Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Reddül Muhtar,İbn-i Abidin

DİYETLER BAHSİ 1

BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI 1

CENİN FASLI 1

YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK. 1

YIKILMAYA YÜZ TUTAN DUVAR FASLI 1

HAYVANIN CİNAYETİ VE HAYVANA KARŞI İŞLENEN CİNAYET. 1

KÖLENİN CİNAYETİ VE KÖLEYE KARŞI İŞLENEN CİNAYET. 1

MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI 1

 

 

DİYETLER BAHSİ

M E T İ N

Diyet; ıstılahta: cana bedel olan malın adıdır. Mef'ûlün masdarla isimlendirilmesi değildir. Çünkü bu

ıstılah halini alan kelimelerdendir.

Erş de: Organlara karşı işlenen cinayetlerden dolayı îcab eden bedelin adıdır.

Amde benzeyen öldürmedeki diyet yüz devedir. Bunun dörtte biri iki yaşına, dörtte biri üç yaşına,

dörtte biri dört yaşına, dörtte biri de beş yaşına girmiş olan dişi develerden verilir. Amde benzeyen

öldürmede, başkası değil sadece diyeti muğallaza verilîr .

Diyet-i muğallaza sadece deve ile ödenebilir, (Mütercim)

Hatâen öldürme halindeki diyette yüz deve -beşte birer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına

giren erkek deve de vardır- veya bin dinar altın yahut ta on bin dirhem gümüştür. İmâm Şâfiî'ye göre

gümüşten olduğu takdirde) on iki bin dirhem ödenir.

Ebû Yûsuf ve Muhammed ise yukarıdakilerin yanı sıra ikî yüz sığır, yahut iki bin koyun ya da iki yüz

elbise verilebileceğini söylerler. Her bir elbise de bir izar ve bir ridâ (belden aşağı ve belden

yukarıyı örten ikî ayrı kumaştan ibârettir. Tercih edilen görüş budur.

İ Z A H

Müellif kısası diyetten önce işledi. Çünkü cinâyette asıl cezâ odur. Ayrıca, hayat ve canları

korumada kısas daha etkilidir. Diyet ise kısasın halefi gibidir. Bu yüzden diyet hatâ ve benzeri bazı

ârızî hallerde gerekli olur. Mi'râc.

«Diyet ıstılahta ilh...» Lügatta: «Kâtil, maktûlün velisine cana karşılık mal verdi» manâsına denildiği

zaman «mal verdi» sözcüğünün karşılığı olan kelimenin masdarıdır.

«Cana bedel olan ilh...» İtkâni bu cümleye «ve organa bedel..» ibâresini ilâve etmiştir.

«Mef'ulün masdarla isimlendirilmesi değil ilh...» Zeylâî ve diğer bâzı âlimleri reddederek İbn Kemâl

de şöyle demiştir.

Meselenin özü şudur: Bu, lügatta mecaz, ıstılâhta ise hakikattir. mıitekim, bir kelimenin ifâde ettiği

manada kullanılmasına da nahivciler böyle derler. Maksat ıstılahtaki hakikî manâyı ifade etmektir.

Hakikatlerde de asıl aranmaz. Onun, mef'ûlün masdar manâsıyla isimlendirilmesi olduğu şeklindeki

görüş, mecâzî olan lûgat manâsının beyânıdır.

«Erş: Organlara karşı işlenen cinâyetlerden dolayı îcâbeden bedelin adıdır.» Bu tabir bâzen can

bedeli ve bilirkişinin takdir edeceği ceza,karşılığında da kullanılır. Kuhistâni.

«Amde benzeyen öldürmede başkası değil, sadece diyeti muğallaza ilh...» Metinlerin bu konudaki

ibâreleri farklı manalar ifade etmektedir. Hidâye, İhtîyâr, Kenz ve Mültekâ'nın ibârelerinin zahirine

göre; amde benzeyen öldürmedeki diyet, ancak deveden olabilir. Musannıfın buradaki ibâresinin,

zâhiri de bunu ifâde etmektedir. Buna göre; kâtilin seçme hakkı olmadığı için, diyetteki tağlîz

ağırlaştırma açıktır.

Vikâye, Islâh, Ğurer ve diğer bâzı eserlerdeki ifadelerden ise amde benzeyen öldürmedeki diyetin

deveden başka mallarla da ödenebileceği anlaşılmaktadır.

Kudûrî metninde ise bu; şu ifâdelerle açıkça belirtilmektedir: «Tağlîz (diyeti ağırlaştırma) ancak

deve ile sabit olur. Şayet hakim deveden başka bir şeyle hükmederse bu, diyeti muğalaza olmaz.»

Bu ifâdeye göre diyetteki tağlîzin manâsı şudur: Eğer diyet deveden verilirse yukarı da

sayılanlardan dörtte birer oranda verilir. Hatâ ile öldürmede ise böyle değildir. O takdirde beşte

birer oranla ödenir.

Mecma' da : «Amde benzeyen öldürmedeki diyet, devede ağırlaştırılır» denilmektedir.

Mecma' Şârihi: «şayet deveden başka bir diyete hükmedilirse bu muğallaza olmaz» demiştir.

Dürerü'l-Bihâr'da, bunun şerhi olan Ğurerul'-Efkâr'da da böyledir. Ğâyetul'l-Beyân'ın Cinâyetler

Bahsinde şöyle denilmektedir: «Amde benzeyen öldürmede şayet diyetin deveden ödenmesine

hükmedilmişse, devede ağırlaştırılır. Âma deveden başka birşeyi hükmedilmişse diyet

ağırlaştırılmaz.»

Cevhere'de de: «(Eğer diyetin gümüşle ödenmesine hükmedilmişse on bin dirhemden, altınla

hükmedilmişse bin dinardan fazla verilmez.» denilir,

Dureru'l-Bihâr'da ise şu ifâdeler yer almaktadır: «Amde benzeyen ve hatâen olan öldürmedeki



diyetin bir dinar olduğundan İmâmlar müttefiktirler.»

Bu ibâreler, amde benzeyen öldürmedeki diyetin deveye mahsus olmadığını açıkça belirtmektedir.

Tahtâvî şöyle der: «Zeylaî konunun baş tarafında, amde benzeyen öldürmede diyetin ancak

deveden muğallaza (ağırlaştırılmış) suretiyle âkıle tarafından her sene yüz devenin üçte biri olmak

üzere üç senede ödeneceğini söylemiştir. Şurunbulâliyye'de de: Şayet gerekli olan diyet deveye

mahsus olmasaydı, tağliz için bir faide olmazdı. Çünkü katil daha hafif olanı seçer ve tağlizin

hikmeti ortadan kalkar sözleri ile bu görüşü tercih etmiştir.»

Ben derim ki: Tahtâvî'nin Zeylaî'den naklettiklerini ben kendi nüshamda göremedim. Ona baş

vurulsun. Bu ifâdelerin varlığı Farzedilirse; konu ile ilgili iki rivâyetin olduğu açıktır. Allah Teâla en

iyisini bilir.

«Beşte bîrer oranla yukarıdakilere ilâveten iki yaşına giren erkek deve ilh...» Yani geçen dört nevî

ile, iki yaşına giren deveden, her birinden yirmî tane olmak üzere yüz deve alınır.

«Ebû Yûsuf ve Muhammed yukarıdakilerin yanı sıra ilh...» Yani geçen üç çeşidin yanısıra -ki onlar

deve, altın, gümüş, sığır v.s. dir- Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre bu diyet altı çeşit, İmâm Ebû

Hanîfe'ye göre de üç çeşit maldan alınır.

Dürrül'l-Muntekâ'da şöyle denilmektedir: «Sığır sahiplerinden sığır; elbise ile uğraşanlardan elbîse,

koyunculuk yapanlardan koyun alınır. Her sığır ve elbîsenin kıymeti elli, her koyunun değeri de beş

dirhemdir. Burhân'dan naklen Şurunbulâllyye'de böyle denilmektedir. Burhan'da; koyunların iki

yaşında olması gerektiği eklenmiştir. «Kurban edilebileceklerden olmalıdır» da denilmiştir. İmâm

Ebû Hanîfe'den de Ebû Yûsuf iIe Muhammed'in dedikleri rivâyet edilmiştir.

İhtilâfın semeresi şu gibi durumlarda kendisîni gösterir: Şayet maktûlün velîsi kâtil ile iki yüz

sığırdan daha fazlasına sulh yapsa; Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre câiz olmaz; İmâm A'zam'a

göre câiz olur. Câiz oluş gerekçesi: Sulhun diyet cinsinden olmayan bîr şey üzerine yapılmış

olmasıdır. Nitekim daha önce geçti.

Sahîh olan İmâm Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. Nitekim Muzmerût'ta da böyle denilmektedir. Muzmerât

sahibi, her çeşidin aslı olduğunu ifâde etmiştir. Âlimlerîmiz bu görüşle amel etmişlerdir. Ödenecek

diyetin cinsini tayin, rızâ veya hâkimin hükmüyledir. Hâkîmlerin ameli bu şekildedir. Kuhistânî'nin

zikrettiğine göre tâyin hakkının kâtile ait olduğu da söylenmiştir. Meselenin tamamı Minah'tadır.

M E T İ N

Amde benzeyen ve hatâen öldürmenin keffâreti mü'min bir köleyi âzâd etmektir. Eğer kâtilin buna

gücü yetmezse peşi peşine iki ay oruç tutar. Bunlarda fakir doyurma yoktur. Çünkü onunla ilgili

nass yoktur. Mikdarlar nakille bilinir.

Ana babasından birisi müslüman olan süt emen çocuğu azat etmek caizdir. Çünkü o, müslüman

olan ebeveynine tebean müslüman hükmündedir. Cenîn ise caiz olmaz.

Can ve organ diyetinde, kadının diyeti erkeğin diyetinin yarısıdır. Bu, Hz. Ali'den hem mevkûf hem

de merfû olarak rivâyet edilmiştir. Diyet konusunda Zımmî, müçte'men ve müslüman eşittir. Şâfiî

farklı görüştedir.

Cevhere'de; Müste'men için diyetin icabetmediği sahih görülmüştür. Şurunbulâliyye'de de bu kabûl

edilmiştir. İhtiyar'da ise müstemenin de öbürleri ile eşit olduğu kesin olarak belirtilmiştir. Zeylaî de

bunu sahih saymıştır.

İ Z A H

«Mü'min bir köle azâd etmektir ilh...» Yâni tam köle olan bir köle. Şaşı bir köle yeterlidir. Kör olan

ise kâfi değildir. Dürrü Müntekâ.

«Mü'min bir köle ilh...» Diğer keffâretler iseyle değildir. Bu konuda nass vârid olduğu için

kölenin mü'min olması gerekir. Her ne kadar nass hataen öldürme hakkında ise de amde benzeyen

öldürme hata manâsında olduğu için, onun hakkında da hata hükmü sabit olmuştur. İtkânî.

«Eğer buna gücü yetmezse ilh...» Yani, vücub vaktinde değil, edâ vaktinde gücü yetmezse.

Kuhistânî.

«Bunlarda fakir doyurma yoktur.» Diğer keffâretlerde ise, fakir doyurma vardır.

«Süt emen çocuğu âzâd câizdir ilh...» Yani ondan sonra, organlarının selâmeti görününceye kadar

yaşarsa. Ama çocuk bundan önce ölürse onunla keffâret ödenmez. İtkâni.

«Cenin ise câiz olmaz.» Çünkü onun hayâtı ve selâmeti bilinmemektedir. Üstelik cenin bir uzuvdur,



mutlak olan nassın kapsamına girmez. Zeylaî.

«Kadının diyet ilh...» Kadının hatâen öldürülmesi durumunda beş bin, elinîn kesilmesinde de iki bin

beş yüz dirhem verilir. Bu, hakkında belirli bir diyet bulunan konulardadır. Ama hakkında

bilirkişinin tayin edeceği bîr cezâ gereken konularda ise; bir görüşe göre diyeti belli olan suçlardaki

gibi uygulanır, (kadına erkeğin yarısı); diğer bir görüşe göre ise erkekle kadın eşit tutulur.

Zâhîriyye'de de böyle denilmektedir.

Hakkında ğurre îcabeden cenîn konusu itiraz olarak öne sürülemez. Çünkü o ileride geleceği üzere

istisnâî bir meseledir. Dürrü Müntekâ.

Tatarhâniyye'de Tavâvîsî Şerhi'nden naklen şöyle denilmektedir: «Hakkında muayyen bir mikdar

belirtilmeyen konularda, âlimlerimize göre kadınla erkek eşittir.»

BİR UYARI:

Eşbah'ın, Hunsâ'nın hükümleri bahsinde şöyle denilmektedir: «Kasden bile olsa ve kesen kadında

olsa, hunsâ'nın elini kesene kısâs îcâbetmez. Hunsâ eğer başka birinin elini kasden keserse, eli

kesilmez. Elin diyeti hunsânın âkılesine düşer.»

Şâyet hunsâ, hatâen öldürülürse kadının diyeti ödenir. kalanında ise durumu açığa kavuşuncaya

kadar bekletilir. Organlarda da durum aynıdır. Hunsâ (köle ise) keffâret olarak azad edilmesi câizdir.

«Şâfiî farklı görüştedir.» Çünkü o: Yahudî ve hıristiyanın diyeti dört bin, mecûsînin diyeti de sekiz

yüz dirhemdir» demektedir. Hidâye.

«Cevhere'de sahih görülmüştür.» Cevhere sâbi, Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «Müstemen

için diyet yoktur, bu sahihtir.» Bu söze; «Nihâye'deki, diyet konusundaki eşitliğin, kısas

konusundaki farklılığı açıklamaktır» denilerek itiraz edilmiştir.

Ben derim ki: Nihâye ve Gâyetü'l-Beyân'da böyle gördüm.

«Şurunbulâliyyede'de bu kabûl edilmiştir.» Bu isnâd kabul edilemez. Çünkü o, Cevhere'nin mezkûr

tashîhini nakletmiş; daha sonra da: «Zeylaî; rivâyet ettiğimiz hadisten dolayı, sahih olan,

müste'menin diyeti zimmî'nin diyeti gibidir, dedi» demektedir.

Şurunbulâlî bu sözü ile, Cevhere'nin tashihine karşı çıkmıştır.

Ben derim ki: Aemlî, Zeylai ve diğerlerinin sahih gördüklerini te'yîd etmiştir. Meselenin tashîhindeki

ihtilâf; Cevhere sahibinin Nihâye'den naklettiğinin sübûtundan sonradır. Allah (c.c.) en iyisini bilir.

M E T İ N

Can, burun yumuşağı ve yanı aynıdır. Sahih sayılan bir görüşe göre ise yan taraf için bilirkişinin

yin edeceği bedel verilir.

Erkeklik organı ve sünnet yerinin telefinden dolayı diyet icâbeder. (Bunların telef edilmesinden

dolayı tam diyet gerekir.)

Akıl, koklama, tatma, işitme ve görme duyularını kaybetmek de diyeti gerektirir. Eğer konuşmaya

engel olmuşsa dile işlenen cinâyetin karşılığı da diyettir. Lalın dilini kesmenin cezası bilirkişice

belirlenecek bir meblağdır. Cevhere. Bu hüküm, şarihin nüshalarında yer almamıştır. Dikkatli ol.

Dilin kesiği harflerin çoğunu çıkarmaya manî olursa yine diyet îcâbeder. Çoğunu çıkarmaya mâni

olmuyorsa, diyet; elif bâ nın harfleri olan yirmi sekize veya dil ile çıkartılan harflerin sayısı olan on

altıya bölünür. -Bu görüşün ikisi için de sahih denilmiştir- Çıkartılamayan harfler için diyetten hisse

verilir. Konunun tamamı Şerhu'l-Vehbâniyye ve başka bazı kitaplarda vardır.

İ Z A H

«Can, burun...... dan dolayı diyet îcâbeder.» Burada canın anılmasına gerek yoktu. Çünkü hükmü

daha önce geçmişti. Burun (ve diğerlerine) gelince: Bu konudaki temel prensip şudur: İnsanın bir

organı kesildiği takdirde; eğer o organın sağladığı menfaatin tümü yok olmuşsa veya o organdan

maksud olan güzelliğin tamamı ortadan kalkmışsa; tam bir diyet îcâbeder.Zira bu; bir yönden canın

telefi sayılır. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.S.) burun ve dil de tam diyete hükmetmiştir. Biz de aynı

manada olanları ona kıyas ettik. İtkâni.

Şu da bilinmeli ki: İnsan vücudunda yerine kâim olacak ikincisi bulunmayan organlar veya

kendisinden maksûd olan menfaati sağlayacak başkası olmayan duyulardan dolayı tam diyet

îcâbeder. Vücuttaki organlar dört çeşittir:

a - Tek olanlar ki şu üçüdür: Burun, dil, erkeklik âleti; Bedendeki tek olan duyular: Akıl, nefes,



koklama, tatma.

b - Çift olan organlar: Gözler; dışta görünen kulaklar, kaşlar, dudaklar, eller, kadının memeleri,

erkeğin yumurtaları ve ayaklar. Bunların çifti için bir diyet, birisi için yarım diyet ödenir.

c - Dörder tane olanlar; Göz kapaklarıdır. Her bir kapak için diyetin dörtte biri verilir.

d - Onar tâne olanlar: Ellierin ve ayakların parmaklarıdır. Onun için onunda tam diyet birisi için de

onda bir diyet icabeder.

Bir de bunlardan daha fazla olan dişler vardır. Her bir diş için onda bir diyet verilir. Bunun izahı

gelecektir.

«Burun yumuşağı ve yan tarafı ilh...» Çünkü bunların kesilmesi tam olarak güzelliği yok eder.

Ayrıca bu organın sağlayacağı menfaatı da engeller. Çünkü burun yumuşağı, kokuları buruna

çekmek içindir; Bundan sonra da dimağa çıkar. Burnun yumuşak kısmının kesilmesi bu işlemi

engeller. Burun yumuşağı ile birlikte kemiği de kesilse yine sadece bir diyet gerekir. Başka bir şey

îcâbetmez. Çünkü bunlar tek organdır. Eğer burun kesilse ve koku alma duyusu yok olsa kesene iki

diyet îcâbeder. Çünkü koklama burundan başka birşeydir. Bunlardan birisinin diyetî öbürünün içine

girmez. Duyma ile kulak da böyledir. Mirâc.

«Sahih sayılan bir görüşe göre ise ilh...» Bunu Kuhistânî nakletmiş. Hidâye tek görüş olarak

vermiştir. Diğer müellifler ise birinci görüşü benimsemişlerdir.

«Erkeklik organı ve sünnet yeri ilh...» Çünkü erkeklik organının kesilmesi ile; cinsî temas, hamile

bırakma, idrarı tutma, idrarı atma, suyu (meniyi) fışkırtma ve hamile bırakma yolu olan idhal

menfaatleri yok edilmiş olur. İdhal ve meniyi fışkırtma menfaatlerinde esas olan sünnet mahallidir.

Erkeklik organı sanki ona tâbîdir. Hidâye.

Musannıf daha önce, sünnet mahallinin kasden kesilmesi durumunda kısas icâbettiğini söylemîşti.

Ancak erkeklik uzvu konusu ihtilâflıdır. Biz onu daha önce belirttik.

«Akıl ilh..» Çünkü dünya ve âhiretin menfaati onunla elde edilir.

Hayriyye'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamı yere atıp vursa ve adam saraya tutulur hale gelse

ne îcâbeder? diye soruldu.» Cevap: «Eğer atmasıyla aklının gittiği sâbit olursa tam diyet îcâb eder.

Şayet aklının bir kısmı gitmişse ve bunu zaman veya başka bir yolla takdir mümkünse o oranda

diyet gerekir. Takdir mümkün değilse adaletli birinin belirleyeceği bir tazminat ödenir. Bu tazminatı

hakimin kendi ictihâdı ile takdir etmesi de caizdir. Ben bûnu âlimlerin sözlerine kıyasla söyledim.

Bazı âlimler, sarânın bir çeşit delilik olduğunu söylemişlerdir.»

«Koklama, tatma, işitme ve görme ilh...» Çünkü bunların her biri için maksud olan bir menfaat

vârdır.

Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (r.a.) bir vuruştan dolayı dört ayrı diyete hükmetmiştir. Çünkü o

vuruş; aklı, konuşmayı, işitmeyi ve görmeyi yoketmişti. Hidâye. Bu duyuların teleflerî, cânînin

tasdîki veya yemin etmekten kaçınması veya kendisine dalgın halde iken hitâbetmek, yahut pis bir

şeyi yaklaştırmak ya da acı bir şeyi yedîrmekle bilinebilir. Kuhistânî.

«Lal'ın dilini kesmenin cezası bilirkişice belirlenecek bir meblağdır.» Yani eğer tat alma duyûsu yok

olmadığında. Çünkü dilden asıl gözetilen konuşmadır. Lâl ise, zâten konuşamıyordu. Bu; Çolağın

elini, hayası buruk olanın veya iktidârsızın âletini, topalın ayağını, kör olan gözü veya çürük dişi

telef etmek gibidir. Mirâc.

Yani bunların hepsinde bilirkişinin belirleyeceği miktarda para verilir. Çünkü bu cinâyet o organın

menfaatini yok etmemiştir. Tam olarak güzellikte yok edilmiş Sayılmaz. İnaye.

Eğer lâlın dili kesildiğinde tat alma duyusu da yok olmuşsa, hüküm bunun aksinedir.

«Diyet bölünür ilh...» Yâni dîli kesilen kişi harflerin çoğunu çıkarabildiği takdirde diyet

çıkarılamayan harfler oranında îcâbeder.

Kuhistânî ise; dili kesilen adamın harflerin çoğunu çıkarabilmesi durumunda adil birisînin tesbit

edeceği bedelin verileceğini söyler. Bir de, şöyle denilmiştir: Tam bir diyet tüm harflerin sayısına

bölünür, çıkarabildiği harflerin sayına döneri; diyetten düşülür. Çıkartılabilen harfler yarı mıdır,

dörtte bir midir; farketmez. Bu esah olan görüştür.

Diğer bir görüşe göre ise diyet dil ile çıkartılan harflerin sayısına bölünür. Kirmânî'de de ifâde

edildiği üzere bu görüş sahîhtir.

Bunlardan öğrenilmiş olduğu üzere, bu meselede üç görüş vardır.



Hidâye ve başka bazı kitaplarda bunlar sarahaten belirtilmiştir. Mültekâ, Dürer, Şerhu'l-Mecmac,

İhtiyâr, Ğureru'l-Efkâr, Islâh ve daha başka kitaplarda birinci görüş esas alınmıştır. Cevhere'de de,

Kuhistânî'de olduğu belirtilmiştir. Bildiğin gibi, birinci görüşte sahih sayılmıştır, Şarihin sözlerinin

zahirine göre; sonraki görüşler, birinci görüşte gerekli görülen bilirkişinin takdir edeceği bedelin

tefsiridir. Böyle olunca; ilkgörüş ile öbür iki görüş arasında bir çelişki sözkonusu olmaz. Bu güzel

bir îzah ama, âlimlerin sözlerinden anlaşılana ters. Düşün.

(Şarihin sözlerinin zahirine göre...) Biliyorsun ki, Kuhistâni, dilin menfaatinin azının yok olması

halinde gereken, bilirkişinin takdirini hikâye elti. Sonraki iki görüş ise mutlak manâda dilin

menfaatinin bir kısmının yok olması hâlindedir. O zaman, bu tefsir nasıl sahih olabilir ve çelişki

nasıl olmaz?!

Bizim üstâdımızın takririnden elde edilen bilginin özü şu: Harflerin bâzısı çıkartılayorsa: eğer

çıkartılamayan harfler yandan fazla ise tam diyet icâbeder. Musannıfın söylediği de bu. Eğer

çıkarılamayan daha azsa bilirkişinin takdir edeceği bedel icabeder. Bu da Kuhistânî'dekidir. Bir de

denildi ki; Harflerin bir kısmı çıkartılamıyorsa diyet neye göre taksim edilir? Dil yardımıyla çıkartılan

harflere mi, yoksa elifbânın harflerinin tümüne mi; bu konuda iki görüş vardır.

Bununla haşiyeyi yazanın söylediği bilinmiş oluyor.

«On altı îlh...» Bu harfler; tâ, sâ (peltek se), cîm, dâl, zâl, râ, zâ, sîn, şîn, sâd, dâd, tâ, zâ, mim, nun

ve yâ harfleridir. Zeylâî.

Cevhere'de bunlara, kâf, ve kef, harfleri de ilâve edilerek sayıları on sekiz olarak belirtilmiştir.

İbn Şıhne şöyle der: «Musannıf bunun, nahivcilerin ve kârîlerin sözü olduğunu ifade etmiştir. Hâsî

bunları on dört olarak saymış ama sınırlandırmamıştır. Çünkü harfleri sayarken «... gibi» demiştir.»

«Konunun tamamı Şerhu'l-Vehbâniyye'dedir.» Orada şöyle ifâdelen dirilmiştir: Harflerin on altı

olması durumunda her taraf için altı yüz yirmi beş dirhem gümüş veya altmış iki buçuk dinar altın

düşer. On sekiz kabûl edilmesi hâlinde ise 55 tam 5/9 dînar altın veya 555 tam 5/9 dirhem gümüş

isâbet eder.

BİR UYARI:

Mîrâc'da şöyle denilmektedir: «Eğer birisinin boğazına veya dudağına karşı işlenen cinâyet

sebebiyle boğaz veya dudaktan çıkan harflerden bir kısmı çıkartılamayacak olursa; çıkartılamayan

her taraf için tam diyetin yirmi sekizde biri verilmesi gerekir. Eğer cinâyet sebebiyle bir harfin

yerine başka bir harf çıkarsa meselâ; «dirhem» diyeceği yerde «dilhem» dese buna da bir harf

tazmînatı gerekir. Çünkü harf çıkartılamaz olmuştur. Yerine çıkan harf onun yerini tutamaz.

M E T İ N

Traş edilip de bir daha gelmeyen sakaldan dolayı tam diyet îcâbeder, Ancak bir sene vâde verilir.

Eğer bu müddet zarfında sakalı kesilen ölecek olursa, cânî cezâdan kurtulmuş olur.

Sakalın yarısı kesilmişse yarım diyet gerekir. Yarıdan az olursa bilirkişinin belirleyeceği bir ceza

ödenir. Sahih olan görüşe göre bıyığın ve kölenin sakalında da hüküm budur.

Çenesinde bir kaç kıl olan kösenin sakalını kesmekten dolayı cezâ îcâbetmez. Eğer yanakta birkaç

kıl olsa fakat bunlar bitişik olmasa kesene hükümeti adl (bilirkişinin tayin edeceği ücret) îcâbeder.

Kıllar sıkı ise tam diyet gerekir. Kafadaki saç da aynı hükümdedir. Yani eğer traş edilir de yerinden

gelmezse (tam diyet îcâbeder).

Hz. Ali (r.a.) den de böyle rivâyet edilmiştir.

İmâm Şâfiî'ye göre ise; hem sakal hem de saçta bilirkişinin takdir edeceği cezâ ödenir.

Şu bilinmelidir ki: Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.

Eğer saçı kesilen kişi bir sene içerisinde ölürse bir şey îcâbetmez. Göğüs, kol ve bacağın kılında da

yledir.

İ Z A H

«Traş edilen sakal ilh...» Yolunduğunda da aynıdır. Kuhistânî. Çünkü o güzelliği tam olarak izâle

eder. Kadının sakalını kesmekten dolayı ise bir şey gerekmez. Çünkü, Cevhere'de de belirtildiği gibi

kadın da sakal kusurdur.

«Eğer bu müddet zarfında ölürse ilh...» Sakalı kesene bir şey îcâbetmez. Ebû Yûsuf ve

Muhammed'e göre ise hükûmeti adl (bilirkişinin tâyin edeceği meblağ) gerekir. Kifâye.



«Sakalın yarısı kesilmişse yarım diyet gerekir.» Bazı âlimlerimiz ise, sakalın bir kısmı traş edilince

de güzellik yok olacağı için, bu durumda da tam diyetin îcâbettiğini söylerler. Mi'râc.

Ğâyetu'l-Beyân'da şöyle denilir: «Sakalın bir kısmı traş edilir de, yerine tekrar gelmezse: bâzı

âlimlere göre hükümeti adl icâbeder. Kâfî Şerhi'nde ise; sahîh olana göre tam diyet verilmelidir.

Çünkü bu, onur kırıcılık yönümden hiç sakalın olmamasından daha beterdir.»

«Sahih olan görüşe göre ilh...» Çünkü bıyık, sakala tâbîdir. Dolayısıyla sakalın bir tarafıdır. Kölede

de maksat güzellik değil, kullanılmak suretiyla menfaattir. Hür ise bunun aksinedir. Hidâye.

Ben derim ki: Bundan anlaşılacağına göre; eğer sakalla birlikte bıyık ta traş edilirse o da sakalın

tazmini içine girer, çünkü ona tâbîdir. Saihânî'nin, Makdisî'den naklettiğine göre;yığın tazmîni

sakalın tazmîni içine girmez. Hazânetül'-müftîn'de ise girdiği belirtilmektedir.

«Kösenin sakalını kesmekten dolayı ceza gerekmez.» Çünkü bu, onu çirkinleştirmez, güzelleştirir.

«Hükûmeti adl... ilh...» Çünkü bunda bir mikdar güzellik vardır. Hidâye.

«Tam diyet gerekir ilh...» Çünkü yanağında kıl olan köle değildir. O bir çeşit güzelliktir. Hiye.

«Kafadakİ saç da aynı hükümdedir.» Saç ister erkek, ister kadın, ister büyük, ister küçük saçı olsun

farketmez. Mî'râc.

«Yani traş edilir de yerinden gelmezse ilh...» Yani kafa kel olacak şeklide traş edilirse. Çünkü bu

yük bir ayıp sayılır. Bu yüzden kel, diğer ayıplarını örtmek zorunda olduğu gibi başını da örtmek

zorunda kalır. İtkâni.

Bütün bunlar saç bitecek yerin bozulması (hasta olması) hâlindedir. Ama eğer kıl tekrar çıkar ve

eski haline gelirse bir şey îcâbetmez. Çünkü cînâyetin eseri kalmamıştır. Ancak cânî, helâl olmayan

bir iş yaptığı için cezâlandırılır. Hidâye.

Şâyet kesilen saçların yerine gelenler beyaz olursa; eğer zaman içerisinde gelmişse bir şey

îcâbetmez. Zamanında gelmemişse, sahîh olan görüşe göre bilirkişi tarafından tesbît edilen bir

ceza gerekir. Şayet saçı kesilen köle olursa, kölenin kıymetinde meydana getireceği noksanlığın

diyeti îcâbeder. Cevhere.

«Hiçbir kıldan dolayı kısas îcâbetmez.» Yani sakalı veya saçı kasden koparsa bile kısas îcâbetmez.

Kaşta da durum aynıdır. Mîrâc.

Çünkü kısas bir cezâdır. yasla değil, nassla veya nassın delâleti ile sâbit olur. Nass da sâdece

can ve yaralar hakkında vârid olmuştur. Kılı kesmek ise onlara benzemez çünkü bunda acı

duyulmaz. Bunun ölüme sebebiyet vereceği de düşünülemez. Zeylai.

Öldürmede olduğu gibi bunun kasdî olanında da diyet cânînin kendi malından, hatâen olanında ise

âkilesinden alınır. Bunu İtkânî ifade etmiştir.

Mirâc'da: «Sonra denildi ki: Saçın traş edilmesindeki hata şöyle olur: Saçı kesen karşısındakini

kanı heder olanlardan zanneder, sonra da öyle olmadığı açığa çıkar.»

«Ona bir şey îcâbetmez ilh...» Yani Ebû Hanîfe'ye göre Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise bu

durumda hükümeti adl (bilirkişi takdiri îcâbeder. Mîrâc. Bunun benzeri sakal konusunda da

geçmişti.

M E T İ N

Gözlerin, dudakların, kaşların ayakların, hayaların; kadının memeleri ve meme uçlarının ve

kabaların her ikisi de dipten çıkarılır veya kesilirse; tam diyet îcâbeder.

Dipten kesilmemişse hükûmeti adl (bilirkişinin takdir edeceği miktar) gerekir. iki yönden kadının

fercinde de hüküm aynıdır. Erkeğin memesinde de hükümet-i adl vardır.

Bu çift organlardan Herbirinin tekinde yarım diyet îcâbeder. Sökülüp de tekrar bitmediği zaman, iki

gözün dört tane olan kirpik diplerinde tam diyet, bir tânesinde de dörtte bir diyet vardır. Eğer göz

kapakları kesilirse bir diyet gerekir. Çünkü onun ikisi tek şey gibidir. Üzerinde kirpik olmayan

kapakta ise hükûmeti adı îcâbeder. Mutemet olan ise; üzerinde ister kirpik, ister göz kapağı her biri

için tam bir diyet vardır.

İ Z A H

«Gözlerîn ilh...» Çünkü bunlardan her ikisinin yok edilmesi, ondan, elde edilecek menfaatin, veya

güzelliğin tümünün yok edilmesidir. Bundan dolayı tam diyet gerekir. Birinin yok edilmesinde ise

yarı menfaatleri ortadan kalkar. Bu durumda da yarım diyet îcâbeder. Hidâye.



«Hayaların ilh...» Çünkü bunlara yapılan cinayet meni çıkarma ve üreme menfaatini yok eder.

BİR UYARI:

Tatarhâniyye'de Tuhfe'den naklen şöyle denilmektedir: «Hayaları erkeklik organı ile birlikte kesene

iki diyet îcâbeder. Eğer önce aleti sonra hayaları keserse yine çift diyet gerekir. Çünkü âlet

kesildiğinde, hayaların menfaati -meniyi tutmak- devam etmektedir. Aksi olursa (önce hayalar

kesilirse) hayalar için diyet, âfet için de hükümet-i adl îcâbeder.»

Çünkü bu durum da âletin menfaati daha kesilmeden önce yok olmuştur. Yine Tatarhâniyye'de;

hayalardan 'birisinin kesilmesinden dolayı suyu çekildiği takdirde bir buçuk diyetin îcâbettiği ifâde

edilmektedir.

«Kadının memesi ve meme uçları ilh...» Çünkü bu emzirme menfaatini yok eder. Zeylâî.

Hüküm itibarıyla büyük ve küçük arasında fark yoktur.

Kasden kesildiği takdirde kısasın gerekip gerekmediği konusunda zâhir riyette bir kayıt yoktur.

Hayalar da aynıdır. Tatarhâniye.

«Kadının fercinde de hüküm aynıdır.» Hulâsa'da şöyle denilmektedir: «Birisi bir kadının fercini

kesse ve idrarını tutamayacak bir hale gelse tam diyet gerekir.»

Tatarhâniyye'de ise: «Eğer, kendisiyle temas mümkün olmayacak bir hâle gelirse; tam diyet

îcâbeder» denilmektedir.

«Erkeğin memesinde hükümet-i adl yardır.» Çünkü burada herhangi bir menfaati ve güzelliği, yok

etmek söz konusu değildir, Erkeğin memelerinin başında da, meme için olandan daha az olmak

üzere hükümet-i adl vardır. Hulâsa.

«Kirpik, diplerinin bîr tanesinde dörtte bir diyet vardır.» Çünkü bu güzellik, tam olarak buna tealluk

eder. Ayrıca göze gelecek zararları önleme de bunlarla ilgilidir. Bunların kaybedilmesi de görmeyi

azaltır. körlük doğurur. Dört tane olan kapakların yok edilmesi tam diyet gerektirdiğine göre,

birisinin kaybedilmesinde dörtte bir ikisinin kaybedilmesinde de dörtte üç diyet îcâbeder. Zeylâî.

Cinâyete uğrayan kadın olursa, erkeğin diyetinin yarısı gerekir. İtkani.

«Eğer göz kapakları kesilirse ilh...» Minah, ve Evzâh'ta: «Göz kapaklarını kirpik dipleri ile birlikte

keserse» denilmektedir.

Tebyîn'de ise: «Göz kapaklarını kirpikleri ile birlikte keserse tam bir diyet îcâbeder. Çünkü göz

kapakları kirpiklerle birlikte tek bir şey gibidir. Burun kemiği ile burun yumuşağı ve baş yarığı ile

saç da böyledir.» denilmektedir.

Gözün kapakları ile birlikte çıkarılması halinde iki diyet gerekir. Birisi göz, diğeri de kapaklar

içindir. Çünkü bunlar ayaklar ve eller gibi iki ayrı cinstir. Cevhere.

«Üzerinde kirpik olmayan kapakta ise hükümeti adl îcâbeder.» Tuhfe'den naklen Gâyetu'l-Beyân'da

da böyledir. Tahtâvî de bunu Hindiye'den nakletmiştir.

«Mûtemet olan ise ilh...» Ben bunu zikredeni görmedim. T. Anlaşılan bu, sadece ikinci mesele için

bir istidrâktir.

«Göz kapakları sökülürse ilh...» Sözüne gelince Hidâye, Febyîn ve diğer bazı şerhler de sadece bu

zikredilmiştir.

Şârihin sözünün özeti şudur: Üzerinde kirpik bulunmayan her bir göz kapağının veya sadece

kirpiklerin kesilmesi; durumunda tam bir diyet îcâbeder. İhtiyâr'daki şu ibare de buna uygun

düşmektedir: «Sadece kirpik diplerini kesse ve onlarda kirpik bulunmasa bundan dolayı diyet

îcâbeder. Sadece kirpiklerde de durum böyledir. İkisinin birden kesilmesi halinde de tek bir diyet

îcâbeder.»

M E T İ N

El ve ayak parmaklarının her biri için onda bîr diyet vardır. Üç mafsalı olan parmakların bir

mafsalında bir parmak diyetinin üçte biri, baş parmak gibi iki mafsalı oldan parmakta da yarım

parmak diyeti vardır.

Erkeğin her bir dişinin diyeti, beş deve, veya elli dinar altın ya da beş yüz dirhem gümüştür. Çünkü

Peygamber (s.a.v.): «Her dişte beş deve vardır» buyurmuştur. Yani tam diyetin yirmide biridir.

Kadının dişlerinin diyeti de erkeğinkinin yarısıdır. Kölenin dişinin diyeti de kıymetinin yirmide biridir.

Eğer: «Buna göre: bütün dişlerin diyeti vücudun diyetinden beşte üç oranında fazla olur» dersen



ben de şu cevâbı veririm: «Evet doğru, fakat bunda bir mahzur yok. Çünkü bu, Gâye ve başka

kitaplarda belirtildiği üzere, kıyasa aykırı olarak nass ile sâbit olmuştur.»

İnâye'de şöyle denilmektedir: «Vücutta, yok edilmesi sebebiyle gerekli olan diyeti, vücûdun

diyetinden fazla olan uzuv, sadece dişler vardır. Bazen azı dişi dört tane bulunur. Bu durumda

dişlerin sayısı otuz altı olur. Kuhistâni.»

Ben derim ki: Buna göre, Kevser (dişleri eksik oları) için 1 tam 2/5 diyet; başkası için de, ya bir

buçuk veya 1 tam 3/5 yahut ta 1 tam 4/5 diyet vardır. Bilindiği üzere kadının diyeti erkeğinkinin

yarısıdır.

Birisinin vurması ile, sağlayacağı menfaat yok olan her organda tam bir diyet îcabeder. Çolaklaşan

el, nuru kaçan göz, suyu kesilen bel, böyledir. İdrarını tutamaz hale getirmek ve kamburlaştırmak

da aynı şekildedir. Kamburluğun zâil olması durumunda bir şey îcâbetmez. Eğer vurmanın izi

kalırsa hükûmeti adl îcâbeder.

Vazifesini yapamaz hale gelmiş olan bir organın telef edilmesi durumunda, eğer bu, çolak el gibi

güzelliği olmayan birşey olursa; hükûmet-i adl îcâbeder. Kulak gibi güzelliği olan bir şeyse tam

olarak erş (diyet) gerekir. O sağırlıktır. Kulağı geri yapıştırması ve oraya tutması halinde gereken

şey bu bölümün sonlarında gelecektir.

İ Z A H

«Her dişte ilh...» Diş cins isimdir. Ağızdaki otuz iki dişin hepsi bu ismin kapsamına girer. Bunlardan

dördü (iki altta, iki üstte) ön diş; dört tane onların yanındakiler. dört tane köpek dişi; dört tane onun

yanındaki; on iki tanesi de öğütücü diş (sağda, solda, altta ve üstte üçer); Onlardan sonra da

erginlik dişi (yirmilik dişi) denilen iki diş vardır. Bunlar aklın olgunlaşma çağı olan bülüğdan sonra

çıktığı için bu ismi almıştır. İnâye.

«Beş deve ilh...» her bir devenin kıymeti yüz dirhemdir. İtkânî.

«Beşte uç oranında ilh...» Yâni ekseriyette dişlerin otuz iki olduğuna binâen. Çünkü bu durumda

dişlerde on altı bin dirhem gerekir. Bu da 1 tam 3/5 diyet eder.

«Bunda bir mahzur yoktur ilh...» Yâni kıyasa aykırı da olsa beis yoktur. Çünkü nass la birlikte kıyas

olmaz.

«Gaye de belirtildiği üzere ilh...» Yâni İmâm Kıvâmüddin Ğâyetu'l-Beyânı'nda. İtkâni.

«Kevsec (dişleri eksik olan) ilh...» Yâni dişlerinin hepsi söküldüğü zaman 1 tam 2/5 diyet gerekir.

Bu da on dört bin dirhemdir. Çünkü onun diş sayısı yirmi sekizdir. Anlatıldığına göre bir kadın

kocasına: «Ey kevsec!..» demiş, kocası da: «Eğer öyleyse sen boşsun!» karşılığını vermiş. Mes'ele

Ebû Hanîfe'ye intikal ettirilince O: «Dişleri sayılır, eğer yirmi sekizse o kevsectir!» demiştir. Mî'râc.

«Başkası îçin de ilh...» Yâni Kevsec'ten başkası için. Çünkü onun dışındakilerin ya otuz, ya otuz iki,

ya da otuz altı dişi vardır. Otuz dişi varsa; 1 tam 2/2 diyet gerekir ki, onbeş bin dirhemdir. Otuz iki

olursa 1 tam 3/5 diyet îcâbeder, o da onaltı bin dirhem eder. Diş sayısı otuz altı ise; 1 tam 4/5 diyet

gerekir. O da onsekiz bin dirhemdir.

BİR UYARI:

Hulâsa'da şöyle denilmektedir: «Birisi bir başkasının dişine vursa ve diş sallanıp düşse; eğer hatâ

ile vurmuşsa vuranın beş yüz dirhem diyet vermesi îcabeder. Kasden vurmuşsa kısas îcabeder.»

Şu bilinmelidir ki; 1 tam 3/5 diyet -ki oda on altı bin dirhemdir- otuz dişte îcâbeder.

Cevhere ve başka kitaplarda: ilk şene2/3 diyet gerekir. 1/3 tam diyetten, 1/3 de yetin, 3/5 indendir.

ikinci yılda 1/3 diyet ve 3/5 ten kalanı verilir. Üçüncü yılda da,tam diyetten geriye kalan 1/3 diyet

verilir. Bu taksim, diyetin üç senede ödenmesi gerektiğinden, dolayıdır ki; her sene 1/3 diyet ödenir.

Altı bin dirhem olan 3/5 ise iki sene de verilir. Birinci senede diyetin üçte biri, kalanı da ikinci

senede tamamlanır. İtkânî, Şerhu't-Tahâvî'den.

Ben derim ki: Buna göre birinci senede 6666 tam 2/3 ikinci senede 6000, üçüncü senede de 333 tam

1/3 dirhem eder.

Müctebâ, Tatarhâniye ve başka kitaplar da ise Muhit'ten naklen; ikinci senede 333 tam 1/3; üçüncü

senede de 3000 dirhem verileceği belirtilmektedir. Bunun benzeri Mînah'ta da vardır. Görünen o ki;

bunlar iki ayrı rivâyettir. Düşün.

«Tam bir diyet îcâbeder.» Yani bu organın tam diyeti. Remlî.

Çünkü el ve göz de vücûd'un diyetî îcâbetmez. Çünkü vücûdun diyeti on şeyde vardır. Müctebâ'dan



naklen Minah'ta zikredildiğîne göre bunlar: Âkıl, saç, burun, dil, sakal, kırıldığı zaman bel, kesildiği

zaman bel suyu, idrarın tutulamaması, vurulup da dışkıyı tutamaması halinde dübür ve erkeklik

organıdır. Meselenin tamamı oradadır.

«Kamburlaştırmak ta aynı şeklidedir.» Çünkü bunda tam manâsıyla güzellik menfaatinin yok

edilmesi söz konusudur. Zîra insanın, güzelliği onun dik durmasındadır. Denildiğine göre: «Biz

İnsanı en güzel şekilde yarattık» âyetinden maksat budur. Zeylaî.

«Kamburluğun zâil olması halinde bir şey îcabetmez.» Ebû Yûsuf ye Muhammed'e göre vuranın

doktor ücretini vermesi îcâbeder. T. Hindiyye'den.

«Tam olarak erş îcâbeder» Aşağıda gelecek olan mîsalde erş; yarım diyettir.

«O sağırlıktır.» Ben bu ibâreyi başka hiçbir yerde görmedim ve nereden aldığını da bilmiyorum.

«Kulağı geri yapıştırması ilh,..» İlerde gelecek olan şudur: «Eğer kulağı yapıştırır ve tutarsa erş

organ diyeti) gerekir. Çünkü kulak eski halini almaz.»

«Bu bölümün sonlarında..» Yani ona başlamak istediği şey, Allah en iyisini bilir.

 

 

 

 

BAŞI VE YÜZÜ YARALAMA FASLI

M E T İ N

Sözlük olarak; baş ve yüzde açılan yaraya «Şecce»; başka taraflardakine ise «Cerâhat» denilir.

Cerahatten dolayı hükûmet-i adl gerekir Muctebâ, Miskin.

Baş ve yüzü yaralama on çeşittir:

1 - Hârisa : Derideki (kan çıkmayan) sıyrık, çizik,

2 - Dâmi'a : Gözyaşı kadar olup da akmayan kan çıkan yara,

3 - Dâmiye : Kendisinden kan akan yara,

4 - Bâzıa : Deriyi koparan yaralama,

5 - Mütelâhime : Etin koparıldığı yara,

6 - Simhâk : Et il» kafa kemiği arasındaki ince zara varmış olan yara,

7 - Mûzıha : (Kemiğin üzerindeki zarda yırtılıp) kemiği ortaya çıkaran yara,

8 - Hâşima : Kemiği kıran yara,

9 - Münakile: Kemiği kırıp yerinden oynatan yara,

10 - Âmme : Beyine kadar ulaşan yara: Amme beyin zarıdır; ondan sonra beyin gelir. Bu, beyini

dışarı çıkaran yaradır.

Genelde bunun sonu ölüm olduğu için İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir. O zaman bu,

yaralama değil öldürme olur.

Eserlere göre araştırılarak yaraların ondan fazla olmadığı tesbît edilmiştir.

İ Z A H

Bu konu, organlardaki yaralamalardan bir çeşit olduğu ve mes'eleleri hayli fazla olduğu için,

müstakil bir bölüm halinde verilmiştir.

«Baş ve yüzde açılan yaraya Şecce ilh...»

Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Hüküm, sözün hakikati üzerîne tertib edilir. Yani Şicâc'ın hükmü;

sözlükteki hakiki manaya göre yüz ve başta sâbit olur. Çünkü Şecce kelimesi sözlükte, sadece baş

ve yüzdeki yaradır. Başka yerlerdeki yaralardan dolayı, belirli bir cezâ yoktur. Hükûmet-i adl

îcâbeder. İtkânî.

Meselâ, mûzıha (kemiği ortaya çıkaran yara) el ve bacak gibi bir uzuvda olursa, belli bir erş (diyet)

îcâbetmez. Çünkü bu mûzıha değil, cerâhat'dır. Zahiriyye'de belirtildiğine göre karına kadar varan

derin yaraların dışındaki cerahatlarda muayyen bir erş (diyet) yoktur. Bize göre sakal yerleri de

yüzdendir. Dolaysıyla burada mûzıha, hâşime, ve münekkile gibi bir yara bulunsa; Hidâye'de

belirtildiğine göre muayyen bir diyet verilir.

Mûzıha, hâşime, münakkile ve âmmenin dışında kafadaki yaralardan dolayı muayyen bir diyet

yoktur. Nitekim açıklanacaktır.

«Cerâhattan dolayı hükûmet-i adl gerekir.» Çünkü takdîr, nassladır. O da sadece baş ve yüzdeki

yaralar hakkında vârid olmuştur. Hidâye.

Delalet veya kıyas yoluyla başka taraftaki yaralar, boş ve yüzdekilere ilhak edilemez. Çünkü aynı

manâda değildirler. Zira yüz ve baş genelde açık olurlar, dolayısıyla oradaki bir çirkinleştirme daha

yüktür. Bunu Zeylâi ve başkaları ifade etmişlerdir.

«Deriyi koparan yaralama ilh...» Zeylaî ve daha başkaları da böyle tefsir etmişlerdir. Tûrî: Zeylaî'nin,

deriyi kesmenin on çeşit yaralamada da gerçekleştiğini beyân ettiğini söyleyerek buna îtiraz

etmiştir. Bunun tefsîrin de zahir olan; Muhît ve Bedâî'deki: «O eti koparandır» şeklindeki îzahtır.

Bunun benzeri lûgat kitaplarında da vardır. Buna göre, Mütelâhime'ye diğer bir kayıt daha ekleyip,

Bedâî ve diğer bazı kitaplarda olduğu gibi: «O, etten, bâzıadakinden daha fazla koparan

yaralamadır» denilmesi gerekir.

«Eti koparan yara ilh...» Muğrib'de şöyle denilmektedir: «O (mütelâhime), kemiği değil, eti yaran

yaralamadır. Bu yara daha sonra iyileşir ve et biribirine yapılır. Ezheri ise, uygun olan: Eti kesen

denilmesidir der. Ama bu isim ya sonuç itibariyle ya da hüsnü zan olarak verilir.»

«Âmme..» Buna Me'mûme de denilir.

«Beyni dışarı çıkaran yaradır» yani deriyi kesip, beyini ortaya çıkaran yaradır.



«İmâm Muhammed bunu zikretmemiştir.» Aynı şekilde «hârısa»yı da zikretmemiştir. Çünkü genelde

harısa'nın izi kalmaz. İzi olmayana da hüküm terettüp etmez. İtkânî.

Bundan dolayı Ğureru'l-efkâr sahibi: «Musannıfın bunu hiç (anmaması gerekirdi. Ama o kitapların

çoğunun izinden gitmiştir» der.

«Genelde bunun sonu ölüm olduğu için ilh...» Eğer yaşarsa üçte bir diyet îcâbeder. Ğureru'l-Efkâr

M E T İ N

Sac dökük değilse mûziha'da ylrmlde bir diyet îcâbeder. Saçı dökükse hükümet-i adl gerekir.

Çünkü başın derisi zînet îtibariyle saçlısından daha eksiktir. Zahîre'den naklen Kuhistânî.

Hâşime'de yüzde on, Münekkile'de yüzde onbeş, Âmme ve Câife'de de üçte bir diyet verilir.

Eğer Câife (içe kadar işleyen yara) bir taraftan öbür tarafa geçerse tam diyetin üçte ikisi gerekir.

Çünkü bu durumdaki yara iki câife sayılır. Herbirisinden dolayı üçte bir diyet vardır.

Hârisa, dâmia, dâmiye, bâzıa, mütelâhıme ve simhâk'ta hükümet-i adl gerekir. Çünkü bunlar

hakkında nakledilen (delile dayanan) muayyen bir diyet yoktur. Bu yaraları karşılıksız saymak da

mümkün olmadığına göre; bunlara hükûmet-i adl îcâbeder.

Hükûmet-i adl şudur: Yaranın, mûzıhaya nisbetle miktarı belirlenir ve bu orana göre 1/20 diyetten

bir meblağ takdir edilir.

Kerhî: «Bunu Şeyhu'l-îslâm sahih kabûl etmiştir» der.

Denildi ki -söyleyeni Tahâvî'dir-: «Yaralı köle farzedilir ve önce yara izi olmadan. sonra da yara ile

birlikte değerlendirilir. İki kıymet arasındaki fark, hürde diyetten, kölede de kıymetinden alınır. Eğer

hürrün kıymeti (köle farzedilerek) on da bir oranında eksilmişse diyetinin on da biri îcâbeder. Yarı

ve üçte bir oranındaki eksilmelerde de durum aynıdır. İşte bu fark hükûmet-i adl'dır.

«Fetvâ da buna göre verilir. Vikâye, Nûkâye, Mültekâ, Dürer ve daha başka kitaplarda böyle

denilmektedir. Mecma'da da bu kesin görüş olarak takdim edilmiştir.

Hulâsa'da şöyle denilmektedir: «Cinâyet yüz ye başta olduğu takdirde Kerhî'nin sözü doğru olur ve

o zaman onunla fetvâ verilir. Ama yara yüz ve baştan başka bir yerde olur veya müftiye Kerhî'nin

görüşüne göre cezâyı takdir) zor gelirse, mutlak olarak Tahâvî'nin görüşü ile fetvâ verilir. Çünkü o

daha kolaydır.»

Cevhere'de bu sözlerin benzeri, şu ilâve ile birlikte yer almıştır: «Ve hükûmet-i adl'in tefsirinde

şöyle denildi. O iyileşinceye kadar ki nafakası ilâç ve doktor ücretidir.»

İ Z A H

«Yirmide bir diyet îcâbeder ilh...» Yâni hata ile yaralandığı zaman. Fakat kasden yaralarsa ileride

geleceği üzere kısas îcâbeder.

Kâfî'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse, bir adamda aralarına iyileşme girmeden yirmi tane mûzıha

cinsinden yara açsa, üç sene içersinde ödenmek üzere tam bir aiyet gerekir. Yaralar arasına

iyileşme girerse (önceki yara iyileştikten sonra başkası açılsa) bir sene içinde ödenmek üzere tam

diyet verilir.»

«Saç dökük değilse ilh...» Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin saçı yaşlılıktan dolayı

dökülmüş olsa ve bir adam onun başını kasden mûzıha olacak şekilde yaralarsa; İmâm

Muhammed'e göre kısas uygulanmaz; diyet îcâbeder. Eğer yaralayan: «Ben kısasa râyım» dese

bile kısas yapılmaz. Fakat eğer yaralayanın saçı da dökükse o zaman kısas yapılır.»

Serahsî'nin Muhît'inde de böyle denilmektedir.

Nâtıfi'nin Vâkıât'ında da şöyle denilir: «Saçı dökük olandaki mûzıha, başkalarınkinden daha

aşağıdır. Dolayısıyla onun diyeti de düşük olur. Hâşimede ise saçı dökük olanla olmayanın erşi

eşittir.»

Müntekâ'da da şu ifâdeler yer almaktadır: «Bir kimse, saçı dökük olan birisinin başında hatâen

mûzıha kabilinden bir yara açsa, kendi malından ödemek üzere, mûzıhanınkinden daha az bir e

(yaralama diyeti) icâbeder. Hâşime denilen bir yora açması halinde ise, hâşimenin erşinden daha az

bir erş gerekir. Ama bu, yaralayanın âkılesi tarafından ödenir. Muhît'te de böyle denilmektedir.» T.

«Câife ilh...» Alimler: «Câife, karnın ve kafanın içine varan yaraya mahsustur» dediler. Hidâye.

Buna göre, Câifenin Şicâc (baştaki yara) ile birlikte anılmasının sebebi, onun bazen başta da

bulunmasıdır. Ancak İtkânî bunu Muhtasarul Kerhî'deki şu ifâdeler sebebiyle eleştirmiştir: «Câife,



boyun ve boğazda olmaz. O ancak göğüs, sırt, karın ve yanlardan içe kadar işleyen yaralardır.»

Yine İtkânî, Asl'daki şu sözleri de itirazına destek yapmıştır: «Câife çeneden yukarıda ve kasıktan

aşağıda olmaz.»

Aynî: «Câife (yukarıda sayılan) on çeşidin içine girmez. Çünkü ona şecce (baştaki yara) denmez. O,

hüküm yönünden eşit oldukları için, âmme ile birlikte zikredilmiştir.»

«Her birisinden dolayı onun üçte biri vardır.» Maksat diyetin üçte biridir.

BİR UYARI:

İtkâni şöyle der: «Bilmen gerekir ki; erkek ve kadında, erşi yirmide bir ile üçte bir diyet arası olan,

hatâen yaralanmalarda, diyet yaralayanın âkilesinedir ve bir yılda ödenir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.)

âkileye ait olan diyetin üç senede ödenmesine hükmetmiştir. Kendisinden dolayı üçte bir diyet

gereken yaraların diyeti de bir yılda ödenir. Eğer diyet üçte birden çok olacak olursa fazlalık diğer

senede ödenir. Çünkü üçte bir üzerine ziyâde olan, ikinci senede âkilenin vermesi gereken şey

cümlesindendir. Tek başına olduğunda da durum aynıdır. Diyet üçte ikiden fazla olursa, üçte ikisi

iki yılda, artanı da üçüncü yılda verilir. Diyeti yirmide birden az olan, hata ile olan yaralamalarda ve

kasdî olan bütün yaralamalarda diyet cânînin borcudur.» İtkâni'den özetle, yâni Me'âkıl bölümünde

geleceği üzere, Akıle teammüden işlenen cinâyetlerin ve Mûzıhanın erşi dışındakilerin diyetini

yüklenmez.

«Hükûmet-i adl gerekir ilh...« Yani hatâen yaralamada ve -kısasa hükmedilmemişse- kasdi

yaralamada. Nitekim az sonra gelecektir.

«Mûzıhaya nisbetle ilh...» « Mûzıha; hakkında muayyen diyet bulunan dört yaradan diyeti en az

olanı olduğu için özellikle anılmıştır. Muhît'teki; «Hakkında muayyen erş bulunan baş yaralarının en

azından...» şeklindeki ibâreden maksat budur.

«Bu orana göre 1/20 diyetden bir meblağ takdir edilir.» 1/20 diyet mûzıha'nın diyetidir.

Bunun açıklaması şöyledir: Meselâ yara bâzıa (deriyi koparan yara) olsa; Mûzıha'ya nisbetle bunun

mikdarının ne kadar olduğuna bakılır; Mûzıhanın üçte biri kadar olursa, Mûzıhanın diyetinin (1/20

diyet) üçte biri (1/60 diyet), Mûzıhanın dörtte biri kadarsa; onun diyetinin 1/4'i (1/80 diyet) îcâbeder.

İnâye.

«Bunu Şeyhu'l-İslâm sahîh kabûl etmiştir.» Şeyhu'I-İsIâm, Hz. Ali'nin rivâyet ettiği hadîsden dolayı

yle demiştir. Çünkü Hz. Ali, dilinin bir tarafını kesen hakkındaki hükûmet-i adl'de buna itibar

etmiştir. Köleye itibar etmemiştir. Üstelik hür olan küçük ve büyüğün mûzıhasında hüküm eşittir.

Kölede ise, küçükteki mûzıhanın diyeti, büyüktekinden daha azdır. Mîrâc.

«Kölede kıymetten ilh...» Yâni kölenin başındaki yaradaki fark mikdarı, kölenin kıymetinden alınır.

Çünkü onun kıymeti diyetidir.

«Onda bir oranında eksilmişse... ilh..» Misâli şudur: Kölenin kıymeti yaralanmadan önce bin dinar,

yara ile de 900 dinar olsa; yara, kölenin kıymetini onda bir nisbetinde eksiltmiş olur. Bu da onda bir

diyeti gerektirir. Çünkü kölenin kıymeti, diyetidir. İnâye.

«Fetvâ buna göre verilir ilh...» Hulvânî bu görüşü almıştır. Üç İmâm (İmâm Şâfiî, İmâm Mâlik, ve

Ahmed b. Hanbel)'in görüşleri de bu istikâmettedir. İbnûl-Münzir: «Bu, kendilerinden ilim

alınanların hepsinin görüşüdür» der. Mî'râc.

«Cinâyet yüz ve başta olduğu takdirde îlh...» Çünkü oralar mûzıhanın yeridir. Cevhera.

«Mutlak olarak ilh...» Yâni yara yüz, baş veya başka bir yerde olsa. Bu, mutlak olarak ifade, «veya

müftiye... zor gelirse» sözüne nisbetledir.

«Şöyle denildi:» Kuhistânî bundan sonra şöyle der: «Bütün bunlar, yaranın izi kaldığı takdirdedir.

Ama yaranın izi kalmamışsa Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'a göre bir şey icabetmez. İmâm Muhammed'e

göre ise: iyileşinceye kadarki nafakasının canî tarafından verilmesi îcâbeder. Ebû Yûsuf'tan bir

rivâyete göre de, çektiği acıdan dolayı hükûmet-i adl gerekir.»

Bu meselenin tamamı bölümün sonunda gelecektir.

M E T İ N

Teammüden vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıha'nın haricinde. baştaki yaralarda kısas yoktur;

Hakkında kısas olmayan cinâyetlerde; hata ile kasıt eşittir. Ama, mezhebin zâhirine göre mûzıhadan

daha aşağı olan yaralamalarda da kısas îcabeder. Bunu İmâm Muhammed Asl'da zikretmiştir.

Eşitliği sağlamak mümkün olduğu için sahih olan budur: Dürer, Müctebâ, İbn Kemal ve diğerleri.



Bu yaralarda eşitlik şöyle sağlanır: Yaranın derinliği misbâr (yaranın derinliğini ölçen âlet) ile

ölçülür. Sonra o kadar bir demir hazırlanır ve cânînin başından da kesilir.

Şurunbulâliyye'de Simhak bundan istisnâ edilmiştir.

Hâşime ve Münakkıle gibi, Simhak'ten sonrakilerde ittifakla kısas uygulanmadığı gibi, Simhakta da

kısas yoktur. Surunbûlâli bunu Cevhere'ye nisbet etmiştir.

Müctebâ'da şöyle denilmektedir: «Başın ve bedenin derisinde, yanak. karın ve sırtın etinde. tokatta,

yumrukta ve elle vurmakta kısas yoktur. Yüzün derîsinin yüzülmesi halinde tam diyet îcâbeder.»

İ Z A H

«Baştaki yaralar da kısas yoktur.» Yâni Mûzıhanın üstünde olanlarda icmâen, altında olanlarda

ihtilâflı olarak. T.

«Teammüden vurmaktan dolayı meydana gelen mûzıhanın hâricinde ilh...» Yani yara sebebiyle

başka bir organ telef olmamışsa. Ama, mesela, kasden mûzıha olacak şekilde yaralasa ve adamın

gözleri telef olsa; İmâm Azam'a göre kısas yoktur. Hem göz, hem de mûzıhanın diyeti verilir. Ebû

Yûsuf ile Muhammed'e göre ise mûzıhadan dolayı kısas, gözden dolayı da diyet îcâbeder. Kâfî'den

naklen Şerhu'l-Mecma:

«Sahih olan budur.» Kâfî'de şöyle denilmektedir: «Yaralarda kısas vardır» ayeti kerimesinin

zâhirinden dolayı, sahih olan görüş budur.» üstelik eşitliği sağlamak da mümkündür. Mirâc.

UIemânın çoğunluğu bu görüşü almıştır. Tatarhânîyye.

«Şurunbulâliyye'de Simhâk istisnâ edilmiştir.» Orada şöyle denilmiştir: «.. Simhâk hariç. Çünkü

onda denkliği sağlamak mümkün olmadığı için ittifakla kısas yoktur. Zira, kemiğin üzerindekî zora

varınca son bulacak şekilde bir yarık yarmak imkânsızdır

Ben derim ki: Şurunbulâliyye'deki bu ifâdeler, Hîdâye Şarihlerinin ve daha başkalarının

ylediklerine zıttır. Çünkü onlar muzıhadan öncekilerde -ki onlar hârisadan simhaka kadar olan

altı yaradır- kısasın tatbik edildiğini açıkça ifâde etmişlerdir.

«Hâşime ve mûnakkıle gibi ilh...» Çünkü bunlarda kemik kırılır, dolayısıyla eşitlik sağlanamaz.

Ekseriyetle ölümle sonuçlandığı için âmme de böyledir. Açıktır ki bu hüküm yaranın ölüme

götürmediği durumlardadır.

«Bunu Cevhere'yenisbet etmiştir.» Tahtâvî de El-Bahrûz Zâhir'e nisbet etmiştir.

«Başın derisinde kısas yoktur» Herhalde bu zahir rivâyetin dışındaki rivâyetlere göredir. Yanağın

etinde de böyle denilir. Yahut da başta Simhake hamledilir. Bedenin derisi, karın ve sırtın eti

konusunda ise Hindiye'de şöyle denilmektedir: «Yüz ve başın dışındaki yaralarda eğer kemik açığa

çıkmış ve kırılmış, izi de kalmışsa hükümeti adl îcâbeder. Böyle olmamışsa İmâm Ebû Hanîfe ve

Ebû Yûsuf'a göre bir şey gerekmez. İmâm Muhammed'e göre ise yara iyileşinceye kadarki

harcamalarının kıymeti icâbeder.

«Yüzün derisinin yüzülmesi halinde tam diyet icâbeder.» Çünkü bununla tam olarak, yüzün

güzelliği yok edilmiştir.

M E T İ N

Bir elin bütün parmaklarında, avuçla birlikte de olsa yarım diyet vardır. Çünkü avuç parmaklara

tabîdir. Kolun yarısı ile kesilirse avuç için yarım diyet, yarım kol için de hükûmet-i adl îcâbeder.

Baldır da kol gibidir. Bir parmağı olan avucun kesilmesi halinde onda bir, iki parmağı olan avucun

kesilmesi hâlinde de beşte bir diyet gerekir. Ebû Hanîfe'ye göre; üç parmağı olan elde olduğu gibi,

burada da elden dolayı bir şey lazım gelmez. Çünkü ittifakla avuçta bir şey icâbetmez. Zira keser

için bütünün hükmü vardır.

Cevahiru'l-Fetâvâ'da şöyle denilmektedir: «Birisi bir adamın eline vursa ve el iyileşse, fakat

kafasına ulaşamayacak durumda kalsa; tam diyetten, meydana gelen eksiklik kadarı alınır; eğer

üçte iki eksilmişse üçte iki diyet verilir. Musannıf da böyle kabul etmiştir. Eğer bir parmağın mafsalı

kesilir ve geri kalan kısım çolaklaşırsa veya parmaklar kesilip avuç çolaklaşırsa sadece kesilenin

diyeti îcâbeder, kısas gerekmez. Bunu anla! Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur. Bunu

Şurunbulâli zikretmiştir. İleride metin olarak gelecektir.

İ Z A H

«Bir parmağı olan avuç ilh...» Parmak mutlaktır, kayıt için değildir. Çünkü parmağın sadece bir

mafsalı kalsa Zahir rivayette İmâm Azama göre; bu mafsalın diyeti gerekir, avuç buna tabî kılınır.



Çünkü mafsalın diyeti muayyendir. Asıldan, az da olsa bir şey kalmamıştır. Tâbi için de hüküm

yoktur.

Şayet parmakları hiç olmayan bir avuç kesilirse; Ebû Yûsuf'a göre hükümet-i adl icâbeder. Ama bu

bir parmağın diyetinden fazla olamaz. Çünkü İmâm Hanîfe'nin görüşüne göre avuç birtek parmağa

tâbîdir. Tâbî olanın kıymeti de metbû olanın kıymetini aşamaz.

«Ebû Hanîfe'ye göre ilh...» Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ise, avucun ve parmakların erş

(diyet)lerine bakılır. Hangisi daha fazla ise o îcâbeder. Az olan çok olanın içine girer. Hidâye.

«Çünkü ittifakla avuçta bir şey îcâbetmez.» Ama parmaklar için 3/10 diyet îcâbeder.

«Zirâ ekser için bütünün hükmü vardır.» Yâni avucun parmaklara tâbî olması bakımından. Nitekim

Beş parmak -ki o bütündür- üç parmağa tâbi olur ve bütün için sadece üç parmağın diyeti gerekir.

Onlara tabi olduğundan dolayı el için bir şey îcâbetmez. Bu gerekçe, gerçekte iki İmâmın

görüşlerine göredir. Ebû Hanîfe'ye göre ise, az önce geçtiği gibi aza da tâbî olur.

«Eksik kadarı alınır ilh...» Yani odam köle farzedilerek, bu kusur olmadan ki kıymeti ile, bu kusurla

birlikteki kıymeti arasındaki fark verilir. Bunu daha önce geçen kıyasa göre söyyoruz. Düşün.

«Geri kalan kısım çolaklaşırsa ilh...» Yani bu parmağın kalan kısmı.

«Sadece kesilenin diyeti îcâbeder.» Yani, birinci mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci

mes'elede bir parmağın tam diyeti, ikinci mes'elede de parmakların tam diyeti îcâbeder. Avuç için

bir şey gerekmez. Çünkü geçtiği üzere avuç tâbîdir Bu sadece Ebû Hanîfe'nin görüşünün

sonucudur. Allame EIvâni'nin Tahtâvi ve Camiussağir'den naklen. Burhânî ve Kâdîhan'ın

zikrettikleri: «Parmağın geri kalan kısmı çolaklaşırsa parmak diyeti, el çolaklaşırsa el diyeti

îcâbeder» sözlerinden dolayı, zannedildiği gibî birinci meselede kesilen şeyden maksat sadece

mafsal değildir.

Nihây'de şöyle denilmektedir: «Parmaktan, bir mafsal kesilse de parmağın veya elin kalan kısmı

çolaklaşsa kısas îcâbetmez. Fakat çolaklaşan kısmın diyeti gerekir: Eğer parmaksa parmak diyeti,

avuçsa avuç diyeti lâzımdır. Bunda icmâ vardır.»

Buna benzer ifadeler. Ğayetû'l-Beyân'da da vardır. Bu hüküm, kalan kısımdan yararlanılamaması

durumundadır. Ama yararlanılabilirse bundan dolayı hükûmet-i adl îcâbeder.

Zeylâi şöyle der: «Parmak en üst mafsaldan kesilse ve kalan kısım çolaklaşsa; eğer katan kısımla

faydalanılamıyorsa tek bir erş parmak diyeti) yeterlidir. Ama faydalanılabiliyorsa kesilen kısmın

diyeti îcâbeder. Geriye kalan kısım için de hükûmet-i adl gerekir. Bunda ittifak vardır. Dişin yarısı

kırılıp kalan kısmının siyahlaşması veya sararması ya da kızarması halinde de tam bir diş diyeti

îcâbeder.

Şurunbulalî; Zeylâî'nin : «Bir tek erşle iktifa edilir» sözünden maksadının bir parmağın erşi

olduğunu söyler ve buna: «Diş kırıldığı zaman ilh...» sözünü delil gösterir.

«Her ne kadar Dürer muhâlif ise de hüküm budur.» Dürer sahibi şöyle der: «Eğer kalan kısımla

faydalanılmıyorsa sadece mafsalın diyeti gerekir. Faydalanılabilirse kalan kısımda da hükümeti adl

îcâbeder.»

Doğrusu onun : «Parmağın diyeti» demesi idi. Her halde onu, Zeylâî'nin daha önce geçen ibâresi

yanıltmıştır. Bundan maksadın ne olduğu daha önce anlaşılmıştı.

M E T İ N

Fazladan olan parmakta, çocuğun gözünde, tenasül uzvunda ve dilinde; -eğer bunların sağlıklı

oldukları gözde bakmak, tenasül uzvunda hareket ve dilde söz ile bilinmezse- hükümeti adl

îcâbeder. Eğer bunların sıhhatli oldukları bilinirse ve bu, câninin ikrârı veya beyyine ile sâbit olursa;

hatada ve kasıtta bâliğ gibidir. Şayet cânî inkâr eder veya: «Onun sıhhatli olduğunu bilmiyorum»

derse hükümeti adl îcâbeder. Cevhere.

Aklı veya saçı gideren mûzıhanın erşi, diyetin içine girer. Çünkü; bir parmağın kesilip elin çolak

olmasında olduğu gibi, parça bütünün içine girmiş olur.

İşitme, görme ve konuşmasının yok olması hâlinde ise erş (bu duyulara ait organların) diyeti içine

girmez. Çünkü bunlar, aklın aksine muhtelif organlar gibidirler. Çünkü aklın bütün bunlara faydası

vardır.

İ Z A H

«Fazladan olan parmakta ilh...» Bunlardan ilkinde kendisine güzellik teallûk etmediği için,



kalanlarında da bunlardan gözetilen faydanın (kendileri değil) menfaatleri olduğu için diyet

îcâbetmez. Menfaatin varlığı bilinmeyince, şek ile tam diyet gerekmez.

Zeylâî: «Eğer kesenin de fazla bir parmağı varsa yine kısas îcâbetmez.» der. Tamamı oradadır.

«Dilde konuşmak ilh...» Doğunca ağlaması konuşma değil, mücerret bir sestir. Dilin Sıhhatte

oluşunun bilinmesi konuşmakladır. Hidâye ve başka kitaplar.

Kuhistânî de: «Eğer çocuk bağırırsa diyet îcâbeder» denilmektedir. Zahîre'de beyan edildiğine göre

İmâm Muhammed: «Bunda hükümeti adl îcâbeder» demiştir.

«Bâliğ gibidir ilh...» Burun, el ve ayak gibi, bu anılanların dışındakilerde de kasdî olanda kısas; hata

ile olanda da diyet bakımından hüküm bâliğ gibidir. Kuhistânî.

«Veya saçı giderse ilh...» Yâni saçın tamamı telef olursa. Ama bir kısmı veya az birşey dökülürse,

cânîye mûzıhanın diyeti îcâbeder. Saçın erşi (diyeti) de onun içine girer.

Bunun uygulaması şöyledir: Mûzıhanın erşine ve saçtaki hükümet-i adl'e bakılır. Eğer bunlar eşit

iseler, mûzıhanın erşi îcâbeder. Ama bunlardan birisi diğerinden daha fazla ise; az olan çok olanın

içine girer. Bu hüküm, dökülen saçın yerine yenisinin gelmemesi durumundadır. Ama saç gelir ve

eski halini alırsa birşey îcâbetmez. Cevhere.

«Parça bütünün içine girmiş olur ilh...» Çünkü aklın gitmesi ile, tüm organların menfaati bâtıl olur

ve başı yaralayıp da adamın ölmesi hali gibi olur. Saçdan bir bölümün yok olması ile mûzıhanın

diyeti îcâbeder. Öyle ki saç yeniden biterse erş düşer. Hidâye.

Mûzıha'nın erşi bu ikisinin dışında birşeyin içine girmez. Cevhere. «Parmağın kesilip elin çolak

olması gibi ilh...» Çünkü bu durumda, parmağın diyeti elin diyeti içine girer.

«İşitme, görme ve konuşmanın yok olması hâlinde ise erş bunların diyeti içine girmez.» Cânînin,

mûzıhanın diyeti ile birlikte erş de vermesi gerekir. Bu, cinâyetten dolayı adamın ölmemesi

hâlindedir. Ama o adam ölürse; erş düşer, üç sene içersinde ödenmek üzere diyet îcâbeder. Eğer

cinâyet kasden olmuşsa cânînin kendi malından; hatâen olmuşsa âkilesi tarafından ödenir.

Cevhere'de de böyle denilmektedir.

M E T İ N

Eğer (baştaki yara sebebiyle) yaralı iki gözünü de kaybetse kısas îcâbetmez ikisi için de diyet

gerekir. Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.

Kesilen bir parmağın yanındaki parmak çolaklaşırsa bu parmak kısasen kesilmez. Bunda da iki

İmâm farklı görüştedirler. Üst mafsalı kesilip de diğer parmaklar çolak olursa, cânînin parmağı

kesilmez. Aksine mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâb eder.

Yarısı kırılıp, kalan kısmı siyahlaşan, sararan veya kızaran dişte kısas yoktur. Aksine, eğer çiğneme

özelliğini kaybetmişse diş diyeti îcâbeder. Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken

görülen bir dişse yine diyet, görülmüyorsa hükûmet-i adl gerekir. Zeylâî.

Dürer'in sözü ise: «Aksi halde birşey îcâbetmez.» şeklindedir. Bu konu da asıl şudur: Eğer cinâyet

gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa, birinin erşi diğerindeki kısasa manî değildir. Ama tek yerde olur

ve iki şeyi telef ederse birisinin erşi (diyeti) kısasa manîdir.

İ Z A H

«Ebû Yûsuf ile Muhammed ise farklı görüştedir.» Onlara göre mûzıha da kısas, gözlerde ise diyet

vardır. Minah.

«Kesilen parmağın yanındaki parmak da çolaklaşırsa parmak kısasen kesilmez.» Aksine bu

parmaklardan herbiri için diyet îcâbeder. Minah.

«Bunda da iki İmâm farklı görüştedir.» Onlara göre birincisinde kısas, öbüründe de erş vardır.

Cevhere.

Şayet musannıf: «Gözleri giderse veya bir parmağı kesip yanındaki de çolaklaşırsa, iki İmâmın

hilâfına bunlardan dolayı kısas değil diyet icâbeder» deseydi daha açık olurdu.

«Aksine, mafsal için diyet, diğer parmaklar için de hükûmet-i adl îcâbeder.» Hidâye. Kâfi ve

Mültekâ'da da böyledir.

Zeylaî'den naklettiğimiz gibi bu, geriye kalanlarla faydalanıldığı zamanki hale hamledilir. Bu, daha

önce Hidâye şerhlerinden ve başka kitaplardan naklettiğimiz; «parmağın dîyeti gerekir» tarzındaki

ifadeye ters değildir. Azîme'de ise bu diğer bir görüşe hamledilmiş ve çolaklığın onunla



faydalanamamaktan ayrılamayacağı sebebiyle, kalan kısımla faydalanılabilme ve faydalanamama

arasını birleştirmek, uzak görülmüştür.

Dürerin ibâresi ise daha önce de söylediğimiz gibi bir yanılmadır.

Musannıf burada, önceki mes'elenin aksine, iki imâmın bu mes'elede kısası kabul etmediklerine

işaret olarak ihtilaf zikretmedi. Nitekim Tatarhâniyye'de: «Alimlerimiz, bir kısmı kesilip kalanı veya

kesilene tâbi olan uzvun çolak olması halînde, kısasın îcâbetmediğinde hem fikirdirler. Ama birisi

öbürüne tâbî olmayan iki uzuv konusunda ihtilâf etmişlerdir.» denilmektedir.

Bu son mes'ele kesilen parmakla yanındaki parmak gibi yerlerdedir. Burada iki îmâmın hilâfına

İmâm Ebû Hanîfe'ye göre kısas yoktur. Biri birine tâbî olmayan uzuvlardan maksat, biri birinden ay

olmayanlardır. Öyle olursa, Ebû Hanîfe'ye göre birisinin erşi ötekinden kısasa.engel teşkil etmez.

Nitekim yakında gelecektir.

«Sararan veya kızaran dişte ilh...» Dişe herhangi bir ayıp ârız olursa, demekdir. Mekkî, Kâfî'den

naklen.

Musannıfın sararma konusunda söylediği Dürer'de de olduğu gibi muhtâr olandır. Tebyîn'de de

önce bu kesin görüş olarak verilmiş; fakat sonra: «Vurma sebebiyle hükûmet-i adl gerekîr» denilen

sahifedekinin benzeri söylenmiştir.

Bumdaki hükmün tercih ediliş gerekçesi şudur: Sanlık, güzelliğin ve menfaatin yok olmasını

gerektirmez. Şu var ki güzelliğin kemali beyazdadır. Herhalde onlar, kırmakla sararmayı ve

vurmakla sararmayı farklı değerlendirmişlerdir.

«Çiğneme özelliğini kaybetmemişse; eğer konuşurken görülen bir dîşse ilh...» İmâm Muhammed'in

ibâresi mutlaktır. Kifâye ve başka kitaplarda: «Bu konudaki hükmün, mes'ele detaylandırılarak

verilmesi gerekir.» denilmektedir.

«Konuşurken görülen dişse yine diyet ilh...» Çünkü o görülen güzelliği tamamen yok eder. Kifâye.

«Gerçekten ayrı ayrı iki yerde olursa ilh...» el ve ayak gibi T.

«Ama tek yerde olur ve iki şeyi telef ederse ilh...» Vurulan kişinin aklını, işitmesini, görme veya

konuşmasını izâle eden mûzıha gibi.

Vurulan yer, ister tek uzuv; ister yanındaki parmak, çolak olan parmak, gibi bir birinden ayrı olan iki

uzuv olsun farketmez. Ayrı iki uzuvda daha önce de geçtiği gibi iki İmâmın ( yani Ebû Yûsuf ile

Muhammed'in) görüşü farklıdır.

M E T İ N

Üzerinden bir sene geçtikten sonra dişinin kısasını uygulayan (câninin dişini söken) kişinin dişi,

daha sonra yerinden gelse; hata o zaman meydana çıktığı için diyet îcâbeder. Şüpheden dolayı da

kısas uygulanmaz.

Multekâ da : «Dişin ve müzıhanın kısasında bir sene beklenir. Dişe vurulup da sallanması halinde

de hüküm aynıdır.» denilmektedir.

Hulâsa'da ise: «Yetişkin olan kişi, tekrar gelmesini ummadığı dişte kısası geciktirmez. Fetva

yledir» denilir.

Ben derim ki: Bu, musannıf ve diğerlerinin Nihâye'den naklettikleri ile uyuşturulabilir. Sahîh olan:

Bâliğ olanın bir sene değil, iyi olması için kısası ertelemesidir. Çünkü dişin tekrar gelmesi nâdirdir.

Eğer birisi bir adamın dişini sökse ve sâhibi dişi alıp yerine soksa ve kenarlarında et bitse yine

diyet îcâbeder. Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir. Nihâye'de şöyle denilmektedir:

«Şeyhu'l-İslâm: Eğer menfaat ve güzellikte eski hâline dönerse; yeniden bittiğinde olduğu gibi

birşey îcâbetmez demiştir.»

Kesilen kulağın yerine yapıştırılarak tutması halinde de diyet gerekir. Çünkü bu kulak eski şeklini

almaz.

Eğer diş sökülür ve yerine başkası çıkarsa İmâm Ebû Hanîfe'ye göre çocuğun dişin de olduğu gibi

diyet düşer iki arkadaşı ise; farklı görüştedirler. Şayet diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder. Şayet

yarısına kadar biterse yarım diyet gerekir.

Geldikten sonra eski halini alan tırnakta hiçbir cezâ yoktur.

Baştaki yarık veya vurma sebebiyle meydana gelen yara iyileşir ve onun hiçbir izi kalmazsa bir şey

îcâbetmez. Ebû Yûsuf'a göre yaralayana erş-i elem -ki o hükûmet-i adl'dir- gerekîr. İmâm



Muhammed'e göre ise; yaralayanın, yara iyileşinceye kadar ki doktor ücreti ve tedâvî masrafından

olan nafakayı vermesi îcâbeder.

Tahâvî şerhinde, Ebû Yûsuf'un erş-i elem sözü, doktor ve tedâvî ücreti ile tefsîr edilmiştir. Bu îzaha

göre. Ebû Yûsuf'un görüşü ile Muhammed'in görüşü arasında ihtilâf kalmaz. Bunu Musannıf ve

başka âlimler söylemişlerdir.

Ben derim ki: Bunun benzerini Müctebâ'dan naklen daha önce zikretmiştik. Müctebâ sahibi bu

konuda, Ebû Yûsuf'tan iki rivayet zikretmiştir. Dikkatli ol.

İ Z A H

«Dişi daha sonra yeniden gelse ilh... Yani tamamı düzgün olarak çıksa.

«Bir sene geçtikten sonra ilh...» «Bundan -yani kısastan- sonra» sözünün açıkça belirttiği gibi, sene

geçmeden, kısas hakkının olmadığını ifade etti.

«Hata meydana çıktığı için ilh...» Yâni kısas konusundaki hata. Çünkü kısasa sebep, dişin biteceği

yerin bozulmasıdır. Yerinden başka bir diş çıktığına göre bozulmamış demektir. O zaman da cinâyet

yok sayılır. Hidâye.

«Şüpheden dolayı ilh...» Yani diş yeniden çıkmadan önce, kısasın gerekliliği şüphesi.

«Kısasın da bir sene beklenir ilh...» Bu durumda hakimin cânîden bir kefil alması gerekir. Nitekim

Kifâye'de de böyledir.

«Hulâsa'da ise ilh...» Hulâsa sahibi şöyle demiştir: «Erginlik çağına gelenin dişinin sökülmesi

durumunda bir sene beklenmez. Bekleme işi çocuğun dişindedir. Ama yetişkinde dişin yeri

iyileşinceye kadar beklenir. Yetişkinin dişine vurulup da dişin sallanması halinde ise bir yıl

beklenir. Serahsî'nin bir nüshasında; yetişkinin dişinin kırılması ve sökülmesi durumlarında,

yeniden çıkması umulmuyorsa bir yıl beklenir; denilmektedir. Fakat önceki görüşle fetvâ verilir.»

«Uyuşturulabilir ilh...» Yani Mültekâ'daki hüküm küçüğün, Hulâsa'daki de yetişkinin dişine

hamledilir. Zâten Hulâsa'nın ibâresi açıktır.

«Sahibi dişi alıp yerine soksa ilh...» Yâni kısas uygulanmadan önce. T.

«Çünkü damarlar eski haline dönmüş değildir» Bu, diyetin vâcip oluşunun gerekçesidir. T.

Burada diyet cânîye vaciptir.

«Eğer menfaat ve güzellikte eski haline dönerse ilh...» Yâni eski haline dönmesi tasavvur edilirse...

«Çünkü kulak eski şeklini almaz.» Zahir olan burada da Şeyhu'l-İslâm'ın söylediğinin cârî oluşudur.

«...Diyet düşer ilh...» Yâni mânen cinâyet bulunmadığı için cânîden diyet düşer.

«Çocuğun dişinde olduğu gibi ilh...» Çocuğun sökülen dişi yeniden gelirse, ittifakla diyet

îcâbetmez. Çünkü onun ne güzelliği ne de menfaati yok olmamıştır. Hidâye.

«Sahibeyn (Ebû Yûsuf ile Muhammed) ise farklı görüştedirler.» Onlar şöyle demişlerdir: «Cinâyet

gercekleştiği için tam bir diş diyeti îcâbeder. Sonradan gelen diş ise Allah'ın yeni bir nîmetidir.»

Hidâye.

«Diş eğri biterse hükûmet-i adl îcâbeder.» Yani Ebû Hanîfe've göre Zeylâi.

Şâyet gelen diş siyah olursa sanki hiç gelmemiş sayılır. Tatarhâniyye.

«Tırnakta hiçbir cezâ yoktur ilh...» Tırnak diş gibidir. İhtiyâr'da şöyle denilmektedir: «Tırnaklar

sökülür de yerine yenisi gelmezse, cânînin hükûmet-i adl ödemesi îcâbeder. Çünkü bunun

hakkında muayyen bir diyet nakledilmemiştir.» Eğer yeniden gelen tırnak ayıplı olursa, öncekinden

(hiç gelmemesi durumundakinden) daha az olmak üzere hükûmet-i adl gerekir. Zahîriyye.

«Onun hiçbir izi kalmazsa ilh...» Şayet yaranın izi kalırsa; eğer yarık, muayyen bir diyeti olan bir

yarıksa o diyeti değilse hükûmet-i adl icâbeder.

«Bîr şey îcâbetmez,» Yani İmâm A'zam'a göre, dişin geri gelmesinde olduğu gibi, iyileşip izi

kaybolan yarada da birşey îcâbetmez. Burcundî, Hâzâne'den muhtâr olanın Ebû Hanîfe'nin görüşü

olduğunu nakletmiştir. Dürrü Müntekâ.

Mahbûbî, Nesefî ve daha başkaları da buna îtimad etmişlerdir. Uyûn'da ise şöyle denilmektedir:

«Kıyasa göre cânîye birşey îcâbetmez. Fakat Ebû Yûsuf ile Muhammed, doktor ücreti gibi

hükûmet-i adl gerekmesi istihsândır. demişlerdir. İyileşen bütün yaralar böyledir.» Allâme Kasım'ın

Tashîh'inden özetle alınmıştır.



Sâihânî şöyle der: «Bana istihsanın üstün tutulması uygun gelmektedir. Çünkü insan oğlunun

hakkı münakaşa üzerine mebnîdir.»

Bezzâziye'de de şöyle denilmektedir: «Muhammed'e göre cânîye bir şey îcâbetmez. Bu, İmâm-ı

A'zam'ın da kıyasıdır. İstihsana göre ise hükûmet-i adl gerekir. O da Ebû Yûsuf'un görüşüdür.

Fakîh: «Fetvâ Muhammed'in görüşüne göre verilir ki; buna göre cânînin ilâç masrafından başka bir

şey vermesi îcâbetmez» der ki, Kâdî ise: «Biz ikisinin görüşünü terketmeyiz; eğer yaranın izi kalırsa

o yaranın diyeti verilir. Meselâ yara munakkile ise münakkilenin diyeti gerekir.» der.»

Remlî de şöyle der: «Âlimler arasındaki ihtilâfın takdiminde, Bezzâziye'deki ile buradaki arasında

farklılığı düşün. Buradaki; Zeylâî, Aynî ve şerhlerin çoğunda anılandır.»

«Daha önce zikretmiştik.» Yani, organlarda kısas konusunda Tahâvî'nin söylediklerinin benzerini

ifâde etmiştik.

«Müctebâ sahibi bu konuda Ebû Yûsuf'tan iki rivâyet zikretmiştir.» Şöyle demiştir: «Ebû Yûsuf'a

göre; câniye erş-i elem çektiği (acının diyeti) îcâbeder. İmâm Muhammed'e göre ise doktor ve ilâç

masrafı îcâbeder. Bu, Ebû Yûsuf'tan bir rivâyettir. Bu hüküm: Sefîhi suçtan saydırmak ve zararı

telâfî içindir. Ebû Yûsuf erş-i elemi gerekli görmüş ve bununla hükümet-i adli murâdetmiştir. Bu da;

bir kölenin önce sıhhatli sonrada bu elemle değerlendirilmesi ile olur.»

Müctebâ sahibi daha sonra şöyle der: «Ben derim ki: Hükûmet-i adl Ebû Yûsuf'a göre doktor ücreti

ile tefsir edilmiştir. Ben bir çok yerde Ebû Yûsuf'un hükûmet-i adl ile; doktor ve ilâç masrafını

kasdettiğini gördüm. Kudûri: Doktor ücreti, Muhammed'in görüşüdür, demiştir.»

«Dikkatli ol» Bununla, Tahâvî'nin yorumunun İmâm Ebû Yûsuf'tan gelen iki rivâyetten birisine göre

olduğuna dikkat çekmiştir. T.

M E T İ N

Bir yaranın kısası, ancak yara iyileştikten sonra uygulanır. İmâm Şâfiî ise farklı görüştedir.

Çocuğun, delinin ve bunağın kasdî cinâyetleri hatâ sayılır. Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle

değildir. Çocuk ve delinin cinayetinin diyeti; eğer o yirmide bire veya daha çok olur ve cânî yabancı

olmazsa âkileye aittir. Aksi halde kendi malından ödenir. Dürer.

Çocuk ve deliye, (adam öldürmeleri hâlinde) keffâret îcâbetmez.. (öldürdükleri mûrisleri olursa)

mirastan da mahrûm bırakılmazlar. İmâm Şâfiî bu görüşte değildir.

Eğer birisi, bir adamı öldürdükten sonra delirirse kısasen öldürülür. «Öldürülmez» diyen de

olmuştur. Mes'elenin tamamı, Mültekâ'ya yazdığım ta'lîkte vardır.

Bir çocuk başka bir çocuğun dişine vursa ve dişini sökse; dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi

beklenir. Eğer o zamana kadar diş gelmezse vuranın âkilesi dişin diyetini öder. Eğer vuran çocuk

yabancı ise, diyet kendi malından ödenir. Meseleyi Meâkıl bahsinde tahkîk edeceğiz.

Önemli bir mesele:

Sahîh olan görüşe göre âkile hükûmet-i adli asla yüklenmez. Tenvîru'l-Besâir'de Tatarhaniyye'ye

nisbetle böyle denilmiştir. Allah en iyi bilendir.

İ Z A H

«Bir yaranın kısası ancak yara iyileştikten sonra uygulanır.» Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)'in; sahibi

iyileşmeden yaranın kısasının uygulanmasını nehyettiği rivâyet edilmiştir. Hadisi Ahmed ve

Dârakutnî rivâyet etmişlerdir. Bir de; yaraların ölüme sebebiyet verebileceği ihtimâlinden dolayı,

yaralarda sonucu îtibar edilir. Zirâ yaradan dolayı yaralı ölürse o zaman cânî öldürmüş olur. Cinâyet

eserinin yara oluşu ancak iyileştikten sonra bilinir. Zeylaî.

«Hatâ sayılır ilh...» Yani hatanın hükmünde ve malın gerekmesinde hatâ sayılır.

«Sarhoş ve baygının cinâyeti ise böyle değildir.» Kuhistânî'de de böyle denilmiştir. Zâhir olan

buradaki sarhoştan maksat, mübah olmayan bir şeyle sarhoş olandır. Kendisini içkiden caydırmak

için böyle yapılır. Teammüden olan cinayette kasıt şarttır. Mübah bir şeyle sarhoş olanın kasdı

yoktur. Dolayısıyla onu cezalandırmaya da gerek yoktur. Baygın hakkında da böyle denilebilir.

Çünkü uyuyanda olduğu gibi, baygında da kasıt yoktur. Çocukta ise genelde kasıt vardır. Buna

rağmen onun teammüden yaptığı, hatâ sayılmıştır. Öyleyse baygın ve sarhoş daha evlâdır.

Eşbâh'ta şöyle denilmektedir: «Haram bir şeyden dolayı sarhoş olar» kişi mükelleftir. Mübah bir

şeyden sarhoş olmuşsa mükellef değildir. O baygın gibidir.»

«Eğer yirmi de bir veya ilh...» O erkekte beş yüz, kadında iki yüz elli dirhemdir. Kuhistânî.



«Aksi halde kendi malından îlh...» Yani diyet, yirmide bire varmıyorsa. O zaman mallarda uygulanan

şey uygulanır. Zeylaî. Veyâ cânî yabancı olursa. Çünkü genelde onların âkilesi olmaz. Nitekim

ileride gelecektir.

«Keffâret îcâbetmez.» Çünkü onların günahları yoktur. Mirastan mahrûmiyet de cezâdır. Onlar ise

cezâya ehil değillerdir. Mürted olan çocuğun mîrastan mahrûmiyetine sebep ise; riddetin cezâsı

değil, din farklılığıdır.

«Mes'elenin tamamı Mültekâ'ya yazdığım tâ'lîkta vardır.» Orada şöyle demiştir. «Bunda,

öldürdükten sonra delirmesi hâlinde öldürüleceğîne işâret vardır. Bu, deliliğin sürekli olmaması

durumundadır. Ama sürekli olursa kısas düşer. Şeyhu'l-İslâm da yle demiştir. Ebû Yûsuf ile

Muhammed'den eğer kısasa hükmedilmemişse delinin mutlak surette öldürülmeyeceği rivayet

edilmiştir.

«Müntekâ'da da şöyle denilmektedir: Eğer kâtıl, maktûlün velisine daha delirmeden teslim

edilmişse öldürülmez. Katilin, birisini öldürdükten sonra bunaması durumunda da hüküm aynıdır.

Kâtilin kendi malından diyet ödenir. Kuhistâni, Zâhîriyye'den.» mes'ele, kısası gerektiren şeyler

konusunda geçmişti.

«Dişi sökülenin erginlik çağına gelmesi beklenir» Daha önce yazdıklarımızdan anlaşıldığına göre;

eğer dişine vurulan kişi bâliğ ise, diş yeri iyileşinceye kadar; çocuk ise bir sene beklenir. Çocuğun

erginlik çağına gelmesine kadar beklenmesi başka bir görüştür ve vuranın çocuk olması hâline

mahsustur. Ancak onunla vuranın bâliğ olması arasındaki farka işârete ihtiyaç vardır. Düşün.

«Eğer o zamana kadar diş gelmezse ilh...» Ama gelirse, daha önce de geçtiği gibi birşey îcâbetmez.

«Mes'eleyi me'âkıl bahsinde tahkik edeceğiz» Yani yabancıda diyetin cânînîn kendisine ait

olduğunu söyleyecek.

Tenvîru'l-Besâir'de ilh...» İbâresi şu şekildedir: «Eğer hükümeti adl, mûzıha'nın diyetinden daha az

veya o kadarsa onu âkile yüklenmez. Eğer daha fazla ise, hükmü konusunda imamlarımızdan bir

rivâyet gelmiş değildir. Sonraki alîmler ise konuda ihtilâf etmişlerdir. Şeyhu'l-İslâm: Akile onu

yüklenmez der. Aynısı Tatarhânîyye'de de vardır.»

Allah (c.c.) en iyisini bilîr.

 

 

 

 

CENİN FASLI

M E T İ N

Hamile olan hür kadının karnına vursa ve kadın ölü ve hür bir cenin düşürse, bu kadın kitâbiye,

mecusiye veya eşi de olsa, âkileye gurre ödemek vacip olur. Bu ifade (hür kadın ifadesi) ile cariye

ve hayvan bu hükmün dışına çıkmış oldu ki ikisinin hükmü ileride gelecektir.

Ben derim ki: Aslında şart olan annenin hürriyetî değil, cenînin hürriyetidir. Meselâ efendisinden

veya mağrûrdan (aldatılmış) gebe kalan cariyenin durumunda âkileye gurreyi ödemek vacip olur.

Zeylâi'den Dürer.

Musannıfın bunu nasıl zikretmemiş olduğuna hayret edilir.

Arap dilinde ayın evveline «ğurre» denilir. burada da «diyet miktarlarının başı» manasında

kullanılmıştır.

Eğer cenîn erkek olursa, ğurre erkeğin diyetinin onda birinin yarısı;

eğer dişi olursa kadının diyetinin onda biridir ki, her biri beş yüz dirhemdir. Bu ğurrenin bir sene

içinde verilmesi. gerekir.

Şâfiî diyet gibi üç sene içinde verilmesi gerektiğini, Mâlik de malından verilmesi gerektiğini

ylemiştir. Bizim için delil ise Peygamber (s.a. v.)'in fiilî sünnetidir.

Eğer kadın cenini sağ olarak düşürürse ve cenin daha sonra ölürse, o zaman tam bir diyet gerekir.

Eğer kadın cenini ölü olarak düşürürse ve daha sonra anne de ölürse o zaman anne için bir diyet

ve cenin için bir gurre gerekir. Çünkü eserinin taaddüdüyle fillin de taaddüt, ettiği daha önce

belirlenmişti.

Zâhîre'de de ölenlerin iki cenin veya daha fazla olması halinde gurrenin de daha fazla olacağını

açıkça ifade etmiştir.

Ben derim ki : Bundan anlaşılan diyetin de taaddüd edeceğidir. Fakat ben bunu herhangi bir yerde

görmedim. Müracaat edilsîn..

İZAH

Musannıf, hakiki cüzlerîn hükümleri hakkındaki sözünü bitirince bunun ardından hükmî cüz'ün

hükümlerini anlatmaya başladı. Hükmî cüz cenîndir. Böyle denmesinin sebebi anneden bir cüz

hükmünde olmasıdır. Cenîn, rahimde olduğu sürece çocuğa verilen isimdir. T. özetle...

Metin olarak geleceği gibi, saç ve tırnak gibi azalarının bir kısmının ortaya çıkmış olması yeterlidir.

«Kadının karnına vursa ilh...» Aynı şekilde, sırtına, yanına, başına veya azalarından herhangi

birisine de vursa... Düşün. Remli.

Tahrîrî'den Ebussuud'da olan da bunun benzeridir.

Saihâni şöyle demiştik: «İleride gelecek olan: «Kadın cenini ilaçla veya bir fiille düşürse» sözünden

«karın» ve «vurma» lafızlarının herhangi bir kayıt için olmadıkları anlaşılır. Hatta erkek başına vursa

veya kadın fercini ilâçlasa, -sarahaten söyledîkleri gîbi- bu durumlarda da tazminat vardır.»

Hayriye'de şöyle denilmiştir: «Hocamızın babası Emînuddin bin Abdul'âl: «bir kişi bir kadına

bağırsa ve o kadın da bir cenin düşürse bunun için tazminat ödemeyeceğine fakat onu darpla

korkutsa zamin olacağına» fetva vermiştir.»

Ben derim ki: İki mesele arasındaki fark şudur: Korkutma sonucu ölme korkutandan sadır olan ve

ona nispet edilen bir fiildir. Bağırması ile ölmesi ise; kadının kendisinden sadır olan bir korku ile

olmuştur. Fukahâ, eğer bir kişi yetişkin bir insana bağırsa ve o da ölse, bunu ödemeyeceğini ve

fakat ona aniden bağırsa ve adam bundan dolayı ölse diyet vâcip olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.

Ve yine derim ki; Burada herhangi bir muhalefet yoktur. Çünkü birinci durumda kendine ait olan bir

korkudan ölmüştür. İkinci durumda ise bağırana ait olan, ani bir bağırıştan dolayı ölmüştür ve böyle

bir durumda bağıranın: «Korkudan öldü» sözüne itibar edilir. Ölenin velileri ise ölümün:

«Korkutmadan dolayı olduğunu delil ile ispat etmek zorundadırlar. Buna göre, eğer bir kişi bir

kadına aniden bağırsa ve kadın da bağırışından dolayı çocuğunu düşürse; bağıran bundan dolayı

tazminat öder. Eğer bağırdığından başka bir kadın düşürse ona karşı bir kasdı olmadığından dolayı

tazmin etmez. Bunu düşün, çünkü bu iyi bir araştırmadır. Özetle.

«Veya mağrurdan ilh...» Meselâ, hür diye bir cariye ile evlense veya bir cariye satın alsa ve ondan

hamile kaldığı halde, başkasının hakkı çıksa, bu durumda çocuğun gurresi, vuran adamın âkilesi



üzerinedir.

«Musannıfın bunu nasıl zikretmemiş olduğuna hayret ilh...» Dürer'e sıkı sıkıya bağlı olmasına

rağmen... Bu durumda önce hürriyet kaydını düşürüp bunu şarihin yaptığı gibi «ölü bir cenin

düşürse» sözünden sonra zikretmeliydi veya annenin hürriyetinin şart olduğu anlaşılmasın diye:

«Hamile olan bir kadının karnına vursa... Bahr.» demeliydi.

«Burada da dîyet miktarlarının başı manasında kullanılmıştır.» Çünkü yaralama diyetinin en azı,

yaralama bahsinde de geçtiği gibi, onda birin yarısı miktarındadır.

«Erkeğin diyetinin ilh...» Musannıfın sözündeki diyetten murat, erkeğin diyetidir ve bunun onda

birinin yarısı beş yüz dirhemdir. Bu da peşinen veya dişi cenin gurresidir. Çünkü dişi ceninin

gurresi kadının diyetinin onda biridir ve bu da aynı şekilde beş yüzdür. Zira kadının diyeti erkeğin

diyetinin yarısıdır.

Bunun özeti şudur: Erkeğin gurresi ile kadınınki arasında hiçbir fark yoktur, bu yüzden musannıf

metinde bunun erkek veya dişi olduğunu belirtmedi.

«Bir sene içinde verilmesi gerekir.» Yani, daha sonra açıkça ifade edeceği gibi, bunu vermek

âkileye düşer ve bu durum hür olan cenin hakkındadır. Câriye'de ise, ileride geleceği gibi, vuranın

malından peşin olarak alınır.

«Biz ise Peygamber (s.a.v.)in fiiline uyarız» Bu da Muhammed İbn Hasan'dan rivayet edilen şu

sözdür: «Bize Rasûlullah (s.a.v.)'in âkilenin gurreyi, bîr sene içinde ödemesine hükmettiği ulaştı.»

Zeylai.

Bil ki gurrenin vacip oluşu kıyasa muhaliftir. Adamın birinin Züfer'e şöyle sorduğu rivâyet edilir:

«Vurma sonucu ölen için tam bir diyet verilmesi gerekîr, ruh üflenmemiş ise bu durumda hiçbîr şey

yoktur. Bu, nasıl olur?» Bunun üzerine Züfer sustu. Bu sefer soran adam: «Seni başıboş azad

ettim» dedi. Sonra Züfer Ebû Yûsuf'un yanına geldi ve: «Taabbud, taabbud» dedi. Yani bu

meselenin Sünnetle sabit olup akıl ile idrâk edilemeyeceğini ifade etti. İnâye'den özetle.

Bir deyim olan bu ifade, kişinin umduğunu bulamaması halinde ylenir. Burada «Biz de seni bir

şey biliyor sanmıştık» anlamına gelebilir. (Mütercim).

«Eğer kadın cenini sağ olarak düşürürse ilh...» Sağ olduğu canlılığa delâlet eden ilk ağlama, emme,

nefes alma, hapşırma v.b. gibî şeylerle sabit olur. Fakat bir uzvunun hareket etmesiyle sabit olmaz.

Çünkü bu hareket bazen çocuğun rahimden çekilmesinden veya dar yerden çıkmasından dolayı

olabilir. Mekki'den T.

«Cenin daha sonra ölürse o zaman tam bir diyet gerekir.» Yani, İhtiyârda olduğu gibi keffâret de

verir. Çünkü bu, kasde benzer veya hata yolu ile öldürmedir. Bu mesele ileride gelecektir. Burada

da diyeti yine âkile öder. Bu mesele Cevhere'de ve îhtiyâr'da açıkça ifade edilmiştir.

Musannıfın Minah'taki «vuran üzerine» sözü, ya tamlananın hazfi ile açıklanır ya da sahih olan

görüşe göre vacip oluşun önce vuran üzerine olmamasından dolayıdır; sonra «İki FiiI» faslında

takdir ettiğimiz gibi; onu akile yüklenir. Musannıf bu sebepten dolayı: «Malından alınır» demedi.

«Eğer kadın cenini ölü olarak düşürürse ve daha sonra anne de ölürse ilh...» Her ikisinin de

ölümünün açıklamasıdır ve bu dört şeklide olur. Çünkü çıkışı ya yalnız annenin sağ halinde veya

her ikisinin ölümü halinde veya yalnız annenin ölümü halinde veya her ikisinin sağ olmaları halinde

olur.

«Çünkü daha önce belirlenmişti ki îlh...» Şu misalde olduğu gibi: Sivri birşey atsa ve bir kişiye

isabet etse, onu delip diğer bir şahsa gelse ve onu öldürse; eğer ikisini öldürüşü de hatâ ile olursa;

iki diyet vacip olur. eğer birinciyi kasten öldürmüşse kısas ve diyet gerekir. Zeylaî.

«Bundan anlaşılan diyetin de teaddüt edeceğidir.» Eğer ikisini de sağ olarak düşürdükten sonra

ölürlerse; demektir.

«Fakat ben bunu herhangi bir yerde görmedim. Müracaat edilsin» Ben derim ki: Cevhere'de ve

Dürer'de bu, açıkça ifade edilmiştir.

Remlî, Tahavî Şerhi'nde şöyle yazıldığını söylemiştir: «Eğer iki cenin düşürürse iki gurre vacip olur.

Eğer biri sağ olur sonradan ölürse, diğeri ölü olursa o zaman bir gurre ve bir diyet vacip olur. Eğer

anne öldükten sonra ikisi ölü olarak çıkarlarsa, sadece annenin diyeti vacip olur. Fakat ikisi sağ

olarak çıktıktan sonra ölseler, o zaman üç diyet vacip olur ve bunun üzerine diğer meseleler kıyas

edilir. Eğer ikisinden biri annenin ölümünden önce diğeri ölümünden sonra çıksalar ve her ikisi de

ölü olsa, önce çıkan için bir gurre vacip olur. Sonra çıkan için bir şey yoktur. Annesinin ölümünden



önce çıkan, annesinin diyetinden bir şeye mirasçı olamaz; anne ise ona mirasçı olur. Diğeri hiç

birine mîrasçı olmaz, kendisine de mirasçı olunmaz. Ancak sağ çıkarsa ve sonra ölürse onun için

tam bir diyet vacip olur ve varisleri ona mirasçı olurlar, muhtasar olarak Tatarhâniye'de de

yledir.»

M E T İ N

Eğer anne ölürse ve onu ölü olarak düşürürse yalnız bir diyet vacip olur.

Şâfiî: «Bir gurre ve bir diyet vacip olur» demîştir.

Eğer öldükten sonra onu sağ olarak düşürürse, sağ düşürdükten sonra ikisinin de ölmesi

durumunda olduğu gibi iki diyet vacip olur.

Kendîsinde gurre veya dîyet vacip olan cenîne mirasçı olunur, annesi de ona vâris olur, fakat vuran

kişi ona vâris olamaz.

Karısının karnına vurmuş olsa ve oğlunu ölü olarak düşürmüş olsa, babanın âkılesine gurreyi

ödemek düşer ve baba karısından miras olamaz. Çünkü katildir.

Cariyenin, erkek ve köle olan ceninini düşünmesi halinde; sağ olursa, kıymetinin onda birinin

yarısı, eğer dişi olursa kıymetinin onda biri vacip olur. Çünkü daha önce kölenin diyetinin, kıymeti

olduğu belirlenmişti. Dişinin fazla olması gerekmez. Çünkü çoğunlukla erkeğin kıymeti daha

fazladır. Ve bu durumda, erkek veya dîşi olduğu anlaşılamadığı zaman bir şey gerekmediğine işaret

vardır. Başsız düştüğü zamanki gibi... Çünkü ancak ona ruh üflendiği zaman kıymet vacip olur,

başsız olana da ruh üflenmez. Zahîre.

Çocuğu sağ düşürse bile cariyeye vuran kişinin malından peşinen alınır. Çünkü doğum cariyeyi

noksanlaştırmıştır. O zaman ceninin kıymetini vermekle doğum noksanlığını ödemiş olsa bile,

noksanlığını değil ceninin kıymetini vermesi gerekir. Doğum noksanlığını ödemiş olmazsa bunu

tamamlaması gerekir. Mücteba.

İ Z A H

«Yalnız bir diyet vacip olur.» Çünkü zahiren annenin ölümü onun ölümünün sebebidir. Çünkü

hayatı onun hayatı ile teneffüsü onun teneffüsü iledir. O zaman annenin ölümü ile onun ölümü de

tahakkuk eder. O halde bu durumun nassın vârid olduğu mana ile ilgisi yoktur. Çünkü bunda

ihtimal daha azdır. Bu yüzden şüphe sebebiyle tazmin etmez. Zeylai.

«Vuran kişi ona varis olamaz ilh...» Ondan başkasına da varis olamaz. Çünkü bizzat katildir.

«Cariyenin erkek ve köle olan ceninde ilh...» Yani meselenin konusu de bu olduğu gibi ölü olarak

düşürdüğünde demektir. «Eğer sağ olursa; kıymetine racidir» sözü «sağ farzedilirse kıymeti»

demektir. Ama sağ olarak düşürürse ve bilahare vurmadan dolayı ölürse, -Şârihin işaret edeceği

gibi- kıymeti tamamı ile verilir.

«Köle» sözü ile çocuğun mevlâsından veya mağrurdan olduğu halleri, ifade kapsamının dışına

çıkarmak içindir. Çünkü o zaman çocuk hürdür ve daha önce belirttiği gibi gurreyi âkile verir.

«Eğer dişi olursa» sözü, «Eğer sağ olursa» sözünün değil, «erkek» sözünün mukabilidir.

«Dişinin fazla olması gerekmez ilh...» Yani, kıymeti erkek kölenin kıymetinden fazla olduğunda...

Çünkü bu durum nadirdir, çoğunlukla erkeğin kıymeti daha fazladır.

Ben derim ki : Bu, tartışılabilîr. «Zikredilenin lüzumunda bir mahzur yoktur» denilebilir. Çünkü

erkeğin kadına zîyadesine itibar hürriyet şerefinden dolayı ancak hürlerde söz konusudur,

kölelerde değil. Çünkü onlar meta gibidirler ve bu yüzden onlar için diyet takdir edilmez.

«Bîrşey gerekmediğine ilh...» Bu hususta musannıf Kuhistani'ye uymuştur. Kifâye, İnaye ve

diğerlerinde olan: «Hünsâ kölenin hata ile katlinde olduğu gibi. yakın olanın alınmasıdır.» Cenin

kaybolsa ve hayatta olduğu takdirde rengi ve şekli îtibariyle kıymetinde anlaşmazlık olsa makbul

olan söz, fazlalığı inkâr ettiğinden dolayı vurana aittir.

«Başsız düştüğü zamanki gibi» Bu bir benzetmedir, temsîl değildir.

Ben derim ki: Uzuvlarından bazısı ortaya çıkan ceninin, yaradılışı tam olan cenin gibi olduğu ileride

gelecektir, herhalde uzuvların ortaya çıkmasından murad baş ortaya çıktıktan sonradır. Çünkü

diğer uzuvları tersine onsuz hayat yoktur. Düşün...

«Vuran kişinin malından ilh...» Çünkü Akile kölenin diyetini vermez. İhtiyar. Düşün...

«Cariyeye» sözü bazı nüshalarda da aynı şekildedir ve «vuran»a mütealliktir.



T. şöyle demîştir: «Bu cenin hakkındaki hükümdür. Anne öldüğü zaman ne olacağı hususunda

Zahîre'den naklen Hindiye'de Ebû Hanife'nin şöyle dediği söylenir: «Vuranın üç sene içerisinde

annenin kıymetini» ödemesi gerekir.» Düşünülsün...»

«Ben derim ki: Bunun özeti ceninin anneden bir parça olduğudur. Meâkıl bahsinin sonunda; «Hür

bir kişi bir köleyi hata İle yaralasa anca konu öldürdüğü zaman diyetini akilesi verir çünkü âkile

kölenin uzuvlarını yüklenmez.» hükmü gelecektir.

«Fakat ilh...» Meselâ cariye on dirhem noksanlaşsa ve ceninin kıymeti de beş dirhem olsa, on

dirhem ödemesi gerekir.

M E T İ N

Ebu Yûsuf demiştir ki: «Bu durumda, hayvanda olduğu gibi cariyenin de noksanlığını ödemesi

gerekir.» Şâfiî ise: «Bu durumda annenin kıymetinin onda birini ödemesi gerekir» demiştir.

Sadru'ş-Şerîa

Bunun mevlâya verileceği İse açıktır. Eğer efendi cariyenin karnına vurduktan sonra cenini azad

ederse; cariye de onu sağ olarak düşürür ve cenin daha sonra ölürse; bu durumda azaddan sonra

ölse; diyeti değil de sağ haliyle kıymeti mevlâya verilir. Çünkü muteber olan vurma halidir. Diğer üç

imama göre ise diyet vâcip olur ve bu bizden gelmiş bir rivâyettir.

Bize göre eğer Ölü olarak düşerse cenînde kefâret vacip olarak değil, mendup olarak vardır. Zeylaî.

Eğer sağ olarak çıkarsa ve sonra ölürse bu durumda kefaret gerekir. Hâvî'l-Kudsi'de de bu açıkça

İfade edilmiştir. Ve bu, fukahanın sözlerinden anlaşılandır. Çünkü diyetin vacip olduğunu açık

olarak İfade etmişlerdir. Buna göre keffâret gerekeceği açıktır.

Tırnak ve saç gibi uzuvlardan birisi ortaya çıkmış olan cenin, zikredilen hükümlerde -ilgili babında

geçtiği gibi iddet ve nifasta, tam olan cenîn gibidir.

Cenini kocasının izni olmadan ilâçla veya karnına vurma gibi bir fiil ile ölü olarakdan düşüren hür

kadının âkilesînin bir sene içinde gurreyi tazmin etmesi vaciptir. Eğer kadının âkilesi yoksa, o

zaman kendi malından yine bir senede tazmîn olunur. Sadru's-Şeria.

Uzuvlarından bazısı ortaya çıkmamış cenini düşürmekten dolayı günahkâr olmaz. Bu da Hazr

Bahsinde nazım olarak geçmişti.

Eğer kocası izin verirse veya kadın kasten yapmış olmazsa, teaddi olmadığından dolayı gurre

yoktur. Eğer başka bir kadına cenîni düşürmesi için emrederse ve kadın da düşürürse emredilen

kadın gurreyi tazmin etmez. Ama ümmü'l-veled bu işi kendisi yapsa ve cenini düşürse, başkasının

hakkı olmadığı müddetçe; efendisini, cariyesinden alacaklı olma-sı muhal olduğundan dolayı;

ümmü'l-veled'in üzerine hiçbir şey düşmez. Başkasın hakkı çıktığı zaman ise mağrur olduğundan

dolayı gurrenin mevlaya verilmesi vacip olur.

Vakıât'ta şöyle denilmiştir: «Cenini düşürmek için amden ilâç içen kadın, onu sağ olarak düşürürse

ve cenin daha sonra ölürse ona bir diyet ve keffâret vacip olur. Eğer ölü olarak düşürürse o zaman

sadece gurre vacip olur ve her iki halde de kadın varis olamaz.»

Hayvanın ceninde ise, eğer anne bir noksanlığa uğramışsa bu noksanlığın ödenmesi vacip olur.

Eğer anne herhangi bir noksanlığa uğramamışsa herhangi bir şey gerekmez. Siraciye.

FER'Î BİR MESELE :

Bezzâziye'de şöyle bir şey vardır: «Karısının karnına kılıçla vurup karnını kesse ve çocuklardan biri

sağ ve kılıçla yaralı olarak düşse. diğeri ise ölü ve bedeninde kılıç yarası olduğu halde düşse ve

anne de ölse, zevceden dolayı kısas yapılır. Çünkü kastîdir. Adamın akılesi üzerine de öldüğü

taktirde sağ çocuğun diyeti vardır, ölü olan çocuğun da gurresi vacip olur. Çünkü adam vurduğu

zaman kadının karnında iki çocuk olduğunu bilmiyordu o zaman bu vuruşu hata en olmuştur.»

İZ A H

«Ebû Yûsuf demiştir ki ilh..» Bu Ebu Yûsuf tan gelen zahir rivayet değîldîr. Mebsût'ta demiştir ki:

«Sonra kölenin cenininde bedelin vücubu Ebu Hanife ve İmâm Muhammed'in sözleridir. Ebû

Yûsuf'un sözünün zahiri budur. Ebû Yûsuftan bir rlvayette. «Eğer annede bir noksanlık meydana

gelmişse, ancak bu vacip olur. Eğer bir noksanlık meydana gelmemişse herhangi birşey gerekmez»

denilmiştir. İnaye.

«Onu vurduktan sonra ilh...» Eğer cenini hür bir babası olduğu halde vurmadan önce azad ederse,

o zaman mevlâya değil, babaya bir gurre verilir. Tatarhâniye.



«Mevlaya ilh...» Ebu'l-Leys demiştir ki: «Muhammed onun mevlâ için veya ceninin varisleri için olup

olmadığını zikretmemiştir. Zâmirlerin «vurmaya» istinadından ve vurma anında memlûk olmasından

dolayı «mevla îçîn» demek caizdir. İtkanî. Özetle...»

Tatarhâniye'de imamların bu konuda ihtilâf ettikleri zikredilmiştir: Bazılarınca «varisleri için»

olduğu, bazılarınca da «cenin için» olduğu söylenmiştir.

«Çünkü muteber olan vurma halidir İlh...» Çünkü onu daha önceki bir vuruşla öldürmüştür ve bu da

kölelik halinde olmuştur. Bu yüzden diyet değil kıymeti vacip olur. Bu da sağ olduğu haldeki

kıymetidir. Çünkü sağ iken onun katili olmuştur. Bu yüzden sebep ve telef hallerine baktık. Hidâye.

Yani vurma haline itibar ederek diyeti değil. kıymeti vacip kıldık ve telef haline İtibarla hayatından

şüphe edilen haline değil, sağ haliyle kıymetini vâcip kıldık. Çünkü sadece vurma haline itibar

edilseydi, ceninin sağ olmaması da caiz olurdu. O zaman da kıymeti değil. belki gurre vacip olurdu.

Kifaye. özetle...

«Bu durumda keffâret gerekir.» Çünkü hata ile veya kasde benzer bir yolla bir insanı telef etmiştir.

«Hâvi'l-Kudsî'de de bu açıkça ifade edilmiştir.» Ben derim ki: Aynı şekilde daha önce takdim

ettiğimiz gibi bu mesele ihtiyâr'da da açıkça ifade edilmiştir. Şarih de bunu Vâkıât'tan zîkredecektir.

«Sözlerinden anlaşılandır ilh...» Bu ifade de, bu meselenin kitapların çoğunda genişçe tasrih

edilmeyişi dolayısıyla mazur gösterici bir açıklama vardır. Çünkü onlar: «Ceninde kefâret yoktur»

sözlerini mutlak olarak zikretmişlerdir.

«Uzuvlarından bazısı ortaya çıkmış ilh...» Hayz bahsinde ceninin uzuvlarının ortaya çıkışının

yüzyirminci günden sonra olduğu geçmişti. Zahîre'den takdim ettiği sözün zâhiri: «Başın mutlaka

var olması gerekir.» şeklindedîr. Şumnî'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer kadın uzuvlarından

herhangi birşey beIli olmayan bîr et parçası düşürse ve ebelerden doğru sözlü bir grup da onun bir

insan başlangıcı olduğuna ve eğer kalsaydı şekilleneceğine şahitlik etse, o zaman onda gurre

yoktur ve bu durumda bize göre hükümeti adlin tekrar edeceği bedel gerekir.»

«İddet ve nifasta ilh...» Yani onunla iddet biter ve onu düşürmekle annesi lohusa olur.

«O zaman malından ilh...» Yine bir rivayete göre... Başka bir rivayette ise gurreyi kadının âkilesi

verir ve muhtar olan da budur. Câmiu'l-Fusuleyn. Yani, Me'âkil bahsinin sonunda gelecek olan,

zahir-i rivayete göre; âkilesi olmayanın diyetinin Beytu'l-Mal'den verilmesi meselesinden dolayı...

Fetvâ da buna göredir. Gurrenin kadının malından vacîp oluşu ise şâzdır. Bu meselenin tama

inşallah orada gelecektir.

«Günahkâr olmaz ilh...» İfadede en uygun olanı: «Günahkâr olur» demesiydi. Çünkü bu söz

gurrenin vacip oluşundan bahsedilirken söylenmiştir ve gurre de ancak bazı uzuvların ortaya

çıkması ile vacip olur. Sonra da: «Eğer uzuvlarından bazısı ortaya çıkmamış ise ona hiçbir günah

yoktur» derdi. T.

Hânîye'de şöyle denilmektedir. Demişlerdir ki: «Eğer uzuvlarından herhangi bir şey belli olmamışsa

günahkâr olmaz.» Radiyallahu anhu demiş-

tir ki: «Ben günahkâr olmaz, demem çünkü Ih râmda olan kişi bir av hayvanın yumurtasını kırsa,

bunu tazmin eder. Çünkü o av hayvanının aslıdır orada ceza ile muâheze edildiği zaman bu

meselede cenini özürsüz düşürdüğü zaman günahkâr olması az değildir. Ancak katil olmuş gibi

günahkâr olmaz.»

Eğer ceninin uzuvları ortaya çıkmış İse ve kadının bir fiili ile ölürse, katil olmuş gibi günahkâr

olacağı ise açıktır.

«Kasdi olarak düşürürse ilh...» Kifâye'de ve diğerlerinde de aynı şekilde kayıtlanmıştır.

Şurunbulâliye'de denilmiştir ki: «Kasdî olarak düşürmezse anne üzerine hiçbir şey yoktur. Annenin

dışındakilerde ise çocuğu düşürme kasdı şart değildir. Nîtekim Hâniye'de de böyledir.»

«Karnına vurma gibî ilh...» Kadın çocuğu düşürene kadar fercini ilâçladığı zaman da böyledir.

Kifâye. Ağır bir yük taşıdığı zaman da böyledir... Tartarhâniye. Yani geçenlerden öğrenildiği gibi

bunları cenini düşürme kasdı ile yaparsa hüküm böyledir.

«Eğer kocası izin verirse gurer yoktur.» Bunu Zeylaî, Kafi sahibi ve diğerleri zikretmîşlerdir.

Şurunbulâliye'de denilmiştir ki: «Ben derim ki: Bu sahih olan rivâyet değil, zayıf olan rivayete

uygun düşmektedir. Çünkü Kâfi'de denilmiştîr ki: «Bir kimse diğerine! Beni öldür! dese ve o da onu

öldürse sahih olan görüşe göre diyet malından alınır. Çünkü ibahat nefislerde cari olmaz ve

şüpheden dolayı kısas düşer. Bir rivayette de: Hiçbir şey gerekmez çünkü nefsi onun hakkıdır ve



hakkının telef edilmesine izin vermiştir.» O zaman gurre veya cenînin diyeti de adamın hakkıdır.

Ancak ibahat müntefidîr. Kocanın, ceninin telef edilmesî hususundaki mücerred emri ile gurre

kadının âkilesinden düşmez. Çünkü onun kadına emri, adamın fiilinden aşağı değildir. Çünkü adam

karısına vurduğu ve kadın da cenin düşürdüğü zaman, adamın âkilesi üzerine gurre lâzım olur ve

adam buna vâris olamaz. Eğer gurrenin adamın hakkı olduğuna baksak, vurmasıyla herhangi bir

şey gerekmez. Lâkin bir insanın diğer bir insanın insanlığını heder etme hakkı olmaması dolayısıyla

Şarî'in, onu telef etmesi karşılığında ona takdir ettiği şeyi ödemesi gerekir Bu ödenecek şeyi de

cani dışındakiler istihkak edebilirler.» Özette...

Ben derim ki: Fukahâ, âdemiyyetinîn tahakkuku bulunmadığından dolayı cenînin bir nefis olarak

kabul edilmediğini açıkça ifade ettiklerinden dolayı; burada bu görüşe itiraz edebilir. Ve bu cenin

bir yönden annesinden bir cüz olarak kabul edilir; bu yüzden de hayatı tahakkuk edene kadar onda

kıymet veya diyet kâmil olarak vacip olmaz. keffaret de... Biz; gurrenîn vacip oluşunun taabbudî

olduğunu önceden belirtmiştik O zaman cenini muhakkak nefis yerine koymak sahih olmaz ki

«İbahat nefislerde cari olmaz» denîlebilsin. O zaman geçen feride tazminat ödeme hükmünün

tashih edilmesi ile buradaki tazminatın tashihi gerekmez.

Cinayetler Bölümünün başında şöyle geçmişti: « «Ellerimi kes! veya ayaklarımı kes! dese bundan

bir şey gerekmez, nefsine sirayet etse de... Çünkü azalar mallar gibidir bu yüzden emir sahih olur.»

O zaman bu fer'e ilhak edilmesi daha evlâdır. Çünkü o, yanı emir veren, vuran olmadığı zaman hak

sahibidir ve hakkının telef edilmesine razı olmuştur; ama vuran kendisi olduğu zaman bunun

tersinedir. Çünkü o gurre başkasının hakkıdır. Bu yüzden on varis olamaz. İşte kıt anlayışıma göre

bu, böyle olmalıdır.

«Eğer başka bir kadına emrederse ilh...» Yani zevce başka bir kadına emretse. Zâhir olan, tazminat

ödemenin kocanın kansına cenini düşürmesi için izin vermesinden sonra olmasıdır. Buna Hulâsa

sahibinin sözleri delalet eder. Eğer koca izin vermez ise mücerred kadının emri, babanın hakkının

düşme sebebi olamaz. Bu da açıktır. Vâni.

Ancak Azmî, tazminatın emrolunan kadından nefyini, kocası izin vermediği zaman emreden

kadından da nefyini gerektirmediğini zikretmiştir. Şurunbulâliye burada geçen şeyin benzeri ile

itiraz etmiştir ki sen bunun ne olduğunu da biliyorsun.

«Alacaklı olması muhal olduğundan ilh...» Yani borcun vacip oluşu muhal olduğundan demektir. Bu

da Efendi lehine köle üzerindeki gurredir. T.

«Başkasının hakkı olmadığı müddetçe ilh...» Ziyadât'da denilmiştir ki: «Bir cariye alıp onu kabzetse

ve cariye ondan hamile kalsa, sonra cariye kasten karnına vursa ve cenini ölü olarak düşürse;

bilahare bir adam beyyine ile o cariyenin kendi hakkı olduğunu söylese ve cariyenin ona

verilmesine veya müşterinin ona cariyenin mehrini vermesine hükmedilse, müstehikka: «Bu cariye

kendi hür çocuğunu öldürdü. Çünkü mağrurun çocuğu kıymeti verilerek hür olur, hür olan ceninin

de gurre ile tazmin edilmesi gerekir ,o halde ya cariyeni ver veya ceninin gurresini vererek onun

fidyesini ver.» denilir. Tatarhâniyye.

Sonra Camiu'l-Fusuleyn'de denilmiştir ki: «Ben derim ki: Gurreyi aldığı zaman müstahik için cenin

kıymetini talep etmenin caiz olması gerekir. Çünkü bedelin kaim olması mubdelin kaim olma

gibidir.»

Lâkin gurre ona teslim edilmiştir ve onun hesabı ile borçlu olur. Bunun tamamı Hindiye'den T. dedir.

«Mevlaya verilmesi ilh...» Yani cariyeden çocuk yapmak İsteyene verilmesi.

«Ona diyet ve kefâret vacip olur ilh...» Yani eğer zevcin bile olsa, sağ bir nefis üzerine cinayet

tahakkuk eder. O zaman bunda mubahlık yoktur. Cenini ölü olarak düşürmesi, bunun hilâfınadır. O

zaman bunda -geçtiği gibi- zevcinin izniyle olursa, gurre kadından düşer.

«Hayvanın cenininde îse... vacip olur ilh...» Bu, cenini ölü olarak düşürdüğü zamandır. Ama cenini

sağ olarak düşürdüğü ve sonradan vurmadan dolayı öldüğü zaman, kıymeti malından peşin olarak

vacip olur; bununla beraber, cariyenin cenininin kıymeti ile birlikte annenin noksanını ödemeye

icbar edildiği gibi annenin noksanını ödemeye zorlamaz. Çükü o, telef ettiği bir maldır ve annenin

noksanlığı ile beraber tazmin eder. Remli.

«Çocuklardan biri sağ düşse ilh...» Yani sonra ölse.

«Anne de ölse ilh...» Yani Tatarhaniye'de tabir edildiği gibi sonra anne de ölse... Tatarhâniye'de:

«Annenin ölümü, sağ düşenin ölümünden sonradır. Çünkü önce ölmüş olsa babasının vereceği

kısasa varis olur ve o kısas da düşer.» denilmektedir.



Nitekim Haşiye yazarı Halebî de böyle demiştir.

«Ölen çocuğun gurresi ilh...» Çünkü her ne kadar hayatı tahakkuk etmediğinden, onda diyet vacip

değilse de yine de o gurreyi akilenin vermesi gerekir. Nitekim bu geçmiştir.

«Çünkü adam vurduğu zaman ilh...» Diyetin malından değil de âkilesi üzerine vacip oluşunun

ta'lîlidîr. Çünkü vuruş, çocuğa nispetle kastî olsa bile, diyet âkıleye vacip olmaz. Bunun muktezası

şudur: Eğer iki çocuk olduğunu bilseydi ve aynı şekilde ikisine de vurmayı kastetseydi, babalık

şüphesi ile kısasın düşmesinden dolayı, sağ olanın dîyeti malından üç sene içinde verilmesi vâcip

olurdu. Ama iki çocuk olduğunu bilse fakat ikisine de vurmayı kasdetmese; sadece anneye vurmayı

kastetse, «birisine ok atmayı kasdettiği halde attığı ok; o şahsı delip geçerek başka birine gelen

şahıs» meselesinde olduğu gibi; sağ olanın diyeti, malından vâcip olmaz. Allah Taâlâ en iyisini

bilendir.

 

 

 

 

YOLDA VE ÂMMEYE AİT DİĞER YERLERDE BİRŞEYLER İHDÂS ETMEK

M E T İ N

Musannıf bilflil katlin hükümlerinî zikrettikten sonra bu babda da katle sebep olan hadiselere

başlamayarak sözlerine şöyle devam etti: Kişi âmmeye ait bir yol üzerinde bir tuvalet veya su

olduğu veya curusun ki bu da «burç, ileriye çıkartılan ağaç, üst katta bir damdan diğerine geçiş

yolu. su kemerinin üstüne yapılan havuz gibi şeyler»in adı (Aynî) olan «cursun», veya dükkan

yapmış olsa adı, geçen şeylerden herhangi biri eğer âmme-ye zarar vermiyorsa ve halk da ona mani

olmuyorsa caizdir.

Eğer bu yaptığı şey zarar verîrse, adı geçen şeylerden herhangi birini yapması helâl olmaz. Nitekîm

ileride tafsitâtı gelecektir.

Husumet ehlinden yani dava görme gücüne sahip olanlardan herhangi bir kişi, zımmî dahi olsa adı

geçenlerden herhangi birinîn yapılmasına mâni olabileceği gibi; yapıldıktan sonra da onun

bozulmasını veya kaldırılmasını talep edebilir. Bu yapılan şeyde de âmmeye îster zarar olsun

isterse olmasın.

Bazı âlimlere göre kendisi de âmme yolunda öyle bîrşey yapmamışsa, hakimin huzurunda dava

etmesiyle o yapılan şeyi bozdurabilir. Yoksa taannüt olur denilmiştir. Zeylaî.

Bu yapılan şeylerin hepsinde devlet başkanından izinsiz olarak kendi şahsı için yapmışsa hüküm

yukarıdaki gibidir.

Saffâr burada yıkılmasını veya kaldırılmasını talep eden kişinin de «onun durumunda olmaması»

ifadesini eklemiştir.

Eğer Müslümanlara cami ve benzeri şeyleri yaparsa ya da devlet başkanının izniyle yaparsa

bozdurulamaz. Eğer bu yaptığı şey, âmmeye zarar verirse onu ihdâs etmesî caiz değildir. Zira

Peygamber (a.s.): «İslâm'da zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek de yoktur.»

buyurmuştur.

Yolda satış için veya bir mal almak için oturmak, eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir; yoksa caiz

değildir. Yani yolda alıç-veriş için oturmak da geçen tafsilat üzeredir. Bu hükümler çıkmaz olmayan

yol hakkındadır. Çıkmaz olan bir yola gelince o çıkmaz yolda o yol ehline ister zarar versin, isterse

vermesin; herhangi bir şeyi ihdas etmekle tasarrufta bulunması caiz değildir. Ancak o yol ehlinin

izniyle olursa o zaman caiz olur. Çünkü o çıkmaz yol, orada oturanların özel bir mülkleri gibidir.

Diğer taraftan bunda asıl kaide şudur: Hali bilinmeyen bir şey âmmenin yolunda yapılırsa o yeni

yapılmış kabul edilir. Eğer onlara has bir yolda ise; o zaman o yapılan şey kadim sayılır. Burcundi.

Eğer bu yaptığı şeyin üzerine düşmesiyle her hangi bir adam ölürse; ölen adamın diyetini ödemek

âkilesine düşer. Çünkü ölümüne sebebiyyet vermiştir. Nitekim adam yolda bir su kuyusu kazsa

veya taş veya toprak veya çamur (Mülteka) koysa onun o kazdığı kuyu veya adı geçenlerden

herhangi biriyle bir insan telef olursa; onun diyetini de âkilesi verir; çünkü o sebep olmuştur.

Eğer bu yapılan şeylerden birisi ile bir hayvan telef olursa ve bu yapılan şeylere İmam (İslâm Devlet

Başkanı) izin vermemişse onun bedelini kendi malından ödeyerek tazminat öder.

Eğer bu yapılan şeylerde imam îzin vermişse veya yoldaki bir kuyuya adam açlığından veya

susuzluğundan veya sıcaktan bunaldığından düşerek ölmüş olsa; o kuyuyu kazıyan adam üzerinde

bir tazminat yoktur. Bununla da fetva verilir. Yalnız İmam Muhammed buna muhâlefet etmiştir.

Hulasa.

Eğer su oluğu düşse ve adamın mülkünde olan kısmı bir adama isabet ederek onu öldürse asla

zâmin değildir, çünkü oluk mülkünde olduğundan müteaddi değildir. Eğer mülkünden dışarda olan

kısmı veya oluğun orta kısmı isabet ederse o zaman o adamın tazminatı o oluğu kim koymuşsa

teaddi ettiğinden dolayı onun üzerinedir. Bezzâziye.

İsterse o adam o evde kiracı veya iğreti duran veya gasp eden olsun.

Bu adam bu mülkü satmakla da onun tazminat ödeme gereği kalkmaz. Zira yaptığı iş bakidir ve

tazminatı gerektiren de odur. Ama meyleden duvarın hükmü bunun hilâfınadır. Nitekim bu meseleyi

Zeylaî tafsilatıyla zikretmiştir.

İ Z A H

«Ammeye bir üzerinde ilh...» Şehir ve köylerde önü açık olan yollardır; kırlarda ve sahralardaki

yollar değil. Çünkü kır ve sahralarda olan yollardan çoğunlukla sapmak mümkündür. Zâhidi'de



olduğu gibi...

Âmme yolu; üzerinden geçenlerin sayılamadığı yoldur. Veya kimsenin mülkü olmayan bir arazide

bir toptum tarafından yapılan binalar arasında geçiş için bırakılan yoldur ki: bu da âmmenin

mûlkiyeti üzerine bâkidir. Bu, Şeyhu'l-İslâm'ın tercih ettiği görüştür. Birincisi ise İmâdî'de olduğu

gibi İmam Hilvânî'nin tercihidir. Kuhistâni.

«Veya bir cursun ilh...» Bu kelime aslen Arapça bir kelime olmayıp Arapça'ya sonradan girmiş

yabancı bir kelimedir. Bunun anlamında da ihtilâf edilmiştir. Bazı âlimler tarafından buna «burç»

denilmiştir. Bazı âlimlere göre îse; damdaki suyun akıntı yoludur. İmâm Pezdevî'den de bunun mülk

sahîbi tarafından üzerinde yeni bir şey yapmak için duvardan ileriye çıkartılan ağaçlara denildiği

nakledilmiştir. Muğrib.

Aynî de; Cursun kelimesinin, raf şeklinde yüksekte yapılan geçiş yolu demek olduğunu söylemiştir.

Bazı alimler tarafından da iki damın duvarları üzerine damdan dama geçmek için konulan ağaca

denildiği söylenmiştir. Diğer bazı âlimler de; üzerine testi konulması için kemerin önüne yapılan

şeye denildiğini söylemişlerdir.

«Veya bir dükkan ilh...» Satış tezgâhı gibi yüksek olan yere denir. Aynî.

«Eğer bu yaptığı şey zarar verirse, helâl olmaz.» Musannıfın burada: «Eğer zarar verir veya mani

olunursa helal olmaz» demesi gerekirdi.

Kuhistanî'de de; Yukarda sayılanlarda, herhangi birini yaptığı takdirde «mani olunsa bile

menfaatlenmesi yapan kişiye helâldir» denilmiştir. Kirmânî'de de olduğu gibi...

Tahâvî yukarda adı geçenlerden herhangi birini yaptığında: «Mani olunursa, yapan kişiye onu ihdas

etmek mübah olmadığı gibi; onunla menfatlenmesi halinde ve olduğu gibi bırakması halinde de

günahkâr olur» demiştir. Zahire'de de böyledir.

«Husumet ehlinden ilh...» Husumet Ehli ise; hur, âkil ve bâliğ olandır. Hacredilen köle ve çocuklar

husumet ehli değildirler. Durru'l-Munteka'da: Eğer velileri tarafından izin verilirse çocuk ve

kölelerin de dava görme hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir.

«Zımmi dahi olmuş olsa ilh...» Çünkü yolda zımmînin de geçiş hakkı vardır. Kifâye.

Tatarhâniye'nin ifadesi ise şöyledir: «Kâfir de husumet ehlîne dahildir. özellikle zımmî olduğu

takdirde...»

«İster zarar olsun isterse olmasın ilh...» İmam Ebû Hanîfe'den gelen sahih rivayet budur. İmam

Muhammed de: «Husumet ehli yukarda sayılan şeylerden birinin yapılmasına mani olabilir; ama

yapıldıktan sonra onu kaldırtamaz» demiştir. Ebû Yûsuf ise «Husumet ehli ne o şeye mani olabilir

ne de kaldırtabilir.» demiştir.

Bu o şeyin sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer sonradan yapıldığı bilinirse böyledir, eğer

sonradan yapıldığı bilinmiyorsa o şey yeni yapılmış gibi kabul edilerek İmam (devlet başkanı) onu

bozdurur.

Ebû Yûsuf'un: «İmam o şeyi ancak ammeye zarar veriyorsa bozdurabilir.» dediği de rivâyet

edilmiştir. Durru Muntekâ.

«Bazı âlimler tarafından ilh...» «Bazı âlimler»den maksat Zeylaî'de de olduğu gibi İsmail

Es-Saffâr'dır.

«Yoksa taannüt olur denilmiştir.» Çünkü halktan zararı gidermeyi isterse; önce kendisinden

başlaması gerekir. Kifâye.

«Devlet başkanındın izinsiz ilh...» Eğer devlet başkanı adı geçen bu şeylerden herhangi birinin

yapılmasına izin verirse; hiç kimse o yapılan şeyi bozdurma ve dava etme hakkına sahip değildir.

Şu kadar var ki; eğer, yolun darlığından dolayı o yapılan şey halka zarar veriyorsa; devlet

başkanının onun yapılmasına izin vermesi uygun değildir. Ama eğer devlet başkanı zararı olmasına

rağmen maslahat İcabı izin verse caizdir. Hamevi Miskin'den.

Şumni de: «Eğer o yapılan şey, halka zarar veriyorsa ister îmam izin versin isterse vermesin, onun

yapılması mezhep İmamları arasında ihtilâfsız olarak caiz olmaz.» demektedîr. T.

İmam'dan İzin alınarak yapılan şeyde hiç kimsenin münazaat hakkı olmasa bile «caiz olmaz»dan

maksat, «günahkâr olur» olabilir. Çünkü İmam'ın izniyle yapılan bir şeyde yapan kişiyi dava etmek,

İmâm'ı aşmaktır. O zaman Şumni'de olan bu ifade de Hamevi'nin Miskin'den naklettiğine muhalif

olmaz. Düşün.



«Saffâr burada... eklemiştir....» Bu söz, daha önce tafsilatıyla geçen rivâyettir, onu tekrar zikretmeye

lüzum yoktur. Fukaha'nın kelâmının zâhiri, onlardan rivâyetle anlatılan mutlak hükme itimat

etmektir. Bu söz, hükmün mutlak olarak naklinden sonra saffar'a nisbet edilmiştir. O zaman bu

sözün bütün İmâmların sözü olduğu anlaşılır, delil şudur ki: Herhangi bir münkeri yasaklayan kişi,

o münkerden uzak olmakla kayıtlanmaz. Nitekim Hazr bahsinde geçmişti. T.

Ben derim ki: Bu delil, ancak o yapılan şeyde zarar varsa zahir olur. Çünkü o zaman münker olur.

Düşün.

«Eğer müslümanlara ilh...» Yani müslümanlara da zarar vermiyorsa... Kifâye ve Kuhîstanî'de de

olduğu gibî...

«Veya devlet başkanının izniyle ilh...» Bunun zahirine göre; eğer adı geçen şeylerden herhangi

birini imam'ın izniyle yaparsa zarar verse dahi;

hiç kimse o kişiyi dava etme hakkına sahip değildir. Biz bunu yukarda Miskîn'den naklen açıkça

takdim ettik. Buna. gelecek olan: «İmamın iznîyle olursa tazminat yoktur» sözü de delâlet eder.

Kifâye ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre Ebû Hanife demiştir ki: «Âmme yolu üzerine yapılan

herhangi bir şey. İmam'dan izinsiz yapıldığı takdirde, ister zarar versin, isterse vermesin halktan

herhangi bir kimsenin onun yapılmasına mâni olma ve yapıldıktan sonra kaldırtma hakkı vardır.

Çünkü âmme ait olan şeylerde fitnenin teskini için yönetim hakkı İmam'a aittir. O halde İmam'dan

izinsiz böyle bir îş yapan bir kişi, İmam'ın önüne geçmiş olur. O halde herkes onun bu fiiline karşı

çıkabilir.»

«Eğer zarar veriyorsa ilh...» Bu söz. metindeki «eğer zarar vermiyorsa caizdir» sözünün mukabilidir.

«Zarar vermek de yoktur; zarara karşılık vermek yoktur.» Yani kişinin, müslüman kardeşine ilk

zarar veren olmaması gerektiği gibi; ceza olarak ta zarar veremez.

«Karşılıklı olarak zarar vermek», sana zarar verene senin de zarar vermen demektir. Muğrib.

«Ceza olarak zarar vermek» ise; kısas ve diğer şeylerde ceza veren kişilerin, hakkını tecavüz

etmesidir. Kifâye.

«Oturmak ilh...» ağaç dikmek de aynıdır. Kuhistanî.

«Eğer kimseye zarar vermiyorsa caizdir ilh...» İfadede en uygun olanı bu cümleyi «geçen tafsilât

üzeredir» sözünden sonra koyması idi. T.

«Çıkmaz olan bir yola gelince ilh...» Burada «çıkmazdan» murat, mülk yoldur. Bu çıkmazlık da

mülkiyetin illeti değildir. Zira mülk olduğu halde bazen açık olan yol olabilir, bazen de ammenin

olduğu halde açık tarafı da kapatılabilir. Şu kadar var ki; onun kapalı oluşu çoğunlukla mülk

olmasına delâlet eder. Bu yüzden çıkmaz oluş. mülkün yerine ikame edilmiştir. Hatta bunun hilâfına

bir delil oluncaya kadar bununla amel etmek vacip olur. Fahru'l-İslam'ın Cami'us-Sağîrinden naklen

Kifâye.

«İhdas etmekle tasarrufatı caiz değildir.» Ben derim ki: Hâniye'de Ebu Hanîfe demiştir ki: «Eğer yol

çıkmaz ise, o yolun üzerinde oturanlar o yola odunlarını koyabilirler. hayvanlarını bağlayabilirler ve

orada abdest alabilirler. eğer bu işlerden biri sebebiyle birisi ölmüş olsa, bu işin sahibi zâmin

olmaz. Fakat çıkmaz olan yolda bir bina yapsa veya su kuyusu kazsa, bu sebeblede bir kişi ölse;

zâmin olur.»

Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmiştir: «Birisi çıkmaz olan yolda çamur yapsa ve yolda da geçecek

kadar yer bırakmış olsa. bu çamuru aynı şekilde zaman zaman yapıyor ve hemen kaldırıyorsa; bunu

yapabilir. Çıkmaz olan yolda oturan herkes kapısının önünde hayvanını durdurabilir. Çünkü çıkmaz

olan yol müşterek olan bir binâ gibidîr: ortaklardan herhangi biri müşterek binanın bir kısmında

oturabilir. Ancak onun içinde yeniden bir yer yapamaz. Bizim memleketimizde de hayvanı kapının

önünde durdurmak da oturma'nın kapsamındadır.

Tatarhânlye'de şöyle denilmektedir: «Çıkmaz yolda oturma cinsinden birşey yapmış olsa, yolda

kendi hissesine düşen yerde olan şeyi tazmin etmez ;ama yaptığı iş ortakların hissesine taşarsa,

onu tazmin eder. Eğer yaptığı iş oturma cinsinden birşey ise, kıyasa göre yine yukarıdaki gibi

olmalıdır. Ama istihsâna göre yaptığı iş oturma cinsinden ise, zâmin değildir.» Bunun benzeri

Kifâye'de de vardır.

Ben derim ki: Bununla: «Geçen şeylerden oluk, dükkân v.b. herhangi birinin ihdası caiz değildir»

sözünden maksadın bâki kalacak olan bir şeyin ihdâsının caiz olmaması olduğu açıkça ortaya

çıkmış oldu. Nitekim Salhânî de bunu ifade etmiştir.



«Ancak o yol ehlinin izniyle ilh...» Yani hepsinin izniyle... Hatta, aralarındaki bir kişiye o çıkmazda

bir şey yapması için izin verdikten sonra o çıkmaz yolda oturmayan birisi, oturanlardan birisinden

bir ev almış olsa. onun da izni şarttır. Zira Hâniye'de şöyle bir ifade vardır: «Çıkmaz yol üzerinde bir

bina veya bir oda yapmış olsa o çıkmaz yolda oturanlar da onu yaptırana razı olsalar çıkmaz yolda

oturmayan birisi gelse ve o çıkmaz yol üzerinde bir ev satın almış olsa o satın alan kişi de o odayı

yapana onu söküp kaldırmasını emredebilir.» Saihanî.

«Çünkü o özel bir mülk ev gibidir.» Evlâ olan teşbih yapmadan «mülk ev» demesiydi. Nitekim

Hidâye'de de böyledir. Câmi'den naklen takdim ettiğimiz de buna delâlet eder.

«Sonra bunda asıl kaide ilh...» Bu asıl kaidenin faidesi şudur: Yeni yapılan bir şeyi İmam yıkabilir,

eskiden yapılmış bir şeyi ise hiç kimse yıktıramaz. Kuhistânî'de olduğu gibi...

Saihânî demiştir ki: «Her iki taraf da delil getirmiş olsalar, yapılan binada eski oluşunun beyyinesi

öne alınır. Kâfî'de de: «Yeni yapıldığının delili takdim edilir» denilmiştir. Bu, hâdis oluşun delilinin

takdim edilmesi. binanın dışındaki su yolu ve yol edinme gibi şeylerde olabilir. Şeyh Hay-reddin,

Suğrâ'dan naklen: «Kadîm'in tarifi, halkın hatırlayabileceği en eski vakit olarak yapılmıştır» Bu tarif

de son derece güzeldir.»

«Diyet o şeyleri yapan adamın âkilesi üzerinedir.» Yaraladığı zaman eğer o yaranın erşine (diyeti)

gemik görünen yaranın erşine ulaşırsa, o zaman erşi âkilesi verir; eğer ondan az ise o zaman erşi

malından verilir. Kifâye.

Bu ifade gösteriyor ki; keffâret vacip olmadığı gibi mirastan da mahrum olmaz. Zahîre'de olduğu

gibi... Kuhistânî.

«Mülteka» Şerh'inde şu eklenmiştir: «Amme yolunda her yapılan şeyin hükmü de kuyu ve diğerleri

gibidir.»

Yine Mülteka'da: Amme yoluna su döken adam, döktüğü su nedeniyle meydana galen herhangi bir

zararın tazminatını öder. Kezâ yola kayılacak kadar su serpse veya abdest alsa; suyu serpen veya

abdest alan kişi o yolda kayma nedeniyle meydana gelen zararın tazminatını öder. Ama çıkmaz yol

halkından birisi bunlardan birisini o çıkmaz yolda yapmış olsa; veya o yol üzerinde oturursa veya

eşyasını koymuş olsa, bunlarda bir zarara neden olsa zâmin olmaz. Yine normal kayılmayacak

kadar veya yolun bir kısmına su serpmiş olsa yoldan gecen adam da kasdi olarak o su serpilen

yerden geçerken başına herhangi bir zarar gelse, su serpen adam zamin olmaz. Odun koymak. yolu

kapatmak veya kapatma hususunda «geçiş» gibidir. Dükkân sahibinin izniyle su serpmiş olsa

tazminat ödeme istihsânen dükkân sahibinin üzerinedir.

«Onu tazminatını kendi malından öder.» Çünkü âkile malı değil, nefse geleni yüklenir. Hidâye.

«Eğer bu yapılan şeylere İmam (devlet başkanı) izin vermemişse ilh...» Yani İmam, o yol üzerindeki

tuvaletin, cursun'un ve dükkânın yapılmasına, taşın konulmasını ve yolda kuyunun kazılmasına izin

vermemişse adam zengin olur... Bunu Kuhistâni İfade etmiştir.

«İmam...» Maksat İslâm devletinin başkanıdır.

«İzin verîrse ilh...» O zaman tazminatını ödemez. Çünkü müteaddi değildir. Zira imam, âmme yerine

kaim olduğundan, yol hususunda umumi bir velâyete sahiptir. Öyleyse imâmın izniyle âmme

yolunda bir şey yapan kîşi, sanki kendi mülkünde yapmış gibi olur. Kuhistânî.

Ed-Durru'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Şu kadar varki imâmın izni ancak yapılan şey ammeye

zarar vermezse caizdir.» Bu bahsin tamamı Ed-Durru'l-Muntekâ'dadır.

«Açlığından veya susuzluğundan ilh...» Çünkü açlığından veya susuzluğundan dolayı düşüp ölen

kişi, kendi nefsinde olan bir şeyden dolayı ölmüştür. Tazminat ise ancak bu türden bir sebeple

olmayan düşmedeki ölümlerde vaciptir. Zeylâî.

«Sıcaktan bunaldığından...» Yani sıcağın şiddeti dolayısıyla nefesin kesildiği bir bunalma. İnaye.

«İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir.» Yani: «Yukarda geçenlerin hepsinde tazminat

vaciptir» demiştir. Ebû Yûsuf da Ebû Hanîfe'ye sıcaktan bunalmada değil açlıktan dolayı düşmede

muvafakat etmiştir. T.

«Veya oluğun orta kısmı ilh...» Burada oluğun ortasından murat, oluğu koyan adamın mülkünün

dışında olan kısımdır. Zira zâmin olmada illet yolun üstünü işgal etmek suretiyle teaddidir. Nitekim

Zeylaî'nin de zikrettiği gibi...

«Vasat» bu manada anlaşılırsa «hariç» bunu kapsar. O zaman «vasat» kelimesinin ayrıca

kullanılması gerekmez. «hâriç»ten oluğun öbür tarafını keşfetmişte olabilir. O zaman da «vasat'ın



zikri doğru olur.

Zâmin olma durumu bunda ve bundan evvelki meselede İmam veya mahalle halkı: izin vermedikleri

takdirdedir. Nitekim bu yukarda geçmiştir. Teaddiyi illet göstermek de buna delâlet eder.

«O oluğu kim koymuşsa ilh...» Yani âkilesi üzerinedir... Kezâ bundan sonraki meselede de aynı

şekilde denilir. Çünkü sebep olmuştur. T.

«Nitekim Zeylâî bu meseleyi tafsilatıyla zikretmiştir.» Zira Zeylaî şöyle demiştir: «Eğer âmmenin

yoluna evinden bir kanat açmış olsa veya yola bir odun uzatmış olsa sonra, evini topluca satsa

müşteri de olduğu gibi bıraksa, sonunda o şeyden dolayı bir kişi ölse; tazminat ödemek satanın

üzerinedir. Çünkü yapmış olduğu şey mülkünün elinden çıkmasıyla bozulmamıştır. Fakat eğilen

duvar. müşteri zâmin olmaz. Çünkü müşteriye kimse o duvarın yıkılacağını söylememiştir. Satan da

zamin değildir. Çünkü şahit tutmanın sıhhati için mülk şarttır. Mülk de satışla bâtıl olur. Çünkü

başkasının mülkünü bozmak mümkün değildir. Bizim meselemizde ise zaminiyet mülk itibarîyle

değil; yolun üstünü işgal etmek itibariyledir. Bu durumda da işgal bakidir. O zaman satan adam

zamin olur. Nitekim bu işleri yapan müstecir, âriyet alan ve gasp eden de olsa yîne zamin olurlar.

Duvarda ise, malikin dışındakiler zamin olmaz.» özetle.

M E T İ N

Oluktan her iki taraf da isabet etmiş olsa ve bu da bilinse oluğu koyan adam yarı tazminat öder.

Diğer yansı ise heder olur. Eğer hangi tarafın İsabet ettiği bilinmiyorsa istihsanen yarısının

tazminatını öder. Zeylai.

Başka birisinin koymuş olduğu taşı bir diğeri yerinden çevirse ve bu sebepten birisi zarar görse,

taşı çeviren zamin olur. çünkü taşı ilk koyanın bu kuyusu, çeviren tarafından bozulmuştur.

Bu durum şuna benzer: Birisi yolda başına veya sırtına bir şey koymuş olsa, bu da başka birinin

üzerine düşse veya bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile mahallesinin mescidinden başka bir mescide

girse yani o mescide hasır serse veya yere çakıl koysa; veya o mescitte namaz için değil de başka

bir şey için otursa -oturması Kur'an okumak veya herhangi birşey öğretmek için de olsa- ve bu

işlerden herhangi biri sebebiyle mesela bir kör, helâk olsa zamin olur. İmameyn buna muhalefet

ederek. «zamin olmaz» demişlerdir.

Omzundan giydiği bir aba üstünden düşüp de başka birînin ölümüne sebep olsa veya yukarda

zikredilen şeylerden herhangi birisini kendi mahallesinin mescidinde yapsa, zamin olmaz. Çünkü

mescidi tedbir etmek, mescidin ehline ait olup başkasına ait değildir.

O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mubahtır. Fakat

selâmetle kayıtlanır. Kendi mahallesinin mescidinde namaz için oturmasında da bu oturma

sebebiyle herhangi bir adamın zarar görmesinin tazminatını ödemez.

Bunun özeti şudur: Kendi mahallesinin mescidinde veya başka bir mescitte namaz İçin oturması

sebebiyle başka birine zarar verse bunu zamin olmaz. Namazın dışında başka bir sebeple oturması

halinde bunu mutlaka zamin olur. İmameyn burada Ebû Hanife'ye muhalefet etmişlerdir.

Şurunbulâlîye'de de Zeylaî ve diğer kitaplara nispetle İmameyn'in görüşü daha açık görülmüştür.

Ben de Mültekâ Şerhi'nde imameyn'ln görüşünü tahkik ettim.

Mültekâ'da şöyle bir ifade vardır: «Birisini bir bina yapmak için veya dükkânın veya evinin önündeki

sahada su kuyusu kazmak için ücretle tutsa ve bu îşler sebebi ile de işi bitirmeden bir şey telef

olmuşsa; tazminatı İşçinin üzerinedir. Eğer işi bitirdikten sonra telef olmuşsa tazminat mülk

sahibinin üzerinedir. Nitekim yapılan şey, evinin veya dükkânının önünde olmasa ve Eşçide bunu

bilmese bu durumda yine mülk sahibinin üzerinedir. Eğer işçi yaptığı İçin mülk sahibinin evinin

veya dükkanın önünde olmadığını bilse bu durumda yaptığı işten dolayı herhangi bir şeyin telefinde

tazminat işçi üzerinedir. Nitekim yolun ortasında bir binanın yapılmasını emretse bu emir fâsid

olduğundan dolayı, herhangi bir şeyin telefinde tazminat yine işçi üzerinedir. Eğer mülk sahibi

işçiye o yerin kendi evinin arsası olduğunu, fakat orda kuyu kazma hakkı olmadığını söylese

herhangi bir şeyin telefinde tazminat kıyasen ücretli İşçiye aittir. Çünkü aldatılmamıştır ve emrin

fâsid olduğunu bilmektedir. İstihsanen ise tazminat müstecir üzerinedir.»

Ben derim ki: Mülteka şarihi ve diğeri burada kıyası istihsâna takdim etmişlerdir. Bu takdimin zâhiri

kıyası istihsâna tercih etmektir. Bilhassa Mültekâ sahibi daha kuvvetliyi diğerine takdim etmek

itiyadındadır.

İ Z A H

«İstihsanen ilh...» Çünkü bir durumda hepsine zâmin olur. Bir halde de hiçbir şeye zâmin olmaz.



Çünkü oluğun mülkünde olan tarafı isabet edip ölümüne sebep olmuştur. Netice olarak yarısını

zâmin olur. Kıyasa göre ise şüphe olduğundan dolayı hiçbîr şeye zâmin değildir. Bu bahsin tamamı

Zeylaî'dedir.

«Bu da başka birinîn üzerine düşse ilh...» Düşse ve bir insanın kayarak ölmesine sebep olsa yine

zâmin olur Hidâye.

Çünkü yolda eşyayı başına veya sırtına yüklemek mübahtır. Şu kadar var ki hedefe veya ava atılan

ok veya kurşun gibi şeylerde selametle kayıtlı olması lâzımdır. Zeylai.

«Bir hasır, kandil veya çakıl taşı ile ilh...» Hasır kandil veya içinde çakıl taşı olan torba birinin

üzerine düşse ve ölümüne sebep olsa bunun tazminatını öder. Minah.

Ben derim ki: Hidâye'nin ibaresi ise: «Mescit bir aşiretîn olsa, o aşiretten birisi de o mescide bir

kandil asmış olsa veya oraya hasır şermiş olsa veya araya çakıl dökse...» şeklindedir.

Bundan zâhir olan burada «çakıl dökmek» filinin geçmiş zaman fiili olup «hasır sermek» fiiline

atfedildiğidir. İbn Kemâl'in açıklaması da buna delâlet eder.

Şurunbulâliye yukarıdaki meselede tazminat ödemekle ilgili imamlar arasındaki ihtilâfı. mescitte o

işi yapan adamın «mescidin cemaatinden izinsiz olarak yapması» ile kayıtlamıştır. eğer onların

izniyle yaparsa ittifak!a yapmış olduğu işten dolayı zarar görülmesi halinde zâmin olmaz.

denilmiştir. Nitekîm aynı mescit cemaatinden bir kişi, mescide aydınlatılması içîn bir kandil asmış

olsa, bu da birinin ölümüne neden olduğu zaman. zamin olmaz. Ama eğer o kandili muhafaza etmek

için asarsa ve o da birinin ölümüne sebep olursa. yine ittifakla zâmin olur, Şerhu'l-Mecmua'da

olduğu gibi... Bezzâziye'de Hakimin izninin mahalle halkının izni gibi olduğu belirtilmiştir.

«Mahallesinin mescidinden başka bir mescide girse ilh...» Bundan anlaşılan ileride gelecektir. Zâhir

olan şudur ki: Cemaat mescidinin hükmü, mahalle mescidinin hükmü gibidir. O halde cemaat

mescidinde yukarıda sayılanlardan herhangi birini yapması sebebiyle birisi bir zarara uğrasa zâmin

olmaz. T.

«Velev ki o mescitte oturuşu Kur'an okumak veya herhangi bir şey öğretmek için de olsa ilh...»

Çünkü mescit namaz için yapılmıştır. Namazın dışındaki şeyler ise namaza bağlı olarak yapılırlar.

Bunun delili şudur:

Mescit dar olursa namaz kılan adam zikir Kur'an okumak veya ders vermek için oturan kişiyi

rahatsız ederek kaldırır ve yerinde namaz kılar. Bunun aksi ise yapılamaz.

«Omzundan giydiği bir abâ üstünden düşerse zâmin olmaz ilh...» Yani giydiği abâ birisinin üzerine

düşerek ölümüne sebep olsa veya düşse ve birisi üzerine bastığında kayarak ölse zâmin olmaz.

Bu son hususa Hîdaye'de de işaret edildikten sonra denilmiştir ki: «Giyilen bir şey ile taşınan bir

şey arasındaki fark şudur; Bir şeyi taşıyan onun muhafazasını kasteder. O zaman onu selâmetle

takyid etmeye lüzum yoktur. Ama elbiseyi giyen kişi onu muhafazayı kastetmezse bu sebepten

selâmet kayyla kayıtlanır ve mutlaka mubahtır, denilir.

İmam Muhammed'den şu da rivayet edilmiştir ki: «Bir adam normal olarak giymediği bir şeyî giyse;

o şeyi taşımış gibi olur. Çünkü onu giymeye ihtiyacı yoktur.»

Kılıç ve omuza atılan şalın ve benzerlerinin hükmü de abâ gibidir. Gâye'de de böyledir.

«O zaman mescit ehlinden olmayan birinin o mescitte herhangi bir şey yapması mübahtır ilh...»

Bundan: Mescidin cemaatinin bir şey yapması vaciptir, anlaşılır. Fakat öyle değildir. Aksine

mescidin ehlinin de, ehli olmayanın da mescitte adı geçen işlerden herhangi bir şey yapmaları

mubahtır. Ancak mescid ehlinin mescitte adı geçen şeylerden herhangi birîn! yapmaları mutlaka

mubahtır ve selâmet kaydıyla kayıtlı değildir. Mescidin ehlinden olmayan bir kîmsenin adı geçen

işlerden herhangi birini yapması mubahtır ve selametle kayıtlıdır T.

«Bunun özeti şudur; namaz için oturması ilh...» Şemsü'l-Eimme demiştir ki: «Ebû Hanîfe'nin

mezhebinde en sahih olan, namazı beklemek için oturan kimsenin oturmasından dolayı herhangi

bir kimsenîn zararına sebep olduğu taktirde zemin olmamasıdır. Ancak İmamlar arasındaki ihtilâf

Kur'an okumak, fıkıh ve hadis dersi vermek gibi mescide has olmayan ibadetlerdedir.»

Zahîre'de de şöyle denilmiştir: «Mescitte hadis için olursa, mescitte uyusa, orada namaz dışında bir

şey için kalsa veya oradan sadece geçse ve bu durumlardan biriyle bir kişi zarar görse; Ebû

Hanîfe'ye göre zamîn olur. imameyne göre ise olmaz. Eğer namazı bekleme itikâf, Kur'ân okumak,

ders vermek ve zikir etmek gibi ibadetler için oturursa müteahhir fakihler bu hususta ikiye

ayrılarak; bir kısmı bu sayılan şeylerden biri sebebiyle birisi ölse zâmin olur; bir kısmı da zâmin



olmaz, demişlerdir.» Zeylaî'den özetle...

«Mutlaka olarak ilh...» Yani ister kendi mahallesinin mescidinde İster başka bir mescitte olsun fark

etmez...

«Zeylaî'ye nispetle ilh...» Zira Zeylaî, Hilvanî'den şunu nakletmiştir: «Meşayihin ekserisi yukarıdaki

meselede İmameyn'in kavlini tutmuşlardır ve fetvâ da imameynin kavil üzeredir.»

Zeylâî yine Sadra'l-İslâm'dan şunu nakletmiştir: «En açık olan imameynin hükmettiğidir. Çünkü

mescitte oturmak namazın zaruretindendir ve namaza ilhak olunur.»

Aynî'de de şöyle denilmektedir ki: «Diğer üç mezhebin imamları da İmameynin kavli ile

hükmetmişlerdir. Fetvâ da İmameynin kavli iledir T.

«Ben de Mülteka şerhinde İmameynin görüşünü tahkik ettim.» Bunun özeti benim yukarda takdim

ettiğimdir. Zeylâî şunu da zikretmiştir: «Mahzurlu olan bir şeyi konuşmak için mescitte oturursa ,o

oturuşundan dolayı herhangi bir zarar veya ölüm vakası olursa İmamların ittifakıyla oturan adam

zamindir. Fahru'l-İslâm'ın mutlak zikrettiği de buna göre yorumlanır.

«İçin kiralasa ilh...» Zeylai ve diğerleri özet olarak şunu zikretmişlerdir: «Bir kimse birini evinin

önünde bir kanat yapmak için ücretle tutsa, ve ona: «Bu evin önündeki saha benim mülküdür»

veya: «Eskiden beri benim o sahada kanat açma hakkım vardır» dese; işçi de bunun doğru olup

olmadığını bilmese; fakat durumun mülk sahibinin dediğinin aksi olarak ortaya çıksa yapmış

olduğu o kanat, bitirmeden evvel veya bitirdikten sonra bir kimsenin üzerîne düşse, bunun

sonucunda adam ölse ve yaralansa, tazminatı işçi öder. Kıyasen ve istihsanen kiralayana

başvurarak da ondan alır.

«Eğer işçiye; O sahada kanat açma hakkı olmadığını bildirse veya yapmaya başlayıncaya kadar hiç

bildirmese ve o yaptığı kanat da düşerek birisini telef etse; bu durum, bitirmeden evvel ise işçi

tazmin eder ve dönüp kendisini ücretle tutan adamdan da alamaz; Eğer bitirdikten sonra ise: -bir

âmme yolunda bina yapmayı emretmesinin fasit olması gibi- emir fasit olduğundan -kıyasa göre-

yine öyledir. İstihsanda ise; işveren tazminatı öder. Çünkü verdiği emir sahihtir. Zira evinin önü

selâmet şartı ile menfaatlenme bakımından onun mülküdür. Satışının caiz olmaması yönüyle de

onun mülkü değildir. öyleyse sıhhat yönüyle, bitirdikten sonra tazminat işveren üzerînedir. Emrinin

fasit olma yönüne gelince; eğer o işi bitirmezden evvel birisine zarar vermişse tazminat işçinin

üzerine olur.

«Eğer bir kişiyi evinin arsasının dışında bîr kuyu kazmak için ücretle tutsa ve o kuyuya birisi

düşerek ölse; işçî de onun arsası dışında olduğunu bilmese; o zaman işveren tazminat öder. Çünkü

işveren işçiyi aldatmıştır.

«Eğer arsası dışında olduğunu bilse o zaman işçinin kendisi tazminat öder. Zira aldatma yoktur; bu

yüzden de fiil işçiye izafe edilir.

«Eğer ona : «Burası evimin önüdür; ama benim orada kuyu kazmaya hakkım yoktur.» dese işçi

kuyuyu kazıp birisi zarar görse; kıyasen işçi tazminat öder. Çünkü aldatılmamıştır. İstihsana göre

ise işveren zâmindir.»