HİBE
KİTABI 1
HİBEDEN
RÜCÛ BABI 1
MÜTEFERRİK
MESELELER FASLI 1
METİN
Hibe bahsinin
ariyet
bahsinden sonra gelmesinin sebebi açıktır.
Hibe,
sözlükte; mâlik olsun, olmasın, bir diğerine yardım ve
ihsan-da bulunmaktır.
Bir terim olarak hibe, bir şeyi meccânen, ivazsız (karşılıksız) olarak bir başkasına temlik etmektir.
İvazsızlık
hibenin şartı değildir.
Bir kimse diğerine, birisinin üzerindeki alacağını
temlik ederek kab-zını emrederse,
geçerli olur.
Çünkü bu temlik nesnenin hibesine
rücû eder.
Hibenin
sebebi, hibe edenin hayrı irade
etmesidir. Hayrı irade eden kimse sevgi ve güzel sena gibi
dünyevi bir karşılık göreceği gibi, hüsnü niyetli olduğu takdirde,
uhrevî karşılıklar da görür.
İmam Ebû
Mansûr şöyle der: «Müminin
çocuğuna tevhid ve imanı öğretmesi nasıl
vecibse, ona
iyiliği ve cömertliği öğretmesi de öyle vacip-tir. Zira her
hatanın başı dünya sevgisidir.» Nihâye.
Hibe
mendûbtur. Kabulü ise sünnettir.
Resûlulah (S.A.V.), «Birbirinizi sevmeniz için hediyeler
veriniz.» buyurmuştur.
Hibe yapan kimsede
bulunması gereken sıhhat şartı âkil, bulûğ ve mülktür. O halde çocuğun,
mükâteb de
olsa kölenirv hibesi geçerli de-ğildir.
Hibe edilen şeyde
bulunması gereken sıhhat şartı ise, taksimi ka-bil olan
şeylerde muşa (ortak)
olmaması, makbuz (kabza müsait) ve başkasından ayrılmış olması ve ileride açıklanacağı
üzere
başkasıyla
meşgul olmamasıdır.
Hibenin
rüknü, ileride açıklanacağı gibi icâb ve kabuldür.
Hibenin hükmü
ise. hibe olunan şahsa lüzum ifade etmeyen mülkün sübutudur. Çünkü
hibe edenin
hibeden dönme
ve fesih hakkı vardır.
Hibede muhayyerlik şartı
yoktur. Fakat hibe eden kimse hibe ettiği kimseye muhayyerliği
şart koşar
ve o da
birbirlerinden ayrılmadan önce o şartı
kabul ederse, hibe geçerli olur.
Bu tabirin
muktezasınca muhayyerlik şartı
ile hibe yapılsa, hibe geçerli, şart batıldır. Halbuki gerçek
böyle değildir. Eğer böyle olmuş olsaydı,
hibe olunan kimsenin ihtiyerı meclis
ile takyit edilmezdi.
Öyleyse doğrusu şöyle demesiydi: «Hibenin sahih olmaması muhayyerlik
şartı iledir.» Ayrıca ibra
meselesinde teşbih edatı olan «keza»yı atmalıydı. Çünkü muhayyerlik
şartıyla
yapılan ibrada ibra
sahih, şart batıldır. T. Şu kadarı var ki, ibra meselesinde iki görüş vardır. Birisi ibranın sahih, şartın
batıl olması, ikincisi ise,
ibranın da batıl olmasıdır. Şarihin burada ikinci rivayeti kabul ettiğini
sanıyoruz.
Vâhib (hibe
eden) hibe olunan kimsenin zimmetindeki hibenin da-vasından muhayyerlik şartı ile
ibra ederse, ibrası geçerli
olur. Ancak koş-muş olduğu muhayyerlik
şartı bâtıldır. Hülâsa.
Fasit şartlarla hibenin bâtıl olmaması da hibenin
hükümlerindendir. O halde kölenin azad edilmesi
kaydıyla birşey hibe edilmesi halinde hibe geçerli şart bâtıldır.
Hibe, «sana hibe ettim», «Sana verdim.», «Şu yemeği sana yedirdim» gibi icâb sözleriyle, bu sözler
şaka yollu söylense bile, geçerlidir. Fakat, «Sana tarlamı yedirdim» dese, bunun aksine ariyet olur.
Bu sözle ancak tarlanın gelirini bağışlamış sayılır.
Bahır.
Hibe, «Bu
cariyenin fercini sana hibe ettim.»
gibi kendisiyle hibe edi-len şeyin
bütünü kastedilen
parçanın hibesiyle
de, «O şeyi senin için kıldım.» demekle
de geçerli olur. Fakat. «Bu şeyi
senin
ismine kıldım.» veya
«Bu cariyeyi sana helâl kıldım.» demekle öncekinin aksine hibe olmaz. Ama
eğer
bunlardan önce hibeyi ifade edecek bir
söz varsa, bun-larla da hibe geçerli olur. Hülâsa.
İZAH
«Sebebi açıktır ilh...» Çünkü hibeden önce açıklanan
ariyet
bir şe-yin menfaatinin karşılıksız
temlikidir.
Hibe ise şeyin kendisinin karşılıksız
olarak temlik edilmesidir.
«Meccânen ilh...» İbni Kemal vasiyetin hibe
tarifinin dışında kalması için bu ifadeye «halen»
kelimesini ekleyerek, «Bir aynı meccânen ve
pe-şinen temlik etmektir.» demiştir. Çünkü vasiyet de
bir şeyi bir
kimseye mec-cânen temliktir. Ancak bu temlik! peşin olarak değil,
gelecek için
yapıl-maktadır.
«İvazsız
ilh...» Yani ivaz şartı kılınmadan. O
halde burada, «şart» ke-limesi düşürülmüştür.
Musannıf da
Kenz'de olduğu gibi, «meccânen» kelimesi
yerine, «İvazsız» deseydi, ifade daha açık
olurdu. Zira
meccâ-nen kelimesinin anlamı da karşılıksız demektir.
Yoksa meccânen ifade-si, ivazın
şart olmaması anlamına gelmemektedir.
Ebussuud gibi
Hâmevî de buna itiraz ederek, «İvazsız kelimesi, ivazın şart olmadığına delildir.
Çünkü ivaz
şartıyla hibe, ıvazsızlığı şart koş-mayı nakzeder. Bu yüzden, ikisi
bir araya nasıl
getirilir.»
demiştir. O hal-de Musannifin bu yanlış ifadesiyle maksat
tamamlanmamaktadır. Çünkü
burada maksat tarifin hem ivazsız, hem de ivazlı hibeyi kapsamasıdır. Azmiye'de de dikkat çekildiği
gibi, eğer bu
kastedilmezse, ivazlı hibenin tariften çıkması
gerekir.
Ben derim ki: Gerçek
şudur ki, eğer, «bilâ ivaz (ivazsız)»
tabirinin üzerindeki «ba» harfi cerri
mülâbese anlamına alınır, hazfedilen bir vas-fa ait kılınarak
temlik kelimesine hâl yapılırsa, o zaman
zikredilen mah-zur ortaya
çıkar. Fakat eğer o hazfedilen vasfı hâl yapmayıp ikinci ha-ber yapılırsa, o
zaman o
mahzur ortaya çıkmaz. O zaman mânâ şöyle
olur: Hibe, satım akdi ile kira akdinin aksine
ivaz şartı
olmadan bir ayn'ın temlikidir. Bu durumda zikredilen
itirazlar vârid olamaz.
«İvazsızlık
hibenin şartı değildir ilh...» İvazlık hibenin şartı olsaydı, bu tarif ivazlı hibeyi içine
almazdı. H.
«Alacağını temkîl ederek ilh...» Bu
söz takdir olunan bir sorunun cevabıdır. Şöyle ki, Musannıfın
«ayn»
kelimesi ile kayıtlaması, borçlusu
olmayan bir kimsenin alacağını bir başkasına
hibe yoluyla
temlik
et-mesini, sahih olduğu halde, hibenin tarifi dışında bırakmaktadır. Çünkü, alacak
ayn
değildir.
İşte Musannıf bu mukadder soruya bu
ifade ile cevab vermektedir. Yani taraftaki ayn hem
peşin aynı,
hem de gelecekteki aynı içine almaktadır. O halde bir diğerinin üzerindeki
alacağını
borçlu-suna
değil, bir başkasına temlik ettiğinde, ayn olması bile kabzettiği an ayn olur.
Fuzalâ'dan
bazılarına göre bundan dolayıdır
ki, başkasının üzerin-deki alacağını temlik etmek
ancak kabzla tamamlanır. Kabzdan önce hi-be eden
dönebilir veya kabzdan men edebilir. Çünkü
onun kabzı
ancak mâlikin niyabeti ile mümkündür.
İşte «Hibe edilen kimse, hibe edileni
kabzetmeden
hibe eden ölürse» meselesi
bu görüş üzerine bina edilmektedir. Düşün.
Bu meselede bir diğerine temlik edilen alacağın kabz emri aynı mec-liste mi verilmelidir, yoksa
daha sonra
mı? Açık olan, hibe ettiği mecliste
vermesidir.
Adam alacağını borçlusuna hibe ederse, bundan geriye dönemez. Çünkü bu temlik mecazen
ibradır.
Mecazi olan birşey de nakzedilemez. Allâhu
teâlâ en iyisini bilir.
«Sahih olur
ilh...» O adam parasının alınması
hususunda mâlikin vekili gibi olur.
Bahır'da,
Muhit'ten naklen şöyle denilmiştir: «Birisi diğeri
üzerinde-ki alacağını bir başkasına hibe
ederek kabzını emretse, o da alacağı kabzetse, bu hibe istihsânen caizdir. O halde
kabzeden adam
alacağı mâlikin yerine ve niyabet hükmü ile kabzediyor,
sonra da hibe hükmüy-le kendi nefsi için
kabzetmiş
oluyor. Eğer hibe eden kabzı için
izin ver-mezse, kabzetmesi caiz olmaz.»
Ebussuud da,
Hâmevî'den naklen şöyle der: «Bu
ifadeden anlaşılı-yor ki, insanın
kendisi için
dondurulmuş
bir alacağını onun izinsiz olarak alınmasından
sonra, kabza için vermedikçe, bir
diğerine hibe
yoluyla tem-lik etmesi geçerli değildir. Ama eğer kabza izin verirse geçerli olur. Bu bir
fetva hadisesidir.»
Eşbâh'ta da
böyle bir temlikin geçerli olduğu
söylenmiştir. O za-man hibe edilen
şahıs önce
müvekkil
adına alıyor, sonra da kendisi için.
Bu ifadenin gereği, kabzdan önce onu alacağı
kabzetmekten azledebilmesidir.
«İmam şöyle
der ilh...» İmam Ebû Mansur'un bu
sözü hibenin uhrevi kısmını beyan
etmektedir.
«Mükateb de
olsa ilh...» Mükâtebin dışındaki müdebber, Ümmü'l-Veled ve yarı köle olan köleler de
öncelikle hibe yapamazlar.
«Sıhhat şartı
ilh...» Yani sıhhat üzere devam etmesi izahı ileride gelecektir.
«Makbuz
ilh...» Birisi incisini kaybetse, kaybettiği inciyi, «Ara bul,
senin olsun.» diyerek birisine
hibe etse, o
da bularak kabzetse, geçerli olur
mu? Ebû Yusuf, «Bu fasit bir hibedir.
Zira bu hibe
güvensizlik
üze-rine yapılmıştır. Emniyetsiz hibe de geçerli değildir.» demiştir.
İmam Züfer ise bu
hibenin caiz
olduğunu söylemiştir. Haniye.
«Taksimi kabil olan şeylerde ortak (muşa) olmaması ilh...» Açıkla-ması ileride gelecektir. Nesnenin
ortak olmaması şartı hibeye aittir. Fa-kat ortak olan bir şeyin iki kişiye sadaka verilmesi, sağlam
görüşe göre
caizdir. Bahır. Bunun aksine ortak olan bir şeyin bir kısmının sadaka
edilmesi geçerli
değildir.
Nitekim, Hibenin müteferrikât bahsinin sonun-da ortak malın hükümleri zikredilmiş,
Câmiü'l-Fusûleyn'de
de ortak malın hükümleri için bir başlık konulmuştur.
FAYDALI
BİR MESELE :
Birisi evinin
yarısını ortak olarak hibe etmek istese, hibenin geçerli olması için evin yarısını belirli
bir para karşılığı hibe etmek istediği kim-seye
satar, sonra da onu borcundan ötürü ibra
eder.
«İcab ilh...» Hizânetü'l-Fetâvâ'da şöyle denilir:
«Birisi oğluna bir
mal verse,
oğul o malda tasarruf etse, mal yine babanındır. Ancak tem-like delâlet edecek bir delil
olursa, o zaman mal babanın değil oğlunun olur. Biri.
Ben derim ki: Hızânetü'l-Fetâvâ'nın ifadesi, ifade ediyor ki, hibe için icâb ve kabulü bizzat telâfuz
etmek şartı değildir. Hibe için temlike de-lâlet
eden karineler yeterlidir. Meselâ, birisi bir fakire
birşey verse, ne
veren, ne de fakir hiçbir şey
söylemeseler, bu geçerli bir hibe
olur. Hedi-ye ve
benzeri
şeylerde de böyle olur. Bu unutulmasın.
Buna şu şekilde örnek verebiliriz: Bir kimse karısına veya bir baş-kasına birşey verse ve, «Bu şeyi
sana hibe ettim.» dese, o da, «Kabul ettim.» demeden
o şeyi kabzetse, geçerli olur. Çünkü
hibe
konusunda
kabz, rükün yerine geçer. O halde adamın kabzetmesi, «Kabul ettim.» anlamına
gelmektedir. Velvâlîciye.
İbni Melek,
Mecmâ adlı eserin şerhinde.
Muhit'ten naklen şöyle der: «Adam hibe ettiği zaman hibe
edilen şeyin
kabzını da emrederse o kabz meclisle sınırlı olmaz. Onun o
meclisten sonra
kabzetmesi de caizdir.»
«Kabuldür
ilh...» Bunda ihtilâf vardır.
Kûhistânî'de, «Ben sana hibe ettim.» sözüyle
hibe geçerlidir.
Bu gösteriyor ki, kabul hibenin rüknü değildir. Nitekim
buna Hülâsa ve diğer kitaplarda da işaret
edilmiştir..
Kirmânî de hibede icâbın tam bir akit olduğunu zikretmiştir. Mevsut
adlı eserde de,
«Hibede kabz, satım akdindeki kabul gibidir.»
denilmiştir. Bun-dan dolayı eğer alacağını
borçlusuna
hibe etmiş olsa, borçlunun, «Kabul ettim» demesine ihtiyaç kalmaz. Kirmanî'de olduğu
gibi, şu kadarı var ki, Kâfî ve Tuhfe adlı eserlerde kabulün de rükün olduğu zikredilmiştir.
Hibede
icâba ihtiyaç
olduğu Kirmanî'de de zikredilmiştir.
Çünkü insanın malı bir diğerine temliksiz intikâl
etmez. Kabule
de ihtiyaç vardır. Çün-kü hibe mülkü başkasına sabit kılmaktır. Ancak
adam hibe
etmeyeceğine yemin etse, sonra da hibe etse, karşıdaki kabul etmese bile hânis
(ye-minden
dönmüş) olur.
Çünkü yeminden maksadı cömertliğini
açığa vur-mak değildir. Halbuki
burada
cömertliğini
açığa vurmaktadır. Doğru olan
Kirmanî'deki birinci görüştür. Yani hibe kabule muhtaç
değildir.
Zira, Tevilât adlı eserde de açıkça,
«Kabul gerekli değildir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı
Hanifî
âlimleri, eğer adam kim alırsa onun olsun diyerek ma-lını yolun kenarına bıraksa, bu caizdir
demişlerdir.» denilmiştir. Bunun tamamı aşağıda
gelecektir.
«Muhayyerliği
şart koşarsa ilh...» Meselâ, bir kimse bir şeyi hibe et-tiği şahsın üç gün muhayyer
olması şartıyla
hibe etse.
«Muhayyerlik
şartıyla
ibra ilh...» Muhayyerlik şartı
geçerli değildir. Şöyle ki, adam üç
günlük
muhayyerlik
hakkı tanıyarak borcundan dolayı
borçlusunu ibra etse, ibrası geçerli muhayyerlik
şartı
bâtıl olur.
Minâh. Bu mesele Muhayyerlik şartı
konusundaki meseleye aykırıdır.
«Şaka yoluyla ilh...» Makdisi,(*) bu konuda Bahır
sahibini reddet-miştir. Biz de Bahır'ın
hamişinde
Makdisî'ye cevap verdik.
(*)
Makdisi'nin ifadesinin metni şöyledir:
«Hülasa adlı esrde olan şudur: «Bir kimse bir diğerinden
şaka yollu
hibe taleb etse, o da ciddi olarak hibe ve teslim etse, hibe geçerlidir.
Çünkü burada hibe
eden şaka yapmamıştır.
Hibe olunan kimse de geçerli
bir sözle kabul etmiştir.» Musannıf'ın,
Hülasa'dan naklen metinde olan konuya delil getirmek için naklettiği
bunu ifade etmiyor. Çünkü
Hülasa'da olanın benzeridir. Hülasa'nın ifadesi şöyledir: «Adam karısına şaka yollu, «Şunu bana
hibe et» dese, kadın da, «Hibe ettim» diyerek teslim etse,
caizdir» Kuhistani'de olan da bunu ifade
etmiyor. Onun ifadesinin metni de şudur: «Şaka yollu olan da hibeye girer. Mesela adam birisine,
«Sen şunu
bana hibe ettin» dese, o da «Evet, hibe etmiştim» dese, diğeri «Kabul ettim» dese,
öbürü de
teslim etse, hibe caizdir. T. da da böyledir.»
«Bu şeyi
senin adını kıldım onun aksine ilh...» Bahır'da şöyle denir: Musannıf, «Senin için kıldımû
sözüyle kayıtlamıştır. Adam, «Senin adına
kıldım» dese hibe olmaz. İşte bundan ötürü Hülâsa'da,
«Eğer adam oğlu için bağ dikmiş olsa ve «Ben bu bağı oğlum için
kıldım» dese hibe olur. Fakat,
«Ben onu
oğlumun adı ile kıldım» dese iş tereddütlü kalır. Ancak geçerli olmaya daha yakındır.»
Minâh ve Hâniye'den naklen, «Eğer adam diktiği
bağ için, «Ben onu falan oğlum için kıldım» dese,
hibe olur.
Çün-kü «kıldım» (cal) kelimesi temlik etmekte kullanılır.
Adam, «Ben oğlu-mun adı ile
dikiyorum»
dese, hibe olmaz, fakat, «Ben bu bağı
oğlumun adı ile kıldım» dese hibe olur. Çünkü
halk bu
ifadeyi hibe ve temlikte kullanır.»
denilmiştir. Minâh'ın, Hâniye'den
nakledilen ifadesinde,
Hü-lâsa'da
olan meseleye muhalefet vardır. Bu da
açıktır.»
Remlî şöyle
der: «Ben derim ki, Hâniye'de olan
ifade halkın örfüne «daha yakındır.»
Bu meselenin
bir tamamlayıcısı (tekmilesi) vardır, ancak, ondan sarf-ı nazar edilmiştir. Çünkü o
tamlama ve
çakı anlamı muhalefet üzerine ik-rar ediyor. Onda şu görüş
de vardır ki, Hâniye'nin
ifadesinde, «kıldım» (cal) kelimesi mevcuttur.
Bu ifadeden kasıt da ancak temliktir. Hülâsa'da ise
bunun aksine
adı geçen kelime yoktur. Evet,
halkın örfüne göre bu ifadelerden kasıt mutlaka
temliktir.
Düşün.
«Hibe olmaz
ilh...» Burada şu kalmıştır ki, adam birisine, «Şu elbi-seyi sana temlik ettim» dese,
eğer hibeye
delâlet edecek bir kârine var-sa hibedir ve geçerlidir. Eğer hibeye delâlet edecek bir
şey yoksa hibe olmaz. Çünkü «temlik»
genel bir ifadedir ki, satım akdine, vasiyete, kira akdine ve
diğer akitlere de şâmildir. Bu konuda bizim Hâmidiye'nin, Hibe konusunun sonunda
yazdıklarımıza
bakınız.
Kâzurûnî'de
de, «Ben sana şu elbiseyi temlik ettim» demiş olsa, bu .sözden maksat hibedir.»
denmiştir.
FER'Î MESELELER :
Birisi
diğerine, «Seni şu kumaş veya
dirhemlerle faydalandırdım.» dese, o
da kumaşı veya
dirhemleri kabzetse, hibe olur.
Birisi mehr-i
müsemmâ ile evlendiği kadına, «Seni şu
kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım»
dese. bu da
yine hibe olur. Serahsî'nin,
Muhît'inde de böyledir. Fetâvâyı
Hindiyye.
Bir kimse karısına, elbise
yaptırıp gitmesi için bir miktar dinar
ver-se, kadın aldığı dinarları birisine
muameleten
vermiş olsa, o dinarlar ka-dın için kınye olur.
Adam küçük çocuğuna elbise yaptırsa, o elbise çocuğun mülkü olur. Bunun gibi büyük
çocuğuna
elbise
yaptırsa ve ona teslim etse, yine onun mülkü olur. Bezzâziyye.
Birisi
diğerine elbiselik bir kumaş vererek. «Bunu el, giyin» dese o da alıp
giyinse hibe olur.
Birisi
diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunu al kendine intak et» dese
karz olur. Bakani.
Adam çocuğuna
elbise yapsa, elbiseyi başkasına
veremez. Ancak yaptığı zaman «Bu ariyettir»
derse, o zaman başkasına
verebilir.
Birisi talebesine veya
çırağına elbise yapsa, talebe veya
çırakta kaçsa, başkasına veremez. Ancak
yaptığı zaman,
«Bu ariyettir» demişse, başkasına verebilir. Bezzâziyye. Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Birisi
diğerine, «Şunu sana ömrün boyun
verdim» dese, ömür boyu hibe olur. «Seni şu hayvana
bindirdim»
dese, eğer niyeti hibe ise, ari-yet
bahsinde geçtiği gibi hibe olur.
«Şu elbiseyi
sana giydirdim» veya «Ben yaşadıkça
sen şu evde otur» dese, hibe olur. Çünkü, «Evde
otur» sözü
tefsir değil, işarettir. Çünkü fiil, ismi tefsir edemez. Öyleyse o kimseye
mülkünde
oturması için
işaret etmiştir. Diğeri dilerse
işareti kabul eder, dilerse kabul et-mez.
Fakat, «Benim
evim sana
hibedir oturman için» veya «Oturman için hibedir» dese, hibe
olmaz. Belki ariyet olur.
Çünkü hibe
edilişinde şüphe vardır. Ariyet
ise daha yakındır. Yalnız, «oturmak»
hibe edilemez,
çünkü bu
ayn'ın temliki değil, menfaatin
temlikidir.
Özet olarak, ifade ayn'ın mülkiyetini bildiriyorsa hibedir, menfaati bildiriyorsa
ariyettir. Eğer her
ikisini de içine alma
ihtimali varsa, o za-man niyete bakılır. Nevazil.
Bahır'da
şöyle denilir: «Adam, «Bu ağacı oğlumun adına
dik.» de-miş olsa. akla en yakını, onun
hibe oluşudur
ve bu hibe geçerlidir.»
Hibe kabule de geçerlidir. Yani hibe olunan kimsenin
kabulüyle de hibe geçerli olur. Hibe
eden için
ise hibe
yalnız icabla geçerli olur. Çünkü o teberru edendir. Hatta, «Ben kölemi falan kimseye hibe
diyorum» diye yemin etse, o da kabul etmese,
günahkâr olmaz. Ama bunun aksine kölesini hibe
etmeyeceğine yemin ettikten sonra hibe etse, öbürü kabul
etmese de günahkâr olur.
Satım akdi
bunun aksinedir. Adam, «Bunu falan
kimseye satmaya-cağım» diye yemin etse, sonra
satsa, öbürü
kabul etmezse günahkâr olmaz. Çünkü satım akdinde yalnız icâb yeterli değildir.
Kabul de
satım akdinin şartlarındandır.
Hibe
edildikten sonra, taraflar meclisten ayrılmazdan önce, hibe edi-lenin izinsiz olarak hibe
bulunan şeyi
alması geçerlidir. Çünkü hibede kabz, kabul gibidir. Kabzın kabul gibi oluşu
da
meclise has bir hükümdür.
Meclisten
sonra kabz, izne tâbidir. Muhit adlı eserde, «Hibe ettiği zaman kabzı da emrederse, o
zaman onun
izni meclisle sınırlanmaz, Meclisten sonra da kabzı
caizdir.» denilmiştir.
Kabza imkân da kabzetmek gibidir. Meselâ birisi
diğerine kilitli bir sandıktaki elbiseyi hibe etse ve
sandığı ona
verse, kabzetmeye imkânı
bulunmadığından kabzetmiş sayılmaz. Ama kilitli olmayan
bir sandığın
içindeki elbiseyi hibe etmiş olsa ve sandığı verse, o zaman kabza im-kân
bulunduğundan
kabzetmiş gibi olur. Çünkü hibedeki kabz imkânı satım akdindeki tahliye gibidir.
İhtiyar.
Dürer'de
şöyle denilir: «Tercih edilen görüşe göre. fasid de değil, sahih hibede,
kabz tahliye ile
sahihtir.»
Netif isimli
kitabta da: «On üç akid vardır ki, kabzsız geçerli
değil-dir.» denilmiştir.
Hibe eden kimsenin kabzı yasaklaması hâlinde, mecliste
olsa bile, onun kabzetmesi geçerli
değildir.
Çünkü açık ifade, delâletten daha kuv-vetlidir.
Hibe kâmil bir kabzla da tamamlanır. Hibe
olunan şey hibe edenin mülkünü meşgul etse
bile. Ama
hibe edenin
mülkü onu meşgul ederse, o zaman geçerli olmaz. Çünkü
bunda asıl şudur: Hibe
olunan şey
hibe edenin mülkü ile meşgûlse, onun
mülkiyeti
hibenin tamamlanmasına engel olur.
Eğer hibe edenin mülkünü hibe edilen meşgul ediyorsa, hibenin tamamlanmasına engel olmaz.
Meselâ birisi diğerine içinde ekmeği bu-lunan
bir dağarcığı veya içinde eşyası olan bir binayı veya
üzerinde
eğe-ri bulunan atı hibe etse ve o halde teslim etse, hibe geçerli olmaz.
Bunun aksine,
dağarcığın içindeki ekmeği veya evin içindeki eşyayı
veya atın üzerindeki eğeri hibe
etse ekmek de, eğerde, eşyada hibe ge-çerli olur. Çünkü bunların herbirisi hibe
edenin mülkünü
meşgul
etmek-tedirler. Bunların meşguliyeti
veren adamın mülkü ile değilse hibenin
ta-mamlanmasına engel olmaz. Rehin ve sadaka olduğu gibi. Çünkü kabz hibenin tamamlanma
şartlarındandır. Bunun tamamı İmâdiye'dedir.
Eşbâh adlı eserde de,
«Meşgul olan şeyin hibesi caiz değildir. Ancak, baba eğer küçük
çocuğuna
hibe ederse, caizdir.» denilmiştir.
İZAH
«Dilerse işareti kabul
eder ilh...» Yani mülkünde oturması için işaret
etmiştir. Dilerse bu işareti
kabul eder, dilerse etmez.
«Şu yemek sana, ye.» veya «Şu elbise sana, giy» demesi
gibi. Bahır.
«Bu ağacı
oğlunun adına dik ilh...» Bu konudaki sözü yukarıda sun-duk.
Ben derim ki: Bir kimsenin, «Şunu senin adına
yaptım» demesi, geç-tiği gibi hibede
geçerli olmaz.
Böyle olunca akla gelme bakımından
da-ha düşük derecedeki birşey, sıhhate nasıl yakın olur.
Sâyıhânî.
Ben derim ki: «Bu ağacı oğlumun adına dik» sözü ile,
«Şunu senin adına kıldım» sözü arasında fark
vardır. Şöyle ki, «Senin
adına yaptım» sözündeki hitap oğluna değil,
bir yabancıyadır. Fakat,
«Oğlumun
adına dik» demesi ise halkın
örfüne göredir. Binaenaleyh bu ifadede akla en yakın olanı
geçerli olmasıdır. Düşün.
«Hibe kabulle de geçerlidir, ilh...» Velevki o
kabul sözle değil, fiille olsun. Meselâ adam iki kişiye,
«Şu cariyeyi birinize hibe ettim dileyen onu alsın.» dese, onlardan birisi aldığı
takdirde ona hibe
olmuş olur.
Kabul ettim demese dahi onun alması, kabul
sayılır.
Muhît adlı
eserde yer alan; «Bu ifade delâlet ediyor ki, hibede kabul şart değildir.» sözü kapalıdır.
Çünkü hibede
bağışlanan şeyi kabzetmek fiilen onun
kabulüne delâlet eder. Bahır.
Ben derim ki: Kanaatimce, Muhît adlı eserdeki
kabulden maksat, sözle kabulün şart olmamasıdır.
Muhît
sahibinin bu görüşü üzerine baş-kasının
görüşü de ilâve edilerek, hibede kabulün şart olması
veya şart olmaması şeklindeki bu iki görüş arasında uygunluk sağlanmış olur. Zi-ra, «kabul şart
değildir»
sözünden anlaşılan, sözle kabulün şart olmadı-ğıdır. «Kabul şarttır.»
djyen görüş de kabul
ister sözle, ister fiille olsun şarttır, şeklinde
anlaşılır. Biz bunun benzerini, «Ariyet» konusunda
sun-duk.
Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
Orada şöyle yazmıştık:
«Eğer hibe edilen şey hibe edilen şahsın elin-de ise, mal sahibinin, «Sende
olanı bana
hibe ettin» sözüne karşılık, onun da sözle, «Kabul ettim»
demesi şarttır. Nitekim ileride
gelecektir.»
«Satım akdi bunun aksinedir ilh...» Çünkü diğeri
kabul etmediği tak-dirde günahkâr olmaz.
«Kabız bağışlananı teslim almaya engel bir hâlin olmaması
ile sa-hihtir ilh...» Tatarhâniye'de
şöyle
denmiştir: «Bu farklılık sahih hibede-dir. Fasit
hibeye gelince, ittifakla teslim
almaya hazır olma
kabz
de-ğildir. En sağlam görüşe göre hibeyi ikrar etmek, kabzı ikrar demek değildir.» Haniye.
«Netif adlı
eserde, «Onüç akit vardır ki, kabz olmadıkça
geçerli değildir.» denmiştir ilh...» Bu onüç
akit
şunlardır: 1 - Hibe, 2 - Sadaka, 3
- Rehin, 4 - Muhammed bin Hasan,
Evzâî, İbni Şûbrime, İbni
Ebî Leylâ ve Hasan bin Sâhih'in görüşlerine
göre vakıf, 5 - Birisine ömür boyu verilen şey, 6 -
Hediye, 7 - Cenini satmak, 8 - Sulh bedeli,
9 - Selem akdinde sermaye, 10 - Selemde
mal bedeli.
Selemde peşin veri-len paranın bir bölümü geçersiz (züyuf) olur ve taraflar akit meclisinden
ayrılmazdan önce bu geçersiz paranın
karşılığı kabzedilmezse, selemde
bu paranın karşılığı olan
hisse bâtıl olur. 11 - Sarraflıkta. 12 -
Cinsle-ri ayrı olan, ölçüyle alınıp satılan şeylerde vade değil,
fazlalık caiz olur. Arpayı buğdayla
satmak gibi, 13 - Cinsleri ayrı olduğu halde, demiri tunçla veya
tuncu bakırla
yahut bakırı kurşunla satmak gibi tartılan bir şeyi tartılan herşeyle satmış
olsa, vade
değil,
fazlalık caiz olur. Minahü'l-Gaffâr. Hâmiş'te de böyledir.
«Kabızla ilh...» Bağışlayanın ölmeden önce hibeden söz etmesi
şart-tır. O hibe ölüm hastalığında
bir yabancıya yapılsa
bile kabz yine şart-tır. Nitekim bu
konu Vakıf kitabında da geçti. Hâmiş'te de
böyledir.
«Tam bir kabzla ilh ...» Meselâ birisine bir
bina hibe edilmiş olsa, o da iki kişiye hibe edilen binanın
kabzı için
vekâlet vermiş olsa, o iki kişi-nin binayı kabzetmeleri caizdir. Haniye.
«Hibenin
tamamlanmasına engel olur ilh...» Çünkü kabz hibede şarttır.
Fusûleyn. Zeylâî'nin,
«Bağışlayanın
mülkü, eğer bağışlanan malı meş-gul ediyorsa, akit fasit olur.» sözü bunu ifade eder.
İmâdiye de
olan ifadeden anlaşıldığına göre ise, böyle bir hibe fasit değil, fakat eksiktir.
Hâmevî de,
Eşbâh'ın haşiyesinde, «İhtimal ki
bu meselede iki riva-yet vardır.
Taksimi mümkün olan
ortak mülkte
hibenin fasit olup olma-dığı
hususunda ihtimal bulunduğu gibi
bunda da ihtilâf vardır:
Nitekim
Binâye'de olduğu gibi sağlam olan
görüşe göre, bu hibe tamamlanmayan
bir hibedir.
Öyleyse bu konuda da bağışlayanın mülkünün
hibe olunanı meşgul etmesinde -hibe
fasit değil,
eksik olmaktadır. Şeyhimizin yazısı ile
olan ifade budur. İşte bu ifadeden
Dürrü'l-Muhtâr'm işaret
ettiği ko-nu
anlaşılmış oluyor. Öyleyse
Mürrül-Muhtâr sahibi önce bu iki
görüş-ten birisine işaret
ederek «Hibe tamam değildir» demiştir. Sonunda da
ikinci yani, «Hibe geçerli değildir.» sözüne
işaret etmiştir. Düşün.» Ebussuud.
Bu konuda
genel kaide şudur: Hibe edilen şey eğer hibe edenin mülkü ile yaratılış bakımından
bitişik olur
ve bunu ayırmak mümkün bu-lunursa, o şeyi mülklükten ayırıp teslim edinceye
kadar
hibe caiz olmaz. Meselâ,
tarladaki ekini biçmeden veya
ağaçtaki meyveyi toplamadan hi-be etmek
gibi. Bunun
aksine ekilen bir tarlayı,
üzerinde meyve olan bir ağacı hibe etse,
yine caiz değildir.
Ancak bu teslim ile caiz
olur.
Eğer hibâ edilen şey hibe edenin mülküyle yaratılıştan değil, birlik-te bulunma yüzünden bitişikse,
yine o şeyin
hibe edilmesi caiz değildir. Meselâ, atın
üzerindeki eğeri hibe etmiş olsa, caiz
olmaz.
Çünkü eğer,
at ile kullanılır. Onu hibe ettiği takdirde hibe edenin onu kullanma hakkı
vardır. Bu da
kabzetmede eksikliği
gerektirir.
Eğer bitişik
değilse caizdir. Meselâ eğerli
bir atı eğersiz olarak hibe etse, bu hibe caizdir.
Çünkü at
eğersiz de kullanılır. Atı değil, üzerindeki yükü hibe
etmesi de caizdir. Çünkü yük atla
değil başka
şeylerle de
ta-şınır. Meselâ, yine bunun gibi,
bir kimse içindeki eşyayı değil evi hibe etse, evin
eşyasını
boşaltıp teslim edinceye kadar hibe caiz olmaz.
Eğer evi
değil, evin içindeki eşyayı
hibe ederek onu teslim etse, caiz olur. Mecmâ Şerhi. Muhit
adlı
eserde de böyledir.
«Hibe edilen
başka bir mala bitişikse, bu durum
hibenin tamamlanmasına mani olmaz. ilh...» Buna
göre, başka mal kendisine bitişenin hi-besi
caiz, fakat kendisi başka mala
bitişik olan şeyin hibesi
ise caiz olmaz. Fusûleyn.
«Ben derim ki: Bu söz mutlak değildir. Çünkü ekin
ve ağaç. toprağı meşgul edenlerdir,
toprakla
meşgul olanlar değillerdir. Bununla birlikte yere bitişik oldukları sürece bunların
hibesi de caiz
değidir. Ama eğer yerden ayrılır ve teslim edilirlerse
caiz olur. Fusûleyn üzerine Hayreddin.
«İçinde ekmeği bulunan dağarcığı ilh...» İçinde
eşya olan bir binayı hibe etse, binayı teslim ettikten
sonra da
binadaki eşyayı hibe etse, ikisinde
de hibe caizdir. Çünkü binayı hibe ettiği zaman, hibe
edenin artık
onda bir şey kalmamaktadır. Birincisinde, eşyayı hibe ettiği zaman, binanın kabzına
artık mani
ortadan kalkmıştır. Şu kadarı var ki,
bundan sonra da binada bir iş kalmamıştır ki,
eşyanın kabzı
binada tamamlan-sın. O halde birinci kabz -ki eşyayı kabzdır- bina hakkında
geçerliliğe dönüşmez. Bahır, Muhit'ten.
Bu ifadede
bir düşme vardır. Aslı şudur: Hibe özellikle eşyada
caizdir. Mesela, ona evin içindeki
meta hibe
edilse, o da ev ile birlikte metaı kabz etse, sonra ona ev de
hibe edilse, hibe ikisinde de
caizdir.
«O halde teslim etse ilh...» Fusûleyn sahibi şöyle demiştir: «Bunda bir görüş vardır. Çünkü at, eğer
ve gemi
meşgul etmektedir. Kendisi on-lar tarafından meşgul edilmiş değildir.»
Hakir diyor
ki: Asıl mesele bunun aksinedir. Açık olan .doğrusu da ancak bunun
aksidir.
Kâdıhân'da
olan da bunu teyid eder. Meselâ, bir kimse süs takımları ve elbisesi olan cariyeyi hibe
ederek o halde tes-lim etse, hibe caizdir.
Yalnız üzerindeki süs takıları ile üzerinde setr-i avretten
fazla olan
elbisesi, örf icabı hibe edenindir. Öyleyse cariyeyi değil üzerindeki ziynet ve elbiseyi
hibe
etmiş olsa, o hibe caiz değildir. Onları cariyeden
çıkarıp hibe ettiğine teslim ettiği
zaman hibe
geçerli olur. Çünkü elbise ve takılar cariye üzerinde bulunduğu sürece, asıl olan, cariye
tarafından
işgal edilmektedirler. Bu yüzden onların hibesi caiz değildir. Nûru'l-Ayn.
«Bunların
işgal edilmesi, bağışlayanın mülkü ile değilse ilh...» Bu görüş Musannıfın, «Bağışlayanın
mülkü ile meşgul değilse,» görüşünün illetidir. Zira
Musannıf bunu hibe edenin mülkü ile
sınırlamıştır.
Ben derim ki: Bahır, Minâh ve bunlardan başkasında diğerinin mülkü ile bağışlananın
başka bir
hakla meşgul olması şu şekilde açıklanmıştır. Bağışlanan şeyin bağışlamadan sonra, bir
başkasının hakkı olduğu or-taya çıksa veya onu bağışlayan kimse veya bağışlanan kimse onu
gasbetmişse, meşgul hibe söz konusu olur. Bu konuda bizim
Bahir üzerinde Câmiü'l-Fusûleyıi'den
naklen
yazdıklarımıza bakınız.
«Rehin ve
sadaka gibi ilh...» Yani rehin ve sadaka rehin veren ve sadaka verenin mülkü ile meşgul
değilse, onun
tamamlanmasına engel değildir. Muhit
ve başka eserlerde olduğu gibi.
Medenî.
Minâh'ta da
şöyle denilmiştir: «Evin veya
çuval gibi içinde eşya alan bir şeyin bağışlanmasında
bilinen açıklama ve cevap rehin ve sadakada olduğu gibidir. Çünkü rehin ve sadakada da kabz,
rehin ve
sadakanın tamam olması için şartıdır.»
«Baba küçük çocuğuna hibe ederse ilh...» Meselâ baba oğluna ken-dinin içinde oturduğu veya
içinde eşyası
bulunan bir evi bağışlamış olsa veya
başkası tarafından oğluna babasının
oturduğu
veya babasına ait eşyanın bulunduğu bir ev hibe edilmiş olsa, bu hibe caizdir. Çünkü o ev her iki
durumda da
onu kabzedenin mülkü ile meşguldür, işte bu gö-rüş Hâniye'de olana
aykırıdır. Çünkü,
Haniye önce böyle bir hibenin kesin olarak caiz
olmadığını söylemiştir. Sonra da Mücerred
adlı
eserdeki Ebû Hanîfe'nin görüşünden naklen böyle
bir hibenin caiz olduğunu
söy-lemiştir Çünkü bu
halde bu kimse oğlunun yerine
kabzetmiş olmaktadır.
Ebussuud'un
Eşbah'ın haşiyelerinde
Velvaluciye'den ve Bezzaziyye'den naklettiği ve fetvanın da
ona göre
verdiği cevazıdır. Bu görüş Ebu Yusuf'a aittir.
METİN
Ben derim ki: Mezhebte tercih edilen görüşe göre;
ariyet olarak oturulmakta olan binaya, ariyet alan
bir miktar eşya
koysa, daha sonra bu binayı mal sahibi ariyet alıp oturana bağışlasa, caiz
olur. Yine
kadının kocasıyla birlikte oturduğu binayı kocasına bağışlaması da caizdir. Çün-kü kadın ve kendi
eşyası
kocasının elinde olduğu için teslim sahih olur.
Vehbâniye'nin
beytini değiştirerek şöyle
dedim: Bir kadının, içinde eşyası bulunan ve kocasıyla
birlikte
oturduğu evin! kocasına hibe et-mesi
geçerli olur. Bu görüş güvenilir bir
görüştür.
Cevhere'de şöyle denilir: «Başkasının mülkü ile meşgul olan bir şeyin hibesinin hilesi şudur: Önce
onu meşgul
eden kimse hibe ettiği kişiye binanın içindeki kendi eşyasını emanet olarak verir. Sonra
da bi-nayı
ona hibe ederek teslim eder. Bu halde o hibe geçerli olur. Çünkü o bina elindeki
eşyasıyla meşguldür.
Hibe edilenin
elinde mâlikin mülkünden olan boş, taksim
edilmiş ve-ya taksimi kabil olan şeyin
hibesi caizdir. Ama
taksimden sonra kendisinden intifa edilemeyecek küçük bir ev veya hamam
gibi şeylerin
muşaen (hisseli şekilde) hibesi sahih değildir. Çünkü taksimi
kabil olan şeyin hibesi
halinde kabzı tamam olmaz.
Eğer hissesini ortağına veya bir yabancıya hibe
ederse, taksim edil-meden önce hibesi
caiz
değildir.
Çünkü burada tam bir kabz tasavvur
edilemez. Nitekim bütün kitaplarda böyledir.
Öyleyse
doğru olan
mezhep de ancak budur.
Seyrefiye'de, İtabî'den naklen şöyle denir: «Tercih
edilen görüşe gö-re bazı âlimler tarafından
denilmiştir
ki, ortağına hibe etmesi caizdir.»
Bir kimse, ortak olan malını taksim ederse, engel ortadan kalktığın-dan hibe geçerli olur. Eğer hibe
ettiği şey! hisseli olarak teslim ederse, hibe olunan kişi ona mâlik olmadığı
gibi onda tasarruf da
edemez. Ta-sarruf ettiği takdirde zamin olur. Hibe edenin ondaki tasarrufu ise ge-çerlidir. Dürer.
Şu kadarı var
ki, hibe konusunda Fusûleyn'den
naklen Dürer'de şöy-le denilmiştir: «Fasit hibe
kabzla mülkiyeti
ifade eder. Fetva da bununla
verilir.»
Bu misli
Bezzâziye'de de İmadiye de tashih edilenin
aksine mev-cuttur. Şu kadarı var ki
«fetva»
sözü «sahih» sözünden daha tekidüdir. Nitekim musannif hisseli malın
diğer hükümlerini geniş
olarak zikret-miştir.
Mâlik
öldükten sonra fasit hibede
yakınlarının rücu hakkı var mı-dır?
Dürerde «evet» denilmiştir.
Şurunbulâliye'de
de, «Bunun rücu hak-kı kendisiyle fetva verilen görüşe göre açık değildir.» diye
takip
edil-miştir.Çünkü, «fasit hibe kabzla mülkiyeti ifade eder,» denilmişti.
Kabzın
tamamlanmasına engel olan, akit sırasındaki hisseli
oluş-tur. Sonradan meydana gelen
ortaklık
değildir. Meselâ, hibe eden kişi hibe ettiği şeyin bir kısmından şâyien rücu ederse, bu
durum
ittifakla hibeyi fasit kılmaz. Ama bağışlanan şeyde başkasının hakkı olduğu or-taya çıkarsa,
bu yeni bir şüyu değil, belki akid zamanındaki bir suyu-dur. Bu
sebeple hibeyi fasit kılar. Meselâ
adam bir tarlayı
ekini ile birlikte hibe etse ve ekinle birlikte teslim etse,
.sonra ekinin başkası-nın
hakkı olduğu
ortaya çıksa hibe yalnız ekinde değil, tarlada da
fa-sit olur. Çünkü bu durumda taksimi
kabul eden
bir şeyin bir kısmı şüyûen başkasının
hakkı olmaktadır.
Hibe olunan
şeyin başkasının hakkı olduğu delil ile ortaya çıkarsa, hibeden önce olduğuna istinad
edilir. O halde Sadru Şeriâ'nın ve ona tabi olan İbni Kemal'in
dedikleri, gibi sonradan olmuş
sayılamaz,
belki hibeye yakın şüyu sayılır.
Memedeki
sütü, koyun üzerindeki yünü, topraktaki hurma ağacını ve ağaç üzerindeki
hurmayı hibe
etmek açık değildir. Çünkü bu hibe hisseli malın
hibesi gibidir ki geçerli değildir.
Fakat
sayılanlar yerlerinden ayrılarak hibe ve teslim edilseler en-gel olan şüyu ortadan kalktığı için
caiz olur.
Ama bu ayırmanın mâlikin izni ile hibe olunan kişi tarafından
yapılması yeterli midir?
Dürer'in açık ifadesine göre, evet yeterlidir.
Ama bunun
aksine buğdayda buğdayın ununun,
susamda susamın yağının, sütün
içindeki yağının
hibe edilmesi geçerli
değildir. Çünkü bun-lar henüz madumdurlar.
O halde ancak yeni bir akidle
bunlara mâlik olunur.
İZAH
«Binaya ilh...»
Bu «bina» kelimesi burada fazlalıktır. Çünkü burada bunu meşgul eden
mâlikin malı
değildir.
Halbuki burada kasdolunan hi-be edenin mülkü ile meşgul olandır.
«Ariyet
olarak verilen ilh...» Yani bir kimse kendi çocuğuna,
içinde meccânen oturanların
bulunduğu bir
binayı hibe etse, hibe geçerlidir. Bu kimse kendi
oğlunun yerine kabzetmiş sayılır.
Ama binada ücretle oturuyorlarsa,
caiz değildir. Bu şekilde Hâniye'den nakledilmiştir.
«Boş ilh...» Musannıf, «boş» kelimesi ile kayıtlamış
olup amaç, ağa-cın üzerindeki hurmanın
hibesinden kaçınmaktır. Zira ağacın üzerindeki
hurmanın hükmü gelecektir. Dürer.
«Taksimden sonra ilh...» Taksimi kabil olmayan
hisseli bir şeyin hi-besinin geçerli
olması için. hibe
edilenin
miktarının bilinmesi şarttır. O halde köledeki hissesinin ne kadar olduğunu bilmeden hibe
etmesi caiz değildir. Çünkü hibe edilen meçhul olduğu için anlaşmazlığa
sebeb olur. Bahir. Bu
mesele için Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
«Hamam gibi ilh... » Burada bir görüş vardır ki, şüphesiz mutlaka
hamam taksim olunmayan
cinstendir.
H. Hâmiş'te de böyledir.
«Bütün
kitaplarda ilh...» Zeylâî ve Bahır'ın sahibi bunu açıkça
söylemişlerdir. Minâh.
«Doğru olan
mezheb de ancak budur ilh...» Minâh'ta olduğu gibi ortağın meselesine
bakınız.
«Tercih edilen görüşe göre ilh...» Remlî der ki: «Müellifin, yani Minah sahibinin yazısı ile
bunun
karşılığında şu şekilde
bir şey bulunmuş-tur: Size gizli değildir
ki, bu meşhur olan görüşün
aksinedir.»
«Taksim edilirse ilh...» Yani taksim eden
ister hibe edenin kendisi, ister vekili, isterse onun izniyle
hibe edilen kişi olsun. Bu durumların hepsinde hibe tamamlanır. Nitekim az
bir fıkıh bilgisi olan bir
kimseye de bu
açıktır. Remlî. Zira fasitte değil, sahih hibede teslime hazır hale getirme kabz
hükmündedir. Câmiü'l-Fusûleyn.
«Hisseli olarak teslim ederse ilh...»
Fetâvâyı Hayriye'de şöyle denil-miştir: «Zahiri
rivayete göre
hisseli olarak teslim
ederse mülk ifade et-mez.
Zeylâî'de «Hibe ettiği şeyi hibe
ettiği kimseye hisseli
olarak teslim ederse,
hibe olunan kişi hibeye mâlik olamaz.
Hatta onda tasarruf da yapamaz. Helak
olduğu
takdirde de ona zamin olur. Hibe eden kişinin de onda tasarrufu geçerlidir.»
denilmiştir.
Tahâvî.
Kâdıhân da onu zik-retmiştir. İbni
Rüstem'den de bunun benzeri rivayet edilmiştir. İsâm da
fasit hibenin
mülk ifade ettiğini zikretmiştir. İsâm'ın zikrettiğini meşâyihten bazıları da almıştır.
«Fasit hibe
bazı meşayihe göre mülk ifade etmekle birlikte,
bütün âlimler hibe edenin hibe edilen
kişiden
-velevki onun mahremi olsun- fa-sit hibe ile
hibe ettiğini geriye alacağında
icmâ etmişlerdir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
de, Fazlî'nin Fetâvâsma işaret edilerek, «Fasit hibe ile hibe edilen bir
şeye
helak olduğu
zaman hibe edenin hibesinden rücû edece-ğine -velevki. hibe
ettiği kişi mahrem
akrabası olsun- fetva verdim. Zira geçtiği
üzere fasit hibe helak edildikten sonra kıymeti ile tazmin
ettirildiği
gibi, helâk olmazdan önce de geri alınması hibe edenin
hakkıdır.» denilmiştir.
«Hibe eden kimse, fasit hibede nasıl dönme hakkına
sahipse, o öl-dükten sonra onun varisi de
hibeden rücû
edebilir. Çünkü fasit hibe geri alınmaya müstehâktır. Helâktan sonra da fasit satım
akdinde
olduğu gibi alış-veriş yapanlardan birisi öldüğü zaman, onun varisi onu tazmin ettirme
hakkına sahiptir. Çünkü fasit satım akdiyle satılan şey, helak ile nasıl tazmin olunursa, redde de
müstehâktır.
Kaza'nın tahsisi kabul ettiği bilinen gerçeklerdendir.
Buna göre; sultan, birisini Ebû
Hanîfe'nin mezhebi ile hüküm
versin diye hâkim tayin ederse, tayin
olunan hâkimin hükmü Ebû
Hanîfe'den
başkalarının mezhebinde geçerli değildir. Çünkü o, sultanın
tahsisi ile diğer bir
mezhebe göre
fetva vermekten azledilmiş sayılır. O
takdirde, o hâkim, Ebû Hanîfe'nin mezhebinin
dışın-da,
ülkedeki diğer insanlar gibi olmaktadır. Hanefî âlimleri
de, -Allah onlara rahmet etsin-
bunu nassen
söylemişlerdir. Hayriye'de olan
bu-rada bitmektedir.
Bu görüş ile
Hamidiye'de ve Naciye'de de fetva
verilmiştir. Cevhere ve Bahır'da bunu kesin
söylemişlerdir.
Müptağî'den
de şöyle nakledilmiştir: «Bir kimse hibe ettiğini hibe olunan kişiye satsa, geçerli
değildir.;»
Nûru'l-Ayn'da
da, Vecîz'den naklen şöyle
denilir: «Fasit hibeyi kabzeden helak olduğu takdirde
zamin olur.
Fasit hibede mülkiyet ancak iva-zın
adası ile sabit olur. Bunu İmam Muhammed Mebsut
veya Asi
adlı eserde nassen zikretmiştir. Bu da ancak Ebû Yusuf'un
görüşüdür. Zira hibe ivazlı
akde
dönüşür.»
Nûru'l-Ayn'da
bundan önce de şu zikredilmiştir: «Ebû Hanife'ye gö-re taksimi kabil olan birşeyde
hisseli olarak hibe mülkiyet ifade etmez. Kûhistânî'de de mülkiyet ifade etmediği
yazılıdır.
Muzmarat'ta
olduğu gi-bi, tercih edilen görüş de
ancak budur. Bu, Ebû Hanîfe'den de rivayet
edilmiştir.
Doğru olan da budur.»
Amel, ancak İmam Muhammed'in üzerine ten'sis
ettiği ve Ebû Hanî-fe'den rivayet
edildiği bilinen
zahiri rivayete göre olur. Her ne kadar bu-nun aksi
açıkça fetva verilen görüştür,
denilse de hüküm
değişmez.
Bil-hassa geleceği gibi onun habîs mülk
olduğu yerde. Bildiğin gibi o hi-bede tazminat
da vardır.
Habîs olduğundan da hibe edilen kişiye
bir men-faati yoktur. Bunu ganimet bil. Bu
meseleler çok vuku bulduğu gibi halkın çoğunluğu da
buna uyarı yapmamıştır. Zira muhalifin
görüşü
üzerine de tazmin gerekmektedir. Bir de benim gıyabımda yapılacak
duaların bana yararlı
olacağını
umduğumdan bu meselede çok nakil yaptım.
«Kabızla ilh...» Fasit hibede de kabzla mülkiyet
ifade edilmekle bir-likte elde edilen mülk habîs
(çirkin)
mülktür. Fetva da bununla verilir. Kûhistânî. Yani yukarıda geçtiği gibi insan ona da zamin
olur. Uyan.
Minâh'ın haşiyesinde,
«Fasit hibede kabz her ne kadar mülkiyet ifade ederlerse de fasit
satım
akdinin
bozulmasına hüküm verildiği gibi bunu
da fasit olduğu bozulmasına hükmedilir»
denilmiştir.
Düşün.
«Bezzâziyye'de de ilh...» Bezzâziyye'nin
ifadesi şöyledir: «Fasit hi-bede
kabzla mülkiyet sabit olur
mu? Natıfî
demiştir ki: «İmam-ı Azam'a göre
fasit hibede, kabz mülkiyet ifade
etmez. Bazı fetvada
da, «Fasit
hi-bede mülkiyet fasit olarak sabit
olur. Bununla da fetva verilir» denmiş-tir. Asi adlı
eserde de şu husus ifade edilmiştir: Evinin yarısını bir baş-kasına hibe ve teslim
etmiş olsa, hibe
olunan kişi
de evin hibe kısmını satsa caiz değildir. İşte Asl'daki bu ifade delâlet ediyor ki, fasit hibe
mülk olmaz.
Zira kabzdan sonra da görülüyor
ki satım akdi ibtal edili-yor.
Fetvada da ifade
edilmiştir ki, «Tercih edilen görüş ancak Asl'da olan bu ifadedir.» Ben, bazı
fuzalânın yazısı ile
Minâh'ın
haşiyesinde bunu naklettikten sonra
senin de gördüğün gibi fasit hibede
kabzın mülk
ifade etme
rivayetini ve onunla fetva vermeyi bazı fetâvâyı nisbet etmiş-lerdir.
O halde o rivayet
Asl'ın rivayetine aykırı değildir. Bundan ötürü de
Kâdıhân, Asl'da olan rivayeti tercih
etmiştir.
Musannıf,
«fetva lâfzı» ifadesi hakkında
söylediği genel değildir,
de-nilebilir. Bilhassa,
Bezzâziyye'den nakledilen ifadeleri
gördükten sonra. Sen de düşündüğün
zaman hükmedersin ki
Asl'da olan ifadenin delâ-let ettiği daha tercihlidir.
«Takip edilmiştir ilh...» Bizim Hayriye
Fetvalarından naklettiğimiz bilgilerden
anlaşıldığına göre
bunda bir
görüş vardır.
«Sonra
meydana gelen şüyu değildir, ilh...» Ben diyorum ki: Hastalığında elindeki tek evini hibe
etmiş olsa, sonra da ölse, varisleri de bu hibeye icazet vermeseler, hibe yalnız bu evin üçte birinde
kalır, üçte ikisinde ibtal edilir. Nitekim bu
kısım Hâniye'de de belirtilmiştir.
«Bir kısmı şüyûen
başkasının istihkakı olmaktadır, ilh...» Yani hük-men. Zira
ekin ile tarla bitişik
olma
hükmüyle, bir şey gibidirler. Bunların biri başkasının istihkakı olduğu
zaman sanki taksimi
kabil olan his-seli malın bir kısmının istihkakı
gibi olur. Hisseli olan bir şeyin bir kısmı başkasının
hakkı olduğu
zaman geri kalanda da hibe bâtıl olur.
Kâfî adlı eserde de böyledir. Dürer.
Hâniye'de
de, «Ekin, müşaa (hisseliye) ben-zemez» denilmiştir.
«Delil ile ilh...» Bakılır: Başkasının hakkı olduğu hibe olunan şahsın ikrarı ile ortaya çıkarsa o
zaman o hakkın hibeden önce olduğuna da-yanılır.
Eğer hibe edenin ikrarı ile ortaya çıkarsa, acık
olan onun
ikrarı-nın lağvıdır. Zira o başkasının mülkü ile ikrar etmiştir.
«Çünkü muşa
(hisseli) gibidir ilh..» Dürer Şerhi sahibi, «Bu sayı-yoktur.
Şu kadarı var ki bunlar
müşânın
hükmündedirler. Hatta bu
say-dıklarımız -memedeki sütü, koyunun üzerindeki yünü,
topraktaki
hurma ağacını veya ağaç üzerindeki hurmayı- yerlerinden
ayrılsa ve hibe edi-len kişiye
teslim edilse, hibe geçerli olur.» demiştir.
Ben derim ki: Onun, «Muşa (hisseli)nin benzerleridir»
sözünden bu tür hibenin her şeyde
müşânın
hükmünü
alacağı anlaşılmasın. Çünkü eğer her şeyde müşâ'mn hükmü gibi olursa, toprak sahibi
tarafından
hurma ağacının hibesinin caiz olmaması gerekir. Bunun aksi de
böyledir. Bir bahçenin
ağaçlarını değil yalnız bahçenin toprak mülkiyetini
hibe et-mesi de caiz olmazdı. Halbuki açık
olan
bu gereğin aksidir. Yani yuka-rıdaki her iki tür hibe de caizdir.
Onun, «müşa menzilesindedir» sözü ümit ediyor ki, onun elindeki nüsha bu şekildedir. Yoksa
şarihin bizim
elimizdeki nüshadaki ifadesi, «o, müşa gibidir» şeklindedir. Dürer şerhinin ifadesi ile
şöyledir: «Şu
kadar var ki, o hibe müşa hibesi hükmündedir.» Şarihin bizim elimizdeki
nüshasının
ifadesinin
anlamı ile Dürer şerhinin ifadesinin anlamı birdir.
Muşa ile muşa gibi olanın arasındaki fark nedir?
Muşa olan bu mül-kün en küçük parçasında dahi
diğer ortağın
mülkiyet hakkı mevcuttur. O halde hibeyi yapan
ortaklardan birisi de olsa onun hibesi
geçerli
de-ğildir. Çünkü bu durumda hibede şart olan tam bir kabz tasavvur olu-namaz. Topraktaki
ağaç, ağaçtaki hurma tarladaki ekinin her biri
bir şahsın olsa meselâ:
Bahçedeki ağaç birinin,
bahçenin
toprak mülkiyeti bir diğerinin, hurma
ağacı bir kimsenin, ağaç üzerindeki hurma diğer bir
kimsenin, tarla birisinin, içindeki ekin eğer
birinin olsa, o halde ağacın sahibi ağaçlarını bahçenin
sahibine veya bahçenin sahibi, bahçesini için-de
ağaçları olan kişiye hibe etmiş olsa, bu hibe
geçerli olur. Zira her ikisinin mülkü de diğerihin
mülkünden ayrıdır. O halde hibenin şartı
olan tam
kabz bunlarda
meydana
geliyor ve geçerli oluyor.
Bu saydıklarımızı hiç kimsenin böyle açıklıkla
yazdığını
görmedim. Şu kadar var ki, bu hüküm
fakihlerin sözünden alınmıştır. Eğer bunun aksine
bir nakil
bu-lunmuşsa, bize düşen ancak o nakle teslim olmaktır.
FER'Î BİR
MESELE:
Bir kimsenin
diğerinin 10 dirhemi olsa, o da onu ödese, alan kimse
onun bir danik (2 kırat) fazla
olduğunu
görse, onu alacaklıya veya
malı satana hibe etmiş olsa, bakılır:
Eğer dirhemler sağlam
ise ve
parçala-mak ona zarar verirse o sahih olur. Çünkü taksimi mümkün olmayan bir müşâ'dır.
Yine altın ve
gümüş paraların, meselâ, bir beşibirlik altının bi-razın» birisine
hibe etmiş olsa, eğer
kesip parçalamak o
hibe edilen kıs-mı vermek
beşibirlik altına zarar veriyorsa,
hiç kesip
parçalamadan onun bir kısmını hibe etmek geçerlidir. Yok eğer kesip
parçalamak zarar ver-miyorsa
taksim etmeden onun bir kısmını hibe etmek geçerli değildir. Bezzâziyye.
«Dürer'in açık ifadesine göre evet, yeterlidir
ilh...» Ben derim ki: Hâniye'de bu mesele açıklıkla
zikredilerek şöyle denilmiştir: «Eğer adam tarlayı değil yalnız
tarladaki ekini, ağacı değil yalnız
üzerindeki
hurmayı hibe etse ve hibe ettiği kişiye de ekini hasat yapmaya veya ağaçtaki
hurmaları
toplamaya
izin verse, hibe edilen şahıs da bunları aynen yap-sa,
bu hibe caizdir. Çünkü mal
sahibinin
izni ile hibe ettiği şeyi kabzetmek, ister hibe ettiği mecliste, ister ondan
sonra olsun
geçerlidir.»
Hâmidiye'de,
Çâmiü'l-Fetâvâ'dan naklen, «Birisi,
diğerine tarladaki ekini veya
ağaçtaki hurmayı
veya kılıç
kabzasındaki sonradan takılan ziy-neti veya bir binadaki bir odayla bir diğer adamın
üzerindeki
dinarlarını veya bir yığın buğdaydan
beş ölçek hibe etmiş olsa ve hibe ettiği kişiye
de
hasat yapmayı veya
hurmaları toplamayı, kılıcın
kabzasındaki süs eşyayı çıkarmayı, bir diğer
adamın
üzerindeki alacağını kabzetmeyi veya bir yığın buğdaydan hibe ettiği beş ölçeğin
ölçülmesine izin verse, o da yapsa, bu hibe istihsânen geçerlidir.» denilmiştir.
«Asla geçerli
değildir ilh...» Yani her ne kadar bu saydıklarımızı his-seleri ayırarak teslim etse yine
geçerli değildir.
«Çünkü bunlar
madumdurlar ilh...» Yani hükmen madumdurlar. Me-selâ; hayvanın
karnındaki
cenini hibe etmiş olsa ve «Doğumundan sonra sana teslim ederim» dese, caiz değildir. Çünkü o
ceninin
varlığı ihtima-lidir. O halde o madum
gibidir. Minâh.
«Yeni bir
akitle ilh...» Bunun yeni bir akitle
olmasının sebebi şudur: Zira buğday, başka bir hale
dönüşerek un
olmuştur. Bu dönüşümden son-ra bu
gasb bahsinde açıklandığı üzere ayn
olmaktadır.
Yani bunun ge-çerli olmaması, teslimi mümkün olmamasından değil,
başka bir ayn
ol-masındandır.
Muşa (hisseli) ise bunun aksinedir. Çünkü o, her zaman mülkiyete
zıd'dır. O halde
engel ortadan
kalktığında onun hibesi caiz olur. Minâh.
METİN
Eğer hibe edilen şey, hibe olunan kişinin elinde ise, -gasp veya emaneten elde etmiş olsa, yeniden
bir kabz olmasa bile- ona hibe edil-diği zaman, «Kabul
ettim» demesiyle o şeye mâlik olur. Çünkü o
zaman, o
kendi nefsine âmil olmaktadır. Bunda asıl kaide şudur: iki kabz bir cinsten olursa, biri
diğerinin
yerine kâim olmuş olur. Ama kabz şekil-leri
birbirine zid olursa üstün olan, ednâ planın
yerine kâim olur. Aksi
olmaz. Yani ednâ olan üstün olanın
yerine kâim olmaz.
Çocuğun
üzerinde genel bir velayeti olan kişinin kabzıyla hibe ta-mamlanır. Çocuğun üzerinde
genel velayeti olan kişi onu geçindiren kişi-dir.
O halde baba olmadığı zaman kardeş,
amca
gibilerinin
çocuk on-ların aileleri içerisinde
ise, kabulü ile akit tamamlanır ve sahih olur.
Eğer hibe edilen şey -biliniyorsa ve kabul edilen velinin
veya
ema-netçinin elinde ise. Zira velinin
kabzı çocuğun
kabzının yerine geçer. Bunda bir
kimsenin kendi başına yapabileceği her akitte
yalnız icab
yeterlidir. Eğer çocuğa bir yabancı
bir şey hibe ederse, çocuğun velisi-nin kabzıyla hibe
tamamlanır.
Veli de sayacağımız
şu dört kişiden birisidir: Baba, sonra babanın varisi sonra
dede, sonra da
dedenin
varisi, Çocuk bunların evlerinde
ol-masa dahi bunların kabzetmesi yine
yeterlidir. Bunlar
olmadığı
takdirde amca veya kardeş
gibi onu ailesi içerisinde barındıran kişinin çocuğa hi-be
edilen şeyi
kabzıyla yine hibe tamamlanır.
Çocuğa hibe
edilen şeyi annesinin veya çocuk sokakta
bulunmuş ise onu bulup bakan adamın
kabzı eğer çocuk onların evlerinde de-ğilse, kabz tamamlanmaz ve hibe geçerli
olmaz. Çünkü
bunların
ço-cuğun üzerinde velayeti yoktur.
İZAH
«Kabul ettim
ilh...» Burada kabul nassan şart
kılınmıştır. Çünkü «ka-bul» kelimesi olmadığı takdirde
o mal onun
eline onun rızası olmadan geçmiş olmaktadır. Çünkü burada mal
daha önceden elinde
olduğundan
kabza ihtiyacı yoktur. O halde ekindeki şeyin ona hibe edildiği zaman, o bizzat sözlü
olarak, «kabul ettim» demezse o hibe caiz olmaz.
Zira o halde onda zarar olduğu zannedilir. Ama
hibe edilen şey
onun elinde de-ğilse, ona hibe eden kişi, onun kabzını emretse yukarıdaki
meselenin ak-sine kabzettiğinde hibe geçerli
olur.
Zira hibe
edilen kimsenin, kabz olduğu takdirde, sözlü olarak, «ka-bul ettim» demesi
şart değildir.
Çünkü o kabza
teşebbüs ettiği an onun kabzı kabul ve onun rızası ile de mülk eline geçtiğinden ona
mâlik olmuş bulunur. T. Özet olarak.
İşte bu
yazdığımız açıklama, Musannıfın «o
zaman o, kendi nefsine şâmildir» sözünün
mânâsıdır.
«Yeniden bir
kabz olması bile ilh...» Yani o hibe edilen şeyin bulun-duğu yere
dönüp yeniden
oradan kabz etmesine gerek yoktur.
Kûhistânî.
«Bir
diğerinin ilh...» Meselâ; mâlikin
yanında emanet olan şeyi emanetçiye, ariyet olarak vermesi
yeni bir
kabzdır. Çünkü vedîa ve ariyedeki kabz
emanetendir. Bunların birisinin kabzı diğerinin
yerine geçer. Yu-karıda açıklandığı gibi.
«Ednânın
yerine ilh...» O halde fasit satım akdindeki mebiin veya gasbolunan şeyin
kabzı, geçerli
bir satışla satılan mebîin kabzının yerine geçer. Emaneten
kabz bunların yerine geçmez. Minâh.
«Aksi olmaz ilh...» Meselâ emanet
(vedia) kabzı ile hibe kabzı bir cinstendir, Çünkü her ikisi de
emanet
kabzıdır. Ama vedîa kabzı ile
sa-tın alma kabzı biribirlerine zıttırlar. Çünkü satın alma
kabzında alınan şeyin semenine zamin olunmaktadır. O halde emanet olarak kabzolunan
bir şey
satın alma kabzının yerine geçmez. Muhit adlı eserde olduğu gibi. Tahâvî'nin şerhinde bunun misli
aynen bulunmaktadır. Şu kadarı var ki, bir cinsten
olanı iki kabzdan üstün olanın ednâ olan yerine
kâim olması mutlak değildir. Çünkü birisi diğer bir
şeyle yükümlü olduğu takdir-de, meselâ satış,
semenle rehin de deyni ile tazminlidirler ki, bunların kabzı, vacip olan kabzın yerine geçmez.
Mustasfâ adlı
eserde de oldu-ğu gibi. Onun misli Zahidî'de de vardır. Şu halde mâlik
emanetçiye
yanındaki emaneti satmış olsa, yeni bir kabz gerekir. Çünkü
birinci kabzı emanet kabzı idi. İkinci
kabzı ise satış ile
yapılan kabzdır. Satış ile
ya-pılan kabz semen ile tazminli olduğu için ikisi
aynı
cinsten
değildir. Bu bahsin tamamı İmâdiye'dedlr.
Kûhistânî.
«Çocuğun
üzerinde ilh...» Çocuk eğer baliğ ise, velisinin yanında
bulunsa bile kendisinin
kabzetmesi şarttır. Tatarhâniye.
«Genel bir
velayeti ilh...» Yani çocuğun malında
tasarruf hakkı olmazsa dahi yine kabzedebilir.
«Akit ilh...» Yani yalnız icâbla. Nitekim sarih de buna işaret
etmektedir. Hâmiş'te de böyledir. Eğer
çocuğa hibe
edileni bildirir veya çocuğa hibe
edilen şeyin hibe edildiğine dair
şahit gösterirse bu
da böyledir, Şahit göstermesinin sebebi ise,
öldükten sonra inkârdan korunması içindir. O halde
bildirme gereklidir. Çünkü bildirme kabz yerinedir. Bezzâziyye.
Tatarhâniye'de
de şöyle denilmiştir: «Kölesini bir ihtiyaç için gön-derse veya
Dârû'l-İslâm'da kölesi
kaçsa, gönderdiği veya kaçan köleyi oğluna
hibe etmiş olsa, hibe geçerli olur. O halde baba
ölünceye
kadar köle dönmez ise köle, babanın malında miras olmaz.»
«Hibe edilen şey
ilh...» Musannıfın bunu söylemesi, sanıyorum ki, «Ben malımdan o şeyi çocuğuma
hibe ettim»
demesi ve benzerinden kaçınılması içindir.
«Biliniyorsa
ilh...» İmam Muhammed şöyle der: «Bir
kimsenin küçük oğluna hibe ettiği şeye şahit
gösterir o
şey de biliniyorsa hibe geçerlidir. Çünkü asıl maksat çocuğuna hibe
ettiği şeyi
bildirmektir.
Yoksa şahit göstermek, gerekli
olan bir şart değildir. Zira
hibe ilânla tamamlanır.»
Tatarhâniye.
«Emanetçinin elinde ilh...» Veya ariyet alanın elinde ise yine kabz gerçekleşir. Ancak gasbedicinin
veya rehinin alanın yahut fasit bir
satın alma ile müşterinin elinde olması kabz yerine geçmez.
Bezzâziyye.
Sâyıhânî de
şöyle der: «Hibe ettiği birşey gasbedilmiş veya kiraya verilmiş
ise, kira akdi ise, akdin
bitimi ile,
gasb ise gasbedilenin geri dönmesiyle benzerlerinde tamamlandığı gibi
bunlarda da hibe
tamam olur.»
«Kendi başına yapabileceği her akitte ilh...» Meselâ kendi malını baliğ olmayan çocuğuna satması
gibi. Ki,
bunda yalnız Icab yeterlidir. Tatarhâniye.
«Babanın
vasisi ilh...» Sonra velî, sonra hâkim ve hâkimin vasisi. Ni-tekim «Mezun» bahsinde
gelecektir. Vekâletten
hemen önce husûmet bahsinde geçtiği
üzere babanın vasisi de baba gibidir.
Anne de vasî
gi-bidir. Eğer çocuk onların yanında
ise, çocuğa yapılan hibeyi kabzetmeye anne
mâliktir.
Burada annenin vasîliği çocuğun babası, dedesi
ve on-ların vasilerinin olmadığı
durumlardadır.
Sadr da şöyle
der: «Annenin kabzı için babanın olmayışı şart de-ğildir.» Başka bir yerde de
bir kişi
hakkında
şöyle zikretmiştir: «Eğer'baba küçük kızını birisi ile
evlendirse, o koca küçük kıza yapılan
hibeyi kabzetme hakkına sahiptir. Ama zifaftan önce bulûğdan sonra kocasının
karısına yapılan
hibeyi kabzetmesi caiz değildir.»
Tecrid'de de baba hayatta olmadığı takdirde baliğ olmayan
zevceye yapılan hibenin kocası
tarafından
kabzedilmesinin caiz olduğu yazılıdır.
Baba ve
vasisi, dede ve vasisi gaip olsalar
ve onlardan hiçbir ha-ber olmasa,
çocuğa yapılan hibeyi
ona velayet eden kişinin kabzetmesi caizdir.
Bu dört kişiden birisinin mevcut olduğu yerde başka
birisi
ço-cuğa yapılan hibeyi kabzedemez. Çocuk ister
o kimsenin yanında olsun, ister
olmasın ve o
kimse çocuğun ister yakın akrabası olsun, ister ya-bancı olsun.
Bu dört
kimseden hiçbirisi olmazsa, çocuk kimin
evinde ise, onun çocuk adına kabzı caizdir.
Çocuğun, yanında bulunmadığı kimsenin kab-zı ise caiz değildir.
Bezzâziyye.
Bahır'da,
«Burada, bulunmaktan maksat hazır olmaktır.» denilmiştir.
Gâyetü'l-Beyân'da
da şöyle denir: «Anne ve çocuğu
yanında bulun-duran kişi babanın huzurunda
çocuğa
yapılan hibeyi kabza mâlik de-ğildirler. Bazı meşâyih de, baba hazır bile olsa, çocuğu
yanında
bulun-duran -koca gibi- kimsenin kabzının caiz olduğunu söylemişlerdir. İşte bundan
kaçınmak içinde metinde, «sahih görüş»
tabirini kullanmıştır.»
Küçük yaştaki
kızın kocası varsa, babasının
huzurunda dahi ona yapılan hibeyi kabzedebilir. Ama
anne ile çocuğu yanında
bulunduran ko-cadan başka bir kimse bunun aksinedir. Çünkü bunlar
ancak sahih gö-rüşe göre babanın ölümünden sonra veya hiçbir haber
almayan bir tarzda gâib
olduktan
sonra kabza mâliktirler. Çünkü bunların tasarrufu ba-banın havalesi ile değil zaruretten
dolayıdır. Babanın huzurunda ise zaruret yoktur. Cevhere.
Bu dört
kişiden hangisi kaybolursa velayet derecesi bakımından on-dan sonra gelenin kabzetmesi
caizdir.
Çünkü o hibenin kabzını gaip ola-nın gelişine tehir etmek çocuğun menfaatini
yok etmektir.
O halde
ço-cuğun menfaatini yok etmektir. O halde çocuğun velayeti, gaip olan ve-liden sonra
derecesine göre intikâl eder. Nikâhta olduğu
gibi.
Bu dört
kişiden birisi hazır olduğunda bir başkasının kabzetmesi,
çocuk, kabzeden kimsenin yanında olsa dahi veya
kabzeden kişi çocuğun kardeş, amca,
anne grbi
neseb bakımından yakın akrabası olsa da-hi caiz değildir. Bedâyî. Özetle.
Babanın
huzurunda, çocuğu yanında barındıran kişinin
çocuğa ya-pılan hibeyi kabzetmesine
gelince, bazı âlimler tarafından o kabzın caiz
olmadığı söylenmiştir. Bazı âlimler
de, «kabzın caiz
olduğunu söylemiş-lerdir. Fetva da bununla verilir. Müştemilü'l-Ahkâm.
Bu konuda
doğru olan caiz olmasıdır. Hibe edilen kişi,
çocuk yaşta bir kız olduğunda babasının
huzurunda
kocasının kabzının caiz olduğu gibi. Haniye. Fetva da bu kabzın caiz
olması üzerinedir.
İstirûşini.
Fakat bildin
ki, Hidâye ve Cevhere adlı eserler babının
huzurunda çocuğu yanında bulunduran
kimsenin kabzetmesi caiz olmadığının geçer-li
olduğu üzerindedirler. Bedâyî adlı
eserin müellifi de
bu âdem-i
ceva-zın kesin olduğunu söylemiştir.
Kâdıhân ve
diğer fetâvâ sahipleri ise bu görüşün
aksini sahih gör-müşlerdir. Yani babasının
huzurunda
çocuğu yanında bulunduran kişi-nin kabzının geçerli
olduğunu söylemişlerdir. Sen de
Kâdıhân ve
diğer fetâvâ sahiplerinin zikrettiği
görüş üzere ol. Kâdıhân'ın caiz gördüğün-den
dönülmez.
Zira o fakihtir. Bilhassa bu meseledeki çocuğun menfaati
gözönüne alınmıştır. Fetva
sırasında düşün.
Bu bir fetva vakası olduğu için bu meselede çok nakil yaptım.
Bu nakillerin bazılarını da Molla Ali
Türkmânî'nin
hattından naklettim. Ona güvenerek
dayanıyorum. Çünkü onun sikâlığı sabittir. Allah
ona rahmet
etsin.
«Bunlar
olmadığı takdirde ilh...» Hiç haber alınmayan uzak bir yerde
oldukları takdirde, amcası gibi
veli olacak
bir hısımının unların ye-rine
kabzetmesiyle hibe akdi tamam olur.
METİN
Bu çocuk eğer
mümeyyiz ise, malın kazanılmasını
anlıyorsa, babası hazır olsa dahi onun kendi
nefsi için kabzı geçerlidir ve hibe tamam olur. Müctebâ. Çünkü çocuk zarar ihtimali
olmayan, sırf
menfaat olan
şeyde
baliğler gibidir. Hatta ona iş görmeyecek
kör bir köle hibe edilmiş olsa, ki ona
menfaati
olmadığı gibi külfette getirse, onun kabulü geçerli ol-maz. Eşbâh.
Ben derim ki: Bercendî isimli kitapta, «Babının
huzurunda çocuğu yanında bulunduran kişinin ona
hibe edileni kabzetmesi hususunda fakihler arasında
ihtilâf vardır. Bazı âlimler tarafından bu kabzın
caiz
ol-madığı söylenmiştir. Doğru olan da
ancak caiz olmasıdır.» denilmiştir.
Kûhistânî'nin
açık ifadesi ise onun caizdir diyen görüşü tercih etti-ğini, gösteriyor.
Kûhistânî bu
tercihi
Fahrü'l-İslâm ve diğerlerine de isnad etmiştir. Ancak, Musannıfın Hülâsa adlı esere
isnad
edip
dayandı-ğını söylediği,
Kûhistânî'nin tercihinin aksinedir. Yani bu kabzın caiz ol-mamasıdır. Şu
kadar var ki,
Musannıfın, «vasi babasının huzurunda
ol-sun» görüşü yukarıda geçen,
«annesi ve bir
yabancı» ifadelerine bağla-nırsa Musannifin metni de
caiz olduğu ihtimalini taşır.
Mümeyyiz çocuğun hibeyi kabulü geçerli olduğu
gibi reddi de geçer-lidir. Sirâciye.
Sirâciye
kitabında, «Çocuğun hasenatı kendisinedir. Anne
ve baba-sına da ona dini terbiye
vermelerine
karşılık ecir ve sevab vardır. Anne ve babasına çocuğa hibe edilen yenilecek bir şey ise
onu yemeleri mu-bahtır. Bazı âlimler de mubah
olmadığını söylemişlerdir.»
denilmiştir.
Sirâciye'nin
bu sözleri, çocuğa hibe edilen
yenilmeyecek bir şey ise anne ve babasına onu almanın
mubah
olmadığını ifade etmektedir. An-cak
ihtiyaç olması halinde mubahtır.
Çocuğun
sünnetinde çocuğun yanına bırakılan hediyeler, eğer elbi-se ve oyuncak
gibi çocuğa
uygun ise, çocuğundur. Fakat eğer hediye-ler çocuğa uygun değilse,
bakılır: Eğer hediye eden
babanın akraba ve tanıdıklarından ise babasınındır. Annenin akraba ve
tanıdıklarından ise
annenindir.
Hediyeyi getiren ister, «Bu hediye çocuğundur» desin, ister demesin.
Fakat hediye
eden kişi, «Ben bunu babaya veya
anneye hediye et-tim» derse geçerli söz
onundur.
Düğünde
gelinin odasına getirilen hediyeler de
bunun gibidir. Hü-lâsa.
Hülâsa'da şöyle
denilir: «Çocuğuna veya talebesine
elbise yapsa, sonra başkasına vermek istese,
veremez. Ancak elbiseyi yaptığı
zaman, «Bu ariyettir» derse, başkasına verebilir.»
Müctebâ
isimli kitapta da, «Giymekle elbiseye
mâlik olunur. Ama yorgan, yastık gibi
bir şeyi birisi
üstüne veya başının altına alsa, elbi-senin
aksine bunlara mâlik olunmaz.» denilmiştir.
Hâniye'de şöyle denilir: «Sevgi bakımından bazı çocukların diğerle-rine tercih edilmesinin
zararı
yoktur. Çünkü
bu kalb işidir. Yine yapılan
ihsanlarda da zarar vermeyi kasdetmiyoruz. Bazı
çocukların
diğerlerine tercih edilmesinde bir
mahzur yoktur. Ebû Yusuf'a göre, çocuklar eğer
zarara
uğruyorlarsa o zaman aralarında eşit
davranmak gerekir. Kıza da oğul gibi eşit şekilde verilmelidir.
Fetva da Ebû
Yûsuf'un görüşü üze-rinedir. Ancak
sağlıkta malın hepsinin bir çocuğa hibe edilmesi
caizdir. Fakat baba günahkâr olur.»
Yine Hâniye'de, «Çocuğun malından karşılıklı olsa bile, bir şeyin hi-be edilmesi caiz değildir. Çünkü
hibe başlangıçta teberrudur. Baba ço-cuğunun malını teberru edemez.» denilmiştir.
Yine Hâniye'de, «Çocuğa hibe edileni hibe eden
kimsenin hibesinden dönmemesi için hâkim
satabilir.» denilir.
İZAH
«Annesi ilh...» Metindeki Musannıfın, «velev babasının huzurunda, sözü ile daha önce gecen,
«annesi ve
ecnebi» ifadelerinin bağlanması caizdir.
«Reddi de geçerlidir ilh...» Çocuğun velisinin kabul etmemesinin
hükmüne bakılsın. Acık olan
velinin
reddinin geçerli olmamasıdır. Hatta
velinin reddinden sonra çocuk kabul etmiş olsa, kabulü
geçerlidir. T.
«Çocuğa hibe
edilen ilh...» Tatarhâniye'de, İmam Muhammed'den nassen şöyle denilir: «Anne ve
babanın
çocuğa hediye edilen şeyden yemeleri
mubahtır.»
Zahire
kitabında da, «Buhara meşaylhinln ekserisi çocuğa hibe edi-len şeyden anne ve babanın
yemesinin
mubah olmadığı görüşündedirler. Fetâvâyı
Semerkand'da da, «Eğer çocuğa meyve
hediye edilirse,
o mey-veden anne ve babasının da yemesi
arzu edilirse, onların yemesi helâldir. Şu
kadarı var
ki, hediyenin çocuğa yapılması, hediyenin küçük görül-mesi içindir.» denilmiştir.» denir.
Ben derim ki: Fetâvâyı
Semerkand'ın sözü ile yukarıdaki
görüşler arasında uygunlug hâsıl
olur. Bu
da karinelerle ortaya çıkar. O görüşe göre burada yenilen bir şeyle yenilmeyen bir şey arasında fark
yoktur. Belki
yenilmeyen bir şeyde bu daha
açıktır. Düşün.
«İfade etmektedir ilh...» Bunun aslı Bahır sahibinindir. Minâh sahibi de
ona tabi olmuştur.
«İhtiyaç olması
halinde ilh...» Tatarhâniye'de şöyle denir: «Babası eğer çocuğunun
malına
muhtaçsa bakılır: Eğer
baba ile evlâdın ikisi de şehirde iseler, babası da
fakirliğinden dolayı onun
malına muhtaçsa, çocuğun malından yiyebilir. Ama eğer şehir değil, bir sahrada iseler yenilecek
birşey
olmadığından babası çocuğun malına
muhtaç ise, ço-cuğun malını piyasadaki
kıymeti
ile
yer.»
«Söz onundur
ilh...» Çünkü temlik eden odur.
«Gelin odasına ilh...» Yani hediye eden ya erkeğin
veya kadının akrabalarındandır veya hediye
eden, «Ben
bunu damada veya geline hedi-ye ediyorum» der. Tatarhâniye'de olduğu
gibi.
Fetâvâ-yı Hayriye'de,
düğünde diğerleri tarafından gönderilen he-diyeler
karz hükmünde midir,
yoksa değil midir? diye sorulmuş ve şöy-le cevap verilmiştir: Bu meselede yaşadıkları bölgenin
örfü
muteberdir. Örfe göre karşılıklı olarak gönderiliyorsa onun karşılığını aynen vermek gerekir.
Eğer
misliyattan ise misli verilir, kıymet
takdir edilen (kıymetli bir eşya
ise) kıymeti verilir. Eğer örf
bunun aksine
ise, yani onu karşılık beklemeden hibe yoluyla veriyorlarsa,
onun hükmü de diğer
hükümleriyle
birlikte hibe gibidir. O halde helak edilirse
o hibe geri alınamaz. Çünkü
bunda asıl
şudur: «Örfen
maruf olan birşey, şartla maruf olan
gibidir.»
Ben derim ki: Bizim memleketimizde örf ortaktır. Evet,
bazı köylerde düğünde gönderileni karz
addederler. Hatta düğünlerde köyün katibini getirerek
hediye edilenleri ve hediyeleri yazdırırlar.
Hediye edilen kişi
de birisi düğün yaptığında deftere müracaat ederek
onun hediye ettiği de-ğerde
birşey hediye eder.
«Çocuğuna
ilh...» Eğer çocuğu küçükse, Büyük çocuğa gelince ona teslim etmek gerekir.
Câmiü'l-Fetâva'da
da olduğu gibi. Talebeye gelince,
o da büyükse büyük çocuk gibi, ona da teslim
etmek gerekir.
Hibe eden kişi hibesinden dönme hakkına sahihtir.
Ama hibe ettiği kişi bir yabancı ise dönmek
tahrimen
mekruhtur.
«Veremez ilh...» Sarihin,
«veremez» sözünü bu kerahet üzerine hamletmek mümkündür. Sâyıhâni.
«Talebesine ilh...» Talebe meselesini, elbise ona verildikten sonraya
farzedilir. Tatarhâniye'de, «Bir
kimse öğrencilerine bir şey almış olsa, öğrenci bunu ona onu geri vererek kaçsa, eğer aldığı sırada
ariyet ol-duğunu beyan
etmişse, onu bir başkasına verebilir.» denilmiştir.
«Fetva da Ebû
Yûsuf'un görüşü üzerinedir ilh...»
Yâni Ebû Yûsuf'un görüşü ki kızla
oğluna eşit
olarak
vermek, İmam Muhammed'in sözü gibi erkeğe iki
kıza bir vermekten daha efdaldir.
Remli.
«Karşılıklı olsa bile ilh...» İmam Muhammed,
babanın çocuğun ma-lından bir şeyi
karşılıklı olarak
hibe etmesini
caiz görmüştür. Nitekim gelecek
babın sonunda bu husus zikredilecektir.
Bu hususta
Mecmâ'da şöyle denilir: «İmam Muhammed, müsavi bir karşılıkla babanın küçük
çocuğunun
malından birşey hibe etmesi caizdir
demiştir.»
Müteferrikât
konusunun hemen önünde açıklaması gelecektir.
Ebû Mutî'den
kendisine, «Benim bağıma gir, üzüm al.» denilen kim-senin
bağdan ne kadar üzüm
alabileceği sorulunca, «Bir tek saikım
ala-bilir.» diye cevap vermiştir. İtabiyye'de,
«Tercih edilen de
ancak budur»
denilmiş, Ebulleys
de, «Böyle bir durumda bir insanın doyabileceği ka-dar üzüm
alabilir» demiştir. Tatarhâniye.
Tatarhâniye'de,
Tetirhme'den naklen, «Ömer Nesefi'ye
şu sorulmuş-tur: Bir baba çocuklarına,
«Falan
yerdeki arazimi alın, aranızda taksim edin» dese ve babanın maksadı
da onlara temlik etmek
olsa, onlar araziyi aralarında taksim etseler ve taksim üzerinde anlaşsalar, babalarının bu sözü ile
mülkiyet
onlara sabit olur mu. yoksa babanın onlara, «Ben
bu araziyi size temlik ettim» veya tekrar
tekrar. «İfraz edilen hisseyi sa-na temlik ettim» demesi mi gerekir? Ömer
Nesefî, «Babanın,
«Aranızda taksim edin» sözüyle mülkiyet
sabit olun» demiştir. Bu mesele Hasan'dan da sorulunca,
o da,
«Mülkiyet onlara aralarındaki taksimle sabit olur» demiştir» denilir.
Nasırî'nin,
Tecnîs'inde, «Birisi küçük oğluna bir bina hibe etmiş
olsa sonra da o bina ile diğer bir
bina almış olsa ikinci
aldığı da küçük oğlunundur. Yalnız
İmam Züfer buna muhalefet etmiştir. Eğer
oğluna bir
miktar mal verse, oğlu o malda tasarrufta bulunsa, o mal temlike delâ-let edecek bir
kârine varsa
çocuğun olur.» denilmiştir.
Fâkih'ten.
«Bir kadın kocasının üzerinde kalan mehrini küçük
oğlu-na hibe etse, baba da çocuğun
yerine kabul etse» diye sorulunca, «Ben bu meselede susuyorum» cevabını vererek, «Bununla
birlikte
cevaz ihti-mali de vardır. Meselâ
birisinin diğerinin yanında vedîa
(emanet) olan kölesi olsa,
köle kaosa, kölenin sahibi onu emanetçinin
oğluna hibe etse caizdir» demiştir.
Fakih'e mesele ikinci
kez sorulunca da, «Caiz değildir» diye cevap vermiştir. Fakih
İbulleys de,
«Biz. caiz olmadığına dair olan bu görüşü tu-tarız» demiştir.
İtabiyye'de,
«Tercih edilen de, «caiz değildir» sözüdür» denilir.
Tatarhâniye.
METİN
Küçük
yaştaki, baliğ olmayan kadının kocası,
zifaftan sonra kadına hibe edileni kabzetse, kadının
babası
huzurda olsa bile, kocanın kabzı sağlam görüşe göre
doğrudur. Çünkü kocası o anda onun
yerine kâim-dir. Babanın kabzı, kadının mümeyyiz olduğu halde kabzetmesi
gibi ge-çerlidir.
Baliğ olan
bir kadına yapılan hibenin kabzı kocasına değil bizzat kendisine aittir.
Küçük yaştaki
kadına zifaftan önce edilen hibeyi
kocasının kabzı geçerli değildir. Çünkü henüz
üzerinde velayeti yoktur.
İki kişi bir adama ortak oldukları bir binayı
hibe etseler, sahihtir. Çünkü bunda
şüyu (ortaklık)
yoktur. Bunun
aksine bir kişi iki baliğ kim-seye bir binayı hibe
etmiş olsa, taksimi kabul olan
birşeyde şüyu oldu-ğundan Ebû Hanîfe'ye göre sahih
değildir. Fakat bir kişi iki kişiye bir bi-nadan
taksimi kabil olmayan bir odayı hibe etse ittifakla
sahih olur.
Yukarıda. «İki baliğ kimse» diye sınırlamamızın hikmeti
şudur: Eğer bir kimse bir binasını biri baliğ
diğeri baliğ
olmayan
iki kimseye hibe ederse, küçük olan büyüğünün
yanında otursa veya biri
büyük diğeri küçük iki oğluna hibe etse
ittifakla caiz değildir.
Biz burada,
«hibe» ile sınırladık. Çünkü iki kişiden birşeyi rehin al-mak kiralamak ittifakla caizdir.
Bir kimse on
dirhemi iki fakire hibe veya tasadduk
etse. geçerli olur. Çünkü fakire
hibe etmek
sadakadır. Sadakadan
maksat da yalnız Allah rızasıdır. Allah
rızasında da şüyu (ortaklık) yoktur,
çünkü birdir.
Bir kimse on
dirhemini iki zengine hibe veya tasadduk etse,
geçerli değildir. Çünkü zengine sadaka
da vermiş
olsa hibe sayılır. O halde şüyu olduğundan bu hibe geçerli değildir. Yani ona mâlik
olamaz Ne
za-man ki; onu taksim eder, hisselerini ayrı ayrı teslim ederse, o zaman ge-çerli olur.
FER'Î MESELELER:
Birisi iki kişiye bir dirhem hibe etse, eğer hibe edilen dirhem sağ-lam para
ise, hibesi de geçerlidir.
Eğer mağşuş (gümüş-bakır karışımı) ise geçerli olmaz.
Çünkü bunun taksimi edilmesi mümkündür.
Taksim edilebilen dirhem ise mal hükmündedir.
Elinde iki dirhem olan birisi diğerine, «İki
dirhemden birini sana hi-be ettim» veya
«her iki dirhemin
de yarısını hibe ettim» dese, eğer
dir-hemler eşit iseler hibe caiz değildir. Eğer muhtelif
iseler o
zaman caizdir. Çünkü o halde taksimi kabil olmayan
muşa (ortaklık) hükmündedir. Bun-dan dolayı
eğer o iki dirhemin üçte birini hibe etmiş olsa mutlaka
caiz-dir.
Kendi binası
ile komşusu arasındaki duvarını hibe etmesi
caiz-dir. Bir binadan bir odayı hibe
etmek
de caizdir. İşte bu delâlet ediyor ki, hibe eden kimsenin binasının tavanı hibe ettiği duvarın
üzerindedir.
Binanın duvarları ile müşterek oluşu ve o binadan bir odanın hibe edil-mesi hibenin
sıhhatine
engel değildir. Müçtebâ.
İZAH
«Binayı
ilh...» Burada binadan maksat, taksimi kabil olmayan binadır.
«Bunun aksine
ilh...» Yani bir kimsenin iki kimseye hibe etmesi. Hâmiş'te
«Birisi bir adama iki
elbise
yererek, «Bu ikisinden istediğin sa-na, diğeri de senin falan oğluna»
dese, eğer baba ile oğlu
birbirlerinden
ayrılmadan önce vermişse bu hibe
caizdir. Ayrıldıktan sonra ise caiz değildir.
Çünkü
ikisi de baliğdirler. Baba baliğ olan oğlunun yerine kabz-edemez» denilmiştir.
Birisinin
diğeri üzerinde nakit bin kuruşu olsa, bin kuruş da geliri olsa ve «Ben
ikisinden birisini
sana hibe ettim» dese, bu hibe caizdir. Ancak, beyan
etmek, hibe edene, o öldükten sonra da
vârislerine aittir. Bezzâziyye.
«İki baliğ kimseye ilh...» Yani fakir olmayan
iki baliğ kişiye. O zaman geçerli değildir. Ama eğer bu
iki kimse fakir olurlarsa, vermiş olduğu sadaka
olacağından geçerlidir. İleride de gelecektir.
«Taksimi kabil olan ilh...» Kûhistânî'ye bakınız.
«İki baliğ kimse» diye sınırlamamız ilh...» Bahr'ın
ifadesi böyledir. Musannif da Bahra tâbi
olmuştur.
Bu ifadenin
açık şekli ise, eğer hibe ettiği
kişiler çocuk ve onun yanında iseler, İmameyn'e göre bu
hibe
ca-izdir. Bezzâziyye'de de bu şekil hibenin caiz
olduğuna delâlet edecek bir ifade vardır.
Ben derim ki: Uygun
olan bu kaydın olmamasıdır. Zira hibe
edilen kişilerin ikisi de baliğ veya her
ikisi de küçük olsalar
veya biri büyük biri küçük olmuş olsa, Ebû Hanîfe'ye göre, hiçbir fark yoktur.
Çünkü İmam-ı Azam mutlak şekilde ifade etmiştir. O
halde, onun mutlak zikret-mesi, her ikisi
de
baliğ olsalar, her ikisi de küçük olsalar,
veya biri bü-yük diğeri küçük olsa, aralarında
bir fark
olmadığım
ifade eder. Ancak, birinci veya ikinci meselede İmameyn Ebû
Hanîfe'ye muhalefet
etmişler-dir.
Remli.
«Küçük büyüğün yanında
olsa ilh...» Bunun doğrusu, «Küçük hibe edenin yanında olsa»dır.
Nitekim Bahir
ve diğer kitapların ifadesi de buna delâlet eder.
«İki oğluna ilh...» Hâniye'de şöyle denilir: «İki
oğluna bir binayı hibe etse,
oğullardan birisi küçük ve
babasının
yanında olsa, bütün âlimlere göre bu
hibe fasittir. Ama bunun aksine iki büyük oğluna
hibe ederek bi-nayı
onlara teslim etse, hibe caiz olur. Zira hibe ve kabz vakitlerinde şüyu yoktur.
Ama hibe
ettiğinde hibe ettiği oğullarından
birisi küçük olursa, hibe ettiği en küçük çocuğuna hibe
ettiği
hissede kabz anında şüyu imkânı
vardır. Onun için de caiz değildir»
Düşünülsün.
Bundan
anlaşılıyor ki, bu açıklama İmameyn'in
görüşü üzerinedir. İmam Ebû Hanîfe'ye
göre ise,
hibenin
fesadı bakımından baliğ olanlarla baliğ olmayanlar arasında bir fark yoktur. Onun içinde
hibe
fasittir.
«Caiz
değildir ilh...» Bunun hilesi ise, önce
hibe ettiği binayı büyü-ğe teslim
etmesi, sonra da
ikisine hibe etmesidir. Bezzâziyye.
Bezzâziyye'nin bu ifadesine göre, baba eğer iki
baliğ olmayan ço-cuğuna hibe ederse,
bunlardan
herhangi
birisinin kabzetmede öncelik hakkı
bulunmadığı için hibe geçerli
olur. İki çocuğun
velisinin bir
oldu-ğu durumlarda, onun kabzında şüyu bulunmadığı için kabzı geçerli olur. Bunu
Haniye'nin, «Benim şu binam küçük çocuklarıma» demesi geçer-sizdir.
Çünkü bu hibedir.
Çocuklarını
tek tek açıklayana kadar hibe bâ-tıl olur.» sözü de teyid eder.
Hâniye'nin bu sözü ifade ediyor
ki, «Benim binam küçük çocukları-ma» dediğinde kimlere
olduğunu
beyan ederse,
geçerli olur.
Ankaravî'de,
Bezzâziyye'den naklen şunu gördüm: «Bir küçük ile bir büyüğe hibe edildiği zaman, o
hibenin
geçerli olması için, hibe edilen bi-nayı önce büyüğe
teslim ettikten sonra ikisine hibe
etmelidir.»
Hizâne'de geçen, «Bir kimsenin iki küçük çocuğuna
bir binayı sada-ka olarak
vermesi caiz değildir»
ifadesinin
hükmü, bizim açıklamalarımı-za aykırı düşmez. Çünkü Hızâne'deki ifade metin ve
sertlerde olan ifa-delere zıttır. Sâyıhânî.
Yâni, bir kimsenin tam velayet yetkisine sahip ol-duğu
birisine hibe
etmesi halinde, hibe mücerret akitle
tamam olur.
«İttifakla
ilh...» Çünkü kabzda bir ayrılık yoktur.
«Sadakadır ilh...» Bizim bu babtan sonra metinde
gelecek, «sada-ka da hibe gibidir» meselesine,
bakınız.
Açıklama oradadır.
Muzmarat'da,
«Eğer. «Bu binayı ikinize hibe ettim»
dese. hibe edi-len kişilerin
ikisi de fakir
olurlarsa, mezhep âlimlerinin icmaı ile hibe
sahihtir.» denilmiştir. Tatarhâniye.
Şu kadarı var
ki bundan sonra da şöyle denilmiştir: «Asıl'da
bir bina-nın iki kişiye hibe edilmesi
caiz değildir. Sadaka
da böyledir.» O halde onun, «Sadaka da böyledir» sözü, sadaka
iki zengine
verilse hibe
gibi-dir demektir. En açık olan bu meselede iki rivayet vardır.
Bahır'da
şöyle denilir: «Önce zikrettiği fark Hidâye'de
geçerli kabul edilmiştir.»
«İki zengine hibe veya
tosadduk etse, ilh...» Bu Ebû Hanîfe'nin sö-züdür. İmam Muhammed ve Ebû
Yûsuf'a göre
sadaka da caiz değildir. Ancak
sadaka konusunda Ebû Hanîfe'den iki rivayet vardır.
Haniye.
«Mâlik olamaz ilh...» Yukarıda geçtiği gibi fetva verilen görüşe göre fasit hibe de kabzla
temellük
edilir. İşte bu görüş bizim aşağıda tercih edildiğini
belirttiğimiz görüşe binaendir.
«Eşit durumda
iseler ilh.. » Yâni tartıda da, sağlamlıkta
da eşit ise-ler.
«Caizdir
ilh...» Bu görüş Hâniye'de olana
zıttır. Zira Haniye de açık-lama şu
sözün üzerine
verilmiştir:
«İkisinin de yarısını sana hibe ettim.»
Haniye sahibi sonra
da, «Hibe eden adam hibe ettiğine, «ikisinden birisini hibe ettim»
dese, ister o
dirhemlerin ikisi şartı ve sağlamlıkta eşit, ister
muhalif olsunlar, caiz değildir» demiştir.
«Üçte birini
hibe etmiş olsa ilh...» Bu görüş ifade ediyor ki, Musan-nıfın yukarıda, «ikisinin yarısını
hibe ettim»
sözünden maksat, ikisinden biri demektir. Yoksa her birinin ayrı ayrı yarısı
demek
değildir.
Yoksa o zaman, «iki dirhemin yarısı» sözü ile, «üçtebir» sözünün arasında şüyûda bir fark
yoktur. Ama Musannifin, «ikisinin yarısı» sözünü onlardan birisi olarak hamletsek yine
geçerli
olmaz. Çünkü,
«onlardan birisi» meçhul bir ifadedir.
«Mutlaka
ilh...» Yani o iki dirhem ister birbirlerine eşit, ister
muha-lif olsunlar. Minâh.
«Duvarını
hibe etmesi caizdir ilh...» Zahire'de. «Arsayı değil üze-rindeki
binayı hibe etmek caizdir»
denilmiştir.
Fetâvâ'da da, İmam Muhammed'den naklen, «Birisi tarladaki ekini hibe etmiş olsa. hibe
olu-nan şeyi
biçip teslim edene kadar kabzı tamam olmaz. Satın almakta ise satıcı, sattığı şeyle
müşteriyi
başbaşa bırakırsa, o, kabz olmuştur.» denilmiştir. Tatarhâniye'nin Müteferrikât bahsi. Biz
bunun
benzerini Remlî'nin, Fusûleyn haşiyesinden naklen takdim etmiştik.
METİN
Hibe edenin,
hibe edilen kişi hibeyi kabzettikten sonra hibeden rücû etmesi geçerlidir. Ancak bu da
rücûa engel
olacak hallerin olmama-sıyla mümkündür. Kabzdan önce hibe tamamlanmadığından
rücû ge-çerli
değildir.
Hibeden rücû
etmek tahrimen mekruhtur. Bazı âlimler tarafından da tenzihen mekruhtu»
denilmiştir.
Nihâye.
Hibe ettiği
zaman rücû hakkını düşürse bile yine o hak ondan düş-mez. Haniye.
Cevâhir'de,
«Hibedeki rücû hakkından ibra etmek geçerli değildir» denmiştir.
O halde birisi
hibedeki rücû
hakkından ötürü birşey üzerine sulh
yapmış olsa, o sulh geçerlidir. Bu sulh bedeli de
hibenin ivazı
(kar-şılığı) olur. Şu kadarı var ki.
hibenin karşılığını konuşmak, akit yaparken şart
koşmaktır. İleride gelecektir ki, karşılığı şart koşmak akitte olur.
Hibeden
dönmeye engel olan haller yedi tanedir.
Ziyâde-i Muttasıla: Hibe edilen malda,
hibeden sonra fazlalık mey-dana
gelse, bu hibeden dönmek
geçerli olmaz. Ancak
bu fazlalığın ayn'a bitişik olması
gerekir. Rücûdan önce bitişik olan ziyade zail
de olsa yi-ne
dönemez. Meselâ çocuğun genç olması sonra yaşlanması gibi. Şu kadarı var ki,
Hâniye'de buna aykırı bir görüş vardır. Şöyle
ki: Eğer o fazlalık giderse dönebilir. Kûhistânî de buna
dayanmıştır. Bu akılda tu-tulsun. Çünkü düşen bir daha dönmez. Meselâ hibe
edilen toprakta
ya-pılan bina
veya dikilen ağaç eğer yerin tamamına ziyade sayılırsa, hibe-den dönülmez. Eğer
hepsine
ziyade sayılmazsa dönülür. Eğer bina veya
ağaç toprağın yalnız bir parçasında
ziyade
sayılırsa, yalnız o parçasından dönülemez. Zeylâî.
Muttasıl
ziyade sayılan haller şöyle
sayılabilir: Hibe edilen hay-van hibeden sonra etlense,
güzelleşse, eğer kumaş ise dikilse veya boyansa
veya küçültülse ya
da büyütülse veya sağır köle
ise hibeden son-ra duysa,
ama ise görse, kâfir ise İslâm'a girse, hasta ise tedavi olsa ve yine hibe
edilen köle cinayet işlemişse hibeden sonra cinayetinin affı veya Kur'an'ı okuyamayan bir köleye
hibe edilen kişinin Kur'ân-ı Kerim'i okumayı ve yazıyı öğretmesi,
Kur'ân-ı Kerim'e nokta ve hareke
koymayı öğretmesi ve hibe edilen şeyin bir
şehirden bir şehire, meselâ Bağdat' tan Belh'e nakli
gibi. Bu
saydıklarımızın herhangi birisi
hibeden sonra hibeye mutasıl olursa, hibeden dönmeye
engel olur.
Bezzâziyye'de de, «Gebelik eğer hayvan ve cariyeden yararlanma-yı artırmışsa hibeden
dönmeye
engeldir.
Eğer gebelik onlara noksanlık getirmişse rücûa engel
olmaz.» denilmiştir.
Eğer hibe edilen kimse
ile hibe eden arasında, ziyade
konusunda anlaşmazlık çıksa, meselâ; hibe
eden, «Bu
ziyâde, mal bende iken var-dı» hibe
edilen kimse de, «Hayır,
bana geldikten sonra ziyade
meydana geldi» deseler, ziyade büyüme
gibi kendiliğinden olan birşey ise o
za-man söz hibe
edenindir.
Ama yapılan binada dikiş ve boyada söz hibe olunan
kişinindir. Haniye. Hâvî.
Bunun benzeri
Muhit adlı eserde de vardır. Şu kadarı var ki, Muhit'te: «Eğer o süre içinde o bina
yapılmaz ise bu. hükmünden, istisna edilmiş-tir. Söz yine hibe edenin olur» denmiştir.
Muttasıl olmayan,
ayrılabilecek bir ziyade hibeden dönmeye
engel değildir. Meselâ, hibe edilen
cariyenin
hibeden sonra doğurduğu çocuk veya
kolu kesilen kölenin alacağı erş
veya ağacın
üzerindeki
meyve gibi şeyler. Bunlarda ziyadede
değil, asılda rücû edilebilir. Ancak, doğum yapan
cariyenin
çocuğu ondan müstağni olana kadar,
cariyeden de dö-nülmez. Kûhistânî böyle
nakletmiştir.
Bercendî de, diğerleri de bu son hükmün Ebû Yusuf'un görüşü olduğunu
nakletmişlerdir.
Hibe edilen cariye
gebe kalsa, hibe eden, cariye doğurmadan hibe-den dönebilir
mi? Sirâç adlı
kitapta,
«dönülmez» denilmişken, Zeylâî ise, «dönülür» demiştir.
Cevhere'de,
«Borcu bütün varlığını içine alan
hasta bir kimse cariye-sini
hibe etse ve ölse, cariye
ile cinsi temasta bulunmuş ise, tercih edi-len
görüşe göre, ondan çocuğu ile birlikte dönülür»
denilmiştir.
İZAH
Hâmiş'te,
«Hibe eden kişi ben dönme hakkımı
düşürdüm dese, onun rücû hakkı düşmez»
denilmiştir.
Bezzâziyye.
«İlerde gelecektir ilh...»
Yani Müctebâ'dan. Remlî şöyle der:
«Cevâhir'de olan Müctebâ'nın sözüne
dahil
değildir. Çünkü Cevâhir'de, «Rücû>
hakkından nassen sulh yapmak geçerlidir. O halde rücû
hakkında sulh. yapmak
zımnen rücû hakkının düşmesini gerektirir. Kasten rücû hakkını
düşürmek
ise bunun aksinedir. Çünkü çok şey vardır ki kasten sabit ol-madığı halde zımnen sabit olur. Bu,
mücerret bir
hak olmadığı için buna karşılık (ivaz) olmak, rücûa engel
değildir. Bu ifade de açıktır.
Müctebâ' da
olan ise diğer bir meseledir»
denilmiştir.
«Karşılığı şart koşmak
ilh...» Bu şart koşma konusu ilerde gelecektir.
«Hibeden
dönmeye mani olan ilh...» Bu bazı
âlimlerin, «Rücûa hibe-deki ziyade engel olur. Bu
engeller, zel, mim, ayın, ha, ze, kaf, ve he harfleri ile başlayan yedi
tanedir.
Remlî, «Babam allâme Şeyhülislâm Muhyiddin, bu rücûa engel olanı
halleri şiir şeklinde şöyle
sıralamıştır: «Yedi şey, hibeden dönmeye
en-gel olur. 1 - Muttasıl ziyâde, 2 - Ölüm, 3
- Karşılık
vermek, 4 -
Hi-be edilen kişinin mülkünden çıkması, 5
- Hibe edilen cariye ise hibe olu-nan
kişinin
evlenmesi, 6
- Hısımlık, 7 - Hibe edilen şeyin helak olması»-demiştir.
«Haller ilh...» Denilmesin ki engellerden birisi
de fakirliktir. İleride geleceği gibi fakire
yapılan
hibeden
dönülmez. Çünkü o sadakadır. Şurunbulâliye.
«Zel, ziyadeye işaret eder
ilh...» Musannıf, Zel'i ziyâde ile
kayıtla-mıştır. Çünkü noksanlık,
gebelik ve
kumaşın
-ister hibe edilen tarafını marifetiyle olsun, ister olmasın- kesilmesi gibi hibeden dönmeye
engel,
değildir. Bahır. Gebelik hakkında ilerde açıklama gelecektir.
«Anında birşey fazlalaşırsa ilh...» Bundan anlaşılıyor ki, hibe edilen şeyin fiyatının
artması rücûa
engel
değildir. Bahir.
«Kıymet ilh...» Bu kıymet kaydıyla yalnız ayn'ın kendisindeki
ziyadeliğin engel olduğu
anlaşılmaktadır. Meselâ, çocuğun uzaması,
hibe edi-len şeyin hatâen cinayet işlediği takdirde hibe
edilen kişinin onu fidye ile kurtarması
gibi. Bahır. Bahsin tamamı Bahır'dadır.
«Genç olması sonra ihtiyarlaması ilh...» Bu ifadede bir görüş var-dır. Şöyle ki,
İsticâbî'nin dediği
gibi bu
engelin ortadan kalkması kâbilindendir. Kûhistânî'nin ifadesi ise
şöyledir: «Engel olan
ziyâde ortadan kalkarsa rücû hakkı
yeniden doğar. Meselâ bir kimse hibe edilen toprakta bina
yapsa, bina kaldığı sürece o arsanın hibesinden
rücû edilemez. Fa-kat sonra binayı yıkarsa, rücû
hakkı yine
avdet eder. Muhit ve diğer ki-taplarda olduğu gibi.»
Kûhistânî'nin
ifadesinden anlaşılanın Nihâye adlı eserde olana ay-kırı
olduğu zannedilir.
Nihâye'de, «Birşey ziyadeleştiği zaman ondan sonra rücû hakkı
ar-tık avdet etmez.» denilmiştir.
Nihâye sahibi, bunu ziyadeleşme ve nok-sanlık bir arada olduğu haller için söylemiştir. Nitekim
bunu bizzat
ken-disi açıklamıştır.
Ben derim ki: Tatarhâniye'de, «Eğer hibe edilen şeyde bir bina ziyadeleşmişse rücû hakkı yine
vardır. Zira
dönmeye engel olan hal, ayn'ın kendisindeki ziyadeleşmedir. Hibe edilen toprakta
yapılan bina,
topra-ğın kendisinde bir ziyadelik
getirmiyor. Şemsü'l-Eimme Serâhsi'de böyle
zikretmiştir»
denilmiştir.
«Eğer
sayılmazsa dönülür ilh...» Hâniye'de,
«Bir kimse bir bina hibe etmiş olsa, hibe olunan kişi o
hibenin
misafirhanesinde tandır veya mut-fak misali birşey yapmış olsa, hibe eden kişi hibesinden
dönebilir.
Çün-kü böylesi yapmalar binaya ziyadelik değil noksanlık getirir.»
denmiştir.
«Bir parçasında ilh...» Yani arsa büyük ise.
«Hasta ise tedavi etse ilh...» Hibe edilen köle veya hayvan hibe edildiğinde hasta ise, adam
tedavi
ederek onu
iyileştirmişse, hibe eden rücû edemez. Ama hibe edilenin yanında hastalansa
da o
tedavi etse,
bu rücû hakkına engel değildir. Bahir.
«Hibe edilen şeyin
bir şehirden bir şehire ilh...» Zeylai şöyle der «Hibe edilen
şeyi bir yerden bir
yere aktarsa ve onun kıymeti artsa, nakli
halinde bir takım şeylere muhtaç ise, Müntekâ'da
zikredilmiştir ki, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre ondan rücû hakkı düşer. Ebû Yûsuf'a göre
ise ondan
rücû hakkı düşmez. Çünkü o ziyadeleşme hibe edilen şeyin ayn'ında
olmamıştır. O halde
o fiatın
artışı gibi olur. Burada Ebû Hanîfe
ve İmam Muhammed'in delilleri şudur: Dönülmesi, hibe
edilen kişinin kira bedeli ve naklindeki çektiği
zahmetin ibtalini tazammun eder. Bu ise rücûa engel
olur. Kölenin
nafakası ise bunun aksinedir. Çünkü kö-leye nafaka vermek bir menfaatin karşılığıdır.
Nakil masrafları ise
karşı-lıksızdır.»
Ben derim ki: Serahsî'nin,
Siyer-i Kebir şerhinde şöyle gördüm: «Hi-be edilen şey dâru'l-harbte ise,
hibe edilen kişi onu dâru'l-harbten çıkar-sa, hibe eden kişi artık ondan
rücû edemez. Çünkü hibe
olunan şeyde
hibe edilen kişinin çabası ile bir ziyadeleşme olmuştur. Eğer onu çıkart-masaydı o
helak olacaktı. Onu oradan çıkartmakla onu
helâktan koru-muştur.»
Şu kadarı var
ki bunu şu surette zikretmiştir: «Bir kimse bir eşyasını terketse ve «Bunu kim alırsa
onundur»
dese, bunu doksan dokuzuncuda zikretmiştir.
«Bezzâziyye'de ün...» Ben derim ki, Bezzâziyye'de zikredilen
Hülâsa adlı eserde de kesin bir şekilde
zikredilmiştir.
«Noksanlık getirmişse ilh...» Hidâye'de şöyle
denilir: «Cariyeler bu meselede muhteliftirler.
Cariyelerden bazıları gebe kaldıkları zaman ren-gi sararır, bacakları incelir. Bu gebelik onda
noksanlık sayılır
ve hibe edenin rücûuna engel olmaz.»
Hidâye'nin bu sözünü, «Eğer, cariyenin gebeliği hibe edilen kişiden değilse» şeklinde anlamak
uygundur. Eğer o gebelik hibe edilen kişiden ise o zaman rücû
hakkı bulunmaz. Çünkü cariyeye
hibe edilen kişiden gebe kalması ile öyle bir vasıf sabit olmuştur ki o vasfın zail olması mümkün
değildir.
Çünkü o cariye o halde hibe edilen
kişi ile evlenmiş ve ümmü'l-veled
olmuştur. Hibe edilen
kişiden
bilfiil doğum yapması gibi.
Bu meseleyi
müteahhirûnden bazıları da fıkhen
zikretmişlerdir. Yine müteahhirûn hibe edilen kişi,
hibe olunan
köle ile mudebber anlaşması yap-sa, (yani, «ben öldükten sonra
hürsün» dese) ondan
rücû hakkı kesilir demişlerdir.
T.
«Doğurduğu
çocuk ilh...» Bu çocuk ister nikâhtan, ister zinadan ol-sun. Bezzâziyye.
«Ebû Yusuf'un
görüşü ilh...» Ben derim ki, Haniye.
Ebû Yusuf'un görüşünün aksine dayanmıştır.
Zira o, «Eğer hibe edilen câriye doğurur-sa, hibe eden kişi
derhal cariyenin hibesinden rücû
edebilir» demiştir. Ebû Yusuf ise, «Çocuk annesiz yaşayabilecek
duruma geldiği zaman ço-cuktan
değil
cariyeden rücû edebilir.» demiştir.
Biz gebelik meselesini
ilk bahsinin başında
Musannıfın, «Çocuk an-nesine tâbi olur.» görüşü
üzerine
yazdık. Oraya bakınız.
«Câriye gebe
kalırsa ilh...» Yukarıda geçtiği gibi, gebelik hayrı ziyadeleştirirse rücûa engel olur.
Noksanlık
getirirse rücûa engel olmaz. Bu-nunla yukarıda geçen arasında tevafuk edilsin. Sâyıhânî.
«Doğurmadan
ilh...» Bundan anlaşılan, eğer doğurursa, rücû hakkı, bina
söküldüğünde arsanın
hibesinden
rücû hakkı sabit olduğu gibi, bun-da da sabit olur.
«Zeylâî ise,
«dönülür» demiştir ilh...» Çünkü gebelik noksanlık geti-rir. Nehir'den
naklen
Hıyâru'l-Ayb
babında geçti ki gebelik hayvanlarda değil cariyelerde ayıp
sayılır.
FER'Î MESELELER:
Hastalığında
birşey hibe etmiş olsa,
teslim etmeden ölse, hibe bâ-tıl olur. Çünkü eğer vasiyet olmuş
olsa idi,
onda sülüse (üçte bir) itibar edilirdi. O halde o gerçekten hibe olmuş
olur ki hibenin
tamamlanması da ancak
kabzla olur.
Hasta bir kimse bir malı
olmadığı halde kölesini hibe etse, sonra ölse, öldüğünde hibe edilen
kişi,
hibe olunan
köleyi satsa, onun satışı bozulmaz.
Yalnız hibe olunan kişi kölenin üçte ikisine zamin
olur. Eğer
onu azad etmiş olsa, hibe eden kişide borçlu olduğu halde
başka malı da yoksa, eğer o
azad etme
hibe edenin ölümünden önce ise caiz
olur. Ölümünden sonra ise, caiz olmaz. Çünkü
hastalıkta azad vasiyet
sayı-lır. Borç olduğu sürece vasiyet ancak borcun dışında kalanda
geçerli-dir.
Hasta olan adam, kölesini kendisi
ölümünden önce azad etse ve ölse, kölenin azadı
caizdir.
Çünkü öldüğü evin mülkü yoktur. Bezzâziyye.
Ben Molla Ali Sağir'in, Mecmâ adlı eserinde kendi el yazısıyla, Ceşâhirü'l-Fetâvâ'dan
naklinde şunu
gördüm: «Ebû
Hanîfe hacda iken Kû-fe'de bir devir meselesi vâki oldu. Her fırka bir çeşit
konuştu.
Ebû Hanî-fe
döndüğünde bu devir meselesini ona
sordular. Ebû Hanîfe hiç düşün-meden
ve hiçbir
rivayet nakletmeden, «O dönen hisseyi attığınız zaman mesele doğrulur.» dedi. Bunun örneği
şudur: Bir
ölüm hastası, diğer bir ölüm hastasına bir köle hibe ederek
ona teslim etse, sonra o da
köleyi yine kendisine hibe edene hibe ederek
teslim etse, sonra ikisi beraber
ölmüş olsalar, ikisinin
de o köleden
başka malları olursa, bu
hibelerin yalnız üçte biri geçerli
olduğu için mesele de devr
olur. Ta ki
devre döner. Birşey artana kadar döner. Malda artış
olduğu zaman üçte birde de artar.
Üçte birde
arttığı zaman ona dönende de artar. Ona dönende arttığı zaman üçte birde yine artış
olur. Sonra
bu böyle devam eder. O zaman bunun hesabını
düzeltmeye ihtiyaç vardır. Hesabı
düzeltmenin
yolu ise, üç, üçte biri olan bir
rakamı bulmaktır. Ki en az üç tane üçte bir olan rakam da
dokuzdur. O
zaman diyebilirsin ki, hibe bu
dokuzdan üçünde geçerli olur. İşte bu üçten bir hisse ilk
hibe eden kimseye
verilir.
«İşte bu hisse ortağa dönen hissedir. Bu, meselenin
aslından düşü-rüldüğü zaman sekiz kalır. Bu
sekizden de mesele çözülmüş
olur. İşte Ebû Hanîfe'ye ait, «payı atınız ki mesele geçerli olsun.»
sözünün
manası budur. O zaman hibe, sekizde üçünde geçerli olur. Üçüncü
hibe de yal-nız bir
hissede olur. O halde birinci hibe eden kimseye
dokuzda altısı düşer. Bizim
çözdüğümüz iki katıdır.
Biz ikinci
hibeyi de verdiğimizin üç-te birinde tashih ettik.
Sabit oldu ki, bu meselenin tashihi ortada
dö-nen
sehimin İslahı ile olur. Bazı âlimler de döneni terk et havada dönsün demişlerdir.» Özetle.
İmam
Muhammed'den de bu meselede bir nakil vardır.
«Bir kimse cariye ile cinsi temasta bulunmuşsa ilh...» Hibe edilenle veya başkası
ile cinsi temasta
bulunmuş ise,
onu ölen kimsenin alacaklı-larının
ukr'u ile birlikte geri verir.
METİN
Mim harfi
hibe akdi yapanlardan birisinin
ölümüne (mevt) işaret eder. Yani hibe
ederek teslim
ettikten
sonra taraflardan birisi ölürse, hi-beden dönülemez. Eğer teslim etmeden ölürse, hibe
bâtıl
olur.
Taraflar kabzın, ölümden önce veya sonra yapıldığı konusunda ihti-lâf etseler, hibe edilen şey
vârisin elinde ise, geçerli olan vârisin sözüdür.
Musannıf,
ölümle düşen görevleri şiir şeklinde şöyle ifade etmiş-tir: «Kefaret, diyet
ve haraç düşer.
İki ortaktan
birisi zengin olduğu hal-de köleyi
azat etmiş olsa, ortağının hissesini tazmin etmesi
gerekli iken,, öldüğü takdirde o tazminat düşer. Bunun gibi nafakalar ve hibeden rücû hakkı da
düşer.
Bunların tümünün hükmü ölümle düşer.»
Ayn harfi ivaza
(karşılık) işaret eder. Yani hibede karşılık olursa, hi-beden
rücû hakkı düşer. Şu
şartla ki, hibe edilen kişi, karşılığı verdiği
vakit bunun hibenin karşılığı olduğunu ifade
edecek bir
lâfzı
zikretmeli-dir. O halde hibe edilen kişi
hibe edene, «Bu senin hibenin karşılığıdır» veya «Bu
senin hibenin
reddidir veya karşılığıdır.» demiş olsa, hibe eden kişi de onu
kabzetse, hibeden rücû
hakkı düşer.
Eğer hibe edilen kişi hibe ederse birşey verdiğinde, «Bu hibenin karşılığıdır» demese, iki taraf da
hibesinden
dönebilir. İşte bunun içindir ki, kabz, ifraz ve şüyû'nun
bulunmaması gibi hibenin
şartları
verilen ivaz için de şarttır. Hibenin
karşılığı olarak verilen şey onun cinsinden olsa veya
ondan az olsa
bile böyledir.
Metnin bazı
nüshalarında, «hibe» yerine, «akit» kelimesi
konulmuş-tur. Bu yanlıştır.
Babanın
çocuğa hibe edilen şeyin
karşılığında çocuğun malından bir şey vermesi
caiz olmaz.
Ticaretle izinli köleye, birşey hibe edilmiş olsa, o da sonra onun karşılığında birşey vermiş olsa, her
iki tarafın
da rücu hakkı vardır. Bahır.
Bir
hıristiyan tarafından müslüman bir kişiye bir şey hibe edilmiş olsa, onun hibesi karşılığında
müslüman ona
şarap veya domuz vermiş olsa, geçerli
değildir. Zira müslüman domuz ve şaraba
mâlik olmadığı gibi onları başkasına temliki de geçerli değildir. Bahır.
Karşılık
yapan şeyin hibe edilen malın bir bölümü şeklinde
olma-ması şarttır. O halde hibe edilen
bir şeyin
bazısı geri kalan kısma kar-şılık hibe edene verilmiş olsa
geçerli değildir. Hibe eden kişi
geri kalan kısımdan da rücû edebilir.
Fakat hibe
edilen iki ayrı şey ise, birini
diğerinin karşılığı olarak hi-be edene vermek, eğer o iki şey
iki ayrı
akitle hibe edilmişse, geçerli olur. Eeğer ikisi bir akitle hibe edilmişse o karşılık geçerli
değildir.
Zira akitlerin ayrı olması ayn'ın
değişik olması gibidir.
Hibe ve
hibeden rücûda dirhemlerin ayn'ının
kâim, mevcut olması ge-rekir.
Müctebâ.
Buğdayın ununun, buğdayın karşılığı olarak
verilmesi geçerlidir. Ya-ni birisi diğerine bir miktar
buğday hibe etse, hibe edilen kişi hibe
ola-rak aldığı buğdayı un haline
getirdikten sonra hibe
edene vermiş
olsa, geçerlidir. Çünkü buğday öğütüldükten sonra vasfı değişmiştir.
Bunun gibi,
bir kimse hibe edilen kumaşın bir kısmını boyayıp hibe-nin karşılığı olarak vermiş olsa
veya hibe edilen kavutun (kavrulmuş
un) bir kısmını yağla karıştırarak
verse, geçerli olur. Haniye.
İZAH
«Mim ilh...»
Hibe eden veya edilenden birisinin
dinden çıkmasından dolayı Dârü'l-harbe
iltihakına
hükmedilse bakılır. Hibe edilen kişi ölse, mülkiyet
varislerine intikal ettiğinden hibe
eden kişinin
rüçû hakkı
dü-şer. Eğer hibe eden ölürse, seri nass ancak rücû hakkını hibe edene tanıdığından
varis de hibe
eden olmadığına göre hibeden rücû hakkı yine düşer. Dürer.
Ben derim ki: Açıklamaya
göre hibe eden kişi, dinden çıksa ve onun darü'l-harbe sığınmasına
hükmedilmiş
olsa. hüküm yine böyledir, yani hibeden rücû hakkı düşer. Bu konuda acık bir nakle
başvurulması
gerekir.
«İhtilâf
etseler ilh..» Yani hibe edeple .hibe edilen kişi değil,
ifade tarzı her ne kadar bunu hatıra
getiriyorsa da bu kayıt şart değildir. Me-selâ hibe edenin varisi, hibe edilen
kişiye, «Sen o köleyi
onun hayatın-da kabzetmedin, sen onu ölümünden sonra kabzettin» dese, hibe edilen kişi de, «Ben
onu hayatında kabzettim» dese, köle
vârisin elinde ise. T.
«Söz
vârisindir ilh...» Zira kabız o anda bitmiştir. Miras ise, kabız-dan
öncedir. Bu yüzden söz
vârisindir.
Bahır.
«Kefaret
ilh...» Kefaretin çeşitleri yani oruç, yemin, zihâr, hatâen
cinayet kefaretlerinin tümü,
adamın ölümü
ile düşer. Ama eğer öldüğün-de bu kefaretlerden
herhangi birisi ile mükellef ise ve
mükellef
bulun-duğu kefareti vârislerine vasiyet ederse o zaman düşmez.
Haraç verenin
ölümüyle ondaki haraç verme mükellefiyeti düşer.
«Diyet ilh...» Bir kimsenin üzerinde bir diyet borcu varsa, vermeden ölürse, bu diyet
ondan düşer.
«Nafakalar ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.
«Ayn
harfi ivaz'ı gösterir ilh...» Birisi
diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş
vermesini
şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste
trampa
edilmezse caiz değildir. Haniye.
«Rücû hakkı
düşer ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.
«Ayn
harfi ivaz'ı gösterir ilh...» Birisi
diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş
vermesini
şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste
trampa
edilmezse caiz değildir. Haniye.
«Rücû hakkı
düşer ilh...» Yani hem hibe edenin, hem
de hibenin karşılığını verenin rücû hakları
düşer. Ankaravî'de olduğu gibi. Sarihin ifa-desi de buna işaret eder. Sâyıhânî.
Hâmiş'te
şöyle denilir: «Kadın, kendisini bir veya
iki talâkla boşayan kocası ile iddet bittikten sonra
evlenmeyi isterse, onu boşayan koca, «Benim sana
borcum olan eski mehrini hibe edersen
evlenirim»
dese, kadın da bu alacağı mihri onunla evlenme karşılığı olarak
hibe etse, sonra erkek
onunla
evlenmese, fakihler, «Erkek ister onunla evlensin, ister evlenmesin o mehrin hibesi geçerli
değildir,
mehir onun üzerinde yine borç olarak
kalır. Zira kadın mehrini nikâh karşılığı kılmıştır.
Nikâhın karşılığı olan malı vermek kadına değil,
erkeğe aitir.» demişlerdir.» Haniye. Fetâvâ-yı
Hayriye'de
bununla fetva verilmiştir.
«İki taraf da ilh...» Zira mutlak temlik başlangıçta
temlik ihtimali taşıdığı gibi, karşılık için temlik
ihtimalini
de, taşır. O halde rücû hakkı şüphe ile ibtal edilemez.
Mustasfâ.
«Hibesinden
rücû edebilir ilh...» Bu bahiste bir söz vardır, o da şu-
dur: Bilinen
asıl, ifade edilen gibidir. Nitekim bu
Kâfî adlı eserde belirtilmistir. Halkın örfünde ise,
hibe edilen kişi hibe edene birşey verirse,
bundan hibenin karşılığı anlaşılır. Utandığından bu senin
hibenin karşılığıdır diyemez. O halde uygun olan bedeli
zikretmese bile böyle bir hibeden
dönülmesidir.
Hâniye'de şöyle denilir: «Bir kimse karısına
hediyeler gönderse, karısı da onun karşılığında
birşeyler
gönderse, zifaf yapsalar, sonra ayrılsalar, erkek
gönderdiklerinin ariyet olduğunu
iddia
ederek geri almayı istese, kadın da karşılık
olarak verdiğini geri almak istese, burada eşya
hakkında makbul olan kocanın sözüdür. Çünkü koca temliki
inkâr etmiştir. Kadın da ancak
gönderdiklerini
hibenin karşılığı zannettiğinden o da gönderdiklerini alabilir.
Kocanın yaptığı hibe
olmadığı
gibi, kadının gönderdikleri de ivaz olmaz. Her iki taraf da karşılıklı göndermiş oldukları
eş-yayı
alabilirler. Ebûbekir İskâf'da, «Kadın gönderdiği zaman açıkça
Kocanın gönderdiklerinin
karşılığı olduğunu söylese bile
gönderdiklerini geri alabilir. Fakat kadın bunu açıkça söylemezse
bakılır: Eğer gönderdiğinde ivaza niyet etmişse
kadının niyeti bâtıl ve gönderdiği hibe olur. Bu
meselede ihtilâf olduğu açıktır» demiştir. Yakûbiye.
«Az olsa bile ilh...» Yani gönderdiği ivaz,
hibeden az olsa bile. Çünkü ivaz
gerçekte hibenin bedeli
değildir.
Eğer hibe edilenin gerçekten bedeli olmuş olsa, o zaman
ribâ olması ihtimali olurdu.
«Karşılığında ilh...» Eğer çocuğa hibe edilene
karşılık babası çocuğun malından verirse,
bu karşılık
bâtıl
olduğundan hibe eden kişi hissesinden rücû' edebilir. Bezzâziyye.
«Çocuğun
malından ilh...» Baba çocuğa yapılan
hibenin karşılığını kendi malından verirse bu
geçerli olur. Çünkü ilerde yabancı birinin hi-beye
karşılık birşey vermesinin geçerli olduğu
meselesi
gelecektir. Sâyıhânî.
«Rücû hakkı ilh...» Çünkü ticaretle izinli köle
birşey hibe etme hak-kına mâlik
değildir. O halde onun
karşılık vermesi geçerli olmaz.
«Bahir ilh...» Zira ticaretle izinli köle
başlangıçta nasıl hibe etme-ye
mâlik değilse, sonra da hibenin
karşılığını vermeye
mâlik değildir. Sâyıhânî.
«Hibe ilh...» Birisine dirhemler hibe edildiğinde
o dirhemlerin aynının verilmesi gerekir. Eğer onu
başkasıyla
değiştirirse hibeden yüz çe-virmiş olur. Ama hibe ettiği dirhemlerden
başkasını teslim
etse, yeni
bir hibe olur. Hibe edilen kişi onu kabzetse, dirhemler cinsinden veya başka
bir cinsten
karşılık vermiş olsa, o zaman rücû hakkı düşer. Bu
meselede dinarlar da dirhemler gibidir. T.
«Rücûda
ilh...» Yani hibe eden kişinin rücû hakkı yoktur. Ancak, hi-be ettiği dirhemler bizzat
mevcutsa rücû
edebilir. Fakat hibe edilen kişi, hibe edilen dirhemleri
sarfetmişse bu rücûa engel
olur. T.
«Öğütüldükten
sonra ilh...» Yani buğday öğütüldükten sonra o buğ-dayın aynı veya
bir bölümüdür
denilemez.
«Verse ilh...» Yani bir bölümü hibeye
ivaz kılsa geçerli olur. Çün-kü
boyamak veya yağlamakla bir
ziyadelik meydana gelmiştir. Sanki boyanın kumaş veya
yağla karıştırılan kavut başka bir
şey olur.
METİN
Bir kimseye
iki cariye hibe edilmiş olsa, o cariyelerden
birisinin ço-cuğu olmuş olsa, hibe edilen
kişi de cariyeden olan çocuğu hibe karşılığı hibe edene verse, eğer çocuk
hibeden sonra olmuşsa
artık o cariyelerin
hibesinden dönülmez, karşılık da geçerli
olur.
Hibe olunan
bir şeyin karşılığında, hibe edilen kişi değil bir yaban-cı birşey
vermiş olsa, muhâlea
bedeli gibi
-artık hibe edenin rücû etme hakkı düşer. Bu, yabancı hibe karşılığını
hibe edilen kişinin
izni olma-dan
vermiş olsa da böyledir.
Karşılığı
veren yabancı, velev hibe edilenin emri ile olsa da hibe karşılığı
verdiğini rücû ederek
alamaz. Ama
hibe edilen kişi yabancıya, «Ben zaminim. Benim yerime ver»
dese ve o da verse, o
zaman rücû hakkı vardır. Çünkü hibenin karşılığını vermesi, üzerine vacib değildir.
Fakat bir
yabancı borcunu ödediği takdirde, ödeyen kimse
öde-diği parayı borçludan alır. Bunda
asıl, kendisinden ötürü insanların hap-sedildiği ve ödettirildiği herhangi bir şeyin ödenmesini
emreden kişi emri ile
zımanı şart koşmasa dahi ödeyenin
kendisine rücû edeceğini isbat etmiştir.
Fakat kendisinden ötürü insanların hapsedilmediği veya sürekli taleb edilmediği birşev için rücû
hakkı yoktur.
Hibe gibi. Ancak, «Ben zaminim» diyerek, sımanı şart koşarsa, ödeyen o kimse geri
alabilir.
O halde
borçlu, bir diğerine, «Borcumu öde» dese, o da ödemese, «Ben
zaminim» demese dahi,
borcu ödeyen
kişi rücû eder, parasını alır. Çünkü borcun edası borçlunun üzerine vacibtir. Şu
kadar var ki,
yazdığı-mız asıldan, «Bir kimse bir diğerine, «Binamın yapılmasına yardım
et» de-se
veya esir, bir
kimseye, «Beni satın al» demiş olsa, bu her iki durum-da da rücû etmeyi şart koşmasa
dahi, rücû
edip parasını alma hakkına
sahiptir.» meselesi istisna edilir. Hâniye'nin kefalet bahsi.
Halbuki o
adam bu her iki şeyde de hapsedilemez ve taleb edilemez ve sıkıştırılamaz.
Hibe edilen şeyin
yarısı üzerinde hak iddia edilirse, o
zaman ivazı veren kimse de ıvazın
yarısı ile
rücû eder.
Ama eğer ivazın yarısına müs-tahak çıkarsa geri kalanı reddetmedikçe hibe eden kişi
hibesinden
rücû edemez. Çünkü ivaz kılınan şeyin
yarısını başlangıçta ivaz etmiş olsaydı geçerli
olurdu. Öyleyse devamı da geçerli olur. Şu kadarı var
ki' burada hibe eden ivazı teslim edip
etmemekte
muhayyerdir. Buradaki ivazdan maksat da hibede şart koşulmayan ivazdır. Ama eğer
hibe edilirken kar-şılık
vermesi şart koşulursa, ileride geleceği
gibi, bu hibe değil mübadele
olur. O
halde ivaz
hibe üzerine tahsis edilir. Hibenin hak ileri sürülen ivazın karşılığı
olan kısmından rücû
edebilir.
Nihâye.
Nasıl ki, ivazın hepsi başkasının hakkı olmuş olsa,
eğer hibe ettiği şey helak olmamış, mevcut ise
hibenin
hepsinden dönebilir. Ama ivazın hepsi istihkak edilmiş
olmakla birlikte hibe edilen şey
muttasıl bir
ar-tışla ziyadeleşse, dönemez.
Hülâsa.
Eğer hibenin
tamamı bir başkasının istihkakı çıkarsa, hibe edilen ki-şi, hibenin karşılığında verdiği
ivazı eğer
mevcut ise geri alabilir. Ama eğer ivaz helak olmuş ise, mislî birşeyse
mislini, kıyemî
birşeyse kıy-metini alır. Gaye.
Eğer hibenin
yarısına ivaz verilmiş ise, hibe edilen
kişi karşılığını al-madığı kısmından
döner. Bu
dönüşte, şüyu
da zarar vermez. Çünkü son-radan olmuştur.
Uyarı: Müctebâ da şöyle nakledilmiştir: «Eğer
hibe aklinde şart koşulmuşsa ivaz hibeden dönmeye
engel olur.
Meselâ, «Ben bu koyunu
sa-na veriyorum sen de karşılığında koyun vereceksin»
denilirse. Eğer akit-te böyle bir şart koşulmadan hibe yapılmışsa, daha sonra ivaz verilmiş
ise,
hibeden
dönemez.»
Bu meseleyi
Müctebâ dışında açıkça söyleyeni görmedim. Mezhebin türlü kitaplarında ivazdan
hibede şart kılınması mutlak olarak zikredil-miştir.
Nitekim daha önce geçmişti.
İZAH
«Rücû ederek alamaz ilh...»
Yani ivaz veren kişi karşılığı
verdikten sonra hibe edilen kişinin ortağı
bile olsa, ister onun izniyle, ister izinsiz versin,
rücû hakkı yoktur. Zira karşılık vermek hibe edilenin
üzerine vacib
değildir. Nasıl ki birisi diğerine, «Teberru ver» demiş olsa,
teberru veren adam
verdikten
sonra rücû edip teberruluyu emreden kişiden ala-madığı gibi. Ancak gerek hibenin
karşılığında, gerekse
teberru eden adam hibe edilen kişi veya
teberru'yu emreden kişi, «Sen ver,
ben zaminim»
derse, o zaman her iki durumda da
döner, verdiğini alır. Ama borçlu bu-nun
aksinedir. Meselâ borçlu kimse birisine,
«Benim borçlarımı öde» derse, o adam ödedikten sonra,
borçlu olan,
«Sen öde, zaminim» demese bile, ödedikten sonra,
döner borçludan alır. Zira borcu
ödemesi borçlunun üzerine
vacibtir. Minâh.
«İvazın yansı ile rücû
eder ilh...» Cevhere'de şöyle
denilmiştir: «Bu hibe, taksimi kabil olmayan
şeyden ise
rücû edebilir. Ama eğer hibe edilen
şeyin bazısı başkasının hakkı çıktığında, eğer
taksimi kabil ise, hi-be geri kalan kısımda da bâtıl olur. O zaman hibe edilen kişi
ivazın hep-sini
alır.»
Zira anlaşılıyor
ki hibe edilen kişi hibeden başkasının
istihkakı çı-kan kısma mâlik
olmamıştır. O
halde hibenin
aslı ibtal edilir. Çünkü hi-be taksimi
kabil olan müşâda yapılmıştır.
«Ama eğer ivazın yarısına müstehak olursa ilh...» Hibe eden kişi hi-benin yarısı ile
rücû edemez.
Çünkü ivazın
kalan kısmı hibenin hepsinin karşılığıdır. Zira başlangıçla da kalan kısım hibeye ivaz
olarak
verseydi uygun olurdu. Ancak burada hibe eden kişi muhayyerdir. Çünkü hibenin yarısının
karşılığında ivaz vermek
onun rücû hakkını düşürmez. Ancak
iva-zın hepsini ona teslim etmekle
rücû hakkı düşer. O da binanın tam karşı-lığını
teslim etmediğinden onun geri alma hakkı vardır.
«Muhayyerdir
ilh...» Çünkü ivazı teslim etmemiştir.
«Şart koşulmayan
ivaz ilh...» Yani hibe ettiği zaman
karşılığı şart koşmadığı ivazdır.
«Eğer hibenin
yarısına ivaz verilmiş olsa ilh...»
Veya hibenin bazısı-nın karşılığında
ivaz vermiş
olsa. Meselâ hibe bin dirhem ise, bunun kar-şılığında
bir dirhem varsa, o zaman bu vermiş
olduğu
ivaz bir
dirhem kar-şılığında hibe aktini feshetmektir. Hibe, eden kişi geri kalan kısımdan dö-nebilir.
Müştemilâtı
olan bir binanın hibesinin karşılığında bir oda ver-miş olsa, hüküm yine böyledir.
Bezzâziyye.
«Şüyu da zarar vermez ilh...» Yani yarısından dönmekle meydana gelen
şüyu (ortaklık) da zarar
vermez. Bu
meseleyi açıklıkla söyleyeni görmedim. Bunu söyleyen Minâh sahibidir.
Ben diyorum ki: Bu mesele, Gâyetü'l-Beyân
adlı eserde açık olarak zikredilmiştir.
Gâyetü'l-Beyân'ın
ifadesi
şöyledir: «Bizim ashabımız, «Hi-bede hibe eden kimsenin hibeden dönme hakkını
düşüren
ivaz, hibe
ak-dinde şart koşulan ivazdır. Ama hibe aktinden sonra hibe edilen
kişi onun karşılığını
verirse, hibe
eden kişinin yaptığı hibeden rücû
hakkı düş-mez. Çünkü yapılan ivaz, hibe edilen kişi
üzerinde bir
hak değildir. An-cak o, o karşılığı hibe edenin
rücû hakkını düşürmek için vermiştir. O
halde onun
verdiği ivaz, başlangıçta bir hibedir.
Ama hibe akdinde şart koşulan ivaz
bunun gibi
değildir.
Çünkü akitte şart koşulan ivaz, hibe-nin hükmünü satım akdi hükmüne çevirir. Hatta o
zaman hibe eden ki-şi şuf'a (ön alım) hakkı ve ayıpla sebebiyle geri verme haklarına sahihtir»
demişlerdir. Bu duruma göre, hibe aktinde şart koşulan ivaz doğrudan hibe edilenin karşılığından
yine ashabımız, «ivazda hibedeki şartlardan kabz ve şüyû'un
bulunmaması gibi şartların verilen
ivazda da
geçerli olması gerekir. Çünkü o ivaz hibedir. Şerhü'l-Akta'da
böyledir.» demiş-lerdir.»
Tuhfe'de de,
«Hibe aktinden sonraki ivaz, rücû hakkının düşürülme-si içindir. Akit başlangıçta, ne
de sonuçta
ivazlı akit anlamını taşımaz. Ancak
hibe aktinden sonra verilen ivaz^
hibe edilen kişinin,
«Şu senin hibenin karşılığıdır.» demesiyle yapılan hibe ivaz olur. Bu ivaz da
eğer kabzolunursa,
hibeyi ibtal eden veya geçerli kılan şartlarla hibe olur. Ama akitten sonra ivaz verirken,
«Bu hibenin
karşılığıdır» demezse,
o zaman başlangıçta hibe olur ki, bu durumda her ikisi de hibelerinden
dö-nebilirler.»
denilmiştir. Kısaltarak alınmıştır.
Tuhfe'den yapılan bu nakilden anlaşılan,
bunların ikisi ya iki görüş ya iki rivayettir. Birincisi rücû
hakkını
ortadan kaldıran ivazdır ki, bu
iva-zın verilmesi veya konuşulması hibe akti yapılırken
şarttır.
İkincisi ise, rücû hakkını düşürmek
için akitte konuşulması gerekli
değildir. Ancak hibeden
rücû hakkını
düşürmek için ivaz verildiğinde, «Bu evvelce
yap-mış olduğu hibenin karşılığıdır»
demek gerekir. İşte bu hilaf hibedeki rücû
hakkının düşürülmesi üzerinedir. Ama
hibenin sonunda
bir satım akdine dönüşmesine gelince, orada hibe
akti yapılırken ivazının da ko-nuşulması
veya
verilmesi
mutlaka şarttır.
«Mezhebin
füru kitapları ilh...» Ben derim ki, açık
olan, ivazın akit sırasında konuşulması, ancak
ivazın hibe
edilen şeye karşılığının mutlak değil
tevzii hususundadır. Yani hibe aktinde
ne kadar
ivaz
konuşulmuşsa aldığı ivazın
karşılığından dönemez, geri kalanından dönebilir. O zaman
Müctebâ'da
olan, mezhebin fürû kitaplarındaki mutlak ifadelere aykırı olmaz. Ebussuud el-Mısrî.
«Nitekim daha önce geçti ilh...» Yani buğday ununun hibe edilen buğdaya, hibe edilen iki cariyeden
birinin
cariyelere ivaz olduğu konu-sunda geçmişti.
METİN
He harfi,
hibe edilen şeyin elden
çıkışı(hurucu)nı ifade eder. Yani hibe
edilen şey, hibe edilen
kişinin mülkiyetinden
çıkarsa hibe eden kişi hibesinden dönemez. Velevki
hibe edilen de hibeyi
başkasına hibe etsin. Ancak hibe edilen kişi üçüncü şahsa yapmış olduğu hibeden dönerse, ilk
hibe eden kimse de hibesinden rücû edebilir.
İkinci hibe edenin rücûu ister hâkimin hükmü ile, ister
tarafların
rızaları ile olsun sonuç de-ğişmez. Hibe, hibe edilen kişiye yeni bir sebebten dolayı
dönse
bile aşağıda geleceği
"gibi, rücû etmek hibeyi feshetmektir. Meselâ, üçüncü şahıs kendisine hibe
edilen şeyi
ikinci şahsa sadaka olarak verse veya satsa, birinci hibe
eden kimse hibesinden
dönemez.
İkinci şahıs hibe edilen şeyin yarısını satsa, rücûa engel durum bulunmadığından geri
kalan kısmından dönebilir.
Musannıf
burada hibe edilen şeyin hibe
edilenin elinden bütün ola-rak çıkmasıyla kaydetmiştir.
Yani hibe
edilen şey hibe edilen kişinin
mül-kiyetinden her yönüyle çıkarsa
hibe eden kişi
hibesinden
rücû edemez.
Musannıf daha
sonra bu usul üzere konuyu şöyle açıklamıştır: «Eğer hibe edilen kişi hibe edilen
koyunu kurban etse veya hibe edilen şeyi
sadaka adaşa ve o hibe edilen şey
kesilip et halini almış
olsa, bu
du-rum rücû hakkına engel değildir. Çünkü kurban olmakla her yönüyle hibe edilen kişinin
mülkiyetinden
çıkmamıştır. Hibe edilen bu koyun
eğer te-mettü haccı veya Kran haççı için ihrama
giren veya adakta bulunan bir kişiye hibe edilse, o
da bunu kurban etse, yine rüçûa engel değildir.
Minhâc'da, «Eğer birisine bir elbise hibe edilmiş
olsa, hibe edilen kişi onu Allah için tasadduk etse,
hibe eden kişinin rücû hakkı vardır. Yalnız Ebû Yusuf buna muhalefet ederek, «Rücû edemez.»
demiştir. Ama
hibe edi-len koyunu bir kimse kurban etmek için değil de eti için
kesmiş olsa, bütün
âlimlerin
ittifakiyle hibe eden rücû
hakkına sahiptir» denilmiştir.
PRATİK BİR MESELE:
Borçlu olan
veya üzerinde hataen cinayet diyeti olan köleyi efen-disi köleden alacaklı şahsa ve
cinayetin velisine hibe etmiş olsa, borçlu ise
borcu düşer, diyetle yükümlü ise diyet düşen Ama
efendisi eğer bu kölenin hibesinden rücû ederse,
istihsanen geçerli olur. İmam Muhammed ve Ebû
Hanîfe'den
bir rivayete göre, efendinin, kölenin hibesinden rücûu ile kölenin
borcu ve diyeti avdet
etmez.
Nitekim bir kimse kızını bir erkeğe hibe ettikten sonra
rücû eylese, kızın nikâhı avdet etmez.
Haniye.
Zel harfi
hibe vaktindeki zevciyete işarettir.
Şu halde bir kimse bir kadına hibede bulunsa, sonra bu
kadınla
evlense yaptığı hibeden rücû edebilir.
Eğer karısına hibe ederse, bunun aksine rücû
edemez.
PRATİK BİR MESELE :
Efendinin,
Ümmü'l-veled olan cariyesine, hastalığında
dahi yap-mış olsa hibesi geçerli
değildir. Bu
hibe vasiyet de olmaz. Çünkü köle veya
cariye hacir altındadırlar. Onların
mülk edinme ehliyetleri
yoktur. Ama ümmü'l-veled olan cariyesine «Ben
öldükten sonra şunu sana vasi-yet ediyorum»
dese,
vasiyeti geçerli olur. Zira ümmü'l-veled
efendisinin ölümüyle azad edilir, vasiyet
edilen şey de
ona teslim
edilir. Kâfi.
Kâf harfi de
karabete (yakın hısımlığa) işaret
eder. Bir kimse kendi-sine neseben
haram olan
hısımlarından
birisine bir şey hibe etse o kı-sımı zımmî veya müste'men de olsa, hibesinden rücû
edemez.
Şümhî.
Ama bu kimse neseben değil süt kardeşi gibi süt
yoluyla haram olan birisine -bu süt kardeşi
amcası oğlu olsa bile- veya kayınvalidesi, hanımının kızı
gibi sıhrî hısımlık yoluyla haram olan
birisine veya bir ya-bancının kölesi olan kardeşine veya öz kardeşinin kölesine hibe yapmış olsa,
hibesinden
dönebilir.
Ama eğer efendi ile kölenin her ikisi de onun
akrabalık yoluyla mah-remi iseler, sağlam görülen
görüşe göre,
ittifakla o hibesinden rücû ede-mez. Çünkü bu hibe hangisine yapılmış olursa olsun,
rücûa
engeldir. Bahır.
PRATİK BİR MESELE :
Bir kimse kardeşi ile
bir yabancıya ikisine birlikte taksim edileme-yen birşey hibe etse, onlar da onu
kabzetseler, o yabancının hissesinden, rücûa engel bir hal olmadığında rücû edebilir.
Dürer.
İZAH
«Feshetmektir ilh...» Yani hibe edilen şey, ikinci defa hibe eden
şah-sa döndüğü zaman bütün
hakları ile döner.
«Birinci hibe
eden kimse ilh...» Çünkü rücû hakkı
bu 'mülkte henüz sabit değildir. Dürer. Muhit'ten
naklen.
«Rücû hakkına engel değildir ilh...» Hibe edilen
kişinin de hibe edi-len koyunu
kurban etmesi
caizdir.
Minâh'ın Müctebâ'dan naklettiği gibi.
«Borçlu olan
köle ilh...» Çocuğun köle olan birisinin üzerinde vasiyet edilmiş bir alacağı olsa,
çocuğun
vasisi o köleyi çocuğa hibe etse,
sonra vasi hibesinden rücû etmiş olsa, zahiri rivayete
göre, vasinin
dön-me hakkı vardır. İmam
Muhammed'den rivayete göre vasi rücû
edemez. Çünkü
ona borçludur.
«İstihsânen ilh...» Hâniye'de şöyle denilir: «Kıyasa
göre hibeden rü-cû hakkı yoktur. Kıyas, Hasan'ın
Ebû
Hanîfe'den, Muâllâ'nm Ebû Yusuf tan,
Hişâm'ın da İmam Muhammed'den rivayetidir.
Ebû
Yusuf'un
görü-şüne göre borçlu olan veya
hataen cinayetten diyet borcu
olan köleyi hibe eden kişi
hibeden rücû
etse, borç ve hataen cinayet diyeti tekrar avdet eder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed'in
metindeki
görüşünü çok fa-hiş niteleyerek şöyle
demiştir: Eğer bir köle küçük bir çocuğa borçlu
olsa. kölenin efendisi köleyi o çocuğa hibe etse, çocuğun vasisi hibe edilen köleyi kabul ve kabz
etmiş olsa, borç kölenin üzerinden düşer. Bu hi-beden sonra
efendi hibeden rücû ederse, eğer
dımânı ona
yüklesek de, kölenin borcu avdet etmez,
o zaman vasinin hibeyi kabul etmesi, çocuğa
zararlı bir
tasarruf olur. Vasi zararlı olan böyle bir tasarrufu yapmaya
mâlik değildir.» O halde
kölenin
hibesinden rücû ettiği takdirde kölenin borcu da avdet eder. Nikâh meselesine
gelince,
bunda Ebû Yusuf'tan
iki rivayet vardır. Rivayetin birinde hibe eden kişi hibesinden
rücû eder-se
nikâh avdet
eder.» denilir.
«Bunun aksi
gibi ilh...» Yani kadın bir erkeğe birşey hibe etse, son-ra o erkek
kadını nikâhlasa,
kadının her
ne kadar kocası olmuş olsa da kadın
rücû edebilir.
«Neseben haram olan akrabasına
ilh...» O halde, akrabası ölüp de
haram olmayan veya mahremi
olup da akrabası olmayan kimse. Dürer. Bi-rincisinin örneği, amca oğludur. Amca oğlu onun
sütkardeşi de olmuş olsa, yine bu hüküm
dışındadır. Çünkü Musannif, «neseben haram olan
hısımlar» demiştir. Amcası oğlu ise her ne kadar hısımı ise de neseben mahremi değildir. Çünkü bir
kimse amcasının oğlu ile evlenebilir. O hal-de
amcası oğluna yaptığı hibeden rücû edebilir.
Şurunbulâliye'de
oldu-ğu gibi. İkincisinin örneği de
sütkardeştir.
«Amcası oğlu olsa bile ilh...» Yani
onun sütkardeşi amcası oğlu ol-muş olsa bile. İşte bu da,
«neseben» tabirinden anlaşılıyor. Çünkü amcaoğlu sütkardeş olunca mahrem oluşu neseben
değil
süt yoluyla
sabit olmuş bulunur.
«Sihri hısımlık yoluyla
haram olan birisine ilh...» Bu, rücûa engel değildir. Bakani.
«Hanımın kızı
gibi ilh...» Bir de gelinleri ve damatları gibi. Oğlunun karısına
veya damadına hibe
etse, bunlar
rücûa engel değildir. Çünkü bunların mahrem oluşları neseb yoluyla değil, sıhriyet
yoluyladır.
«Hibesinden
dönebilir ilh...» Zira bu hibede mülkiyet her yönüyle
yakınına değildir. Eğer ihtiyaç
içinde ise köle ona hibe edilene diğerle-rinden
daha hak sahibidir. Hibeden dönebileceği görüşü
İmam-ı Azam'a göredir. Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e
göre, ise, kardeşi bir yabancının kölesi
olduğu
takdirde, ona yapmış olduğu hibeden döner. Çünkü» mülkiyet yabancınındır.
Fakat
kardeşinin kölesine yaptığı hibeden dö-nemez. Çünkü
onun mülkiyeti direk kardeşinin olmaktadır.
Bahır'da
ol-duğu gibi.
«Akrabalık
yoluyla mahremi iseler ilh...» Bunun şekli şöyledir: Ada-mın iki
kızkardeşi ve her birinin
birer oğlu
olsa, bu çocukların birisi tey-zesinin oğlunun kölesi olsa veya
adamın birisi babadan
diğeri anadan
iki kardeşi olsa ve-bunlardan birisi diğerinin
kölesi olsa, bu her iki şekilde
de köleye
yapılan
hibeden rücû edilemez.
METİN
He harfi hibe
edilen şeyin helakine işarettir. Eğer hibe edilen kişi helak olduğunu
iddia ederse
yemin etmeden sözü tasdik edilir. Çünkü o, hibe edilen
şeyin geri verilmesini inkâr etmektedir.
Ama
eğer hibe eden kişi, «Hibe ettiğim şey şudur» derse, o zaman
bunu inkâr eden hibe edilen-kişi de,
«Onun işaret ettiği şey, hibe edilen şey değildir» diye yemin eder. Hülâsa.
Nitekim hibe
edilen kişi, «Bana hibe edenin kardeşiyim»
iddiasında bulunursa, hibe edenin,
onu
inkâr
ettiğinde, yemin etmesi gerekir.
Çün-kü hibe edilen kişi hibeyi
değil, nesebin sebeb olacağı
malı iddia etmek-tedir. Haniye.
Rücû geçerli
değildir, ancak tarafların rızasıyla veya
hâkimin hük-müyle sahih olur. Bunda
âlimlerin
ihtilâfı
vardır. O zaman hükümden önce değil,
hükümden sonra hibe edilen kişi taleb
edilen şeyi
geri
ver-mediği takdirde ona tazmin
ettirilir. Hibe eden kişi ya hâkimin
hükmüy-le veya tarafların
rızasıyla
hibesinden dönerse, o zaman bu rücû aktinin asıldan feshi ve onun eski mülküne mâlik
olmasıdır.
Yoksa hibe edene hibe etmek değildir. İşte bunun içindir ki,
hibenin rücûunda hibe eden
kişinin kabzı şart değildir.
Ortak olan
bir şeyin hibesinden rücû etmek
geçerlidir. Eğer hibeden rücû hâkimin hükmü veya
tarafların
rızası ile hibe aktinin feshi değil, hibe olunan kişinin
tekrar hibe edene hibesi olsaydı, o
kabzetmeden
hi-be geçerli olmazdı. Bu rücûdan sonra hibe eden, hibe ettiği şeyi mut-laka, yani
ister hâkim hükmü ile, isterse (hükmen) tarafların
rızalarıyla olsun, satın aldığı
kimseye geri
verebilir.
Ama bunun
aksine bir mal aldıktan sonra onu satsa, o malı ondan alan
kabzettikten sonra o malda
eski bir ayıp
ortaya çıksa, onu bu kim-se geri
veremez. Çünkü burada rıza ile bir alışveriş
yapılmıştır.
Ama hibe edilen bir şeyi hâkim hükmü ile geri almış olsa, onu ayıbı
görüldüğü tak-dirde
daha önce aldığı kimseye geri verebilir. Çünkü
müşterinin hakkı aldığı malın sağlam olmasıdır.
Çünkü bu fesih
değildir. Hatta aldığı ma-lın, ayıbı
yok olmuş bulunsa, hakkını elde
etmiş olacağı
için, artık malı geri verme hakkı yoktur. O halde hibe ile satınalma
arasında bir fark vardır.
Fakihlerin, «Bu rücû, hibe aktinin asıldan feshi» sözünden mak-satları,
gelecekte aktin üzerinde
herhangi bir
izin kalmamasıdır. Yoksa hibe aktinin
izinin bâtıl olması değildir. Eğer maksat
hibe
izinin
asıldan bâtıl oluşu olsaydı, hibe
edilen şeyden hayvan ise doğan
yavrunun ağaç ise
meyvenin, tarla ise ekinin de hibe edene rücû
ettiği an avdet etmesi gerekirdi. Halbuki hibeden
rücûda hibe
edilen şeyin geri alınması ile ondan meydana gelen fazlalıkların iadesi gerekmez.
Fusûleyn.
Eğer hibe eden ile hibe edilen kişi yukarıda sayılan yedi engelden
birisi olduğu takdirde ki bu
durumda
hibesinden rücû edemez, hısımlara yapılan hibede olduğu gibi rücû üzerinde ittifak
etseler, bu ittifak caizdir. Cevhere.
Müctebâ'da,
«Hibede, yakın akrabaya sadaka
vermekte ikâle an-cak kabzdan sonra olur. Çünkü
ikâle de hibedir.» denilmiştir. Müctebâ' da bundan
sonra da şöyle denilir: «Herhangi bir
şey ki,
taraflar hâkime başvurduklarında hâkim fesheder, onun hükmü budur. Eğer borç borç-lunun
çocuğuna hibe
edilirse caiz olmaz. Çünkü çocuk
kabz yetkisine sa-hip değildir.»
Dürer de,
«Herhangi bir engelden dolayı
hibeden rücûun bâtıl olu-şuna
hükmedilse, sonra o engel
ortadan kalksa, yine hibe edenin rücû hakkı döner.» demiştir.
Hibe edilen şey
hibe edildikten sonra telef olsa ve onun hibe ede-nin değil başkasının hakkı
olduğu
ortaya çıksa,
asıl hak sahibi telef olan şeyi hibe edilene tazmin ettirir. Hibe edilen kişi ise hibe eden
kişiye
taz-min ettiğinden dolayı rücû edip
tazmin ettirmez. Çünkü hibe, teberru edi-len bir akit olup,
onda eksiklikten salim olma vasfı aranmaz. Ariyet
de bu meselede hibe gibidir. Çünkü ariyet alan
da kendi
nefsi için ariyet verenden kabzetmiştir. Onda akit
olmadığından aldatma da olamaz. Bu
konunun
tamamı İmâdiye adlı eserdedir.
Hibe, muayyen bir karşılık şartıyla yapılsa,
o hibe başlangıçta hibe olduğu için her iki ıvaz da da
karşılıklı kabz şarttır,
ivazın taksimi, tak-simi kabil olan şeyde şüyûen yapılmış olsa, bâtıl olur. Bu,
başlangıçta
hibe olmakla birlikte, sonucu bakımından
satım akdi olur. O halde ayıp veya görme
muhayyerliği
kılınırsa, ayıp çıkması halinde geri verilebilir. Onunla şüf'â hakkı da alınabilir. Bu
meselede, «Ben sana şu malı hibe ettim,
senin de şunu bana ivaz olarak vermen
şartıyla, «derse, o
zaman başlangıçta hibe, sonunda satım akdi olur. Ama eğer, «Ben sana şunu sununla hibe ettim.»
demiş olsa hem başlangıçta, hem de sonuçta
sa-tım akdi olur.
Musannıfın
burada ivazı, «muayyen» kelimesiyle kayıtlamasının
se-bebi, eğer ivaz meçhul olursa,
onu şart
kılmak bâtıl olur. O zaman meç-hul bir ivaz karşılığında hibe ederse, başlangıçta da
sonuçta da
hibe akdi olur.
PRATİK BİR MESELE:
Vakfeden kişi bir yer hibe etmiş olsa ve onun
değiştirilmesini ivazı şart kılmadan şart koşsa, bu
hibe caiz değildir. Ama
eğer ivazı şart kılarsa satım akdi gibi olur. Nesihî bunu zikretmiştir.
Mecmâ adlı eserde de, «İmam
Muhammed, babanın çocuğunun ma-lını eşit bir ivazla bir diğerine
hibe
etmesinin cevazına hükmetmiştir. İmam-ı Azam
ile Ebû Yusuf ise caiz olmadığı
görüşündedirler»
denilmiştir.
Ben derim ki: İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf'un görüşüne göre
vakfedi-len şey ile çocuğun malı
arasında fark vardır.
İZAH
«Hibe edilen şeyin
helaki ilh...» Hibe edilen şeyin kendiliğinden he-lak olması. Hibe edilen kişinin
hibe edileni
helak etmesi de hibeden rücûa
engeldir. Nitekim, açık olan da ancak budur. Fetâvâ
sahipleri de bunu açıkça zikretmişlerdir.
Remlî.
Ben derim ki: Bezzâziyye'de
şöyle denilir: «Eğer hibe edilen kişi, hi-be olunan şeyin bir kısmını
helak etmiş olsa, hibe eden kişi geri kalan kısmından rücû edebilir.»
«Nesebin sebeb olacağı malı iddia etmektedir
ilh...» Yani neseb yoluyla gerekecek
malı taleb
etmiştir.
Zaten kastı da nesebin isbatı değil malın isbatıdır. Minah.
«Sahih
değildir ilh...» Kâdıhân şöyle
demiştir: «Birisi diğerine bir elbise hibe etmiş olsa.
sonra da o
elbiseyi
ondan alsa ve helak etse. hi-be edilen
kişiye helak ettiği elbisenin kıymetini tazmin eder.
Zira hi-beden
rücû ancak hâkimin hükmü veya
tarafların rızasıyla olur.» Sâyıhânî.
«Hâkimin
hükmüyle ilh...» Hibe eden kişi hibe ettiği kimsenin ölüm hastalığında hâkimin
hükmü
olmadan
hibeden rücû ederse, rücû hakkı hibe edilen kimsenin
malının ya hepsinden veya üçte
birinden
alınır. Bu meselede iki rivayet
vardır.
İbni Sem'a, «Kıyasa
göre üçte birinden değil malının hepsinden alı-nır» demiştir. Haniye.
«Geri
vermediği takdirde ilh...» Yani taleb edildiği halde geri verme-miş olsa bu durum tecavüz
sayıldığından
tazmin ettirilir. Öyleyse, rücû ile hükmedilmezden önce, köleyi azad etmiş olsa,
azadı
geçerlidir. Âmâ
eğer hükümden önce taleb edildiği halde vermese, hibe edilen şey ken-diliğinden
helak olmuş olsa, hibe edilen kişinin mülkiyet
hakkı mevcut olduğundan zamin olmaz. Hükümden
sonra zayi
olsa, yine zamin olmaz. Çünkü kabzın başlangıcında zaminiyet yoktur.
Bu da kabzın
devamıdır.
Bahır.
«Hibe etmek değildir ilh...» Nitekim İmam Züfer hibeden
rücûda hi-be edilen şeyin hibe edene
verildiğinde,
onun hibe edilen kişi tarafından
evvelce ona hibe eden kişiye hibe
olduğu
görüşündedir.
«Şayi olan
birşeyde ilh...» Meselâ, hibe
ettiği birşeyin bazısında rücû etmesi
gibi. Çünkü bu
takdirde hibe
edilen mal ortak mülk haline gelir.
«Satın aldığı
kimseye geri verebilir ilh...» Zira hibe etmezden önce malın ayıbını bilmediği için
hibeden sonra
malını geri aldığı takdirde ayı-bını görmesiyle, ayıplı malın ayıbı eski bir ayıp ise,
muhayyerlik
hakkına sahip olduğu için o malı aldığı kimseye geri verebilir. Ebussuud.
«Salim olması ilh...»
Hatta aldığı mal ayıplı olsa, aldıktan sonra bu ayıp kendiliğinden yok olsa, artık
geri veremez.
(*) İkale; Bir mal satılıp teslim edildikten
sonra, karşılıklı rıza ile satın
aktini bozmak anlamına gelir.
Satıcı parayı,
alıcı malı iade eder.
«İkâle de hibedir ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi şöyledir: «Sadaka verilen kişinin sadaka
ile ikâle(*)
edilmesi istense, o da ikâle yapmış olsa, kabzedene
kadar ikâlesi caiz olmaz. Çünkü
ikâle kendi
başına bir
hibedir. Yine bunun gibi, hibe eğer mahrem olan bir hısımına yapılırsa, ondan da
rücû
ancak ittifakla olur. Herhangi bir şey ki tarafların hâkime müracaat-ları ile hâkim
o şeyi feshetse, o
şeyin
feshinin hükmü ancak tarafların
ittifakı ile olur.» Bu meselenin tamamı Bezzâziyye'dedir.
«Herhangi
birşey ki, taraflar hâkime
müracaat ettiklerinde hâkim fesheder
ilh...» Bazı âlimler
demiştir ki: «Açık
olan burada, «la» kelime-sinin düşmesidir. Asıl olan, ifade hâkimin feshettiği
değil de, hâkimin feshedemeyeceği anlamına gelir. Nitekim Hâniye'de de bu şekilde be-lirtilmiştir.
İşte bu
düzeltme ile yukarıdaki ifadenin
mânâsı acık olur. O zaman o ifadeden anlaşılan, genel
olarak mahrem hısımlar ile diğerlerine yapı-lan hibeden rücûu hâkimin hükmiyle değil ancak
tarafların karşılıklı an-laşmasıyla
olur.
«Eğer borç,
borçlunun çocuğuna hibe edilirse ilh...» Aşağıda, dayanılan
görüşün borçlunun
çocuğuna
yapılan hibenin geçerli ve caiz olduğu
gelecektir. Sâyıhânî.
«Rücû hakkı
döner ilh...» Musannıfın bu sözü, önceden Haniye'den
naklettiğine dayanır.
Kûhistânî'de
bu söze itimad etmiştir. Lâkin şu ka-darı var ki Musannifin oradaki, sözünde bu
Hâniye'den nakledilenin ak-sine itimad
etmeye işaret vardır. Yani engel ortadan kalkarsa da rücû
hakkı dönmez.
Ben derim ki: Dürer'in buradaki mutlak ifadesinde bir
görüş vardır. Şöyle ki: Rücûa engel olan
sebeb bazen
hibe edilen şeyin mülkiyetinden
çıkmasıdır. Sonra aynı şey yeni
bir sebeble tekrar
hibe edenin
eline geç-miş olsa, bunda rücû hakkı sabit olmaz. Bazen
de rücûa engel sebeb evlilik
olur. Bu
evlilik sonradan ortadan kalksa bile hibeden rücû hakkı dönmez. Meselâ
bir kimse evli iken
karısına birşey hibe etse, evlilik devam ettikçe o
hibe ettiği şeyi ondan geri alamaz.
Onu boşamış
olsa yine
ala-maz. Çünkü hanımına hibede
bulunduğu sırada evlilik akdi
mevcuttur. Nitekim bunu
fakihler açıkça zikretmişlerdir. Ancak
bu arada şu noktayı da
belirtmişlerdir: Meselâ, bir kimse hibe
edilen bir
binaya bir oda ilâve etse, sonra o oda
yıkılsa o binada rücû hakkı avdet
eder. Veya hibe
edilen şeyi
bir diğerine hibâ etmiş olsa, sonra da rücû edip aynı şeyi geri alsa
onda rüçû hakkı
avdet eder. Öyleyse engelin kalkmasından kast olunan, ârizi engeldir. O
halde hibe edilen mal
elden çıktıktan sonra, yeni bir sebeble hibe edilen kişinin
eline geçse ilk hibe eden tarafından
verilen
değil, sonradan meydana gelen bir mülk gibidir. O halde
ikinci bir sebeble hibe edilen şeyin
hibe edilen kişinin eline dönmesi bunun aksinedir.
Bundan dönülebilir. Benim tesbit
edebildiğim
noktalar
bun-lardır.
«Karşılıklı kabz şarttır
ilh...» Taraflar akit meclisinde bulununca kar-şılıklı kabz
şarttır. Akit
meclisinden sonra ise.
tarafların izni ile olur. Eğer karşılıklı
kabz olmasa her ikisi de hibesinden
dönebilir.
Veya yalnız birisi kabzetse, yine kabzedenle kabzetmeyen eşit olduklarından yaptık-ları
akitten rücû edebilirler. Gâyetü'l-Beyân.
«Sonucu
bakımından satım akdidir ilh...» Yani ivaz şartı ile yapılan hibede her iki ivazda
kabzedilirse o zaman sonucu bakımından satım akdi
olur. Gâyetü'l-Beyân. Şu kadarı var ki, ivazın
miktarında
ihtilâf ederler-se, taraflara yemin gerekmez. Çünkü Makdisî'de Zahire adlı eserden
naklen şu ifade vardır: «Taraflar yapılan
hibenin ivazlı olduğunda ittifak etseler,
sonra ivazın
miktarında
hibe eden kişinin kabzından önce ihti-lâfa düşseler hibe edilen şey mevcut ise hibe
eden kişi hibe edilen ki-şiyi tasdik etmekte veya
hibeden rücûunda veya helak olmuşsa onun
kıymetini
almakta muhayyerdir. Ama eğer ivazın
aslında ihtilâf ederlerse o zaman makbul olan söz,
ivazı inkâr
etmekte hibe edilen kişinindir. Eğer hibe edilen şey mevcutsa hibe eden kişi rücû
edebilir. Ama
eğer hibe edilen şey hibe edilen kişi tarafından tüketilmişse
hibe edene hiç bir şey
yoktur. Eğer
hibe eden kişi hibeden rücû etmek istediğinde hibe edilen
kişi, «Ben senin
kardeşinim» veya
«ben ona ivaz verdim» veya «Sen onu
bana tasadduk ettin» dese o zaman
makbul olan
söz istihsânen hibe eden kişinindir.» Özetle alınmıştır.
«Fark vardır
ilh...» Babam Şeyh şöyle demiştir: «Çocuk ile vakfede-nin
arasında fark vardır. Şöyle
ki: Vakfeden kişi, araziyi vakfettiğinde
de-ğiştirilmeyi şart kılarsa o
değiştirme karşılıklı ivaz ifade
edecek bir akitle meydana gelir. Bu akit de vakfedenin şartına dahildir. Babanın çocuğun malını
hibe etmesi
bunun aksinedir.» Remlî de, Minâh'ın haşi-yesinde böyle
demiştir. Medenî.
METİN
Bir kimse cariyesini hibe etse, ama karnındaki çocuğu hibe etmese veya cariyeyi
karnındaki
çocuğu iade
etmesi şartıyla hibe etse veya hibe etse ve «Cariyeyi bana reddetmen şartıyla hibe
ediyorum» dese, veya cari-yeyi azad edilme şartı ile hibe etse
veya onun ümmü'l-veled edilmesi
şar-tıyla hibe etse, veya üçte biri ya da
dörtte biri gibi muayyen bir kısmının geri verilmesi şartıyla
bir bina hibe
etse veya bir kısmının ivaz
olarak geri verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk
etse, hibe geçerlidir. Fakat birinci durumda istisna,
diğer durumlarda da şartlar bâtıldır. Çün-kü
istisna veya şart kılınan şey, hibe edilenin ya bir bölümüdür ya da belirsizdir. Hibe
ise şartlarla bâtıl
olmaz. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi hibenin karşılığındaki ivazın bilinmesinin şart
olduğunu
unutmayınız.
Bir kimse cariyenin hamlini (karnındaki çocuğu) azat etse, sonra da o cariyeyi hibe etse, hibe
geçerlidir. Ama
eğer cariyenin hamlini tedbir yapsa yan, «ben öldükten sonra o hürdür» dese,
sonra da cariyeyi hibe etse, bu hibe geçerli
değildir. Zira o hami bu kimsenin mülkiyetinde devam
etmekte ve
onun mülkünden cariyeyi işgal etmektedir. Fakat bi-rincisi bunun aksinedir.
Nitekim
insanın sırf
bir şartla borçlusunu borç-tan ibra etmesi geçerli
değildir.
Meselâ, bir kimse borçlusuna, «Yarın gelirse
veya sen ölürsen ba-na olan borcundan berisin» veya
«Bu
hastalığından ölürsen berisin» ve-ya
kadın kocasına, «Bu hastalıktan ölürsem mehrimi sana
helâl ettim»
dese, bu durumların hepsinde ibra bâtıldır. Zira burada tehlikeye
sok-ma ve şarta
bağlama
vardır. Ancak olacak bir şarta
bağlanırsa geçerli olması için meselâ
borçlusuna, «Eğer
senin
üzerinde alacağım varsa ben seni o alacağımdan
ibra ettim» dese geçerli olur.
Yine bir
kimse, «Eğer ben ölürsem benim alacağımdan berisin veya onu sana helâl ettim» dese.
caiz olur.
Yapmış olduğu bu ibra vasiyet yerine
geçer. Haniye.
Bir şeyi ömür
boyu şartıyla hibe etse geçerli olur. O mülk hibe eden kişinin hayatı
boyunca
onundur. Hibe
edilen kişi öldüğü takdirde de onun vârislerine geçer. Çünkü şartı bâtıldır.
Fakat, «Ben senden önce ölürsem mal senin, sen önce
ölürsen be-nimdir» şeklinde yapılan hibe
anlamına gelen rukbâ caiz değildir. Çün-kü rukbâ
korkuyla talik ediliyor. Bu rükbâ geçerli olmadığı
gibi verilen
:şey ariyet olur. Şümnî. Zira İmam Ahmet
ve diğer muhaddislerin, Resûlullah
(S.A.V.)
dan rivayet ettikleri: «Her kim ki kendi hayatı
kaydıyla bi-risine bir şeyi
hibe ederse, hibe edilen şey
hayatı boyunca
verilen kim-senin, sonra da
vârislerinindir. Siz rukbâ şeklinde hibe yapmayınız.
Kim, «Ben
senden önce ölürsem mal senindir. Eğer sen önce ölürsen
benim» diyerek rukbâ akdi
yaparsa, rukbâ yapılan şey yine verilen kimsenin vâ-rislerinin olur.» hadisine binâen rukbâ caiz
değildir.
İZAH
«Karnındaki çocuğa hibe etmese ilh...» Hâmli istisna
etmek üç kıs-ma ayrılır. Bir kısmında hâmilde
tasarruf
etmek caiz ve onu istisna etmek bâtıldır. Hâmlî hibe etmek, nikâhta mehir,
muhâlea'da
bedel yapmak
ve kasten öldürülen kimsenin sulhüne
suhl bedeli olarak vermek gibi. Bir kısmında
ise tasarrufu caiz değildir. Onu satmak, kiraya veya
rehin ola-rak vermek gibi. Çünkü bu
akitler
şartlarla bâtıl olduğu gibi hamlin istis-nası ile de bâtıldır. Bir kısmında
da hem tasarruf, hem de
istisna caiz olur. Vasiyet gibi. Çünkü hamli
vasiyet etmek caizdir. O halde onu
istisna etmek de
caizdir.
Yakûbiye.
«Bir kısmının ivaz olarak geri verilmesi ilh...» Yani hibe vesadakadan bilinmeyen bir şeyin ivaz
kılınması böyledir.
«Bir
bölümüdür ilh...» Metinde yukarıda geçtiği gibi ivazın hibe edi-len şeyin bir bölümü olmaması
şarttır. Bu
yapılan şekillerde ise ivaz hi-benin
bir bölümü olmaktadır. Onun için bu şart bâtıldır.
«Veya
meçhuldür ilh...» Bir bölümü binanın
hibe edilme durumuna râci olduğu gibi
ikinci olan
bilinmezlik de sadaka
ve hibedeki ivaza râcidir. O zaman bu
gerekçe birincisinin dışındaki üç şekli
içine almamakta-dır. Öyleyse burada uygun olan Hidâye'nin
bu şartların bâtıl olduğuna dair
yapmış
olduğu
açıklamadır. Şöyle ki, bu şartlar aktin muktezasına aykırıdır. O halde, bu şartlar fasit
olduğundan
hibe bunlarla bâtıl olmaz. Ancak burada, «Hibe şartlarla bâtıl
olmaz.» sözü illetin
tamamlayıcısı
yapılırsa o zaman şerh ve metindeki şartların
fasit olmasının illeti ta-mamlanmış olur.
«Unutma
ilh...» Musannıf burada bu karine ile Zeylâî'nin, Nihâye'ye uyarak
söylediği, «bir kısmının
ivaz olarak
verilmesi şartıyla birşeyi hibe veya tasadduk etse» sözünde
kapalılık olduğunu def için
işaret etmiştir. Zira eğer Musannıf burada bu sözüyle hibenin ivaz şartıyla yapılmasını istemişse, o
zaman hibe
de, şart da caizdir. Ancak o zaman da Musannıfın, «şart bâtıldır» sözü doğru olmaz.
|