek.
Tenvîru'l-Besâir'de ilh...» İbâresi şu şekildedir: «Eğer hükümeti adl,
mûzıha'nın diyetinden daha az
veya o kadarsa
onu âkile yüklenmez. Eğer daha
fazla ise, hükmü konusunda imamlarımızdan bir
rivâyet gelmiş değildir. Sonraki alîmler ise konuda ihtilâf etmişlerdir. Şeyhu'l-İslâm: Akile onu
yüklenmez der. Aynısı Tatarhânîyye'de de vardır.»
Allah (c.c.) en iyisini
bilîr.
M E T İ N
Hamile olan
hür kadının karnına vursa ve
kadın ölü ve hür bir cenin düşürse, bu
kadın kitâbiye,
mecusiye veya
eşi de olsa, âkileye gurre ödemek vacip olur. Bu ifade (hür kadın ifadesi) ile cariye
ve hayvan bu hükmün dışına çıkmış oldu ki ikisinin hükmü ileride
gelecektir.
Ben derim ki: Aslında
şart olan annenin hürriyetî değil,
cenînin hürriyetidir. Meselâ efendisinden
veya mağrûrdan (aldatılmış) gebe kalan
cariyenin durumunda âkileye gurreyi
ödemek vacip olur.
Zeylâi'den Dürer.
Musannıfın
bunu nasıl zikretmemiş olduğuna hayret
edilir.
Arap dilinde
ayın evveline «ğurre» denilir. burada da «diyet miktarlarının başı»
manasında
kullanılmıştır.
Eğer cenîn erkek olursa, ğurre erkeğin diyetinin onda birinin yarısı;
eğer dişi olursa
kadının diyetinin onda biridir ki, her
biri beş yüz dirhemdir. Bu ğurrenin bir sene
içinde
verilmesi. gerekir.
Şâfiî diyet
gibi üç sene içinde verilmesi
gerektiğini, Mâlik de malından verilmesi gerektiğini
söylemiştir. Bizim için delil ise
Peygamber (s.a. v.)'in fiilî sünnetidir.
Eğer kadın cenini sağ olarak düşürürse ve cenin
daha sonra ölürse, o zaman tam bir diyet
gerekir.
Eğer kadın cenini ölü olarak düşürürse ve daha sonra anne
de ölürse o zaman anne için bir diyet
ve cenin için
bir gurre gerekir. Çünkü eserinin taaddüdüyle fillin de taaddüt, ettiği
daha önce
belirlenmişti.
Zâhîre'de de ölenlerin iki cenin veya daha fazla olması halinde gurrenin de daha
fazla olacağını
açıkça ifade etmiştir.
Ben derim ki : Bundan anlaşılan diyetin de taaddüd
edeceğidir. Fakat ben bunu herhangi bir yerde
görmedim. Müracaat edilsîn..
İZAH
Musannıf,
hakiki cüzlerîn hükümleri hakkındaki sözünü bitirince bunun ardından
hükmî cüz'ün
hükümlerini
anlatmaya başladı. Hükmî cüz
cenîndir. Böyle denmesinin sebebi
anneden bir cüz
hükmünde
olmasıdır. Cenîn, rahimde olduğu sürece çocuğa verilen isimdir. T. özetle...
Metin olarak
geleceği gibi, saç ve tırnak gibi azalarının
bir kısmının ortaya çıkmış olması
yeterlidir.
«Kadının
karnına vursa ilh...» Aynı şekilde,
sırtına, yanına, başına veya azalarından herhangi
birisine de
vursa... Düşün. Remli.
Tahrîrî'den Ebussuud'da olan da
bunun benzeridir.
Saihâni şöyle
demiştik: «İleride gelecek olan:
«Kadın cenini ilaçla veya
bir fiille düşürse» sözünden
«karın» ve
«vurma» lafızlarının herhangi bir kayıt
için olmadıkları anlaşılır. Hatta erkek başına vursa
veya kadın fercini ilâçlasa, -sarahaten söyledîkleri gîbi- bu durumlarda da tazminat vardır.»
Hayriye'de
şöyle denilmiştir: «Hocamızın babası Emînuddin bin Abdul'âl: «bir kişi bir
kadına
bağırsa ve o
kadın da bir cenin düşürse bunun için tazminat ödemeyeceğine fakat onu darpla
korkutsa zamin
olacağına» fetva
vermiştir.»
Ben derim ki: İki mesele
arasındaki fark şudur: Korkutma sonucu ölme korkutandan sadır olan ve
ona nispet
edilen bir fiildir. Bağırması ile ölmesi
ise; kadının kendisinden sadır olan bir korku ile
olmuştur.
Fukahâ, eğer bir kişi yetişkin
bir insana bağırsa ve o da ölse, bunu ödemeyeceğini ve
fakat ona
aniden bağırsa ve adam bundan dolayı
ölse diyet vâcip olduğunu açıkça ifade
etmişlerdir.
Ve yine derim
ki; Burada herhangi bir muhalefet
yoktur. Çünkü birinci durumda kendine
ait olan bir
korkudan
ölmüştür. İkinci durumda ise bağırana ait olan, ani bir bağırıştan
dolayı ölmüştür ve böyle
bir durumda
bağıranın: «Korkudan öldü» sözüne itibar edilir. Ölenin velileri ise
ölümün:
«Korkutmadan
dolayı olduğunu delil ile ispat etmek
zorundadırlar. Buna göre, eğer bir kişi bir
kadına aniden bağırsa ve kadın da bağırışından dolayı çocuğunu düşürse; bağıran bundan dolayı
tazminat öder.
Eğer bağırdığından başka bir kadın düşürse ona karşı bir kasdı olmadığından dolayı
tazmin etmez.
Bunu düşün, çünkü bu iyi bir araştırmadır. Özetle.
«Veya
mağrurdan ilh...» Meselâ, hür diye bir
cariye ile evlense veya bir cariye
satın alsa ve ondan
hamile kaldığı halde, başkasının hakkı çıksa, bu durumda çocuğun gurresi, vuran adamın âkilesi
üzerinedir.
«Musannıfın
bunu nasıl zikretmemiş olduğuna hayret
ilh...» Dürer'e sıkı sıkıya bağlı olmasına
rağmen... Bu
durumda önce hürriyet kaydını düşürüp bunu şarihin yaptığı gibi «ölü bir cenin
düşürse»
sözünden sonra zikretmeliydi
veya annenin hürriyetinin şart olduğu
anlaşılmasın diye:
«Hamile olan bir kadının karnına vursa... Bahr.» demeliydi.
«Burada da
dîyet miktarlarının başı manasında kullanılmıştır.» Çünkü yaralama diyetinin
en azı,
yaralama bahsinde de geçtiği gibi, onda birin yarısı miktarındadır.
«Erkeğin
diyetinin ilh...» Musannıfın sözündeki
diyetten murat, erkeğin diyetidir ve
bunun onda
birinin yarısı
beş yüz dirhemdir. Bu da peşinen veya
dişi cenin gurresidir. Çünkü dişi ceninin
gurresi kadının diyetinin
onda biridir ve bu da aynı şekilde beş yüzdür. Zira kadının diyeti
erkeğin
diyetinin yarısıdır.
Bunun özeti
şudur: Erkeğin gurresi ile kadınınki arasında hiçbir fark
yoktur, bu yüzden musannıf
metinde bunun
erkek veya dişi olduğunu belirtmedi.
«Bir sene içinde verilmesi gerekir.» Yani, daha sonra
açıkça ifade edeceği gibi, bunu vermek
âkileye düşer
ve bu durum hür olan cenin hakkındadır.
Câriye'de ise, ileride geleceği gibi, vuranın
malından peşin
olarak alınır.
«Biz ise Peygamber
(s.a.v.)in fiiline uyarız» Bu da Muhammed İbn Hasan'dan rivayet edilen şu
sözdür: «Bize
Rasûlullah (s.a.v.)'in âkilenin gurreyi, bîr sene içinde
ödemesine hükmettiği ulaştı.»
Zeylai.
Bil ki
gurrenin vacip oluşu kıyasa muhaliftir. Adamın birinin
Züfer'e şöyle sorduğu rivâyet
edilir:
«Vurma sonucu
ölen için tam bir diyet verilmesi
gerekîr, ruh üflenmemiş ise bu durumda hiçbîr şey
yoktur. Bu,
nasıl olur?» Bunun üzerine Züfer
sustu. Bu sefer soran adam: «Seni başıboş
azad
ettim» dedi.
Sonra Züfer Ebû Yûsuf'un yanına geldi ve: «Taabbud, taabbud» dedi. Yani bu
meselenin Sünnetle sabit olup akıl ile idrâk edilemeyeceğini
ifade etti. İnâye'den özetle.
Bir deyim olan
bu ifade, kişinin umduğunu bulamaması
halinde söylenir. Burada «Biz de
seni bir
şey biliyor sanmıştık» anlamına gelebilir.
(Mütercim).
«Eğer kadın cenini sağ olarak düşürürse
ilh...» Sağ olduğu canlılığa delâlet eden ilk ağlama, emme,
nefes alma, hapşırma v.b. gibî şeylerle sabit olur. Fakat bir uzvunun hareket etmesiyle
sabit olmaz.
Çünkü bu
hareket bazen çocuğun rahimden çekilmesinden
veya dar yerden çıkmasından dolayı
olabilir. Mekki'den T.
«Cenin daha
sonra ölürse o zaman tam bir diyet gerekir.» Yani, İhtiyârda
olduğu gibi keffâret de
verir. Çünkü
bu, kasde benzer veya hata yolu ile öldürmedir. Bu mesele ileride
gelecektir. Burada
da diyeti yine âkile
öder. Bu mesele Cevhere'de ve îhtiyâr'da açıkça
ifade edilmiştir.
Musannıfın
Minah'taki «vuran üzerine» sözü, ya
tamlananın hazfi ile açıklanır ya da
sahih olan
görüşe göre
vacip oluşun önce vuran üzerine olmamasından
dolayıdır;
sonra «İki FiiI» faslında
takdir
ettiğimiz gibi; onu akile yüklenir.
Musannıf bu sebepten dolayı: «Malından alınır» demedi.
«Eğer kadın cenini ölü olarak düşürürse ve daha
sonra anne de ölürse ilh...» Her ikisinin de
ölümünün
açıklamasıdır ve bu dört şeklide olur. Çünkü çıkışı ya yalnız annenin sağ
halinde veya
her ikisinin ölümü halinde veya yalnız annenin ölümü halinde veya her ikisinin sağ
olmaları halinde
olur.
«Çünkü daha
önce belirlenmişti ki îlh...» Şu misalde olduğu gibi:
Sivri birşey atsa ve bir kişiye
isabet etse, onu delip diğer bir şahsa gelse
ve onu öldürse; eğer ikisini öldürüşü
de hatâ ile olursa;
iki diyet vacip olur. eğer birinciyi kasten öldürmüşse
kısas ve diyet gerekir. Zeylaî.
«Bundan
anlaşılan diyetin de teaddüt edeceğidir.»
Eğer ikisini de sağ olarak düşürdükten sonra
ölürlerse; demektir.
«Fakat ben
bunu herhangi bir yerde görmedim.
Müracaat edilsin» Ben derim ki: Cevhere'de ve
Dürer'de bu,
açıkça ifade edilmiştir.
Remlî, Tahavî
Şerhi'nde şöyle yazıldığını söylemiştir: «Eğer iki
cenin düşürürse iki gurre vacip
olur.
Eğer biri sağ olur sonradan ölürse, diğeri ölü olursa o zaman bir gurre ve bir
diyet vacip olur. Eğer
anne öldükten
sonra ikisi ölü olarak çıkarlarsa,
sadece annenin diyeti vacip olur.
Fakat ikisi sağ
olarak çıktıktan sonra ölseler, o zaman üç diyet vacip olur ve bunun üzerine diğer meseleler
kıyas
edilir. Eğer ikisinden biri annenin ölümünden önce diğeri
ölümünden sonra çıksalar ve her ikisi de
ölü olsa, önce
çıkan için bir gurre vacip olur. Sonra
çıkan için bir şey yoktur. Annesinin
ölümünden
önce çıkan, annesinin diyetinden bir şeye mirasçı
olamaz; anne ise ona mirasçı olur. Diğeri hiç
birine mîrasçı olmaz, kendisine
de mirasçı olunmaz. Ancak sağ çıkarsa ve sonra ölürse onun için
tam bir diyet
vacip olur ve varisleri ona mirasçı olurlar, muhtasar olarak
Tatarhâniye'de de
böyledir.»
M E T İ N
Eğer anne ölürse
ve onu ölü olarak düşürürse yalnız
bir diyet vacip olur.
Şâfiî: «Bir gurre ve bir diyet vacip olur» demîştir.
Eğer öldükten
sonra onu sağ olarak düşürürse, sağ düşürdükten sonra ikisinin
de ölmesi
durumunda
olduğu gibi iki diyet vacip olur.
Kendîsinde
gurre veya dîyet vacip olan cenîne mirasçı olunur, annesi de ona vâris olur, fakat
vuran
kişi ona vâris
olamaz.
Karısının karnına vurmuş olsa ve oğlunu ölü olarak
düşürmüş olsa, babanın âkılesine
gurreyi
ödemek düşer ve baba karısından miras olamaz. Çünkü katildir.
Cariyenin, erkek
ve köle olan ceninini düşünmesi halinde; sağ
olursa, kıymetinin onda birinin
yarısı, eğer dişi olursa kıymetinin onda biri vacip olur. Çünkü daha önce kölenin diyetinin,
kıymeti
olduğu
belirlenmişti. Dişinin fazla olması gerekmez.
Çünkü çoğunlukla erkeğin kıymeti daha
fazladır. Ve bu durumda, erkek veya dîşi olduğu anlaşılamadığı zaman bir şey gerekmediğine işaret
vardır. Başsız
düştüğü zamanki gibi... Çünkü ancak
ona ruh üflendiği zaman kıymet
vacip olur,
başsız olana da ruh üflenmez. Zahîre.
Çocuğu sağ
düşürse bile cariyeye vuran kişinin malından peşinen alınır. Çünkü doğum cariyeyi
noksanlaştırmıştır. O zaman ceninin kıymetini vermekle doğum noksanlığını ödemiş olsa bile,
noksanlığını
değil ceninin kıymetini vermesi
gerekir. Doğum noksanlığını ödemiş olmazsa bunu
tamamlaması gerekir.
Mücteba.
İ Z A H
«Yalnız bir
diyet vacip olur.» Çünkü zahiren annenin ölümü onun ölümünün sebebidir. Çünkü
hayatı onun hayatı ile teneffüsü onun
teneffüsü iledir. O zaman annenin ölümü
ile onun ölümü de
tahakkuk eder. O halde bu durumun nassın vârid olduğu mana ile ilgisi yoktur. Çünkü bunda
ihtimal daha
azdır. Bu yüzden şüphe sebebiyle tazmin etmez. Zeylai.
«Vuran kişi ona varis olamaz ilh...» Ondan başkasına da varis olamaz.
Çünkü bizzat katildir.
«Cariyenin
erkek ve köle olan ceninde ilh...»
Yani meselenin konusu de bu olduğu gibi ölü olarak
düşürdüğünde
demektir. «Eğer sağ olursa; kıymetine racidir» sözü «sağ farzedilirse kıymeti»
demektir. Ama
sağ olarak düşürürse ve bilahare
vurmadan dolayı ölürse, -Şârihin işaret
edeceği
gibi- kıymeti
tamamı ile verilir.
«Köle» sözü ile
çocuğun mevlâsından veya mağrurdan olduğu halleri, ifade kapsamının dışına
çıkarmak içindir. Çünkü o zaman çocuk hürdür ve daha önce
belirttiği gibi gurreyi âkile verir.
«Eğer dişi olursa» sözü, «Eğer sağ olursa»
sözünün değil, «erkek» sözünün mukabilidir.
«Dişinin fazla
olması gerekmez ilh...» Yani, kıymeti erkek kölenin kıymetinden fazla olduğunda...
Çünkü bu durum
nadirdir, çoğunlukla erkeğin kıymeti
daha fazladır.
Ben derim ki : Bu, tartışılabilîr. «Zikredilenin
lüzumunda bir mahzur yoktur» denilebilir. Çünkü
erkeğin kadına zîyadesine itibar hürriyet şerefinden
dolayı ancak hürlerde söz konusudur,
kölelerde değil. Çünkü onlar meta gibidirler ve bu yüzden
onlar için diyet takdir edilmez.
«Bîrşey
gerekmediğine ilh...» Bu hususta
musannıf Kuhistani'ye uymuştur. Kifâye, İnaye ve
diğerlerinde
olan: «Hünsâ kölenin hata ile
katlinde olduğu gibi. yakın olanın alınmasıdır.»
Cenin
kaybolsa ve hayatta olduğu takdirde rengi ve şekli
îtibariyle kıymetinde anlaşmazlık olsa
makbul
olan söz,
fazlalığı inkâr ettiğinden dolayı vurana aittir.
«Başsız
düştüğü zamanki gibi» Bu bir benzetmedir, temsîl değildir.
Ben derim ki: Uzuvlarından bazısı ortaya çıkan ceninin,
yaradılışı tam olan cenin gibi olduğu
ileride
gelecektir, herhalde uzuvların ortaya çıkmasından
murad baş ortaya çıktıktan sonradır.
Çünkü
diğer uzuvları
tersine onsuz hayat yoktur. Düşün...
«Vuran kişinin malından ilh...» Çünkü Akile kölenin diyetini
vermez. İhtiyar. Düşün...
«Cariyeye» sözü bazı nüshalarda da aynı şekildedir ve «vuran»a mütealliktir.
T. şöyle
demîştir: «Bu cenin hakkındaki hükümdür. Anne
öldüğü zaman ne olacağı hususunda
Zahîre'den naklen Hindiye'de Ebû Hanife'nin şöyle dediği
söylenir: «Vuranın üç sene içerisinde
annenin
kıymetini» ödemesi gerekir.»
Düşünülsün...»
«Ben derim ki: Bunun özeti ceninin anneden bir parça olduğudur. Meâkıl bahsinin
sonunda; «Hür
bir kişi bir köleyi hata İle yaralasa anca konu
öldürdüğü zaman diyetini akilesi verir
çünkü âkile
kölenin
uzuvlarını yüklenmez.» hükmü gelecektir.
«Fakat ilh...» Meselâ
cariye on dirhem noksanlaşsa ve
ceninin kıymeti de beş dirhem olsa, on
dirhem ödemesi
gerekir.
M E T İ N
Ebu Yûsuf
demiştir ki: «Bu durumda, hayvanda olduğu gibi cariyenin
de noksanlığını ödemesi
gerekir.» Şâfiî ise:
«Bu durumda annenin kıymetinin onda birini ödemesi gerekir»
demiştir.
Sadru'ş-Şerîa
Bunun mevlâya verileceği İse açıktır. Eğer efendi cariyenin
karnına vurduktan sonra cenini azad
ederse; cariye de onu sağ olarak düşürür ve cenin daha sonra ölürse; bu durumda azaddan sonra
ölse; diyeti
değil de sağ haliyle kıymeti mevlâya verilir. Çünkü muteber olan vurma halidir. Diğer üç
imama göre ise diyet
vâcip olur ve bu bizden gelmiş
bir rivâyettir.
Bize göre eğer
Ölü olarak düşerse cenînde
kefâret vacip olarak değil, mendup olarak
vardır. Zeylaî.
Eğer sağ olarak çıkarsa
ve sonra ölürse bu durumda kefaret gerekir. Hâvî'l-Kudsi'de de bu açıkça
İfade edilmiştir. Ve bu, fukahanın sözlerinden anlaşılandır. Çünkü diyetin
vacip olduğunu açık
olarak İfade etmişlerdir. Buna göre keffâret gerekeceği açıktır.
Tırnak ve saç
gibi uzuvlardan birisi ortaya çıkmış
olan cenin, zikredilen hükümlerde -ilgili babında
geçtiği gibi
iddet ve nifasta, tam olan cenîn
gibidir.
Cenini kocasının izni olmadan ilâçla veya karnına vurma gibi bir fiil ile ölü olarakdan düşüren hür
kadının âkilesînin bir sene içinde gurreyi tazmin etmesi vaciptir. Eğer kadının âkilesi yoksa, o
zaman kendi malından yine bir senede tazmîn olunur. Sadru's-Şeria.
Uzuvlarından
bazısı ortaya çıkmamış cenini
düşürmekten dolayı günahkâr olmaz. Bu da Hazr
Bahsinde nazım
olarak geçmişti.
Eğer kocası izin verirse veya kadın kasten yapmış
olmazsa, teaddi olmadığından dolayı
gurre
yoktur. Eğer
başka bir kadına cenîni düşürmesi için
emrederse ve kadın da düşürürse emredilen
kadın gurreyi
tazmin etmez. Ama ümmü'l-veled bu işi
kendisi yapsa ve cenini düşürse,
başkasının
hakkı olmadığı müddetçe; efendisini, cariyesinden alacaklı olma-sı muhal
olduğundan dolayı;
ümmü'l-veled'in üzerine hiçbir şey düşmez. Başkasın hakkı çıktığı zaman ise mağrur olduğundan
dolayı gurrenin mevlaya verilmesi vacip olur.
Vakıât'ta şöyle
denilmiştir: «Cenini düşürmek için amden ilâç içen kadın, onu sağ
olarak düşürürse
ve cenin daha
sonra ölürse ona bir diyet ve keffâret vacip olur. Eğer ölü olarak düşürürse o zaman
sadece gurre vacip olur ve her iki halde de kadın varis olamaz.»
Hayvanın ceninde ise, eğer anne bir noksanlığa uğramışsa bu
noksanlığın ödenmesi vacip olur.
Eğer anne herhangi
bir noksanlığa uğramamışsa herhangi bir şey gerekmez. Siraciye.
FER'Î BİR
MESELE :
Bezzâziye'de
şöyle bir şey vardır: «Karısının karnına kılıçla vurup karnını kesse
ve çocuklardan biri
sağ ve kılıçla
yaralı olarak düşse. diğeri ise ölü ve bedeninde kılıç yarası olduğu halde düşse ve
anne de ölse, zevceden dolayı kısas yapılır. Çünkü
kastîdir. Adamın akılesi üzerine de
öldüğü
taktirde sağ çocuğun diyeti
vardır, ölü olan çocuğun da gurresi
vacip olur. Çünkü adam vurduğu
zaman kadının
karnında iki çocuk olduğunu bilmiyordu o zaman bu vuruşu hata en olmuştur.»
İZ A H
«Ebû Yûsuf
demiştir ki ilh..» Bu Ebu Yûsuf tan
gelen zahir rivayet değîldîr. Mebsût'ta demiştir ki:
«Sonra kölenin cenininde bedelin vücubu Ebu Hanife ve İmâm Muhammed'in sözleridir. Ebû
Yûsuf'un
sözünün zahiri budur. Ebû Yûsuftan bir rlvayette.
«Eğer annede bir noksanlık meydana
gelmişse, ancak bu vacip olur. Eğer bir noksanlık meydana gelmemişse herhangi
birşey gerekmez»
denilmiştir.
İnaye.
«Onu vurduktan
sonra ilh...» Eğer cenini hür bir babası
olduğu halde vurmadan önce azad ederse,
o zaman
mevlâya değil, babaya bir gurre
verilir. Tatarhâniye.
«Mevlaya ilh...» Ebu'l-Leys demiştir ki: «Muhammed onun mevlâ için veya
ceninin varisleri için olup
olmadığını
zikretmemiştir. Zâmirlerin «vurmaya» istinadından ve vurma anında memlûk olmasından
dolayı «mevla îçîn» demek caizdir. İtkanî. Özetle...»
Tatarhâniye'de
imamların bu konuda ihtilâf ettikleri
zikredilmiştir: Bazılarınca «varisleri için»
olduğu,
bazılarınca da «cenin için» olduğu söylenmiştir.
«Çünkü muteber
olan vurma halidir İlh...» Çünkü onu
daha önceki bir vuruşla öldürmüştür ve
bu da
kölelik halinde olmuştur. Bu yüzden diyet değil kıymeti vacip olur. Bu da sağ
olduğu haldeki
kıymetidir.
Çünkü sağ iken onun katili olmuştur.
Bu yüzden sebep ve telef hallerine baktık. Hidâye.
Yani vurma
haline itibar ederek diyeti değil. kıymeti vacip kıldık ve telef haline İtibarla hayatından
şüphe edilen haline
değil, sağ haliyle kıymetini
vâcip kıldık. Çünkü sadece vurma haline
itibar
edilseydi,
ceninin sağ olmaması da caiz olurdu. O zaman da kıymeti değil. belki gurre vacip olurdu.
Kifaye. özetle...
«Bu durumda
keffâret gerekir.» Çünkü hata ile veya
kasde benzer bir yolla bir insanı
telef etmiştir.
«Hâvi'l-Kudsî'de de bu açıkça ifade
edilmiştir.» Ben derim ki: Aynı şekilde daha önce takdim
ettiğimiz gibi
bu mesele ihtiyâr'da da açıkça ifade edilmiştir. Şarih de bunu Vâkıât'tan
zîkredecektir.
«Sözlerinden anlaşılandır ilh...» Bu ifade de, bu
meselenin kitapların çoğunda genişçe tasrih
edilmeyişi
dolayısıyla mazur gösterici bir açıklama vardır. Çünkü onlar: «Ceninde kefâret yoktur»
sözlerini
mutlak olarak zikretmişlerdir.
«Uzuvlarından
bazısı ortaya çıkmış ilh...» Hayz bahsinde ceninin uzuvlarının ortaya
çıkışının
yüzyirminci günden sonra olduğu geçmişti. Zahîre'den takdim ettiği sözün zâhiri: «Başın
mutlaka
var olması
gerekir.» şeklindedîr. Şumnî'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer kadın uzuvlarından
herhangi
birşey beIli olmayan bîr et parçası düşürse
ve ebelerden doğru sözlü bir grup da
onun bir
insan başlangıcı olduğuna ve eğer kalsaydı
şekilleneceğine şahitlik etse, o zaman onda gurre
yoktur ve bu
durumda bize göre hükümeti adlin
tekrar edeceği bedel gerekir.»
«İddet ve
nifasta ilh...» Yani onunla iddet
biter ve onu düşürmekle annesi lohusa
olur.
«O zaman malından ilh...» Yine bir rivayete
göre... Başka bir rivayette ise gurreyi kadının âkilesi
verir ve muhtar olan da budur. Câmiu'l-Fusuleyn. Yani, Me'âkil bahsinin
sonunda gelecek olan,
zahir-i rivayete göre; âkilesi olmayanın diyetinin Beytu'l-Mal'den verilmesi meselesinden
dolayı...
Fetvâ da buna
göredir. Gurrenin kadının malından
vacîp oluşu ise şâzdır. Bu meselenin tamamı
inşallah orada gelecektir.
«Günahkâr olmaz ilh...» İfadede en uygun olanı: «Günahkâr olur» demesiydi. Çünkü bu söz
gurrenin vacip
oluşundan bahsedilirken söylenmiştir
ve gurre de ancak bazı uzuvların ortaya
çıkması ile vacip olur. Sonra da: «Eğer uzuvlarından bazısı ortaya
çıkmamış ise ona hiçbir günah
yoktur» derdi. T.
Hânîye'de şöyle denilmektedir. Demişlerdir ki: «Eğer uzuvlarından
herhangi bir şey belli olmamışsa
günahkâr
olmaz.» Radiyallahu anhu demiş-
tir ki: «Ben günahkâr olmaz, demem çünkü Ih râmda
olan kişi bir av hayvanın yumurtasını
kırsa,
bunu tazmin
eder. Çünkü o av hayvanının aslıdır orada ceza
ile muâheze edildiği zaman bu
meselede cenini özürsüz düşürdüğü zaman günahkâr olması az değildir. Ancak katil
olmuş gibi
günahkâr
olmaz.»
Eğer ceninin
uzuvları ortaya çıkmış İse ve kadının
bir fiili ile ölürse, katil olmuş gibi günahkâr
olacağı ise açıktır.
«Kasdi olarak düşürürse ilh...» Kifâye'de ve diğerlerinde de aynı şekilde kayıtlanmıştır.
Şurunbulâliye'de denilmiştir ki:
«Kasdî olarak düşürmezse anne üzerine hiçbir şey yoktur. Annenin
dışındakilerde ise çocuğu
düşürme kasdı şart değildir. Nîtekim Hâniye'de de böyledir.»
«Karnına vurma
gibî ilh...» Kadın çocuğu düşürene
kadar fercini ilâçladığı zaman da böyledir.
Kifâye. Ağır
bir yük taşıdığı zaman da böyledir... Tartarhâniye. Yani geçenlerden öğrenildiği gibi
bunları cenini
düşürme kasdı ile yaparsa hüküm böyledir.
«Eğer kocası izin verirse gurer yoktur.»
Bunu Zeylaî, Kafi sahibi ve diğerleri zikretmîşlerdir.
Şurunbulâliye'de denilmiştir ki: «Ben
derim ki: Bu sahih olan rivâyet değil, zayıf
olan rivayete
uygun düşmektedir. Çünkü Kâfi'de denilmiştîr ki: «Bir kimse diğerine!
Beni öldür! dese ve o da onu
öldürse sahih
olan görüşe göre diyet malından alınır.
Çünkü ibahat nefislerde cari olmaz ve
şüpheden
dolayı kısas düşer. Bir rivayette de: Hiçbir şey gerekmez çünkü nefsi onun hakkıdır ve
hakkının telef edilmesine izin vermiştir.» O zaman
gurre veya cenînin diyeti de adamın
hakkıdır.
Ancak ibahat
müntefidîr. Kocanın, ceninin telef edilmesî hususundaki mücerred
emri ile gurre
kadının âkilesinden düşmez. Çünkü onun kadına emri,
adamın fiilinden aşağı değildir. Çünkü adam
karısına vurduğu
ve kadın da cenin düşürdüğü
zaman, adamın âkilesi üzerine gurre lâzım
olur ve
adam buna
vâris olamaz. Eğer gurrenin adamın hakkı olduğuna baksak, vurmasıyla herhangi bir
şey gerekmez.
Lâkin bir insanın diğer bir insanın insanlığını heder etme hakkı
olmaması dolayısıyla
Şarî'in, onu
telef etmesi karşılığında ona takdir
ettiği şeyi ödemesi gerekir Bu
ödenecek şeyi de
cani dışındakiler istihkak edebilirler.» Özette...
Ben derim ki: Fukahâ, âdemiyyetinîn tahakkuku bulunmadığından dolayı cenînin bir nefis
olarak
kabul edilmediğini açıkça ifade ettiklerinden
dolayı; burada bu görüşe itiraz edebilir.
Ve bu cenin
bir yönden annesinden bir cüz olarak kabul edilir; bu yüzden de hayatı tahakkuk edene kadar onda
kıymet veya
diyet kâmil olarak vacip olmaz. keffaret
de... Biz; gurrenîn vacip oluşunun
taabbudî
olduğunu
önceden belirtmiştik O zaman cenini muhakkak nefis yerine koymak
sahih olmaz ki
«İbahat nefislerde
cari olmaz» denîlebilsin. O zaman geçen
feride tazminat ödeme hükmünün
tashih edilmesi ile buradaki tazminatın tashihi gerekmez.
Cinayetler Bölümünün başında şöyle
geçmişti: « «Ellerimi kes! veya
ayaklarımı kes! dese bundan
bir şey
gerekmez, nefsine sirayet etse de...
Çünkü azalar mallar gibidir bu yüzden
emir sahih olur.»
O zaman bu
fer'e ilhak edilmesi daha evlâdır. Çünkü o, yanı
emir veren, vuran olmadığı zaman hak
sahibidir ve
hakkının telef edilmesine razı olmuştur; ama vuran kendisi olduğu zaman
bunun
tersinedir.
Çünkü o gurre başkasının hakkıdır. Bu yüzden on varis olamaz.
İşte kıt anlayışıma göre
bu, böyle olmalıdır.
«Eğer başka bir kadına emrederse ilh...» Yani
zevce başka bir kadına emretse. Zâhir olan, tazminat
ödemenin
kocanın kansına cenini düşürmesi için izin vermesinden sonra
olmasıdır. Buna Hulâsa
sahibinin
sözleri delalet eder. Eğer koca izin vermez ise mücerred
kadının emri, babanın hakkının
düşme sebebi olamaz. Bu da açıktır. Vâni.
Ancak Azmî,
tazminatın emrolunan kadından nefyini, kocası izin vermediği zaman emreden
kadından da
nefyini gerektirmediğini zikretmiştir.
Şurunbulâliye burada geçen şeyin
benzeri ile
itiraz
etmiştir ki sen bunun ne olduğunu da
biliyorsun.
«Alacaklı
olması muhal olduğundan ilh...» Yani
borcun vacip oluşu muhal olduğundan
demektir. Bu
da Efendi
lehine köle üzerindeki gurredir. T.
«Başkasının hakkı olmadığı müddetçe ilh...»
Ziyadât'da denilmiştir ki: «Bir cariye
alıp onu kabzetse
ve cariye ondan hamile kalsa, sonra cariye
kasten karnına vursa ve cenini ölü
olarak düşürse;
bilahare bir adam beyyine
ile o cariyenin kendi hakkı olduğunu
söylese ve cariyenin ona
verilmesine veya
müşterinin ona cariyenin mehrini vermesine hükmedilse, müstehikka: «Bu cariye
kendi hür
çocuğunu öldürdü. Çünkü mağrurun
çocuğu kıymeti verilerek hür olur, hür olan ceninin
de gurre ile tazmin
edilmesi gerekir ,o halde ya
cariyeni ver veya ceninin gurresini vererek onun
fidyesini ver.» denilir. Tatarhâniyye.
Sonra
Camiu'l-Fusuleyn'de denilmiştir ki:
«Ben derim ki: Gurreyi
aldığı zaman müstahik için cenin
kıymetini
talep etmenin caiz olması gerekir. Çünkü bedelin kaim olması mubdelin kaim
olması
gibidir.»
Lâkin gurre
ona teslim edilmiştir ve onun hesabı ile borçlu olur. Bunun tamamı Hindiye'den T. dedir.
«Mevlaya verilmesi ilh...» Yani cariyeden çocuk yapmak İsteyene verilmesi.
«Ona diyet ve kefâret vacip olur ilh...» Yani eğer zevcin bile olsa, sağ bir
nefis üzerine cinayet
tahakkuk eder. O zaman bunda mubahlık yoktur. Cenini ölü olarak düşürmesi, bunun hilâfınadır.
O
zaman bunda
-geçtiği gibi- zevcinin izniyle olursa, gurre kadından düşer.
«Hayvanın cenininde îse... vacip olur ilh...»
Bu, cenini ölü olarak düşürdüğü zamandır. Ama
cenini
sağ olarak düşürdüğü ve sonradan vurmadan dolayı öldüğü zaman, kıymeti malından peşin olarak
vacip olur;
bununla beraber, cariyenin cenininin
kıymeti ile birlikte annenin noksanını
ödemeye
icbar edildiği
gibi annenin noksanını ödemeye zorlamaz. Çükü o, telef ettiği bir maldır ve annenin
noksanlığı ile beraber tazmin eder. Remli.
«Çocuklardan
biri sağ düşse ilh...» Yani sonra
ölse.
«Anne de ölse ilh...» Yani Tatarhaniye'de tabir edildiği gibi sonra anne
de ölse... Tatarhâniye'de:
«Annenin ölümü, sağ düşenin ölümünden sonradır. Çünkü önce ölmüş olsa babasının vereceği
kısasa varis olur ve o kısas da düşer.» denilmektedir.
Nitekim Haşiye
yazarı Halebî de böyle demiştir.
«Ölen çocuğun
gurresi ilh...» Çünkü her ne kadar hayatı tahakkuk etmediğinden, onda diyet vacip
değilse de
yine de o gurreyi akilenin vermesi gerekir.
Nitekim bu geçmiştir.
«Çünkü adam
vurduğu zaman ilh...» Diyetin malından değil de âkilesi üzerine
vacip oluşunun
ta'lîlidîr.
Çünkü vuruş, çocuğa nispetle kastî olsa bile, diyet âkıleye vacip
olmaz. Bunun muktezası
şudur: Eğer iki çocuk olduğunu bilseydi
ve aynı şekilde ikisine de vurmayı kastetseydi, babalık
şüphesi ile kısasın düşmesinden dolayı, sağ olanın dîyeti malından üç sene içinde verilmesi vâcip
olurdu. Ama iki çocuk
olduğunu bilse fakat ikisine de vurmayı
kasdetmese; sadece anneye vurmayı
kastetse, «birisine ok atmayı kasdettiği halde attığı ok; o şahsı delip geçerek başka birine
gelen
şahıs» meselesinde
olduğu gibi; sağ olanın diyeti,
malından vâcip olmaz. Allah Taâlâ en iyisini
bilendir.
M E T İ N
Musannıf
bilflil katlin hükümlerinî zikrettikten sonra bu babda da katle sebep
olan hadiselere
başlamayarak
sözlerine şöyle devam etti: Kişi âmmeye
ait bir yol üzerinde bir tuvalet veya su
olduğu veya curusun ki bu da «burç, ileriye çıkartılan
ağaç, üst katta bir damdan diğerine geçiş
yolu. su kemerinin üstüne yapılan havuz gibi şeyler»in adı (Aynî) olan «cursun», veya dükkan
yapmış olsa adı, geçen şeylerden herhangi biri eğer âmme-ye zarar vermiyorsa ve halk da
ona mani
olmuyorsa caizdir.
Eğer bu
yaptığı şey zarar verîrse, adı geçen şeylerden herhangi birini yapması helâl olmaz. Nitekîm
ileride
tafsitâtı gelecektir.
Husumet
ehlinden yani dava görme gücüne sahip olanlardan
herhangi bir kişi, zımmî dahi olsa adı
geçenlerden herhangi birinîn yapılmasına mâni olabileceği gibi; yapıldıktan sonra da onun
bozulmasını veya
kaldırılmasını talep edebilir.
Bu yapılan şeyde de âmmeye îster zarar olsun
isterse olmasın.
Bazı âlimlere göre kendisi de âmme yolunda öyle
bîrşey yapmamışsa, hakimin huzurunda dava
etmesiyle o yapılan şeyi bozdurabilir. Yoksa taannüt
olur denilmiştir. Zeylaî.
Bu yapılan şeylerin hepsinde devlet başkanından izinsiz olarak kendi şahsı için
yapmışsa hüküm
yukarıdaki gibidir.
Saffâr burada
yıkılmasını veya kaldırılmasını talep eden kişinin de «onun
durumunda olmaması»
ifadesini eklemiştir.
Eğer
Müslümanlara cami ve benzeri şeyleri
yaparsa ya da devlet başkanının izniyle
yaparsa
bozdurulamaz.
Eğer bu yaptığı şey, âmmeye zarar
verirse onu ihdâs etmesî caiz değildir. Zira
Peygamber
(a.s.): «İslâm'da zarar vermek de yoktur;
zarara karşılık vermek de yoktur.»
buyurmuştur.
Yolda satış
için veya bir mal almak için oturmak,
eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir; yoksa caiz
değildir. Yani
yolda alıç-veriş için oturmak da geçen
tafsilat üzeredir. Bu hükümler çıkmaz olmayan
yol hakkındadır.
Çıkmaz olan bir yola
gelince o çıkmaz yolda o yol ehline ister zarar versin, isterse
vermesin;
herhangi bir şeyi ihdas etmekle tasarrufta bulunması caiz değildir. Ancak o yol
ehlinin
izniyle olursa o zaman caiz olur. Çünkü o
çıkmaz yol, orada oturanların özel bir
mülkleri gibidir.
Diğer taraftan
bunda asıl kaide şudur: Hali bilinmeyen bir şey âmmenin yolunda yapılırsa
o yeni
yapılmış kabul edilir. Eğer onlara has bir yolda ise;
o zaman o yapılan şey kadim sayılır.
Burcundi.
Eğer bu
yaptığı şeyin üzerine düşmesiyle her hangi bir adam ölürse; ölen adamın
diyetini ödemek
âkilesine düşer. Çünkü ölümüne sebebiyyet
vermiştir. Nitekim adam yolda bir su kuyusu kazsa
veya taş veya
toprak veya çamur (Mülteka) koysa
onun o kazdığı kuyu veya
adı geçenlerden
herhangi
biriyle bir insan telef olursa; onun
diyetini de âkilesi verir; çünkü o
sebep olmuştur.
Eğer bu
yapılan şeylerden birisi ile bir hayvan telef olursa ve bu
yapılan şeylere İmam (İslâm Devlet
Başkanı) izin
vermemişse onun bedelini kendi malından ödeyerek tazminat öder.
Eğer bu
yapılan şeylerde imam îzin vermişse veya yoldaki bir kuyuya adam açlığından
veya
susuzluğundan
veya sıcaktan bunaldığından düşerek
ölmüş olsa; o kuyuyu
kazıyan adam üzerinde
bir tazminat
yoktur. Bununla da fetva verilir.
Yalnız İmam Muhammed buna muhâlefet
etmiştir.
Hulasa.
Eğer su oluğu
düşse ve adamın mülkünde olan kısmı bir adama isabet ederek onu
öldürse asla
zâmin
değildir, çünkü oluk mülkünde
olduğundan müteaddi değildir. Eğer mülkünden dışarda olan
kısmı veya oluğun orta kısmı isabet ederse o zaman o adamın
tazminatı o oluğu kim koymuşsa
teaddi
ettiğinden dolayı onun üzerinedir. Bezzâziye.
İsterse o adam o evde kiracı veya iğreti duran veya gasp eden olsun.
Bu adam bu
mülkü satmakla da onun tazminat ödeme gereği kalkmaz. Zira yaptığı iş bakidir ve
tazminatı
gerektiren de odur. Ama meyleden duvarın hükmü bunun hilâfınadır.
Nitekim bu meseleyi
Zeylaî tafsilatıyla zikretmiştir.
İ Z A H
«Ammeye bir üzerinde ilh...» Şehir ve köylerde
önü açık olan yollardır; kırlarda ve
sahralardaki
yollar değil.
Çünkü kır ve sahralarda olan yollardan
çoğunlukla sapmak mümkündür. Zâhidi'de
olduğu gibi...
Âmme yolu;
üzerinden geçenlerin sayılamadığı yoldur. Veya kimsenin
mülkü olmayan bir arazide
bir toptum
tarafından yapılan binalar arasında
geçiş için bırakılan yoldur
ki: bu da âmmenin
mûlkiyeti
üzerine bâkidir. Bu, Şeyhu'l-İslâm'ın tercih ettiği görüştür. Birincisi
ise İmâdî'de olduğu
gibi İmam
Hilvânî'nin tercihidir. Kuhistâni.
«Veya bir
cursun ilh...» Bu kelime aslen Arapça
bir kelime olmayıp Arapça'ya sonradan girmiş
yabancı bir kelimedir. Bunun anlamında da ihtilâf edilmiştir.
Bazı âlimler tarafından buna «burç»
denilmiştir.
Bazı âlimlere göre îse; damdaki suyun
akıntı yoludur. İmâm Pezdevî'den de bunun mülk
sahîbi
tarafından üzerinde yeni bir şey yapmak
için duvardan ileriye çıkartılan
ağaçlara denildiği
nakledilmiştir. Muğrib.
Aynî de; Cursun
kelimesinin, raf şeklinde yüksekte yapılan geçiş yolu demek olduğunu söylemiştir.
Bazı alimler tarafından da iki damın duvarları üzerine damdan
dama geçmek için konulan ağaca
denildiği
söylenmiştir. Diğer bazı âlimler de; üzerine testi konulması için kemerin
önüne yapılan
şeye
denildiğini söylemişlerdir.
«Veya bir
dükkan ilh...» Satış tezgâhı gibi yüksek
olan yere denir. Aynî.
«Eğer bu
yaptığı şey zarar verirse, helâl olmaz.» Musannıfın burada: «Eğer
zarar verir veya mani
olunursa helal
olmaz» demesi gerekirdi.
Kuhistanî'de
de; Yukarda sayılanlarda, herhangi birini yaptığı takdirde «mani olunsa bile
menfaatlenmesi yapan
kişiye helâldir» denilmiştir. Kirmânî'de de olduğu gibi...
Tahâvî yukarda adı geçenlerden herhangi
birini yaptığında: «Mani olunursa, yapan kişiye onu ihdas
etmek mübah
olmadığı gibi; onunla menfatlenmesi halinde ve olduğu gibi bırakması halinde
de
günahkâr olur»
demiştir. Zahire'de de böyledir.
«Husumet
ehlinden ilh...» Husumet Ehli ise; hur,
âkil ve bâliğ olandır.
Hacredilen
köle ve çocuklar
husumet ehli
değildirler. Durru'l-Munteka'da: Eğer velileri tarafından izin verilirse çocuk ve
kölelerin de dava görme hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir.
«Zımmi dahi
olmuş olsa ilh...» Çünkü yolda zımmînin de geçiş hakkı vardır. Kifâye.
Tatarhâniye'nin ifadesi ise şöyledir: «Kâfir de
husumet ehlîne dahildir. özellikle zımmî olduğu
takdirde...»
«İster zarar olsun isterse olmasın ilh...» İmam Ebû Hanîfe'den gelen sahih rivayet
budur. İmam
Muhammed de: «Husumet ehli yukarda sayılan şeylerden birinin yapılmasına mani olabilir; ama
yapıldıktan
sonra onu kaldırtamaz» demiştir. Ebû Yûsuf ise «Husumet ehli ne o şeye mani olabilir
ne de kaldırtabilir.» demiştir.
Bu o şeyin
sonradan yapıldığı bilinirse böyledir,
eğer sonradan yapıldığı bilinirse
böyledir, eğer
sonradan
yapıldığı bilinmiyorsa o şey yeni yapılmış gibi kabul edilerek İmam (devlet başkanı) onu
bozdurur.
Ebû Yûsuf'un:
«İmam o şeyi ancak ammeye zarar
veriyorsa bozdurabilir.» dediği de rivâyet
edilmiştir.
Durru Muntekâ.
«Bazı âlimler tarafından ilh...» «Bazı âlimler»den maksat Zeylaî'de de olduğu gibi İsmail
Es-Saffâr'dır.
«Yoksa taannüt
olur denilmiştir.» Çünkü halktan zararı gidermeyi isterse; önce kendisinden
başlaması gerekir. Kifâye.
«Devlet
başkanındın izinsiz ilh...» Eğer devlet başkanı adı geçen bu şeylerden herhangi birinin
yapılmasına izin verirse; hiç kimse o yapılan şeyi bozdurma
ve dava etme hakkına sahip
değildir.
Şu kadar var
ki; eğer, yolun darlığından dolayı o yapılan şey halka zarar veriyorsa;
devlet
başkanının
onun yapılmasına izin vermesi uygun değildir.
Ama eğer devlet başkanı zararı
olmasına
rağmen maslahat İcabı izin verse caizdir. Hamevi Miskin'den.
Şumni de: «Eğer o yapılan şey, halka zarar veriyorsa ister îmam izin versin isterse
vermesin, onun
yapılması mezhep İmamları arasında ihtilâfsız
olarak caiz olmaz.» demektedîr. T.
İmam'dan İzin
alınarak yapılan şeyde hiç kimsenin
münazaat hakkı olmasa bile «caiz
olmaz»dan
maksat, «günahkâr olur» olabilir. Çünkü İmam'ın izniyle
yapılan bir şeyde yapan kişiyi dava etmek,
İmâm'ı aşmaktır. O zaman Şumni'de olan bu
ifade de Hamevi'nin Miskin'den
naklettiğine muhalif
olmaz. Düşün.
«Saffâr
burada... eklemiştir....» Bu söz, daha önce tafsilatıyla
geçen rivâyettir, onu tekrar zikretmeye
lüzum yoktur. Fukaha'nın kelâmının zâhiri, onlardan
rivâyetle anlatılan mutlak hükme itimat
etmektir. Bu
söz, hükmün mutlak olarak naklinden sonra saffar'a nisbet
edilmiştir. O zaman bu
sözün bütün
İmâmların sözü olduğu anlaşılır, delil şudur ki: Herhangi bir münkeri yasaklayan kişi,
o münkerden
uzak olmakla kayıtlanmaz. Nitekim Hazr bahsinde geçmişti. T.
Ben derim ki: Bu delil, ancak o yapılan şeyde
zarar varsa zahir olur. Çünkü o zaman
münker olur.
Düşün.
«Eğer müslümanlara ilh...» Yani müslümanlara da
zarar vermiyorsa... Kifâye ve
Kuhîstanî'de de
olduğu gibî...
«Veya devlet başkanının izniyle ilh...» Bunun zahirine göre; eğer adı geçen şeylerden herhangi
birini imam'ın
izniyle yaparsa zarar verse dahi;
hiç kimse o kişiyi dava etme hakkına sahip değildir. Biz bunu yukarda Miskîn'den naklen açıkça
takdim ettik.
Buna. gelecek olan: «İmamın
iznîyle olursa tazminat yoktur»
sözü de delâlet eder.
Kifâye ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre Ebû Hanife demiştir ki:
«Âmme yolu üzerine yapılan
herhangi bir
şey. İmam'dan izinsiz yapıldığı takdirde, ister zarar versin,
isterse vermesin halktan
herhangi bir
kimsenin onun yapılmasına mâni olma ve
yapıldıktan sonra kaldırtma hakkı
vardır.
Çünkü âmme ait
olan şeylerde fitnenin teskini için
yönetim hakkı İmam'a aittir. O halde
İmam'dan
izinsiz böyle
bir îş yapan bir kişi, İmam'ın önüne geçmiş olur. O halde
herkes onun bu fiiline karşı
çıkabilir.»
«Eğer zarar veriyorsa
ilh...» Bu söz. metindeki «eğer zarar
vermiyorsa caizdir» sözünün mukabilidir.
«Zarar vermek
de yoktur; zarara karşılık vermek
yoktur.» Yani kişinin, müslüman kardeşine ilk
zarar veren
olmaması gerektiği gibi; ceza olarak
ta zarar veremez.
«Karşılıklı olarak zarar vermek», sana zarar
verene senin de zarar vermen demektir. Muğrib.
«Ceza olarak zarar vermek» ise; kısas ve diğer
şeylerde ceza veren kişilerin, hakkını tecavüz
etmesidir.
Kifâye.
«Oturmak ilh...» ağaç dikmek
de aynıdır. Kuhistanî.
«Eğer kimseye
zarar vermiyorsa caizdir ilh...»
İfadede en uygun olanı bu cümleyi «geçen tafsilât
üzeredir»
sözünden sonra koyması idi. T.
«Çıkmaz olan bir
yola gelince ilh...» Burada «çıkmazdan»
murat, mülk yoldur. Bu çıkmazlık da
mülkiyetin
illeti değildir. Zira mülk olduğu
halde bazen açık olan yol olabilir,
bazen de ammenin
olduğu halde
açık tarafı da kapatılabilir. Şu kadar var ki; onun kapalı
oluşu çoğunlukla mülk
olmasına delâlet eder. Bu yüzden çıkmaz oluş. mülkün yerine ikame edilmiştir. Hatta bunun hilâfına
bir delil
oluncaya kadar bununla amel
etmek vacip olur. Fahru'l-İslam'ın Cami'us-Sağîrinden naklen
Kifâye.
«İhdas etmekle tasarrufatı caiz değildir.» Ben derim
ki: Hâniye'de Ebu Hanîfe demiştir ki:
«Eğer yol
çıkmaz ise, o yolun üzerinde oturanlar o yola odunlarını koyabilirler. hayvanlarını bağlayabilirler ve
orada abdest alabilirler. eğer bu işlerden biri
sebebiyle birisi ölmüş olsa,
bu işin sahibi zâmin
olmaz. Fakat çıkmaz olan yolda bir bina yapsa veya su kuyusu kazsa, bu sebeblede bir kişi ölse;
zâmin olur.»
Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmiştir: «Birisi çıkmaz olan yolda
çamur yapsa ve yolda da geçecek
kadar yer
bırakmış olsa. bu çamuru aynı şekilde
zaman zaman yapıyor ve hemen kaldırıyorsa; bunu
yapabilir. Çıkmaz olan yolda oturan herkes kapısının önünde hayvanını durdurabilir. Çünkü çıkmaz
olan yol müşterek olan bir binâ gibidîr:
ortaklardan herhangi biri müşterek binanın bir kısmında
oturabilir. Ancak onun içinde yeniden bir yer yapamaz. Bizim memleketimizde de hayvanı kapının
önünde
durdurmak da oturma'nın kapsamındadır.
Tatarhânlye'de
şöyle denilmektedir: «Çıkmaz yolda oturma cinsinden birşey
yapmış olsa, yolda
kendi hissesine düşen yerde olan şeyi tazmin etmez ;ama yaptığı iş ortakların
hissesine taşarsa,
onu tazmin
eder. Eğer yaptığı iş oturma cinsinden
birşey ise, kıyasa göre yine yukarıdaki
gibi
olmalıdır. Ama
istihsâna göre yaptığı iş oturma cinsinden ise, zâmin değildir.»
Bunun benzeri
Kifâye'de de vardır.
Ben derim ki: Bununla: «Geçen şeylerden oluk, dükkân v.b. herhangi birinin ihdası caiz
değildir»
sözünden maksadın bâki kalacak olan bir şeyin
ihdâsının caiz olmaması olduğu açıkça ortaya
çıkmış oldu. Nitekim Salhânî de bunu ifade etmiştir.
«Ancak o yol ehlinin izniyle ilh...» Yani hepsinin izniyle... Hatta, aralarındaki bir kişiye o çıkmazda
bir şey yapması için
izin verdikten sonra o çıkmaz yolda
oturmayan birisi, oturanlardan birisinden
bir ev almış
olsa. onun da izni şarttır. Zira Hâniye'de
şöyle bir ifade vardır: «Çıkmaz yol üzerinde bir
bina veya bir oda yapmış olsa o çıkmaz yolda oturanlar da onu yaptırana razı olsalar çıkmaz yolda
oturmayan birisi gelse ve o çıkmaz yol üzerinde bir ev satın almış olsa o satın alan kişi de o odayı
yapana onu
söküp kaldırmasını emredebilir.» Saihanî.
«Çünkü o özel
bir mülk ev gibidir.» Evlâ olan teşbih
yapmadan «mülk ev» demesiydi. Nitekim
Hidâye'de de böyledir. Câmi'den naklen takdim ettiğimiz de buna delâlet eder.
«Sonra bunda asıl
kaide ilh...» Bu asıl
kaidenin faidesi şudur: Yeni yapılan
bir şeyi İmam yıkabilir,
eskiden
yapılmış bir şeyi ise hiç kimse
yıktıramaz. Kuhistânî'de olduğu gibi...
Saihânî demiştir ki: «Her
iki taraf da delil getirmiş olsalar,
yapılan binada eski oluşunun beyyinesi
öne alınır.
Kâfî'de de: «Yeni yapıldığının delili
takdim edilir» denilmiştir. Bu, hâdis oluşun delilinin
takdim edilmesi. binanın dışındaki su yolu ve yol edinme gibi şeylerde olabilir. Şeyh Hay-reddin,
Suğrâ'dan naklen: «Kadîm'in tarifi, halkın
hatırlayabileceği en eski vakit olarak
yapılmıştır» Bu tarif
de son derece güzeldir.»
«Diyet o şeyleri yapan adamın âkilesi üzerinedir.» Yaraladığı zaman eğer o yaranın erşine (diyeti)
gemik görünen
yaranın erşine ulaşırsa, o zaman erşi
âkilesi verir; eğer ondan az ise o zaman erşi
malından
verilir. Kifâye.
Bu ifade
gösteriyor ki; keffâret vacip olmadığı gibi
mirastan da mahrum olmaz. Zahîre'de olduğu
gibi... Kuhistânî.
«Mülteka» Şerh'inde şu eklenmiştir: «Amme yolunda her yapılan şeyin hükmü de kuyu ve
diğerleri
gibidir.»
Yine
Mülteka'da: Amme yoluna su döken adam, döktüğü su nedeniyle meydana galen
herhangi bir
zararın
tazminatını öder. Kezâ yola kayılacak
kadar su serpse veya abdest alsa; suyu
serpen veya
abdest alan kişi o yolda kayma nedeniyle meydana
gelen zararın tazminatını öder. Ama
çıkmaz yol
halkından birisi
bunlardan birisini o çıkmaz yolda yapmış olsa; veya o yol üzerinde oturursa veya
eşyasını koymuş olsa, bunlarda bir zarara neden
olsa zâmin olmaz. Yine normal kayılmayacak
kadar veya yolun
bir kısmına su serpmiş olsa yoldan gecen adam da kasdi olarak
o su serpilen
yerden geçerken başına herhangi bir zarar gelse,
su serpen adam zamin olmaz. Odun koymak. yolu
kapatmak veya
kapatma hususunda «geçiş» gibidir. Dükkân
sahibinin izniyle su serpmiş olsa
tazminat ödeme istihsânen dükkân
sahibinin üzerinedir.
«Onu
tazminatını kendi malından öder.» Çünkü âkile malı değil, nefse geleni
yüklenir. Hidâye.
«Eğer bu
yapılan şeylere İmam (devlet başkanı) izin vermemişse ilh...» Yani İmam, o yol üzerindeki
tuvaletin,
cursun'un ve dükkânın yapılmasına, taşın konulmasını ve yolda kuyunun
kazılmasına izin
vermemişse
adam zengin olur... Bunu Kuhistâni
İfade etmiştir.
«İmam...» Maksat İslâm devletinin başkanıdır.
«İzin verîrse
ilh...» O zaman tazminatını ödemez. Çünkü müteaddi değildir. Zira imam, âmme yerine
kaim
olduğundan, yol hususunda umumi bir velâyete
sahiptir. Öyleyse imâmın izniyle
âmme
yolunda bir şey
yapan kîşi, sanki kendi
mülkünde yapmış gibi olur. Kuhistânî.
Ed-Durru'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Şu
kadar varki imâmın izni ancak yapılan
şey ammeye
zarar vermezse
caizdir.» Bu bahsin tamamı Ed-Durru'l-Muntekâ'dadır.
«Açlığından veya susuzluğundan ilh...»
Çünkü açlığından veya susuzluğundan dolayı düşüp ölen
kişi, kendi nefsinde olan bir şeyden dolayı ölmüştür. Tazminat ise
ancak bu türden bir sebeple
olmayan
düşmedeki ölümlerde vaciptir. Zeylâî.
«Sıcaktan bunaldığından...» Yani sıcağın şiddeti dolayısıyla nefesin
kesildiği bir bunalma. İnaye.
«İmam Muhammed
buna muhalefet etmiştir.» Yani: «Yukarda geçenlerin hepsinde
tazminat
vaciptir»
demiştir. Ebû Yûsuf da Ebû Hanîfe'ye sıcaktan
bunalmada değil açlıktan dolayı
düşmede
muvafakat
etmiştir. T.
«Veya oluğun
orta kısmı ilh...» Burada oluğun
ortasından murat, oluğu koyan adamın mülkünün
dışında olan kısımdır.
Zira zâmin olmada illet yolun üstünü işgal
etmek suretiyle teaddidir. Nitekim
Zeylaî'nin de zikrettiği gibi...
«Vasat» bu manada anlaşılırsa «hariç» bunu kapsar. O zaman «vasat» kelimesinin
ayrıca
kullanılması gerekmez. «hâriç»ten oluğun öbür
tarafını keşfetmişte olabilir. O zaman da «vasat'ın
zikri doğru
olur.
Zâmin olma
durumu bunda ve bundan evvelki meselede İmam
veya mahalle halkı: izin
vermedikleri
takdirdedir.
Nitekim bu yukarda geçmiştir.
Teaddiyi illet göstermek de buna
delâlet eder.
«O oluğu kim
koymuşsa ilh...» Yani âkilesi üzerinedir... Kezâ bundan sonraki
meselede de aynı
şekilde denilir. Çünkü sebep olmuştur. T.
«Nitekim
Zeylâî bu meseleyi tafsilatıyla zikretmiştir.» Zira Zeylaî şöyle demiştir: «Eğer âmmenin
yoluna evinden
bir kanat açmış olsa veya yola bir odun uzatmış olsa sonra, evini topluca satsa
müşteri de
olduğu gibi bıraksa, sonunda o şeyden dolayı bir kişi ölse; tazminat ödemek satanın
üzerinedir.
Çünkü yapmış olduğu şey mülkünün elinden çıkmasıyla bozulmamıştır. Fakat eğilen
duvar. müşteri
zâmin olmaz. Çünkü müşteriye kimse
o duvarın yıkılacağını söylememiştir. Satan da
zamin
değildir. Çünkü şahit tutmanın sıhhati
için mülk şarttır. Mülk de satışla
bâtıl olur. Çünkü
başkasının mülkünü bozmak mümkün değildir. Bizim meselemizde ise zaminiyet
mülk itibarîyle
değil; yolun
üstünü işgal etmek itibariyledir. Bu durumda da işgal bakidir. O zaman satan
adam
zamin olur.
Nitekim bu işleri yapan müstecir, âriyet
alan ve gasp eden de olsa yîne zamin
olurlar.
Duvarda ise,
malikin dışındakiler zamin olmaz.» özetle.
M E T İ N
Oluktan her iki
taraf da isabet etmiş olsa ve bu da bilinse oluğu koyan adam yarı tazminat öder.
Diğer yansı
ise heder olur. Eğer hangi tarafın İsabet ettiği bilinmiyorsa istihsanen yarısının
tazminatını
öder. Zeylai.
Başka birisinin koymuş olduğu taşı bir diğeri yerinden
çevirse ve bu sebepten birisi zarar
görse,
taşı çeviren
zamin olur. çünkü taşı ilk koyanın
bu kuyusu, çeviren tarafından bozulmuştur.
Bu durum şuna
benzer: Birisi yolda başına veya sırtına bir şey koymuş olsa, bu da
başka birinin
üzerine düşse veya
bir hasır, kandil veya çakıl
taşı ile mahallesinin mescidinden başka bir mescide
girse yani o
mescide hasır serse veya
yere çakıl koysa; veya o mescitte namaz için değil de başka
bir şey için
otursa -oturması Kur'an okumak veya herhangi birşey öğretmek için de olsa- ve bu
işlerden herhangi biri sebebiyle mesela bir kör, helâk olsa zamin olur.
İmameyn buna muhalefet
ederek. «zamin olmaz» demişlerdir.
Omzundan
giydiği bir aba üstünden düşüp de başka
birînin ölümüne sebep olsa veya yukarda
zikredilen şeylerden
herhangi birisini kendi mahallesinin
mescidinde yapsa, zamin olmaz. Çünkü
mescidi tedbir
etmek, mescidin ehline ait olup başkasına ait
değildir.
O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mubahtır. Fakat
selâmetle kayıtlanır. Kendi mahallesinin mescidinde namaz için oturmasında da
bu oturma
sebebiyle
herhangi bir adamın zarar görmesinin
tazminatını ödemez.
Bunun özeti
şudur: Kendi mahallesinin mescidinde veya
başka bir mescitte namaz İçin oturması
sebebiyle
başka birine zarar verse bunu zamin
olmaz. Namazın dışında başka bir sebeple oturması
halinde bunu
mutlaka zamin olur. İmameyn
burada Ebû Hanife'ye muhalefet etmişlerdir.
Şurunbulâlîye'de de Zeylaî ve diğer
kitaplara nispetle İmameyn'in görüşü daha açık görülmüştür.
Ben de Mültekâ
Şerhi'nde imameyn'ln görüşünü tahkik
ettim.
Mültekâ'da
şöyle bir ifade vardır: «Birisini bir
bina yapmak için veya dükkânın veya evinin
önündeki
sahada su kuyusu
kazmak için ücretle tutsa ve bu îşler sebebi ile de işi
bitirmeden bir şey telef
olmuşsa; tazminatı İşçinin üzerinedir. Eğer işi
bitirdikten sonra telef olmuşsa tazminat mülk
sahibinin
üzerinedir. Nitekim yapılan şey, evinin veya
dükkânının önünde olmasa ve Eşçide bunu
bilmese bu
durumda yine mülk sahibinin
üzerinedir. Eğer işçi yaptığı İçin
mülk sahibinin evinin
veya dükkanın önünde olmadığını bilse bu durumda yaptığı
işten dolayı herhangi bir şeyin telefinde
tazminat işçi
üzerinedir. Nitekim yolun
ortasında bir binanın yapılmasını emretse bu emir fâsid
olduğundan
dolayı, herhangi bir şeyin
telefinde tazminat yine işçi üzerinedir.
Eğer mülk sahibi
işçiye o yerin kendi evinin arsası olduğunu, fakat orda kuyu kazma hakkı olmadığını söylese
herhangi bir
şeyin telefinde tazminat kıyasen ücretli İşçiye
aittir. Çünkü aldatılmamıştır ve emrin
fâsid olduğunu
bilmektedir. İstihsanen ise tazminat müstecir üzerinedir.»
Ben derim ki: Mülteka şarihi ve diğeri burada kıyası istihsâna takdim etmişlerdir. Bu
takdimin zâhiri
kıyası
istihsâna tercih etmektir. Bilhassa Mültekâ sahibi daha kuvvetliyi
diğerine takdim etmek
itiyadındadır.
İ Z A H
«İstihsanen ilh...» Çünkü bir durumda hepsine zâmin olur. Bir halde de
hiçbir şeye zâmin olmaz.
Çünkü oluğun
mülkünde olan tarafı isabet edip
ölümüne sebep olmuştur. Netice olarak
yarısını
zâmin olur.
Kıyasa göre ise şüphe olduğundan
dolayı hiçbîr şeye zâmin değildir. Bu bahsin tamamı
Zeylaî'dedir.
«Bu da başka birinîn üzerine düşse ilh...» Düşse ve bir insanın kayarak ölmesine sebep olsa yine
zâmin olur Hidâye.
Çünkü yolda eşyayı başına veya sırtına yüklemek
mübahtır. Şu kadar var ki hedefe veya ava atılan
ok veya kurşun gibi şeylerde selametle kayıtlı olması lâzımdır. Zeylai.
«Bir hasır, kandil veya
çakıl taşı ile ilh...» Hasır kandil veya içinde çakıl taşı
olan torba birinin
üzerine düşse ve ölümüne sebep olsa bunun tazminatını öder. Minah.
Ben derim ki: Hidâye'nin ibaresi ise: «Mescit bir aşiretîn olsa, o
aşiretten birisi de o mescide bir
kandil asmış olsa veya
oraya hasır şermiş olsa veya araya çakıl dökse...» şeklindedir.
Bundan zâhir
olan burada «çakıl dökmek» filinin geçmiş zaman fiili
olup «hasır sermek» fiiline
atfedildiğidir. İbn Kemâl'in açıklaması da
buna delâlet eder.
Şurunbulâliye
yukarıdaki meselede tazminat
ödemekle ilgili imamlar arasındaki
ihtilâfı. mescitte o
işi yapan
adamın «mescidin cemaatinden izinsiz olarak yapması» ile kayıtlamıştır. eğer onların
izniyle yaparsa ittifak!a yapmış olduğu işten dolayı
zarar görülmesi halinde zâmin olmaz.
denilmiştir.
Nitekîm aynı mescit cemaatinden bir kişi, mescide
aydınlatılması içîn bir kandil asmış
olsa, bu da
birinin ölümüne neden olduğu zaman. zamin olmaz. Ama eğer o kandili muhafaza etmek
için asarsa ve o da birinin ölümüne sebep olursa. yine ittifakla zâmin olur, Şerhu'l-Mecmua'da
olduğu gibi...
Bezzâziye'de Hakimin izninin mahalle
halkının izni gibi olduğu belirtilmiştir.
«Mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse ilh...»
Bundan anlaşılan ileride gelecektir. Zâhir
olan şudur ki: Cemaat mescidinin hükmü, mahalle
mescidinin hükmü gibidir. O halde cemaat
mescidinde
yukarıda sayılanlardan herhangi birini
yapması sebebiyle birisi bir zarara uğrasa zâmin
olmaz. T.
«Velev ki o
mescitte oturuşu Kur'an okumak veya
herhangi bir şey öğretmek için de olsa ilh...»
Çünkü mescit
namaz için yapılmıştır. Namazın dışındaki
şeyler ise namaza bağlı olarak yapılırlar.
Bunun delili
şudur:
Mescit dar
olursa namaz kılan adam zikir Kur'an okumak veya ders vermek için oturan kişiyi
rahatsız ederek kaldırır
ve yerinde namaz kılar. Bunun aksi ise yapılamaz.
«Omzundan
giydiği bir abâ üstünden düşerse zâmin
olmaz ilh...» Yani giydiği abâ
birisinin üzerine
düşerek
ölümüne sebep olsa veya
düşse ve birisi üzerine bastığında kayarak
ölse zâmin olmaz.
Bu son hususa
Hîdaye'de de işaret edildikten sonra denilmiştir ki: «Giyilen bir şey ile taşınan bir
şey arasındaki
fark şudur; Bir şeyi taşıyan onun muhafazasını kasteder. O zaman onu selâmetle
takyid etmeye lüzum yoktur. Ama elbiseyi
giyen kişi onu muhafazayı
kastetmezse bu sebepten
selâmet kaydıyla kayıtlanır ve mutlaka mubahtır,
denilir.
İmam
Muhammed'den şu da rivayet edilmiştir ki: «Bir adam normal
olarak giymediği bir şeyî giyse;
o şeyi taşımış
gibi olur. Çünkü onu giymeye ihtiyacı
yoktur.»
Kılıç ve omuza
atılan şalın ve benzerlerinin hükmü de
abâ gibidir. Gâye'de
de böyledir.
«O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mübahtır ilh...»
Bundan:
Mescidin cemaatinin bir şey
yapması vaciptir, anlaşılır. Fakat
öyle değildir. Aksine
mescidin ehlinin de, ehli olmayanın da mescitte adı geçen işlerden herhangi bir
şey yapmaları
mubahtır. Ancak mescid
ehlinin mescitte adı geçen şeylerden herhangi birîn! yapmaları mutlaka
mubahtır ve
selâmet kaydıyla kayıtlı değildir.
Mescidin ehlinden olmayan bir kîmsenin
adı geçen
işlerden herhangi birini yapması mubahtır ve selametle kayıtlıdır
T.
«Bunun özeti
şudur; namaz için oturması ilh...» Şemsü'l-Eimme
demiştir ki: «Ebû Hanîfe'nin
mezhebinde en
sahih olan, namazı beklemek
için oturan kimsenin oturmasından dolayı
herhangi
bir kimsenîn zararına
sebep olduğu taktirde zemin olmamasıdır.
Ancak İmamlar arasındaki ihtilâf
Kur'an okumak,
fıkıh ve hadis dersi vermek gibi mescide
has olmayan ibadetlerdedir.»
Zahîre'de de şöyle
denilmiştir: «Mescitte hadis için olursa, mescitte uyusa, orada namaz dışında
bir
şey için kalsa
veya oradan sadece geçse
ve bu durumlardan biriyle bir kişi zarar
görse; Ebû
Hanîfe'ye göre
zamîn olur. imameyne göre ise olmaz.
Eğer namazı bekleme itikâf, Kur'ân okumak,
ders vermek ve
zikir etmek gibi ibadetler için oturursa müteahhir fakihler bu hususta ikiye
ayrılarak;
bir kısmı bu sayılan şeylerden biri sebebiyle birisi ölse zâmin olur; bir kısmı
da zâmin
olmaz, demişlerdir.» Zeylaî'den özetle...
«Mutlaka olarak ilh...» Yani ister kendi mahallesinin
mescidinde İster başka bir mescitte olsun
fark
etmez...
«Zeylaî'ye nispetle ilh...» Zira Zeylaî, Hilvanî'den şunu nakletmiştir: «Meşayihin ekserisi yukarıdaki
meselede İmameyn'in kavlini tutmuşlardır ve fetvâ da imameynin kavil üzeredir.»
Zeylâî yine Sadra'l-İslâm'dan şunu nakletmiştir: «En açık olan imameynin
hükmettiğidir. Çünkü
mescitte
oturmak namazın zaruretindendir ve namaza ilhak olunur.»
Aynî'de de şöyle
denilmektedir ki: «Diğer üç mezhebin imamları da İmameynin kavli ile
hükmetmişlerdir. Fetvâ da İmameynin kavli iledir T.
«Ben de
Mülteka şerhinde İmameynin
görüşünü tahkik ettim.» Bunun özeti
benim yukarda takdim
ettiğimdir.
Zeylâî şunu da zikretmiştir: «Mahzurlu
olan bir şeyi konuşmak için mescitte oturursa ,o
oturuşundan
dolayı herhangi bir zarar veya ölüm
vakası olursa İmamların ittifakıyla
oturan adam
zamindir.
Fahru'l-İslâm'ın mutlak zikrettiği de buna göre yorumlanır.
«İçin kiralasa ilh...»
Zeylai ve diğerleri özet olarak şunu
zikretmişlerdir: «Bir kimse birini evinin
önünde bir
kanat yapmak için ücretle tutsa, ve
ona: «Bu evin önündeki saha benim
mülküdür»
veya: «Eskiden
beri benim o sahada kanat açma
hakkım vardır» dese; işçi de bunun doğru olup
olmadığını
bilmese; fakat durumun mülk sahibinin dediğinin
aksi olarak ortaya çıksa yapmış
olduğu o
kanat, bitirmeden evvel veya
bitirdikten sonra bir kimsenin üzerîne düşse, bunun
sonucunda adam
ölse ve yaralansa, tazminatı işçi öder. Kıyasen ve istihsanen kiralayana
başvurarak da
ondan alır.
«Eğer işçiye;
O sahada kanat açma hakkı olmadığını
bildirse veya yapmaya başlayıncaya kadar hiç
bildirmese ve
o yaptığı kanat da düşerek birisini
telef etse; bu durum, bitirmeden evvel
ise işçi
tazmin eder ve
dönüp kendisini ücretle tutan adamdan
da alamaz; Eğer bitirdikten sonra ise: -bir
âmme yolunda
bina yapmayı emretmesinin fasit olması gibi- emir fasit olduğundan -kıyasa
göre-
yine öyledir.
İstihsanda ise; işveren tazminatı öder.
Çünkü verdiği emir sahihtir. Zira
evinin önü
selâmet şartı ile menfaatlenme bakımından onun
mülküdür. Satışının caiz olmaması yönüyle
de
onun mülkü
değildir. öyleyse sıhhat yönüyle, bitirdikten sonra tazminat işveren üzerînedir.
Emrinin
fasit olma
yönüne gelince; eğer o işi bitirmezden
evvel
birisine zarar vermişse tazminat işçinin
üzerine olur.
«Eğer bir kişiyi evinin
arsasının dışında bîr kuyu
kazmak için ücretle tutsa ve o kuyuya birisi
düşerek ölse; işçî
de onun arsası dışında olduğunu bilmese; o zaman
işveren tazminat öder. Çünkü
işveren işçiyi
aldatmıştır.
«Eğer arsası dışında olduğunu bilse o zaman işçinin
kendisi tazminat öder. Zira aldatma yoktur; bu
yüzden de fiil
işçiye
izafe edilir.
«Eğer ona : «Burası evimin önüdür; ama benim orada kuyu kazmaya hakkım
yoktur.» dese işçi
kuyuyu
kazıp birisi zarar görse; kıyasen işçi tazminat öder. Çünkü aldatılmamıştır. İstihsana göre
ise işveren
zâmindir.»
Bezzâziye'de
de: «Eğer işi bitirdikten sonra bir zarar olmuşsa» sözü ilâve
edilmiştir.
Bezzâziye'nin
bu ilâvesi: «İşi bitirmeden evvel veya
bitirdikten sonra» özü ile yapılan
tafsilat yine
kuyu kazmada da câri olduğunu İfade ediyor. Nitekim sarih de bunu zikretmiştir.
Kuyu kazma ile kanat açma arasındaki fark;
kanat açmada işçi bilmediği taktirde gelen zararı
tazmin eder ve
rücu ederek işverenden alır. Kazmada ise
işçi asla tazminat ödemez.
Bu farkın
delili ise şudur: İşveren mütesebbibdir. Kanadı açan ise
Bizzat kendisi yapmıştır; ama
kuyu kazanın durumu bunun aksinedir. Çünkü o da yine işveren gibi
mütesebbibdir; mütesebbib de
müteaddi
olduğu taktirde zamindir. Kuyu kazma meselesinde ise müteaddî
olan yalnız işverendir
İtkanî özetle.
"Bu takdimin
zâhiri ilh...» Bu takdimin zâhiri kıyası istihsâna tercih etmektir. Bu. tercih de
Mültekâ'nın
ibaresinde her ne kadar açık
İse de;
Mültekâ
dışındaki kitapların ilâvesinde açık değildir. Özellikle Hidâye
sahibinin ibaresinde... Zira
Hidâye ve diğerleri mutemet olanın dilini tehir ederler.
Hidâye sahibi de burada istihsânı
delili ile beraber tehir etmiştir. Bunu da T. ifade etmiştir.
M E T İ N
Kim Sultan'ın
emri ile yolda veya
kendi mülkünde bir lağım çukuru kazmış olsa, yola bir ağaç
koysa, İmam'dan
izinsiz bir köprü yapmış olsa ya da âmme yolunda
herhangi bir şey yapmış olsa;
bir kişi de kasdi olarak adı geçen şeylerin biri
üzerinden geçse ve helâk olsa; o şeyi
yapan adam
tazminat
ödemez. Çünkü burada meydana gelecek
zararı, bilerek geçtiğinden dolayı, bilfiil zarara
uğrayana izafe etmek daha evlâdır.
Böylelikle
açıkça şu anlaşılmış oldu: Kuyu kazmak ve yola taş koymak halinde kuyuya düşen veya
taşa çarparak zarar
gören kimse, kasdî olarak oradan geçmemişse buna sebebiyet veren kimse
ancak bu halde zamin olur.
Müctebâ'da da
böyledir. Müctebâ'da şöyle denilmektedir:
Ben derim ki: İşte bununla yani Mekke yolunda veya
sahralarda kuyu kazma ifadesi ile bilindi ki;
kitaplardaki «yol»dan maksat. sahra ve çöllerdeki değil; şehirlerdeki yollardır.
Çünkü şehirlerde yol
güzergahını
değiştirmek genellikle mümkün değildir. Ama sahralar böyle
değildir.
Bir adam dört
kîşiyi
kuyu kazmak için ücretle tutsa kuyu da
kazmalarından dolayı üzerlerine çökse
ve onlardan
birisi ölse; geriye kalan üç kişiden herbirinin diyetin dörtte birini vermeleri
gerekîr.
Dördûncü
dörtte bir de düşer. Çünkü kuyu kendi fiilleri ile üzerlerine
çökmüştür. ölen kişi de hem
kendi hem de arkadaşlarının
sebebiyyetiyle ölmüştür. O zaman
ona kuyunun çökmesinde
kendisinin
fiiline tekâbül eden miktarı ödemek düşer. Hâniye ve diğer kitaplar.
Cevhere'de de
şu husus ilâve edilmiştir: «Kazılan kuyu yolda îse, yukardaki hüküm böyledir. Eğer
îşverenin
mülkünde ise uygun olan diyetten
vâcip olmamasıdır. Çünkü kuyu kazmak mübahtır. Öyle
ise herhangi bir
şeyin olması halinde tazminat gerekmez.»
Ben derim ki: Bundan şu hâdisenin cevabı alınır: Bir kişinin
bağı olsa ve elindeki toprak da bazen
mülk olup
haracını veriyor. Beytu'l-mal arazisi
gibi. Bazen de vakıf arazisi olup onun elinde uzun
zaman kalıyor
ve haracını vererek o araziye ağaç dikme ve diğer şekillerde
menfaatlenme hakkına
sahip oluyor.
işte böyle bir adam üzüm bağı dikmek üzere kuyu kazmak için bir grup işçi kiralasa
ve kuyu çökerek aralarından biri ölse,
ölen adamın varisleri ölenin diyetini
talep edebilirler mi?
Musannıf der
ki: «Burada ve buna benzer hadiselerde hüküm, işverene hiçbir şeyin vacip
olmamasıdır. Keza işçilere
de... Nitekim Cevhere'nin sözü de bunu
ifade etmektedir. O zaman
Fetâvâ'daki
mutlak ifade, hüküm ve hadisenin bir
olması nedeniyle kayıtlı ifadenin üzerine
hamledilir.
Allah en iyisini bilendir...
FER'İ
MESELELER:
Ev sahibi bir
kanadın çıkarılması veya
gölgeliğin yapılması için adam kiralamış olsa,
o kanat veya
gölgelik de
düşerek bir adamı öldürse bakılır; Eğer işlerini bitirmeden önce düşmüşse
tazminat
ödemek, işçilerin üzerinedir. Çünkü henüz iş bitip mal
sahibine teslim edilmemiştir. Eğer yola
kayacak kadar
su serpse ve serptiği su yolu kaplasa,
birisi kayarak düşse ve ölse; ya
da ayağı veya
herhangi bir
azası kırılsa. O zaman su serpen adam
tazminat öder. Eğer dükkânın önünü dükkân
sahibinin
izniyle sulasa ve bu sulama nedeniyle
herhangi bir zarar meydana gelse tazminat
istihsanen dükkân
sahibinin üzerinedir.'Bu bahsin tamamı mültekâ'dadır. Allah en iyisini
bilendir.
İ Z A H
«Veya kendi
mülkünde ilh...» Keza âmmeye olmayan,
kendisinin tasarruf hakkı bulunan kapısının
önünde ve
çıkmaz yolda oturanlar ile ortak olmayan yolda
bir kuyu kazmış olsa ve bu kuyuya bir
kişi düşüp ölse,
teaddi olmadığından dolayı
yine zâmin değildir. Müttekâ.
«Keza amme yolunda
ilh...» Yani tuvalet yapma, oluk uzatma, cursun ve dükkân yapma, balkon
yapma, kuyu
kazma, gölgelik yapma, ağaç dikme, kar
atma ve satış için oturma gibi şeyleri
yapsa...
Eğer bu
yaptığı şeyi emir verme hakkına sahip olan birinin emriyle yaparsa,
herhangi bir vukuatın
meydana gelmesinde zâmln değildir.
Yoksa zamin olur. İnâye'de de böyledir.
«Kasdi olarak ilh...» Bu söz «Ağaç koysa .»
sözlerinin bir alt meselesidir. Remli demiştir ki: «Kasdi
olarak» sözünün buradan hazfedilmesi gerekirdi. Çünkü zikredilen «teammüd»
ile zâminiyet
kaybolmaktadır, eğer imamın izniyle olursa zaminiyet zaten kalkar.»
Şu kadar var
ki; eğer bir hazif yapılması gerekiyorsa
«imamdan izinsiz» sözünün hazfedilmesi
gerekir. «Kasdi olarak» sözüne gelince bu
hazfedilmiş olsa mana bozulur.
«Çünkü izafe
etmek ilh...» Bu, son iki meselenin yani ağaç koyma ile köprü kurma meselelerinin
illetidir.
Evvelki iki meselenin, yani sultanın
emri ile yolda veya kendi mülkünde kuyu kazmada
zaman olmamanın illeti (gerekçesi) ise teaddî olmamasıdır.
«Zâmin olmaz.» Zira burada müteaddî değildir. Çünkü sahrada
veya Mekke yolunda herkes
konaklama, hayvan
bağlama, çadır kurma gibi şeylerde selâmet şartı olmaksızın bu hakka sahiptir.
Çünkü burada
halkın geçiş hakkını iptal yoktur; öyleyse herkes yemek yapmak
için veya temizlik
için kuyu
kazma hakkına sahip olduğundan bunu yaptığı taktirde müteaddi olmaz.
«Ben derim ki ilh...» Bu Müctebâ'nın kelâmındandır.
Müctebâ bazı
kitaplardan: «Çöllerde kuyu kazmanın da halkın sahradaki geçiş
yolunun dışında
olmak ile kayıtlandığını» nakletmiştir. Arkasından bu
kayıt olmadan nakil yapmıştır, daha sonra da:
«Ben derim ki: Bununla bilindi ki...» demiştir.
«Bununla»
sözüyle de ikinci naklettiğine işaret etmiştir. Şârih de yalnızca bu ikincisi üzerinde
durmuştur.
Bunun özeti
şudur: Müctebâ'nın birinci nakline göre, bir adam yolun halkın ve hayvanların
geçmediği sağ ve sol taraflarına değil de, halkın ve hayvanların geçtiği yerde bir kuyu kazarsa ve
bu kuyu herhangi bir insan veya hayvanın telef veya sakat olmasına sebep olursa, zâmin olur.
Muhît'ten
naklen Bezzaziye'de olan da budur. Mücteba'nın
ikinci nakline istinaden mutlaka zamin
olmaz. Çünkü
geçen adam sahrada kuyunun
kazıldığı yerin dışında, başka bir
yerden geçme
imkânına sahiptir.
T. demiştir ki:
«Bu hüküm hayvanların buradan gece karanlığında geçmeleri durumu ile ilgili
düşünülürse
açıkça anlaşılmaz. O zaman buradaki
mutlak ifade, kayıtlı
ifadenin üzerine hamledilir.
Allah en
iyisini bilendir...
«Kazmalarından dolayı ilh...» O işçiler ona yardımcı
olsalar hüküm yine böyledir; oma eğer kazan
bir kişi olsa, kuyu da o kazarken üzerine çökse onun kanı heder olur. Hindiye, Mebsub'tan, T. de
Hindiye'den.
«Hâniye.» Haniye'nin
ibaresi şöyledir: «Çünkü kuyu onların üzerine yaptıkları iş dolayısıyla
yıkılmıştır ve
onlar bilfiil kuyuyu
kazanlardır. ölen kişi de yine onlar gibi kuyuyu
kazandır.
«Uygun olan diyetten vacip olmamasıdır.»
Sen de burada katlin bizzat mübâşeretle olduğunu
bilmektesin. O zaman onda, mülk ile mülk olmama eşittir. Bu da nakledilene muhâlif bir bahistir.
«Ben derim ki ilh...» Bu musannıfın Mînah'daki sözüdür. «Bazen
mülk olup ilh...» Bundan maksat
elindeki
toprağın devamlı atarak aynı toprak
olmayıp belki metinde sayılan topraklardan biri
olmasıdır.
Yoksa bu işlerin aynı
toprak üzerinde yapılması demek
değildir T.
«Bu beytü'l-mal arazisi gibi ilh...» Burda
eğer memlûkten kasıt, müslümanların hepsinin mülkü ise;
bu söz bir
örnek olmuş olur. Yok eğer memlûkten maksat elindeki kendi mülkü
ise ve onun da
haracı
veriliyorsa, o zaman bu sözden maksat
beytü'l-mal arazisinin benzeri olmaktır.
Zaten bunun
ekserisi haracîdir.
«Onun elinde
uzun zaman kalsa ilh...». Benim Minâh'ta gördüğüm ifade şudur:
«Elindeki Arazı
bazen
vakıfların olup elinde de uzun müddet
kalır...»
Mînah'taki bu
ifade musannıfın buradaki ifadesinden daha iyidir. Çünkü böyle
uzun zaman elinde
kalan arazi ya
beytü'l-malındır ya da vakıflarındır.
«Haracını
vererek ilh...» Burada münasip olûn «ücretini» demesiydi Bu arazinin beytü'l-mal arazisi
olduğunu da
söylesek bile bu böyledir. Zira Felhu'I-Kadir'de şöyle bir ifade vardır; «şu anda Mısır
arazisinden alınan haraç değil, ücrettir. Açıktır ki Mısır arazisi çiftçilerin mülkü
değildir. Sanki mülk
sahipleri
varissiz olarak peyderpey ölmüş ve arazi de beytü'l-mal'e kalmıştır.
«Nitekim
Cevhere'nin sözü de bunu ifade
etmektedir.» Yani şu sözü; «Burada yapılan iş mübahtır
ve mübahta
doğan herhangi bir şey de tazmin edilemez.»
«Fetâvâ'daki
mutlak ifadeler ilh...» Yani Hâniye ve diğer fetvâ kîtaplarındaki
«zamin olur» şeklindeki
mutlak hüküm
Cevhere'nin ibaresindeki: «Eğer kuyu yolda ise zamin olur»
kaydı ile mukayyed alan
ifadeye hamledilir. Çünkü usûlcülerin
mutlak hükmü, mukayyed
hüküm üzerine hamletmelerindeki
«hüküm ve
hadisenin bir olma» şartı da burada mevcuttur. Çünkü burada hüküm
tazminattır.
Hadîse ise yalda
kuyu kazmaktır. Bunun örneği de yemin keffâretinin orucudur. Bu âyet de mutlak
ifade edilmiştir. Yani ister aralıksız tutulsun, îsterse
aralıklı tutulsun... Ama ibn Mes'ûd'un
kıraatinde
ise «tetâbu'ile» yani aralıksız almakla kayıtlanmıştır. O zaman âyetteki mutlak ibn Mes'ûd'un
mukayyed kıraatine hamledilir. Çünkü
hüküm oruçtur; andan sonra onun yerine geçecek alan
yemin
keffaretidir. Her ikisini cem etmek ise mümkün değildir.
Ancak
Musannıfın bu sözleri tartışılabilir. Çünkü yukardaki meselede nass yoktur. Cevhere'nin
zaminiyeti «yolda olmak» ile kayıtlaması da fukahânın,
«cinayeti bizzat işleyen kimse velev ki
mülkte olsun
zamin olur» sarih ifadelerine aykırıdır. Bundan
dolayı da Remlî: «Zahir alan şudur ki,
Cevhere sahibi
nakil yapmayarak bundan sadece bahsetmiştir.
Cevhere'nin bu sözünün fasit
olduğu da
açıktır. Çünkü fukahânın: «Kuyuyu kazan bizzat mübaşirdir, mütesebbib değildir»
şeklinde açık ifadeleri
vardır. Mübaşeret'te ise fiilin mülkte
olup almadığına bakılmaması evlâdır.
Şöyle ki:
Birisi kendi mülkünde ok atmış olsa, bu da bir şahsa isabet etse, oku atan zâmin olur.
Böylece anlaşılmış
oldu ki vukuu tekerrür eden hadisede mezkur keyfîyet üzere tazminat işçiler
üzerinedir.
Özetle...
«Fer'î meseleler ilh...»
Bazı nüshalarda yoktur. Zaten bunlarla
ilgili önceden sözetmiş bulunuyoruz.
AIIah en
iyisini bilendir.
M E T İ N
Amme yoluna yıkılmaya
yüz tutan bir duvardan dolayı
bir insan bir hayvan veya mal telef
olsa.
duvar
sahibinden yıkılması talep edilmişse duvar sahibi zamin olur.
İster hakikaten sahibi olsun
isterse vâkıf
ve kayyım gibi hükmen sahibi olsun... Velev ki o duvar mescidin duvarı olsun. O
zaman vâkıfın
akilesi zâmin olur.
Velî, râhin, mükâteb ve ticaretle izinli köle de kayyım gibidir.
Duvarın ortaklarından biri de
istihsanen
böyledir. İsterse o ortak, vârislerden
biri olsun...
Evet öyledir ve Zâhiriye'de de şu vardır: «Eğer
yıkılmaya yüz tutan duvarın sahibi ölse ve vâris
olarak yalnız
bir oğlunu ve bir de bütün malını kapsayacak kadar
borç bırakmış olsa; oğlu, o duvarı
yıkılmaya yüz tutan evin mâliki olamasa bile, oğlun üzerine duvarın yıkılacağına dair şahit tutmak
sahîhtir.
Burcundi ve diğerleri.
Yıkılmaya yüz tutan duvarın yıkılmasını, hür olan
mükellef müslüman veya zimmî veya mükatep
köle talep etme hakkına sahiptirler.
Musannıfın
burada mükelleften kastı, hâkimin huzurunda dâvâ açmaya ehil olan kimsedir. O zaman
çocuk ile kölede, velinin ve efendinin dava görmeye izin vermesi şarttır. Zeylai.
Eğer duvarın yıkılacağına
dair şahit tutmasa, duvar yıkılmaya yüz tutmadan önce yıkılmasını talep
etmek, teaddi
olmadığından dolayı zaten sahih
değildir ve duvar sahibi de onu yıkmaya
kadir
olduğu süre
içerisinde yıkmasa, o zaman zamin olur. Zira âmmeye zarar veren bir şeyi
def etmek
vaciptir.
Yıkılmaya yüz tutan duvar nedeniyle telef olan nefisle diyetleri, duvar sahibi âkilesi üzerinedir.
Malların
tazminatı ise duvar sahibinin kendisi üzerinedir. Çünkü âkile malın tazminatını
ödemez.
Tazminat da
ancak üç şeyin üzerine şâhit tutmakla olur. Yani ya duvarı yıkmaya mâlik olan kîmseye
duvarı yıkması için
yapılan talepte şâhit tutmak veya duvarın düşmesîyle helâk olan kimsenin duvar
nedeniyle
helâk olduğuna dair şâhît tutmak ya da duvarın, şahit tutma vaktinden yıkılma
vaktine
kadar onu
mülkü olduğuna dair şahit tutmak gerekir. İşte
bundan dolayı musannıf: «Eğer yıkılma
talebinde
bulunan adam, evde îcar veya iâre
ile oturan veya mürtehin veya emanetçi gibi yıkma
hakkına sahip olmayan kimselere yıktırma talebinde
bulunsa, bu talebine itimad edilmez. Çünkü adı
geçenler o
duvarda tasarruf hakkına sahip değildirler. O zaman adı geçenlerden
herhangi birisine
duvarın yıkılması
talebinde bulunduktan sonra
duvar düşse ve bir şey telef etse ne evde oturanın
ne de mal sahibinin asla tazminat ödemeleri
gerekmez.
Nitekim duvar
satışla veya hibe gibi bir yolla
mülkünden çıkması halinde de durum böyledir. Havî
Kudsi.
Yine adam
ayrılmamak üzere delirse veya mürted olup dâru'l-harbe iltihak etse ve onun
daru'l-harbe
iltihakıyla da hâkim hükmetse; sonra da irtidad eden kişi İslâm olarak memlekete
dönse veya deliren kişi akıllansa da
böyledir. Hâniye. Ve bu duvarın mülkiyetinden
çıkması da
yıkılmasını talep eden kişinin şahit tutmasından
sonra olsa velev ki onu alan kişi duvarı yıkılmaya
yüz tutan binayı kabzetmeden evvel yıkılmış olsa; yine
birinci mülk sahibi zâmin değildir. Çünkü
yıkılmaya yüz tutan duvar üzerindeki velâyeti satış ve benzeri ile ortadan kalkmıştır. Her ne kadar
mülkiyeti daha
sonra kendisine dönse bile... Havî ve
Hâniye. Ama kanat açma bunun hilâfınadır.
Çünkü yukarda geçtiği gibi fiili bâkıdır.
İ Z A H
«Yıkılmaya yüz tutan bir duvardan ilh...» Sallanan ve taşları gevşemiş duvar da buna
dahildir.
Kuhistani.
Yine iki katlı bir binada üst katın duvarları sallansa alt katta
oturanlar üst katta
oturanlara karşı
duvarın yıkılacağına dair şahit tutsalar ve yine duvarın üstü birinin, altı da başka
birisinin olup
duvarın üstü sallanırsa ve duvarın alt
kısmının sahibi üst kısmının sahibine karşı
duvarın yıkılacağına
dair şahit tutmuş olsa; hüküm yine
aynıdır. Nevâzil'den naklen Tatarhaniye'de
de bu hüküm
açıkça ifade edilmiştir. Remlî.
«Amme yoluna ilh...» Hususî yol da yine böyledir. Musannıf burada yalnız umumî yolu zikrederek
iktifâ
etmiştir. Kuhistanî. Şu kadar var ki, ileride de geleceği gibi bazı
hükümlerde umumî yol ile
hususî yol
arasında fark vardır.
«Veya mal
ilh...» yani hayvanın dışında. Çünkü
hayvan «nefs» kelimesini
kapsamına girer. Eğer
musannıf
«nefs» kelimesi ile insan nefsini de kapsayan kâmil olanı kastetseydi: kelimesi
ile de
hayvanı da kapsayan bir kelime kullansaydı ilerideki: «Sonra yıkılmaya
yüz tutan duvar nedeniyle
telef olan
nefislerin diyetleri duvar sahibinin âkilesi üzerinedir.»
sözüne uygun olurdu.
Çünkü yıkılmaya yüz tutan bir duvar nedeniyle
telef olan hayvanın kıymetini âkile tazmin etmez;
Onun kıymetini
duvar sahibi kendi malından verir. Rahmetî.
«Duvar
sahibinden yıkılması talep edilirse
ilh... Talep etme şu şekilde olur: Duvar sahibine: «Senin
şu duvarın
korkutucudur, veya yıkılmaya yüz
tutmuştur, onu düzelt! veya yık!
ta ki düşüp de
herhangi bir
şeyi telef etmesin!» denilir. Eğer
duvar sahibine: «Senin şu duvarını
yıkman
uygundur!» denilse bu yıkma talebi değil, istişâre olur.
İnâye.
«Veye hükmen
ilh...» Yani o. zararı kaldırmaya
kudretli olmak.
«O zaman
vâkıfın (vakfedenin) âkilesi zamin
olur.» Yani her iki surette de. Çünkü kayyım vâkıfın
vekilidir. Bir
vakfın kayyımına, vakıftaki yıkılmaya
yüz tutan duvar için şahit tutması, vâkıfa şahit
tutması
gibidir. Nitekim; Velî olan bir kimseye, velâyetinde olan küçük çocuğa veya deliye ait
yıkılmaya yüz tutan duvarı hususunda şahit tutmak
çocuğa veya deliye şahit tutmak da böyledir.
Remlî diyor
ki: «Vâkıfın âkilesi» sözünden, «eğer diyeti verecek âkilesi varsa» şeklinde
anlaşılmalıdır. Eğer âkilesi yok veya var
fakat ödemiyorsa, o zaman vakfın kayyımından
alınmadığı
gibi, rücû
ederek vakıftan da alınmaz. Çünkü
vakfın zimmeti yoktur.
«Veli de kayyım
gibidir.» Yani baba, dede veya vasî gibi velâyeti olan kimseler,
velîdirler. Hidaye'de
anne de
bunlara eklendikten sonra, bunların yapmış oldukları işin bizzat velâyetlerinde bulunan
çocuğun yapmış
olduğu iş gibi olduğu söylenmiştir.
Yani vasinin,
babanın ve annenin yapmış olduğu bir iş,
bizzat çocuğun yapmış olduğu bir iş gibidir.
Bu bakımdan
duvarın yıkılması için bunlardan talepte bulunmak, bâliğ olduktan
sonra çocuğa
yapılan talep
gibidir. İnâye. Düşün...
Durru'l-Muntekâ'da : «Çocuğun
velîsinden çocuğa ait olan yıkılmaya
yüz tutan duvarın yıkılmasını
veya düzeltilmesini talep ettikten sonra,
duvar yıkılsa; herhangi bir zarar
durumunda tazminat
çocuğun
malından alınır. Çocuk bu talepten sonra bâliğ olsa veya velîsi ölse; meydana gelen
zarardan
dolayı tazmin ettirilmez. İmâdiye ve diğer kitaplarda da böyledir.»
«Râhin ilh...»
Çünkü rehin edilen bir nesnenin mâliki mürtehin değil,
râhindir. Râhin ise rehni
çözmekle, rehin verdiği duvar veya
binayı yıkmaya kâdirdir.
Kiracıya
kirada oturduğu binanın duvarının yıkılması veya
düzeltilmesi talebinde bulunulmaz.
Çünkü icâre akdi icâr olunan nesnede meydana gelen özürlerden dolayı fesholunur. Duvarın
yıkılmaya yüz tutması da bir özürdür. T. Cevhere'den...
«Mukâtep
ilh...» Mülkünü yıkabilir. Eğer mukâtebin yıkılmaya yüz
tutan duvarından dolayı bir adam
helâk olsa, mükâtep, ölen kişinin diyetinden veya
kendi kıymetinden hangisi daha
az ise onu
çalışarak öder. Eğer duvardan dolayı helâk
olan mal ise, kıymeti her ne olursa olsun. hakikî
cinayete kıyaslanarak
ödemeye çalışır. Kirmanî'den naklen
Kuhistânî'de de böyledir.
Bu ödeme
hükmü, eğer kitâbet hali devam ediyor
ise geçerlidir. Eğer mukâtebin azadından sonra
ise, o zaman ölen adamın diyeti kölenin efendisinin âkilesi
üzerinedir. Eğer bu telef. kitâbet bedelini
ödemedeki aczinden sonra ise, hiç kimse üzerine bir şey vâcip
değildir; o kan heder olur. Çünkü
mükâtep kâdir olmadığı gibi. efendisine karşı da
mukâtebin duvarının yıkılmasına dair şahit
tutulmamıştır.
Minah ve diğer kitaplarda da .
böyledir.
Kadıhân'dan
naklen Burcundî de mukâtebe ait duvarın yıkılması hususunda şahit
tutulmuş olsa bu
şâhit tutma
sahîhtir denilmiştir. Durru'l-Müntekâ.
«Ticaret yapmaya
izinli köle» Zira ticaret
yapmaya izinli köle, ister borçlu olsun, ister olmasın
kendine ait
bir duvarı yıkabilir. Eğer yıkılmaya
yüz tutan duvarı yıkılarak bir adam ölse. ölen adamın
diyeti kölenin efendisinin âkilesi üzerinedir.
Eğer telef olan mal ise onun tazminatını ödemek,
köleye düşer.
Hatta onu tazmin için köle sattırılır.
Durru'l-Müntekâ.
«Duvarın
ortaklarından biri için böyledîr...»de O zaman ortaklardan
biri yalnız kendi hissesi kadar
duvarın vermiş olduğu zararın tazminatını öder.
«İstihsânen ilh...» Kadıya çıkarak ortaklarından duvarın yıkılmasını veya düzeltilmesini isteme
yoluyla buna imkânı olduğundan ve bunu da yapmadığından
sorumluluğunu yerine getirmemiştir.
Bu yüzden de his-sesine düşen kadarın
tazminatını öder. Kıyasa göre ise, tek başına duvar yıkma
imkânına sahip olmadığından dolayı tazminat ödemez.
İtkânî.
«Evet öyledir ve Zahîriye'de de şu vardır ilh...»
Bunun; «Duvar sahibînden yıkılması talep
edilirse»
sözü üzerine
istidrâk olduğu söylenmiş ve «hükmen»
sözünün kapsamından girdiği belirtilerek
itiraz edilmiştir. Çünkü, ev ölünündür. Bundan dolayı bu evle borçları ödenir. Vâris ise
onun yerine
geçendir.
Bu sebeple
vârisin evini alıp borcu kendi malından
ödeyebilir.
Bunun:
«Ortaklarından biri» sözü üzerine istidrâk olduğu da söylenebilir. Zira musannıfın: «Yalnız
bir oğlunu»
sözüyle kayıtlamasından; eğer varisler birkaç tane olursa yalnız birisine karşı şahit
tutmak, sahih
olmaz; hükmü anlaşılır. Düşün. Bu kayıt, belki de ittifakî bir kayıttır.
«Şahit tutmak
sahîhtir ilh...» ölen adamın diyeti oğulun değil, babanın âkilesi üzerinedir. Minah'ta
olduğu gibi...
«Hâkimin
huzurunda dava açmaya ehil olan kimsedir.» Bu sözüyle,
mükelleften muradın bâliğ olan
kimse değil; sabî de
olsa dava açma hakkına sahip olan kimse olduğuna işaret etti.
Fakat Zeylai'de
ticaretle izinli
köle ve çocukların da baliğ olan hürlere dahil edildiği
söylenmiştir.
«Eğer şahit tutmasa ilh...» Yani yıkılma talebi üzerine şahit tutmasa...
Zeylai demiştir ki: «(Şahit tutulması,
ancak mülk sahibinin daha evvel yıkılma talebin isbat
edilebilmesi için olur. öyleyse şahit tutmak bir
şart olarak değil, de ihtiyat
içindir.»
«Onu yıkmaya kadir olduğu süre içerisinde ilh...» Bu
yıkılma talebinden sonra mülk sahibi yıkacak
adamları bulmak için gitse ve bunları aramakta iken
duvar yıkılsa, telef olan herhangi bir
şeyin
tazminatını
ödemez. Çünkü şeriatte îcar ile çalışacak kimseleri
hazırlama zamanı istisnâ edilmiştir.
Kuhistâni.
«Zira ammeye
zarar veren bir şeyi def etmek vaciptir ilh...» Sözü, musannıfın geçmiş olan;
«mülk
sahibi zâmin
olur» sözünün illetidir: Yani biz, eğer onun üzerine tazminatı vacip kılmasak o binayı
boşaltmaktan
imtina ederdi. Çünkü çoğu kez âmmeye gelen zararı def etmek için hususî zararı
yüklenmek
vaciptir.
«Nefislerin ilh...» Yani hür olan nefislerin.. Çünkü musannıfın: «Âkile malların tazminatını
ödemez»
sözü buna karinedir. T.
Musannıfın
burada «nefisler»den muradı, malın mukabili olandır. O zaman hayvan buna dahil
değildir.
Nefis dışında kalan uzuvların sakatlanması halinde onların da tazminatını duvar sahibi
verir.
«Tazminat da
ancak üç şeyin üzerine şahit tutmakta o!ur.» Yani tazminat âkile üzerine ancak üç şey
ile vardır. O
zaman âkile üç şeyden birini inkâr etse, bina sahibi de onların inkâr
ettiği şeyi ikrar
etse, o zaman onun tazminatını kendi malından vermesi gerekir. Turî, özetle...
«Duvarın,
şahit tutma vaktinden yıkılma vaktine
kadar onun mülkü olduğuna dair şahit tutmak
ilh...» Çünkü,
evin onun zilyedliğinde olduğu açıktır. Zâhir olana göre
de, evin onun elinde
olmasıyla
başka birinden bir hak talep edilecek.
Gâye.
«İşte bundan
dolayı ilh...» Yani evin onun mülkü olması şartı
dolayısıyla T.
«Ne de mal sahibine ilh...» Çünkü mal sahibinin
nezdinde duvarın yıkılacağına dair şahit
tutulmamıştır
«Mülkünden
ilh...» Yani velâyetinden çıkmasıdır ki; «eğer delirse» sözünü de içine alsın. Düşün.
«Hibe gibi
ilh...» Zâhir şudur ki: Hibede hibe edilen şeyin teslim edilmesi lâzımdır; ki
duvarın
yıkılmasına dair tutulan şehadet iptâl edilsin. Zira
hibede hibe edilen şeyi, teslim etmezden
evvel bir
hüküm yoktur. T.
«Delirse ilh...» Yani şahit tuttuktan sonra...
«Ayrılmasak üzere ilh...» Musannıfın burnu «ayrılmamak üzere» ile kayıtlaması oralıklı
olarak gelin
delirmeyi
bunun kapsamı dışına çıkarmak içindir. Zâhirinden anlaşılan şudur:
Aralıklı olarak gelen
delilik. şahit tutmayı iptâl etmez. Eğer
şahit tutulup aralıklı olarak delirdikten sonra evinin duvarı bir
şeyi telef
etse, telef olan şeyi tazmin eder.T.
«Dönseilh...» Yani müslüman olarak... Ve evi de ona geri
verilse. Hâniye.
Veya ayrılmamak üzere deliren kimse akıllansa, ancak
yeniden şahit tutmakla zâmin olurlar.
«Kabzetmeden
evvel de olsa ilh...» Yani müşteri satılan
binayı kabzetmeden evvel de olsa. O zaman
satışta kabz şart değildir. Nitekim kitapların
çoğunda da böyledir.
Hidâye'de: «Kabz»
ile kayıtlanması ittifâkî
bir kayıttır. Bunu Kuhistâni ifâde etmiştir.
«Çünkü velâyeti ortadan kalkmıştır.» Yani yıkma velâyeti
elinden çıkmıştır. Musannıfın: «Mülkiyetin
elinden çıkması» sözünden anlaşılan «Tazmin edilemez» hükmünün illetidir.
«Ve benzeri» Yani hibe, delirme ve irtidât gibi...
«Her ne kadar mülkiyeti dönse bile ilh...» Yani mürted olan kimsenin müslüman olarak
darü'l-harp'ten dönmesi ile veya delinin akıllanması ile mülkiyeti üzerindeki velâyeti ona dönse
bile...
Satışta da
hüküm böyledir. Kuhistâni demiştir
ki: Satışın burada mutlak zikredilmesi, satılan bina
hâkimin hükmü
veya başka bir şeyle veya müşteriye
ait olan hıyâr-ı şart veya hıyâr-ı rü'yet ile
satana geri verilse ve bu esnada da satılan mülkün duvarının yıkılması
ile bir zarar meydana gelse,
satan adamın zamin
olmadığına delâlet eder. Ancak satılan şey,
satan adama geri verildikten sonra
onun duvarının
yıkılması için talepte bulunulsa, o zaman zâmin olur. Muhayyerlik
satana ait olursa
bakılır: Eğer o da satışı bozsa sonra da
duvar yıkılıp bir şeyi
telef etmiş olsa bunu satan tazmin
eder. Çünkü
satanın muhayyerliği duvarı ıslah etme
velâyetini iptal etmediği gibi. şahit tutmayı da
iptal etmez.
Bayi eğer muhayyerliğini düşürse şâhit tutma bâtıl olur. Çünkü o duvarı kendi
mülkünden
izâle etmiştir. Minah.
«Ama kanat açma bunun hilâfınadır.»
Kanat açmada tazminat kanat açtığı mülkün elinden çıkması
ile zail olmaz. Çünkü kanat açmada cinayet. kanadı açması iledir; kanat da yerinde
durmaktadır.
Duvarda ise
cinayet onu yıkmaması iledir. Duvarın mülkiyeti elinden
çıktıktan sonra duvarı yıkmaya
kudreti
yoktur. O zaman cinayet onun hesabına ortadan kalkmaktadır.
M E T İ N
Eğer duyar bir
kimsenin mülkiyeti olarak veya kiracı
olarak veya herhangi başka bir sebeple
oturduğu evin
üzerine meyletse, duvarın yıkılmasını
veya düzeltilmesini duvar sahibinden talep
etmek, adı geçenlerden
evde oturana aittir: çünkü hak
onundur. O evde oturan kimsenin duvarın
yıkılmasını tecil etmesi ve duvar sahibini cinayetten
ibrâ etmesi sahihtir. Ama eğer duvar yola
meyletmiş ise
hakim veya duvarın yıkılıp ıslah edilmesini talep eden
kimse, bunu tecil ederse, tecil
nedeniyle bir
cinayete neden olursa, duvar sahibi tecilden dolayı
cinayetten berî olmaz. Çünkü
burada ibrâ ammenin
hakkıdır. Hakimin âmme hakkındaki tasarrufu
ise âmmeye zarar veren işlerde
değil: ammeye
menfaatı olan işlerde geçerlidir. Zahîre. Ama binada oturan
kimsenin tecil ettirmesi
bunun
hilâfınadır.
Eğer duvarın
bir kısmı yola, bir kısmı da bir
kişinin evine meyletse, bu durumda zarar
göreceklerden kim duvar sahibinden duvarın
yıkılmasını talep etse sahîhtir. Çünkü
zarar
göreceklerden bazısının duvarın yıkılacağına dair şâhit tutmaları sahih olduğuna göre bu durumda
hepsi şahit
tutmuş gibi sahîh olur. Burcundî.
Eğer duvar
başlangıçta eğri yapılmış olsa bu duvarın yıkılmasını veya
düzeltlimesini talep
etmeksizin meydana
gelecek zararı da duvar sahibi zâmin olur. Kanat
açması ve dama su oluğu
koyması gibi... Çünkü burada teaddî vardır.
Beş kişinin ortak olduğu bir duvar yıkılmaya yüz tutsa, bu beş kişiden
bir tanesine yıkılma talebinde
bulunursa ve
şâhit de tutulsa. bu duvar birisinin üzerine
çökmüş olsa, bu ortağın âkilesi diyetin
beşte birini
öder. Yani telef olan mal veya
nefisten beşte birinin tazminatını
öder. Çünkü o ortak,
öteki ortaklarını
hakime çıkartarak
o duvarı düzelttirme imkânına sahipti.
Üç kişinin
ortak olduğu bir binada ortaklardan birisi bir kuyu kazsa veya bir duvar
yapsa ve o kuyu
veya duvar sebebiyle de birisi helâk olsa, duvarı yapan veya kuyuyu kazan kimse. diyetin üçte
ikisinin
tazminatını öder. Çünkü binanın kendine ait olmayan üçte ikisine teaddî etmiştir. Telef de
burada bir tek
illetle olmuştur. O zaman bu telef hisselere göre taksim edilir. Kendi hisselere
düşenden zâmin
değildir. Çünkü kendi mülkünde tasarruf etmiştir. Ama
ortakların hisselerinden
dolayı gelecek
zararı zâmindir. İmameyn de bu diyetin İkiye taksim edileceğine hükmetmişlerdir.
Çünkü bu
meselede telef İkiye ayrılmıştır; birisi muteberdir
diğeri de heder olmuştur.
Duvarın yıkılacağına
dair şahit tutmak. duvarın yıkılması
gerektiğine dair şahit
tutmaktır. O zaman
duvarın yıkılacağına
da[r şahit tuttuktan sonra duvar yolun üzerine yıkılsa ve bu yıkılma sebebiyle
bir adamın
ayağı kayıp ölse, duvar sahibi zâmindir. Çünkü yıkılan onun mülküdür ve yolu
temizlemek de onun görevidir.
Eğer duvarın yıkılması
ile ölen bir adama başka bir kişi
çarparak kaysa ve o da ölse; duvar
sahibi
ölen ikinci adamın diyetini ödemez. Çünkü ölen adamı oradan kaldırmak duvar sahibinin değil,
ölenin
velilerinin hakkıdır. Ama kanat açma bunun hilâfınadır. Çünkü kanadın
sahibi ölen ikinci
adamın da
diyetini öder. Zira cinayete sebep olan kanat. bakidir. O
zaman yolda ölen birinci adamın
cesedini kaldırmak, yine kanat açanın hakkıdır.
Şu mesele de bunu teyid eder: Eğer yıkılmaya yüz
tutan duvarı veya onun enkazını satsa o duvar
kaldırılmadan birinin ölümüne veya malının helâkine sebep olsa satan
kişi tazminattan berî olur,
yani tazmîn
etmez. Ama kanadı satmış olsa sattıktan sonra kanat düşüp birinin ölümüne veya
malının helâkine sebep olsa, kanadı açan, berî olmaz, yani tazmîn eder. Zeylai.
Duvar gevşemeden evvel duvarın yıkılacağına
dair şahit tutmak sahih değildir. Çünkü ne
başlangıçta ne de sonuçta teaddî yoktur.
Yıkılmaya yüz tutan duvar hakkında şahit tutmakta bir erkekle
iki kadını şahit tutmak kabul edilir.
Çünkü yıkılma talebi üzerine şahadettir,
katil üzerine şehâdet değildir.
FER'Î MESELELER
Bir duvarın,
bir kısmi sağlam olsa, bir kısmı da yıkılmaya yüz tutmuş olsa, bu duvarın yıkılacağına
dair oradan geçenler
veya komşuları şahit
tutsalar ve duvarın tamamı yıkılıp bir kişiyi öldürse duvar
sahibi onun
diyetini öder. Ancak duvar uzun olsa
o zaman yıkılan duvardan yıkılmaya
yüz tutan
tarafı isabet
etmişse yalnız o kadarını tazmin eder. Çünkü o zaman duvar, iki duvar gibidir.
Duvarın yıkılacağına
dair şahit tutmak, yıkılmaya yüz tutan
kısmında sahihtir, sağlam kısmında
sahih
değildir. Birisi sağlam, diğeri de yıkılmaya yüz tutmuş iki duvardan yıkılmaya yüz tutan için
şahit tutulsa
ve sağlam olan duvar yıkılarak
bir şeyi telef etse, o şey heder olur, yani tazminatı
verilmez.
Hâniye.
Mescidin
duvarı yıkılmaya yüz tutsa o zaman şâhit, mescidi yaptıran kişiye karşı tutulur. Ve duvarın
yıkılması ile ölen adamın diyeti de camiyi yaptıran adamın âkilesi üzerinedir.
Fakirlere vakfedilen bir mülkün duvarının yıkılmasından dolayı ölen kişinin diyeti
vâkıfın âkilesi
üzerinedir.
Ticaretle izinli kölenin duvarının yıkılması ile ölen kişinin diyeti de -köle, fiyatını kapsayacak kadar
borçlu olsa dahi- istihsânen kölenin
efendisinin âkilesi üzerinedir.
Ölen kişinin velisinin: «Yarın, kısası affederim» demesi sahih
değildir. Çünkü bu temliktir.
Asıl'daki
mesele de affın temlik olduğuna delâlet eder. Asıl'daki mesele şudur: Bir cariye kasten bir adam
öldürse, ölen
kişinin velisi de kısastan önce onunla zinâ etmiş olsa,
o kişiye had vurulmaz. Çünkü
o cariye onun
memlûku olmuştur. Velvâliciyye. Allah en iyisini bilendir.
İ Z A H
«Duvarın yıkılmasını veya düzeltilmesini duvar sahibinden talep etmek ilh...» Ev sahibinin veya o
evde oturanın
hakkıdır. Eğer yıkılmaya yüz tutan duvar çıkmaz bir yolun üzerine meyletse; o
çıkmazda
oturanlardan herhangi birisi duvar sahibinin hasmı olur. Yani yıktırma
veya düzelttirme
talebinde
bulunabilir. İtkânî
«Ama eğer duvar yola meyletse ilh...» Gelecek illetin zâhiri şudur:
Yoldan murat,
âmme yoludur. Açık olan da şudur ki: Hususî olan bir yol, âmme yolu
gibidir. O
zaman ya
hepsinin erteletmesi veya yine hepsinin ibrâ etmesi lâzımdır.
«Eğer duvarın
bir kısmı meyletse ilh...» Hâniye'de
der ki: «Kişinin duvarının bazısı yola
bazısı da bir
ailenin evine
meyletse, evde oturanlar yıkılma talebinde bulunduklarında şâhit de tutsalar ve
duvarın eve meyleden kısmı yıkılsa, duvar sahibi
duvarın yıkılmasından doğan zararı tazmin eder.
Çünkü duvar birdir.
«Evde
oturanların kendilerine doğru meyleden
kısmında da yola meyleden kısımda
da şahit
tutmaları
sahîhtir. Çünkü evde oturanlar aynı zamanda âmme cümlesindendirler.
Eğer bu şahit
tutan evde
oturanlar değil de başkası olsa, onun şehâdeti de yola eğilen kısımda sahîhtir. Bir
kısmında şahit tutmak sahih olursa hepsinde sahih olur.» Özetle...
«Yani telef
olan mal veya nefisten beşte
birini ilh...» Bu söz metni genelleştirmek içindir.
şu kadar
var ki; o
zaman Şârihin yukarıdaki «âkıle» sözünü düşürmesi gerekirdi. H. Zira telef olan malların
tazminatı
teleflerine sebep olan duvar sahibinin
malından ödetilir. Nitekim yukarda da böyle geçti. T.
«Hâkime çıkartarak
ilh...» Yani duvarın yıkılması veya
ıslahı için şahit tutan kişi, diğer ortaklarını da
hâkime götürme
imkânına sahiptir.
Bu zikredilen
istihsâna göredir. Kıyasa göre ise yukarda
takdim ettiğimiz gibi hiç kimse tazmin
etmez.
«Ortaklardan birisi bir kuyu kazsa ilh...» Diğer ortakların izni olmadan
kazarsa demektir.
«Diyetin üçte ikisini öder» Yani diyetin üçte ikisi kuyuyu kazan veya duvarı yapanın âkilesi
üzerinedir.
Yukarda da geçtiği gibi kuyuya düşmekle veya duvarın yıkılması
ile telef olan malın üçte
ikisi kuyuyu kazan veya duvarı yapan adamın
malından ödetilir.
«Bir tek illetle ilh...» İllet, duvarda takdir olunan ağırlıktır. Kuyuda ise takdir olunan derinliktir.
Çünkü az bir
ağırlıkla az bir derinlik öldürücü değildir ki. Her bir parçası illet sayılsın.
O zaman
illetler bir arada kabul edilir. Durum böyle olunca da telef, bir illete izâfe edilir. Sonra
da herkesin
mülkü kadar mülk sahiplerine taksim edilir. Bu
bahsin tamamı İnâye dedir.
«İmameynde bu
diyetin ikiye taksim edileceğine hükmetmişlerdir» Yani bu meselede
ve bundan
evvelki meselede...
Çünkü telef,
hakkında şahit tutulan kişinin hissesinde muteberdir. Diğerinin
hissesinde ise heder
olmuştur. Kuyuyu
kazmak ve duvarı yapmak halinde kendi mülkü itibariyle müteaddî değildir. Ama
ortağının
mülkü itibariyle müteaddîdir. O zaman
bu iki kısım olur ve taksim de bu iki kısım üzerine
yarı yarıya yapılır. ibn Kemâl.
«Duvarın yıkılması
gerektiğine dair şahit
tutmaktır.» Çünkü burada şahit
tutmaktan kasıt
meşguliyeti
kaldırmaktır. Minah.
«Çünkü
cinayeti bakidir.» Çünkü kanat açmak hadd-i
zatında bir cinayetidir. Bu da kanat açanın
fiilidir. O
zaman açılan kanat nedeniyle ölen adamın cesedini
sanki kanat açan kişi kendi eliyle
sokağa atmış gibi olur. O zaman yolda bir kişinin kanadın açılmasıyla ölmesi ve onun cesedinin
yolda kalması sebebiyle, ikinci bir adamın ölmesi; sanki kanadın onun
üzerine de düşüp ölmesine
sebep olması gibidir.
Yola birşey
atan kimsenin yola attığı şeyle
birisi helâk olsa, her ne kadar yolu ondan
temizlemeye
mâlik olmasa da onu tazmin eder.
Ama duvar
meselesi bunun hilâfınadır. Çünkü
duvar yapmak, cinayet
değildir. Bundan sonra da
adamın cânî olacağı gibi fiil de yoktur. Şu kadar var ki enkazı yolda terketmekle fail gibi olmuştur.
Bununla
beraber yolu temizlemeye de kudreti vardı. Yolu temizleme kudreti olmakla birlikte
temizlememesi, enkaz hakkında
söz konusudur ama ölen adam hakkında değil. işte bundan dolayı
da enkazın
yerde kalması ile ölen kişinin ölümü hususunda; enkaz sahibi
fail olur. Ama enkaz
sebebiyle ölen
kişinin cesedinin ikinci bir adamın ölümüne sebep olmasından duvar
sahibi bunun
kâtili kabul edilemez. Çünkü ilk ölen kişiyi kaldırmak onun hakkı değil; onun
velilerinin hakkıdır.
«Şu mesele de bunu teyîd eder:» Yani cinayetin
kanatta baki kalması, duvarda ise kalmaması...
«Sağlam kısmında ilh...» Yani duvarın sağlam kısmında
yıkılacağına dair şahit tutmak, sahih
değildir.
Çünkü sağlam duvarın yıkılması
ile birisine isabet edip öldürmesi ile zamin
olmaz. Nitekim
biri sağlam, diğeri yıkılmaya yüz tutan hakikaten
iki duvar olsa, sağlam duvar birinin ölümüne
sebep olursa, sağlam duvarın sahibi zamin olmaz.
«O zaman şahit, mescidi yapan kişiye karşı
tutulur.» Eğer hayatta îse... Yukarıda
da şu geçmişti:
Kayyım. vâkıf gibidir. O zaman vâkıf olmadığı yerde vakfın duvarının yıkılması veya
ıslah edilmesi
hususunda kayyıma söylenilir ve ona şahit tutulur.
«Diyeti de camiyi yapan adamın âkilesi üzerinedir»
Duvarın yıkılması
nedeniyle telef olan mallara
gelince, onların tazminatı âkilesi üzerine değildir.
Açık olan şudur ki: O zaman o malların tazminâtı,
mescidi yapan
veya vakfedenin malından alınır. Araştırılsın... T.
Biz Ramlî'den
naklen: Vakfın duvarının yıkılması nedeniyle telef olan malın vakfın zimmeti
olmadığından
vakıf malından alınmayacağını daha
önce belirtmiştik.
«Ölen kişinin diyeti vâkıfın akilesi
üzerinedir.» Yani vakfın neden olduğu
bir cinayette diyet, vâkıfın
âkilesi üzerine vâcip olur.
«Kölenin
efendisinin âkilesi üzerinedir.» Mala gelince; izinli kölenin duvarının yıkılması ile telef olan
mala
tazminatı. köleye düşe Bunu Mükâteb
ile ilgili hükümleri açıklarken belirtmiştik.
«Ölen kişinin velayetinin
ilh...» Bu meselenin tamamı Minah'tadır.
«Çünkü bu
temliktir.» Temlîkin ise, diğer bir zamana izafesi sahih
değildir. Bu hüküm musannıfın
Nefsin Dışında
Kalan Azaların Kısası babından
hemen öncesinde takdim ettiği «kısasta temlik carî
olmaz...»
hükmüne muhaliftir. Düşün...
«Delalet eder ilh...» Yani affın kısası temlik
olduğuna delâlet eder.
Bunun nasıl
delalet edeceğini şimdiye
kadar anlamış değilim. Çünkü onun ifade ettiği şundan
İbarettir:
Cariye onun mülkü olur. Bu ise; kısastan affın temlik olduğuna delâlet etmiyor ki; 'izafesi
de sahih olmasın. Ayrıca
cariyenin
katilin velisinin mülkü olmasına da delâlet etmez, işte bu da
müşkildir.
Hâşiye yazanlardan kimisi demiştir ki: Velvâliciye'nin
ibaresi şöyledir:
«Cariye kasten
birisini öldürse; öldürülen kişinin velisi de kasten onunla zina etse
şüpheyi iddia
etmese bile veliye
hadd vurulmaz. Çünkü alimlerden bazısı
demiştir ki: «Öldürülen kişinin velisi
eğer dilerse cariyenin efendisinin rızası olmadan da cariyeyi mülk edinebilir. Dilerse
de onu
öldürebilir» İşte
veliye verilen bu muhayyerlik,
haddin def'i için bir şüphe oluyor;
o zaman haddin
def'ine illet; velinin bazı alimlerin sözüne göre, cariyeyi kendine mülk edinme velâyetine sahip
olmasıdır.
Yoksa cariyenin ona mülk oluşu
değildir. O zaman her iki İbare
arasında fark vardır.»
Özette...
«Kısastan önce» Sözü de bilinen bir şeyi açık olarak
'ifade etmektir. T.
Allah en
iyisini bilendir.
METİN
Asıl olan
Müslümanların yolundan geçişin kaçınılabilmesi
mümkün o!an şeylerden salim olmak
şartı ile mübah olmasıdır.
Amme yolundan
ata binerek geçen kimse, atının ayağı
ile çiğnediği, ön veya arka ayağı veya
başı
ile isabet ettiği veya ısırdığı veya ön ayağı
i!e vurduğu ve bunlardan dolayı telef
ettiği insan veya
hayvanın tazminatını öder.
Öyle ise bu saydıklarımızdan herhangi birisi, kişi atı üzerinde kendi
mülkünde seyrettiği zaman
meydana gelirse zâmin olmaz. Ancak atın üzerinde iken atın basması ile telef
ettiğinden zâmindlr.
Çünkü o
ağırlığı ile onun ölümüne bizzat
mübaşirdir. O zaman öldürdüğü bu kişi yakını ise, onun
mirasından mahrum olur.
Eğer bu
saydıklarımız başka birisinin mülkünde mülk sahibinin izniyle seyrederken
meydana
gelmişse. burası da yine kendi mülkü gibi olur ve zâmin olmaz. Nitekim o hayvanın
sahibi, hayvanla
beraber
olmadığında hayvanın
İşlediği cinayetten dolayı tazminat ödemez. Kuhistânî.
Eğer başka birisinin mülkünden mülk sahibinin izni
olmadan geçerken yukarda sayılanlardan
herhangi bir
şekilde bir şeylerin telefine sebep olursa, telef olan şeyin mutlak olarak tazminatını
öder. Çünkü
teaddi etmiştir.
Ata binen kimse at yürürken
tırnağının keskin tarafı ile veya
kuyruğu ile telef ettiği şeyin tazminatını
ödemez. Şafiî
buna muhalefet etmiştir.
Yolda giderken
terslerken veya terslemek için durduğu zaman
terslemesi veya
idrar. etmesi ile bir
adam telef
olursa zâmin olmaz. Çünkü bazı hayvanlar
ancak durarak terslerini yaparlar.
Eğer bineğini
tersini yapmak için değil de başka bir şey için durdursa bindiği at da durduğu zaman
idrarını yapsa
ve bu yüzden bir şey telef olsa zâmin
olur. Çünkü atı durdurmakla teaddî etmiştir.
Ancak İmâmın (İslâm Devlet Başkanı'nın), hayvanların
durması için izin verdiği yerde durdurmuşsa
o zaman zâmin
olmaz. Hayvanları sürmek hükmü de
bunun gibidir.
Mescitlerin kapıları da âmme yolu gibidir. Ancak
İmâm mescidin kapısında hayvanlar için bir
yer
hazırlamış ise o zaman zâmin olmaz.
Eğer bindiği
at, ön veya arka ayağı ile küçük bir çakıl
taşı veya çekirdek sıçratsa
veya toz kaldırsa
veya kum gibi İnce taş parçalarını sıçratsa ve bunlardan herhangi biri ile birinin gözü çıksa veya bir
elbise
bozulmuş olsa, zamin olmaz. Çünkü bunlardan kaçınmak mümkün değildir. Ama eğer
sıçrattığı taş
büyük olursa ve bu taş da bir şeyi telef ederse zâmin olur. Çünkü ondan
kaçınmak
mümkündür.
Ata binen kimsenin zamin olduğu şeylerden dolayı atı
arkadan süren veya atı çeken adam da
zâmindir.
Dürer'de bu bahis tashih edilerek:
«Muttarid ve mün'akis olur» denilmiştir.
Yukarda da
geçtiği gibi atın ayağının basması ile
telef olan şey eğer insan ise binicinin kefaret
vermesi
lâzımdır. Ama süren ile çeken üzerinde
kefâret yoktur. Ama.
eğer birisi atı çekse, birisi
de
ata binmiş olsa
ve bir şeyin telefine sebep
olsalar, sahih kavil üzerine süren kimse zâmin değildir.
Bu görüş de
Kuhistani ve diğerlerinin kesin olarak belirttiklerine aykırıdır. Çünkü işlenen cinayeti,
mübâşire izâfe etmek, mütesebbib olan aşağıdan
sürene izafe etmekten evlâdır. Nitekim yukarda
da
böyle geçti. Yani bu meselede de olduğu gibi
sebep olan tek başına İşlemiyorsa... Ama eğer sebep
olan tek başına işliyorsa, o zaman ata binen ile atı çeken cinâyette ortaktırlar. Nitekim atı binicisinin
izniyle, dürten kimsenin meselesinde gelecektir. Hıfzedilsin...
İ Z A H
Musannıf bu
babı İnsanın işlediği cinayet
babının akabinde zikretmiştir. İnsana karşı
işlenen
cinayet ise,
açıklamayı gerektirmeyen hususlardandır. Şu kadar var ki akılsızlık
hasebiyle hayvan
da cem adâta ilhâk edilmiş olduğundan, Musannıf da hayvanın işlediği cinayet babını, kişinin
Amme yolunda
bir şeyler İhdâs Etmesi babından sonra ve kölenin işlemiş
olduğu cinayetten önce
zikretmiştir.
«Asıl olan ilh...» Yani bu bâbın meselelerinde asıl olan...
Yine asıl şudur ki mütesebbib teaddî
yaptığı
takdirde telef olan şeyi tazmin eder.
Yoksa etmez. Mübâşir ise mutlaka tazmin eder. Yani
ister müteaddi
olsun. İster olmasın... Nitekim Fer'î Meselelerde böylece
açıklanacaktır. Rahmetî.
«Sâlim olmak şartı ile
ilh...» Çünkü âmme yolundan geçmek.
bir yönden kendi hakkında tasarruf
olduğu gibi
bir yönden de başkasının hakkında tasarruf gibidir. Çünkü âmme
yolu bütün halk
arasında müşterektir. Biz de selâmet kaydı ile âmme yolundan geçmenin
mübah olduğuna
hükmettik ki,
kaçınılması mümkün olan taraftan da
mümkün olmayan taraftan da meseleyi ele
almak normal olsun. Çünkü yalnız kaçınılması mümkün olmayan taraf ele alınırsa o zaman kişinin
âmme yolundan
istifade etmesinin men'i yoluna gidilmiş olur. Zeylai,
Özetle...
«Atının ayağı ile çiğnediği ilh...» Yani çiğnediği insan nefsi veya mal...
Durru Müntekâ.
O zaman çiğnediği insanın diyeti, onun ve âkilesinin
üzerinedir.:
Eğer çiğnenen
köle ise, bunun kıymetini
ödemek yine âkile üzerine vaciptir.
Çünkü kölenin diyeti
kıymetidir.
Eğer çiğnenen mal ise, onun kıymetini
malından verir. Eğer çiğnediği İnsan
olmakla
beraber sebep olunan zarar nefisten aşağı bir yaralama
İse ve o yaralamanın erşi insan
diyetinin
onda birinin
yarısından aşağı olursa, yine kendi malından verir. Eğer erşi
diyetin onda birinin yarısı
kadar veya daha fazla ise, o zaman erş kişinin âkilesi üzerinedir. Cevhere'den özetle.
«Ön veya arka ayağı ile isabet ettiği ilh...»
Yani yere basma hâlinde değil de ayağını yerden
kaldırırken veya
ayağını yere koymadan evvel isabet etmiş olsa... T.
«Kendi
mülkünde ilh...» Yani ister kendi özel mülkü olsun, isterse başkalarıyla
ortak mülkü olsun....
Çünkü
ortaklardan her biri ortak mülkte seyretmek ve atını durdurmak hakkına
sahiptir. Zeylaî.
«Zâmin olmaz ilh...»
Çünkü mübâşir değil, mütesebbibdir. Hayvanı
kendi mülkünde sürmekle de
müteaddi
olmaz.
«Bizzat
mübaşirdir.» O zaman müteaddî olmasa bile zâmin olur.
«Onun
mirasından mahrum olur» Çünkü hakikaten katildir ve kefâret vermesi de vaciptir. Nitekim
musannıf da
bunu ilerde açıkça belirtecektir.
«Zâmin olmaz.» Ancak
atın üzerinde iken atın çiğneyerek
öldürdüğünden zâmindir.
«Nitekim o hayvanın
sahibi, hayvanla
beraber olmadığında hayvanın işlediği cinayetten dolayı,
tazminat
ödemez,» At, ister kendi başına
girsin isterse binicisi mülk sahibinin izniyle kendisi
soksun...
«Tazmîn eder ilh...» Yani binen kişi, atın telefine sebep
olduğu şeyi mutlaka tazmin eder; ister at
çiğneyerek
öldürsün, ister ön ayağıyla vurarak,
İsterse de dururken veya yürürken çarparak telef
etsin.
Metinde de
geleceği gibi atı çeken ve süren hakkında da hüküm böyledir. Açıkça
anlaşıldı ki,
burada bineğin
kendi başına germesi hali
ile ilgilidir.
Inâye'de şöyle denilmektedir: «Bineğin başkasının mülkünde işlemiş
olduğu cinayette; bineği oraya
ya başkası sokmuştur ya da kendiliğinden girmiştir. Eğer kendiliğinden girmiş ise, her
hâlükârda
tazminat
sahibine ait değildir. Çünkü o, ne cinayete mübaşeret etmiş ne de mütesebbip olmuştur.
Eğer sahibi sokmuş ise her hâlükârda sahibi
tazminat ödemelidir. Bineği çeken, süren ve binen kişi
ister binekle beraber olsun, isterse olmasın...
Çünkü bineğin sahibi ya mübaşirdir veya mütesebbib
ve
muteaddidir. Zira sahibi bineği başkasının mülkünde ne durdurma ne de yürütme hakkına
sahiptir.»
«Ata binen kimse zâmin değildir.» Yani
âmmenin yolunda ve diğer yollarda...
«At yürürken
ilh...» Bu kavl, atın tırnağının keskin tarafı ile telef ettiği şeyde tazminat olmamasını
kayıtlar.
Çünkü atın yürümesinde atın tırnağının keskin tarafı ile bir şeye vurmasından kaçınmak
mümkün
değildir. Çünkü atın tırnağının keskin tarafını yere vurması, atın yürümesi için zarurettir.
O halde adam âmme yolunda atı durdurmuş olsa ve bu
sırada at tırnağının keskin tarafı ile bir
cinayet
işlese; yine atın sahibi tazminat öder.
Çünkü atın durmasını engellemek mümkündür. Her
ne kadar tırnağının keskin tarafı ile vurmasına engel
olmak mümkün değilse de... O zaman bineği
durdurmak ya
teaddî olur veya selâmet şartı ile kaydedilerek mubâh olur.
«Durarak» ister durdursun ister kendisi dursun. Bezzâziye.
«Çünkü bazı
hayvanlar ilh...» Musannıfın bu kavli, tazminat olmadığının illetidir.
Fahru'l-İslâm
der ki: «Binek hayvanının
terslemesinden ve idrar yapmasından
kaçınmak mümkün
değildir. O
zaman o hali affedilir. Terslemek
için durmak ise onun zaruretindendir. Zira genellikle
binek, terslemeyi ve
idrârı ancak durduktan sonra yapar.
O zaman o durması da aynı
şeklide af
sayılır.»
İtkânî.
«Çünkü atı
durdurmakla teaddi etmiştir ilh...» O zaman, atını durdurmakla
mütesebbib ve müteaddi
olmuştur. Zira
İnâye'de de olduğu gibi, bineğini
Müslümanların yolunda durdurmakla yolu meşgul
etme hakkı yoktur.
Rahmeti de der
ki: «Atını kalabalıktan dolayı veya
başka bir zaruretten dolayı yolda durdursa,
uygun olan şudur ki: Eğer geri dönmek veya o kalabalıktan kurtulmak mümkün
olduğu halde
dönmese ve
atını durdurması herhangi bir cinayete
sebep olsa, zamin olur. Eğer mümkün değilse
zamin
değildir.»
«Ancak İmâmın
(devlet başkanı'nın) hayvanların
durması için izin verdiği yerde
durdurmuşsa ilh...»
Aynı şekilde çölde yolun dışında durdurursa; İmâmın izni olmadan da durdurmuş olsa yine zamin
olmaz. Çünkü
atı orda durdurması halka zarar vermez. Ama İhtîyâr'da da olduğu gibi
yolda
durdurması
bunun hilâfınadır. Kuhîstâni.
«Ancak İmâm
mescidin kapısında hayvanlar için bir yer hazırlamış ise ilh...»
Yani hayvanlar için
veya onların durması İçin mescidin kapısında bir yer hazırlamış ise, o zaman hayvanın orada
durması ile meydana
gelen herhangi bir telefi sahibi tazmin etmez. T.
Burada «durma»
ile kayıtlanmasının sebebi şudur: İmâmın izin verdiği yerlerde
yürürse veya atını
çekerse veya
arkadan sürerse bu işlerinden meydana gelen telefi tazmin eder. Bu tazminatı İmâmın
izni de
düşürmez. İmâmın izni ancak bineğin imâmın hazırladığı yerde, İster sahibi
üzerinde olsun,
ister olmasın, durmasından dolayı meydana gelen telefin tazminatını düşürür. Yoksa o
yerde,
bineğin
yürümesi veya arkadan sürülmesi
veya çekilmesi ile meydana gelen telefi
düşürmez. İtkânî.
«Zâmin olmaz ilh...»
Zâmin olmamanın yeri birisi kasdî olarak o bineği arkadan döverek
koşturmadığı
veya ürkütmediği zamandır. Ama
eğer o hayvanı birisi arkadan döverek veya
ürküterek koştursa, o da koştuğunda toz kaldırsa veya çakıl taşı sıçratsa ve bunlardan dolayı bir
şey telef
olsa, telef olan şeyin tazminatını sahibi öder. Bunu Mekki ifade
etmiştir. T.
Kuhistânî'nin
ibaresi ise şöyledir: Bazı alimler tarafından bu suretlerin hepsinde eğer bineğe
şiddetle muamele etmişse
.bundan dolayı bineğin yol açtığı zararın
tazminatını öder. Zahire'de de
böyledir.
«Çünkü ondan
kaçınmak mümkündür.» O zaman meydana getirdiği zarar da ondan alınır. İtkânî.
«Ata binen kişinin zâmin olduğu şeylerden dolayı
ilh...» Yani bunlar tazminatta
eşittirler. Hatta atın
terkisine binen de tazminatta eşittir. İtkânî.
O zaman bunlar
âmme yolunda meydana gelmiş olan teleften dolayı zamindirler. Ancak âmme
yolunda da olsa
atın tırnağının keskin tarafı ile meydana gelen teleften dolayı
zâmîn olmazlar.
Ayrıca bunlar, kendi mülklerinde meydana gelenden veya
başkasının mülkünde izin verdiği halde
meydana gelenden dolayı da tazminat ödemezler. Ancak
basarak çiğnemesî hâlinde telef ettiği
şeyin
tazminatını öderler.
«Muttarid ve
mün'akis olur.» Yani bineğe binen kimsenin
bineğin üstünde iken tazmin edeceği
herhangi bir
şeyi, çeken ve arkadan süren de tazmin
eder. Onun tazmin etmediğini onlar da tazmin
etmezler.
Kudurî, atı
arkadan süren hususunda muhalefet ederek demiştir ki: «O,
sürdüğü bineğin tırnağının
keskin yeri
ile meydana getirdiği telefi tazmin eder.
Çünkü bineğin gözünün göreceği yerdedir.
Ondan kaçınmak da mümkündür. Âlimlerden kimisi de bu görüşü benimsemiştir. Ama ekserisî
arkadan süren kişinin de zamin olmayacağı görüşünü kabul ederler. Çünkü süren kişî
bineğin
tırnağının keskin yeri ile vurmasına mani
olamaz; o zaman bundan kaçınmak mümkün değildir.
Ama bineğin ısırması
bunun hilâfınadır. Çünkü gemini çekmekle ısırmasına mani olması
mümkündür.
Mecmâ Şerhi'nde de böyledir.
Gurer'de sahih kabul edilen görüş, fukahânın ekserisinin
görüşüdür. Hidaye, Mültekâ ve diğer
kitaplarda da bu görüş sahih kabul edilmiştir.
«Atın ayağının
basması ile telef olan şey eğer insan ise binicinin keffâret vermesi lâzımdır.» Yani iki
kişi atın üzerinde iken birini çiğnemiş olsa her ikisi
de ağırlıkları nedeniyle katle mübâşir
olduklarından
her ikisinin de keffâret vermeleri lazımdır ve her ikisi de, ölen kimsenin yakınları ise
mirasından mahrum olurlar. Nitekim uyuyan bir kimse de bir adamın üzerine
düşüp ölümüne sebep
olsa; kefâret vermesi gerekir. Bu kişi yakını ise mirastan
mahrum olur. İtkânî.
«Ama süren ile çeken üzerinde keffaret
yoktur.» Çünkü onlar mütesebbibdirler.
Şu manada ki;
sürmek veya çekmek
olmasa idi. çiğnenme de olmazdı. Keffâret ise mübaşeretin
cezadır. İtkânî.
«Sahih görüşe
göre süren kimse zâmin değildir.»
Bilmiş ol ki; Zeylaî şöyle demiştir: Bazı âlimler
tarafından
bineğin çiğneyerek öldürdüğü adamı
veya telef ettiği malı bineği arkadan süren kişinin
zamin olmadığı
söylenmiştir. Çünkü binen
kimse mübaşirdir. Süren ise mütesebbibdir. Cinayeti
mübaşire izafe etmek mütesebbibe îzafe etmekten daha
evlâdır.
Bazı âlimler tarafından da her ikisinin de zâmin olduğu
söylenmiştir. Çünkü her ikisi de
tazminatın
sebebidirler. Görülüyor
mu ki İmâm Muhammed Asıl'da şunu zikretmiştir: «Binici
birisine kendi
bindiği ata
arkadan vurmasını emretse, o da şiddetle vursa ve binek de birisini çiğnese her ikisinin
de tazminat
ödemesî gerekir. Tazminatta her ikisi ortak olurlar. Arkadan vuran yerden sürendir,
emreden ise binendir.»
İşte bununla
açıklandı ki; har ikisi de tazminatta
eşittirler. Ama zikrettiğimiz nedenden dolayı sabit
olan birinci
görüştür.
Asıl'da zikredilene cevap'ta şudur: Eğer sebep
telef etmede tek başına bir şey
yapmamışsa
Mütesebbib
mübâşir ile beraber zâmin olmaz. Kuyu kazmak ile atmak halinde olduğu gibî. Çünkü
kuyu kazmak atmak olmazsa münferiden
bir şey yapmaz.
Ama eğer sebep münferiden ölüme sebep olursa, o zaman ölüme mütesebbib
olan ile ölüme
mübâşir olan
tazminatta ortak olurlar. İşlediğimiz mevzu da bu türdendir. Çünkü hayvanı
sürme,
bineğin
üstünde kimse olmasa bile yine
telef edicidir. Ama kuyu kazmak bunun hilafınadır. Çünkü o
atmak olmadan telef edici değildir. Ama kuyuya atılınca da telefiyyet her ikisi
ile yani hem kuyu
kazmak hem de atmakla olur. O zaman telef
sonuncusu olan atmaya izafe edilir. Bunu musannıf
Minah'ta da
zikretmiştir. Hâmis'te de kendi yazısı İle yazmıştır, ve bu konu
bir parça daha
araştırılmalıdır.
Sa'diye'de şöyle denilmektedir: «Zeylaî'nin cevap olarak zikrettiği cevap almaktan uzaktır.
Asıl'da
olana da cevap olamaz. Zeylaî'nin zikrettiği tahkikten
ve Asıl'da olanın açıklamasından
ibarettir.
Bundan
anlaşılan sürücüye tazminatın vacip olmasıdır. Halbuki, o sürücüye tazminatın vacip
olmaması
görüşünü doğru kabul etmiştir. Bu da Zeylaî
gibi kimselerden garip kaçıyor.»
Remli, Halebîden,
Halebî de Kâriu'l-Hidâye'den
aynen ifadeyi zikretmiştir: «Uygun
olan: «Bu ikinci
görüş
sahihtir» denilip «Birinci görüşe de cevaptır» denilmesiydi.»
O zaman, ikinci görüşün doğruluğu kabul edilir. Bu görüş İse; «Sürücünün de zamin
olması»
şeklindedir. Birinci görüşe de cevap olmaktadır.
Nihâye'nin: «Birinci görüşün cevabına gelince»
sözü de bunu teyid etmektedir. Yine Velvâliciye'nin:
«Bineğe binen,
yerden süren, çeken ve binenin
terkisine binen, infirâd ve ictimâ' hallerinde zamin
olmakta eşittirler» sözüdür. Doğrusu da budur.
Her ne kadar binen kimse bizzat mübaşir de
olsa durum böyledir. Çünkü bu meselede
sebep kabul
edilen hayvanı yerden sürmek de telef de etki edebilir. Öyle ise hükümsüz kabul edilemez. O zaman
telef binene
de, aşağıdan sürene de izafe edilir.
Ama kuyu kazmak bunun hilâfınadır. Özetle...
Remlî'nin naklen
bu zikrettiği ile bilindi ki; sahih olan görüş Kukistânî'nin
kesin belirttiği görüştür.
Hidâye'de de bunu âdeti üzere tehir ederek
bunun tercih edileceğini bildirmiştir.
Mevâhib ve Mültekâ'da da bu görüş öne alınarak
bunun karşısında olan görüş de «kîl» ile
tabir
edilmiştir.
Uyanık ol!..
«Yukarda da geçtiği
gibi» Yani kişinin Amme
Yolunda İhdâs Ettiği Şeyler babında...
«Bu meselede de olduğu gibi ilh...» Yani atı aşağıdan süren de..Bildin
ki atı aşağıdan süren kimse,
sopa ile
döverek süren kimse gibidir; o da tek başına telef edebilir.
Kendi başına telef etmeyene
gelince; o da kuyu kazmak gibidir.
«Atın üzerindeki kimsenin izniyle ilh...» Eğer binen
kimsenin izni olmadan, üstünde binici olduğu
halde, döverek
atı süren kimse o binek bir telef yaptığı zaman yalnız kendisi
tazminatını öder.
M E T İ N
Her binen kişi veya
yaya birbirlerine çarparak
ölür ve sırtüstü düşer iseler, her ikisi de hür ve
acemden olmayıp
atlarını da kasten birbirlerine çarptırmamış ve yüzüstü de düşmemiş
iseler; her
birinin diyeti
diğerinin âkılesi üzerinedir. Eğer birbirlerine
çarpanlar köle olurlar veya yüzüstü
düşerlerse hem kasıt
halinde hem de hata halinde kanları heder olur. İbn Kemal ve Şurunbulâliye.
Eğer bunlar acemden olurlarsa o zaman yukarda birkaç defa
geçtiği gibi, diyetleri kendi
mallarından
verilir.
Eğer kasten çarpışırlarsa her biri yarım diyet vermesi gerekir.
Eğer bu çarpanlardan
birisi yüzüstü
düşmüş olsa, yalnız onun kanı heder
olur.
Eğer bunlardan
biri hür, diğeri köle olursa hata ile çarpmaları halinde
hürün âkilesinin kölenin
kıymetini vermesi gerekir.
Eğer bu çarpışma kasdî ise
o zaman kölenin kıymetinin yarısını âkile
verir.
Nitekim, iki kişinin her biri ipin bir ucundan tutarak
çekseler ve ip kopsa, her ikisi de
sırtüstü
düşerek ölseler, her ikisinin de kanı heder
olur. Çünkü her ikisi de kendi kuvvetiyle ölmüştür.
Eğer ip
koptuktan sonra her ikisi de yüzüstü
düşmüş olsalar, her birinin diyetini
diğerinin
âkilesi'nin ödemesi gerekir.
Eğer, biri
yüzüstü, diğeri de sırt üstü düşmüş
olsa, yüzüstü düşen kimsenin diyetini diğerinin
âkilesi öder. Çünkü arkadaşının kuvveti ile ölmüştür. Sırtüstü düşen kimsenin diyeti ise, kendi
kuvveti ile öldüğünden. heder olur.
Eğer bir kişi bunların tutmuş oldukları ipi kesse
ve her ikisi de sırtüstü düşerek ölseler,
o zaman
diyetlerini ipi kesenin âkilesinin ödemesi gerekir.
Çünkü ipi kesmekle her ikisinin de ölümüne
sebep
olmuştur.
Bir hayvanı yerden süren kimsenin sürdüğü hayvanın üstündeki eğer veya benzeri bir şey
başkasının üzerine düşse ve o da ölse hayvanı
sürenin onun diyetini vermesi vâciptir.
Deve katarını
çeken kimsenin katarından bir deve bir kişiyi çiğneyerek öldürse diyetj katarı çeken
üzerinedir.
Eğer onunla beraber bir de sürücü varsa her ikisi de zamindir.
Çünkü sebebiyyette her
ikisi de eşittir. Şu kadar var ki; eğer bu telef
edilen insan ise tazminatı âkile üzerinedir, eğer mal ise
tazminatı
kendi malından verilir. Eğer sürücü deve katarının yanısıra gidiyorsa, eşittirler.
Ama eğer
sürücü katarın
orta yerinde gidiyorsa ve bir devenin
yularını da tutmuşsa o zaman yularından
tuttuğu devenin arkasındaki develerin çiğnediğinin
tazminatını öder. Her ikisi de yani
sürücü de,
katarı çeken de sürücünün önünde giden develerin çiğnediğinin tazminatını öderler. Katarın
ortasında
birisi bir deveye binse,
arkasındaki devenin yularını tutmamış ise,
yalnız bindiği devenin
telef
ettiğinin tazminatını öder.
İ Z A H
«Veya yaya
ilh...» Şârih bu kavli ile, musannıfın «binen kişi» sözü ile
kayıtlamasının ittifakî bir kayıt
olduğuna
işaret etmektedir. Musannıf «yaya» kelimesini
zikretmemiştir. Çünkü o bu babdan
değildir. Zira
yaya kimsenin hayvanla
bir ilgisi yoktur. Bunu Sa'dî ifade etmiştir.
«Birbirine çarparak ilh...» Yani vücutları ile vuruşsalar... Durru Muntekâ.
Birbirlerine çarpmaları
da mutlak değildir;
Karşılaşarak çarpmaları şeklinde
yorumlanır. Zira
İhtiyâr'da şöyle bir ifade vardır: «Biri bineğin üstünde yola devam etse arkasından
da bir atlı gelip
ona çarpsa ve arkadan gelip çarpan kişi helâk olsa; önde giden üzerinde hiçbir tazminât yoktur.
Eğer arkadan gelen atlının çarpması ile önde giden
kişi ölürse; o zaman onun diyeti arkadan gelen
kişi üzerinedir. İki gemide de hüküm böyledir.» T. Ebussuud'dan...
«Kanları heder olur.» Çünkü her iki kölenin cinayeti de
tazminatı vermekte ve kendisini fidye
olarak
vermekte
kendilerine düşer. O da artık imkânsız olmuştur. Çünkü ölmüş bulunuyorlar ve efendiyi,
köleyi fidye olarak
vermekte serbest bırakılacak bir durum kalmamıştır. Minah.
Ama eğer iki hür birbirlerine çarparak yüzüstü düşerek ölseler gene onların diyeti
kimseden
alınmaz. Çünkü
her ikisi de kendi kuvvetleri
ile ölmüştür.
«Eğer kasten çarpışırlarsa ilh...» Hidâye'den de bilindiği gibi; iki hür veya iki köle kasdî olarak
birbirlerine çarpsalar...
Bu da Şârih'in Şurunbulâliye'den
naklen takdim ettiğine aykırıdır.
«Her birinin
yarım diyet vermesi gerekir.» Zeylaî'de olan şudur: «Her birinîn âkilesi üzerine diyetin
yarısını vermek
vaciptir.»
Şilbî
Haşiyesi'nde şöyle demiştir; «Çünkü burada
kasıt hata menzilesindedir. Zira Şibh-ı amddır.
Çünkü ölüm
değil, çarpışma kasdedilmiştir. İşte bundan dolayı da bunun diyeti
âkilesi üzerine
vaciptir.» T.
Kasdî çarpışmada diyetin yarıya indirilmesinin sebebi
şudur ki: Hata ile çarpışmakta her birinin fiili
mübahtır. Bu
fiil de yolda yürümektir. Bu da kendi nefsine nispetle yolda kuyuya düşen adam gibi
itibar
edilmez. Zira eğer yolda yürümeseydi kuyuya düşmezdi. Ama
başkasına nispetle yolda
yürümesi selâmet şartı ile kaydedildiğinden muteberdir.
Ama kasdi çarpışmaya gelince o
mubah
değildir. O
zaman çarpması kendi nefsine izafe
edilir. O halde hem kendi fiili ile hem de başkasının
fiili ile helâk oluyor. Kendi fiili ile olan kısım heder olur. Bir kısım da diyetin yarısıdır.
Başkasının
fiili ile olan kısmada diyet vacip olur. Bu da
diyetin öbür yarısıdır. Bu bahsin tamamı
Velvâliciye'dedir.
«Hata ile çarpmaları halinde hürün âkilesînin
kölenin kıymetini vermesî gerekîr.
Eğer kasden
çarpışırlarsa o zaman kıymetinin yarısını âkile verir.» Yani o diyeti ölen hür kimsenin
vârisleri
alırlar. Çünkü
bunlardan her biri diğerinin kâtili olmuştur. O zaman hürün âkilesi
üzerine kölenin yo
kıymetini veya
yarısını vermek vacip olur. Sonra, câni köle
telef olduğundan geriye bu bedeli
bırakmıştır. O zaman ölen hürün varisleri onu hürün katili olma cihetiyle
değil, maktul olma
cihetiyle
alırlar. Kıymetinden artan kısmındaki hakları
da bâtıl olur. Çünkü kölenin geriye
bir şeyi
kalmamıştır.
O zaman şu
itiraz yapılamaz: Bir kadın erkeğin
elini kesse ve o erkek de elin
erşini mehir kabul
ederek onunla evlense, o zaman o kadının âkilesi
üzerinden tazminat düşer. Çünkü onlar o
erşi
onun yerine yüklenmişlerdi. Eli kesilen kişi
onunla evlenince eğer âkileden tazminat düşmeseydi
onların
üzerine kadın namına tazminat ödemek vacip olurdu. Evlendiğinde, âkilenin kadın namına
zamin olarak o erşi yüklenmeleri artık sahih olmaz.
Bizim meselemize gelince; Bu meselede âkile. hürün kâtil olması itibariyle diyetini
yüklenirler.
Diğer taraftan
maktul olma cihetiyle de onu alırlar.
Kifâye ve diğerleri.
Vânî bu meseleye şu şekilde itiraz etmiştir: Âkile Hadiste de olduğu gibi kasdî öldürme ile kölenin
öldürülmesinde diyet ödemez.
Ben derim ki: Bu çarpışmadaki amd'in, hatâ
menzilesinde olduğunu öğrenmiş
bulunuyorsun.
Çünkü buradaki
amd, Şibh-i amd'dır; ileride de şu gelecektir: Hadis .kölenin işlemiş olduğu
cinayete yorumlanır. Yoksa köleye karşı işlenen cinayete değir:.
«İki kişi, bir ipin birer ucundan tutarak çekseler
ilh...» Bu söz musannıfın: «İkisinin de kanı heder
olur» sözünden
anlaşılan «heder»e teşbîhtir. Hüküm itibariyle
bu mesele çarpışma meselesinin
aksidir. T.
«Her ikisi de yüz üstü düşmüş olsalar ilh... İmam Muhammed'e: «İp koptuğunda ipi çeken
kimseler
yüzüstü
düşseler ne tâzım gelir?» diye
sorulmuş. O da: «Bu yüz üstü düşmek
ipin kesilmesinden
meydana gelmez» demiştir. İtkânî.
Ben derim ki: Muhtemeldir ki; İmâm Muhammed'in bu sözünden
murat ya böyle b!r şeyin tasavvur
edilemeyeceği
ya da tazminat olmadığıdır.
«O zaman
diyetleri ipi kesenin âkilesi üzerinedir.» Mülteka, İhtiyâr ve
Hâniye'de de böyledir. Yine
Hâniye'nin başka bir yerinde de ipi kesen adama
ne diyet. ne de kısas düşmeyeceği
geçer. «Bu,
başka bir rivayettir»
de denilebilir veya: «diyet onun malından verilmez» de denilebilir.
«Hayvanı sürenin onun diyetini vermesi vaciptir
ilh...» Sürücünün üzerîne bu diyetin vacip olması
ancak onun
ölüme sebep olmada müteaddî olmasındandır. Çünkü o, bineğin üzerine
eğeri veya
benzerini sıkıca ve sağlam bir şekilde bağlasaydı
düşmezdi. Bu şekilde bağlayamadığından
dolayı
sanki eli ile yere atmış gibi olur. Dürer'de de böyledir.
T.
Buna göre
eğerin bineğin üzerinden düşmesi, kişinin omzuna aldığı bir şeyin düşmesi gibidir. Ama
giyilen bir abâ -eğer âdeten giyilen bir şey ise- düşerse bunun hilâfınadır. Çünkü âdeten giyilen bir
şeyin giyilmesi tâzım olduğu gibi. onun düşmesine
engel olmak da mümkün değildir. Bu bahis
«kişinin amme yolunda ihdas ettiği şeyler babında>>
da geçti. İtkânî.
«Deve katarını
çeken kimsenin ilh...» Çektiği develerin yaptığı
telefin tazminatını öder. Çünkü katar
onun yürütmesi ile yürür ve onun durdurması ile de durur. O zaman telefe o sebep
olduğundan,
katarın yürüyüşü esnasındaki telef de ona
izâfe edilir; hüküm itibariyle katarı
çeken kişi sanki o
ölen adamı hata
ile öldürmüş gibi olur ve diyeti de akilesi üzerine
vacip olur.
Fakîh
Ebu'l-Leys Cami Şerhi'nde demiştir ki:
«Birisi bir köre rehber olsa ve o kör de birini
çiğneyerek
öldürse uygun olan, rehberin zâmin olmamasıdır. Çünkü kör adam da
tazminat
ehlindendîr ve
yapmış olduğu fiil de kendisine nispet edilir. Hayvanların
fiili ise zorakidir, ona itibar
edilmez ve bu
yüzden çeken kimseye nispet edilir.» İtkânî'den
özetle.
«Diyet ilh...» Eğer telef olunan mal
değilse ve katarın sebep olduğu
cinayetin icap ettirdiği de
açılmış
yoranın ve daha fazlasının erşi kadar
ise, diyet vaciptir. Nitekim bu
birkaç defa geçti. Mekkî.
T.
«Eğer sürücü deve
katarının yanısıra gidiyorsa eşittirler ilh...»
Yani katarın boyu itibariyle orta
yerinde ve yanısıra yürüyor, devamlı aynı yerini
muhafaza ediyor ve herhangi bir devenin yularını
da
tutmuyorsa... Mî'râc.
İtkâni
demiştir ki: Tazminatın hem deve katarını çekene hem de sürene birlikte vacip
olması;
sürücünün,
katarı herhangi bir devenin yularını tutmadan sürmesi halindedir. Ama eğer sürücü bir
yular tutmuşsa,
yularını tuttuğu devenin ve ondan
sonra gelen develerin meydana getirdikleri
telefin
tazminatını ödemesi gerekir. Önde gitmekte olan
katar çekicisi üzerine değildir. Sürücünün
yuları tutması
ile deve katardan kopmuş olur ve katarın önündeki çekici, sürücünün arkasındaki
develerin
çekicisi olmaz. Ama sürücünün önünde
giden bir devenin yapmış olduğu
telefin
tazminatını
hem sürücü hem de çekici beraberce
öderler. Çünkü her ikisi de tazminatın vacip
olmasında sebeptirler. Bunlardan biri çekmesi
dolayısı ile diğeri de sürmesi dolayısı
ile zâmin olur.
«Katarın
ortasında birisi bir deveye binse yalnız bindiği devenin telef ettiğinden
dolayı tazminat
öder.» Yani
bir kişi katarın orta yerindeki bir
deveye binmiş olsa ve katardan herhangi bir
devenin
sürücülüğünü
yapmasa, o zaman bindiği devenin basarak
yaptığı telefin tazminatını kendisi öder.
Çünkü onda
bilfiil mübâşirdir. Ama bindiği devenin ayağını yere basmasıyla
değil de başka bir
yeriyle telef
etse, telef ettiği şeyin tazminatı onun ve çekenin üzerinedir. Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
Ben derim ki!
Zeylaî'nin burada ifade ettiği yukarda tashih ettiği şeye binaendir. Sen de o tashihteki
hatayı bildin... Nihâye ve Kifâye'de tafsilâtsız olarak tazminâtın
hem devenin üzerindeki kişiye hem
de katarı çeken kişiye olduğu söylenilmiştir. Bu Nihaye ve Kifâye'de
olan da bizim yukarda takdim
ettiğimiz
tashih üzeredir.
«Yalnız
ilh...» Yani, yalnız bindiğinin tazminatını
öder... Önünde giden develerin
yapmış olduğu
telefin
tazminatını ödemez. Çünkü onun
sürücüsü değildir. Onun arkasından gelen develerin
yapmış oldukları teleften de zâmin değildir. Çünkü onları
çeken değildir. Ancak hemen arkasındaki
devenin yularını tutmuşsa onun yapmış olduğu
teleften dolayı da tazminat öder.. Zeylai. Bu hüküm
de bazı
müteahhirin ulemânın görüşüdür. Ama Zeylai'den
başkaları ise
Nihâye ve diğer kitaplarda
da tafsilatlı
olarak anlatıldığı gibi, bindiği devenin hemen arkasındakinin yularının bindiği deveye
bağlı
olmasıyla yetinilmiştir.
M E T İ N
Yürüyen bir deve katarını çekenin bilgisi olmadan katara
bağlanan bir deve birisini öldürse. ölen
kişinin
diyetini çekenin âkilesi tazmin eder. Sonra da deveyi kendisinden habersiz bağlayan kişinin
akilesinden geri alır. Çünkü bu diyettir,
bunda zarar olmaz. Durum, Sadru'ş-Şeria'nın ölenin
diyetinin deveyi bağlayanın malından alınacağını
vehmetmesi gibi değildir.
Katar dururken
ona bir deve bağlasa. bağlanan deve de bir şeyin helâkına sebep olsa; helâk
olan
insan ise onun diyetini,
çekenin âkilesi öder ve bağlayanın âkilesinden geri alamaz. Çünkü katarı
çeken o deveyi
izinsiz olarak çekmiştir.
Bir hayvanı salsa
ve onu arkasından sürse, o hayvan hızlıca koşarken bir şeye çarpsa
ve telef etse,
onu salan kişi telef edilenin tazminatını öder. Çünkü hayvanın cinayetine kendisi sebep
olmuştur.
Köpek hakkında
da hüküm böyledir. Mülteka.
Eğer saldıktan sonra arkasından yürümese bile saldığı hayvan göstermiş olduğu istikamette gittiği
sürece hükmen onun sürücüsüdür. Hayvanı salan
hayvanın çok gerisinde kalsa bu sürme kesintiye
uğrar ve
tazminat ödemez.O zaman burada «sürmek»den maksat
arkasından yürümektir;
«dâbbe»'den kasıt da köpektir. Zeylai.
Bir kuş salsa, ister
kuşu kovalasın ister
kovalamasın, veya bir dâbbe veya bir köpek salsa fakat
sürmese veya
bir hayvan kendi başına boşalsa ve bütün bunlar bir mala veya bir kişiye gündüz
veya gece isabet
ederek helak etse bunların hiçbirinde sahibi tazminat
ödemez. Zira Peygamber
(s.a.ş.): «(Başıboş) hayvanların yapmış oldukları şeyler hederdir buyurmuştur.»
Nitekim dâbbe,
binicisi üzerinde iken, ve binicisi sarhoş bile olsa,
kontrolünden çıkıp yoluna devam
etse; binicinin de onu o yoldan çevirmeye kudreti olmasa ve bu haldeyken bir
şey telef etse
-başlamış hayvan
olduğu gibi- bunun da sahibi tazminat;ödemez.
Çünkü bu halde üzerindeki kişi
ona süren
değildir. Hayvanın seyri de sahibine
izafe edilemez. Hatta bir insan telef etse bile kanı
heder olur.
İmâdiye.
Birisi
üzerinde binicisi olan bir hayvana
vursa veya binicisinin izni olmadan onu bir sopa ile dürtse
ve o hayvan da tırnağının keskin tarafı ile veya
ön ayağı ile bir diğer kişiye vursa
ya da birisi,
üzerinde
binicisi olan o hayvanı ürkütse; hayvan da ürkerek birisîne
çarpıp öldürse, ölenin diyetini
hayvanın üzerindeki kişi değil, ürküten veya dürten öder.
Ebu Yusuf:
«Her birisi yarımşar diyet tazminat öder» demiştir.
Nitekim âmme yolunda
hayvanını durdurmak halinde de hüküm böyledir. Çünkü o atını âmme
yolunda
durdurmakla teaddi etmiştir. Nasıl ki binicinin izniyle ata dürtse ve
at da hemen bîrisini
çiğnese, çiğnenen kişinin tazminatı her ikisine
düşer.
Eğer hayvan tırnağının keskin tarafı ile vurup
dürten kişiyi öldürse, onun kanı heder olur.
Eğer dürtülen
hayvan binicisini atarak öldürse, onun diyeti, dürten
adamın âkilesi üzerinedir.
Dürten kişinin
dürtmesinin hemen akabinde çiğneyerek öldürmüşse zâmindir... Yok eğer daha
sonra çiğnemişse o diyeti ödemek binicinin üzerinedir. Çünkü dürtmenin etkisi kesilmiştir.
Dürer
ve Bezzâziye.
İ Z A H
«Çekenin bilgisi
olmadan ilh...» Yani çekenin bilgisi olmadan
bağlanırsa... Musannıfın bununla
kayıtlamasının
sebebi, katarı çekenin âkilesinin
diyeti ödedikten sonra rücû' ederek
bağlayanın
âkilesinden almalarına binâendir. Çünkü,
eğer katar çeken kişi, katarın yürüyüş
halinde devenin
bağlandığını
bilmiş olsa ve bağlanan o deve de
birinin ölümüne sebep olsa, onun diyetini
çekenin
âkilesi öder ve rücû' ederek bağlayanın âkilesinden de alamaz. Kifâye.
«Ölen kişinin diyetini çekenin âkilesi tazmin eder.» Çünkü çeken kişi katarını başka bir devenin
bağlanmasına mani olmadığından müteâebbib ve müteaddidir. Âkile de rücû ederek bağlayanın
âkilesinden alırlar. Çünkü bağlayan kimse onları diyet ödemeye mecbur etmiştir.
«Durum
Sadru'ş-şerianın vehmetmesi gibi
değildir.» Çünkü Sadru'ş-Şeria demiştir ki: «Uygun olan
bu tazminatın
deveyi bağlayanın malından
verilmesidir, çünkü onları mâlî zarara bağlayan
sokmuştur.
Mâlî zararı da âkile yüklenmez» H.
«Katar
dururken ilh...» Bu söz musannıfın «yürürken»
sözünden kaçınmak içindir.
«Çünkü katarı
çeken o deveyi izinsiz olarak çekmiştir.» Yani bağlayanın izni olmadan...
Birinci meseleye gelince, orada katar yürürken
bağladığından, bağlayan kimseden izin
var kabul
edilir. Zira bağlanan devenin çekilmesi buna delâlet ediyor. İşte bundan dolayı
da çekenin âkilesi
rücû eder ve
deveyi bağlayanın âkilesinden ödemiş oldukları diyeti geri alırlar. Çünkü bağlayan kişi
sebep
olmuştur. Kifâye.
«Bir hayvan salsa
ilh...» Bilinmiş olsun ki; köpeği salmakla başka bir hayvanı salma
arasında fark
vardır. Fark
da şudur: Köpeği salsa ona sürücü olamaz. o zaman köpeğin
koşarak gitmesi
sırasında
yapmış olduğu teleften dolayı tazminat ödemez. Her ne kadar köpek hemen isabet etse
de... Çünkü
onu salan müteaddi değildir. Zira köpeğe uyarak koşmak mümkün olmaz. Mütesebbib
de ancak teaddî ettiği zaman zemin olur. Eğer başka bir hayvan salsa ve o da hemen bir şeye isabet
etse, ister o hayvanı
sürsün isterse sürmesin onun
tazminatını öder. Çünkü onu yola salmakla
müteaddi olur.
Diğer taraftan o hayvana uyarak
yürümesi de mümkündür. Bu Nihâye'de
belirtilmiştir.
Şu kadar ki Kuhistanî'de Ebû Yûsuf'tan rivâyet
edilene göre her halükârda o hayvanı
salon .saldığı ister köpek, ister başka bir hayvan olsun, zâmindir.
Meşayıhın
umumu da bunu kabul etmişlerdir, fetva
da buna göre verilir.
Ebû Yûsuf'un
görüşüne göre dabbe ise köpek arasında bir fark yoktur. Birinci görüşe
göre ise.
köpeğin hemen
bir şeye isabet edip telef
etmesinde onu salan adam o telefin tazimatını ödemez.
Ancak onu sürerse
öder. Ama dâbbenin hemen isabet ederek
telef ettiği şeyi
onu salan kişi mutlaka
tazminat öder.
İşte bununla,
musannıfın da birinci görüşte olduğu açıktanmış oldu. Çünkü o tazminatta sürmeyi
şart
koşmuştur. Tazminatta sürmenin şart olması da ancak köpek hakkındadır. İşte bundan dolayı
da Zeylâi ve diğer âlimler de metindeki «behime»'yi köpekle tefsir
etmişlerdir. Şârih de sonunda
onlara
uymuştur. Şu kadar var ki şârihin yukarda geçen «veya köpek» sözü münasip değildir;
bilhassa gelecek olan
«dabbeden murat köpektir» sözüyle
birlikte, hiç uygun değildir.
«Hükmen
sürücüsüdür» Çünkü onun seyri, üzerine
saldığı yolda devam ettiği müddetçe ona izafe
edilir. Eğer salınan hayvan yolda seyrederken
sağa veya sola saparsa, salıvermenin
hükmü kesilir.
Ancak sağ veya
soldan başka sapılacak yol
yoksa o zaman bu durum
salıvermeyi kesmez. Yine,
kendi başına dursa ve sonra da yürüse salıvermenin
hükmü kesilir. Bu bahsin tamamı Hidâye'dedir.
Eğer salınan hayvanı
birisi çevirse ve o zaman hayvan bir
şeye isabet ederek helâk etse, bunu
hayvanı çeviren tazmin eder. Çünkü o, o anda
onun sürücüsü olmuştur ve tazminatı
ödedikten
sonra rücû ederek
hayvanı ilk salan kişiden alamaz. Ancak bu işi onun emri ile yapmışsa o zaman
rücû ederek ondan alır.
«O zaman burada
sürmeden murat ilh...» Şarihin bu sözü musannıfın:
«onu arkasından sürse»
sözü tefri'
edilir. Fukahânın ibarelerindeki:
«arkasından sürer» sözünden akla ilk gelen mana; «her
ne kadar kovalamasa bile arkasından yürür» şeklindedir.
Mekki, Molla
Ali'nin: «Arkasından sürer» sözünü «kovalamak»la kayıtladığını nakletmiştir. Özetle...
Ben derim ki: İstîcâbî'den naklen Gâyetü'l-Beyan'da
şöyle denilmektedir: Yani Molla Ali
«arkasından kovalar» sözüyle şunu kast etmiştir: O adamın o hayvanın sürücüsü olması
için onu
saldığı zaman ona vurması veya onu korkutması
gerekir.
«Burada
dabbeden kasıt ilh...» Evla olan burada «behime» yani hayvan
demesiydi. Çünkü metinde
ve Zeylaî'de zikredilen «behîme»dir.
Sen de yukarda bunu açıklama şeklini ve ilgili teferruatı
görmüş bulunuyorsun.
«İster kuşu sürsün ister sürmesin ilh...»Çünkü
kuşun bedeni sevk olunmaya müsait değildir. O
zaman
daonunsürülmesine itibar edilmez. Hayvan
İse bunun hilâfınadır.
«Veya bir
dâbbe veya bir köpek salsa ama
onu sürmese ilh...» Musannıf burada bunu mutlak olarak
zikretmiştir.
O zaman köpeğin bu salıverilişinde hemen isabet ederek helâk ettiği bir şeyden
dolayı
onu salan
zamin olmaz. Ama «dâbbe» bunun
hilâfınadır. Nihâye. Biz «dabbe» ile
köpek arasındaki
farkı yukarda
belirtmiş ve fetvâ verilecek kavlin de herhalukârda tazmîn edilmek olduğunu da
söylemiştir. Buna göre doğru olan, Şârihin:
«veya dabbe» sözünü zikretmemesi uygun olurdu.
«Veya bir hayvan kendi başına boşalsa ilh... Boşalması âmmenin yolunda veya
başka birinin
mülkünde de
olsa... İtkânî.
«Veya gece»
Şâfiî demiştir ki: Boşalan bir hayvan eğer gece gider ve
bir şeyin helâkine sebep
olursa, helâk olan nesneyi sahibi tazmin eder. Çünkü adet hayvanı gece korumaktır. O
zaman
bunun sahibi
kusurlu davranmıştır. Bu bahsin tamamı
Mirâc'tadır.
«Hayvanların yapmış oldukları şeyler
hederdir.» Yani boşaldıkları zaman... Buhârî ve Müslim'in,
İmâm Mâlik'in, Ahmed
bin Hanbel'in ve Sünen'lerin rivâyetlerinde ise hadis şöyledir: «Hayvanların
yaralamaları heder olur.» T.
«Yâni başıboş
hayvanların ilh...» Bu tefsir değil, açıkça görüldüğü gibi
bir kayıttır. H.
Zeylaî bunu Muhammed'den naklettikten sonra şöyle demektedir: «Bu hüküm sahihtir ve açıktır.
Çünkü yolda veya
başkasının mülkünde sürülen, binilen ve çekilen bir hayvan ile âmme yoluna
salıverilen
bir hayvanın yapmış olduğu telef
bizim de sebebini beyan ettiğimiz üzere muteberdir ve
telef olunan
şeyin tazminatını sahibi öder.
«İmâdiye.»
İmâdiye'de musannıfın «Hatta bir insan telef
etse ilh.» sözü zikredilmemiştir. Musannıf
onu ancak
Anadolu Müftüsü Mevlâ Ebu'l-Suud
El-İmâdî bu şekilde fetvâ verdiği için
zikretmiştir. Şu
kadar var ki;
bu söz, Fusûlu'l-İmâdiye'nin kelâmından
anlaşıldığı için musannıfın da onu İmâdiye'ye
isnâd
etmiştir.
Remlî de şunu
zikretmiştir: Telef olan nesnenin sahibi ile kontrolden
çıkan atın binicisi, atı
çevirmeye kudreti olup olmadığında ihtilaf etseler, makbul olan söz
hasmındır; beyyine de aczini
iddia eden kimse üzerinedir. Çünkü davanın zımnında sebebi tahakkuk ettikten sonra
tazminatı
inkâr etmesi bir şey ifade etmez. Düşün! Özetle.
«Ön ayağı ile
bir diğer kişiye vursa ilh...» Yani nasıl
isabet ederse etsin binici tazminat ödemez.
Hülâsa.
O zaman ayağı
ile çiğnemesi de bunun kapsamına girer.
Hidâye'de denilmiştir ki: Adamın dürtmesi ile at birinin üzerine sıçrasa veya bassa
ve onu öldürse,
onun diyeti dürtenin üzerinedir, atın üzendeki kişinin üzerine değil...
Mülkünde duranlar, mülkünde
yürüyen adam arasında fark yoktur.»
Yani yolda duran bunun hilâfınadır. Çünkü o
yolda durduğu için teaddi etmiştir.
Kifâye. Bu bahis
ileride gelecektir.
«Birisine çarpsa ilh...» Yani bir diğer adama
çarpsa ve öldürse...
Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Dürten adamın
zâmin olması atın tırnağının keskin tarafı ile, ön
ayağı ile vurması veya sıçraması dürtmenin
hemen akabinde olduğu zamandır; yoksa daha sonra
olması hâlinde dürten adam üzerine tazminat yoktur.»
«Hayvanın üzerindeki kişi değil» Çünkü o
müetaddi değildir, o zaman tazminatta
teaddi ettiğinden
dürten kişi
tarafı tercih edilir. Bu bahsin tamamı Hidâye'dedir.
«Ebû Yûsuf
demiştir ki» Kuhistanî ve diğer
kitaplarda olduğu gibi bu söz Ebû
Yûsuf'tan bir
rivâyettir.
«Amme yolunda hayvanını durdurduğunda ilh...» Yani birisi onun atını dürtse ve at da bir diğer
kişiyi
öldürse, o zaman onun diyetini dürten kişi ve atın üzerindeki kişi yarı
yarıya tazminat öderler.
Çünkü atın
üzerindeki de âmme yolunda
durdurduğundan müteaddidlr. Mineh ve değerleri.
Remli der ki: «Ben derim ki: Bunun zâhîri şudur:
Eğer dürtme, üzerindeki adamın izni ile olmasa
hüküm böyledir... Çünkü üzerinde konuşulan metindeki meselenin
mevzuu da budur. Hulâsa ve
Bezzaziye'de
tasrih edilen hüküm bunun hilâfınadır.
«Hulâsa'da şöyle
denilmiştir: Eğer dürtme atın üzerindekinin izniyle olursa, o zaman tazminat
dürtenin ve
atın üzerindeki kişinin üzerinedir.
Ancak at arka ayağının keskin yeri ile veya kuyruğu
İle vurursa o
heder olmuştur. Yalnız şu var ki; atın
üzerindeki kimse kendi mülkü dışında bir yerde
dursa ve
birine atına dürtmesini emretse ve o da
dürtse ve bundan dolayı at ayağının keskin tarafı
ile birine
vurup yaralasa veya öldürse; o zaman onun diyeti her İkisinin üzerinedir. Eğer atın
üzerindekinin
İzniyle değil de izinsiz olarak dürterse
o zaman tazminatın tamamı dürten adam
üzerinedir.»
T. Müntekâ'dan
naklen şöyle demektedir: «Bir
kişi âmme yolunda at üzerinde iken dursa ve birisine
atını
dürtmesini emredip o da dürtse ve at
bir kişiyi ve üzerindekini öldürse;
bu durumda ölen
yabancının
diyeti, atı dürten ile emredenin
üzerinedir. Emir verenin diyeti İse heder olmuştur.
Dürten kişinin
dürtmesi ile at durduğu yerden gitse
ve o dürtmenin etkisiyle hemen bir kişiye
tırnağının keskin
tarafı ile vurup öldürse o zaman tazminat yalnız dürten adamın üzerinedir.
Eğer
dürtmesi ile hemen
hareket etmeyip yerinde kalsa ve tırnağının keskin
tarafı ile dürtene ve başka
birisine
vursa, bu durumda yabancının diyetini
dürten kişi ve binen kişi öder. Dürten
kişinin
diyetinin yansı da binen kişinin üzerinedir.» Özetle...
Bununla
bilinmiş oldu ki: Dürten ile binen kişinin ölenin diyetini tazmin
etmeleri «hayvanın dürtme
ile yerinden ayrılmaması» ile kayıtlıdır. Yoksa eğer yerinden ayılmışsa
biniciden izinsiz dürttüğü
haldeki gibi
bu meselede de yalnız dürten
tazminat öder.
«Çünkü yine o da atını âmme yolunda durdurmakta teaddi etmiştir.» At durduğu yerden geri geri
giderek dursa ve at sahibi veya başkası yürümesi İçin onu dürtse; o da bir şeyin .telefine sebep
olsa. her ikisi üzerine de tazminat yoktur. Bunu T. nakletmiştir.
«Yine ilh...»
Yanı dürtenin dürtmekle teaddi etmesi gibi... T.
«Çiğnese ilh...» Yani yürürken çiğnese. Hidâye.
Bu kayıt tazminat hükmünden tırnağının keskin tarafı ile vurmayı dışardan
bırakmak içindir. O
zaman yukarda
da geçtiği gibi: eğer binenin izni ile dürterse, dürten kişi hiçbir şeyin
tazminatını
ödemez.
Hanîye'de binen kimsenin atın tırnağı veya kuyruğu ile vurup öldürdüğü kimseden dolayısıyla
tazminat
ödemesi gerekmedîği gibi bu mesele-de de dürten kişinin dürtmesi
dolayısıyla zâmin
olmayacağı söylenmiştir.
«Çiğnenen kişinin tazminatı her ikisinin üzerinedir»
Çünkü o zaman atın yürümesi her ikisîne de
izâfe edilir. Sonra, dürten kişi binenin atının çiğnemesi
ile telef ettiği şeyin tazmînatını
ödedikten
sonra rücû ederek
bunu binenden alır mı? Bazı âlimler tarafından onun emri
ile dürttüğü için
alacağı söylenmiştir.
Bazı alimler tarafından da alınamayacağı söylenmiştir.
Bu sonuncu görüş,
Hîdâye'de sahîh kabul edilmiştir.
«Onun diyeti
dürten adamın âkilesi üzerinedir.»
Yani eğer atın sahibinden izinsiz olarak dörtmüş
ise... Eğer onun İzniyle dürtmüşse tazminat
ödemez. Hulasa.
«Dürten
kişinin dürtmesinin hemen akabinde çiğneyerek öldürmüşse ilh...» Daha önce belirttiğimiz
gibi
tırnağıyla vurmak, vurmak ve
sıçrayarak vurmak da aynı şekildedir.
BİR EK:
Musannıf
burada sadece dürten ile bineni zikretmiştir. Multeka metnînde de
şöyle denilmiştir:
«Kişinin hayvanı dürtmesinde binen değil de çeken veya süren olması halinde de hüküm yine
aynıdır. Eğer yolda dikili duran bir şey
dolayısıyla at dürtülmüş gibi olsa, at da bundan dolayı bir
şeyi telef
etse; onun tazminatı o şeyi diken kimse üzerinedir.
«Burada dürten
kişinin çocuk ya da bâliğ olması
fark etmez. Eğer dürten köle ise o zaman telef
olunan şeyin
tazminatını ödemek ona düşer. Bu
fasılda ve bundan evvelki fasılda da eğer
telef olan
insan ise; diyetini
âkile öder. Eğer hayvan
ise .o zaman tazminat caninin malından
alınır.»
Hidâye'nin : «Dürten eğer çocuk ise tazminat
onun malından alınır» sözüne gelînce; büyük âlim
Nesefi,
Kâfi'de şöyle demektedir:
«Hidâye'nin bu sözünden maksadı; telef
olanın mal olması veya
açık yaranın
erşlnden az olması olabilir.»
Ben derim ki: «Çocuktan muradın acemden olan. yani araz olmayan çocuk olabilir. Çünkü
Arapların
dışındaki kavimlerin âkilesi yoktur.» Kifâye.
Ed-Durru'l-Muntekâ'da şöyle denilmektedir: «Özellikle «dürtme» kelimesi zikredîlmiştir.
Çünkü
adam
tırnağının keskin tarafı ile vurma âdeti olan bir atın sırtına elinî koysa, o da tırnağının keskin
tarafı Her
birine vursa ve telef etse, elini atın
sırtına koyan adam tazmînat ödemez. Ama
dürtmek
bunun
aksinedir. Çünkü dürtmede ızdırap
vardır. Ama el koymada yoktur. Kinye'den naklen
Burcundi'de
olduğu gibi...»
Tatarhaniye'de
de şöyle denilmektedir: «Yola bir şey koymuş olsa;
bir binek de bundan ürkse ve bir
adam öldürse, onu koyan
odam üzerine o şeye İsabet etmediği
taktirde hiçbir şey yoktur.»
Şu kadar var
ki, Serahsî'nin Muhît'inden naklen T. de şu vardır: «Eğer binek yola konulan bir taştan
ürkerek bir şeyi telef etse; o taşı koyan
odam bineği dürten kişi durumunda
olur; yani
onun
tazminatını
öder.»
M E T İ N
Kasap veya başka
bir kişi bir tavuğun veya
koyunun gözünü çıkar-maları halinde bunun sebep
olduğu
noksanlığın tazminatını öderler. Çünkü
bunlar et için kesilirler. Çıkan göz hususunda
hayvan sahibi muhayyerdir: Dilerse o gözü çıkartan kişiye bırakır ve kıymetini tazmin ettirir dilerse
de onu kendisi
alır ve çıkartan adam noksanlığını tazmin ettirir. Zeylai.
Sığırın ve et
İçin beslenmiş devenin gözünün
çıkarılması halinde çıkaran kişi
bunların kıymetlerinle
dörtte birini
öder. Bu izafenin faydası «kıymetlerinin dörtte birini öder...» hükmünde et için
beslenmiş olmasına itibar edilmediğini belirtmek
içindir. İbn Kemâl.
Eşeğin, katırın ve atın gözünün çıkartılmasında da çıkartan
kişi kıymetînin dörtte biri kadar
tazminat öder.
Çünkü adı geçen hayvanlardan herhangi birisini çalıştırmak, ancak dört gözle
mümkündür; ikisi
hayvanın kendi gözü, ikisi
de onu çalıştıranın gözüdür. Böylece
hayvanın dört
gözü varmış
gibi kabul edîliyor.
Şâfii (r.a.)
de demiştir ki: «Gözü çıkartılan hayvan koyun gibidir.»
Aradaki fark, bizim daha önce belli ettiğimiz gibidir.
Şu kadar var ki bu farka karşı şu itiraz da
yapılabilir: Eğer bir eşeğin iki gözünü çıkarmış
olsa, kıymetinin yarısı kadar
tazminat ödemesi
gerekir. Halbuki durum böyle değildir. Nitekim
daha önce geçtiği gibi...
Evlâ olan rivâyeti
kabul etmektir. Şöyle ki Peygamber (s.a.v.) «Dabbenin gözünün çıkarılmasında
kıymetinin
dörtte biri» ile hükmetmiştir.
Musannıfın
burada «göz» ile kayıtlanması şunun
içindir: Eğer kulağı veya
kuyruğu kesilmiş olsa,
kıymetinin
dörtte birini değil de onun sebep olduğu noksanlığın
tazminatını öder.
Öküzün ve
eşeğin dilinin kesilmesi halinde de hüküm aynıdır. Yani kıymetin
dörtte birini öder.
Bazı âlimler de: «Kıymetin hepsini öder» demişlerdir. Nitekim ayaklarından biri kesilse
yine
kıymetinin
hepsinin tazminatı ödettirilir. Fetvâ da bu görüş üzerinedir.
Kıymetinin hepsinin verilmesi, dili veya
ayaklarından biri kesilen hayvanın eti yenilmeyen bir
hayvan olması halindedir. Eğer eti yenilen bir hayvan ise o zaman sahibi
gözler meselesinde
geçtiği gibi
muhayyer olur. Şu kadar var ki, birisi bir hayvanın
gözlerini çıkarsa ve hayvanın sahibi
de onun yanında tutarsa, Ebû Hanîfe'ye göre hiçbir şeyin tazminatını ödettiremez. Fetvâ da
bu
görüşe
göredir.
Hayvanın ayağını
sakatlamak da ayağını kesmek gibidir.
FER'İ
MESELELER :
Musannıf
Dürer'den şunları nakletmiştir : «Bir kişinin
bağ üzümü yiyen bir köpeği olsa; bağ sahibi
de köpeğin,
üzümleri yediğine dair şahit
tutsa, adam da köpeği kovmayıp köpek de üzümleri yese
bu durumda
köpek sahibi tazminat ödemez. Ancak
tazminat yıkılmaya yüz tutan duvarda olduğu
gibi; bir insanın telefinden korkulduğu şeyde
şahit tutulursa söz konusudur.»
«Öküzün
boynuzlaması ve ısırıcı köpeğin ısırması
halinde; sahibi onu bağlamamış ise tazminat
öder.»
Musannıf
demiştir ki: «Zeylaî'nin: «Eğer köpek telef ederse ve eğer köpeğin sahibine
köpek telef
etmeden önce
onun birisine zarar verebîleceği hususunda haber verilmişse o zaman yıkılmaya yüz
tutan duvar
meselesinde olduğu gibi tazminat
köpeğin sahibi üzerinedir. Haber verilmemişse
değildir.»
sözünde telef olunan şeyin bir insan
olarak yorumlanması mümkündür.»
O zaman uyum
sağlanmış olur.
Ben diyorum ki: Şöyle bir fetvâ sorulmuştur:
Birisinin bal arıları olsa ve bunları kendi bahçesine
koysa, onlar da bu bahçeden çıkarak halkın üzümünden ve meyvelerinden yeseler, onların sahibi
onların üzüme
ve benzeri şeylere verdiği zararın tazminatını
öder mi? Sahibine arıların yerini
değiştirmesi emredilir mi?
Bu soruya şöyle cevap verilmiştir: Arıların sahibi
mutlak olarak hiçbir şeyin
tazminatını ödemez.
İster ona daha
evvel arıların üzüme
zarar vermelerine dair şahit tutulsun, ister tutulmasın...
Bu hüküm yukarıdaki köpek meselesinden alınmıştır. Hatta bu hüküm bu meselede daha
evlâdır.
Musânnıf da
bunu Muin adlı eserinde aynı şekilde
zikretmiştir.
Şu kadar var
ki ben musannıfın fetvasında, arı meselesinde
sahibinin zamin olacağı şeklinde fetva
verdiğini
gördüm. Fetvâ vereceğin zaman buna da başvur
Arıların
yerlerinin değiştirilmesine gelince; mezhebin zâhirine göre arıların
sahibinden böyle birşey
istenemez.
Ama bu hususta
âlimlerin cevabı da şöyledir: Eğer arıların zararı açık ise; uygun olan
arıların
sahibine arıların yerlerini değiştirmesini emretmektir. Fetvâ da buna göredir.
Sayrafiyye
isimli eserde şu hükümler vardır: «Eşek birisinin buğdayını yese,
sahibi de mani
olmayıp eşek yemeye devam
etse; sahih olan görüşe göre eşek
sahibi tazminatını öder. Koyun,
öküz, at veya eşeği ekili
bir tarlaya veya bir bağa soksa, sokan
kişi eğer adı geçen hayvanların
sürücüsü ise bunların telef ettiğinin tazminatını öder. Eğer sürücüsü değilse ödemez.
Bazı âlimler
tarafından da
sürücüsü olmasa bile tazmin edeceği söylenmiştir. Bu bahsin tamamı
Bezzâziye'dedir.»
İ Z A H
«Bir tavuğun
gözünün çıkartılmasında ilh...»
Güvercin ve diğer kuşlar da bu konuda
tavuk gibidir.
Zahire'de
olduğu gibi köpek ve kedinin gözlerinin
çıkmasında da durum aynıdır. Kuhistânî.
«Veya diğer
bir kişi ilh...» Bundan dolayı İbn
Kemal «kasab»a izafeyi terkederek bu izafeden ihtisas
anlaşılacağını ve özellikle ileride zikredilecek olan illet düşünüldüğünde bu ihtisasın daha çok
anlaşılacağını söylemiştir.
«Bunun
getirmiş olduğu noksanlığı ilh...» O zaman sağlam göz ile sakatlanan
gözlerin kıymetleri
takdir edilerek aradaki
fazlalık tazmin ettirilir. Kuhistâni.
Buradaki «noksanlık» kelimesi
zayıflık nedeni ile çıkan göze de şâmildir. T. Vânî'den...
«Çünkü bunlar
et için kesilirler ilh...» O zaman onlarda ancak
noksanlığa itibar edilir. İbn Kemâl.
Ben derim ki: Gözün ete getirmiş olduğu noksanlık, kediyi ve köpeği kapsamaz, şu kadar var ki
bunlardaki
noksanlığın tazmînatını ödemek, telef olan şeylerin tazminatındaki asıl üzerine câridir.
Ama kıymetin
dörtte birini tazmin etmeye gelince; o ileride
gelecektir; ki burada kıyasa muhalefet
edîlerek nas ile
amel edilmiştir.
«Çıkan göz
hususunda ilh...» Zeylaî bunu sığır ve
benzerleri bahsinde zikrederek burada nass ile
amel edildiğini de ta'lil etmiştir. Nas da bir tek
göz hususunda vârid olmuştur. O zaman
onun
hükmüne bağlı
kalınır.
«Bu izafenin
faydası ilh...» Zira zannedilmesin ki deve ile sığır da et için beslendiklerinden
dolayı
onlardaki
hüküm de koyundaki hüküm gibidir...
Aksine deve ile sığır, ister et için ister ziraat
için,
isterse binek için hazırlansınlar gözlerinin
çıkarılması halinde eti yenilmeyen hayvanda olduğu
gibi
kıymetlerinin
dörtte birinin tazminatı ödenilir. Minah.
«Eşeğin ilh...» Muntekâ'dan naklen Hulâsa'da
denilmiştir ki: «Sıpa ve deve yavrusu gibi
küçüklüğünden
dolayı üzerine yük yüklenmeyen hayvanların
da gözü çıkarıldığı takdirde kıymetinin
dörtte biri
tazmin ettirilir.»
Ben derim ki: Kuhistûnî'nin Munteka'dan naklettiği ifade de ise deve yavrusunda
noksanlığın
tazmin
ettirileceği söylenmiştir. Sonra ben
bunu Hulâsa'da olduğu gibi Münteka'dan
naklen
Câmîu'l-Fusuleyn'de de gördüm.
«Aradaki fark bizim takdim ettiğimiz
gibîdir.» Musannıfın; Çünkü adı geçen hayvanlardan
herhangi
birisini çalıştırmak...» sözündekini kastediyor.
Hidâye'de denilmiştir ki: Biz Hanefîler
için delil rivâyet edilen şu hadistir: «Peygamber (s.a.v.),
dâbbenin
gözünün sakatlanmasında dâbbenin kıymetinin
dörtte birinin tazmin ettîrileceğine»
hükmetmiştir.
Ömer (r.a.) da
böyle hükmetmiştir; çünkü bu hayvanların kullanılmasında etten ayrı binme, zînet,
yükleme ve çalıştırmak
gibi maksatlar da gözetilir. Bu yönleriyle
bunlar insana benzerler ki; insanın
gözünün sakat
olmasında diyetin dörtte biri verilir.
Bazen bu hayvanlar et için de beslenirler. Bu
yönüyle
de eti yenîlen hayvanlara benzerler. İşte biz
burada her îki benzerlikle de amel ederek kıymetin
dörtte birinin ödenmesinde insana
benzemesi
ile amel ettik. Diğer benzeme ile de tazminatı yarıdan dörtte bire düşürdük. Diğer taraftan bunları
çalıştırmak ancak dört gözle mümkündür.
«Şu kadar var ki bu furkan şöyle bir itiraz da varîd
olur ilh...» Yani zikredilen farka dair.
Fahru'l-İslâm
diyor ki: Bu hususta en mutemed, gerekçe birinci ta'lîl'dir. Yani az önce
Hidâye'den
naklettiğîmizdir. Çünkü iki gözü de çıkarılırsa
o hayvanın kıymetinin yarısı tazmin ettîrilmez. İtkâni.
Ama şu ta'lile yani: «Sanki onun dört gözü varmış gibi
olur» ta'lîline gelince; bu ta'lîlden yola
çıkılırsa iki gözü çıkarıldığı zaman kıymetinin yarısının tazmîn ettirilmesi gerekir.
«Halbuki durum
böyle değildir» Yani yarısı tazmin ettirilmez. Nitekim Hidâye'yi şerhedenler de bunu
açıkça söylemişlerdir. Şu kadar var ki Kuhistânî Fahru'l-Kuzât'dan
kıymetinin yarısının tazmin
ettirileceğinî
nakletmiştir.
«Nitekim daha önce geçtiği gibi...» Yani Zeylaî'den naklen...
Biz de Zeylaî'den daha önce şunu
naklettik: «Zeylaî kıymetinin dörtte birinin tazmin ettirilmesi hususunda nass ile
amel edilir diyerek
talil
etmiştir. Nass da bir göz hakkında varid olmuştur, öyleyse o kadarıyla yetinilir.»
Özeti şudur:
Adı geçen hayvanlardan herhangi
birinin gözünün sakatlanması halinde tazmînâtın
hayvanın kıymetinin
dörtte biriyle yapılması kıyasa
muhaliftir. öyleyse onun üzerine kıyas yapılmaz;
aksine nass ile yetinilir; ileriye
gidilmez. Bu yüzden de sârih: «Evlâ
olan rivayet edileni kabul
etmektir.» demiştir.
«Musannıfın
burada göz ile kayıtlaması ilh...» Yani
musannıfın : «sığırın gözünün çıkarılmasında...»
sözü ile kayıtlaması.
«Bazı âlimler de kıymettin hepsini tazmin eder demişlerdir.» Çünkü dili kesilen hayvanın ot
yemesi
imkânsız olur.
Tuhfetu'l-Akran ve Kinye'de bu hüküm açıkça
beyan edilmiştir. Diğer görüş de «kîl» ile naki
edilmiştir. Saihânî.
«Eti yenilmeyen bir hayvan olması halindedir
ilh...» Çünkü eğer kıymetinin tamamını
almazsa. eti de
yenilmediğinden; dilinin kesilmesi her yönüyle
adamın malını telef etmiş oluyor.
Hidâye.
«Eğer eti
yenilen bir hayvan ise muhayyer olur ilh...» Yani dili kesilen hayvanın sahibi dilerse onu
kesene bırakır ve kıymetîni ona ödetir. Dilerse de hayvanı
kendisi alır ve dilinin kesilmesinden
doğan
noksanlığın tazminatını ödetir.
Hidâye'nin gasp bahsinde müellifi demiştir
ki: «Yukarda zikredilen muhayyerlik hükmü, Ebû
Hanîfe'den
rivâyet edilen rivâyetîn zahiridir.
Ebû Hanîfe'den şu da rivâyet edilmiştir: Dili kesilen
hayvanın sahibî dilerse onu alır ve başka bir şey de alamaz. Birinci rivayet daha sahihtir.»
Metîn ve
şerhlerde hep birinci rivayet esas alınmıştır.
Biz de bu önceden Gasp bahsinde birinci
rîvâyette ilgili açıklama yapmış bulunuyoruz.
«Şu kadar var ki birisi bir hayvanın gözlerini çıkarsa ve hayvanın
sahibi de onu yanında tutarsa
hiçbir şey
tazmin ettiremez.» Yani mal sahibi
gözü çıkarılan eti yenilen hayvanı yanında tutup
gözünün
çıkarılmasından doğan noksanlığı tazmin ettiremez Binaenaleyh o zaman eti yenilen ile
yenilmeyen
arasında bir fark kalmaz.
«Yanında
tuttuğu takdirde tazmin ettiremez»
hükmünün Ebû Hanîfe'den rivayet edilmiş bir hüküm
olduğunu daha
önce öğrenmiştin. Halbuki zâhir rivayette;
gözü çıkarılan veya dili kesilen hayvan.
eti yenilen bir hayvansa sahibi muhayyerdir; dilerse hayvanı gözünü
çıkarana bırakır ve kıymetini
tazmin
ettirir; dilerse de kendi yanında
tutar ve gözün çıkarılmasından doğan
noksanlığı tazmin
ettirir. En
sahih olan da yukarda da geçtiği gibi
bu zâhiri rivâyettir; fetvâ da ancak bununla
verilir.
Nitekîm Camiu'l-Fusuleyn'de de böyledir.
Zira
Camiu'l-Fusuleyn müellifi şöyle demiştir: «Ebû Ca'fer'den şu rivayet yapılmıştır: Gözü
çıkartılan hayvanı
sahibi alırsa başka bir şey
alamaz. Zâhir-i rivayetle de fetvâ verilir.»
Şu kadar var
ki bunu naklettikten sonra şunu da nakletmiştir: «Zahir-i rivâyette eti
yenilen ile eti
yenîlmeyen
birdir. O halde gözü çıkarılan hayvanı sahibi yanında tutarsa hiçbir şey
tazmin
ettiremez.»
Bunu da
naklettikten sonra demiştir ki: «Nakledilen
ikinci rivayet de Ebû Câfer'den nakledileni
teyit
etmektedir.»
Ben derim ki: Zâhir-i rivâyetle fetvâ vermek konusunda nakiller muhtelif olursa, o zaman
metin ve
şerhlerde olan ile amel
edilir. Bu görüş Hidâye'de de sahih kabul edilmiştir.
«Hayvanın ayağını sakatlamak da ayağını kesmek gibidir.» Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmiştir:
«Birisi bir dâbbeye
vursa, o da bunun sonucu olarak
topallamaya başlasa; ayağını kesmiş
gibi
olur.»
«O zaman uyum
sağlanmış olur.» Dürer sahibinin sözlerinden şunu anlamış gibidir. «İnsanın
dışında
köpeğin vermiş olduğu zararda tazminat
yoktur. Halbuki bu, Dürer sahibinin kelâmının
maksadı olamaz. Dürer sahibinin sözünden ancak
şu anlaşılır: Eğer onun insanı telef etmesinden
korkulursa o zaman
onun bir insan telef edeceğine dair şahit tutmak,
eğer o şahit tutmanın
akabinde bir telefiyet
meydana gelmişse tazminatı
gerektirir. Bu telef olan ister insan olsun ister
mal olsun fark
etmez. Eğer onun bir insanı telef etmesinden korkulmayıp da bağdaki üzümler gibi
yalnız malı telef etmesinden korkulursa, o zaman
şahit tutmak bir şey ifâde etmez. Buna
da
Zeylaî'nin yıkılmaya yüz tutan duyara benzetmesi delâlet eder. Zira
onda şahit tutmak hem malın
hem de nefsin
tazminatını gerektirir. Remlî.
Bu, muhalefeti
kökünden defeden güzel bir kelâmdır.
O zaman Zeylaî'nin kelamı da mutlak
itilâf
üzerine hamledilir.
Çünkü onun kelâmında geçen köpekten murat, ısırıcı
olan köpektir. Nitekim
bunu açıkça ifade etmiştir. O zaman ısırıcı köpek de. boynuzlayan öküz ile yıkılmaya yüz tutan
duvar gibi
insan telef etmesinden korkulun
şeylerden olur. Bağ köpeği ise bunun
hilâfınadır.
Ben derim ki: Bunların hepsi şarihin nefis Dışında
Kalan Kısas Babının sonunda Kadı Bedî'den
naklen takdim ettiğine muhaliftir. Çünkü Kadı Bedî'den naklettiğine göre: «Şahit tutmak,
ancak
duvarda olur,
hayvanda değil.»
Hayriye'de,
ısırmayı adet edinen atın ve boynuzlamayı âdet edinen öküzün insan telef edeceklerine
dair şahit
tutulduktan sonra telef ettiklerinin tazminatı ile fetvâ verilmiştir.
Demiştir ki: Minye'den
naklen Bezzâziye'de şu vardır: «Öküzün
boynuzlaması meselesinde
boynuzlayacağına
dair şahit tutulduktan sonra boynuzlayarak telef
ettiği nefis ve malın tazminatı
ödetilir.»
Bu meselede ihtilâf vardır. Ama fukahânın ekserisi,
yıkılmaya meyleden duvar gibi, tazmin
ettirileceği
görüşündedirler.
Hamidiye'de de
tazmin ettirileceğine dair fetvâ
verilmiştir.
«Ben derim ki ilh...» Bu da yine musannıfın
Minah'taki sözlerindendir.
«Bu hüküm
yukardaki köpek meselesinden alınmıştır.» Yani üzümü yiyen köpek meselesinden...
Zira üzüm yiyen köpeğin insan telef edeceğinden
korkulmaz.
«Hatta bu
hüküm bu meselede daha evlâdır.» Çünkü bal arısı da kuşlar gibi uçucudur. Yukarda da
geçtiği gibi
bir kuş salsa, kuşu ister sürsün ister
sürmesin; kuş da gittiği yerde bir şey telef etse
sahibi ondan
dolayı tazminat ödemez. Ama dâbbe ile köpek bunun hilâfınadır. Balarısı meselesinde
ise sahibi onu ne salmıştır; ne de sürmüştür.
Öyleyse onun yapmış olduğu telefiyatdan dolayı
zâmin olmaması öncelikle söz konusudur; ve hem de arı
şu âyetle Allah Teala tarafından meyveleri
yemeğe izinlidir: «Sonra
her çeşit meyvelerden ye...»
«Musannıf de
buna Mu'în adlı eserinde ilh...» Yani Muînu'l-Müftî isimli kitabında...
«Fetvâ vereceğin zaman buna müracaat et...»
Bildin ki, sârih olarak ve delâleten nakledilene uygun
olan birinci
görüştür. Ve ancak bu görüşe itimad edilir.
«Mezhebin
zâhirine göre ilh...» Bu da musannıfın Kısmet Bahsinin sonunda daha önce belirttiğidir
ki: Kişi kendi mülkünde komşusuna zarar verse
bile yine tasarrufta bulunabilir.
«Ama bu hususta meşayihin (âlimlerin) cevabı da şöyledir
ilh... Zarar açık olursa o zaman arıların
sahibine
yerlerini değiştirmesi emredilir.
«Eşek birisinin buğdayını yese ilh...» Bunun
zahiri şudur: Eşek, buğdayı yerken kendisini
gören
adama ait olmazsa...
Bu da
musannıfın Lukata Bahsinden anlaşılmaktadır. Kınye ve diğer kitaplardaki ifadeye
gelince;
onlarda bu
ifade şöyledir: «Kendi eşeğini
görse...» Yani görene râci olacak
zamire izafet iledir.
Düşün...
Sonra ben
Remlî'nin Câmiu'l-Fusuleyn'e yazmış olduğu hâşiyenin Ahkâmus's-Sukût bahsinde
aynen şunu gördüm: «Ben derim kî:
«Adam başka birisinin eşeğini, başka
birinin buğdayını yerken
görse ve manî olmasa...»
Bu mesele
fetvâ konusu olmuştur. Bana
sorulduğunda, şöyle cevap verdim: Gören adam hiçbir
tazminat
ödemez. Aradaki fark açıktır: Bu da kendi eşeğinin fiili kendisine nispet
edilir ve menfaati
de ona rücû
eder ve onu def etme imkânına da sahiptir. O zaman eşek. gören adamın
olursa
tazminat
illeti güç kazandığından gören adam onun tazminatını öder.
«Bazı alimler tarafından da tazmin edeceği söylenmiştir.» Yani onun kendisi sürmese
bile... Tazmin
etmesi şu meseleye kıyasendir: Birisinin devesi evinde olsa. bir diğeri de devesi ister yularından
boşalmış olsun ister olmasın, devesini getirip onunkinin yanına koysa ve onun devesini öldürse
bakılır; eğer sahibinden izinsiz olarak
getirip sokmuşsa tazminat öder. Bezzâziye'de de olduğu
gibi...
Ben derim ki: Bu sözün daha tercihe değer olması açıktır. Çünkü bu babın
başında geçen
«Dâbbenin
yapmış olduğu şeyi, sahibi eğer hayvanı
başkasının mülküne izinsiz olarak sokmuş ise
teaddî
ettiğinden, zamin olur» sözüne de
uygundur. Ama eğer kendisi sokmamışsa bunun cevabı
Hîdâye'de şöyle verilmiştir: Eğer bir hayvan salsa
o hayvan da hemen ekilen bir yeri bozmuş olsa,
onu salıveren
kişi zararın tazminatını öder Ama
eğer saldığı hayvan düz gideceği yerde sağa veya
sola dönse geçen illetten dolayı zamin olmaz.
«Bu bahsin
tamamı Bezzâziye'dedîr.» Biraz önce belirttiğimiz
de bu türdendir. Şu sözü de aynı
şekildedir: «Odun taşıyan eşeğîn sürücüsü «uzaklaş!» demediği zaman, ancak eşek elbise
sahibi
yanında yürüdüğü
taktirde tazminat öder. Aksi
halde olmaz, çünkü elbise sahibi onu görmektedir
ve kaçma
imkânı olduğu halde ondan uzaklaşmamıştır.»
Ekili tarlasında bir dâbbe görse; onu tarladan çıkarsa ve hayvan
helâk olsa tercih edilen görüş.
eğer hayvanı tarladan çıkardıktan sonra sürerse tazminat ödeyeceği şeklindedir. Aksi
halde
ödemez.
Ev de ekili
tarla gibidir çünkü ona zarar verir. Hayvan bağlanacak yer ise bunun hilâfınadır. Çünkü
bağlandığı yer
onun mahallidir.
Eşeğini bir
direğe bağlasa, başka biri de gelip eşeğini oraya bağlasa ve birinci eşeği ısırsa
bakılır:
Eğer her ikisinin de oraya bağlama yetkisi varsa zamin
olmaz, aksi halde olur. Özetle... Allah Teâlâ
en iyisini
bilendir.
M E T İ N
Bilinmelidir ki;
kölenin cinayetlerinde eğer köle verilecek kölelerden ise o zaman bir defa verilmesi
icap eder. Yoksa bir tek kıymeti verilir. Eğer
kölenin cinayetinin fidyesi verilmiş olsa sonra bir
cinâyet işlese
yine birinci hal gibidir. Ama müdebber, ummu'l-veled ve mükâteb mutlak kölenin
hilâfınadırlar
ki, onlarda ancak bir tek kıymette verilir. Bu ileride izah edilecektir.
Bir köle hataen bir cinayet İşlemiş olsa efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir. Burada
«hata» ile kaydedilmesindeki sebep nefiste olduğunu ifade etmek içindir. Zira onu kasten öldürse
kısas edilir. Kölenin nefisten aşağı işlemiş
olduğu cinayette İse faydası yoktur.
Çünkü kölenin
nefisten aşağı
olan cinayetlerinde hata ile amel eşittirler. Sonra kölenin
cinayeti hataen işlediği de
ya beyyine ile ya efendisinin ikrarı ile veya
hakimin bilgisi ite sabît olur. Kendi ikrârı ile asla
olmaz.
Bedaî'.
Ben derim ki: Şu kadar var ki; Bedai'nin «Hakimin
bilgisi ile...» sözü fetvâya esas
olmayan görüşe
göredir. Çünkü
zamanımızda hakimlerin bilgisi ile amel edilmez.
Şurunbulâliye Eşbâh'tan. Bu zaten
geçmişti.
Kölenin hataen
işlemiş olduğu bu cinayette,
efendisi dilerse köleyi
cinayetin karşılığında verir ve
öldürülenin
velisi de ona mâlik olur veya dilerse
kölenin fidyesini erşi ile birlikte
peşinen verir. Şu
kadar var ki
aslında vacip olan, sahîh kavle göre, kölenin cinayet
karşılığında bizzat kendisinin
verilmesidir.
Bundan ötürü de cinayet işleyen kölenin ölümü ile vacip olan düşer.
Musannıf ve
diğer âlimlerin zikrettikleri gibi cinâyet işleyen hür kişinin ölümü
bunun gibi değildir.
Şu kadar var
ki Şurunbulâliye'de, Surûc ve Cevhere'den naklen, onlar da Pezdevi'den
naklen, şu
vardır: «Sahih
olan kavle göre kölenin hataen
işlemiş olduğu cinayette kölenin bedelinin fidye
olarak
verilmesi gerekir. Hattâ efendisi eğer fidyesini vermeyi
tercih ettiği halde vermeye kudreti
olmasa,
bulduğu zaman verir. O zaman kölenin helâki ile fidye vermekten beri
olmaz. Zeylaî ve
diğerleri bu
hükmî şununla ta'lil etmişlerdir: Yani kölenin efendisi,
öldürülenin velilerinin haklarını
tercih
etmiştir. Ebû Hanife'ye göre kölenîn
efendisinin bu hakkı tercih etmesinden sonra
öldürülenin
velilerinin köle üzerinde hakları kalmaz.»
Zeylaî'nin ta'lilî şunu ifade ediyor: İmama göre
kölenin cinayetinde asıl olan kölenin
kendisini değil,
fidye olarak
bedelini vermektir.
Mecma Şârihi de şunu ifade eder: İmâmın ta'lilinde,
kölenin cinayetinde vacip olan,
İkisinden
birisidir.
Kölenin efendisi bunlardan hangisini tercih ederse o taayyün eder. Şu
kadar var ki,
yukarda takdim edildiği gibi asıl olan kölenin
kendisinin verilmesidir. Ama kitabın lafzında buna
delâlet edecek bir şey yoktur.
Eğer efendisi kölenin cinayetinin bedelini verse ve ondan
sonra köle yine cinayet işlese bu cinayeti
hükmen birinci
cinayeti gibidir.
Eğer köle iki cinayet işlemiş olsa kölenin efendisi köleyi her iki cinayetin velilerine teslim eder.
Veya erşleri
ile birlikte onun fidyesini verir. Eğer efendisi köleyi birisine hibe etse,
âzad etse veya
müdebber kılsa, onu kendisine ummu'l-veled yapmış
olsa veya onu satsa ve bunlardan herhangi
birini yaptığı
zaman da cinayetten haberi olmasa; o
zaman cinayetin velisine kölenin kıymeti ile
erşinden
hangisi daha az ise onun tazminatını öder.
Eğer
cinayetten haberi olursa icmâen yalnız
erşi öder. Cinayetten haberi olduğu halde köleyi
satması, kölesinin azadını Zeyd'i öldürmek veya
ona bir şey satmak veya başını yaralamak gibi
şeylere bağlayıp kölenin de bunu yapması, «Eğer hastalanırsam üç talak ile boşsun» sözüyle
karısına miras vermekten kaçmasında olduğu gibî...
İ Z A H
Musannıf hür
olan malikin cinayetinden söz etmeyi bitirdikten sonra kölenin cinayetine başladı.
Hayvanın cinayeti de ona binen, onu süren
ve onu çeken kimselerle kaim olduğundan ve bunlar da
malık oldukları İçin hayvanın cinayeti babını da bu babdan önce ele aldı.
«Ve o zaman bir defa verilmesi icap eder ilh...» Yani her ne kadar
cinayetler müteaddit şâhıslarda
çok da olsa bir kez verilmesi icap eder.
«Eğer köle, verilecek kölelerden ise ilh...» Yani
köle. her yönüyle mutlaka köle
olmalıdır ki cinayet
karşılığında verilmeye
uygun olsun. Yani onunla tedbir, istilâd, kitâbet akdi gibi hürriyet
sebeplerinden bir şey ile akip yapılmamış olması gerekir Zeylaî.
Yoksa
bir........sgsgsdfgdfsg........ köle işlemiş
olduğu cinayet karşılığında verilmeye uygun
olmazsa... Çünkü onunla zikrettiğimiz hürriyet
sebeplerinden biri ile akit yapılmış
olması halinde; O
zaman işlemiş olduğu cinayet karşılığında bir kez kıymeti verilir. Cinâyet birden fazla da olsa,
bundan fazlası
verilmez. Zeylai».
«Birincisi gibidir
ilh...» Yani köleyi
vermekle onun fidyesini vermek arasında muhayyerdir.
«İfade etmek içindir» Yani efendisinin İnsan öldürmede
muhayyerliğini İfade eder. Tatarhâniye'de
şöyle bir ifade vardır: «Kölenin insan üzerindeki cinayeti ile mal üzerindeki cinayeti arasında fark
vardır.
Birincisinde efendisi, onu cinayet
karşılığında vermekle onun fidyesini vermek arasında
muhayyerdir;
ikincisinde ise kölenin telef ettiği
mal karşılığında köleyi vermek ve köleyi satıp malın
kıymetini vermek arasında
muhayyerdir.»:
Kinye'de Hâherzâde'den naklen şöyle denilmektedir: «Ticaretten
hacredilmiş bir köle cinayet
İşleyerek bir
malı telef etse. bu cinayetini
bildikten sonra efendisi onu satsa, o malın tazminatını
ödemek köleye
düşer ve o köle o cinayetten dolayı onu alan adamın hesabına olmak üzere satılır.
Ama, adam
öldürme cinayeti bunun hilâfınadır.»
Kitabu'l-Hacr'ın başında bu konu
hakkında söyleneceklerin tümünü anlatmış bulunuyoruz.
«Kölenin
nefisten aşağı işlemiş olduğu cinayette ilh...» Çünkü her iki durumda da, yani, hem hataen
hem de amden cinayet işleme durumunda da, karşılığında mal verilir. Zira köleler
orasında ve
hürlerle köleler arasında
cinayet, nefisten aşağı olursa kısas cereyan etmez. İnâye.
«Kendi ikrârı ile asla
olmaz ilh...» O ikrarı azaddan sonra da olsa böyledir. Bedai'den naklen
Şurunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Kölenin cinayeti hataen işlediği hususundaki ikrarı sahih
olmayınca; ne
şimdi ne de azaddan sonra yapmış olduğu
ikrârı ile muvâhaze edilmez. Ve yine âzâd
edildikten
sonra köle iken cinayet işlediğini ikrâr etmiş olsa, ona hiç birşey düşmez.»
Buradaki «köle» kelimesi
«mahcur»u da «mezun»u da kapsamına alır. Velvâliciye'de de kölenin
ikrârı ile amel edilemeyeceği
geçmiştir. Şarihin nefisten Aşağı Cinayetlerde Kısas babında
Cevhere'den
naklen takdim ettiğine gelince: Ona göre köle bir cînayet işlediğini ikrar ederse köle
olduğu
müddetçe bir şey yapılmaz. ancak azad edildikten
sonra muahaze edilir.
Ben derim ki: «Cevhere'nin Hacr bahsinde şu vardır: Köle hataen adam öldürdüğünü ikrâr etse
efendisine bir
şey lâzım gelmez. Fakat o
öldürme kölenin zimmetinde kalır ve Köle hürriyete
kavuştuktan
sonra ondan sorumlu tutulur Hocendî'de
de böyledir.
Kerhi'de ise o ikrârının batıl olduğu söylenmiş ve
şöyle devam edilmiştir. «Eğer bu İkrârından sonra
azad edilirse cinayetten dolayı sorumlu olmaz. Ama mahcûr bir köleye gelince, bunun ikrârı mal ile
ikrâr
olduğundan dolayı sahihtir; onun ikrarının
hükmü de değişmez. Borçlu olduğunu ikrâr
etmesi
gibi...
Mezun'a gelince;
bunun ikrârı ticaret sebebi ile ödemesi gereken borçlara dair olursa caizdir.
Çünkü o köle
ticaretin her Şekli ile izinlidir. Ama cinayet bunun
hilâfınadır. Cinayette mezun,
mahcûr köle gibidir.»
«Ve bu geçti ilh...» Yani Kaza bahsinin müteferrik
meselelerinden hemen önce geçti.
«Efendisi dilerse köleyi cinayetin karşılığında verir
ilh...» Yani onun yükünü hafifletmek için
muhayyerdir.
Çünkü kölenin ondan başka âkilesi yoktur. Gureru'I-Efkâr.
«Peşinen ilh...» Yani ister köleyi versin, isterse fidye olarak karşılığını versin peşin vermesi gerekir.
Zira mallarda tecil bâtıldır. Fedâ da onun bedelidir.
öyleyse malın hükmü onda da caridir. Bu, şunu
ifade ediyor:
Burada muhayyerlik müflis de olsa kölenin efendîsi içindir.
Öyle ise iflâs eden bir
kölenîn
efendisi kölenin cinayeti
karşılığında kölenin fidyesini vermeği
tercih ederse onu bulduğu
zaman verir. Ebû Hanîfe'ye köle köleyi
vermesi için cebredilmez. Ebû Yûsuf ve Muhammed buna
muhalefet
ederek «cebredilîr» demişlerdir.
Mecma'da olduğu gibi...
Durru'l-Münteka.
«Şu kadar var ki asıl vacip olan ilh...». Musannıfın bu sözü şu sualin cevabıdır: Eğer cinayet
efendinin
zimmetinde, muhayyerlik vacip olana kadar, kalsaydı
kölenin ölümü ile düşmezdi. Hür
cânînin ölümü
ile diyetin âkilesinden
düşmemesi» gibi, kölenin ölümü ile de muhayyerlik düşmez.
Bu cevabın
izah şekli şudur: Aslında vacîp olan köleyi
vermektir. Her ne kadar efendinin -zekât
malında olduğu
gibi- köleyi vermeyi
bırakıp kölenin karşılığı olan fedâya intikâl etmek hakkı ise
de...
Zira zekât malında da asıl
vacip olan nisabdan bir parçasını
vermektir. Ama nisaba mâlik olan kişi
için bu
nisabdan bîr cüzü vermek yerîne, onun
kıymetini vermek yolu da seçilebilir.
İnâye.
«Sahih kavle
göre ilh...» Hidaye ve Zeylaî'de de böyledir. Zeylai'den başka diğer
şarihler de bunu
kabul etmişlerdir,
«Bundan ötürü
de cinayet işleyen kölenin ölümü ile vacip olan düşer.» Yani kölenin efendisi
kölenin yerine
onun bedelini tercih etmezden önce.
Ama bu tercihten sonra, kölenin ölümü
ile fidye
düşmez. Çünkü
efendisinin zimmetine întikal eder. Gurreru'l-Efkâr.
Musannıf
burada ölümü mutlak olarak zikretmiştir. O zaman bu ölüm semavî bir
âfetle olan ölümü
kapsadığı gibi;
efendisinin onun bîr İhtiyacı İçin bir yere göndermesi sebebiyle veya
istihdam ettiği
zaman bunun
ölümüne sebep olmasını da kapsar. Çünkü efendisi cânî olan kölesini
cinayetin
karşılığında, mağdurun velilerine vermedikçe onu istihdam etmek hakkına sahiptir.
O zaman bu
istihdam sebebi
ile ölmesi halinde efendisi müteaddî olmuş olmaz.
Minah ve Mebsut'tan.
Ama eğer canî köleyi efendisi öldürse o zaman efendisi cânî kölenin cinayeti karşılığında kölenin
bedelini
vermeyi tercîh etmiş olur. Eğer bu köleyi
yabancı bir kimse öldürse bakılır; eğer kasten
öldürmüşse kölenîn
işlemiş olduğu cinayet bâtıl olur ve efendisi kısas ettirme hakkına sahip olur.
Eğer hataen
öldürürse efendisi ölen cânî kölesinin kıymetini kâtilinden alır ve öldürülen kölenin
işlemiş olduğu cinayetin velisine verir. Burada
muhayyer de olmaz. Hatta almış olduğu bu kıymette
bir tasarrufta
bulunmuş olsa, onun bedelini tercih
etmiş sayılmaz.
Cevhere.
«Şu kadar var ki Şurunbulaliye'de ilh...»
Şurunbulâye'de olan bu rivayet meşhûr
değildir. İnâye ve
diğer
kitaplarda Esrâr'dan naklen, birçok yerde rivâyet bunun hilâfınadır. Hatta Muhammed bin
Hasan kesin olarak cânî kölenin cinayetinde cinayet karşılığı verilmesi vacip olan
şeyin ancak köle
olduğunu söylemiştir.
«Zeylaî bu
hükmü şununla talil etmişlerdir ilh...»
Yani hükmü ta'lil etmiştir ki bu hüküm de:
Efendisinin bu
tercihi yapmasının sahih
olmasıdır. Her ne kadar o anda onu vermeğe kadir olmasa
bile... Nitekim Zaylaî'nin ibaresinden de bu anlaşılmaktadır.
«Zeylaî'nin
ta'lili şunu ifade ediyor ki ilh...» Yani zikredildiği şekilde
Zeylaî'nin ifade ettiği ta'Iinin
şudur: Ebû
Hânife'ye göre asıl olan kölenin bedelini vermektir. O zaman bu İfâde edelîn ikinci
tashihin
üzerine bina edilir. şu kadar var ki Zeylaî, Hidâye ve diğer kitaplarda olduğu gibi, evvelâ
birinci
tashihi açıkça zikretmiştir. Zaten bilindiği gibi Muhammed'den
açıkça rivâyet edilen de
budur.
«İfade eder ilh...» Bu üçüncü bir görüştür. Bedai'den naklen
Şurunbulaliye'de şöyle denilmektedir:
Aslında vacip
olan kölenle efendisinin muhayyerliği
olsa idi, o zaman köle öldüğü taktirde bedelini
cinayetin velilerine
verilmesi taayyûn ederdi.
Kendisine cinayet İşlenen kimsenin hakkı da bâtıl
olmazdı. Çünkü
iki şey arasında muhayyerlikte asıl
kaide: «Biri helâk olduğunda diğeri taayyün
eder» şeklindedir. O zaman bu, üçüncü görüş sağlam
olamaz.
«Kitabın
lafızından ilh...» kitaptan murat Mecma'ın metnidir. Şarihî de bu ifadesi ile musannıfının
«metinde bunu
ifade eden birşey var» iddiasını reddetmektedir. T.
özetle...
«Eğer efendîsi kölenîn cinayetinin bedelini
verse ilh...» Musannıfın bununla kayıtlamasının
sebebi
şudur: Eğer
onun bedelinî vermese ve Köle de başka bir cinayet işlese o zaman bu ikinci
meselenin aynısı
olur ki bu da: «Eğer iki cinayet işlese ilh.» sözüdür. Kifâye.
«Bîrinci cinayetî
gibidir» Çünkü birinci cinayetin
bedeli verildiğine ondan temizlendiğinden hiç
cinayet
işlememiş gîbi oldu. Bu ikinci
cinayette de yeni baştan işlemiş gibi oluyor. Hidâye.
«Efendisi köleyi
her iki cinayetîn velilerine teslim eder, ilh...» O
zaman her iki cinayetin velileri
cinayetlerinin
erşi miktarınca köleyi aralarında taksim ederler.
Eğer onlar bir cemaat îseler köleyi
kendi hisseleri üzerine pay ederler. Eğer efendisi köleyi değil de bedelini vermiş olsa. o cemaatin
tümünün
erşleri kadarını verir. Köle bir kîşiyi
öldürüp diğerinin de gözünü çıkarsa köle
ikisi
arasında üçe, taksim
edilir. Zira gözün erşi can erşinin yarısıdır. Binaenaleyh baş yarmanın hükmü
de böyledir. Efendisi dilerse velilerîn
bazısına bedelini verir, bazısına da köleden hakkı kadar olanı
verir. Bu
bahsin tamamı.» Hidaye'dedir.
«Eğer efendisi köleyi birisine hibe etse ilh...» Asıl şudur: Efendisi kölenin cinayetini bildiği halde
kölede bir tasarrufta bulunduğu zaman köleyi vermekten
aciz olur ve bedelini vermeyi tercih eder.
Yoksa yani
tasarrufta bulunmazsa aciz olmaz.
Birinci kaidenin misali musannıfın zikrettiğidir.
İkincisinin misali ise
şudur: Dul bir cariyeyle cinsi
münasebette bulunması gebe
bırakmamasıdır.
Bu durum ise
onun değerini eksiltmez. Evlendirmesi, İstihdam etmesi de kuvvetli görüşe göre icara
vermesi veya rehin etmesi de aynıdır. Çünkü icara özürlerle bozulur, cinayet velisinin
hakkının
onda kaim olmaz da özürdür. Rahinin borcu ödemesi de mümkündür o zaman kölenin kendisini
vermekten âciz
olmaz.
Ticaretle izin vermek de efendiyi köleyi vermekten acze düşürmez. Her ne kadar köle borçlansa
bile... Çünkü
izin, köleyi cinayet karşılığında
vermesini ne imkânsız kılar, ne de kölenin köleliğinde
bir noksanlığa
sebep olur. Ancak cinayetin velisi ticaretle izinli köleyi cinayetin yerine almaktan
imtina
edebilir. Çünkü borç efendisi tarafından onun hakkıdır. O zaman efendinin bu kölenin
kıymetini vermesi lâzımdır.
Hidâye ve İnâye'den...
«Veya onu
satsa ilh...» Yani sahih bir bey'
ile... Velev ki o bey' müşteriye muhayyerlikle
de olmuş
olsa... Ama bey-i
fasitle satsa böyle
olmaz. Ancak onu teslim ederse o zaman
o bey-i fasitle satılan
da bey-i sahîh gibi olur. Çünkü mebi'deki mülkiyet ancak teslim ile
zâil olur. Muhayyerlik böyle alt
olmak üzere satsa, hüküm böyle olmaz. Bunu
Zeylaî ve diğerleri ifade etmişlerdir.
«Hangisi daha az ise onun tazminatını öder.» Çünkü onun hakkı
fevt olmuştur. Onun tazminatını;
hakkı da hangisi daha az ise ondadır, Bununla da
kölenin bedelini tercih etmiş sayılmaz. Çünkü
bilgisiz
tercih olmaz. Hidaye.
Hakkının ikisinden azında olmasının delili de şudur:
Daha fazlasını isteyemez.
Kifâye.
«Köleyi
satması gibi ilh...» Bu kelimeyi ıskat
etmek gerekirdi. Çünkü bu birşeyi
kendine teşbih
etmektir. H.
Ben derim ki: Mümkündür ki burada cinayet
işleyen kölenin satışından maksat, köleyi
mecnî aleyhe
satmaktır. O zaman, bir nevi, makabiline aykırı olmuş olur.
İhtiyar'da diyor ki: Eğer onu cinayetin
velisine satmış olsa o zaman efendisi bedelini vermeyi tercih
etmiş sayılır.
Ama hibe etse böyle
olmaz. Çünkü onu istihkak edecek kimse
onu karşılıksız olarak
da alabilir. Bu da beyde değil hibede bulunur.
«Ve kölesinin azadını talik etmesi gibi ilh...»
Çünkü öldürdüğü zaman âzâd olunacağını
bilmesiyle
birlikte onun
azadını adam öldürmeye bağlı kılması, adam öldürmeyi ihtiyâr etmesinin delilidir. O
zaman
efendisinin, kölenin îşlemiş olduğu cinayetin diyetini vermesi gerekir.
Minah.
«Zeyd'i
öldürmek ilh...» Yani onu diyeti icap ettirecek bir cinayet İşlemek şartına
bağlı kılsa... Ama
eğer cinayetin
dışında başka bir şarta bağlı kılsa;
mesela; «Eğer eve girersen hürsün» dese ve
arkasından köle delirdikten sonra girse veya kısası
icap ettirecek bir şeyle
talik etse; meselâ; «Ona
kılıçla vurursan hürsün» dese ulemanın ittifakıyla bu hususta efendi üzerine
hiçbir şey gerekmez.
Zira efendisi
onun hürriyetini cinayetin dışında bir şarta bağladığından cinayet işleyeceğini
bilmiyordu. Hem de kısası icap ettirecek bir cinayet işlemiş olsa o kısas,
köleyedir. Bu da kölelikle
veya hürriyetle değişmez. O zaman efendisi kölesinin azadını bir şeye
bağlı kılmakla cinayet velisi
üzerindeki hakkı ortadan kaldırmış olmaz. İnâye'den özetle...
«Kaçması gibi ilh...» Zira adam kansını hastalıktan sonra boşamış oluyor...
M E T İ N
Eğer bir köle bir hürün elini kastî olarak kesse ve o
köle ona cinayetin yerine verilse, o da köleyi
âzâd etmiş olsa eli kesilen
odam yorası iyileşmeyerek ölse o zaman köle cinayete karşılık sulh
bedeli olur.
Çünkü onun azad edilmesi sulhun tashih edilmesinin delilidir.
Eğer köleyi yarası yayıldığı
halde azal etmese o zaman köle ya efendisine reddolunur ya öldürülür
veya affedilir. Çünkü sulh batıl olmuştur.
Eğer borçlu ve
ticaretle izinli bir köle hata en cinayet işlese efendisi de o cinayeti bilmeden onu
âzâd etse o zaman efendisî, borç sahibine, kıymeti ile borçtan hangisi daha az ise onu
öder ve
cinayetin velisine de
kıymet ile erşten hangisi daha az ise
onu öder.
Cinayet işleyen köleyi yabancı birisi öldürse, efendisine yalnız bir kıymet
verilir.
Eğer ticaretle izinli ve borçlu bir cariye
bir çocuk doğursa, eğer doğumu borçlandıktan sonra ise...
o cariye
çocuğuyla birlikte borcundan dolayı satılır ve borcu ödenir.
Eğer bu cariye
doğum yapsa, sonra borçlansa alacaklıların hakkı çocuğa taalluk etmez. Ama
cariyenin
kazançları bunun hilâfınadır; ki olacaklıların
hakkı buna taalluk eder.
Eğer cariye
cinayet işlese ve ondan sonra doğum yapsa onun çocuğu cinayetin velisine verilmez.
Çünkü cinayet
kadının değil, efendinin zimmetine
taalluk eder. Borç ise bunun hilâfınadır.
Birisi, bir kişinin kölesinin efendisi tarafından
azad edildiğini zannetse ve azad edilen köle de, onun
azatlı
olduğunu zanneden kimsenin velisini
hata en öldürse; hür adem için köle üzerinde hiçbir hak
yoktur. Çünkü
o, kölenin azadlı olduğunu zannetmekle köleyi hak etmediğini diyeti hak ettiğini
ikrar
etmiştir.
Ancak şu kadar var ki, diyet de akile üzerine
ancak hüccetle gerekli olur.
Herkes tarafından köleliği bilinen azadlı bir köle
birisine: «Ben Azâd edilmeden önce
hataen
kardeşini öldürdüm» dese ve bu sözü ile de kendisini azad eden efendisini
muhatap alsa, bu
sözüne karşılık eski
efendisi olan kardeşi de: «Hayır!
Azaddan önce değil, azad edildikten sonra
öldürdün!»
dese o zaman burada birincinin sözü
yani azadlı kölenin sözü tasdik edilir. Çünkü
tazminatı
inkâr etmektedir.
Eğer cariyeye: «Benim cariyem olduğun halde elini kestim.»
dese, cariye de: «Hayır, beni azad
edildikteki sonra elimi kestin» dese cariyenin
sözü kabul edilir. Çünkü adam evvelâ
tazminat
sebebini ikrâr ediyor, sonra da kendisini tazminâttan ibrâ edecek bir iddiada
bulunmuştur. O zaman
onun sözü
kabul edilmez.
Efendisinin
cariyeden
aldığı malî her şeyde makbul olan söz,
zikrettiğimizden dolayı istihsanen
câriyenindir.
Ancak cima ile gullede söz
efendinindir: Çünkü efendi cimayı
tazminata münafi ve
belirti olan
bir hale isnad etmektedir,
Mahcur bir
köle veya bir çocuk. diğer bir çocuğa
bir adamı öldürmesi içîn emir verseler ve o da
öldürse, onun
diyeti katîlin âkilesi üzerinedir.
Çünkü çocuğun kasdî adam öldürmesi hatâdır. Akile
de rücû ederek kölenin âzâdından sonra köleden
alırlar. Bazı alimler de rucû edemezler ve ebedî
olarak emreden çocuktan da olamazlar. Çünkü onun
ehliyeti nâkıstır, denilmiştir.
İ Z A H
«Çünkü onun
âzâd edilmesi sulhun tashih edilmesinin delilidir.» Zira âkile, kölenin tasarrufunun
sahih olmasını kasteder. Onun tasarrufunun sıhhati de
ancak cinayet ve cinayetten doğacak
şeylerden sulh
ile sahih olur. Zeylai.
«Çünkü sulh
bâtıl olmuştur ilh...» Zira sulh elin diyeti karşılığında mal üzerine yapılmıştır ki, o da
kölenin kendisidir. Zira kısas azalarda hür ile köle arasında
cereyan etmez. Elinin kesilmesi ile
vücuduna yayılan
hastalıkla anlaşılmış oldu ki; elin diyeti vâcip
değildir; vâcip olan ancak kısastır.
O zaman sulh bâtıl
olur, Çünkü sulha bir musallahun anh (yani üzerinde anlaşma yapılan şey)
lâzımdır.
Burada musallahun anh maldır ve o da mevcut değildir. Zeylaî.
T. diyor ki : Bu illetin zahiri şunu göstermektedir: «Bâtıl akdi kaldırmak için köleyi cinayetin
velisine
geri vermek
vâciptir.»
İnâye'de şöyle denilmiştîr: «Bu akde sulh demek mesayıktan bazısının ihtiyâr ettikleri, kölenin
cinâyetinde
asıl vacip olan kölenin değil
bedelinin verilmesidir» hükmüne
binaendir.
«Efendisi de
onu azad etse itti...» Ama
eğer azad etmese o zaman muhayyerdir.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Asıl
kaide şudur: Köle, borçlu olduğu halde bir cinayet
işlese efendisi
onu veya bedelini vermek arasında muhayyerdir. O
zaman, eğer köle verilirse alacaklıların borçlan
için satılır. Eğer bu satışta alacaklıların alacaklarından
fazla birşey kaldıysa o da cinayet
sahiplerinindir. Çünkü onların mülkü olarak satılmıştır.
Eğer kölenin fiyatı borçlarını karşılamazsa
birinci
efendisinin mülkü üzerine satıldığında ödeyemediği borçlarının hürriyet
vaktine ertelenmesi
gibi burada da
kalan borcu onun hürriyete kavuşacağı
vakte ertelenir.» Özetle.
«O cinayeti
bilmeden ilh...» Musannıfın bununla
kayıtlaması şunun içindir: Efendisi eğer
cinayetini
bilerek onu azad
ederse, o zaman cinayete karşılık
kölenin bedelini tercih etmiş olur. O zaman
cinayetin velisine
cinayetin diyetini vermesi
vacip olduğu gibi, köleden alacağı olana da kölenin
kıymetini vermesi vacip olur.
«Hangisi daha az ise ilh...»
Ama Hidâye ve diğer kitapların
sözüne gelince: Onun üzerine iki kıymet
lâzımdır: Birisi borç sahipleri
için, diğeri de cinayetin
velisi için. Bu sözünden maksat: «kölenin
kıymeti eğer
erşten az olursa»dır. Nitekîm İnâye'de
de böyle tasrîh edilmiştir.
«Cinayet işleyen köleyi ilh...» Yani zikri geçen mezun köleyi... H.
«Efendisine
yalnız bir kıymet verilir.» Yani onu
alacaklılara verir. Çünkü alacak
o kölenîn üzerindeki
mali bir haktır. Alacaklı da bu konuda cinayetin velisine takdîm
edilir. Bunun tamamı Zeylai'dedir.
Efendi değil
de yabancının bir kıymet vermesinin nedeni şudur: Çünkü o köle ne cinayet
karşılığında ne de borç karşılığında alınmıştır.
O zaman ecnebinin üzerine telef ettiğinden fazla
birşey vacip değildir. Efendisinden ise telef
ettiği şeyden fazlası istenilmektedîr
ki bu da borçtur
İtkânî.
«Ama cariyenin kazançları bunun hilâfınadır.» Çünkü onun kazançlarına borçtan evvel de sonra da
alacaklıların hakkı taalluk eder. Çünkü
onun kazanma hususunda selahiyeti
vardır. Minah.
«Onun çocuğu
cinayetin velisine verilmez ilh...» İnâye'de denilmiştir ki: «Cariyenin
borçlandıktan
sonraki doğumu
ile cinayetten sonraki doğumu
arasındaki fark; birincisinde çocuğun annesi ile
birlikte satılması, ikincisinde
ise satılmamasıdır Çünkü borç cariyede hükmî bîr vasıftır ki; onun
zîmmetînde
vacip olarak durur ve ödemek bizzat
ona düşer. Hatta efendisinin onun rakabeside,
satış, hibe
veya başka şeylerle tasarrufta bulunması
da memnudur. O zaman cariyenin
borçlanması
sabit olan şer'î vasıflardandır ve kitâbet, tedbir ve
rehin gibi çocuğuna sîrâyet eder. Cinayetin
mucibi ise ya
köleyi veya onun bedelini vermektir. Bu da cariyenin değil, efendinin zimmetindedir.
Hatta efendisi
onun rakabesindeki satış, hibe ve istihdam gibi tasarruflardan men edilemez. Ona
ancak hakiki, hissî fiilin eseri mûlakî olur ki; bu da
onu vermektir. Bu, evlâda sirayet
etmez. Çünkü
karar tutmayan
bir vasıftır ve verme anında hasıl olmuştur. Sirayet ise hakikî vasıflarda değiI, şer'î
vasıflarda
olur.»
«Birisi zannetse...» Yani ikrar etse.
«Öldürse» Burada hürriyetle ikrarı cinayetten önce
zikretti. Mebsût'ta
ise cinayetten
sonra zikredilmiştir. Aralarında bir fark yoktur. İnâye
«Azâd edilen ilh...» Yani onun azadlı olduğunu
zanneden kişinin zanında azatlı olan...
«Hür adam için köle üzerinde hiçbir hak yoktur.» Yani zanneden kişi için...
«Köle üzerinde
ilh...» Evlâ olan bunu hazfetmek
idi. Çünkü burada âkile üzerine bir şey vacip
değildir. T.
«Çünkü o,
kölenin azadlı olduğunu zannetmekle ilh...» Hidâye'nin ibaresi şöyledir:
«Zira o adam
efendisinin
kendisimi azad ettiğini ileri sürmekle âkile üzerine diyeti
iddia etmiş, köleyi ve
efendisini de
ibrâ etmiş oldu. Bu iddiası da hüccetsiz olarak akile hakkında kabul edilmez.»
Ancak bununla
efendiyi ibrâ etmiş olur. Çünkü
efendinin üzerine cinayetten sonra söz konusu olan
bir âzâd iddia
etmedi ki, efendisi o iddia ile köleyi değil bedelini vermek konusunda tercihi ve
cinayet
ehlinin hakkını da kölesini azad etmekle yok etmesi söz konusu olsun. Kifâye.
«Köleyi
istihkak etmediğin ilh...» Yani ya
köleyi veya bedelini verir.
«Belki diyet
ilh...» Çünkü o, hürlerin cinayetinin
mucibidir...
«Akile üzerine ilh...» Bunlar âzâd
olunanın efendisinin kabilesidir. İleride geleceği gibi... Anla.
«Efendisini
muhatap alsa ilh...» Şârih burada musannıfa tabi olmuştur
ve bu da gerekli değildir.
Mültekâ ve
Dürer'in îbareleri şöyledir: Azatlı köle demiştir ki: «Ben Zeyd'in
kardeşini öldürdüm.»
Bunun benzeri
Hidâye ve diğerlerinde de vardır. Buradaki ifade daha anlaşılır şekildedir. Çünkü
metinde
ifadenin efendi hakkında mı, yabancı
hakkında mı yapıldığını gösterecek bir fark yoktur.
Çünkü efendi:
«Hayır! azaddan sonra öldürdün» sözüyle diyeti
sadece kendi üzerine değil de kâtilin
âkilesi üzerine yüklemek istemektedir ve bunlar da efendinin kabilesidir. Çünkü onlar azad edilenin
âkilesidir. Anla.
«Çünkü
tazminatı inkâr etmektedir:» Zira o, fiili belirli ve tazminâta aykırı olan bir hale isnad
etmiştir.
Çünkü burada kelâm köle olduğu bilinen belirli olan bir zaman hakkındadır.
O taktirde bu
söz, âkil-bâliğ olan bir kimsenin:
«Ben sabî iken karımı boşadım» demesi veya
delirdiği
bilinen bir kimsenin: «Ben karımı deli iken boşadım» demesi
gibi olur. Bu durumda
makbul olan söz onun sözüdür.
Hidâye.
«O zaman onun
sözü kabul edilir ilh...» Bunun nedeni efendinin fiili, tazminata aykırı bir zamana
isnat etmemesidir. Çünkü cariye borçlu olduğu halde de elini kesse
tazminatını verir. Hidâye.
«Mali ilh...» Yani ona hibe edilen veya onu vasiyet edilen mal gibi gulle olmayan bir mal... T.
«Ancak cima
ile gullede söz efendinindir.» Cariyesine: «Seni azad etmeden önce seninle cima
ettim» veya: «Seni
azad etmeden önce kazancını aldım» dese ve her ikisinde de
câriye aksini iddia
etse, cariyenin
değil efendinin sözü kabul edilir. Çünkü efendinin, borçlu cariyesiyle
cinsel ilişkide
bulunması ukru
icap ettirmez. Ve yine
onun kazancını alması da, her ne kadar borçlu olsa da
zamin
olmasını icap ettirmez. O zaman fiil tazminata münafi belli
bir hale izafe edilmiştir. İbn Kemâl.
Şurunbulâliye'de Mevâhib ve Zeylai'den naklen İkrar edenin elinde aynı ile kaîm olan şey istisna
edilmiştir.
Çünkü o şeyi ondan aldığını ikrâr
ettiği zaman onun elinde olduğunu
ikrâr etmektedir.
Sonra da cariye
onu ikrâr ettiği halde cariyeni o mal
üzerinde mülkiyetini iddia etmektedir.
zaman
makbul olan
söz, inkâr edenindir. Bundan dolayı da geri vermesi emredilir.
«Mahcur bir
köle ilh...» Musannıfın köle ile kayıtlaması
şunun içindir:
Çünkü eğer
emreden kişi hür ve bâliğ olsa, o zaman çocuğun âk ilesi diyeti verdikten sonra rücû
ederek emredenin âkilesinden alır.
Musannıfın mahcûr ile kayıtlaması da
şunun içindir: Eğer
emreden bâliğ ve mükatep bir köle olsa, o zaman çocuğun âkilesi ona
kıymeti ile diyetinden hangisi
daha az ise rücû ederek bu kıymeti ondan alırlar. Ticaretle
izinli katli emreden bir köle bunun
hilâfınadır
ki, çocuğun âkilesi ancak o
azad edildikten sonra ona rücû
edebilirler. Kifâye.
«Akile de rücû ederek kölenin
azadından sonra köleden alırlar.» Çünkü onun sözüne itibar
edilmemesi ehliyetinin noksanlığından değil, efendisinin hakkı dolayısıyladır. Efendisinin
hakkı ise
azad ile ortadan
kalkmıştır. Zeylai. Sadra'ş-Şehit ile
Kadıhan'ın şerhlerinde zikrettikleri budur. Bu
ise tartışılabilir bir görüştür. Zira Ziyâdât'taki
rivâyete muhaliftir. İtkâni.
«Bazı âlimler tarafından da rücû edemezler denilmiştir.... İşte bu Ziyâdât'ın rivâyetidir. Zeylai
demiştir ki: «Zira bu cinayet tazminatıdır ki bu
da kölenin değil, efendinin üzerinedir. Halbuki bunun
efendi üzerine
vacip olması, köle mahcur olduğundan imkansızdır. Ziyâdât'ın bu rivayeti de,
Zeylai'nin dediğine göre, fıkıh kaidelerine
daha uygundur.»
Bu meselenin
tamamı Zeylai'dedir.
«Ebedî olarak ilh...» Yani baliğ de olsa...
M E T İ N
Eğer emreden kölenin emrettiği kendi gibi bir köle
ise, o zaman katil köleni efendisi hata olan
cinayette ya kölesini
verir veya onun karşılığın da bedelinin verir ve hemen rücû ederek
emredenden alamaz.
Emreden köle azad edildikten sonra katil kölenin
efendisi vermiş olduğu bedelden veya
kıymetinden
hangisi daha az ise rücû ederek onu alır. Çünkü fazla .vermede mecbur değil,
serbesttir.
Eğer katil köle çocuk
ise, hüküm yine böyledir. Çünkü
küçüğün kasdı hatadır. Eğer büyük ise
ondan kısas yapılır.
Bir köle bir kuyu
kazsa sonra da efendisi onu azad etse, daha sonra da o kuyuya
bir veya daha
fazla insan
düşerek helâk olsa kölenin üzerine
hiçbir şey yoktur. Çünkü kölenin cînayeti onun
üzerine hiçbir
şey icap ettirmez.
Efendisinin üzerine ise, bin kişi de düşse, bir kıymet vermek
vacip
olur. Zeylai.
Eğer köle kasten İki hür adamı öldürse ve her
ikisinin de ikişer velisi olsa, her birinin birer velisi,
katil köleyi
affetseler; o zaman efendisî kölenin yarısını affetmeyen diğer iki hürle
verir veya kâmil
bir diyette onun bedelîni verir. Çünkü bu afla kısas düşmüştür
ve kalan kısmı do mala inkılâp
etmiştir ve bu
mal da iki diyettir.
Affeden iki kişinin diyet olan
payları düşmüştür, affetmeyenlerin
diyetleri ise kalmıştır. Ancak köleni
yarısını onlara verirse o zaman diyet vermez.
Eğer köle adamlardan birini amden, diğeri ise
hataen öldürse ve kasden öldürdüğü
adamın
velilerinden
biri affetmiş olsa, hata en öldürdüğü kişînin
velisine diyetini verir, diyeti yarısını da
kasten
öldürdüğü kişinîn velilerinden
affetmeyene verir veya köleyi her ikisine verir veya -Ebû
Hanîfe'ye göre- avl yoluyla
ilçe taksim eder. Ebû Yusuf ev Muhammed'e göre ise mûnazaaten dörde
taksim eder.
İki kişinin ortaklı kölesi, her iki ortağın
yakınlarını öldürse, eğer onlardan
biri onu affederse hepsi
bâtıl olur.
Ebû Yûsuf ile
Muhammed demişlerdir ki: Burada affeden kimse kendi payının yarısını
diğerine verir
veya diyetin dörtte biri ile onun bedeli
verir. Bazı âlimler, İmâm Muhammed'in de Ebû Hanîfe iIe aynı
görüştedir,
demiştir. Ebû Hanîfe'nin görüşünün
delîli şudur: Velilerin birinin affı ile kısas mala
çevrilir, efendi de kölesi
üzerîne borç icap ettiremez. Öyle ise vârisler de o borçta ona halef
olamazlar. Allah en iyisî bilendir.
İ Z A H
«Kendisi gibi
bir kötü ise ilh...» Musannıf burada yine mahcûr olması ile kayıtlamadı. Çünkü odam
öldürmeyi emreden kölenin hacr altında
oluşu ile yetindi. O zaman mahcûr olan
bîr köle, ticaretle
izinli olan
köleye
adam öldürmesini emretse hüküm yine öyledir. Ama eğer emreden mezun bir
köle, emrolunan da mahcur veya o da mezun (ticarete
izinli) bir köle olursa, o zaman katil kölenin
efendisi köleyi»
veya bedelini verdikten sonra derhal kendi kölesinin kıymeti ile emreden kölenin
rakabesine rücû eder. Çünkü emreden emretmekle
emredilen köleyî gasp etmiş olur. Bu meselenin
tamamı
Kifâye'dedir. Eğer adam öldürmesi
emredilen kişi âkil, baliğ ve hür olsa o zaman öldürdüğü
adamın diyeti
onun âkilesi üzerinedir. Akile de dönüp emreden kişiden alamaz.
Çünkü onun emri
sahih
değildir. Zeylai.
«Emreden köle âzâd edildikten sonra kâtil
kölenin efendisi rücû ederek onu olur ilh...» Geçen «kîl»
kavline
kıyasla bir şey vacip değildir. Bunu Zeylaî
ifade etmiştir.
«Kıymetinden ilh...» Yani katil kölenin
kıymetinden...
«Çünkü
serbesttir ilh...» Yani cinayetin
bedelini verdiği zaman... Ve o da kölenin kıymetinden fazla
olursa, rücû ettîğinde ancak kölenin kıymeti ile rücû edebilir, çünkü mecbur değildir.
Zira eğer köle
verilmiş
olsaydı, o zaman cinayetîn velisine köleyi kabul etmesi için cebredilirdi.
«Sonra da efendisi onu azad etse ilh...» Musannıfın
burada «azadı» ile kayıtlamasının sebebi, azad
edilmenin bir
zan mahalli atmasıdır. Çünkü azad
etmese de hüküm aynıdır.
Hindiye'de şöyle denilmektedir: Fukahâ'nın şu hüküm üzerinde icmâları
vardır. Kuyuyu kazan eğer
mutlak bir köle
olursa efendisi de o köleyi kuyuya düşerek öleni velisine teslîm etse; sonra
ikinci
bir adam kuyuya düşerek
ölse İkinci maktûlün velileri kölenin efendisinden hiçbir şey alamazlar.
Efendi köleyi
birinci ölenin velisine İster hâkîmin
hükmüyle teslim etsin, ister hükmü
olmadan
teslim etsin... Bu bahsîn tamamı Hindiye'dedir.» T.
«Sonra da o kuyuya bir insan düşerek helâk olsa ilh...» Eğer
kuyuya
düşme, kuyuyu kazan kölenin
azadından
evvel ise, o zaman diyet vâcip olur.
Başka biri de o kuyuya düşerse onun velisi de düşen
birinci adamın
velisine ortak olur. şu kadar var ki, birincisi diyet miktarı kadar ikincisi
İse kıymet
miktarı kadar çarpılır. Makdisi.
Çünkü kölenin
azadı ile bedelini tercih etmesi birinci cinayette vakî oldu; ve böylelikle bunda da
diyet gerekti. ikincisinde ise. böyle bir
tercih olmadığından ancak kıymet
gerekti.
Bu hüküm
azadın bîlgiden sonra olması hâlinde böyledir. Aksi takdirde sadece kıymet vermesi
gerekir. O kıymette de az önce belirttiği gibi ikinci cinayetin velisi, birinci
cinayetin velisine ortak
olur. Salhânî.
«Efendisinin
üzerine ise bir kıymet
vermek vacip olur ilh...»
Cinayet halinin başlangıcına itibar
edilerek... Çünkü o onun kölesiydi.
T.
«Ebu Hanife'ye
göre avl yoluyla ilh... Avl'in açıklaması şöyledir.
Onlardan herbirisini hisselerînin
tamamı ile çarpılır. Bunlardan birisin hissesini malın
yarısı ile diğerininkini de malın hepsi ile...
Kifâye.
O zaman malın üçte ikisi hata en öldürdüğü adamın iki
velisine verilir. Çünkü onların her
ikisi de
diyetin hepsini iddia etmektedirler. Üçte
biri de kasten öldürdüğü, adamın
velisine verilîr. Çünkü o
da malın
yarısını iddia etmektedir. Bu ikisinin
hisseleri diyetîn
tamamı İle çarpılır. Öbürü de
yarısı
ile çarpılır.
«Ebû Yûsuf ile
Muhammed'e göre ise münazaaten dörde taksim edilir.» Yani üç
çeyreği hata en
öldürülenin
velisine bir çeyreği de amden öldürülenin velisine münazaa
yoluyla verilir. Şöyle ki,
yarısı hata en öldürdüğü kişinin velisine münazaasız verilir ve her iki grup da geriye
kalan yarı da
münazaa ederler. O zaman
bu yarı da ikiye bölünür. Bundan
dolayı da dört çeyrek olarak pay edilir.
Minah.
Bunu şöyle açıklayabiliriz;
Üzerinde ittifak edilen asıl kaide şudur. Ferikeden alacağı olan iki kişi
veya bunun benzerinin varlığı halinde olduğu gibi zimmetteki borç nedeniyle
bir nesnenin taksimi
icap etse; taksım avl yoluyla ve hisselerin çarpımı
ile olur. Çünkü zimmette tedâyuk
(karşılayamama
hali) yoktur. O zaman her birinin hakkı
tamamen sabit olur ki, o da hakkının hepsi
ile çarpılır.
Eğer nesnenin
taksimi zimmetteki bir borç nedeniyle değil de, başka bir nedenle gerekse fuzûlînin
satışına benzer. Şöyle ki; fuzûlî satıcılardan biri bir adamın kölesini tamamen
satsa; bir diğeri de
aynı kölenin yarısını başka bir adama satsa
ve kölenin mâliki de her iki satışa da
«olur» derse; o
zaman köle iki müşteri arasında münazaa yoluyla dört çeyreğe taksim edilir. Çünkü bir nesne tam
olarak iki hakkı
karşılayamaz. Bu da sabit olunca
Ebû Yûsuf ile Muhammed bizim bu meselemizde
derler ki Hatâen öldürülen kişinin velisine kölenin üç
çeyreği
verilir. bir çeyreği de kasten öldürülen
kimsenin
affetmeyen velisine verilir. Çünkü kasten öldürdüğü kimsenin velisinin hakkı
rakabenin
tamamında idi.
Bu velilerden biri affettiği zaman hakkı
batıl oldu. O zaman bu yarı boş kalır ki;
hataen
öldürdüğü kimsenin velisinin hakkı da münazaasız bu yarıya taalluk eder. Geriye
kalan diğer
yarıda ise hataen öldürdüğü kimsenin velisi ile amden öldürdüğü kimsenin velilerinden affetmeyen
bu yarıda münazaa ederler. İşte bu yarı
da her iki kesim arasında yarı
yarıya taksim edilir.
Ebû Hanîfe'nin
dayandığı delil ise şudur:
Aslında her iki tarafın da hakları
kölenin kendisinde
değildir. Belki
telef olunanın bedeli olan erştedir. öyleyse taksim
nesnenin dışındakinde avl
yoluyladır. Çünkü hatâen öldürdüğünü kimsenin velisinin hakkı, onbin dirhemdir. Onu affeden
kimsenin hakkı ise beşbindedir.
İşte o zaman bunlardan herbiri bir hisse ile çarpılır. Bunun
örneği
şudur: İkibin
dirhem bir adama, biri dirhem de diğer bir adama borçlu
olarak ve bin lira bırakarak
ölse, o zaman bu bin her iki alacaklı arasında üçe bölünerek taksim edilir. Ama yukarda zikredilen
fuzûlinin
satışı bunun hilâfınadır. Çünkü
mülkiyet müşteri için başlangıçta sabit
olur. İnâye; özetle...
«Ebû Yûsuf ile
Muhammed demişlerdir ki; ilh...»
Çünkü affetmeyenin hissesi, arkadaşının
affetmesiyle
mala çevrildiğinden yarısı onun mülkiyetine;
diğer yarısı da ortağının
mülkiyetine
intikal etti.
O zaman ortağının hissesine isabet
eden sakıt olmaz. Söz konusu hisse ise
bir çeyrektir.
Âma kendi hissesine isabet
eden sakıt olur (düşer). Kifâye.
«Ebû
Hanîfe'nin görüşünün delili şudur
ilh...» Kifâye'de denilmiştir ki: «Ebû Hanîfe şunu iddia
etmektedir: Kısas herbir ortak için kölenin yarısında, belirtilmeden vaciptir. Bunlardan birinin
affetmesi ile o kısas
mala çevrildiği zaman yine her yönden kısasın vacip oluşu
muhtemeldir. Şöyle
ki; diğer ortağının hissesi nazar-ı itibara
alınarak vacip olması ihtimali vardır. Nitekim affeden
kimsenin hissesi nazar-ı
itibara alındığı takdirde ise; her yönden kısasın düşmesi muhtemeldir.
Her ikisinin de
hissesi şâyî olarak nazar-ı itibara
alındığında geri kalan hissenin ikiye bölünmesi
muhtemeldir. O
zaman bu da şektir, şek ile de mal vacip olmaz.
«Öyle ise
varisler de o borçta ona halef olamazlar
ilh...» Bu söze gerek yoktu. Çünkü öldürülen kişi
katilin
efendisi! değildir. Evet; Bu söze
gerek yoktu ama, bu hüküm başka bir
meselede ortaya
çıkar: Hidâye'nin hükmü de aynen bu meselenin hükmü gibidir. O mesele
de şudur: «Köle iki oğlu
olan
efendisini öldürse ve bu oğullardan
biri köleyi affetse( o kısasın tamamı
bâtıl olur. Ebû Yûsuf
buna muhalefet
etmiştir. Çünkü ona göre diyet.
öldürülen kimsenin hakkıdır. Sonra
onun vârisleri
yerine geçerek onu alırlar, efendi ise kölesinin
üzerine bir borç; icap ettiremediğinden varisler
bunda ona
halef olamazlar.» Şarihi yanıltan ise Dürer müellifidir. Yüce Allah
en doğrusunu bilendir.
KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET FASLI
M E T i N
Kölenin diyeti
kıymetidir. Eğer onun kıymeti
hür bir insanın diyetine, cariyenin kıymeti de hür
kadının
diyetine ulaşırsa, o zaman kölenin ve
cariyenin diyetlerinden -kölelik rütbesinin hürriyet
rütbesinden
aşağı olduğunu belirtmek için- on dirhem azaltılır. Bu on dirhem de ibn Mesûd'un
riyâyetiyle tayin edilmiştîr. Ebû Hanîfe'den cariyenin diyetinden beş dirhem
azaltılacağını da rivayet
edilmiştir. O zaman kölenin diyeti üç senede ödemek şartıyla katilin akilesine vacip olur. Ebû
Yûsuf
buna muhalefet
etmiştir.
Köleyi gasbetme halînde kölenin kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın icma ile
onu öder.
Hürün diyetinde takdîr olunan kölenin kıymetinde de takdir edilir. O zaman kölenin elinin
kesilmesinde diyet, kölenin kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın sahih kavle göre kıymetinin yarısıdır.
Dürer. Bazı
âlimler tarafından da kölenin elinin kesilmesinde beşbin
dirhemden ancak beş dirhem
fazla
verileceği söylenmiştir. Mülteka'da
bu söz katî olarak ifade edilmiştir.
Kölenin sakalının kesilmesînde sahih kavle göre
bilirkişinin tayin edeceği diyeti vermek vacîptir.
Bazı âlimler tarafından da kıymetinin hepsinin
verilmesinin vacip olduğu söylenmiştir.
Kölenin elini
kesse ve sonra efendîsi ite kesilen
o köleyi azad etse ve yara vücuduna
yayılarak ölse;
kölenîn
efendisinden ayrı varisleri
olduğu taktirde kısas edilmez. Çünkü hakkın kime alt olduğu
belli
değildir. Eğer efendiden başka vârisi yoksa ondan kısas alınır. İmâm Muhammed buna
muhalefet
etmiştir.
Bir kişi iki kölesine;
«Sizden biriniz hürsünüz» dese ve o kölelerin her ikisinîn de başları yarılsa,
efendi de başları
yanıldıktan sonra hangisinin azade
dildiğin açıklasa, başlarının
yarılmasının erşi
efendilerine
verilir. Çünkü bir şeyi beyan etmek o şeyi ibtidaen yapmak
gibidir.
Eğer bu iki köle öldürülse, her ikisinin kâtili de
aynı kişi ise ve aynı zamanda kölelerin
kıymetleri de
eşitse; o zaman bir hür diyeti ile bir de köle kıymeti vacip olur.
Eğer bunların
ikisini de bir adam beraberce veya peş peşe öldürse ve hangisinin önce öldürüldüğü
de bîlinmese o zaman iki kölenin kıymeti verilir. Zeylai.
Bir kişi bir kölenin iki gözünü de çıkarsa efendisi
muhayyerdir; dilerse gözü çıkartılan kölesini,
gözlerinî çıkartan kişiye verir ve ondan kölenin kıymetini tamamıyla alır; dilerse de onu yanında
tatar ve
noksanlığa karşı da hiç bîrşey almaz. Ebû Yûsuf ile Muhammed demişlerdir ki:
Efendisi
kölenin noksanlığının
karşılığını alır. Şâfiî ise: «Efendisi kölesinîn kıymetini o adama ödetir ve kör
cüsseyi de yanında tutar.» demiştir.
İ Z A H
«İbn Mesûd'un
rivayetiyle ilh...» Rivâyet şudur: «Kölenin kıymeti hürün diyetine
ulaşmaz ve hürün
diyetinden on dirhem az olur.»
Bu rîvayet de Peygamber (s.a.v.) den rivâyet edilen gibidir. Çünkü ölçüler kıyasla bilinmez.
Onların
bilinme yolu
ancak vahy sahibinden işitmektir. Kifâye.
«Ebû
Hanife'den ilh...» Ebû Hanîfe'den rivayet
edilen Hasan'ın ondan rivâyet ettiğidir. Kıyas da buna
göredir.
Birinci görüş ise zâhir rivâyettir.
İtkâni.
«Cariyenin diyetinden ilh. .» Yani zannedildiği gibi mutlak
diyetten değil, cariyenin
diyetinden beş
dirhem noksan
olur. Çünkü öyle zannedilmesi
hatadır. Durru Muntekâ.
«O zaman kölenin diyeti katilin akilesine vacip olur ilh...» Yani kölenin ve câriyenin diyetlerini
ödemek... Zira âkile kölenin
uzuvlarının erşini yüklenmez. Nitekîm Me'akıl
Bahsi'nin sonunda da
gelecektir:T.
«Ebû Yûsuf
buna muhalefet etmiştir.» Zira Ebû
Yusuf'tan gelen bir rivâyete göre şöyle demiştir:
«Onun kıymeti
neye ulaşırsa ulaşsın, o kıymetin
öldürenin malından alınması gerekir.» Diğer bir
rivayete göre ise bu kıymet, kâtilin âkîlesînden
alınmalıdır.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Ebu Yusuf demiştir
ki: «Kölenin diyeti kâtilin malından
alınır.»
Zira Hz. Ömer
«Akile,
amden olan katilde ve kölenin katilinde diyeti ödemez.» demiştir. Biz deriz ki:
Hz. Ömer'in bu
sözü. «Kölenin öldürülmesindeki diyet olarak değil, kölenin, bir kişiyi öldürmesinde
ki diyet»
olarak anlaşılmalıdır. Çünkü kölenin işlemiş olduğu cinayetin diyetini
âkile yüklenmez.
Zira efendi âkileye köleden daha yakındır.»
«Hürün diyetinde takdir olunan ilh...» Yani azalarının cinayetle telef olunması halinde erş nasıl
takdir edilirse kölenin nefsi veya uzuvlarının
kıymeti de öyle takdir edilir. O zaman kölenin elinin
kesilmesi halinde kölenin kıymetinin yarısı alınır.
Çünkü hürün elinin kesilmesinde
alınması vacip
olan miktar
diyetinin
yarısı ile takdir edilir. Öyleyse kölenin elinin kesilmesinde de kölenin
kıymetinin yarısı takdir edilir. Aynı şekilde acık yaralamada (mudahada) da kıymetinin onda birinin
yarısının alınması vaciptir. Zira hürün açık yaralanması halinde diyetinin
onda birinin yarısı alınır.
Nitekim
İnâye'de de aynı şekilde zikredilmiştir.
Ben derim ki: Sakalının
kesilmesi ve benzerleri bundan istisnâ edilmiştir. Bu durumda bilirkişinin
tayin edeceği diyet alınır. Nitekim ileride gelecektir.
İki gözün çıkarılması da
aynı şekildedir. Çünkü onun efendisi yine geleceği gibi muhayyerdir.
Hâniye'de de aynı şekildedir: «Eğer eli
kesik bir kölenin ayağını kesmiş olsa şayet kesilen ayak,
kesik el tarafında ise, o zaman kesen adam
onun ayağını kesmekle, eli kesik haldeki
kıymetinden
ne kadar noksanlaştırmışsa onu öder. Çünkü onu telef etmiştir
ve ayağa takdir edilen erşin
alınması da vacip değildir. Eğer kesilen ayak kesik olan el tarafında
değilse, kölenin eli kesik
haliyle kıymetinîn yarısı ne ise onu verir.» Bu bahsin
tamamı Hâniye'dedir.
Cevhere'de
denilmiştir ki: «Köleye karşı işlenen cinayet eğer nefisin dışında kalan türden ise; onu
âkile
yüklenmez. Çünkü bu, mal tazminatı
gibi değerlendirilir.»
Yanı o zaman
gasp ve istihlak tazminatları, gibi caninin malından peşin olarak alınır.
Mînyetu'l-Muftî'de de böyledir.
«Sahîh kavle
göre ilh...» Bu da zahir rivâyettir.
Şu kadar var ki, İmâm Muhammed'den gelen bazı
rivayetlere göre şöyle demiştir: «Bununla hüküm vermek, bir uzvunun kesilmesînde ödenmesi
vacip olan
miktarın, kendisini katletmekte ödenecek kıymetten fazla olmasına yol açar. Meselâ
otuzbin lira
kıymetindeki bir kölenin elini kesmiş olsa onbeşbin dirhem tazmin etmesi
gerekir.»
Nihâye ve diğer şerhlerde de böyledir.
«Mülteka'an bu
söz, kat'î olarak ifade edilmiştir. Hidâye, Hulâsa, Mecmau'l-Bahreyn ve bunun
şerhleri ile ihtiyar Fetâvâ'l-Velvaliciyye ve
Münteka gibi bütün kitaplarda olan da
budur.
Muhit'ten
naklen Müctebâ'da denilmiştir ki: «Kölenin elinin kesilmesinde
ödenecek erşin hür bir
kişinin elinin kesilmesinde ödenecek erşten beş
dirhem noksan olması rivâyetlerin
ittifakıyladır.
Ama cariyenin
diyetinin ayrı olması bunun
hilâfınadır. Şilbi» T.
Zahîriye'de ve Câmiu'l-Mahbubî'de olan da buna uygun düşmektedir. Oradaki
ifade şudur: «Kölenin
açık yarası
(mudihası) hürün açık yarası gibidir
ki, onda da beş yüz dirhem verilmesi
gerekir. Yalnız
köle olduğu
için yarım dirhemi düşürülür.
«Kıymeti onbin dîrhem veya daha fazla olan bir kölenin parmağını
kasden veya hatâ en kesmiş olsa
kesen kişinin, kölenin diyetinin onda birini
vermesi gerekir. Ancak bundan bir dirhem düşürür.»
Mi'râc.
«Kölenin sakalının kesilmesinde
bilirkişinin tayin edeceği diyeti vermek vaciptir.» Eğer
çıkmamışsa, demektir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Uyûn'da İmâmdan naklen:
«Kölenin kulağının veya burnunun
veya tekrar
çıkmazsa
sakalının kesilmesi halinde bu köle
kesen adama verilirse onun kıymetini tam
olarak ödemesi gerekir.»
«Kuduri'de
denilmiştir ki: «Saçının ve sakalının kesilmesinde bilirkişinin
takdir edeceği diyet
verilir.»
«Kudıri'der ki:
«Kulağın, burnun ve tekrar çıkmadığı takdirde sakalın kesilmesindeki fetvâ Ebû
Yûsuf ile
Muhammed'in dediği gibi. bu kesilmelerin getirmiş olduğu noksanlığın kıymetini
ödemektîr.»
«Özetle : Köleye karşı işlenen cinayet
eğer onu helâk etmişse -ki hürde olsaydı tam diyet icap
ettirirdi- o
zaman kölenin kıymetinin tamamı
verilir. Eğer helâk etmemişse -ki hürde olsaydı diyetin
yarısını icap ettirirdi- o zaman kıymetinin
yarısının ödenmesi gerekir.
Bunların
birincisi her iki elin ve emsalinin kesilmesi ve bir elin ve bir ayağın aynı taraftan kesilmesi
gibidir.
İkincisi ise etin veya ayağın kesilmesi ya da bir elin ve bir ayağın ikisi de aynı taraftan
olmayarak
kesilmesi gibidir. İki kulağın kesilmesi veya tekrar çıkmadığı takdirde iki taşın kesilmesi
bir rivayete göre birinci kısımdandır bir rivayete göre de ikinci kısımdandır.»
Düşün.
«Sahih kavle
göre ilh...» Çünkü köleden maksat güzelliği değil, hizmetidir.
Minah.
«Çünkü hakkın
kime ait olduğu belli değildir.» Çünkü kısasın ölüm vaki olduğu zaman,
yaralama
vaktine
istinaden yapılması gerekir. O zaman
yaralanma zamanı nazar-ı itibara alınırsa kısas
efendinin
hakkı olur. Ölüm zaman nazar-ı itibara alınırsa kısas hakkı, varislerin olur. O zaman da
şüphe tahakkuk eder. Minah.
«İmâm Muhammed
buna muhalefet etmîştir.» Ona göre bu durumda kısas yoktur. Eli kesen adamın
da elin erşini de efendisi azad edene kadar elin kesilmesinin
kendisinde meydana getirmiş olduğu
noksanlığı
ödemesi gerekir. Çünkü velâyet
sebebi muhteliftir; Yaralama halinde mülk idi. Diğer hal,
nazar-ı
itibara alındığında ise; mevlâsı olması verâset yoluyladır. O zaman bu kölenin durumu onu
hak edecek kimselerin
değişlik olması gibi olur.
Ebû Yusuf ile
Muhammed'in delili ise şudur: Biz efendisinin velâyetinin
sabit olduğunu kesinlikle
bildik. Sebebin muhtelif olmasına ise itibar etmiyoruz. Bu bahsin
tamamı Hidâye'dedir.
«Çünkü birşeyi
beyan etmek, o şeyi
ibtidaen yapmak gibidir.» Yani bir yönüyle
ibtidaen azad
etmektir ki. onda ibtidâen azad edilmeye uygun olması da
şarttır. O zaman onlardan birisi ölmüş
olsa. efendisi de azat edilenin ölen köle
olduğunu beyan etse, bu beyanı sahih
değildir. Diğer bir
yönüyle de izhardır ki, bu yönüyle de cebredilir. Eğer her yönüyle izhar olsa, o zaman cebredilmez,
Çünkü kişi kölesini ibtidaen azad etmesi için
zorlanmaz. Köle de başı yarıldıktan
sonra beyana
konu olur. O
zaman bu beyân ibtidaen yapmak olarak değerlendirildi.
İnâye.
«O zaman bir hür diyeti
ile bir de köle kıymeti vacip olur.»
Çünkü köle ölümden sonra hiçbir şeye
konu olmaz.
Onun için o beyânı sırf izhâr olarak kabul
ettik. Bunlardan birisi yak
înen hürdür, o
zaman da zikredilen vacip olur ve bu da efendi ile varis arasında yarı yarıya taksim edilir. Çünkü biri
diğerinden
üstün değildir; Zeylaî.
«Eğer her kisinin kâtili de aynı kişi ise ilh...»
Yani ikisini de beraberce öldürmüşse... İki kîşi olduğu
taktirde hükmü
ileride gelecektir. Eğer bir kişi ise ve onları
peş peşe öldürmüşse, katilin birinci
öldürdüğü
kölenin kıymetini efendisine vermesi gerekir.
Diğeri de diyetini vârislerine vermek
gerekir. Çünkü
bîrini öldürmesi ile diğerinin azadı kesinlik kazanmış olur. O zaman da onu hür
olarak
öldürdüğü ortaya çıkar. Kifâye.
«Kıymetleri de eşitse ilh...»
Kıymetleri farklı olursa; o zaman hiç
bir kölenin kıymetinin yansını ve
bir de hür bir
insanın diyetini vermesi gerekir.
Bu da yine birincisi gibi pay edilir. Zeylai.
«Hangisinin
önce öldürüldüğü de bilinmese ilh...» Eğer bilinirse o zaman ilk
öldürülenin kıymetini
efendisine
verir. ikincisinin diyetini de
varislerine verir. Çünkü biricisi öldükten
sonra ikincisinin
azad edildiği
ortaya çıkmış olur. Zeylaî.
«O zaman iki kölenin kıymeti verilir ilh...»
Zira biz iki katilden hangisinin hürü öldürdüğünü kesin
olarak bilmiyoruz
ve her ikisi de bunu inkâr etmektedirler. Diğer taraftan kıyas da belirli olmayan
azadın gerçekleşmesine
engeldir. O zaman her ikilsinde de kıymet alınması vacip olur ve kıymetin
yarısını mevtâ,
yarısını da vârisler alır. Çünkü
azadın icap ettirdiği şey, kölelerden
birinde efendi
hakkında sabittir; o zaman bedelini istihkak edemez.
Bunu Zeylaî ifade etmiştir.
«Bir kişi bir kölenin iki gözünü de çıkarsa
ilh...» İki elini ve iki ayağını
da kesse aynı şekildedir.
«Şafii ise demiştir ki ilh...» Şâfiî tazminatı
kölenin eksilen uzvunun karşılığı
olarak kabul eder.
Nitekim iki
gözünden birini çıkarsa. almış
olduğu tazminat çıkan gözün karşılığıdır.
Ebû Yûsuf ile
Muhammed'in delilî de şudur: Mâliyet uzuvları hakkında
muteberdir. Ancak zat
hakkında düşer. Malların hükmü ise zikredilendir.
Fâhiş yırtıkta olduğu gibi...
İmâm Şafî'nin
delili ise şudur: Mâliyet her ne kadar muteber ise de âdemiyyet de heder edilemez. O
zaman her iki benzerlikle de amel etmek, zikredileni gerektirir. İbn Kemâl.
M E T İ N
Müdebber veya ummu'l-veled cinayet işleseler efendisi onun kıymetinden ve erşinden hangisi daha
az ise onun
tazminatını öder. Çünkü onların kıymetleri
onların yerlerine kaimdir.
Eğer hakimin hükmüyle
kıymeti belirlenmiş olsa ve müdebber
veya ummu'l-veled îkinci bir cinayet
işlese, ikîncî cinayeti velisi birinci cinayetin
velisîne ortak olur. Çünkü kölenin
cinayetlerinin
tamamında ancak bir kıymet verilir. ikinci
cinayetten dolayı efendinin ödeyeceği
herhangî birşey
yoktur. Çünkü
birinci kez, vermeye mecburdu ve onu da vermiştir.
Eğer kıymetî
birinci cinayetin velîsine hakimin hükmü olmadan verse, o zaman ikinci
cinayetin
velisi kölenin
kıymetinden kendisine düşen hisseyi
efendiden alır ve efendi de bu hisse
ile birinci
cinayetin velisine rücû ederek hîsseyi ondan
alır. Çünkü o, haksız olarak kabzetmiştir. Efendinin de
bir kıymet vermesi gerekir. Veya ikinci cinayetin velîsi birinci
cinayetin
velisinden alır. Ebû Yûsuf ile
Muhammed de: «Efendiye
hiçbir şey düşmez» demîşlerdir.
Müdebberi
efendisi birkaç cinayet işlediği halde azad etse, efendisine kıymetini ancak bir kez
vermek
lâzımdır. Efendisi cinayetlerin azaddan
evvel olduğunu ister bilsin, isterse
bilmesin. Çünkü
cinayet velilerinin hakları köleye taalluk etmez. Dolayısıyla
efendisi onu azad etmekle hiçbir hakkı
ortadan
kaldırmış değildir.
Ummu'l-veled
de bu geçen hükümlerde müdebber
gibidir. Müdebber veya ummu'l-veled malı
gerektirecek bir cinayet işlediklerini ikrâr etmiş olsalar, bu ikrârları caiz değildir. Çünkü bu,
efendinin
aleyhine bir ikrardır. Ama bunun hilâfına olarak kasden bir adam
Öldürdüğünü ikrâr etse,
o zaman kendi
aleyhinde ikrâr sahih olur ve o
ikrâr sebebiyle katledilir.
Eğer müdebber
hataen bir cinayet işlese ve sonra ölse,
efendisi onun kıymetini ödemekten
kurtulmaz.
Eğer müdebber
efendisîni hataen öldürse, o zaman kıymeti kadar çalışır ve efendinin varislerine
kıymeti verîr.
Eğer kasden öldürürse, vârisi onu katleder veya
onu kıymeti kadar çalıştırır ve sonra
da onu
öldürür. Dürer. Allah en iyisini
bilendir...
İ Z A H
«Müdebber veya ummu'l-veled cînayet işlese ilh...» Yani hatâ en adam öldürse veya hatâen nefisten
aşağı bir cinayet işlese. Cevhere.
Eğer mala karşı cinayet İşlese,
o malın kıymeti ne kadar olursa olsun.
sahibi için çalışması gerekîr.
Efendi üzerîne
de hiçbir şey düşmez. T. Mekkî'den...
Mükâtebin
cinayetinde ise onun cezasını efendi
veya âkile değil kendisi öder.
Çünkü mükâtebin
kazancı kendisi içindîr. O zaman mükâtebin
kıymetinden ve cinayetin erşinden
hangisi daha az ise
onu ödemesine
hükmedilir. Bu bahsin diğer yan
meselelerinin tamamı Gâyetu'l-Beyân'dadır.
«Efendisi
tazminatını öder ilh...» Yani akilesi değil kendisi peşinen
tazminat öder. Cevhere.
Zira o
cinayetin karşılığında müdebberin,
cinayetin velisine teslim edilmesine
mani olduğundan ve
bedelini
vermekte de tercih imkânı olmadığından, kendisi tazminatını öder. Çünkü tedbir yaptığı
zaman (yani
azad oluşunu ölümüne bağlı kıldığında)
ileride ne olacağını bilmiyordu.
O zaman
efendi
cînayetten sonra cinayeti bilmediği halde kölesini
müdebber yapmış gibi olur. Zeylai.
«Kıymetinden ve erş'inden hangisi daha az ise ilh...» Yani Ümmü'l-veledlik
ve müdebberlik vasfıyla
birlikte cinayet
günündeki kıymetlerinden ve erşten hangisi daha
az ise . Bu bahsin tamamı
Kifaye'dedir. Durru-Müntekâ.
Yani cinayet velisinin diyeti talep ettiği gündeki
kıymeti olmadığı gibi, müdebber yapıldığı gündeki
kıymeti de
muteber değildir. Ümmü'l-veledin kıymeti müdebberin kıymetinin üçte biridir.
Müdebberin
kıymeti Ümmü'l-veledin kıymetinin
üçte ikisidir. Cevhere.
«Çünkü onların
kıymetleri onların yerlerine kaimdir.»
Zeylaî'nin ibaresi şöyledir. Zira cinayetin
velisine
erşten daha fazla bir hak yoktur.
Efendi de nesneden daha fazla bir şeye mani olamaz.
Öyleyse nesnenin kıymeti nesne yerine kaim
olur.
«İkinci cinayetin
velisi birinci cinayetin velisine ortak olur ilh...» Kıymette ortak olur, demektir.
Kıymette de haidlerin farklılığı dikkate
alınır. O zaman eğer müdebber veya Ümmü'l-veled hatâen bir
adam öldürse
ve öldürdüğü gündeki kıymeti bin dirhem olsa, sonra başka birini öldürse ve o
zaman da
kıymeti iki bin dirhem olsa, sonra tekrar bir adam öldürse ve o zaman da kıymeti beş yüz
dirhem olsa, o
zaman efendi ortalamaya
itibar iki bin dirhem tazminat öder. ikinci cinayetin velisi
bin dirhem
alır. çünkü birinci cinayetin
velisinin bu bir dirhemde de hakkı
yoktur. Zira köle onun
adamını
öldürdüğü zaman kıymeti bin dirhemdi. Biz de o cinayeti yerinde o şeklide
bıraktık. Sonucu
cinayetin velisinin de beş yüz dirhemden fazlasında hakkı yoktur. O zaman kalan bin dirhemin
yarısı birinci cinayetin velisi ile ikinci cinayetin
velisi arasındadır. Kalan bin dirhem de birinci
cinayetin diyeti olan on bin dirhem ile çarpılır.
İkincî cinayetin diyeti de geriye kalanla çarpılır;
ki bu
da dokuz bin
dirhemdir. Sonra kalan beş yüz dirhem de üçünün arasındadır. O zaman üçüncü
cinayetin diyeti. diyetin hepsiyle çarpılır Geriye
kalanların her biri de aldıklarının gayrıyla çarpılır.
Zeylaî'den ve diğerlerinden özetle...
«Ancak bir kıymet verilir ilh...»
Çünkü efendi ancak bir rakabeye mani olmuştur. Zeylaî.
«Çünkü birinci
kez, vermeğe mecburdu ilh...» Yani bu sebepten onun aleyhine
kıymeti vermekle
hükmedilmiştir.
«Efendiden
alır ilh...» Çünkü efendi hakkını ona izinsiz olarak
vermiştir.
«Rücû ederek alır ilh...» Yani efendisi, ikinci
cinayetin
velisine ödediği meblağı rücû ederek, birinci
cinayetin velisinden alır. Çünkü hakkından
fazlasını aldığı ortaya çıkmıştır.
İnâye.
«Veya ikinci
cinayetin velisi birinci cinayetin velisinden alır.» Çünkü
onun hakkını zulmen
kabzetmiştir.
İkinci cinayetin velisinin tazmindeki
bu muhayyerliği ancak şunun içindîr: Çünkü
ikincisi bir yönden
birincisiyle beraberdir ki böylece ona ortak oluyor. Diğer bir
yönden de
müteahhirdir.
Ki cinayet hakkında ikinci cinayet
günündeki kıymeti dikkate alınır. O
zaman tazminat
hususunda yine
mukavenete yani beraber olmağa itibar edilir, Bu Kifâye'de belirtilmiştir.
«Ebû Yûsuf ile
Muhammed de : «Efendinîn üzerinde hiçbir şey yoktur» demişlerdir.» Zira o hakimin
yapacağının aynısını
yapmıştır.
«Köleye
taalluk etmez.» Bunun yerine kölenin kıymetine taalluk eder. Çünkü köleyi vermek
mümkün
değildîr. Kıymet ise yukarda da geçtiği gibi nesnenin yerine kaim olur.
«Geçen hükümlerde ilh...» Yani «müdebberi azad
etme» meselesindeki hüküm ne ise bunun hükmü
de aynıdır.
Ondan evvelki bahse gelince musannıf orada ummul-veled ile müdebberî sarahaten
zikretti. T.
«Malı gerektirecek bir cinayet ilh...» Bu cinayetten murat hatâen işlenen cinayettir.
İtkanî, Kerhi'den.
«Bu ikrarları caiz değildir.» Peşinen de; azaddan sonra da efendisinin bir şey ödemesi gerekmez.
Multekâ.
«Çünkü bu
efendinin aleyhine bir ikrardır.»
Yani cinayetin gerektirdiği ceza kendi
nefsi üzerine
değil,
efendisi üzerinedir. Zeylaî.
«Eğer müdebber
hatâen bir cinayet işlerse ilh...» Ummu'l-veled de onun gibidir.
«Efendisinden
onun kıymetini ödemekten kurtulmaz.»
Zira o kıymeti efendisinin tedbîr
dolayısıyla
ödemesi söz konusudur. Ve bu, ölümle dahi düşmez. Dürer.
«Kıymeti kadar çalışır ilh...» Çünkü
tedbîr, onun rakabesini vasîyettir.
Rakabe de ona teslim
edilmiştir.
Çünkü efendisinin ölümüyle azad
edilmîştir. Kâtile de bir şey vasiyet edilmez. O zaman
köleye
rakabesini reddetmek vacip olur.
Halbuki rakabesini reddetmekten de caizdir. O zaman
rakabenin bedeli olan kıymetini geri vermek lâzımdır.
Sâihâni şunu
zikretmiştir: «Hataen cinayette köle iki kıymet ödemek için çalışır. Çünkü
Makdisi'nin
Şerhi'nde
şöyle bir ifade vardır: ölüm hastalığında
kölesini azad etse sonra köle onu hataen
öldürse İmâm
Azam'a göre iki kıymet için çalışır. Bunların birisi
vasiyetin bozulması içindir. Çünkü
ölüm
hastalığında azad etme vasiyettir.
Kâtile vasiyet ise bâtıldır. Şu kadar var ki, azad vaki
olduktan sonra
bozulmaz. O zaman onun kıymetini
vermesi vacip olur. Sonra efendisini
öldürmek
sebebiyle bir
kıymet daha ödemesi gerekir. Çünkü çalışması talep
edilen köle imâm Azam'a göre
mükâtep
gibidir. Mükatebin ise efendisini öldürdüğü zaman diyet ve kıymetinden hangisi daha az
ise onu ödemesi gerekir.
Bu meselede de kıymeti diyetten daha azdır. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise
«Vasiyetin
geri vermesi için bir kıymet karşılığında çalışması gerekir ve âkılesi de diyeti öder çünkü
borçlu olan,
bir hürdür» demişlerdir.»
«Vârisi onu katleder veya onu kıymeti kadar çalıştırır.
Birincisi açıktır ki kasden öldürdüğü içîn
kısas edilir. İkincisine gelince yukarda zikredildiği gibi tedbir vasiyettir, Kâtile vasîyet de bâtıldır ilh.
Dürer. Allah en iyisini bilendir.
M E T İ N
Kölesinin
elini kesse sonra da bir kişi o
köleyi gasbetse, elinin yarası iyileşmeyerek ölümüne sebep
olsa, o zaman gâsıp eli kesik haldeki kıymetîni
tazminat olarak öder.
Eğer kölesinin elini, gâsıbın yanındayken kesmiş
olsa, köle de bu yaradan dolayı ölse,
gâsıp
bundan sorumlu
olmaz. Çünkü onu sahibi telef etmiştir.
Sahibi onun elini kesmek
suretiyle onu geri
almış gibi
olur.
Hacredilmîş bir köle, kendisî gibi bir köleyi gaspetse ve gaspettiği köle onun elinde ölse,
gaspeden
köle onun
tazminatını öder. Çünkü mahcûr olan köle, fiillerinden dolayı muâhaze edilir. Sözleri
sebebiyle
muaheze edilmesi ise, ancak azadından
sonradır.
Müdebber bir
köle. kendisini gasp edenin yanında
cinayet işlese. cinayetten sonra da gâsıp onu
efendisine geri
verse, sonra da efendisinin yanında başka bir cinayet
işlese; efendisi her iki
cinayetin velisine de
müdebbirin kıymetini yarı yarıya tazminat olarak öder. Efendisi
tazminat olarak
ödediği yarı
kıymeti dönüp gâsıbtan alır ve yarım
kıymeti birinci cinayetin velisine
verir. Çünkü
birinci
cinayetin sahibinin hakkı, ancak müzahiminin (miktarı onunla bölüşenin) var olması haline
bağlı olarak gerekmektedir.
Sonra da efendi, o yarım kıymeti gâsıba rücû ederek alır. Çünkü
ondan
gâsıbın
yanında iken işlemiş olduğu cinayet
sebebiyle (bu miktar) alınmıştır.
Bunun aksine,
köle evvela efendisinin yanında sonra da gâsıbın yanında cinayet,
işlese, o zaman
efendi ikinci kez tazminat ödemiş olduğu kıymetin yarısını
gâsıptan alamaz. Çünkü bîrinci cinayeti
efendisinin
eli altındayken işlemişti.
Mutlak köle bu
iki meselede de müdebbir gibidir.
Aradaki fark şudur: Efendi mutlak
kölede kölenin
nefsini
cinayetin velisine verebilir, müdebberde ise
yukarıda da geçtiği gibi yalnız kıymetini
verir.
Müdebber köle
kendisine gaspeden kîşinin yanında cinayet işlese, sonra gâsıp onu efendisine geri
verse,
arkasından o köleyi ikinci kez gasbetse ve köle onun yanında yine cinayet İşlese, efendisi
müdebberin
kıymetini her iki cinayetin velilerine tazminat olarak öder ve dönüp gâsıptan alır.
Çünkü her iki
cinayet
de onun yanında işlenmiştir.
Efendi aldığı
yarım kıymeti birinci cinayetin velisine
ikinci kez verir, ve bu yarım kıymeti de dönüp
gâsıbtan alır.
Ummu'l-veled
de bu meselelerin hepsinde müdebber gibidir.
Bir kişi, kendisini tanıtamayan hür bir çocuğu gasbetse, çocuk da o kişinin elinde aniden
veya
sıtma. ile ölse o kişi
tazminat ödemez. Buradan gâsıptan maksat velisinin izni olmadan çocukla bir
yere gitmektir.
Ama yıldırım
düşmesiyle veya yılan sokmasıyla ölse o zaman istihsanen gâsıbın âkil esinin
diyetini
ödemesi istihsanen vacip olur. Çünkü onu yıldırım düşen
veya yılanların bulunduğu yere
götürmekle
ölümüne sebep olmuştur. Hatta çocuğu sıtmalı veya
hastalıklı bir yere götürmüş olsa
ve çocuk da
ölse yine onun karşılığında tazminat
öder. Yani âkilesi üzerine diyet
vermek vacip olur.
Çünkü onun
katline sebep olmuştur. Hidâye ve diğerleri..
Ben derim ki: Şu husus zikredilmemiştir Eğer hür bir
büyüyü bu zikredilen yerlere zorla
götürmüş
olsa bakılır; eğer
bağlı olarak götürdüyse ve ondan kurtulması da mümkün olmazsa; götüren odam
tazminat öder.
Eğer kendisini götüren adama kendini korumak için engel
olmadıysa o zaman
götüren kişi
tazminat ödemez. Çünkü kendi kusuru ile ölmüştür. Bu meselede çocuğun
hükmü de
bağlı olan
büyük gibidir. İnâye.
İ Z A H
Burada «diğerleri»nden
murat müdebber ve sabîdir. Burada kastedilen onların gasp etme ve edilme
hallerindeki cinayetlerinin hükmüdür.
İtkâni
demiştir ki: Musannıf, kölenin ve müdebberin cinayetini zikrettiği
için onların gasp edildikleri
haldeki cinayetlerinin
hükmünü de zikretti. Sonra da sözünü uzatarak çocuğun gaspının beyanına
getirdi.
«Kölesinin elini kesse
ilh...» Eğer elini kesen yabancı ise, dilerse onu kısas ettirir, dilerse de
gasıba
eli kesik haldeki
kıymetinin tazminatını ödetir.
Eğer elini hatâ en kesmişse, sahibi dilerse elini kesenin
âkilesinden onun sağlam haldeki kıymetini
alır ve âkile
de eli kesik haldeki kıymetini
dönüp gâsıptan alırlar veya dilerse eli kesik
haldeki
kıymetinin
tazminatını gâsıba ödetir; diğer
kısmını da kesin âkilesinden alır. Makdisi'deki Fer'i
Meseleler'den bu şekilde anlaşılmıştır. Saihânî.
«O zaman gâsıp eli kesik
haldeki kıymetinin tazminatını öder.»
Zira efendisi kendi yanındayken elini
kesmekle kıymetini noksanlaştırmıştır. Zeylai.
«Onu geri almış gibi olur.» Çünkü elini kesmesi
onun üzerindeki hâkimiyetini
göstermektedir.
Gâsıp da onun
tazminâtından beri olur. Çünkü onun
mülkiyeti efendisinin eline
geçmiştir. Zeylaî.
«Zira mahcup
olan köle, fiillerinden dolayı muâheze edilir.» Yani kölelik halindeki...
İnaye.
Hatta
gasbettiği beyyine ile sabit olursa elinde ölen kölenin kıymetini ödemek için satılır. Dürer.
«Sözleri sebebiyle
muaheze edilmesi ise ilh...»
Yani söylediği bir sözden dolayı
bir mal vermesi
gerekirse kölelik halinde bununla muâhâze
edilmez. Ancak hürriyetine
kovuştuktan sonra muâhaze
edilir. Ama
hadd ve kısası gerektiren bir şey söylerse, fiillerde olduğu gibi; o
anda muâhaze edilir.
Bu İnâye'de ifade edilmiştir. Ama ticaretle izinli bir köle bize göre sözleriyle
de muâhaze edilir.
Mi'râc.
«Efendisi her iki cinayetin velisine de müdebberin
kıymetinin tazminatını öder. ilh...»
Çünkü
müdebberin
cinayetinin gerektirdiği, -cinayetleri çok da olsa birtek kıymettir.
O kıymeti vermek de
efendiye vaciptir. Zira efendi geçmişte yapmış olduğu tedbîr ile, kölenin nefsini cinayet karşılığında
vermeğe manî
olduğu gibi; onun bedelini vermeyi de tercih etmek imkânına sahip
değildir. Zeylai.
Uygun olan, kölenin kıymetinin verilmesinin
vacip oluşu, kıymeti erşinden az olduğu zaman
olmasıdır. Zira
müdebberin cinayetinin hükmü, müdebberin kıymeti ile cinayet erşinden hangisi
daha az ise efendinin onu vermesidir. İtkânî.
«Efendisi
tazminat olarak ödediği yarım kıymeti
dönüp gâsıbdan alır.»
Zira, kıymeti
iki cinayetten dolayı ödemiştir. Bu kıymetin
yarısı, müdebberin, gâsıbın yanında
olması sebebiyledir.
Diğer yarısı da kendi yanında bulunması sebebiyledir. O zaman efendi, gâsıb
cihetinden
kendisine düşen tazminat dolayısıyla
gâsıbdan ödediği fazlalığı ister.
Böylelikle sanki
kölenin yarısı
hiç geri almamış gibi olur. Zeylai.
«Ve yarım kıymeti birinci cinayetin velisine
verir.» Yani gâsıptan alınan yarımı...
Bu İkinci veriş
konusunda,
İmâm Muhammed muhalefet etmiştir.
«Zira birinci cinayetin sahibinin hakkı ancak ilh...»
Burada uygun olan İfade «ikincisinin değil,
çünkü ikinci cinayetin sahibinin hakkı ilh...» demesiydi. Nitekim ibn Kemâl de böyle
ifade etmiştir;
yani «İkinci cinayetin velinin hakkı»
demiştir.
İnaye'de denilmiştir ki: İmameyn'in delili şudur: Birinci cinayetin velisinin hakkı kıymetin
hepsinde
idi. Çünkü o
cinayeti işlerken hiç kimse ona müzâhim değildi. (Yani onunla birlikte kimse ayrıca bir
hak iddia
etmiyordu.) Onun hakkı ancak ikinci cinayetin
araya girmesiyle noksanlaşmıştır. O
zaman
mâlikin elinde müdebber kölenin bedelinden bir şey fâriğ olursa (hak sahibi bulunmaksızın
artarsa)
onu birinci
cinayetin sahibi, hakkını tamamlamak için alır.
İnâye'deki bu hükmün geçen: «müdebberin işlemiş olduğu cinayet, ancak bir kıymet
gerektirir»
hükmüne aykırı
olduğu söylenmiştir. Burada ise bir
kıymet ve
yarım kıymet icap ettiriyor. Bu itiraza
şöyle cevap verilmiştir: Müdebberin cinayetinin
ancak bir kıymet icap ettirmesi,
müdebbberin
cinayetlerinin
bir şahsın yanında birden fazla olduğu zamanda
söz konusudur. Buradaki ise
bundan
farklıdır. Düşün.
«Sonra da efendi o yarım
kıymeti dönüp gâsıbdan alır.» Onu
kimseye veremez. Çünkü her iki
cinayetin velilerine
hakları tamamen ulaşmıştır İtkâni.
«Çünkü birinci
cînayeti efendisinin elindeyken
işlemişti» Malikin ikinci kez vermesi ancak onun
yanında işlenen cinayet nedeniyledir. O zaman hiç kimseye
rücû edemez. Ama birinci mesele
bunun
hilâfınadır. Çünkü onu gâsıbın yanında işlemiş olduğu cinayet nedeniyle
vermektedir Bunun
için de ona rücû
eder. Bunu Zeylaî söylemîştir.
«Mutlak köle
bu iki meselede de ilh... Yani yukarda geçen müdebber örneği mutlak
köleden
kaçınmak için değildir. Ummu'I-veIedin müdebber köle gibi olduğu ise ileride gelecektir.
«Köle nefsini
verebilir ilh...» Çünkü mutlak kölenin bir mülkiyetten değerine nakit mümkündür.
Müdebber ise
bunun hilâfınadır. Zâhîr olan şudur: Bu ifadenin muradı efendinin iki cinayetin
velilerine
kölenin bedelini vermekle köleyi
vermek arasında muhayyer
olmasıdır. Düşün... Sonra,
eğer köleyi
verirse o zaman onun kıymetinin yarısını
dönüp gâsıptan alır.
«Sonra o köleyi
ikinci kez gâspetse ilh...» Yani onu birinci gâsıp, ikinci
kere gâspetse.
«Efendisi
müdebberin kıymetini her iki cinayetîn velilerine
tazminat olarak öder.» Yani her
iki
cinayetin velilerine...
Çünkü tedbîr etmekte onun şahsının
verilmesine mani olmuştur. Nitekim
yukarda geçti.
«Çünkü her iki
cinayet de ilh...» Yani her iki cinayet de gâsıbın yanında iken işlenmiştir.
Ama geçen
bunun
hilâfınadır. Zira, geçen meselede cinayetlerin birîni işlerken efendilerinin yanındaydı.
Bundan dolayı da efendisi kıymetin yarısını
dönüp gâsıbdan alır.
«Ve bu yarım
kıymeti dönüp alır ilh...» Yani birinci cinayetin velisine
ikinci kez ödediği kıymetin
yarısını dönüp
gâsıptan alır.
«Ummu'l-veled
bu meselelerin hepsînde ilh...»Yani zikredilen hükümlerin hepsinde
müdebber
gibidir. Çünkü
efendi tarafından cinayet karşılığında
verilmeye mani oluşta her ikisi de
müşterektirler. Durer.
«Kendisini
tanıtamayan ilh...» Çünkü eğer
kendini tanıtabilse; meramını anlatabilse,, o zaman dili
ile karşılık verebilir. O taktirde de hükmen gâsıbın hâkimiyeti sâbit olmaz. Burhân'dan naklen
Şurunbulâliye'de de böyledir. Bunun
benzeri Kifaye, Kuhistânî ve bunlardan başka
kitaplarda vardır.
Mîrâc'da şöyle
denilmektedir: «Şu kadar var ki mükâteple sâbi arasındaki gelecek fark, burada
sabîden
muradın mutlak sabî olduğuna işâret eder. Zira velisinin evlendireceği sabî
bununla
kayıtlanamaz.
Bu bahis Kâfi'de zikredilmiştir.» Özetle.
«Burada
gasptan murat, ilh...» O zaman burada gasp müşâkelet (benzerlik)
yoluyla zikredilmiştir.
Müşâkelet ise: Bir şeyin kendi lafzından başka bir lafızla
zikredilmesidir. Çünkü o şey.
o başka
lafızla vâki
olmuştur. İnâye.
«Yıldırım
düşmesiyle ilh...» Yani gökten düşen
bir ateş veya Kâmûs'ta da olduğu
gibi/helâk edici
her azap... O zaman bu kelime, şiddetli sıcağı, şiddetli soğuğu ve suda boğulmayı; Hâniye'de ve
diğer
kitaplarda olduğu gibi, yüksek bir yerden düşmeyi de kapsar. Kuhistânî.
«Tazminat
ödemez.» Zira o yerlerin değişmesi ile değişmez. Hidâye.
«İstihsanen ilh...» Kıyasa göre mutlak olarak tazminat söz konusu değîldir. Çünkü hürün gasbı
tahakkuk etmez. Görülmüyor mu ki; eğer küçük bir mükâtep olsa zâmin olmaz; halbuki kazanç
sahibi olması bakımından hür olmakla birlikte; ödememesi daha evlâdır.
Bunun cevabı
şudur: Tazminat gasp ile değil, telef olmaya sebep olma yoluyladır. Gâsıp velinin
korumasını
ortadan kaldırdığı için itlâf ona izâfe edilir. Mükâtebe gelince,
onun herşeyi -küçük de
olsa- kendi elindedir. Bundan dolayı da mükâtebi kimse evlendiremez. O zaman mükâtep büyük bir
hür gibi olur.
Çocuğa gelince, o velinin elindedir.
Bundan dolayı da velisi onu evlendirebilir. Hidâye
ve Kifâye'den.
«Sıtmalı veya
hastalıklı bir yere ilh...» Yani o yer onlara mahsus bir yer olsa... O zaman bulaşma
sebebiyle
tazminat gerekmez. Çünkü bunu söylemek bâtıldır. Zira hava Allah'ın
yaratması ile
insanlarda ve
diğerlerinde gıda gibi müessirdir. Bezzâziye.
«Bu zikredilen yerlere ilh...» Yani
ölümün çok olduğu yerler...
«Zâmin olur
ilh...» Çünkü gasp olunan kendisine karşı yapılan işlerden kendini
korumaktan âcizdir.
İnâye.
Eğer gâsıp bu
işi mükâtebe karşı yaparsa yine zâmin
olur. Zeylâî'nin zikrettiği
gibi...
«Bu meselede çocuğun hükmü de bağlı olan büyük gibidir.» ifadede daha uygun
olan: «Eli bağlı bir
büyüğün hükmü çocuğun ki gibidir» denilmesiydi. Zira çocuk meselesi
metinlerde nass olarak
zikredilmiştir. Büyüğün
meselesini ise şârihler İmâm Mahbûbî'den naklen zikretmişlerdir.
Ebu's-Suud
Hâşiyesi'nde şöyle denilmîştir: Eli bağlı
büyüğün hükmünü Allâme Makdisî fukahânın
şu sözünden
dolayı anlaşılmaz görmüştür: «Birisi
bir şahsı yakalayıp bağlasa, dışarı atsa ve yırtıcı
bir hayvan da onu yese, onu yakalayıp bağlayan kişi üzerinde ne
diyet ne de kısas vardır. Şu kadar
var ki tazir
edilir ve ölünceye kadar hapsedilir.»
İmâm Azam'dan onun diyet vermesi gerektiği rivâyet edilmiştir.
Birisi bir çocuğun elini ayağını sararak bağlasa ve onu ölünceye kadar güneşe veya soğuğa terk
etse, âkilesinin diyet ödemesi gerekir. Hâfıziye'de de böyledir. Düşünülsün...
Bağlı hür
büyükte tazminatın gerekmesi bu rivâyet hakkında olabilir.
Bunun benzeri
Remli Hâşiyesinde de mevcuttur. Yukarıdaki anlaşılmaz olarak görülme,
Mirâc
sahibinin
ifadesidir. Zira o şöyle
demiştir:
«Bu rivayet üzerine şu mesele anlaşılamaz olur: Birisi bir kişiyi hapsetse, o da hapiste açlıktan
ölse, onu hapseden
adam tazminat ödemez. Halbuki ölen kişi, hapseden adamın eyleminden
kendini korumaktan
âcizdi.»
Ben derim ki: Çocuk meselesi
istihsâna göredir. Fukaha da büyüğü çocuğa ilhak etmişlerdir. O
zaman o da istihsânın hükmüne girer. Bunun üzerine îrad edilen meseledeki
anlaşılamazlık da
kıyasa göre
fer'î bir mesele olarak ele alınır.
İstihsân da kıyasa tercih edilir. Bu
rivayet de istihsâna
uygundur. Hatta istihsana uygunluğu nedeniyle kıyasa tercih edileceği de iddia edilir.
Ama bir kişi birisini hapsetse, hapsedilen kişi de açlıktan ölse, hapseden kişinin
zâmin olmaması
İmâmın
görüşüdür. Cinayetler bahsinin başında
fetvânın İmâmın bu sözü üzerine olduğunu
önceden
belirtmiştik.
O zaman aradaki fark şudur: Açlık ve
susuzluk insanın devamlı ihtiyaçlarındandır. O taktirde bunlar
câniye izafe
edilmezler. Ama bu fiiller böyle değildir. Öyleyse bunlar, bizim
meselemizde anlaşılmaz
mesele olmazlar. Metin ve şerhlerde olanla amel edildiğini de
biliyorsun. Bu araştırmayı kendine
ganimet bil.
M E T İ N
Eğer bir
çocuğu gaspetse ve gaspettiği çocuk da kaybolsa, gaspeden adam çocuk gelinceye veya
ölümü
öğrenilinceye kadar hapsedilir.
Haniye.
Nitekim birisi,
bir adamın karısını aldatıp
kocasından ayrı yere götürse: karı-kocayı da
birbirlerinden
böylece ayırsa; o zaman kadını aldatan
kişi, kişi tekrar kocasına
dönene veya
ölünceye kadar
hapsedilir.
Birisi bir
sünnetçiye bir çocuğun sünnet edilmesini
emretse, sünnetçi de sünnet ederken
haşafesini kesse ve çocuk bunun yarasından dolayı ölse
sünnetçinin âkilesi diyetin yarısını öder.
Eğer çocuk ölmezse sünnetçinin akilesi çocuğun
diyetinin tamamını verir.
Bu mesele ücretinin tazminatı bahsinde geçti. Muâyatu'l-Vehbaniye'de nazım olarak da şöyle
geçmektedir:
Kendisine karşı cinayet işlediği adam, öldüğünde yarım diyet veren kişi, ölmediği zaman ne verir?
Bu cânî kimdir?
Birisi bir çocuğu bir hayvana bindirse ve: «Bunu
benim yerime tut!» dese, çocuk hayvanı
sürmediği
halde düşse ve ölse, çocuğun diyeti onu bindirenin
âkilesi üzerinedir. İster bu çocuk. emsal o
hayvana binebilenlerden olsun, isterse olmasın... Bu bahsin tamamı
Hâniye'dedir.
Bir köle bir çocuğa emânet edilse ve çocuk emanet
edilen köleyi öldürse çocuğun âkilesi
onun
kıymetini
öder.
Eğer ticaretle izinli olmadığı halde ve velisinin de izni olmadan yiyecek emanet edilse; çocuk
da o
yiyeceği yese zâmin olmaz. Çünkü çocuğu yiyeceğe
kendisi musallat etmiştir.
Ebû Yûsuf ve
Şâfiî ise zâmin olacağını
söylemişlerdir.
Yine mahcur
bir köleye bir mal emanet edilse ve o da onu helâk etse azad edildikten sonra onun
tazminatını
öder. Ebû Yûsuf ye İmâm Şafiî'ye göre ise onun tazminatını hemen öder.
Eğer bu mal âriyet
veya borç verilmiş de olsa hüküm yine ihtilâflıdır. Yani Imâm-ı Azam
ile İmâm
Muhammed'e
göre azadından sonra, İmâm Şafıî'ye göre ise hemen tazminat öder.
Eğer o yiyecek velisinin izniyle veya ticaretle izinli olduğu halde emanet
edilse fukahanın icmasıyla
tazminat öder.
Nitekim çocuk başka birinin malını emanet edilmediği halde
helâk etse hemen
tazminatını
öder.
Ben derim ki: Bu hükümler çocuk âkil olduğu zaman böyledir. Aksi halde fukahânın icmaı ile zamin
olmaz. Bu
bahsin tamamı İnâye, Şilbî'den naklen Şurunbulâliye ve Miskin'dedir.
Mültekâ, Hidaye ve
Zeylaî'de olan hüküm ise bunun hilâfınadır.
Hıfzedilsin...
İ Z A H
«Karı-kocayı
da böylece birbirlerinden ayırsa ilh...» Yani vücutlarıyla ayrılsalar...
Rahmetî. Kocası
yerini bilemeyecek
şeklide ayrılsalar... Ve zâhire göre akrabaları da kendisi gibi kadının nerede
olduğunu
bilmese. T.
«Veya ölünceye kadar
ilh...» Yani geçen meselede olduğu gibi ölümünü öğreninceye kadar.
«Sünnetçinin
âkilesi diyetin yarısını öder ilh.» Yani eğer hür ise.
Eğer köle ise o zaman âkile
kıymetin yarısını veya tamamını öder. Çünkü
ölüm iki fiil ile meydana gelmiştir:
bunlardan biri izin
verilerek
yapılmıştır ki bu kabuğun kesilmesidir. Diğeri ise izin verilmeden yapılmıştır
ki, bu da
haşefenin kesilmesidir.
O zaman tazminatın yarısını vermesi gerekir. Ama çocuk iyileşirse derinin
kesilmesi -ki buna izin verilmiştir- sanki hiç kesilmemiş gibi kabul edilir. Haşefenin kesilmesinin İse
-ki buna izin
verilmemiştir- tam olarak tazminatını vermesi gerekir. Bu da diyettir. Minah.
Minah bu meseleyi Hâniye ve Sirâciye'ye
atfetmiştir, Ayrıca büyük âlim Tarsûsî'nin sorulu
cevaplı
nazmını da
zikretmiştir.
«Ölmediği zaman ne verir? ilh...» Beytin manası şudur: Ölmediği zaman vermesi vacip olan şeyin
yarısını,
öldüğü zaman verir.
«Çocuk hayvanı sürmediği halde ilh...» Ama eğer sürerse, hatta bu sürmesiyle
hayvanı sağa-sola
çevirirse, o
zaman bindiren adamın sebebiyeti bu yeni fiille yani çocuğun sürüşüyle ortadan
kalkmış oldu. Câmiu'l-Fusûleyn.
«Bu bahsin
tamamı Hâniyede'dir.» Hâniye'nin ibaresi Minah'ta zikredilmiştir.
«Çocuk emanet edilen köleyi öldürse ilh...» Ama
eğer çocuk köleye karşı nefisten aşağı bir cinayet
işlerse, erşi fukahânın icmâı ile çocuğun
malından verilir. İtkâni.
«Çocuğun âkilesi
onun kıymetin! tazmin eder.» Bu, meselenin başındaki
teşbihli ifadenîn tasrîhidir.
Şu kadar var
ki, yukarda teşbih edilen meselede tazmîn olunacak şey diyettir. Bu meselede
ise
kıymettir. Hidâye'de bu bahiste diyet ifadesi
kullanılmıştır; çünkü daha önce geçen «kölenin
diyeti
kıymetidîr»
görüşünü kabul etmiştir.
«Yiyecek emanet
edilse ilh...» Yani örnek olarak...
Durru Münetkâ.
«Velisinin îzni olmadan ilh...» Musannıf bunun zıddını ileride
zikredecektir.
«Çünkü çocuğu
yiyeceğe kendisi musallat etmiştir.»
Yani sahibinin başkasını yiyeceğini
helâk
etmekten
koruması mümkündü. Çünkü onu korumak sahibinin hakkıdır. Ama memlûk (köle) olan
insan, bunun
hilâfınadır. Çünkü kendisini koruması efendisi için değil, kendisi
içindir. Bundan
dolayı köle kan
hakkı hususunda asıl hürriyeti üzerine
kalır. Efendisi onu helâk etme velâyetine
sahip
değildir. O zaman başka bir şeyi de ondan korumaya malik değildir. Bu Şurunbulâliye'de
ifade edilmiştir.
«Zamin olacağını ilh...» Yani hemen...
«Ve yine
mahcûr bîr köleye bir mal emanet
edilse ilh...» O da efendisinin izni olmadan
kabul etse...
Ama ticareti izinli olsa veya mahcûr olduğu halde o
emaneti efendisinin izniyle kabul etmiş
olsa ve
helâk etse, hemen tazminat ödemez; imameyne göre eğer akil ve bâliğ İse azaddan
sonra tazmin
eder. Ebû
Yûsuf'a göre ise hemen tazminat öder.
Eğer köleye
emanet edilen şey, bir köle ise ve
emanet edildiği köleyi öldürse veya ona karşı
nefisten aşağı
bir cinayet işlese, icmâen efendisine cinayetin karşılığında o köleyi veya
bedelini
vermesi
emredilir. İtkâni.
«Hüküm yine
hilafınadır ilh...» Fahru'l-İslâm demiştir
ki: «İhtilâf, emanet verme, iâre,
karz, satış ve
tek bir teslim yolu olan şeydedir.» İtkânî.
«Eğer
velisinin izniyle ilh...» Yani eğer o
yiyecek
ona velisinin izniyle emanet edilirse veya o
ticaretle izinli
ise hemen tazminat öder. Bu geçen:
«Velisinin izni olmadan ilh...» sözünün dışında
kalır.
«Emanet edilmediği halde ilh...» Yani emanete
benzer bîr şey ile de teslim
edilmediğî halde...
«Hemen tazmin
eder» Çünkü köle fiilleri dolayısıyla sorumlu tutulur. Dürer.
«Multekâ'da olan
hüküm ise bunun hilâfınadır ilh...» Yani Multekâ, Hidâye ve Zeylaî'de olan hüküm
şudur: «Akil
olmayan çocuk, icmâ île tazminat
öder.»
İnâye ve diğer kitaplarda zikredildiğine göre bu Fahru'l-islâm'ın
görüşüdür. Bu da Cami'in şerhi'nde
zikredilmiştir. Cami'in Fahru'l-İslâm dışındaki şârihleri, icmâen zâmin olmadığını zikretmişlerdir.
T.
demiştir ki: «O zaman
mezhep ehli için iki yol ortaya çıkar.»
BİR EK:
Bir çocuk damdan
düşse veya suya düşse ve ölse bakılır: Eğer o çocuk kendisini
koruyabilenlerden ise, anne ve babası
üzerine hiçbir şey yoktur.
Aksi halde ebeveynin himayesinde
bulunuyorsa; keffâret
vermeleri gerekir. Eğer bunlardan birinin himayesinde ise keffâret onun
üzerinedir.
Nusayr'dan bu şekilde rivayet edilmiştir. Ebû Kasım'dan rivâyet edilene göre ise;
ebeveyne tevbe ve istiğfârdan başka bir şey
yoktur.
Ebu'l-Leys'in tercihi de şudur: Ebeveynin herhangi birisi üzerinde keffâret
yoktur. Keffâret ancak
bunlardan
birisinin elinden düştüğü zaman vardır.
Fetvâ da bu görüşe göredir. Zahiriye.
Allah teâlâ
en iyisini
bilendir.
|