İCARE KİTABI 1
FASİT İCARE
BABI 1
ECİRİN
(İŞÇİNİN) ZAMİN OLMASI BABI 1
İCARENİN FESHİ BABI 1
METİN
Musannıf hibe
bahsini icare bahsinden öne almıştır. Zira hibe; bizzat
mal, icare ise malın menfaatini
temlik etmektir.
İcâre lügatta; ücret manasınadır. Hayırlı bir amelden dolayı hak edilen şeyin
ismidir. Bundan dolayı
kelime ile dua da edilir. Mesela, «Allah senin ecrini büyük etsin.» denilir.
Şeriatte icare, bir karşılık
mukabilinde maldan kast olunan menfaati temlik etmektir. Birisi
süslemek için elbise ve kapkacak, yedeğinde çekmek için bir at,
oturmak için değil gösteriş için bir
konak.
ihtiyacı olmadığı halde sırf «desinler» diye bir köle kiralasa, bu icarelerin tamamı fasittir.
Onun için
ücret de yoktur. Çünkü bunlar; nesneden
kast olunacak menfaat değillerdir. Bezzaziye.
Tafsilat ileride gelecektir.
Alış verişte
semen, yani bedel olabilen
her şey icarede de ücret
olabilir. Zira ücret de menfaatin
bedelidir. Fakat bunun olduğu gibi aksi söylenemez.
Yani alış verişte semen olmayan her şeyin
icârede de ücret olamayacağı söylenemez. Mesela, muhtelif oldukları takdirde bir menfaat diğer bir
menfaatin
ücreti olabildiği halde satılan bir malın bedeli olamaz. Bu mesele ileride geniş bir şekilde
gelecektir.
Birisi
diğerine. «Şu evi sana bir aylığına
şu kadar lira karşılığında iyreti verdim dese, bu icare olur.
Çünkü bedel
karşılığında iyreti vermek icâre
olur. Ama bunun aksine «karşılıksız olarak kiraya
verdim» dese
bu iare (iyreti vermek) olmaz.
Yine birisi
diğerine, «Bu konağın menfaatini sana aylığı beş dirheme hibe ettim veya kiraya verdim»
dese, bu sözle de icare
olur.
Musannıf;
«Menfaatim bir karşılıkla temkil
etmektir.» sözü ile icarenin rüknünün icap ve kabul
olduğunu
ifade ve ima etmektedir.
İcarenin şartı, ücret ve menfaatin malum olmalarıdır. Çünkü bunların bilinmemesi nizaya sebep olur.
İcarenin
hükmü, yani üzerine terettüb
eden eseri ise, tarafların an be-an aldıkları şeylerin
mülkiyetine
sahip olmalarıdır.
İcare de, alım-satım akdi gibi icap ve kabul
olmaksızın bedelleri alıp vermek suretiyle de münakit
olur mu?
Hülasa sahibinin sözlerinin zahirine göre; müddet malum olursa, olur.
Yalnız bu ev ve
benzeri
şeylerdedir. Bezzâziye'de ise, «Eğer
icâre müddeti kısa olursa, sahih olur. Yoksa, sahih
olmaz.»
denilmiştir.
Evde şu kadar
müddet oturmak, tarlayı şu kadar
müddet ekmek gibi. İcare müddetinin açıklanması
ile menfaat
de açıklanmış olur. Müddet ister kısa
olsun, fark etmez. «Ben sana şu mülkü veya şu
şeyi yarından itibaren icare verdim.» demesi
gibi gelecek bir zamana izafe edilmesi de caizdir.
İcarenin gelecek bir
zamana izafesi halinde izafe edilen günden önce kiraya verenin
icarlanan şeyi
satması meşrudur. Bu durumda icare de batıl olur. Fetva da bu kavle göre verilir. Haniye.
Vakfa ait arazilerdeki kira süresi üç seneyi,
konak ve dükkan gibi mallarda ise bir seneyi aşamaz.
Nitekim bu
Vakıf bahsinde geçmiştir. Vakıf mütevellisi icare müddetini söz konusu sene fazlaya
çıkarmak isterse,
bunun şer'î hilesi şudur: Her sene için icare
ücretini tespit ederek ayrı
ayrı
akitlerle her sene için akit yapılır. Bu durumda birinci akit bağlayıcıdır. Çünkü o hemen başlar.
Diğer akitler işe geleceğe
izafe edildiğinden dolayı bağlayıcı değildir, mütevveli bu akitleri
feshedebilir.
Haniye.
Yine Haniye'de şöyle denilir: «Vâkıf, vakıfta bir kira müddeti şart koşmuşsa, onun koymuş olduğu
şarta uyulur.
Ancak o müddetten fazla kiraya vermekte
daha fazla fayda varsa, mütevelli değil, kadı
daha fazla süre icare verebilir. Çünkü onun velâyeti umûmidir.
Ben derim ki: Vakıf bahsinde ifade ettiğimiz gibi:
fetva, ayrı ayrı akitlerle de olsa uzun süreli
icarelerin batıl oluşu üzerinedir. Mesele yakında metin olarak gelecektir.
Oraya müracaat edilerek
öğrenilmelidir.
O halde
mütevelli, vakfı anılan müddetten daha
uzun bir süre için kiraya verse, icaresi
sahih
değildir. İcare, müddetlerin tamamında feshedilir. Çünkü
akit bir kısmında feshedildiği zaman,
tamamında
feshedilmiş olur. Feteva-yı
Kariü'l-Hidaye. Enfeu'I Vesâil'de zikrolunduğuna
göre
musannıf da
bunu tercih etmiş ve vakfa veya
yetime ait bağların müsâkat (ortaklık)
yoluyla
tutulmalarının
fasid olduğunu söylemiştir.
İZAH
Ben derim ki: Allame
Abdülkadir Turi'nin Bahır Tekmilesinde,
«Musannıf icare kelimesi yerine
el-îcar deseydi
daha iyi olurdu. Zira tarif edilen;
menfaatlerin satışı olan icaredir. «Ücret anlamına
gelen icaret değildir.» demiştir.
Kâdî zade de şöyle
der: «Lügatta, icarenin mastar olduğu duyulmamıştır. âcerehü denildiği zaman
ücretini
verdi anlaşılır.»
«Hibe
nesnenin temliki... ilh...» Yani, malların kendisine ait
konular menfaatlere takdim edilir. Ayrıca
hibe karşılıksızdır. İcare ise bir bedel karşılığı yapılan akittir. Her zaman yokluk
varlıktan öncedir.
Sonra icarenin sadaka konusu ile özel bir
münasebeti vardır: Her ikisi tarafları bağlayıcı olarak vaki
olurlar.
Bunun için de icareyi sadakanın peşinde getirmiştir.
«Temlik ilh...» Bu kelime hem ayn, hem de menfaatin satışına
şamil olan bir cins isimdir. Ayrıca
efrâdını cami olduğu gibi ağyarında da mani bir kelimedir. O halde, ariye de bu tarife girmektedir.
Çünkü o da
bir menfaati temliktir. Nikah da bu ifadenin şumûlüne girer. Çünkü o da bir çeşit
temliktir.
«Menfaat
ilh...» Bu kelime ile malın kendisinin
temliki tariften çıkmaktadır. Musannıfın «karşılıkla»
demesi de tarifin tamamlayıcısıdır. Turî.
Minah'ta
şöyle denilir: «Musannıfın buradaki
icare tarifi fukahanın; «İcare,
bilinen bir menfaati belli
bir karşılıkla temlik
etmektir» sözünden daha kabule şayandır. Zira fukahanın tarifini sahih icarenin
tarifi
saysak, fasit şart sebebiyle fasit
olan icareye ve aslen şayi bir ortaklıkla ortakolan malın
icâresinde de şamil
olacağı için ağyarını mânî
olmaz. Bu sözü daha umumi bir tarif
saysak, o
zaman menfaat
ve ıvazın «mâlûm» ile kayıtlanması
doğru olmaz. Bu muhtasarda Dürer'e
uyularak
seçilen tarif genel bir tariftir. Ama
bu uygun değildir. Zira, mezhep imamlarının tarif ettikleri icare
şer'î icaredir. O da ancak sahih olanıdır.
Fasit ise onun zıddıdır. O halde tarif fasit icareyi içine
almaz.
Mebsut'ta
şöyle denilmektedir: «İcare aktine konu olan şeyin kullanma müddeti, icâr mesafesi
ve işi
açık bir şekilde nizâya meydan vermeyecek şekilde
bildirilmesi gerekir. Bunları bildirmek nasıl
lazımsa akitte bedelin bildirilmesi de lazımdır.
Eğer bunlar bildirilmezse, yapılan akit Bedayî'de
beyan edildiği üzere abes olur. Ayrıca
bilinmeyen bir bedelle, temlik
olmaz. Şurunbulâliye.
«Nesneden kastolunacak ilh...» Yani şeriata ve
akıl sahiblerine göre. Ama musannıfın
ileride
zikredeceği (süslenmek elbise kiralama v.s.)
bunun hilafınadır. Çünkü her ne kadar müstecirin
maksadı bunlar ise de onda bir fayda yoktur ve şer'î maksatlardan değildir. Bu
söz, başkası için
bile olsa maksût olan her şeye şamildir. Nitekim ileride, Bahır'dan «Sabah
ve akşam istirahatı için
bir arazinin
kiralanması caizdir. Çünkü onun asıl
maksadı ziraattir.» kavli nakledilecektir. Bu, araziyi
ekmek mümkün olmadığı zaman, icârenin sahih olması için bir çaredir.
«Onun da
elbisesi, konağı, atı, kölesi vardır ilh...» Bu meseleler metin olarak gelecek babta
zikredilecektir.
«Ücret de
yoktur ilh...» Zikrettiğimiz şeyleri kullansa
bile yine ücret yoktur. Fukahanın «fasit icarede
de faydalanmakla
ücret gerekir» sözünün yeri menfaatin
bizzat kasdedildiği hususlardadır. T.
Hülasa'da sayılan
meselelerde ücretin gerekmemesi şu şekilde kaydedilmiştir: «Ancak, icarlanan
nesne bazen de ondan faydalanılsın
diye icarlanırsa o zaman ücret vardır» Bu bahis daha geniş
olarak gelecektir.
«Alış verişte bedel ilh...» Bu söze aynlar da girer. (ayn da ücret olabilir.) Zira aynlar trampa yollu
satışda bedel olabildiği için icarede de ücret
olabilir.
«Menfaatin
semenidir ilh...» Yani menfaat. ayna tabidir. Asl'a bedel,
olabilen teb'a da bedel olabilir.
«Bunun aksi
söylenmez ilh...» Musannıfın burada
«külli» ile kaydetmesinin sebebi: buradaki aksın
mantıkî akis değil, lügavi akis olduğunun anlaşılması
içindir. Mantıkî akis, kaziye-i mucibe-i
külliyenin
aksi mucibe-i cüz'iyedir. Zira ücret olmaya elverişli olan bazı şeyler, semen olmaya da
elverişli
olur.
«İare ettim ilh...» Bu sözle ve sulh lâfzı ile de icare
akti yapılabilir.
Nitekim bunu Hulvanî de
zikretmiştir.
Zahir olan görüşe göre; vakit tayin edilirse, bey'e
(satmak) lafzı ile de icare aktedilir.
Bahır'da
belirtildiğine göre; İmam Kerhi de bu görüşe dönmüştür. Şu kadar var ki
Şurunbulâliyye'de: Burhan isimli kitapta, icare aktinin bey'e lafzı ile yapılamayacağı söylenerek,
«Falan şeyin
menfaatlerini sana sattım.» demek ile
de icare akti yapılmaz, zira olmayan
bir şeyin
satışı
batıldır. O halde olmayan
bir şeyi. «sattım», «aldım» kelimeleri ile
temlik etmek sahih
değildir.»
demiştir. Bunun benzeri Haniye'den de
nakledilmiştir.
«Aksi bunun hilafınadır ilh...» Yani bedelsiz icare, iare olarak aktedilmez. Bezzâziye'de şöyle
denilmektedir: «Adam
birisine, «Şu evimin menfaatlerini bir seneliğine karşılıksız olarak sana
kiraya verdim» dese, ariye değil, fasit bir icare
olur.»
Minah'ta da
Hâniye'den naklen şöyle denilir: «Adam, «Şu evi sana karşılıksız olarak
kiraya verdim»
dese, bu ariye
olmaz, fasit icare olur. Aynı şekilde bir kimse; «Şu
nesneyi sana karşılıksız olarak
sattım.» derse hibe değil batıl veya fasit bey' (alım
satım akdi) olur.
Bahır'ın
ariye bahsinde Haniye'den nakledilen şu ifade
Minah'daki yine Haniyeden nakledilen
ifadeye
muhaliftir. «Şu evi sana karşılıksız
olarak bir aylığına kiraya verdim» demiş olsa, o iare
(iyreti) vermek olur. Eğer «bir ay» kelimesini zikretmezse, iare olmaz.»
Tatarhaniye'de
de şöyle denilmiştir: «Bu, fasit icare olur. Bunun aksi de
söylenmiştir.» Daha önce
ariyet
bahsinde anlattıklarımıza bakınız.
«Bu konağın
menfaatini sana aylığı beş dirhem karşılığında hibe veya icar ettim ilh...» Metindeki
ibare Bahır'da da vardır. Ancak, Bahır'da bundan
sonra şöyle denilmektedir: «Ben şu
konağın
menfaatlerini
sana bir aylığına şu kadar para ile kiraya
verdim.» demek suretiyle akdi menfaatlere
izâfe ederse caiz olmaz. Ana akid, aynı
malın kendisine izafe edilirse sahihtir.
Bahır'daki
ifade ile metindeki ifade orasında bir çelişki var. Şu
kadarı var ki, Remli, «Bezzaziye
ve
birçok
kitapda bu konuda iki görüş zikredilmiştir.» Şurunbulâliye'de de Bürhan'dan naklen şöyle
denilir: «Ben onun menfaatlerini icare verdim. dese akit yapılmaz. Çünkü menfaat, elde olmayan bir
şeydir. Aktin, ancak ayn üzerinde icare edilmesi
caizdir. O da burada mevcut değildir.
Bazı alimler
de. «Akit menfaate izafe edilse. de olur,
zira icare aktini ayna izafe etmek, maksadı
yerine getirmek
demektir.
Zaten icareden de maksat, aynın menfaatleriyle menfaatlenmekdir.» derler.
Bu ifadeden
anlaşılan; musannıf ve şarihin kabul ettiklerinin
aksi tercih edilmiştir. Bunun için de
Zeylaî yalnız o görüşü zikretmiştir.
«Rüknün icab
ve kabul ilh...» İcap ile kabulün kendileri ve vasıflan hakkında söylenecek şeyler
bey'deki icab
ve kabul esnasında söylenenler gibidir. Bedaîc.
Turi'mn
Tekmilesi'nde Tatarhaniye'den
naklen şöyle denilmektedir: «İcare akdi
sözle yapılabildiği
gibi sözsüz
de yapılabilir. Meselâ adam bir seneliğine bir ev kiralasa, müddet
dolduktan sonra mal
sahibi müstecire; «Bu gün evi boşaltacaksın. Eğer
bugün boşaltmazsan aylığı bin liradır.» dese, o
zaman kiracı eşyasını taşıyabileceği kadar bir süre ecr-i misille oturur. Eğer çıkmazda
bir ay
daha
oturursa, O
zaman ev sahibinin dediği meblağı vermek zorundadır.»
«Şartı ilh...» Bu şaıt birkaç çeşittir: Bazısı ini'kat şartı; bazısı geçerlilik şartı, bazısı sıhhat ve bazısı
da lüzum
(bağlayıcılık) şartıdır. Bunların
tafsilatı Bedai'de vardır. T.
«Ücret ve
menfaatîn malum olmaları ilh...» Ücretin malum olması, «Şu kadar dinar veya dirhemle»
diye sarih olarak ifade edilmesidir.
Buradaki dirhem ve dinar, memlekette kullanılan paradır. Eğer
bir memlekette çok çeşitli
paralar kullanılıyorsa, o zaman
bunlardan birisi açıklanmadıkça
icare
fasit olur.
Eğer icare; tartılacak,
ölçülecek veya sayılacak bir cins
karşılığı yapılıyorsa, o zaman şart; bedelin
miktar ve
sıfatının beyan edilmesidir. Eğer
ücretin taşınması külfet ve masrafı
gerektiriyorsa Ebû
Hanifeye göre ücreti teslim mahallinin de beyan
edilmesi gerekir. Eğer taşınma külfeti
gerektirmiyorsa
malın nerede verileceğini beyan etmeye ihtiyaç yoktur.
Eğer ücret elbise veya
meta olursa, o zaman müddetin ve
meblağın işaretle tayin edilmemişse
malın
vasfının beyan edilmesi lâzımdır.
Ücret hayvan ise;
ancak muayyen olduğu takdirde caizdir.
Bahır. Özetle
Menfaatin
malum olmasına gelince: Onun izahı metinde yakında gelecektir. Bu sebeple burada izah
etmiyeceğiz.
«An be an ilh...» Çünkü menfaat iki ayrı zamanda aynen kalmayan bir
arazdır. Menfaatin oluşu bu
şekilde olduğu için adaleti sağlamak için ücrete de peyder pey sahip olunur. Mal sahibi,
kiraya
verdiği malın
kira bedelini hemen talep edemez. Ancak, kasdedilen menfaatten istifade edildiği
zaman ücret
talep edebilir. Mesela, icarlanan
bir toprak veya bir bina ise, bir gün dolduktan sonra,
binek ise bir merhaleyi geçtikten sonra ücreti talep edebilir. Tafsilatı ileride
gelecektir.
«Teati (sözle
icap kabul bulunmadan malı alıp, ücreti vermek suretiyle) ile münakit olur mu ilh...»
Vehbaniye'de
«Fakihler çömleklerde teati ile akti caiz görmişlerdir.»
denilmektedir.
Şurunbulaliye'de
'ise şöyle denilir: «Mesele Zahîriyye'de şu şekilde
ifade edilmiştir: Adamın biri
diğerinden
lâlettayin çömlekler kiralasa, bu icare
caiz değildir. Çünkü çömlekler arasında
büyüklük
küçüklük farkı var-dır. Ama kiracı «Çömlekleri önceki ücretle kabul ediyorum.» dese, caizdir. Bu,
teati ile
yeniden akdedilen bir icare olmuş olur. Vehbaniye'nin nazmında; «teati ile yapılan icarenin
çömleklere tahsis edilmesi nakle uymak içindir. Yoksa teati ile icare
çömleğin dışındaki mallarda
da olur»
denilmektedir. Bezzaziye'de de, «İcare, müddeti uzun olmazsa teati ile münakit olur. Uzun
olursa olmaz.
Zira, müddet uzun olursa ücret bilinmez. Çünkü ücret senede bir danik {bir ölçü) veya
az yada daha
çok olabilir.» denilmiştir.»
Tatarhaniye'de
Tetimme'den naklen şöyle denilir: «Ben İmam Yusuf'a, «Adam gemiye biniyor,
yarasını
yardırıyor, hacamat aleti ile kan aldırıyor veya hamama girip yıkanıyor yada sakadan
su
içiyor sonra
ücreti, suyun parasını veriyor, bu
caiz midir?» diye sordum «İstihsanen
caizdir. Daha
önceden bir akit yapmaya
da ihtiyaç yoktur.» dedi.»
Ben derîm ki: Bizim yukarıda söylediğimiz «sözsüz
olarak teati yoluyla icare akdi yapılır.» sözü
icârenin bu kısmını ifade etmektedir. Eşbah'tan
naklen çeşitli meseleler bahsinde,
«İcarede sükut
rıza ve
kabuldür.» sözü gelecektir.
Zâhidi'nin
Hâvisinde remz olarak şöyle
denilmektedir: «Bir adam vakıf kayyumundan bir ev
kiralasa, ve orada otursa, sonra akti yenilemeden ikinci sene de otursa, kayyum ikinci sene için de
biraz ücret
alsa, onunla yalnız aldığının hissesinde değil, senenin hepsinde icare
akti yapılmış
olur.» Bunun
benzeri Kınye'de: «İcarenin bitimi icare müddetinin bitimin-den sonradır ve akitsiz
olarak ücretin gerekli olacağı» babındadır.
Hamidiye.
«Hülasa sahibinin sözünün zahirine göre evet ilh...» Hülâsa'nın ibaresi Bezzaziye'nin biraz önce
zikrolunan
ibaresi gibidir. «Müddet malum olursa ilh...» Bunun doğrusu «müddet» değil, ücrettir.
Minah'ta,
Hülasa'da ki ibâre nakledildikten sonra şöyle denilmektedir:
«Bunun ifade
ettiği şudur: Eğer uzun süreli icârede müddet malum olursa. teati
ile de münakit olur.
Zira onun
münakid olmamasının illeti, ücretin belli olmayışı olarak kabul edilmiştir.»
«Bezzazîye'de
ilh...» Bu söz; her ikisinin ibaresi aynı olduğu halde sanki Hülâsadaki
ibarenin farklı
olduğu
intibaını veriyor. Uzun süreli icarede -ileride beyanı geleceği gibi- ücret malumdur. Yalnız
son senenin
haricinde az bir şey
karşılığında olmaktadır.
«İcare müddetinin ilh...» Zira müddet malum olduğu takdirde menfaatin miktarı da malum
olmaktadır.
«Uzun bile
olsa ilh...» Yani icarede öyle uzun bir zaman konuşsalar ki, mucur ile müstecirin âdeten
o kadar
yaşamaları mümkün olmasa bile, yine
caizdir. Hassaf da bunu ihtiyâr
etmiştir. Alimlerin
bazıları ise bu kadar uzun bir müddet konuşmaktan men
etmişlerdir. Bahr. Metinlerdeki ifadelerde
herhangi bir
kaydın bulunmayışı birinci görüşü tercih etmektedir.
«O gün
batması meşrudur ilh...» Yani icare vakti gelmezden önce. Bir da icarenin bir zamana izafe
ile münakit,
fakat bağlayıcı olmamasına binaendir. İşte bu da iki tashihten birisidir.
Bu durumdaki
icârenin bağlayıcı
olmadığını; «Fetva bu kavil üzeredir.»
sözü teyid etmektedir. Nitekim çeşitli
meseleler bahsinde gelecektir.
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Eğer ertesi güne
izâfeten icâre edilip de, satılan mal, herhangi bir
sebepten
dolayı malikin mülküne dönmüş olsa,
icare avdet etmez. Ama eğer bir ayıp sebebiyle,
hâkimin hükmü
ile reddolunmuş olsa veya sahibi hibe
edip, hibeden dönse eğer bunlar izafe ettiği
gün gelmeden
önce olursa avdet eder.»
«Vakıflarda ilh...» Cevhere'de beyan edildiği üzere
yetim çocuğun tarlası da vakıf
gibidir. Bahır
sahibi ve
musannıf da bununla fetva vermişlerdir. Fukahanın
sözlerinin ekserisine göre muhtar ve
müftabih olan
da budur. Zira her ikisinde de illet aynıdır. Bu illet, uzun süreli icare ile
her iki
toprağın
mülkiyet iddiasından korunmasıdır. Hattâ
bu daha evladır. Remli. Bunun benzeri
Haniye'den naklen de gelecektir.
Kâzrûnî'nin Feteva'sında,
şeyhi Hanefiiddin el-Mürşidî den naklen
şöyle denilmektedir «Hazine
arazisine gelince:
fakihlerin her hangi bir kayıt
koymayışı onun da kiraya verilmesinin caiz olmasını
gerektirir.
Fukahanın, İmam'ın hazine arazisindeki
iktâ ve satış gibi tasarruflarının cevazı
konusundaki
müsamahaları hazine arazisinin kiraya
verilmesinin de caiz olmasını ifade
eder.
«Özetle şu kadarı var ki Remlî'nin haşiyesinde «hazine arazisi, yetim malı gibidir.» denilmiştir.
Hamidiye'de
de uygun olanı Kazrunî'nin dediğidir.» denilir. Hayriye'de de, «Hazine arazisinde
müebbed vakıf
hükmü cari olur.» denilmektedir.
«Üç seneyi
ilh...» Yani vakıf arazisi üç seneden fazla kiraya verilemez. Bu, kiraya
verenin vâkıfın
kendisi olmadığı takdirdedir. Ama vakf eden, kendisi
kiraya
verirse, üç seneden fazla bir müddet
için de verebilir.
Kınye'de şöyle denilir: «Vâkıf. vakfettiği araziyi on seneliğine
kiraya verse ve beş sene geçtikten
sonra ölse. ondan sonra da o vakfın sarf yeri başka
bir cihete intikal ederse,
icare müddeti sona
ermiş olur.
Daha evvelki kiracı geriye
kalan beş senelik ücreti ölen vâkıfın terekesinden alır.» T.
Seriyüddin'den
naklen.
Ben derim ki: Bu konuda söylenecek şeyler var, şarih
fesih babının sonunda bunu zikredecektir.
«Vakıf babında geçmiştir ilh...» Yani Vakıf
bahsinde metin olarak geçti. Şarih orada şöyle demişti:
«Eğer maslahat onun hilafına ise müstesnâ (o zaman konak ve hanı da bir
seneden fazla bir
müddet için
kiraya verebilir) Bu da zaman ve yere
göre değişen şeylerdendir.
Musannıfın
burada böyle blr istisnâ anmadan
mutlak söylemesi metinlere uymak içindir. Hidaye'de
de muhtar
olan budur.» denilmiştir.
Şarihin Vakıf bahsinde söylenene uyarak yaptığı yorum Sadru's Şehid'in
verdiği fetvânın ta
kendisidir.
Muhit'te de: «Bahırda da belirtildiği gibi fetva için seçilen görüş budur.» denilmiştir.
«Hilesi ilh...» Yani vakfın kayyumu vakfı uzun bir zaman için kiraya vermeye
ihtiyaç duyduğu zaman.
«Müteferrik
akitlerle ilh...» Haniye'nin ibaresi de bunun aynıdır.
Haniye'de şöyle denilir: «Senede
şöyle yazılır: Falan oğlu falan şu tarlayı veya şu binayı otuz seneliğine otuz akit ile icarlamıştır.
Her
senenin akti şu kadardır. Bunların bazısı bazısının
şartı değildir.»
Bakılsın: Her sene için müstakil bir akit
şart mıdır, yoksa «Ben otuz akitle
otuz seneliğine icar
ettim.» sözü
akdin tekrarı yerine kaim olur mu? Zahir olan, birinci görüştür. Yani her sene için
ayrı
bir aktin
yapılmasının şart olduğudur. Zira musannıf
«Bunun hilesi, ayrı ayrı akitler yapılmasıdır.»
demiştir.
«Her sene için ilh...» Ben diyorum ki, musannıfın burada «sene» ile kaydetmesi hem arazide hem
de diğer mallarda sahih olması içindir. Yoksa
mutlaka lüzumlu olduğu için değildir.
Zira, arazide
her akti üç sene için yapması caizdir. Arazide
dört veya daha fazla sene için
arazinin dışındakilerde
ise bir seneden fazlası için akit yapılması sahih
değildir. Zira o takdirde boş vurulan
çare fayda
vermez.
«Diğer akitler ilh...» Bu söz, müfabih olan «İzafe
lüzumlu değildir.» kavline göredir.
Nitekim
musannıf bunu
yukarıda zikretti, ileride de
gelecektir.
«Vakıf bir
müddet şart koşarsa uyulur
ilh...» Yâni vâkıfın koymuş olduğu şarta uyulur.
«Ancak uzun süreli kiraya vermek daha faydalı
ise ilh...» Yani halk, onu bir seneliğine kiralamak
istemezlerse bir seneden fazlasına kiraya verilmesi
vakıf için daha hayırlı, fakirler için
daha
menfaatli ise, o zaman mütevelli değil, Kadı onu icare verebilir. İs'af.
«Kadı icare verebilir ilh... » İs'af isimli eserde şöyle
denilmiştir: «Bir kimse vakfettiği malın vakıf
senedinde; Ancak
fakirlere daha menfaatli olursa bir seneden daha uzun
müddet kiraya verilebilir.»
kaydını koymuşsa, o zaman vakıfın izni bulunduğundan, fakirlerin menfaati daha fazla ise, meseleyi
Kadı'ya götürmeden bir seneden fazlası için
icare verilebilir.» Çünkü bu konuda
vâkıfın izni vardır.
«Vekaleti umumi olduğundan iIh...» Zlra, Kadı fakirlerin, gaiblerin ve
ölülerin hakkını gözetme
velayetine sahiptir. İs'af.
Zâhir olan şu
ki; eğer Kadı mütevelliye izin
verirse. sahih olur.
«Ben derim ki ilh...» BIr vakıf malını uzun süre için kiraya vermenin çaresi bir Hanbelînin hüküm
vermesidir.
Nitekim zamanımızda da böyle yapılmaktadır.
«Müddetlerin
tamamında feshedilir ilh...» Yani yalnız fazla olan senede değil.
«Çünkü akit
bir kısmında fesh olursa, hepsinde münfesih olur ilh...» Bu kavil.
Haniye'de üstün
görülen
kavildir. Minah'ta da şöyle denilmektedir: «Kâdîhan'ın
Fetevasında şöyle denilir: «Vasî,
yetimin
toprağını üç sene gibi uzun bir müddet
için kiraya verse veya yetimin
malı ile yetime yine üç
seneliğine gibi uzun bir müddet için bir tarla kiralasa
o icare caiz değildir. Küçük çocuğun
babası
ve vakfın mütevellisi de vasi gibidirler. Zira, bu anlaşmada icare malından az bir şey ilk senelerin
çoğu ise son senelerin karşılığında kılınmaktadır.
Yetimin veya vakfın tarlasını kiraya vermek,
birinci senelerde, ücret, ecr'i misilden az
olduğu için câiz olmaz. Bura göre yetim veya vakıf için bir
yer icarlamış olsa,
bu da son senelerin icare ûcreti ecr-i mislinden daha fazla
olduğu için sahih
olmaz. Akit, müddetin bir kısmında fasit olduğu zaman, acaba yetim ve vakfa faydalı olan kısmında
sahih
olabilir mi? Uzun süreli icareyi bir tek akit kabul edenlerin görüşüne göre sahih olmaz. Uzun
süreli icareyi bir kaç akit kabul edenlere göre ise yetim ve vakfa hayırlı olan kısmında sahih zararlı
olan kısmında ise sahih
değildir. Bence doğrusu
sayılan suretlerin hepsinde aktin
fasit olmasıdır.»
Musannıfın
«üç sene» sözünden maksat, her biri üçer sene olan akitlerdir.
Sözün başı ve sonu
buna delalet
etmektedir. Düşün.
«Musannıf
Enfail Vesail'de ilh...» Yani, arazide üç seneden fazla
olan, diğer vakıf mallarında da bir
seneden fazla olan müddetler feshedilir. Bunlar ister
bir akitle, ister ayrı ayrı akitlerle yapılsın.
Hattâ, meselâ: bir arazi bir akitle dört seneden fazla bir
sûre için icare verilse, üç senesinde
sahihtir.
Kalanında ise fesh olur. Bu fesih vakıf nazırının talebine muhtaç mıdır, yoksa fazla
müddetin
girişi ile kendi kendine münfesih olur mu? Zahir olan: nazırın talep etmesinin gerekli
oluşudur. Bu
bahsin tamamı Enfail Vesail'dedir.
Ben derim ki Şu kadar var ki. Birî'nin şerhinde, Hizanetü'l-Ekmel'den naklen
şöyle denilmektedir:
«Vakıf olan bir evi otuz seneliğine beher seneliği bir ölçek buğdayla icarlamış
olsa, o icare sadece
bir sene için sahih, kalanında batıldır.»
Bunun benzeri Ebû Cafer'e isnadla Telhisü'l-Kübra'da da
vardır. Bu
ibarenin gereğine göre vakıf nazırı
taleb etmese de bu icare akti bâtıldır.
«Fesadını ifade etmiştir ilh...» Yani musannıf. Haniye'nin ibaresinden sonra şöyle demiştir: «Ben
derim ki, bundan
anlaşılan yapılan icare akti de fasittir...»
METİN
Adam vakıf
arazisinin ağaçsız kısmını büyük
bir meblağ ile icarlasa, sonrada,
o yerin ağaçlarına
binde bir
sehimle sulayıp baksa, onun icârede payı vardır.
Müşâkât da değil. Bu, ifade ediyor
ki,
müşâkât (ağaçların bakımı karşılığında meyvedeki ortaklık) fasittir. Çünkü bunların her
birisi kendi
başına birer akittir.
Ben derim ki: Fukaha fasit alış verişler bâbında fesadın
başka akitlere sirayet etmesini üzerinde
icma edilen kuvvetli
fesat ile kayıtlamışlardır. Bu, köle ile hürrü birlikte satmaya benzer. Burada
hürrün
satışının fasit oluşu kölenin satışına da sirayet eder. Ama zayıf fesad sadece kendi
mahalline mahsus kalır.
Başkasına sirayet etmez. Meselâ, adam halis köle ile müdebber
köleyi bir
akitle satmış olsa, müdebber kölenin satışının
fesadı zayıf olduğundan yalnız
kendisinde kalır, hâlis
kölenin satışını etkilemez. Düşün.
Yine fukaha
bunu. sonradan meydana gelen fesaddan saymışlardır. Dikkatli
ol.
Osmanlı ülkesinde yaygın
olan şöyle bir uygulama var: Ölen Zeyd'in
vasîsi Zeyd'in terekesinden bir
arsayı onun
mülkü zannıyla, Zeyd'in borcunu
ödemek üzere satsa, sonra da o arsanın bir kısmının
mescidin
vakfı olduğu ortaya çıksa, kalan
kısmın satışı sahih midir? Bazı alimlere göre, sahihtir.
Diğer
bazılarına göre ise, sahih değildir. Bir alim de bu mesele hakkında bir risale telif etmiştir. Bu
risalanın hülasası, birinci
kavlin tercihidir. Yani bu satış
sahihtir.
Cevahirü'l-Feteva'da
şöyle denilir: «Vakıf olan bir arsayı
birinci üç seneliğine icarlasa ve, icare
senedinde
«Birbiri arkasına olmak üzere otuz
akitle icarladım.» yazsa, bu icare sahih değildir.
Sahih olan
görüş budur, Evkafın korunması için
fetva buna göre verilir.»
Cevahirü'l-Feteva'nın
sahibi daha sonra da şöyle demektedir: «Eğer bir Kadı bu
icarenin sıhhatine
hüküm
verirse, bu hüküm caiz olur ve
ihtilaf'da ortadan kalkar.»
Ben derim ki: İleride geleceği
üzere; mütevelli ve vasi, vakfı veya
yetim malını ecr-i mislinden az bir
fiyatla kiraya verseler, müstecirin ecr-i mislin tamamını vermesi gerekir
ve vakfa en menfaatli olanı
yapar.
Hâniye'nin sulh bahsinde şöyle denilir: Akde bitişik müfsidden dolayı kiralanan
malın bir
kısmındaki akit fasit olursa. O malın tamamında da
fasit olur.»
Menfaat
(kiralanan malın menfaati) işin beyanı ile de bilinir, kuyumculuk, boyacılık,
terzilik gibi
cehaleti kaldıran şeylerle menfaat bilinir.
Bir hayvanın binek için kiralanması halinde
binilecek vaktin ve yerin beyan edilmesi de şarttır. O
halde, bu tür
bir icârede yer ve vakit konuşulmazsa o icare fasit
olur. Bezzâziye.
Menfaat
işaret ile de bilinir. Mesela. şu
buğdayı şuradan şuraya
taşı denilmesi gibi.
Ücret, akit sebebiyle
lazım olmaz. O halde ücretin hemen teslim edilmesi akitle gerekli değildir.
Ancak, müstecir isterse
veya hemen başlayan geçerli icarede şart
kılınırsa. o zaman ücret akitle
birlikte
verilir. Gelecek senelere izafe
edilen akitlerde ise ücret peşin verilmez. Mesela. yarından
itibaren icarlayacağı
bir konağın icare ücretinin hemen verilmesi şartı koşulsa mal sahibi bu ücrete
mâlik olamaz.
Bazı alimler, uzun süreye bağlanan icâreyi bütün
hükümlerde değişik akitler gibi saymışlardır.
Ancak, bit'
rivayete göre bu icarede ihtiyacı için ücretin peşin verilmesinî şart koşarsa.
ücreti
alabilir. Bu
görüşle de fetva verilir. Şurunbulalî,
Şerh-i Vehbaniye.
Ücretin peşin
alınabilmesi için birde maldan faydalanmak veya faydalanmak imkanının
olması
şarttır.
.Ancak Eşbah'ta zikredilen üç mesele bundan müstesnâdır.
Musannıf
«menfaat imkanı» sözüne binâ ederek şöyle demiştir: İnsan, kiralayıp da
teslim aldığı
evde oturmasa
dahi, kirayı vermesi gerekir.
Çünkü faydalanması her zaman için mümkündür. Bu
hüküm sahih icareler içindir.
Fasit icareye
gelince, onda ancak faydalanmakla ücret verilir. Nitekim İmadiye'de
de bu
kasdedilmiştir.
Is'af'taki ibarenin zahiri ise, fasit icarede maldan faydalanmadan
ücretinin verilmemesi hükmünden
vakfı istisnâ
etmiştir. Vakıf malı kiraya verildiğinde
icare fasit de olsa yararlanma imkânı oldukça
ücretini
vermek gerekir. Eşbah'ta da böyle
denilmektedir.
İZAH
«Ağaçsız olan kısmını ilh...» Yani,
tarlanın ağaç bulunmayan yerini. Yukarıda geçtiği üzere ağaçları
kiraya vermek sahih
değildir. Çünkü icare, menfaati temliktir. O halde, bir malın kendisinin
tüketilmesi
üzerine îcare batıl olur.
Remli: «Süt annesi kiralama bahsinde şöyle bir ifadenin geleceğini söyler: Nesnelerin
istihlâki
üzerine
yapılan icare akti; -bir ineği sütünü içmek için icar etmek gibi- sahih
değildir. Bir bahçenin
meyvesini yemek
için icarlamak da bunun gibidir.
Remlî, sözlerinin devamında da şöyle demektedir: «Bu naklettiğimle, çîftçilerin elinde bulunan
arazi
ve köy gibi yerleri icarlamanın hükmü de bilinmiş olmaktadır. Bu arazilerden
havacı mukasemeye
tabi olanlar
bu hükümde değildir. İcarların batıl oluşunda şüphe yoktur. Ben, defalarca böyle fetva
verdim.»
«Büyük bir meblağ ilh...» Yani hem yerin ücretine hem de o ağaçların meyvesinin bedeline denk bir
miktar ile..
«Ağaçlarını müsâkat ortaklığına tutsa
ilh...» Yani icare aktinden evvel
ortağa verilmişse. Yok eğer
icare aktinden evvel
olmazsa, zaten arazi başka birinin
hakkı ile meşgul olur ki, bu zaten sahih
değildir.
Nitekim ileride gelecektir.
Bezzaziye'nin,
Süyü Meseleler bahsinde şöyle bir ifade vardır: «Adam içinde ağaç dikili bir tarlayı
kiralasa, veya
ortağa ekmek için alsa, bakılır:
Eğer ağaçlar tarlanın orta yerinde ise o icare caiz
değildir.
Ancak orta yerinde büyük değil de bir
veya iki yaşında iki ağaç bulunsa, caizdir. Ama bu iki
ağaç büyük
olsalar, bunların bölgesi ve yaprakları yeri kapladığından dolayı arazinin icaresi caiz
olmaz. Bir veya iki yaşındaki küçük ağaçlara
gelince, bunların ne doğru dürüst
yaprağı, ne de
kökleri
vardır. Ama ağaçlar; set ve arklar
gibi tarlanın bir kenarında iseler o tarlayı icarlamak
caizdir.
Çünkü bunlar tarlaya zarar vermezler.»
«Bir sehimle ilh...» Yani, binde birini yetime veya vakfa vererek diğerini amile (ağaçları
ortak tutana)
verse.
«Bu ifade
ediyor ki ilh...» Yani, musannıfın
«İcare müddetlerin hepsinde fesholur.» sözünün ifade
ettiği mana.
Biz yukarıda musannıfın bunu Haniye'nin sözlerinden istifade ile söylediğini yazmıştık.
Bundan
şarihin böyle anladığı anlaşılır.
«Müşâkâtın
fasid oluşu Evleviyetledir» Evleviyetin yönü şudur:
Yetim için hem hayrı, hem de zararı
içine aldığı halde müddetin hepsinde akt fasit olduğuna göre ona sadece
zarar getiren müstakil bir
aktin fasit
olması daha evladır.
Bil ki, müsâkat akti fasid olunca icarlanan
toprak da bir hakta meşgul olarak kalır. O zaman
icaredeki pay ve
masrahat açık isede icare
aktinin de fasit olması lazım gelir. Nitekim biz bunu
yukarıda
söylemiştik. Bu inceliğe dikkat et.
Hanûtî'nin
Fetevâ'sında özetle. «Ağaçsız yeri
kiralamayı açıkça söylemesi; icarenin sahih olduğunu
göstermez.
Çünkü icare akti, müşâkât aktinden evvel yapılmıştır. Ama eğer şartlarına
uyularak
müşâkat akti evvel
yapılırsa, Bezzâziye'de de belirtildiği gibi icare
akti sahih olur. Eğer icare fasit
olursa, vakıf
tarafı ücrete müstahık olmaz. Müstahık olan ancak ağacın meyvesi olur. Vakıf için az
bir bedel
olduğundan müsâkat akdi fasit olduğu için işçi emeğinin ecr-i mislini
alır. Bu hüküm
vakfa aittir.
Mal sahibinin bahçesinin meyvesini bakımı
karşılığında ortağa vermesine gelince; onda
maslahata bakılmaz. «Nitekim
mal sahibi malını ecr-i misilden aşağı bir ücretle de
kiraya verebilir.»
denilmiştir.
Hanutî'nin
Feteva'sında musannıfın istifade
ettiği ve bizim dikkat çektiğimiz konu
açıkça ifade
edilmektedir.
«Ben derim ki ilh...» Musannıfın bu sözünü Enfail Vesail'deki
kavli teyid etmektedir. H.
«Düşün
ilh...» Musannıf bu sözüyle bu ifadenin muktezasının fesadın yalnız zait olan miktarda
olduğuna
işaret etmektedir. Çünkü odam bu
durumda caiz ile fasit aynı
akitte birleştirmiş
olmaktadır.
Ancak bu fesad kuvvetli bir fesad değildir. Çünkü bunun fasid olduğunda
bütün alimler
ittifak
etmemişlerdir. Zira mütekaddimîn fukaha icareyi bir müddetle sınırlamamışlardır.
«Bunu âriz
olan fesad saydılar ilh...» Musannıfın
bu sözü Enfail Ve-sail'deki kavle diğer bir
takviyedir. Yani fesadı arızî olduğundan diğerine sirayet
etmemektedir. Bu konuda da düşünmek
gerek. T.
Ben derim ki: Fesadın ârizî oluşunun yönü o
icarenin anbean münakit olmasındandır.
«Uyanık ol ilh...» Herhalde musannıf
bu sözü ile bizim biraz önce söylediğimize
işaret etmektedir.
«Osmanlı ülkesinde yaygın
olan ilh...» Bu söz de Enfii'l Vesail'e diğer
bir takviyedir. Zira, alış veriş
icareden daha kuvvetlidir,
mülkte ve vakıfta aynı akitle yapılmıştır.
O zaman mülkteki satış sahihtir.
T.
«Bu risalenin hülâsası,
birinci kavlin tercihidir ilh...»
Yâni, Nehir isimli eserin fasit bey' babından
naklen musannıfın, «Halis köleyi müdebber bir köleyle
birlikte satması bunun hilafınadır.» sözünün
yanında
birinci görüşü teyit edecek ifadeyi beyan
etmiştik.
«Teemmül et ilh...» Musannıf bu sözüyle yine zaidin dışında olanlardaki
icarenin sahih olduğuna
işaret etmektedir. Hatta yukarıda da geçtiği üzere bunun sahih olması evlâdır.
«Cevahirü'l-Feteva'da
ilh...» Muhtemeldir ki bu söz «Eğer
bir Kadı onun sıhhatine hükmederse,
caizdir.» sözünün dördüncü teyididir. Zira bu ifade
ediyor ki; uzun süreli icare akti halis köle ile
hürrün bir
akitte satılması gibi değil, hâlis köle ile müdebber
kölenin satılması gibidir. O, zaman bu,
birinci
teyidi teyid etmektedir. Zahir olan bu kavil, musannıfın ihtiyar
ettiği görüşü teyide giriştir.
Zira musannıf
bu akdin sahih olmadığını mutlak bir şekilde ifade etmiştir. O
zaman birinci akid
geçerli
olduğu halde bütün akitlere şamil olmaktadır. Musannıfın sözünün zahiri ise,
birinci aktın de
sahih
olmadığını göstermektedir. Bunun illeti; Velvaliciye'de de belirtildiği üzere şudur: Bu akit her
ne kadar manâ itibariyle birkaç akit olup bir kısmı hemen münakit olurken bir kısmı
da gelecek
zamana izafe edilmekte ise de, şekil itibariyle
tek bir akiddir. (Dolayısıyle bir kısmı fasid olunca
kalanı da fasid olur.)
«Üç seneliğine ilh...» Bu sözün doğrusu; «üç sene»
değil, «otuz sene»dir. Nitekim Minah ve başka
kitaplarda da böyledir.
Ayrıca ben bazı nüshalarda da bunu
düzeltilmiş olarak otuz yıl şeklinde
gördüm.
«Vakıfların korunması için ilh...» Yani uzun bir müddet
için kiraya verildiği zaman kıracının
vakfı
kendi mülkü
olduğunu iddia etmesinden korumak içindir. Ama eğer bu ihtimal olmasa, delil, birinci
aktin
sıhhatini gerektirir. Çünkü o, anında ve kesin, sonrakiler ise
zamana dayalı akitlerdir. Bunun
bağlayıcı
olup olmadığında da iki görüş vardır.
Nitekim biz bunu yukarıda beyan
ettik. Şu kadar var
ki,daha önce geçtiği gibi, bunun tamamının bir akit sayılması da, birinci aktin nâciz sayılması
içindir. İşte bundan ötürü müteahhirîn fukaha, mütekaddimin fukahaya muhalefet ederek vakıfta
icare
müddetini bir veya üç sene
ile takdir etmişlerdlr.
«Bir Kadı bu
icarenin sıhhatine hüküm verirse ilh...» Yani kaza (hüküm) şartlarını tamamlayarak
hüküm vermiş
olsa. Şu kadarı var ki bu hüküm, Hanefi Kadı'larının dışındakiler içindir.
Hanefi
mezhebinin
mutemed kavli ile hükmetmeye memur
edilen zamanımız Kadı'larının bu şekilde hüküm
vermeleri ise
sahih değildir.
«Ben derim ki: İleride
gelecektir ki ilh...» Yani icare bahsinin sonlarında gelecektir. Bu da yine
musannıfın
tercihini teyid etmektedir. Teyid yönü
de şöyledir: Fesadın sirayet edip etmemesinde
görüşler
muhtelif olduğu zamöan vakfa en
menfaatli görüş tercih edilecektir. Bu da fesadın aktin
tümüne
sirayet etmesidir. Çünkü bu durumda ikinci
bir fesadın gelerek, sağlam akti fasid etmesi
önlenmiş
olur.
«Hâniye'nin
sulh bahsînde ilh...» Musannıf bu
sözü, Minah'ta kendi tercih ettiği
görüşü teyid için
zikretmiştır.
Ancak bu mesele Haniye'de, karının
borçtan hissesine düşecek kısmın varislere
bırakılması karşılığında
kendi hissesine düşecek mirastan
vaz geçmesi bahsindedir. Bunun bizim
meselemizle alakası
konusunda düşünmek gerek. Zira yukarıda da geçtiği gibi fukaha bunu
sonradan âriz
olan fesaddan saymışdır. Halbuki Haniye'deki
mesele akide bitişik olan
fesaddır.
Evet, bizim
Hâniye'den daha önce naklettiğimiz, «Zahir olan fesadın
aktin tamamında olmasıdır.»
sözü
musannıfın kavlinin tercihini ifade
etmektedir. Zira
Cevahirü'l-Feteva'dan naklettiğimizle
anlaşıldı ki, birinci akit sahih olduğu halde vakıflardaki
icare akidleri birkaç tane olduğu takdirde,
uzun süreli
icare sahih değildir. Böyle
olunca nasıl olurda uzun süreli icare hem
lâfız hemde manâ
itibariyle
tek akitle yapıldığında sahih olur? Zâhir olan,
Musannıfın Kariü'lHidaye'den naklen tercih
ettiğine
itimad etmektir. Zira
Kariül-Hidaye'nin sözünün kuvvetli
bir senedi vardır, ki bu sened de
Haniye ve Cevahirü'l-Feteva'da olanlardır. Verdiğim bu izahat,
benim kısa anlayışıma doğandır.
Allah daha
iyisini bilir.
«Cehâleti kaldıran şeylerle ilh...» Yani. boyatacağı
elbiseyi boyanın rengini ve boyanın
miktarını
tayin etmesi lazımdır. Zira bunlar
bazen değişik olur.
Muhît'te şöyle denilmektedir: «Adam birisini görmediği on elbiseyi boyaması için
tutsa, icare
fasittir.
Çünkü boyamak, elbisenin kalınlık ve
inceliğine göre değişir.» Bunu Bahır sahibi de
zikretmiştir.
«Vakit ve
yerin beyan edilmesi ilh...» Bezzaziye'de şöyle
denilmektedir: «Birisi hacıları yolcu etmek
veya karşılamak
için bir at kiralasa, bineceği
vakti ve yeri zikretmeden bu icaresi sahih değildir.»
Yine
Bezzâziye'de: «Kufe'den Hire'ye kadar binmek için
bir hayvan kiralasa, hayvana
evinde binip,
evinde iner.
Eşyasını yüklemek için kiralasa
hüküm yine böyledir.» denilmektedir.
Yine
Bezzaziye'de şöyle denilir: «Birisi bir gün çalışması için bir adam tutsa örf gereği o adamın
çalışma saati güneşin doğuşuyla başlar.»
«Hayvan kiralarken
vakit ve gidilecek yer belirtilmezse o icare
fasittir ilh...» Yani ecr-i misil ancak
menfaatlerinin
tahakkuku ile gerekir. T.
«İşaret ile de ilh...» Zira götürülecek yük ve nakledeceği yer bilindiği zaman, menfaat de bilinmiş
olur. Bu tür
icare, birinci tür icareye
yakındır. Zeylaî.
Bunun
hülasası şu: İşaret etmek. miktarı beyan etmeye ihtiyaç bırakmaz.
«Ücret akit sebebiyle gerekli olmaz» Yani akitle ücret alma hakkına sahip
olunmaz. Nitekim Kenz'de
de böyle denilmiştir. Zira akit menfaat için
yapılmaktadır. Menfaat ise peyder pey hasıl olur. Bedelin
de menfaatin
karşılığı olması lazımdır. Hemen
menfaatin elde edilmesi mümkün olmayan bir
icarede ücretin peşin ödenmesi lazım gelmez. Ancak ücretin peşin alınması hükmen de
olsa şart
koşulsa o zaman alınabilir. Çünkü bu durumda müstecir
akit yapılırken paranın peşin
ödenmesini
kendisi kabullenmiş ve aktin gerektirdiği eşitliği ibtal edilmiş olur.
«Peşin
verilmesi konuşulursa ilh...» İtâbiyye'de şöyle denilmektedir:
Müstecir
kirayı peşin verirse geri alamaz. Eğer ücret (para değilde) metâ ise ve kiracı
o metâ mal
sahibine
iyreti olarak veya emaneten vermiş
olsa, o da peşin gibi olur.»
Muhit'te de
şöyle denilir: «Metâ olan icare bedelini diğer bir metâ ile tırampa etse
aldığını kabzetse,
caizdir.
Çünkü bu ücretin peşin olmasını tazammun eder. Turî.
«Ücretin
peşin olması şart koşulursa ilh...»
Mal sahibi ücreti taleb edebilir ve icare verdiği nesneyi
de parayı
almadan kiracıya vermeyebilir. Peşin konuşulduğu halde kiracı parayı ödemediği zaman
icare aktinı fesih de edebilir. Muhit'te de böyle denilmektedir.
Ancak mal sahibi kira bedeli olan nesneyi
teslim almadan önce onu satamaz.
Bahır. Bu şart, aktin
gereğine
muhalif olduğu ve taraflardan
birisine fayda sağladığı (yani aslında bunun caiz olmaması
gerekir) halde nasıl caiz
olabildiğini araştır. T.
Ben derim ki: Bu şart aslında kiracının; eşitlikten doğan hakkını düşürmesidir. Bu: müşterinin,
satın aldığı
malın ayıplardan salim olması hakkını düşürmesi ve satıcının sattığı
malın bedelini
peşin alma hakkına sahipken
onu tehir etmesi gibidir. Halbuki bey akti, malın ayıplardan salim
olmasını ve
bedelin de malın teslim alınmasından evvel kabzını gerektirir.
«Geleceğe izafe edilen akitlere gelince ilh...» Geleceğe
izafe edilen icare akitlerinde ücretin peşin
ödenmesi şartı batıldır, kiracının peşinen bir şey vermesi de
gerekmez. Bu tür icârelerde ücretin
peşin
verilmesinin gerekli olmamasının sebebi, akitte menfaatin saraheten
geleceğe izafe
edilmesidir. Zaten bir vakte izafe edilen şey, o vakitten evvel mevcut
olmaz. O halde bu manâ,
ücretin peşin
ödenmesi şart kılınmakla da değişmez.
Ama, hemen geçerli olan icare akti böyle
değildir.
Çünkü akit eşitlik ister. Bu akit ise açık bir şekilde bir zamana izafe edilmemiştir. Öyleyse,
sarahat sebebi ile akdin gerektirdiği şey (mal ve bedeldeki eşitlik) hemen geçerli
olan icârenin
aksine geleceğe izâfe
edilen icare akdi de batıldır.
«Ayrı
ayrı akitler gibi ilh...» Bu söz uzun
süreye izafeli icare akitlerindendir. Şarih de bunu yukarıda
Cevahirü'l-Feteva'dan
nakletti.
Bunun şöyle diğer bir sureti daha vardır: Adam bir evi
otuz seneliğine mütevâli akitlerle kiraya
verir. Ancak her senenin
sonunda üç günü istisna edip, ücretin çoğunu da son sene için tayin eder.
Geri kalanı da evvelki senelere mahsub eder. Bu şekilde Beher seneden üç
günün istisna edilmesi
her iki tarafın da icare aktini feshe kadir
olmaları içindir. Ücretin azının son senenin dışındaki
senelere tahsis edilmesi de mal sahibinin icare aktini o günlerde feshetmemesi
içindir. Eğer
taraflar mal sahibinin fesh etmesinden emin olsalar, bu
kayıtlara lüzum kalmaz. Anılan bu tarz,
uzun süreye
bağlanan icare aktinin bağlayıcı
olu-şuna binaendir. Vakıf nâzın eğer
ücretin peşin
alınmasına ihtiyaç
duyarsa bu şekilde akit yapar. Şu
kadarı var ki: «Bu akitlerin hepsi tek akit
sayılırsa o
zaman bir akitte üç günden daha fazla muhayyerlik hakkının
sabit olması durumu ortaya
çıkar. Eğer bir akit değilde. birkaç akit sayılırsa,
o zaman da şart koşulsa dahi ücret peşin alınamaz.
Çünkü o, bir
süreye bağlanmıştır. O zaman da vakıf
nazırının maksadı yok olur. Şeklinde
bir itiraz
olabilir. Bu
itiraza şu şekilde cevap verilir: Sadru Şehid
bunun: icare ücretini şart koşularak veya
kiracının peşin vermesi ile peşin almaya malik olması
bakımından tek akit, diğer hükümlerde ise
birkaç akit sayılmasını tercih etmiştir. Ayrıca biz aradaki günleri muhayyerlik müddeti olarak kabul
etmiyoruz. Biz onları aktin dışında bırakıyoruz. İşte bu izahla anlaşıldı ki şarihin dediği pek
yerinde
değildir.
«Faydalanma
imkânı olması ilh...» Hidâye'de «Adam kiraladığı evi teslim aldığı zaman,
içinde
oturmasa bile
ücretini ödemesi lazımdır.» denilir.
Nihaye'de de şöyle denilmektedir: «Bu icare
akti birkaç kayıtla kayıtlanmıştır. Birincisi,
faydalanabilme imkânıdır. O halde
sahibi veya bir yabancı, adamın kiraladığı
binada oturmasına
mani olsalar, veya
sahibi evi, içersinde eşyası olduğu
halde teslim etse, ücret vermek gerekmez.
İkincisi, aktin sahih olmasıdır. Eğer akit fasit
ise, fiilen faydalanılmış olması lâzımdır.Üçüncüsü ise,
faydalanma imkânının akit mahallinde
verilmesi gerekir. Mesela; adam
evi Kûfe için kiralasa, ama
kiraya veren kişi
evi bir müddet sonra Bağdat'ta teslim
almış olsa, ücret vermesi gerekmez.
Dördüncüsü,
icarladığı maldan icar müddeti boyunca faydalanma imkânı olmalıdır. Bugün
için
Kûfe'ye kadar bir hayvanı kiralamış olsa,
bir gün geçtikten sonra hayvan ile fakat binmeden Kûfe'ye
gitse, yine
ücret vermesi gerekmez. Çünkü menfaatlenme
imkânı ancak müddet geçtikten sonra
hasıl
olmuştur.»
İşte bu
nakilden anlaşıldı ki; evlâ olan, bu kayıt ve şartların
şerhte zikredilmesiydi. O zaman
musannıfın
«Ancak üç yerde değil» sözüne de ihtiyaç kalmazdı. Nitekim bunu sen de göreceksin.
«Üç meselede değil ilh...» Birincisi, icare fasit olursa. İkincisi şehirin
dışında binmek üzere bir
hayvan kiraladığı halde hayvanı
yanında tutsa fakat binmezse. Üçüncüsü, günlüğü bir danikten (bir
para birimi)
bir elbise kiralasa ve senelerce yanında
tuttuğu halde onu giymese, o elbiseyi giydiği
takdirde eskiyeceği
kadarki süre çıkıldıktan sonra kalan müddet için ücret yoktur. Bu istisnaya
itiraz
edilebilir. Zira metnin sarih ifadesinde de görüldüğü gibi buradaki sahih
icare hakkındadır.
Fasit icare bundan sonra zikredilecektir. Daha
önceki kayıtlar burada istisna edilen birinci ve ikinci
meselelere ihtiyaç bırakmaz. Burada istisnâ edilen ikinci mesele, yukarıda
zikredilen üçüncü kayıtla
zaten
mevzudan dışarı çıkmaktadır. Çünkü akdin kendisine izafe edildiği yerde faydalanma
imkânı
bulunmamaktadır.
Ama şehir içinde binmek üzere kiraladığı hayvan meselesi böyle
değildir. Çünkü
bu meselede şehir içinde
binmese bile, binme imkânı vardır. İtkanî. İstisna edilen üçüncü mesele
ise, ücretin sakıt olduğu müddet zarfında ondan faydalanmak
mümkün değildir. Bununla birlikte bu
da yukarıda kaydedilen dördüncü kayıtla çıkmaktadır.
«Musannıf bu
asıl üzerine binâ ederek ilh...»
Yani menfaatlenme imkânı üzerine bazı meseleler
binâ
etmiştir. T.
«Teslim aldığı ilh...» Yâni oturmaya
mani olan şeylerden hâlî olan bir
evi.
«Faydalanmanın
tahakkuk etmesiyle ilh...» Yani, müstecire bizzat
mal sahibi tarafından teslim
edilmesiyle
ücret vermek gerekir. Ama eğer onun tarafından teslim edilmemişse, maldan
faydalanmış olsa bile yine de ücret yoktur. İtkanî.
Bilinmelidir
ki, fasit icarede gerekli olan ücret
muhteliftir. Bazen konuşulan ücret, bazen ne kadar
olursa olsun
ecr-i misil, bazen de akitte konuşulanı geçmemek şartıyla
ecr-i misildir. Bunun izahı
fasit icare bahsinde gelecektir.
«İs'af'ta ki ibarenin zahîri ilh...» İs'af sahibi şöyle
demektedir: «Vakıf olan bir arazi veya konağı fasit
icare ile icarlamış
olsa, arazı ise ektiği, bina ise oturduğu takdirde, ecr-i misle
göre ücretini vermesi
lazımdır. Eğer ekmemişse
veya içinde oturmamışsa mütekaddimin
fukahasının kavline göre hiç
ücret gerekmez.»
Minah'ta da
şöyle denilmektedir Bahır sahibi
efendimiz, İs'af'taki ibarenin mefhumundan şunu
anlamıştır: Müteahhirin fukahanın kavline göre icare ücretini vermek lazımdır. Bu da zahirdir.»
Sen bunu
bildiğin zaman, Molla Husrev'in kayıt
konulması gereken yerde mutlak zikrettiğini
anlarsın.
Açıktır ki yine Molla Husrev'in yazdığı
metin üzerine de itiraz edilmektedir. Allâme Birî de
Molla
Husrev'i takib ederek. «Bu meselede müteahhirin ulemanın bir şey dediğini görmedik.»
demiştir.
Bizim.
,Nâsıhî'nin vakıf bahsinde gördüğümüz
ibare ise şöyledir: «Eğer icare fasit olursa, müstecir
kabzettıği
halde ekmese veya oturmasa onun
üzerine herhangi bir ücret yoktur. Vakfa fâsit icare ile
kiralayan
müstecir gasb sayılmaz. Faydalanmadığı müddetçe de onun
ödeyeceği bir ücret de
gerekmez.» Nâsihi sonra da Ecnâs'tan, «Fasit
icare ile icarlanan bir yerin ücreti ancak
tam olarak
faydalanıldığı takdirde ödenir.» sözünü
naklederek şöyle demiştir: «Mal
sahibinin razı olacağı bir
meblağdan
fazlası da verilmez.»
Ben derim ki: Müteahhirin fukahanın sözlerinde bu mesele ile ilgili sarih bir ifade görmemek
yukarıda belirtilen hükmü geçersiz kılmaz. Ebussuud,
Eşhab'ın haşiyelerinde. Yani, Nâsıhî
ve
Ecnas'taki mütekaddimin mezhebini beyan eden ibâre, İs'af'tan
anlaşılana zıt değildir. Allah daha
iyisini bilir.
METİN
Ben derim ki :Yetimin malı, kira için hazırlanan bir
mal, Rum diyarının (Osmanlı ülkesi)
ulemasının
verdiği fetvaya
göre bey-i vefa ile satılan birşeyin satıcı tarafından icarlanması
da vakıf icar gibi
midir değil
midir? Bunlar ihtilaflı meseleler olduğu için yerlerine müracaat edilerek
ayrı ayrı
araştırılması lazımdır.
Kiralanan malın icare bedeli, gasbla yani, müstecir ile mal arasına menfaate mani bir engelin
girmesi ile düşer. Çünkü akarda gerçek gasb olmaz. Peki icare
akti, icare olunan malın
gasbedilmesiyle
feshedilebilir mi?
Hidaye'de; «Kâdîhan'ın
hilâfına Evet, fesholunur.»
denilmiştir.
Eğer kiralanan mal icare müddetinin bir kısmında
gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret
verilmez. Ancak, gâsıb,
gasbettiği evden hatır için veya birisinin şefaatiyle çıkarsa, o zaman ücret
düşmez.
Eşbâh.
Mal sahibi gasbı inkâr ederken müstecir iddia
etse fakat beyyine getirmese
değirmen meselesinde
olduğu gibi
hale göre hükmedilir. (Evde
müstecirden başkası varsa müstecirin iddiası kabul edilir.)
İcarlanan nesnede oturan kimsenin sözü kabul edilmez.
Zira o tek kişidir, sözü kabul edilmez.
Zahire.
Yine musannıf
şöyle demiştir: Eğer icare ücreti, mâlikin yakını olan bir köle ise azad
edilmez.
Çünkü ona
bizzat akti ile malik olmamıştır.
Maldan
faydalanma imkânından maksat, icare olunan mahalli faydalanmaya mani bir
şey yokken
müstecire teslim etmektir. Eğer mal sahibi kiraya verdiği malı icar müddetinin bir kısmı
geçtikten
sonra teslim ederse, ne mal
sahibi, ne de müstecir geri kalan müddette teslim ve tesellümden
kaçınamazlar. Ancak
bu geçen müddet içerisinde kiralamaya maksat olan bir vakit bulunmadığı
taktirdedir.
Ama eğer geçen zaman zarfında Mekke ve Mina'daki evlerin hac mevsiminde
icarlanması gibi hac mevsiminden sonra onların talibi bulunmaz, kiralamaya esas
maksat olan bir
vakit ve o vakitte mal bulunur teslim edilmezse,
o zaman müstecir icarladığı malı geri kalan müddet
için teslim alıp almamakta
muhayyerdir. Alış verişte de hüküm böyledir.
Mal sahibi
evin anahtarını teslim etse, kiracı da
kaybetse, eğer külfetsiz ev açmaya kadir ise ücret
vermesi
gerekir. Eğer külfetsiz evi açmaya
kâdir değilse lazım gelmez... Eşbah.
Ben derim ki: Müstecir kendisine verilen anahtarla kiraladığı
yeri açmaktan aciz ise, malikin
anahtarı
vermesi evi teslim sayılmaz. Çünkü tahliye sahih olmamıştır. Seyrefiye.
Mal sahibi ile müstecir evin açılıp açılmadığı hususunda ihtilâf etseler,
o zamoa hâle göre
hükmedilir.
Eğer her ikisi de davalarına beyyine
getirirlerse, mal sahibinin beyyinesi kabul edilir.
Zahire.
Binanın satışındaki hüküm de yine böyledir.
Bazıları «Mal sahibi müstecire. «Anahtarı al, kapıyı aç.» dese, o teslimdir. Eğer böyle demezse,
teslim etmiş sayılmaz.» demişlerdir.
Mal sahibi kiraya verdiği
ev veya tarlanın ücretini her gün; binek hayvanının ücretini
de her
merhalede isteyebilir. Bu icare mutlak olduğu takdirdedir. Ama eğer ücret için gün ve yerini beyan
etmiş ise, o tahakkuk ettiğinde taleb eder.
Terzilik ve
diğer sanatlar için de ücret ancak iş
bitirilip teslim edildikden sonra taleb edilir. Eğer
teslimden
önce mal helâk olursa, o zaman ücret
düşer. Malda müstecirin emeğinin eseri olan tüm
icarelerde hüküm böyledir. Hamallık gibi üzerinde müstecirin emeğinin eseri olmayan
işlerde ise,
teslim etmese dahi işin bitiminde parasını
taleb eder. Terzilik ve emsali sanatların ücreti, iş
yaptıranın
evinde yapmış olsa da hüküm yine böyledir.
Terzi elbisenin bir kısmını diktikten sonra çalınsa,
veya usta binanın bir kısmını yaptıktan sonra
yıkılsa, burada terzi veya usta mezhebin kuvvetli görüşüne göre diktiği veya
yaptığı kadarının
ücretini
alır. Bahır ve İbni Kemal.
Terzi elbiseyi
dikse ve mal sahibine teslim etmeden önce başka birisi onu sökse, mal sahibinden
ücret
talebinde bulunamaz. Ancak, sökene
ücreti tazmin ettirir. Elbiseyi
yeniden dikmeye de
zorlanamaz.
Ama eğer söken, terzinin kendisi ise, sanki
hiç dikmemiş gibi yeniden
diker.
Terzi yalnız
biçme ücretini olabilir mi? Esas olan kavle göre alamaz. Eşbah.
Şu kadar var
ki, Eşbâh'ın haşiyesinde Müzmarat'a
nisbetle «Müftabih olan kavle göre, evet, kesim
ücreti de alabilir» denilmektedir.
Musannıf,
«Burada uygun olan ,örf ile hükmetmektir.»
der.
Ben
Tatarhaniyye'de Kübrâ'ya nisbetle
«Fetva ve birinci kavil (yâni ücret
alamayacağı kavli)
üzerindedir.»
denildiğini gördüm. Düşün.
Ekmekçi, ekmeği,
sahibinin evinde pişirdiği zaman
ekmekleri tandırdan çıkardıktan sonra ücretini
talep eder.
Çünkü o işin tamamlanması tandırdan çıkarmakladır. Ekmeğin bir kısmını çıkardığında,
bunların
ücretini hesaplayarak alabilir.
Cevhere.
«Beyu'l-vefa ile satılan birşeyin
bayi tarafından icarlanması ilh...»
Yani satıcının bey-i vefa ile sattığı
bir malı teslim ettikten sonra müşteriden kiralaması caizdir. Nitekim bu mesele kefâlet
bahsinden
hemen önce geçti. Şarih orada, «Ben derim ki, buna
göre; eğer icare müddeti geçse, mal da elinde
kalsa, Osmanlı uleması ecr-i mislini
vermesi lazım geldiği yolunda fetva vermişlerdir. Bu fetvaya
şeyhlerimizin
şeyhi Sayıhanî; «Hakiki mülkte bile fasit icârelerde kullanma imkânı olsa da ücret
vermek
gerekmez. Bunda nasıl ecr-i misil verilir, şaşarım.» diyerek itirazda bulunmuştur.
Tahtâvî de
şöyle demiştir: «Bunda bir yanlışlık var, icare müddeti bittikten sonra asla
kira olmaz.»
denilmektedir. Sen düşün.
Ben derim ki: Mûtemed görüşe göre beyu'l-vefâ
rehin hükmündedir. Kabzdan sonra da
olsa icar
müddetinde
menfaatini tamamen alsa bile ona ücret gerekmez. Nitekim
Nihaye'de de böyledir.
Şârihin kefale bahsinden önce çelebiden naklettiğinin
hilafına Fetevâyı Hayriye
ve Hamidiye'de
rehin
bahsinde de bu görüş ile fetva
verilmiştir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Âlimlerden bu satış şeklini
fasit sayanlar, «İcare sahih değildir
ve ücret de
gerekmez.» derler. Bunu rehin kabul edenler de aynı görüştedirler. Bu satışa cevaz
verenler ise
satanın ve başkasının kiralamasını
da caiz görürler ve ücretin de gerekli olduğuna
hükmederler.»
«Tereddüt
mahalli ilh...» Ben derim ki, yetimin malının vakıf gibi
olduğunda tereddüt yoktur. Zira
yetim malının
menfaatleri gasbedildiği takdirde tazmin ettirilir. Bu da, gasp kabilindendir. Sayıhanî.
Az önce
Bîrî'den nakl ettiğimiz, «Vakfın malını fâsit icâre ile elinde
bulunduran gasıb sayılmaz.»
sözü.
Sâyıhânînin ifâdesine terstir.
«Gaspla ücret düşer...» Mahallin teslîmi,
menfaate imkân vermesinden dolayı
menfaati teslim
yerine geçer. Faydalanma imkânı ortadan kalktığı takdirde teslim de yok olur. Minah.
Remlî şöyle
demiştir: «Eğer menfaat gaspla yok
olmazsa; meselâ ağaç dikimi veya bina için
kararlaştırılmış bir yer ağaç ve bina ile birlikte gasbedilse, ücreti düşmez.
Çünkü ağaç veya bina
onunla
birliktedir. Bu çok vaki olmaktadır.
Teemmûl et.»
«Gasp akarda cari
olmaz. ilh...» İmam Muhammed'e göre gayri menkulde gasbedilir.
«İcare akti, icare
olunan nesnenin gasbedilmesiyle
münfesih olurmu? ilh...» Bu ihtilâfın
semeresi
şu meselede görülür: «İcare müddeti bitmeden gasp
ortadan kalkarsa icare feshedilmez.»
görüşüne göre
kalan müddette faydalanır ve hissesine göre ücretini verir. Ebussuud.
Musannıfın
sözü de bu
görüşe göre tertip edilmiştir.
«İcare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında
ücret verilmez ilh...»
İcare verdiği
evi bir odası hariç müstecire teslim etse, veya icare verdiğı evde müstecirle beraber
otursa yine
hüküm böyledir. Bahır'da da böyle denilir.
Şürünbülâliyye'de Burhan'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kiraya verilen toprağı, ekilmeden önce
su bassa, gene ücret gerekmez. Ama eğer. kiraladığı
toprağı semavî bir âfet telef ederse,
Muhammed'den
gelen bir rivayete göre: ücretin
tamamını verir. Çünkü orasını
ekmiştir. Ama fetvâ
yalnız o afete
kadar ki müddetin ücretini vermesi afetin yok ettiğinin yerine yenisini ekme fırsatı
olmadığı
takdirde vermemesi tarzındadır.
Şârih, ileride icârenin
feshi babının hemen başında bunu zikredecek ve Velvaliciye'de bu kavle
itimad
edildiğini, Haniye'de de birinci görüşle hükmedildiğini
söyleyecektir.
«Birisinin şefaatiyle
gasıbı çıkarmak mümkün olursa ilh...»
Yâni gâsıbın gönlünü almakla veya
kuvvetli bir kimsenin gücü ile elinden
alınırsa, Eğer bu imkânlar varsa, her ne kadar gâsıbı o
mülkten çıkarmasa da
ücret düşer. Çünkü o zaman
müstecir kusurludur. Ama eğer gasıbı çıkarmak
ancak, ona bir miktar mal vermekte mümkünse. o zaman
o malı vermek müstecire gerekmez. Kınye
ve başka
kitaplarda do böyledir. Bunu, Eşbah'ın haşiyesinde Ebussuud zikretmiştir.
«Hale göre
hükmedilir ilh... » Kirâlanan binada müstecirden
başkası oturuyorsa, söz müstecirindir.
Ücret vermesi
de lazım gelmez. Bahır.
«Değirmen meselesi gibi ilh...» Yani. mucir
ile müstecir müddet bittikten sonra
değirmenin
suyunun kesildiği konusunda ihtilaf etseler.
(0 esnâda suyun akıp akmayışına göre hükmedilir.)
Bu ihtilaf
hususunda Tatarhaniye'nin yirmibeşinci faslında şöyle denilmektedir: «Buradaki ihtilâf iki
yönlüdür: Ya
suyun kesilme müddetinin miktarında
ihtilaf edilir, mesela mal sahibi beş gün
kesildiğini iddia ederken müstecir de on gün kesildiğini
söylerken mal sahibi, suyun hiç
kesilmediğini iddia eder. Miktarla ilgili
ihtilafda söz yemini ile birlikte
müstecirindir. Suyun kesilip
kesilmediği hususunda ise, hale göre hükmedilir.
Eğer su husumet vaktinde akıyorsa
söz, yemini
ile birlikte mal sahibinin, kesik ise, müstecirindir.» özetle.
Açıktır ki bu, beyyineleri olmadığı takdirdedir. Nitekim
musannıf da böyle demiştir. Bundan dolayı
da Zahire'de şöyle
denilmektedir: «Eğer müstecir geçmişte suyun kesik olduğuna dair beyyine
getirirse
husumet vaktinde aksa bile onun beyyinesi
ile hükmedilir.»
Musannıf
meseleyi ücretlinin damadı
babının sonunda zikredecektir.
«Kiralanan malda oturan kimsenin sözü kabul edilmez
ilh...» Yani ev sahibi içersinde bir başkasının
oturduğu evi
diğer bir şahsa icare verse ve
kiracıya git eve otur dese müddet bittikten sonra «Evde
oturan adam
benim oturmama mani oldu.» dese, fakat buna delil getiremese, evde
oturan şahıs
ister evde
oturduğunu ikrar, ister inkâr etsin, sözüne itibar edilemez. Çünkü o başkasının
aleyhinde
ya şahitti, ya
da mukırdır. Bir kişinin başkası aleyhindeki ferdî şehadet veya
ikrarı kabul değildir.
İhtilâf mal sahibi ile müstecir arasındadır. O zaman
bakılır: Eğer münazaa esnâsında
müstecir
kiraladığı evde oturuyorsa,
söz mal sahibinindir. Eğer evde bir başkası oturuyorsa, o zaman da
kirâcının sözü kabul edilir. Zahire.
«Çünkü ona
akit ile mâlik olmamıştır ilh...»
Eğer, «buna göre; ücretten ve kefaletten ibra etmenin.
ücret karşılığında rehin vermenin sahih olmaları müşkül olur.» denilirse,
ben derim ki, «hayır,
müşkül olmaz.
Zira o, sebebin varlığı üzerine bina kılınmıştır.
Ama bu mesele yaralamadan sonra
kısastan affetme meselesine benzer. İtkanî.
«Menfaatlenme
imkânından maksat ilh...» Şarih bu sözü
ile metindeki ifadenin mukadder bir hüküm
üzerine binâ
edildiğine işaret etmektedir.
«Malın
müştecire teslim ilh...» Bu söz; bir mal kiralamak üzere tayin
edilen vekile de şamildir. Şu
kadar var ki,
icarlanan evde bizzat vekil oturursa; Ebû Yusuf «ücret yoktur.» demiştir. İmam
Muhammed ise,
«Evin kirası müvekkile aittir.» Zira vekilin teslim olması müvekkilinin teslim alması
gibidir.
Çünkü kabız, evvelâ müvekkil için olmuş, vekil de oturmakla
gasıb durumuna düşmüştür.
Gâsıba da ücret vermek vacib değildir.
Ancak bu pek uygun
değildir. Çünkü, kiracıdan edilen gasıb ondan o ücreti düşürür. Bezzaziye.
«Alım satımda olduğu gibi ilh...» Yani, hac mevsiminden evvel
Mekke gibi bir yerden bir ev satın
alsa ancak satıcı
evi hac mevsimi geç-tikten sonra teslim
etse müşteri bunu kabul edip etmemekte
muhayyerdir.
Çünkü satın almayı arzulatan şey ortadan kalkmıştır.
T. Bunu hiç kimseye isnad
etmemiştir.
Halebî de
şöyle der «Satılan geminin bazısı başkasının
hakkı çıksa, müşteri muhayyerdir.
Çünkü o
zaman pazarlık parçalanmış
olur.»
Şeyhlerimizin
şeyhi -Rahmetî de şöyle demiştir: Halebinin dediğinden; müstecire mutlaka
muhayyerlik
hakkının olduğu anlaşılır. İster arzu edilen bir vakit olsun, ister
olmasın eşittir. Çünkü
pazarlık
bölünmüştür. Ayrıca malı müddetin başında teslim etmemiştir. Halbuki çoğu kez
müstecir,
kiralayacağı
mala şiddetle muhtaçtır. Buna güvenip
başka mal kiralamayacaktır. Bu müddetin bir
kısmı geçtikten sonra icareyi bağlayıcı kabul
etmekte mutazarrır olmaktadır. Düşünülsün.»
En uygun görüş, Ebu Tayyibi'n söylediği şu sözlerdir; «Satışta,
satılan malda dikiş bilme ve kâtiplik
gibi
müşteriyi satın almaya rağbet ettirecek bir özellik bulunmadığı takdirde
müşteri muhayyerdir.»
«Anahtarı kaybetse iIh...» Bu söz eve girme kudretinin olmayışının illetidir.
Zahîre'nin ibaresi ise
şöyledir: «Camiü'l-Asgar'da:
«Birisi diğerine bir dükkân kiralasa,
anahtarını da verse, kiracı
dükkânı açmasa ve anahtar birkaç gün kaybolsa, sonra anahtarı bulsa, eğer o anahtarla dükkânı
açabilme imkanı varsa geçen günlerin kirasını
vermesi lâzımdır. Açma imkânı
yoksa geçen günlerin
kirasını
vermez.» denilmiştir.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilir: «Eğer zahmetsiz ve masrafsız açmaya kadir ise
ücret vermesi
gerekir. Yoksa gerekmez.
«Mülk sahibinin» «Kapıyı kırarak
girseydin» gibi bir söz söyleme hakkı da
yoktur.
«Mal sahibi ile müştecir ihtilâf etseler ilh...»
Yâni kapıyı açma gücünün olup olmadığında
ihtilaf
etseler
duruma göre hükmedilir.
Zehîre'de de şöyle
denilir: «Mal sahibî ile kiracı
ihtilâf etseler ve ikisinin de beyyinesi
olmasa, o
zaman mal sahibinin kirâcıya verdiği anahtara
bakılır. Eğer kapının kilitlenmesine
uygun olsa ve
onunla açma imkânı da varsa söz mal sahibinindir. Yoksa
söz müstecirindir.»
«Her ikisi de beyyine
getirse mal sahibinin beyyinesi ilh...» Yani anahtar kapıya uymuyorsa.
Zira
beyyine hâlin hilafına olduğu zaman, değirmen
meselesi gibi, o andaki durumla hükmedilemez.
Halin hakem kılınması, ancak
Mal sahibi; anahtarın, kilitlemeye uygun
olduğu halde kiracının onu
değiştirdiğini
iddia ederken, kiracı anahtarın aslından uygun olmadığını iddia ederse mümkün olur.
Zahire.
«Binanın
satışındaki ilh...» Yani birisi bir ev satın alıp anahtarını teslim
almasına izin verilir ve
verilen
anahtarla külfetsiz olarak kapıyı
açıyorsa adam o evi kabzetmiş sayılır. Yok eğer açmıyorsa,
evi kabzetmiş
sayılmaz. Minah.
Bu
anlatılanlardan anlaşıldı ki, müstecirin, kirâya verilen evi teslim almasına izin verilir ve verilen
anahtarla
külfetsiz olarak kapıyı açmak mümkün olursa anahtarı teslim o binayı teslim demektir. Bu
durumda, evde
oturmasa bile geçen müddetin ücretini
vermesi lazımdır. Kınye'de bu evin
şehirde
olması kaydı
konmuştur. Zira Kınye sahibi ;«Kiracı
anahtar elinde olduğu halde şehirde mahsur
olsa, şehir dışında anahtarı teslim etmek evi
teslim demek değildir. Bunu Bahır ve
Minah sahipleri
de ikrar etmişlerdir.
Şu kadar var
ki bu hüküm Kariü'l-Hidaye'nin fetva verdiği görüşün aksinedir. Onu Eşbah'ın
muhaşşisi ikrar etmiştir. Nitekim çeşitli meseleler bahsinde hemen önce bu mevzunun tamamı
gelecektir.
«Ev veya
tarlanın icaresinde her gün ücret istenir ilh...» Burada maksat; menfaat, mesele kat etmek
ve iş üzere
yapılan icare akitlerinin hepsidir, sadece ev
veya
tarla değil.
«Günü ve yerini beyan etmişse ilh...» Yani akitte ücretin ödenme vaktini beyan ederse, beyan ettiği
vakit taayyün eder. Bundan ötürü de Azmiye'de şöyle denilmiştir: «Bu hüküm, eğer ücret peşin
veya vadeli ya
da aydan aya diye konuşulmamışsa,
böyledir.» Bu Hûlasada beyan edildiğine göre,
Fukahânın
tümünün görüşüdür.
0 zaman, musannıfın metinde zikrettiği mesele, akitte ücretin ödeme
vaktinin konuşulmaması
durumu için geçerlidir.
«İşini
bitirip teslim ettiği zaman ilh...» Ebu Hanife önceleri «menfaatın
tamamı elde edilinceye
ve iş
bitene kadar
ücretin verilmesi gerekmez, zira akit,
o menfaat veya işin üzerine yapılmıştır.
Satılan
malın
bedelinde olduğu gibi ücret, cüzler üzerine, taksim edilmez.» diyordu. Sonra, bu sözünden
dönerek şöyle
dedi; «İcâre aktı bina ve tarlanın icaresi gibi muayyen bir müddet
veya binek
hayvanının kiralanması gibi bir mesafenin aşılması üzerine
yapılmışsa, istifade ettiği zaman kadar
ücret vermesi
vacibtir. Eğer kolayca bilmiyorsa; evde her gün için, mesafenin alınmasında da her
bir merhale için ücret verir.» Kıyasa göre:
eşitliğin
tahakkuku için hesap edilerek
her saatin ücretinin verilmesi
lazımdır. Şu kadar ki, onda da
zahmet
vardır. Eğer icare akti dikiş ve boya
gibi şeyler üzerine yapılmışsa, o zaman
ücret ancak o
işin
bitiminde gerekli olur. İşçi işi bitirir, ücretin tümünü birden alır.
Çünkü üzerinde akit yapılan
şeyin bir
kısmının yapılması fayda vermez. Yine
-mesela terzi veya boyacı-
iş verenin evinde çalışsa
dahi işi
bitirene kadar ücretten hiçbir şey hak edemez. Nitekim bunu Hidaye ve Tecrid sahibi de
zikretmişlerdir.
Mebsut,
Fevaid-i Zahîriyye, Zahîre. Şeyhülislam'ın Mebsut'u, Fahrülislam'ın, Cami'inin şerhi,
Kâdîhan ve
Timurtaşî'de şöyle denilmektedir:
«Terzi elbiseyi işverenin evinde dikerse, diktiği
kadarının ücretini alabilir. Hatta bir kısmını diktikten
sonra elbise çalınmış olsa, o diktiği kısmın
parasını alır. İşte bu delâlet ediyor ki; geçen meselelerin
hepsinde işin bir kısmını yapmakla ç
kısmın ücretini almaya hak kazanır. Şu kadar var ki, yaptığı kısmı iş sahibine teslim etmesi şarttır.
Evde oturmak
ve mesafeyi katetmekte ise evin teslimi ve mesafenin katedilmesi ile teslim etmiş
sayılır.
Dikişe gelince diktiği kısmı hakikaten veya hükmen teslim etmesi gerekir. İşverenin evinde
dikmesi hükmen teslim sayılır.
Zira onun evi
kendi elindedir.» Zeylâî. Özetle.
Bu meselenin
özeti şudur: Fukaha, Ebû Hanife'ye göre teslim etmeden işin yapılan kısmına karşılık
ücret
verilmesinin asla vacib olmadığında
ittifak etmişlerdir. Teslim edildiği takdirde işçi evde
oturmak ve
mesafeyi katetmekde, oturduğu müddetin ve katettiği mesafenin nisbetinde ücret
verilmesi
gerekir. Fakihler, imamı Azam'ın
dikiş gibi bir iş yapmak için yapılan
icâredeki görüşünün
ne olduğunda
ihtilaf etmişlerdir. Çoğuna göre
yaptığı işi teslim ederse, bu teslim hükmen de olsa,
ücretin
verilmesini gerektirir. Ancak, Hidaye ve Tecrid sahibleri çoğunluğa muhâlefet ederek
«Gerekli değildir» demişlerdir.
Zeylâî de şöyle demektedir: «Hidâye ve
Tecrid sahiplerinin sözü, Ebu Hanife'nin sonraki görüşü
olarak
rivayet edilen, iki tür icâre
arasında fark olduğu tarzındaki görüşe daha yakındır. Fukahanın
ekserinin zikrettiğine göre bütün icâreler arasında
hiçbir fark yoktur.»
İşte bununla
anlaşılmış olmaktadır ki: musannıfın,
içi bitirme teslim etme kayıtları Hidaye'deki
ifadeye
binâendir. «Teslim» sözü hem hakîkî. hem de hükmî teslime şamildir.
Hükmen teslim de
musannıfın
«Eğer işverenin evinde çalışırsa» sözüyle
tabir ettiğidir. Musannıf bu tabirin
yerine
«Hükmen de
olsa» dese idi. ifadesi daha kısa ve
daha açık olurdu. O halde, «bu tabire hiç lüzum
yoktur»
diyenlerin sözü de anlamsızdır. Anla.
«Emeğinin bir
eseri olan herkes îlh...» Yani
yapacağı iş, elinde helâk olduğu takdirde o işin ücreti
yoktur. Şarih
bir yaprak sonra eser-den muradın ne
olduğunu zikredecektir.
«Diktikten
sonra malın bir kısmı çalınsa
ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda fakihlerin çoğunun
sözü olarak geçen «Hükmen de olsa, teslim etmişse, yapılan
kısımdan dolayı ücret gerekir.»
sözlerinden
dolayıdır. Şarih bu kavliyle, Bahır'da zikredilenle musannıfın hatasını
işaret etmek ister.
Zira. Bahır sahibi, talebesi, musannıf şerhinde
«Bina meselesi Asl'da, «Binadan
yaptığı kısmın
ücretini alması gerekir.
Çünkü yaptığını mülk sahibine teslim etmiştir.» diye nassa dayanılarak
zikredilmiştir.» diyerek Allâme Tûrîye uydu»
demektedir. Kerhî de bunu Hanefi mezhebinin
alimlerinden
nakletmiştir. Gayetü'l-Beyan'da da Hidâye'yi redden bu mesele
kat'î olarak kabul
edilmiştir. O halde mezhebin asıl görüşü budur» demişlerdir.
İşte bundan ötürü musannıf, yani
Kenz'in
sahibi buradaki ifadesi her ne kadar mutlaksa da
Mastaşfâda bu görüşü ihtiyar etmiştir.
Demek ki, «şarihin sözünde kapalılık varsa» gibi,
güzel bir yön vardır. Anla.
Şu kadar var
ki, Hidaye'deki ifadeye «Mezhebin hilafınadır» denilmesini
düşünmek gerekir. Bu
yukarıda
Zeylâî'den naklen geçen ifade ile açığa çıkmaktadır.
Eğer Hidâye'deki ifadeyi «Esahhın
hilafı» kabul etseydi daha uygun olurdu. Düşün.
«Bir kısmını diktikten sonra ilh...» Yani mal işverenin
evinde çalınsa. Ama eğer terzinin dükkanında
çalınırsa, bütün ulemanın ittifakıyla ücret yoktur. Çünkü bu durumda teslim hiç gerçekleşmemiştir.
Ücret ancak teslimle olur.
«Bir binânın,
bir kısmını yaptıktan sonra yıkılsa ilh...»
Yani binayı bitirmeden önce yıkılsa.
«Elbise sahibi teslim almadan önce ilh...»
Yukarıda geçtiği üzere işverenin evinde yapılan iş
hükmen ona
teslimdir.
«Mal
sahibinden ücret talebinde bulunamaz ilh...» Zira terzilik, üzerinde
işin eseri görülen
şeylerdendir.
O halde satılan malda olduğu gibi tesliminden önce ücreti gerekmez.
«Söken adama ücret tazmin ettirir ilh...» Yani terzi söken
adamdan dikiş bedelini alır. Çünkü bu
telef
ettiğinin bedelidir. Onun sökmesi terzinin ücretini düşürmüştür. Bahır.
«Tazmin
ettirir ilh...» Yâni baştan mal sahibi ile konuşulan ücreti değil
onun söktüğü kadarını alır.
Çünkü
konuşulan ücret ancak akitle alınabilir. Terzi ile söken adamın arasında ise akit yoktur.
Rahmetî.
«Terzi malı tekrar dikmesi için cebredîlmez
ilh...» Çünkü o işi almış ve aldığı işi de yapmıştır.
Rahmetî.
«Ama terzi kendisi sökerse sanki hiç dikmemiş gibi tekrar diker ilh...
» Zira taahhüt ettiği işi
tamamen
yapmadığından yeniden dikmesi için cebredilir.
Zira icare akti, bağlayıcı bir akittir.
Rahmetî.
«Esah kavle göre terzi kumoşı biçmekten dolayı ücret alamaz ilh...»
Bu kavil,
Hülâsa ve Bezzâziye'de de esah görülmüştür. Fukaha meseleyi şöyle farzetmişlerdir:
Adam kumaşı verir, terzi de keser. Ama dikmeden ölür. Bu meselenin talilini de şöyle yapmışlardır
ki, âdet olarak ücret, kesim değil. dikiş
içindir.
Ben derim ki: Terzi kumaşı biçtikten sonra ölmese,
ihtilâfın tesiri yoktur. Çünkü dikiş
için
cebrolunur.
Şu kadar var ki. eğer kesimden sonra terzi ile kumaş sahibi akti feshetseler, zahir olana
göre onun hükmü de ölüm gibidir. (ücret
verilmez.) Teemmül et.
Yukarıdaki
tâlilden anlaşıldığı üzere kumaşı terziye yalnız kesim için verse, kesim ücretini vermesi
Iâ2imdır. Zira akit yalnız kesim üzerine yapılmıştır.
«Eşbah'ın haşiyesinde ilh...» Bu haşiyenin yazarı Şeyh Şerafeddin el-Gazzî'dir. Haşiye'de şöyle
demiştir: «Ben derim ki. Kâdîhân'ın Fetevâ'sında ve Zahîriye'de şöyle bir ifade vardır: «Terzi
kumaşı
kesse de dikmeden ölse, onun kesim ücretini
vermek lazımdır.» Sahih olan da bu görüştür.
Câmiü'l-Müzmarât
ve Müşkîlat'ta da Kübra'dan naklen «Fetva bu kavil üzerinedir.» denilmiştir.
Uygun olan bu kavle itimad etmektir. Zira o, «Fetva bunun üzerinedir.» sözüyle
teyid edilmektedir.»
«Fetva
birinci kavil üzerinedir ilh...»
İfadenin doğrusu, «birinci» değil «ikinci kavil
üzere»
denilmesiydi.
Nitekim az evvel Kübra'nın ibaresini gördün. Benim Tatarhaniye'de gördüğüm de
böyle.
«Cevhere
ilh...» Bunun misli Gâyetü'l-Beyan'da da vardır. Orada «Tandırdan çıkardığı miktarda işi
un sahibine
teslim etmiş sayılacağı» illet gösterilerek böyle demiştir. Bunun zahiri, terzilik
meselesinde gecen ihtilafın burada cari olmadığını
gösterir. Herhalde cari olmamasının illeti,
intifanın
mevcudiyetîdir. Teemmül et.
METİN
Ekmekçi ekmeği tandırdan çıkardıktan sonra
onun bir dahli olmadan ekmek yansa,
emeğinin
karşılığını alır. Zira ekmeği, ekmek sahibinin evine koyduğu için teslim etmiş
sayılır. Ekmeğin
yanmasından
sorumluda olmaz. Çünkü bir kusuru yoktur.
Fakat İmameny;
pişirdiği ekmeğin unu kadar ekmek
sahibine borçlu olduğunu ve ücret de
alamayacağını
söylemişlerdir. Mal sahibi dilerse ona ekmeğini ödettirir ve ücretini verir.
Ekmekler tandırdan çıkarılmadan yansa, işçi ücret
alamadığı gibi ittifaken mal sahibine ekmekleri
öder. Çünkü
onda kusuru vardır. Dürer ve Bahır.
Ama ekmeği ekmeğin sahibinin
evinde değilde kendi evinde, veya
başkasının evinde pişirse,
yandığında veya çalındığında ücret alamaz. Çünkü
hakikaten teslim etmemiştir. Fakat yandığı ve
çalındığı
takdirde zamin de olmaz. Çünkü ekmek onun elinde emanettir.
Bu müşterek işçi
meselesidir. İleride gelecektir. Cevhere.
Ekmek tandırdan çıkarılmadan yansa veya elinden düşse, o zaman işçi ekmeği öder. Ekmek sahibi
muhayyerdir.
Diterse kıymetini ekmek olarak alır ve işçiye ekmek pişirme ücretini verir. İsterse
unun ücretini
alır ve ücret vermez. Çünkü mal
teslimden evvel helâk olmuştur. Ekmeği
ödettirme
meselesinde işçi yanan odunu ve sarfedilen tuzu
tazmin etmez.
Aşçı yemekleri
kaplara doldurduktan sonra ücretini hak eder. Fakat müstecir
yemekleri kendi evi
için
pişirttiriyorsa, o zaman kaplara
koymak şart değildir. Cevhere. Bunda
asıl örftür.
Aşçı yemeği
bozsa veya yaksa veya iyice pişirmese. o yemeği öder.
Birisi yemek
veya ekmek pişirmek üzere bir eve
ateş getirse ateşten düşen bir parça evde yangın
çıkarsa, işçi izinli
olduğu için zamin değildir. Ev sahibi
de evde bulunan bir misafirin
yangında
yanan eşyasına
veya kendisinin yanmasına
zamin değildir. Çünkü taaddisi yoktur.
Ücretle kerpiç yapan kimse kuruyan kerpiçleri yerinden
kaldırdıktan sonra dikerse ücreti hak eder.
Buna ikame denir. İmameyne göre ise ancak kerpici
kurutup istif ettikten sonra ücrete
müstehak
olur. İbni
Kemal, Uyûn'a nisbetle İmameynin
kavli ile fetvâ vermiştir. Zikredilen hüküm işçinin
kerpici mal sahibinin yanında dikene kadar ücrete müstahak olamaz. İmameyne
göre, ise, ancak
kurutup istif
ettikten sonra ücret alabilir.
FER'Î MESELELER:
Kerpiç
yapımında kullanılan kalıp kerpiççiye,
toprak işverene aittir.
Yükü eve
getirmek hamala aittir. Çuvallara
boşaltmak veya yüksek bir yere çıkarmak ise
şart
koşulmadıkça hamala
ait değildir.
Yük taşıyacak hayvanın semeri, eğeri, ipi ve çuvalları hayvanı kiralayana aittir.
Yazı yazdırmak için yapılan akitte mürekkeb katibe aittir. Kağıdın da
katibe ait olmasını şart
koşmak, icare aktini
ifsad eder.
Boyacı ve çamaşırcı gibi nesnede emeklerinin eseri görülen kimseler,
ücretlerini alabilmek için
boyadıkları veya temizledikleri nesneleri ellerinde
tutabilirler.
Burada eserden murad, koku veya boya gibi işçinin mülkü olan bir şey midir, yoksa görülen
ve
müşahade edilen şeyden mi ibarettir? Bu konuda iki
görüş vardır. Bu görüşlerin tercih edileni
ikincisidir. O halde çamaşırcı, fıstıkçı, kırıcı, baltacı, değirmenci, terzi,
ayakkabıcı ve köle tıraş eden
berber gibi
işçiler, ücretlerini almak için
üzerinde iş yaptıkları malı sahibine vermeyebilirler.
Mücteba.
Malı vermeme
hakkı ücretin peşin ödenmesi şart koşulduğu
takdirdedir. Ama eğer ücret vadeli
ödenecekse, o zaman malı elinde tutamaz. Bu,
işçinin işi, işverenin evinde yapmasına benzer. Zira
iş işverenin
evinde olmakla, hükmen kendisine teslim edilmiş olur. İşçi işi
müstecirin evinde yapsa
bile malı telef ettiği takdirde, taaddi etmişse zamin olur. Gaye.
İşçi. ücretinin karşılığında yaptığı malı sahibine vermese malda telef olsa ücret
alamaz. Fakat
taaddisi
olmadığı için ona zamin de olmaz.
İZAH
«İmameyn unu
kadar borçlu olduğunu söylemişlerdir ilh...» Bu
ihtilaf Hidaye'de zikredilmiştir. Buna
göre; işin işverenin evinde yapılması ile, başka bir yerde yapılması arasında fark yoktur.
Nitekim
ileride gelecektir. Yine bu, müşterek işçinin
sorumluluğu konusuna girer. Bu meselenin özeti şudur
Mal imama göre müşterek iççinin elinde emanettir.
İmameyne göre ise işçinin
sorumluluğundadır.
Gayetü'l-Beyanda,
zikredilen bu ihtilâfı Kudurî, İbni Sem'a'nın İmam Muhammed'den rivayet
ettiğini
söylemiştir. Halbuki ne İmam Muhammed
Camiü's-Sagır'da ne de onun şarihleri zikretmemişlerdir.
Aksine hiçbir kayıt koymadan
mesuliyet yoktur.» demişlerdir. İşte bundan ötürü fukaha
«Camiü's-Sağir'deki mesele
umumu üzerine caridir. Ebû Hanife'ye
göre ise mal işçinin müdahalesi
olmadan telef
olmuştur. İmameyne göre ise teslimden sonra helak olduğu için işçinin
sorumluluğundadır»
demişlerdir.
Bahır ve
Minah isimli eserlerde de İtkanî'nin Gayetü'l-Beyan'da zikrettiği görüşe göre hareket
edilmiştir.
Sadece Minah ve Bahır'a müracaat etmiş olan bazı alimler şarihin
zikrettiği meselede «Kalemi
yanılmıştır.
Bununla birlikte Hidâye'ye uyan
kimse sapmaz.» demişlerdir.
«Taksiratı vardır ilh...» Yani piştikten sonra tandırdan çıkarmamıştır. Mal sahibi
eğer
yananekmekleri ekmek
olarak tazminettirirse, pişirme ücretini verir. Eğer un olarak tazmin ettirirse,
pişirmeücretini vermez. Bahır.
«Hakikaten teslim etmemiştir ilh...» Yanı işverenin
evinde yapılmamıştır. Bu sebeple hükmen teslim
yoktur. O
halde hakikaten teslim etmesi lazımdır.
Bu da olmadığına göre ücret vermek gerekmez.
«Çalındığında
ilh...» Burada uygun olan «yansa» kelimenin
de ilavesi idi. T. Ben sanıyorum ki,
şarihin bu
sözü terketmekteki maksadı ekmeğin
tandırdan çıkardıktan sonra çalınmasıdır. Yanma
ise tandırdan
çıktıktan sonra nadiren olur.
«Ekmek yansa
veya elinden düşse ilh...» Yukarıda, müstecirin
evinde olsa hükmün böyle olduğu
geçti. Eğer
musannıf geçen kavlini ve
ondan evvelki «ücret yoktur ve zamin
olur» Kelimelerini de
söylemeseydi de, buradaki ifadeyi
her iki meseleye rücu ettirseydi daha
iyi olurdu. Nitekim bunu
Tahtâvî de
ifade etmiştir.
«Ekmek pişirme ücretini verir ilh...» Zira pişirilen
ekmek müstecire manen ulaşmıştır.
Çünkü
ekmeklerin kıymeti eline ulaşmıştır. T.
«Yanan odunla
sarf edilen tuzu tazmin etmez ilh...» Zira o, yanan ekmekleri zamin olmadan önce,
onların ikisini de kullanmıştı. Ekmeklere zamin olduğu vakit de yanan odunlar kül olmuştur.
Zeylaî.
«Kendi ailesi için kiralamışsa...» Şarihin bu sözü musannıfın zikrettiğinin
ziyâfetlere ait olduğunu
ifade
etmektedir. Ziyafetlerin nev'î ise onbirdir.
Alimlerden bazısı bu onbir ziyafet türünü nazmen
şöyle ifade etmişlerdir:
Ziyafet ondur, bir de ilave edilir. Onları sayanlar akranları içerisinde
aziz olur. Çocuk doğduğunda
verilene
hurs, Çocuk için verilenede akika denir. Çocuğun sünnetinde verilene İ'zar, Kur'an ve
adâbı
hıfzettiğinde verilene de hızak
denilir. Çünkü Kur'anı okumakta mahir olmuştur. Nikahta
verilene
melâk, düğünde verilene de velîme
denir. Düğünün ilanını ihmal etme. Sebepsiz verilene
me'debe, bina için verilene de vekîre denir. Seferden dönüş için verilen nakîa'dır.
Bir felâket anında
verilene de
vadîme denir. Bunu komşular verir.
Recep ayının başlaması üzerine kesilen hayvan
ve
verilen yemeğe de atîre denir.»
«Bunda asıl
örftür ilh...» İcare akti şartsız olduğu zaman mutad olana şamildir.
Ama şart koşulursa
bunun
hilafınadır. İtkanî.
«Aşçı yemeği pişirmese veya
yaksa öder ilh...» Ekmek bahsinde geçen ifadeye göre yemek
sahibinin
muhayyer olması gerekir. Dilerse
yemeğe sarfedilen malzemeyi alır,
aşçıya ücret vermez.
Dilerse pişirilmiş ücreti tazmin ettirir ve ona pişirme
ücretim verir. T.
«Kerpiç yapan
kimse ilh...» Kerpiç kalıbı tek değilse veya bunlardan birisi örfen diğerlerine galip
değilse kalıp tayin edilmediği takdirde kerpiç yaptırmak üzere yapılan icare akdi fasittir. Kuhistanî.
özetle.
«İkame ettikten sonra ilh...» Zira kerpiçleri ikame etraflarını düzeltmek içindir. O
halde o da kerpiç
kesimine dahildir. İkâme; kerpiçler kuruduktan sonra onları yerden kaldırıp dikmektir. Kerpiçleri
kalıba dökse, fakat ikame etmezden önce
yağmur bozsa müstecirin evinde bile olsa
ücret vermek
lazım
değildir. Kuhistanî.
«İstif ettikten
sonra ilh...» İmameynin
bu görüşlerinin delîli istihsan dır. Zeylaî. Herhalde onların
görüşlerinin
müftabih olmasının sebebi, bunun istihsal oluşudur. Ancak İtkanî onların delillerinin
zayıf olduğunu söylemiştir. Teemmül et.
Bahır'da da
şöyle denilmektedir: «İhtilafın
faydası şurada ortaya çıkar: Kerpiçler
kuruyup istif
edilmeden telef olsa, İmam-ı Azama göre müstecirin malından telef olmuştur. İmameyne göre ise
işçiden gider. Ama
kerpiçler yerden kaldırılmadan önce telef olursa, her üçünün icmaına göre
ücret
yoktur.»
«İmama göre onları, mal sahibinin yanında yerden
kaldırılmış olarak sayıncaya
kadar ilh...»
Mustasfâ'nın
ibaresi şöyledir: «İmama göre kerpiçleri
diktikten sonra İmameyne göre de istif
ettikten
sonra ücrete müstahak olur.» İzah ve Mebsut'ta da böyledir.
Mustasfa
sahibi ücreti hak etmek için kerpiçleri saymayı şart koşmamıştır. Evlâ olan da budur.
Çünkü
saymadan da teslim etmiş olsa ücretini
alabilir. Bahır.
İtkanî'de Tahavî'nin şerhinden naklen Mustasfa'daki ibarenin benzerini zikretmiştir.
Teslim
kelimesini müstecir ile kerpiçleri başbaşa bırakmak
şeklinde tefsir etmiştir.
«Kâğıdın da katibe ait olduğunu şart kılmak, icare
aktîni îfsad eder ilh...» Ama
mürekkebi ona şart
koşmak icare aktini ifsad etmez. Hamevî.
«Ücret almak için malı
elinde tutabilir ilh...» Yani
malı sahibine vermeme hakkına sahiptir. Burda
şöyle bir müşkül ortaya çıkar. Ücreti talep etmek, yukarıda da geçtiği gibi ancak
teslimden sonra
olabilir.
Malı hapsettiği zaman ne teslim, ne de ücret isteme vardır.
Bu müşkülün şu şekilde def'î
mümkündür:
Yukarıda geçen söz, işi bitirip teslim ettikten sonra talep edebilir
anlamına gelir.
Sözün kendisi
varken mefhûmu muhalifine bakılmaz. Sayıhanî.
0 zaman da «İbârede teslimin anılmasında bir
fayda olmaz. Çünkü fukaha, «Ücret
ancak teslimle
vacibtir.»
demişlerdir şeklinde bir itiraz gelebilir. Eğer mal teslimden
önce işçinin elinde helak
olursa ücret
düşer. Çünkü işçi üzerinde emeğin eseri olan ma'kudunaleyhi
teslim etmemiş-tir. Ama
emeğin eseri olmayan iş böyle değildir. Çünkü onda
ücret işi bitirdikten sonra gerekli olur.
Buradaki
«hapis» kelimesine «teslimden sonra
geri alma hakkı vardır» diyerek teslimden sonra
hapis demek de mümkün değildir. Musannıfın aşağıdaki
sözü buna delâlet eder: «Ücretini almak
için nesneyi
hapsetme, o da zayolsa, ücret yoktur.» Halbuki,
teslimle ücret gerekli olur. Üstelik
adamın, müstecirin evinde yaptığı işte olduğu gibi hûkmî
teslimde de işçi malı hapsedemez. Hakiki
teslimden
sonra nasıl hapsedebilir? O zaman zahir olan: «hapseder» kelimesinin
manası işçinin
zamin olmamasıdır. Çünkü onun hapsetme hakkı olmasaydı teslimden sonra zayi olması
durumunda
zamin olurdu. Düşünülsün.
«Esah olanı ikinci kavildir
ilh...» Gurerü'l-Efkar'da ve
Kadıhan'a uyularak Gayetü'l-Beyan'da
da bu
kavil sahih
görülmüştür.
Bahır'da ise şöyle
denilmiştir: «Nesefî Mustasfa isimli eserinde Zahîre'ye nisbetle birinci kavlin
sahih
olduğunu söylemiştir. O halde bu meselede
esah olan kavlin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
Halbuki iki kavilden birisini tercih etmek gerekir. Hidâye sahibi; elbiseyi yıkamayı
yük taşımanın
benzeri
sayarak tercih yapılması gerektiğini
söylemiştir.»
«Terzi ve
ayakkabıcının ücret almak için malı ellerinde tutma hakları vardır ilh...»
Bu kavil Zahîriye
sahibinin
zamanındaki örfte «İplik kumaş sahibine
aittir.» sözüne göre açıktır. Ama
ondan evvelki
«iplik
terziye aittir» örfüne göre -ki o, şu
anda bizim de örfümüzdür- Bu söz açık
değildir. Çünkü
iplik de boya
gibidir. Sayıhanî.
«Hükmen kendisine teslim edilmiş olur ilh...»
Çünkü ev işverenin evidir ve
kendisinin elindedir.
Buna göre
hükmî teslim. hakiki teslim gibidir ki, hakiki teslimde de malı hapsetmeye malik değildir.
«Taaddisi olmadığı için ilh...» 0 zaman eskiden
olduğu gibi elinde emanet olarak kalır.
İşte bu da
sorumlu
olmamanın illetidir. Ücret almamanın illeti ise, üzerinde akit
yapılan nesnenin teslimden
önce helâk olmasıdır.
METİN
Sırtı ile
veya hayvanla yük taşıyan hamal, gemici, elbiseyi
güzelleştirmek için değilde, temizlik için
yıkayan
-Mücteba- kimseler gibi, işinde emeğinin
eseri görülmeyen ücretliler, ücret için malı
hapsedemezler. Eğer hapsederse, gasp sorumluluğu
gibi sorumlu olurlar. Bu kendi
konusunda
gelecektir. O zaman malın sahibi muhayyerdir.
Dilerse o, nesneyi bedeli ile tazmin ettirerek evine
getirtir ve
taşıma ücretini verir: dilerse, taşıtmak-sızın yalnız tazmin ettirir ve ücret
ödemez.
Cevhere.
İşveren. «Sen
kendin bizzat yapacaksın» diye
işçinin kendisinin çalışmasını şart koşarsa, işçi kendi
yerine başkasını, çalıştıramaz.
Ancak ücretle tutulan süt annesi,
şart koşulsun, veya koşulmasın,
kendi yerine
çocuğu bir başka kadına emzirtebilir. Hülasa.
İşveren
işçiyi mutlak şekilde «Şu işi yap.» diye tutsa işçi bir başkasına da
yaptırtabilir. Musannıf
«Başkasına da yaptırabilir» ifadesiyle, işçi aldığı işi ücretle bir başkasına
yaptırsa, zayi olduğu
takdirde mal sahibi ikincisine değil bizzat kendi
adama tazmin ettirir. Hulâsa da bunu açıkça
belirtmiştir.
Musannıfın,
işçinin bizzat kendi ameliyle
kayıtlaması şunun içindir:
Eğer işveren
işi verdiğinde bugün veya yarın diyerek vakit şart koşsa, o da şart kılınan
vakitte
yapmasa, işveren birkaç kere yapılmasını taleb ettiği halde işçi ihmal etse ve mal
çalınsa zamin
olmaz. Şemsü'l-Eimme, bu mesele sorulduğunda, «işçi
zamindir.» diye cevap vermiştir. Hülasa'da
da böyle denilir.
«İşverenin şu
işi sana, yapman için veriyorum.» sözü kayıtlama değil mutlaktır. Mustasfa. Buna
göre işçi bir başkasını
tutarak da o işi yaptırabilir.
Birisi
diğerini uzak bir yerde olan aile
efradını getirmek üzere tutsa oma aile efradından bazıları
ölmüş olsa ve
işçi geri kalanları alıp getirse, o
zaman getirdiklerinin oranınca ücret alır. Bunu
musannıf; «Eğer müstecirin aile efradı, her ikisince de biliniyorsa» sözüyle kayıtlamıştır. Zira
ücretin,
onların tümünün karşılığı olması böyle
mümkündür. Eğer aile efradının kaç kişi
olduğu
malum değilse, o zaman ücretin hepsini alır.
İbn-i Kemal
şunu nakletmiştir: «Eğer aile
fertlerinin sayılarının azalması
ile külfet azalıyorsa, o
hesaba göre ücretini alır. Yok eğer meşakkat
azalmıyorsa ücretin tamamını alır.»
Birisi
diğerini «Şu mektubu veya şu paketi
Zeyd'e götür.» diye tutsa, o da
mektup veya paketi Zeyd
öldüğü veya kaybolduğu için geri getirse. onun için ücret yoktur. Çünkü terzinin elbiseyi
diktikten
sonra geri sökmesi gibi, götürdüklerini geri getirdiğinden dolayı akdi bozmuştur.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Birisi diğerini belli bir ücretle bir
yerdeki adamı çağırması için
kiralasa. kiralanan
adam oraya gitse fakat adamı bulamasa
ve geri gelse, işverenin ücreti vermesi
gerekir.»
Mektup veya paketi Zeyd'e
götürmesi için tutulan kimse, Zeyd'in
ölümü halinde götürdüklerini
varislerine,
kaybolması halinde de geldiğinde ona
teslim edecek bir adama verse, işverene
yalnız
götürme
ücretini vermesi gerekir. Bu da
konuşulan ücretin yarısıdır. Dürer ve
Gurer'de böyle
denilmiş musannıf da onlara uymuştur. Şu kadar var ki
muhaşşiler bu ibarenin devamında ücretin
tamamının
verilmesi gereğine itimad etmişlerdir.
Kuhistanî,
Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «İşveren,
teslim ettikten sonra cevabını
getirmesini
şart koşarsa, cevabı getirmediği takdirde ücretin yansını verir. Eğer şart koşmazsa, o zaman
ücretin
tamamını verir.»
Kuhistanî'den
yapılan bu nakil ile Molla Husrev ile
muhaşşilerin kelamları uzlaştırılsın.
Mektubu
götüren adam Zeyd'i bulsa fakat mektubu ona vermese. işverenin hiçbir şey vermesi
gerekmez. Zira, üzerinde akit yapılan iş mektubu ona vermesidir. Bu da yerine
getirilmemiştir.
İşçinin,
götürdüğü mektubu yırtılmış olarak teslim
etmesi halinde hükmün ne olacağı ihtilaf
edilmiştir.
Vakıf
mütevellisi, vakıf arazisini ecr-i misilden farklı bir ücretle kiraya verse, müstecirin
-mütevellinin
değil, nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır- müftabih kavle
göre emsalinin
ücretinin
tamamını vermesi lazımdır. Nitekim Telhis ve başka kitaplardan naklen
Bahır'da da
böyledir. Mecmeu'l-Fetevâda da denildiği üzere;
Vasi ve
babanın, çocuğun arazisini icare vermesinin hükmü de böyledir.
Vakıf arazileri veya
menfaatlerinin gasbi halinde, dımânın gerekli olduğuna fetva verilir.
Ulemanın hakkında ihtilâf ettiği meselelerde
vakfa faydalı olan husus hangisi ise fetva ona göre
verilir.
Nitekim ulemâ fahiş bir ücretle icara verilen bir vakıf arazisinde, Allah'ın hakkını korumak ve
vakfı
gözetmek üzere o icare aktini bozmuşlardır.
Ücretim peşin
alarak mülkü kiraya veren kimse, borçlu olduğu halde ölse, icare
feshedilir. İcare
verilen nesne
müstecirin elinde ise, icare akti
fasit bile olsa, müstecir ödediği ücretin karşılığını
alıncaya
kadar o malda diğer alacaklılardan daha çok hak sahibidir.
Şu kadarı var ki, kiraya
verilen
mal helâk olsa bile alacağı düşmez. Zira icare verilen nesne her yönüyle rehin değildir. Ama rehin
böyle değildir. Çünkü rehinin kendi kıymeti veya
borçtan hangisi daha az ise onun karşılığında
mazmundur.
Nitekim rehin babında gelecektir. Mecmaü'l-Feteva.
İZAH
«İşinde emeğinin bir eseri görülmeyen kimse ilh...». Ancak kaçan köleyi geri getirip sahibine teslim
eden adamın ücretinin hükmü bu hükümden müstesnadır. İbni Kemal.
«Kumaşı
temizlemek için yıkayan ilh...» Ama eğer güzelleştirmek için yıkamışsa, o zaman çamaşırcı
işinin eseri mal üzerinde görülen işçilerden
olur. Zira: meselâ beyazlık
gizli iken adamın yıkaması
ile açığa çıkmıştır. Dolayısıyla sanki onu
yeniden beyazlatmış gibi olmaktadır. O zaman o işçi geçen
ihtilafa göre
ücreti olmak için elbiseyi sahibine vermeyebilir.
«Konusunda
gelecektir ilh... » Bu mesele şöyledir: Hapsettiği mal, elinde tuttuğu için zayolduğu
takdirde
benzerleri varsa onun benzerini
vermesi gerekir. Ama eğer benzeri piyasadan çekilmişse
gelecek ihtilafa göre piyasadan kaybolduğu veya
hükmün verildiği ya da gasbedildiği gündeki
kıymetini verir. Eğer benzeri olmayan şeylerden
ise, o zaman gasbettiği gündeki kıymetini verir.
Bunda bütün
âlimler ittifak etmişlerdir.
«İşveren, «Sen
etinle yapacaksın veya bizzat çalışacaksın.» diye bizzat
işçinin kendisinin
çalışmasını şart koşarsa ilh... » Bu kavil
metinlerin açık ifadesidir. Şerhler de bu kavil üzere
yürümüşlerdir.
Hülâsa'dan naklen Bahır ve Minah'taki «Başkasının
eliyle çalışma», ifadesini ilave
etmekse, önceki sözünü kuvvetlendirmek içindir.
Böyle denilmediği takdirde, kiraya
verenin sözü
mutlak olur,
manasına kaydı ihtiyazî değildir.
«İşçi kendi yerine başkasını çalıştıramaz. ilh...» Çocuğu veya
işçisi de olsa. Kuhistanî. Zira üzerinde
akit yapılan
iştir ve muayyen bir şahıstan taleb
edilmektedir. Bir diğeri onun yerini
tutamaz. Aynı
şekilde üzerinde akit yapılan şey birisini bir
aylığına hizmet ettirmek için kiralamada olduğu gibi
menfaat olsa,
yine başka birisi onun yerini
tutamaz. Çünkü o zaman menfaati akitsiz
olarak yerine
getirmek olur. Zeylaî.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Yukarıdaki görüşü dikkatle düşünmek gerek. Çünkü işverene
muhalefet
ettiğinde, aldığı işi kendisinden daha usta birisine vermiş olsa,
veya bir binekse onun
yerine daha kuvvetlisini
verse, caiz olması gerekir.»
Bu itiraza
Sâyıhanî şöyle cevap vermiştir: «İşi yapana
göre değişen şeylerde «kendi elinle yap»
kaydı faydalıdır. Musannıfın dediği de bu kabildendir.»
Hâniye'de de:
«Eğer aldığı işi çocuğuna veya
çırağına yaptırırsa, ona ücret vermek gerekmez.»
denilmektedir.
Hâniye'den nakledilen bu ifadenin zahiri,
yukarıda geçen illetle birlikte
ifade ediyor ki: «Başkasını
çalıştıramaz» sözünden murad: icârenin sahih olup,
konuşulan ücretin hak edilmesi veya
icârenin
fasit olup
ecri mislin gerekli olması ile birlikte çocuğuna veya hizmetçisine vermesinin haram oluşu
değildir. Hem
de ikinci işçinin iş verene karşı
bir sorumluluğu yoktur. Çünkü işverenle ikinci şahıs
arasında hiç bir akit yoktur. Ama bu, aldığı işi bir
ikinci şahsa yaptırırsa ona ecr-i misil vermesi
lazım mıdır?
İşte burası tereddüt mahallidir, bunu araştırmak lâzımdır.
«İster şart koşulsun, ister şart koşulmasın
ilh...» Ancak şârih ileride fasit icare bahsinde
Şurunbulalîye'den
naklen şöyle diyecektir: «Süt anne eğer ücretle emzireceği çocuğu kendi
hizmetçisine emzirtse veya
o da ikinci bir kadını çocuğu emzirmek üzere icarlasa, yine ona
ücret
vermek
gerekir. Fakat çocuğu bizzat kendisinin emzirmesi şart koşulmuşsa, esas kavle göre ücret
vermek
gerekmez.
Öyle sanıyorum ki, metindeki sözün illeti şudur: İnsan birçok arazlara maruzdur. Öyle bir hal olur
ki, onun
aldığı çocuğu emzirmesi çok zor olabilir. O zamanda çocuk
zarara uğrar. Onun için bizzat
kadının
emzirmesi şartı lüzumsuz olur. Teemmül et.
«İşçiyi
mutlak şekilde tutmuşsa ilh...» Yani «elinle yap.» şartını koymayarak «Şu
elbiseyi dik veya
şunu bir
dirheme boya.» demesidir. İşverenin
bu şekilde mutlak bir ifade kullanması başkasının
yapmasına razı olduğunu gösterir. Kuhistanî. Musannıfın ileride zikredeceği de bu
kabildendir.
«Bizzat kendi
icarladığı adama tazmin ettirir ilh...»
Yani çalındığı zaman bu İmam-ı Azama
göredir.
İmameyne göre
ise dilediğine tazmin ettirebilir.
Hülasa.
«İhmal ederek ilh...»
Yani konuşulan sürede işi bitirmezse fakat korunmasında da kusur etmese
zamin olmaz.
Zira öyle
zannediyorum ki «bugün ve yarın» kelimeleri
acele yapılması için zikredilir, şart için
değildir. T.
«Şemsü'l-Eimme ilh...» Bu ifadenin zahiri, mutemed
olan kavlin birinci kavil olduğunu
göstermektedir.
Zira Şemsü'l-Eimme bu cevap da yalnız kalmıştır. Alimlerden hiçbiri ona
katılmamıştır. T.
Ben derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Ben, Buhara imamlarından,
«Birisi boyacıya
bugün boyayıp
vermesi şartıyla bir elbise verse, o da verilen
günde bitiremeyip aldığı elbise ertesi
gün telef
olsa boyacının zamin olup olmadığını»
sordum. «Zamin olur.» diye cevap verdiler. Bunun
benzeri
Zahîre'den de nakledilmiştir. Camiü'I-Fusuleyn'de bundan
sonra da Fetevâ-yı Dînarî'den
naklen şöyle
denilmektedir: Eğer boyacı ile kumaş sahibi tarih üzerinde ihtilaf etseler, uygun olan
boyacıyı tasdik etmektir. Çünkü o hem şartı, hem de dımânı inkar etmektedir.
Diğeri ise bunları
iddia
etmektedir.» Daha sonrada şöyle
denilir: «Eğer verilecek günü şart koşmuş olsalar. boyacı da
birkaç gün
sonra boyamış olsa, uygun olan, ücretin verilmesinin vacip olmamasıdır. Zira icare akti
kalmamıştır. Gününde yapmadığında helâk olduğu
takdirde onu tazmin etmesinin gerekli olması,
bunun
delilidir. Bu mesele şuna benzemektedir:
Adam boya için aldığı kumaşı inkâr etse, sonra da boyanmış olarak getirse, elbette ki bunda da
ücret olmaz.»
«Aile fertlerinden bazıları ölse ilh...» Ama
eğer hepsi ölmüş olsa, hiç ücret alamaz. Çünkü yapılan
akit onları
getirmesi için idi. Bu da olmadı. Remli.
«Getirdiklerinin hesabı kadar ücret alır
ilh...» Yani geliş ücretini getirdiklerinin sayısına göre alır.
Gidiş
ücretinin ise tamamını alır. Makdîsî. Kifaye'den naklen.
Ben derim ki: Miraç'ta Hidaye'nin. «Birisi diğerini Basra'ya gidip oradan aile efradını getirmesi için
icarlasa, o da gidip getirse, gidiş ücretinin tamamını,
geliş ücretini ise getirdiklerinin sayısına göre
alır.» ibaresi nakledildikten
sonra, «Bu görüş Hindivanî'nin
seçtiğidir.» denilmiştir.
Fazlî'den de şöyle
nakledilmiştir: «Eğer birisi şehirde, köye gidip buğday
getirmesi için kiralansa ve
köye gitse de buğday bulamazsa, boş olarak dönse, eğer mal sahibi; «Ben seni köyden buğdayı
yükleyip
getirmen için icarladım.» demişse, ücret vermesi gerekmez. Çünkü birincisinde
akit iki şey
üzerinedir.
Birisi köye gitmek, ikincisi de oradan yükü getirmek. İkincisinde ise taşıma şart
koşulmuştur.
Taşıma da mevcut olmadığından ücret vacib değildir. Zahîre'de ve Timurtâşî'nin
Câmii'n'de de
böyledir.» Bunun benzeri Nihaye'den naklen Tebyîn'de de vardır.
Metinlerin zahiri, Hindivânî'nin kavlinin
ihtiyâr edilmesi istikâmetindedir.
Öyleyse, Hidâye'nin
ibaresi üzerindeki her iki kavil arasındaki
farka bakılsın. Zira Hidaye'nin
ibaresinde isticar iki şey
üzerinedir.
Evet, o da Kenzde olduğu gibi musannıfin
ibaresine göre zahirdir. Herhalde gitmeyi
sarahaten söylemek
herhangi bir kayıt değildir. O zaman
iki kavil arasındaki fark açığa çıkmaktadır.
Bunu
Tatarhâniyedeki şu ifâde de teyîd etmektedir.
«Adam birisini depodan buğday yükleyip getirmesi için icarlasa, o da gitse fakat depoyu bulamasa,
akitte
konuşulan ücretin yansını alır.»
Tatarhaniye'de
ki bu ifadeye göre: ailesini getirmesi
için birisini icarlayan adamın ailesinin hepsi
ölmüş olsa,
gidiş ücretini vermesi gerekir. O zaman bu da bizim yukarıda Remlî'den nakl ettiğimiz
ifadeye
muhâlif olur.
Bu muhalefeti
def etmek Remli'nin ibaresindeki «ücret yoktur» ifadesini «gitme ücretinin dışında
ücret yoktur»
şeklinde anlamakla mümkündür. (Çev.
M.T.)
«Ücretin
hepsini alır ilh...» Kuhistanî'de şöyle denîlir: «Eğer aile efradının
sayısı bilinmiyorsa, icare
aktl fasîd
olur, Ecr-i misli vermesi lazımdır.»
Metindeki
«hepsi» kelimesini «ecr-i mislin
hepsi» şeklinde anlarsak, iki ifade arasındaki
zıtlık
ortadan kalkar.
«Eğer aile fertlerin azalması ile külfet azalırsa ilh...» Bu söz musannıfın «Getirdiği adamların
hesabına göre ücretini alır.» kavlini kayıtlamaktır. Bu da imam Hindivanî'den nakledilmiştir.
«Aksi halde
tamamını alır ilh...» Ölenin küçük olması veya gemi kiralanmasında olduğu gibi
hallerde ücretin tümünü alır. Çünkü gemi kiralamada
ölenler büyük bile olsa sayının azalması bir
şey
değiştirmez..Bu, onların taşınması
için icarlanmış olması halindedir. Ama eğer taşımak ücreti
işverene ait
olmak üzere akit yapılsa veya ecirin ailesi
yakın bir yerde olup yaya olarak
gelebilecek
olsalar yada
uzakta oldukları halde yaya olarak
gelmeye kudretleri varsa, ve işçinin sadece onlara
arkadaşlık etmesi
üzerine akıt yapsalar ücretin
hepsini vermesi lâzımdır. Çünkü bir
topluluğa
arkadaşlık etme külfeti bir veya iki kişinin eksilmesiyle
azalmaz. Ancak köle olurlarsa bu
müstesnadır.
Çünkü kölenin bir kısmına sahip olmak, hepsine sahip
olmaktan daha kolaydır.
Hamevî. T.
«Şu mektubu
ilh...» Burada mektubun örnek verilmesinden maksat, taşımakta bir meşakkat
olmayan şeylere paketten
maksat da taşımakta zahmet olan şeylere işaret içindir.
«Onun için
bir ücret yoktur îlh...» Yani paket
için ihtilafsız olarak, mektub için ise Ebû Hanife ve
Ebû Yûsuf'a
göre gidip gelme ücreti yoktur. İmam
Muhammed'e göre ise: ister cevabı getirmeyi şart
koşsun, ister koşmasın, gidiş ücretim vermek gerekir.
Nitekim Nihaye ve başka kitaplarda
da
böyledir. Öyle zannediyorum ki, «cevabı getir»
sözü ile kayıtlamak lazımdır ki,
İmam Muhammed'in
hilafı ortaya
çıksın. Eğer böyle kayıtlanmazsa, İmam Muhammed'in kavline göre uygun olan
ücretin
tamamının
verilmesidir. Kuhistanî.
Ben diyorum ki: Evet, öyledir. Ancak getirmeyi kaydetmek Camiü's-Sagir,
Hidâye ve Kenz'de olduğu
üzere
Dürer'den naklen gelecek meseleye
nisbetle lazımdır. Nitekim bu açıkça ortaya
çıkacaktır.
Demek ki, İmam Muhammed ile hocaların arasındaki ihtilafın aslı şudur: Ücret İmam
Muhammed'e
göre işçinin
mesafeyi katetmesi karşılığındadır, taşıma karşılığında değil.
Çünkü meşakkat
mesâfeyi
katetmededir. Paketin taşın-ması ise bunun aksinedir. Zira bunda ücret
taşımanın
karşılığıdır. Çünkü meşakkat ve külfet, taşımakdadır.
Mesafeyi kat etmekte değil. Ebû
Hanife ve Ebû
Yusuf'a göre
ipe ücret her ikisinde de taşımanın karşılığıdır. Çünkü taşıma
maksada vesiledir.
Maksat da paketi götürdüğü adamın yanına bırakmak ve
mektubun içindekini götürdüğü adamın
bilmesidir. İşçi götürdüğünü geri getirdiği takdirde üzerine akit yapılan şeyi eksik yapmış
olmaktadır.
«Adamı çağırması için tutsa...» Kâdîhan
bunu bir haberin tebliği meselesinde tasvir etmiş ve
bununla
mektubun ulaştırılması meselesini farklı mütalaa ederek şöyle
demiştir: «Haber götürmek
bazen gizli
olur, gönderen ona başka birisinin muttali olmasına razı olmaz. Mektub ise mühürlüdür.
Eğer mühürlü
olarak bıraksa, ona başka bir adam
muttali olamaz.»
Hulevânî de
mektup götürme ile haber götürmenin
bir olduğunu kesinlikle söylemiştir.
Şarih ise o
adamı çağırmayı haber gönderme gibi kabul etmiştir. T.
Ben derim ki: Çünkü birisini çağırmak üzere adam
göndermek de risaletin bölümlerindendir.
Teemmül et. Şarihler şöyle demişlerdir: «Bir haber götüren kişi gittiği odamı bulsa. fakat haberi
tebliğ
etmeden geri dönse bütün alimlerin icmaı ile
döndüğünde ücreti hak eder.»
Bunun ille-ti;
Muhit'ten
naklen Zeylaî'de belirtildiğine göre
şöyledir: «ücret mesafenin kat'ı karşılığındadır. Çünkü
mesafeyi
katetmek adamın gücünde olan bir
şeydir. Ama haberi duyurmak adamın
gücünde
değildir. O
halde o, ücret onun karşılığı olamaz. Teemmül edilsin.
«Ücret
götürme sebebiyledir...» Yani alimlerin
icmaı ile. Nitekim İtkanî ve diğer alimlerde bunu
zikretmişlerdir.
«Konuşulan
ücretin yarısıdır ilh...» Azmiye
de bu kavle, «fahiş hatadır.» denilerek itiraz edilmiştir.
Çünkü gitmek
ve getirmek ücreti yan yarıya
eşittir. Pek ittifak edilecek bir mesele değildir.
Ben bu
ibareyi başka
bir alimin eserinde de görmedim.
«Muhaşşiler bu Ibarenin peşînde getirdiler ilh...»
Vanî ve Şurunbulâlî gibi şarihler.
Şurunbulaliyye'de şöyle denilir: «Bu görüşte bir yanlışlık
var, «Ücretin yarısını değil,
tamamını
vermek
lazımdır. Zira üzerinde akit yapılan
şey, götürülenin ulaştırılmasıdır. Bundan
başkası değil,
o da
mevcuttur. Peki, ücreti yarılamanın sebebi nedir? Nitekim
metin ücretin tamamının verilmesi
gerektiğini
uygun görmektedir. Mevahib sahibi meseleyi mektubu götürmek ve cevabını getirmek
için adam
tutmak konusunda birlikte farzetmiştir.»
«Bunların
orası uyuşturulsun ilh...» Şu
kadar var ki bu, Dürer sahibine varid
olan itirazı defetmez.
Zira önce cevabı getirmekle kayıtlamamış ikincisinde ise
konuşulan ücretin yarısını vereceğini
söylemiştir.
«Yırttığı
takdirde hüküm de ihtilaf ettiler...» Hâniye'de
şöyle denilir: «İşini bozmadığı
takdirde,
fukahanın
kavline göre ücretini alır. Bazı alimler tarafından; mektubu yırtarsa ücretin vacip
olmaması gerekir» denilmiştir.
Çünkü mektubu götürdüğünde mektup
gönderilen adamı
bulamadığı
takdirde, götürdüğü yerde bıraksa, mektup gönderilen
adamın varisleri ondan
faydalanır ve maksat da hasıl olur. Yırtmak ise böyle değildir. Ama
eğer iletmeden yırtarsa ücret
alamaz.
Araştırılsın. T.
Ben derim ki: Hâniye'nin «O ücreti alır» sözünden maksadı götürme ücreti alabilir demektir. Nitekim
Kuhistânî'nin
ibaresi de bunu ifâde etmektedir. Bu hüküm, cevap getirmeyi şart
koşmuş olması
halindedir.
Ama cevap getirmesi şart koşulduğu halde
kendisine mektup gönderilenin mektubu
yırtması veya cevap vermemesi halinde hükmün ne olacağı araştırılsın, bu
durumda ücretin yarısını
mı alır,
yoksa tamamını mı? Çünkü mektubu
götüren adamın mektubu olan adamın
yaptığını haber
vermesi de
mana itibariyle cevaptır. Araştırılsın.
«Mislinin
ücretinden farklı bir ücretle ilh...» Evlâ olan, «ecr-i misilden
aşağı ücretle» demesiydi.
Çünkü, her ne
kadar ifadenin akışı maksadı
tayin ediyorsa da farklı kelimesi
ecr-i misilden fazlasını
da ifade eder. T.
«Nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır ilh...» Bahır'da şöyle denilmektedir: «Hulâsada,
Vakıf
mütevellisinin ecr-i mislin tamamını zamin olması gerektiğini vehmettiren bir ibâre yer
almıştır. Hulâsa sahibi şöyle der «Vakıf mütevellîsi, vakıf arazisini
benzerinin ücretinden aşağı bir
ücretle icare verirse, ecr-î misli tamamlaması lazımdır.
Şeyh Kasım,
Fetâvâ'sında (ona, ecr-i misli
tamamlaması lâzımdır. Cümlesindeki) ona «zamiri,
müstecire racidir.» diyerek Bahır'daki görüşü reddetmiştir. Bu redde TeIhisü'l-Feteva-i Kübra'da
zikredilen, «Bazı âlimlere göre, «arazinin
müstecirinin ecr-i misli tamamlaması lâzımdır ve fetva da
bu kavil
üzerinedir.» sözü de delâlet eder.
Zahîre'de de şöyle
denilir: «Vakıf mütevellisı, vakıf arazisıni ecr-i mislinden aşağı
ücretle icare verir
ve müstecire
araziyi teslim ederse, meşayihten
müteahhirin ulemanın ihtiyar ettiği görüşe göre;
ecr-i misil ne kadar olursa olsun, müstecirin onu
tamamlamak zorundadır.» özetle.
«Vasi ve
babanın hükmü de böyledir ilh...» Yani vasi veya baba
çocuğun taşınmaz malını ecr-i
misilden aşağısına kiraya verirse, müstecir, akarı teslim aldığı
zaman ecr-i misli tamamlaması
lazımdır. T.
«Vakıf akârının gasbında ilh...» «Velvaliciye'de şöyle denilmiştir: «Fetva; vakıf olan akârın
gasbında,
vakfın menfaat! gözetilerek gasıbın
zamin olması üzerinedir. Gasıbin aleyhinde,
gasbettiği
akârın kıymetinin alınmasına hükmedildiği zaman, para alınır ve onun ile önceki
vakfın
sarfedilecek yerlerine sarfedilmek üzere ikinci bir akar alınır.»
Tenvirü'l-Ezhan
şerhinde bu mesele ele alınmıştır. T.
«Vakfın menfaatlerinin gasbında ilh...» Camiû'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Bir konak alsa.
sonra do
o konağın
vakıf veya küçük bir çocuğa ait olduğu ortaya çıksa, onların malının korunması için
emsalinin ücretinin verilmesi lazımdır.»
Müftabih olan
kavlin karşılığı ise, Umde'de sahih görülen «Vakfın menfaati gasbedildiği
takdirde
tazmin
ettirilmez.» kavlidir. Bu kavle, Kınye'de de uyulmuştur. T. Özetle.
«Fahiş bir ücretle ilh...» Yani taannüt olmaksızın
ecr-i mislin fazlası. Nitekim bunun tafsilatı yakında
gelecektir. T.
«Allah'ın hakkını korumak ilh...»
Çünkü vakıf bir nesneyi hapsetmek ve sırf Allah rızasını talep için
ondan gelen
maddi menfaati tasadduk etmektir.
«İcare feshedilir. İlh...» Yani ölüm sebebiyle. Eğer musannıf, «Akit münfesih
olur.» deseydi daha
uygun olurdu.
«Nesne kiracının elinde ise ilh...» Yani
kiraladığı malı teslim almışsa
Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
denilmiştir: «Birisi, geçersiz kiralama ile bir ev kiralamış olsa, ve evi teslim almadan ücretini
peşin
ödese, kiralayan ölse veya kira süresi bitse kiracı peşin
ödediği ücret için evi elinde
tutamaz. Zaten
geçerli kiralamada
da tutamazdı. Ama eğer sahih veya
geçersiz kiralama ile kiraladığı
evi kabzetmiş
olsa. peşin ödediği ücret için binayı elinde
tutabilir. Hatta, kiralayan öldüğü
takdirde parasını
almaya
başkalarından daha çok hak sahibidir.» Yani, kiraya veren. kiracıdan başkalarına
da borcu
olduğu halde
ölse ve bina satılsa. müstecir evin parasına diğer alacaklılardan
daha çok hak
sahibidir. Eğer binânın parası verilen kira bedeli
kadarsa hepsini kiracı alır. Ama eğer satılan
binanın
fiyatı peşin ücretten daha fazla ise
fazlalık diğer alacaklılara
verilir. Eşbah üzerine
Ebussuud.
METİN
FER'İ
MESELELER:
Müstecirin
icare müddeti içerisinde ve icare müddetinden sonra ücreti artırması sahihtir. Fakat
mucirin
ücreti artırması, yetime ait bile olsa şahsa ait
mülkte olduğu takdirde, makbul
değildir. Ama
vakfın
icaresinde olduğu takdirde icare fasit olur ve vakıf nazırı birinci müstecire arzetmeden önce
de başka bir talibe kiraya verebilir. Şu kadarı var ki, asıl olan ecr-i misli ile sahih olmasıdır.
Birisi vakıf
icarında fahiş bir aldanma olduğunu iddia etse ve bilirkişi de Kadı'ya durumun böyle
olduğunu
bildirse, Kadı icare aktini fesheder. Şahitler
akit anındaki ücretin ecr-i misil olduğuna
şehadet etseler bile yine müstecirin yaptığı artış
makbuldür. Ama bilirkişi, fahiş bir
aldanma
olduğunu
Kadı'ya bildirmese: eğer iddia
müstecire zarar ve taannüt için ise, kabul edilmez. Ama
iddia edilen
fazlalık ecr-i misil kadar ise,
muhtar olan kavil, o ziyadenin
kabulüdür. Mütevelli de
icare aktini feshedebilir. Müstecir kirayı artırmaktan imtina ederse, o zaman Kadı
akti fesheder.
Sonra kim
fazla fiyat verirse ona icarlar.
Kiraya verilen mal bir konak, bir dükkân veya boş bir arazi ise ve fiatın arttırılması istenirse evvelâ
onu önceki
müstecire arz eder. Kabul ederse ona vermek daha uygundur. Fazla ücret, kabul ettiği
andan
itibaren geçerlidir.
Müstecir.
ecr-i misilin daha fazla olduğu tarzındaki iddiayı inkâr eder ve artışın kendisine zarar
vermek için
yapıldığını iddia ederse, o zaman
delil getirmesi lazımdır. Eğer ziyadeyi kabul etmezse,
mütevelli
malı başkasına icara verir.
Ama tarla akıl ise, onu ekin sahibinden başkasına kiraya vermek
sahih değildir. Şu kadar var ki,
artış
vaktinden itibaren icâre ücretine zam yapılır.
Müstecir icarladığı tarlaya bina yapmış veya ağaç dikmişse, eğer
tarla aylık olarak kiraya
verilmişse,
müstecir fazlalığı kabul etmediği takdirde, ayın bitiminde o tarla başkasına
icare verilir.
Çünkü icare akti ay başında yapılır. Binaya gelince. mütevelli o binayı ya sökülmüş haldeki kıymeti
ile vakıf
namına kabullenir. Veya (binayı sökmek
tarlaya zarar verecekse.) vakıf nazırı binanın
kendiliğinden
yıkılmasına kadar bekler.
Eğer icare müddeti bitmemişse, müstecirden başkasına icare verilmez. Ancak ona fazlalık eklenir.
Bu da ekilmiş tarladaki artış gibi olur.
Hiç kimse artırmadığı halde (piyasadaki değişiklik
sebebiyle) ecr-i misil kendiliğinden
artarsa. vakıf
mütevellisi
icare aktini fesheder. Fetva bu kavil üzerinedir. Eğer akti feshetmezse, «Müstecirin
akitte
konuşulan ücreti vermesi lazımdır.» Suğraya nisbeten Eşbah.
Ben derim ki: Musannıfın, «Vakıf nazın arazisinde
yapılan binayı vakıf adına temellük eder.»
sözünün
zahiri şudur: Vakıf cihetini korumak için, bina sahibi istemesede vakıf namına temellük
eder. Bu
hüküm; binayı sökmek vakıf
arazisine zarar verdiği takdirdedir.
Yok eğer binayı sökmek
vakıf
arazisine zarar vermiyorsa, bina sahibinin rızasını
almak şart-tır. Nitekim şerhlerin hepsinde
böyledir. Bahır ve Minah da o şerhlerdendir. Eğer doğru ise, şerhler
mezhebin nakli için yazıldıkları
için onlardaki kavle itimad edilir. Ama
fetva kitablarında nakledilen bunun
aksinedir.
Müeyyidzâde'nin Fetvâ'sında Fusuleyn'e
isnadla şöyle denilmektedir: Bir vakıf
dükkânını icarlayan
kimse
mütevelliden izin atmadan dük-kâna bir ek yapsa: eki kaldırmak dükkâna zarar
vermiyorsa,
mütevelli onu
kaldırır. Eğer zarar veriyorsa, adam malını zayi etmiş sayılır. Bina yıkılıp da altından
malı çıkıncaya kadar bekler, sonra alır. Onun yaptığı ek, dükkânı başkasına
icare vermeye manı
olamaz. Zira onun bina üzerinde bir hakkı yoktur. Bu sebeple onu kaldırmaya
da malik değildir.
Eğer
mütevelli ile müstecir o ekin para karşılığında
vakfa kalması hususunda anlaşırlarsa, o zaman
fiat binanın
yıkılmış veya yapılı haldeki
fiyatlarından daha azını aşmaz.
«Mülkünü
kiraya veren kimse borçlu düşse,
(borçlarını ödemek için icare verdiği akardan başka bir
şeyi almasa,)
icare aktinin feshi için mahkemeye başvurur. Kendi başına akti feshedemez. Fetvâ
görüşe
göredir.
Bir malı ecr-i misille veya halkın kabul edeceği az bir fazlalık veya az bir noksanla kiraya vermek
caizdir. Fakat halkın kabul edemeyeceği bir fazlalık
veya noksanlıkla icare vermek, icare aktini ifsâd
eder. O zaman ecr-i misille veya kiracının razı olacağı bir fazlalıkla ya
birinci müstecire veya bir
başkasına kiraya verir.
Hânûtî'nin
fetevâ'sında da şöyle denilmektedir: Eğer
hükme bitişik ise «İsbat beyyinesi,
takdim
edilir. Bu
ücretin ecr-i misl olduğuna şahitlik eden beyyinedir.
Hânûtî daha
sonra bununla görüşlere cevap
vermişdir.» Hıfzedilsin.
İZAH
«Artması sahihtir ilh...» Yâni. yapılan artış, kiralanan
nesneden başka cinstense. Ama eğer artış.
kiralanan malin cinsinden olursa sahih değildir.
Mal sahibi tarafından yapılan artış
ise mutlaka
câizdir. T.
Hindiye'den özetle.
«İcare müddetinden sonra ilh...» Doğrusu, Eşbâh ve Minah'da zikredildiği gibi. «İcare müddetinden
sonra artış
yapamaz.» demesiydi. Zira akdin
zamanı geçmiştir. Burada müddetin geçmesinden
maksat, icare müddetinin tümünün geçmesidir. İcare
müddetinin bir kısmının geçmesinden sonraki
durumla
ilgili olarak ise Hizânetû'l-Ekmel'de şöyle denilmiştir: «İki
aylığına bir ev veya iki fersah
mesafede binmek üzere bir at kiralasa, bir ay
geçtikten sonra veya atla bir fersah yol
gittikten sonra
ücret artsa, kıyasa
göre artış geri kalan kısım
içindir. İmam Muhammed ise istihsanen bu artışın
hem geçen
müddet ve hem de kalan müddete tevzi
edileceğini söylemiştir. Birî'den
Ebussuud.
«Mülk yetimin
bile olsa ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: «Bu söz yetimin her türlü
malına şamildir.»
Hamevî'de;
«İs'afta, vakıf arazisi ite yetimin
arazisi eşit kabul edilmiştir. Zira İs'af sahibi, hür olan
bir mütevelli
vakıf arazisini veya yetimin vasisi yetime ait bir evi ecr-i misilden aşağıya kiraya
vermiş
olsalar; ibni Fazl'a göre müstecir gasıb sayılır. Hassafa göre ise
«gâsıb sayılmaz. Ama ecr-i
misil vermesi
lazımdır. Cevhere'de de yetimin
arazisinin vakıf gibi olduğu saraheten
söylenmiştir.»
demiştir.
Ben derim ki: şarih de birkaç satır evvel bunu söylemişti. Şu kadar var ki, bu
zikredilenler bizim
üzerinde
durduğumuz meselelerden değildir. Çünkü musannıfın burada istişhâd ettiği mesele,
ücretinden aşağı bir fiyatla icare vermektir. Halbuki
bizim mevzumuz akitten sonraki ücret artışıdır.
Aradaki fark sabah ışığının
geceden farklılığı gibi açıktır.
«Makbul
değildir ilh...» Eşbah'ta, «Mutlaka, yani ne müddetin
bitiminden evvel ne de müddetten
sonra.» denilmiştir.
«Ücreti
ucuzlatmada olduğu gibi ilh...» Yani akitten sonra ücret eksiltilse feshedilmez. Çünkü
müstecir ona
razı olmuştur.
«İcare fasit ise ilh...» Vakıf nâzırı vakıf
malı halkın adeten aldanmadıkları bir ücretle icare verirse,
akıt fasit
olur. O halde yeniden ya ilk müstecire veya bir başkasına ecr-i misliyle kiraya verir.
İşte bu
icare akdinin gabnı fahiş sebebiyle fasit olması halinde verilecek malı birinci müstecire
arzetmenin
gerekli olmadığını açıkça gösterir.
İmâdiye'de
ise bunun aksi vardır. Ancak Eşbah'in haşiyesinde bütün fıkıh kitaplarında olanın birinci
görüş olduğu
zikredilmiştir.
«Aslolan ecr-i misli ile sahih olmasıdır ilh...» Eşbah'ta da böyle denmektedir. Bazı nüshalarda da;
aslolanın
yerine «esah olan ecr-i misille olmasıdır.»
denilmiştir. Buradaki istidrâkin manası fazlalık
konusundaki
sözün vakıfta müstecire aleyhine
olmasıdır. «İcare fasittin sözü ise mücmel bir
kelamdır.
Çünkü fesaddan maksadın; ücretin, akit zamanında ecr-i
misilden az olması muhtemeldir.
O halde bu sebeple fesâdı iddia ederse vakıf
nazırı birinci müstecire hiç arzetmeden de onu bir
başkasına kiraya verir.
Çünkü birinci müstecirin hiçbir hakkı yoktur. İşte musannıf makamın tafsile
ihtiyacı olması
sebebiyle istidrâkde bulunmuştur.
Tafsil de
şudur: Aslolan icarenin ecr-i
misliyle
sahih olmaasıdır. Yalnız ücret artışı iddiası kabul
edilemez. Ama
Kadıya böyle bir şey haber verilirse kabul edilir. İşte şarihin
sözlerinin sonuna kadar
mesele bundan ibarettir. Eşbah'ın muhaşşileri ve
diğerlerinin bu ibarenin (icare fasittir) ibaresinin
izahı
hususundaki görüşleri çelişmektedir. Benim anladığım bu. Teemmül
edilsin.
Ben Enfa'il Vesail'de onun sözünün yukarıda belirtildiği gibi ifade edildiğini gördüm. Buna göre:
uygun olan, musannıfın yukarıda «Eğer iddia ederse»
cümlesinin başında vav'ın yerine fa-i
tefriiyeyi
getirmesiydi.
«Gabn-ı fahiş
ilh...» Gabn-ı Fahiş muhtar olan izaha göre, fiyat takdir eden kimselerin
takdir ettikleri
listeye girmeyen meblağdır. Allame Kınalızade'nin risalesinde
bu konuda geniş izah vardır.
«Bilirkişi Kadı'ya
haber verse ilh...» Yani Kadı o
davacının iddiasını kabul etmez. Çünkü davacı eğer
yabancı ise, o nesneyi kendisi icarlamak istiyor olabilir davacı akit (mucir) ise birinci müstecirden
kurtularak
bir başkasına icarlamak istiyor
olabilir. Halbuki akitlerde asıl sıhhattir.
«Bilirkişi ilh...» Bu söz ifde ediyor ki, bilirkişinin bir tane olması kâfidir. Bu, İmam
Ebu Hanife ile
Ebu Yusuf'un
görüşüdür. İmam Muhammed'in görüşü
bunun aksinedir. Eşbah.
«Şehadet etseler ilh...»
Bu söz öncesine bağlıdır. Sevadet'in
sonunda Hanutî'den buna zıt bir görüş
gelecektir. Şu kadarı var ki; caiz gören alimlere göre: şehadetten
maksat, hüküme bitişik olmayan
şehadettir
denilebilir. Bunun izahı tümüyle
orada gelecektir.
«Bilirkişi bildirmese ilh...» Yani bilirkişi
o icare aktinin gabnı fahişle olduğunu haber vermese;
meseleye
değişik açılardan bakılır. Manâ itibariyle bu söz musannıfın
«icare fasittir» sözünün
mukabilidir.
Zira bu kavlin mefhumu, haber
verilmediği zaman akdin sahih olmasıdır.
«Zarar ve
taannüd için ise ilh...» Bu ziyadeyi
İbni Hüceym Feteva'sında ancak bir veya
iki kişinin
kabul edeceği ziyadelikle tefsir etmiştir.
Yenabî'de de
şöyle denilmiştir: «Halktan birisi vakfın ücretini artırsa, o artışa iltifat edilmez. Zira
belki de o adam bunu inat için yapmıştır. T.
«Fazlalık ecr-i misil ise ilh...» Eşbâh'ın ibaresi şöyledir: «Eğer o artış ecr-i mislin artması için ise.
«Bu ibare,
Durrun bazı nüşhalarında da böyledir.
Buna göre ziyadeden maksat; herkese göre fiatlar
yükseldiği için ücretin kendi kendine artmış olmasıdır.
Ama ecr-i misil, halkın icare talebinin
artmasından
dolayı artmış ise, kabul edilmez. Nitekim Aynî'nin Mecma Şerhi'nde
de böyledir.
Hamevî. Bunun
benzeri İbni Melek' te de mevcuttur.
Ben diyorum ki: Bu makul bir görüş değildir. Zira
eğer icare ücreti meselâ buğday ise ve icare
müddeti
içinde o buğdayın fiyatı artmış ise. -Nitekim İbni Melek de bunu örnek vermiştir-
icare
aktini
bozmanın sebebi nedir? Aksine maksadı,
ecr-i mislin, talebin artmasıyla artmasıdır. Nitekim
mezhebimizin
meşayihinin
ibarelerinde de böyle vaki olmuştur.
Ebussuud'un
Eşbah Haşiye'sinde Birî'den naklen özetle şöyle denilmiştir: «icare ücreti olarak
kabul edilen malın fiyatının kendi kendine yükselmesine
itibar edilemez. Çünkü bu sebeble akdi
bozmak da ne
fayda vardır, ne de vakfın ve vakıftan
istifade edenlerin menfaati için maslahat
vardır.
Nitekim bu
yazdığımızı Allame Trablusî de Feteva'sında ifade etmiştir. Bu görüşle Mecma
Şerhi'ndeki görüşü reddederek onu tenkid edilecek
görüşlerden saymıştır.»
ECR-İ MİSLİN ARTIŞINDAN
MAKSAT NEDIR?
Burada dikkat
çekilmesi gereken bir nokta
kaldı: Şöyle ki,ecr-i mislin artışından maksat nedir?
Biz deriz ki: Artış
fakihlerin sözlerinin çoğunda mutlak olarak
vaki olmuştur. «Genelde talebin
artışı
ile ecr-i mislin de artması halinde» demişlerdir.
Havî-el-Kudsî'nin ibaresi ise şöyledir:
«Ecr-i misil
fahiş bir şekilde artarsa icare akti bozulur.»
Bahr'ın vakıf
bahsinde de şöyle denilmektedir:
«Ziyâdenin «fahiş» ile kayd edilmesi
delâlet ediyor
ki: eğer ecr-i mislin artışı az olursa
icare bozulmaz. Her halde «fahiş»ten murad; halkın
yanılamayacağı
derecedeki bir artışdır. Nitekim ecr-i misilin noksanlaşması durumunda da böyledir.
Onda bir
oranındaki bir artış. insanların yanılabilecekleri bir miktardır. Nitekim Fakihler bunu
vekâlet
konusunda zikretmişlerdir. Bu kayıt
güzeldir. Bunun öğrenilmesi gerekir.
Buna göre;
binanın
ücreti on dirhem ise, ecr-i mislinde bir dirhemlik artış olsa bu
artışla icare akti bozulmaz.
İcare ücreti on lira olduğu halde mütevellinin onu dokuz liraya vermesi halinde
de yine akit
bozulamaz.
Ama her iki durumda da fark, iki lira
olursa bozulabilir.»
Ben diyorum ki: Şu kadar var ki. Havi-i Hasırî'de, Biri ve başkalarının da ondan
naklettikleri gibi-
açık bir şekilde, «Fahiş
artıştan maksat, evvelce verilen
ücretin yarısı kadar olan artıştır.»
denilmiştir.
Bunu Allâme Kınalızade de nakletmiş
ve. «Bunu ben Havi-i Hasırî'den başkasında
görmedim.
Doğrusu: halkın kabul etmediği ve yanılmadığı derecede
olan bir artış fahiş artıştır. İster
yarısı kadar, ister dörtte biri kadar olsun.» demiştir.
Kınalızâde başka bir yerde de, «Bunların ikisi, iki
ayrı rivayet midir, yoksa bütün alimlerin maksadı
Hasırî'nin zikrettiği midir? Bizden evvel bunu hiç kimse
araştırmamıştır.»
Ben derim kî: Kınalızâde'nin ikinci sözü daha
makbuldür. Zira o kavil üzerine icare aktinin batıl
oluşuna hüküm
verildiği zaman mutlaka bir delil lazımdır. Çünkü asıl olan, rivayetlerin müteaddit
olmamasıdır. O halde. âmmenin kelâmı bu asıl
üzerine hamledilir. Bunun aksine sarahaten bir nakil
bulunmadıkça,
onu iki rivayet saymak zorunludur. Allame
Bir ve başka âlimler İmam Hasırî'nin
ifadesini kabul etmişlerdir. Hamidiye'de de ona uyulmuştur.
Bu güzel faideyi iyi öğren.
«Umumun
kelamı ona hamledilir» sözündeki hamlin ne kadar uzak olduğu
gizli değildir. Doğrusu
ihtilafın
varlığını kabuldür. «Vakfın menfaatine
olanla fetva verilir» sözünün gereği.
Hasîrînin
görüşü ile amel edilmemesidir.
«Mütevelli
feshedebllir ilh...» Allâme Kınalızâde şöyle demektedir: Maksat
Kadı mı fesheder, yoksa
mütevelli
fesheder de Kadı onunla hüküm mü
verir?» eski alimler bunu araştırmamışlardır.
Ancak
Enfaül Vesâil'in sahibi buna temas etmiş ve
ikincisi ile (mutevelli fesheder kadı
hüküm verir)
hüküm
vermiştir. Kadı ancak, vakıf
mütevellisi fesihten imtina ederse
feshedebilir.»
Ben derim ki: «Kadı fesheder» sözü rivayetlerin
birisidir. İleride geleceği gibi müftabih olan da
budur. Sonra
bilmiş olun ki; şârih burada feshi mutlak zikrettiği halde
daha sonra tefsil etmiştir.
Tafsilin
hulâsası şudur: Üzerine icare
akti biten bir tarla gibi müstecirin mülkünden hâlî olur.
Böylece ekin
ekmesi bina yapması yada ağaç
dikmesi hallerinde olduğu gibi
müstecirin mülkü ile
meşgul
olabilir. Birinci durumda eğer müstecir sabit olan artışı kabul
etmezse mütevelli icare aktini
feshedip, başkasına icare
verir. İkinci durumda ise, eğer icare müddeti içinde ekmişse. başkasına
icare
verilmez. Ekili olduğu halde müddet bitmiş fakat hasat yapmamışsa, fiyatın
artışı anından
hasat edeceği vaktin sonuna kadar artış ücrete ilave edilir. Zira o yerin, müstecirin mülkü olan
bir-şeyle
meşgul olması müstecirden başkasına icare
verilmesinin sıhhati-ne manidir.
Eğer orada
bina yapmış veya ağaç dikmişse, bakılır:
Eğer, aylık kiraya verildiğinde olduğu gibi
müddet
bitmişse, icare aktini fesheder. ve müstecir artışı kabul etmezse onu başkasına
kiraya
verir.
Ama eğer
müddet bitmemişse, başkasına icare
vermez. Dediğimiz gibi arazinin müstecirin mülkü
ile meşgul olması başkasına
icare verilmesine manidir. Onun için kira ile ekilmiş tarla meselesinde
geçtiği üzere
artış ücrete eklenir. Şu kadarı var ki
burada artış aktin bitimine kadar azdır. Çünkü
ekinin aksine binanın ve ağacın sonu bilinmez. İşte şarihin Eşbah'a uyarak zikrettiğinin
özeti budur.
Bu da Enfail
Vesail'den. -o da Bedayî
ve başkalarından- alınmıştır.
Açıktır ki artışın ilave edilmesi, ancak müstecirin
râzı olması iledir. Yok eğer razı olmazsa: eğer
bina veya ağacın sökülmesi vakfa zarar
vermiyorsa, sökülmesi emredilir.
Vakfın hakkını korumak
için de başkasına kiraya verilir. Zikredilenlerin hepsi; o yerin ücretinin kendiliğinden artması
halindedir.
Ama mesela içine yapılan binadan dolayı artmışsa böyle
değildir. Çünkü bu durumda
artış kiracının vereceği ücrete eklenmez. Zira artış müstecirin
mülkünden dolayı hasıl olmuştur. Bu
da açıktır.
«Kim fazla
fiyat verirse ona icarlar ilh...»
Beğenilen bu ifadenin hiç yer
almamasıdır. O zaman daha
sonra gelecek izah yerinde olurdu. Nitekim Bahır sahibi vakıf bahsinde böyle yapmıştır. Eşbahta ise
burada olduğu
gibi yer almıştır.
«Müstecire arzeder ilh...» Fasit icârede ise, müstecire arzetmez.
Bazı alimler tarafından fasit icarede
de arzedileceği söylenmiştir. T.
«Yalnız
ilh...» Yani, müddetin başından değil. Eşbah. Aksine vacib olan, sürenin başından fesih
vaktine
kadar, konuşulan ücrettir.
«Delil getirmesi lazımdır ilh...» Yani artışı
inkâr edenin aleyhine delil getirmemesi gerekir. Zira söz
münkirin,
delil getirmek ise davacınındır. Aslolan; mevcudun olduğu
durumda kalmasıdır. Hamevî.
Açıkça bu hüküm Muhammed'in görüşüne göredir. Zira, yukarıda geçtiği gibi Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf'a göre
bir kişinin haber vermesi yeterlidir.
«Ekin sahibinden başkasına kiralaması sahih değildir. ilh...» Yani eğer tarla haklı
olarak ekilmişse.
Ama eğer gasıb ve fasit icare ile kiralayan kimseler gibi
haklı olarak ekilmemişse bir
başkasına
kiraya verebilir. Nitekim Zâhiriye ve Sirâciye'de
de böyledir. Zira bu ekin, kiracıya
teslime mani
değildir.
Bahır. Şarih de bunu ileride zikredecektir. Az sonra metin olarak gelecektir.
«Ziyade vaktinden ilh...» Geçen süre için
akitte konuşulan ücret üzerinden ücret verilmesi gerekir.
«Tarla aylık
olarak kiraya verilmişse ilh...» şarihin bu tabirinde mü-samaha vardır. Çünkü bu söz
gelecek olan «eğer müddet bitmemişse» sözünün
karşılığıdır. Uygun olan, «Eğer süre bitmiş ve
müstecir artışı kabul etmemişse mütevelli, malı
bir başkasına kiraya
verebilir.» demesi idi. Şu kadar
var ki, ay, az bir süre olduğundan sanki bitmiş
gibi kabul edilebilir. Eğer, «Aylık
hesabı ile aylığını
şu kadara kiraya verdim»
dese o ay kira geçerli, diğerlerinde ise
kiralama geçersizdir. Bunun izahı
aşağıdaki bölümde gelecektir.
«Binayı kıymeti ile vakıfnamına alır ilh...» Yani eğer binanın kaldırılması
tarlaya zarar verirsezorla
alır. Nitekim bunun beyânı
az sonra gelecektir.
«Yahut bekler
ilh...» Yani vakıf nazırı buna razı olursa, ve sökmek de araziye zarar veriyorsa.
Burada muhayyerlik hakkı
vakıf nazırınındır. Dilerse cebren temellük eder, dilerse müstecirin
binasının
kendiliğinden yıkılmasını bekler. Binâdan düşen her parçayı da müstecire verir. Nitekim
bu kavil.
şerhlerde de gelecektir. Ama
eğer binanın sökülmesi araziye zarar vermiyorsa, o zaman
muhayyerlik
müstecirindir. Nitekim bunun da izahı gelecektir.
«Kendiliğinden
artarsa ilh...» Şarihin geçen, «Eğer artış ecr-i misl ise (Artış
ile ecr-i misle
ulaşıyorsa)
kavli bu kavle ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü o kavil burada olduğu gibi fetva ve
«muhtar olan»
lafzlanyla kitab'l-vakfta da «Esah»
lafzıyla tashih edilmiştir. O halde
mûtemed olan
her ne kadar İs'af, Tatarhaniye ve Haniye'de, «Ecr-i
misile akit vaktinden itibar edilir,
ondan sonraki
ziyadeye itibar edilmez» kavliyle bunun
hilafına sahip olunmuşsa da mutemet
olan budur. Ancak
sen Hasîrî'den az önce nakl ettiğimiz ziyadeden maksadın ne olduğunu öğrendin.
«Ben derim ki ilh...» Bu bahsin aslını musannıf
Minah da babın başında «Mütevelli onu
daha fazla
fiyatla icare verirse, sahih değildir.»
İfadesi altında zikretmiştir.
«Binâyı vakıf adına temellük eder ilh...»
Yani eğer nâzır isterse. Yok eğer ditemezse müstecirin
binasını
yıkılıncaya kadar bırakır ve enkazını da
maliki alır.
«Nitekim
bütün şerhlerde de böyledir ilh...»
Yani Hidaye, Kenz ve diğer kitapların şerhlerinde.
Bunu
da şarihler gelecek
bölümde «Ancak mal sahibi onun sökülmüş haldeki kıymetini borçlanması
müstesnâ» kavlinin izahında zikretmişlerdir. Bu da gene bütün metinlerin ibarelerinden
anlaşılmaktadır. Kayıtsız zikredilen bu ifade hem mülke, hem de vakfa şamildir. Nitekim
musannıf
bu hususa
dikkat çekmiştir.
«Fetevalarda
nakledilen bunun hilafınadır ilh...» Muhit, Tecnis, Haniye ve İmadiye de
bu fetvalar
vardır. Bu
fetvaların sahipleri şöyle demişlerdir:
«Eğer binanın sökülmesi zarar veriyorsa,
müstecir
onu kendi
başına kaldırmaz. Aksine. ya nazırın
onu vakıf adına temellük etmesine razı olur veya
kendiliğinden
yıkılıp enkazını alıncaya kadar
bekler. Çünkü, nazırın müstecirin rızasını almadan
malı temellükü caiz değildir. »
Şarihin
Feteva-i Müeyyid Zade'den naklen
zikrettiği de fetevalardan yapılan nakillerden birisidir.
Velhasıl; fetva sahipleri «Binayı sökmek araziye
zarar veriyorsa, muhayyerlik müstecirindir.»
demişlerdir. Şerh sahipleri ise, «eğer binayı
sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik nazırındır,
zarar vermiyorsa, müstecirindir.» demişlerdir.
Bu hüküm; bina mütevelliden izin
alınmadan
yapıldığı
takdirdedir. Şayet mütevellinin izni ile yapılmışsa. bu bina vakfın olur. Binayı yapan
müstecir
binaya sarfettiği parayı mütevelliden
alır. Nitekim Ebülleys'in
fetevasında da böyledir.
Zahir olan;
Müştecirin bina için izin istemesi, vakıfa ait olması içindir,
Müstecir eğer kendi şahsı
için yapmış
ve buna şahit de getirmişse, o bina
vakfın olmaz. Nitekim AIIame Kınalızade de böyle
demiştir.
Ben derim ki: Aşağıdaki
bölümde, eğer vakfa zarar vermiyorsa
müstecir bina ve ağacı icare
müddeti
geçtikten sonra ecr-i misille cebren elinde tutabilir.» sözü
gelecektir. Bu kavil, az önce
şerhlerden ve
fetavalardan nakl ettiğimiz kavillere
zıttır. Allah izin verirse, ileride açıklayacağımız
üzere
metinlere de aykırıdır.
MÜHİM BİR
TENBİH :
Kâdî'nın
iznini şart koşmayan alimlerin
görüşüne göre; kadı veya nâzır müstecire gelirinden fazla
olmamak kaydıyla vakfa borç olmak üzere, bir bina yapması için izin verseler, yapılan bina
vakfındır. Bu
uygulamaya memleketimizde mersad deniiir. Nazır müsteciri çıkartmak istediği
zaman, binaya
harcadığını kendisine verir. Açıktır ki, yapılan bina ile ecr-i misil de artar. Zahir olan
müstecirin ecr-i misli tamamlamasıdır. Bu kavil
ile yukarıda Eşbah'tan nakledilen
kavil arasındaki
fark şudur:
Gelecek olan matlabda mersad tabiri izah
edilecektir. (mütercim)
Bu meselede bina vakfındır. O halde ecr-i misil kiracının mülkü sebebiyle
artmamıştır.
Ben fetevâ-i
Hayriyye'de uzun bir
sorunun zımnında saraheten ne kadar fazla olursa olsun ister
binanın
yapılmasından evvel, ister sonra ecr-i mislin verilmesinin lazım olduğunu
gördüm. Müstecir
(binayı terkettiği zaman) da binaya sarfettiğini mütevelliden alır.
Zamanımızdâki uygulama
şöyledir: Adam vakıf arazisini ecr-i misilden çok aşağı bir fiyatla icarlar,
ücretin bir
kısmını verir, bir kısmını da binaya sarfettiğinin karşılığı olarak keser.
Denilebilir ki, zamanımızda yapılan bu icare aktinin cevazı için bir tek şekil
vardır. O da şudur;
başka bir adam vakıf arazisini kiralamak istediği ve
birinci müstecire bina için sarfettiğini verdiği
zaman orayı
ancak (birinci adamın vakfa ödediği)
bu az ücretle icarlar.
Evet, eğer
vakıf zenginleşse ve vakıf nazın birinci kiracının
sarfettiğini ona verse bundan sonra kim
olursa olsun
o malı tamirden sonraki ecr-i misliyle icar eder. Nâzır binaya sarfedileni vermediği
takdirde
vakıf arazisinin ecr-i misli, birinci kiracının verdiği ücret olur. Bu durumda yapılan bu bina
ile kiracının mülkü olan bina arasında bir fark kalmaz.
MEŞEDDİ MÜSKE
Bunlar vakfa
ait özel tâbirlerdir. Hukûku İslâmiyye
ve Istılâhât-ı Fıkhıyye kamusunda (c: 4: 286
ve 4:
292) izah edilmişlerdir. Bu tabirlerin ifade ettiği
manalar özetle şöyledir:
MERSAD: Vakıf malının tamirinden dolayı olan borçtur. Yani tamire ihtiyacı
olduğu halde geliri
olmayan ve tamire kâfi olacak peşin bir
ücretle de kiraya verilemeyen bir vakıf malını, kiracı ileride
vakıftan
almak üzere kendi malından tamir ettirirse kiracının bu alacağına
Mersad denilir. Kiracı bu
alacağını ya
kira bedeli olarak yada
vakfın diğer gelirlerinden tahsil edebilir.
MEŞEDDİ
MÜSKE: Başkasının meselâ bir vakfın arazisi üzerinde olan bir istihkakdır. Yani
başkasına aid bir araziyi sürüp aktarmak onun su yollarını kazarak ıslah etmek üzere o arazide bir
kimseye
verilmiş olan ekme ve sürme hakkıdır.
Bu arazi kirası verildikçe o kimsenin
elinden alınıp
başkasına kiraya verilemez. Bu istihkaka sadece «meşed» ve sadece «müşke»
de denir. Meşed:
kuvvet manasına olan şiddetten alınmıştır.
Müske de: sarılınacak vesika demektir.
Bu araziyi bu
şekilde ıslah edecek
kimsenin elinde güvenebileceği kuvvetli
bir belge bulunacağından dolayı buna
Meşeddi Müske
denilmiştir. Müşke tabiri bazen «kirdâr»! da içine alacak
bir manada kullanılır.
Şöyle ki:
bir kimsenin kiraladığı bir bostanda yaptığı nadasa, tamirata, topladığı çiftçilik aletlerine
yetiştirdiği
sebze ve yoncalara da müske
denilir. (mütercim)
Hanutî'nin
Feteva'sından naklen Hamidiye'nin vakıf bahsinde şu ifadeyi
gördüm: «Vakıf mülkünün
ecr-i misilden aşağı bir fiyatla icarlanması, bir felakete uğraması veya borçlu olması halinde
caizdir...» Bu da bizim yukarıda söylediğimizi doğrulamaktadır. Zira şüphe yoktur ki mersad; vakıf
aleyhine bir
borçtur ve bu sebeble de vakfın icare ücreti
azalır. Teemmül et.
Mülteka
Şerhi'nde Eşbah'tan naklen şöyle denilmiştir: «Vakıf ancak
ecr-i misille icare verilir. Fakat
çok az bir
noksanlıkla ya da kirâlamaya
talip olanların ancak az ücret vermeleri halinde ecr-i
misilden aşağı bir ücretle de icare verilebilir.»
Teemmül et.
Gedik hakkında da hüküm aynıdır. Gedik, kiracının vakfa ait dükkanda masrafını kendi cebinden
karşılayarak
yaptığı şeye denir. Kiracı, yapım tamiri, kilidi ve benzeri şeyler
gibi gerekli olanı
kendisi temin
eder. Ecr-i misil, kiracının
sarfettiği bu parayı ileride vakıf arazisine
sarfedeceği şeye
nisbetle
olur. Kiracının vermiş olduğu bu az
ücret ecr-i misil olur. Bazen de vakfın binası gedik
sahibi
tarafından yapılır. Vakıfda bulunan
kişi onu gedik sahibinden alarak tamir
eder ve müstecire
tahsis eder ve az bir ücretle kiraya
verir. Buna memleketimizde hulüv
denilir. Bunun benzeri
bostanlarda
yapılan mesedd-i müske kıymet hakkında
da söylenir.
Hulüv, Hukuku
islamiyye ve Istılahatı fıkhiyye kamûsunda: «bir akarın evvelce vaz'iyed edilmiş ve
mâlûm bir
bedelle kiralanmış bulunmasına mukabil
olan menfaati mücerrededen ibarettir» diye tarif
edilmiştir.
Bunlar;
çöpleri temizleme, su arkı açmak,
kökü yerde
kalan şeyler ekmek, ağaç dikme ve ekin ekme
haklarıdır. Bunlar sebebiyle yerin ücreti çok
artar. İşte bunlar halkın adet edindiği sonradan ortaya
çıkan şeylerdir.
Dımışk
müftüsü Allame muhakkık Abdurrahman
el-İmâdî efendi kendisine, «örf haline gelen
hulüvv» meselesi
sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: «Umumi hükümler, bazen Nesefî ve diğer
bazı alimlere göre özel bir örfle de sabit olur.
Bu memlekette adet halini alan «ihkâr» do bu
kabildendir.» İhkâr; şudur.
Bir yer ölçülüp yüzölçümü tesbit
edildikten sonra ondan birkaç
metrekare karşılığında muayyen bir meblağ takdir edilip müste |