HACR KİTABI 1
DEYN
(BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA
ALINAN
KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ 1
ÇOCUĞUN
İHTİLAMLA BALIĞ OLMA FASLI 1
METİN
Hacr sözlükte
mutlaka engel olmak anlamındadır.
Bir terim olarak ise, bir kimseyi fiilî değil, kavlî
tasarruflarından
men etmektir. Çünkü vukuundan sonra
fiilin reddi mümkün değildir. O halde fiilden
men etmek tasavvur
edilemez.
Ben derim ki: Kölenin durumu bu
söze itiraz olarak vârid olabilir. Çünkü köle halen fiilî
tasarruflarının
geçerliliğinden men edilebilir. Belki azaddan sonra da
nâfiz olur. Nitekim Bedâyî de
bunu
belirtmiştir.
Ey Allah'ım
sen muaheze etme, bu müşkile cevaben ancak şöyle denilebilir:
Onda asıl olan hâlen
nüfuzdur. Şu
kadar var ki, engel olunduğundan
azadından sonraya tehir edilmiştir.
Düşünülsün.
Engel olmanın
sebebi ise, çocukluk ve akıl hastalığıdır.
Akıl hastalığı, akıl zayıflığını da kapsamına
alır. Aklı zayıf olan kimsenin hükmü ise mümeyyiz küçükler gibidir. Bu konu mezun kitabında
gelecektir.
Engel olmanın
bir sebebi de köleliktir. O halde çocuğun, ve akıl hastasının
boşaması sahih değildir.
Fakat akıl hastalığı sürekli olmayan. bazen akıllanan
kimsenin hükmü mümeyyizin hükmü gibidir.
Nihâye.
Çocuk ve akıl
hastasının köle azadı ve ikrarı da kendilerine nazarla
sahih değildir Kölenin ise
boşaması efendisinin değil yalnız kendi nefsi hakkında ikrarı
sahihtir. O halde köle üzerinde bir mal
olduğunu
ikrar etse, eğer bu ikrarı efendisi için değilse azadına
tehir edilir. Ama ikrarı efendisi
için
olursa, o zaman heder olur.»
Köle, had ve
kısas ikrahında bulunsa, filhal ikâme edilir. Çünkü köle,
kısas ve had hususunda asıl
hürriyeti üzerine devam eder.
Hacir altında
bulunan bir kimse akit yapsa, yaptığı akit menfaatle
zarar arasında gidip gelse bu akti
yaparken satımın mülkiyeti elden çıkardığını satın almanın da mülk kazandırdığını
bilse, onun velisi
dilerse reddeder. Eğer alım satımın anlamını
bilmezse, o zaman akti bâtıl olur.
Hacir altında
olan bir kimse; mal veya nefisten, kıymetli
bir şeyi telef etse telef ettiğinin
zarar
olduğunu
ister bilsin, ister bilmesin -Dürer-
ona zamin olur. Çünkü fiillerde hacr yoktu. Şu kadar var
ki, kölenin tazmini azaddan sonradır Nitekim yukarıda geçmişti.
Eşbah'ta
şöyle denilmiştir: «Hacredilen çocuk kendi fiilleriyle sorumlu tutulur, O halde telef ettiği
malı peşin olarak tazmin eder. Hacir altındaki
çocuk bir adam öldürse, öldürdüğü adamın diyeti
çocuğun âkilesi üzerine gerekli olur. Ancak birkaç mesele
de çocuk zamin değildir. Velisinden
izinsiz olarak, çocuk ödünç para aldığını, ona emanet
olarak verileni, sattığı malı telef ettiği
takdirde,
zamin olmaz. Ona yapılan vediadan şu
mesele müstesnadır: Hacir altındaki bir çocuk,
kendisi gibi
mahcur bir çocuğa başkasına
ait bir malı emânet verse, o
mal da telef olsa, mal sahibi
malı emanet edene de, alana do tazmin ettirir.»
İZAH
Musannıf bu
konuyu ikrahtan sonra ele almıştır.
Çünkü ikrah ve hacrde serbest karar verebilme
velâyeti ortadan kalkmaktadır. Zorlama daha
kuvvetlidir. Çünkü zorlama tam bir velâyeti ve
sağlam
bir ihtiyarı yok etmektir. O halde ikrahı hacrden önce zikretmek daha
uygundur.
«Hacr sözlükte engel olmak anlamındadır ilh...»
Yani kişiyi tasarruftan men etmektir.
Hatim'e hacr
denilmesi ve
Kâbeye engel olmasındandır. Akla da hacir
denilir. Çünkü akıl da çirkin şeye engel
olur.
«Mutlaka
ilh...» Yani vetev ki, fiilden men
olmuş olsa. Veyahutta matlub olan şeyden men etmektir.
T.
«Şeriatta ise ilh...» Sözü
tasarruflarından men etmektir. Zira mahcurun akti onu temsil edenin
icazetine bağlı olarak münakit
olur. Burada nâfiz kelimesinin kullanılması, lazım kelimesinden daha
geneldir. Kuhistânî.
Biz ikrah
bahsinde nifaz ile nüfuz hakkındaki açıklamayı
zikrettik. Velhasıl hacr, tasarrufun
hükmünün
sübutunu men etmektir. O halde mahcur
kimsenin kabzı mülkiyet ifade etmez. Bunda da
şu görüş
vardır: Bu söz, menfaat ile zarar arasında gidip-gelen akitlerden başkasını
kapsamına
almaz. Halbuki söz, bazen asıl bakımından da
geçersiz olur. Çocuğun boşaması gibi. Bazen de
kölenin talakı gibi geçerli olur. Öyleyse uygun
olan şeriata göre hacr tarifinde
İzâh'ta olanı almaktır.
İzâh' ta
şöyle denilmektedir: «Hacr, fakihlerin ıstılahında belirli bir şahsı
özel bir tasarruftan veya
onun
geçerliliğinden men etmekten ibarettir.» Bunun açıklaması ise, köleyi,
zararlı olan fiilî
tasarrufunun
nüfuzundan bir malı peşinen ikrar etmesinden men etmektir. Çocuk ve deli için eğer
sırf zarar ise, onun sözü tasarrufunu aslından men etmektir.
Eğer tasarruf menfaat ile zarar
arasında
gidîp geliyorsa, o zaman da nâfiz
olma özelliğinden men etmektir.
İzâh adlı eserin hâmişinde de şöyle denilmektedir: «Hacr
birkaç derecedir: En kuvvetlisi,
tasarrufu
aslından yok
saymaktır. Orta dereceli, tasarrufun
nafiz olma vasfını yok saymaktır.
Zayıf olanı ise,
onun halen
geçerli olmasından, yani
vasfının vasfından men etmektir.»
Görülüyor ki. İzah sahibi bilindiği gibi, fiilden
men etmeyi de hacrin tarifine katmıştır.
O halde çocuk
ve akıl
hastası hakkında zina ve katil de tarifin içine girmiştir. Çünkü akıl
hastası ile çocuk zina ve
katlin hükmü
olan had ve kısasa göre mahcurdurlar. Cevhere'de olduğu gibi.
Kanaatımızca, İzah'ın yaptığı bu tarif, tahkikli bir
tariftir. Çünkü İzah sahibi hacri tasarrufun
hükmünün
sübutundan men olarak tarif etmiştir.
Artık buna göre hacri sözlü hacirle
takyit etmenin
ve fiilî nefyetmenin anlamı nedir? Halbuki her ikisinin
de hükümleri ayrıdır. İşte bu izah'ın
bu
ifadesiyle
şarihin yukarıdaki «müşküldür» demesi,
ortadan kalkmaktadır.
Şârihin,
«Çünkü meydana gelmesinden
sonra fiilin reddi mümkün değildir.» diye
talil etmesine
gelince, biz
deriz ki, sözümüz burada zatını men etmek değil, hükmünü men
etmektir. Söz de fiil
gibi,
vukuundan sonra bizzat meni mümkün değildir.
Belki onun hükmü reddedilir.
«Musannıfın
«sözlü» kelimesi ile takyit etmesi, fiillerin tamamının men edilmeyeceği içindir. Zira
tazmini
gerektiren fiillerle sorumlu tutulurlar» denilebilir.
Ben derim ki: Söz de fiil gibidir. Çünkü sözün bazısından da
hacredilemez. Hibe sadaka ve
hediyenin kabulü gibi sırf yararına olan şeyler gibi. Ancak bunların azlığı, çokluğu
tayin edilebilir.
Düşünülsün.
«Köle halen
fiilî tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir
ilh...» Meselâ kölenin malları istihlâk
etmesi gibi.
Bu bir fiil olup, söz değildir. Daha sonra lüzum ifade etmesi, o durumda
men'in var
olmasına aykırı
değildir. Eğer gelecekteki lüzumu, halen men'in varlığına zıt olmuş olsa,
kölenin
efendisi hakkında bir ikrarda bulunması hususunda
mahcurdur sözümüzün geçerli olmaması
gerekir. İşte bu da vasfın vasfını men etmek kısmındandır. Nitekim biz bunu yukarıda
zikrettik.
«Belki azaddan sonra ilh...» Yani azat'tan sonra
nâfiz olur. Çünkü onun duraksaması
efendisinin
hakkından
dolayıdır. Azad edildiği zaman da efendisinin hakkı zail
olmaktadır. Sonra bil ki. onun
azadına bağlı olan onun ancak mal ikrarıdır. Nitekim
gelecektir. Yine, kölenin mehirle mutâlebesi de
eğer
efendisinden izinsiz evlenmiş ve
evlendiği kadında duhul yapmışsa, azadına
bağlı olur.
Nitekim
Zeylâî bunu kölenin nikâhı babında
zikretmiştir. Öyleyse sanki kadın rızası ile köleyle
evlenmiş ve
mehrinin azaddan sonraya tehir edilmesine
de razı olmuş gibidir.
Musannıfın
İbni Kemâl'e uyarak, Bedâyî'den zikrettiği, «Eğer köle başkasının malını telef ederse, o
malla peşinen sorumlu tutulmaz» sözüne gelince, Tebyin ve Dürer'den
ilk bakışta anlaşılan da
budur.
Musannıfın İbni Melek'ten naklettiği
ise buna aykırıdır. Yani köle istihlâk ettiği şeyle o
zamanda
sorumlu tutulur. Bunun benzeri
İmâdiye'den naklen köle bahsinde gelecektir.
Remlî, «Bunun
benzeri Nihâye, Cevhere, Bezzaâziye, Hülâsa ve Velvaliciye'de de mevcuttur»
dedikten
sonra «Velhasıl bu konuda nakil meşhurdur. Yani birisinin malını
helâk ederse. peşinen
tazmin
ettirilir. Yani ya efendisi onu satar veya kendisi öder» demiştir. Bunun benzeri Siraciye'den
naklen
Hamidiye'de de mevcuttur.
Remlî daha
sonra da şöyle demiştir: «Tatarhaniye'nin
kefalet bahsinde öyle denilmiştir: «Eğer köle
birisinin
malını helâk etse, eğer kazancı
varsa, kazancından verilir. Yok eğer kazancı yoksa, telef
ettiği malın
tazmini için köle satılır. Ancak
efendisi onun yerine öderse, o zaman
satılmaz.»
Kınye'de başkasına
cinayet
emri verme babında, Hâherzâde Bekr'e işaretle
şöyle denilmektedir:
«Mahcur olan
köle birisinin malını telef etse, efendisi onun cinayetini öğrendikten sonra onu satsa,
o mal kölenin
rakabesindedir. Alan adam telef ettiği malı ödemek için onu satabilir. Ama eğer
kölenin
cinayeti mal değil, nefis ise, bunun
aksinedir. Yani bunda âkilesi yanında cinayet îşlediği
efendisi
üzerinedir.»
Tatarhâniye'de
cinâyetler bahsinin dokuzuncusunda şöyle denilmektedir: «Bir adam üzerine
yapılan
cinayet ile mal üzerine yapılan cinayet arasında fark vardır. Eğer köle
nefsî cinayet
işlemişse, efendi köleyi cinayet sahiplerine
vermekle, diyeti ödemek arasında
muhayyerdir.
İkincisinde ise, efendi malı vermek veya
köleyi satmak arasında muhayyerdir.»
«Ey Allâh'ım, ancak şöyle denilebilir ilh...»
Yani müşkil şeye cevap vermede. Bu, «Ey Allâh'ım»
sigası, zayıf
olan cevapların başında kullanılır. Sanki Allahu Teâlâdan bu zayıf cevabın sıhhati
istenmiş
olur.
«Onda asıl ilh...» Yani kölenin fiillerindeki asıl
olan halen geçerliliktir. Çünkü ileride
geleceği üzere,
kölelik hakikaten hacre sebeb değildir.
«Şu kadar var ki ilh...» Yani fiilinin geçerliliğine engel olduğundan -ki efendisinin
hakkıdır- azâd
vaktine tehir
edilir.
«Çocukluk ve
akıl hastalığıdır ilh...» Bil ki, Allâhu Teâlâ hazretleri beşerden bazılarını güçlü
kılmıştır.
Bunları da dinin önderi, hidayetin
imanı ve karanlıkların aydınlatıcısı
yapmıştır. Beşerden
bazısını da
dilediği gibi aşağılayıcı sebeblere mübtela kılmıştır. Bunlar çocukluk, akıl hastalığı ve
akıl
zayıflığı gibi hacri gerektiren
şeylerdir. İşte Cenâb-ı Allah bunların tasarrufunu nâfiz
kılmamıştır. Eğer onların muameleleri nâfiz olsaydı,
onlara zarar verirdi. Çünkü onlarla iş
yapan
kimse hile ile onların mallarını tamamen ellerinden alırdı. Yine Cenab-ı Allah
onların malına bakanı
da baba gibi
özel, hâkım de genel kılmıştır. Baba
ile hâkimin üzerine onların malına bakmayı da farz
kılmıştır.
Çocuklu» ve akıl hastalığı onlara hacr yapılmaya sebeb
kılmıştır. Bunların hepsi Allah'ın
lütfu ve
rahmetidir. Kölelik ise, gerçekte hacir sebebi
değildir. Çünkü köle de hür gibi tam
rey
sahibi ve her
şeye de muhtaçtır. Şu kadar var ki
kölenin kendisi ve elindeki efendisinin mülküdür.
İşte bunun
için de efendinin hakkına tecavüz edilmemesi için, onun efendisinin malında tasarrufu
coiz
değildir. Bir kimse başkasının mülkünde tasarruftan men edildiği
zaman hür gibi hacredilmiş
olmaz.
Bununla birlikte başkasının mülkünde tasarruftan da men edilmiştir.
Bundan dolayı köle
birine bir
mal ikrar ettiği zaman o mal ondan ancak azadından sonra
alınır. Çünkü efendisinin hakkı
olan engel
olma artık ortadan kalkmıştır. Onun tasarrufunun halen geçersizliği
ve azad
edilmesinden sonraya
bırakılması köleyi hacredilen kimselerden kılmıştır. Zeylâî.
«Zayıf akıl
hastalığını da kuvvetli akıl hastalığını da kapsamına alır ilh...» Musannıf bu sözüyle
hacr
sebebinin
mutlaka akıl hastalığı olduğuna işaret
etmektedir. İzah adlı eserde olduğu gibi.
«Kuvvetli»den maksat sürekli akıl hastalığı «Zayıf»tan maksat ise, devamlı olmayan akıt
hastalığıdır.
Veya
musannıf «kuvvetli»den her iki
kısmı, «zayıf»tan da akıl zayıflığını kasdetmiştir.
Âlimler akıl zayıflığının tefsirinde ihtilaf
etmişlerdir. Bu konuda söylenilen en güzel
söz, akıl zayıflığı
anlayışı az.
konuşması karışık. tedbiri fasit kimsedir. Fakat akıl hastasının yaptığı
gibi ne kimseyi
döver. ne de
kimseye söver. Dürer.
«Aklı zayıf kimsenin hükmü ise mümeyyiz gibidir ilh...» Yani aklı zayıf kimsenin hükmü.
tasarruflarında
ve tekliflerin üzerinden kalkmasında mümeyyiz çocuk gibidir. Zeylâî.
«Çocuğun
boşaması geçerli değildir ilh...» Çocuk mümeyyiz de olsa
hüküm değişmez.
«Akıl hastalığı gâlib olan kimsenin
ilh...» Bu kayıt bazen zikredilir.
Bundan akıl hastalığının akıllılık
hâline galib
geldiği kastedilir. O zaman kıt akıllıdan kaçınmak için bu kayıt konur. Hidaye'de vaki
olduğu gibi.
Zira Hidaye sahibi. «Mağlub olan akıl
hastasının tasarrufları hiçbir halde caiz değildir»
demiştir.
Bazen de bu kayıttan hiç akıllanmayan,
hastalığı devamlı olan kimse kasdedilir. Bu deliliği
ister
kuvvetli. ister zayıf olsun. O zaman buna kıt akıllı da girer. O zaman
bazen akıllanan, bazen
rahatsız olan
kimseden kaçınmak için bu kayıt
konulur. Zira ileride geleceği gibi kıt akıllının
tasarrufları
da caizdir. Bu kayıttan
maksadın kıt akıllıdan kaçınmak olduğunu söyleyen kimse
vehmetmiştir.
Çünkü o zannetmiştir ki, iki sözden maksat tektir. Bununla birlikte kıt akıllının
telâkı
da yine geçerli
değildir. İbni Kemâl bu şekilde ifade etmiş, şarih de buna uymuştur.
«Bazen akıllanan kimsenin hükmü, mümeyyiz
küçüğün hükmü gibidir ilh...» Bunun
benzeri Minah,
Dürer ve Gâyetü'l-Beyân'da
da mevcuttur. Miraç'ta da böyledir. Zira Miraç sahabi mağlub akıl
hastalığını asla akıllanmayan
akıl hastası olarak tefsir ettikten sonra. «Burada mağlub kaydından
maksat, satışı bilen ve satışı kasdeden akıl hastasından kaçınmaktır. Zira onun tasarrufu geleceğe
binaen akıllı çocuğun tasarrufu gibidir ki, velinin icazetine bağlı olunur. Eğer veli icazet verirse caiz
olur, icazet
vermese caiz olmaz» demiştir. İşte bu da ancak bizim
yukarıda zikrettiğimiz üzere kıt
akıllıdır. Kifâye'de
de böyle açıklanmıştır. Zeylâi de
bazen akıllanan kimseyi aklı başında olduğu
zaman akıllı kimse
gibi saymıştır. Bundan ilk akla
gelen de bazen hastalanan, bazen akıllanan
kimse akıllandığı zaman âkil-bâliğ gibidir.
Şurunbulâliye, Zeylâî'nin bu ifadesiyle
Dürer'e itiraz
etmiştir. O
halde onun tasarrufları mevkuf değildir. Rahmeti ve Sâyıhânî. Dürer'in ifadesi ile
Zeylâî'nin ifadesini şöyle uzlaştırmışlardır:
«Dürer'in buradaki ifadesinden maksat aklı
başına
geldiği zaman
da tam akıllı olmaması şeklinde
yorumlanır Zeylâî'nin ifadesi ise, aklı
başına geldiği
zaman tam akıllı olur şeklinde yorumlanmıştır.»
Şilbî' de Zeylâî'nin
hâşiyesinde burada olanı akıllanmasının belli bir vakti olmayanla yorumlamıştır.
Zeylâî'nin şerhinde olanı da akıllanması için bir zaman olan kimse olarak yorumlamıştır.
İkisi
arasını
böylece uzlaştırmıştır. Zira birincisinde akıllandığı
tahakkuk etmez.
Ben derim ki: Buradaki kapalılığın düğümünü açan ancak
bizim İbni Kemâl'den naklen zikrettiğimiz
ifadedir.
Zira eğer mağlubtan maksat akıl hastalığı gâlib olan, yani asla
akıllanmayan kimse
ise, o
zaman hastalanan ve akıllanandan maksat aklı
noksan olan olur. O da kıt akıllıdır. Nitekim Kifâye
sahibi ve
başkaları böyle açıklamışlardır. Zira Kifâye sahibi şöyle demiştir:
«Cinnet getiren ve sonra
akıllanan kimse. başkasına vekil olmaya elverişli olan kıt
akıllıdır. Çünkü o bazen satımı bilir ve
kasdeder. Her ne kadar maslahat mefsadete
tercih edilmemiş olsa da.»
Bu açıklamaya
göre onun akıllanmasının anlamı, yani bazı eşyayı aklı ile
idrak edebiliyor, bazısını
idrak edemiyor
demektir. O zaman kıt akıllı yukarıda geçtiği üzere tasarruflarında mümeyyiz gibi
olur. Bundan
dolayı da Hidâye'nin sârihleri kıt akıllıyı da mümeyyiz gibi kılmışlardır.
Eğer
mağlubtan
maksat tam veya eksik akıl hastalığından hiç kurtulmayan
ise, o zaman mağlubla bazen
akıllanan kimseden sakınılmış olur. Bu da tam olarak aklı başına
geldiği zaman tasarruflarında
âkil-bâliğ
gibi olduğunu ifade eder. Zeylâî'nin
sözünün hamledileceği yer de
burasıdır.
Bu karışıklığın kaynağı ise, iki söz arasındaki farkı bilmemektir. Bu
araştırmayı ganimet bil.
Muvaffakiyet Allah'tandır.
Bu araştırma
ile zahir açığa çıkmaktadır ki, şârihe uygun olan, akıllandığı zaman «Onun hükmü
mümeyyiz
gibi» değil, «Onun hükmü âkil gibidir.» demesiydi. Nitekim Zeylâî
de 'böyle demiştir.
Eğer şarih
böyle deseydi, akıl hastasını «mağlub»la
kaydetmesinin
faydası açık olurdu. Zira akıl
hastalığı galib olmayan mümeyyiz gibi olur ki,
onun da boşaması azadı geçerli olmaz. Ama şârihin
Nihâye'den nakline gelince. o da
Hidâye'nin ifadesine uygundur. Zira
Hidâye sahibi de ifadesinde
bazı
tasarrufları zikrederek düzeltme yapmamıştır. Velhasıl, Hidâye'nin ifadesinde «mağlup»
kaydıyla kıt akıllıdan
kaçınılır, musannıfın ifadesinde ise «mağlub» kaydı ile akıl hastalığı tamamen
zail olan kimseden kaçınılır.
Düşün.
«Çocukla akıl hastasının ikrarları da geçerli değildir ilh...» Yani mağlub akıl hastası
ile çocuğun
ikrarı. Burada çocuktan maksat da ticaretten men
edilen çocuktur. Eğer çocuk ticaretle mezun
olmuş olsa,
onun ikrarı da kıt akıllı ile ticaretle mezun olan
köle gibi geçerli olur. Nitekim mezun
kitabının sonunda
da gelecektir.
«Kölenin
boşaması geçerlidir ilh...» Çünkü köle ehildir. Boşamada
maslahatın şeklini de bilir.
Kölenin
boşamasında efendisinin mülkünü ibtal etmek veya menfaatlerini yok etmek de söz konusu
değildir.
Dürer.
«Yalnız kendi
nefsi hakkında ilh...» Bâzı alimler tarafından bu sözün
düşürülmesi vacibtir. Zira
gelecek açıklama
ikrarın sıhhatinin kısalığını beyân etmektedir.
«Efendisinin
değil ilh...» Efendinin tarafını gözetmek için. Zira onun ikrarının nâfiz oluşu, onun
rakabesinin veya
kazancının borca taalluk etmesinden âri değildir. Bunların
her ikisi de efendinin
malını telef etmektir. Dürer.
«Köle
üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse ilh...» Yani mahcur köle. Zira
söz mahcur köle
bahsindedir.
Hür çocuğun ikrarı geçerli olmadığından köle çocuğun ikrarının
sahih olmadığı
öncelikle bilinir.
«Azat oluşuna tehir edilir ilh...» Zira köle azad edildiği
zaman kölenin mal ödeme ehliyeti sabit olur
ve engel de
ortadan kalkar.
«Heder olur
ilh...» Yani efendisinin üzerinde malı olduğunu ikrar ederse,
azad edildikten sonra
efendisine
bir şey ödemesi gerekmez. Zira
yerinde takarrur ettiği üzere kölenin
efendisi kölesinin
üzerine
herhangi bir malı gerekli kıldırmaz. Dürer.
«Derhal ikâme edilir ilh...»
Eğer ikrar ederse, burada efendisinin
hazır olması da şart değildir. Ama
eğer kölenin
üzerine delil ikâme edilirse, o zaman bize göre efendisinin hazır olması
şarttır. İmam
Ebû Yûsuf'a
göre ise şart değildir. Cevhere.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Köle kasden bir
adamı öldürdüğü için kısas vacib olsa, efendisi
de onu azad
etse, efendisine hiçbir şey lazım gelmez. Maktulün iki velisi olsa, bunlardan birisi
köleyi
affetse onun hakkı bâtıl olur, diğer
velinin payı da kısastan mala dönüşür. Diğer adam köleyi
kıymetînin yarısı kadar
çalıştırır. Yine efendisinin üzerine bir şey vacib değildir. Çünkü onun
üzerindeki kısas hürriyetine kavuştuktan sonra mala
dönüşmüştür. Burada kıymetinin yarısı
vâcibtir.
Zira cinâyetin aslı onun kölelik halinde
olmuştur. Köle hatâen bir adamı öldürdüğünü ikrar
etse,
efendiye hiçbir şey lazım gelmez. Hataen
öldürmenin diyeti kölenin zimmetinde kalır.
Azad
edildikten
sonra ondan alır. Hacnedî'de de böyledir.»
Kerhî de
şöyle demektedir: «Kölenin hataen cinayetle
ikran bâtıldır. İster mahcur olsun, ister
mezun. İkrarından sonra azad edilse, cinayetten dolayı ondan hiçbir şey istenmez.» Bu konunun
tamamı inşallah cinayetler kitabında gelecektir.
«Kısas ve had
hususunda ilh...» Çünkü kısasla had ademiyetin
hususiyetlerindendir. İnsan. insan
olmak haysiyetiyle
kimsenin kölesi değildir. Her ne kadar mal olmak haysiyetiyle
başkasına mülk
de olsa.
Bundan dolayı da efendinin üzerinde
kısas ve hadle ikran geçerli değildir. Köle, kısas ve
had hususunda
asıl hürriyeti üzerinde devam ettiği
için ikrarı da nâfızdir. Çünkü hakkı olan bir şeyi
ikrar etmiştir. Efendisinin hakkının bâtıl olması ise
zımnendir. Kifâye.
«Zararla menfaat arasınca gidip gelirse
ilh...» Sırf fayda olan bir şeye gelince, hibe ve ücret alması
da istihsânen
sahihtir. Mahcur olan kölenin efendisinin izni olmasa bile
muhâlea bedelini kabul
etmesi sahihtir. Çünkü sırf menfaattir. Çocuğun başkasının malı hakkındaki konuşması, vekil
olduğu
takdirde sahihtir. Çocuğun başkasının talâk ve azadı hakkında konuşması da geçerlidir.
Cevhere.
«Bir mahcur
ilh...» Burada mahcurdan maksat çocuk ve köledir. Bazı âlimlere göre ise burada
mahcurdan maksat, köle, çocuk
ve aklı başına gelen akıl hastasıdır. Cevhere.
«Satımın mülkiyeti
elden çıkardığını ilh...» Mezun bahsinde diğer bir kayıt da gelecektir. Cevhere'de
de, «Baha ile karşılığı
olan malın bir mülkte toplanmadığını bilse» sözü ziyadeleştirilmiştir.
Şahan'da da şöyle
denilmiştir: «Akılsızlığın belirtilerindendir
ki, helvacıya parayı verip helvayı
aldıktan
sonra tekrar parasını ister. Eğer parayı geri istemeyerek gitse, o adam akıllı demektir.»
«Velisi dilerse icazet
verir ilh...» Eğer onda fâhiş bir aldatma yoksa. Eğer fâhiş bir aldatma varsa,
veli icazet
verse de yine sahih değildir. Ama az bir aldatma bunun aksinedir. Cevhere.
Velinin
beyanı mezunlar kitabının sonunda
gelecektir.Yineileride gelecektir ki,
baba izin vermese.
fakat hâkim izin verse,onunsatımı sahih olur.
«Ona zamin
olur ilh...» Eğer bir günlük çocuk birisinin şişesinin
üzerine düşüp onu kırsa, o
çocuğun
üzerine peşin olarak tazmin vacib olur. Yine bunun gibi, akıl hastası veya
köle bir şey telef
etseler, peşinen tazmin etmeleri gerekir. Nihâye'de
olduğu gibi. Kâfi'de olan da Nihâye'de olana
uygundur. Azmiye.
«Kölenin
tazmini azaddan sonradır ilh...» Yani malı telef etmekte. Ama nefsi telef etmekte ise. eğer
kısas edilmeyi gerektiren bir cinayet işlemişse, hemen kısas
edilir. Bilerek veya hataen birisinin
bir
azasını telef etmesinde de hüküm böyledir. H.
«Nitekim
yukarıda geçti ilh...» Yani Bedâyî'den
naklen. Bildin ki. Bedâyî'den naklen geçen Nihaye ve
başkalarında olan ifadeye aykırıdır. T. de her
iki ifadenin arasını uzlaştırmıştır. Sâyıhânî de
Bedâyî'de olan ifadeyi, «Eğer onun ikrarıyla
zahir olursa» sözü üzerine yorumlamıştır.
Zira Gâye'de
şöyle bir ifade vardır: «Gasb açık
olduğu takdirde köleye peşinen tazmin ettirilir. Köle de o
gasb
karşılığında satılır. Ama gasb eğer kölenin ikrarı ile
zahir olursa, onu ödemesi ancak azad ile
vacib
olur. Fakih
de böyle demiştir.»
«Mahcur çocuk bir adam öldürse ilh...» Yani mahcur
olan çocuk. Burada hacr ile takyit edilmesi
ihtirazî bir
kayıt değildir. Katta çocuk ticaretle
izinli bile olsa, yine
hükmü böyledir. Eşbâh üzerine
Ebussuud.
«Ancak birkaç
meselede ilh...» Bu söz, zamin olur sözünden istisna edilmiştir. Yani bu meselelerde
çocuk zamin değildir. Çünkü malik tarafından telef ettiği şeylere musallat
edilmiştir. Nitekim
Eşbâh'ta da
böyle ifade edilmiştir. Şu kadar var
ki Ebussuud Kınye'den naklen şöyle demiştir: «Bu
zımen
İmameyne göre akit zımândır. Çocuk da
zımâniyetin ilzamı ehlinden
değildir. İmam Ebû
Yûsuf'a göre
ise, bu zıman fiil zımanıdır. Çocuk da fiili iltizam etme ehlindendir.»
Tatarhâniye'de
de şöyle denilmektedir: «Çocuk veya köleye birisi bir
malı emânet verse, çocuk veya
köle o malı helâk etse,
İmam Muhammed'e göre zamin olmaz. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise. köle
azad
edildikten
sonra tazmin eder, çocuk da hacir üzerinden kalktıktan
sonra tazmin eder.»
Biz mezunlar
kitabının sonunda bu meseleyi
tamamlayıcı bir hüküm zikredeceğiz.
«Borç olarak aldığı ilh...» Ebû Hafs'ın nüshasında
cevap mutlak zikredilmiştir. Ebû Süleyman'ın
nüshasında ise, çocuğun zamin olmaması İmameynin görüşüdür. İmam Ebû Yusuf'un sözünde ise.
çocuk
zamindir. Sahih olan da ancak Ebû Yûsuf'un görüşüdür. Birî, Zahire'den.
Açık olan, «sahih olan» demesi, ihtilafın nakli
içindir, Ebû Yûsuf'un sözü için
değildir. Düşün.
Ebussuud,
Tenvîrü'l-Ezhân şerhinde. «Eğer çocuk başkasının
malını kendisine karz veya
vedia
edilmeden telef etse, âlimlerin icmaı ile zamin
olur» demiştir.
«Emânet edilen ilh...» Musannıf çocuğun yanına sözü ile. «Eğer bir mal çocuğun babasına
vedîa
olarak
verilen, çocuk da onu telef etse, babası zamin
olur» sözünden kaçınmıştır. Şarih burada
vedia
hususunda zamin olmamayı mutlak zikretmiştir. Halbuki köle
ve cariyeden başkası ile
mukayyettir. Ama
emanet edilen köle veya cariye olsa, çocuk
da onları helâk etse, fakihlerin icmaı
ile zamin olur. Bîrî,
Bedâyî'den.
Hamevî de
Üstürşunî'nin Ahkâmû's-Sığar isimli eserinden
buna aykırı olanı zikretmiştir. Zira
o şöyle
demektedir: «Mahcur bir çocuğa bir köle vedîa edilse,
çocuk bu köleyi katletse çocuğun
âkilesi
üzerine onun
kıymeti vardır. Eğer çocuğa yenilecek bir şey zamin edilirse, yediği
takdirde çocuk
zamin olmaz.»
Ben derim ki: Zıman, fakihlerin icmaı ile âkilenin üzerinedir kaidesi ile yukarıdaki ifadelerin orası
bulunur.
Düşünülsün.
«Velisinden izinsiz olarak ilh...» Bu sözün
sonrası buna ihtiyaç bırakmamaktadır.
Eğer çocuğun
velisi
çocuğun emanet almasına izin vermiş
olsa, fakihlerin ittifakı ile zamin
olur. Nitekim
Musaffa'da da
böyledir. Ebussuud.
«Ona yapılan
idadan istisna edilir ilh...» Yani yine
«vedia edilen eğer bir köle ise» ifadesi
de
yukarıdakinden istisna edilir. Bedâyî'de olan ifadeye binâen.
«Mal sahibi malı icta edene
de, alana da tazmin ettirir ilh...» Câmi-ü'l-Fusuleyn'de.
«Bu mesele
çocuğa ida edilme meselesinin
müşküllerindendir. Eşbah'ta da bu müşküle şöyle cevap
verilmiştir:
«Eğer mâlik o çocuğu malına musallat etmemişse.» Ama
yukarıda geçen bunun aksinedir.
Eşbâh'ta
verilen
cevaba şöyle itiraz edilir: Birinci çocuğa vermesiyle zaten malik onu malına musallat
etmiştir.
Hamevî'de olduğu gibi» denilmiştir.
Ben derim ki: Bu itiraz da def edilir. Eğer malık o malı birinci çocuğa vermiş olsaydı, artık ona
tazmin
ettiremezdi. Nitekim istisna edilen meselelerde
de bu geçti.
METİN
İmam Muhammed
ve Ebû Yûsuf'a göre ise, sefih kimse, malını tasarruftan hacredilir. Bu
konunun
tamamı Eşbah'ın çeşitli faydalar babındadır.
Ebû Hanîfe'ye
göre hür-mükellef kimse fısk, borç ve
gaflet sebebiyle de hacredilemez.
Ama halka
bâtıl hileleri öğreten gâfil müftü, mesela kadına
kocasından ayrılması veya zekâtın sakıt olması için
irtidadı
öğreten müftü, câhil tabib ve iflas
eden kervancı men edilir.
İmameyne göre
ise, sefâhet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur. Fetvâda da, onun malının
korunması amacıyla, İmameynin görüşüne göre verilir. Fetvâ da ancak İmameynin görüşü
üzerinedir. O
zaman üzerine hacr konulan kefih kimse hükümlerde çocuk
gibidir.
Ebû Hanîfe
ite İmameyn arasındaki bu
ihtilaf, feshi mümkün olan ve şakanın
iptal ettiği
tasarruflardadır. Ama
feshi mümkün olmayan, şakanın
ibtal etmediği tasarruflara gelince,
imamların icmaı ile hacir
konulamaz. Bundan dolayı musannıf,
nikâh, talâk ve köle azadında,
üm-mü'l-veled
yapmakta, tedbir etmekte, zekât, fitra ve haccın vücubunda, namaz ve oruç gibi diğer
ibadetlerde,
baba ve dedesinin velâyetinin üzerinden kalkmasında, ukubatlarla
ikrarının sıhhatinde,
infakta,
malının üçte birindeki vasiyetlerinin
sıhhatinde baliğ gibidir, demiştir.
Yani bunlarda
üzerine hacr konulmaz. Yalnız kefaretlerde köle gibidir. Eşbâh.
Velhâsıl şaka ile
ciddiyetin eşit olduğu tasarruflarda mahcurun
tasarrufu geçerlidir. Şaka ile
ciddiyetin
eşit olmadığı tasarruflarda ise onun
tasarrufu nâfiz değildir. Ancak
hâkimin izni ile
geçerlidir. Hâniye.
Çocuk baliğ
olsa, fakat reşid olmasa, onun malı yirmibeş yaşın»
dolduruncaya kadar kendisine
teslim edilmez. Ama
bu yaştan önce yaptığı tasarruflar sahihtir. Yirmi beş seneden sonra malının
ona teslimi
gerekir. Yani çocuğun talebinden sonra malı ona teslim edilmese, vasisi ona
zamindir.
Fakat taleb etmezden önce helâk olursa, zamin olmaz.
Mitekim mücteba ve diğer âlimlerin sözü de
bunu ifade
eder. Şeyhimiz böyle demiştir.
Yirmibeş
yaşından sonra, reşid olmasa bile malı ona vücuben teslim edilir. İmameyn şöyle
demiştir:
Onun malı. onda rûşd görülünceye
kadar ona verilmez. Onun malında tasarruf etmesi de
câiz değildir. Onlarda rüşd görürseniz mallarını
kendilerine verin.» (Nisâ: 6)
âyetindeki «rüşd»den
maksat,
yalnız malında maslahata uygun davranmaktır. Kendisi fâsik olsa da hüküm
değişmez. İbn
Abbas böyle
tefsir etmiştir.
Hâkim borçlu
hür kimseyi, malını satıp borcunu
ödemesi için hapseder. Ve onun borcunu izin
almaya gerek
görmeksizin onun parasından öder. Onun borcu dirhem olsa, elindeki para da dinar
olsa, yine
öder. Borcu altın ise, istihsanen,
gümüş paralarını satar, altınla borcunu öder. Çünkü
semeniyet
(mal değeri) bakımından ikisi de birdir. Ama
hâkim onun ev eşyasını ve akarını borcu
için satmaz. İmameyn buna karşı çıkmıştır. Yani akarı da, ev eşyası da borcu için satılır. Fetvâ da
İmameynin
görüşü ile verilir. İhtiyâr.
İmâmeynin
görüşü Kudurî tarafından da sahih görülmüştür. Borçlu kimsenin halen
muhtaç
olmadığı malları satılır, öyleyse eğer bir malı ikrar etmiş olsa, o mal ona borçlardan
sonra gerekli
olur. Delil
veya hâkimin îlmi He sabit olmadığı
sürece, istihlâk ettiği bir mal gibi satılan malında
borçlularına
ortak olur. Çünkü fiilde hacr yoktur.
Yukarıda geçmişti.
İZAH
«Hür mükellef
hacredilmez ilh...» Bazı nüshalarda
«Hürrün üzerine hacr konulmaz» denilmiştir. Bil
ki, Ebû
Hanîfe'ye göre, Sefâhet, borç, fısk
ve gafletten dolayı âkil-bâliğ olan bir hürrün üzerine hacr
konulması caiz değildir. İmameyne göre ise, fısk dışında diğerleri sebebiyle hacr konulması
caizdir.
İmam Şâfii'ye
göre ise. hepsiyle hacr koymak caizdir.
Kifâye.
Gâfil müftü,
cahil tabib ve müflis kervancının
hacrine gelince, bu ıstılâhî bir hacr değildir. Nitekim
gelecektir.
Dürer'in
ifadesine göre ise, yine İmameyne
göre, fasık müftü de hacredilir. Bu
ifade bütün kitapların
ifadelerine aykırıdır.
Azmiye'de de bu muhalefete dikkat çekilmiştir. Burada
musannıf ve şârihin
sözü ise kapalıdır. Düşünülsün.
«Malı sarfetmek ilh...» Ama malı yersiz israf etmenin
dışında içki ve zina gibi günahları işleyenler
ıstılahî manada sefih değillerdir. Kuhistânî.
Öyleyse buradaki sefihten maksat, reşid olduğu halde sonradan sefih olan
kimsedir. Zira metinde
geleceği gibi reşit olmadan baliğ olsa, onun
malı teslim edilmez.
«Şer'in veya aklın aksine
ilh...» Nafakada israf ve boş yere sarfetmek veya faydasız yere harcamak
veya diyanet ehlinin bir maksat saymadığı
bir maksat için sarfetmek gibi. Mesela malını türkücü,
şarkıcı ve oyunculara
vermesi gibi. Veya uçan bir güvercini
yüksek bir fiyatla alması gibi. Çünkü
ticarette
aldanmak makbul bir şey
değildir. Hayır ve ihsanda hoşgörü meşrudur, fakat yeme ve
içmedeki gibi israf haramdır. Zira Allahu Teâlâ müslümanları medhederken, «Onlar,
sarfettikleri
zaman ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.»
(Fûrkan : 67) buyurmuştur.
Kifâye.
«İmam
Muhammed ve Ebû Yûsuf'a göre ise,
sefih kimse malını tasarruftan hacredilir ilh...» İleride
metinde aynı
ifade gelecektir. Bu sebeple bu ifade burada fazladır, şârihin de buradaki
fürûu sahih
değildir. H.
«Fısk ilh...» Yani bir kimse malını boş yere sarfetmiyorsa, fıskı sebebiyle hacredilmez. Çünkü fâsık
malını korumasa bile bütün Hanefî imamlarına göre kendi ve çocukları üzerine
velâyet ehlindendir.
Kuhıstânî.
«Borç ilh...» Yani her ne kadar borcu malından fazla
olsa bile. Alacaklılar da hâkimden onun
hacredilmesini isteseler
bile, borcundan dolayı hacredilmez. Kuhistânî.
«Gaflet sebebiyle
ilh...» Yani âkil bir kimse gafletinden dolayı hacredilemez. Çünkü gaflet ifsad
edici
değildir. Gâfil kimse zaten gafleti de kasdetmez. Gâfil kimse kâr edecek
tasarruflar da
yapamaz. Çünkü
kal-binin selâmetinden dolayı
satışlarında aldatılır. Zeylâî.
«Men edilir ilh...» Musannıf bu sözüyle burada menden maksadın hakiki
hacr olmadığına işaret
etmektedir.
Hacr, tasarruflarının nüfuzuna engel olan şer'î mendir. Zira müftü hacrdan sonra
isabetli
fetvâ verse, fetvâsı caizdir. Tabib de
ilaç satsa, satışı nafizdir. Bundan anlaşılıyor
ki
musannıfin
kullandığı menden maksat his bakımından mendir. Beday'i' den naklen Dürer'de olduğu
gibi.
«Utanmaz
ilh...» Cevhere de şöyle denilir:
«Bir şey kalınlaştığı veya katılaştığı zaman ona macin
denir. Araplar macin
kişi dedikleri zaman bundan onun utanmazlığını, hayasızlığını kasdederler. Bu
kelime hâlis bir Arapça değildir.»İbni Kemâl.
«İrtidadi öğreten
ilh...» Ve bir de câhilce fetvâ veren gibi. Şurunbulâliye,
Hâniye'den.
«Cahil tabib
ilh...» Yani hastalara helâk edici
ilaçlar içiren doktor. Verdiği ilaç hastalar üzerinde yan
etki yaptığı
zaman onu defetme kudreti de yoktur.
«Müflis
kervancı ilh...» Yani parası olmadığından deve kiralayamaz. Kendi devesi de
yoktur. Deve
alacak malı da yoktur. Yüklerini taşımak için halktan parayı toplar, taşıma zamanı geldiği zaman
yükü taşımaz, kendisi de saklanır.
Cevhere.
0 halde böyle
müflis kimseler din, beden ve mal için men edilirler. Bu men etmek de
iyiliği
emretmek, kötülükten men etmek kısmındandır. Kuhistanî ve
diğer kitaplarda olduğu gibi.
Bazı âlimler tarafından bu üç kimseye diğer üç kimse daha
ilhâk edilmiştir. Bunlardan birisi yiyecek
maddelerini stoklayan, ikincisi yiyecek maddelerini
kıymetiyle satmayıp zulmeden kimse, üçüncüsü
de yanında müslüman olan kölenin satışına
engel olan zımmî. Hâkim bu zımmîyi men eder ve köleyi
satar.
Ben derim ki: Emri bil maruf bundan çok daha geniştir.
Uygun olan, hastanın da malının üçte
birden
fazlasında tasarrufuna engel olunmanın zikredilmesiydi.
BİR UYARI: Bu ifadelerden anlaşıldı ki, bazı
sanat şahiplerinin diğer ehil sanatkârlara engel
olmaları câiz değildir. Nitekim Hâmidiye'de de böyle
fetvâ verilmiştir.
«İmameyne
göre ise sefahet ve gafletle hür
kimse üzerine hacr konulur ilh...» Cevhere'de şöyle
denilir: «Bu ittifaklarından sonra İmam Ebû Yûsuf ile Muhammed kendi aralarında ihtilaf
etmişlerdir. Ebû Yûsuf, sefîh ve gâfil kimsenin ancak hâkım
tarafından hacredileceğini ve bu
hacirin yine
ancak hakim tarafından kaldırılacağını söyler. İmam Muhammed ise, onun malındaki
fesâdı onu
hacreder, malındaki ıslâhı ise hacri kaldırır demiştir. Bu ihtilafın semeresi de, Hâkimin
hacr
koymasından önceki satışında açığa çıkar.
Ebû Yûsuf'a göre bu satış caiz,
Muhammed'e göre
ise caiz değildir.»
«Sefâhet ve
gafletle ilh...» Bir de, ileride geleceği üzere borçla. Âlimlerden bazıları gaflet yerine
fesad
tabirini kullanmışlardır. Burada fesaddan maksat da fısk değildir.
Dürrü'l-Münteka'da
şöyle denilmektedir: «İmameyne göre
hacrin sıhhati için o kimsenin iflası ile
hükümden
sonra hacredilmesi şarttır. İflasla hüküm, sefihin hacrinde
şart değildir. Halbuki sefihlik
malın hepsini
kapsar. Borçla hacre gelince, bu yalnız
elindeki mala hastır. Onun hacirden sonra
kazandığı malda tasarrufu nâfizdir. Nitekim Kuhistanî ve Bercendî'de de böyle denilmiştir.
Hıfzedilsin.
Tatarhâniye'de
de şöyle denilmektedir: «Borç sebebiyle hacredilen kimse
üç durumda sefahet
sebebiyle hacredilenden
ayrılır. Birincisi, sefihin hacri onda olan bir maksat içindir kis o da
onun
sui
ihtiyâridir. Yoksa alacaklıların hakkı için değildir. Ama borç sebebiyle
hacredilen bunun
aksinedir ki bunun hacri hâkimin hükmüne muhtaçtır. İkincisi,
sefahetle hacredilen kimse
bir köle
azad etse, köleye de çalışmak vacib olsa, vacib olan şeyi çalışarak edâ etse,
efendisinden hacr zâil
olduktan
sonra say ederek ödediğim rücu
edip efendisinden alamaz. Ama
iflasla hacredilen kimse
bunun
aksinedir. Üçüncüsü, borç sebebiyle
hacredilen kimse, hacrolunduğu halde ikrarda bulunsa,
bu ikrarı
üzerinden hacr kalktıktan sonra nâfiz olur. Yine borç sebebiyle hacr edilen
kimsenin ikrarı
ne harc hâlinde ne de ondan sonra hazır veya
sonradan alacak malı hususunda nâfiz değildir.
Özette.
Ben derim ki: Borç sebebiyle hacredilen kimsenin hacri hüküm üzerine bağlı
olur. Bu kayıt geçen
ifade üzerine
eklenir. Yani Ebû Yûsuf'un görüşü
üzerine. Çünkü onun hacri alacaklıların
hakkı
içindir. Ama
sefihin hacri bunun aksinedir. Çünkü o
kendi hakkı için hacredilmiştir. Onun hacri
hâkimin
hükmüne bağlı olmaz. Nitekim ben buna yukarıda da işaret etmiştim.
Fakihlerin sözünün açık anlamı, Ebû Yûsuf'un sözünün Muhammed'in sözü üzerine tercih
edilmesidir.
«İmameynin
görüşü üzere ilh...» Kadıhan,
Kitâbü'l-Heytan'da imameynin görüşü
ile fetvâ
verileceğini
açıklıkla söylemiştir. Kadıhan'ın bu açıklaması
sarihtir. Bu, sarâhati iltizamdan daha
kuvvetli olur. Şeyh Kâsım Tashih adlı eserinde böyle demiştir. Şeyh
Kâsım'ın maksadı şudur:
Metinlerde
bulunan «Hür hacredilmez» sözü iltizamla tashih edilmiştir. Kadıhân'da
vâki olan,
«Fetvâ
onların görüşü üzerinedir» açıklaması ise düzeltmeyi açıklamasıdır.
O zaman mutemed
görüş ancak o olur. Mevlâ da Fevâid adlı eserinde «Fetvâ onun üzerinedir» demiştir. Minâh.
Şeyh Salih'in
haşiyesinde şöyle denilmektedir: «Muteber kitapların birçoğunda, «Fetvâ
imameynin
kavli
üzerinedir» sözü açıklıkla zikredilmiştir.»
Kuhistânî'de
Tevzîh'ten naklen, «tercih edilen. İmameynin görüşüdür.» denilmiştir. Belî ve
Ebü'l-Kâsım
da İmameynin görüşü ile fetvâ vermişlerdir. Nitekim Minâh'ta Hâniye'den naklen,
musannıfın
gelecekteki, «Hâkim borçlu olan hür kimseyi hapseder» sözünden hemen
önce
zikredilmiştir.
«Çocuk
gibidir ilh...» Yani akıllı çocuk gibi. Kıt akıllı baliğ de
akıllı çocuk gibidir. Eşbâh
hâşiyelerinde
olduğu gibi.
«Nikâhta, talâkta ilh...» Eğer sefih veya gâfil
nikâhladığı kadın ile bir mehir konuşursa mehr-i misil
miktarını
vermesi câizdir. Fazlası bâtıl olur. Eğer zîfaftan önce boşarsa,
mehr-i müsemmânin yarısı
kadar vermesi
vâcibtir. Çünkü miktarını belirleme halinde mehr-i misil kadarı
geçerli olur. Dört
kadınla
evlense veya her gün bir kadınla evlense de hüküm
yine böyledir. Zira evlenme onun
aslî
ihtiyaçlarındandır. Zeylâî.
«Köle
azadında ilh...» İmam Muhammed'e göre kölenin kıymeti kadar çalışması
gerekir. Doğru olan
da ancak İmam Muhammed'in görüşüdür. Turi.
«Ümmü'l-veled
yapmakta ilh...» Yani câriyesi doğum yapsa,
sefih veya gâfil doğan çocuğun
kendisinden
olduğunu iddia etse, çocuğun nesebi sabit olur. Çocuğu doğuran cariye de sefîhin
ümmü'l-veledi
olur. O câriye onun ölümüyle de onun
malının tümünden azad edilmiş olur. Ne
cariyenin ne
de çocuğunun hiçbir şey için çalışması gerekmez. Çünkü
çocuğun nesebinin sübutu
cariye için
şahit sayılır. Çocuk cariye ile beraber olmadığı
halde sefih cariyenin kendisinin
ümmü'l-veledi
olduğunu iddia etse. o cariye
satılmaz. Cariye sefihin ölümü hâlinde, kıymeti kadar
çalışır. Hastanın ümmü'l-veledinin durumu da
böyledir. Zeylâî.
Câriyenin kıymetinîn tümü de sırf câriyeliğinin
kıymetinin üçte biridir. Cevhere.
«Tedbir
etmekte ilh...» Müdebbere yaptığı
kölesi, efendinin reşid olmadan ölmesi halinde
müdebbere
olan kıymeti kadar çalışır.
Müdebber kölenin kıymeti de müdebber
olmayan kölenin
kıymetinin
üçte ikisidir. Bazı alimlere göre de yarısı
kadardır. Fetvâ da bunun üzerinedir.
Cevhere.
Şu kadar var
ki, metinde «Onun malının üçte birine kadar vasiyeti geçerlidir» sözü gelecektir.
Tedbir de o
vasiyettendir.
Turî'de Muhit
adlı eserden naklen şöyle
denilmiştir: «Bizim meşâyihimiz
demiştir ki: Kölenin
çalışması, ehli salâhın
bu vasiyeti israf addetikleri takdirdedir. Eğer salâh ehli o
vasiyeti israf
addetmiyor,
mahut ve güzel olarak kabul ediyorlarsa, köle malın üçte birinden çıktığı takdirde,
kıymeti için
çalışmaz.»
«Zekâtın ilh.. » Hâkim zekâtını dağıtması için
malını ona verir. Çünkü zekât
ibadettir, onda niyet
gerekir.
Yalnız şu kadar var ki, hâkim onunla emin bir adamını gönderir ki,
zekâtını uygun olmayan
yerlere sarfetmesin. Hidâye.
«Fıtranın
vücubunda ilh...» Fıtrasının
vücubunda bir görüş vardır ki, fıtra küçük çocuğa
da vacibtir.
Hatta çocuğun
velisi onun fıtrasını vermese, baliğ
olduktan sonra edâsı vacib olur.
Nitekim bu
husus fıtra
babında geçmişti. Öyleyse fıtrada sefih çocuğa muhalif değildir.
Ancak şu denilir ki, fıtra
ile muhatab
çocuk değil, velisidir. Bu itibarla çocuğa muhaliftir. Düşünülsün.
«Haccın
vücubunda ilh...» Çünkü hac insanların sun'u olmaksızın Allah'ın gerekli kılmasıyla yine,
ömürde bir
defa sefihin umre yapmasına da
istihsanen engel olunmaz. Onun kıran haccı yapmasına
da engel
olunmaz. Zira: her ikisine ayrı ayrı sefer yapmasına da engel
olunamaz. öyleyse ikisini bir
arada
yapmasına da engel olunamaz. Zira hac ile umreyi berâber yapmanın vücubu
hususunda
görüş
ayrılığı vardır. Ancak, telef
etmemesi için nafakası doğru bir adama teslim edilir.
Sefih arefe
vakfesinden önce karısı ile cinsi
temasta bulunsa, hâkim ona dönüş nafakasını da verir.
Kefareti ancak hacir kalktıktan
sonra yerine getirir. Sefih umresini
ifsad etse, onu hacir kalktıktan
sonra kaza eder. Bu konunun tamamı Cevhere'dedir.
Seflh nâfile
hac için ihrama girse. ona evinde yiyeceği
kadar nafaka verilir. Ona, dilerse yaya olarak
hacca gitmesi söylenir. Ama eğer hâkim ona nafakasını çok verirse, fazla olan kısmı ile
bir hayvan
kiralamak istediği takdirde ona engel olunamaz.
Turî.
«Diğer
ibadetler ilh...» Yani bedenî ibadetler. Yalnız malî veya
hem malî. hem bedenî ibadetler değil.
Haccın ve
diğer ibadetlerin istisnasında bir görüş vardır ki bunları çocuk da yapsa büyük gibi
geçerlidir. Ancak
şöyle denilebilir: Burada geçerli olmaktan maksat, vâcib olma yoluyla
geçerlilik
olup
çocuğunkinin geçerli olmasının
vücubiyetten dolayı değildir.
Düşünülsün.
«Baba ve
dedesinin velâyetlerinin üzerinden kalkmasında
ilh...»
Yani babası
i!e dedesinin sefih ve gâfil üzerinde
velâyetleri yoktur. Ama çocuk bunun aksinedir.
Hamevî.
Yani baba ile
dedenin velâyeti çocuk üzerine
sabittir.
«Suçları ikrarının sahih oluşunda ilh...»
Meselâ sefih kısasın üzerine vacib olduğunu ikrar etse. Bu
kısas nefiste veya
nefisten aşağıda olsa da, ikrarı geçerlidir.
Hamevî.
«İnfakta
ilh...» Yani nefsi üzerine, çocuğuna, karısına ve nafakası
üzerine vacib olan yakınlarına
infak
etmesinde de çocuğa aykırıdır.
Şerhu
Tenvîrî'l-Ezhân.
Metnin bazı
nüshalarında onun vakıf yapabileceği
de zikredilmiştir. Şu kadar var ki Eşbâh'ta. «Onun
vakfı
bâtıldır. Ama âlimler sefih ve gâfil hâkimin izni ile malını vakfetmesi hususunda ihtilaf etmiştir.
Belhî bunu
sahih görmüştür. Ebu'l-Kâsım da bâtıl kabul etmiştir.»
«Malının üçte
birindeki vasiyetlerinin sahih olmasında
ilh...» Yani ona varis olduğu
takdirde. Kıyasa
göre diğer
teberruları gibi onun vasiyetinin de caiz olmaması gerekir. İstihsanın şekli ise, onun
üzerindeki hacr malını korumak amacıyla konulmuştur. Ki, malını
telef edip başkalarına yük
olmasın. Bu
da ancak sağlığında olabilir. Ama ölümünden sonra maldan müstağni olduğuna göre,
vasiyetinin malının üçte birinde nâfiz olmaması için değil. Bunun bu
vasiyeti eğer hac, fakirler,
mescid
yapımı, vakıflar, köprü ve geçitler gibi hayır ve salâh ehlinin vasiyetlerine uyarsa geçerli
olur. Ama vasiyetinde
Allah'ın rızasını kazanma yoksa, bize göre onun vasiyeti
nâfiz olmaz. Turî.
«Baliğ
gibidir ilh...» Yani hacîr altında olmayan bâliğ gibidir. Yoksa zaten kendisi bâliğdir. H.
«Kefâretlerde
köle gibidir ilh...» Öyleyse
eğer yemin etse, yemininde hâni olsa, veya bir kurban
veya sadaka
adasa, veya karısına zihar yapsa, onların kefâretini
mal olarak vermesi gerekmez.
Yemin ve
diğer kefâretlerini oruç tutarak yerine
getirir. Zeylâî.
«Velhâsıl ilh...» Şârihin bu sözü yukarıdaki «Ebû Hanîfe ile İmameyn arasındaki...»
sözünden sonra
demesine
ihtiyaç yoktur. Şu kadar var ki şarih bu sözü «ancak hâkimin
izni ile» sözü için tekrar
etmiştir. Şârih bunu «ancak» kelimesi ile niçin haşretmiştir. Zira yukarıda geçtiği gibi ondan
babasının ve
dedesinin velâyeti zail olmuştur.
«Onun malı
ona teslim edilmez ilh...» Bu icmâ iledir. Kifâye'de olduğu gibi. Ancak fakihler
arasındaki ihtilaf, yirmi beş yaşından sonra malının ona teslimi
hususundadır. Nitekim gelecektir.
Öyleyse çocuk müfsid şekilde baliğ olursa, ister hacredilsin, ister hacredilmesin malı ona teslim
edilse, o da malını zayi etse, vasisi onun zayi ettiği
malı zamindir. Ama vasisi, iyi
bir çocuk olduğu
halde malını teslim ederek ona ticaret izni
verse, mal elinde zayolsa, vasi zamin olmaz. Nitekim
Hâniye' den naklen Minâh'ta da böyledir.
Ebussuud
hâşiyesinde Velvâliciye've nisbetle şöyle
demiştir: «Vasi, çocuk bozguncu olduğu halde
malını ona
vermekle nasıl zamin olursa, bulüğdan sonra onun rüşdü açığa çıkmadan önce verdiği
takdirde de
yine zamin olur.»
Allâme Şilbî'ye,
«Üzerinde vasi olan bir kimse baliğ olsa, onun büluğu yalnız rüşd ile mi sabit
olur,yoksa delil
gerekli midir?» diye sorulunca şu
cevabı vermiştir: «Onun rüşdü ancak şer'i bır
delille sabit olur.» Bunun misli Hayriye'de de mevcuttur.
Birî'nin
şerhinde Bedâyî'den naklen şöyle denilmiştir: «Tecrübe için malından
bir miktar vererek
ticaret izni
vermesinde veli için bir beis yoktur.
Eğer onda rüşd görürse, geri kalan malını da ona
verir.»
«Ta, yirmi
beş yaşını dolduruncaya kadar ilh...» Yani onun rüşdü yirmi beş yaşından önce
bilinmemişse, hüküm böyledir.
«Bu yaştan önce yaptığı tasarruflar geçerlidir ilh... .»
Uygun olan burada, musannıfin fa ile değil, Kenz'de olduğu gibi vav ile tabir
etmesiydi. Şu kadar
var ki,
musannıfın «malı ona teslim edilmez sözü men an-lamındadır. Zira âkil-bâliğ
kimse Ebû
Hanîfe'ye
göre hacredilmez. Bu da tedip için
mendir, hacr değildir. O zaman fa ile ayrıntı yapmak
geçerli olur. Anla.
«Zamindir
ilh...» Yani onun elinde helâk olursa, zamin olur. Çünkü engel olmakla
haddi aşmıştır.
Ama çocuk baliğ olduğu takdirde hali henüz anlaşılmadan, tecrübe ile
rüşd ve salâh hâli
bilinmeden
önce çocuğun isteğine engel olsa, vermese, mal helâk olduğu
takdirde zamin olmaz.
Şihabettin
Çelebi Fetâvâ'sında şöyle demiştir: «Vasinin üzerine vacib
olan, malı ona teslim
etmemesidir. Ancak
tecrübeden sonra teslim edebilir. Eğer tecrübe için engel
olursa, o zaman bir
vacib için
engel olur ki, o zaman helâk olduğu takdirde haddi aşmış olmaz.»
Hâniye'de de buna şehâdet edecek söz
vardır. Remlî. «Şeyhimiz böyle
demiştir ilh... » Yani Remlî.
Minâh
haşiyesinde.
«Reşid olmasa dahi ilh...» Çünkü çocuk öyle bir yaşa
ulaşmıştır ki, cidden onun reşid olması
düşünülür.
Zira, onun maldan men edilmesi de tedbir içindir. O bu yaşa ulaştığı zaman artık
teeddüb ümidi kesilir. Zeylâi.
Özetle.
«Onda rüşd
görülünceye kadar ona verilmez ilh...»
Yani her ne kadar ihtiyarlamış bile
olsa.
İmameynin bu
sözü ile diğer üç mezhep imamı da
hükmetmiştir. Miraç.
«Malında tasarruf etmesi de câiz değildir ilh...»
Yani geçtiği üzere hâkim ona cevaz vermediği
sürece, tasarrufu câiz olmaz. İşte bu da imamlar
arasındaki ihtilâfın semeresidir.
Yine, ihtilafın
semeresi, bu süreye ulaştıktan sonra müfsid olarak baliğ
olursa, İmameyne göre vasi zamin olur.
Ancak Ebû Hanîfe'ye
göre zamin olmaz.
«Malında salâh sahibi olmasıdır ilh...» İşte bu
da Netif'ten naklen Birî de olan ifadenin manâsıdır.
Birî'de olan
ifade şöyledir: «Reşid bize göre, malını helâlde infak eden, haramdan
da kaçınan ve
malını bâtıl
ve günahlarda infak etmeyen, tebzir
ve israf yapmayandır.»
«Yalnız
malında ilh...» Yani dininde salâh sahibi olması şart değildir. İmam
Şafiî buna muhalefet
ederek, «Dininde de salâh sahibi olması
şarttır» demiştir.
«Fâsık dahi olsa ilh...» Musannıfın bu sözü, yukarıdaki «yalnız» sözünün tenkididir.
Musannıfın
burada fıskı
mutlak zikretmesi, asli olan
fıskla arız olan fıskı da kapsar.
Hidâye'de olduğu gibi. Bu
da malına zarar olmadığı sürece böyledir.
«Malını satıp
borcunu ilh...» Musannıf burada malı mutlak zikretmiştir. O halde,
borçlunun rehin,
icar ve iare
olan mallarının hepsine onun mülkü olan her şeyi kapsar. Remli.
Hâkimin
borçlunun malını satması do zorlama (ikrâh) değildir. Yerinde geçtiği gibi bir hâk için
satmaktadır.
Zira borçlu borcunu ödemediği için zâlimdlr.
«Ondan
izinsiz ilh...» Zira, alacaklı
kendi alacağının cinsinden bir mala sahipse, borçlunun
malını
alma imkânına kavuşursa, ondan izinsiz de alabilir. Öyleyse, Kadı ona
yardım etme hakkına
sahiptir. Zeylâî.
«İstihsânen ilh...» Kıyasen caiz değildir. Zira bu yol, borcun ödenmesi için muayyen bir yol değildir.
O halde, o da uruz gibi olur.
«Semeniyet
bakımından ikisi de birdir ilh...» Bu istihsanın şeklini beyan etmektedir. Bundan dolayı
altın veya gümüş zekâtta bir diğerine eklenir.
Halbuki bunların ikisi sureten muhteliftirler. Bu da
açıktır. Hükmen de muhteliftirler. Çünkü aralarında riba-ı fazl cari olmaz.
İkisinin semeniyet
bakımından
bir olmasına bakılınca, Kadı'ya tasarruf velâyeti sabit olur. Muhtelif olmalarına
bakılınca da, alacaklı
kimsenin alma velâyeti selbedilir.
Çünkü her iki açıdan da amel edilmektedir.
Ama uruz
bunların hilâfınadır. Çünkü garaz
uruzun hem suretine, hem de aynına taalluk eder.
Ben derim ki: Hazr ve ibahat bahsinde Mücteba'ya
örnek olarak şunu gördüm: «Alacaklı
borçlusunun
dinarlarını görse, onun da borçlusunda bir dirhemi olsa. onun dinarlarından
bir
dirhem kadarını alır. Zira semeniyette cins olmakta ikisi
de birdir.» Bu gördüğümün misli Farisî'-nin
Câmiü'l-Kebîr
telhisinin şerhinde, pazarlıkla satışta
yemin konusunda mevcuttur.
BİR UYARI: Hamevî Kenz Şerhi'nde, Allâme
Makdisî'den. o da ceddi Eşkar'dan
o da Ahseb'in
Kudurî
Şerhi'nden naklen şöyle demektedir:
«Alacağının cinsinin aksinden
almasının caiz olması, fakihlerin zamanında idi. Çünkü onlar
hukuka
itaatkâr idiler. Bugün ise fetvâ alacaklının borçlusunun hangi malını almaya kudreti varsa, onu
olmasının caiz olması üzerinedir. Bilhassa bizim
diyarımızda durum böyledir. Çünkü
bölgemiz halkı
isyan
üzeredirler. Şair, şiirinde şöyle
demiştir «Bu zaman helâk olsun. Çünkü
hukuk zamanı değil,
isyan
zamanıdır. Bu zamanki her arkadaş arkadaş
değildir. Her dost da, doğru
dost değildir.» T.
«İmameyn buna
muhalefet etmiştir ilh...» Uygun olan, musannıfın, «İmameyn buna muhalefet
etmiştir»
değil, «imameyn demiştir» demesiydi.
Fetvâ da bununla verilir. Nitekim bunun daha uygun
olması da gizli bir şey değildir. H.
«Akarı da, ev
eşyası da borcu için satılır ilh...» şarih bu
tefsirle bundan başkasında imamlar
arasında
ihtilaf olmadığına işaret etmektedir.
«İhtîyar ilh...» İhtiyar'da olanın benzeri Mülteka'da da vardır.
«Halen muhtaç
olmadığı malları ilh...» Tebyin'de şöyle denilir: «İmameyne göre hâkim borçlunun
malını sattığı
zaman nakitlerinin satışına başlar. Ondan sonra ev eşyasını, sonra da akarını satar.
«Alimlerden bâzılarına göre ise, hâkim
önce onun ev eşyasından helâkınden korkulan şeyi
satar.
Sonra da akarını satar.
«Velhasıl, ona uygun olanı satar. Yalnız onun
üzerinde bir takım elbisesini bırakır. Bazı âlimler de
iki takım kalır demişlerdir.
Çünkü elbisesini yıkadığında bir
diğeri gereklidir. Bazı alimler de eğer
borçlu
takımsız bir elbise ile yetinirse takım elbisesi de satılır,
onun fiyatının bazısı ile borcu ödenir,
geri kalan kısmıyla da giyeceği bir elbiseyi
alır. Meskende de böyle yapılır. İşte bundan dolayı
fakihler hâkim, borçlunun halen muhtaç olmadığı şeyi satar demişlerdir. Meselâ, yazın keçeye
ihtiyacı yoktur, satılır. Veya kışın sahtiyan
bir döşeğe ihtiyacı yoktur, satılır.
Ama onun malından
ona,
zevcesine, çocuklarına ve nafakası üzerine farz olan yakınlarına da infak eder.» Özetle.
Rahmetî de
şöyle der: «Tebyîn'in dediği şunu ifade etmektedir
ki, borçlu bir kimseye icarlı bir evde
oturması
teklif edilemez. Nitekim fukaha, haccın vücubu hakkında da böyle demişlerdir.
Düşünülsün.»
Medenî'nin
hâşiyesinde de şöyle denilmektedir:
«Ben diyorum ki, eğer onun elinde oturacak
yerinden fazla
olarak Sultanın vakfettiği akarlar varsa, veya Sultanın defterinde onun birçok
sadaka
haklan varsa,
bunları satması için emredilemez. Nitekim bununla âlimlerden
birçok kimse fetvâ
vermiştir.»
Yani, o vakıf
ve sadakadan ferağı ile emredilemez. Çünkü onları satmak caiz değildir.
Düşünülsün.
«Borçlardan
sonra lazım olur ilh...» Yani borçlardan dolayı hacredilen kimse bir mal ile ikrar etse, o
ikrar ettiği
malı hacrine sebep olan borçlarını
ödedikten sonra öder. Ama bu malda
eğer hacrden
sonra
istifade ettiği bir mal değilse. Yoksa, ikrar ettiği malı da
hacrden sonra istifade ettiği maldan
öder. Nitekim
Mevahib ve Hidâye'de de böyledir.
Biz bunu
Tatarhâniye ve Mülteka şerhinden naklen zikrettik. Tatarhâniye'de daha sonra «O halde
alacaklıların haklarını iptale sebep olan
her tasarrufa hacr tesir. Hibe ve sadaka gibi. Satışa gelince,
eğer
kıymetinin misli ile satıyorsa, caizdir.
Eğer çok düşük bir fiyatla satıyorsa. caiz
olmaz. Alan
müşteri de
gabni izale etmekle fesih arasında muhayyerdir.
Hastanın satışı gibi. Eğer malını
alacaklısına satsa,
sattığı malın semeni ile borcunu takas etse, caizdir. Eğer
borçlusu bir kişi ise.
Yok eğer
borçlusu çok ise, eğer kıymeti ile satarsa, satışı takassız
geçerlidir. Bu mahcur,
alacaklıların bazısının alacağını ödese,
bazısınınkini ödemese, yine hasta gibidir» denilmiştir.
Özetle.
«Delil ilh...» Yani. onun ödünç aldığına veya
kıymeti karşılığında aldığına
şahitlik edenler olursa.
Tatarhâniye.
«Hakimin ilmi ilh...» Mutemed olan, hâkimin kendi ilmiyle
satmasının caiz olmamasıdır. T.
«İstihlâk ettiği bir mal gibi ilh...» Zira istihlâk ettiği malın
sahibi de alacaklılara dahil olur. Eğer
mehr-i
misliyle bir kadınla evlenirse, bunun
hükmü de böyledir. İbni Melek.
Onun malı
istihlâk etmesinden maksat, yani kendisi ikrar etmeden, malı istihlâk ettiğinin
sabit
olmasıdır. Eğer ikrarı ile
sabit olursa, buhususta Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Borçlu salâh
sahibi
olduktan sonra ikrarı kendisinden sorulur. Şöyle ki, ikrar ettiği mal, hacrden önce üzerinde
bir hak
mıydı? Eğer evet derse, o mal ile de
sorumlu tutulur. Eğer evet demezse
sorumlu tutulmaz.
Hacir altındaki çocuk hakkında da cevabın böyle olması
gerekir.»
METİN
Bir kimse iflas etse, yanında satın aldığı bir eşya olsa. bunu satıcının izni ile parasını ödemeden
kabzetmiş olsa, satıcı
onun semeninde diğer alacaklılarla eşittir.
Eğer o eşyayı kabızdan önce veya
sonra iflas etmiş olsa, eşyayı da satıcının izni olmadan kabzetmiş
bulunsa, onu satan kimse geri
ister veya semenini ödetmek için hapsettirir.
İmam Şâfii de, «Satıcı
satım akdini feshetme hakkına da sahiptir» demiştir.
Hâkim bir kimseyi hacretse, o da davasını ikinci bir hâkime götürse, ikinci hâkim
onu serbest
bırakarak tasarruflarına icazet verse, (-Hâniye'de böyledir.
Bu görüş Dürer ve Minâh'ta yoktur.-) caiz
olur.
Mahcurun malında yaptığı alış-veriş gibi tasarruflar, ikinci hâkimin icazetinden
ister önce
olsun, ister
sonra, câizdir. Çünkü birinci hacri ictihad konusu olan bir
meseledir. O halde onun
birinci hacri, diğer bir hâkimin tasdikine bağlı
bulunur.
FER'İ
MESELELER:
Gaib olan kimsenin hacredilmesi de geçerlidir. Şu kadar var ki o öğreninceye
kadar hacredilmiş
olmaz. Hâniye.
Hacr, rüşdle kalkmaz.
Bir kimse reşid olduğunu iddia etse hasmı da onun sefahat üzere kaldığını
iddia etse, ikisi de delil
getirseler, uygun olan, onun sefihliğinin kaldığını
isbat eden delilinin tercih
edilmesidir. Eşbâh.
Vehbâniye'de
şöyle denilmiştir: «İki hasmın
birisi ikrarının hacirden önce diğeri de hacr sırasında
olduğunu
iddia etseler, hacr sırasında ikrar edildiğini iddia edenin
sözü kabule daha layıktır.
Hacredilen kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet verse, fakat
müşteriye malın
semenini
vermemesini söylese, müşteri buna
rağmen semeni öderse, zarar eder.
Hâkim o semeni
tekrar alır.»
İZAH
«İflâs etme ilh...» Yani elinde bir kuruş kalmayacak
bir duruma düşse, Bazı alimler de. iflas
kelimesini tefsir ederken. dirhemleri varken,
sonra dirhemleri gidip fulus sahibi olması demişlerdir.
Misbâh.
Burada
iflastan maksat. hâkimin onun iflası ile hükmetmesidir. Biliniz
ki, iflas eden kimseye
mal
satan adam eğer malin bedelini peşin konuşmuşsa
diğer alacaklılara eşit olur. Ama eğer semeni
vadeli ise,
diğer borçlulara ortak olmaz. Şu kadar var ki, sattığı malın semenin
ödeme vakti
girdikten
sonra alacaklının kabzettiğine hisselerine
göre ortak olur. Makdisi'de de böyledir.
Sayıhânî.
«Satan adam geri ister ilh...» Yani aldığı malı,
satıcıdan izinsiz olarak kabzettikten
sonra iflas
ederse, satıcı onu geri alabilir. Musannıfın «hapsettirir»
sözü de kabızdan önce ifllas etmesine
bağlıdır.
Burada musannıfın iki sözü birbirine telif edip neşretmesi tertibin aksinedir.
Düşünülsün.
«Hâniye'de de
böyledir ilh...» Şârih bu sözü ile Şurunbulâliye'ye
uyarak metin üzerinde kapalılığı
gidermiştir.
Zira Hâniye'de olanı nakletmiş, sonra da tasarruflarına icazet vermeyi serbest
bırakılmasına şart kılmıştır.
Ben derim ki: Açık
olan şudur ki, hâkimin icazeti onun yaptığı şeylerin caiz olmasının şartıdır.
Yoksa serbest bırakılmasının cevazı için değildir.
Metinde zikredilen ise serbest bırakmasının
cevâzıdır. O
halde, musannıfın bu sözü metin üzerine bir kapalılığı giderme değil,
belki diğer bir
hüküm
ifadesidir. Düşünülsün.
«Birinci harci ictihad konusu olan bir meseledir ilh...»
Hidâye'de
önce bu görüş «Birinci hâkimin
hacri
fetvâdır, hüküm değildir» sözüyle açıklanmıştır.
Çünkü hakkında hüküm verilen bir şey
için
verilen
ikinci bir hüküm mevcut değildir.
Sonra Hidâye sahibi sözlerine devamla,
«Eğer birinci
hâkimin hacri hüküm olmuş olsa, hükmün kendisi ihtilaf
edilecek bir konudur. O zaman da tasdik
etmek gerekir» demiştir.
Zeylâî de, «Ta
ki gerekli ola, zira, ihtilaf eğer hükmün kendisinde vaki
olursa, zaten tasdik lazım
gelmez.
Bununla birlikte, üzerinde icma edilmiş
bir hüküm de olmaz. Eğer ihtilaf
hükümden önce
mevcut ise
üzerinde icma edilmiş bir konu olur. O zaman da iki hâkimden
birisinin sözü hükümle
tekid edilir. Sonra da hüküm bozulmaz. Ama
eğer ihtilaf hükmün kendisinde ise, o zaman
ikinci bir
hükümle de
ihtilaf hasıl olur. O zaman da üzerinde icma edilen bir konu
olması için diğer bir hüküm
lazım gelir. Çünkü ihtilafın varlığından sonra ona hükmedilmektedir. İşte mânâsı budur.»
Şu kadar var
ki, burada da kapalılık vardır. Çünkü onda ihtilaf hükümden önce de mevcuttur. Zira
İmam Muhammed
bizzat sefahetle de hacredileceği
görüşündedir. Onun tasarrufları
da asla nâfiz
değildir. O
zaman da hükümde ihtilaf olur. Bu ihtilaf da kalmaz. Ta ki bu hükmün cevazına
hükmedilsin.
«Öğrenene kadar ilh...» Yani hacri bilmedikçe.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir:
«Eğer
hacredildiğini
âdil bir adam haber verir, o da kabul ederse,
kendiliğinden hacredilmiş olur. Tasdik
etmese de
yine öyledir.» Sonra da, «İzin ile hacr arasında onun
mezun olması için kölenin o âdil
kimsenin haberini tercih etmesi ile tasdik etmesi arasında bir fark yoktur. Fakih Ebû Bekr el-Belhî
böyle zikretmiştir. Onun görüşüne dayanılmıştır. Ancak hacirle iznin
orasını ayırdetmenin aksine»
demiştir.
«Hacr, rüşdle kalkmaz
ilh...» Bu da yine İmam Ebû Yûsuf'un görüşüdür. İmam Muhammed buna
muhalefet
etmiştir. Nitekim biz Cevhere'den
naklen ihtilafın semeresinin beyânı ile bunu zikrettik.
«Rüşde
erdiğinî iddia etse ilh...» Yani hâkim onu hacr koyduktan sonra hacrin iptali için reşid
olduğu iddia
etse.
«Eşbâh ilh...» Muhit'te Ebû Yûsuf'un «Sefih ancak hâkimin
hacri ile hacrolunur.» sözünün delili
zikredilirken söylenilen
«Zahir olan sefihin sona ermesidir.» sözüyle Eşbâh'ta bu söz üzere istidlâl
edilmiştir.
Zira onun aklı, onun sefihliğine engeldir.
Eşbâh'ta
şöyle denilmiştir: «Dış görünüşün
haline... haline şehâdet ettiği delil kabul edilmez.»
Ben derim ki: Zahir, sefihliğin sona ermesinin
sefihliğine hüküm verilmezden
öncedir. Muhit'in
kelâmının siyakı
da buna delâlet eder. Ama
onun sefihliğine hüküm verilmezden
öncedir. Muhit'in
kelâmının siyakı
da buna delâlet eder. Ama
onun sefihliğine hüküm verildikten
sonra ise -nitekim
bu Eşbâh'ta
meselenin mevzuudur- o sefih hükümle
tekid edilmiş ve sabit olmuştur. Asıl
da o
sefihliğin
devamıdır. İmam Ebû Yûsuf'a göre
sübutundan sonra hacr ancak hükümle kalkar
ifadesi
de delâlet eder. Eğer asıl sefihliğin zevali
olsaydı, hâkimin hükmüne ihtiyaç
kalmazdı. Bundan
dolayı da Makdisî, Eşbâh hâşiyesinde «Hâkim sefih üzerine hacr
konulmasından sonra hâkimin
hükmünün
hilâfını iktiza edecek bir şey
mevcut değildir. Açık olan sefihliğin bekasıdır» demiştir.
Hamevî de
Şeyh Salih'ten bu şekilde nakletmiştir.
O zaman uygun olan, sefihliğin zevalinin
delilinin
takdim edilmesidir. Bunun misali zikrettikten sonra Allâme Birî şöyle der: «Ben Zahiretü'n-Nâzir'de
sefihliğin
sona ermesinin takdim edileceğini
kat'i bir ifade ile gördüm.» Bunu Ebussuud nakl ve
ikrar etmiştir.
Hülasa, ben şarihten başka hiç kimsenin Eşbâh sahibine tabi olduğunu görmedim. Allah daha
iyisini bilir.
«Vehbâniye'de
ilh...» Birinci beytin ikinci mısrası değiştirilmiştir.
Aslı şöyledir: «Her kim tehiri iddia
ederse, tehir edilmez.» Birinci beytin manâsı şudur: Eğer adam salâhından sonra
mahcur olduğu
halde malını istihlak ettiğini ikrar etse, mal sahibi ikran hacr
halinde değil, salâh halinde yaptığını
iddia etse, makbul olan söz, ikrar edenindir.
Çünkü o ikrarını ikrarın sıhhatine münafi olan belli bir
hale izafe etmiştir. Hakikatinde mukır değil, münkir
olmuş olur. Söz de münkirindir. Yine
bunun
gibi, mal sahibi, malı kendisine fesat zamanında
ikrar ettiğini fakat onun hak olduğunu iddia etse,
mukır da hak olmadığını iddia etse, söz mukırrındır.
İkinci beytin
manâsı da şudur: Hacırlı olan kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına
icazet
verse. yalnız hâkim müşteriyi ona semeni vermekten nehyetse, o da verse, semen de helâk olsa
müşteri semen için hâkime zamindir. Zira hâkimi
onu semeni vermekten nehyettiği zaman
kabz
hakkı Hâkimin olmaktadır. Mahcur burada ecnebi
gibidir. Eğer hâkim nehyetmezse,
müşterinin
semeni ona
vermesi caizdir. Zira Kadı'nın onun bey'ine icazeti semenin ona verilmesine de
icazettir.
Bey ile vekil olan, kabzla da
vekildir. Allah Teâlâ daha iyisini bilir.
METİN
Çocuk
ihtilamla, birisini gebe bırakmakla
ve meninin inzaliyle baliğ olur. Ama
asıl ancak meninin
inzalidir.
Kız da ihtilamla, hayız ve gebelikle
baliğ olur.
Musannıf kız
hakkında inzali sarih zikretmemiştir. Zira inzal,
kadında az bilinir.
Kız ve
erkekte bunların hiçbirisi mevcut
olmasa, bile on beş yaşını tamamladıkları zaman baliğ
olurlar.
Fetvâ da bu kaville verilir. Çünkü zamanımız
halkının ömürleri kısadır. Erkek
çocuk için
büluğun en
aşağı zamanı on iki senedir. Kızın ise dokuzdur. Muhtar olan kavil
de ancak budur.
Nitekim Ahkâmü's-Sıgar kitabında da böyledir.
Kız ve oğlan
bu yaşlara mürahık olsalar, yani
bu yaşa ulaşsalar ve baliğ olduklarını
söyleseler, eğer
halin zahiri
onları tekzib etmezse, tasdik olunurlar. İmadiye'de de böyle
kaydedilmiştir.
On iki
yaşından sonra onun ikrarının sıhhati
için diğer bir şart daha vardır. O da, mislinin ihtilam
olduğu bir
şekilde gelişmiş olmasıdır. Yoksa onun sözü kabul edilmez.
Şerhı-i Vehbâniye.
Onlar o zaman
hükmen baliğ gibidirler. O halde vücudları geliştiği halde ikrarlarını inkâr etseler,
ikrarları kabul edilmez. Onun kısmet ve satımı da
nakzolunmaz.
Şurunbulâliye'de
şöyle denilmiştir: «Mürahıkların, «Biz baliğ olduk.»
sözleri büluğ sebeplerinin
tefsiriyle
birlikte, yeminsiz kabul ediiir.»
Hizane'de de şöyle
denilmektedir: «On iki yaşını doldurmadan büluğunu ikrar etse, delili sahih
değildir. Ama
on iki yaşından sonra ikrar etse,
sahihtir.»
İZAH
Büluğ,
lügatte ulaşmak manâsınadır. Istılâhta ise, küçüklük haddinin sona
ermesidir. Hacr
sebeplerinden birisi olan küçüklüğün bir sonu vardır. Musannıf bunun beyanı için baliğ
olmayı
hacrin
sonunda zikretmiştir.
Gulam,
İyaz'ın dediği gibi doğumdan büluğ vaktine kadar olan zamana denir.
«İhtilamla ilh...» Maden'de şöyle denilmektedir: «İhtilam», uyuyan kimsenin rüyada
görmüş olduğu
cinsî münasebete denir. O rüya ile birlikte genellikle
meninin inzali de ortaya çıkar.
O halde ihtilam
ekseri bu manâda kullanılır.» T.
«Meninin
inzaliyle ilh...» Yani hangi sebeple
olursa,olsun.
«Asıl ancak
inzaldir ilh...» Zira ihtilam ancak inzalle
bilinir. Gebe bırakmak da ancak
inzalle
mümkün olur.
«Sarih zikretmemiştir ilh...» Şarihin burada
«sarih»le kaydetmesinin sebebi, zira inzal ihtilam ve
gebe bırakma ifadeleriyle zımnen zikredilmiştir.
«Kız ve
erkekte bunların hiçbiri bulunmasa ilh...» Bu ibare ifade ediyor ki, etekte kıl
bitmesi büluğ
alameti değildir. İmam Şafiî ve bir rivayette
Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir.
Sakalın bitmesine
de itibar
edilmez. Kızın göğüslerinin büyümesine
gelince, Hamevî, kızların göğüslerinin
büyümesinin zahiri rivayete göre büluğ
alameti sayılmayacağını zikretmiştir. Sesin
kalınlaşması ile
de bûluğa
hükmedilmez. Nitekim Hamilî'nin nazmının şerhinde de böyledir. Ebussuud. Yine koltuk
altı ve bacak
kıllarının ve bıyıkların bitmesine de itibar edilmez.
«Fetvâ da bu
kaville verilir ilh...» Bu kavil imameyne göredir. Aynı zamanda İmamdan da
böyle bir
rivayet vardır. Diğer üç mezhep imamı da bununla hükmetmişlerdir. İmama göre
ise sözkonusu
alâmetler
görülmediği takdirde erkeğin büluğ yaşı on sekiz, kızınki ise on yedidir.
«Zamanımız halkının ömürleri kısadır ilh...» Zira
İbn Ömer, Uhud savaşında Rasûlullâh'a
arzedildiğinde
yaşı on dört olduğu halde. Rasûlullâh
onu reddetmiştir. Sonra Hendek savaşında
yeniden
arzedildiğinde, Rasûlullâh kabul etmiştir. Bu defa yaşı on beşti. Zira on beş yaş zamanımız
halkının
genel büluğ yaşıdır. Bu yaşın fazlası ihtiyat içindir. O halde hakikatte imamlar arasında
ihtilaf yoktur. Nassın bulunmadığı meselede
adet de şer'i hüccetterden birisidir. Şümnî ve diğer
alimler adetin şer'i bir hüccet olduğunu nassen söylemişlerdir. Dürrü Münteka.
«Nitekim
Ahkâmü's-Sıgar kitabında da böyledir ilh...» Bu, Üstürşunî'nin bir kitabının ismidir.
«Mürahık olsalar ilh...» Yani o yaşa
yaklaşsalar. İşte mürahık kelimesinin
bu anlama geldiğini
«Biriniz
sütreye doğru namaz kıldığında sütreye doğru yaklaşsın (mürahık olsun) » kelâmı
göstermektedir.
Bu sebeple mürahık denildiği zaman ihtilama yaklaşmış demektir.
Mağribî.
«Halin zahiri
onları tekzib etmezse ilh...» Musannıfın bu kavli gelecekteki
«Mislinin ihtilam olduğu
bir şekilde gelişmiş
olmasıdır» kavlinin manâsıdır.
Minâh'ta,
Hâniye'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir
çocuk baliğ olduğunu ikrar etse, ölen adamın
vasisinden
hissesini alsa, İbni Fazl, «Eğer o çocuk mürahık ise
ve ihtilam oluyorsa, sözü kabul
edilir ve yapmış olduğu taksimde caizdir. Eğer
mürahıksa, fakat onun mislinin ihtilam olmadığı
biliniyorsa, onun sözü kabul edilmez. Kısmeti
de caiz değildir. Zira zahiren yalan söylemiş
olmaktadır» demiştir. İşte bundan tebeyyün etmektedir ki, bir çocuk on iki yaşından sonra, eğer
misli ihtilam olmayacak bir halde ise, büluğla ikrar ettiği takdirde, sözü
kabul edilmez.»
«On iki
yaşından sonra ilh...»
Camiü'l-Fusuleyn sahibi, doğru olanın «sonra»
değil. «ewel» demek
olduğunu
iddia etmiştir. Çünkü zammetmiştir
ki, bu mürahık olmayan çocuğun
şartıdır.
Nurû'l-Ayn'da
Cami-ü'I-Fusuleyn sahibinin bu iddiası reddedilerek
anlayışsızlıkla suçlanmıştır.
«Şurunbulâliye'de
ilh...» Şurunbulâliye'nin ibaresi şöyledir: «Yani onların sözü büluğlarını
bildirecek bir şeyle tefsir edilirler. Onların üzerine yemin de yoktur.»
Ebussuud ise şöyle
demektedir: «Zahir olan muhakkak şudur ki, Hamevî'nin
Dürerü'l-Bihâr'dan
naklettiği
«Onların kavlinin kabulü için mürahık olmanın keyfiyeti sorulduğu zaman beyan etmeleri
şarttır»
kavlinden maksat da budur.»
Ben derim ki: «Camiü'l-Fusuleyn'de Nesefî'nin
Fetevâ'sından, o da Kadı Mahmud Semerkandî'den
naklen şöyle
denilmektedir: «Mürahık bir mecliste büluğunu ikrar etse, ona neyle baliğ olduğu
sorulsa, o da ihtilamla olduğunu söylese, o zaman ona uyandıktan
sonra ne gördüğü sorulur.
Çocuk su
gördüğünü söylese, o zaman da hangi suyu gördüğü sorulur. Zira sular muhteliftir.
Çocuk meni
gördüğünü söylese, o zaman meninin ne
olduğu sorulur. O, kişinin kendisinden çocuk
olan suyudur,
dese, o zaman da oğlanla mı, kızla mı, yoksa eşekle mi ihtilam olduğu sorulur. O
da
oğlanla
ihtilam olduğunu söylese, Kadı demiştir
ki, «Araştırmak lazımdır.
Zira bazen yalan yere de
büluğla ikrar
edilir.» Şeyhülislam, «Bu ihtiyat
babındandır. Tefsirle birlikte çocuğun kavli kabul
edilir.
Cariye de hayızla ikrar ederse,
ikrarı kabul edilir» demiştir.
Zahir, odur
ki, musannıfın «Tefsir ile birlikte sözü kabul edilir.»
kavlinden murad, kendisiyle ihtilam
olunabilecek bir şeyle tefsir etmesidir. İnceden inceye araştırılmasına lüzum yoktur.
«Delili sahih değildir ilh...» Doğrusu, «beyyine»
değil, kesinlik ifade eden, «elbette» kelimesinin
kullanılmasıdır. Nitekim Camiü'l-FusuIeyn'de de böyle
denilmiştir. Metnin bazı nüshalarında da
böyledir. Veya, doğrusu, ikrarı sahih değildir» denilmesidir.
|