DİYETLER BAHSİ 1
BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA
FASLI 1
CENİN
FASLI 1
YOLDA VE ÂMMEYE
AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK. 1
YIKILMAYA
YÜZ TUTAN DUVAR FASLI 1
HAYVANIN
CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI
İŞLENEN CİNAYET. 1
KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET. 1
MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI 1
M E T İ N
Diyet; ıstılahta: cana bedel olan malın
adıdır. Mef'ûlün masdarla isimlendirilmesi
değildir. Çünkü bu
ıstılah halini
alan kelimelerdendir.
Erş de: Organlara karşı işlenen
cinayetlerden dolayı îcab eden bedelin adıdır.
Amde benzeyen
öldürmedeki diyet yüz devedir. Bunun
dörtte biri iki yaşına, dörtte biri üç yaşına,
dörtte biri
dört yaşına, dörtte biri de beş yaşına girmiş olan dişi develerden verilir. Amde benzeyen
öldürmede, başkası
değil sadece diyeti muğallaza verilîr .
Diyet-i muğallaza sadece deve ile ödenebilir,
(Mütercim)
Hatâen öldürme
halindeki diyette yüz deve -beşte birer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına
giren erkek deve de vardır- veya bin dinar altın
yahut ta on bin dirhem gümüştür. İmâm
Şâfiî'ye göre
gümüşten
olduğu takdirde) on iki bin dirhem
ödenir.
Ebû Yûsuf ve
Muhammed ise yukarıdakilerin yanı sıra ikî yüz sığır, yahut iki bin koyun ya da iki yüz
elbise
verilebileceğini söylerler. Her bir
elbise de bir izar ve bir ridâ (belden aşağı ve belden
yukarıyı örten
ikî ayrı kumaştan ibârettir. Tercih edilen görüş budur.
İ Z A H
Müellif kısası diyetten
önce işledi. Çünkü cinâyette asıl cezâ odur. Ayrıca, hayat ve canları
korumada kısas daha
etkilidir. Diyet ise kısasın
halefi gibidir. Bu yüzden diyet hatâ
ve benzeri bazı
ârızî hallerde gerekli olur. Mi'râc.
«Diyet ıstılahta ilh...» Lügatta: «Kâtil,
maktûlün velisine cana karşılık mal verdi» manâsına denildiği
zaman «mal verdi» sözcüğünün karşılığı olan kelimenin
masdarıdır.
«Cana bedel olan ilh...» İtkâni bu cümleye «ve organa bedel..» ibâresini ilâve etmiştir.
«Mef'ulün
masdarla isimlendirilmesi değil ilh...» Zeylâî ve diğer bâzı âlimleri reddederek İbn Kemâl
de şöyle
demiştir.
Meselenin özü
şudur: Bu, lügatta mecaz, ıstılâhta ise hakikattir. mıitekim,
bir kelimenin ifâde ettiği
manada kullanılmasına da nahivciler böyle
derler. Maksat ıstılahtaki hakikî manâyı ifade etmektir.
Hakikatlerde de asıl
aranmaz. Onun, mef'ûlün masdar
manâsıyla isimlendirilmesi olduğu şeklindeki
görüş, mecâzî olan lûgat manâsının beyânıdır.
«Erş: Organlara karşı işlenen cinâyetlerden
dolayı îcâbeden bedelin adıdır.» Bu tabir bâzen can
bedeli ve
bilirkişinin takdir edeceği ceza,karşılığında
da kullanılır. Kuhistâni.
«Amde benzeyen öldürmede başkası değil, sadece diyeti muğallaza ilh...»
Metinlerin bu konudaki
ibâreleri farklı manalar ifade etmektedir.
Hidâye, İhtîyâr, Kenz ve Mültekâ'nın
ibârelerinin zahirine
göre; amde benzeyen öldürmedeki diyet, ancak deveden olabilir. Musannıfın buradaki ibâresinin,
zâhiri de bunu
ifâde etmektedir. Buna göre; kâtilin seçme
hakkı olmadığı için, diyetteki
tağlîz
ağırlaştırma açıktır.
Vikâye, Islâh,
Ğurer ve diğer bâzı eserlerdeki ifadelerden ise amde benzeyen
öldürmedeki diyetin
deveden başka
mallarla da ödenebileceği anlaşılmaktadır.
Kudûrî
metninde ise bu; şu ifâdelerle açıkça
belirtilmektedir: «Tağlîz (diyeti
ağırlaştırma) ancak
deve ile sabit
olur. Şayet hakim deveden başka
bir şeyle hükmederse bu, diyeti muğalaza olmaz.»
Bu ifâdeye göre diyetteki tağlîzin manâsı şudur: Eğer diyet deveden verilirse
yukarı da
sayılanlardan
dörtte birer oranda verilir. Hatâ ile
öldürmede ise böyle değildir. O takdirde beşte
birer oranla
ödenir.
Mecma' da : «Amde
benzeyen öldürmedeki diyet, devede
ağırlaştırılır» denilmektedir.
Mecma' Şârihi: «şayet deveden başka bir diyete hükmedilirse bu muğallaza olmaz» demiştir.
Dürerü'l-Bihâr'da, bunun şerhi olan
Ğurerul'-Efkâr'da da böyledir. Ğâyetul'l-Beyân'ın
Cinâyetler
Bahsinde şöyle
denilmektedir: «Amde benzeyen öldürmede şayet diyetin deveden ödenmesine
hükmedilmişse, devede ağırlaştırılır. Âma
deveden başka birşeyi hükmedilmişse
diyet
ağırlaştırılmaz.»
Cevhere'de de:
«(Eğer diyetin gümüşle ödenmesine
hükmedilmişse on bin dirhemden, altınla
hükmedilmişse bin dinardan fazla verilmez.» denilir,
Dureru'l-Bihâr'da ise şu ifâdeler yer almaktadır: «Amde benzeyen ve hatâen olan öldürmedeki
diyetin bir dinar olduğundan İmâmlar müttefiktirler.»
Bu ibâreler, amde benzeyen öldürmedeki diyetin deveye
mahsus olmadığını açıkça belirtmektedir.
Tahtâvî şöyle der:
«Zeylaî konunun baş tarafında, amde benzeyen öldürmede diyetin ancak
deveden
muğallaza (ağırlaştırılmış) suretiyle
âkıle tarafından her sene yüz devenin
üçte biri olmak
üzere üç senede ödeneceğini söylemiştir. Şurunbulâliyye'de
de: Şayet gerekli olan diyet deveye
mahsus olmasaydı,
tağliz için bir faide olmazdı. Çünkü katil daha hafif olanı seçer ve
tağlizin
hikmeti
ortadan kalkar sözleri ile bu görüşü tercih etmiştir.»
Ben derim ki: Tahtâvî'nin Zeylaî'den naklettiklerini
ben kendi nüshamda göremedim. Ona baş
vurulsun. Bu
ifâdelerin varlığı Farzedilirse; konu
ile ilgili iki rivâyetin
olduğu açıktır. Allah Teâla en
iyisini bilir.
«Beşte bîrer oranla yukarıdakilere ilâveten iki
yaşına giren erkek deve ilh...» Yani geçen dört nevî
ile, iki yaşına
giren deveden, her birinden yirmî tane
olmak üzere yüz deve alınır.
«Ebû Yûsuf ve
Muhammed yukarıdakilerin yanı
sıra ilh...» Yani geçen üç çeşidin yanısıra -ki onlar
deve, altın,
gümüş, sığır v.s. dir- Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre bu diyet altı çeşit, İmâm Ebû
Hanîfe'ye göre
de üç çeşit maldan alınır.
Dürrül'l-Muntekâ'da şöyle denilmektedir:
«Sığır sahiplerinden sığır; elbise ile uğraşanlardan elbîse,
koyunculuk yapanlardan koyun alınır. Her sığır ve elbîsenin kıymeti elli, her koyunun değeri de beş
dirhemdir.
Burhân'dan naklen Şurunbulâllyye'de böyle denilmektedir. Burhan'da; koyunların
iki
yaşında olması gerektiği eklenmiştir. «Kurban
edilebileceklerden olmalıdır» da denilmiştir. İmâm
Ebû Hanîfe'den
de Ebû Yûsuf iIe Muhammed'in dedikleri
rivâyet edilmiştir.
İhtilâfın
semeresi şu gibi durumlarda kendisîni gösterir:
Şayet
maktûlün velîsi kâtil ile iki yüz
sığırdan daha
fazlasına sulh yapsa; Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre câiz olmaz; İmâm A'zam'a
göre câiz
olur. Câiz oluş gerekçesi:
Sulhun diyet cinsinden olmayan bîr şey
üzerine yapılmış
olmasıdır.
Nitekim daha önce geçti.
Sahîh olan İmâm Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. Nitekim Muzmerût'ta da böyle denilmektedir.
Muzmerât
sahibi, her çeşidin aslı
olduğunu ifâde etmiştir. Âlimlerîmiz bu görüşle amel etmişlerdir. Ödenecek
diyetin cinsini tayin, rızâ veya hâkimin hükmüyledir. Hâkîmlerin ameli bu şekildedir.
Kuhistânî'nin
zikrettiğine
göre tâyin hakkının kâtile ait olduğu
da söylenmiştir. Meselenin tamamı
Minah'tadır.
M E T İ N
Amde benzeyen ve hatâen öldürmenin keffâreti mü'min bir
köleyi âzâd etmektir. Eğer kâtilin buna
gücü yetmezse peşi peşine iki ay oruç
tutar. Bunlarda fakir doyurma yoktur.
Çünkü onunla ilgili
nass yoktur.
Mikdarlar nakille bilinir.
Ana babasından
birisi müslüman olan süt emen çocuğu azat etmek caizdir.
Çünkü o, müslüman
olan ebeveynine tebean müslüman hükmündedir. Cenîn ise caiz olmaz.
Can ve organ
diyetinde, kadının diyeti erkeğin
diyetinin yarısıdır. Bu, Hz. Ali'den
hem mevkûf hem
de merfû olarak
rivâyet edilmiştir. Diyet konusunda Zımmî, müçte'men ve müslüman eşittir. Şâfiî
farklı
görüştedir.
Cevhere'de;
Müste'men için diyetin icabetmediği sahih görülmüştür. Şurunbulâliyye'de de bu kabûl
edilmiştir.
İhtiyar'da ise müstemenin de öbürleri
ile eşit olduğu kesin olarak
belirtilmiştir. Zeylaî de
bunu sahih
saymıştır.
İ Z A H
«Mü'min bir
köle azâd etmektir ilh...» Yâni tam köle olan bir köle. Şaşı
bir köle yeterlidir. Kör olan
ise kâfi değildir. Dürrü Müntekâ.
«Mü'min bir
köle ilh...» Diğer keffâretler ise böyle değildir. Bu konuda nass vârid olduğu için
kölenin mü'min
olması gerekir. Her ne kadar nass hataen öldürme
hakkında ise de amde benzeyen
öldürme hata
manâsında olduğu için, onun hakkında da hata hükmü sabit olmuştur. İtkânî.
«Eğer buna
gücü yetmezse ilh...» Yani, vücub vaktinde değil, edâ vaktinde gücü yetmezse.
Kuhistânî.
«Bunlarda
fakir doyurma yoktur.» Diğer keffâretlerde ise, fakir doyurma vardır.
«Süt emen çocuğu âzâd câizdir ilh...» Yani ondan sonra,
organlarının selâmeti görününceye kadar
yaşarsa. Ama
çocuk bundan önce ölürse onunla keffâret ödenmez. İtkâni.
«Cenin ise câiz olmaz.» Çünkü onun hayâtı ve
selâmeti bilinmemektedir. Üstelik cenin bir uzuvdur,
mutlak olan nassın
kapsamına girmez. Zeylaî.
«Kadının diyet
ilh...» Kadının hatâen öldürülmesi
durumunda beş bin, elinîn kesilmesinde de iki bin
beş yüz dirhem
verilir. Bu, hakkında belirli bir diyet bulunan konulardadır. Ama hakkında
bilirkişinin
tayin edeceği bîr cezâ gereken konularda ise; bir görüşe göre
diyeti belli olan suçlardaki
gibi uygulanır, (kadına erkeğin yarısı); diğer bir görüşe
göre ise erkekle kadın eşit tutulur.
Zâhîriyye'de de böyle
denilmektedir.
Hakkında ğurre
îcabeden cenîn konusu itiraz olarak öne sürülemez. Çünkü o ileride
geleceği üzere
istisnâî bir meseledir. Dürrü
Müntekâ.
Tatarhâniyye'de Tavâvîsî Şerhi'nden naklen şöyle
denilmektedir: «Hakkında muayyen bir mikdar
belirtilmeyen
konularda, âlimlerimize göre kadınla erkek
eşittir.»
BİR UYARI:
Eşbah'ın,
Hunsâ'nın hükümleri bahsinde şöyle denilmektedir: «Kasden bile olsa ve kesen kadında
olsa, hunsâ'nın elini kesene kısâs îcâbetmez. Hunsâ eğer başka birinin elini kasden keserse,
eli
kesilmez. Elin diyeti hunsânın âkılesine düşer.»
Şâyet hunsâ,
hatâen öldürülürse kadının diyeti ödenir. kalanında ise durumu açığa
kavuşuncaya
kadar bekletilir. Organlarda da durum aynıdır. Hunsâ (köle ise) keffâret olarak azad
edilmesi câizdir.
«Şâfiî farklı görüştedir.» Çünkü o: Yahudî ve hıristiyanın diyeti dört bin, mecûsînin diyeti de sekiz
yüz dirhemdir»
demektedir. Hidâye.
«Cevhere'de
sahih görülmüştür.» Cevhere sâbi,
Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «Müstemen
için diyet yoktur, bu sahihtir.» Bu söze; «Nihâye'deki, diyet konusundaki
eşitliğin, kısas
konusundaki
farklılığı açıklamaktır» denilerek itiraz edilmiştir.
Ben derim ki: Nihâye ve Gâyetü'l-Beyân'da böyle gördüm.
«Şurunbulâliyyede'de bu kabûl edilmiştir.» Bu
isnâd kabul edilemez. Çünkü o, Cevhere'nin mezkûr
tashîhini nakletmiş;
daha sonra da: «Zeylaî; rivâyet
ettiğimiz hadisten dolayı, sahih olan,
müste'menin
diyeti zimmî'nin diyeti gibidir, dedi»
demektedir.
Şurunbulâlî bu
sözü ile, Cevhere'nin tashihine karşı çıkmıştır.
Ben derim ki: Aemlî,
Zeylai ve diğerlerinin sahih gördüklerini
te'yîd etmiştir. Meselenin tashîhindeki
ihtilâf;
Cevhere sahibinin Nihâye'den naklettiğinin sübûtundan sonradır. Allah (c.c.) en iyisini bilir.
M E T İ N
Can, burun yumuşağı ve yanı aynıdır. Sahih sayılan bir görüşe göre ise yan
taraf için bilirkişinin
tâyin edeceği bedel verilir.
Erkeklik organı ve sünnet yerinin telefinden dolayı diyet icâbeder. (Bunların telef edilmesinden
dolayı tam diyet gerekir.)
Akıl, koklama, tatma, işitme ve görme duyularını
kaybetmek de diyeti gerektirir. Eğer konuşmaya
engel olmuşsa dile işlenen
cinâyetin karşılığı da diyettir. Lalın dilini kesmenin cezası bilirkişice
belirlenecek bir meblağdır. Cevhere. Bu hüküm, şarihin nüshalarında yer almamıştır. Dikkatli
ol.
Dilin kesiği harflerin çoğunu çıkarmaya manî olursa yine diyet
îcâbeder. Çoğunu çıkarmaya mâni
olmuyorsa, diyet; elif bâ nın harfleri olan yirmi sekize veya dil ile çıkartılan harflerin
sayısı olan on
altıya bölünür. -Bu görüşün ikisi için de sahih
denilmiştir- Çıkartılamayan harfler
için diyetten hisse
verilir.
Konunun tamamı Şerhu'l-Vehbâniyye ve başka bazı kitaplarda vardır.
İ Z A H
«Can,
burun...... dan dolayı diyet îcâbeder.» Burada canın anılmasına gerek yoktu. Çünkü hükmü
daha önce geçmişti. Burun (ve diğerlerine) gelince: Bu konudaki temel prensip şudur:
İnsanın bir
organı kesildiği takdirde; eğer o organın sağladığı
menfaatin tümü yok olmuşsa veya o
organdan
maksud olan
güzelliğin tamamı ortadan kalkmışsa;
tam bir diyet îcâbeder.Zira bu;
bir yönden canın
telefi
sayılır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.S.)
burun ve dil de tam diyete hükmetmiştir. Biz de aynı
manada olanları ona kıyas ettik. İtkâni.
Şu da bilinmeli
ki: İnsan vücudunda yerine kâim olacak ikincisi bulunmayan organlar veya
kendisinden maksûd olan menfaati sağlayacak başkası
olmayan duyulardan dolayı tam diyet
îcâbeder. Vücuttaki organlar dört çeşittir:
a - Tek olanlar ki şu üçüdür: Burun, dil, erkeklik âleti;
Bedendeki tek olan duyular: Akıl,
nefes,
koklama, tatma.
b - Çift olan
organlar: Gözler; dışta görünen kulaklar, kaşlar, dudaklar, eller, kadının
memeleri,
erkeğin
yumurtaları ve ayaklar. Bunların çifti için bir diyet, birisi için yarım
diyet ödenir.
c - Dörder
tane olanlar; Göz kapaklarıdır. Her bir kapak için
diyetin dörtte biri verilir.
d - Onar tâne
olanlar: Ellierin ve ayakların parmaklarıdır. Onun için onunda tam diyet birisi için de
onda bir diyet
icabeder.
Bir de
bunlardan daha fazla olan dişler vardır. Her bir diş için onda bir diyet verilir. Bunun izahı
gelecektir.
«Burun yumuşağı ve yan tarafı ilh...»
Çünkü bunların kesilmesi tam olarak güzelliği yok eder.
Ayrıca bu
organın sağlayacağı menfaatı da engeller. Çünkü burun yumuşağı, kokuları buruna
çekmek içindir; Bundan sonra da dimağa çıkar.
Burnun yumuşak kısmının kesilmesi bu işlemi
engeller.
Burun yumuşağı ile birlikte kemiği de kesilse
yine sadece bir diyet gerekir. Başka
bir şey
îcâbetmez.
Çünkü bunlar tek organdır. Eğer burun kesilse ve koku alma duyusu yok
olsa kesene iki
diyet îcâbeder. Çünkü koklama burundan
başka birşeydir. Bunlardan birisinin
diyetî öbürünün içine
girmez. Duyma
ile kulak da böyledir. Mirâc.
«Sahih sayılan
bir görüşe göre ise ilh...» Bunu Kuhistânî nakletmiş. Hidâye tek görüş olarak
vermiştir.
Diğer müellifler ise birinci görüşü benimsemişlerdir.
«Erkeklik organı ve sünnet yeri ilh...» Çünkü erkeklik
organının kesilmesi ile;
cinsî temas, hamile
bırakma, idrarı tutma, idrarı atma, suyu (meniyi)
fışkırtma ve hamile bırakma yolu olan
idhal
menfaatleri
yok edilmiş olur. İdhal ve meniyi fışkırtma menfaatlerinde esas olan
sünnet mahallidir.
Erkeklik organı sanki ona tâbîdir. Hidâye.
Musannıf daha
önce, sünnet mahallinin kasden kesilmesi
durumunda kısas icâbettiğini söylemîşti.
Ancak erkeklik uzvu konusu ihtilâflıdır. Biz onu daha önce belirttik.
«Akıl ilh..» Çünkü dünya ve
âhiretin menfaati onunla elde edilir.
Hayriyye'de
şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamı yere atıp vursa ve adam saraya
tutulur hale gelse
ne îcâbeder? diye
soruldu.» Cevap: «Eğer atmasıyla
aklının gittiği sâbit olursa tam diyet
îcâb eder.
Şayet aklının
bir kısmı gitmişse ve bunu zaman veya başka
bir yolla takdir mümkünse o oranda
diyet gerekir. Takdir mümkün değilse
adaletli birinin belirleyeceği
bir tazminat ödenir. Bu tazminatı
hakimin kendi ictihâdı ile takdir etmesi de caizdir.
Ben bûnu âlimlerin sözlerine kıyasla söyledim.
Bazı âlimler, sarânın bir çeşit delilik olduğunu
söylemişlerdir.»
«Koklama, tatma,
işitme ve görme ilh...» Çünkü bunların her biri için maksud
olan bir menfaat
vârdır.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.) bir
vuruştan dolayı dört ayrı diyete hükmetmiştir. Çünkü o
vuruş; aklı,
konuşmayı, işitmeyi ve görmeyi
yoketmişti. Hidâye. Bu duyuların teleflerî, cânînin
tasdîki veya yemin etmekten kaçınması veya
kendisine dalgın halde iken hitâbetmek, yahut pis bir
şeyi yaklaştırmak
ya da acı bir şeyi yedîrmekle bilinebilir. Kuhistânî.
«Lal'ın dilini
kesmenin cezası bilirkişice belirlenecek bir meblağdır.» Yani eğer tat alma
duyûsu yok
olmadığında.
Çünkü dilden asıl gözetilen konuşmadır. Lâl ise, zâten
konuşamıyordu. Bu; Çolağın
elini, hayası
buruk olanın veya iktidârsızın âletini, topalın ayağını, kör olan gözü veya
çürük dişi
telef etmek
gibidir. Mirâc.
Yani bunların
hepsinde bilirkişinin belirleyeceği miktarda para verilir. Çünkü bu cinâyet o organın
menfaatini yok
etmemiştir. Tam olarak güzellikte yok
edilmiş Sayılmaz. İnaye.
Eğer lâlın dili kesildiğinde tat alma duyusu da yok
olmuşsa, hüküm bunun aksinedir.
«Diyet bölünür ilh...» Yâni dîli kesilen
kişi harflerin çoğunu çıkarabildiği takdirde diyet
çıkarılamayan harfler oranında îcâbeder.
Kuhistânî ise; dili kesilen
adamın harflerin çoğunu çıkarabilmesi durumunda adil birisînin tesbit
edeceği bedelin verileceğini söyler. Bir de, şöyle
denilmiştir: Tam bir diyet tüm
harflerin sayısına
bölünür,
çıkarabildiği harflerin sayına
döneri; diyetten düşülür. Çıkartılabilen
harfler yarı mıdır,
dörtte bir
midir; farketmez. Bu esah olan görüştür.
Diğer bir
görüşe göre ise diyet dil ile çıkartılan
harflerin sayısına bölünür. Kirmânî'de
de ifâde
edildiği üzere
bu görüş sahîhtir.
Bunlardan
öğrenilmiş olduğu üzere, bu meselede üç görüş vardır.
Hidâye ve başka bazı kitaplarda bunlar sarahaten
belirtilmiştir. Mültekâ, Dürer, Şerhu'l-Mecmac,
İhtiyâr, Ğureru'l-Efkâr, Islâh ve daha başka
kitaplarda birinci görüş esas alınmıştır.
Cevhere'de de,
Kuhistânî'de
olduğu belirtilmiştir. Bildiğin gibi,
birinci görüşte sahih sayılmıştır, Şarihin sözlerinin
zahirine göre; sonraki görüşler, birinci görüşte
gerekli görülen bilirkişinin takdir edeceği
bedelin
tefsiridir.
Böyle olunca; ilkgörüş ile öbür iki
görüş arasında bir çelişki
sözkonusu olmaz. Bu güzel
bir îzah ama, âlimlerin sözlerinden anlaşılana
ters. Düşün.
(Şarihin
sözlerinin zahirine göre...) Biliyorsun
ki, Kuhistâni, dilin menfaatinin azının yok
olması
halinde gereken, bilirkişinin takdirini hikâye elti. Sonraki iki görüş ise mutlak
manâda dilin
menfaatinin
bir kısmının yok olması hâlindedir. O
zaman, bu tefsir nasıl sahih olabilir ve çelişki
nasıl olmaz?!
Bizim
üstâdımızın takririnden elde edilen bilginin özü şu: Harflerin bâzısı çıkartılamıyorsa: eğer
çıkartılamayan
harfler yandan fazla ise tam diyet icâbeder. Musannıfın söylediği de bu. Eğer
çıkarılamayan daha azsa bilirkişinin takdir edeceği bedel icabeder. Bu da
Kuhistânî'dekidir. Bir de
denildi ki; Harflerin bir kısmı çıkartılamıyorsa diyet
neye göre taksim edilir? Dil yardımıyla
çıkartılan
harflere mi,
yoksa elifbânın harflerinin tümüne mi;
bu konuda iki görüş vardır.
Bununla haşiyeyi yazanın söylediği bilinmiş oluyor.
«On altı îlh...»
Bu harfler; tâ, sâ (peltek se), cîm, dâl, zâl, râ, zâ, sîn, şîn, sâd, dâd, tâ, zâ,
mim, nun
ve yâ harfleridir. Zeylâî.
Cevhere'de
bunlara, kâf, ve kef, harfleri de ilâve edilerek sayıları on sekiz olarak belirtilmiştir.
İbn Şıhne
şöyle der: «Musannıf bunun, nahivcilerin ve kârîlerin sözü olduğunu ifade etmiştir.
Hâsî
bunları on
dört olarak saymış ama sınırlandırmamıştır. Çünkü harfleri sayarken «... gibi» demiştir.»
«Konunun
tamamı Şerhu'l-Vehbâniyye'dedir.» Orada şöyle ifâdelen dirilmiştir:
Harflerin on altı
olması
durumunda her taraf için altı yüz yirmi beş dirhem gümüş veya altmış iki buçuk dinar altın
düşer. On sekiz kabûl edilmesi hâlinde ise 55 tam 5/9 dînar altın veya 555 tam 5/9 dirhem gümüş
isâbet eder.
BİR UYARI:
Mîrâc'da şöyle
denilmektedir: «Eğer birisinin boğazına veya dudağına karşı işlenen
cinâyet
sebebiyle
boğaz veya dudaktan çıkan harflerden bir kısmı çıkartılamayacak
olursa; çıkartılamayan
her taraf için
tam diyetin yirmi sekizde biri verilmesi gerekir. Eğer
cinâyet sebebiyle bir harfin
yerine başka bir harf çıkarsa meselâ; «dirhem» diyeceği yerde «dilhem» dese buna
da bir harf
tazmînatı
gerekir. Çünkü harf çıkartılamaz olmuştur. Yerine çıkan harf onun yerini tutamaz.
M E T İ N
Traş edilip de bir daha gelmeyen sakaldan dolayı tam diyet îcâbeder, Ancak bir sene vâde verilir.
Eğer bu müddet
zarfında sakalı kesilen ölecek
olursa, cânî cezâdan kurtulmuş olur.
Sakalın yarısı
kesilmişse yarım diyet gerekir. Yarıdan az olursa bilirkişinin
belirleyeceği bir ceza
ödenir. Sahih
olan görüşe göre bıyığın ve kölenin sakalında da hüküm budur.
Çenesinde bir
kaç kıl olan kösenin sakalını kesmekten dolayı cezâ îcâbetmez. Eğer yanakta birkaç
kıl olsa fakat bunlar bitişik olmasa kesene hükümeti adl (bilirkişinin tayin edeceği ücret) îcâbeder.
Kıllar sıkı ise tam diyet gerekir. Kafadaki saç
da aynı hükümdedir. Yani eğer traş edilir
de yerinden
gelmezse (tam diyet îcâbeder).
Hz. Ali (r.a.) den de böyle rivâyet edilmiştir.
İmâm Şâfiî'ye
göre ise; hem sakal hem de saçta
bilirkişinin takdir edeceği cezâ ödenir.
Şu
bilinmelidir ki: Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.
Eğer saçı kesilen
kişi bir sene içerisinde ölürse bir şey îcâbetmez. Göğüs, kol ve bacağın kılında da
böyledir.
İ Z A H
«Traş edilen sakal ilh...»
Yolunduğunda da aynıdır. Kuhistânî. Çünkü o güzelliği tam olarak izâle
eder. Kadının
sakalını kesmekten dolayı ise bir şey gerekmez. Çünkü, Cevhere'de de belirtildiği gibi
kadın da sakal kusurdur.
«Eğer bu
müddet zarfında ölürse ilh...» Sakalı
kesene bir şey îcâbetmez. Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e
göre ise hükûmeti adl (bilirkişinin tâyin edeceği meblağ) gerekir. Kifâye.
«Sakalın yarısı
kesilmişse yarım diyet gerekir.»
Bazı âlimlerimiz ise, sakalın
bir kısmı traş edilince
de güzellik
yok olacağı için, bu durumda da tam
diyetin îcâbettiğini söylerler. Mi'râc.
Ğâyetu'l-Beyân'da
şöyle denilir: «Sakalın bir kısmı traş edilir de, yerine tekrar gelmezse:
bâzı
âlimlere göre hükümeti adl icâbeder. Kâfî Şerhi'nde
ise; sahîh olana göre tam diyet verilmelidir.
Çünkü bu, onur
kırıcılık yönümden hiç sakalın olmamasından daha
beterdir.»
«Sahih olan
görüşe göre ilh...» Çünkü bıyık,
sakala tâbîdir. Dolayısıyla
sakalın bir tarafıdır. Kölede
de maksat güzellik değil, kullanılmak suretiyla
menfaattir. Hür ise bunun aksinedir.
Hidâye.
Ben derim ki: Bundan anlaşılacağına göre; eğer sakalla birlikte
bıyık ta traş edilirse o da sakalın
tazmini içine
girer, çünkü ona tâbîdir. Saihânî'nin, Makdisî'den
naklettiğine göre; bıyığın tazmîni
sakalın tazmîni içine girmez. Hazânetül'-müftîn'de ise
girdiği belirtilmektedir.
«Kösenin sakalını kesmekten
dolayı ceza gerekmez.» Çünkü bu, onu
çirkinleştirmez, güzelleştirir.
«Hükûmeti
adl... ilh...» Çünkü bunda bir mikdar güzellik vardır. Hidâye.
«Tam diyet
gerekir ilh...» Çünkü yanağında kıl olan köle değildir. O
bir çeşit güzelliktir. Hidâye.
«Kafadakİ saç da aynı hükümdedir.» Saç ister erkek, ister kadın, ister
büyük, ister küçük saçı olsun
farketmez. Mî'râc.
«Yani traş
edilir de yerinden gelmezse ilh...» Yani kafa kel olacak şeklide traş edilirse.
Çünkü bu
büyük bir ayıp sayılır. Bu yüzden kel, diğer ayıplarını örtmek zorunda olduğu gibi
başını da örtmek
zorunda kalır.
İtkâni.
Bütün bunlar
saç bitecek yerin bozulması (hasta
olması) hâlindedir. Ama eğer kıl
tekrar çıkar ve
eski haline gelirse bir şey îcâbetmez. Çünkü cînâyetin eseri kalmamıştır. Ancak cânî, helâl olmayan
bir iş yaptığı
için cezâlandırılır. Hidâye.
Şâyet kesilen
saçların yerine gelenler beyaz
olursa; eğer zaman içerisinde gelmişse bir şey
îcâbetmez. Zamanında gelmemişse, sahîh olan görüşe
göre bilirkişi tarafından tesbît edilen bir
ceza gerekir. Şayet saçı kesilen köle olursa, kölenin
kıymetinde meydana getireceği noksanlığın
diyeti îcâbeder. Cevhere.
«Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.» Yani sakalı veya saçı kasden koparsa bile kısas îcâbetmez.
Kaşta da durum
aynıdır. Mîrâc.
Çünkü kısas bir cezâdır. Kıyasla değil, nassla
veya nassın delâleti ile sâbit olur. Nass da sâdece
can ve yaralar hakkında vârid olmuştur. Kılı kesmek
ise onlara benzemez çünkü bunda acı
duyulmaz. Bunun ölüme sebebiyet
vereceği de düşünülemez. Zeylai.
Öldürmede
olduğu gibi bunun kasdî olanında da
diyet cânînin kendi malından, hatâen
olanında ise
âkilesinden alınır. Bunu İtkânî ifade etmiştir.
Mirâc'da: «Sonra denildi ki: Saçın traş edilmesindeki hata şöyle olur: Saçı kesen
karşısındakini
kanı heder olanlardan zanneder, sonra da öyle olmadığı açığa
çıkar.»
«Ona bir şey
îcâbetmez ilh...» Yani Ebû Hanîfe'ye
göre Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise bu
durumda
hükümeti adl (bilirkişi takdiri îcâbeder. Mîrâc. Bunun benzeri sakal
konusunda da
geçmişti.
M E T İ N
Gözlerin,
dudakların, kaşların ayakların, hayaların; kadının memeleri ve meme uçlarının ve
kabaların her ikisi de
dipten çıkarılır veya kesilirse;
tam diyet îcâbeder.
Dipten kesilmemişse hükûmeti adl (bilirkişinin
takdir edeceği miktar) gerekir. iki yönden kadının
fercinde de
hüküm aynıdır. Erkeğin memesinde
de hükümet-i adl vardır.
Bu çift
organlardan Herbirinin tekinde yarım
diyet îcâbeder. Sökülüp de tekrar
bitmediği zaman, iki
gözün dört
tane olan kirpik diplerinde tam diyet,
bir tânesinde de dörtte bir diyet vardır. Eğer göz
kapakları kesilirse
bir diyet gerekir. Çünkü onun ikisi tek
şey gibidir. Üzerinde kirpik
olmayan
kapakta ise hükûmeti adı îcâbeder. Mutemet olan
ise; üzerinde ister kirpik, ister göz kapağı her biri
için tam bir
diyet vardır.
İ Z A H
«Gözlerîn ilh...»
Çünkü bunlardan her ikisinin yok edilmesi, ondan, elde edilecek
menfaatin, veya
güzelliğin
tümünün yok edilmesidir. Bundan dolayı tam diyet gerekir. Birinin yok edilmesinde ise
yarı menfaatleri ortadan kalkar. Bu durumda da yarım diyet
îcâbeder. Hidâye.
«Hayaların
ilh...» Çünkü bunlara yapılan cinayet meni çıkarma ve üreme menfaatini yok eder.
BİR UYARI:
Tatarhâniyye'de Tuhfe'den naklen şöyle denilmektedir: «Hayaları erkeklik
organı ile birlikte kesene
iki diyet
îcâbeder. Eğer önce aleti sonra hayaları
keserse yine çift diyet gerekir. Çünkü âlet
kesildiğinde, hayaların menfaati -meniyi tutmak- devam etmektedir. Aksi olursa (önce
hayalar
kesilirse) hayalar için diyet, âfet için de hükümet-i adl îcâbeder.»
Çünkü bu durum
da âletin menfaati daha kesilmeden önce yok olmuştur. Yine Tatarhâniyye'de;
hayalardan 'birisinin kesilmesinden dolayı
suyu çekildiği takdirde bir buçuk diyetin îcâbettiği
ifâde
edilmektedir.
«Kadının memesi ve meme uçları ilh...» Çünkü bu emzirme
menfaatini yok eder. Zeylâî.
Hüküm
itibarıyla büyük ve küçük arasında fark yoktur.
Kasden kesildiği takdirde kısasın gerekip gerekmediği konusunda zâhir rivâyette
bir kayıt yoktur.
Hayalar da
aynıdır. Tatarhâniye.
«Kadının
fercinde de hüküm aynıdır.» Hulâsa'da
şöyle denilmektedir: «Birisi bir kadının fercini
kesse ve idrarını tutamayacak bir hale gelse tam diyet gerekir.»
Tatarhâniyye'de ise:
«Eğer, kendisiyle temas mümkün
olmayacak bir hâle gelirse; tam diyet
îcâbeder» denilmektedir.
«Erkeğin memesinde hükümet-i adl yardır.» Çünkü
burada herhangi bir menfaati ve güzelliği, yok
etmek söz konusu
değildir, Erkeğin memelerinin başında da, meme
için olandan daha az olmak
üzere
hükümet-i adl vardır. Hulâsa.
«Kirpik,
diplerinin bîr tanesinde dörtte bir diyet
vardır.» Çünkü bu güzellik, tam olarak
buna tealluk
eder. Ayrıca göze gelecek zararları önleme de bunlarla ilgilidir. Bunların kaybedilmesi de görmeyi
azaltır. körlük
doğurur. Dört tane olan kapakların yok edilmesi tam diyet
gerektirdiğine göre,
birisinin kaybedilmesinde dörtte bir ikisinin
kaybedilmesinde de dörtte üç diyet îcâbeder. Zeylâî.
Cinâyete uğrayan kadın olursa, erkeğin diyetinin
yarısı gerekir. İtkani.
«Eğer göz kapakları kesilirse
ilh...» Minah, ve Evzâh'ta: «Göz kapaklarını
kirpik dipleri ile birlikte
keserse» denilmektedir.
Tebyîn'de ise: «Göz kapaklarını kirpikleri ile
birlikte keserse tam bir diyet
îcâbeder. Çünkü göz
kapakları kirpiklerle
birlikte tek bir şey gibidir. Burun
kemiği ile burun yumuşağı ve baş yarığı ile
saç da
böyledir.» denilmektedir.
Gözün kapakları ile birlikte çıkarılması halinde iki diyet gerekir. Birisi göz, diğeri de kapaklar
içindir. Çünkü
bunlar ayaklar ve eller gibi
iki ayrı cinstir. Cevhere.
«Üzerinde
kirpik olmayan kapakta ise hükümeti adl îcâbeder.» Tuhfe'den naklen
Gâyetu'l-Beyân'da
da böyledir. Tahtâvî de bunu Hindiye'den
nakletmiştir.
«Mûtemet olan
ise ilh...» Ben bunu zikredeni görmedim. T. Anlaşılan bu, sadece ikinci
mesele için
bir istidrâktir.
«Göz kapakları sökülürse ilh...» Sözüne gelince
Hidâye,
Febyîn ve diğer bazı şerhler de
sadece bu
zikredilmiştir.
Şârihin
sözünün özeti şudur: Üzerinde kirpik bulunmayan
her bir göz kapağının veya sadece
kirpiklerin kesilmesi;
durumunda tam bir diyet îcâbeder. İhtiyâr'daki şu ibare de buna uygun
düşmektedir: «Sadece
kirpik diplerini kesse ve onlarda kirpik bulunmasa bundan dolayı diyet
îcâbeder. Sadece kirpiklerde
de durum böyledir. İkisinin birden
kesilmesi halinde de tek bir diyet
îcâbeder.»
M E T İ N
El ve ayak parmaklarının
her biri için onda bîr diyet vardır.
Üç mafsalı olan parmakların bir
mafsalında bir
parmak diyetinin üçte biri, baş parmak
gibi iki mafsalı oldan parmakta
da
yarım
parmak diyeti
vardır.
Erkeğin her bir
dişinin diyeti, beş deve, veya elli dinar altın ya da beş yüz
dirhem gümüştür. Çünkü
Peygamber
(s.a.v.): «Her dişte beş deve vardır» buyurmuştur. Yani tam diyetin yirmide
biridir.
Kadının
dişlerinin diyeti de erkeğinkinin
yarısıdır. Kölenin dişinin diyeti de kıymetinin yirmide biridir.
Eğer: «Buna göre: bütün dişlerin diyeti vücudun diyetinden beşte üç oranında fazla olur» dersen
ben de şu cevâbı veririm:
«Evet doğru, fakat bunda bir mahzur
yok. Çünkü bu, Gâye ve başka
kitaplarda belirtildiği üzere, kıyasa aykırı olarak nass ile sâbit
olmuştur.»
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Vücutta, yok edilmesi sebebiyle
gerekli olan diyeti, vücûdun
diyetinden fazla olan uzuv, sadece dişler vardır. Bazen
azı dişi dört tane bulunur. Bu durumda
dişlerin sayısı
otuz altı olur. Kuhistâni.»
Ben derim ki: Buna göre, Kevser (dişleri eksik oları)
için 1 tam 2/5 diyet; başkası için de, ya bir
buçuk veya 1 tam 3/5
yahut ta 1 tam 4/5 diyet
vardır. Bilindiği üzere kadının
diyeti erkeğinkinin
yarısıdır.
Birisinin
vurması ile, sağlayacağı menfaat yok
olan her organda tam bir diyet îcabeder. Çolaklaşan
el, nuru kaçan göz, suyu kesilen bel, böyledir.
İdrarını tutamaz hale getirmek ve
kamburlaştırmak
da aynı
şekildedir. Kamburluğun zâil olması
durumunda bir şey îcâbetmez. Eğer
vurmanın izi
kalırsa hükûmeti adl îcâbeder.
Vazifesini
yapamaz hale gelmiş olan bir organın telef edilmesi durumunda, eğer bu, çolak
el gibi
güzelliği
olmayan birşey olursa; hükûmet-i adl îcâbeder.
Kulak gibi güzelliği olan bir şeyse
tam
olarak erş (diyet)
gerekir. O sağırlıktır. Kulağı geri yapıştırması ve oraya tutması halinde gereken
şey bu bölümün
sonlarında gelecektir.
İ Z A H
«Her dişte ilh...»
Diş cins isimdir. Ağızdaki otuz iki dişin hepsi bu ismin kapsamına
girer. Bunlardan
dördü (iki
altta, iki üstte) ön diş; dört tane
onların yanındakiler. dört tane
köpek dişi; dört tane onun
yanındaki; on iki tanesi de öğütücü diş (sağda, solda,
altta ve üstte üçer); Onlardan sonra da
erginlik dişi (yirmilik
dişi) denilen iki diş vardır. Bunlar aklın olgunlaşma çağı olan bülüğdan sonra
çıktığı için
bu ismi almıştır. İnâye.
«Beş deve
ilh...» her bir devenin kıymeti yüz dirhemdir. İtkânî.
«Beşte uç oranında ilh...» Yâni ekseriyette dişlerin otuz iki olduğuna binâen. Çünkü bu durumda
dişlerde on altı bin dirhem gerekir. Bu da 1 tam 3/5
diyet eder.
«Bunda bir
mahzur yoktur ilh...» Yâni kıyasa aykırı
da olsa beis yoktur. Çünkü nass la
birlikte kıyas
olmaz.
«Gaye de
belirtildiği üzere ilh...» Yâni İmâm
Kıvâmüddin Ğâyetu'l-Beyânı'nda.
İtkâni.
«Kevsec
(dişleri eksik olan) ilh...» Yâni dişlerinin hepsi söküldüğü zaman
1 tam 2/5 diyet gerekir.
Bu da on dört
bin dirhemdir. Çünkü onun diş sayısı yirmi sekizdir.
Anlatıldığına göre bir kadın
kocasına: «Ey kevsec!..»
demiş, kocası da: «Eğer
öyleyse sen boşsun!»
karşılığını vermiş. Mes'ele
Ebû Hanîfe'ye
intikal ettirilince O: «Dişleri sayılır,
eğer yirmi sekizse o kevsectir!»
demiştir. Mî'râc.
«Başkası îçin de ilh...» Yâni Kevsec'ten başkası
için. Çünkü onun dışındakilerin ya
otuz, ya otuz iki,
ya da otuz altı
dişi vardır. Otuz dişi varsa; 1 tam
2/2 diyet gerekir ki, onbeş bin dirhemdir. Otuz iki
olursa 1 tam 3/5 diyet îcâbeder, o da onaltı bin dirhem eder. Diş sayısı otuz altı ise; 1
tam 4/5 diyet
gerekir. O da onsekiz bin dirhemdir.
BİR UYARI:
Hulâsa'da şöyle
denilmektedir: «Birisi bir başkasının dişine vursa ve diş sallanıp
düşse; eğer hatâ
ile vurmuşsa
vuranın beş yüz dirhem diyet vermesi
îcabeder. Kasden vurmuşsa kısas îcabeder.»
Şu
bilinmelidir ki; 1 tam 3/5 diyet -ki oda on altı bin dirhemdir-
otuz dişte îcâbeder.
Cevhere ve
başka kitaplarda: ilk şene2/3 diyet gerekir. 1/3 tam diyetten,
1/3 de dîyetin, 3/5 indendir.
ikinci yılda
1/3 diyet ve 3/5 ten kalanı verilir. Üçüncü yılda da,tam diyetten
geriye kalan 1/3 diyet
verilir. Bu
taksim, diyetin üç senede ödenmesi
gerektiğinden, dolayıdır ki; her sene 1/3 diyet ödenir.
Altı bin dirhem
olan 3/5 ise iki sene de
verilir. Birinci senede diyetin üçte
biri, kalanı da ikinci
senede tamamlanır. İtkânî, Şerhu't-Tahâvî'den.
Ben derim ki: Buna göre birinci senede 6666 tam 2/3 ikinci senede
6000, üçüncü senede de 333 tam
1/3 dirhem eder.
Müctebâ,
Tatarhâniye ve başka kitaplar da ise
Muhit'ten naklen; ikinci senede
333 tam 1/3; üçüncü
senede de 3000 dirhem
verileceği belirtilmektedir.
Bunun benzeri Mînah'ta da vardır.
Görünen o ki;
bunlar iki
ayrı rivâyettir. Düşün.
«Tam bir diyet
îcâbeder.» Yani bu organın tam diyeti.
Remlî.
Çünkü el ve
göz de vücûd'un diyetî îcâbetmez. Çünkü vücûdun diyeti on şeyde vardır.
Müctebâ'dan
naklen
Minah'ta zikredildiğîne göre bunlar: Âkıl, saç, burun, dil, sakal, kırıldığı
zaman bel, kesildiği
zaman bel
suyu, idrarın tutulamaması, vurulup da
dışkıyı tutamaması halinde dübür ve erkeklik
organıdır.
Meselenin tamamı oradadır.
«Kamburlaştırmak ta aynı şeklidedir.» Çünkü bunda tam manâsıyla güzellik menfaatinin yok
edilmesi söz konusudur. Zîra insanın, güzelliği onun dik durmasındadır. Denildiğine göre: «Biz
İnsanı en
güzel şekilde yarattık» âyetinden
maksat budur. Zeylaî.
«Kamburluğun
zâil olması halinde bir şey îcabetmez.» Ebû Yûsuf ye Muhammed'e göre vuranın
doktor ücretini vermesi îcâbeder.
T. Hindiyye'den.
«Tam olarak erş îcâbeder»
Aşağıda gelecek olan mîsalde erş; yarım diyettir.
«O sağırlıktır.» Ben bu ibâreyi başka hiçbir yerde görmedim ve nereden aldığını da
bilmiyorum.
«Kulağı geri
yapıştırması ilh,..» İlerde gelecek
olan şudur: «Eğer kulağı yapıştırır ve
tutarsa erş
organ diyeti) gerekir. Çünkü kulak eski halini almaz.»
«Bu bölümün
sonlarında..» Yani ona başlamak istediği şey, Allah en iyisini bilir.
M E T İ N
Sözlük olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.
Cerahatten
dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ,
Miskin.
Baş ve yüzü yaralama on çeşittir:
1 - Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,
2 - Dâmi'a : Gözyaşı
kadar olup da akmayan
kan çıkan yara,
3 - Dâmiye :
Kendisinden kan akan yara,
4 - Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,
5 - Mütelâhime
: Etin koparıldığı yara,
6 - Simhâk : Et il» kafa
kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,
7 - Mûzıha :
(Kemiğin üzerindeki zarda yırtılıp)
kemiği ortaya çıkaran yara,
8 - Hâşima : Kemiği kıran yara,
9 - Münakile: Kemiği kırıp yerinden oynatan yara,
10 - Âmme : Beyine kadar ulaşan yara:
Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin gelir. Bu, beyini
dışarı çıkaran yaradır.
Genelde bunun
sonu ölüm olduğu için İmâm Muhammed
bunu zikretmemiştir. O zaman bu,
yaralama değil öldürme olur.
Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla
olmadığı tesbît edilmiştir.
İ Z A H
Bu konu,
organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes'eleleri hayli fazla olduğu için,
müstakil bir
bölüm halinde verilmiştir.
«Baş ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib
edilir. Yani Şicâc'ın hükmü;
sözlükteki hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş
ve yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki
yaralardan dolayı, belirli bir cezâ yoktur. Hükûmet-i adl
îcâbeder. İtkânî.
Meselâ, mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara) el ve bacak
gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)
îcâbetmez.
Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat'dır. Zahiriyye'de belirtildiğine
göre karına kadar varan
derin
yaraların dışındaki cerahatlarda muayyen
bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de
yüzdendir.
Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime,
ve münekkile gibi bir yara bulunsa; Hidâye'de
belirtildiğine
göre muayyen bir diyet verilir.
Mûzıha,
hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet
yoktur. Nitekim
açıklanacaktır.
«Cerâhattan
dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü
takdîr, nassladır. O da sadece
baş ve yüzdeki
yaralar hakkında vârid olmuştur. Hidâye.
Delalet veya kıyas
yoluyla başka
taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere
ilhak edilemez. Çünkü aynı
manâda
değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar,
dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha
büyüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade
etmişlerdir.
«Deriyi
koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî'nin,
deriyi
kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz
etmiştir.
Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît ve
Bedâî'deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.
Bunun benzeri
lûgat kitaplarında da vardır. Buna
göre, Mütelâhime'ye diğer bir kayıt daha ekleyip,
Bedâî ve diğer
bazı kitaplarda olduğu gibi: «O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan
yaralamadır» denilmesi
gerekir.
«Eti koparan
yara ilh...» Muğrib'de şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime),
kemiği değil, eti yaran
yaralamadır. Bu yara
daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen
denilmesidir der.
Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya
da hüsnü zan olarak verilir.»
«Âmme..» Buna Me'mûme de denilir.
«Beyni dışarı
çıkaran yaradır» yani deriyi
kesip, beyini
ortaya çıkaran yaradır.
«İmâm Muhammed
bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde
harısa'nın izi kalmaz.
İzi olmayana da hüküm terettüp etmez. İtkânî.
Bundan dolayı Ğureru'l-efkâr sahibi: «Musannıfın
bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama
o kitapların
çoğunun
izinden gitmiştir» der.
«Genelde bunun
sonu ölüm olduğu için ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet îcâbeder. Ğureru'l-Efkâr
M E T İ N
Sac dökük değilse mûziha'da ylrmlde bir diyet
îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.
Çünkü başın
derisi zînet îtibariyle saçlısından daha eksiktir.
Zahîre'den naklen Kuhistânî.
Hâşime'de
yüzde on, Münekkile'de yüzde onbeş, Âmme ve Câife'de de üçte bir
diyet verilir.
Eğer Câife (içe
kadar işleyen yara) bir
taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.
Çünkü bu
durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet
vardır.
Hârisa, dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk'ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar
hakkında nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız
saymak da
mümkün
olmadığına göre; bunlara hükûmet-i adl îcâbeder.
Hükûmet-i adl
şudur: Yaranın, mûzıhaya nisbetle
miktarı belirlenir ve bu orana göre 1/20 diyetten
bir meblağ
takdir edilir.
Kerhî: «Bunu
Şeyhu'l-îslâm sahih kabûl etmiştir» der.
Denildi ki
-söyleyeni Tahâvî'dir-: «Yaralı köle farzedilir ve önce yara izi olmadan. sonra da yara ile
birlikte değerlendirilir.
İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten,
kölede de kıymetinden alınır. Eğer
hürrün kıymeti
(köle farzedilerek) on da bir oranında
eksilmişse diyetinin
on da biri îcâbeder. Yarı
ve üçte bir
oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i
adl'dır.
«Fetvâ da buna
göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle
denilmektedir. Mecma'da da bu kesin görüş olarak
takdim edilmiştir.
Hulâsa'da şöyle
denilmektedir: «Cinâyet yüz ye
başta olduğu takdirde Kerhî'nin sözü
doğru olur ve
o zaman onunla
fetvâ verilir. Ama yara yüz ve baştan başka bir yerde
olur veya müftiye Kerhî'nin
görüşüne göre
cezâyı
takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî'nin görüşü ile fetvâ verilir.
Çünkü o
daha
kolaydır.»
Cevhere'de bu
sözlerin benzeri, şu ilâve ile birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl'in tefsirinde
şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası
ilâç ve doktor ücretidir.»
İ Z A H
«Yirmide bir
diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata ile
yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride
geleceği üzere kısas
îcâbeder.
Kâfî'de şöyle
denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden
yirmi tane mûzıha
cinsinden yara
açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına
iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa)
bir sene içinde ödenmek üzere tam
diyet verilir.»
«Saç dökük değilse ilh...» Hindiye'de şöyle
denilmektedir: «Bir kimsenin saçı
yaşlılıktan dolayı
dökülmüş olsa
ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa;
İmâm
Muhammed'e
göre kısas uygulanmaz; diyet îcâbeder.
Eğer yaralayan: «Ben kısasa râzıyım» dese
bile kısas yapılmaz. Fakat eğer yaralayanın saçı
da dökükse o zaman kısas yapılır.»
Serahsî'nin Muhît'inde de böyle denilmektedir.
Nâtıfi'nin
Vâkıât'ında da şöyle denilir: «Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha
aşağıdır. Dolayısıyla
onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın
erşi
eşittir.»
Müntekâ'da da
şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse,
saçı dökük olan birisinin başında hatâen
mûzıha
kabilinden bir yara açsa, kendi malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha
az bir erş
(yaralama
diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise,
hâşimenin erşinden daha az
bir erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından
ödenir. Muhît'te de böyle denilmektedir.»
T.
«Câife ilh...» Alimler:
«Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler.
Hidâye.
Buna göre,
Câifenin Şicâc (baştaki yara)
ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da
bulunmasıdır.
Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî'deki
şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,
boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen
yaralardır.»
Yine İtkânî,
Asl'daki şu sözleri de itirazına destek yapmıştır: «Câife çeneden yukarıda
ve kasıktan
aşağıda olmaz.»
Aynî: «Câife
(yukarıda sayılan) on çeşidin içine
girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,
hüküm yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte
zikredilmiştir.»
«Her
birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin
üçte biridir.
BİR UYARI:
İtkâni şöyle
der: «Bilmen gerekir ki; erkek
ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte
bir diyet arası olan,
hatâen
yaralanmalarda, diyet yaralayanın
âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)
âkileye ait
olan diyetin üç senede ödenmesine
hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte
bir diyet
gereken
yaraların diyeti de bir yılda ödenir.
Eğer diyet üçte birden çok
olacak olursa fazlalık diğer
senede ödenir. Çünkü üçte bir üzerine ziyâde
olan, ikinci senede âkilenin vermesi gereken şey
cümlesindendir. Tek başına olduğunda da durum aynıdır. Diyet
üçte ikiden fazla olursa, üçte ikisi
iki yılda,
artanı da üçüncü yılda verilir. Diyeti
yirmide birden az olan, hata ile olan
yaralamalarda ve
kasdî olan
bütün yaralamalarda diyet cânînin borcudur.» İtkâni'den özetle, yâni Me'âkıl bölümünde
geleceği üzere, Akıle
teammüden işlenen cinâyetlerin
ve Mûzıhanın erşi dışındakilerin
diyetini
yüklenmez.
«Hükûmet-i adl
gerekir ilh...« Yani hatâen yaralamada ve -kısasa hükmedilmemişse- kasdi
yaralamada. Nitekim az sonra gelecektir.
«Mûzıhaya nisbetle ilh...» « Mûzıha;
hakkında muayyen diyet bulunan dört yaradan
diyeti en az
olanı olduğu
için özellikle anılmıştır. Muhît'teki; «Hakkında muayyen erş bulunan baş yaralarının en
azından...» şeklindeki
ibâreden maksat budur.
«Bu orana göre
1/20 diyetden bir meblağ takdir edilir.»
1/20 diyet mûzıha'nın
diyetidir.
Bunun açıklaması
şöyledir: Meselâ yara bâzıa (deriyi koparan yara)
olsa; Mûzıha'ya
nisbetle bunun
mikdarının ne
kadar olduğuna bakılır; Mûzıhanın üçte biri kadar olursa,
Mûzıhanın diyetinin (1/20
diyet) üçte biri (1/60 diyet), Mûzıhanın
dörtte biri kadarsa; onun diyetinin
1/4'i (1/80 diyet) îcâbeder.
İnâye.
«Bunu
Şeyhu'l-İslâm sahîh kabûl etmiştir.»
Şeyhu'I-İsIâm, Hz. Ali'nin rivâyet ettiği hadîsden dolayı
böyle demiştir. Çünkü Hz. Ali, dilinin
bir tarafını kesen hakkındaki hükûmet-i adl'de buna itibar
etmiştir.
Köleye itibar etmemiştir. Üstelik hür
olan küçük ve büyüğün mûzıhasında hüküm eşittir.
Kölede ise, küçükteki mûzıhanın diyeti, büyüktekinden
daha azdır. Mîrâc.
«Kölede
kıymetten ilh...» Yâni kölenin
başındaki yaradaki fark mikdarı, kölenin kıymetinden alınır.
Çünkü onun
kıymeti diyetidir.
«Onda bir
oranında eksilmişse... ilh..» Misâli şudur: Kölenin
kıymeti yaralanmadan önce bin dinar,
yara ile de 900 dinar
olsa; yara, kölenin kıymetini onda bir nisbetinde eksiltmiş olur. Bu da onda bir
diyeti gerektirir. Çünkü kölenin kıymeti, diyetidir.
İnâye.
«Fetvâ buna
göre verilir ilh...» Hulvânî bu görüşü almıştır. Üç İmâm (İmâm Şâfiî,
İmâm Mâlik, ve
Ahmed b.
Hanbel)'in görüşleri de bu istikâmettedir. İbnûl-Münzir: «Bu, kendilerinden ilim
alınanların hepsinin görüşüdür» der. Mî'râc.
«Cinâyet yüz ve başta olduğu takdirde îlh...» Çünkü oralar mûzıhanın yeridir. Cevhera.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni yara yüz, baş veya başka bir yerde
olsa. Bu, mutlak olarak ifade, «veya
müftiye... zor gelirse» sözüne nisbetledir.
«Şöyle
denildi:» Kuhistânî bundan sonra şöyle der:
«Bütün bunlar, yaranın izi kaldığı takdirdedir.
Ama yaranın izi
kalmamışsa Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'a
göre bir şey icabetmez. İmâm Muhammed'e
göre ise: iyileşinceye
kadarki nafakasının canî tarafından verilmesi îcâbeder. Ebû Yûsuf'tan bir
rivâyete göre de, çektiği acıdan dolayı hükûmet-i adl gerekir.»
Bu meselenin
tamamı bölümün sonunda gelecektir.
M E T İ N
Teammüden
vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıha'nın haricinde. baştaki yaralarda kısas
yoktur;
Hakkında kısas olmayan cinâyetlerde; hata ile kasıt eşittir. Ama, mezhebin zâhirine göre mûzıhadan
daha aşağı olan yaralamalarda da kısas îcabeder.
Bunu İmâm Muhammed Asl'da zikretmiştir.
Eşitliği sağlamak mümkün olduğu için sahih olan
budur: Dürer, Müctebâ, İbn Kemal ve
diğerleri.
Bu yaralarda eşitlik şöyle sağlanır:
Yaranın derinliği misbâr (yaranın derinliğini ölçen âlet) ile
ölçülür. Sonra
o kadar bir demir hazırlanır ve cânînin başından da kesilir.
Şurunbulâliyye'de Simhak bundan istisnâ edilmiştir.
Hâşime ve
Münakkıle gibi, Simhak'ten sonrakilerde ittifakla kısas
uygulanmadığı gibi, Simhakta da
kısas yoktur.
Surunbûlâli bunu Cevhere'ye nisbet
etmiştir.
Müctebâ'da
şöyle denilmektedir: «Başın ve bedenin
derisinde, yanak. karın ve sırtın
etinde. tokatta,
yumrukta ve
elle vurmakta kısas yoktur. Yüzün derîsinin yüzülmesi halinde tam
diyet îcâbeder.»
İ Z A H
«Baştaki
yaralar da kısas yoktur.» Yâni
Mûzıhanın üstünde olanlarda icmâen,
altında olanlarda
ihtilâflı
olarak. T.
«Teammüden
vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıhanın hâricinde ilh...» Yani yara sebebiyle
başka bir organ telef olmamışsa. Ama, mesela, kasden
mûzıha olacak şekilde yaralasa ve adamın
gözleri telef
olsa; İmâm Azam'a göre kısas yoktur.
Hem göz, hem de mûzıhanın diyeti verilir. Ebû
Yûsuf ile
Muhammed'e göre ise mûzıhadan dolayı
kısas, gözden dolayı da diyet îcâbeder. Kâfî'den
naklen Şerhu'l-Mecma:
«Sahih olan
budur.» Kâfî'de şöyle denilmektedir: «Yaralarda kısas vardır» ayeti kerimesinin
zâhirinden
dolayı, sahih olan görüş budur.» üstelik
eşitliği sağlamak da mümkündür. Mirâc.
UIemânın
çoğunluğu bu görüşü almıştır.
Tatarhânîyye.
«Şurunbulâliyye'de Simhâk istisnâ edilmiştir.» Orada
şöyle denilmiştir: «.. Simhâk hariç. Çünkü
onda denkliği
sağlamak mümkün olmadığı için ittifakla
kısas yoktur. Zira, kemiğin üzerindekî zora
varınca son
bulacak şekilde bir yarık
yarmak imkânsızdır.»
Ben derim ki: Şurunbulâliyye'deki bu ifâdeler,
Hîdâye Şarihlerinin ve daha başkalarının
söylediklerine zıttır. Çünkü onlar muzıhadan
öncekilerde -ki onlar hârisadan simhaka
kadar olan
altı yaradır-
kısasın tatbik edildiğini açıkça ifâde
etmişlerdir.
«Hâşime ve
mûnakkıle gibi ilh...» Çünkü bunlarda kemik kırılır, dolayısıyla eşitlik sağlanamaz.
Ekseriyetle
ölümle sonuçlandığı için âmme de böyledir. Açıktır ki bu hüküm yaranın ölüme
götürmediği
durumlardadır.
«Bunu Cevhere'yenisbet
etmiştir.» Tahtâvî de El-Bahrûz Zâhir'e nisbet etmiştir.
«Başın derisinde kısas
yoktur» Herhalde bu zahir rivâyetin
dışındaki rivâyetlere göredir. Yanağın
etinde de
böyle denilir. Yahut da başta Simhake
hamledilir. Bedenin derisi, karın
ve sırtın eti
konusunda ise
Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Yüz ve başın dışındaki yaralarda eğer kemik
açığa
çıkmış ve
kırılmış, izi de kalmışsa
hükümeti adl îcâbeder. Böyle
olmamışsa İmâm Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf'a
göre bir şey gerekmez. İmâm Muhammed'e
göre ise yara iyileşinceye kadarki
harcamalarının kıymeti icâbeder.
«Yüzün
derisinin yüzülmesi halinde tam diyet icâbeder.» Çünkü bununla tam olarak, yüzün
güzelliği yok
edilmiştir.
M E T İ N
Bir elin bütün
parmaklarında, avuçla birlikte de olsa yarım diyet vardır. Çünkü avuç parmaklara
tabîdir. Kolun
yarısı ile kesilirse avuç için yarım
diyet, yarım kol için de
hükûmet-i adl îcâbeder.
Baldır da kol
gibidir. Bir parmağı olan avucun kesilmesi halinde onda bir,
iki parmağı olan avucun
kesilmesi hâlinde de beşte bir diyet gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre; üç parmağı olan elde olduğu gibi,
burada da elden dolayı bir şey lazım gelmez. Çünkü
ittifakla avuçta bir şey icâbetmez. Zira keser
için bütünün
hükmü vardır.
Cevahiru'l-Fetâvâ'da şöyle denilmektedir: «Birisi bir
adamın eline vursa ve el iyileşse,
fakat
kafasına ulaşamayacak durumda kalsa; tam diyetten, meydana gelen eksiklik kadarı
alınır; eğer
üçte iki eksilmişse
üçte iki diyet verilir. Musannıf da böyle
kabul etmiştir. Eğer bir parmağın mafsalı
kesilir ve
geri kalan kısım çolaklaşırsa veya parmaklar
kesilip avuç çolaklaşırsa sadece
kesilenin
diyeti îcâbeder, kısas gerekmez. Bunu anla! Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur. Bunu
Şurunbulâli
zikretmiştir. İleride metin olarak gelecektir.
İ Z A H
«Bir parmağı
olan avuç ilh...» Parmak mutlaktır, kayıt için değildir. Çünkü parmağın sadece bir
mafsalı kalsa Zahir rivayette İmâm Azama
göre; bu mafsalın diyeti gerekir, avuç buna tabî kılınır.
Çünkü mafsalın
diyeti muayyendir. Asıldan, az da olsa bir şey kalmamıştır.
Tâbi için de hüküm
yoktur.
Şayet
parmakları hiç olmayan bir avuç kesilirse; Ebû Yûsuf'a göre
hükümet-i adl icâbeder. Ama bu
bir parmağın
diyetinden fazla olamaz. Çünkü İmâm
Hanîfe'nin görüşüne göre avuç birtek
parmağa
tâbîdir. Tâbî
olanın kıymeti de metbû olanın kıymetini aşamaz.
«Ebû Hanîfe'ye
göre ilh...» Ebû Yûsuf ile Muhammed'e
göre ise, avucun ve parmakların erş
(diyet)lerine bakılır. Hangisi daha fazla
ise o îcâbeder. Az
olan çok olanın içine girer. Hidâye.
«Çünkü
ittifakla avuçta bir şey îcâbetmez.» Ama parmaklar için 3/10
diyet îcâbeder.
«Zirâ ekser için bütünün hükmü vardır.» Yâni avucun
parmaklara tâbî olması bakımından. Nitekim
Beş parmak -ki o bütündür- üç parmağa tâbi olur ve bütün için sadece üç parmağın diyeti gerekir.
Onlara tabi
olduğundan dolayı el için bir şey îcâbetmez. Bu gerekçe,
gerçekte iki İmâmın
görüşlerine
göredir. Ebû Hanîfe'ye göre ise, az
önce geçtiği gibi aza da tâbî olur.
«Eksik kadarı alınır
ilh...» Yani odam köle farzedilerek, bu kusur olmadan ki kıymeti
ile, bu kusurla
birlikteki kıymeti
arasındaki fark verilir. Bunu daha önce geçen kıyasa göre söylüyoruz. Düşün.
«Geri kalan kısım
çolaklaşırsa ilh...» Yani bu parmağın kalan kısmı.
«Sadece kesilenin
diyeti îcâbeder.» Yani, birinci mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci
mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci mes'elede
de parmakların tam diyeti îcâbeder. Avuç için
bir şey
gerekmez. Çünkü geçtiği üzere avuç
tâbîdir Bu sadece Ebû Hanîfe'nin
görüşünün
sonucudur. Allame EIvâni'nin Tahtâvi ve
Camiussağir'den naklen. Burhânî ve
Kâdîhan'ın
zikrettikleri: «Parmağın
geri kalan kısmı çolaklaşırsa
parmak diyeti, el çolaklaşırsa el diyeti
îcâbeder» sözlerinden dolayı, zannedildiği gibî birinci meselede
kesilen şeyden maksat sadece
mafsal değildir.
Nihây'de şöyle denilmektedir: «Parmaktan, bir mafsal kesilse de parmağın veya elin kalan kısmı
çolaklaşsa kısas
îcâbetmez. Fakat çolaklaşan kısmın
diyeti gerekir: Eğer parmaksa parmak diyeti,
avuçsa avuç diyeti
lâzımdır. Bunda icmâ vardır.»
Buna benzer
ifadeler. Ğayetû'l-Beyân'da da vardır. Bu hüküm, kalan kısımdan
yararlanılamaması
durumundadır.
Ama yararlanılabilirse bundan dolayı
hükûmet-i adl îcâbeder.
Zeylâi şöyle der: «Parmak en üst mafsaldan kesilse ve kalan kısım
çolaklaşsa; eğer katan kısımla
faydalanılamıyorsa tek bir erş parmak diyeti) yeterlidir. Ama faydalanılabiliyorsa
kesilen kısmın
diyeti îcâbeder. Geriye kalan kısım
için de hükûmet-i adl gerekir. Bunda ittifak vardır. Dişin yarısı
kırılıp kalan kısmının siyahlaşması veya
sararması ya da kızarması halinde de tam bir diş diyeti
îcâbeder.
Şurunbulalî;
Zeylâî'nin : «Bir tek erşle iktifa edilir» sözünden maksadının bir
parmağın erşi
olduğunu söyler ve buna: «Diş kırıldığı zaman ilh...»
sözünü delil gösterir.
«Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur.» Dürer
sahibi şöyle der: «Eğer kalan kısımla
faydalanılmıyorsa sadece mafsalın diyeti gerekir. Faydalanılabilirse kalan kısımda
da hükümeti adl
îcâbeder.»
Doğrusu onun :
«Parmağın diyeti» demesi idi. Her halde onu, Zeylâî'nin daha önce geçen ibâresi
yanıltmıştır.
Bundan maksadın ne olduğu daha önce anlaşılmıştı.
M E T İ N
Fazladan olan
parmakta, çocuğun gözünde, tenasül uzvunda ve dilinde; -eğer bunların sağlıklı
oldukları
gözde bakmak, tenasül uzvunda hareket ve dilde söz ile bilinmezse- hükümeti adl
îcâbeder. Eğer bunların sıhhatli oldukları bilinirse
ve bu, câninin ikrârı veya beyyine
ile sâbit olursa;
hatada ve
kasıtta bâliğ gibidir. Şayet cânî
inkâr eder veya: «Onun sıhhatli
olduğunu bilmiyorum»
derse hükümeti adl îcâbeder. Cevhere.
Aklı veya saçı
gideren mûzıhanın erşi, diyetin içine
girer. Çünkü; bir parmağın kesilip elin çolak
olmasında
olduğu gibi, parça bütünün içine girmiş olur.
İşitme, görme
ve konuşmasının yok olması hâlinde ise erş (bu duyulara ait organların) diyeti içine
girmez. Çünkü
bunlar, aklın aksine muhtelif organlar gibidirler. Çünkü aklın bütün bunlara faydası
vardır.
İ Z A H
«Fazladan olan parmakta ilh...» Bunlardan ilkinde
kendisine güzellik teallûk etmediği için,
kalanlarında da bunlardan gözetilen faydanın
(kendileri değil) menfaatleri olduğu için diyet
îcâbetmez.
Menfaatin varlığı bilinmeyince, şek ile
tam diyet gerekmez.
Zeylâî: «Eğer
kesenin de fazla bir parmağı varsa yine kısas îcâbetmez.» der. Tamamı oradadır.
«Dilde konuşmak
ilh...» Doğunca ağlaması konuşma
değil, mücerret bir sestir. Dilin Sıhhatte
oluşunun
bilinmesi konuşmakladır. Hidâye
ve başka kitaplar.
Kuhistânî de:
«Eğer çocuk bağırırsa diyet îcâbeder» denilmektedir.
Zahîre'de beyan edildiğine göre
İmâm Muhammed:
«Bunda hükümeti adl îcâbeder» demiştir.
«Bâliğ gibidir
ilh...» Burun, el ve ayak gibi, bu
anılanların dışındakilerde de kasdî
olanda kısas; hata
ile olanda da diyet
bakımından hüküm bâliğ gibidir.
Kuhistânî.
«Veya saçı
giderse ilh...» Yâni saçın tamamı telef olursa.
Ama bir kısmı veya az birşey
dökülürse,
cânîye
mûzıhanın diyeti îcâbeder. Saçın
erşi (diyeti) de onun içine girer.
Bunun uygulaması şöyledir: Mûzıhanın erşine ve saçtaki hükümet-i adl'e bakılır. Eğer
bunlar eşit
iseler, mûzıhanın erşi îcâbeder. Ama bunlardan birisi diğerinden daha fazla ise; az olan çok olanın
içine girer. Bu hüküm, dökülen saçın yerine yenisinin gelmemesi
durumundadır. Ama saç gelir ve
eski halini alırsa
birşey îcâbetmez. Cevhere.
«Parça bütünün içine girmiş olur ilh...» Çünkü aklın gitmesi ile, tüm
organların menfaati bâtıl olur
ve başı yaralayıp da adamın ölmesi hali gibi olur. Saçdan bir bölümün yok olması ile mûzıhanın
diyeti îcâbeder. Öyle ki saç yeniden biterse erş düşer. Hidâye.
Mûzıha'nın
erşi bu ikisinin dışında birşeyin içine girmez. Cevhere. «Parmağın kesilip
elin çolak
olması gibi ilh...» Çünkü bu durumda, parmağın diyeti elin diyeti içine girer.
«İşitme, görme ve konuşmanın yok olması hâlinde ise erş bunların diyeti içine girmez.» Cânînin,
mûzıhanın
diyeti ile birlikte erş de vermesi
gerekir. Bu, cinâyetten dolayı adamın ölmemesi
hâlindedir.
Ama o adam ölürse; erş düşer, üç sene içersinde
ödenmek üzere diyet îcâbeder. Eğer
cinâyet kasden
olmuşsa cânînin kendi malından; hatâen olmuşsa âkilesi tarafından ödenir.
Cevhere'de de
böyle denilmektedir.
M E T İ N
Eğer (baştaki yara
sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet
gerekir. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.
Kesilen bir parmağın yanındaki parmak çolaklaşırsa
bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki
İmâm farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip
de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı
kesilmez. Aksine
mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.
Yarısı kırılıp,
kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas
yoktur. Aksine, eğer çiğneme
özelliğini
kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme
özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken
görülen bir
dişse yine diyet, görülmüyorsa
hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.
Dürer'in sözü
ise: «Aksi halde birşey îcâbetmez.» şeklindedir.
Bu konu da asıl şudur: Eğer cinâyet
gerçekten ayrı
ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur
ve iki şeyi
telef ederse birisinin erşi (diyeti)
kısasa manîdir.
İ Z A H
«Ebû Yûsuf ile
Muhammed ise farklı görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas,
gözlerde ise diyet
vardır. Minah.
«Kesilen parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa
parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu
parmaklardan herbiri için diyet
îcâbeder. Minah.
«Bunda da iki
İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas,
öbüründe de erş vardır.
Cevhere.
Şayet
musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın
hilâfına
bunlardan dolayı kısas değil diyet
icâbeder» deseydi daha açık olurdu.
«Aksine, mafsal
için diyet, diğer parmaklar için de
hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve
Mültekâ'da da böyledir.
Zeylaî'den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha
önce Hidâye
şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki
ifadeye ters
değildir. Azîme'de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla
faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle,
kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama
arasını birleştirmek, uzak görülmüştür.
Dürerin ibâresi
ise daha önce de söylediğimiz gibi bir yanılmadır.
Musannıf
burada, önceki mes'elenin aksine, iki imâmın bu mes'elede kısası
kabul etmediklerine
işaret olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye'de:
«Alimlerimiz,
bir kısmı kesilip kalanı veya
kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem
fikirdirler. Ama birisi
öbürüne tâbî
olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.
Bu son mes'ele kesilen
parmakla yanındaki parmak gibi
yerlerdedir. Burada iki îmâmın
hilâfına
İmâm Ebû
Hanîfe'ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri
birinden ayrı
olmayanlardır.
Öyle olursa, Ebû Hanîfe'ye göre birisinin erşi ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.
Nitekim
yakında gelecektir.
«Sararan veya
kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir.
Mekkî, Kâfî'den
naklen.
Musannıfın
sararma konusunda söylediği Dürer'de
de olduğu gibi muhtâr olandır.
Tebyîn'de de
önce bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra:
«Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen
sahifedekinin
benzeri söylenmiştir.
Bumdaki hükmün
tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve
menfaatin yok olmasını
gerektirmez. Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı
ve
vurmakla
sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.
«Çiğneme özelliğini
kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed'in
ibâresi mutlaktır. Kifâye
ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes'ele detaylandırılarak
verilmesi
gerekir.» denilmektedir.
«Konuşurken
görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.
«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...»
el ve ayak gibi T.
«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef ederse
ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya
konuşmasını izâle
eden mûzıha gibi.
Vurulan yer,
ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak
olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki
uzuv olsun
farketmez. Ayrı iki uzuvda daha önce
de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile
Muhammed'in)
görüşü farklıdır.
M E T İ N
Üzerinden bir
sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin
dişini söken) kişinin dişi,
daha sonra
yerinden gelse; hata o zaman meydana
çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden
dolayı da
kısas
uygulanmaz.
Multekâ da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe
vurulup da sallanması halinde
de hüküm
aynıdır.» denilmektedir.
Hulâsa'da ise: «Yetişkin
olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva
böyledir» denilir.
Ben derim ki: Bu, musannıf ve diğerlerinin Nihâye'den
naklettikleri ile uyuşturulabilir.
Sahîh olan:
Bâliğ olanın
bir sene değil, iyi
olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar
gelmesi nâdirdir.
Eğer birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi
alıp yerine soksa ve kenarlarında et
bitse yine
diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski
haline dönmüş değildir. Nihâye'de
şöyle denilmektedir:
«Şeyhu'l-İslâm: Eğer menfaat ve
güzellikte eski hâline dönerse; yeniden bittiğinde
olduğu gibi
birşey
îcâbetmez demiştir.»
Kesilen kulağın yerine
yapıştırılarak tutması halinde de diyet
gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini
almaz.
Eğer diş sökülür ve
yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe'ye
göre çocuğun dişin de olduğu gibi
diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i
adl îcâbeder. Şayet
yarısına kadar biterse yarım diyet gerekir.
Geldikten sonra
eski halini alan tırnakta
hiçbir cezâ yoktur.
Baştaki yarık
veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa
bir şey
îcâbetmez. Ebû Yûsuf'a göre yaralayana erş-i elem -ki
o hükûmet-i adl'dir- gerekîr. İmâm
Muhammed'e
göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki
doktor ücreti ve tedâvî masrafından
olan nafakayı
vermesi îcâbeder.
Tahâvî
şerhinde, Ebû Yûsuf'un erş-i elem
sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr
edilmiştir. Bu îzaha
göre. Ebû
Yûsuf'un görüşü ile Muhammed'in görüşü
arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve
başka âlimler söylemişlerdir.
Ben derim ki: Bunun benzerini Müctebâ'dan naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ
sahibi bu
konuda, Ebû
Yûsuf'tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.
İ Z A H
«Dişi daha sonra yeniden gelse ilh... Yani tamamı düzgün olarak çıksa.
«Bir sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça
belirttiği gibi, sene
geçmeden, kısas hakkının
olmadığını ifade etti.
«Hata meydana
çıktığı için ilh...» Yâni kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep,
dişin biteceği
yerin
bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir.
O zaman da cinâyet
yok sayılır.
Hidâye.
«Şüpheden
dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce,
kısasın gerekliliği şüphesi.
«Kısasın da bir sene beklenir ilh...» Bu
durumda hakimin cânîden bir kefil alması
gerekir. Nitekim
Kifâye'de de böyledir.
«Hulâsa'da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle
demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi
durumunda bir
sene beklenmez. Bekleme işi
çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri
iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin
dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl
beklenir. Serahsî'nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve
sökülmesi durumlarında,
yeniden çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ verilir.»
«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ'daki hüküm küçüğün, Hulâsa'daki
de
yetişkinin dişine
hamledilir. Zâten Hulâsa'nın ibâresi açıktır.
«Sahibi dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.
«Çünkü
damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip
oluşunun gerekçesidir. T.
Burada diyet cânîye vaciptir.
«Eğer menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline
dönmesi tasavvur edilirse...
«Çünkü kulak eski şeklini
almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu'l-İslâm'ın söylediğinin cârî
oluşudur.
«...Diyet
düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet
bulunmadığı için cânîden diyet düşer.
«Çocuğun
dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun
sökülen dişi yeniden gelirse,
ittifakla diyet
îcâbetmez.
Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır. Hidâye.
«Sahibeyn (Ebû
Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.»
Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet
gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah'ın yeni bir nîmetidir.»
Hidâye.
«Diş eğri
biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe've göre Zeylâi.
Şâyet gelen
diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır.
Tatarhâniyye.
«Tırnakta hiçbir
cezâ yoktur ilh...» Tırnak diş gibidir. İhtiyâr'da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar
sökülür de yerine yenisi gelmezse, cânînin hükûmet-i adl ödemesi
îcâbeder. Çünkü bunun
hakkında muayyen bir diyet nakledilmemiştir.» Eğer yeniden gelen tırnak ayıplı olursa,
öncekinden
(hiç gelmemesi durumundakinden) daha az olmak üzere hükûmet-i adl gerekir.
Zahîriyye.
«Onun hiçbir
izi kalmazsa ilh...» Şayet yaranın
izi kalırsa; eğer yarık, muayyen bir diyeti olan bir
yarıksa o diyeti
değilse hükûmet-i adl icâbeder.
«Bîr şey
îcâbetmez,» Yani İmâm A'zam'a göre, dişin geri gelmesinde
olduğu gibi, iyileşip izi
kaybolan yarada da birşey îcâbetmez. Burcundî, Hâzâne'den muhtâr olanın Ebû Hanîfe'nin görüşü
olduğunu
nakletmiştir. Dürrü Müntekâ.
Mahbûbî,
Nesefî ve daha başkaları da buna îtimad etmişlerdir. Uyûn'da ise şöyle
denilmektedir:
«Kıyasa göre
cânîye birşey îcâbetmez. Fakat Ebû Yûsuf ile Muhammed, doktor ücreti gibi
hükûmet-i adl
gerekmesi istihsândır. demişlerdir. İyileşen bütün yaralar
böyledir.» Allâme Kasım'ın
Tashîh'inden
özetle alınmıştır.
Sâihânî şöyle
der: «Bana istihsanın üstün tutulması uygun
gelmektedir. Çünkü insan oğlunun
hakkı münakaşa üzerine mebnîdir.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilmektedir: «Muhammed'e göre cânîye bir şey îcâbetmez. Bu, İmâm-ı
A'zam'ın da kıyasıdır.
İstihsana göre ise hükûmet-i adl gerekir. O da Ebû Yûsuf'un
görüşüdür.
Fakîh: «Fetvâ Muhammed'in görüşüne göre verilir ki;
buna göre cânînin ilâç masrafından
başka bir
şey vermesi îcâbetmez»
der ki, Kâdî ise: «Biz ikisinin
görüşünü terketmeyiz; eğer yaranın izi kalırsa
o yaranın diyeti verilir. Meselâ yara
munakkile ise münakkilenin diyeti
gerekir.» der.»
Remlî de şöyle
der: «Âlimler arasındaki ihtilâfın
takdiminde, Bezzâziye'deki ile
buradaki arasında
farklılığı
düşün. Buradaki; Zeylâî,
Aynî ve şerhlerin çoğunda anılandır.»
«Daha önce zikretmiştik.» Yani, organlarda kısas
konusunda Tahâvî'nin söylediklerinin benzerini
ifâde
etmiştik.
«Müctebâ
sahibi bu konuda Ebû Yûsuf'tan iki
rivâyet zikretmiştir.» Şöyle demiştir: «Ebû Yûsuf'a
göre; câniye
erş-i elem çektiği (acının diyeti)
îcâbeder. İmâm Muhammed'e göre ise doktor ve ilâç
masrafı îcâbeder. Bu, Ebû Yûsuf'tan bir rivâyettir. Bu hüküm: Sefîhi suçtan saydırmak ve zararı
telâfî
içindir. Ebû Yûsuf erş-i elemi gerekli görmüş ve bununla hükümet-i adli murâdetmiştir. Bu da;
bir kölenin
önce sıhhatli sonrada bu elemle değerlendirilmesi ile
olur.»
Müctebâ sahibi
daha sonra şöyle der: «Ben derim ki: Hükûmet-i adl Ebû Yûsuf'a göre doktor ücreti
ile tefsir edilmiştir. Ben bir çok yerde Ebû Yûsuf'un
hükûmet-i adl ile; doktor ve ilâç masrafını
kasdettiğini
gördüm. Kudûri: Doktor ücreti,
Muhammed'in görüşüdür, demiştir.»
«Dikkatli ol» Bununla, Tahâvî'nin yorumunun İmâm Ebû Yûsuf'tan gelen iki rivâyetten
birisine göre
olduğuna
dikkat çekmiştir. T.
M E T İ N
Bir yaranın kısası, ancak yara iyileştikten sonra uygulanır. İmâm
Şâfiî ise farklı görüştedir.
Çocuğun,
delinin ve bunağın kasdî cinâyetleri hatâ sayılır. Sarhoş ve baygının
cinâyeti ise böyle
değildir.
Çocuk ve delinin cinayetinin diyeti; eğer o yirmide bire veya daha çok olur ve cânî
yabancı
olmazsa âkileye aittir. Aksi halde kendi malından ödenir. Dürer.
Çocuk ve deliye, (adam öldürmeleri hâlinde) keffâret îcâbetmez..
(öldürdükleri mûrisleri olursa)
mirastan da mahrûm bırakılmazlar. İmâm Şâfiî bu
görüşte değildir.
Eğer birisi, bir adamı öldürdükten sonra delirirse kısasen öldürülür.
«Öldürülmez» diyen de
olmuştur.
Mes'elenin tamamı, Mültekâ'ya
yazdığım ta'lîkte vardır.
Bir çocuk başka bir çocuğun
dişine vursa ve dişini sökse; dişi
sökülenin erginlik çağına gelmesi
beklenir. Eğer o zamana kadar diş gelmezse
vuranın âkilesi dişin diyetini öder.
Eğer vuran çocuk
yabancı ise, diyet kendi malından ödenir. Meseleyi
Meâkıl bahsinde tahkîk edeceğiz.
Önemli bir mesele:
Sahîh olan
görüşe göre âkile hükûmet-i adli asla yüklenmez.
Tenvîru'l-Besâir'de Tatarhaniyye'ye
nisbetle böyle
denilmiştir. Allah en iyi bilendir.
İ Z A H
«Bir yaranın
kısası ancak yara iyileştikten sonra uygulanır.» Çünkü
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in;
sahibi
iyileşmeden yaranın kısasının uygulanmasını
nehyettiği
rivâyet edilmiştir. Hadisi Ahmed
ve
Dârakutnî rivâyet
etmişlerdir. Bir de; yaraların ölüme sebebiyet
verebileceği ihtimâlinden dolayı,
yaralarda sonucu îtibar edilir. Zirâ yaradan dolayı yaralı ölürse o zaman cânî öldürmüş
olur. Cinâyet
eserinin yara
oluşu ancak iyileştikten sonra
bilinir. Zeylaî.
«Hatâ sayılır
ilh...» Yani hatanın hükmünde ve malın
gerekmesinde hatâ sayılır.
«Sarhoş ve
baygının cinâyeti ise böyle değildir.»
Kuhistânî'de de böyle denilmiştir.
Zâhir olan
buradaki sarhoştan maksat, mübah olmayan bir şeyle
sarhoş olandır. Kendisini içkiden caydırmak
için böyle yapılır. Teammüden olan cinayette kasıt şarttır. Mübah bir şeyle sarhoş olanın kasdı
yoktur.
Dolayısıyla onu cezalandırmaya da gerek yoktur. Baygın hakkında da böyle
denilebilir.
Çünkü uyuyanda
olduğu gibi, baygında da kasıt yoktur. Çocukta ise genelde kasıt vardır. Buna
rağmen onun
teammüden yaptığı, hatâ sayılmıştır. Öyleyse
baygın ve sarhoş daha evlâdır.
Eşbâh'ta şöyle
denilmektedir: «Haram bir şeyden
dolayı sarhoş olar» kişi mükelleftir.
Mübah bir
şeyden sarhoş
olmuşsa mükellef değildir. O baygın
gibidir.»
«Eğer yirmi de
bir veya ilh...» O erkekte
beş yüz, kadında iki yüz elli dirhemdir. Kuhistânî.
«Aksi halde
kendi malından îlh...» Yani
diyet, yirmide bire varmıyorsa. O
zaman mallarda uygulanan
şey uygulanır. Zeylaî. Veyâ cânî yabancı olursa. Çünkü genelde onların
âkilesi olmaz. Nitekim
ileride gelecektir.
«Keffâret
îcâbetmez.» Çünkü onların günahları yoktur.
Mirastan mahrûmiyet de cezâdır. Onlar ise
cezâya ehil
değillerdir. Mürted olan çocuğun
mîrastan mahrûmiyetine sebep ise; riddetin cezâsı
değil, din
farklılığıdır.
«Mes'elenin tamamı Mültekâ'ya yazdığım tâ'lîkta vardır.» Orada şöyle demiştir. «Bunda,
öldürdükten
sonra delirmesi hâlinde öldürüleceğîne işâret vardır. Bu, deliliğin sürekli
olmaması
durumundadır.
Ama sürekli olursa kısas düşer. Şeyhu'l-İslâm
da böyle demiştir. Ebû Yûsuf
ile
Muhammed'den
eğer kısasa hükmedilmemişse delinin
mutlak surette öldürülmeyeceği rivayet
edilmiştir.
«Müntekâ'da da
şöyle denilmektedir:
Eğer kâtıl, maktûlün velisine daha delirmeden teslim
edilmişse öldürülmez. Katilin, birisini öldürdükten sonra bunaması durumunda da hüküm aynıdır.
Kâtilin kendi
malından diyet ödenir. Kuhistâni,
Zâhîriyye'den.» mes'ele, kısası
gerektiren şeyler
konusunda
geçmişti.
«Dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi beklenir» Daha önce yazdıklarımızdan anlaşıldığına göre;
eğer dişine vurulan kişi bâliğ ise, diş yeri iyileşinceye kadar; çocuk
ise bir sene beklenir. Çocuğun
erginlik çağına gelmesine kadar beklenmesi başka bir görüştür ve vuranın çocuk
olması hâline
mahsustur.
Ancak onunla vuranın bâliğ olması arasındaki
farka işârete ihtiyaç vardır. Düşün.
«Eğer o zamana kadar diş gelmezse ilh...» Ama
gelirse, daha önce de geçtiği gibi birşey îcâbetmez.
«Mes'eleyi
me'âkıl bahsinde tahkik edeceğiz» Yani yabancıda diyetin cânînîn
kendisine ait
olduğunu söyleyecek.
Tenvîru'l-Besâir'de ilh...» İbâresi şu şekildedir: «Eğer hükümeti adl,
mûzıha'nın diyetinden daha az
veya o kadarsa
onu âkile yüklenmez. Eğer daha
fazla ise, hükmü konusunda imamlarımızdan bir
rivâyet gelmiş değildir. Sonraki alîmler ise konuda ihtilâf etmişlerdir. Şeyhu'l-İslâm: Akile onu
yüklenmez der. Aynısı Tatarhânîyye'de de vardır.»
Allah (c.c.) en iyisini
bilîr.
M E T İ N
Hamile olan
hür kadının karnına vursa ve
kadın ölü ve hür bir cenin düşürse, bu
kadın kitâbiye,
mecusiye veya
eşi de olsa, âkileye gurre ödemek vacip olur. Bu ifade (hür kadın ifadesi) ile cariye
ve hayvan bu hükmün dışına çıkmış oldu ki ikisinin hükmü ileride
gelecektir.
Ben derim ki: Aslında
şart olan annenin hürriyetî değil,
cenînin hürriyetidir. Meselâ efendisinden
veya mağrûrdan (aldatılmış) gebe kalan
cariyenin durumunda âkileye gurreyi
ödemek vacip olur.
Zeylâi'den Dürer.
Musannıfın
bunu nasıl zikretmemiş olduğuna hayret
edilir.
Arap dilinde
ayın evveline «ğurre» denilir. burada da «diyet miktarlarının başı»
manasında
kullanılmıştır.
Eğer cenîn erkek olursa, ğurre erkeğin diyetinin onda birinin yarısı;
eğer dişi olursa
kadının diyetinin onda biridir ki, her
biri beş yüz dirhemdir. Bu ğurrenin bir sene
içinde
verilmesi. gerekir.
Şâfiî diyet
gibi üç sene içinde verilmesi
gerektiğini, Mâlik de malından verilmesi gerektiğini
söylemiştir. Bizim için delil ise
Peygamber (s.a. v.)'in fiilî sünnetidir.
Eğer kadın cenini sağ olarak düşürürse ve cenin
daha sonra ölürse, o zaman tam bir diyet
gerekir.
Eğer kadın cenini ölü olarak düşürürse ve daha sonra anne
de ölürse o zaman anne için bir diyet
ve cenin için
bir gurre gerekir. Çünkü eserinin taaddüdüyle fillin de taaddüt, ettiği
daha önce
belirlenmişti.
Zâhîre'de de ölenlerin iki cenin veya daha fazla olması halinde gurrenin de daha
fazla olacağını
açıkça ifade etmiştir.
Ben derim ki : Bundan anlaşılan diyetin de taaddüd
edeceğidir. Fakat ben bunu herhangi bir yerde
görmedim. Müracaat edilsîn..
İZAH
Musannıf,
hakiki cüzlerîn hükümleri hakkındaki sözünü bitirince bunun ardından
hükmî cüz'ün
hükümlerini
anlatmaya başladı. Hükmî cüz
cenîndir. Böyle denmesinin sebebi
anneden bir cüz
hükmünde
olmasıdır. Cenîn, rahimde olduğu sürece çocuğa verilen isimdir. T. özetle...
Metin olarak
geleceği gibi, saç ve tırnak gibi azalarının
bir kısmının ortaya çıkmış olması
yeterlidir.
«Kadının
karnına vursa ilh...» Aynı şekilde,
sırtına, yanına, başına veya azalarından herhangi
birisine de
vursa... Düşün. Remli.
Tahrîrî'den Ebussuud'da olan da
bunun benzeridir.
Saihâni şöyle
demiştik: «İleride gelecek olan:
«Kadın cenini ilaçla veya
bir fiille düşürse» sözünden
«karın» ve
«vurma» lafızlarının herhangi bir kayıt
için olmadıkları anlaşılır. Hatta erkek başına vursa
veya kadın fercini ilâçlasa, -sarahaten söyledîkleri gîbi- bu durumlarda da tazminat vardır.»
Hayriye'de
şöyle denilmiştir: «Hocamızın babası Emînuddin bin Abdul'âl: «bir kişi bir
kadına
bağırsa ve o
kadın da bir cenin düşürse bunun için tazminat ödemeyeceğine fakat onu darpla
korkutsa zamin
olacağına» fetva
vermiştir.»
Ben derim ki: İki mesele
arasındaki fark şudur: Korkutma sonucu ölme korkutandan sadır olan ve
ona nispet
edilen bir fiildir. Bağırması ile ölmesi
ise; kadının kendisinden sadır olan bir korku ile
olmuştur.
Fukahâ, eğer bir kişi yetişkin
bir insana bağırsa ve o da ölse, bunu ödemeyeceğini ve
fakat ona
aniden bağırsa ve adam bundan dolayı
ölse diyet vâcip olduğunu açıkça ifade
etmişlerdir.
Ve yine derim
ki; Burada herhangi bir muhalefet
yoktur. Çünkü birinci durumda kendine
ait olan bir
korkudan
ölmüştür. İkinci durumda ise bağırana ait olan, ani bir bağırıştan
dolayı ölmüştür ve böyle
bir durumda
bağıranın: «Korkudan öldü» sözüne itibar edilir. Ölenin velileri ise
ölümün:
«Korkutmadan
dolayı olduğunu delil ile ispat etmek
zorundadırlar. Buna göre, eğer bir kişi bir
kadına aniden bağırsa ve kadın da bağırışından dolayı çocuğunu düşürse; bağıran bundan dolayı
tazminat öder.
Eğer bağırdığından başka bir kadın düşürse ona karşı bir kasdı olmadığından dolayı
tazmin etmez.
Bunu düşün, çünkü bu iyi bir araştırmadır. Özetle.
«Veya
mağrurdan ilh...» Meselâ, hür diye bir
cariye ile evlense veya bir cariye
satın alsa ve ondan
hamile kaldığı halde, başkasının hakkı çıksa, bu durumda çocuğun gurresi, vuran adamın âkilesi
üzerinedir.
«Musannıfın
bunu nasıl zikretmemiş olduğuna hayret
ilh...» Dürer'e sıkı sıkıya bağlı olmasına
rağmen... Bu
durumda önce hürriyet kaydını düşürüp bunu şarihin yaptığı gibi «ölü bir cenin
düşürse»
sözünden sonra zikretmeliydi
veya annenin hürriyetinin şart olduğu
anlaşılmasın diye:
«Hamile olan bir kadının karnına vursa... Bahr.» demeliydi.
«Burada da
dîyet miktarlarının başı manasında kullanılmıştır.» Çünkü yaralama diyetinin
en azı,
yaralama bahsinde de geçtiği gibi, onda birin yarısı miktarındadır.
«Erkeğin
diyetinin ilh...» Musannıfın sözündeki
diyetten murat, erkeğin diyetidir ve
bunun onda
birinin yarısı
beş yüz dirhemdir. Bu da peşinen veya
dişi cenin gurresidir. Çünkü dişi ceninin
gurresi kadının diyetinin
onda biridir ve bu da aynı şekilde beş yüzdür. Zira kadının diyeti
erkeğin
diyetinin yarısıdır.
Bunun özeti
şudur: Erkeğin gurresi ile kadınınki arasında hiçbir fark
yoktur, bu yüzden musannıf
metinde bunun
erkek veya dişi olduğunu belirtmedi.
«Bir sene içinde verilmesi gerekir.» Yani, daha sonra
açıkça ifade edeceği gibi, bunu vermek
âkileye düşer
ve bu durum hür olan cenin hakkındadır.
Câriye'de ise, ileride geleceği gibi, vuranın
malından peşin
olarak alınır.
«Biz ise Peygamber
(s.a.v.)in fiiline uyarız» Bu da Muhammed İbn Hasan'dan rivayet edilen şu
sözdür: «Bize
Rasûlullah (s.a.v.)'in âkilenin gurreyi, bîr sene içinde
ödemesine hükmettiği ulaştı.»
Zeylai.
Bil ki
gurrenin vacip oluşu kıyasa muhaliftir. Adamın birinin
Züfer'e şöyle sorduğu rivâyet
edilir:
«Vurma sonucu
ölen için tam bir diyet verilmesi
gerekîr, ruh üflenmemiş ise bu durumda hiçbîr şey
yoktur. Bu,
nasıl olur?» Bunun üzerine Züfer
sustu. Bu sefer soran adam: «Seni başıboş
azad
ettim» dedi.
Sonra Züfer Ebû Yûsuf'un yanına geldi ve: «Taabbud, taabbud» dedi. Yani bu
meselenin Sünnetle sabit olup akıl ile idrâk edilemeyeceğini
ifade etti. İnâye'den özetle.
Bir deyim olan
bu ifade, kişinin umduğunu bulamaması
halinde söylenir. Burada «Biz de
seni bir
şey biliyor sanmıştık» anlamına gelebilir.
(Mütercim).
«Eğer kadın cenini sağ olarak düşürürse
ilh...» Sağ olduğu canlılığa delâlet eden ilk ağlama, emme,
nefes alma, hapşırma v.b. gibî şeylerle sabit olur. Fakat bir uzvunun hareket etmesiyle
sabit olmaz.
Çünkü bu
hareket bazen çocuğun rahimden çekilmesinden
veya dar yerden çıkmasından dolayı
olabilir. Mekki'den T.
«Cenin daha
sonra ölürse o zaman tam bir diyet gerekir.» Yani, İhtiyârda
olduğu gibi keffâret de
verir. Çünkü
bu, kasde benzer veya hata yolu ile öldürmedir. Bu mesele ileride
gelecektir. Burada
da diyeti yine âkile
öder. Bu mesele Cevhere'de ve îhtiyâr'da açıkça
ifade edilmiştir.
Musannıfın
Minah'taki «vuran üzerine» sözü, ya
tamlananın hazfi ile açıklanır ya da
sahih olan
görüşe göre
vacip oluşun önce vuran üzerine olmamasından
dolayıdır;
sonra «İki FiiI» faslında
takdir
ettiğimiz gibi; onu akile yüklenir.
Musannıf bu sebepten dolayı: «Malından alınır» demedi.
«Eğer kadın cenini ölü olarak düşürürse ve daha
sonra anne de ölürse ilh...» Her ikisinin de
ölümünün
açıklamasıdır ve bu dört şeklide olur. Çünkü çıkışı ya yalnız annenin sağ
halinde veya
her ikisinin ölümü halinde veya yalnız annenin ölümü halinde veya her ikisinin sağ
olmaları halinde
olur.
«Çünkü daha
önce belirlenmişti ki îlh...» Şu misalde olduğu gibi:
Sivri birşey atsa ve bir kişiye
isabet etse, onu delip diğer bir şahsa gelse
ve onu öldürse; eğer ikisini öldürüşü
de hatâ ile olursa;
iki diyet vacip olur. eğer birinciyi kasten öldürmüşse
kısas ve diyet gerekir. Zeylaî.
«Bundan
anlaşılan diyetin de teaddüt edeceğidir.»
Eğer ikisini de sağ olarak düşürdükten sonra
ölürlerse; demektir.
«Fakat ben
bunu herhangi bir yerde görmedim.
Müracaat edilsin» Ben derim ki: Cevhere'de ve
Dürer'de bu,
açıkça ifade edilmiştir.
Remlî, Tahavî
Şerhi'nde şöyle yazıldığını söylemiştir: «Eğer iki
cenin düşürürse iki gurre vacip
olur.
Eğer biri sağ olur sonradan ölürse, diğeri ölü olursa o zaman bir gurre ve bir
diyet vacip olur. Eğer
anne öldükten
sonra ikisi ölü olarak çıkarlarsa,
sadece annenin diyeti vacip olur.
Fakat ikisi sağ
olarak çıktıktan sonra ölseler, o zaman üç diyet vacip olur ve bunun üzerine diğer meseleler
kıyas
edilir. Eğer ikisinden biri annenin ölümünden önce diğeri
ölümünden sonra çıksalar ve her ikisi de
ölü olsa, önce
çıkan için bir gurre vacip olur. Sonra
çıkan için bir şey yoktur. Annesinin
ölümünden
önce çıkan, annesinin diyetinden bir şeye mirasçı
olamaz; anne ise ona mirasçı olur. Diğeri hiç
birine mîrasçı olmaz, kendisine
de mirasçı olunmaz. Ancak sağ çıkarsa ve sonra ölürse onun için
tam bir diyet
vacip olur ve varisleri ona mirasçı olurlar, muhtasar olarak
Tatarhâniye'de de
böyledir.»
M E T İ N
Eğer anne ölürse
ve onu ölü olarak düşürürse yalnız
bir diyet vacip olur.
Şâfiî: «Bir gurre ve bir diyet vacip olur» demîştir.
Eğer öldükten
sonra onu sağ olarak düşürürse, sağ düşürdükten sonra ikisinin
de ölmesi
durumunda
olduğu gibi iki diyet vacip olur.
Kendîsinde
gurre veya dîyet vacip olan cenîne mirasçı olunur, annesi de ona vâris olur, fakat
vuran
kişi ona vâris
olamaz.
Karısının karnına vurmuş olsa ve oğlunu ölü olarak
düşürmüş olsa, babanın âkılesine
gurreyi
ödemek düşer ve baba karısından miras olamaz. Çünkü katildir.
Cariyenin, erkek
ve köle olan ceninini düşünmesi halinde; sağ
olursa, kıymetinin onda birinin
yarısı, eğer dişi olursa kıymetinin onda biri vacip olur. Çünkü daha önce kölenin diyetinin,
kıymeti
olduğu
belirlenmişti. Dişinin fazla olması gerekmez.
Çünkü çoğunlukla erkeğin kıymeti daha
fazladır. Ve bu durumda, erkek veya dîşi olduğu anlaşılamadığı zaman bir şey gerekmediğine işaret
vardır. Başsız
düştüğü zamanki gibi... Çünkü ancak
ona ruh üflendiği zaman kıymet
vacip olur,
başsız olana da ruh üflenmez. Zahîre.
Çocuğu sağ
düşürse bile cariyeye vuran kişinin malından peşinen alınır. Çünkü doğum cariyeyi
noksanlaştırmıştır. O zaman ceninin kıymetini vermekle doğum noksanlığını ödemiş olsa bile,
noksanlığını
değil ceninin kıymetini vermesi
gerekir. Doğum noksanlığını ödemiş olmazsa bunu
tamamlaması gerekir.
Mücteba.
İ Z A H
«Yalnız bir
diyet vacip olur.» Çünkü zahiren annenin ölümü onun ölümünün sebebidir. Çünkü
hayatı onun hayatı ile teneffüsü onun
teneffüsü iledir. O zaman annenin ölümü
ile onun ölümü de
tahakkuk eder. O halde bu durumun nassın vârid olduğu mana ile ilgisi yoktur. Çünkü bunda
ihtimal daha
azdır. Bu yüzden şüphe sebebiyle tazmin etmez. Zeylai.
«Vuran kişi ona varis olamaz ilh...» Ondan başkasına da varis olamaz.
Çünkü bizzat katildir.
«Cariyenin
erkek ve köle olan ceninde ilh...»
Yani meselenin konusu de bu olduğu gibi ölü olarak
düşürdüğünde
demektir. «Eğer sağ olursa; kıymetine racidir» sözü «sağ farzedilirse kıymeti»
demektir. Ama
sağ olarak düşürürse ve bilahare
vurmadan dolayı ölürse, -Şârihin işaret
edeceği
gibi- kıymeti
tamamı ile verilir.
«Köle» sözü ile
çocuğun mevlâsından veya mağrurdan olduğu halleri, ifade kapsamının dışına
çıkarmak içindir. Çünkü o zaman çocuk hürdür ve daha önce
belirttiği gibi gurreyi âkile verir.
«Eğer dişi olursa» sözü, «Eğer sağ olursa»
sözünün değil, «erkek» sözünün mukabilidir.
«Dişinin fazla
olması gerekmez ilh...» Yani, kıymeti erkek kölenin kıymetinden fazla olduğunda...
Çünkü bu durum
nadirdir, çoğunlukla erkeğin kıymeti
daha fazladır.
Ben derim ki : Bu, tartışılabilîr. «Zikredilenin
lüzumunda bir mahzur yoktur» denilebilir. Çünkü
erkeğin kadına zîyadesine itibar hürriyet şerefinden
dolayı ancak hürlerde söz konusudur,
kölelerde değil. Çünkü onlar meta gibidirler ve bu yüzden
onlar için diyet takdir edilmez.
«Bîrşey
gerekmediğine ilh...» Bu hususta
musannıf Kuhistani'ye uymuştur. Kifâye, İnaye ve
diğerlerinde
olan: «Hünsâ kölenin hata ile
katlinde olduğu gibi. yakın olanın alınmasıdır.»
Cenin
kaybolsa ve hayatta olduğu takdirde rengi ve şekli
îtibariyle kıymetinde anlaşmazlık olsa
makbul
olan söz,
fazlalığı inkâr ettiğinden dolayı vurana aittir.
«Başsız
düştüğü zamanki gibi» Bu bir benzetmedir, temsîl değildir.
Ben derim ki: Uzuvlarından bazısı ortaya çıkan ceninin,
yaradılışı tam olan cenin gibi olduğu
ileride
gelecektir, herhalde uzuvların ortaya çıkmasından
murad baş ortaya çıktıktan sonradır.
Çünkü
diğer uzuvları
tersine onsuz hayat yoktur. Düşün...
«Vuran kişinin malından ilh...» Çünkü Akile kölenin diyetini
vermez. İhtiyar. Düşün...
«Cariyeye» sözü bazı nüshalarda da aynı şekildedir ve «vuran»a mütealliktir.
T. şöyle
demîştir: «Bu cenin hakkındaki hükümdür. Anne
öldüğü zaman ne olacağı hususunda
Zahîre'den naklen Hindiye'de Ebû Hanife'nin şöyle dediği
söylenir: «Vuranın üç sene içerisinde
annenin
kıymetini» ödemesi gerekir.»
Düşünülsün...»
«Ben derim ki: Bunun özeti ceninin anneden bir parça olduğudur. Meâkıl bahsinin
sonunda; «Hür
bir kişi bir köleyi hata İle yaralasa anca konu
öldürdüğü zaman diyetini akilesi verir
çünkü âkile
kölenin
uzuvlarını yüklenmez.» hükmü gelecektir.
«Fakat ilh...» Meselâ
cariye on dirhem noksanlaşsa ve
ceninin kıymeti de beş dirhem olsa, on
dirhem ödemesi
gerekir.
M E T İ N
Ebu Yûsuf
demiştir ki: «Bu durumda, hayvanda olduğu gibi cariyenin
de noksanlığını ödemesi
gerekir.» Şâfiî ise:
«Bu durumda annenin kıymetinin onda birini ödemesi gerekir»
demiştir.
Sadru'ş-Şerîa
Bunun mevlâya verileceği İse açıktır. Eğer efendi cariyenin
karnına vurduktan sonra cenini azad
ederse; cariye de onu sağ olarak düşürür ve cenin daha sonra ölürse; bu durumda azaddan sonra
ölse; diyeti
değil de sağ haliyle kıymeti mevlâya verilir. Çünkü muteber olan vurma halidir. Diğer üç
imama göre ise diyet
vâcip olur ve bu bizden gelmiş
bir rivâyettir.
Bize göre eğer
Ölü olarak düşerse cenînde
kefâret vacip olarak değil, mendup olarak
vardır. Zeylaî.
Eğer sağ olarak çıkarsa
ve sonra ölürse bu durumda kefaret gerekir. Hâvî'l-Kudsi'de de bu açıkça
İfade edilmiştir. Ve bu, fukahanın sözlerinden anlaşılandır. Çünkü diyetin
vacip olduğunu açık
olarak İfade etmişlerdir. Buna göre keffâret gerekeceği açıktır.
Tırnak ve saç
gibi uzuvlardan birisi ortaya çıkmış
olan cenin, zikredilen hükümlerde -ilgili babında
geçtiği gibi
iddet ve nifasta, tam olan cenîn
gibidir.
Cenini kocasının izni olmadan ilâçla veya karnına vurma gibi bir fiil ile ölü olarakdan düşüren hür
kadının âkilesînin bir sene içinde gurreyi tazmin etmesi vaciptir. Eğer kadının âkilesi yoksa, o
zaman kendi malından yine bir senede tazmîn olunur. Sadru's-Şeria.
Uzuvlarından
bazısı ortaya çıkmamış cenini
düşürmekten dolayı günahkâr olmaz. Bu da Hazr
Bahsinde nazım
olarak geçmişti.
Eğer kocası izin verirse veya kadın kasten yapmış
olmazsa, teaddi olmadığından dolayı
gurre
yoktur. Eğer
başka bir kadına cenîni düşürmesi için
emrederse ve kadın da düşürürse emredilen
kadın gurreyi
tazmin etmez. Ama ümmü'l-veled bu işi
kendisi yapsa ve cenini düşürse,
başkasının
hakkı olmadığı müddetçe; efendisini, cariyesinden alacaklı olma-sı muhal
olduğundan dolayı;
ümmü'l-veled'in üzerine hiçbir şey düşmez. Başkasın hakkı çıktığı zaman ise mağrur olduğundan
dolayı gurrenin mevlaya verilmesi vacip olur.
Vakıât'ta şöyle
denilmiştir: «Cenini düşürmek için amden ilâç içen kadın, onu sağ
olarak düşürürse
ve cenin daha
sonra ölürse ona bir diyet ve keffâret vacip olur. Eğer ölü olarak düşürürse o zaman
sadece gurre vacip olur ve her iki halde de kadın varis olamaz.»
Hayvanın ceninde ise, eğer anne bir noksanlığa uğramışsa bu
noksanlığın ödenmesi vacip olur.
Eğer anne herhangi
bir noksanlığa uğramamışsa herhangi bir şey gerekmez. Siraciye.
FER'Î BİR
MESELE :
Bezzâziye'de
şöyle bir şey vardır: «Karısının karnına kılıçla vurup karnını kesse
ve çocuklardan biri
sağ ve kılıçla
yaralı olarak düşse. diğeri ise ölü ve bedeninde kılıç yarası olduğu halde düşse ve
anne de ölse, zevceden dolayı kısas yapılır. Çünkü
kastîdir. Adamın akılesi üzerine de
öldüğü
taktirde sağ çocuğun diyeti
vardır, ölü olan çocuğun da gurresi
vacip olur. Çünkü adam vurduğu
zaman kadının
karnında iki çocuk olduğunu bilmiyordu o zaman bu vuruşu hata en olmuştur.»
İZ A H
«Ebû Yûsuf
demiştir ki ilh..» Bu Ebu Yûsuf tan
gelen zahir rivayet değîldîr. Mebsût'ta demiştir ki:
«Sonra kölenin cenininde bedelin vücubu Ebu Hanife ve İmâm Muhammed'in sözleridir. Ebû
Yûsuf'un
sözünün zahiri budur. Ebû Yûsuftan bir rlvayette.
«Eğer annede bir noksanlık meydana
gelmişse, ancak bu vacip olur. Eğer bir noksanlık meydana gelmemişse herhangi
birşey gerekmez»
denilmiştir.
İnaye.
«Onu vurduktan
sonra ilh...» Eğer cenini hür bir babası
olduğu halde vurmadan önce azad ederse,
o zaman
mevlâya değil, babaya bir gurre
verilir. Tatarhâniye.
«Mevlaya ilh...» Ebu'l-Leys demiştir ki: «Muhammed onun mevlâ için veya
ceninin varisleri için olup
olmadığını
zikretmemiştir. Zâmirlerin «vurmaya» istinadından ve vurma anında memlûk olmasından
dolayı «mevla îçîn» demek caizdir. İtkanî. Özetle...»
Tatarhâniye'de
imamların bu konuda ihtilâf ettikleri
zikredilmiştir: Bazılarınca «varisleri için»
olduğu,
bazılarınca da «cenin için» olduğu söylenmiştir.
«Çünkü muteber
olan vurma halidir İlh...» Çünkü onu
daha önceki bir vuruşla öldürmüştür ve
bu da
kölelik halinde olmuştur. Bu yüzden diyet değil kıymeti vacip olur. Bu da sağ
olduğu haldeki
kıymetidir.
Çünkü sağ iken onun katili olmuştur.
Bu yüzden sebep ve telef hallerine baktık. Hidâye.
Yani vurma
haline itibar ederek diyeti değil. kıymeti vacip kıldık ve telef haline İtibarla hayatından
şüphe edilen haline
değil, sağ haliyle kıymetini
vâcip kıldık. Çünkü sadece vurma haline
itibar
edilseydi,
ceninin sağ olmaması da caiz olurdu. O zaman da kıymeti değil. belki gurre vacip olurdu.
Kifaye. özetle...
«Bu durumda
keffâret gerekir.» Çünkü hata ile veya
kasde benzer bir yolla bir insanı
telef etmiştir.
«Hâvi'l-Kudsî'de de bu açıkça ifade
edilmiştir.» Ben derim ki: Aynı şekilde daha önce takdim
ettiğimiz gibi
bu mesele ihtiyâr'da da açıkça ifade edilmiştir. Şarih de bunu Vâkıât'tan
zîkredecektir.
«Sözlerinden anlaşılandır ilh...» Bu ifade de, bu
meselenin kitapların çoğunda genişçe tasrih
edilmeyişi
dolayısıyla mazur gösterici bir açıklama vardır. Çünkü onlar: «Ceninde kefâret yoktur»
sözlerini
mutlak olarak zikretmişlerdir.
«Uzuvlarından
bazısı ortaya çıkmış ilh...» Hayz bahsinde ceninin uzuvlarının ortaya
çıkışının
yüzyirminci günden sonra olduğu geçmişti. Zahîre'den takdim ettiği sözün zâhiri: «Başın
mutlaka
var olması
gerekir.» şeklindedîr. Şumnî'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer kadın uzuvlarından
herhangi
birşey beIli olmayan bîr et parçası düşürse
ve ebelerden doğru sözlü bir grup da
onun bir
insan başlangıcı olduğuna ve eğer kalsaydı
şekilleneceğine şahitlik etse, o zaman onda gurre
yoktur ve bu
durumda bize göre hükümeti adlin
tekrar edeceği bedel gerekir.»
«İddet ve
nifasta ilh...» Yani onunla iddet
biter ve onu düşürmekle annesi lohusa
olur.
«O zaman malından ilh...» Yine bir rivayete
göre... Başka bir rivayette ise gurreyi kadının âkilesi
verir ve muhtar olan da budur. Câmiu'l-Fusuleyn. Yani, Me'âkil bahsinin
sonunda gelecek olan,
zahir-i rivayete göre; âkilesi olmayanın diyetinin Beytu'l-Mal'den verilmesi meselesinden
dolayı...
Fetvâ da buna
göredir. Gurrenin kadının malından
vacîp oluşu ise şâzdır. Bu meselenin tamamı
inşallah orada gelecektir.
«Günahkâr olmaz ilh...» İfadede en uygun olanı: «Günahkâr olur» demesiydi. Çünkü bu söz
gurrenin vacip
oluşundan bahsedilirken söylenmiştir
ve gurre de ancak bazı uzuvların ortaya
çıkması ile vacip olur. Sonra da: «Eğer uzuvlarından bazısı ortaya
çıkmamış ise ona hiçbir günah
yoktur» derdi. T.
Hânîye'de şöyle denilmektedir. Demişlerdir ki: «Eğer uzuvlarından
herhangi bir şey belli olmamışsa
günahkâr
olmaz.» Radiyallahu anhu demiş-
tir ki: «Ben günahkâr olmaz, demem çünkü Ih râmda
olan kişi bir av hayvanın yumurtasını
kırsa,
bunu tazmin
eder. Çünkü o av hayvanının aslıdır orada ceza
ile muâheze edildiği zaman bu
meselede cenini özürsüz düşürdüğü zaman günahkâr olması az değildir. Ancak katil
olmuş gibi
günahkâr
olmaz.»
Eğer ceninin
uzuvları ortaya çıkmış İse ve kadının
bir fiili ile ölürse, katil olmuş gibi günahkâr
olacağı ise açıktır.
«Kasdi olarak düşürürse ilh...» Kifâye'de ve diğerlerinde de aynı şekilde kayıtlanmıştır.
Şurunbulâliye'de denilmiştir ki:
«Kasdî olarak düşürmezse anne üzerine hiçbir şey yoktur. Annenin
dışındakilerde ise çocuğu
düşürme kasdı şart değildir. Nîtekim Hâniye'de de böyledir.»
«Karnına vurma
gibî ilh...» Kadın çocuğu düşürene
kadar fercini ilâçladığı zaman da böyledir.
Kifâye. Ağır
bir yük taşıdığı zaman da böyledir... Tartarhâniye. Yani geçenlerden öğrenildiği gibi
bunları cenini
düşürme kasdı ile yaparsa hüküm böyledir.
«Eğer kocası izin verirse gurer yoktur.»
Bunu Zeylaî, Kafi sahibi ve diğerleri zikretmîşlerdir.
Şurunbulâliye'de denilmiştir ki: «Ben
derim ki: Bu sahih olan rivâyet değil, zayıf
olan rivayete
uygun düşmektedir. Çünkü Kâfi'de denilmiştîr ki: «Bir kimse diğerine!
Beni öldür! dese ve o da onu
öldürse sahih
olan görüşe göre diyet malından alınır.
Çünkü ibahat nefislerde cari olmaz ve
şüpheden
dolayı kısas düşer. Bir rivayette de: Hiçbir şey gerekmez çünkü nefsi onun hakkıdır ve
hakkının telef edilmesine izin vermiştir.» O zaman
gurre veya cenînin diyeti de adamın
hakkıdır.
Ancak ibahat
müntefidîr. Kocanın, ceninin telef edilmesî hususundaki mücerred
emri ile gurre
kadının âkilesinden düşmez. Çünkü onun kadına emri,
adamın fiilinden aşağı değildir. Çünkü adam
karısına vurduğu
ve kadın da cenin düşürdüğü
zaman, adamın âkilesi üzerine gurre lâzım
olur ve
adam buna
vâris olamaz. Eğer gurrenin adamın hakkı olduğuna baksak, vurmasıyla herhangi bir
şey gerekmez.
Lâkin bir insanın diğer bir insanın insanlığını heder etme hakkı
olmaması dolayısıyla
Şarî'in, onu
telef etmesi karşılığında ona takdir
ettiği şeyi ödemesi gerekir Bu
ödenecek şeyi de
cani dışındakiler istihkak edebilirler.» Özette...
Ben derim ki: Fukahâ, âdemiyyetinîn tahakkuku bulunmadığından dolayı cenînin bir nefis
olarak
kabul edilmediğini açıkça ifade ettiklerinden
dolayı; burada bu görüşe itiraz edebilir.
Ve bu cenin
bir yönden annesinden bir cüz olarak kabul edilir; bu yüzden de hayatı tahakkuk edene kadar onda
kıymet veya
diyet kâmil olarak vacip olmaz. keffaret
de... Biz; gurrenîn vacip oluşunun
taabbudî
olduğunu
önceden belirtmiştik O zaman cenini muhakkak nefis yerine koymak
sahih olmaz ki
«İbahat nefislerde
cari olmaz» denîlebilsin. O zaman geçen
feride tazminat ödeme hükmünün
tashih edilmesi ile buradaki tazminatın tashihi gerekmez.
Cinayetler Bölümünün başında şöyle
geçmişti: « «Ellerimi kes! veya
ayaklarımı kes! dese bundan
bir şey
gerekmez, nefsine sirayet etse de...
Çünkü azalar mallar gibidir bu yüzden
emir sahih olur.»
O zaman bu
fer'e ilhak edilmesi daha evlâdır. Çünkü o, yanı
emir veren, vuran olmadığı zaman hak
sahibidir ve
hakkının telef edilmesine razı olmuştur; ama vuran kendisi olduğu zaman
bunun
tersinedir.
Çünkü o gurre başkasının hakkıdır. Bu yüzden on varis olamaz.
İşte kıt anlayışıma göre
bu, böyle olmalıdır.
«Eğer başka bir kadına emrederse ilh...» Yani
zevce başka bir kadına emretse. Zâhir olan, tazminat
ödemenin
kocanın kansına cenini düşürmesi için izin vermesinden sonra
olmasıdır. Buna Hulâsa
sahibinin
sözleri delalet eder. Eğer koca izin vermez ise mücerred
kadının emri, babanın hakkının
düşme sebebi olamaz. Bu da açıktır. Vâni.
Ancak Azmî,
tazminatın emrolunan kadından nefyini, kocası izin vermediği zaman emreden
kadından da
nefyini gerektirmediğini zikretmiştir.
Şurunbulâliye burada geçen şeyin
benzeri ile
itiraz
etmiştir ki sen bunun ne olduğunu da
biliyorsun.
«Alacaklı
olması muhal olduğundan ilh...» Yani
borcun vacip oluşu muhal olduğundan
demektir. Bu
da Efendi
lehine köle üzerindeki gurredir. T.
«Başkasının hakkı olmadığı müddetçe ilh...»
Ziyadât'da denilmiştir ki: «Bir cariye
alıp onu kabzetse
ve cariye ondan hamile kalsa, sonra cariye
kasten karnına vursa ve cenini ölü
olarak düşürse;
bilahare bir adam beyyine
ile o cariyenin kendi hakkı olduğunu
söylese ve cariyenin ona
verilmesine veya
müşterinin ona cariyenin mehrini vermesine hükmedilse, müstehikka: «Bu cariye
kendi hür
çocuğunu öldürdü. Çünkü mağrurun
çocuğu kıymeti verilerek hür olur, hür olan ceninin
de gurre ile tazmin
edilmesi gerekir ,o halde ya
cariyeni ver veya ceninin gurresini vererek onun
fidyesini ver.» denilir. Tatarhâniyye.
Sonra
Camiu'l-Fusuleyn'de denilmiştir ki:
«Ben derim ki: Gurreyi
aldığı zaman müstahik için cenin
kıymetini
talep etmenin caiz olması gerekir. Çünkü bedelin kaim olması mubdelin kaim
olması
gibidir.»
Lâkin gurre
ona teslim edilmiştir ve onun hesabı ile borçlu olur. Bunun tamamı Hindiye'den T. dedir.
«Mevlaya verilmesi ilh...» Yani cariyeden çocuk yapmak İsteyene verilmesi.
«Ona diyet ve kefâret vacip olur ilh...» Yani eğer zevcin bile olsa, sağ bir
nefis üzerine cinayet
tahakkuk eder. O zaman bunda mubahlık yoktur. Cenini ölü olarak düşürmesi, bunun hilâfınadır.
O
zaman bunda
-geçtiği gibi- zevcinin izniyle olursa, gurre kadından düşer.
«Hayvanın cenininde îse... vacip olur ilh...»
Bu, cenini ölü olarak düşürdüğü zamandır. Ama
cenini
sağ olarak düşürdüğü ve sonradan vurmadan dolayı öldüğü zaman, kıymeti malından peşin olarak
vacip olur;
bununla beraber, cariyenin cenininin
kıymeti ile birlikte annenin noksanını
ödemeye
icbar edildiği
gibi annenin noksanını ödemeye zorlamaz. Çükü o, telef ettiği bir maldır ve annenin
noksanlığı ile beraber tazmin eder. Remli.
«Çocuklardan
biri sağ düşse ilh...» Yani sonra
ölse.
«Anne de ölse ilh...» Yani Tatarhaniye'de tabir edildiği gibi sonra anne
de ölse... Tatarhâniye'de:
«Annenin ölümü, sağ düşenin ölümünden sonradır. Çünkü önce ölmüş olsa babasının vereceği
kısasa varis olur ve o kısas da düşer.» denilmektedir.
Nitekim Haşiye
yazarı Halebî de böyle demiştir.
«Ölen çocuğun
gurresi ilh...» Çünkü her ne kadar hayatı tahakkuk etmediğinden, onda diyet vacip
değilse de
yine de o gurreyi akilenin vermesi gerekir.
Nitekim bu geçmiştir.
«Çünkü adam
vurduğu zaman ilh...» Diyetin malından değil de âkilesi üzerine
vacip oluşunun
ta'lîlidîr.
Çünkü vuruş, çocuğa nispetle kastî olsa bile, diyet âkıleye vacip
olmaz. Bunun muktezası
şudur: Eğer iki çocuk olduğunu bilseydi
ve aynı şekilde ikisine de vurmayı kastetseydi, babalık
şüphesi ile kısasın düşmesinden dolayı, sağ olanın dîyeti malından üç sene içinde verilmesi vâcip
olurdu. Ama iki çocuk
olduğunu bilse fakat ikisine de vurmayı
kasdetmese; sadece anneye vurmayı
kastetse, «birisine ok atmayı kasdettiği halde attığı ok; o şahsı delip geçerek başka birine
gelen
şahıs» meselesinde
olduğu gibi; sağ olanın diyeti,
malından vâcip olmaz. Allah Taâlâ en iyisini
bilendir.
M E T İ N
Musannıf
bilflil katlin hükümlerinî zikrettikten sonra bu babda da katle sebep
olan hadiselere
başlamayarak
sözlerine şöyle devam etti: Kişi âmmeye
ait bir yol üzerinde bir tuvalet veya su
olduğu veya curusun ki bu da «burç, ileriye çıkartılan
ağaç, üst katta bir damdan diğerine geçiş
yolu. su kemerinin üstüne yapılan havuz gibi şeyler»in adı (Aynî) olan «cursun», veya dükkan
yapmış olsa adı, geçen şeylerden herhangi biri eğer âmme-ye zarar vermiyorsa ve halk da
ona mani
olmuyorsa caizdir.
Eğer bu
yaptığı şey zarar verîrse, adı geçen şeylerden herhangi birini yapması helâl olmaz. Nitekîm
ileride
tafsitâtı gelecektir.
Husumet
ehlinden yani dava görme gücüne sahip olanlardan
herhangi bir kişi, zımmî dahi olsa adı
geçenlerden herhangi birinîn yapılmasına mâni olabileceği gibi; yapıldıktan sonra da onun
bozulmasını veya
kaldırılmasını talep edebilir.
Bu yapılan şeyde de âmmeye îster zarar olsun
isterse olmasın.
Bazı âlimlere göre kendisi de âmme yolunda öyle
bîrşey yapmamışsa, hakimin huzurunda dava
etmesiyle o yapılan şeyi bozdurabilir. Yoksa taannüt
olur denilmiştir. Zeylaî.
Bu yapılan şeylerin hepsinde devlet başkanından izinsiz olarak kendi şahsı için
yapmışsa hüküm
yukarıdaki gibidir.
Saffâr burada
yıkılmasını veya kaldırılmasını talep eden kişinin de «onun
durumunda olmaması»
ifadesini eklemiştir.
Eğer
Müslümanlara cami ve benzeri şeyleri
yaparsa ya da devlet başkanının izniyle
yaparsa
bozdurulamaz.
Eğer bu yaptığı şey, âmmeye zarar
verirse onu ihdâs etmesî caiz değildir. Zira
Peygamber
(a.s.): «İslâm'da zarar vermek de yoktur;
zarara karşılık vermek de yoktur.»
buyurmuştur.
Yolda satış
için veya bir mal almak için oturmak,
eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir; yoksa caiz
değildir. Yani
yolda alıç-veriş için oturmak da geçen
tafsilat üzeredir. Bu hükümler çıkmaz olmayan
yol hakkındadır.
Çıkmaz olan bir yola
gelince o çıkmaz yolda o yol ehline ister zarar versin, isterse
vermesin;
herhangi bir şeyi ihdas etmekle tasarrufta bulunması caiz değildir. Ancak o yol
ehlinin
izniyle olursa o zaman caiz olur. Çünkü o
çıkmaz yol, orada oturanların özel bir
mülkleri gibidir.
Diğer taraftan
bunda asıl kaide şudur: Hali bilinmeyen bir şey âmmenin yolunda yapılırsa
o yeni
yapılmış kabul edilir. Eğer onlara has bir yolda ise;
o zaman o yapılan şey kadim sayılır.
Burcundi.
Eğer bu
yaptığı şeyin üzerine düşmesiyle her hangi bir adam ölürse; ölen adamın
diyetini ödemek
âkilesine düşer. Çünkü ölümüne sebebiyyet
vermiştir. Nitekim adam yolda bir su kuyusu kazsa
veya taş veya
toprak veya çamur (Mülteka) koysa
onun o kazdığı kuyu veya
adı geçenlerden
herhangi
biriyle bir insan telef olursa; onun
diyetini de âkilesi verir; çünkü o
sebep olmuştur.
Eğer bu
yapılan şeylerden birisi ile bir hayvan telef olursa ve bu
yapılan şeylere İmam (İslâm Devlet
Başkanı) izin
vermemişse onun bedelini kendi malından ödeyerek tazminat öder.
Eğer bu
yapılan şeylerde imam îzin vermişse veya yoldaki bir kuyuya adam açlığından
veya
susuzluğundan
veya sıcaktan bunaldığından düşerek
ölmüş olsa; o kuyuyu
kazıyan adam üzerinde
bir tazminat
yoktur. Bununla da fetva verilir.
Yalnız İmam Muhammed buna muhâlefet
etmiştir.
Hulasa.
Eğer su oluğu
düşse ve adamın mülkünde olan kısmı bir adama isabet ederek onu
öldürse asla
zâmin
değildir, çünkü oluk mülkünde
olduğundan müteaddi değildir. Eğer mülkünden dışarda olan
kısmı veya oluğun orta kısmı isabet ederse o zaman o adamın
tazminatı o oluğu kim koymuşsa
teaddi
ettiğinden dolayı onun üzerinedir. Bezzâziye.
İsterse o adam o evde kiracı veya iğreti duran veya gasp eden olsun.
Bu adam bu
mülkü satmakla da onun tazminat ödeme gereği kalkmaz. Zira yaptığı iş bakidir ve
tazminatı
gerektiren de odur. Ama meyleden duvarın hükmü bunun hilâfınadır.
Nitekim bu meseleyi
Zeylaî tafsilatıyla zikretmiştir.
İ Z A H
«Ammeye bir üzerinde ilh...» Şehir ve köylerde
önü açık olan yollardır; kırlarda ve
sahralardaki
yollar değil.
Çünkü kır ve sahralarda olan yollardan
çoğunlukla sapmak mümkündür. Zâhidi'de
olduğu gibi...
Âmme yolu;
üzerinden geçenlerin sayılamadığı yoldur. Veya kimsenin
mülkü olmayan bir arazide
bir toptum
tarafından yapılan binalar arasında
geçiş için bırakılan yoldur
ki: bu da âmmenin
mûlkiyeti
üzerine bâkidir. Bu, Şeyhu'l-İslâm'ın tercih ettiği görüştür. Birincisi
ise İmâdî'de olduğu
gibi İmam
Hilvânî'nin tercihidir. Kuhistâni.
«Veya bir
cursun ilh...» Bu kelime aslen Arapça
bir kelime olmayıp Arapça'ya sonradan girmiş
yabancı bir kelimedir. Bunun anlamında da ihtilâf edilmiştir.
Bazı âlimler tarafından buna «burç»
denilmiştir.
Bazı âlimlere göre îse; damdaki suyun
akıntı yoludur. İmâm Pezdevî'den de bunun mülk
sahîbi
tarafından üzerinde yeni bir şey yapmak
için duvardan ileriye çıkartılan
ağaçlara denildiği
nakledilmiştir. Muğrib.
Aynî de; Cursun
kelimesinin, raf şeklinde yüksekte yapılan geçiş yolu demek olduğunu söylemiştir.
Bazı alimler tarafından da iki damın duvarları üzerine damdan
dama geçmek için konulan ağaca
denildiği
söylenmiştir. Diğer bazı âlimler de; üzerine testi konulması için kemerin
önüne yapılan
şeye
denildiğini söylemişlerdir.
«Veya bir
dükkan ilh...» Satış tezgâhı gibi yüksek
olan yere denir. Aynî.
«Eğer bu
yaptığı şey zarar verirse, helâl olmaz.» Musannıfın burada: «Eğer
zarar verir veya mani
olunursa helal
olmaz» demesi gerekirdi.
Kuhistanî'de
de; Yukarda sayılanlarda, herhangi birini yaptığı takdirde «mani olunsa bile
menfaatlenmesi yapan
kişiye helâldir» denilmiştir. Kirmânî'de de olduğu gibi...
Tahâvî yukarda adı geçenlerden herhangi
birini yaptığında: «Mani olunursa, yapan kişiye onu ihdas
etmek mübah
olmadığı gibi; onunla menfatlenmesi halinde ve olduğu gibi bırakması halinde
de
günahkâr olur»
demiştir. Zahire'de de böyledir.
«Husumet
ehlinden ilh...» Husumet Ehli ise; hur,
âkil ve bâliğ olandır.
Hacredilen
köle ve çocuklar
husumet ehli
değildirler. Durru'l-Munteka'da: Eğer velileri tarafından izin verilirse çocuk ve
kölelerin de dava görme hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir.
«Zımmi dahi
olmuş olsa ilh...» Çünkü yolda zımmînin de geçiş hakkı vardır. Kifâye.
Tatarhâniye'nin ifadesi ise şöyledir: «Kâfir de
husumet ehlîne dahildir. özellikle zımmî olduğu
takdirde...»
«İster zarar olsun isterse olmasın ilh...» İmam Ebû Hanîfe'den gelen sahih rivayet
budur. İmam
Muhammed de: «Husumet ehli yukarda sayılan şeylerden birinin yapılmasına mani olabilir; ama
yapıldıktan
sonra onu kaldırtamaz» demiştir. Ebû Yûsuf ise «Husumet ehli ne o şeye mani olabilir
ne de kaldırtabilir.» demiştir.
Bu o şeyin
sonradan yapıldığı bilinirse böyledir,
eğer sonradan yapıldığı bilinirse
böyledir, eğer
sonradan
yapıldığı bilinmiyorsa o şey yeni yapılmış gibi kabul edilerek İmam (devlet başkanı) onu
bozdurur.
Ebû Yûsuf'un:
«İmam o şeyi ancak ammeye zarar
veriyorsa bozdurabilir.» dediği de rivâyet
edilmiştir.
Durru Muntekâ.
«Bazı âlimler tarafından ilh...» «Bazı âlimler»den maksat Zeylaî'de de olduğu gibi İsmail
Es-Saffâr'dır.
«Yoksa taannüt
olur denilmiştir.» Çünkü halktan zararı gidermeyi isterse; önce kendisinden
başlaması gerekir. Kifâye.
«Devlet
başkanındın izinsiz ilh...» Eğer devlet başkanı adı geçen bu şeylerden herhangi birinin
yapılmasına izin verirse; hiç kimse o yapılan şeyi bozdurma
ve dava etme hakkına sahip
değildir.
Şu kadar var
ki; eğer, yolun darlığından dolayı o yapılan şey halka zarar veriyorsa;
devlet
başkanının
onun yapılmasına izin vermesi uygun değildir.
Ama eğer devlet başkanı zararı
olmasına
rağmen maslahat İcabı izin verse caizdir. Hamevi Miskin'den.
Şumni de: «Eğer o yapılan şey, halka zarar veriyorsa ister îmam izin versin isterse
vermesin, onun
yapılması mezhep İmamları arasında ihtilâfsız
olarak caiz olmaz.» demektedîr. T.
İmam'dan İzin
alınarak yapılan şeyde hiç kimsenin
münazaat hakkı olmasa bile «caiz
olmaz»dan
maksat, «günahkâr olur» olabilir. Çünkü İmam'ın izniyle
yapılan bir şeyde yapan kişiyi dava etmek,
İmâm'ı aşmaktır. O zaman Şumni'de olan bu
ifade de Hamevi'nin Miskin'den
naklettiğine muhalif
olmaz. Düşün.
«Saffâr
burada... eklemiştir....» Bu söz, daha önce tafsilatıyla
geçen rivâyettir, onu tekrar zikretmeye
lüzum yoktur. Fukaha'nın kelâmının zâhiri, onlardan
rivâyetle anlatılan mutlak hükme itimat
etmektir. Bu
söz, hükmün mutlak olarak naklinden sonra saffar'a nisbet
edilmiştir. O zaman bu
sözün bütün
İmâmların sözü olduğu anlaşılır, delil şudur ki: Herhangi bir münkeri yasaklayan kişi,
o münkerden
uzak olmakla kayıtlanmaz. Nitekim Hazr bahsinde geçmişti. T.
Ben derim ki: Bu delil, ancak o yapılan şeyde
zarar varsa zahir olur. Çünkü o zaman
münker olur.
Düşün.
«Eğer müslümanlara ilh...» Yani müslümanlara da
zarar vermiyorsa... Kifâye ve
Kuhîstanî'de de
olduğu gibî...
«Veya devlet başkanının izniyle ilh...» Bunun zahirine göre; eğer adı geçen şeylerden herhangi
birini imam'ın
izniyle yaparsa zarar verse dahi;
hiç kimse o kişiyi dava etme hakkına sahip değildir. Biz bunu yukarda Miskîn'den naklen açıkça
takdim ettik.
Buna. gelecek olan: «İmamın
iznîyle olursa tazminat yoktur»
sözü de delâlet eder.
Kifâye ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre Ebû Hanife demiştir ki:
«Âmme yolu üzerine yapılan
herhangi bir
şey. İmam'dan izinsiz yapıldığı takdirde, ister zarar versin,
isterse vermesin halktan
herhangi bir
kimsenin onun yapılmasına mâni olma ve
yapıldıktan sonra kaldırtma hakkı
vardır.
Çünkü âmme ait
olan şeylerde fitnenin teskini için
yönetim hakkı İmam'a aittir. O halde
İmam'dan
izinsiz böyle
bir îş yapan bir kişi, İmam'ın önüne geçmiş olur. O halde
herkes onun bu fiiline karşı
çıkabilir.»
«Eğer zarar veriyorsa
ilh...» Bu söz. metindeki «eğer zarar
vermiyorsa caizdir» sözünün mukabilidir.
«Zarar vermek
de yoktur; zarara karşılık vermek
yoktur.» Yani kişinin, müslüman kardeşine ilk
zarar veren
olmaması gerektiği gibi; ceza olarak
ta zarar veremez.
«Karşılıklı olarak zarar vermek», sana zarar
verene senin de zarar vermen demektir. Muğrib.
«Ceza olarak zarar vermek» ise; kısas ve diğer
şeylerde ceza veren kişilerin, hakkını tecavüz
etmesidir.
Kifâye.
«Oturmak ilh...» ağaç dikmek
de aynıdır. Kuhistanî.
«Eğer kimseye
zarar vermiyorsa caizdir ilh...»
İfadede en uygun olanı bu cümleyi «geçen tafsilât
üzeredir»
sözünden sonra koyması idi. T.
«Çıkmaz olan bir
yola gelince ilh...» Burada «çıkmazdan»
murat, mülk yoldur. Bu çıkmazlık da
mülkiyetin
illeti değildir. Zira mülk olduğu
halde bazen açık olan yol olabilir,
bazen de ammenin
olduğu halde
açık tarafı da kapatılabilir. Şu kadar var ki; onun kapalı
oluşu çoğunlukla mülk
olmasına delâlet eder. Bu yüzden çıkmaz oluş. mülkün yerine ikame edilmiştir. Hatta bunun hilâfına
bir delil
oluncaya kadar bununla amel
etmek vacip olur. Fahru'l-İslam'ın Cami'us-Sağîrinden naklen
Kifâye.
«İhdas etmekle tasarrufatı caiz değildir.» Ben derim
ki: Hâniye'de Ebu Hanîfe demiştir ki:
«Eğer yol
çıkmaz ise, o yolun üzerinde oturanlar o yola odunlarını koyabilirler. hayvanlarını bağlayabilirler ve
orada abdest alabilirler. eğer bu işlerden biri
sebebiyle birisi ölmüş olsa,
bu işin sahibi zâmin
olmaz. Fakat çıkmaz olan yolda bir bina yapsa veya su kuyusu kazsa, bu sebeblede bir kişi ölse;
zâmin olur.»
Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmiştir: «Birisi çıkmaz olan yolda
çamur yapsa ve yolda da geçecek
kadar yer
bırakmış olsa. bu çamuru aynı şekilde
zaman zaman yapıyor ve hemen kaldırıyorsa; bunu
yapabilir. Çıkmaz olan yolda oturan herkes kapısının önünde hayvanını durdurabilir. Çünkü çıkmaz
olan yol müşterek olan bir binâ gibidîr:
ortaklardan herhangi biri müşterek binanın bir kısmında
oturabilir. Ancak onun içinde yeniden bir yer yapamaz. Bizim memleketimizde de hayvanı kapının
önünde
durdurmak da oturma'nın kapsamındadır.
Tatarhânlye'de
şöyle denilmektedir: «Çıkmaz yolda oturma cinsinden birşey
yapmış olsa, yolda
kendi hissesine düşen yerde olan şeyi tazmin etmez ;ama yaptığı iş ortakların
hissesine taşarsa,
onu tazmin
eder. Eğer yaptığı iş oturma cinsinden
birşey ise, kıyasa göre yine yukarıdaki
gibi
olmalıdır. Ama
istihsâna göre yaptığı iş oturma cinsinden ise, zâmin değildir.»
Bunun benzeri
Kifâye'de de vardır.
Ben derim ki: Bununla: «Geçen şeylerden oluk, dükkân v.b. herhangi birinin ihdası caiz
değildir»
sözünden maksadın bâki kalacak olan bir şeyin
ihdâsının caiz olmaması olduğu açıkça ortaya
çıkmış oldu. Nitekim Salhânî de bunu ifade etmiştir.
«Ancak o yol ehlinin izniyle ilh...» Yani hepsinin izniyle... Hatta, aralarındaki bir kişiye o çıkmazda
bir şey yapması için
izin verdikten sonra o çıkmaz yolda
oturmayan birisi, oturanlardan birisinden
bir ev almış
olsa. onun da izni şarttır. Zira Hâniye'de
şöyle bir ifade vardır: «Çıkmaz yol üzerinde bir
bina veya bir oda yapmış olsa o çıkmaz yolda oturanlar da onu yaptırana razı olsalar çıkmaz yolda
oturmayan birisi gelse ve o çıkmaz yol üzerinde bir ev satın almış olsa o satın alan kişi de o odayı
yapana onu
söküp kaldırmasını emredebilir.» Saihanî.
«Çünkü o özel
bir mülk ev gibidir.» Evlâ olan teşbih
yapmadan «mülk ev» demesiydi. Nitekim
Hidâye'de de böyledir. Câmi'den naklen takdim ettiğimiz de buna delâlet eder.
«Sonra bunda asıl
kaide ilh...» Bu asıl
kaidenin faidesi şudur: Yeni yapılan
bir şeyi İmam yıkabilir,
eskiden
yapılmış bir şeyi ise hiç kimse
yıktıramaz. Kuhistânî'de olduğu gibi...
Saihânî demiştir ki: «Her
iki taraf da delil getirmiş olsalar,
yapılan binada eski oluşunun beyyinesi
öne alınır.
Kâfî'de de: «Yeni yapıldığının delili
takdim edilir» denilmiştir. Bu, hâdis oluşun delilinin
takdim edilmesi. binanın dışındaki su yolu ve yol edinme gibi şeylerde olabilir. Şeyh Hay-reddin,
Suğrâ'dan naklen: «Kadîm'in tarifi, halkın
hatırlayabileceği en eski vakit olarak
yapılmıştır» Bu tarif
de son derece güzeldir.»
«Diyet o şeyleri yapan adamın âkilesi üzerinedir.» Yaraladığı zaman eğer o yaranın erşine (diyeti)
gemik görünen
yaranın erşine ulaşırsa, o zaman erşi
âkilesi verir; eğer ondan az ise o zaman erşi
malından
verilir. Kifâye.
Bu ifade
gösteriyor ki; keffâret vacip olmadığı gibi
mirastan da mahrum olmaz. Zahîre'de olduğu
gibi... Kuhistânî.
«Mülteka» Şerh'inde şu eklenmiştir: «Amme yolunda her yapılan şeyin hükmü de kuyu ve
diğerleri
gibidir.»
Yine
Mülteka'da: Amme yoluna su döken adam, döktüğü su nedeniyle meydana galen
herhangi bir
zararın
tazminatını öder. Kezâ yola kayılacak
kadar su serpse veya abdest alsa; suyu
serpen veya
abdest alan kişi o yolda kayma nedeniyle meydana
gelen zararın tazminatını öder. Ama
çıkmaz yol
halkından birisi
bunlardan birisini o çıkmaz yolda yapmış olsa; veya o yol üzerinde oturursa veya
eşyasını koymuş olsa, bunlarda bir zarara neden
olsa zâmin olmaz. Yine normal kayılmayacak
kadar veya yolun
bir kısmına su serpmiş olsa yoldan gecen adam da kasdi olarak
o su serpilen
yerden geçerken başına herhangi bir zarar gelse,
su serpen adam zamin olmaz. Odun koymak. yolu
kapatmak veya
kapatma hususunda «geçiş» gibidir. Dükkân
sahibinin izniyle su serpmiş olsa
tazminat ödeme istihsânen dükkân
sahibinin üzerinedir.
«Onu
tazminatını kendi malından öder.» Çünkü âkile malı değil, nefse geleni
yüklenir. Hidâye.
«Eğer bu
yapılan şeylere İmam (devlet başkanı) izin vermemişse ilh...» Yani İmam, o yol üzerindeki
tuvaletin,
cursun'un ve dükkânın yapılmasına, taşın konulmasını ve yolda kuyunun
kazılmasına izin
vermemişse
adam zengin olur... Bunu Kuhistâni
İfade etmiştir.
«İmam...» Maksat İslâm devletinin başkanıdır.
«İzin verîrse
ilh...» O zaman tazminatını ödemez. Çünkü müteaddi değildir. Zira imam, âmme yerine
kaim
olduğundan, yol hususunda umumi bir velâyete
sahiptir. Öyleyse imâmın izniyle
âmme
yolunda bir şey
yapan kîşi, sanki kendi
mülkünde yapmış gibi olur. Kuhistânî.
Ed-Durru'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Şu
kadar varki imâmın izni ancak yapılan
şey ammeye
zarar vermezse
caizdir.» Bu bahsin tamamı Ed-Durru'l-Muntekâ'dadır.
«Açlığından veya susuzluğundan ilh...»
Çünkü açlığından veya susuzluğundan dolayı düşüp ölen
kişi, kendi nefsinde olan bir şeyden dolayı ölmüştür. Tazminat ise
ancak bu türden bir sebeple
olmayan
düşmedeki ölümlerde vaciptir. Zeylâî.
«Sıcaktan bunaldığından...» Yani sıcağın şiddeti dolayısıyla nefesin
kesildiği bir bunalma. İnaye.
«İmam Muhammed
buna muhalefet etmiştir.» Yani: «Yukarda geçenlerin hepsinde
tazminat
vaciptir»
demiştir. Ebû Yûsuf da Ebû Hanîfe'ye sıcaktan
bunalmada değil açlıktan dolayı
düşmede
muvafakat
etmiştir. T.
«Veya oluğun
orta kısmı ilh...» Burada oluğun
ortasından murat, oluğu koyan adamın mülkünün
dışında olan kısımdır.
Zira zâmin olmada illet yolun üstünü işgal
etmek suretiyle teaddidir. Nitekim
Zeylaî'nin de zikrettiği gibi...
«Vasat» bu manada anlaşılırsa «hariç» bunu kapsar. O zaman «vasat» kelimesinin
ayrıca
kullanılması gerekmez. «hâriç»ten oluğun öbür
tarafını keşfetmişte olabilir. O zaman da «vasat'ın
zikri doğru
olur.
Zâmin olma
durumu bunda ve bundan evvelki meselede İmam
veya mahalle halkı: izin
vermedikleri
takdirdedir.
Nitekim bu yukarda geçmiştir.
Teaddiyi illet göstermek de buna
delâlet eder.
«O oluğu kim
koymuşsa ilh...» Yani âkilesi üzerinedir... Kezâ bundan sonraki
meselede de aynı
şekilde denilir. Çünkü sebep olmuştur. T.
«Nitekim
Zeylâî bu meseleyi tafsilatıyla zikretmiştir.» Zira Zeylaî şöyle demiştir: «Eğer âmmenin
yoluna evinden
bir kanat açmış olsa veya yola bir odun uzatmış olsa sonra, evini topluca satsa
müşteri de
olduğu gibi bıraksa, sonunda o şeyden dolayı bir kişi ölse; tazminat ödemek satanın
üzerinedir.
Çünkü yapmış olduğu şey mülkünün elinden çıkmasıyla bozulmamıştır. Fakat eğilen
duvar. müşteri
zâmin olmaz. Çünkü müşteriye kimse
o duvarın yıkılacağını söylememiştir. Satan da
zamin
değildir. Çünkü şahit tutmanın sıhhati
için mülk şarttır. Mülk de satışla
bâtıl olur. Çünkü
başkasının mülkünü bozmak mümkün değildir. Bizim meselemizde ise zaminiyet
mülk itibarîyle
değil; yolun
üstünü işgal etmek itibariyledir. Bu durumda da işgal bakidir. O zaman satan
adam
zamin olur.
Nitekim bu işleri yapan müstecir, âriyet
alan ve gasp eden de olsa yîne zamin
olurlar.
Duvarda ise,
malikin dışındakiler zamin olmaz.» özetle.
M E T İ N
Oluktan her iki
taraf da isabet etmiş olsa ve bu da bilinse oluğu koyan adam yarı tazminat öder.
Diğer yansı
ise heder olur. Eğer hangi tarafın İsabet ettiği bilinmiyorsa istihsanen yarısının
tazminatını
öder. Zeylai.
Başka birisinin koymuş olduğu taşı bir diğeri yerinden
çevirse ve bu sebepten birisi zarar
görse,
taşı çeviren
zamin olur. çünkü taşı ilk koyanın
bu kuyusu, çeviren tarafından bozulmuştur.
Bu durum şuna
benzer: Birisi yolda başına veya sırtına bir şey koymuş olsa, bu da
başka birinin
üzerine düşse veya
bir hasır, kandil veya çakıl
taşı ile mahallesinin mescidinden başka bir mescide
girse yani o
mescide hasır serse veya
yere çakıl koysa; veya o mescitte namaz için değil de başka
bir şey için
otursa -oturması Kur'an okumak veya herhangi birşey öğretmek için de olsa- ve bu
işlerden herhangi biri sebebiyle mesela bir kör, helâk olsa zamin olur.
İmameyn buna muhalefet
ederek. «zamin olmaz» demişlerdir.
Omzundan
giydiği bir aba üstünden düşüp de başka
birînin ölümüne sebep olsa veya yukarda
zikredilen şeylerden
herhangi birisini kendi mahallesinin
mescidinde yapsa, zamin olmaz. Çünkü
mescidi tedbir
etmek, mescidin ehline ait olup başkasına ait
değildir.
O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mubahtır. Fakat
selâmetle kayıtlanır. Kendi mahallesinin mescidinde namaz için oturmasında da
bu oturma
sebebiyle
herhangi bir adamın zarar görmesinin
tazminatını ödemez.
Bunun özeti
şudur: Kendi mahallesinin mescidinde veya
başka bir mescitte namaz İçin oturması
sebebiyle
başka birine zarar verse bunu zamin
olmaz. Namazın dışında başka bir sebeple oturması
halinde bunu
mutlaka zamin olur. İmameyn
burada Ebû Hanife'ye muhalefet etmişlerdir.
Şurunbulâlîye'de de Zeylaî ve diğer
kitaplara nispetle İmameyn'in görüşü daha açık görülmüştür.
Ben de Mültekâ
Şerhi'nde imameyn'ln görüşünü tahkik
ettim.
Mültekâ'da
şöyle bir ifade vardır: «Birisini bir
bina yapmak için veya dükkânın veya evinin
önündeki
sahada su kuyusu
kazmak için ücretle tutsa ve bu îşler sebebi ile de işi
bitirmeden bir şey telef
olmuşsa; tazminatı İşçinin üzerinedir. Eğer işi
bitirdikten sonra telef olmuşsa tazminat mülk
sahibinin
üzerinedir. Nitekim yapılan şey, evinin veya
dükkânının önünde olmasa ve Eşçide bunu
bilmese bu
durumda yine mülk sahibinin
üzerinedir. Eğer işçi yaptığı İçin
mülk sahibinin evinin
veya dükkanın önünde olmadığını bilse bu durumda yaptığı
işten dolayı herhangi bir şeyin telefinde
tazminat işçi
üzerinedir. Nitekim yolun
ortasında bir binanın yapılmasını emretse bu emir fâsid
olduğundan
dolayı, herhangi bir şeyin
telefinde tazminat yine işçi üzerinedir.
Eğer mülk sahibi
işçiye o yerin kendi evinin arsası olduğunu, fakat orda kuyu kazma hakkı olmadığını söylese
herhangi bir
şeyin telefinde tazminat kıyasen ücretli İşçiye
aittir. Çünkü aldatılmamıştır ve emrin
fâsid olduğunu
bilmektedir. İstihsanen ise tazminat müstecir üzerinedir.»
Ben derim ki: Mülteka şarihi ve diğeri burada kıyası istihsâna takdim etmişlerdir. Bu
takdimin zâhiri
kıyası
istihsâna tercih etmektir. Bilhassa Mültekâ sahibi daha kuvvetliyi
diğerine takdim etmek
itiyadındadır.
İ Z A H
«İstihsanen ilh...» Çünkü bir durumda hepsine zâmin olur. Bir halde de
hiçbir şeye zâmin olmaz.
Çünkü oluğun
mülkünde olan tarafı isabet edip
ölümüne sebep olmuştur. Netice olarak
yarısını
zâmin olur.
Kıyasa göre ise şüphe olduğundan
dolayı hiçbîr şeye zâmin değildir. Bu bahsin tamamı
Zeylaî'dedir.
«Bu da başka birinîn üzerine düşse ilh...» Düşse ve bir insanın kayarak ölmesine sebep olsa yine
zâmin olur Hidâye.
Çünkü yolda eşyayı başına veya sırtına yüklemek
mübahtır. Şu kadar var ki hedefe veya ava atılan
ok veya kurşun gibi şeylerde selametle kayıtlı olması lâzımdır. Zeylai.
«Bir hasır, kandil veya
çakıl taşı ile ilh...» Hasır kandil veya içinde çakıl taşı
olan torba birinin
üzerine düşse ve ölümüne sebep olsa bunun tazminatını öder. Minah.
Ben derim ki: Hidâye'nin ibaresi ise: «Mescit bir aşiretîn olsa, o
aşiretten birisi de o mescide bir
kandil asmış olsa veya
oraya hasır şermiş olsa veya araya çakıl dökse...» şeklindedir.
Bundan zâhir
olan burada «çakıl dökmek» filinin geçmiş zaman fiili
olup «hasır sermek» fiiline
atfedildiğidir. İbn Kemâl'in açıklaması da
buna delâlet eder.
Şurunbulâliye
yukarıdaki meselede tazminat
ödemekle ilgili imamlar arasındaki
ihtilâfı. mescitte o
işi yapan
adamın «mescidin cemaatinden izinsiz olarak yapması» ile kayıtlamıştır. eğer onların
izniyle yaparsa ittifak!a yapmış olduğu işten dolayı
zarar görülmesi halinde zâmin olmaz.
denilmiştir.
Nitekîm aynı mescit cemaatinden bir kişi, mescide
aydınlatılması içîn bir kandil asmış
olsa, bu da
birinin ölümüne neden olduğu zaman. zamin olmaz. Ama eğer o kandili muhafaza etmek
için asarsa ve o da birinin ölümüne sebep olursa. yine ittifakla zâmin olur, Şerhu'l-Mecmua'da
olduğu gibi...
Bezzâziye'de Hakimin izninin mahalle
halkının izni gibi olduğu belirtilmiştir.
«Mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse ilh...»
Bundan anlaşılan ileride gelecektir. Zâhir
olan şudur ki: Cemaat mescidinin hükmü, mahalle
mescidinin hükmü gibidir. O halde cemaat
mescidinde
yukarıda sayılanlardan herhangi birini
yapması sebebiyle birisi bir zarara uğrasa zâmin
olmaz. T.
«Velev ki o
mescitte oturuşu Kur'an okumak veya
herhangi bir şey öğretmek için de olsa ilh...»
Çünkü mescit
namaz için yapılmıştır. Namazın dışındaki
şeyler ise namaza bağlı olarak yapılırlar.
Bunun delili
şudur:
Mescit dar
olursa namaz kılan adam zikir Kur'an okumak veya ders vermek için oturan kişiyi
rahatsız ederek kaldırır
ve yerinde namaz kılar. Bunun aksi ise yapılamaz.
«Omzundan
giydiği bir abâ üstünden düşerse zâmin
olmaz ilh...» Yani giydiği abâ
birisinin üzerine
düşerek
ölümüne sebep olsa veya
düşse ve birisi üzerine bastığında kayarak
ölse zâmin olmaz.
Bu son hususa
Hîdaye'de de işaret edildikten sonra denilmiştir ki: «Giyilen bir şey ile taşınan bir
şey arasındaki
fark şudur; Bir şeyi taşıyan onun muhafazasını kasteder. O zaman onu selâmetle
takyid etmeye lüzum yoktur. Ama elbiseyi
giyen kişi onu muhafazayı
kastetmezse bu sebepten
selâmet kaydıyla kayıtlanır ve mutlaka mubahtır,
denilir.
İmam
Muhammed'den şu da rivayet edilmiştir ki: «Bir adam normal
olarak giymediği bir şeyî giyse;
o şeyi taşımış
gibi olur. Çünkü onu giymeye ihtiyacı
yoktur.»
Kılıç ve omuza
atılan şalın ve benzerlerinin hükmü de
abâ gibidir. Gâye'de
de böyledir.
«O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mübahtır ilh...»
Bundan:
Mescidin cemaatinin bir şey
yapması vaciptir, anlaşılır. Fakat
öyle değildir. Aksine
mescidin ehlinin de, ehli olmayanın da mescitte adı geçen işlerden herhangi bir
şey yapmaları
mubahtır. Ancak mescid
ehlinin mescitte adı geçen şeylerden herhangi birîn! yapmaları mutlaka
mubahtır ve
selâmet kaydıyla kayıtlı değildir.
Mescidin ehlinden olmayan bir kîmsenin
adı geçen
işlerden herhangi birini yapması mubahtır ve selametle kayıtlıdır
T.
«Bunun özeti
şudur; namaz için oturması ilh...» Şemsü'l-Eimme
demiştir ki: «Ebû Hanîfe'nin
mezhebinde en
sahih olan, namazı beklemek
için oturan kimsenin oturmasından dolayı
herhangi
bir kimsenîn zararına
sebep olduğu taktirde zemin olmamasıdır.
Ancak İmamlar arasındaki ihtilâf
Kur'an okumak,
fıkıh ve hadis dersi vermek gibi mescide
has olmayan ibadetlerdedir.»
Zahîre'de de şöyle
denilmiştir: «Mescitte hadis için olursa, mescitte uyusa, orada namaz dışında
bir
şey için kalsa
veya oradan sadece geçse
ve bu durumlardan biriyle bir kişi zarar
görse; Ebû
Hanîfe'ye göre
zamîn olur. imameyne göre ise olmaz.
Eğer namazı bekleme itikâf, Kur'ân okumak,
ders vermek ve
zikir etmek gibi ibadetler için oturursa müteahhir fakihler bu hususta ikiye
ayrılarak;
bir kısmı bu sayılan şeylerden biri sebebiyle birisi ölse zâmin olur; bir kısmı
da zâmin
olmaz, demişlerdir.» Zeylaî'den özetle...
«Mutlaka olarak ilh...» Yani ister kendi mahallesinin
mescidinde İster başka bir mescitte olsun
fark
etmez...
«Zeylaî'ye nispetle ilh...» Zira Zeylaî, Hilvanî'den şunu nakletmiştir: «Meşayihin ekserisi yukarıdaki
meselede İmameyn'in kavlini tutmuşlardır ve fetvâ da imameynin kavil üzeredir.»
Zeylâî yine Sadra'l-İslâm'dan şunu nakletmiştir: «En açık olan imameynin
hükmettiğidir. Çünkü
mescitte
oturmak namazın zaruretindendir ve namaza ilhak olunur.»
Aynî'de de şöyle
denilmektedir ki: «Diğer üç mezhebin imamları da İmameynin kavli ile
hükmetmişlerdir. Fetvâ da İmameynin kavli iledir T.
«Ben de
Mülteka şerhinde İmameynin
görüşünü tahkik ettim.» Bunun özeti
benim yukarda takdim
ettiğimdir.
Zeylâî şunu da zikretmiştir: «Mahzurlu
olan bir şeyi konuşmak için mescitte oturursa ,o
oturuşundan
dolayı herhangi bir zarar veya ölüm
vakası olursa İmamların ittifakıyla
oturan adam
zamindir.
Fahru'l-İslâm'ın mutlak zikrettiği de buna göre yorumlanır.
«İçin kiralasa ilh...»
Zeylai ve diğerleri özet olarak şunu
zikretmişlerdir: «Bir kimse birini evinin
önünde bir
kanat yapmak için ücretle tutsa, ve
ona: «Bu evin önündeki saha benim
mülküdür»
veya: «Eskiden
beri benim o sahada kanat açma
hakkım vardır» dese; işçi de bunun doğru olup
olmadığını
bilmese; fakat durumun mülk sahibinin dediğinin
aksi olarak ortaya çıksa yapmış
olduğu o
kanat, bitirmeden evvel veya
bitirdikten sonra bir kimsenin üzerîne düşse, bunun
sonucunda adam
ölse ve yaralansa, tazminatı işçi öder. Kıyasen ve istihsanen kiralayana
başvurarak da
ondan alır.
«Eğer işçiye;
O sahada kanat açma hakkı olmadığını
bildirse veya yapmaya başlayıncaya kadar hiç
bildirmese ve
o yaptığı kanat da düşerek birisini
telef etse; bu durum, bitirmeden evvel
ise işçi
tazmin eder ve
dönüp kendisini ücretle tutan adamdan
da alamaz; Eğer bitirdikten sonra ise: -bir
âmme yolunda
bina yapmayı emretmesinin fasit olması gibi- emir fasit olduğundan -kıyasa
göre-
yine öyledir.
İstihsanda ise; işveren tazminatı öder.
Çünkü verdiği emir sahihtir. Zira
evinin önü
selâmet şartı ile menfaatlenme bakımından onun
mülküdür. Satışının caiz olmaması yönüyle
de
onun mülkü
değildir. öyleyse sıhhat yönüyle, bitirdikten sonra tazminat işveren üzerînedir.
Emrinin
fasit olma
yönüne gelince; eğer o işi bitirmezden
evvel
birisine zarar vermişse tazminat işçinin
üzerine olur.
«Eğer bir kişiyi evinin
arsasının dışında bîr kuyu
kazmak için ücretle tutsa ve o kuyuya birisi
düşerek ölse; işçî
de onun arsası dışında olduğunu bilmese; o zaman
işveren tazminat öder. Çünkü
işveren işçiyi
aldatmıştır.
«Eğer arsası dışında olduğunu bilse o zaman işçinin
kendisi tazminat öder. Zira aldatma yoktur; bu
yüzden de fiil
işçiye
izafe edilir.
«Eğer ona : «Burası evimin önüdür; ama benim orada kuyu kazmaya hakkım
yoktur.» dese işçi
kuyuyu
kazıp birisi zarar görse; kıyasen işçi tazminat öder. Çünkü aldatılmamıştır. İstihsana göre
ise işveren
zâmindir.»
|