İCARE KİTABI 1
FASİT İCARE
BABI 1
ECİRİN
(İŞÇİNİN) ZAMİN OLMASI BABI 1
İCARENİN FESHİ BABI 1
METİN
Musannıf hibe
bahsini icare bahsinden öne almıştır. Zira hibe; bizzat
mal, icare ise malın menfaatini
temlik etmektir.
İcâre lügatta; ücret manasınadır. Hayırlı bir amelden dolayı hak edilen şeyin
ismidir. Bundan dolayı
kelime ile dua da edilir. Mesela, «Allah senin ecrini büyük etsin.» denilir.
Şeriatte icare, bir karşılık
mukabilinde maldan kast olunan menfaati temlik etmektir. Birisi
süslemek için elbise ve kapkacak, yedeğinde çekmek için bir at,
oturmak için değil gösteriş için bir
konak.
ihtiyacı olmadığı halde sırf «desinler» diye bir köle kiralasa, bu icarelerin tamamı fasittir.
Onun için
ücret de yoktur. Çünkü bunlar; nesneden
kast olunacak menfaat değillerdir. Bezzaziye.
Tafsilat ileride gelecektir.
Alış verişte
semen, yani bedel olabilen
her şey icarede de ücret
olabilir. Zira ücret de menfaatin
bedelidir. Fakat bunun olduğu gibi aksi söylenemez.
Yani alış verişte semen olmayan her şeyin
icârede de ücret olamayacağı söylenemez. Mesela, muhtelif oldukları takdirde bir menfaat diğer bir
menfaatin
ücreti olabildiği halde satılan bir malın bedeli olamaz. Bu mesele ileride geniş bir şekilde
gelecektir.
Birisi
diğerine. «Şu evi sana bir aylığına
şu kadar lira karşılığında iyreti verdim dese, bu icare olur.
Çünkü bedel
karşılığında iyreti vermek icâre
olur. Ama bunun aksine «karşılıksız olarak kiraya
verdim» dese
bu iare (iyreti vermek) olmaz.
Yine birisi
diğerine, «Bu konağın menfaatini sana aylığı beş dirheme hibe ettim veya kiraya verdim»
dese, bu sözle de icare
olur.
Musannıf;
«Menfaatim bir karşılıkla temkil
etmektir.» sözü ile icarenin rüknünün icap ve kabul
olduğunu
ifade ve ima etmektedir.
İcarenin şartı, ücret ve menfaatin malum olmalarıdır. Çünkü bunların bilinmemesi nizaya sebep olur.
İcarenin
hükmü, yani üzerine terettüb
eden eseri ise, tarafların an be-an aldıkları şeylerin
mülkiyetine
sahip olmalarıdır.
İcare de, alım-satım akdi gibi icap ve kabul
olmaksızın bedelleri alıp vermek suretiyle de münakit
olur mu?
Hülasa sahibinin sözlerinin zahirine göre; müddet malum olursa, olur.
Yalnız bu ev ve
benzeri
şeylerdedir. Bezzâziye'de ise, «Eğer
icâre müddeti kısa olursa, sahih olur. Yoksa, sahih
olmaz.»
denilmiştir.
Evde şu kadar
müddet oturmak, tarlayı şu kadar
müddet ekmek gibi. İcare müddetinin açıklanması
ile menfaat
de açıklanmış olur. Müddet ister kısa
olsun, fark etmez. «Ben sana şu mülkü veya şu
şeyi yarından itibaren icare verdim.» demesi
gibi gelecek bir zamana izafe edilmesi de caizdir.
İcarenin gelecek bir
zamana izafesi halinde izafe edilen günden önce kiraya verenin
icarlanan şeyi
satması meşrudur. Bu durumda icare de batıl olur. Fetva da bu kavle göre verilir. Haniye.
Vakfa ait arazilerdeki kira süresi üç seneyi,
konak ve dükkan gibi mallarda ise bir seneyi aşamaz.
Nitekim bu
Vakıf bahsinde geçmiştir. Vakıf mütevellisi icare müddetini söz konusu sene fazlaya
çıkarmak isterse,
bunun şer'î hilesi şudur: Her sene için icare
ücretini tespit ederek ayrı
ayrı
akitlerle her sene için akit yapılır. Bu durumda birinci akit bağlayıcıdır. Çünkü o hemen başlar.
Diğer akitler işe geleceğe
izafe edildiğinden dolayı bağlayıcı değildir, mütevveli bu akitleri
feshedebilir.
Haniye.
Yine Haniye'de şöyle denilir: «Vâkıf, vakıfta bir kira müddeti şart koşmuşsa, onun koymuş olduğu
şarta uyulur.
Ancak o müddetten fazla kiraya vermekte
daha fazla fayda varsa, mütevelli değil, kadı
daha fazla süre icare verebilir. Çünkü onun velâyeti umûmidir.
Ben derim ki: Vakıf bahsinde ifade ettiğimiz gibi:
fetva, ayrı ayrı akitlerle de olsa uzun süreli
icarelerin batıl oluşu üzerinedir. Mesele yakında metin olarak gelecektir.
Oraya müracaat edilerek
öğrenilmelidir.
O halde
mütevelli, vakfı anılan müddetten daha
uzun bir süre için kiraya verse, icaresi
sahih
değildir. İcare, müddetlerin tamamında feshedilir. Çünkü
akit bir kısmında feshedildiği zaman,
tamamında
feshedilmiş olur. Feteva-yı
Kariü'l-Hidaye. Enfeu'I Vesâil'de zikrolunduğuna
göre
musannıf da
bunu tercih etmiş ve vakfa veya
yetime ait bağların müsâkat (ortaklık)
yoluyla
tutulmalarının
fasid olduğunu söylemiştir.
İZAH
Ben derim ki: Allame
Abdülkadir Turi'nin Bahır Tekmilesinde,
«Musannıf icare kelimesi yerine
el-îcar deseydi
daha iyi olurdu. Zira tarif edilen;
menfaatlerin satışı olan icaredir. «Ücret anlamına
gelen icaret değildir.» demiştir.
Kâdî zade de şöyle
der: «Lügatta, icarenin mastar olduğu duyulmamıştır. âcerehü denildiği zaman
ücretini
verdi anlaşılır.»
«Hibe
nesnenin temliki... ilh...» Yani, malların kendisine ait
konular menfaatlere takdim edilir. Ayrıca
hibe karşılıksızdır. İcare ise bir bedel karşılığı yapılan akittir. Her zaman yokluk
varlıktan öncedir.
Sonra icarenin sadaka konusu ile özel bir
münasebeti vardır: Her ikisi tarafları bağlayıcı olarak vaki
olurlar.
Bunun için de icareyi sadakanın peşinde getirmiştir.
«Temlik ilh...» Bu kelime hem ayn, hem de menfaatin satışına
şamil olan bir cins isimdir. Ayrıca
efrâdını cami olduğu gibi ağyarında da mani bir kelimedir. O halde, ariye de bu tarife girmektedir.
Çünkü o da
bir menfaati temliktir. Nikah da bu ifadenin şumûlüne girer. Çünkü o da bir çeşit
temliktir.
«Menfaat
ilh...» Bu kelime ile malın kendisinin
temliki tariften çıkmaktadır. Musannıfın «karşılıkla»
demesi de tarifin tamamlayıcısıdır. Turî.
Minah'ta
şöyle denilir: «Musannıfın buradaki
icare tarifi fukahanın; «İcare,
bilinen bir menfaati belli
bir karşılıkla temlik
etmektir» sözünden daha kabule şayandır. Zira fukahanın tarifini sahih icarenin
tarifi
saysak, fasit şart sebebiyle fasit
olan icareye ve aslen şayi bir ortaklıkla ortakolan malın
icâresinde de şamil
olacağı için ağyarını mânî
olmaz. Bu sözü daha umumi bir tarif
saysak, o
zaman menfaat
ve ıvazın «mâlûm» ile kayıtlanması
doğru olmaz. Bu muhtasarda Dürer'e
uyularak
seçilen tarif genel bir tariftir. Ama
bu uygun değildir. Zira, mezhep imamlarının tarif ettikleri icare
şer'î icaredir. O da ancak sahih olanıdır.
Fasit ise onun zıddıdır. O halde tarif fasit icareyi içine
almaz.
Mebsut'ta
şöyle denilmektedir: «İcare aktine konu olan şeyin kullanma müddeti, icâr mesafesi
ve işi
açık bir şekilde nizâya meydan vermeyecek şekilde
bildirilmesi gerekir. Bunları bildirmek nasıl
lazımsa akitte bedelin bildirilmesi de lazımdır.
Eğer bunlar bildirilmezse, yapılan akit Bedayî'de
beyan edildiği üzere abes olur. Ayrıca
bilinmeyen bir bedelle, temlik
olmaz. Şurunbulâliye.
«Nesneden kastolunacak ilh...» Yani şeriata ve
akıl sahiblerine göre. Ama musannıfın
ileride
zikredeceği (süslenmek elbise kiralama v.s.)
bunun hilafınadır. Çünkü her ne kadar müstecirin
maksadı bunlar ise de onda bir fayda yoktur ve şer'î maksatlardan değildir. Bu
söz, başkası için
bile olsa maksût olan her şeye şamildir. Nitekim ileride, Bahır'dan «Sabah
ve akşam istirahatı için
bir arazinin
kiralanması caizdir. Çünkü onun asıl
maksadı ziraattir.» kavli nakledilecektir. Bu, araziyi
ekmek mümkün olmadığı zaman, icârenin sahih olması için bir çaredir.
«Onun da
elbisesi, konağı, atı, kölesi vardır ilh...» Bu meseleler metin olarak gelecek babta
zikredilecektir.
«Ücret de
yoktur ilh...» Zikrettiğimiz şeyleri kullansa
bile yine ücret yoktur. Fukahanın «fasit icarede
de faydalanmakla
ücret gerekir» sözünün yeri menfaatin
bizzat kasdedildiği hususlardadır. T.
Hülasa'da sayılan
meselelerde ücretin gerekmemesi şu şekilde kaydedilmiştir: «Ancak, icarlanan
nesne bazen de ondan faydalanılsın
diye icarlanırsa o zaman ücret vardır» Bu bahis daha geniş
olarak gelecektir.
«Alış verişte bedel ilh...» Bu söze aynlar da girer. (ayn da ücret olabilir.) Zira aynlar trampa yollu
satışda bedel olabildiği için icarede de ücret
olabilir.
«Menfaatin
semenidir ilh...» Yani menfaat. ayna tabidir. Asl'a bedel,
olabilen teb'a da bedel olabilir.
«Bunun aksi
söylenmez ilh...» Musannıfın burada
«külli» ile kaydetmesinin sebebi: buradaki aksın
mantıkî akis değil, lügavi akis olduğunun anlaşılması
içindir. Mantıkî akis, kaziye-i mucibe-i
külliyenin
aksi mucibe-i cüz'iyedir. Zira ücret olmaya elverişli olan bazı şeyler, semen olmaya da
elverişli
olur.
«İare ettim ilh...» Bu sözle ve sulh lâfzı ile de icare
akti yapılabilir.
Nitekim bunu Hulvanî de
zikretmiştir.
Zahir olan görüşe göre; vakit tayin edilirse, bey'e
(satmak) lafzı ile de icare aktedilir.
Bahır'da
belirtildiğine göre; İmam Kerhi de bu görüşe dönmüştür. Şu kadar var ki
Şurunbulâliyye'de: Burhan isimli kitapta, icare aktinin bey'e lafzı ile yapılamayacağı söylenerek,
«Falan şeyin
menfaatlerini sana sattım.» demek ile
de icare akti yapılmaz, zira olmayan
bir şeyin
satışı
batıldır. O halde olmayan
bir şeyi. «sattım», «aldım» kelimeleri ile
temlik etmek sahih
değildir.»
demiştir. Bunun benzeri Haniye'den de
nakledilmiştir.
«Aksi bunun hilafınadır ilh...» Yani bedelsiz icare, iare olarak aktedilmez. Bezzâziye'de şöyle
denilmektedir: «Adam
birisine, «Şu evimin menfaatlerini bir seneliğine karşılıksız olarak sana
kiraya verdim» dese, ariye değil, fasit bir icare
olur.»
Minah'ta da
Hâniye'den naklen şöyle denilir: «Adam, «Şu evi sana karşılıksız olarak
kiraya verdim»
dese, bu ariye
olmaz, fasit icare olur. Aynı şekilde bir kimse; «Şu
nesneyi sana karşılıksız olarak
sattım.» derse hibe değil batıl veya fasit bey' (alım
satım akdi) olur.
Bahır'ın
ariye bahsinde Haniye'den nakledilen şu ifade
Minah'daki yine Haniyeden nakledilen
ifadeye
muhaliftir. «Şu evi sana karşılıksız
olarak bir aylığına kiraya verdim» demiş olsa, o iare
(iyreti) vermek olur. Eğer «bir ay» kelimesini zikretmezse, iare olmaz.»
Tatarhaniye'de
de şöyle denilmiştir: «Bu, fasit icare olur. Bunun aksi de
söylenmiştir.» Daha önce
ariyet
bahsinde anlattıklarımıza bakınız.
«Bu konağın
menfaatini sana aylığı beş dirhem karşılığında hibe veya icar ettim ilh...» Metindeki
ibare Bahır'da da vardır. Ancak, Bahır'da bundan
sonra şöyle denilmektedir: «Ben şu
konağın
menfaatlerini
sana bir aylığına şu kadar para ile kiraya
verdim.» demek suretiyle akdi menfaatlere
izâfe ederse caiz olmaz. Ana akid, aynı
malın kendisine izafe edilirse sahihtir.
Bahır'daki
ifade ile metindeki ifade orasında bir çelişki var. Şu
kadarı var ki, Remli, «Bezzaziye
ve
birçok
kitapda bu konuda iki görüş zikredilmiştir.» Şurunbulâliye'de de Bürhan'dan naklen şöyle
denilir: «Ben onun menfaatlerini icare verdim. dese akit yapılmaz. Çünkü menfaat, elde olmayan bir
şeydir. Aktin, ancak ayn üzerinde icare edilmesi
caizdir. O da burada mevcut değildir.
Bazı alimler
de. «Akit menfaate izafe edilse. de olur,
zira icare aktini ayna izafe etmek, maksadı
yerine getirmek
demektir.
Zaten icareden de maksat, aynın menfaatleriyle menfaatlenmekdir.» derler.
Bu ifadeden
anlaşılan; musannıf ve şarihin kabul ettiklerinin
aksi tercih edilmiştir. Bunun için de
Zeylaî yalnız o görüşü zikretmiştir.
«Rüknün icab
ve kabul ilh...» İcap ile kabulün kendileri ve vasıflan hakkında söylenecek şeyler
bey'deki icab
ve kabul esnasında söylenenler gibidir. Bedaîc.
Turi'mn
Tekmilesi'nde Tatarhaniye'den
naklen şöyle denilmektedir: «İcare akdi
sözle yapılabildiği
gibi sözsüz
de yapılabilir. Meselâ adam bir seneliğine bir ev kiralasa, müddet
dolduktan sonra mal
sahibi müstecire; «Bu gün evi boşaltacaksın. Eğer
bugün boşaltmazsan aylığı bin liradır.» dese, o
zaman kiracı eşyasını taşıyabileceği kadar bir süre ecr-i misille oturur. Eğer çıkmazda
bir ay
daha
oturursa, O
zaman ev sahibinin dediği meblağı vermek zorundadır.»
«Şartı ilh...» Bu şaıt birkaç çeşittir: Bazısı ini'kat şartı; bazısı geçerlilik şartı, bazısı sıhhat ve bazısı
da lüzum
(bağlayıcılık) şartıdır. Bunların
tafsilatı Bedai'de vardır. T.
«Ücret ve
menfaatîn malum olmaları ilh...» Ücretin malum olması, «Şu kadar dinar veya dirhemle»
diye sarih olarak ifade edilmesidir.
Buradaki dirhem ve dinar, memlekette kullanılan paradır. Eğer
bir memlekette çok çeşitli
paralar kullanılıyorsa, o zaman
bunlardan birisi açıklanmadıkça
icare
fasit olur.
Eğer icare; tartılacak,
ölçülecek veya sayılacak bir cins
karşılığı yapılıyorsa, o zaman şart; bedelin
miktar ve
sıfatının beyan edilmesidir. Eğer
ücretin taşınması külfet ve masrafı
gerektiriyorsa Ebû
Hanifeye göre ücreti teslim mahallinin de beyan
edilmesi gerekir. Eğer taşınma külfeti
gerektirmiyorsa
malın nerede verileceğini beyan etmeye ihtiyaç yoktur.
Eğer ücret elbise veya
meta olursa, o zaman müddetin ve
meblağın işaretle tayin edilmemişse
malın
vasfının beyan edilmesi lâzımdır.
Ücret hayvan ise;
ancak muayyen olduğu takdirde caizdir.
Bahır. Özetle
Menfaatin
malum olmasına gelince: Onun izahı metinde yakında gelecektir. Bu sebeple burada izah
etmiyeceğiz.
«An be an ilh...» Çünkü menfaat iki ayrı zamanda aynen kalmayan bir
arazdır. Menfaatin oluşu bu
şekilde olduğu için adaleti sağlamak için ücrete de peyder pey sahip olunur. Mal sahibi,
kiraya
verdiği malın
kira bedelini hemen talep edemez. Ancak, kasdedilen menfaatten istifade edildiği
zaman ücret
talep edebilir. Mesela, icarlanan
bir toprak veya bir bina ise, bir gün dolduktan sonra,
binek ise bir merhaleyi geçtikten sonra ücreti talep edebilir. Tafsilatı ileride
gelecektir.
«Teati (sözle
icap kabul bulunmadan malı alıp, ücreti vermek suretiyle) ile münakit olur mu ilh...»
Vehbaniye'de
«Fakihler çömleklerde teati ile akti caiz görmişlerdir.»
denilmektedir.
Şurunbulaliye'de
'ise şöyle denilir: «Mesele Zahîriyye'de şu şekilde
ifade edilmiştir: Adamın biri
diğerinden
lâlettayin çömlekler kiralasa, bu icare
caiz değildir. Çünkü çömlekler arasında
büyüklük
küçüklük farkı var-dır. Ama kiracı «Çömlekleri önceki ücretle kabul ediyorum.» dese, caizdir. Bu,
teati ile
yeniden akdedilen bir icare olmuş olur. Vehbaniye'nin nazmında; «teati ile yapılan icarenin
çömleklere tahsis edilmesi nakle uymak içindir. Yoksa teati ile icare
çömleğin dışındaki mallarda
da olur»
denilmektedir. Bezzaziye'de de, «İcare, müddeti uzun olmazsa teati ile münakit olur. Uzun
olursa olmaz.
Zira, müddet uzun olursa ücret bilinmez. Çünkü ücret senede bir danik {bir ölçü) veya
az yada daha
çok olabilir.» denilmiştir.»
Tatarhaniye'de
Tetimme'den naklen şöyle denilir: «Ben İmam Yusuf'a, «Adam gemiye biniyor,
yarasını
yardırıyor, hacamat aleti ile kan aldırıyor veya hamama girip yıkanıyor yada sakadan
su
içiyor sonra
ücreti, suyun parasını veriyor, bu
caiz midir?» diye sordum «İstihsanen
caizdir. Daha
önceden bir akit yapmaya
da ihtiyaç yoktur.» dedi.»
Ben derîm ki: Bizim yukarıda söylediğimiz «sözsüz
olarak teati yoluyla icare akdi yapılır.» sözü
icârenin bu kısmını ifade etmektedir. Eşbah'tan
naklen çeşitli meseleler bahsinde,
«İcarede sükut
rıza ve
kabuldür.» sözü gelecektir.
Zâhidi'nin
Hâvisinde remz olarak şöyle
denilmektedir: «Bir adam vakıf kayyumundan bir ev
kiralasa, ve orada otursa, sonra akti yenilemeden ikinci sene de otursa, kayyum ikinci sene için de
biraz ücret
alsa, onunla yalnız aldığının hissesinde değil, senenin hepsinde icare
akti yapılmış
olur.» Bunun
benzeri Kınye'de: «İcarenin bitimi icare müddetinin bitimin-den sonradır ve akitsiz
olarak ücretin gerekli olacağı» babındadır.
Hamidiye.
«Hülasa sahibinin sözünün zahirine göre evet ilh...» Hülâsa'nın ibaresi Bezzaziye'nin biraz önce
zikrolunan
ibaresi gibidir. «Müddet malum olursa ilh...» Bunun doğrusu «müddet» değil, ücrettir.
Minah'ta,
Hülasa'da ki ibâre nakledildikten sonra şöyle denilmektedir:
«Bunun ifade
ettiği şudur: Eğer uzun süreli icârede müddet malum olursa. teati
ile de münakit olur.
Zira onun
münakid olmamasının illeti, ücretin belli olmayışı olarak kabul edilmiştir.»
«Bezzazîye'de
ilh...» Bu söz; her ikisinin ibaresi aynı olduğu halde sanki Hülâsadaki
ibarenin farklı
olduğu
intibaını veriyor. Uzun süreli icarede -ileride beyanı geleceği gibi- ücret malumdur. Yalnız
son senenin
haricinde az bir şey
karşılığında olmaktadır.
«İcare müddetinin ilh...» Zira müddet malum olduğu takdirde menfaatin miktarı da malum
olmaktadır.
«Uzun bile
olsa ilh...» Yani icarede öyle uzun bir zaman konuşsalar ki, mucur ile müstecirin âdeten
o kadar
yaşamaları mümkün olmasa bile, yine
caizdir. Hassaf da bunu ihtiyâr
etmiştir. Alimlerin
bazıları ise bu kadar uzun bir müddet konuşmaktan men
etmişlerdir. Bahr. Metinlerdeki ifadelerde
herhangi bir
kaydın bulunmayışı birinci görüşü tercih etmektedir.
«O gün
batması meşrudur ilh...» Yani icare vakti gelmezden önce. Bir da icarenin bir zamana izafe
ile münakit,
fakat bağlayıcı olmamasına binaendir. İşte bu da iki tashihten birisidir.
Bu durumdaki
icârenin bağlayıcı
olmadığını; «Fetva bu kavil üzeredir.»
sözü teyid etmektedir. Nitekim çeşitli
meseleler bahsinde gelecektir.
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Eğer ertesi güne
izâfeten icâre edilip de, satılan mal, herhangi bir
sebepten
dolayı malikin mülküne dönmüş olsa,
icare avdet etmez. Ama eğer bir ayıp sebebiyle,
hâkimin hükmü
ile reddolunmuş olsa veya sahibi hibe
edip, hibeden dönse eğer bunlar izafe ettiği
gün gelmeden
önce olursa avdet eder.»
«Vakıflarda ilh...» Cevhere'de beyan edildiği üzere
yetim çocuğun tarlası da vakıf
gibidir. Bahır
sahibi ve
musannıf da bununla fetva vermişlerdir. Fukahanın
sözlerinin ekserisine göre muhtar ve
müftabih olan
da budur. Zira her ikisinde de illet aynıdır. Bu illet, uzun süreli icare ile
her iki
toprağın
mülkiyet iddiasından korunmasıdır. Hattâ
bu daha evladır. Remli. Bunun benzeri
Haniye'den naklen de gelecektir.
Kâzrûnî'nin Feteva'sında,
şeyhi Hanefiiddin el-Mürşidî den naklen
şöyle denilmektedir «Hazine
arazisine gelince:
fakihlerin her hangi bir kayıt
koymayışı onun da kiraya verilmesinin caiz olmasını
gerektirir.
Fukahanın, İmam'ın hazine arazisindeki
iktâ ve satış gibi tasarruflarının cevazı
konusundaki
müsamahaları hazine arazisinin kiraya
verilmesinin de caiz olmasını ifade
eder.
«Özetle şu kadarı var ki Remlî'nin haşiyesinde «hazine arazisi, yetim malı gibidir.» denilmiştir.
Hamidiye'de
de uygun olanı Kazrunî'nin dediğidir.» denilir. Hayriye'de de, «Hazine arazisinde
müebbed vakıf
hükmü cari olur.» denilmektedir.
«Üç seneyi
ilh...» Yani vakıf arazisi üç seneden fazla kiraya verilemez. Bu, kiraya
verenin vâkıfın
kendisi olmadığı takdirdedir. Ama vakf eden, kendisi
kiraya
verirse, üç seneden fazla bir müddet
için de verebilir.
Kınye'de şöyle denilir: «Vâkıf. vakfettiği araziyi on seneliğine
kiraya verse ve beş sene geçtikten
sonra ölse. ondan sonra da o vakfın sarf yeri başka
bir cihete intikal ederse,
icare müddeti sona
ermiş olur.
Daha evvelki kiracı geriye
kalan beş senelik ücreti ölen vâkıfın terekesinden alır.» T.
Seriyüddin'den
naklen.
Ben derim ki: Bu konuda söylenecek şeyler var, şarih
fesih babının sonunda bunu zikredecektir.
«Vakıf babında geçmiştir ilh...» Yani Vakıf
bahsinde metin olarak geçti. Şarih orada şöyle demişti:
«Eğer maslahat onun hilafına ise müstesnâ (o zaman konak ve hanı da bir
seneden fazla bir
müddet için
kiraya verebilir) Bu da zaman ve yere
göre değişen şeylerdendir.
Musannıfın
burada böyle blr istisnâ anmadan
mutlak söylemesi metinlere uymak içindir. Hidaye'de
de muhtar
olan budur.» denilmiştir.
Şarihin Vakıf bahsinde söylenene uyarak yaptığı yorum Sadru's Şehid'in
verdiği fetvânın ta
kendisidir.
Muhit'te de: «Bahırda da belirtildiği gibi fetva için seçilen görüş budur.» denilmiştir.
«Hilesi ilh...» Yani vakfın kayyumu vakfı uzun bir zaman için kiraya vermeye
ihtiyaç duyduğu zaman.
«Müteferrik
akitlerle ilh...» Haniye'nin ibaresi de bunun aynıdır.
Haniye'de şöyle denilir: «Senede
şöyle yazılır: Falan oğlu falan şu tarlayı veya şu binayı otuz seneliğine otuz akit ile icarlamıştır.
Her
senenin akti şu kadardır. Bunların bazısı bazısının
şartı değildir.»
Bakılsın: Her sene için müstakil bir akit
şart mıdır, yoksa «Ben otuz akitle
otuz seneliğine icar
ettim.» sözü
akdin tekrarı yerine kaim olur mu? Zahir olan, birinci görüştür. Yani her sene için
ayrı
bir aktin
yapılmasının şart olduğudur. Zira musannıf
«Bunun hilesi, ayrı ayrı akitler yapılmasıdır.»
demiştir.
«Her sene için ilh...» Ben diyorum ki, musannıfın burada «sene» ile kaydetmesi hem arazide hem
de diğer mallarda sahih olması içindir. Yoksa
mutlaka lüzumlu olduğu için değildir.
Zira, arazide
her akti üç sene için yapması caizdir. Arazide
dört veya daha fazla sene için
arazinin dışındakilerde
ise bir seneden fazlası için akit yapılması sahih
değildir. Zira o takdirde boş vurulan
çare fayda
vermez.
«Diğer akitler ilh...» Bu söz, müfabih olan «İzafe
lüzumlu değildir.» kavline göredir.
Nitekim
musannıf bunu
yukarıda zikretti, ileride de
gelecektir.
«Vakıf bir
müddet şart koşarsa uyulur
ilh...» Yâni vâkıfın koymuş olduğu şarta uyulur.
«Ancak uzun süreli kiraya vermek daha faydalı
ise ilh...» Yani halk, onu bir seneliğine kiralamak
istemezlerse bir seneden fazlasına kiraya verilmesi
vakıf için daha hayırlı, fakirler için
daha
menfaatli ise, o zaman mütevelli değil, Kadı onu icare verebilir. İs'af.
«Kadı icare verebilir ilh... » İs'af isimli eserde şöyle
denilmiştir: «Bir kimse vakfettiği malın vakıf
senedinde; Ancak
fakirlere daha menfaatli olursa bir seneden daha uzun
müddet kiraya verilebilir.»
kaydını koymuşsa, o zaman vakıfın izni bulunduğundan, fakirlerin menfaati daha fazla ise, meseleyi
Kadı'ya götürmeden bir seneden fazlası için
icare verilebilir.» Çünkü bu konuda
vâkıfın izni vardır.
«Vekaleti umumi olduğundan iIh...» Zlra, Kadı fakirlerin, gaiblerin ve
ölülerin hakkını gözetme
velayetine sahiptir. İs'af.
Zâhir olan şu
ki; eğer Kadı mütevelliye izin
verirse. sahih olur.
«Ben derim ki ilh...» BIr vakıf malını uzun süre için kiraya vermenin çaresi bir Hanbelînin hüküm
vermesidir.
Nitekim zamanımızda da böyle yapılmaktadır.
«Müddetlerin
tamamında feshedilir ilh...» Yani yalnız fazla olan senede değil.
«Çünkü akit
bir kısmında fesh olursa, hepsinde münfesih olur ilh...» Bu kavil.
Haniye'de üstün
görülen
kavildir. Minah'ta da şöyle denilmektedir: «Kâdîhan'ın
Fetevasında şöyle denilir: «Vasî,
yetimin
toprağını üç sene gibi uzun bir müddet
için kiraya verse veya yetimin
malı ile yetime yine üç
seneliğine gibi uzun bir müddet için bir tarla kiralasa
o icare caiz değildir. Küçük çocuğun
babası
ve vakfın mütevellisi de vasi gibidirler. Zira, bu anlaşmada icare malından az bir şey ilk senelerin
çoğu ise son senelerin karşılığında kılınmaktadır.
Yetimin veya vakfın tarlasını kiraya vermek,
birinci senelerde, ücret, ecr'i misilden az
olduğu için câiz olmaz. Bura göre yetim veya vakıf için bir
yer icarlamış olsa,
bu da son senelerin icare ûcreti ecr-i mislinden daha fazla
olduğu için sahih
olmaz. Akit, müddetin bir kısmında fasit olduğu zaman, acaba yetim ve vakfa faydalı olan kısmında
sahih
olabilir mi? Uzun süreli icareyi bir tek akit kabul edenlerin görüşüne göre sahih olmaz. Uzun
süreli icareyi bir kaç akit kabul edenlere göre ise yetim ve vakfa hayırlı olan kısmında sahih zararlı
olan kısmında ise sahih
değildir. Bence doğrusu
sayılan suretlerin hepsinde aktin
fasit olmasıdır.»
Musannıfın
«üç sene» sözünden maksat, her biri üçer sene olan akitlerdir.
Sözün başı ve sonu
buna delalet
etmektedir. Düşün.
«Musannıf
Enfail Vesail'de ilh...» Yani, arazide üç seneden fazla
olan, diğer vakıf mallarında da bir
seneden fazla olan müddetler feshedilir. Bunlar ister
bir akitle, ister ayrı ayrı akitlerle yapılsın.
Hattâ, meselâ: bir arazi bir akitle dört seneden fazla bir
sûre için icare verilse, üç senesinde
sahihtir.
Kalanında ise fesh olur. Bu fesih vakıf nazırının talebine muhtaç mıdır, yoksa fazla
müddetin
girişi ile kendi kendine münfesih olur mu? Zahir olan: nazırın talep etmesinin gerekli
oluşudur. Bu
bahsin tamamı Enfail Vesail'dedir.
Ben derim ki Şu kadar var ki. Birî'nin şerhinde, Hizanetü'l-Ekmel'den naklen
şöyle denilmektedir:
«Vakıf olan bir evi otuz seneliğine beher seneliği bir ölçek buğdayla icarlamış
olsa, o icare sadece
bir sene için sahih, kalanında batıldır.»
Bunun benzeri Ebû Cafer'e isnadla Telhisü'l-Kübra'da da
vardır. Bu
ibarenin gereğine göre vakıf nazırı
taleb etmese de bu icare akti bâtıldır.
«Fesadını ifade etmiştir ilh...» Yani musannıf. Haniye'nin ibaresinden sonra şöyle demiştir: «Ben
derim ki, bundan
anlaşılan yapılan icare akti de fasittir...»
METİN
Adam vakıf
arazisinin ağaçsız kısmını büyük
bir meblağ ile icarlasa, sonrada,
o yerin ağaçlarına
binde bir
sehimle sulayıp baksa, onun icârede payı vardır.
Müşâkât da değil. Bu, ifade ediyor
ki,
müşâkât (ağaçların bakımı karşılığında meyvedeki ortaklık) fasittir. Çünkü bunların her
birisi kendi
başına birer akittir.
Ben derim ki: Fukaha fasit alış verişler bâbında fesadın
başka akitlere sirayet etmesini üzerinde
icma edilen kuvvetli
fesat ile kayıtlamışlardır. Bu, köle ile hürrü birlikte satmaya benzer. Burada
hürrün
satışının fasit oluşu kölenin satışına da sirayet eder. Ama zayıf fesad sadece kendi
mahalline mahsus kalır.
Başkasına sirayet etmez. Meselâ, adam halis köle ile müdebber
köleyi bir
akitle satmış olsa, müdebber kölenin satışının
fesadı zayıf olduğundan yalnız
kendisinde kalır, hâlis
kölenin satışını etkilemez. Düşün.
Yine fukaha
bunu. sonradan meydana gelen fesaddan saymışlardır. Dikkatli
ol.
Osmanlı ülkesinde yaygın
olan şöyle bir uygulama var: Ölen Zeyd'in
vasîsi Zeyd'in terekesinden bir
arsayı onun
mülkü zannıyla, Zeyd'in borcunu
ödemek üzere satsa, sonra da o arsanın bir kısmının
mescidin
vakfı olduğu ortaya çıksa, kalan
kısmın satışı sahih midir? Bazı alimlere göre, sahihtir.
Diğer
bazılarına göre ise, sahih değildir. Bir alim de bu mesele hakkında bir risale telif etmiştir. Bu
risalanın hülasası, birinci
kavlin tercihidir. Yani bu satış
sahihtir.
Cevahirü'l-Feteva'da
şöyle denilir: «Vakıf olan bir arsayı
birinci üç seneliğine icarlasa ve, icare
senedinde
«Birbiri arkasına olmak üzere otuz
akitle icarladım.» yazsa, bu icare sahih değildir.
Sahih olan
görüş budur, Evkafın korunması için
fetva buna göre verilir.»
Cevahirü'l-Feteva'nın
sahibi daha sonra da şöyle demektedir: «Eğer bir Kadı bu
icarenin sıhhatine
hüküm
verirse, bu hüküm caiz olur ve
ihtilaf'da ortadan kalkar.»
Ben derim ki: İleride geleceği
üzere; mütevelli ve vasi, vakfı veya
yetim malını ecr-i mislinden az bir
fiyatla kiraya verseler, müstecirin ecr-i mislin tamamını vermesi gerekir
ve vakfa en menfaatli olanı
yapar.
Hâniye'nin sulh bahsinde şöyle denilir: Akde bitişik müfsidden dolayı kiralanan
malın bir
kısmındaki akit fasit olursa. O malın tamamında da
fasit olur.»
Menfaat
(kiralanan malın menfaati) işin beyanı ile de bilinir, kuyumculuk, boyacılık,
terzilik gibi
cehaleti kaldıran şeylerle menfaat bilinir.
Bir hayvanın binek için kiralanması halinde
binilecek vaktin ve yerin beyan edilmesi de şarttır. O
halde, bu tür
bir icârede yer ve vakit konuşulmazsa o icare fasit
olur. Bezzâziye.
Menfaat
işaret ile de bilinir. Mesela. şu
buğdayı şuradan şuraya
taşı denilmesi gibi.
Ücret, akit sebebiyle
lazım olmaz. O halde ücretin hemen teslim edilmesi akitle gerekli değildir.
Ancak, müstecir isterse
veya hemen başlayan geçerli icarede şart
kılınırsa. o zaman ücret akitle
birlikte
verilir. Gelecek senelere izafe
edilen akitlerde ise ücret peşin verilmez. Mesela. yarından
itibaren icarlayacağı
bir konağın icare ücretinin hemen verilmesi şartı koşulsa mal sahibi bu ücrete
mâlik olamaz.
Bazı alimler, uzun süreye bağlanan icâreyi bütün
hükümlerde değişik akitler gibi saymışlardır.
Ancak, bit'
rivayete göre bu icarede ihtiyacı için ücretin peşin verilmesinî şart koşarsa.
ücreti
alabilir. Bu
görüşle de fetva verilir. Şurunbulalî,
Şerh-i Vehbaniye.
Ücretin peşin
alınabilmesi için birde maldan faydalanmak veya faydalanmak imkanının
olması
şarttır.
.Ancak Eşbah'ta zikredilen üç mesele bundan müstesnâdır.
Musannıf
«menfaat imkanı» sözüne binâ ederek şöyle demiştir: İnsan, kiralayıp da
teslim aldığı
evde oturmasa
dahi, kirayı vermesi gerekir.
Çünkü faydalanması her zaman için mümkündür. Bu
hüküm sahih icareler içindir.
Fasit icareye
gelince, onda ancak faydalanmakla ücret verilir. Nitekim İmadiye'de
de bu
kasdedilmiştir.
Is'af'taki ibarenin zahiri ise, fasit icarede maldan faydalanmadan
ücretinin verilmemesi hükmünden
vakfı istisnâ
etmiştir. Vakıf malı kiraya verildiğinde
icare fasit de olsa yararlanma imkânı oldukça
ücretini
vermek gerekir. Eşbah'ta da böyle
denilmektedir.
İZAH
«Ağaçsız olan kısmını ilh...» Yani,
tarlanın ağaç bulunmayan yerini. Yukarıda geçtiği üzere ağaçları
kiraya vermek sahih
değildir. Çünkü icare, menfaati temliktir. O halde, bir malın kendisinin
tüketilmesi
üzerine îcare batıl olur.
Remli: «Süt annesi kiralama bahsinde şöyle bir ifadenin geleceğini söyler: Nesnelerin
istihlâki
üzerine
yapılan icare akti; -bir ineği sütünü içmek için icar etmek gibi- sahih
değildir. Bir bahçenin
meyvesini yemek
için icarlamak da bunun gibidir.
Remlî, sözlerinin devamında da şöyle demektedir: «Bu naklettiğimle, çîftçilerin elinde bulunan
arazi
ve köy gibi yerleri icarlamanın hükmü de bilinmiş olmaktadır. Bu arazilerden
havacı mukasemeye
tabi olanlar
bu hükümde değildir. İcarların batıl oluşunda şüphe yoktur. Ben, defalarca böyle fetva
verdim.»
«Büyük bir meblağ ilh...» Yani hem yerin ücretine hem de o ağaçların meyvesinin bedeline denk bir
miktar ile..
«Ağaçlarını müsâkat ortaklığına tutsa
ilh...» Yani icare aktinden evvel
ortağa verilmişse. Yok eğer
icare aktinden evvel
olmazsa, zaten arazi başka birinin
hakkı ile meşgul olur ki, bu zaten sahih
değildir.
Nitekim ileride gelecektir.
Bezzaziye'nin,
Süyü Meseleler bahsinde şöyle bir ifade vardır: «Adam içinde ağaç dikili bir tarlayı
kiralasa, veya
ortağa ekmek için alsa, bakılır:
Eğer ağaçlar tarlanın orta yerinde ise o icare caiz
değildir.
Ancak orta yerinde büyük değil de bir
veya iki yaşında iki ağaç bulunsa, caizdir. Ama bu iki
ağaç büyük
olsalar, bunların bölgesi ve yaprakları yeri kapladığından dolayı arazinin icaresi caiz
olmaz. Bir veya iki yaşındaki küçük ağaçlara
gelince, bunların ne doğru dürüst
yaprağı, ne de
kökleri
vardır. Ama ağaçlar; set ve arklar
gibi tarlanın bir kenarında iseler o tarlayı icarlamak
caizdir.
Çünkü bunlar tarlaya zarar vermezler.»
«Bir sehimle ilh...» Yani, binde birini yetime veya vakfa vererek diğerini amile (ağaçları
ortak tutana)
verse.
«Bu ifade
ediyor ki ilh...» Yani, musannıfın
«İcare müddetlerin hepsinde fesholur.» sözünün ifade
ettiği mana.
Biz yukarıda musannıfın bunu Haniye'nin sözlerinden istifade ile söylediğini yazmıştık.
Bundan
şarihin böyle anladığı anlaşılır.
«Müşâkâtın
fasid oluşu Evleviyetledir» Evleviyetin yönü şudur:
Yetim için hem hayrı, hem de zararı
içine aldığı halde müddetin hepsinde akt fasit olduğuna göre ona sadece
zarar getiren müstakil bir
aktin fasit
olması daha evladır.
Bil ki, müsâkat akti fasid olunca icarlanan
toprak da bir hakta meşgul olarak kalır. O zaman
icaredeki pay ve
masrahat açık isede icare
aktinin de fasit olması lazım gelir. Nitekim biz bunu
yukarıda
söylemiştik. Bu inceliğe dikkat et.
Hanûtî'nin
Fetevâ'sında özetle. «Ağaçsız yeri
kiralamayı açıkça söylemesi; icarenin sahih olduğunu
göstermez.
Çünkü icare akti, müşâkât aktinden evvel yapılmıştır. Ama eğer şartlarına
uyularak
müşâkat akti evvel
yapılırsa, Bezzâziye'de de belirtildiği gibi icare
akti sahih olur. Eğer icare fasit
olursa, vakıf
tarafı ücrete müstahık olmaz. Müstahık olan ancak ağacın meyvesi olur. Vakıf için az
bir bedel
olduğundan müsâkat akdi fasit olduğu için işçi emeğinin ecr-i mislini
alır. Bu hüküm
vakfa aittir.
Mal sahibinin bahçesinin meyvesini bakımı
karşılığında ortağa vermesine gelince; onda
maslahata bakılmaz. «Nitekim
mal sahibi malını ecr-i misilden aşağı bir ücretle de
kiraya verebilir.»
denilmiştir.
Hanutî'nin
Feteva'sında musannıfın istifade
ettiği ve bizim dikkat çektiğimiz konu
açıkça ifade
edilmektedir.
«Ben derim ki ilh...» Musannıfın bu sözünü Enfail Vesail'deki
kavli teyid etmektedir. H.
«Düşün
ilh...» Musannıf bu sözüyle bu ifadenin muktezasının fesadın yalnız zait olan miktarda
olduğuna
işaret etmektedir. Çünkü odam bu
durumda caiz ile fasit aynı
akitte birleştirmiş
olmaktadır.
Ancak bu fesad kuvvetli bir fesad değildir. Çünkü bunun fasid olduğunda
bütün alimler
ittifak
etmemişlerdir. Zira mütekaddimîn fukaha icareyi bir müddetle sınırlamamışlardır.
«Bunu âriz
olan fesad saydılar ilh...» Musannıfın
bu sözü Enfail Ve-sail'deki kavle diğer bir
takviyedir. Yani fesadı arızî olduğundan diğerine sirayet
etmemektedir. Bu konuda da düşünmek
gerek. T.
Ben derim ki: Fesadın ârizî oluşunun yönü o
icarenin anbean münakit olmasındandır.
«Uyanık ol ilh...» Herhalde musannıf
bu sözü ile bizim biraz önce söylediğimize
işaret etmektedir.
«Osmanlı ülkesinde yaygın
olan ilh...» Bu söz de Enfii'l Vesail'e diğer
bir takviyedir. Zira, alış veriş
icareden daha kuvvetlidir,
mülkte ve vakıfta aynı akitle yapılmıştır.
O zaman mülkteki satış sahihtir.
T.
«Bu risalenin hülâsası,
birinci kavlin tercihidir ilh...»
Yâni, Nehir isimli eserin fasit bey' babından
naklen musannıfın, «Halis köleyi müdebber bir köleyle
birlikte satması bunun hilafınadır.» sözünün
yanında
birinci görüşü teyit edecek ifadeyi beyan
etmiştik.
«Teemmül et ilh...» Musannıf bu sözüyle yine zaidin dışında olanlardaki
icarenin sahih olduğuna
işaret etmektedir. Hatta yukarıda da geçtiği üzere bunun sahih olması evlâdır.
«Cevahirü'l-Feteva'da
ilh...» Muhtemeldir ki bu söz «Eğer
bir Kadı onun sıhhatine hükmederse,
caizdir.» sözünün dördüncü teyididir. Zira bu ifade
ediyor ki; uzun süreli icare akti halis köle ile
hürrün bir
akitte satılması gibi değil, hâlis köle ile müdebber
kölenin satılması gibidir. O, zaman bu,
birinci
teyidi teyid etmektedir. Zahir olan bu kavil, musannıfın ihtiyar
ettiği görüşü teyide giriştir.
Zira musannıf
bu akdin sahih olmadığını mutlak bir şekilde ifade etmiştir. O
zaman birinci akid
geçerli
olduğu halde bütün akitlere şamil olmaktadır. Musannıfın sözünün zahiri ise,
birinci aktın de
sahih
olmadığını göstermektedir. Bunun illeti; Velvaliciye'de de belirtildiği üzere şudur: Bu akit her
ne kadar manâ itibariyle birkaç akit olup bir kısmı hemen münakit olurken bir kısmı
da gelecek
zamana izafe edilmekte ise de, şekil itibariyle
tek bir akiddir. (Dolayısıyle bir kısmı fasid olunca
kalanı da fasid olur.)
«Üç seneliğine ilh...» Bu sözün doğrusu; «üç sene»
değil, «otuz sene»dir. Nitekim Minah ve başka
kitaplarda da böyledir.
Ayrıca ben bazı nüshalarda da bunu
düzeltilmiş olarak otuz yıl şeklinde
gördüm.
«Vakıfların korunması için ilh...» Yani uzun bir müddet
için kiraya verildiği zaman kıracının
vakfı
kendi mülkü
olduğunu iddia etmesinden korumak içindir. Ama eğer bu ihtimal olmasa, delil, birinci
aktin
sıhhatini gerektirir. Çünkü o, anında ve kesin, sonrakiler ise
zamana dayalı akitlerdir. Bunun
bağlayıcı
olup olmadığında da iki görüş vardır.
Nitekim biz bunu yukarıda beyan
ettik. Şu kadar var
ki,daha önce geçtiği gibi, bunun tamamının bir akit sayılması da, birinci aktin nâciz sayılması
içindir. İşte bundan ötürü müteahhirîn fukaha, mütekaddimin fukahaya muhalefet ederek vakıfta
icare
müddetini bir veya üç sene
ile takdir etmişlerdlr.
«Bir Kadı bu
icarenin sıhhatine hüküm verirse ilh...» Yani kaza (hüküm) şartlarını tamamlayarak
hüküm vermiş
olsa. Şu kadarı var ki bu hüküm, Hanefi Kadı'larının dışındakiler içindir.
Hanefi
mezhebinin
mutemed kavli ile hükmetmeye memur
edilen zamanımız Kadı'larının bu şekilde hüküm
vermeleri ise
sahih değildir.
«Ben derim ki: İleride
gelecektir ki ilh...» Yani icare bahsinin sonlarında gelecektir. Bu da yine
musannıfın
tercihini teyid etmektedir. Teyid yönü
de şöyledir: Fesadın sirayet edip etmemesinde
görüşler
muhtelif olduğu zamöan vakfa en
menfaatli görüş tercih edilecektir. Bu da fesadın aktin
tümüne
sirayet etmesidir. Çünkü bu durumda ikinci
bir fesadın gelerek, sağlam akti fasid etmesi
önlenmiş
olur.
«Hâniye'nin
sulh bahsînde ilh...» Musannıf bu
sözü, Minah'ta kendi tercih ettiği
görüşü teyid için
zikretmiştır.
Ancak bu mesele Haniye'de, karının
borçtan hissesine düşecek kısmın varislere
bırakılması karşılığında
kendi hissesine düşecek mirastan
vaz geçmesi bahsindedir. Bunun bizim
meselemizle alakası
konusunda düşünmek gerek. Zira yukarıda da geçtiği gibi fukaha bunu
sonradan âriz
olan fesaddan saymışdır. Halbuki Haniye'deki
mesele akide bitişik olan
fesaddır.
Evet, bizim
Hâniye'den daha önce naklettiğimiz, «Zahir olan fesadın
aktin tamamında olmasıdır.»
sözü
musannıfın kavlinin tercihini ifade
etmektedir. Zira
Cevahirü'l-Feteva'dan naklettiğimizle
anlaşıldı ki, birinci akit sahih olduğu halde vakıflardaki
icare akidleri birkaç tane olduğu takdirde,
uzun süreli
icare sahih değildir. Böyle
olunca nasıl olurda uzun süreli icare hem
lâfız hemde manâ
itibariyle
tek akitle yapıldığında sahih olur? Zâhir olan,
Musannıfın Kariü'lHidaye'den naklen tercih
ettiğine
itimad etmektir. Zira
Kariül-Hidaye'nin sözünün kuvvetli
bir senedi vardır, ki bu sened de
Haniye ve Cevahirü'l-Feteva'da olanlardır. Verdiğim bu izahat,
benim kısa anlayışıma doğandır.
Allah daha
iyisini bilir.
«Cehâleti kaldıran şeylerle ilh...» Yani. boyatacağı
elbiseyi boyanın rengini ve boyanın
miktarını
tayin etmesi lazımdır. Zira bunlar
bazen değişik olur.
Muhît'te şöyle denilmektedir: «Adam birisini görmediği on elbiseyi boyaması için
tutsa, icare
fasittir.
Çünkü boyamak, elbisenin kalınlık ve
inceliğine göre değişir.» Bunu Bahır sahibi de
zikretmiştir.
«Vakit ve
yerin beyan edilmesi ilh...» Bezzaziye'de şöyle
denilmektedir: «Birisi hacıları yolcu etmek
veya karşılamak
için bir at kiralasa, bineceği
vakti ve yeri zikretmeden bu icaresi sahih değildir.»
Yine
Bezzâziye'de: «Kufe'den Hire'ye kadar binmek için
bir hayvan kiralasa, hayvana
evinde binip,
evinde iner.
Eşyasını yüklemek için kiralasa
hüküm yine böyledir.» denilmektedir.
Yine
Bezzaziye'de şöyle denilir: «Birisi bir gün çalışması için bir adam tutsa örf gereği o adamın
çalışma saati güneşin doğuşuyla başlar.»
«Hayvan kiralarken
vakit ve gidilecek yer belirtilmezse o icare
fasittir ilh...» Yani ecr-i misil ancak
menfaatlerinin
tahakkuku ile gerekir. T.
«İşaret ile de ilh...» Zira götürülecek yük ve nakledeceği yer bilindiği zaman, menfaat de bilinmiş
olur. Bu tür
icare, birinci tür icareye
yakındır. Zeylaî.
Bunun
hülasası şu: İşaret etmek. miktarı beyan etmeye ihtiyaç bırakmaz.
«Ücret akit sebebiyle gerekli olmaz» Yani akitle ücret alma hakkına sahip
olunmaz. Nitekim Kenz'de
de böyle denilmiştir. Zira akit menfaat için
yapılmaktadır. Menfaat ise peyder pey hasıl olur. Bedelin
de menfaatin
karşılığı olması lazımdır. Hemen
menfaatin elde edilmesi mümkün olmayan bir
icarede ücretin peşin ödenmesi lazım gelmez. Ancak ücretin peşin alınması hükmen de
olsa şart
koşulsa o zaman alınabilir. Çünkü bu durumda müstecir
akit yapılırken paranın peşin
ödenmesini
kendisi kabullenmiş ve aktin gerektirdiği eşitliği ibtal edilmiş olur.
«Peşin
verilmesi konuşulursa ilh...» İtâbiyye'de şöyle denilmektedir:
Müstecir
kirayı peşin verirse geri alamaz. Eğer ücret (para değilde) metâ ise ve kiracı
o metâ mal
sahibine
iyreti olarak veya emaneten vermiş
olsa, o da peşin gibi olur.»
Muhit'te de
şöyle denilir: «Metâ olan icare bedelini diğer bir metâ ile tırampa etse
aldığını kabzetse,
caizdir.
Çünkü bu ücretin peşin olmasını tazammun eder. Turî.
«Ücretin
peşin olması şart koşulursa ilh...»
Mal sahibi ücreti taleb edebilir ve icare verdiği nesneyi
de parayı
almadan kiracıya vermeyebilir. Peşin konuşulduğu halde kiracı parayı ödemediği zaman
icare aktinı fesih de edebilir. Muhit'te de böyle denilmektedir.
Ancak mal sahibi kira bedeli olan nesneyi
teslim almadan önce onu satamaz.
Bahır. Bu şart, aktin
gereğine
muhalif olduğu ve taraflardan
birisine fayda sağladığı (yani aslında bunun caiz olmaması
gerekir) halde nasıl caiz
olabildiğini araştır. T.
Ben derim ki: Bu şart aslında kiracının; eşitlikten doğan hakkını düşürmesidir. Bu: müşterinin,
satın aldığı
malın ayıplardan salim olması hakkını düşürmesi ve satıcının sattığı
malın bedelini
peşin alma hakkına sahipken
onu tehir etmesi gibidir. Halbuki bey akti, malın ayıplardan salim
olmasını ve
bedelin de malın teslim alınmasından evvel kabzını gerektirir.
«Geleceğe izafe edilen akitlere gelince ilh...» Geleceğe
izafe edilen icare akitlerinde ücretin peşin
ödenmesi şartı batıldır, kiracının peşinen bir şey vermesi de
gerekmez. Bu tür icârelerde ücretin
peşin
verilmesinin gerekli olmamasının sebebi, akitte menfaatin saraheten
geleceğe izafe
edilmesidir. Zaten bir vakte izafe edilen şey, o vakitten evvel mevcut
olmaz. O halde bu manâ,
ücretin peşin
ödenmesi şart kılınmakla da değişmez.
Ama, hemen geçerli olan icare akti böyle
değildir.
Çünkü akit eşitlik ister. Bu akit ise açık bir şekilde bir zamana izafe edilmemiştir. Öyleyse,
sarahat sebebi ile akdin gerektirdiği şey (mal ve bedeldeki eşitlik) hemen geçerli
olan icârenin
aksine geleceğe izâfe
edilen icare akdi de batıldır.
«Ayrı
ayrı akitler gibi ilh...» Bu söz uzun
süreye izafeli icare akitlerindendir. Şarih de bunu yukarıda
Cevahirü'l-Feteva'dan
nakletti.
Bunun şöyle diğer bir sureti daha vardır: Adam bir evi
otuz seneliğine mütevâli akitlerle kiraya
verir. Ancak her senenin
sonunda üç günü istisna edip, ücretin çoğunu da son sene için tayin eder.
Geri kalanı da evvelki senelere mahsub eder. Bu şekilde Beher seneden üç
günün istisna edilmesi
her iki tarafın da icare aktini feshe kadir
olmaları içindir. Ücretin azının son senenin dışındaki
senelere tahsis edilmesi de mal sahibinin icare aktini o günlerde feshetmemesi
içindir. Eğer
taraflar mal sahibinin fesh etmesinden emin olsalar, bu
kayıtlara lüzum kalmaz. Anılan bu tarz,
uzun süreye
bağlanan icare aktinin bağlayıcı
olu-şuna binaendir. Vakıf nâzın eğer
ücretin peşin
alınmasına ihtiyaç
duyarsa bu şekilde akit yapar. Şu
kadarı var ki: «Bu akitlerin hepsi tek akit
sayılırsa o
zaman bir akitte üç günden daha fazla muhayyerlik hakkının
sabit olması durumu ortaya
çıkar. Eğer bir akit değilde. birkaç akit sayılırsa,
o zaman da şart koşulsa dahi ücret peşin alınamaz.
Çünkü o, bir
süreye bağlanmıştır. O zaman da vakıf
nazırının maksadı yok olur. Şeklinde
bir itiraz
olabilir. Bu
itiraza şu şekilde cevap verilir: Sadru Şehid
bunun: icare ücretini şart koşularak veya
kiracının peşin vermesi ile peşin almaya malik olması
bakımından tek akit, diğer hükümlerde ise
birkaç akit sayılmasını tercih etmiştir. Ayrıca biz aradaki günleri muhayyerlik müddeti olarak kabul
etmiyoruz. Biz onları aktin dışında bırakıyoruz. İşte bu izahla anlaşıldı ki şarihin dediği pek
yerinde
değildir.
«Faydalanma
imkânı olması ilh...» Hidâye'de «Adam kiraladığı evi teslim aldığı zaman,
içinde
oturmasa bile
ücretini ödemesi lazımdır.» denilir.
Nihaye'de de şöyle denilmektedir: «Bu icare
akti birkaç kayıtla kayıtlanmıştır. Birincisi,
faydalanabilme imkânıdır. O halde
sahibi veya bir yabancı, adamın kiraladığı
binada oturmasına
mani olsalar, veya
sahibi evi, içersinde eşyası olduğu
halde teslim etse, ücret vermek gerekmez.
İkincisi, aktin sahih olmasıdır. Eğer akit fasit
ise, fiilen faydalanılmış olması lâzımdır.Üçüncüsü ise,
faydalanma imkânının akit mahallinde
verilmesi gerekir. Mesela; adam
evi Kûfe için kiralasa, ama
kiraya veren kişi
evi bir müddet sonra Bağdat'ta teslim
almış olsa, ücret vermesi gerekmez.
Dördüncüsü,
icarladığı maldan icar müddeti boyunca faydalanma imkânı olmalıdır. Bugün
için
Kûfe'ye kadar bir hayvanı kiralamış olsa,
bir gün geçtikten sonra hayvan ile fakat binmeden Kûfe'ye
gitse, yine
ücret vermesi gerekmez. Çünkü menfaatlenme
imkânı ancak müddet geçtikten sonra
hasıl
olmuştur.»
İşte bu
nakilden anlaşıldı ki; evlâ olan, bu kayıt ve şartların
şerhte zikredilmesiydi. O zaman
musannıfın
«Ancak üç yerde değil» sözüne de ihtiyaç kalmazdı. Nitekim bunu sen de göreceksin.
«Üç meselede değil ilh...» Birincisi, icare fasit olursa. İkincisi şehirin
dışında binmek üzere bir
hayvan kiraladığı halde hayvanı
yanında tutsa fakat binmezse. Üçüncüsü, günlüğü bir danikten (bir
para birimi)
bir elbise kiralasa ve senelerce yanında
tuttuğu halde onu giymese, o elbiseyi giydiği
takdirde eskiyeceği
kadarki süre çıkıldıktan sonra kalan müddet için ücret yoktur. Bu istisnaya
itiraz
edilebilir. Zira metnin sarih ifadesinde de görüldüğü gibi buradaki sahih
icare hakkındadır.
Fasit icare bundan sonra zikredilecektir. Daha
önceki kayıtlar burada istisna edilen birinci ve ikinci
meselelere ihtiyaç bırakmaz. Burada istisnâ edilen ikinci mesele, yukarıda
zikredilen üçüncü kayıtla
zaten
mevzudan dışarı çıkmaktadır. Çünkü akdin kendisine izafe edildiği yerde faydalanma
imkânı
bulunmamaktadır.
Ama şehir içinde binmek üzere kiraladığı hayvan meselesi böyle
değildir. Çünkü
bu meselede şehir içinde
binmese bile, binme imkânı vardır. İtkanî. İstisna edilen üçüncü mesele
ise, ücretin sakıt olduğu müddet zarfında ondan faydalanmak
mümkün değildir. Bununla birlikte bu
da yukarıda kaydedilen dördüncü kayıtla çıkmaktadır.
«Musannıf bu
asıl üzerine binâ ederek ilh...»
Yani menfaatlenme imkânı üzerine bazı meseleler
binâ
etmiştir. T.
«Teslim aldığı ilh...» Yâni oturmaya
mani olan şeylerden hâlî olan bir
evi.
«Faydalanmanın
tahakkuk etmesiyle ilh...» Yani, müstecire bizzat
mal sahibi tarafından teslim
edilmesiyle
ücret vermek gerekir. Ama eğer onun tarafından teslim edilmemişse, maldan
faydalanmış olsa bile yine de ücret yoktur. İtkanî.
Bilinmelidir
ki, fasit icarede gerekli olan ücret
muhteliftir. Bazen konuşulan ücret, bazen ne kadar
olursa olsun
ecr-i misil, bazen de akitte konuşulanı geçmemek şartıyla
ecr-i misildir. Bunun izahı
fasit icare bahsinde gelecektir.
«İs'af'ta ki ibarenin zahîri ilh...» İs'af sahibi şöyle
demektedir: «Vakıf olan bir arazi veya konağı fasit
icare ile icarlamış
olsa, arazı ise ektiği, bina ise oturduğu takdirde, ecr-i misle
göre ücretini vermesi
lazımdır. Eğer ekmemişse
veya içinde oturmamışsa mütekaddimin
fukahasının kavline göre hiç
ücret gerekmez.»
Minah'ta da
şöyle denilmektedir Bahır sahibi
efendimiz, İs'af'taki ibarenin mefhumundan şunu
anlamıştır: Müteahhirin fukahanın kavline göre icare ücretini vermek lazımdır. Bu da zahirdir.»
Sen bunu
bildiğin zaman, Molla Husrev'in kayıt
konulması gereken yerde mutlak zikrettiğini
anlarsın.
Açıktır ki yine Molla Husrev'in yazdığı
metin üzerine de itiraz edilmektedir. Allâme Birî de
Molla
Husrev'i takib ederek. «Bu meselede müteahhirin ulemanın bir şey dediğini görmedik.»
demiştir.
Bizim.
,Nâsıhî'nin vakıf bahsinde gördüğümüz
ibare ise şöyledir: «Eğer icare fasit olursa, müstecir
kabzettıği
halde ekmese veya oturmasa onun
üzerine herhangi bir ücret yoktur. Vakfa fâsit icare ile
kiralayan
müstecir gasb sayılmaz. Faydalanmadığı müddetçe de onun
ödeyeceği bir ücret de
gerekmez.» Nâsihi sonra da Ecnâs'tan, «Fasit
icare ile icarlanan bir yerin ücreti ancak
tam olarak
faydalanıldığı takdirde ödenir.» sözünü
naklederek şöyle demiştir: «Mal
sahibinin razı olacağı bir
meblağdan
fazlası da verilmez.»
Ben derim ki: Müteahhirin fukahanın sözlerinde bu mesele ile ilgili sarih bir ifade görmemek
yukarıda belirtilen hükmü geçersiz kılmaz. Ebussuud,
Eşhab'ın haşiyelerinde. Yani, Nâsıhî
ve
Ecnas'taki mütekaddimin mezhebini beyan eden ibâre, İs'af'tan
anlaşılana zıt değildir. Allah daha
iyisini bilir.
METİN
Ben derim ki :Yetimin malı, kira için hazırlanan bir
mal, Rum diyarının (Osmanlı ülkesi)
ulemasının
verdiği fetvaya
göre bey-i vefa ile satılan birşeyin satıcı tarafından icarlanması
da vakıf icar gibi
midir değil
midir? Bunlar ihtilaflı meseleler olduğu için yerlerine müracaat edilerek
ayrı ayrı
araştırılması lazımdır.
Kiralanan malın icare bedeli, gasbla yani, müstecir ile mal arasına menfaate mani bir engelin
girmesi ile düşer. Çünkü akarda gerçek gasb olmaz. Peki icare
akti, icare olunan malın
gasbedilmesiyle
feshedilebilir mi?
Hidaye'de; «Kâdîhan'ın
hilâfına Evet, fesholunur.»
denilmiştir.
Eğer kiralanan mal icare müddetinin bir kısmında
gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret
verilmez. Ancak, gâsıb,
gasbettiği evden hatır için veya birisinin şefaatiyle çıkarsa, o zaman ücret
düşmez.
Eşbâh.
Mal sahibi gasbı inkâr ederken müstecir iddia
etse fakat beyyine getirmese
değirmen meselesinde
olduğu gibi
hale göre hükmedilir. (Evde
müstecirden başkası varsa müstecirin iddiası kabul edilir.)
İcarlanan nesnede oturan kimsenin sözü kabul edilmez.
Zira o tek kişidir, sözü kabul edilmez.
Zahire.
Yine musannıf
şöyle demiştir: Eğer icare ücreti, mâlikin yakını olan bir köle ise azad
edilmez.
Çünkü ona
bizzat akti ile malik olmamıştır.
Maldan
faydalanma imkânından maksat, icare olunan mahalli faydalanmaya mani bir
şey yokken
müstecire teslim etmektir. Eğer mal sahibi kiraya verdiği malı icar müddetinin bir kısmı
geçtikten
sonra teslim ederse, ne mal
sahibi, ne de müstecir geri kalan müddette teslim ve tesellümden
kaçınamazlar. Ancak
bu geçen müddet içerisinde kiralamaya maksat olan bir vakit bulunmadığı
taktirdedir.
Ama eğer geçen zaman zarfında Mekke ve Mina'daki evlerin hac mevsiminde
icarlanması gibi hac mevsiminden sonra onların talibi bulunmaz, kiralamaya esas
maksat olan bir
vakit ve o vakitte mal bulunur teslim edilmezse,
o zaman müstecir icarladığı malı geri kalan müddet
için teslim alıp almamakta
muhayyerdir. Alış verişte de hüküm böyledir.
Mal sahibi
evin anahtarını teslim etse, kiracı da
kaybetse, eğer külfetsiz ev açmaya kadir ise ücret
vermesi
gerekir. Eğer külfetsiz evi açmaya
kâdir değilse lazım gelmez... Eşbah.
Ben derim ki: Müstecir kendisine verilen anahtarla kiraladığı
yeri açmaktan aciz ise, malikin
anahtarı
vermesi evi teslim sayılmaz. Çünkü tahliye sahih olmamıştır. Seyrefiye.
Mal sahibi ile müstecir evin açılıp açılmadığı hususunda ihtilâf etseler,
o zamoa hâle göre
hükmedilir.
Eğer her ikisi de davalarına beyyine
getirirlerse, mal sahibinin beyyinesi kabul edilir.
Zahire.
Binanın satışındaki hüküm de yine böyledir.
Bazıları «Mal sahibi müstecire. «Anahtarı al, kapıyı aç.» dese, o teslimdir. Eğer böyle demezse,
teslim etmiş sayılmaz.» demişlerdir.
Mal sahibi kiraya verdiği
ev veya tarlanın ücretini her gün; binek hayvanının ücretini
de her
merhalede isteyebilir. Bu icare mutlak olduğu takdirdedir. Ama eğer ücret için gün ve yerini beyan
etmiş ise, o tahakkuk ettiğinde taleb eder.
Terzilik ve
diğer sanatlar için de ücret ancak iş
bitirilip teslim edildikden sonra taleb edilir. Eğer
teslimden
önce mal helâk olursa, o zaman ücret
düşer. Malda müstecirin emeğinin eseri olan tüm
icarelerde hüküm böyledir. Hamallık gibi üzerinde müstecirin emeğinin eseri olmayan
işlerde ise,
teslim etmese dahi işin bitiminde parasını
taleb eder. Terzilik ve emsali sanatların ücreti, iş
yaptıranın
evinde yapmış olsa da hüküm yine böyledir.
Terzi elbisenin bir kısmını diktikten sonra çalınsa,
veya usta binanın bir kısmını yaptıktan sonra
yıkılsa, burada terzi veya usta mezhebin kuvvetli görüşüne göre diktiği veya
yaptığı kadarının
ücretini
alır. Bahır ve İbni Kemal.
Terzi elbiseyi
dikse ve mal sahibine teslim etmeden önce başka birisi onu sökse, mal sahibinden
ücret
talebinde bulunamaz. Ancak, sökene
ücreti tazmin ettirir. Elbiseyi
yeniden dikmeye de
zorlanamaz.
Ama eğer söken, terzinin kendisi ise, sanki
hiç dikmemiş gibi yeniden
diker.
Terzi yalnız
biçme ücretini olabilir mi? Esas olan kavle göre alamaz. Eşbah.
Şu kadar var
ki, Eşbâh'ın haşiyesinde Müzmarat'a
nisbetle «Müftabih olan kavle göre, evet, kesim
ücreti de alabilir» denilmektedir.
Musannıf,
«Burada uygun olan ,örf ile hükmetmektir.»
der.
Ben
Tatarhaniyye'de Kübrâ'ya nisbetle
«Fetva ve birinci kavil (yâni ücret
alamayacağı kavli)
üzerindedir.»
denildiğini gördüm. Düşün.
Ekmekçi, ekmeği,
sahibinin evinde pişirdiği zaman
ekmekleri tandırdan çıkardıktan sonra ücretini
talep eder.
Çünkü o işin tamamlanması tandırdan çıkarmakladır. Ekmeğin bir kısmını çıkardığında,
bunların
ücretini hesaplayarak alabilir.
Cevhere.
«Beyu'l-vefa ile satılan birşeyin
bayi tarafından icarlanması ilh...»
Yani satıcının bey-i vefa ile sattığı
bir malı teslim ettikten sonra müşteriden kiralaması caizdir. Nitekim bu mesele kefâlet
bahsinden
hemen önce geçti. Şarih orada, «Ben derim ki, buna
göre; eğer icare müddeti geçse, mal da elinde
kalsa, Osmanlı uleması ecr-i mislini
vermesi lazım geldiği yolunda fetva vermişlerdir. Bu fetvaya
şeyhlerimizin
şeyhi Sayıhanî; «Hakiki mülkte bile fasit icârelerde kullanma imkânı olsa da ücret
vermek
gerekmez. Bunda nasıl ecr-i misil verilir, şaşarım.» diyerek itirazda bulunmuştur.
Tahtâvî de
şöyle demiştir: «Bunda bir yanlışlık var, icare müddeti bittikten sonra asla
kira olmaz.»
denilmektedir. Sen düşün.
Ben derim ki: Mûtemed görüşe göre beyu'l-vefâ
rehin hükmündedir. Kabzdan sonra da
olsa icar
müddetinde
menfaatini tamamen alsa bile ona ücret gerekmez. Nitekim
Nihaye'de de böyledir.
Şârihin kefale bahsinden önce çelebiden naklettiğinin
hilafına Fetevâyı Hayriye
ve Hamidiye'de
rehin
bahsinde de bu görüş ile fetva
verilmiştir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Âlimlerden bu satış şeklini
fasit sayanlar, «İcare sahih değildir
ve ücret de
gerekmez.» derler. Bunu rehin kabul edenler de aynı görüştedirler. Bu satışa cevaz
verenler ise
satanın ve başkasının kiralamasını
da caiz görürler ve ücretin de gerekli olduğuna
hükmederler.»
«Tereddüt
mahalli ilh...» Ben derim ki, yetimin malının vakıf gibi
olduğunda tereddüt yoktur. Zira
yetim malının
menfaatleri gasbedildiği takdirde tazmin ettirilir. Bu da, gasp kabilindendir. Sayıhanî.
Az önce
Bîrî'den nakl ettiğimiz, «Vakfın malını fâsit icâre ile elinde
bulunduran gasıb sayılmaz.»
sözü.
Sâyıhânînin ifâdesine terstir.
«Gaspla ücret düşer...» Mahallin teslîmi,
menfaate imkân vermesinden dolayı
menfaati teslim
yerine geçer. Faydalanma imkânı ortadan kalktığı takdirde teslim de yok olur. Minah.
Remlî şöyle
demiştir: «Eğer menfaat gaspla yok
olmazsa; meselâ ağaç dikimi veya bina için
kararlaştırılmış bir yer ağaç ve bina ile birlikte gasbedilse, ücreti düşmez.
Çünkü ağaç veya bina
onunla
birliktedir. Bu çok vaki olmaktadır.
Teemmûl et.»
«Gasp akarda cari
olmaz. ilh...» İmam Muhammed'e göre gayri menkulde gasbedilir.
«İcare akti, icare
olunan nesnenin gasbedilmesiyle
münfesih olurmu? ilh...» Bu ihtilâfın
semeresi
şu meselede görülür: «İcare müddeti bitmeden gasp
ortadan kalkarsa icare feshedilmez.»
görüşüne göre
kalan müddette faydalanır ve hissesine göre ücretini verir. Ebussuud.
Musannıfın
sözü de bu
görüşe göre tertip edilmiştir.
«İcare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında
ücret verilmez ilh...»
İcare verdiği
evi bir odası hariç müstecire teslim etse, veya icare verdiğı evde müstecirle beraber
otursa yine
hüküm böyledir. Bahır'da da böyle denilir.
Şürünbülâliyye'de Burhan'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kiraya verilen toprağı, ekilmeden önce
su bassa, gene ücret gerekmez. Ama eğer. kiraladığı
toprağı semavî bir âfet telef ederse,
Muhammed'den
gelen bir rivayete göre: ücretin
tamamını verir. Çünkü orasını
ekmiştir. Ama fetvâ
yalnız o afete
kadar ki müddetin ücretini vermesi afetin yok ettiğinin yerine yenisini ekme fırsatı
olmadığı
takdirde vermemesi tarzındadır.
Şârih, ileride icârenin
feshi babının hemen başında bunu zikredecek ve Velvaliciye'de bu kavle
itimad
edildiğini, Haniye'de de birinci görüşle hükmedildiğini
söyleyecektir.
«Birisinin şefaatiyle
gasıbı çıkarmak mümkün olursa ilh...»
Yâni gâsıbın gönlünü almakla veya
kuvvetli bir kimsenin gücü ile elinden
alınırsa, Eğer bu imkânlar varsa, her ne kadar gâsıbı o
mülkten çıkarmasa da
ücret düşer. Çünkü o zaman
müstecir kusurludur. Ama eğer gasıbı çıkarmak
ancak, ona bir miktar mal vermekte mümkünse. o zaman
o malı vermek müstecire gerekmez. Kınye
ve başka
kitaplarda do böyledir. Bunu, Eşbah'ın haşiyesinde Ebussuud zikretmiştir.
«Hale göre
hükmedilir ilh... » Kirâlanan binada müstecirden
başkası oturuyorsa, söz müstecirindir.
Ücret vermesi
de lazım gelmez. Bahır.
«Değirmen meselesi gibi ilh...» Yani. mucir
ile müstecir müddet bittikten sonra
değirmenin
suyunun kesildiği konusunda ihtilaf etseler.
(0 esnâda suyun akıp akmayışına göre hükmedilir.)
Bu ihtilaf
hususunda Tatarhaniye'nin yirmibeşinci faslında şöyle denilmektedir: «Buradaki ihtilâf iki
yönlüdür: Ya
suyun kesilme müddetinin miktarında
ihtilaf edilir, mesela mal sahibi beş gün
kesildiğini iddia ederken müstecir de on gün kesildiğini
söylerken mal sahibi, suyun hiç
kesilmediğini iddia eder. Miktarla ilgili
ihtilafda söz yemini ile birlikte
müstecirindir. Suyun kesilip
kesilmediği hususunda ise, hale göre hükmedilir.
Eğer su husumet vaktinde akıyorsa
söz, yemini
ile birlikte mal sahibinin, kesik ise, müstecirindir.» özetle.
Açıktır ki bu, beyyineleri olmadığı takdirdedir. Nitekim
musannıf da böyle demiştir. Bundan dolayı
da Zahire'de şöyle
denilmektedir: «Eğer müstecir geçmişte suyun kesik olduğuna dair beyyine
getirirse
husumet vaktinde aksa bile onun beyyinesi
ile hükmedilir.»
Musannıf
meseleyi ücretlinin damadı
babının sonunda zikredecektir.
«Kiralanan malda oturan kimsenin sözü kabul edilmez
ilh...» Yani ev sahibi içersinde bir başkasının
oturduğu evi
diğer bir şahsa icare verse ve
kiracıya git eve otur dese müddet bittikten sonra «Evde
oturan adam
benim oturmama mani oldu.» dese, fakat buna delil getiremese, evde
oturan şahıs
ister evde
oturduğunu ikrar, ister inkâr etsin, sözüne itibar edilemez. Çünkü o başkasının
aleyhinde
ya şahitti, ya
da mukırdır. Bir kişinin başkası aleyhindeki ferdî şehadet veya
ikrarı kabul değildir.
İhtilâf mal sahibi ile müstecir arasındadır. O zaman
bakılır: Eğer münazaa esnâsında
müstecir
kiraladığı evde oturuyorsa,
söz mal sahibinindir. Eğer evde bir başkası oturuyorsa, o zaman da
kirâcının sözü kabul edilir. Zahire.
«Çünkü ona
akit ile mâlik olmamıştır ilh...»
Eğer, «buna göre; ücretten ve kefaletten ibra etmenin.
ücret karşılığında rehin vermenin sahih olmaları müşkül olur.» denilirse,
ben derim ki, «hayır,
müşkül olmaz.
Zira o, sebebin varlığı üzerine bina kılınmıştır.
Ama bu mesele yaralamadan sonra
kısastan affetme meselesine benzer. İtkanî.
«Menfaatlenme
imkânından maksat ilh...» Şarih bu sözü
ile metindeki ifadenin mukadder bir hüküm
üzerine binâ
edildiğine işaret etmektedir.
«Malın
müştecire teslim ilh...» Bu söz; bir mal kiralamak üzere tayin
edilen vekile de şamildir. Şu
kadar var ki,
icarlanan evde bizzat vekil oturursa; Ebû Yusuf «ücret yoktur.» demiştir. İmam
Muhammed ise,
«Evin kirası müvekkile aittir.» Zira vekilin teslim olması müvekkilinin teslim alması
gibidir.
Çünkü kabız, evvelâ müvekkil için olmuş, vekil de oturmakla
gasıb durumuna düşmüştür.
Gâsıba da ücret vermek vacib değildir.
Ancak bu pek uygun
değildir. Çünkü, kiracıdan edilen gasıb ondan o ücreti düşürür. Bezzaziye.
«Alım satımda olduğu gibi ilh...» Yani, hac mevsiminden evvel
Mekke gibi bir yerden bir ev satın
alsa ancak satıcı
evi hac mevsimi geç-tikten sonra teslim
etse müşteri bunu kabul edip etmemekte
muhayyerdir.
Çünkü satın almayı arzulatan şey ortadan kalkmıştır.
T. Bunu hiç kimseye isnad
etmemiştir.
Halebî de
şöyle der «Satılan geminin bazısı başkasının
hakkı çıksa, müşteri muhayyerdir.
Çünkü o
zaman pazarlık parçalanmış
olur.»
Şeyhlerimizin
şeyhi -Rahmetî de şöyle demiştir: Halebinin dediğinden; müstecire mutlaka
muhayyerlik
hakkının olduğu anlaşılır. İster arzu edilen bir vakit olsun, ister
olmasın eşittir. Çünkü
pazarlık
bölünmüştür. Ayrıca malı müddetin başında teslim etmemiştir. Halbuki çoğu kez
müstecir,
kiralayacağı
mala şiddetle muhtaçtır. Buna güvenip
başka mal kiralamayacaktır. Bu müddetin bir
kısmı geçtikten sonra icareyi bağlayıcı kabul
etmekte mutazarrır olmaktadır. Düşünülsün.»
En uygun görüş, Ebu Tayyibi'n söylediği şu sözlerdir; «Satışta,
satılan malda dikiş bilme ve kâtiplik
gibi
müşteriyi satın almaya rağbet ettirecek bir özellik bulunmadığı takdirde
müşteri muhayyerdir.»
«Anahtarı kaybetse iIh...» Bu söz eve girme kudretinin olmayışının illetidir.
Zahîre'nin ibaresi ise
şöyledir: «Camiü'l-Asgar'da:
«Birisi diğerine bir dükkân kiralasa,
anahtarını da verse, kiracı
dükkânı açmasa ve anahtar birkaç gün kaybolsa, sonra anahtarı bulsa, eğer o anahtarla dükkânı
açabilme imkanı varsa geçen günlerin kirasını
vermesi lâzımdır. Açma imkânı
yoksa geçen günlerin
kirasını
vermez.» denilmiştir.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilir: «Eğer zahmetsiz ve masrafsız açmaya kadir ise
ücret vermesi
gerekir. Yoksa gerekmez.
«Mülk sahibinin» «Kapıyı kırarak
girseydin» gibi bir söz söyleme hakkı da
yoktur.
«Mal sahibi ile müştecir ihtilâf etseler ilh...»
Yâni kapıyı açma gücünün olup olmadığında
ihtilaf
etseler
duruma göre hükmedilir.
Zehîre'de de şöyle
denilir: «Mal sahibî ile kiracı
ihtilâf etseler ve ikisinin de beyyinesi
olmasa, o
zaman mal sahibinin kirâcıya verdiği anahtara
bakılır. Eğer kapının kilitlenmesine
uygun olsa ve
onunla açma imkânı da varsa söz mal sahibinindir. Yoksa
söz müstecirindir.»
«Her ikisi de beyyine
getirse mal sahibinin beyyinesi ilh...» Yani anahtar kapıya uymuyorsa.
Zira
beyyine hâlin hilafına olduğu zaman, değirmen
meselesi gibi, o andaki durumla hükmedilemez.
Halin hakem kılınması, ancak
Mal sahibi; anahtarın, kilitlemeye uygun
olduğu halde kiracının onu
değiştirdiğini
iddia ederken, kiracı anahtarın aslından uygun olmadığını iddia ederse mümkün olur.
Zahire.
«Binanın
satışındaki ilh...» Yani birisi bir ev satın alıp anahtarını teslim
almasına izin verilir ve
verilen
anahtarla külfetsiz olarak kapıyı
açıyorsa adam o evi kabzetmiş sayılır. Yok eğer açmıyorsa,
evi kabzetmiş
sayılmaz. Minah.
Bu
anlatılanlardan anlaşıldı ki, müstecirin, kirâya verilen evi teslim almasına izin verilir ve verilen
anahtarla
külfetsiz olarak kapıyı açmak mümkün olursa anahtarı teslim o binayı teslim demektir. Bu
durumda, evde
oturmasa bile geçen müddetin ücretini
vermesi lazımdır. Kınye'de bu evin
şehirde
olması kaydı
konmuştur. Zira Kınye sahibi ;«Kiracı
anahtar elinde olduğu halde şehirde mahsur
olsa, şehir dışında anahtarı teslim etmek evi
teslim demek değildir. Bunu Bahır ve
Minah sahipleri
de ikrar etmişlerdir.
Şu kadar var
ki bu hüküm Kariü'l-Hidaye'nin fetva verdiği görüşün aksinedir. Onu Eşbah'ın
muhaşşisi ikrar etmiştir. Nitekim çeşitli meseleler bahsinde hemen önce bu mevzunun tamamı
gelecektir.
«Ev veya
tarlanın icaresinde her gün ücret istenir ilh...» Burada maksat; menfaat, mesele kat etmek
ve iş üzere
yapılan icare akitlerinin hepsidir, sadece ev
veya
tarla değil.
«Günü ve yerini beyan etmişse ilh...» Yani akitte ücretin ödenme vaktini beyan ederse, beyan ettiği
vakit taayyün eder. Bundan ötürü de Azmiye'de şöyle denilmiştir: «Bu hüküm, eğer ücret peşin
veya vadeli ya
da aydan aya diye konuşulmamışsa,
böyledir.» Bu Hûlasada beyan edildiğine göre,
Fukahânın
tümünün görüşüdür.
0 zaman, musannıfın metinde zikrettiği mesele, akitte ücretin ödeme
vaktinin konuşulmaması
durumu için geçerlidir.
«İşini
bitirip teslim ettiği zaman ilh...» Ebu Hanife önceleri «menfaatın
tamamı elde edilinceye
ve iş
bitene kadar
ücretin verilmesi gerekmez, zira akit,
o menfaat veya işin üzerine yapılmıştır.
Satılan
malın
bedelinde olduğu gibi ücret, cüzler üzerine, taksim edilmez.» diyordu. Sonra, bu sözünden
dönerek şöyle
dedi; «İcâre aktı bina ve tarlanın icaresi gibi muayyen bir müddet
veya binek
hayvanının kiralanması gibi bir mesafenin aşılması üzerine
yapılmışsa, istifade ettiği zaman kadar
ücret vermesi
vacibtir. Eğer kolayca bilmiyorsa; evde her gün için, mesafenin alınmasında da her
bir merhale için ücret verir.» Kıyasa göre:
eşitliğin
tahakkuku için hesap edilerek
her saatin ücretinin verilmesi
lazımdır. Şu kadar ki, onda da
zahmet
vardır. Eğer icare akti dikiş ve boya
gibi şeyler üzerine yapılmışsa, o zaman
ücret ancak o
işin
bitiminde gerekli olur. İşçi işi bitirir, ücretin tümünü birden alır.
Çünkü üzerinde akit yapılan
şeyin bir
kısmının yapılması fayda vermez. Yine
-mesela terzi veya boyacı-
iş verenin evinde çalışsa
dahi işi
bitirene kadar ücretten hiçbir şey hak edemez. Nitekim bunu Hidaye ve Tecrid sahibi de
zikretmişlerdir.
Mebsut,
Fevaid-i Zahîriyye, Zahîre. Şeyhülislam'ın Mebsut'u, Fahrülislam'ın, Cami'inin şerhi,
Kâdîhan ve
Timurtaşî'de şöyle denilmektedir:
«Terzi elbiseyi işverenin evinde dikerse, diktiği
kadarının ücretini alabilir. Hatta bir kısmını diktikten
sonra elbise çalınmış olsa, o diktiği kısmın
parasını alır. İşte bu delâlet ediyor ki; geçen meselelerin
hepsinde işin bir kısmını yapmakla ç
kısmın ücretini almaya hak kazanır. Şu kadar var ki, yaptığı kısmı iş sahibine teslim etmesi şarttır.
Evde oturmak
ve mesafeyi katetmekte ise evin teslimi ve mesafenin katedilmesi ile teslim etmiş
sayılır.
Dikişe gelince diktiği kısmı hakikaten veya hükmen teslim etmesi gerekir. İşverenin evinde
dikmesi hükmen teslim sayılır.
Zira onun evi
kendi elindedir.» Zeylâî. Özetle.
Bu meselenin
özeti şudur: Fukaha, Ebû Hanife'ye göre teslim etmeden işin yapılan kısmına karşılık
ücret
verilmesinin asla vacib olmadığında
ittifak etmişlerdir. Teslim edildiği takdirde işçi evde
oturmak ve
mesafeyi katetmekde, oturduğu müddetin ve katettiği mesafenin nisbetinde ücret
verilmesi
gerekir. Fakihler, imamı Azam'ın
dikiş gibi bir iş yapmak için yapılan
icâredeki görüşünün
ne olduğunda
ihtilaf etmişlerdir. Çoğuna göre
yaptığı işi teslim ederse, bu teslim hükmen de olsa,
ücretin
verilmesini gerektirir. Ancak, Hidaye ve Tecrid sahibleri çoğunluğa muhâlefet ederek
«Gerekli değildir» demişlerdir.
Zeylâî de şöyle demektedir: «Hidâye ve
Tecrid sahiplerinin sözü, Ebu Hanife'nin sonraki görüşü
olarak
rivayet edilen, iki tür icâre
arasında fark olduğu tarzındaki görüşe daha yakındır. Fukahanın
ekserinin zikrettiğine göre bütün icâreler arasında
hiçbir fark yoktur.»
İşte bununla
anlaşılmış olmaktadır ki: musannıfın,
içi bitirme teslim etme kayıtları Hidaye'deki
ifadeye
binâendir. «Teslim» sözü hem hakîkî. hem de hükmî teslime şamildir.
Hükmen teslim de
musannıfın
«Eğer işverenin evinde çalışırsa» sözüyle
tabir ettiğidir. Musannıf bu tabirin
yerine
«Hükmen de
olsa» dese idi. ifadesi daha kısa ve
daha açık olurdu. O halde, «bu tabire hiç lüzum
yoktur»
diyenlerin sözü de anlamsızdır. Anla.
«Emeğinin bir
eseri olan herkes îlh...» Yani
yapacağı iş, elinde helâk olduğu takdirde o işin ücreti
yoktur. Şarih
bir yaprak sonra eser-den muradın ne
olduğunu zikredecektir.
«Diktikten
sonra malın bir kısmı çalınsa
ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda fakihlerin çoğunun
sözü olarak geçen «Hükmen de olsa, teslim etmişse, yapılan
kısımdan dolayı ücret gerekir.»
sözlerinden
dolayıdır. Şarih bu kavliyle, Bahır'da zikredilenle musannıfın hatasını
işaret etmek ister.
Zira. Bahır sahibi, talebesi, musannıf şerhinde
«Bina meselesi Asl'da, «Binadan
yaptığı kısmın
ücretini alması gerekir.
Çünkü yaptığını mülk sahibine teslim etmiştir.» diye nassa dayanılarak
zikredilmiştir.» diyerek Allâme Tûrîye uydu»
demektedir. Kerhî de bunu Hanefi mezhebinin
alimlerinden
nakletmiştir. Gayetü'l-Beyan'da da Hidâye'yi redden bu mesele
kat'î olarak kabul
edilmiştir. O halde mezhebin asıl görüşü budur» demişlerdir.
İşte bundan ötürü musannıf, yani
Kenz'in
sahibi buradaki ifadesi her ne kadar mutlaksa da
Mastaşfâda bu görüşü ihtiyar etmiştir.
Demek ki, «şarihin sözünde kapalılık varsa» gibi,
güzel bir yön vardır. Anla.
Şu kadar var
ki, Hidaye'deki ifadeye «Mezhebin hilafınadır» denilmesini
düşünmek gerekir. Bu
yukarıda
Zeylâî'den naklen geçen ifade ile açığa çıkmaktadır.
Eğer Hidâye'deki ifadeyi «Esahhın
hilafı» kabul etseydi daha uygun olurdu. Düşün.
«Bir kısmını diktikten sonra ilh...» Yani mal işverenin
evinde çalınsa. Ama eğer terzinin dükkanında
çalınırsa, bütün ulemanın ittifakıyla ücret yoktur. Çünkü bu durumda teslim hiç gerçekleşmemiştir.
Ücret ancak teslimle olur.
«Bir binânın,
bir kısmını yaptıktan sonra yıkılsa ilh...»
Yani binayı bitirmeden önce yıkılsa.
«Elbise sahibi teslim almadan önce ilh...»
Yukarıda geçtiği üzere işverenin evinde yapılan iş
hükmen ona
teslimdir.
«Mal
sahibinden ücret talebinde bulunamaz ilh...» Zira terzilik, üzerinde
işin eseri görülen
şeylerdendir.
O halde satılan malda olduğu gibi tesliminden önce ücreti gerekmez.
«Söken adama ücret tazmin ettirir ilh...» Yani terzi söken
adamdan dikiş bedelini alır. Çünkü bu
telef
ettiğinin bedelidir. Onun sökmesi terzinin ücretini düşürmüştür. Bahır.
«Tazmin
ettirir ilh...» Yâni baştan mal sahibi ile konuşulan ücreti değil
onun söktüğü kadarını alır.
Çünkü
konuşulan ücret ancak akitle alınabilir. Terzi ile söken adamın arasında ise akit yoktur.
Rahmetî.
«Terzi malı tekrar dikmesi için cebredîlmez
ilh...» Çünkü o işi almış ve aldığı işi de yapmıştır.
Rahmetî.
«Ama terzi kendisi sökerse sanki hiç dikmemiş gibi tekrar diker ilh...
» Zira taahhüt ettiği işi
tamamen
yapmadığından yeniden dikmesi için cebredilir.
Zira icare akti, bağlayıcı bir akittir.
Rahmetî.
«Esah kavle göre terzi kumoşı biçmekten dolayı ücret alamaz ilh...»
Bu kavil,
Hülâsa ve Bezzâziye'de de esah görülmüştür. Fukaha meseleyi şöyle farzetmişlerdir:
Adam kumaşı verir, terzi de keser. Ama dikmeden ölür. Bu meselenin talilini de şöyle yapmışlardır
ki, âdet olarak ücret, kesim değil. dikiş
içindir.
Ben derim ki: Terzi kumaşı biçtikten sonra ölmese,
ihtilâfın tesiri yoktur. Çünkü dikiş
için
cebrolunur.
Şu kadar var ki. eğer kesimden sonra terzi ile kumaş sahibi akti feshetseler, zahir olana
göre onun hükmü de ölüm gibidir. (ücret
verilmez.) Teemmül et.
Yukarıdaki
tâlilden anlaşıldığı üzere kumaşı terziye yalnız kesim için verse, kesim ücretini vermesi
Iâ2imdır. Zira akit yalnız kesim üzerine yapılmıştır.
«Eşbah'ın haşiyesinde ilh...» Bu haşiyenin yazarı Şeyh Şerafeddin el-Gazzî'dir. Haşiye'de şöyle
demiştir: «Ben derim ki. Kâdîhân'ın Fetevâ'sında ve Zahîriye'de şöyle bir ifade vardır: «Terzi
kumaşı
kesse de dikmeden ölse, onun kesim ücretini
vermek lazımdır.» Sahih olan da bu görüştür.
Câmiü'l-Müzmarât
ve Müşkîlat'ta da Kübra'dan naklen «Fetva bu kavil üzerinedir.» denilmiştir.
Uygun olan bu kavle itimad etmektir. Zira o, «Fetva bunun üzerinedir.» sözüyle
teyid edilmektedir.»
«Fetva
birinci kavil üzerinedir ilh...»
İfadenin doğrusu, «birinci» değil «ikinci kavil
üzere»
denilmesiydi.
Nitekim az evvel Kübra'nın ibaresini gördün. Benim Tatarhaniye'de gördüğüm de
böyle.
«Cevhere
ilh...» Bunun misli Gâyetü'l-Beyan'da da vardır. Orada «Tandırdan çıkardığı miktarda işi
un sahibine
teslim etmiş sayılacağı» illet gösterilerek böyle demiştir. Bunun zahiri, terzilik
meselesinde gecen ihtilafın burada cari olmadığını
gösterir. Herhalde cari olmamasının illeti,
intifanın
mevcudiyetîdir. Teemmül et.
METİN
Ekmekçi ekmeği tandırdan çıkardıktan sonra
onun bir dahli olmadan ekmek yansa,
emeğinin
karşılığını alır. Zira ekmeği, ekmek sahibinin evine koyduğu için teslim etmiş
sayılır. Ekmeğin
yanmasından
sorumluda olmaz. Çünkü bir kusuru yoktur.
Fakat İmameny;
pişirdiği ekmeğin unu kadar ekmek
sahibine borçlu olduğunu ve ücret de
alamayacağını
söylemişlerdir. Mal sahibi dilerse ona ekmeğini ödettirir ve ücretini verir.
Ekmekler tandırdan çıkarılmadan yansa, işçi ücret
alamadığı gibi ittifaken mal sahibine ekmekleri
öder. Çünkü
onda kusuru vardır. Dürer ve Bahır.
Ama ekmeği ekmeğin sahibinin
evinde değilde kendi evinde, veya
başkasının evinde pişirse,
yandığında veya çalındığında ücret alamaz. Çünkü
hakikaten teslim etmemiştir. Fakat yandığı ve
çalındığı
takdirde zamin de olmaz. Çünkü ekmek onun elinde emanettir.
Bu müşterek işçi
meselesidir. İleride gelecektir. Cevhere.
Ekmek tandırdan çıkarılmadan yansa veya elinden düşse, o zaman işçi ekmeği öder. Ekmek sahibi
muhayyerdir.
Diterse kıymetini ekmek olarak alır ve işçiye ekmek pişirme ücretini verir. İsterse
unun ücretini
alır ve ücret vermez. Çünkü mal
teslimden evvel helâk olmuştur. Ekmeği
ödettirme
meselesinde işçi yanan odunu ve sarfedilen tuzu
tazmin etmez.
Aşçı yemekleri
kaplara doldurduktan sonra ücretini hak eder. Fakat müstecir
yemekleri kendi evi
için
pişirttiriyorsa, o zaman kaplara
koymak şart değildir. Cevhere. Bunda
asıl örftür.
Aşçı yemeği
bozsa veya yaksa veya iyice pişirmese. o yemeği öder.
Birisi yemek
veya ekmek pişirmek üzere bir eve
ateş getirse ateşten düşen bir parça evde yangın
çıkarsa, işçi izinli
olduğu için zamin değildir. Ev sahibi
de evde bulunan bir misafirin
yangında
yanan eşyasına
veya kendisinin yanmasına
zamin değildir. Çünkü taaddisi yoktur.
Ücretle kerpiç yapan kimse kuruyan kerpiçleri yerinden
kaldırdıktan sonra dikerse ücreti hak eder.
Buna ikame denir. İmameyne göre ise ancak kerpici
kurutup istif ettikten sonra ücrete
müstehak
olur. İbni
Kemal, Uyûn'a nisbetle İmameynin
kavli ile fetvâ vermiştir. Zikredilen hüküm işçinin
kerpici mal sahibinin yanında dikene kadar ücrete müstahak olamaz. İmameyne
göre, ise, ancak
kurutup istif
ettikten sonra ücret alabilir.
FER'Î MESELELER:
Kerpiç
yapımında kullanılan kalıp kerpiççiye,
toprak işverene aittir.
Yükü eve
getirmek hamala aittir. Çuvallara
boşaltmak veya yüksek bir yere çıkarmak ise
şart
koşulmadıkça hamala
ait değildir.
Yük taşıyacak hayvanın semeri, eğeri, ipi ve çuvalları hayvanı kiralayana aittir.
Yazı yazdırmak için yapılan akitte mürekkeb katibe aittir. Kağıdın da
katibe ait olmasını şart
koşmak, icare aktini
ifsad eder.
Boyacı ve çamaşırcı gibi nesnede emeklerinin eseri görülen kimseler,
ücretlerini alabilmek için
boyadıkları veya temizledikleri nesneleri ellerinde
tutabilirler.
Burada eserden murad, koku veya boya gibi işçinin mülkü olan bir şey midir, yoksa görülen
ve
müşahade edilen şeyden mi ibarettir? Bu konuda iki
görüş vardır. Bu görüşlerin tercih edileni
ikincisidir. O halde çamaşırcı, fıstıkçı, kırıcı, baltacı, değirmenci, terzi,
ayakkabıcı ve köle tıraş eden
berber gibi
işçiler, ücretlerini almak için
üzerinde iş yaptıkları malı sahibine vermeyebilirler.
Mücteba.
Malı vermeme
hakkı ücretin peşin ödenmesi şart koşulduğu
takdirdedir. Ama eğer ücret vadeli
ödenecekse, o zaman malı elinde tutamaz. Bu,
işçinin işi, işverenin evinde yapmasına benzer. Zira
iş işverenin
evinde olmakla, hükmen kendisine teslim edilmiş olur. İşçi işi
müstecirin evinde yapsa
bile malı telef ettiği takdirde, taaddi etmişse zamin olur. Gaye.
İşçi. ücretinin karşılığında yaptığı malı sahibine vermese malda telef olsa ücret
alamaz. Fakat
taaddisi
olmadığı için ona zamin de olmaz.
İZAH
«İmameyn unu
kadar borçlu olduğunu söylemişlerdir ilh...» Bu
ihtilaf Hidaye'de zikredilmiştir. Buna
göre; işin işverenin evinde yapılması ile, başka bir yerde yapılması arasında fark yoktur.
Nitekim
ileride gelecektir. Yine bu, müşterek işçinin
sorumluluğu konusuna girer. Bu meselenin özeti şudur
Mal imama göre müşterek iççinin elinde emanettir.
İmameyne göre ise işçinin
sorumluluğundadır.
Gayetü'l-Beyanda,
zikredilen bu ihtilâfı Kudurî, İbni Sem'a'nın İmam Muhammed'den rivayet
ettiğini
söylemiştir. Halbuki ne İmam Muhammed
Camiü's-Sagır'da ne de onun şarihleri zikretmemişlerdir.
Aksine hiçbir kayıt koymadan
mesuliyet yoktur.» demişlerdir. İşte bundan ötürü fukaha
«Camiü's-Sağir'deki mesele
umumu üzerine caridir. Ebû Hanife'ye
göre ise mal işçinin müdahalesi
olmadan telef
olmuştur. İmameyne göre ise teslimden sonra helak olduğu için işçinin
sorumluluğundadır»
demişlerdir.
Bahır ve
Minah isimli eserlerde de İtkanî'nin Gayetü'l-Beyan'da zikrettiği görüşe göre hareket
edilmiştir.
Sadece Minah ve Bahır'a müracaat etmiş olan bazı alimler şarihin
zikrettiği meselede «Kalemi
yanılmıştır.
Bununla birlikte Hidâye'ye uyan
kimse sapmaz.» demişlerdir.
«Taksiratı vardır ilh...» Yani piştikten sonra tandırdan çıkarmamıştır. Mal sahibi
eğer
yananekmekleri ekmek
olarak tazminettirirse, pişirme ücretini verir. Eğer un olarak tazmin ettirirse,
pişirmeücretini vermez. Bahır.
«Hakikaten teslim etmemiştir ilh...» Yanı işverenin
evinde yapılmamıştır. Bu sebeple hükmen teslim
yoktur. O
halde hakikaten teslim etmesi lazımdır.
Bu da olmadığına göre ücret vermek gerekmez.
«Çalındığında
ilh...» Burada uygun olan «yansa» kelimenin
de ilavesi idi. T. Ben sanıyorum ki,
şarihin bu
sözü terketmekteki maksadı ekmeğin
tandırdan çıkardıktan sonra çalınmasıdır. Yanma
ise tandırdan
çıktıktan sonra nadiren olur.
«Ekmek yansa
veya elinden düşse ilh...» Yukarıda, müstecirin
evinde olsa hükmün böyle olduğu
geçti. Eğer
musannıf geçen kavlini ve
ondan evvelki «ücret yoktur ve zamin
olur» Kelimelerini de
söylemeseydi de, buradaki ifadeyi
her iki meseleye rücu ettirseydi daha
iyi olurdu. Nitekim bunu
Tahtâvî de
ifade etmiştir.
«Ekmek pişirme ücretini verir ilh...» Zira pişirilen
ekmek müstecire manen ulaşmıştır.
Çünkü
ekmeklerin kıymeti eline ulaşmıştır. T.
«Yanan odunla
sarf edilen tuzu tazmin etmez ilh...» Zira o, yanan ekmekleri zamin olmadan önce,
onların ikisini de kullanmıştı. Ekmeklere zamin olduğu vakit de yanan odunlar kül olmuştur.
Zeylaî.
«Kendi ailesi için kiralamışsa...» Şarihin bu sözü musannıfın zikrettiğinin
ziyâfetlere ait olduğunu
ifade
etmektedir. Ziyafetlerin nev'î ise onbirdir.
Alimlerden bazısı bu onbir ziyafet türünü nazmen
şöyle ifade etmişlerdir:
Ziyafet ondur, bir de ilave edilir. Onları sayanlar akranları içerisinde
aziz olur. Çocuk doğduğunda
verilene
hurs, Çocuk için verilenede akika denir. Çocuğun sünnetinde verilene İ'zar, Kur'an ve
adâbı
hıfzettiğinde verilene de hızak
denilir. Çünkü Kur'anı okumakta mahir olmuştur. Nikahta
verilene
melâk, düğünde verilene de velîme
denir. Düğünün ilanını ihmal etme. Sebepsiz verilene
me'debe, bina için verilene de vekîre denir. Seferden dönüş için verilen nakîa'dır.
Bir felâket anında
verilene de
vadîme denir. Bunu komşular verir.
Recep ayının başlaması üzerine kesilen hayvan
ve
verilen yemeğe de atîre denir.»
«Bunda asıl
örftür ilh...» İcare akti şartsız olduğu zaman mutad olana şamildir.
Ama şart koşulursa
bunun
hilafınadır. İtkanî.
«Aşçı yemeği pişirmese veya
yaksa öder ilh...» Ekmek bahsinde geçen ifadeye göre yemek
sahibinin
muhayyer olması gerekir. Dilerse
yemeğe sarfedilen malzemeyi alır,
aşçıya ücret vermez.
Dilerse pişirilmiş ücreti tazmin ettirir ve ona pişirme
ücretim verir. T.
«Kerpiç yapan
kimse ilh...» Kerpiç kalıbı tek değilse veya bunlardan birisi örfen diğerlerine galip
değilse kalıp tayin edilmediği takdirde kerpiç yaptırmak üzere yapılan icare akdi fasittir. Kuhistanî.
özetle.
«İkame ettikten sonra ilh...» Zira kerpiçleri ikame etraflarını düzeltmek içindir. O
halde o da kerpiç
kesimine dahildir. İkâme; kerpiçler kuruduktan sonra onları yerden kaldırıp dikmektir. Kerpiçleri
kalıba dökse, fakat ikame etmezden önce
yağmur bozsa müstecirin evinde bile olsa
ücret vermek
lazım
değildir. Kuhistanî.
«İstif ettikten
sonra ilh...» İmameynin
bu görüşlerinin delîli istihsan dır. Zeylaî. Herhalde onların
görüşlerinin
müftabih olmasının sebebi, bunun istihsal oluşudur. Ancak İtkanî onların delillerinin
zayıf olduğunu söylemiştir. Teemmül et.
Bahır'da da
şöyle denilmektedir: «İhtilafın
faydası şurada ortaya çıkar: Kerpiçler
kuruyup istif
edilmeden telef olsa, İmam-ı Azama göre müstecirin malından telef olmuştur. İmameyne göre ise
işçiden gider. Ama
kerpiçler yerden kaldırılmadan önce telef olursa, her üçünün icmaına göre
ücret
yoktur.»
«İmama göre onları, mal sahibinin yanında yerden
kaldırılmış olarak sayıncaya
kadar ilh...»
Mustasfâ'nın
ibaresi şöyledir: «İmama göre kerpiçleri
diktikten sonra İmameyne göre de istif
ettikten
sonra ücrete müstahak olur.» İzah ve Mebsut'ta da böyledir.
Mustasfa
sahibi ücreti hak etmek için kerpiçleri saymayı şart koşmamıştır. Evlâ olan da budur.
Çünkü
saymadan da teslim etmiş olsa ücretini
alabilir. Bahır.
İtkanî'de Tahavî'nin şerhinden naklen Mustasfa'daki ibarenin benzerini zikretmiştir.
Teslim
kelimesini müstecir ile kerpiçleri başbaşa bırakmak
şeklinde tefsir etmiştir.
«Kâğıdın da katibe ait olduğunu şart kılmak, icare
aktîni îfsad eder ilh...» Ama
mürekkebi ona şart
koşmak icare aktini ifsad etmez. Hamevî.
«Ücret almak için malı
elinde tutabilir ilh...» Yani
malı sahibine vermeme hakkına sahiptir. Burda
şöyle bir müşkül ortaya çıkar. Ücreti talep etmek, yukarıda da geçtiği gibi ancak
teslimden sonra
olabilir.
Malı hapsettiği zaman ne teslim, ne de ücret isteme vardır.
Bu müşkülün şu şekilde def'î
mümkündür:
Yukarıda geçen söz, işi bitirip teslim ettikten sonra talep edebilir
anlamına gelir.
Sözün kendisi
varken mefhûmu muhalifine bakılmaz. Sayıhanî.
0 zaman da «İbârede teslimin anılmasında bir
fayda olmaz. Çünkü fukaha, «Ücret
ancak teslimle
vacibtir.»
demişlerdir şeklinde bir itiraz gelebilir. Eğer mal teslimden
önce işçinin elinde helak
olursa ücret
düşer. Çünkü işçi üzerinde emeğin eseri olan ma'kudunaleyhi
teslim etmemiş-tir. Ama
emeğin eseri olmayan iş böyle değildir. Çünkü onda
ücret işi bitirdikten sonra gerekli olur.
Buradaki
«hapis» kelimesine «teslimden sonra
geri alma hakkı vardır» diyerek teslimden sonra
hapis demek de mümkün değildir. Musannıfın aşağıdaki
sözü buna delâlet eder: «Ücretini almak
için nesneyi
hapsetme, o da zayolsa, ücret yoktur.» Halbuki,
teslimle ücret gerekli olur. Üstelik
adamın, müstecirin evinde yaptığı işte olduğu gibi hûkmî
teslimde de işçi malı hapsedemez. Hakiki
teslimden
sonra nasıl hapsedebilir? O zaman zahir olan: «hapseder» kelimesinin
manası işçinin
zamin olmamasıdır. Çünkü onun hapsetme hakkı olmasaydı teslimden sonra zayi olması
durumunda
zamin olurdu. Düşünülsün.
«Esah olanı ikinci kavildir
ilh...» Gurerü'l-Efkar'da ve
Kadıhan'a uyularak Gayetü'l-Beyan'da
da bu
kavil sahih
görülmüştür.
Bahır'da ise şöyle
denilmiştir: «Nesefî Mustasfa isimli eserinde Zahîre'ye nisbetle birinci kavlin
sahih
olduğunu söylemiştir. O halde bu meselede
esah olan kavlin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
Halbuki iki kavilden birisini tercih etmek gerekir. Hidâye sahibi; elbiseyi yıkamayı
yük taşımanın
benzeri
sayarak tercih yapılması gerektiğini
söylemiştir.»
«Terzi ve
ayakkabıcının ücret almak için malı ellerinde tutma hakları vardır ilh...»
Bu kavil Zahîriye
sahibinin
zamanındaki örfte «İplik kumaş sahibine
aittir.» sözüne göre açıktır. Ama
ondan evvelki
«iplik
terziye aittir» örfüne göre -ki o, şu
anda bizim de örfümüzdür- Bu söz açık
değildir. Çünkü
iplik de boya
gibidir. Sayıhanî.
«Hükmen kendisine teslim edilmiş olur ilh...»
Çünkü ev işverenin evidir ve
kendisinin elindedir.
Buna göre
hükmî teslim. hakiki teslim gibidir ki, hakiki teslimde de malı hapsetmeye malik değildir.
«Taaddisi olmadığı için ilh...» 0 zaman eskiden
olduğu gibi elinde emanet olarak kalır.
İşte bu da
sorumlu
olmamanın illetidir. Ücret almamanın illeti ise, üzerinde akit
yapılan nesnenin teslimden
önce helâk olmasıdır.
METİN
Sırtı ile
veya hayvanla yük taşıyan hamal, gemici, elbiseyi
güzelleştirmek için değilde, temizlik için
yıkayan
-Mücteba- kimseler gibi, işinde emeğinin
eseri görülmeyen ücretliler, ücret için malı
hapsedemezler. Eğer hapsederse, gasp sorumluluğu
gibi sorumlu olurlar. Bu kendi
konusunda
gelecektir. O zaman malın sahibi muhayyerdir.
Dilerse o, nesneyi bedeli ile tazmin ettirerek evine
getirtir ve
taşıma ücretini verir: dilerse, taşıtmak-sızın yalnız tazmin ettirir ve ücret
ödemez.
Cevhere.
İşveren. «Sen
kendin bizzat yapacaksın» diye
işçinin kendisinin çalışmasını şart koşarsa, işçi kendi
yerine başkasını, çalıştıramaz.
Ancak ücretle tutulan süt annesi,
şart koşulsun, veya koşulmasın,
kendi yerine
çocuğu bir başka kadına emzirtebilir. Hülasa.
İşveren
işçiyi mutlak şekilde «Şu işi yap.» diye tutsa işçi bir başkasına da
yaptırtabilir. Musannıf
«Başkasına da yaptırabilir» ifadesiyle, işçi aldığı işi ücretle bir başkasına
yaptırsa, zayi olduğu
takdirde mal sahibi ikincisine değil bizzat kendi
adama tazmin ettirir. Hulâsa da bunu açıkça
belirtmiştir.
Musannıfın,
işçinin bizzat kendi ameliyle
kayıtlaması şunun içindir:
Eğer işveren
işi verdiğinde bugün veya yarın diyerek vakit şart koşsa, o da şart kılınan
vakitte
yapmasa, işveren birkaç kere yapılmasını taleb ettiği halde işçi ihmal etse ve mal
çalınsa zamin
olmaz. Şemsü'l-Eimme, bu mesele sorulduğunda, «işçi
zamindir.» diye cevap vermiştir. Hülasa'da
da böyle denilir.
«İşverenin şu
işi sana, yapman için veriyorum.» sözü kayıtlama değil mutlaktır. Mustasfa. Buna
göre işçi bir başkasını
tutarak da o işi yaptırabilir.
Birisi
diğerini uzak bir yerde olan aile
efradını getirmek üzere tutsa oma aile efradından bazıları
ölmüş olsa ve
işçi geri kalanları alıp getirse, o
zaman getirdiklerinin oranınca ücret alır. Bunu
musannıf; «Eğer müstecirin aile efradı, her ikisince de biliniyorsa» sözüyle kayıtlamıştır. Zira
ücretin,
onların tümünün karşılığı olması böyle
mümkündür. Eğer aile efradının kaç kişi
olduğu
malum değilse, o zaman ücretin hepsini alır.
İbn-i Kemal
şunu nakletmiştir: «Eğer aile
fertlerinin sayılarının azalması
ile külfet azalıyorsa, o
hesaba göre ücretini alır. Yok eğer meşakkat
azalmıyorsa ücretin tamamını alır.»
Birisi
diğerini «Şu mektubu veya şu paketi
Zeyd'e götür.» diye tutsa, o da
mektup veya paketi Zeyd
öldüğü veya kaybolduğu için geri getirse. onun için ücret yoktur. Çünkü terzinin elbiseyi
diktikten
sonra geri sökmesi gibi, götürdüklerini geri getirdiğinden dolayı akdi bozmuştur.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Birisi diğerini belli bir ücretle bir
yerdeki adamı çağırması için
kiralasa. kiralanan
adam oraya gitse fakat adamı bulamasa
ve geri gelse, işverenin ücreti vermesi
gerekir.»
Mektup veya paketi Zeyd'e
götürmesi için tutulan kimse, Zeyd'in
ölümü halinde götürdüklerini
varislerine,
kaybolması halinde de geldiğinde ona
teslim edecek bir adama verse, işverene
yalnız
götürme
ücretini vermesi gerekir. Bu da
konuşulan ücretin yarısıdır. Dürer ve
Gurer'de böyle
denilmiş musannıf da onlara uymuştur. Şu kadar var ki
muhaşşiler bu ibarenin devamında ücretin
tamamının
verilmesi gereğine itimad etmişlerdir.
Kuhistanî,
Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «İşveren,
teslim ettikten sonra cevabını
getirmesini
şart koşarsa, cevabı getirmediği takdirde ücretin yansını verir. Eğer şart koşmazsa, o zaman
ücretin
tamamını verir.»
Kuhistanî'den
yapılan bu nakil ile Molla Husrev ile
muhaşşilerin kelamları uzlaştırılsın.
Mektubu
götüren adam Zeyd'i bulsa fakat mektubu ona vermese. işverenin hiçbir şey vermesi
gerekmez. Zira, üzerinde akit yapılan iş mektubu ona vermesidir. Bu da yerine
getirilmemiştir.
İşçinin,
götürdüğü mektubu yırtılmış olarak teslim
etmesi halinde hükmün ne olacağı ihtilaf
edilmiştir.
Vakıf
mütevellisi, vakıf arazisini ecr-i misilden farklı bir ücretle kiraya verse, müstecirin
-mütevellinin
değil, nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır- müftabih kavle
göre emsalinin
ücretinin
tamamını vermesi lazımdır. Nitekim Telhis ve başka kitaplardan naklen
Bahır'da da
böyledir. Mecmeu'l-Fetevâda da denildiği üzere;
Vasi ve
babanın, çocuğun arazisini icare vermesinin hükmü de böyledir.
Vakıf arazileri veya
menfaatlerinin gasbi halinde, dımânın gerekli olduğuna fetva verilir.
Ulemanın hakkında ihtilâf ettiği meselelerde
vakfa faydalı olan husus hangisi ise fetva ona göre
verilir.
Nitekim ulemâ fahiş bir ücretle icara verilen bir vakıf arazisinde, Allah'ın hakkını korumak ve
vakfı
gözetmek üzere o icare aktini bozmuşlardır.
Ücretim peşin
alarak mülkü kiraya veren kimse, borçlu olduğu halde ölse, icare
feshedilir. İcare
verilen nesne
müstecirin elinde ise, icare akti
fasit bile olsa, müstecir ödediği ücretin karşılığını
alıncaya
kadar o malda diğer alacaklılardan daha çok hak sahibidir.
Şu kadarı var ki, kiraya
verilen
mal helâk olsa bile alacağı düşmez. Zira icare verilen nesne her yönüyle rehin değildir. Ama rehin
böyle değildir. Çünkü rehinin kendi kıymeti veya
borçtan hangisi daha az ise onun karşılığında
mazmundur.
Nitekim rehin babında gelecektir. Mecmaü'l-Feteva.
İZAH
«İşinde emeğinin bir eseri görülmeyen kimse ilh...». Ancak kaçan köleyi geri getirip sahibine teslim
eden adamın ücretinin hükmü bu hükümden müstesnadır. İbni Kemal.
«Kumaşı
temizlemek için yıkayan ilh...» Ama eğer güzelleştirmek için yıkamışsa, o zaman çamaşırcı
işinin eseri mal üzerinde görülen işçilerden
olur. Zira: meselâ beyazlık
gizli iken adamın yıkaması
ile açığa çıkmıştır. Dolayısıyla sanki onu
yeniden beyazlatmış gibi olmaktadır. O zaman o işçi geçen
ihtilafa göre
ücreti olmak için elbiseyi sahibine vermeyebilir.
«Konusunda
gelecektir ilh... » Bu mesele şöyledir: Hapsettiği mal, elinde tuttuğu için zayolduğu
takdirde
benzerleri varsa onun benzerini
vermesi gerekir. Ama eğer benzeri piyasadan çekilmişse
gelecek ihtilafa göre piyasadan kaybolduğu veya
hükmün verildiği ya da gasbedildiği gündeki
kıymetini verir. Eğer benzeri olmayan şeylerden
ise, o zaman gasbettiği gündeki kıymetini verir.
Bunda bütün
âlimler ittifak etmişlerdir.
«İşveren, «Sen
etinle yapacaksın veya bizzat çalışacaksın.» diye bizzat
işçinin kendisinin
çalışmasını şart koşarsa ilh... » Bu kavil
metinlerin açık ifadesidir. Şerhler de bu kavil üzere
yürümüşlerdir.
Hülâsa'dan naklen Bahır ve Minah'taki «Başkasının
eliyle çalışma», ifadesini ilave
etmekse, önceki sözünü kuvvetlendirmek içindir.
Böyle denilmediği takdirde, kiraya
verenin sözü
mutlak olur,
manasına kaydı ihtiyazî değildir.
«İşçi kendi yerine başkasını çalıştıramaz. ilh...» Çocuğu veya
işçisi de olsa. Kuhistanî. Zira üzerinde
akit yapılan
iştir ve muayyen bir şahıstan taleb
edilmektedir. Bir diğeri onun yerini
tutamaz. Aynı
şekilde üzerinde akit yapılan şey birisini bir
aylığına hizmet ettirmek için kiralamada olduğu gibi
menfaat olsa,
yine başka birisi onun yerini
tutamaz. Çünkü o zaman menfaati akitsiz
olarak yerine
getirmek olur. Zeylaî.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Yukarıdaki görüşü dikkatle düşünmek gerek. Çünkü işverene
muhalefet
ettiğinde, aldığı işi kendisinden daha usta birisine vermiş olsa,
veya bir binekse onun
yerine daha kuvvetlisini
verse, caiz olması gerekir.»
Bu itiraza
Sâyıhanî şöyle cevap vermiştir: «İşi yapana
göre değişen şeylerde «kendi elinle yap»
kaydı faydalıdır. Musannıfın dediği de bu kabildendir.»
Hâniye'de de:
«Eğer aldığı işi çocuğuna veya
çırağına yaptırırsa, ona ücret vermek gerekmez.»
denilmektedir.
Hâniye'den nakledilen bu ifadenin zahiri,
yukarıda geçen illetle birlikte
ifade ediyor ki: «Başkasını
çalıştıramaz» sözünden murad: icârenin sahih olup,
konuşulan ücretin hak edilmesi veya
icârenin
fasit olup
ecri mislin gerekli olması ile birlikte çocuğuna veya hizmetçisine vermesinin haram oluşu
değildir. Hem
de ikinci işçinin iş verene karşı
bir sorumluluğu yoktur. Çünkü işverenle ikinci şahıs
arasında hiç bir akit yoktur. Ama bu, aldığı işi bir
ikinci şahsa yaptırırsa ona ecr-i misil vermesi
lazım mıdır?
İşte burası tereddüt mahallidir, bunu araştırmak lâzımdır.
«İster şart koşulsun, ister şart koşulmasın
ilh...» Ancak şârih ileride fasit icare bahsinde
Şurunbulalîye'den
naklen şöyle diyecektir: «Süt anne eğer ücretle emzireceği çocuğu kendi
hizmetçisine emzirtse veya
o da ikinci bir kadını çocuğu emzirmek üzere icarlasa, yine ona
ücret
vermek
gerekir. Fakat çocuğu bizzat kendisinin emzirmesi şart koşulmuşsa, esas kavle göre ücret
vermek
gerekmez.
Öyle sanıyorum ki, metindeki sözün illeti şudur: İnsan birçok arazlara maruzdur. Öyle bir hal olur
ki, onun
aldığı çocuğu emzirmesi çok zor olabilir. O zamanda çocuk
zarara uğrar. Onun için bizzat
kadının
emzirmesi şartı lüzumsuz olur. Teemmül et.
«İşçiyi
mutlak şekilde tutmuşsa ilh...» Yani «elinle yap.» şartını koymayarak «Şu
elbiseyi dik veya
şunu bir
dirheme boya.» demesidir. İşverenin
bu şekilde mutlak bir ifade kullanması başkasının
yapmasına razı olduğunu gösterir. Kuhistanî. Musannıfın ileride zikredeceği de bu
kabildendir.
«Bizzat kendi
icarladığı adama tazmin ettirir ilh...»
Yani çalındığı zaman bu İmam-ı Azama
göredir.
İmameyne göre
ise dilediğine tazmin ettirebilir.
Hülasa.
«İhmal ederek ilh...»
Yani konuşulan sürede işi bitirmezse fakat korunmasında da kusur etmese
zamin olmaz.
Zira öyle
zannediyorum ki «bugün ve yarın» kelimeleri
acele yapılması için zikredilir, şart için
değildir. T.
«Şemsü'l-Eimme ilh...» Bu ifadenin zahiri, mutemed
olan kavlin birinci kavil olduğunu
göstermektedir.
Zira Şemsü'l-Eimme bu cevap da yalnız kalmıştır. Alimlerden hiçbiri ona
katılmamıştır. T.
Ben derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Ben, Buhara imamlarından,
«Birisi boyacıya
bugün boyayıp
vermesi şartıyla bir elbise verse, o da verilen
günde bitiremeyip aldığı elbise ertesi
gün telef
olsa boyacının zamin olup olmadığını»
sordum. «Zamin olur.» diye cevap verdiler. Bunun
benzeri
Zahîre'den de nakledilmiştir. Camiü'I-Fusuleyn'de bundan
sonra da Fetevâ-yı Dînarî'den
naklen şöyle
denilmektedir: Eğer boyacı ile kumaş sahibi tarih üzerinde ihtilaf etseler, uygun olan
boyacıyı tasdik etmektir. Çünkü o hem şartı, hem de dımânı inkar etmektedir.
Diğeri ise bunları
iddia
etmektedir.» Daha sonrada şöyle
denilir: «Eğer verilecek günü şart koşmuş olsalar. boyacı da
birkaç gün
sonra boyamış olsa, uygun olan, ücretin verilmesinin vacip olmamasıdır. Zira icare akti
kalmamıştır. Gününde yapmadığında helâk olduğu
takdirde onu tazmin etmesinin gerekli olması,
bunun
delilidir. Bu mesele şuna benzemektedir:
Adam boya için aldığı kumaşı inkâr etse, sonra da boyanmış olarak getirse, elbette ki bunda da
ücret olmaz.»
«Aile fertlerinden bazıları ölse ilh...» Ama
eğer hepsi ölmüş olsa, hiç ücret alamaz. Çünkü yapılan
akit onları
getirmesi için idi. Bu da olmadı. Remli.
«Getirdiklerinin hesabı kadar ücret alır
ilh...» Yani geliş ücretini getirdiklerinin sayısına göre alır.
Gidiş
ücretinin ise tamamını alır. Makdîsî. Kifaye'den naklen.
Ben derim ki: Miraç'ta Hidaye'nin. «Birisi diğerini Basra'ya gidip oradan aile efradını getirmesi için
icarlasa, o da gidip getirse, gidiş ücretinin tamamını,
geliş ücretini ise getirdiklerinin sayısına göre
alır.» ibaresi nakledildikten
sonra, «Bu görüş Hindivanî'nin
seçtiğidir.» denilmiştir.
Fazlî'den de şöyle
nakledilmiştir: «Eğer birisi şehirde, köye gidip buğday
getirmesi için kiralansa ve
köye gitse de buğday bulamazsa, boş olarak dönse, eğer mal sahibi; «Ben seni köyden buğdayı
yükleyip
getirmen için icarladım.» demişse, ücret vermesi gerekmez. Çünkü birincisinde
akit iki şey
üzerinedir.
Birisi köye gitmek, ikincisi de oradan yükü getirmek. İkincisinde ise taşıma şart
koşulmuştur.
Taşıma da mevcut olmadığından ücret vacib değildir. Zahîre'de ve Timurtâşî'nin
Câmii'n'de de
böyledir.» Bunun benzeri Nihaye'den naklen Tebyîn'de de vardır.
Metinlerin zahiri, Hindivânî'nin kavlinin
ihtiyâr edilmesi istikâmetindedir.
Öyleyse, Hidâye'nin
ibaresi üzerindeki her iki kavil arasındaki
farka bakılsın. Zira Hidaye'nin
ibaresinde isticar iki şey
üzerinedir.
Evet, o da Kenzde olduğu gibi musannıfin
ibaresine göre zahirdir. Herhalde gitmeyi
sarahaten söylemek
herhangi bir kayıt değildir. O zaman
iki kavil arasındaki fark açığa çıkmaktadır.
Bunu
Tatarhâniyedeki şu ifâde de teyîd etmektedir.
«Adam birisini depodan buğday yükleyip getirmesi için icarlasa, o da gitse fakat depoyu bulamasa,
akitte
konuşulan ücretin yansını alır.»
Tatarhaniye'de
ki bu ifadeye göre: ailesini getirmesi
için birisini icarlayan adamın ailesinin hepsi
ölmüş olsa,
gidiş ücretini vermesi gerekir. O zaman bu da bizim yukarıda Remlî'den nakl ettiğimiz
ifadeye
muhâlif olur.
Bu muhalefeti
def etmek Remli'nin ibaresindeki «ücret yoktur» ifadesini «gitme ücretinin dışında
ücret yoktur»
şeklinde anlamakla mümkündür. (Çev.
M.T.)
«Ücretin
hepsini alır ilh...» Kuhistanî'de şöyle denîlir: «Eğer aile efradının
sayısı bilinmiyorsa, icare
aktl fasîd
olur, Ecr-i misli vermesi lazımdır.»
Metindeki
«hepsi» kelimesini «ecr-i mislin
hepsi» şeklinde anlarsak, iki ifade arasındaki
zıtlık
ortadan kalkar.
«Eğer aile fertlerin azalması ile külfet azalırsa ilh...» Bu söz musannıfın «Getirdiği adamların
hesabına göre ücretini alır.» kavlini kayıtlamaktır. Bu da imam Hindivanî'den nakledilmiştir.
«Aksi halde
tamamını alır ilh...» Ölenin küçük olması veya gemi kiralanmasında olduğu gibi
hallerde ücretin tümünü alır. Çünkü gemi kiralamada
ölenler büyük bile olsa sayının azalması bir
şey
değiştirmez..Bu, onların taşınması
için icarlanmış olması halindedir. Ama eğer taşımak ücreti
işverene ait
olmak üzere akit yapılsa veya ecirin ailesi
yakın bir yerde olup yaya olarak
gelebilecek
olsalar yada
uzakta oldukları halde yaya olarak
gelmeye kudretleri varsa, ve işçinin sadece onlara
arkadaşlık etmesi
üzerine akıt yapsalar ücretin
hepsini vermesi lâzımdır. Çünkü bir
topluluğa
arkadaşlık etme külfeti bir veya iki kişinin eksilmesiyle
azalmaz. Ancak köle olurlarsa bu
müstesnadır.
Çünkü kölenin bir kısmına sahip olmak, hepsine sahip
olmaktan daha kolaydır.
Hamevî. T.
«Şu mektubu
ilh...» Burada mektubun örnek verilmesinden maksat, taşımakta bir meşakkat
olmayan şeylere paketten
maksat da taşımakta zahmet olan şeylere işaret içindir.
«Onun için
bir ücret yoktur îlh...» Yani paket
için ihtilafsız olarak, mektub için ise Ebû Hanife ve
Ebû Yûsuf'a
göre gidip gelme ücreti yoktur. İmam
Muhammed'e göre ise: ister cevabı getirmeyi şart
koşsun, ister koşmasın, gidiş ücretim vermek gerekir.
Nitekim Nihaye ve başka kitaplarda
da
böyledir. Öyle zannediyorum ki, «cevabı getir»
sözü ile kayıtlamak lazımdır ki,
İmam Muhammed'in
hilafı ortaya
çıksın. Eğer böyle kayıtlanmazsa, İmam Muhammed'in kavline göre uygun olan
ücretin
tamamının
verilmesidir. Kuhistanî.
Ben diyorum ki: Evet, öyledir. Ancak getirmeyi kaydetmek Camiü's-Sagir,
Hidâye ve Kenz'de olduğu
üzere
Dürer'den naklen gelecek meseleye
nisbetle lazımdır. Nitekim bu açıkça ortaya
çıkacaktır.
Demek ki, İmam Muhammed ile hocaların arasındaki ihtilafın aslı şudur: Ücret İmam
Muhammed'e
göre işçinin
mesafeyi katetmesi karşılığındadır, taşıma karşılığında değil.
Çünkü meşakkat
mesâfeyi
katetmededir. Paketin taşın-ması ise bunun aksinedir. Zira bunda ücret
taşımanın
karşılığıdır. Çünkü meşakkat ve külfet, taşımakdadır.
Mesafeyi kat etmekte değil. Ebû
Hanife ve Ebû
Yusuf'a göre
ipe ücret her ikisinde de taşımanın karşılığıdır. Çünkü taşıma
maksada vesiledir.
Maksat da paketi götürdüğü adamın yanına bırakmak ve
mektubun içindekini götürdüğü adamın
bilmesidir. İşçi götürdüğünü geri getirdiği takdirde üzerine akit yapılan şeyi eksik yapmış
olmaktadır.
«Adamı çağırması için tutsa...» Kâdîhan
bunu bir haberin tebliği meselesinde tasvir etmiş ve
bununla
mektubun ulaştırılması meselesini farklı mütalaa ederek şöyle
demiştir: «Haber götürmek
bazen gizli
olur, gönderen ona başka birisinin muttali olmasına razı olmaz. Mektub ise mühürlüdür.
Eğer mühürlü
olarak bıraksa, ona başka bir adam
muttali olamaz.»
Hulevânî de
mektup götürme ile haber götürmenin
bir olduğunu kesinlikle söylemiştir.
Şarih ise o
adamı çağırmayı haber gönderme gibi kabul etmiştir. T.
Ben derim ki: Çünkü birisini çağırmak üzere adam
göndermek de risaletin bölümlerindendir.
Teemmül et. Şarihler şöyle demişlerdir: «Bir haber götüren kişi gittiği odamı bulsa. fakat haberi
tebliğ
etmeden geri dönse bütün alimlerin icmaı ile
döndüğünde ücreti hak eder.»
Bunun ille-ti;
Muhit'ten
naklen Zeylaî'de belirtildiğine göre
şöyledir: «ücret mesafenin kat'ı karşılığındadır. Çünkü
mesafeyi
katetmek adamın gücünde olan bir
şeydir. Ama haberi duyurmak adamın
gücünde
değildir. O
halde o, ücret onun karşılığı olamaz. Teemmül edilsin.
«Ücret
götürme sebebiyledir...» Yani alimlerin
icmaı ile. Nitekim İtkanî ve diğer alimlerde bunu
zikretmişlerdir.
«Konuşulan
ücretin yarısıdır ilh...» Azmiye
de bu kavle, «fahiş hatadır.» denilerek itiraz edilmiştir.
Çünkü gitmek
ve getirmek ücreti yan yarıya
eşittir. Pek ittifak edilecek bir mesele değildir.
Ben bu
ibareyi başka
bir alimin eserinde de görmedim.
«Muhaşşiler bu Ibarenin peşînde getirdiler ilh...»
Vanî ve Şurunbulâlî gibi şarihler.
Şurunbulaliyye'de şöyle denilir: «Bu görüşte bir yanlışlık
var, «Ücretin yarısını değil,
tamamını
vermek
lazımdır. Zira üzerinde akit yapılan
şey, götürülenin ulaştırılmasıdır. Bundan
başkası değil,
o da
mevcuttur. Peki, ücreti yarılamanın sebebi nedir? Nitekim
metin ücretin tamamının verilmesi
gerektiğini
uygun görmektedir. Mevahib sahibi meseleyi mektubu götürmek ve cevabını getirmek
için adam
tutmak konusunda birlikte farzetmiştir.»
«Bunların
orası uyuşturulsun ilh...» Şu
kadar var ki bu, Dürer sahibine varid
olan itirazı defetmez.
Zira önce cevabı getirmekle kayıtlamamış ikincisinde ise
konuşulan ücretin yarısını vereceğini
söylemiştir.
«Yırttığı
takdirde hüküm de ihtilaf ettiler...» Hâniye'de
şöyle denilir: «İşini bozmadığı
takdirde,
fukahanın
kavline göre ücretini alır. Bazı alimler tarafından; mektubu yırtarsa ücretin vacip
olmaması gerekir» denilmiştir.
Çünkü mektubu götürdüğünde mektup
gönderilen adamı
bulamadığı
takdirde, götürdüğü yerde bıraksa, mektup gönderilen
adamın varisleri ondan
faydalanır ve maksat da hasıl olur. Yırtmak ise böyle değildir. Ama
eğer iletmeden yırtarsa ücret
alamaz.
Araştırılsın. T.
Ben derim ki: Hâniye'nin «O ücreti alır» sözünden maksadı götürme ücreti alabilir demektir. Nitekim
Kuhistânî'nin
ibaresi de bunu ifâde etmektedir. Bu hüküm, cevap getirmeyi şart
koşmuş olması
halindedir.
Ama cevap getirmesi şart koşulduğu halde
kendisine mektup gönderilenin mektubu
yırtması veya cevap vermemesi halinde hükmün ne olacağı araştırılsın, bu
durumda ücretin yarısını
mı alır,
yoksa tamamını mı? Çünkü mektubu
götüren adamın mektubu olan adamın
yaptığını haber
vermesi de
mana itibariyle cevaptır. Araştırılsın.
«Mislinin
ücretinden farklı bir ücretle ilh...» Evlâ olan, «ecr-i misilden
aşağı ücretle» demesiydi.
Çünkü, her ne
kadar ifadenin akışı maksadı
tayin ediyorsa da farklı kelimesi
ecr-i misilden fazlasını
da ifade eder. T.
«Nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır ilh...» Bahır'da şöyle denilmektedir: «Hulâsada,
Vakıf
mütevellisinin ecr-i mislin tamamını zamin olması gerektiğini vehmettiren bir ibâre yer
almıştır. Hulâsa sahibi şöyle der «Vakıf mütevellîsi, vakıf arazisini
benzerinin ücretinden aşağı bir
ücretle icare verirse, ecr-î misli tamamlaması lazımdır.
Şeyh Kasım,
Fetâvâ'sında (ona, ecr-i misli
tamamlaması lâzımdır. Cümlesindeki) ona «zamiri,
müstecire racidir.» diyerek Bahır'daki görüşü reddetmiştir. Bu redde TeIhisü'l-Feteva-i Kübra'da
zikredilen, «Bazı âlimlere göre, «arazinin
müstecirinin ecr-i misli tamamlaması lâzımdır ve fetva da
bu kavil
üzerinedir.» sözü de delâlet eder.
Zahîre'de de şöyle
denilir: «Vakıf mütevellisı, vakıf arazisıni ecr-i mislinden aşağı
ücretle icare verir
ve müstecire
araziyi teslim ederse, meşayihten
müteahhirin ulemanın ihtiyar ettiği görüşe göre;
ecr-i misil ne kadar olursa olsun, müstecirin onu
tamamlamak zorundadır.» özetle.
«Vasi ve
babanın hükmü de böyledir ilh...» Yani vasi veya baba
çocuğun taşınmaz malını ecr-i
misilden aşağısına kiraya verirse, müstecir, akarı teslim aldığı
zaman ecr-i misli tamamlaması
lazımdır. T.
«Vakıf akârının gasbında ilh...» «Velvaliciye'de şöyle denilmiştir: «Fetva; vakıf olan akârın
gasbında,
vakfın menfaat! gözetilerek gasıbın
zamin olması üzerinedir. Gasıbin aleyhinde,
gasbettiği
akârın kıymetinin alınmasına hükmedildiği zaman, para alınır ve onun ile önceki
vakfın
sarfedilecek yerlerine sarfedilmek üzere ikinci bir akar alınır.»
Tenvirü'l-Ezhan
şerhinde bu mesele ele alınmıştır. T.
«Vakfın menfaatlerinin gasbında ilh...» Camiû'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Bir konak alsa.
sonra do
o konağın
vakıf veya küçük bir çocuğa ait olduğu ortaya çıksa, onların malının korunması için
emsalinin ücretinin verilmesi lazımdır.»
Müftabih olan
kavlin karşılığı ise, Umde'de sahih görülen «Vakfın menfaati gasbedildiği
takdirde
tazmin
ettirilmez.» kavlidir. Bu kavle, Kınye'de de uyulmuştur. T. Özetle.
«Fahiş bir ücretle ilh...» Yani taannüt olmaksızın
ecr-i mislin fazlası. Nitekim bunun tafsilatı yakında
gelecektir. T.
«Allah'ın hakkını korumak ilh...»
Çünkü vakıf bir nesneyi hapsetmek ve sırf Allah rızasını talep için
ondan gelen
maddi menfaati tasadduk etmektir.
«İcare feshedilir. İlh...» Yani ölüm sebebiyle. Eğer musannıf, «Akit münfesih
olur.» deseydi daha
uygun olurdu.
«Nesne kiracının elinde ise ilh...» Yani
kiraladığı malı teslim almışsa
Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
denilmiştir: «Birisi, geçersiz kiralama ile bir ev kiralamış olsa, ve evi teslim almadan ücretini
peşin
ödese, kiralayan ölse veya kira süresi bitse kiracı peşin
ödediği ücret için evi elinde
tutamaz. Zaten
geçerli kiralamada
da tutamazdı. Ama eğer sahih veya
geçersiz kiralama ile kiraladığı
evi kabzetmiş
olsa. peşin ödediği ücret için binayı elinde
tutabilir. Hatta, kiralayan öldüğü
takdirde parasını
almaya
başkalarından daha çok hak sahibidir.» Yani, kiraya veren. kiracıdan başkalarına
da borcu
olduğu halde
ölse ve bina satılsa. müstecir evin parasına diğer alacaklılardan
daha çok hak
sahibidir. Eğer binânın parası verilen kira bedeli
kadarsa hepsini kiracı alır. Ama eğer satılan
binanın
fiyatı peşin ücretten daha fazla ise
fazlalık diğer alacaklılara
verilir. Eşbah üzerine
Ebussuud.
METİN
FER'İ
MESELELER:
Müstecirin
icare müddeti içerisinde ve icare müddetinden sonra ücreti artırması sahihtir. Fakat
mucirin
ücreti artırması, yetime ait bile olsa şahsa ait
mülkte olduğu takdirde, makbul
değildir. Ama
vakfın
icaresinde olduğu takdirde icare fasit olur ve vakıf nazırı birinci müstecire arzetmeden önce
de başka bir talibe kiraya verebilir. Şu kadarı var ki, asıl olan ecr-i misli ile sahih olmasıdır.
Birisi vakıf
icarında fahiş bir aldanma olduğunu iddia etse ve bilirkişi de Kadı'ya durumun böyle
olduğunu
bildirse, Kadı icare aktini fesheder. Şahitler
akit anındaki ücretin ecr-i misil olduğuna
şehadet etseler bile yine müstecirin yaptığı artış
makbuldür. Ama bilirkişi, fahiş bir
aldanma
olduğunu
Kadı'ya bildirmese: eğer iddia
müstecire zarar ve taannüt için ise, kabul edilmez. Ama
iddia edilen
fazlalık ecr-i misil kadar ise,
muhtar olan kavil, o ziyadenin
kabulüdür. Mütevelli de
icare aktini feshedebilir. Müstecir kirayı artırmaktan imtina ederse, o zaman Kadı
akti fesheder.
Sonra kim
fazla fiyat verirse ona icarlar.
Kiraya verilen mal bir konak, bir dükkân veya boş bir arazi ise ve fiatın arttırılması istenirse evvelâ
onu önceki
müstecire arz eder. Kabul ederse ona vermek daha uygundur. Fazla ücret, kabul ettiği
andan
itibaren geçerlidir.
Müstecir.
ecr-i misilin daha fazla olduğu tarzındaki iddiayı inkâr eder ve artışın kendisine zarar
vermek için
yapıldığını iddia ederse, o zaman
delil getirmesi lazımdır. Eğer ziyadeyi kabul etmezse,
mütevelli
malı başkasına icara verir.
Ama tarla akıl ise, onu ekin sahibinden başkasına kiraya vermek
sahih değildir. Şu kadar var ki,
artış
vaktinden itibaren icâre ücretine zam yapılır.
Müstecir icarladığı tarlaya bina yapmış veya ağaç dikmişse, eğer
tarla aylık olarak kiraya
verilmişse,
müstecir fazlalığı kabul etmediği takdirde, ayın bitiminde o tarla başkasına
icare verilir.
Çünkü icare akti ay başında yapılır. Binaya gelince. mütevelli o binayı ya sökülmüş haldeki kıymeti
ile vakıf
namına kabullenir. Veya (binayı sökmek
tarlaya zarar verecekse.) vakıf nazırı binanın
kendiliğinden
yıkılmasına kadar bekler.
Eğer icare müddeti bitmemişse, müstecirden başkasına icare verilmez. Ancak ona fazlalık eklenir.
Bu da ekilmiş tarladaki artış gibi olur.
Hiç kimse artırmadığı halde (piyasadaki değişiklik
sebebiyle) ecr-i misil kendiliğinden
artarsa. vakıf
mütevellisi
icare aktini fesheder. Fetva bu kavil üzerinedir. Eğer akti feshetmezse, «Müstecirin
akitte
konuşulan ücreti vermesi lazımdır.» Suğraya nisbeten Eşbah.
Ben derim ki: Musannıfın, «Vakıf nazın arazisinde
yapılan binayı vakıf adına temellük eder.»
sözünün
zahiri şudur: Vakıf cihetini korumak için, bina sahibi istemesede vakıf namına temellük
eder. Bu
hüküm; binayı sökmek vakıf
arazisine zarar verdiği takdirdedir.
Yok eğer binayı sökmek
vakıf
arazisine zarar vermiyorsa, bina sahibinin rızasını
almak şart-tır. Nitekim şerhlerin hepsinde
böyledir. Bahır ve Minah da o şerhlerdendir. Eğer doğru ise, şerhler
mezhebin nakli için yazıldıkları
için onlardaki kavle itimad edilir. Ama
fetva kitablarında nakledilen bunun
aksinedir.
Müeyyidzâde'nin Fetvâ'sında Fusuleyn'e
isnadla şöyle denilmektedir: Bir vakıf
dükkânını icarlayan
kimse
mütevelliden izin atmadan dük-kâna bir ek yapsa: eki kaldırmak dükkâna zarar
vermiyorsa,
mütevelli onu
kaldırır. Eğer zarar veriyorsa, adam malını zayi etmiş sayılır. Bina yıkılıp da altından
malı çıkıncaya kadar bekler, sonra alır. Onun yaptığı ek, dükkânı başkasına
icare vermeye manı
olamaz. Zira onun bina üzerinde bir hakkı yoktur. Bu sebeple onu kaldırmaya
da malik değildir.
Eğer
mütevelli ile müstecir o ekin para karşılığında
vakfa kalması hususunda anlaşırlarsa, o zaman
fiat binanın
yıkılmış veya yapılı haldeki
fiyatlarından daha azını aşmaz.
«Mülkünü
kiraya veren kimse borçlu düşse,
(borçlarını ödemek için icare verdiği akardan başka bir
şeyi almasa,)
icare aktinin feshi için mahkemeye başvurur. Kendi başına akti feshedemez. Fetvâ
görüşe
göredir.
Bir malı ecr-i misille veya halkın kabul edeceği az bir fazlalık veya az bir noksanla kiraya vermek
caizdir. Fakat halkın kabul edemeyeceği bir fazlalık
veya noksanlıkla icare vermek, icare aktini ifsâd
eder. O zaman ecr-i misille veya kiracının razı olacağı bir fazlalıkla ya
birinci müstecire veya bir
başkasına kiraya verir.
Hânûtî'nin
fetevâ'sında da şöyle denilmektedir: Eğer
hükme bitişik ise «İsbat beyyinesi,
takdim
edilir. Bu
ücretin ecr-i misl olduğuna şahitlik eden beyyinedir.
Hânûtî daha
sonra bununla görüşlere cevap
vermişdir.» Hıfzedilsin.
İZAH
«Artması sahihtir ilh...» Yâni. yapılan artış, kiralanan
nesneden başka cinstense. Ama eğer artış.
kiralanan malin cinsinden olursa sahih değildir.
Mal sahibi tarafından yapılan artış
ise mutlaka
câizdir. T.
Hindiye'den özetle.
«İcare müddetinden sonra ilh...» Doğrusu, Eşbâh ve Minah'da zikredildiği gibi. «İcare müddetinden
sonra artış
yapamaz.» demesiydi. Zira akdin
zamanı geçmiştir. Burada müddetin geçmesinden
maksat, icare müddetinin tümünün geçmesidir. İcare
müddetinin bir kısmının geçmesinden sonraki
durumla
ilgili olarak ise Hizânetû'l-Ekmel'de şöyle denilmiştir: «İki
aylığına bir ev veya iki fersah
mesafede binmek üzere bir at kiralasa, bir ay
geçtikten sonra veya atla bir fersah yol
gittikten sonra
ücret artsa, kıyasa
göre artış geri kalan kısım
içindir. İmam Muhammed ise istihsanen bu artışın
hem geçen
müddet ve hem de kalan müddete tevzi
edileceğini söylemiştir. Birî'den
Ebussuud.
«Mülk yetimin
bile olsa ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: «Bu söz yetimin her türlü
malına şamildir.»
Hamevî'de;
«İs'afta, vakıf arazisi ite yetimin
arazisi eşit kabul edilmiştir. Zira İs'af sahibi, hür olan
bir mütevelli
vakıf arazisini veya yetimin vasisi yetime ait bir evi ecr-i misilden aşağıya kiraya
vermiş
olsalar; ibni Fazl'a göre müstecir gasıb sayılır. Hassafa göre ise
«gâsıb sayılmaz. Ama ecr-i
misil vermesi
lazımdır. Cevhere'de de yetimin
arazisinin vakıf gibi olduğu saraheten
söylenmiştir.»
demiştir.
Ben derim ki: şarih de birkaç satır evvel bunu söylemişti. Şu kadar var ki, bu
zikredilenler bizim
üzerinde
durduğumuz meselelerden değildir. Çünkü musannıfın burada istişhâd ettiği mesele,
ücretinden aşağı bir fiyatla icare vermektir. Halbuki
bizim mevzumuz akitten sonraki ücret artışıdır.
Aradaki fark sabah ışığının
geceden farklılığı gibi açıktır.
«Makbul
değildir ilh...» Eşbah'ta, «Mutlaka, yani ne müddetin
bitiminden evvel ne de müddetten
sonra.» denilmiştir.
«Ücreti
ucuzlatmada olduğu gibi ilh...» Yani akitten sonra ücret eksiltilse feshedilmez. Çünkü
müstecir ona
razı olmuştur.
«İcare fasit ise ilh...» Vakıf nâzırı vakıf
malı halkın adeten aldanmadıkları bir ücretle icare verirse,
akıt fasit
olur. O halde yeniden ya ilk müstecire veya bir başkasına ecr-i misliyle kiraya verir.
İşte bu
icare akdinin gabnı fahiş sebebiyle fasit olması halinde verilecek malı birinci müstecire
arzetmenin
gerekli olmadığını açıkça gösterir.
İmâdiye'de
ise bunun aksi vardır. Ancak Eşbah'in haşiyesinde bütün fıkıh kitaplarında olanın birinci
görüş olduğu
zikredilmiştir.
«Aslolan ecr-i misli ile sahih olmasıdır ilh...» Eşbah'ta da böyle denmektedir. Bazı nüshalarda da;
aslolanın
yerine «esah olan ecr-i misille olmasıdır.»
denilmiştir. Buradaki istidrâkin manası fazlalık
konusundaki
sözün vakıfta müstecire aleyhine
olmasıdır. «İcare fasittin sözü ise mücmel bir
kelamdır.
Çünkü fesaddan maksadın; ücretin, akit zamanında ecr-i
misilden az olması muhtemeldir.
O halde bu sebeple fesâdı iddia ederse vakıf
nazırı birinci müstecire hiç arzetmeden de onu bir
başkasına kiraya verir.
Çünkü birinci müstecirin hiçbir hakkı yoktur. İşte musannıf makamın tafsile
ihtiyacı olması
sebebiyle istidrâkde bulunmuştur.
Tafsil de
şudur: Aslolan icarenin ecr-i
misliyle
sahih olmaasıdır. Yalnız ücret artışı iddiası kabul
edilemez. Ama
Kadıya böyle bir şey haber verilirse kabul edilir. İşte şarihin
sözlerinin sonuna kadar
mesele bundan ibarettir. Eşbah'ın muhaşşileri ve
diğerlerinin bu ibarenin (icare fasittir) ibaresinin
izahı
hususundaki görüşleri çelişmektedir. Benim anladığım bu. Teemmül
edilsin.
Ben Enfa'il Vesail'de onun sözünün yukarıda belirtildiği gibi ifade edildiğini gördüm. Buna göre:
uygun olan, musannıfın yukarıda «Eğer iddia ederse»
cümlesinin başında vav'ın yerine fa-i
tefriiyeyi
getirmesiydi.
«Gabn-ı fahiş
ilh...» Gabn-ı Fahiş muhtar olan izaha göre, fiyat takdir eden kimselerin
takdir ettikleri
listeye girmeyen meblağdır. Allame Kınalızade'nin risalesinde
bu konuda geniş izah vardır.
«Bilirkişi Kadı'ya
haber verse ilh...» Yani Kadı o
davacının iddiasını kabul etmez. Çünkü davacı eğer
yabancı ise, o nesneyi kendisi icarlamak istiyor olabilir davacı akit (mucir) ise birinci müstecirden
kurtularak
bir başkasına icarlamak istiyor
olabilir. Halbuki akitlerde asıl sıhhattir.
«Bilirkişi ilh...» Bu söz ifde ediyor ki, bilirkişinin bir tane olması kâfidir. Bu, İmam
Ebu Hanife ile
Ebu Yusuf'un
görüşüdür. İmam Muhammed'in görüşü
bunun aksinedir. Eşbah.
«Şehadet etseler ilh...»
Bu söz öncesine bağlıdır. Sevadet'in
sonunda Hanutî'den buna zıt bir görüş
gelecektir. Şu kadarı var ki; caiz gören alimlere göre: şehadetten
maksat, hüküme bitişik olmayan
şehadettir
denilebilir. Bunun izahı tümüyle
orada gelecektir.
«Bilirkişi bildirmese ilh...» Yani bilirkişi
o icare aktinin gabnı fahişle olduğunu haber vermese;
meseleye
değişik açılardan bakılır. Manâ itibariyle bu söz musannıfın
«icare fasittir» sözünün
mukabilidir.
Zira bu kavlin mefhumu, haber
verilmediği zaman akdin sahih olmasıdır.
«Zarar ve
taannüd için ise ilh...» Bu ziyadeyi
İbni Hüceym Feteva'sında ancak bir veya
iki kişinin
kabul edeceği ziyadelikle tefsir etmiştir.
Yenabî'de de
şöyle denilmiştir: «Halktan birisi vakfın ücretini artırsa, o artışa iltifat edilmez. Zira
belki de o adam bunu inat için yapmıştır. T.
«Fazlalık ecr-i misil ise ilh...» Eşbâh'ın ibaresi şöyledir: «Eğer o artış ecr-i mislin artması için ise.
«Bu ibare,
Durrun bazı nüşhalarında da böyledir.
Buna göre ziyadeden maksat; herkese göre fiatlar
yükseldiği için ücretin kendi kendine artmış olmasıdır.
Ama ecr-i misil, halkın icare talebinin
artmasından
dolayı artmış ise, kabul edilmez. Nitekim Aynî'nin Mecma Şerhi'nde
de böyledir.
Hamevî. Bunun
benzeri İbni Melek' te de mevcuttur.
Ben diyorum ki: Bu makul bir görüş değildir. Zira
eğer icare ücreti meselâ buğday ise ve icare
müddeti
içinde o buğdayın fiyatı artmış ise. -Nitekim İbni Melek de bunu örnek vermiştir-
icare
aktini
bozmanın sebebi nedir? Aksine maksadı,
ecr-i mislin, talebin artmasıyla artmasıdır. Nitekim
mezhebimizin
meşayihinin
ibarelerinde de böyle vaki olmuştur.
Ebussuud'un
Eşbah Haşiye'sinde Birî'den naklen özetle şöyle denilmiştir: «icare ücreti olarak
kabul edilen malın fiyatının kendi kendine yükselmesine
itibar edilemez. Çünkü bu sebeble akdi
bozmak da ne
fayda vardır, ne de vakfın ve vakıftan
istifade edenlerin menfaati için maslahat
vardır.
Nitekim bu
yazdığımızı Allame Trablusî de Feteva'sında ifade etmiştir. Bu görüşle Mecma
Şerhi'ndeki görüşü reddederek onu tenkid edilecek
görüşlerden saymıştır.»
ECR-İ MİSLİN ARTIŞINDAN
MAKSAT NEDIR?
Burada dikkat
çekilmesi gereken bir nokta
kaldı: Şöyle ki,ecr-i mislin artışından maksat nedir?
Biz deriz ki: Artış
fakihlerin sözlerinin çoğunda mutlak olarak
vaki olmuştur. «Genelde talebin
artışı
ile ecr-i mislin de artması halinde» demişlerdir.
Havî-el-Kudsî'nin ibaresi ise şöyledir:
«Ecr-i misil
fahiş bir şekilde artarsa icare akti bozulur.»
Bahr'ın vakıf
bahsinde de şöyle denilmektedir:
«Ziyâdenin «fahiş» ile kayd edilmesi
delâlet ediyor
ki: eğer ecr-i mislin artışı az olursa
icare bozulmaz. Her halde «fahiş»ten murad; halkın
yanılamayacağı
derecedeki bir artışdır. Nitekim ecr-i misilin noksanlaşması durumunda da böyledir.
Onda bir
oranındaki bir artış. insanların yanılabilecekleri bir miktardır. Nitekim Fakihler bunu
vekâlet
konusunda zikretmişlerdir. Bu kayıt
güzeldir. Bunun öğrenilmesi gerekir.
Buna göre;
binanın
ücreti on dirhem ise, ecr-i mislinde bir dirhemlik artış olsa bu
artışla icare akti bozulmaz.
İcare ücreti on lira olduğu halde mütevellinin onu dokuz liraya vermesi halinde
de yine akit
bozulamaz.
Ama her iki durumda da fark, iki lira
olursa bozulabilir.»
Ben diyorum ki: Şu kadar var ki. Havi-i Hasırî'de, Biri ve başkalarının da ondan
naklettikleri gibi-
açık bir şekilde, «Fahiş
artıştan maksat, evvelce verilen
ücretin yarısı kadar olan artıştır.»
denilmiştir.
Bunu Allâme Kınalızade de nakletmiş
ve. «Bunu ben Havi-i Hasırî'den başkasında
görmedim.
Doğrusu: halkın kabul etmediği ve yanılmadığı derecede
olan bir artış fahiş artıştır. İster
yarısı kadar, ister dörtte biri kadar olsun.» demiştir.
Kınalızâde başka bir yerde de, «Bunların ikisi, iki
ayrı rivayet midir, yoksa bütün alimlerin maksadı
Hasırî'nin zikrettiği midir? Bizden evvel bunu hiç kimse
araştırmamıştır.»
Ben derim kî: Kınalızâde'nin ikinci sözü daha
makbuldür. Zira o kavil üzerine icare aktinin batıl
oluşuna hüküm
verildiği zaman mutlaka bir delil lazımdır. Çünkü asıl olan, rivayetlerin müteaddit
olmamasıdır. O halde. âmmenin kelâmı bu asıl
üzerine hamledilir. Bunun aksine sarahaten bir nakil
bulunmadıkça,
onu iki rivayet saymak zorunludur. Allame
Bir ve başka âlimler İmam Hasırî'nin
ifadesini kabul etmişlerdir. Hamidiye'de de ona uyulmuştur.
Bu güzel faideyi iyi öğren.
«Umumun
kelamı ona hamledilir» sözündeki hamlin ne kadar uzak olduğu
gizli değildir. Doğrusu
ihtilafın
varlığını kabuldür. «Vakfın menfaatine
olanla fetva verilir» sözünün gereği.
Hasîrînin
görüşü ile amel edilmemesidir.
«Mütevelli
feshedebllir ilh...» Allâme Kınalızâde şöyle demektedir: Maksat
Kadı mı fesheder, yoksa
mütevelli
fesheder de Kadı onunla hüküm mü
verir?» eski alimler bunu araştırmamışlardır.
Ancak
Enfaül Vesâil'in sahibi buna temas etmiş ve
ikincisi ile (mutevelli fesheder kadı
hüküm verir)
hüküm
vermiştir. Kadı ancak, vakıf
mütevellisi fesihten imtina ederse
feshedebilir.»
Ben derim ki: «Kadı fesheder» sözü rivayetlerin
birisidir. İleride geleceği gibi müftabih olan da
budur. Sonra
bilmiş olun ki; şârih burada feshi mutlak zikrettiği halde
daha sonra tefsil etmiştir.
Tafsilin
hulâsası şudur: Üzerine icare
akti biten bir tarla gibi müstecirin mülkünden hâlî olur.
Böylece ekin
ekmesi bina yapması yada ağaç
dikmesi hallerinde olduğu gibi
müstecirin mülkü ile
meşgul
olabilir. Birinci durumda eğer müstecir sabit olan artışı kabul
etmezse mütevelli icare aktini
feshedip, başkasına icare
verir. İkinci durumda ise, eğer icare müddeti içinde ekmişse. başkasına
icare
verilmez. Ekili olduğu halde müddet bitmiş fakat hasat yapmamışsa, fiyatın
artışı anından
hasat edeceği vaktin sonuna kadar artış ücrete ilave edilir. Zira o yerin, müstecirin mülkü olan
bir-şeyle
meşgul olması müstecirden başkasına icare
verilmesinin sıhhati-ne manidir.
Eğer orada
bina yapmış veya ağaç dikmişse, bakılır:
Eğer, aylık kiraya verildiğinde olduğu gibi
müddet
bitmişse, icare aktini fesheder. ve müstecir artışı kabul etmezse onu başkasına
kiraya
verir.
Ama eğer
müddet bitmemişse, başkasına icare
vermez. Dediğimiz gibi arazinin müstecirin mülkü
ile meşgul olması başkasına
icare verilmesine manidir. Onun için kira ile ekilmiş tarla meselesinde
geçtiği üzere
artış ücrete eklenir. Şu kadarı var ki
burada artış aktin bitimine kadar azdır. Çünkü
ekinin aksine binanın ve ağacın sonu bilinmez. İşte şarihin Eşbah'a uyarak zikrettiğinin
özeti budur.
Bu da Enfail
Vesail'den. -o da Bedayî
ve başkalarından- alınmıştır.
Açıktır ki artışın ilave edilmesi, ancak müstecirin
râzı olması iledir. Yok eğer razı olmazsa: eğer
bina veya ağacın sökülmesi vakfa zarar
vermiyorsa, sökülmesi emredilir.
Vakfın hakkını korumak
için de başkasına kiraya verilir. Zikredilenlerin hepsi; o yerin ücretinin kendiliğinden artması
halindedir.
Ama mesela içine yapılan binadan dolayı artmışsa böyle
değildir. Çünkü bu durumda
artış kiracının vereceği ücrete eklenmez. Zira artış müstecirin
mülkünden dolayı hasıl olmuştur. Bu
da açıktır.
«Kim fazla
fiyat verirse ona icarlar ilh...»
Beğenilen bu ifadenin hiç yer
almamasıdır. O zaman daha
sonra gelecek izah yerinde olurdu. Nitekim Bahır sahibi vakıf bahsinde böyle yapmıştır. Eşbahta ise
burada olduğu
gibi yer almıştır.
«Müstecire arzeder ilh...» Fasit icârede ise, müstecire arzetmez.
Bazı alimler tarafından fasit icarede
de arzedileceği söylenmiştir. T.
«Yalnız
ilh...» Yani, müddetin başından değil. Eşbah. Aksine vacib olan, sürenin başından fesih
vaktine
kadar, konuşulan ücrettir.
«Delil getirmesi lazımdır ilh...» Yani artışı
inkâr edenin aleyhine delil getirmemesi gerekir. Zira söz
münkirin,
delil getirmek ise davacınındır. Aslolan; mevcudun olduğu
durumda kalmasıdır. Hamevî.
Açıkça bu hüküm Muhammed'in görüşüne göredir. Zira, yukarıda geçtiği gibi Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf'a göre
bir kişinin haber vermesi yeterlidir.
«Ekin sahibinden başkasına kiralaması sahih değildir. ilh...» Yani eğer tarla haklı
olarak ekilmişse.
Ama eğer gasıb ve fasit icare ile kiralayan kimseler gibi
haklı olarak ekilmemişse bir
başkasına
kiraya verebilir. Nitekim Zâhiriye ve Sirâciye'de
de böyledir. Zira bu ekin, kiracıya
teslime mani
değildir.
Bahır. Şarih de bunu ileride zikredecektir. Az sonra metin olarak gelecektir.
«Ziyade vaktinden ilh...» Geçen süre için
akitte konuşulan ücret üzerinden ücret verilmesi gerekir.
«Tarla aylık
olarak kiraya verilmişse ilh...» şarihin bu tabirinde mü-samaha vardır. Çünkü bu söz
gelecek olan «eğer müddet bitmemişse» sözünün
karşılığıdır. Uygun olan, «Eğer süre bitmiş ve
müstecir artışı kabul etmemişse mütevelli, malı
bir başkasına kiraya
verebilir.» demesi idi. Şu kadar
var ki, ay, az bir süre olduğundan sanki bitmiş
gibi kabul edilebilir. Eğer, «Aylık
hesabı ile aylığını
şu kadara kiraya verdim»
dese o ay kira geçerli, diğerlerinde ise
kiralama geçersizdir. Bunun izahı
aşağıdaki bölümde gelecektir.
«Binayı kıymeti ile vakıfnamına alır ilh...» Yani eğer binanın kaldırılması
tarlaya zarar verirsezorla
alır. Nitekim bunun beyânı
az sonra gelecektir.
«Yahut bekler
ilh...» Yani vakıf nazırı buna razı olursa, ve sökmek de araziye zarar veriyorsa.
Burada muhayyerlik hakkı
vakıf nazırınındır. Dilerse cebren temellük eder, dilerse müstecirin
binasının
kendiliğinden yıkılmasını bekler. Binâdan düşen her parçayı da müstecire verir. Nitekim
bu kavil.
şerhlerde de gelecektir. Ama
eğer binanın sökülmesi araziye zarar vermiyorsa, o zaman
muhayyerlik
müstecirindir. Nitekim bunun da izahı gelecektir.
«Kendiliğinden
artarsa ilh...» Şarihin geçen, «Eğer artış ecr-i misl ise (Artış
ile ecr-i misle
ulaşıyorsa)
kavli bu kavle ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü o kavil burada olduğu gibi fetva ve
«muhtar olan»
lafzlanyla kitab'l-vakfta da «Esah»
lafzıyla tashih edilmiştir. O halde
mûtemed olan
her ne kadar İs'af, Tatarhaniye ve Haniye'de, «Ecr-i
misile akit vaktinden itibar edilir,
ondan sonraki
ziyadeye itibar edilmez» kavliyle bunun
hilafına sahip olunmuşsa da mutemet
olan budur. Ancak
sen Hasîrî'den az önce nakl ettiğimiz ziyadeden maksadın ne olduğunu öğrendin.
«Ben derim ki ilh...» Bu bahsin aslını musannıf
Minah da babın başında «Mütevelli onu
daha fazla
fiyatla icare verirse, sahih değildir.»
İfadesi altında zikretmiştir.
«Binâyı vakıf adına temellük eder ilh...»
Yani eğer nâzır isterse. Yok eğer ditemezse müstecirin
binasını
yıkılıncaya kadar bırakır ve enkazını da
maliki alır.
«Nitekim
bütün şerhlerde de böyledir ilh...»
Yani Hidaye, Kenz ve diğer kitapların şerhlerinde.
Bunu
da şarihler gelecek
bölümde «Ancak mal sahibi onun sökülmüş haldeki kıymetini borçlanması
müstesnâ» kavlinin izahında zikretmişlerdir. Bu da gene bütün metinlerin ibarelerinden
anlaşılmaktadır. Kayıtsız zikredilen bu ifade hem mülke, hem de vakfa şamildir. Nitekim
musannıf
bu hususa
dikkat çekmiştir.
«Fetevalarda
nakledilen bunun hilafınadır ilh...» Muhit, Tecnis, Haniye ve İmadiye de
bu fetvalar
vardır. Bu
fetvaların sahipleri şöyle demişlerdir:
«Eğer binanın sökülmesi zarar veriyorsa,
müstecir
onu kendi
başına kaldırmaz. Aksine. ya nazırın
onu vakıf adına temellük etmesine razı olur veya
kendiliğinden
yıkılıp enkazını alıncaya kadar
bekler. Çünkü, nazırın müstecirin rızasını almadan
malı temellükü caiz değildir. »
Şarihin
Feteva-i Müeyyid Zade'den naklen
zikrettiği de fetevalardan yapılan nakillerden birisidir.
Velhasıl; fetva sahipleri «Binayı sökmek araziye
zarar veriyorsa, muhayyerlik müstecirindir.»
demişlerdir. Şerh sahipleri ise, «eğer binayı
sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik nazırındır,
zarar vermiyorsa, müstecirindir.» demişlerdir.
Bu hüküm; bina mütevelliden izin
alınmadan
yapıldığı
takdirdedir. Şayet mütevellinin izni ile yapılmışsa. bu bina vakfın olur. Binayı yapan
müstecir
binaya sarfettiği parayı mütevelliden
alır. Nitekim Ebülleys'in
fetevasında da böyledir.
Zahir olan;
Müştecirin bina için izin istemesi, vakıfa ait olması içindir,
Müstecir eğer kendi şahsı
için yapmış
ve buna şahit de getirmişse, o bina
vakfın olmaz. Nitekim AIIame Kınalızade de böyle
demiştir.
Ben derim ki: Aşağıdaki
bölümde, eğer vakfa zarar vermiyorsa
müstecir bina ve ağacı icare
müddeti
geçtikten sonra ecr-i misille cebren elinde tutabilir.» sözü
gelecektir. Bu kavil, az önce
şerhlerden ve
fetavalardan nakl ettiğimiz kavillere
zıttır. Allah izin verirse, ileride açıklayacağımız
üzere
metinlere de aykırıdır.
MÜHİM BİR
TENBİH :
Kâdî'nın
iznini şart koşmayan alimlerin
görüşüne göre; kadı veya nâzır müstecire gelirinden fazla
olmamak kaydıyla vakfa borç olmak üzere, bir bina yapması için izin verseler, yapılan bina
vakfındır. Bu
uygulamaya memleketimizde mersad deniiir. Nazır müsteciri çıkartmak istediği
zaman, binaya
harcadığını kendisine verir. Açıktır ki, yapılan bina ile ecr-i misil de artar. Zahir olan
müstecirin ecr-i misli tamamlamasıdır. Bu kavil
ile yukarıda Eşbah'tan nakledilen
kavil arasındaki
fark şudur:
Gelecek olan matlabda mersad tabiri izah
edilecektir. (mütercim)
Bu meselede bina vakfındır. O halde ecr-i misil kiracının mülkü sebebiyle
artmamıştır.
Ben fetevâ-i
Hayriyye'de uzun bir
sorunun zımnında saraheten ne kadar fazla olursa olsun ister
binanın
yapılmasından evvel, ister sonra ecr-i mislin verilmesinin lazım olduğunu
gördüm. Müstecir
(binayı terkettiği zaman) da binaya sarfettiğini mütevelliden alır.
Zamanımızdâki uygulama
şöyledir: Adam vakıf arazisini ecr-i misilden çok aşağı bir fiyatla icarlar,
ücretin bir
kısmını verir, bir kısmını da binaya sarfettiğinin karşılığı olarak keser.
Denilebilir ki, zamanımızda yapılan bu icare aktinin cevazı için bir tek şekil
vardır. O da şudur;
başka bir adam vakıf arazisini kiralamak istediği ve
birinci müstecire bina için sarfettiğini verdiği
zaman orayı
ancak (birinci adamın vakfa ödediği)
bu az ücretle icarlar.
Evet, eğer
vakıf zenginleşse ve vakıf nazın birinci kiracının
sarfettiğini ona verse bundan sonra kim
olursa olsun
o malı tamirden sonraki ecr-i misliyle icar eder. Nâzır binaya sarfedileni vermediği
takdirde
vakıf arazisinin ecr-i misli, birinci kiracının verdiği ücret olur. Bu durumda yapılan bu bina
ile kiracının mülkü olan bina arasında bir fark kalmaz.
MEŞEDDİ MÜSKE
Bunlar vakfa
ait özel tâbirlerdir. Hukûku İslâmiyye
ve Istılâhât-ı Fıkhıyye kamusunda (c: 4: 286
ve 4:
292) izah edilmişlerdir. Bu tabirlerin ifade ettiği
manalar özetle şöyledir:
MERSAD: Vakıf malının tamirinden dolayı olan borçtur. Yani tamire ihtiyacı
olduğu halde geliri
olmayan ve tamire kâfi olacak peşin bir
ücretle de kiraya verilemeyen bir vakıf malını, kiracı ileride
vakıftan
almak üzere kendi malından tamir ettirirse kiracının bu alacağına
Mersad denilir. Kiracı bu
alacağını ya
kira bedeli olarak yada
vakfın diğer gelirlerinden tahsil edebilir.
MEŞEDDİ
MÜSKE: Başkasının meselâ bir vakfın arazisi üzerinde olan bir istihkakdır. Yani
başkasına aid bir araziyi sürüp aktarmak onun su yollarını kazarak ıslah etmek üzere o arazide bir
kimseye
verilmiş olan ekme ve sürme hakkıdır.
Bu arazi kirası verildikçe o kimsenin
elinden alınıp
başkasına kiraya verilemez. Bu istihkaka sadece «meşed» ve sadece «müşke»
de denir. Meşed:
kuvvet manasına olan şiddetten alınmıştır.
Müske de: sarılınacak vesika demektir.
Bu araziyi bu
şekilde ıslah edecek
kimsenin elinde güvenebileceği kuvvetli
bir belge bulunacağından dolayı buna
Meşeddi Müske
denilmiştir. Müşke tabiri bazen «kirdâr»! da içine alacak
bir manada kullanılır.
Şöyle ki:
bir kimsenin kiraladığı bir bostanda yaptığı nadasa, tamirata, topladığı çiftçilik aletlerine
yetiştirdiği
sebze ve yoncalara da müske
denilir. (mütercim)
Hanutî'nin
Feteva'sından naklen Hamidiye'nin vakıf bahsinde şu ifadeyi
gördüm: «Vakıf mülkünün
ecr-i misilden aşağı bir fiyatla icarlanması, bir felakete uğraması veya borçlu olması halinde
caizdir...» Bu da bizim yukarıda söylediğimizi doğrulamaktadır. Zira şüphe yoktur ki mersad; vakıf
aleyhine bir
borçtur ve bu sebeble de vakfın icare ücreti
azalır. Teemmül et.
Mülteka
Şerhi'nde Eşbah'tan naklen şöyle denilmiştir: «Vakıf ancak
ecr-i misille icare verilir. Fakat
çok az bir
noksanlıkla ya da kirâlamaya
talip olanların ancak az ücret vermeleri halinde ecr-i
misilden aşağı bir ücretle de icare verilebilir.»
Teemmül et.
Gedik hakkında da hüküm aynıdır. Gedik, kiracının vakfa ait dükkanda masrafını kendi cebinden
karşılayarak
yaptığı şeye denir. Kiracı, yapım tamiri, kilidi ve benzeri şeyler
gibi gerekli olanı
kendisi temin
eder. Ecr-i misil, kiracının
sarfettiği bu parayı ileride vakıf arazisine
sarfedeceği şeye
nisbetle
olur. Kiracının vermiş olduğu bu az
ücret ecr-i misil olur. Bazen de vakfın binası gedik
sahibi
tarafından yapılır. Vakıfda bulunan
kişi onu gedik sahibinden alarak tamir
eder ve müstecire
tahsis eder ve az bir ücretle kiraya
verir. Buna memleketimizde hulüv
denilir. Bunun benzeri
bostanlarda
yapılan mesedd-i müske kıymet hakkında
da söylenir.
Hulüv, Hukuku
islamiyye ve Istılahatı fıkhiyye kamûsunda: «bir akarın evvelce vaz'iyed edilmiş ve
mâlûm bir
bedelle kiralanmış bulunmasına mukabil
olan menfaati mücerrededen ibarettir» diye tarif
edilmiştir.
Bunlar;
çöpleri temizleme, su arkı açmak,
kökü yerde
kalan şeyler ekmek, ağaç dikme ve ekin ekme
haklarıdır. Bunlar sebebiyle yerin ücreti çok
artar. İşte bunlar halkın adet edindiği sonradan ortaya
çıkan şeylerdir.
Dımışk
müftüsü Allame muhakkık Abdurrahman
el-İmâdî efendi kendisine, «örf haline gelen
hulüvv» meselesi
sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: «Umumi hükümler, bazen Nesefî ve diğer
bazı alimlere göre özel bir örfle de sabit olur.
Bu memlekette adet halini alan «ihkâr» do bu
kabildendir.» İhkâr; şudur.
Bir yer ölçülüp yüzölçümü tesbit
edildikten sonra ondan birkaç
metrekare karşılığında muayyen bir meblağ takdir edilip müstecir icareyi yenilemeden
her sene o
takdir edilen
meblağı arazi sahibine vererek üzerindeki
binayı ikbâ eder. Bu mesele nitekim Enfail
Vesailde de konu edilmiştir.
«Yukarıda
anılan bina kaldırıldığı takdirde arazi daha yüksek bir ücretle
kiraya verilmeyecek bir
biçimde
yapılsa, o zaman arazi binayı yapan müstecirin elinde ecr-i misille
bırakılır. Şu kadar var ki,
mutlak olarak her meselede
örfle fetva vermek uygun değildir.
Zira, takdirde birçok kötülük ve
bidatlerin
örfe kıyas edilerek yayılmasından
korkulur. İhtiyaç duyulduğu takdirde dükkânlardaki
hulûv gibi
uzun süreden beri adet haline gelen ve
inkâr edilmeden uygulanan konularda
örfle fetva
verilebilir.
«Dükkânlarda âdet olan hulûv da şöyledir: Vakıf bırakan veya
mütevelli yada malik, dükkâna
muayyen
bir meblağ takdir edip bu parayı
orada oturandan alır. O meblağ karşılığında da kanûnî bir
belge verir.
İşte bundan sonra dükkân sahibi içinde hulûv hakkı sabit olan kişiyi dükkândan
çıkartamadığı gibi onu bir diğerine de icare
veremez. Ancak. dükkânı kiralayandan alınan para iade
edilirse o zaman kiraya verebilir. Sonra gelen alimlerin faizden çıkış olarak, örf
haline getirdikleri
bey-i bî vefaya kıyasla hulûvvün de
caiz olduğuna fetva verilir. Hatta Mecmaü'n-Nevazil'de şöyle
denilir: «Şeyhlerimiz şu zamanda halk mecbur kaldığından bey-i vefanın
bir alım satım akdi olarak
sıhhatinde
ittifak etmişlerdir.»
«Bir şey
daraldığı zaman, onun hükmünün genişlemesi
küllî kaidelerdendir. Bu külli kaide
içine
zaruretin
gerekli kıldığı benzer hükümler de girer. Allame en iyisini
bilir.» Özette.
«Anlaşılırsa
ilh...» Bu kavil ya efdal olanı beyan içindir. O zaman anlaşma olmadığı takdirde
malik
veya mütevellinin zorla kaldırabilme yetkisine zıt değildir. Yada zayıf
bir rivayettir. Bahır üzerine
Remlî, özetle
Bu sözün
efdal olanı, beyân için olması, şerhlerde geçen
ifadeye uygun düşer.
Zayıf bir rivayet kabul edilirse, o
zaman da feteva sahiplerinin zikrettiklerine uygun olur.
«Mülkünü
kiraya veren kimse borçlu düşse
ilh...» Bu sözün yeri İcarenin iptali bölümüdür.
Açıklaması orada gelecektir.
«Ecr-i misille icare
cabdir ilh...» Yani vakıf veya yetim malı karşılığında olmazsa ecr-i
misille veya
daha
fazlasıyla icare vermek caizdir.
Nitekim Haniye'den naklen uzun
süreli icare bahsinde geçen
ifadelerden bu
mesele bilinmişti.
«Halkın aldanabileceği
ilh...» Bu az olan aldanmanın sınırıdır. Bu hükümlerin hepsi mükerrerdir.
Zira yukarıda
geçen ifadeler bu hükümleri bildirmiştir.
«Hanûtî'nin
Feteva'sında ilh...» İbâre Hanutî'de, aynen
şöyledir: «Bir Kadı, kiralık şeyin
ecr-i misille
olduğuna dair
delil ortaya koymasından sonra akdin sıhhatine
hükmetse, sonra da ecr-i misilden
aşağıya kiraya verildiğine dair beyyine ikame
edilse, akdin butlanını gerektiren bu son delil ile amel
edilir mi, edilmez mi? Ne dersiniz? sorusuna, Hanefi
başkadısı Şeyh Nureddin Trablusî'nin
cevabı
şudur diye cevap verdi:
«Yüceler
yücesi Allah'a hamd olsun. İsbat eden delil diğer delile
takdim edilir. O da; ücretin ecr-i
misil
olduğuna şahitlik eden delildir. Üstelik bu delile hüküm de eklenmiştir.
Arttk bozulmaz. Şeyh
Nasırüddin
el-Lakkanî-Malikî ve Hanbelî kadısı olan Kadı'l-Kuddat Ahmed bin
Neccar da benim
dediğim gibi
cevap vermişlerdir.» Evet bu cevaplar
sahihtir. »
Ben derim ki: Evet. Hanutî'nin verdiği cevap birinci
şahadeti o anki durum yalanlamadığı takdirde
doğrudur. Yok
eğer o anki durum şehadeti yalanlarsa
kabul edilmez ve icare bozulur. Nitekim
Hamidiyye'de de böyledir.
«Ona hüküm
bitmiştir ilh...» Yani hükmün şartlan do tamam olmuştur. İbni Nüceym'in Fetevâ'sında,
Hanbelî
Kadı'nın, akdin sıhhatine hükmetmesi onun, yani ziyadenin kabulün-e mani
değildir. Zira o
sahih
değildir. » denilmiştir.
Hamidiye'de
de şöyle denilir: «İbnü Nüceym'in Feteva'sındaki ifade doğru
değildir. Zira, Kadı'nın
hükmü
ihtilafı ortadan kaldırır. Teemmül et»
Ben derim ki: İbni Nüceym'in muradı şudur: Hanbelî Kadı'nın icarenin sıhhatine ve onun ecr-i
misille
olduğuna dair verdiği ilk hüküm,
-Müftabih kavle göre- taliplerin
çoğalması sebebiyle
meydana gelen ücret artışı yüzünden icarenin feshine mani değildir. Zira Hanbelî
Kadı. ücret artışı
sebebi ile kiralama
sözleşmesinin feshedilemeyeceğine
hükmetmemiştir. Hanbeli Kadısı'nın önceki
hükmünün
talep fazlığından doğan fiat
artışından dolayı, icarenin feshine
mani olması sahih
değildir.
Evet, eğer Hanbelî Kadısı, şartların yerine getirerek hususî bir hadise sebebiyle arız olan
fiyat artışının ilgasına hükmederse, o zaman bu hüküm, ziyadenin kabulüne mani olur.
Hanûti de
bunu
Feteva'sında sarahaten zikretmiştir.
Hanûtî şöyle demiştir: «Şer't bir davadan
sonra olsa bile Hanbelî Kidı'sının icarenin sıhhatine dair
verdiği
hüküm, Hanefi Kadı'nın ücret artışını
kabul etmesine mani değildir. Zira ücret artışının
kabulü ile fesih ayrı ayrı
hadiselerdir ve o hadise ile hükmedilmemiştir.»
Hanutî bunun
benzerini başka bir yerde de ele
almıştır. Allame Kınalızâde'de
bunu saraheten
zikrederek şöyle demiştir: «Hanbelî Kadı'sının;
«Bana göre şu
icare ecr-i misille sabittir»
veya «arız olan şu ziyadeyi ilga
ettim.» sözleri kâfi
değildir.
Zira, bu sözler, inkâr eden bir hasmın yüzüne karşı söylemedikçe yalnızca
fetvadırlar, nafiz
olan hükümler
değildirler.»
Bir Şafii
Kadı, icarenin sıhhatine hükmetse; bu hüküm hususen ölümden sonraki
icarenin sıhhatine
ait olmadıkça, Hanefi Kadı'nin ölüm sebebiyle icareyi feshetmesine mani
değildir. Nitekim İbni Gars
da bunu açıkça ifade etmiştir. Dikkatli ol. Allah daha iyisini bilir.
CAİZ OLAN
VE CEVAZINDA İHTİLAF EDİLEN İCARELER (KİRALAMALAR)
METİN
Dükkân veya evi, içinde ne yapacağını açıklamadan kiralamak
sahihtir. Çünkü bu âdet olana
hamledilir.
Buralarda kimin oturacağını beyan etmeden kiralamak da sahihtir.
Kiracı kiraladığı dükkân veya evde bir başkasını ücretli veya ücretsiz olarak
oturtabilir. Nitekim
bunun izahı
gelecektir.
Kiracı, dükkân ve evde
istediği işi yapabilir. Oraya çivi çakabilir, hayvanını
bağlayabilir, odununu
koyabilir, duvarı ile istincâ edebilir. Eğer zarar vermiyorsa sarnıç yapabilir. Zarar verse bile el
değirmeni ile unu öğütebilir. Fetva da bu kaville
verilir. Kınye.
Ancak, kiracı; demirci,
çamaşırcı veya değirmenci ise, malikin rızası
olmadan veya bunları yapmayı
kiralama sözleşmesinde
şart koşmadan kiraladığı yerde
işleri yapamaz. Bu işler, binaya
zarar
verdiği için
malikin rızasına bağlıdırlar.
Kiralayan ile
kiracı bu işlerin şart kılınıp kılınmadığında ihtilaf etseler,
akdin aslını inkârda olduğu
gibi mal sahibi'nin sözü kabul edilir. Bu ihtilafta her ikisi
de delil ikame ederlerse, kiracının delili
kabul edilir. Çünkü kiracı ziyadeyi isbat
etmektedir. Hülasa
Hülâsa'da şöyle
denilmiştir: «Adam bir binayı çamaşırcılık
yapmak üzere kiralamışsa, eğer ikisinin
verdiği zarar
eşitse, orada demircilik de yapabilir. Kiracı orada hakkı olmayan bir şey yaparsa, ücret
vermesi
lazımdır. Eğer o işten dolayı bina yıkılırsa
binaya zamin olur, ücret vermez. Çünkü ücret ile
dıman bir
arada bulunmazlar.
Kiracı kiraladığı yerde kendisi oturabildiği gibi ücretle veya ücretsiz olarak bir
başkasını da
oturtabilir.
Kullanana göre değişiklik arzetmeyen bütün durum aynıdır. Bu meselede «Falan kimse
oturacaktın»
şeklindeki bir kayıt, kulanışda fark olmadığı
için geçersizdir. Fakat kullanana göre
farklılık arzeden şeyin hükmü böyle değildir. Hükmü ileride gelecektir.
Kiracı kiraladığı malı kira bedelinden daha
fazlaya bir başkasına kiraya verirse,
bu fazlalığı iki
mesele hariç tasadduk eder. Bunlardan birisi
kiraladığı malı kira bedelinden başka bir cins malla
kiraya vermesi, diğeri de kiraladığı mala bir şey eklemesi veya onu onarması halidir.
Kiracının kiraladığı malı tekrar sahibine kiraya
vermesi sahih değildir. Bu kiralama esah olan kavle
göre
münfesihtir. Bahır. Cevhere'ye isnadla.
Bunun hilafının daha doğru olduğu ileride
gelecektir.
Dikkatli ol.
Bir tarlayı,
ne ekeceğini beyan ederek
veya. «Ben dilediğimi ekerim»
sözleriyle kiralamak münazaa
olmayacağı
için sahihtir. Fakat ne ekeceğini beyan etmeden veya, «Ben dilediğimi ekerim.»
demeden kiralamak ekeceği
şey
meçhul olduğundan dolayı fasittir. Fakat bu şekilde
kiralanan
tarlaya
tohumu serpmekle cehalet ortadan kalktığından dolayı fesad zail clur. Konuşulan
ücreti
vermek
gerekir. Sulama hakkı ve yol
da kiraya aittir.
Kiracı, kiraladığı tarlayı; birisi baharda, birisi de güzde olmak üzere
iki defa ekebilir.
Kiracının ekmek için kiraladığı
tarlaya,
sulama veya su kanalı açmaya
muhtaç olduğu için o anda
ekin ekmesi mümkün değilse bakılır: Eğer kiralama süresi
içinde ziraat yapması mümkün olursa
kıra sözleşmesi geçerlidir.
Yoksa kira sözleşmesi geçerli
değildir. Bunun tamamı Kınye'dedir.
İçersinde başkasının ekini
olan tarlayı kiralasa eğer ekin bir hakka binaen ekilmişse hasad vakti
gelmedikçe o kiralama geçerli değildir.
Vakti gelince adam, ekinini kaldırıp tarlayı teslim etmekte
emrolunur. Adam ekini biçip tarlayı teslim ederse kiralama
geçerli hale gelir. Fetva da böyle verilir.
Bezzâziye.
Fakat içerisinde başkasının ekini olan
tarlayı, geleceğe izafe ederek kiraya verse,
o zaman mutlaka
sahihtir.
Eğer tarladaki ekin, haksız
bir şekilde ekilmişse kiralama
geçerlidir. Çünkü ekin ister yetişkin
olsun, ister
olmasın, sahibinin ekini cebren tarladan kaldırtarak
tarlayı teslim etmesi
mümkündür.
Feteva-î Kari'l-Hidaye.
Vehbaniye'de
şöyle denilmektedir: «Başkasının emtiasıyla meşgul olan binayı icare vermek
sahihtir. İcareden sonra emtianın sahibine binayı boşaltması emredilir. Kira süresi
de binanın
teslimi ile başlar.»
Eşbah'ta da «Birisi bir tarafı dolu. bir tarafı boş bir binayı kiralasa,
kira yalnız boş olan kısımda
geçerlidir.» denilir. Tafsilat çeşitli meseleler bahsinde gelecektir.
İZAH
«Ne
yapacağını beyan etmeden ilh...» Yani dükkân ve ev gibi yerlerde. Orayı ne için kullanacağını
söylemeden kiralasa geçerlidir. Çünkü adet olan orada oturmaktır. Oturmakta ise fark yoktur. Minah.
«Oraya bir
diğerini oturtabilir ilh...» Yani yalnız kendisinin oturması, şart
kılınmış olsa da.
şeriyyüddin. Bu hüküm. ev ve dükkânlar içindir.
T. Hizmet için icarladığı kölede de durum aynıdır.
Yani köleyi
de bir başka-sına kiraya verebilir. Ama elbise ve binek veya yük
için kiralanan hayvan
böyle değildir. Kullanan kişinin değişmesiyle
kullanışın değiştiği her şeyde hüküm
böyledir.
Minah'da da
böyle denilmiştir.
«Hayvanını bağlayabilir ilh...» Yani kiraladığı evin hayvan bağlamaya ait olan yerine bağlar. Çünkü
insanların
oturacağı yere bağlanırsa oraya zarar
verir. Nitekim Gayetü'l-Beyan'da da
böyle
denilmektedir.
Sâyhânî de;
«Kiraladığı evin su kuyusundan da faydalanır. Eğer kuyu
bozulursa, onu onarması için
zorlanamaz.
Orada tandır da yapabilir. Yapılan
tandırdan evin bir yeri yansa, zamin değildir.» der.
Ben derim ki: Tandırı uygun olmayan yerde. mesela kolayca yanabilecek, ağaç gibi bir şeyin yanına
yaparsa,
yandığı takdirde zamindir. Makdisî.
«Odununu
kırabilir ilh...» Bu sözün. kendinden önceki ve sonraki kısım alınarak
«Kırıldığı yerin
zarar
görmeyeceği ve altında su mecrası
bulunmayan yerde kırabilir.» şeklinde
kayıtlanması
gerekirdi.
Ben
Zeylaî'nin şöyle dediğini gördüm: «Bu sözden, yemek pişirmek için gerekli odunu kırabileceği
anlaşılmalıdır. Fakat âdet dışı ve kırıldığında eve
zarar verecek şekilde bir odunu, mal sahibinden
izin
alınmadan kırması caiz değildir. Çivi çakmanın da bu izah üzere anlaşılması gerekir.
«Zarar verse
bile el değirmeni i(e ununu öğütebilir. Fetva da bu kaville
verilir. Kınye ilh...» Ben
Kınye'de bu meseleyi görmedim. Fakat daha önceki
bu mesele ise Hûlâsaya
nisbetle Bahır'da
zikredilmiştir. Musannıf Minâh'ta ona, şarih de her ikisine tabi olmuştur. Ancak bu ifadede bir
düşme var.
Zira benim Hülasa'da gördüğüm ifade şöyledir
«Eğer zarar vermiyorsa el değirmeni
kullanmaya
mani olunmaz; Ama zarar veriyorsa,
mani olunur. Fetva da bu kavil
üzerinedir.» Bunun
benzeri
Zahîre'den naklen Şurunbulâliye'de
de mevcuttur.
«Binaya zarar
verdiği için ilh...» Zeylaî şöyle der: «Bunun özeti şudur: Binayı tahrib eden
veya ona
zarar veren,
hiçbir şeyi bina sahibinin izni
olmadan yapamaz. Ama binaya zarar
vermeyen her şeyi
de kayıtsız
şartsız akitle yapma hakkına
sahiptir.»
«Mâlikin rızasına bağlıdır ilh...» Yani mâlikin
rızasına veya sözleşmedeki şorta
bağlıdır. Ebussuud,
Hamevî'den
naklen şöyle demiştir: «Bundan
anlaşılıyor ki, oturulan ev, vakıf olduğu takdirde
mütevelli
razı olsa bile adam eve zarar verecek şeyleri yapamaz.»
«Aktin aslını inkâr ettiğinde olduğu gibi ilh...»
Zira söz mal sahibinindir. Aynı şekilde akitten bir nevi
inkâr
ettiğinde de yine söz onundur. T.
«Hakkı olmayan
bir şey yaparsa ilh...» Yâni icâre müddeti bittiği halde. Ama icare müddetinin bir
kısmı geçmiş olsa,
onun ücreti düşer mi, yoksa vermesi gerekli midir? bu araştırılmalıdır. T.
Makdisî'den.
Üstâdımız bir
kısmını tamamına kıyas
ederek ücretin verilmesi gerektiğini söylemiştir.
«Ücret vermez
ilh...» Yani zamin olduğu şeyde ayrıca birde kira ücreti vermez. Nihaye. Ama
avluya
gelince,
uygun olan onun karşılığında ücret
vermesidir. Zahire'de de böyledir. Sâyihanî.
«Kullanışta
ihtilaf olan şeyin hükmü bunun
hilafınadır ilh...» Binmek ve giymek gibi.
«Başka cinsten bir mal ile iIh...» Yani kira
ücretinin cinsinden olmayan bir mal karşılığı olursa yine
icarladığı şeyle
birlikte kendi malından başka bir şey de ekleyerek kiraya verse daha fazla ücretle
icare akti yapılması
caizdir. Dolayısıyla ücretin fazlası onun için helal
olur. Hülasa'da da böyledir.
«Onda bir
onarım yapsa ilh...» Yani evi
badana etse veya oluklarını tamir etse,
Değeri olan her iş
bunun
gibidir. Zira, almış olduğu fazla ücret, yaptığı
tamire karşılık tutulur. Mebsut'ta da böyle
denilir.
Binayı temizlemek onarım değildir. Su
yolu açması halinde, Hassaf. «Ücretin fazlası helal
olur»
demiştir. Ebu Ali en-Nesefî de, «Ashabınız bu hususta farklı görüştedir» der. Fakat ekin
ekmeyi kolaylaştırsa bile toprağı aktarmak
fazla ücreti helal kılmaz.
İki odayı tek
pazarlıkla kiralasa ve birisinde bir ilâve yapsa ve her ikisini
de fazla ücretle kiraya
verebilir. Ama odaları ayrı pazarlıkla kiralamışsa,
ancak ilave yaptığı odayı fazlasına verebilir,
diğerini
veremez. Hülasa. Özetle.
«Malı kendi sahibine kiraya vermesi sahih değildir ilh...» Cevherede belirtildiği üzere, kabızdan
evvel de, kabızdan
sonra da caiz değildir. Tercih edilen görüşe göre araya üçüncü bir adam da
girse kiracının malı sahibine kiraya vermesi yine sahih değildir. bu görüş,
İmam Muhammed'den
rivayet edilmiştir. Fetva da bu görüşle verilir. Bezzaziye.
«Kiracı malı yine mal sahibine kiraya
verirse esah olan kavle göre bu icare münfesihtir ilh...» Yâni
birinci kirâ sözleşmesi
esah kavle göre münfesih olur. İkinci (kiracının mal sahibine kiralaması) ise,
zaten
ittifakla münfesihtir.
«İleride gelecektir ilh...»
Yani, Kitabu'l-İcârenin çeşitli meseleler bahsinde. Şarih
orada «esah kavil»
ile «sahih kavil» arasındaki uyuşmayı zikredecektir.
Araziye ne
ekeceğini söylemese cehâletten dolayı
ilh...» Yani karşılığı olan bir akitte münâzaaya
götüren
cehaleti. Zira bazı ekinler tarlaya zarar. bozıları da fayda
verir.
«Onu ekmekle sahih hale gelir...» Yani
istihsanen. Çünkü malı kullanmakla üzerine akit yapılan şey
malum
olmuştur. Böylece sanki cehalet hiç
yokmuş sayılır. Zeylaî'den kısaltarak.
Allâme Makdisî de şöyle der: Uygun olan bu kavli mal sahibinin
müstecirin ne ekeceğini bilmesi ve
ona razı olması ve elbise icarında da elbiseyi kimin giyeceğini bilmesi ile kayıtlamaktır. Aksi halde
rızâ çıkması mümkündür.» T. Muhtasaran.
«Kiracı, su ve yol
hakkına sahiptir îlh...» Yani kira sözleşmesinde su ve yol hakkı şart kılınmasa bile
bunlara hakkı vardır. Satış akdi ise bunun aksinedir. Çünkü kira sözleşmesi, menfaat için yapılır.
Menfaat de
ancak su ve yol ile mümkündür. O halde,
su hakkı ve yol, tabiî olarak kira
sözleşmesine
girer. Satışa gelince, ondan kasıt, mülkiyettir, derhal faydalanmak değildir. Hattâ sıpanın ve çorak
toprağın
satışı caiz olduğu halde icareleri caiz
değildir. Minah. (Çünkü bunlarla
hemen
yararlanılamaz.)
«İki defa ekebilir ilh...» Kınye'de şöyle
denilir: «Tarlayı. dilediğini ekmek üzere bir seneliğine
kiralarsa, o zaman bahar ve güz ekini olmak üzere
iki defa ekebilir.» Görülüyor
ki, iki defa ekmek
ancak iki defa ekmeye müsait bir zaman için yapılan kiralamada farzedilir. Fakat yukanda mutlak
olarak zikredilmiştir. T. Bunun tamamı Kınye'dedir.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Tarlayı kışın dokuz aylığına icarlasa, ve kışın oraya bir şey ekilmesi
mümkün olmasa
o zaman, müddet içersinde ekilmesi
mümkün olan şeyi eker. Ama eğer toprağın
çorak olması gibi bir sebeple o tarladan faydalanmak kesinlikle
mümkün değilse, o zaman o
kiralama fasittir. Kışın yapılan icare meselesine
gelince, bunda vereceği ücret yalnız
faydalanma
müddetinin
değil, müddetin hepsinin karşılığıdır. Bazı alimler ise ücret, sadece faydalanma
müddetinin
karşılığıdır demişlerdir.»
Ben derim ki: Şârih, icârenin
feshi babında Cevhere'den naklen şöyle
diyecektir: «Eğer su ancak
tarlanın bir
kısmını sulayacak kadar gelirse, kiracı
dilerse kiralananın tümünü fesheder, dilerse
feshetmeyerek
ancak suladığı miktarın ücretini verir.»
«Başkasının ekini ile ilh...» Yani tarlada
kiracıdan başkasının ekini varsa. Ama ekin kiracının
kendisine ait ise, bu kiranın sıhhatine mani
olmaz. Burada «başkası»ndan maksat müstecirin
dışındaki
-tarla sahibi de dahil- kimselerdir. Eğer ekin tarla
sahibinin ise, bunun caiz olmasının şeri
hilesi şudur: Evvela
tarladaki ekini malûm bir fiyatla kiracıya satar. Kiralayan
parayı, kiracı da ekini
kabzeder. Sonra da tarlayı kiraya verir. Nitekim As'dan naklen Hülâsa'da da böyle denilmiştir. İcare
aktinde,
evvel müsakat akti yapmanın hükmü de böyledir. Nitekim biz bunu yerinde inceledik.
«Ekin haklı olarak ekilmişse ilh...» Yani fasid bile olsa icâre ile olması ve Hassaf'ın tercih ettiği
görüşe göre;
vakıf arazisinin ecr-i mislinden aşağı bir fiyatla kiralamışsa gasıb
sayılmaz. Ecr-i misil
vermesi
lazımdır.»
Kâriü'l-Hidâye'nin
Fetevâ'sında şöyle denilmiştir: Fasit bir icare ite bir tarla
kiralayan kiracı oraya
ekin ektiği takdirde o ekin tarladan söktürülmez,
yetişip hasat edilene kadar tarlada kalır. Fasit bir
akitle
yapılan müsâkat da bunun gibidir.» T.
İleride geleceği üzere mustair( iyreti olan) da bu meselelerde kiracı gibidir.
Buna göre mustairin
ekini de ecr-i misil vermesi şartıyla yetişip hasat edilene kadar tarlada bırakılır.
'
«Geleceğe izafe ederek kiralarsa müstesna ilh...» Yani ekinin hasat edileceği
ve tarlanın boşalacağı
bir zamana izafe ederek
kiraya verse bu icare mutlak olarak caizdir. Yani ister
tarladaki ekin bir
hakka binaen ekilmiş
olsun, ister olmasın, ister hasat edilsin, ister edilmesin.
«Cebren
ilh...» Yani cebir yoluyla ekin sahibinin
ekinini kaldırması ve tarlayı
teslim etmesi
sağlanabilir.
«Çeşitli meseleler bahsinde
gelecektir ilh...» Yani Kitabu'l-İcârenin çeşitli meseleler
bahsinde. Yine
gelecektir ki, Eşbah'taki
ifadenin «Eğer adam bir arazi kiralasa
ve bu arazinin bir kısmı boş. bir
kısmı da ekili olsa,
ekili olan kısmı işgal edenden boşaltmak da o yere zarar verirse.» şeklinde
anlaşılması Vehbaniyedeki ifadeye aykırı değildir.
METİN
Bir yeri ağaç
dikmek veya bina yapmak için
kiralamak sahihtir. Aynı şekilde tuğla pişirmek.
çömlek
yapmak, hayvanların gündüz istirahat etmesi ve gecelemesi için icarlamak da sahihtir. Ekin ekme
imkânı ister olsun ister olmasın, tarlanın teslimi
ile de ücret vermek vacib olur.
Bahır.
Anılan
hususlarda kira süresi dolduğu zaman kiracı ağacı söker veya
binayı kaldırır ve tarlayı boş
olarak teslim eder. Çünkü ikisinin de ekin gibi
sonu yoktur. Ancak tarla sahibi, araziyi onlarla
birlikte ve
onlarsız olarak değerlendirerek aralarındaki farkı zamin
olmak suretiyle, tarladaki bina
veya ağacın sökülmüş
haldeki kıymetini borçlanır ve ona
malik olursa o zaman bunların sökülmesi
emredilmez. İhtiyar.
Bunda da her iki tarafın menfaati vardır.
Bahır'da
şöyle denilmiştir: «Bu istisna, (yani
«zamin olursa» sözü) sökmenin kiracıya gerekli
oluşundan
istisnadır. O halde bu ifade ediyor ki, tarla sahibi kiracıya onların kıymetini vermeye razı
olursa artık sökmeye lüzum yoktur. Şu kadar var
ki, eğer sökme toprağa zarar
veriyorsa, kiracı
istemese de onlara sahip olur. Zarar vermiyorsa, kiracının rızası ile temellük edebilir.»
Kiralayan,
kira süresi bittikten sonra ağaç veya
binanın tarlada kalmasına razı olursa, o zaman,
bina ve
ağaçlar kiracının, yer de kiralayanın
olur. Bu durumda da ağaç ve binanın
sökülmesi
gerekmez. Eğer bu terk, ücretle olursa, kiralama
olur. Eğer ücretsiz olursa, iare olmuş olur. Bu
durumda tarla
sahibi ile kiracı bu yeri üçüncü bir şahsa kiraya
verebilirler. Alınan ücreti. tarlanın
binasız
kıymeti ve binanın arazisiz kıymetine göre aralarında taksim eder ve
hisselerini alırlar.
Mücteba.
Kınye'nin vakıf bahsinde şöyle denilmiştir: «Kiracı vakıfa ait bir arsada vakıf nazırının iznini
almadan bir
bina yapsa, icare müddeti
bittikten sonra o binayı kaldırmak vakıf binasına zarar
verirse.
vakıf nazın, yapılan binanın kıymetini
yapana vermeye zorlanır. ilh...»
Birisi bir
vakıf arazisini kiralasa ve orada ağaç dikse veya bina yapsa.
icare müddeti bitince vakfa
zarar vermiyorsa, kıracı
araziyi elinde tutarak ondan faydalanır. Yerin, kendilerine vakfedildiği
kimseler bunların kalmasını değil, sökülmesini
isterlerse onların böyle bir hakları yoktur.
Kınye'de
de böyledir.»
Bahır'da
şöyle denilir: Bununla muhteker arazi
meselesi de anlaşılmış oluyor.
(Muhteker arazı:
Kalıcı bir şekilde ağaç
dikmek veya binâ yapmak üzere kiralanan
arazidir.) Bu mesele Hassâf'ın
vakıflar
bahsinde de nakledilmiştir.
Yonca ekmenin
hükmü de -sonu olmadığı için- ağaç gibidir. İcare müddeti bittikten sonra
o da
sökülür.
Burada yoncadan maksat. yonca ve bunun gibi kökü devamlı olarak
yerde kalan bitkilerdir
ki, onların
yaprak veya çiçekleri toplanır satılır. Havuç, turp ve patlıcan gibi malum bir sonu olan
bitkilere gelince, uygun olan bunların da ekin gibi kabul edilme-sidir. Bunlar, icare
müddeti bittikten
sonra ecr-i misliyle sonuna kadar kiracının elinde bırakılır. Bunu musannıf Kenz'in
haşıyelerinde
araştırmış ve Hâniye'nin
muamele bahsindeki ibare ile takviye etmiştir.
Ben derim ki: Burada musannıfın zikretmediği bir şey kaldı. O da, kamış gibi
belirli bir sonu olan
fakat uzun
zaman bekleyen bitkilerdir ki, bunun
hükmü do ağacın hükmü gibidir Nitekim İbni
Çelebi'nin
Feteva'sında da böyledir. Hıfzedilsin.
Kira süresi bittiğinde ekin yetişmemişse. her iki tarafın hakkına riâyeten ecr-i misliyle ekin hasat
zamanına kadar tarlada bırakılır. Çünkü ekinin sonu
vardır. Fakat ekin yetişmeden kiralayan veya
kiracıdan birisinin ölümü halinde kira sözleşmesi akdi münfesih de
olsa, ekin, yukarıda-ki
meselenin aksine sözleşme
sırasında konuşulan ücrette (ecr-i misille değil) hasat
zamanına kadar
tarlada bırakılır. Zira kira süresi kaldığı
müddetçe onu olduğu gibi bırakmak daha iyidir. Ama kira
süresi
bittikten sonra hasat olmamışsa, o zaman
ecr-i misille kalır. Bu meselede mustair de kiracı
gibidir. O
halde ariyet olan (ölmüşse) tarla
mustairin elinde ekin yetişene kadar ecr-i misille kalır.
Gasıba gelince, o zulmettiği için onu mutlaka söküp
teslim etmesi emredilir.
Fukahanın,
«Tarla, ecr-i misille kiracının
elinde kalır.» sözünden maksat ya Kâdı'nın hükmüyle veya
tarafların
kendi akidleri ile müstecirin elinde kalmasıdır. Çünkü
ücret ya kâdı'nın hükmü ile
veya
akit ile gerekli olur. Nitekim Kınye'de de böyledir.
Hıfzedilsin. Bahır.
İZAH
«İstirahat ve
gecelemesi için ilh...» Bahır sahibi
bundan bahsetmiş, Turî de ona
uymuştur. Bir yerin
adı geçen işler için kiralanmasının sıhhati üzerine Şihab-ı şiblî ve Hanutî de fetva vermişlerdir.
Bununla
kastedilen şudur. İster ekimi mümkün olsun ister olmasın, su her
tarafına ulaşsın veya
ulaşmasın, kiralanan yerin kullanma imkânının olması, ücreti gerekli kılar. Bahir sahibi bu sebeble
«onun
sıhhatinde şüphe yoktur. Çünkü adam orayı sırf ziraat için kiralamadığı için suyun
ulaşmaması kira aktinin
feshine sebeb olamaz.» demektedir.
Eşbah'ın
vakıf bahsinde de bu icarenin sıhhatinin illeti üzermde uzun uzadıya durulmuştur. Hamevî
de, «Böyle
bir icare hususunda bazı alimler tevakkuf etmişlerdir.» diyerek
bu mesele üzerinde uzun
uzun
durmuştur. Eşbah ve Hamevî'ye müracaat edilsin,
«İster ekme imkânı olsun, ister olmasın
ilh...» Eğer sadece ziraat için
icarlanmıyorsa, böyle bir
yerin icaresi de sahihtir.
Ama eğer ekin için icarlamışsa mutlaka ekme imkânı bulunmalıdır.
Nitekim
yukarıda geçti, ileride'de gelecektir. Dikkatli
ol.
«Müddet
bittiği zaman ağaç veya binayı kaldırır ilh...» Ama eğer ağaçta
meyve
varsa yetişinceye
kadar arazi, ecr-i misille müstecirin elinde
bırakılır. T.
«Boş olarak teslim eder ilh...» Kiracının o yeri, bina veya ağacı söktükten sonra
düzeltmesi gerekir.
Zira orayı
tahrib eden odur. T. Hamevî'den.
«İkisinin de belirli sonu yoktur ilh...» Yani bina ve
ağacın. Zira her ikisinin de bilinen bir sonu
yoktur. Ama ekin böyle değildir. Nitekim aşağıda gelecektir.
«Yıkılmış halindeki ilh...» Yani sökülmeye müstahak şeklindeki
kıymetini verir. Çünkü onun kıymeti,
sökülmüşün
kıymetinden daha azdır. Gasb bahsinde
de böyledir. Kuhistanî.
Şurunbulaliye'de
de şöyle denilir: «Ağaç
veya binanın sahibine onları sökmesi emredilir. Biz,
niçin
«sökülmeye
müstahak çeklindeki kıymetine» şeklinde tefsir ettik? Çünkü sökülmüş bir şeyin
kıymeti,
sökülmesi emredilen bir şeyin kıymetinden daha fazladır. Zira onun sökülmesi
için birtakım
zahmetler
vardır.» Kifaye'de de böyledir.
«Tarlayı bina
veya ağaçla birlikte ilh...» Yani,
sökülmeye müstehak kıymetiyle.
İşte bununla Aynînin
gasb
bahsinde, «Bu onun sökülmüş şeklindeki kıymetinin dımanı değil, sökülmemiş
şekildeki
kıymetinin
dımanıdır. Zira onun sökülmüş haldeki
kıymeti, bina ve ağacın sökülüp yere
konulduktan
sonra takdir edilen kıymetidir.»
kavliyle yaptığı itiraz def
olunmaktadır.
Sanıyorum ki,
Aynî
bunu bina veya ağacın tarlada kalmaya
müstahak şekildeki kıymeti şeklinde
anlamıştır. Halbuki maksat
ne bu ne de ikinci zikrettiğidir. Aksine
maksad, şerhin yukarıda
zikrettiğidir.
Düşün.
«İkisinin hakkına da riayet vardır ilh...»
Zira biz, «Kiralayana, kira süresi bittikten sonra yeri teslim
alması, kiracıya da bina veya ağacın sökülmeye
müstahak haldeki kıymetinin verilmesi icab eder.»
dedik.
«Bahır'da
ilh...» Bu durumda sözün ifade ettiği şudur: Yer ister bina ve ağacın sökülmesinden zarar
görsün. ister
görmesin. Kiralayan, kiracıyı zorluyarak bina veya ağaca sahip olabilir. Halbuki,
durum hiç de
öyle değildir. Yani kiralayan ancak
ağaç veya binanın sökülmesi, tarlaya bir nakıse ve
zarar
getiriyorsa zorla temellük edebilir.
Bundan ötürü de, Zeylaî ve Hidaye'nin şerhlerinde,
bazı
alimler, «sökmek zararlı
ise, kiralayanın zarara uğramaması için
istimlak hakkı vardır: Burada
kiracıya da
hiç bir zarar yoktur. Zira söz sökülmeye
müstahak olan hakkındadır. Kıymet
onun yerine
kaim olmaktadır. Eğer onların sökümüyle, tarla zarar görmüyorsa. kiralayan ağaç ve binayı ancak
kıracının rızası ile
istimlak edebilir. Zirâ her ikisi de
mülkün sübûtunda ve birinin diğerine tercih
edilmemesinde eşittirler.» demişlerdir.
Bilindi ki; Bahır sahibinin; istisnanın merciini
beyandan sonra «Zeylaî ve başkalarının yaptıkları gibi
bu yoruma ihtiyaç yoktur» demesi açık
değildir. Bununla birlikte Bahır sahibi ikinci defa o yoruma
mecbur kaldığı için tafsili zikretmiştir. Nitekim
bizim şarihimiz de «Şu kadar var ki» sözü ile Bahır
sahibi gibi
yapmıştır. Dikkatli ol.
Bu izaha bu
babtan evvel, «Fetvalar da olan hükümler şerhteki,
hatta metinlerdeki hükümlere
muhaliftir.»
sözüyle işaret edilmiştir. Biz de
orada musannıftan naklen şahsa ait «mülke
ve vakfa
şamil olur.» demiştik.
«Ağaç ve bina tarlada ücretle kalırsa
ilh...» Yani onların tarlada kalması
için yeniden icare akti
yapılır. T.
«Muir ile
müstair ilh...» Bu söz «aksi halde iare olur» sözüne
bağlıdır. Zira, eğer kiracının elinde
ücretle terkedilmiş olsa, artık toprak sahibine
bir hak kalmaz.
«İlaahirihi ilh...» Kınye'deki ifadenin tamamı şöyledir: «Kiracının kiraladığı vakıf araziye, eğer tarlaya
zarar vermiyorsa, mütevellinin sarâhaten izni olmasa dahi, ağaç ve bağ
dikmesi caizdir. Ama su
havuzu
kazması caiz değildir. Mütevellinin
izin vermesi, ancak vakfa fazladan
bir hayır getirmesi
halinde helâldir. Bu da eğer orada tamire karar verme
hakkı olmadığı takdirdedir. Ama eğer
mütevellinin
böyle bir karar hakkı varsa, o
zaman havuz yapmak, ağaç dikmek
ve vakıf toprağından
duvar yapmak caizdir.
Çünkü bu gibi şeylerde delâleten izin
mevcuttur. » Bahır.
«Vakıf arazisini kiralasa
ve oraya ağaç dikse...» Musannıfın
burada vakıf kaydını koyması;
Hayriye'de
Havi-i Zahidî'den onun da Esrar'dan
naklettikleri şu söz içindir: «Vakıf arazisinin aksine
birisinin
mülkünü kiralamış olsa, malik,
eğer tarladaki ağaç veya binanın
kalmasını istemezse de
mutlaka sökülmesini arzu ederse kiracı onu elinde
tutamaz. Ağacın kıymeti arazinin kıymetinden
fazla değilse, kiracıyı onları sökmeye mecbur eder. Ama
ağaçların kıymeti tarlanın kıymetinden
fazla olursa
o zaman kiracı mâlike, yerin kıymetini öder, ağaçlar ve yer,
kiracının olur. Ama eğer
yerin kıymeti
ağaçların kıymetinden fazla ise, o
zaman tarla sahibi, dikilen ağaçların»
kıymetini öder
ve tarla ile
birlikte ağaçlar da onun olur.» Ariyede de hüküm
böyledir.
«Kınye'de böyle denilmiştir ilh...» Bu ifade ile musannıfın işaret ettiklerinin
hepsine işaret
edilmiştir.
Feteva-i Hayriye sahibi de. «Sen de biliyorsun ki şeriat, bilhassa insanların işledikleri
zararı yasaklar.
Tarladaki ağaç veya binayı sökmekte
de halka zarar vardır.» diyerek
musannıfın
dediği ile
fetvâ vermiştir. Resulullah (s.a.v.):
«Zarar vermek ve zarara zararla mukabele etmek
yoktur.»
buyurmuştur.
Hamidiye'de
de bu şekilde fetva verilmiştir. Ancak
Hayriye'nin başka bir yerinde de bunun hilafına,
«Ağaçlar sökülür,
tarla, yer vakıf nazırına teslim edilir.
Nitekim bütün metin sahipleri böyle
demişlerdir.» denilerek
fetva verilmiştir.
Ben diyorum ki: Metinlere zıt olan yerde onlara muhalif olan görüşle fetva vermek nasıl caizdir?
Üstelik bu da
Kınye'nin sözündendir. İbnû Vehban ve başkalarının
dedikleri gibi; diğerlerine zıt
olduğu
takdirde, Kınye'deki ile amel
edilmez. Metinlerdeki hükmü şarihler ve fetâvâ sahipleri de
ikrar etmişlerdir. Ancak onlar mucirin müstecire cebrederek,
tarladaki bina ve ağaçları istimlak
etmesi
konusunda ihtilaf etmişlerdir. Zira bu meselede şerhlerdeki
fetevâ sahiplerinin ittifak
ettikleri kavil üzerine takdim edilmiştir. O zaman hepsinin üzerinde ittifak ettikleri
görüşü takdim
etmek daha evlâdır. Keşke musannıf bunu metinde zikretmeseydi.
Ebussuud'un
Miskin haşiyesinde, «Kınye'deki ifade kıracının elinde kalmasının şart koşulması
halinde
farzedilir» sözü ve metinde geçen, «Ağacın
devamlı kalması şart kılınmadığında mal
sahibinin
rızası şarttır» ifadesi, ihtilâfı ortadan kaldırmaz. Zira metinlerdeki ifade
mutlak ve onların
mefhumları da
hüccettir. Üstelik denilebilir ki, ağacın ecr-i misille tarlada kalmasının
şart koşulması
akdi ifsad eder. Zira bu her ne kadar onun vakfı istila etmesine
sebeb olmasa da, yinede müstecirin
onda menfaati
vardır. Zamanımızda görüldüğü gibi
kiracının onda menfaati vardır.
Zamanımızda
görüldüğü
gibi kiracının ondaki tasarrufu mülkündeki tasarruf gibidir. Kiracı;
az ve değersiz bir
ücretle o araziyi
kiralayarak kendisinden daha fazlasının alınmasının da zulüm ve bühtan olduğunu
iddia eder
hole gelir. Bunun menşei ise. -Allah onların gözlerini kör etsin- vakıf nazırlarıdır. Zira
onlar,
«hizmet» ismi vererek rüşvete tamah
ederek vakıflara bu fenalıkları yapmaktadırlar.
Şunu da ilave
edebiliriz ki, Kınye'deki ifade.
ileride geleceği üzere Hassaf'ın zikrettiği ile takviye
edilerek olsa ve metinlere, şerhlere ve fetavalara karşı
murazı olabilmesi farzedilse bile yine de
onunla fetva verilmez. Zira yukarıda geçti ki; alimlerin
ihtilaf ettikleri meselelerde, vakfa en faydalı
olan görüşte
fetva verilir. Bu esasa binâen alimler kira süresi
içinde ecr-i mislin artması halinde,
kiralamanın feshi ile hükmeden kavlin daha sahih
olduğunu söylemişlerdir. Bunların hepsinde,
zamanımızda
uygulama hep bu esasın aksine olmaktadır. Hattâ Kadı'lar, vakıf aleyhine kendi
mezheplerinde
bile hile bulamadıkları yerde. diğer bir mezhebe baş vuruyorlar.
İşte bundan dolayı
iş, vakıfları
istila haline geldi. Camilerin yıkılması, medreselerin ve alimlerin yok olması,
vakıftan
faydalanacak
müstahıkların ve vâkıfların çocuklarının fakir
düşmesinin sebebi de budur. Hatta halk
arasında birisi, vakıfların bu durumunu konuştuğu zaman
onun sözünü çirkin bir söz kabul
ediyorlar. Saydıklarımız eski bir beladır.
Allame Kınalızade' özetle şöyle demiştir: «Vakıf arazisi
üzerinde bina yapmak ve ağaç dikmek
meselesi memleketlerde
özellikle Dimişk (Şam) do çokca vaki olmaktadır. Zira orada meyve
bahçeleri çoktur, ekserisi de vakıftır. O ağaçları
toprağı kiralayan müstecirler dikmiş
ve kendilerine
mürk edinmişlerdir. Çoğunun kirası da ecr-i misilden çok azdır. Bu
azlık ya başlangıçtan itıbarendir
veya talipleri çoğaldığı için sonradan
olmuştur. Şehirlerdeki vakıf dükkânlarının durumu da aynıdır.
Mütevelli veya
Kadı onların icarlarını ecr-i misle yükseltme talebinde bulunduklarında kiracılar
zalim
oldukları halde kendilerinin zulme uğradıkları havasına girerler.
Bu, şarihin şu sözüne
benzer: «Sen muhibbini şikâyet edersin. Zalim olduğu halde o da şikâyet eder. Kendi sesi atıcıları
sağır ettiği
halde, onların gürültücü olduğunu
söyleyen yay gibi...»
Bazı yetkili ve ileri gelenler,
fiyatların yükselmesinin halk içinde fit-neyi tahrik
edeceğini, doğru
olanın işleri olduğu gibi bırakmak olduğunu, işlerin en kötüsünün sonradan çıkanlar olduğunu
zannederek bu
vakıf kiracılarına yardım ediyorlar.
Halbuki bilmezler ki; en büyük kötülük
şeriatı
uygulamamaktır. Yine hiç bilmezler ki,
ümmet bozulduğu zaman sünneti ihya
etmek cihadın en
faziletlisi
ve Allah'a yaklaşmanın en iyi yoludur. O halde âdil, alim her Kadı'nın
ve zalim olmayan
güvenilir vakıf nazırlarının üzerine düşen,
vakıfların hakkını korumaktır. Şöyle
ki, eğer ağaç ve bina
söküldüğü
günde daha çok kira getirecekse ya kira sözleşmesini feshetmeli ve bunlar sökülmeli ya
da kira
yükseltîlmelidir. Çünkü ağacı veya binayı sökmek yere çok az zarar verir.
Çok defa ağaç ve
binayı vakıftan kaldırmak vakfa daha faydalıdır
ve vakfa rağbeti artırır.
MUHTEKER YER
VE İSTİHKARIN MANASI
«Muhteker yer
ilh...» Hayriye'de şöyle denilir: «İstihkâr; bir toprağı, üzerinde yapılan binanın ve
dikilen ağacın veya
ikisinden birisinin orada uzun zaman kalması için icarlamaktır.
«Hassaf'ın
vakıflar bahsinden nakledilmiştir ilh...» Bu cümleden maksat da
Kınye'deki meseleyi
takviyedir. O halde, bu söz, metinlerin
ifadesini tahsis etmektir. İlleti de şudur: Sökmekte bir fayda
olmadığı için
her iki tarafa zarar vermeden menfaatlerini
gözetme ve riayet etme imkânının mümkün
oluşudur.
Zira eğer bina ve ağaç sökülmüş olsa, o tarla daha fazla ücretle
kiraya verilemez. Buna
göre: eğer kiracı ölmüş olsa, varisleri murislerinin
kiraya verdiği araziyi ellerinde tutma hakkına
sahiptirler.
Ama eğer kiracı veya varisinin müflis olması, muamelesinin kötü olması vakfa zorla
sahip olmasından endişe edilmesi gibi bir
sebeple vakfa zarar gelmesinden korkulursa kendilerine
vakf edilen
kimseleri, o yeri, adı ve vasfı geçen kiracının elinde
bırakmaya zorlanamazlar.
Remli,
özetle.
Remlî.
Feteva'sında, muhtekire, arazi hususunda, ecîrin Dımanı babından hemen
önce bunun
aksine fetva
vererek şöyle demiştir: «Alimlerin ifadelerinin mutlak oluşundan anlaşıldığına
göre,
vakıf nazırı
binayı kaldırmayı ve yeri boş olarak teslim etmeyi kiracıdan talep etme hakkına sahiptir.
Aşikârdır ki, zarar şimdi
muhakkaktır. İs'afta da serahaten şöyle denilmektedir: «Eğer kiracının
vakfa bir
zarar vereceğinden korkulursa, Kadı kiralamayı iptal eder ve malı onun elinden alır.»
Artık nasıl
olur da kira süresi bittikten sonra
ona kiraya verilir?!!!
«Yonca
ekmenin hükmü ilh...» Bu mesele de metinlerin
meselelerindendir. Musannıf, bu mesele ile
bundan evvelki mesele
arasını Kınye'nin ibaresi ile
ayırmıştır. Musannıfın «ağaç gibidir»
sözünün
manası, mal sahibinin ağacın kıymetini borçlanması hariç,
icare verilen araziye dikilen ağacın
kaldırılmasının hükmü gibidir. İşte bununla açığa çıktı ki şârihin «müddet
geçtikten sonra yonca vs.
kaldırılır.» kavli sahih bir tefricdir. Kınye'deki
ifade üzerine tefric değildir. Sen anla.
«Veya çiçekleri
ilh...» Evlâ olan semeresi diye tabir etmesiydi. Zira semeresi deseydi hem çiçeğe,
hem de başkalarına şamil
olurdu. T.
«Turp da
olduğu gibi ilh...» Çünkü turp ve havuç kökü uzun zaman yerde kalıp semere veren
bitkilerden
değildir. Onlar tek bir kere sökülürler,
sonra da yerlerinde onlardan bir şey
kalmaz.
«Haniye'nin
muamelesi ilh...» Muameleden maksat, müsakattır. Hindiye'de şöyle
denilmiştir: «Birisi
diğerine
yonca gibi kökü birkaç sene yerde
kalacak bir bitki ekmesi için bir yer verse. veya
üzerinde
böyle bir bitkinin kökü olan bir yeri icarlarsa,
icare müddetini de konuşmasalar, bakılır:
Eğer o bitki,
ilk bitiş vakti ve kesilmesinin sonu için belli bir zaman olmayan bitkilerden ise, bu
muamele fasittir. Ama
eğer kesilme vakti belli ise, caizdir.
Kira sözleşmesi de meyveli
ağaçta
olduğu gibi
birinci kesimin üzerine vaki olur.» T.
«Ben derim ki ilh...» Bazı memleketlerde patlıcan da bu kabildendir. Sayıhanî.
«Tarlada bırakılan ekin
gibi olması uygundur ilh...» Yani ya
Kadı'nın hükmüyle veya mucirin
rızasıyla
bırakılır. Nitekim ileride gelecektir.
«Her iki tarafın hakkına da riayeten ilh...» Kiralayanın hakkına riayet, ecr-ı misli vermek, kiracının
hakkına riayet
ise, ekinin yetişinceye kadar tarlada
bırakılması ile olur.
«Birisinin
ölümü bunun hilafına ilh...» Bu mesele ile
önceki mesele arasındaki fark, şarihin ileride
işaret edeceği gibi şudur: Kiralama süresinin
bitiminde, üzerinde anlaşacakları bir
hüküm
kalmamaktadır. Çünkü sürenin bitimi ile akit
sona ermektedir. O halde. yani
bir zaman tayinine
ihtiyaç vardır. Ama kira süresinin
bitiminden evvel böyle değildir. Çünkü onların akit sırasında
anlaştıkları müddetin bir kısmı daha geridedir. Bu
sürenin hükmü ortadan kalkmamıştır. Bunun için
de ikinci bir süre tesbitine ihtiyaç yoktur. İtkanî.
«Kira sözleşmesi münfesih olsa dahi ilh...» Bu
kavil Cevâhirü'l-Feteva'nın beşinci babındaki
şu
söze
muhaliftir. «İki kiracı bir adamdan bir yer kiralasalar, sonra
kiracılardan birisi ölse ekin
tarlada
olduğu
takdirde onun ölümü ile kira akti iptal olmaz. O tarla ecr-i misille değil, akitte konuşulan
ücretle
varislerine bırakılır. Sahih olan da bu kavildir. Ama süresi dolan icâre böyle değildir. ilh...
şârihin kiralananın iptali babında Minye'den naklen zikredeceği,
«Tarla ekin yetişinceye kadar akitte
konuşulan
ücretle onların elinde kalır.» kavli
de bunun benzeridir. Düşün.
Sonra ben
Bidâye'de şöyle gördüm: «Akitte
konuşulan ücretin vacib oluşu istihsandır.
Kıyas ise
ecr-i mislin vacib olmasını gerektirir. Çünkü akit hakikaten
münfesih olmuştur. Ancak biz bu akti
hükmen devam
ediyor kabul ettik. Hükmen ikba edilen
akit ise şüpheli akte benzemektedir. Şüpheli
akit olunca
do ecr-i misil gerekir. Süre bittiktten sonra ondan faydalandığı takdirde ecr-i misil lazım
geldiği gibi
burada da ecr-i misil lazımdır.»
0 halde
Cevahirü'l-Feteva'daki, «Ölümle akıt
münfesih olmaz.» sözü ile şarihin Münye'den naklettiği
«akit kalır.» sözünün manâsı; akit hakikaten değil, hükmen baki kalır olmaktadır.
TENBİH :
Mucir ile müstecir, tarlada bakla
ekili olduğu halde icare aktini feshetseler, bazı alimler
tarafından
tarlada bırakılmayacağı söylenmiştir.
Diğer bazı alimler ise, baklanın tarlada
bırakılabileceğine kail
olmuşlardır. Zahire.
Bezzâziye'de
sadece birinci görüş verilmiştir.
Çünkü müstecir fesih cihetine giderek tarlanın
teslimine razı olmuştur.
«Ekin
yetişinceye kadar ecr-i misille kalır ilh...» İster
ona bir vakit tayin edilsin, ister edilmesin. Bu
sözde tarlayı
ekin için iyreti aldığına, işaret
vardır. Ariyet bahsinde geçtiği
gibi, toprağın binâ veya
ağaç dikmek için istiare edilmesi sahihtir.
Tarlayı ariyeten veren kişi dilediği zaman geri almak ve
ağaç binayı
söktürmek hakkına sahiptir. Ancak,
torla veya binanın sökülmesi tarlaya zarar verdiği
takdirde
bunlar sökülmüş haldeki kıymetleri ile mülk sahibine terkedilir. Eğer tarlayı iyreti verdiği
zaman ariye
müddetini tayin ve tesbit etmişse,
müstaire söküm sebebiyle meydana gelen
noksanlığı
öder. Bu meseleyi daha önce anlatmıştık.
«Mitlaka ilh...» Yani ektiği ekin yetişmese dahi ekinini
kaldırması emredilir. T.
«Ücret vacib
değildir ilh...» Bu kavil, sonra gelen alimlerin istisna ettikleri
vakıf, gelir için
hazırlanmış
bir mal ve yetim malının dışındaki
mülklerle ilgilidir. Zira süre bitip de ekin yetişene
kadar tarlada bırakıldığı zaman süreden fazla
olan zaman için mutlak olarak ecr-i misille
hükmedilir.
Şurunbulaliye.
METİN
Hayvanın binmek ve yük taşımak, elbisenin
de giymek
için kiralanması sahihtir. Ama hayvanın
sırf
yedekte çekilmek üzere
kiralanması ve binmek için değil de, sırf halkın «falan
kimsenin de atı var»
demeleri için kapının önüne bağlamak üzere kiralanması sahih değildir. Evini veya dükkânını
süslemek için elbise veya kumaş kiralamak
da caiz değildir. Zira yukarıda ifade
ettiğimiz üzere
bunlar maldan
kasdedilen menfaatlerden değildir. Mallar bu şekilde kiralandığında icare akti fasit
olduğu için
ücret yoktur.
Namaz kılmak için bir ev, koklamak için esans,
okumak üzere kitap -velev şiir
kitabı veya musannıf
olsun-
kiralamak da sahih değildir. Şerhu Vehbâniye.
Birisi kimin
bineceğini veya giyeceğini kaydetmeden
bir binek veya bir elbise kiralasa, dilediğini
bindirebilir,
dilediğine giydirebilir. İlk binen veya ilk giyen, akit yapılan kimse olarak teayyün
eder.
Adam kimin
giyeceğini veya bineceğini beyan
etmeden kiraladığında cehaletten ötürü kiralama
geçersiz olur. Ama
kendisinin binmesi veya bir diğerini bindirmesi halinde binen kimse taayyün
ettiği için
batıl kiralama sahih kiralamaya dönüşür.
Bineği veya elbiseyi falan kimse binecek veya giyecek diye kayıtlayarak
kiralasa, sonrada tayin
ettiği
kimseden başkasını bindirse veya başkasına giydirse,
bunlar telef olduğu takdirde
kıymetlerini
öder. Kiralanan malı teslim edecek olursa da ücret gerekmez.
(Zira gasıb olduğu için
menfaati
zamin değildir.) Ama dükkân bunun hilafınadır. Çünkü kiraladığı dükkâna bir
demirci
oturtsa o
zaman dükkânı teslim edince ücret vermesi hükmedilir. Hem de demircilik dükkâna bir
zarar
veremez. Çünkü ücret dımanla birlikte gerekmez. Gaye'de de böyle
denilmiştir.
Çadır gibi
kullanana göre farklılık gösteren şeylerin hükmü de elbise ve hayvanın hükmü gibidir.
Ama kullananın farklılığı ile kullanılışı
değişmeyen nesnelerde kullanacak kişiyi kayıtlamak batıldır.
Meselâ, bir binayı
birisinin oturması şartıyla kiralasa,
o adamı değil de bir başkasını
oturtması da
caizdir.
Bölümün başında geçtiği üzere kullanışı şahsa göre farklı
olmayan mallarda takyid faydalı
değildir.
Hayvanı, yükleyeceği
yükün çeşit ve miktarını tayin
ederek kiralarsa meselâ beş
ölçek buğday
yükleyeceğim
diye tutsa aynı ölçüde olmak kaydıyla buğday ağırlığındaki veya daha hafif olan
başka bir malı yükleyebilir.
Ama tuz gibi daha ağır bir nesneyi yükleyemez.
Bunda asıl kaide şudur: Yapılan akitle takdir edilen
bir menfaati hak eden kimse o menfaatte
veya
onun misli
yada ondan aşağısı ile menfaatlenme hakkına sahiptir.
Ama ondan fazlası ile
faydalanması caiz değildir. İşte,
buğday yüklemek üzere kiraladığı
hayvana buğday ağrılığında
-esah kavle
göre- pamuk yüklemesi caiz olmaz. Arpa
yüklemesi ise caizdir.
Kendisi
binmek üzere icarladığı hayvanın
terkisine kendi kendine tutunabilen bir başkasını daha
bindirse ve
hayvan da telef olsa, hayvanın
yarısını öder. Burada ağırlığa itibar
edilmez. Zira insan
tartılacak bir şey değildir. Eğer hayvanın iki kişiyi taşımaya gücü
yetiyorsa hüküm böyledir. Ama
eğer hayvanın iki kişiyi taşımaya gücü
yetmiyorsa her halükârda hayvanın
tamamına zamindir.
Nitekim ata
binen adamın, omuzuna bir başkasını bindirdiğinde,
at ikisini taşıyabilse bile atın
tamamına
zamin olur. Çünkü yükün hepsi aynı noktaya toplanmaktadır.
Kitabın yazıldığı tarih gözönüne alınmalıdır.
Eğer terkisine aldığı kimse kendi başına
duramayan bir çocuk ise, hayvan öldüğü takdirde çocuğun
ağırlığı
miktarında zamin olur. Fazla-dan yüklenen şey, devenin yavrusu
gibi hayvan sahibinin
mülkü de olsa. hayvana
başka bir şey yüklendiğinde de durum aynıdır.
«Ağırlığı miktarında» sözünden maksat,
çocuğun tartılarak ağırlığının tesbit edilmesi değildir. Onun
yükü ne kadar fazlalaştırdığını bilirkişilerden
sormaktır.
Adam yük yüklenecek
yere binerse hayvanın tamamına zamin olur. Ata
binen adam üzerine her
zaman
giydiğinden daha fazla elbise giyse. halk
o kadar elbise giyiyor olsa bile, giydiği fazlalık
miktarınca hayvan
zamin olur. Mücteba.
Gitmek için kiraladığı yere ulaştıktan sonra hayvan
ölse kendisi bindiği için ücretin tamamını
vermesi
gerekir, başkasını bindirdiği için de hayvanın
kıymetinin yansını öder. Hayvanı kiralayan
onun kıymetini ödedikten sonra terkisine aldığı adamdan bir şey
alamaz. Ama terkisine binen adam
kiracıdan kiralamış
ve hayvanın kıymetini ödemişse birinci müstecirden
verdiğini alır. Eğer
müstecir
değilse, hiç bir şey
alamaz.
Musannıfin
«helak» ile kayıtlamasından anlaşılıyor ki, eğer hayvan ölmezse, o zaman yalnız akitte
konuşulan
ücreti verir. Musannıfın «terkisine alması» ile
kayıtlamasının sebebi de, eğer adamı
eyere oturarak kendisi terkiye binmişse, gasıb olduğu için ücret
vermesinin gerekmediğine
işarettir. Bu
durumda hayvan ölürse ücret vermez, gasıb olduğu için yalnız hayvanın kıymetini öder.
Bahır.
Gayetü'l-Beyan'dan.
Siracü'l-Vehbac'ta Müşkil adlı kitaptan naklen
yukarıdakine muhalif bir ibare vardır.
Her iki kavil de
fukuhanın
kavli olduğundan fetva zamanında düşünmek lazımdır.
Halbuki Eşbah ve diğer muteber
kitaplarda da «ücretle tazminatın bir araya gelmeyeceği»
söylenmiştir.
İZAH
«Hayvanın binek ve yük taşımak ilh...» Şu kadar var ki: hayvanı yük taşımak için kiralasa,
binek
olarak da kullanabilir. Ama aksi caiz değildir. O halde eğer üzerine yük yüklemiş
olsa, ücret
vermesi lazım
değildir. Çünkü binmeye de yükleme denilir. Zira, «onunla
birlikte başkasını da
yükledi.» denilebilir. Ama bunun aksi söylenemez. Bahır,
Hülâsa'dan özetle.
Yine Bahır'da
İmaadiye'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir yerden evine buğday
taşımak için bir
tam günlüğüne
bir hayvan kiralasa, hayvana
buğdayı yüklese ve evine bırakıp
dönerken her
defasında hayvana binse; Razî, «Eğer hayvan helâk olursa, zamin olur.» demiştir. Çünkü kendisi
binmek için değil, buğdayı taşımak için icarlamıştır. Ebüleys ise, «İstihsana göre zamin olmaz.»
demiştir.
Çünkü adet öyle caridir. O halde sarahaten olmasa bile delaleten
binmesine izin vardır.»
Velhasıl fakihler kişinin yük taşımak için kiraladığı
hayvana binebileceği hususunda ittifak
etmişlerdir. Şu kadarı vâr ki, Razî; binmeyi ve yüklemeyi birlikte yapmama kaydını koymuştur, Fakih
Ebülleys ise
bunu umumileştirmiştir. Yani, «yük
taşımadığı zaman hayvana binebilir de» demiştir.
«Elbisenin de giymek
için ilh...» Elbisenin kiralanmasında, giymese dahi -mesken
de olduğu gibi-
giyebilme imkânının olması kâfidir.
Hayvanda ise, yükleme veya binme imkânının verilmesi ücret
için kâfi değildir. Hadiye'de ki, «Adam belli bir yere gitmek için bir hayvan kiralasa, şehirde onu
evinde tutsa,
ücret vermesi gerekmez. Ama helak
olduğu takdirde o hayvan
zamindir.» Sözü bunu
ifade
etmektedir. Bahır. Özetle.
«Binmek için değil ilh...» Bunun mefhumu açıkça
zikredilmemiştir. Bunun mefhumu ifade
ediyor ki,
hayvanı hem binmek, hem de yanında çekmek için kiralasa,
bînmeye itibarla kiralama sahihtir.
Binmenin
dışındaki şey de binmeye tabidir. Araştırılsın. T.
Ben diyorum ki: Hülasa ve Tatarhûniye'de bu
meselenin benzerleri serdedildikten sonra. «Bu
şekilde kiralamak
fasittir. Onun ücret vermesi de
gerekmez. Ancak hayvanı yanında
çekmek için
kiralayan
kimse, bazen de faydalanmak maksadını taşıyorsa o zaman sahih olur.» denilmiştir.
Bunun zahiri
şudur: Hal böyle olunca odam binmeyi ve benzerini anmasa dahi ücret vermesi
lâzımdır. O halde hem binmek ve hem de yanında
çekmek için kiralarsa ücret vermesi
hayda hayda
gereklidir. Bu, ücretin vacip olması yönündendir. Akdin sıhhatine gelince; o, menfaatin
beyanına
bağlıdır.
Yani menfaati beyan ederse
sahihtir.
«Namaz kılmak için bir ev ilh...» Haniye'de şöyle
denilmiştir: «Bir kimse bir müslümandan namaz
kılmak için bir oda kiralasa» İbni Vehban;
«müslüman'dan
kelimesi ile kâfiri hükmün
dışında tutmuştur. İbni Şıhne de,
«Uygun olan, bunun
mefhûmunun
terkedilmesidir. Çünkü burada namaz için bir oda kiralamanın caiz olmamasının
sebebi, sürenin belli olmayışındadır.
Ama eğer süre bilinirse, sahihtir. Aynı şekilde, eğer menfaat kasdedilmiyor denilse bile yine
sahihtir.»
demiştir.» Özetle.
Ben derim ki: Tatarhaniye'de şöyle bir ifade vardır. «Bir zımmî,
diğer blr zımmiden ibadet etmek
üzere bir oda
kiralasa, bizim hukukumuza göre
caiz değildir. Yine bir zımmi bir müslümandan
ibadet etmek
için bir kilise kiralasa, yine caiz
değildir. Ama şehir dışında olursa caizdir.
Bir
müslümanın
diğer bir müslümandan mescit yapıp
namaz kılmak üzere bir yer
kiralaması, Hanefi
fukahasının kavline göre caiz değildir. Yine zımmi bir kimseye kendilerine ibâdet ettirmesi için
kiralarsa, caiz değildir.»
Özetle.
Tatarhaniye'nin
bu ifadesinde açıkça «müslüman» kelimesinin,
kâfiri hükmün dışında tutmak için
bir kayıt
olmadığı görülüyor. Kiralamanın caiz olmamasının sebebi de
Haniye'de zikredilen sürenin
belli
olmayışı değildir. Tatarhaniye'nin ifadesi, binayı, namaz kılmak için
kiralamanın -vakti açıklasa
bile- caiz
olmadığını gösteriyor.
«Okumak üzere kitap ilh...» Zira okumak;
Kur'anı okumak gibi sevapsa veya
şarkı okumak gibi
ma'sıyetse,
bunun üzerine kira caiz değildir. Bu kitap şiir veya edebî bir kitap gibi
okunması mubah
olanlardan ise, zaten icareden evvelde onu okumak mübahtır. öyleyse onu kiralamak caiz
değildir.
Eğer kira aktedilmişse, o akit, onun taşınması
ve yapraklarının çevrilmesi için aktedilmiş
olması
gerekir. Halbuki bunlar için icare aktedilemez.
Akitte, yaprakların çevrilmesi açıkça zikredilmiş olsa
bile yine
caiz değildir. Çünkü kiralık olarak alanın yaprakları çevirmesinde bir menfaati yoktur.
Velvarliciye.
«Kaydetmeden ilh...» Bu söz herhangi bir ilâvede bulunmadan sadece «binmek» ve «giymek»
sözleri gibi
mutlak anlama gelebileceği
gibi «Dilediğimi bindiririm ve
giydiririm» demesi gibi genel
anlama da gelebilir. Burada kasdedilen de budur.
Nitekim Şârihin, sonraki. «beyan etmese de»
sözüyle muradı da birinci kavildir. Şu kadar
var ki, her iki tabirde de kapalılık vardır.
0 zaman,
mutlak ile genel arasındaki
fark şudur: Mutlak zikredildiği zaman, -meselâ- iki şahısın
bineceği iki ayrı cins gibi olmaktadır. O zaman da üzerinde akit yapılan şey
meçhul olur. Ama, «Ben
dilediğimi
bindiririm, dilediğime giydiririm.»
genel ifadesinde ise mâlik,
binmek noktasında hasıl
olacak miktara razı olmuş olmaktadır. O
halde üzerinde akit yapılan şey de
malûm olmaktadır. Bu
manayı
Bahır'da ifade etmiştir.
«Ne yükleyeceğini söylemese icâre fasittir ilh...» Kimin bineceğini
açıklamadığında nasıl fasit
oluyorsa, ne yükleyeceğini açıklamadığında da akit fasit olur. Zira Bezzaziye'de şöyle denilir. «Yük
için bir hayvan kiralasa,
ama ne yükleyeceğini söylemese, icare
akti fasit olur.»
Hâniye'de de şöyle denilir: «Adam
un öğütmek üzere günlüğü bir
dirhemden bir hayvan kiralasa ve
arpa veya benzeri şeylerden ne öğüteceğini de beyan etse, Kudurî'deki ifadeye
göre. «Ne miktar
öğüteceğini
açıklamasa dahi o akit caizdir.»
Haherzade de ise; «Her gün ne miktar öğüteceğini de
beyan etmesi lazımdır.» denilir.
Fetva da bu kavil üzerinedir.»
«Fakat kendisinin binmesi veya bir diğerini
bindirmesi halinde binen kimse taayyün ettiği için
fasit
icare sahih icare haline döner ilh...»
ister kendisi binsin, ister başkasını
bindirsin farketmez.
İstihsanen akitte konuşulan ücreti vermesi gerekir. Zira
sonundaki tayin, başındaki tayin gibi kabul
edilerek cehalet ortadan kalkmıştır. Hayvanın, binmekle helak olması halinde de kiracı zamin
olmaz.
Çünkü hayvanı kullanmada mal sahibine muhalefet etmemiştir. Zeylâî. Özetle.
«Binecek olanı veya
giyecek olanı söyler de buna muhalefet ederse
zamin olur. ilh...» Çünkü hakka
tecavüz etmiş
olmaktadır. Zira binmek ve giymekte
insanlar birbirinden farklıdır. Nice hafif ve
bilgisiz adam var ki hayvana
ağır fakat bilgili adamdan daha çok zarar verir.
«Teslim etse bile ilh...» Zira şarta uymadığında gâsıb sayılır. Fukahanın istisna ettikleri hariç
gasbedilen şeyin
menafii tazmin edilmez. T.
«Demircilik dükkâna bir zarar vermez. ilh...»
Yani her ne kadar zarar verecek durumda olsa da fiilen
zarar vermez.
«Tazminatla
ücret bir arada bulunmaz. ilh...» Şârihin bu sözü yukarıdaki «kiracının
ücret vermesi
gerekmez.» sözünün gerekçesidir, şu kadar var ki
ücretin gerekmemesi helâk olması halinde has
bir hükümdür.
Eğer hayvan helak olmazsa, ücret
gerekir. Bunun gerekçesi ise yukarıda geçti.
«Kullanana
göre kullanışı değişen şeylerin hükmü de elbise ve hayvanın
hükmü gibidir ilh...» Yani
kiralayan ile
akit esnasında konuştukları kayda uymadığı
takdirde helâk olduğunda zamindir. Bahir.
«Çadır gibi
ilh...» Dürer'de şöyle denilir: «Çadırı kiralamış olsa ve başka
birisine kiraya verse veya
iare etse, o da çadırı kurarak içinde otursa
İmam Ebû Yusuf'a göre ilk kiracı sorumlu olur. Çünkü
yerini seçmek, kazıklarını
çakmak ve çadırı kurmak bakımından insanlar birbirinden
farklıdır. İmam
Muhammed'e
göre ise zamin olmaz. Çünkü çadır oturmak içindir. O halde o da binâ gibidir.»
Dürer'in,
İmam Ebu Yusuf'a göre ilk kiracı zamin olur.» sözü hakkında
Ebussuud şöyle der:
«Kendim
kullanacağım diye kiralarsa, başkasına
verdiği için zamin olur.» Hamevî.
Şeyhimizin
Miftah'tan naklettiğine göre. İmam-ı azama
göre de kendisi kullanmak için kiraladığı
çadırı bir
diğerine kiraya verse veya iare etse,
zamin olur.
Tatarhâniye'de
şöyle denilir: «Bir aylığına, evinde kurmak üzere beş dirheme yuvarlak
bir çadır
kiralasa kuracak
yeri zikretmese bile caizdir. Ama o
çadırı güneşte veya yağmurda kursa,
ve çadıra
bir zarar gelse, onu öder, ücret vermesi gerekir. Eğer
aynı şehirde başka bir arsada kurmuş olsa,
yine zamin
olmaz. Ama çadırı şehir dışına çıkartarak
orada kurarsa. -gasıb olduğundan-
ister helâk
olsun, ister
olmasın ücret yoktur. Mekke'de
gölgelik olarak kurmak üzere bir çadır kiralasa kendisi
de başkası da ondan istifade edebilir. Çünkü gölgelenmek
herkes için aynıdır. Ama kiraladığı
çadırın ipleri kopsa direkleri kırılsa ve kurmaya
da gücü yetmese ücret vermesi gerekmez. Çadırdan
faydalanma miktarı konusunda kiralayan
ile kiracı ihtilaf etseler kiracının sözü kabul edilir. Ama
eğer
faydalanmanın kendisinde ihtilâf
ederlerse, -değirmen meselesinde olduğu gibi- duruma göre
hükmedilir.»
Bu bahsin tamamı Tatarhâniye'
dedir.
«Birisinin
oturması şartıyla kiraladığı evde bir
başkasını oturtması da caizdir ilh...» Yani o
birisinden
başkasını.
Zeylaî'de, İcare Bölümünün başında şöyle denilmektedir: «Kiracı bir
adamın oturması için kiraladığı
eve onu
münferiden oturtabileceği gibi onunla
birlikte bir başkasını da oturtabilir. Zira evde
oturanların
çoğalması eve zarar vermez. Hatta
evin sağlam kalmasına da yardımcı olur. Çünkü
meskenler boş kaldıkları zaman harab
olurlar.»
Yukarıda
takdim ettiğimiz üzere kiracı birisinin oturmasını şart kılsa bile o
eve bir başkasını
oturtma
hakkına da sahiptir.
Bazı alimler tarafından bir adamın oturması. bir cemaatin
oturması gibi değildir demekte iseler
de,
fukahadan
nakledilen hükümlere muarızdır.
Şu kadar var
ki, fukahanın: «Bir başkasını da
oturtabilir» sözleri «kiraladığı evin diğer bölümlerinde
oturtabileceği
anlamına gelir» denilebilir. Çünkü adam
kiralanan evin bir bölümünde otursa,
diğer
bölümü boş
bıraksa, eve zarar gelir. Zira evi tahrip edecek yağmur
sularından ve benzerlerinden
haberi olmaz.
Teemmül et
«Buğday yığını
gibl ilh...» Kürr, altmış ölçek ve sekiz meküktür. Bu mekûk 1.5
sa'dır. Buna göre
kürr; 12 vesk olmaktadır, Mısbah. Bu miktar, Bağdat ve Kûfelilere göredir. Hamevî.
«Kiracının
buğdayın mislini yükleme hakkı vardır. ilh...»
Yani ağırlıkta eşit olması şartıyla
zarar
vermek de
onun mislini.
Dürerdeki; «ağırlıkta eşit
bite olsalar» sözü, Şurunbulali de «Ağırlıkta
eşitseler» manasına
alınmıştır.
«Takdir edilen ilh...» Yani muayyen bir miktar. Bu hükmün altına toprağı ekmek de girer. Meselâ,
«Bir tür
tohum ekeceğim» diye tohumun türünü tayin
etse, toprağa zarar bakımından onun misli
veya ondan daha hafif başka bir tohumu da ekebîlir. Nitekim
Bahır'da da böyledir.
«Onun misli ilh...» Yani kendi buğdayının yerine başkasının buğdayını da yükleyebilir.
Bahır'da
şöyle denilmiştir. Meselâ, buğday yerine arpayı örnek verenler yanılmıştır.
Çünkü buna
göre beş ölçek arpa yüklemek üzere kiraladığı hayvana beş ölçek buğday yükleyebilmesi gerekir.
Halbuki hüküm
böyle değildir. Çünkü buğday, ağırlık bakımından arpadan çok fazladır.»
«Ondan aşağısı ilh...»
Mesela buğday yerine arpa yüklemesi gibi. Zira arpa tartıda buğdaydan daha
hafiftir.
«Esah kavle göre arpa değil ilh...» Yani kiraladığı hayvana bir
miktar buğday yükleyeceğini beyan
etse, onun
mislinde arpa yüklemesi caizdir. Helâk olduğu takdirde de istihsanen
zamin değildir
Esah olan kavil de budur. Zira hayvan bakımından arpa ve buğdayın
ölçüleri eşit olduğu takdirde
arpanın zararı buğdaydan
daha azdır. Zira arpa hayvanın
sırtında buğdayın kapladığı yerden
daha
çok yer
kaplar. Onun için yayılma sebebiyle
buğdaydan hafif olur.
Fakat buğday
ağırlığında pamuk yüklemesi böyle
değildir. Zira, pamuk hayvanın sırtında daha çok
yer kapladığı halde onda hararet olduğu için hayvana
zararı buğdaydan daha fazla olur.
Hayvana
buğday yerine
aynı ağırlıkta saman veya otun yüklenilmesi nasıl caiz
değilse, pamuk yüklemesi de
caiz değildir. Buğday
ağırlığında demir veya tuz yüklemek
de caiz değildir. Zira onların ağırlığı
hayvanın sırtında bir yere toplandığı için hayvana zararlı
olur.
Bu meselenin
özeti şudur; Ağırlıkları aynı olduğu halde birisinin zararı bir yönden diğerinden hafif
olsa bite başka bir yönden diğerinden fazla olursa, zararı fazla olan öbürünün yerine
yüklenemez.
Zeylaî de böyle ifade etmiştir.
Ben diyorum kl; Zeylaî bu yönlerden, zamin olunan
kısmı zikretmemiştir. Bedayî'de
ki ifadenin özeti
şudur: Dımanı
gerektiren anlaşmazlık ya cinsde ya miktarda veya vasıftadır. Cinsteki anlaşmazlık
meselâ beş ölçek arpa
yüklemek üzere kiraladığı hayvana beş ölçek buğday yüklemiş olsa, hayvan
helak olduğu
takdirde hayvanın kıymetinin
tamamına zamindir. Çünkü buğday başka
bir cinstir ve
arpadan daha ağırdır. Bu durumda kiracı gasıp olduğundan dolayı
ücret vermez, yalnız hayvanın
kıymetini
öder. Çünkü ücretle zamin bir arada
olmaz.
Miktardaki
ihtilaf ise şöyledir: Meselâ on ölçek buğday yüklemek üzere kiraladığı hayvana
onbir
ölçek
yüklemîş olsa, hayvana bir zarar gelmediği takdirde yalnız akitte konuşulan ücreti verir. Eğer
hayvan ölürse hayvanın takdir edilen kıymetinin onbirde birini verir.
Vasıftaki
ihtilafa gelince: Mesela, yüz kilo pamuk yüklemek üzere kiraladığı hayvana yüz kilo veya
daha hafif
demir yüklemiş olsa, hayvan öldüğü takdirde kıymetine zamindir.
Çünkü gelen zarar
ağırlık
yönünden değildir. O halde demir yüklemeye de izinli değildir. Yukarıda zikrettiğimiz
sebebten
ötürü ücret de vermez. Bu bahsin
tamamı ileride gelecektir.
«Hayvanın terkisine bir başkasını daha
bindirse ilh...» Yani binicinin arkasına bir başkası daha
binse.
Musannıf bu sözüyle kiracının, başka
birini eyere oturması halini
hükmün dışında
bırakmıştır. O husustaki söz ileride gelecektir.
«Yarısına zamindir ilh...» İster ağır, ister hafif
olsun. İtkanî. Zira, bunların birisinin binmesine izin
vardır ama
diğerinin binmesine yoktur. Binen
adamın ücret vermesi lazımdır. Çünkü
üzerine akit
yapılan işi fazlasıyla elde etmiştir. Şu kadarı var ki, o fazlalık akitsiz
olarak elde edildiği için ona
ücret vermek gerekmez. Bedayî.
«Ağırlığa itibar edilmez ilh...» Yani
tartı bakımından fazla olan miktara zamin olunmaz. Bu mesele;
iki adam arasında üçte bir oranla ortak olan
duvar meselesine benzer. Ki, bir adam ortaklardan
birine haber
vermek suretiyle duvarın üzerine çıksa
ve duvardan birisinin üzerine bir tuğla düşerek
adamı öldürse, kendisine haber verilen kişiye diyetin
yarısı gerekir. Duvardaki hissesi yarıdan az
bile olsa hüküm böyledir.
Çünkü adamın ölümü o tuğlanın
ağırlığı ile değil, yaralaması ile olmuştur.
Çünkü dımân
yönünden az yara do çok yara gibidir. Meselâ, birisi diğerini
bir yerinden yaralasa,
diğer birisi
de aynı adamı başka iki yerinden
yaralasa ve adam aldığı yaralardan ötürü ölse,
yaralayanlar
diyeti yarı yarıya verirler.
Bedayî.
«Her halükârda ilh...» Yani adam terkide kendisini
tutamıyorsa bile. T.
«Aynı
noktaya toplanmasından ilh...» Çünkü yükün aynı
noktada toplanması hayvan için daha
meşakkatlidir. Zeylaî.
«Kendi başına duramayan bir çocuk ise ilh... » Atın
terkisinde kendisini tutamayan büyük de, çocuk
gibi midir? Araştırılsın.
«Çocuğun
ağırlığı miktarında zamin olur ilh...» Bu kavli Zeylaî ve İtkanî de
zikretmişlerdir. Halbuki
bu, geçen gerekçeye de muhaliftir. Onun için düşünmelidir. Bu hüküm illeti şudur: Mademki kendi
başına
duramıyor, o halde bir yük gibi itibar edilir. İtkanî.
Bu sebebe
kıyasla atın terkisinde kendi başına duramayan bir büyüğün de çocuk gibi olduğu
söylenebilir.
«Fazladan başka birşey yüklediğinde
zamin olduğu gibi ilh...» Zira yük
yüklenecek yere binmediği
için fazla olan yük
miktarınca zamin olur.
«Maksat, çocuğun ağırlığının tartılarak tesbit edilmesi değildir ilh...»
Bu söz zımmen, «Fazlalığın
miktarı o
ziyadenin ve adamın tartılmasından sonra
bilinir. Bu durumda da önde geçen, «adam
tartılmaz»
sözüne zıt düşer» şeklinde varid olacak bir soruya
cevaptır.
«Fazla elbise giyse ilh...» Yani, eğer akit esnâsında
giydiği elbiseden çok elbise giymişse
ve onun
giyinmesi de halkın adeten giymeyeceği
kadar çoksa hayvanın tamamını
zamin olur. Mücteba'dan
böyle anlaşılır.
«Kendisî
bindiği için ilh...» Musannıf bu ve bundan sonraki sözüyle Bahır'da
söylenene işaret
etmiştir.
Burada,
tazminatla ücretin toplandığı
söylenemez. Zira biz diyoruz ki; tazminat başkasının
binmesinden,
ücret de kendisinin binmesinden dolayıdır. Bunun izahı ileride gelecektir.
«Başkasını bindirdiği hoyvan helâk olursa yan kıymetini öder ilh... » Yani «başkası» terkide kendi
kendine
durabilen bir kimse ise. Yok eğer kendi başına
duramıyorsa. yukarıda açıkça belirtildiği
üzere hayvanın kıymetinin yarısına değil, ancak diğer adamın ağırlığına tekabül eden
miktarı tazmin
eder.
«Hayvanı kiralayan onu tazmin ettikten sonra bu parayı terikedekinden isteyemez
ilh...» Çünkü
müstecir
dıman ile o hayvana malik
olmuştur. O zaman terkiye binen adam
onun hayvanına, izni ile
binmiş
olmaktadır. Dolayısıyla ondan bir şey alamaz. Terkiye binen adam ister icarla, ister iareten
binsin farketmez. Rahmeî.
«Ama terkisine binen adam öderse
ilh...» Parasını müstecirden alır. Zira müstecir onu
muavaza
aktinin
zımnında aldatmıştır. Ama eğer kiraya veren olursa, rücu edemez. Zira aralarında bir akit
yoktur. Hayvanın salim olması hususunda bir
garanti vermemiştir.
«Eğer kiracı değilse
ilh...» Yani eğer terkiye binen
terkiyi icarlamamışsa ödediği parayı müstecirden
isteyemez.
«Hayvan salim kalırsa
ilh...» Yani geçen suretlerin hepsinde. T.
«Bu meseleyi
Bahr sahibi Gayetü'l-Beyan'dan nakletmiştir ilh...»
Gayetü'l-Beyan'ın
ifadesi aynen şöytedir: «Adam
eğer bir başkasını terkisine alırsa,
yabancı
kiracıya tabi
olmuş gibi olur. Ama eğer kiraladığı hayvanın eyeri
üzerine oturtursa, gasıb olur.
Dolayısıyla ücret vermesi de gerekmez. Çünkü kendisi hayvanı bırakmış onu
hakkı olmayan birisine
vermiştir. O
halde hayvan helâk olduğunda hayvanı
öder. Ücret ile dıman da bir arada olmaz.»
Gayetü'l-Beyan
sahibi bu yazdıklarını İstıcâbî'nin
Kâfî şerhine isnad etmiştir.
«Siracü'l-Vehbaç'ta bunun aksi vardır. ilh...» Zira Sirâc
sahibi şöyle demiştir: «Onunla birlikte birisi
terkiye binse
sözü, söz gelişi söylenmiştir. Çünkü âdet, kiracının asil
olmasıdır. Tâbii değil. Zira
kiracı kendisi terkiye binse, başkasını da eyere bindirse, hüküm yine değişmez.» Çünkü kiracı
odur.» Yani
hayvan iki kişiyi taşıyabiliyorsa, helâk olduğunda ücreti ile birlikte
yarısını tazmin eder.
Nitekim
yukarıda Bedayî'den naklen de geçti. Ama eğer hayvanın gücü iki kişiyi taşımaya
yetmiyorsa, o zaman kıymetinin hepsini tazmin etmek gerekir.
Gayetü'l-Beyan'da
bu kavlin birinci kavle mukabil bir
görüş sayılması ve «Ücret vermesi vacib
değildir.» kavlinin de açıklıkla belirtilmesi onun
muhalefet ettiğinin sarih ifadesidir.
«Fetva
esnâsında dikkat edilmelidir ilh...» Bu söz meseledeki karışıklığa işaret
etmektedir. O halde,
delili zahir
olmadan o kaville fetva vermeye kalkışmak
uygun değildir.
«Eşbah ve
diğer muteber kitaplarda ilh...» Sözü Siracü'l-Vehhac'ta ki sözün
meseleden uzak
olduğunu ve
fetva anında acele etmemenin sebebini
beyan etmektedir. Zira Sirâc'taki kavil mezkûr
kaideye
muhaliftir.
«Ücretle
tazminatın bir araya gelemeyeceği
ilh...» Burada kiracı gasıb olunca, kiralıyandan kendi
mülküne zamin
olmuş olmaktadır. Biz terkiye kendiliğinden binen adama ücret lâzımdır» dediğimiz
zaman
tazminatla ücretin bir araya
toplanması lazım gelir. Çünkü adam kendi maliki olduğu bir
şeye ücret vermiş
olmaktadır. Adamın kendiliğinden binmesi ile kiracının bindirmesi
arasındaki
fark şudur:
Kiracının bindirmesi meselesinde,
hayvanı elinden ç^kardığı için gasıp olmaktadır. Bu
durumda,
yukarıda geçtiği gibi kıymetinin hepsini vermesi gerekir. Adamın onun
terkisine
kendiliğinden
binmesi meselesinde ise, adam müstecire tabi olmaktadır. Onun kendiliğinden
binmesi
halinde müstecire ücreti gerekli kılmak mümkün
değildir. Bunun illetini zikrettik.
Ama müstecir eyere
kendisi binse, mezun olduğu bir işi yapmıştır. Başkasını terkisine bindirmekle
de kiraladığı hayvanı
bir diğeriyle meşgul ettiğinden izne muhalefet
etmiş olur. O zaman kendisi
binmekle meşgul ettiği bir şeye dıman sebebiyle
malik olamaz. Akitte konuşulan ücretin
hepsi de
bunun
binmesinin karşılığıdır. Ancak
müstecir bir diğerinin binmesiyle hayvanı meşgul ettiğinden
dolayı zamindir. Başkasının binmesi karşılığında da tazminatın düşmesini gerektirecek bir ücret
yoktur.
Nihaye'ye müracaat ederseniz, burada anlattıklarımızı
açıkça görürsünüz.
METİN
Muayyen bir miktar yük yüklemek için
bir hayvan kiralasa ve hayvana
konuşulan miktardan daha
fazla yük yüklese de
hayvan ölse, hayvanın kıymetinin kararlaştırılan miktardan fazla olan ağırlığa
tekabül eden kısmını öder. Bu müstecirin o fazla yükü bizzat kendisinin yüklemesi halindedir.
Ama o fazlalığa hayvan
sahibi kendi eliyle yüklemişse,
kiracıya dıman gerekmez. Çünkü yükleyen
bizzat mal
sahibidir. İmadiye.
Eğer yükü hayvana mal sahibi ile müstecir birlikte
yüklemişlerse, o zaman fazla olan
yükün
yarısının
tazminatı müstecire aittir. Mal sahibinin hissesine düşen
heder olur. Mücteba.
Hayvana iki çuval buğday yüklenecek olsa da müstecir ile mal sahibi
birer çuval olarak, ister
birlikte, ister peşpeşe,
hayvanın üzerine koysalar ve hayvan helak olsa müstecire dıman yoktur.
Yani
müstecirin yüklediği yük akitle hak ettiği sayılır. Gayetü'I-Beyan.
Gâyetü'l-Beyân'ın
ibaresi şunu ifade etmektedir: Müstecir çuvalı is-ter önce, ister
sonra koysun,
dıman
müstecire ait değildir. En uygun
olan da budur. Bundan dolayı Hülâsa'daki muhalif
görüşe
karşı buna itimad ettik. Musannıfın şerhinde de böyledir.
Ben derim ki: Hülâsa'da kavil; metinin bazı nüshalarındakı
«Müstecir evvel. mal sahibi de
sonra
yüklerse, -hayvan
helak olduğu takdirde- müstecir zamin
değildir. Ama eğer evvela mal sahibi,
sonra
müstecir yüklerse. hayvan helak olduğu takdirde müstecir hayvanın
kıymetinin yarısına
zamin olur.»
Kavlidir. Dikkatli ol.
Bu hüküm, hayvanın gücünün yüklenen yükü taşımaya
yetmesi halindedir. Ama eğer yüklenen
yükü taşımaya
gücü yetmiyorsa, müstecir hayvanın kıymetinin hepsine zamindir. Zeylaî.
Bu
durumda
müstecirin. akitte konuşulan ücreti vermesi de gerekir. Ücretin gerekli
oluşu yükü
yüklemesinden, dıman ise, fazla yük yüklemesinden dolayıdır. Gayetü'l-Beyan.
Gayetü'l-Beyan
sahibi burada «fazla» kelimesi
ile bu fazlalığın konuşulan
yükün cinsinden olan
fazlalık
olduğunu ifade etmektedir. Eğer o fazlalık konuşulan yükün cinsinden olmazsa, mesela
sadece konuşulduğu kadar buğday yüklese, sonra
da fazla olarak buğdaydan başka bir
şey
yüklese, o zaman hayvanın
kıymetinin tamamına zamin olur. Bahr.
Müstecir
fazla yük yüklediği halde hayvana
bir zarar gelmese ulema bu fazlalığın ücreti hususunda
bir şey söylememiştir. Zira o fazlalığı müstecirde
yüklemiş olsa yalnız ecr-i mislin
verilmesinin
vacib olduğu
açıktır. Zira bize göre gasbedilen malın menfaati tazmin edilmez.
Bu izahtan,
hacıların Mekke'ye gitmek için icarladıkları
hayvanların hükümleri de anlaşılmış
olmaktadır.
Kiraladığı
hayvan kiracının vurması veya dizginlerini
sertçe çekmesi yüzünden ölürse, zamin olur.
Çünkü kirada
izin selâmetle kayıtlıdır. Hattâ baba veya
vasî terbiye için çocuğa vursalar da çocuk
ölse diyetini
öderler. Çünkü çocuk azarlamak veya
kulağını çekmekle de terbiye edilebilir.
İmameyn, «Baba
veya vasî çocuğu adet olan şekilde döverlerse, çocuk öldüğü takdirde
zamin
olmazlar» demişlerdir.
Gayetü'l-Beyan'da
Tetimme'den naklen esah kavle göre İmam-ı Azamın kendi
görüşünden
İmameynin
görüşüne rücu ettiği söylenmektedir.
Kiracı hayvanı önünde sürerken ölürse ittifaken dıman
gerekmez.
Hidaye'nin zahirine göre müstecir kiraladığı
hayvana vurabilir. Zira örfen
vurmaya izin vardır.
Kişinin kendi
hayvanını dövmesine gelince; Kınye'de Ebu Hanife'den naklen «Hayvanını
asla
dövemez.»
denilmiştir.
Terbiye için gerekenden fazla dövmesi halinde
adam mahkemeye verilir.
Adam kiraladığı hayvandan
eyeri kaldırarak semer vursa da hayvan ölse, zamin olur. O hayvana
semerin misli ister vurulsun ister vurulmasın farketmez.
Bir kimse kiraladığı eşeğe,
adeten eşeklere vurulmayacak bir eyer
vursa, eşek öldüğü takdirde
bütün kıymetine zamin olur. Fakat eşeklere vurulan
eyerin benzerini vursa veya palanı kaldırıp eyer
vursa, zamin
olmaz. Ancak, eyer palandan daha ağırsa, o zaman fazlası
kadarını zamin olur. İbnî
Kemal.
Adam gemsiz olarak kiraladığı
eşeğe eşeklere takılması adet olmayan
bir gem taksa, eşek öldüğü
takdirde
kıymetinin tamamına zamin olur.
Kiraladığı eşeğin gemini değiştirse hüküm yine böyledir.
Çünkü eşeğin
durumu gem takılmak veya takılmamakla
değişmez. (Yani gem eşeğin hareketine
tesir etmez)
Gayetü'l-Beyan.
Adam kiraladığı hayvanla
malikîn tayin ettiği yoldan
gitmeyîp de uzaklığı bozukluğu veya
tehlikesi
sebebiyle
halkın kullonmadığı bir başka yoldan
gitse, öldüğü takdirde hayvana zamindir. İbni Kemal
Mal sahibi
hayvanı karodan götürmesini şart koştuğu halde müstecir onu bir gemiye yüklese -halk
bu yoldan ister gitsin ister gitmesin mutlaka zamindir. Çünkü deniz
yolu tehlikelidir. Eğer kara
yoluyla kayıtlamamışsa, deniz yoluyla gittiğinde hayvan helak olduğu takdirde
müstecir zamin
olmaz. Akit anında konuşulan şarta muhalefet
ettiği halde, hayvan akitte konuşulan yere
ulaşırsa
vermesi
gerekir. Çünkü maksat hâsıl olmuştur.
İZAH
«Konuşulan
miktardan daha fazla yük yüklese ilh...»
İleride geleceği üzere Musannıf bu sözüyle
konuşulan
miktardan fazla olanın onun cinsinden olduğuna işaret etmektedir.
«Fakat olan ağırlığa tekabül eden kısmına zamindir
ilh...» Musannıf bu sözüyle tazminatın
o fazlalık
karşılığında, ücretin de yükü yüklemesi karşılığına verileceğini işaret etmiştir. O halde
bu durumda
ücretle
tazminat bir araya toplanmış
olmamaktadır. Nitekim bu meselenin benzeri yukarıda
geçmiştir.
Bunu Bahır da ifade etmiştir. Bundan sonra da yine işaret edilecektir".
«İmadiye
ilh...» Bahır'da ifade edildiğine göre
İmadiye'nin ibaresi şöyledir: Bir
kimse her birisine
yüz batman yük
vurmak için birkaç deve kiralasa ve yüz batman yerine yüzelli batman yük
hazırlamış olsa, develerin sahibi de hayvanları
getirdiğinde müstecir ona hazırladığı yüklerin her
birisinin
yüzer batman olduğunu söylese, deveci de o yükleri yükleyip
istediği yere götürse ve
develerin
bazıları ölseler müstecir öten develere zamin değildir. Zira yükü yükleyen develerin
sahibidir.
Ona, düşen, «Evvelce bu yükleri tartmandı» denilir.»
«Yarısının
tazminatı müstecire aittir ilh...» Yani hayvanın kıymetinden o ziyadeliğe tekabül edenin
yansını müstecirin vermesi gerekir.
Metindeki
hükmü, Minâh, Muhit'ten nakletmiştir.
Sonra da Hülasa'dan naklen «Müstecirin, hayvanın
kıymetinin dörtte
birisini ödemesi lazımdır.» demiştir. Hülasa'dan nakledilenin aynısı Zahire'den
naklen Tatarhaniye'de,
Tetimme'den naklen de Şurunbulaliye'de mevcuttur.
Doğrusu,
fazlalık, şart koşulana eşitse, buradaki yarıdan maksat dörtte birdir. Zira Bezzaziye'de
şöyle bir ifade vardır: «0n ölçek yüklemek üzere bir hayvan
kiralasa ve sahibiyle birlikte hayvana
yirmi ölçek yükleseler, hayvan
helâk olduğu takdirde hayvanın kıymetinin dörtte birini öder. Zira
yükün yansını yüklemeye mezûn, diğer yarısında ise
mezun olmadığı yarı da ikiye bölündüğünde
dörtte bir
eder.»
«Bunun ifâde
ettiği ilh...» Eğer Gayetü'l-Beyan'da «peşpeşe» kelimesi ile ifade edilseydi o zaman
metindeki manayı
ifade ederdi. Oysa Gayetü'l-Beyan»da
«ikisi birlikte koysalar»
denilmiş ve bu da
Tetimmetü'l-Fetevâ'ya isnad edilmiştir. Zahire'den
naklen Tatarhaniye'de de böyle denilmiş ve daha
sonra şu söz eklenmiştir: «Eğer müstecir evvel yüklerse hüküm yine böyledir.» O halde Gaye'deki
ifade, Hülâsa'dakine muhalif değildir. Sadece
Hülâsa'da Gâye'nin ibâresinden anlaşılmayan diğer
bir mesele ilave edilmiştir. O mesele de
metnin yazarının tafsilatıyla
anlattığı meseledir. Eğer
«peşpeşe» ibaresinin
Gayetü'l-Beyan'da da olduğu farzedilirse, o ibarenin mefhumu olurdu.
Hülasa'daki ifade ise sarahaten söylenmiştir. Bundan nasıl yüz çevrilebilir?!..
Nitekim
fukaha; «Hülâsa sahibi, itimad edilecek kişilerin en büyüklerindendir.» O halde nakle
uyarak onun dediğine dönmek gerekir.» demişlerdir. Allah daha iyisini bilir.
«Ücretin gerekli oluşu yükü yüklemesinden dolayı ilh...» Bu söz «ücret ile dıman
bir arada
toplanmaz»
denilerek yapılacak itiraza zımnen bir cevaptır.
«Sonra ayrıca
fazla olarak buğdaydan başka
birşey yüklese ilh...» Tatarhaniye'de bu ibare, «Eğer o
yükü konuşulan
yerde yüklerse» sözüyle
kayıtlanmıştır. O halde konuşulan
yerde değil de başka bir
yerde yüklese,
yalnız fazlalığa tekabül eden kıymete
zamin olur. Bunun aynısı
Camiü'l-FusuIeyn'de
de vardır.
Yine
Câmiü'l-Fusuleyn'd'e şöyle denilmektedir: «Bu mesele şunun aksinedir: Eğer adam on ölçek
buğday öğütmek üzere bir öküz kiralasa
fakat onbir ölçek öğütse veya bir dönüm tarla sürmek için
kiralasa fakat birbuçuk dönüm sürse de. öküz ölse, öküzün kıymetinin tamamına zamin olur. Zira
öğütmek veya sürmek
peyder pey olur. O halde bir
dönümü sürdüğü. veya on ölçeği
öğüttüğü
zaman akit
bitmiştir. Buna göre müstecir, fazla olan kısımda her yönden akte muhalefet etmiştir, o
halde öküzün
kıymetinin tamamına zamin olur. Yük
ise defaten yüklendiğinden. onun bir kısmı
zaten
hakkıdır. Hakkı olana zamin olmaz, ancak fazla yüklediğine zamindir.»
«Bununla,
Mekke yolunda kiracılık
yapanların hükümleri de bilinmektedir
ilh...» Yâni, konuşulan
yükten fazla
yük vurulsa ve hayvan zarar görmese, her ne kadar fazlayı yüklemek câiz değilse
de
yalnız akitte konuşulan ücret verilir. Fazla yüklemek
ancak mal sahibinin rızası ile câiz olur. Bundan
ötürü fukaha,
«Uygun olan; mûcirin yükleyeceği yükün tamamını görmesidir.» demişlerdir. Bahır.
İşte dolayı
alimlerden birinin kendisinden bir kitap götürmesini isteyen arkadaşına «Deveciden izin
aldıktan
sonra alayım» dediği rivayet edilmiştir. Bu hüküm, yüklenecek yükün
tayin edilmiş olması
halindedir.
Musannıf,
«çeşitli meseleler» bahsinde şöyle diyecektir: «Yük yüklemek ve iki adamın
binmesi için
bir deveyi Mekke'ye kadar kiralamak sahihtir.
Deveyi bu şekilde kiralayan adam deveye mutad olan
yükü yükleyebilir. Ama devecinin yükü
görmesi daha iyidir.»
FER'İ BİR
MESELE: Minah'ta Haniye'de naklen
şöyle denilmektedir: «Hayvan sahibî, kiraya verdiği
hayvana kiracının yükü ile birlikte kendi eşyasını da yükleme hakkına sahip değildir. Fakat yüklerde
gideceği yere
varırlarsa kira ücretinden bir şey
eksiltilmez. Ama ev sahibi kiraya verdiği evin bir
kısmını işgal etse, kira bedeli onun işgal
ettiği yer kadar eksilir.» özetle.
«Kullanma
izni selâmetle kayıtlıdır ilh...» Kiracı malı, ona zarar vermeden kullanabilir.
Zira, hayvanı
sürmek ona
vurmadan da mümkündür. Hayvana vurmak
ancak daha hızlı yürümesi içindir.
«Baba veya vasi çocuğu döverse zamin olurlar ilh...» Yani diyetini zamin olur, ve
keffaret öder. Ama
Kadı'nın hadd
veya tazirinden dolayı birisi ölse, Kadı zamin değildir. Çünkü dımdn yapılması
gereken bir
hükmün yerine getirilmesi
halinde vacib değildir. T.
Hamevî'den.
«Çocuk azarlamak veya
kulağını çekmekle de terbiye edilebllir ilh...» Terbiye çocuğu dövmeden,
azarlamak ve kulağını çekmekle de mümkün olduğu
için zamin olur.
«Sahibeyn
Mütearıf şekilde döverlerse zamin
olmazlar dediler ilh...» Yani baba ve vasi mutad olan
şekilde
döverlerse zamin olmazlar. Zira mutad dövme çocuğun terbiyesi
içindir. Baba veya
vasisinin
çocuğu dövmesi, öğretmenin dövmesi gibidir. Hatta bunların dövmesi daha da uygundur.
Çünkü
öğretmen dövme hakkını bunlardan alır.
İmam Ebû
Hanife ile imameyn arasındaki ihtilaf, kirâlanan hayvanın dövülmesi ve geminin sertçe
çekilmesi meselesinde
caridir. Zira (sahibeyne
göre) bu mutlak akitle elde edilen bir haktır. Yalnız
hizmeti için
tutulan köleyi dövmek. çocuk veya
hayvanı dövmek gibi değildir.
Kölenin
dövülmesinde
alimlerin icmaı iIe döven zamin olur. İmameynin köle ile farklı bir hüküm
koymalarının sebebi; anlayışı olduğu için kölenin dövülmesinde bir zaruret olmamasıdır. Köle için
emretmek veya
yasaklamak kâfidir.
Musannıf hayvanın dövülmesi veya dizgininin sertçe
çekilmesi meselesinde mutlak bir
ifade
kullanmıştır.
Bu ifade, «Eğer dövmek veya dizginini sertçe çekmenin sahibinden
izin alınmaması
halindedir,» şeklinde yorumlanır. Eğer bunlar için izin almışsa ve mutâd olan yerlere
vurmuşsa,
öldüğünde
icmaen zamin olmaz. Nitekim Tatarhaniye'de de böyledir.
«Gayetü'l-Beyân'da Tetimme'den naklen ilh...» Bu
kavlin zahirine göre; İmam-ı Azam çocuk
meselesinde İmameynin görüşüne rücû etmiştir. Hayvan meselesinde
değil. Uygun olan da böyle
olmasıdır.
Zira metin sahipleri, İmamın hayvan meselesindeki kavlini zikretmişlerdir. Eğer imam;
Hayvan meselesinde de görüşünden rücu etmiş olsaydı
metin sahipleri bu ihtilaftan
bahsetmezlerdi. Zira müctehidin rücu ettiği bir görüş, artık
onun mezhebi olamaz. Bununla birlikte
musannıf da,
«Kitabu'l-Cinâyetde» İmamın çocuk
meselesi hakkında kevli üzerine yürümüş ve
İmamın bu
görüşünden rücu etmesini, «kıyl
(denilirki)» sözüyle tabir etmiştir. Bunun açıklaması,
İnşallah «Kitabu'l-Cinâyet» de gelecektir.
«Hayvanı önünde sürdüğü sırada ittifaken zamin değildir ilh...» Yanı mutad
olan sevk (sürme) ile
zamin olmaz.
Zira Tatarhaniye'de; «Hayvanı acımasız
bir şekilde sürerse alimlerin
icmaı ile
zamindir.»
denilmiştir.
«Hidaye'nin
zahirlne göre müstecirin dövme hakkı
vardır ilh...» Bahır sahibi de böyle
demiştir.
Herhalde
Bahır sahibi bu kavli, Hidaye
sahibinin, «İmama göre müstecirin zamin olması dövme
izninin hayvana zarar vermemesi ile kayıtlanmasındandır.» gerekçesinden almıştır. O halde bu söz,
müstecirin
hayvanın zarar görmemesi şartıyla izinli olduğunu ifade ediyor.
Mirac'u-d
Diraye'de, «Resulullah (s.a.v.)ın,
Câbir'in devesini elindeki üvendere
ile dürttüğü ve
vurduğu sahih
sabittir. Ebubekir Sıddık da devesine
elindeki bastonla dürterdi.» denilmiştir.
Mirac-u'd
Diraye sahibi daha sonra da şöyle der «Peygamber (s.a.v.) in bu fiili, dövmenin
mubah
olduğuna
delâlet eder. Ama tazminatın olmadığına
delalet etmez. Zira tazminatın gerekmemesi
hayvanın sâlimen teslimi şartı ile kayıtlıdır.»
Velhasıl, terbiye için mutad bir şekilde mal sahibinin veya başkasının -bu başkası müstecir
olmayabilir
de- hayvanı dövmesi mübahtır. Teemmül
et.
«Ama kendi hayvanını dövmeye gelince ilh...» Kınye sahibi şöyle demiştir: «İmam-ı Azama
göre
kendi mülkü
de olsa hayvanı asla dövemez.
Evcil hayvanların hepsinin hükmü
böyledir.» Kınye
sahibi daha sonra da, Hayvanı terbiye edecek miktarda
döven kimse mahkeme edilemez. Ama
daha
fazla
döverse, fazlasından dolayı muhakeme edilir.» demektedir.
Bahır'da da böyledir.
Ben derim ki: İmâm Ebu Hanife'nin «Hayvanını asla dövemez.» sözünden murad, terbiye için de
olsa hayvanı dövmenin uygun olmadığıdır. Terbiye için mutad şekilde dövmek mübah olsa bile
bu
mübahlık,
önceki sözümüzü nefyetmez. Buna da Kınye sahibinin, «Hayvanı terbiye edecek
miktarda
döven kimse
mahkeme edilmez.» Kavli delalet etmektedir.
Tahtâvî,
Hamevi'nin Kenz şerhinden şunu nakletmiştir:
«Fakihler, «Sebebsiz yere hayvanı döven
adam muhakeme edilir. Bu muhakeme, yasak olan bir şeyi yapan
kişinin işlediği fiilin tasvib
edilmediğini
göstermek için yapılır.» demişlerdir. Hayvanı
döveni, herkes mahkemeye verebilir.
Hayvanı bir sebebden dolayı döven adam ancak yüzüne vurduğu
zaman muhakeme edilir. Çünkü
bir sebebe
binâen de olsa yüzüne vurmak men
edilir. İşte bu yazdığımız İmam Muhammed'in
Mebsût'taki
«Sebebsiz yere hayvana vuran
adam ancak yüzüne vurmuşsa muhakeme edilir.»
sözünün
manâsıdır.
«Eyeri
kaldırarak semer vursa da hayvan ölse, zamin olur ilh...» Hamevî
ve Şıblî yalnız eyeri
kaldırılmasının tazminatı mucib olduğunu ifade etmişlerdir.
Cevhere'de de
şöyle denilir: «Bir odam eyerle binmek üzere bir hayvan
kiralasa ona eyersiz
binemez,
binmek üzere kiraladığı hayvana
eşyasını yükleyemez. Üzerinde
uzanamaz, yaslanamaz.
Ancak örf ve
adette olduğu şekilde biner.» T. Özetle. Burada bir mesele kaldı. Bir atı çıplak olarak
kiralasa ve ona eyer
vursa, Hakim'in Kâfî'sinde «Hayvan telet olduğu takdirde zamin olur.»
denilmiştir.
İsbicabî de şerhinde. Eğer kiraladığı hayvan eşekse
ve o eşeğe de adeten eyer vurulmuyorsa
zamin
olur. Ama eğer adeten emsallerine eyer vuruluyorsa.
zamin değildir.» demiştir.
Kudurî de
şöyle der: «Mezhebimizin fakihleri bu
mesele hakkında ayrıntılı bilgiler
vererek şöyle
demişlerdir: Bir kimse
şehir dışında binmek üzere çıplak bir hayvanı kiralasa, eyer vurduğunda
zamin
değildir. Aynı şekilde Eşraftan olan bir kimse şehir içinde
binmek üzere icarladığı hayvana
eyer vurursa yine zamin değildir. Ama eşraftan değilse zamin olur.»
Fakat kıymetinin hepsini mi?
Yoksa
fazlalığa tekabül eden kısmına mı? zamin olduğunda ihtilâf etmişlerdir.»
Kâdîhan, Câmi
şerhinde birinci görüşün, yani
kıymetinin hepsine zamin olacağı
görüşünün sahih
olduğunu söylemiştir. Gayetü'l-Beyân sahibi de özetle, uygun olan, ikinci görüşün daha sahih
olmasıdır.
Zira eyer, hayvanın üzerine yüklenen
fazla yük gibidir. Yükte nasıl
fazlasına zamin ise,
burada da
eyerin miktarına zamindir.» demiştir.
Ben derim ki: Gayetü'l-Beyân sahibinin sözünde
bir yanlışlık olsa gerek. Zira
yukarıda geçtiği üzere
adam hayvanın sırtına bindiğinde binilecek
yeri değil de yük yüklenecek
yere binse, onun
kıymetinin
hepsine zamindir. Bunu da bizzat İtkanî
nakletmiştir. Düşün.
Bahır'da
şöyle denilir: «Mezhebin görüşü
Kâfi'deki görüştür. Çünkü acıktır ki o,
zahirü'er-Rivayetdir.»
«O semerin misli ister vurulsun, ister vurulmasın semer vurmak ilh...»
Çünkü semerle eyerin
cinsleri ayrıdır. Zira semer yük
için, eyer ise binmek için
kullanılır. Ayrıca
birisinin,
hayvanın sırtında kapladığı yeri de diğeri kaplamaz. O halde eyer ile semer arasındaki
fark
buğdayla demir arasındaki fark gibi olur.
Zeylâî.
«Eşeğe bir eyer vursa
ilh...» İbni Kemal, «Hayvanın
sırtındaki eyeri kaldırıp bir başka
eyerle
eyerlese ve
ikinci vurulan eyer âdeten o eşeğe vurulacak şekilde değilse zamin
olur.» demiştir.
«Bütün kıymetine zamin olur ilh...» Yani Camiü's-Sağır'in
rivayetinde İmam-ı Azama göre, Asl'ın
rivayetinde ise, kıymetten fazlalığa tekabül eden miktara zâmindir. Asl'daki rivayet
İmameynin
kavlidir. Bu
hüküm, eğer eşek, vurulan semerin benzeriyle semerlemiyorsa böyledir. Ama eşek o
semerle veya
onun benzeriyle semerlenmiyorsa, bütün imamlara göre kıymetinin hepsine zamindir.
Hakaik'te de böyledir.
İbn-i Kemal.
Şurunbulalî,
fetvanın İmameyn'in kavli üzerine olduğunu nakletmiştir.
Zeylaî şöyle der: «Fukahâ, İmameynin, fazlalığa tekâbül eden miktara zamin olduğu görüşü
üzerinde
tartışmışlardır. İmameynin
kavli, Ebu Hanife'den naktedilen iki
rivayetten
birisidir.
Fakihlerden bazıları, o fazlalığın semerin sırtta
kapladığı yer ölçülerek takdir
edileceğini
söylemişlerdir. Buna göre hatta eğer
hayvanın sırtında iki karışlık
semer ise dört karışlık yer
tutuyorsa, o zaman onun oranına göre zamin
olur. Bazı alimler ise eyer
ve semerin ağırlıklarına
itibar edileceğini söylemişlerdir.»
«Eşeğin gemini değiştirse ilh...» Şarihin bu
kavli, sebepten anlaşıldığına göre metinin mefhumu ile
hüküm
vermektir. Şarih de burada Bahır ve
Minah'a uymuştur. Gayetü'l-Beyan'da ki ibare de
böyledir. Kerhî de; «Eğer kiraladığı hayvanın başında gem yoksa ve gem taksa, eğer o eşeğin
benzerleri
böyle bir gemle gemleniyorsa, tazminat yoktur. Gemini
değiştirdiğinde de hüküm
böyledir. Zira eşeğe o gem vurulmuş bu gem vurulmuş farketmez ve gemle de telef olmaz. O halde
eşeğe gem vurmak tazminatı gerektirmez,» demiştir.
«Sahibinin
tayin ettiği yoldan ilh...» Sahipten maksat Hidaye sahibinin zikrettiğine göre yüklenen
yiyecek maddesinin
sahibi. Gaye sahibine göre ise hayvanın
sahibidir. Eğer malik böyle bir yol
tayin etmemişse dıman yoktur. Bahır.
«Halkın kullanmadığı diğer bir yol ilh...» (Mal sahibinin tayin ettiği yol olmasa bile) eğer halkın
gittiği bir yoldan gitse. Kudurî'nin zahirine göre iki yol arasında fark varsa zamin olur, fark
yoksa.zamin olmaz. Bahır.
Zeylâî, bu hükmü; «Yollar arasında
farklılık yoksa. zaten tayin sahih değildir. Çünkü tayin etmekte
bir fayda yoktur»
şeklinde gerekçe göstererek Kâfi ve Hidâyeden
nakletmektedir.
«Menzile ulaştıktan sonra ilh...» Yânî deveci, yüklediği emtiayı
yerine ulaştırırsa.
«Maksat hasıl olmuştur ilh...» Zira yolların cinsi birdir. Mal sahibinin isteğine
muhâlefetin hükmü
ancak farklılığın eseri olan helâk ile
ortaya çıkar. Farklı yoldan gittiği halde hayvan bir zarar
görmese farklılık mâna
itibariyle değil, sûreten kalır.
O halde konuşulan ücreti vermesi gerekir.
İtkanî.
METİN
Birisi buğday
ekmek üzere kiraladığı bir tarlaya
yonca ekse, yoncanın tarlaya
verdiği zarar
ölçüsünde
tazminat verir. Çünkü yonca tarlaya
buğdaydan daha çok zarar verir. Müstecir, zamin
olduğu için
icare ücreti de vermez. Çünkü şarta muhalefet ettiği için gâsıbolmaktadır. Ancak ileride
geleceği gibi istisnâ edilen bazı şeyler vardır ki bunlarda gâsıb olsa da ücret vermesi gerekir.
Musannıf
burada tarlaya daha çok zarar veren
şeyi konu edinmiştir. (ki bu, yoncadır) Çünkü kiracı
eğer daha az zarar veren bir şey ekseydı zamin olmaz
ücret vermesi icabederdi.
Birisi
terziye gömlek dikmesi için bir kumaş verse, terzi de gömlek yerine kaftan diksey kumaşın
kıymetini
öder. Ama kumaş sahibi isterse, kaftanı alıp-akitte
konuşulan ücreti geçmemek kaydıyla-
ecr-i misil de verebilir. Nitekim fâsit icârenin hükmü budur, Adam terziye
kaftan dikmesi için bir
kumaş verse,
o da pantolon dikse, bunun hükmü de esah kavle göre yine aynıdır.
Dürer
sahibinin «kaftan» ile kayıtlaması
hükmün ona mahsus olmasından dolayı değil, söz gelişidir.
Birisi boyacıya kırmızıya boyaması için bir kumaş
verse, o da sarıya boyasa, boyacı kumaşı boyasız
halindeki kıymeti
ile öder. Malik dilerse kumaşı
alır ve boyanın kumaşın değerinde meydana
getirdiği
kıymeti verir. Ayrıca ücret vermez.
Boyacı aldığı kumaşı kötü bir boya ile boyasa, eğer kötülük fazla değilse zamin değildir. Ama
boyacılar nazarında
fahiş bir kötülükte ise, o zaman kumaşın boyanmamış haldeki kıymetini öder.
Hülasa.
FER'İ
MESELELER:
Bir kimse terziye
bir kumaş getirerek: «Eni şu kadar,
boyu şu kadar ve yeni şu kadar olmak üzere
biçip dik» dese, terzi söylenilen ölçülerden eksik
olarak biçip dikse; eğer bu eksiklik bir parmak
kadar olursa, affedilir. Ama bir parmaktan fazla ise kumaşı
telef etmiş sayılacağından kıymetini
öder.
Bir kimse terziye
kumaşı getirerek, «Eğer bana gömlek için yeterse bir dirheme biç
ve dik.» dese,
terzi kumaşı biçtikten sonra. «Kumaş buna yetmez» dese, kumaşı
öder.
Adam terziye
getirip «Bu bana gömlek olur mu?»
dese, o da «olur» cevabını verse, malik «öyleyse
kes.» dese ve terzi kesse, sonra da kumaşın
yetmediğini söylese zamin değildir.
Deveci bir
kırda konaklasa, taşıdığı mal hırsızlar tarafından çalınıncaya
veya
yağmur sebebiyle telef
oluncaya
kadar oradan kalkmasa; eğer orada hırsızlık ve yağmur çok
oluyorsa, zamindir. Hülasa.
Eşbah'ta
şöyle denilir: «Birisi çarşıda malını satması için diğerinden
yardım istese, adam yardım
ettikten
sonra ücreti isterse; bu hususta oranın örfüne bakılır. (Eğer oranın halkı o tür işleri
ücret ile
yaptırıyorsa, ecr-i
misil verilir. Ücret vermiyorlarsa, onun da bir şey vermesi gerekmez) Birisi
dükkânında
yardım etmesi için diğerini çağırsa, yine hüküm böyledir.»
Dürer'de de
şöyle denilmiştir: «Adam, oğlunu veya kölesini sanat
öğrenmesi için ustanın muayyen
.bir ücret
vermesi şartıyla bir müddet için bir
dokumacının yanına bıraksa, bu akit
caizdir. Ama
adam ustanın
para vermesini şart koşmadan bırakır da, usta onlara sanatı
öğrettikten sonra usta ve
köle sahibi birbirlerinden ücret isteseler bu hususta
memleketin örfüne göre amel edilir.» Eğer
orada sanatı
öğretmesine karşılık ustaya ücret vermek adet ise, ustaya ücret verilmesine, ustanın
çırağına ücret vermesi adetse o zaman da ustanın çocuk veya köleye ücret
vermesine hükmedilir.»
Yine
Dürer'de, «Adam bir yere gitmek için bir hayvan kiralasa, oraya
vardıktan sonra daha ileri bir
yere gitse ve
sonra konuşulan yere dönse, hayvan helâk olduğu takdirde esah kavle göre mutlaka
zamindir.
Nitekim ariyede de hüküm böyledir. Bu «mutlaka zamindir» kavli,
İmameyn'in kavlidir.
Mecmaü'l-Feteva'da
belirtildiğine göre, Ebû Hanife de bu görüşe dönmüştür.»
Mecmaü'l-Feteva'da
şöyle denilmiştir: «Kervancılar bir
yere götürmek üzere aldıkları yükü yerine
götürmekten
aciz kalıp teslim aldıkları
yere geri getirseler, ücret alamazlar. Uygun olan, deveciyi,
malı
götürmesi gereken yere götürmeye zorlamaktır.
Yine
Mecmau'l-Feteva'da, «Adam birisine boyaması
için ibrişim verse. sonra vazgeçerek geri
istese, o da vermese, helâk olduğu takdirde zamin değildir.»
denilir.
Yine aynı eserde
şöyle denilir: «Fakih Zahiru'd-din'e, «Bir adam diğerini,
tarlada çalışması için
tutsa, adam
dışarıya çıksa, fakat yağmur yağdığı için çalışmasa ücret alır mı, almaz mı?» diye
sorulunca. «alamaz.» cevabım
vermiştir.»
«Bir adam belirli bir yükü taşımak üzere bir hayvan
tutsa, hayvan hastalandığı için konuşulan yükü
vurmayıp ondan daha az yüklese; ücretten yüklemediği
yükün miktarını geri isteyebilir mi?» diye
sorulunca
«hayır, çünkü ona razı olmuştur.»
demiştir.
«Birisi bir değirmen kiralasa, komşuları, binanın
zayıf
olduğu gerekçesiyle un öğütmesine mani
olsalar, hakim de değirmeni çalıştırmamaya hükmetse, değirmeni çalıştırmadığı
müddetin hissesini
ücretten
düşebilir mi? diye sorulunca, «Fiilen değirmenin
çalışmasını durdurmadıkları müddetçe,
ücretten
düşemez» demiştir.
«Birisi bir seneliğine bir hamam kiralasa, hamam su bastığı için bir müddet çalışmasa,
ücretin
hepsini
vermesi gerekir mi?» diye sorulunca da
«Ancak faydalandığı müddet için ücret vermesi
gerekir.» demiştir.
Vehbaniye'de
şöyle denilmektedir: «Adamın, kiraladığı binanın bir kısmı yıkılsa, sonra sahibi
binayı
tamir ettirse; tamir için geçen müddet için yıkılan kısmın
hissesinden ücret düşer.
Binâyı kiracı
tamir ettiği
takdirde mal sahibi ile kiracı
sarfedilenin mikdârı hususunda anlaşmazlığa
düşseler
önce mal sahibinin sözü kabul edilir.»
Ben derim ki: Vehbâniye'nin nazmının ifadesinden anlaşılıyor ki, bina sahibi kiracıya binayı
yapmasını emretse kiracı
bu emir sebebiyle bina içın
sarfettiğini alır. Ancak, kiracı
tandır, tuvalet ve
su oluğu
yaparsa, harcadığını mal sahibinden alamaz. Bunların parasını alabilmesi için, ücretlerini
mal sahibinin
vereceği şart koşulmuş olmalıdır.
Eğer bina
tümüyle harab olursa ücretin tamamı
düşer. Fakat icâre akti; müstecir,
mal sahibinin
huzurunda
feshedene kadar münfesih olmaz. Esah olan kavil
budur.
(Eğer önceden
feshedilmemişse) yıkılan bina yeniden
yapılırsa artık kiracıya akdi feshedip
etmeme
muhayyerliğı
yoktur.
Kiracı
yıkılan binanın arsasına çaıdır kurarak
otursa, ücret gerekmez. İbni Şıhne.
Ben derim ki: İbni Şıhne'nin «ücret gerekli değildir»
sözüne itiraz edilir. Herhalde İbni Şıhne'nin bu
sözünden maksat, icâre aktinde
konuşulan ücretin gerekli olmamasıdır. Ama arsanın ecr-i mislini
veya konuşulan ücretten arsaya düşen hisseyi vermesinin
lüzumuna bir mani yoktur. Düşün.
İcârenin feshi babında bunu belirten ifadeler gelecektir. Allah daha iyisini
bilir.
Birisi bir
hamam kiralasa ve hamamın yıllık kirasından tatil dolayısıyla kapalı olacağı iki ayın
ücretinin
düşülmesini şart koşsa, icare
fasid olur. Ama eğer tatil müddetinin ücretten düşülmesini
şart koşsa icâre fasit
olur. Eğer tatil müddetinin ücretten
düşülmesini şart koşmuşsa sahihtir.
Bezzaziye.
Zamanımızda,
hapishane ücreti ile hapishane
görevlisinin ücreti alacaklıya
gerekir.
Hizanetü'l-Feteva.
Birisi bir
evi kiralasa ve ev sahibi ortada
olmadığı için kiralama süresi dolduktan sonra bir sene
daha evde
otursa, bu bir sene için ücret vermez.
Çünkü o adam orada icare yoluyla
oturmamıştır.
İcare müddeti
bittiğinde kiracı gaib olsa ve ev kiracının karısının elinde kalsa, hüküm yine böyledir.
Çünkü kadın
orada kiraya oturmamıştır.
Birisi evini
aylığı şu kadara kiraya verse, ay bitince her ikisinin de kirayı fesih hakkı vardır. Ama ay
bitmeden kiracı hanımı ile malını evde bırakıp kaybolsa ev sahibi kadınla kira sözleşmesini
feshedemez.
Çünkü kadın sözleşmeye
taraf değildir. Bu durumda sözleşmesini feshetmenin çaresi
şudur: Ay tamamlanmadan ev sahibi evini başka birine
kiraya verir, ay bitince de
birinci akit
münfesih,
ikinci akit geçerli olur. O zaman kadın evi boşaltıp ikinci
kiracıya teslim eder. Haniye.
İZAH
«Buğday ekmek için
kiraladığı tarlaya yonca ekse
ilh...» Salatalık, karpuz, kavun, patlıcan ve
benzeri
şeyleri ekmesi de yonca gibidir.
Semerkandî'den.
«Çünkü yonca tarlaya buğdaydan daha çok zarar
verir ilh...» Zira onun kökleri yayılır, suya da daha
çok ihtiyacı
vardır. Bu durumda kiracı, akit
esnasında konuşulanla aynı cinsten
olmamasının yanı
sıra, ondan
daha zararlısını ekerek şarta muhalefet etmiştir. O halde bütün noksanlığı ödemesi
gerekir.
Ama binmek üzere kiraladığı
hayvanın terkisine bir başkasını bindirse veya yük
için tuttuğu
hayvana fazla yük yüklese, fazlalık miktarınca zamin olur.
Çünkü o hayvan sadece fazlalıkla
değil,
hakkı olan binmesi ve yükü
ile hakkı olmayan yükten dolayı telef olmuştur. Bu sebeble cins bir
olduğundan
dolayı sadece haksız olduğu miktar
kadarıyla zamindir. Zeylaî. Özetle.
«İcare ücreti de vermez. ilh...» Ben diyorum
ki, lâyık olan bu sözün bir kayıtla kayıtlı olan bütün
icare meselelerine
raci olmasıdır. Zira kayıtlamak
o kayda
muhalefet edildiği zaman bir mana ifade
eder. Turî.
«Çünkü gasıb
olmaktadır ilh...» Akitteki kayda
muhalefet ettiği için gasıb olmuş ve
menfaati de
gasb yoluyla elde etmiştir.
Gasbla elde edilen menfaate de ücret yoktur. Zeylaî.
«İstisna edilen bazı şeyler hariç ilh...» Minah'ta şöyle denilmiştir: «Ben diyorum ki; burada
zikredilen, ücretin gerekli olmaması ve tarlaya verilen zarar miktarında zamin olunması önceki
alimlerin mezhebidir. Sonrakilerin mezhebine
gelince, vakıf arazisini, yetimin
mülkünü ve han gibi
gelir için hazırlanan bir şeyi gasbeden kişiye ecr-i misil gerekir.» .
«Kumaş sahibi kaftanı alıp ilh...» Bu zahirü'r-rivayeye
göredir. Zira kaftan da bir yönden
gömleğe
benzer. Çünkü
Türkler kaftanı gömlek gibi kullanırlar.
Hasan b.
Ziyâd'ın rivayetine göre ise kaftanı almayarak kumaşın kıymetini tazmin ettirir.
«Ecr-i mısil de verir ilh...» Zira terzi işi değiştirdiği için kumaş
sahibi de ona verilecek ücreti
değiştirir.
Nitekim adam ince bir kumaş dokuması için dokumacıya
iplik verse, dokumacı da kalın
bir kumaş
dokusa veya bunun aksi olsa,
yine konuşulan ücret değil, ameli
değiştirdiği için ecr-i
misil verir.
İtkanî.
Gelecek babın sonunda, yapılacak işle ortaya
çıkan anlaşmazlığın hükmü gelecektir.
«Bunun da
hükmü yine böyledir ilh...» Hüküm, muhayyerliktir. Zira.
menfaatleri birdir. O da vücudu
örtmek, sıcaktan ve soğuktan korumaktır. Ayrıca dikişte
de muvafakat mevcuttur.
«Esah kavle göre ilh...» Bazı alimler tarafından da «Muhayyerlik hakkı olmadan tazmin ettirir. Çünkü
hem menfaatte.
hem de şeklinde farklılık vardır»
denilmiştir. Onun için «esah olan kavle göre»
kaydı
konulmuştur.
«Dürer'in
kayıtlaması ilh...» Yani Dürer «kaftan
dikmek» sözüyle kayıtlamıştır. Bütün
metinlerde
imam
Muhammed'in Camiü's-Sağır'dekı lafzına uyularak böyle kayıtlanmıştır. Şu kadarı var ki,
Hidâye ve Mültekâ'da bu ibareden sonra «Şalvar dikse sözü eklenmiştir.
Yapılan bu ilave, ifade
ediyor ki. burada kayıt, hükmün sadece gömleğe ait olduğunu ifa-de için değil söz gelişi
söylenmiştir.
«Kumaşın
boyanmamış haldeki kıymeti kadar zamin olur. ilh...» Yani
kumaş sahibi kumaşı boyacıya
boyasız olarak
vermişse, böyle yapar.
«Zamin
değildir ilh...» Yani eğer boyama
fazlaca kötü değilse zahir olan, boyacının ecr-i misil
almasıdır. T.
Ben derim ki: Musannıfın gelecek olan; «Eğer bu eksiklik bir parmak kadar olursa,
affedilir.»
sözünün
zahiri de buna delâlet eder. Şu kadar var ki, Bezzaziye'de
Muhitten naklen şöyle
denilmektedir: «Adam,
kumaşı, safranla boyaması için verse,
boyayı iyice yedir.» dese, boyacı da
boyayı
iyice yedirmese, adam ya kumaşın kıymetini alır veya kumaşı
o haliyle alır ve akitte
konuşulan
ücretten fazla olmamak şartıyla
ecr-i misil verir.» Teemmül et.
«Parmak kadar veya
daha azı affedilir. ilh...» Bezzaziye'de belirtildiği üzere terzi ücretini de alır.
Çünkü
farklılık azdır ve o kadar eksiklikten korumak da çok zordur.
«Bu bana
gömlek çıkarmı?» dediğinde, «çıkar» der, sonra
sahibinin emri ile kumaşı keserde
gömlek çıkmazsa zamin
değildir ilh...» Çünkü kumaşı sahibinin izni ile kesmiştir. Birincisinde
ise
yine mal sâhibinin izni ile ama yetmesi şartıyla
kesmiştir. Birinci durumda terzi «evet» dese,
malikde «Öyle
ise kes» dese terzi yine zamin olurdu. Çünkü kumaş sahibi şarta bağlamıştır.
Fusuleyn.
Yine
Fusûleyn'de şöyle denilmiştir: «Adam
dikmesi için terziye bir kumaş verse
o da bozuk bir
gömlek dikse, kumaş sahibi
gömleğin bozuk olduğunu bildiği halde
giyse, artık kumaşı tazmin
ettiremez.
Zira onun giymesi bu bozukluğa razı
olmaktır.»
İşte bu
nakilden birçok meselenin hükmü açığa çıkmaktadır.
«İtibar
onların adetinedir...» Yani esnafın adetinedir. Eğer bunu ücretle yapıyorlarsa
ecr-i misil
gerekir. Değilse gerekmez.
«O bölgenin
örfüne itibar edilir...» Eğer örf ustanın lehine şahitlik ediyorsa o sanatı öğretmenin
ecr-i misline olmakla hükmedilir. Köle sahibine
şahitlik ediyorsa ustanın, kölenin
ecr-i mislini
vermekle
hükmedilir.
«Esah kavle göre mutlak olarak zamin olur ilh...» Yanı yalnız gitmek için veya
gidiş geliş için
kiralarsa. Bazı alimler tarafından da,
«eğer hayvanı yalnız gitmek için kiralarsa zamin
olur. Zira tayin
edilen yere
ulaştıktan sonra akit sona erer.» denilmiştir.
«Ariyede
de böyledir ilh...» Ama mûda (emanet bırakılan mal) bunun hilafınadır. Çünkü vedîa da
müda
(emanetçi)a bırakmaktaki asıl maksat
malı korumaktır. O zaman, döndükten sonra mal
maksada uygun
hale döner. İcâre ve iârede ise malı korumakla da memurdur ama,
kullanmaya da
hakkı vardır.
Kullanma sona erdiğinde artık kiracı naib
değildir. Hidaye.
«Malı eski yerine
getirirlerse ücret alamazlar ilh...»
Çünkü işi bozmuşlardır. Bu sözün zahirine göre
müstecir
istediği miktarda ücret alamaz. Buna da musannıfın yukarıda geçen. «Birisi diğerini bir
mektup veya bir paketi birisine ulaştırması için icarlasa...»
sözü de delâlet eder. Oraya müracaat
ediniz.
KERVANCININ YOLDA HIRSIZLARIN OLDUĞU HABERİNE RAĞMEN
DÖNMEMESİ
Kervancıyı, yolda hırsızların bulunduğundan
haberdar ettikleri halde yoldan
dönmemesi halinde
zamin olup
olmayacağı meselesi söz konusu edilmedi.
Bezzaziye'de
şöyle denilir; «Birisi bir kimseyi bir
malı bir yere götürmek için kiralasa,
kervancıya
gideceği
yolda hırsızların bulunduğu haber verilse ve kervancı bu söze aldırış etmeyerek o yoldan
gitse de
hırsızlar, taşıdığı emtiayı
elinden alsalar, bakılır: Eğer
bu habere rağmen halk yine o yoldan
gidiyorsa, zamin değildir. Yoksa zâmindir.»
«Uygun olan, deveciyi malı götürmek için
zorlamaktır ilh...» Çünkü akit devam etmektedir. Bu
zorlamaya da yukarıda geçen, «Terzi kumaşı kestiği halde dikmezse dikmeye zorlanır. Çünkü akit
bakidir.» sözü delâlet eder. Ama eğer terziden başkası
keserse, o zaman terzi zorlanamaz. Tûrî'de
de Muhit'ten
naklen buna benzer şu ifadeler vardır:
«Gemiyi
birisi yoldan geri cevirse, gemici ücret olamaz. Gemicinin tekrar
yola çıkması mecburiyeti
yoktur. Ama eğer gemici kendisi geri
dönerse, tekrar gitmesi lâzımdır.»
«Boyacıya boyaması
için ipek verip, sonra boyama bana
geri ver dese de boyacı vermese zamin
değildir
ilh...» Zira kumaşın sahibi karşı tarafın rızası
olmadan kendi başına icareyi feshedemez.
Ancak bir mazerete binaen feshedebilir. O halde
nehyettikten sonra aktin hükmü devam etmektedir.
Bu durumda
malın emanet olarak ecirin elinde kalması akdin
hükmündendir. O halde mal kusuru
olmadan telef
olduğu takdirde zamin olmaz. Bu bahsin tamamı Camiü'l-FusuIeyn'dedir.
«Tarlada çalışmak
için tutulan kişi tarlaya
çıksa fakat yağmur yağsa da çalışmasa
ücret olamasa
ilh...»
Aşağıda geleceği üzere tek bir adama çalışmak
için tutulan adam (Ecir-i has) akitten sonra
çalışmasa dahi ücreti hak eder. Bezzûziye'de ise «İşçi
işi yapmadan
ücreti hak eder.»
denilmektedir. Şu kadar var kı, yağmur veya benzeri bir özürden dolayı çalışmazsa, ücret
lazım
değildir.
Sayıhanî.
«Hayvan hastalanır da şart koşulmadan
daha az bir yük vursa ilh...»
Az yük yüklediği
halde hayvan yine gidemese de hayvanı
olduğu gibi bıraksa ve hayvan telef olsa,
Kâdînın
dediğine göre zamin olmaz. Bezzaziye
«Fiilen
değirmenin çalışmacını durdurmadıkları müddetçe ilh...» Allah daha iyisini bilir ama bu
sözden maksat, kiracı ile
değirmenin orasına değirmeni çalıştırmasına mani olacak bir engel
koymalarıydı.
«Hamam su bastığı için bir müddet çalışmasa ilh...»
Yani hamam kendisinden faydalanılamayacak
bir hal alsa. Bezzaziye.
«Ücret düşer
ilh...» Yanı eğer binanın hepsi yıkılmışsa, tamir müddetince müstecirden ücretin
tamamı alınmaz. H.
«Yıkılan kısım tahminen tesbit edilir ilh...» Yani yıkılan kısmın miktarı tahmin edilir ve tahminen
tesbit edilen
bu ücret düşer. Bunun aynısı Bezzaziye'de de vardır.
Şu kadar var
ki İbni Şıhne, «Zahirür Rivayeye göre; kiralanan
bir binanın bir odası veya duvarı
yıkılsa, ücretten hiçbir şey düşmez. Ama eğer mal
sahibi kiraya verdiği binanın bir odasını
işgal
ederse, bu mal sahibinin kendi fiili olduğundan işgal ettiği
odanın icar kıymeti binanın tümünün
icarından düşer.» demiştir.
Bunun
benzerini Sâyıhânî de Makdisî'den nakletmiştir.
Bezzâziye'de
de şöyle denilmektedir: «Kiraladığı binanın bir duvarı yıkılsa, eğer yıkılan kısım
binada
oturmaya zarar vermiyorsa, kiracı kira sözleşmesini feshedemez, zarar veriyorsa,
feshedebilir.
Zarar verdiği halde akdi feshetmezse, akitte konuşulan ücreti
vermesi lazımdır.»
«Mal sahibi ile kiracı
tamir edilen miktarda ihtilaf etseler ilh...» Bu meselenin sûreti
şöyledir: Ev
sahibi sarfettiğini kiraya saymak şartıyla kiracıdan
evi onarmasını istese ikisi de evin onarıldığı
konusunda
ittifak ettikleri halde sarfedilen miktarda ihtilaf etseler. yemini ile birlikte ev sahibinin
sözü kabul
edilir. Çünkü o ziyadeyi inkâr etmektedir. Fukaha; «Bu
hüküm ustalar sarfedilen parayı
tayin edemedikleri takdirdedir»
demişlerdir. Ama eğer ustalar, ev
sahibi veya kiracıdan birisinin
sözü üzerinde
icma ederler ve «Bu binaya şu kadar sarfedilir.» derlerse, o zaman söz
onların
sözüdür.
İkisinin de sözüne iltifat edilmez. Zahîre. özetle. Bunun aynısı Bezzaziye
ve Tatarhaniye'de
de mevcuttur.
Remli de aynı şekilde fetva vermiştir.
Müsteciri
tasdik etmenin hîlesi şudur: Ücretten bir miktarını âcilen
mülk sahibine verir. Mal sahibi
parayı
aldıktan sonra kendisine verilen
ücreti binanın yapılmasında sarfetmek
üzere geri vermesini
ister. O zaman makbul olan söz, kiracının sözüdür.
Çünkü emindir. Nitekim Muhibbiye'nin sahibi
bunu nazmen
söylemiştir.
«Vehbaniye'nin
nazmının mutlak oluşundan anlaşılan ilh...» Burada mutlak ifadeden maksat, tamiri
emreden kiralayana rücu ile takyit edilmemesidir. Sen anla.
«Sadece emretmek suretiyle ilh...» Yani, «Sarfettiğini benden alırsın.» demese bile. Sahih olan
da
budur. Haniye. Bunu İbni Şıhne de Kınye'den
nakletmiştir.
«Ancak kiracı
tandır, tuvâlet ve su oluğu yaparsa ilh...» Çünkü bunlardan maksat müstecirin şahsî
menfaatidir.
«Mucirin
huzurunda ilh...» Musannıf bu sözünde
Şurunbulâliye'ye tabi olmuştur.
Şurünbulâli
Mülteka'ya yazmış olduğu şerhte izahıyla birlikte Sugra'nın ibaresini naklederek şöyle
der; «Bir
duvar veya
bir oda yıkılması halinde kiracı ulemanın icmaı ile o kira aktini ev
sahibinin huzurunda
feshedebilir.
Ama bmanın hepsi yıkılırsa kiralayan hazır olmasa da yine feshedebilir. Kiracı
kira
aktini
feshetmedikçe, akit kendiliğinden münfesih olmaz. Sahih olan budur. Çünkü binanın
arsasına çadır kurulabilir. Şu kadar var ki,
bina yıkıldıktan sonra kiracı, binayı
kiralamakta
kasdettiği şeyi
alamamıştır.»
Ben derim ki: Bu ibâre binanın tamamen yıkılması ile bir kısmının
yıkılması arasındaki farkı
sarahatle göstermektedir. O zaman bu yıkılma maksada
manimi değil mi? meselesine rücu eder.
Oturmaya zararlı
olmadığı takdirde müstecirin akdi feshetme muhayyerliği yoktur.
Şarih bu
ifade ile Kuhistanî'yi reddetmiştir.
Zira Kuhistanî akdi fesh için mucirin hazır olmasının
şart
olmadığını söylemiştir. Burada ise
mucirin hazır olmasının şart olduğu ifade edilmektedir. O
halde şarihin, naklettiği, Kuhistanî'nin ifadesini reddetmektedir. Bu tafsilat
Haniye ve başka
kitaplarda da sarahaten ifade edilmiştir.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Kiralanan binanın bir kısmı yıkılsa, kiralayan
da gaib olsa veya hastalık
bahane edip
Kadî'nin meclisine gelmese,
Kadî ona bir vekil tayin ederek kira aktini
fesheder. Fesih
Bölümünde bu
meselede Kâdı'nın hükmünün veya kiralayanın rızasının şart olduğu söylenecektir.
«Bina
yapılırsa müstecire muhayyerlik hakkı yoktur ilh...» Çünkü fesihten evvel muhayyerlik
hakkına sebeb olan şey ortadan kalkmıştır. Zahir olan, bu hüküm, eğer evi
aynen eski Şekilde
yaparsa
böyledir. Eğer evi eski şeklinde
yapmazsa kiracı akti feshedebilir. Araştırılsın.
«Fesh babında
bunu ifade eden söz gelecektir ilh...» Gelecek söz şudur: «Tebyin isimli kitapta,
«Eğer değirmenin suyu
kesilmiş olsa ve bina ile un öğütmekden başka bir yolla faydalanmak
mümkünse, o zaman kiracının faydalandığı miktarca ücret vermesi gerekir. Zira üzerine akit
yaptıkları şey
mevcuttur. Eğer o binanın menfaatini tam olarak
alırsa, o zaman ona tekabül eden
ücreti de
vermesi lazımdır.» denilmiştir.» H.
Ben derim ki: Fesih babında biz yukarıdaki sözü «Eğer oturma ile un öğütme beraber zikredilirse.»
kavliyle kayıtlayan bir ifade zikredeceğiz.
İşte bununla Tebyîn'in «Üzerine akit
yapılan şey
mevcuttur.»
sözü anlaşılmaktadır. Demek ki sadece
tebyindeki ibare ile hükmetmek doğru olmaz.
Bizim yukarıda Mülteka şerhinden naklettiğimiz:
«Kiracı binânın kirasından kasdettiğini
alamamıştır,» sözü yine ücretin verilmeyeceğini ifade eder. Her halde meselede ihtilâf var. Allah
daha iyisini
bilir.
«Tatil
dolayısıyla ilh...» Yani böyle
bir şart koşarsa, icare akti
fasit olur. Evlâ olan Bezzâziye'de
olduğu gibi
musannıfın, aktin fasid olacağını açıkça
belirtmesiydi. Şu kadar var ki, fesad
ibarenin
bunun
mukabili olan sıhhatten
bilinmektedir.
Fesadın sebebi şudur: Aktin gereği tatil müddeti ister
az olsun. İster çok olsun, ücretin
verilmemesini
gerektirir. Nitekim Zahîre'de de böyledir. O zaman «iki ay» ile kaydetmek aktin
gerektirmediği
bir şarttır. Ama tatil müddeti kadar
ücreti düşürmek şeklindeki bir şart sahihtir. Bu
şuna benzer: Adam
bir küp içinde zeytin yağı
alsa, küpün ağırlığından ötürü birkaç batman tutarının
fiyattan düşülmesini şart koşsa, bey'e fâsit olur. Ama küpün ağırlığı kadarının fiyattan
düşmesini
şart koşsa sahih olur.
«Hapishane ücreti ilh...» Bu mesele, hapishanenin
herhangi bir adamın mülkü olması halinde söz
konusudur. Ama eğer, hapishane hazine tarafından
veya vakıf olarak yapılmış ise ücret yoktur.
«Zemanımızda ilh...» Herhalde bunun sebebi, zamanımızda
hazinenin muntazam olmayışıdır. Eğer
hazine
muntazam olsa, hapishane ve görevlilerinin ücreti hazineden
verilir.
«Alacaklıya ilh...» Çünkü borçlu onun içinde hapse
girmiştir. Fukaha burada borcunu savsaklayan
ve
savsaklamayan borçlular arasına fark
koymamıştır. T.
Ben diyorum ki: Şarih Kitabu's-Sirka (hırsızlık
kitabın) da hasımları mahkeme
huzuruna getirenin
ücretinin
hazineden verileceğini söylemiştir.
Bazı alimler de bu masrafın zorbalık edenden
alınacağını söylerler.
Haniye'nin
kitabu'l-Kadâ bahsinde «Sahih olan bu kavildir.» denilmiştir.
Şu kadarı var
ki, Bezzazlye'nin Kitâbu'l-Kadâ
bahsinde «Bazı alimlere göre, mahkemeye gelme
masrafı
davacıya aittir. Esah olan görüş de
budur.» denilmiştir.
«Bu sene için ücret vermez ilh...» Fesih babının sonlarında Haniye'den naklen şu ibare
gelecektir:
«Bir ev veya hamamı bir aylığına kiralasa ve orada iki
ay otursa eğer o ev veya hamam kirâ
getirmesi için yapılmışsa, ikinci ayın ücretini de vermesi gerekir. Değilse gerekmez. Fetva da
bununla
verilir. Tamamı ileride gelecektir.
«Her ikisinin de feshetme hakkı vardır. ilh...» Çünkü
birinci ay için olan akit sahih, ondan
sonrası
için olanı fasittir, Veya birinci ay için olan hemen geçerli sonrası ise geleceğe
izafe edilmiştir.
Yukarıda
geçtiği üzere, ileriye izafe edilen kira akdinin bağlayıcı olup olmadığı alimler arasında
ihtilâflıdır.
Şüphesiz taraflar akdi ancak birbirlerinin huzurunda feshedebilirler.
Diğeri hazır
olmadan
yapılan fesih sahih değildir. İmam
Ebû Yûsuf buna muhalefet etmiştir.
Bazı alimlere göre
ise fukahanın
ittifakıyla tek taraflı fesih
sahih değildir. Nitekim Hindiye'den
naklen Tahtavî'de de
böyle denilir.
«Çünkü kadın
hasım değildir ilh...» Zira yukarıda da geçtiği gibi, kira aktinin
feshinde hasmın hazır
olması şarttır.
«İkinci akit geçerli olur ilh...» Yani aktin
eseri görülür. Yoksa, birinci akit zaten sahihtir. T. Allah
daha iyisini
bilir.
METİN
Fasit akitler; aslında
meşru, fakat vasfında gayri meşru olan akitlerdir. Batıl
akitler ise, hem aslıyla
hem de vasfıyla meşru olmayan akitlerdir.
Fasit akitlerin hükmü. eğer akitte konuşulan ücret
malum ise kullanmakla ecr-i mislin gerekli
olmasıdır.
İbni Kemal.
Batıl
icarenin hükmü ise, kullanmakla ücretin gerekli
olmamasıdır. Hakaik.
Fâsit icarede menfaatlere kabızla malik olunmaz.
Fâsit alış verişlerde ise malı
teslim almakla ona
malik olunur.
Kîracı, fasit kiralama ile
kiraladığı malı kabzetse, onu bir başkasına kiraya veremez.
Eğer verirse,
gâsıb olmaz, ecr-i misli vermesi gerekir. Birinci kiracı ikinci kira sözleşmesini
bozabilir.
Bahır, Hülasa'ya nisbetle.
Esbah'da
şöyle denilmiştir; «Bir malı fâsit icare ile
kiralayan kişi aynı malı başka birine sahih bir
icare ite kiralarsa,
caizdir.» Bu hüküm ileride gelecektir.
Akdin gereğine
muhalif olan şartlarla icare
akti fasit otur. O halde, bey'i ifsad
eden -Bey bahsinde
geçen- her şey
icare aktini de ifsad eder. Kiraya verilen malın veya kira ücretinin
veya sürenin yada
işin bilinmemesi gibi. Aynı şekilde kiraya verdiği kölenin yemeğini, hayvanın yemini, binanın
tamirini,
vergileri ve diğer masraftan, -arazi
ise- öşür ve haracı, icarlanan malı sahibine teslim
masrafını kiracıya şart koşmak icareyi fasit eder. Eşbah.
-Taksimi kabul etsin veya etmesin- aslında
şüyu olan bir şeyi vermek de
fasittir. Meselâ, oturduğu
evin bir
kısmını veya müşterek olan bir binanın kendi hissesine düşen kısmını ortağı olmayan
birisine veya ortaklardan birisine kiraya vermesi bu kabildendir. Emfa-ut Vesail
ve İmadiye,
otuzuncu
fasıl.
Musannıf
burada «aslında şüyu olan» tabiri ile
sonradan arız olan şüyûu hükmün dışına
çıkarmıştır.
O halde akitten sonra arız olan şüyû. Zahirür Rivayeye
göre kira sözleşmesini ifsad etmez. Mesela,
evvelâ binasının hepsini kiraya verse, sonra o binanın bir kısmında kira sözleşmesini feshetse veya
iki kişi bir binayı bir adama kiraya verseler ve
bunlardan birisi ölse, veya iki kişi
bir binayı bir
kişiden kiralamış olsa, kıra fasit olmaz.
Adamın binayı
kiraya verdikten sonra binanın bir kısmında kira sözleşmesini
feshetmesi, müşâın
kiralamasının sahih olmasının hîlesidir.
Nitekim adı geçen kira işleminin vazına hükmedildiği
zaman kiralama sahih .olur.
Ancak, mûşa olan binada ortaklardan birisi hissesinin
tamamını veya bir kısmını kendi
ortağına
kiraya verirse, caiz
olur. Bu cevâz için herhangi bir
kayıt yoktur. Fetva da bu görüşe
göredir. Zeylaî
ve Bahır bunu
Muğnî'ye nisbetle söylemişlerdir. Şu kadarı var ki Allâme Kasım Tashîh' inde
Muğnî'deki
kavli «Şazzdir, söyleyeni meçhuldür. Bu söze itimad edilemez.»
diyerek reddetmiştir.
Ben derim ki: Bedayi'de şöyle denilmektedir: «Taksimi mümkün olan müşai icare verip
teslim etse
caizdir.
Çünkü meni ortadan kalkmıştır. Ama
eğer kadı bu icâreyi ibtal eder ve
adam sonra yeniden
taksim ve
teslim ederse, caiz olmaz.
Fasit icareyi
sahih icareden sonra zikretmesi gayet yerindedir. Dolayısıyla
bunun sebebini
araştırmaya
ihtiyaç yoktur. Minah.
«Akitlerden fasid olanlar ilh...»
Musannıf «akitlen» kelimesini ibadet hükmün dışında tutmak için
koymuştur. Zira ibadetlerin fasidi ile batılı arasında bir
fark yoktur. Akitler ise farklıdır.
«Vasfında değil, aslında meşrû olan ilh...» Vasfındaki gayri meşruluk; âriz olan bir meçhullük veya
aktin
gerektirmediği bir şart koşmaktan ileri gelir. Eğer akit
meydana gelen bu vasıftan hâlî olsa,
sahih olur.
T.
«Batıl ilh...» Meselâ, adam
bir şeyi ölü hayvan veya
kan karşılığında kiralasa;
kokulanmak için
esans, veya
diğer koyunların arkasından gideceği bir koyun, veya tohumluk için bir erkek hayvan,
veya heykel yapması
için bir adam kiralasa,
bunlanın hepsinde icare
bâtıldır.
«Hem de
vasfıyla meşru olmayan ilh...» Zira aslında
batıl olduğundan vasfı da ona tabi olur.
«Ecr-i mislin vacib olmasıdır ilh...» Yâni o işte onun misli olan bir şahsın ücretinin verilmesi
lazımdır.
Bunda muteber olan icare aktinin zamanı yeri ve ücretin altın ve
gümüş cinsinden
olmasıdır.
Akitte konuşulan ücretin cinsi eğer
altın ve gümüşten değilse o zaman akitte konuşulan
ücretin
cinsinden de olmaması gerekir.
Eğer halk arasında ecr-i
misil farklı ise, orta bir ücret tesbit edilir. Alınan bu ücret.
sebebi haram
bile olsa, helâldir. Nitekim Munye'de de böyle
denilmektedir. Kuhistanî.
Minah'ta
nakledildiğine göre Şemsü'l-Eimme Hulvânî, «Fasit icarede ücret
ecr-i misil olduğu
takdirde
temiz ve helâldir.» diyerek bu
meselede iki kavil zikretmiştir. Bunlardan birisi daha
sahihtir. O
halde sen, sahih bir nüshaya müracaat et
Gurürü'l-Efkâr'da
Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir:
«Fahişenin icare akti ile aldığı zina
ücreti
İmam-ı Azama göre helâldir. Zira fasit
icarede ecr-i misil -her ne kadar kazancı
haram ise de- temiz
ve helâldir.
İmameyne göre ise mutlaka haramdır. Ama
fahişenin icare akti yapmadan aldığı
zina
ticareti imamların ittifakıyla haramdır. Zira onu haksız olarak
olmaktadır.»
«Kullanmakla ilh...» Yani fasit icare ile icarladığı maldan gerçek manâda menfaatlenirse. Ama
o
malı kullanma imkânının olmasıyla ecr-i misil gerekmez.
Nitekim bu yukarıda geçti,
ileride de
gelecektir.
Ancak İs'af'ın ibaresinin zahirine göre;
vakıfta kullanma imkânı ile ecr-i misil verilmesi gerekir.
Nitekim bu
Kitabü'l-İcâre kitabı'nın başında da geçti.
«Konuşulan
ücret malum ise ilh...» İbn-i Kemalin Hidaye ve Kenze uyarak yaptığı gibi musannıf da
konuşulan
ücretten fazla olmaz» ifadesini ekleseydi o zaman bu söz sahih olurdu. Yani musannıf,
«ecr-i misil akitte konuşulanı aşmamak şartıyla vacibtir» deseydi bu söz sahih
olurdu. Bu durumda
şarihe düşen; «Eğer akitte
ücret konuşulmamışsa veya mâlûm değilse» kullanmak suretiyle
ecr-i
misil gerekir» demesiydi Çünkü musannıfın mutlak zikretmesine
binâen ancak bu iki surette ecr-i
misil meblağı ne olursa olsun gerekli olur. Ama fasit icarede konuşulan ücret
malum ise, o zaman
ecr-i misil akitte konuşulan ücretten fazla olamaz.
Nitekim ileride gelecektir.
-Batıl
icârede- «Kullanmakla bile ücret gerekmez. ilh...» Bunun
zahiri, kiraya verilmek için
hazırlanmış
bir bina bile olsa, batıl bir akitle icarlandığında
ve kullanıldığında yine ücretin
gerekmediğini ifade eder. Çünkü kiraya verilmek için hazırlanmış bir mülkün icarında
ancak akd
veya mülk te'viliyle kullanmadığı takdirde gerekli olur. Nitekim bu mesele yukarıda geçmiştir. Şu
meselede ise batıl bir aktin tevili ile kullanılmıştır.
Araştırılsın. T.
Yine
Tahtavî'de: «Batıl akde asla hüküm yoktur.
Onun varlığı yokluğu gibidir. Bedâic'de de
böyledir.» denilmiştir. Düşün.
Vakıf ve yetim malında, uygun olan -akd batıl ise de- kullanmakla ecr-i mislin vacib
olmasıdır. Zira
zikredilen te'vil ile kullanmama şartı ancak kira için hazırlanan maldadır. Nitekim bu mesele
gasb
bahsinde gelecektir.
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Vakıfta. mülkiyet veya
akit tevili ile oturmak ecr-i mislin lüzûmuna mani
değildir.»
Bazı alimlere göre ise yetimin evi de vakıf
evi gibidir. Bezzâziye sahibi daha sonra
şöyle
der: Eğer adam kira
için hazırlanan bir dükkânda
otursa, ve o dükkânın mülkü olduğunu
iddia etse,
malik, oturan
aleyhine delil bile getirmiş olsa, yine ecr-i misil lazım değildir. «Kiracı kirayı fesihten
sonra bir
te'ville dükkânda otursa eğer dükkân kira
için hazırlanmamışsa muhtar kavle göre verdiği
ücretin karşılığı kadar oturabilir. Muhtar olan kavle
göre vakıfta da hüküm böyledir.»
der.
Fakihler, «Birisi bir bina satın alsa. oturduktan
sonra da o binanın vakıf veya bir
yetimin malı
olduğu ortaya çıksa,
onların malını korumak için ecr-i misil vermesi lâzımdır.»
demişlerdir. Nitekim
bu mesele
vakıf bahsinde de geçmişti. İtimad edilecek görüş de budur. Gasb
bahsinde de
gelecektir.
«Fasit icare fasit bey'in hilâfınadır ilh...» Zira menfaatin kabzı tasavvur edilemez. Ancak
biz, malın
kabzını
menfaatin kabzı yerine ikâme edersek, o zaman
tasavvur edilebilir. Bu da sadece
tamamlanma zaruretinden dolayı sahih akitte olabilir.
«Fasid icarede kiracı
malı kabzetse ilh...» Musannıfın bu sözü fasit icarede menfaate malik
olunamayacağı
hükmünün bir feri'dir. Yani fasit icare
ile kiralanan malı kabzetse bile
yine de onun
menfaatine
malik olamaz.
«Eğer fasid icare ile
kiralayan kişi bir başkasına kiraya verirse,
kiracı gasıb olmaz, ecr-i misil
vermesi
gerekir ilh...» Yani, fasit icare ile
icarladığı malı bir diğerine kiraya veren birinci kiracının
ecr-i misil vermesi gerekir. Zira ikinci bir adama kiraya vermesi,
o nesneyi kullanması sayılır.
Başkasının fiili ile de gasıb sayılmadığından ücretin vacib olmaması bahis mevzuu olamaz.
İkinci kiracıya gelince, eğer bununla birinci kiracı arasında bir ücret
konuşulmuşsa, acaba
konuşmaya
itibar edilerek konuşulan ücretin
verilmesi mi. -ki zahir olan da ancak
budur- yoksa akit
fasit
olduğundan ecr-i misil mi vermesi
gerekir? Burası araştırılmalıdır. T.
«Birinci kiracı ilh...»
Yani birinci kiracı kendisinin yaptığı
ikinci kira sözleşmesini bozarak binayı
ondan
alabilir. Zira bir kimse fasit bir alış-verişle bir şey satsa, müşteri de bu malı kiraya verse,
satıcı o kira sözleşmesini bozarak binayı ondan alabilir. Zira bir kimse fasit
bir alış-veriş ile satın
alınan malın bir başkasına
satılması bunun aksinedir. Bu satış bozulmaz.
Zira icare özürlerle feshedilir, satış ise
feshedilemez. Muzmarat'ta da böyledir.
Minah.
«Caizdir ilh.
» Nisab isimli eserde. «Ancak bu sahihtir.» denilmiştir.
Siraciye'de
de şöyle denilmektedir: «Zahirüdden
el-Merginanî de böyle bir icarenin sıhhatine fetvâ
vermiştir.»
Tatarhaniye.
Musannıfın
oğlu. İmadiye ve Hülasa'dan bu fetvanın benzerini nakletmiştir.
Remlî de
şöyle der: Çoğunluk, sizin de
gördüğünüz gibi yukarıda adı geçen icarenin
caiz olduğu
görüşündedir.
Bundan ötürü de musannıf. ileride bu
görüşün mukabili olan -ki, caiz olmadığı
üzerinedir-
görüşü «kıyi» denildi kavli ile
tabir etmiştir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «Anılan
icare sahih olan kavile göre caizdir. Bazı alimler tarafında
da,» caiz değildir. Çünkü Adam, binasını tamir edip
içinde ücretsiz oturması için birisine verse, o
da binayı
başka bir adama kiraya verse ve ikinci adamın oturması sebebiyle bina yıkılsa. kiracı
ittifaken
binaya zamin olur. Zira gasb durumundadır.»
denilmiştir. Bu görüşe, «Bu akit kira değil,
iare aktidir. Çünkü o adam onarmayı
şart koşmamış, meşveret yoluyla zikretmiştir» şeklinde cevap
verilir.
«Alım-satım akdim ifsad eden her şey
icareyi ilh...» Musannıfın bu kavli, takdir olunacak bir ifadenin
üzerine yeni
meseleler koymaktır. Yani icare,
alım satım akdinin bir nevidir. Zira o menfaatlerin
satımıdır. O
halde alış verişi ifsad eden her şey icareyi de ifsad
eder.
«Veya
müddetin meşhul olması ilh...» Ancak, istisna
edilen türlerde değil.
Bezzaziye'de
şöyle denilmiştir: Komisyoncunun
dellâlin, hamamcının, arzuhalcinin icâresi vakit ve
iş tayin
edilmeyen her şeyde icare müddet belli olmasada
caizdir. Zira, halkın, bu saydıklarımıza
ihtiyacı vardır. Burada eğer ecr-i misil takdir edilirse
ücret de helâldir.
Bezzâziye
sahibi bu konuda kendisinden birçok
mesele çıkartılabilecek bir asıl kaide
zikretmektedir. Bezzâziye'nin çeşitli meseleler ve günah olan bir şeyi
yapmak üzere ücret bahsine
müracaat ediniz.
«Kölenin
yemeği ve hayvanın yeminin şart koşulması gibi ilh...»
Zahiriye adlı eserde şöyle denilir:
«Birisi
yemeğin veya yeminin kiracıya ait
olması şartıyla bir köle veya hayvan kiralasa,
el-Kitap
(Kudurî) da
belirtildiğine göre bu icare akti caiz değildir. Fakih Ebülleys de. «Hayvan
meselesinde
sonra gelen
fukahanın kavlini alırız. Yani hayvanın
ye-mi müstecire şart koşulamaz. Ama
zamanımızda köleler adeten
kiracının malından yerler.»
demektedir.
Hamevî de,
«Kiralanan kölenin yemeğini akitte
şarta bağlamak sahihtir.» demiş, Tahtâvî ise buna,
«Şartsız olarak kiracının
malından yemesiyle şartlı yemesinin
arasında fark vardır,» diyerek
itiraz
etmişlerdir.
«Ben derim ki: Örfle sabit
olan bir şey, şart kılınmış gibidir.
Fakih Ebülleys'in sözü de buna işaret
etmektedir.
Fakih'in sözünün zâhiri; kiralanan
hayvan meselesinde de hayvanın
yeminin kiracıya ait
olması örf
haline gelirse bununda caiz olmasına delâlet eder.
Yemin
kiracıya ait olmasının çaresi şudur: Kiralanan hayvanın ücretinde yem bedeli kadar
bir
miktar
artırılır. Sonra da hayvan
sahibi kiracıyı artırılan bu ücreti hayvana sarfetmek üzere vekil
eder. Eğer kiracı mal
sahibinin kendisini tasdik etmeyeceğinden korkarsa bunun çaresi de şudur:
Yem miktarı
olan parayı sahibine peşin olarak verir, sonra hayvan sahibi bu parayı kiracıya verir ve
onu hayvan için harcamasını emreder. Bu durumda da kiracı emîn olur.
Bezzâziye. Özetle.
«Binanın
tamir edilmesi vergileri ve diğer masrafları ödeme şartıyla ilh...» Bahır'da şöyle
denilmiştir: «Asla
nisbetle Hülâsa'da, «Tamir etmek ve masraflarını vermek şartıyla bir evi kiralasa,
bu icare fasittir. Zira aktin muhtevasına muhalif olan bir şey şart koşulmuştur.» denilmektedir.
«Asla nisbet edilen bu ifadeden anlaşılıyor
ki: zamanımızda vaki olan; kâşif ve temizleme
masraflarının kiracıya ait olması şartıyla
bir vakıf arâzinin malûm bir ücretle icare verilmesi fasittir.
«Ben derim ki: Zamanımızda Vakıf mallarının kiralanmasındaki uygulama da
böyledir. Ancak bazen
senette şart sarâhaten yazılır. Meselâ kâtip senede, «Arazinin tesviyesi. su kanallarının
açılması»
gibi, arazide yapılması
gerekenler kiracıya ait olmak şartıyla icarladı.» der. Bazen da,
kiralayan ile
kiracı, kiralanan mal
için gerekli olan şeylerin
kiracıya ait olduğunda onlaştılar...»
der. Doğrusu
bunların
hepsi kira sözleşmesini ifsad eder. Çünkü anmasalar bile
bunlar, örfen sabittir. Maruf da
meşrut
gibidir. Teemmül et.
«Öşür ve
harcı ilh...» Alimlerden bazısı
tarafından buradaki haraçtan maksadın mukaseme haracı,
yani araziden elde edilen
mahsulden alınan belirli orandaki haraç olduğu söylenmiştir.
Çünkü o
harç meçhuldür. Elde edilecek
ürüne bağlıdır.
Fakat harac-ı muvazzafaya (tarladan alınan
belirli miktardaki haraç) gelince bunu şart koşmak
caizdir.
(Zira muvazzaf harac arazinin
dönümüne göre devlet tarafından
alınır.) Şu kadar var ki,
fetva; harcın
hangi türü olursa olsun. şart koşulmasının mutlaka caiz olmadığı
şeklindedir. H.
Minah'tan.
Eşbah'ın haşiyelerinde; fesadın, İmam Ebû Hanîfenin kavli olduğu zikredilmiştir. Zira ona göre
harç
mal sahibine aittir. T.
Müftâbih olan
görüşün her türlü haracı şart koşmanın akdi ifsad ettiği görüşü) illeti şudur:
Muvazzaf harç
da arazinin verdiği mahsule göre
azalabilir. O halde, muvazzaf harcda da
(mukassem harc gibi) meçhuliyet vardır.
«Aslında şüyu olan bir şeyi ilh...» Malın
şuyûan ortak olması İmam» Azama göre ister taksimi kabul
etsin, ister etmesin icare aktini ifsad eder. Bu
konuda fetva İmam-ı Azâmın kavli
üzerinedir. Haniye.
«Oturduğu
evin bir kısmını kiraya vermek suretiyle ilh...» Böyle fasit
bir kira sözleşmesi akti ile
kiraya verse, kıracının
ecr-i misil vermesi gerekir. Sahih olan da budur. Fakat bazı
alimler, «Zaten
bu şekildeki bir akit asla akit sayılmaz. O halde hiçbir şekilde
ücret gerekli değildir» derler.
Camiü'l-Fusuleyn.
«Müşterek
olan bir binanın kendi hissesine
düşen kısmını ilh...» Bu meselede iki
rivayet vardır.
Makbul olanı,
böyle bir icare aktinin caiz olmamasıdır. Nuru'l-Ayn Haniye'den.
«Zahirür-Rivayye
göre ilh...» Yani Ebû Hanife'ye göre,
(akitten sonra arız olan şüyu akti
ifsad etmez.)
Camiü'l-Fusuleyn'in
rivayetine
göre ise, akitten sonra arız olan şüyu da akti ifsad eder.
«İki kişi bir binayı bir adama kiraya verseler ve
bunlardan birisi ölse ilh...» Yâni ister iki kişi
bir
adama kiraya
versin, ister iki kişi bir adamdan kiralasın her iki surette de,
akit ölenin hissesinde
fasit, hayatta
olanın hissesinde ise bakîdir. Nitekim Cami'ül-Fusuleyn'de
de böyle denilmiştir.
Yine
Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Birisi tamamı kendisine ait olan
binasını, iki kişiye
kiraya
verse ve verirken de kısaca «Binayı ikinize
kiraya verdim» dese, bütün alimlerin ittifakı ile caizdir.
Ama eğer, «Binayı
yarısı birinize. yarısı da birinize olmak üzere icare verdim.» veya ((Üçte biri veya
dörtte biri
birinize, üçte ikisi veya dörtte üçü birinize» şeklinde tefsil ederek kiraya verse,
Ebû
Hanifeye göre yukarıda geçen iki ortaktan birisi kendi hisseni yabancı birine kiraya vermesi
meselesindeki ihtilaf üzere fasit olmaması
gerekir. Yukarıda belirtildiği gibi üstün sayılan kavle
göre, böyle bir akit
caiz değildir. Bundan ötürü Hamidiye'de «iki
kişinin bir değirmeni eşit olarak
kiralamaları hadisesinde, «eşit olarak» tabiri tafsil sayılarak bu kiralamanın fasid olduğuna fetva
verilmiştir.
«Hilesidir ilh...» Hakimin tümü kiraya verilen
binanın bir kısmında kira sözleşmesinin
feshine
hükmetmesi de mal sahibinin feshi gibidir.
Tahtâvi,
Hindiye'den naklen şöyle
der: Meseleyihakime götürme mümkün
olmazsa tarafların
kendioralarında seçtiklerihakem
de Kadı gibidir.»
«Her halükârla ilh...» Yani ortaklardan birisi,
kendi hisseni ister ortağına kiraya versin,
ister bir
başkasına, ister taksimi kabal etsin, ister
etmesin caizdir. H.
Şu kadarı var
ki, böyle bir akit ancak ortağın kendi
hisseni beyan etmesi şartıyla caizdir.
Ama beyan
etmezse, sahih kavle göre caiz değildir. Zeylâî.
«Bu kavle
itimad edilemez der ilh...» Kasım bin Kutluboğa'nın aksine, Haniye'de «Fetva İmamın
kavli
üzerinedir» denilerek bu kavil alınmıştır. Metin ve şerh sahipleri de bunu katiyetle ifade
etmişlerdir. O halde mezhebin görüşü odur. Bunu musannıf da ifade etmiştir. Bugün de bu kavil
üzerine amel edilir.
«Bedâic'de ilh...» Şarihin
bu sözü, İmamın görüşünden tahriçtir.
T. (Bedaic'deki Taksimi mümkün
olan müşaı taksim ederek
icare verse ve teslim etse, caizdir.» sözü İmamın, müftabih olan kavli
üzerine
istihrac edilmiştir.)
«Kiraya verse ve teslim etse, caizdir ilh...» Bu
kavlin zahirine göre malı akit meclisinden
sonra
teslim etse, yine
caizdir. Buna sonra gelen ifade delâlet etmektedir. Zira peşin de
hüküme itibar
edilmiştir.
T.
«Caiz
değildir ilh...» Doğrusu teati yoluyla icarenin
caiz olmasıdır. Çünkü birinci fesihten sonra
teatiye mani yoktur. Rahmetî.
METİN
Bina
birisinin, arsa da başka birisinin olursa, bu binanın kiraya
verilmesinin caiz olduğuna fetva
verilmiştir.
Camiü'l-Fusuleyn. Yirmibirinci faslın ortasından
naklen.
İcare akti; konuşulan ücretin hepsinin veya
bir kısmının meçhul olmasıyla
da fasit olur. Meselâ.
ücretin.
belirsiz bir kumaş veya
bir hayvan olması yada kiracının evi tamir etmesi şartıyla yüz
dirhem alması akdi ifsâd eder. Zira evi tamir
de ücretten sayıldığından ücret yine meçhul
olmaktadır.
Bundan dolayı da icare akti fasit
olur.
İcare akdi, ücretin hiç konuşulmaması veya domuz ve
şarap gibi -dinen mal sayılmayan- bir şey
olması hallerinde de yine fasittir.
Son iki sebeble, yani akitte konuşulan ücretin meçhul olması veya hiç konuşulmaması sebebiyle
fasid olan icare aktinde kiracı kiraladığından
gerçek anlamda faydalanmışsa konuşulan ücretten
aşağı olmamak üzere neye ulaşırsa ulaşsın,
orta haldeki ecr-i misli vermesi gerekir. Çünkü akitte
konuşulan ücrete raci bir şey yoktur.
Ancak yukarıda da söylendiği gibi
ecr-i misil, ecr-i
müsemmadan aşağı kalmaz.
Yok eğer
akit, konuşulan ücretin meçhul oluşu veya hiç konuşulma-ması
sebebiyle değil de ifsad
edici şartlarla veya
ücret bilinmekle birlikte malın şüyûan ortak oluşu sebebiyle
fasit olursa, o
zaman ecr-i misil, akitte
konuşulandan fazla olamaz. Çünkü
taraflar konuşulan ücrete razı
olmuşlardır.
Akitte konuşulan ücret, fasit olduğu için
ecr-i misil ondan noksan olur.
Zeylâî, içinde oturmaması şart koşulmak
suretiyle fasit olan ev
kiralama meselesini bundan istisnâ
etmiş ve
«Eğer bu şekilde kiraladığı evde oturursa, ne kadar olursa olsun ecr-i misil gerekir.»
demiştir.
Bahır'da
Zeylâî'nin istisna ettiği bu meselenin
hükmü, «Eğer akitte konuşulan ücret meçhul ise o
zaman ecr-i misil verir.» şeklinde yorumlanmıştır. Bu meseleyi Kâdîhan da Cami'in şerhinde akitte
konuşulan
ücretin meçhuliyetine irca
ettirmiştir. Sen anla. Yani Bahır'daki yorumla Kâdîhân'ın
ifadeleri
aynıdır.
Buna göre her
halükârda yukarıda geçen meselede istisna yoktur. Dikkatli ol.
Ben derim ki: Kiraya verilen
mal vakıf ise onun istisna edilmesi gerekir.
Çünkü vakıfta gerekli olan
neye ulaşırsa
ulaşsın ecr-i misildir. Teemmül et.
Bir kimse evini meçhul bir köle karşılığında kiraya verse, kiracı meçhul
köleyî vermediği halde evde
bir müddet
otursa, oturduğu müddet için miktarı
ne olursa olsun ecr-i misil vermesi gerekir. Geri
kalan süredeki kira
akdi feshedilir.
Dükkânını
aylığı şu kadara kiraya vermiş olsa, bu icare yalnız birinci ayda sahih, diğer aylarda ise
fasittir.
Çünkü geriye kalan kısımda süre belli değildir.
Bunda asıl kaide şudur: «Küll (her)» kelimesi
(aylar gibi) sonu bilinmeyen bir kelimenin başına
gelirse o zaman en azı taayyün eder. O halde böyle
bir kaç aylığına aylığı şu kadara denilerek
verilen
icarelerde ilk ay dolduğunda
taraflardan isteyen diğer tarafın hazır olması
şartıyla icare
aktini
feshedebilir. Çünkü sahih akit sona ermiştir. Ayrıca ilk
gününde oturduğu her ayda da
örfen
icare
yenilenmiş olur. Fetva buna göre verilmektedir. kiralayan, o ay bitene
kadar bir özür
olmadıkça çıkartamaz. Aynı şekilde iki
aylığını veya daha fazlasının ücretini peşin verse, zaman
konuşulmuş
gibi olduğundan kiralayan kiracıyı
çıkaramaz. Zeylaî.
Ayların hepsini
anarsa, mesela aylığı şu karada on iki
ay diyerek kiralarsa o zaman bu
sürenin
tamamında sahih olur. Çünkü mâni ortadan kalkmıştır.
Adamın
binasını, her ayın ücretini anmadan
seneliği şu kadara, diyerek kiraya vermesi sahihtir. O
zaman, senelik kira
ücreti eşit olarak aylara
taksim edilir. İcare müddetinin başlangıcı. belirtilmişse
akit o zaman
başlar. Belirtilmemişse akdin
konuşulduğu vakit akit vaktidir. Eğer akit
ay hilâl
şeklinde
görüldüğü zaman yapılmış ise -ayın
hilâllenmesinden maksat, ayın birinci
günüdür- o
zaman aylar
kamerî aya göre hesaplanır. Yok eğer
akit zamanı ayın hilâllendiği zaman değilse, o
zaman aylar
gün hesabıyla otuz gün olarak hesaplanır.
İmameyn ise.
«Birinci ay, günlerle tamamlanır,
diğer aylar da ise yine kameri aya itibar edilir»
demişlerdir.
Adam malûm bir
ücret ve yemeği de kendisine ait
olmak üzere bir köle kiralasa,
caiz değildir.
Çünkü ücretin
bir kısmı meçhuldür. Nitekim bu konu yukarıda geçti.
Hamamı kiralamak caizdir.
Zira Rasûlullâh (s.a.v.) Cuhfe'deki
hamamda yıkanmıştır. Örfen de
hamama girilip yıkanılması caizdir. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v.)
«Müslümanların güzel gördüğü şey
Allah katında
da güzeldir» buyurmuştur.
Ben derim ki: Yukarıdaki hadis, İbni Hacer'in de
zikrettiği gibi İbni Mes'ud'dan
mevkufen rivayet
edilmiştir.
Hem erkekler hem de kadınların yıkanması için hamam
yapmak caizdir. Sahih olan budur.
Çünkü
hamama
ihtiyaç vardır. Hatta kadınların ihtiyacı erkeklerden daha çoktur. Çünkü onların
yıkanma
sebebleri erkeklerden
daha fazladır. Hazreti Osman'ın hamamı mekruh görmesi orada avret
yerlerinin açılmasına hamledilir.
Zeylaî.
Eşbah'ın
Ahkâmat' bahsinde şöyle denilir: «Bir kavle
göre kadının hamama girmesi mekruhtur.
Alimlerin bazısı da «Ancak hasta veya lohusa olursa hamama
girmesi mekruh değildir.» demiştir.
Mutemet kavle
göre mutlak surette kadının hamama girmesinde kerahet yoktur.»
Ben derim ki: Zamanımızda hamama girmenin mekruh
olduğunda şüphe yoktur. Çünkü, avretlerin
açılması muhakkaktır. Bu mesele, nafakat
bahsinde de geçmiştir.
Ücretle kan aldırmak da caızdir. Zira Rasûlullâh
(s.a.v.) kan aldırmış, kan atana da ücretim
vermiştir.
Rasûlullâh'ın kan almadan dolayı
alınan ücreti yasaklayan hadisi de mensuhtur.
Muayyen bir ücretle süt annesi kiralamak da caizdir. Çünkü halk bunu adet edınmiştir.
Ama
hayvanları, sütü için kiralamak caiz
değildir. Çünkü halk arasında böyle
bir örf yoktur. Ücretle
kiralanan süt anneye
fazla olarak orta hallı yemek ve
elbise vermek de caizdir. Bu İmam-ı
Azama
göredir.
Çünkü çocuklara şefkat olarak süt anneye fazla mal vermek ikram da bulunmak adettir. Süt
annenin kocası süt anneliği yapan karısıyla cinsi münasebet hakkına sahiptir. İmam Malik'e
göre
ise caiz değildir. Fakat koca süt anneyi kiralayan adamın evinde onunla birlik olamaz. Çünkü ev
onun
mülküdür. Ancak sahibinin izniyle bir kimsenin mülküne de girebilir.
Süt anne
olarak kiralanan kadının kocası, eğer
nikâhı zahir ise, yani ikrarsız herkesçe
biliniyorsa o
kira aktini feshedebilir. Esah olan kavle göre
ister o kiralama kocaya bir leke getirsin, ister
getirmesin,
fesh hakkına sahiptir. Eğer nikâhlan
zahir değilse, yani onların nikâhları karı kocanın
ikrarı ile biliniyorsa, o zaman koca kiralama aktini
feshedemez. Çünkü karı kocanın sözü kiracı için
makbul
değildir.
Müstecir,
kadının gebe kalması, hastalığı,
açıkça fuhuş yapması ve bunlara
benzer özürlerden
ötürü icare aktini feshedebilir. Ama küfrü sebebiyle
icare aktini feshedemez. Çünkü kadının küfrü.
çocuğa zarar vermez.
Çocuk veya süt annesi ölürse, icare akti
biter. Ama babası ölürse
bitmez.
Çocuğun ve
elbiselerinin yıkanması. yemeğinin hazırlanması,
temizlik ve bakımı örfen süt anneye
aittir. örf,
nassın olmadığı yerde muteberdir.
Bunları yaptığı için de süt anneye ayrı
bir ücret vermek
gerekmez. İmam Muhammed'in bahsettiği yağlamak ve koku
sürmek Kûfe ehlinin adetidir.
Eğer çocuğun
malı yoksa süt annenin
ücreti, babasına aittir. Ama eğer
çocuğun malı varsa,
çocuğun
malından verilir. Çünkü süt ücreti
nafaka gibidir.
Süt anne
çocuğu emzireceği yerde inek veya koyun sütü yada yemekle beslese,
sürenin bitiminde
ücret alamaz. Zira akde konu olan kadının emzirmesi
ve terbiyesidir. Süt veya başka gıda vermek
değildir.
İnaye.
Yukarıdaki meselenin aksine
kadın çocuğu, emzirmesi için hizmetçisine verse veya
ücretle başka
bir kadın kiralasa, o zaman
ücret hakeder. Ama babası bizzat
icarlanan kadının emzirmesini şart
koşmuşsa başkasına
emzirtmesi halinde esah olan kavle göre ücret alamaz. Şürunbulaliye,
Zahire'den.
Süt anne,
müstecirin haberi olmadan ikinci bir çocuk daha alarak ikisini birlikte emzirse, günahkâr
olmakla birlikte ücretini her iki taraftan da tam
olarak alır. Çünkü kadın hem özel işçiye hem de
ortak çalıştırılan işçiye benzemektedir. Bunun tamamı İnaye'dedir.
BİNALARIN
KİRALANMASI BAHSİ
İZAH
«Bu binanın
kiraya verilmesinin cevazına fetvaverilmiştir ilh...»
Dürrü'l-Münteka'da
şöyle denilir: «Kuhistanî, fetvanın
tek başına binanın kiraya verilmesinin cevazı
üzerine
olduğunu söylemiştir. Alimlerden bazısı ise «caiz
değildir. Çünkü bu müşa gibidir»
demişlerdir.
Ben derim ki: İmam Muhammed, açıkça şöyle demiştir: Birisi bir arazi kiralasa ve orada bir bina
yapsa, sonra da yaptığı binayı arazi sahibine kiraya
verse, ücretten binanın hissesi kadarını almaya
hakkı vardır.
Eğer yalnız binanın kiralanması caiz olmasaydı, binanın karşılığı olan ücreti hak
edemezdi. İmam Muhammed bunu çadıra kıyas ederek söylemiştir. Bizim üstadlarımız bunun
cevazı ile
fetva vermişlerdir.
Eğer bina
birisinin mülkü, arsa da vakıf olsa ve mütevelli bina
sahibinin izni ile arsayı
kiraya verse,
alınan kira ücreti vakıf ile bina sahibi arasında
taksim edilir.
Bir diğerinin
arsası üzerine, yapılmış olan binayı,
sahibi, arsa sahibine kiraya vermesi
ittifakla
caizdir.
Müftabih olan kavle göre bir başkasına kiraya verilmesi de caizdir. Bu meselenin tamamı
İmadiye'dedir.
Bâkânî de bunu kabul etmiştir. Bu meselenin tamamı icare konusunun sonunda
çeşitli meseleler
bahsinde gelecektir.
«Ücret olarak kumaş veya
bir hayvanın konuşulması ilh...» Bu, tamamı meçhul olanın
örneğidir.
Bundan sonra
olan da bazısı meçhul olana misaldir.
Ücretin bir kısmının bilinmemesi tamamının
bilinmemesi gibidir. Buna göre, şarihin «Ücret meçhul olmaktadır.» sözü
yerindedir.
«Ücretin hiç konuşulmaması ilh...» Mesela, adamın evini hiç bir ücret konuşmadan bir aylığına veya
bir seneliğine icare vermesi gibi. Minah.
«Ücret olarak domuz veya
şarap gibi bir şey konuşulması ilh...» Musannıfın bu sözü bu icarenin
batıl değil,
fasit olduğunu ifade ediyor. Yani yukarıda geçen ifadeye uymuyor.
«Orta halli birinin ecr-i misil ilh...» Yani halkın
ecr-i misilde ihtilaf etmesi halinde ortak halde olanı
gerekir.
«Kullanma imkânı vermesi ile değil fiilen faydalanmakla ilh...»
Yani mal sahibinin kiracıya intifa
etme imkânını tanıması ile ecr-i misil gerekmez. Metnin bazı nüshalarında da «temekkül» kelimesi
kullanılmış-tır. Buna göre «Müstecirin kullanma imkânı
bulması ile ecr-i misil gerekmez»
demek
olur.
«İcare bahsinin başında geçmişti ilh...» Yani
metin olarak bu babın başında ücret ancak
kullanmakla verilir» denilmişti. Bir de Kitabu'l-İcarenin başında da «Fasit icarede ücrete
gelince,
onda ücret,
ancak hakikatten intifa ile lâzım olur.»
denildi. Biz Kitabu'l-İcarenin başında bunu.
«Eğer mal icare cihetiyle müstecire teslim edilmişse» sözü ile kayıtlamıştık. Yine orada vakıfa ait
malın bu
hükümden müstesna olduğu ve şarihin bu
husustaki sözleri de geçti. Oraya müracaat
ediniz.
«Ecr-i Misil ne kadar olursa olsun ilh...» Yani mal
sahibi henüz ecr-i misli beyan etmemişse. Eğer
beyan ederse
beyan ettiğinden fazlasını alamaz. Velvaliciye'de
şöyle denilmiştir: Bağdat'a kadar bir
hayvan kiralasa ve «Bağdat'a varırsa kaç paraya razı olursa vereceğini» söylese ve
Bağdat'a varsa;
kiralayan
«Ben ancak yirmi dirheme razı olurum»
dese, o zaman ecr-i misil alır. Ancak ecr-i misil
yirmi
dirhemden fazla olursa, ondan fazlasını olamaz. Çünkü ücret meçhuldür. Ecr-î
misil de yirmi
dirhemden
fazla olamaz. Çünkü mal sahibi kiracıya daha fazlasından ibra etmiştir.
Sayıhânî.
«Konuşulan
ücretten aşağı olma ilh...» Bu ifade iki yerde mevcuttur.
Birincisi, Musannıfın. «Yani
ecr-i misilden orta olanı» sözünden sonra, ikincisi de. «Çünkü konuşulan
ücrete dönmeyi
gerektirecek bir şey yok»
sözünden sonradır. Haşiyyeyi
yazan zatı, «Bu ziyadeye her iki yerde de
ihtiyaç hatta mani bile yoktur. Çünkü farzedilen meselede akitte konuşulan ücretin
meçhul
oluşudur»
demiştir.
Bazı alimler ise «Akitte konuşulandan maksat, evini onarması şartıyla on dirheme icare vermesi
halinde
olduğu gibi ecr-i müsemmânın bir kısmının meçhul olması ise, o zaman
bu ifade sahihtir»
derler.
Ben derim ki: Müsemmadan maksat «onun bir kısmının
meçhul olmasıdır» demek doğru değildir.
Zira
Hâniye'de, «İster müsemmanın bazısı, ister hepsi meçhul olsun. ne kadar
olursa olsun ecr-i
misil vermesi
gerekir.» denilmiştir. Sonra. «Ama akit fasit bir şartın hükmü ile
fasit olursa o zaman
ecr-i misil, ecr-i müsemmâ akitte konuşulandan
fazla olmaz.» denilmiştir. öyleyse
musannıfın,
«Çünkü ecr-i
musemmaya dönecek bir şey yoktur» sözü ile birlikte bu nasıl sahih
olur?!
«Ecr-i misil akitte konuşulandan fazla olmaz ilh...»
Meselâ eğer ecr-i misil oniki
dirhem akitte
konuşulan
ücret de on dirhem olursa, o zaman akitte konuşulan verilir.
«Ecr-i misil akitte konuşulan ücretten noksan olur ilh...»
Mesela akitte konuşulan ücret onbeş
dirhem ise o
zaman on iki dirhem vermesi lazımdır.
«Akitte konuşulan ücret fasit olduğu için ilh...»
Yani aktin fasid oluşu sebebiyle.
Zira bir şey fasit
olursa, onun
zımnındaki de fasit olur. Meselâ icare
akti fasit olursa, onun zımnındaki konuşulan
icare ücreti de fasit olur.
«Zeylaî
istisna etmiştir ilh...» Yani.
Zeylaî. «İcare fasit bir şart sebebiyle
fasit olursa -kiracı,
kiraladığı nesneyi kullandığı takdirde ecr-i misil fasit akitte konuşulan ücretten
fazla olmaz.»
sözünden
istisna etmiştir. Şarih de burada Bahır sahibine uymuştur. Aslında
Zeylâî'nin ifadesinde
istisna
yoktur. Belki onun sözünün zahirine göre bu
mesele konuşulan ücretin meçhul oluşunun
fürüundandır.
Zeylaî'ye müracaat ediniz.
«İçerisinde oturmamak şartıyla bir ev kiralasa bu icare fasittir ilh...»
Çünkü bu
şartta bina sahibine aktin gerektirmediği bir menfaat vardır. Zira kiracı
binada oturmadığı
takdirde su
kuyusu doldurulamaz, abdest alınacak kaplara
da su konulmaz. Ama eğer binada su
doldurulacak kuyu
veya abdest kabı olmazsa, kira sözleşmesi şart
sebebiyle fasit olmaz. Çünkü
bunda mal
sahibi için bir menfaat yoktur.
Bezzaziye ve başka kitaplar.
«Bahır'da ............... şeklinde yorumlanmıştır ilh...» Bahır'da şöyle denilir: «Bunda, yani Zeylaî'nin
istisna etmesinde bir yanlışlık var. Çünkü eğer ücret akitte hiç konuşulmamışsa, o zaman bu
mesele geçen meselenin
ta kendisidir. Ama eğer konuşulmuşsa; icarenin fasit olmasından dolayı
-diğer
şartlarda olduğu gibi- ecr-i mislin konuşulan ücreti geçmemesi gerekir.
Hülasa sahibi de bu
meseleyi ele
almış fakat ücretten hiç bahsetmemiştir.
Hülasa'da zikredilenin delaletiyle anlaşılıyor ki, Bahır'ın ifadesinin zahiri. Bahır sahibinin birinci
şıkkı ihtiyar
ettiğini gösteriyor. Bunun akitte hiç konuşulmadığı halde ecr-i müsemmanın
meçhul
oluşu
sayılması onda zikredilen şartta bina
sahibinin menfaati olmasındandır. Bina meçhul olduğu
halde bedel kabul etmiştir. O zaman, neye ulaşırsa ulaşsın
ecr-i misil vermesi gerekir. Teemmül et.
«Şu kadarı var ki, Kadıhan bu meseleyi akit esnasında konuşulan ücretin meçhul oluşuna da icra
ettirmiştir.
ilh...» Şarihın bu kavline Kadıhan'ın bu izahı da Bahır'dakinin aynıdır. O halde buradaki
istidrake gerek yoktur.» şeklinde itiraz edilmiştir.
Ben derim ki: Bu itiraza şöyle cevap verilir: Bahır
sahibi burada bu sözü ikinci şıkka hamletmiştir,
ki o da ücretin akit esnasında konuşulmuş olması
halidir. O zaman, Kadıhanın bunu müsemmanın
meçhul
oluşuna ircânın yönü şudur: Evde
oturmamayı ve akitte konuşulanı ücret kılmıştır. O zaman
Kadıhan'ın bu
izahı yukarıda geçen. «Adam bir evi kiracının onarması şartıyla yüz dirheme icare
verse...» meselesinin benzeri olur. Şarih de bu
meselenin fesadına onarmak ücretten sayıldığı için
ücret meçhul
olmaktadır» sözü ile gerçeklendirmiştir.
Meselenin
hülasası şudur: Ücretin bazısının meçhul
oluşu ile tamamı meçhul sayılır. İşte bundan
ötürü de
şarih, «Kadıhan bu meseleyi
müsemmanın meçhuliyetine irca
etmiştir.» demiştir. Ama
Bahır'daki
ifade , böyle değildir. Çünkü ondaki
başlangıçta tümünün meçhul oluşuna
hamledilmiştir. Bu benim anladığımdır. Allah
daha iyisini bilir.
Ayrıca Allah'a
çok şükür. Gayetü'l-Beyan'da benim
dediğime delalet eden şu ifadeyi gördüm. «Kira
sözleşmesi kiralayan tarafından matlub olan bir şartın gerçekleştirilmesi sebebiyle
fasit olsa,
mesela adam evini ve masraflarını ödemesi şartıyla aylığını on dirheme kiraya
verse ki bu icare akti
fasit olur.
Kiracı bunu, ne kadar olursa olsun ecr-i misil olarak vermesi
gerekir. Ecr-i misilde, akitte
konuşulan
ücretler noksan olamaz. Yine adam, «Şu binamı sana içinde
oturman şartı ile aylığı on
dirhemden
kiraya verdim.» dese, bu akit
fasittir. Eğer anılan o evde
oturursa, ne kadar olursa olsun
ecr-i misil vermesi gerekir. Bu da aslında müsemmanın cehaletine
râcîdir. Fahreddin Kâdıhân da
böyle demiştir.»
Gayetü'l-Beyan
sahibi meseleyi «Akitte ücret konuşulmuşsa» şeklinde
farzederek ücretle birlikte
onarılmasının
şart koşulması meselesine benzetmiş ve şöyle
demiştir: «Bu da birincisi gibi yine
müsemmanın cehaletine racidir. Bu ifadeler -Allah'a çok şükür- Gayetü'l-Beyan'ın
sözlerini
görmezden önce
şarihin sözlerine getirdiğim yorumun aynıdır.
«Sen anla ilh...» Her halde şarih bu sözüyle yukarıda anlattığımız; Kadıhan'ın ifadesi ile Bahır
sahibinin
hamli arasındaki farka işaret
etmektedir. Faziletli şarihin nükteleri Gayetü'l-Beyan'ın
nüktelerinden
daha incedir. Nitekim bu şarihin sözlerini çok okuyan ve meramını anlayanlar da bilir.
Ben diyorum ki: Sayıhânî'nın
Camiü'l-Fusuleyn'de menkuldür dediği ifade
metin olarak yukarıda
geçmiştir.
Zira metinde musannıf şöyle
demiştir: «Mütevelli, vakıf arazisini
ecr-i misilden daha
aşağıya verirse. ki-racının
ecr-i misli tamamlaması lazımdır.»
Şarih de orada Mecmaü'l-Feteva'dan
naklen, «Keza vasinin ve babanın, çocuğun arazisini kiraya vermesinin hükmü de vakıf
gibidir.»
demiştir.
İstisna edilen meselelerden
birisi de şudur: Bir kimse Muayyen
bir köle karşılığında bir binayı
icarlasa ve köleyi
vermediği halde bir ay otursa köleyi de azad etmiş olsa, icaresi sahihtir.
Oturduğu ay için ne kadar olursa olsun ecr-i
misil vermesi gerekir. Geri kalan
müddette de icare
akti biter.
Çünkü icare kölenin azâdı ile fasit olmuştur. Bu meselenin
tafsilatı için
Hizanütü'l-Ekmel'e
bakılsın.
Bezzazîye'de
şöyle denilmektedir: «Tayin edilen belirli bir
mal karşılığında bir ev kiralasa evde
otursa,
teslim edilmeden önce o mal telef olsa, veya kiracı onu telef etmiş olsa, oturduğu süre
karşılığında -ne kadar olursa olsun- ecr-i misil
vermesi gerekir. Diğer kiralamalar bunun aksinedir.
Onlarda,
konuşulan ücretten fazla ecr-i misil verilemez.»
«Köleyi vermediği halde ilh...» Ama eğer meçhul bir köle
karşılığında evi kiralasa ve köleyi
de peşin
olarak verse,
kiralayan da onu alarak kabul etse. köleden fazla bir şey olamaz. Çünkü ona razı
olmuştur.
Kiracının köleyi
vermesiyle bu fasit kiralama sahihe
dönüşür mü? Bu araştırılmalıdır. Rahmetî.
Şurunbulaliye'de:
Köleyi vermemesine bağlanmadan ecr-i mislin gerekli olduğu ifade
edilmektedir.
Zira ecr-i misil icare
ile faydalandığı için gerekir.
O zaman bu ibarenin muhalif mefhumu
söz
konusu
değildir. Köleyi verirse ecr-i musemma
gerekir denilmez. Aksine, vaki olan
şeyi beyan
içindir. Ama
eğer vereceği köleyi tayin ederse onu
vermeden oturması, bu meselenin hilafınadır...»
«Dükkânını kiraya verse
ilh...» Dükkân sadece misaldir.
Zira eğer günlüğü bir dirhemden
değirmenin
çarkını döndürerek un öğütmek üzere bir öküz kiralasa, bunun hükmü de
aynıdır. Turî.
«Geri kalan aylarda ise fasittir ilh...» Bu söz peşindeki ifadeden anlaşılan
şu üç şeyle kayıtlıdır. 1 -
Birinci aydan
sonra oturmaması, 2 - Ücreti peşin
vermemesi, 3 - Ayların
hepsini tayin etmemesi.
Eğer
bunlardan bir tanesi bulunursa kiralama sahih
olur.
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Eğer kiralayan,
kiracıyı ebedî olarak ücretten ibra
ederse, ancak bir
aydan ibra etmiş olur. diğerlerinde
değil.
«Şunu
bilinmeyen birşeye dahil olursa ilh...» «Aylar
ve günler» gibi. Bu, ifade ediyor ki
musannıfın
«her ay» sözü
misaldir. Remli'nin belirttiğine göre
«her gün» veya «her hafta» demesi
de böyledir.
«Her kelimesi tayin edilmeyen şeylerin başına getirilirse
en azı taayyün eder ilh...» Yani
aktin
sıhhati için en azı taayyün eder. Zira birinci
aydan sonrası akte dahildir. Onun
için de fesih anında
tarafların
hazır olması şarttır. Bu akit aslında
fasittir. Ama adamın içinde oturması ile
sahih hale
gelmiştir. Şarihin sözünden anlaşılan budur.
Ayrıca ben
Turi'nin şöyle dediğini gördüm: «Musannıfın
sözünün zahiri. akdin bir ayda sahih
diğerlerinde
ise fasit olduğunu ifade eder.»
Muhit'de:
«Turî'nin sözü alimlerin bazısının sözüdür. Sahih olan her ay için icarenin caiz olmasıdır.
İmam Muhammed'in
mutlak ifadesi de buna delalet eder. O halde. akit
birinci, ikinci ve üçüncü
oylarda caizdir.
Ancak ikinci ayın fesh muhayyerliği vardır. Zira ikinci aydaki icare geleceğe izafe
edilmiş bir icaredir. Taraflardan herhangi birisi
de ileriye izafe edilen akti
feshetme hakkına
sahibtir.»
denilmektedir.
Muhit'teki bu
ifade Hidâye ve Tebyin'de de olduğu
gibi musannıfın «diğer aylarda
fasittir» sözüne
muhaliftir. Ancak, «musannıfın kelâmındaki
fasittir sözünden maksat, diğer aylarda
icare aktinin
bağlayıcı
olmadığıdır. Bu manayı metindeki şekilde
ifade etmiştir. Çünkü ifsadı
mümkündür.»
denilebilir.
Düşün.
«Diğer
tarafın hazır olması şartıyla
ilh...» Müstecir hazır olmadığı halde, mal sahibi icare aktini
feshetmeyi
isterse, bunun şer'î hilesi şudur: O binayı başka birine kiraya
verir. Ay bittikten sonra
diğer ayda
ikinci kiracı için kiralama sahih,
birinci akit ise münfesih olur. Camiü'l-Fusuleyn'de de
böyle denilmektedir. Zira, sarih
olanda hoş görülmeyen bir çok şey de hoş görülür. Sayıhani.
Şarih
de bu meseleyi
bu konudan az evvel beyan etmiştir.
«Bu kavil
fetva verilir ilh...» Çünkü bu görüş Zârirü'r-Rivâyedir. Ulema'dan bazıları ise «her ayın
başının
birinci saatinde oturursa o ayda
da icare sahihtir.» demişlerdir. Kudurî ve Kenz sahibi de
bu görüşü
benimsemişlerdir. Kıyasa uygun olan da budur. Fakat bunda zorluk vardır. Hidaye ve
Zeylâî'de de böyledir.
Remlî şöyle
der: «Bezzaziye'de, «En sahih olan
kavil, aktin fesih vaktinin birinci
ikinci ve üçüncü
günler
olmasıdır. Zira fesih muhayyerliği
ayın başında olur. Ayın başı ise budur. Fetva da bu kavil
üzerinedir.»
denilmiştir.
Bezzaziye'nin
bu sözü yukarıda zikredilen iki görüşün de aksinedir.
Halbuki Bezzaziye sahibi
«Fetva bunun
üzerinedir.» diye sarahatle söylemiştir. O zaman bu ve şarihin «Bununla fetva
verilir.»
sözü üzerinde düşünülmelidir. Şu herkesçe kabul
edilmektedir, şerhlerdeki ifadelerle fetva
kitaplarındaki ifadeler çelişirse, muteber olan
şerhlerdekidir. Nite-kim bildiğin gibi şerhlerdeki-
Zahirür Rivayedir.
«O ay bitene
kadar müsteciri çıkartamaz ilh...» Yani üç kavile göre de oturmaya başladığı ay bitene
kadar kiracıyı çıkaramaz.
«Ancak bir özürle çıkartabilir ilh...»
Yani aşağıda gelecek olan feshi gerektiren özürlerden
biri
özürle.
İki veya daha fazla ayın ücretini vermesi
halinde olduğu gibi ilh...» Bu metindeki sahih icarenin
misalidir.
Zeylaî şöyle demektedir: Taraflardan hiçbirisi ücreti peşin verilen
zamandaki icareyi feshetme
yetkisine sahip değildir. Çünkü peşin vermekle ücretini verdiği müddetin miktarının meçhuliyeti zail
olmaktadır. O
halde icare ücreti ve müddeti akitte konuşulmuş gibi olur.»
«Ancak ayların hepsini birden anarsa ilh...» Bu söz dükkânını
aylığı şu kadara kiraya verse birinci
ayda sahih «diğer aylarda fasittir» cümlesinden
istisnadır. Yani kiraya vermek istediği
müddetin
tümünü
zikrederse o zaman bu müddetin
tamamında icare sahihtir. Meselâ: «Bu evi aylığı şu
kadardan altı aylığına kiraya verdim» demesi bu kabildendir.
«Çünkü mani
ortadan kalkmıştır ilh...» Yani her ayın tek tek söylenmemesi
durumundaki sıhhate
mani olan hal
(zamanın meçhul oluşu) ortadan kalkmıştır.
«Kira ücreti eşit olarak
oylara taksim edilir ilh...» Bundan faydası, icare müddeti esnasında akit
feshedildiğinde
görülür.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Adam, «şu dükkânı sona bir seneliği bin dirheme
kiraya verdim,
her ayı yüz dirhem karşılığı.» dese ve kiracı
da bunu kabul etse, o zaman bu sözle yıllığı binikiyüz
dirheme, «her ayı da yüz
dirheme» kiralamış olur. Bu son söz «seneliği bin dirhem»
sözünü
feshetmiş
olur. Fakih diyor ki: «Eğer kasden böyle
söylerse son sözü birinciyi fesheder. Eğer
yanlışlıkla söylerse. ücret birincisi, yani
seneliği bin dirhem olur.»
«Kiranın başlangıç vakti konuşulmuşsa akit o günden başlar ilh...» Meselâ «Kira bu
senenin Receb
ayından başlar» demesi gibi. Dürer.
Tabi bu
akitte muhayyerlik şartı olmadığı takdirdedir. Ama
eğer muhayyerlik şartı varsa, o zaman
icare
müddetinin başlangıcı, muhayyerlik
şartının düşmesi anından itibaren boşlar. Şeriyüddin,
Kafî'den naklen.
«Maksat, ayın
birinci günüdür. ilh...» Yani hilâlin
görüldüğü vakit değildir.
«İcare müddeti kameri aya göre hesaplanır ilh...» Hattâ kamerî aya itibar edildiği zaman ay bir gün
eksik bile olsa, ayın ücretini tam vermesi lazımdır. Decaic.
«Akit zamanı hilâlin görüldüğü zaman değilse
ilh...» Yani akit, kamerî ayın ortasında yapılırsa. o
zaman günlere
itibar edilir. Zira birinci ay ikinci ayın günleriyle ikmal
edilir. O zaman ikinci ayda
da
günlere
itibar edilir. İkinci ay da üçüncü ayın günleri ile ikmal
edilir. Daha sonra böyle devam eder.
Bedaic.
«İmameyn
birinci ay günlerle tamamlanır kalanında
hilâle itibar edilir dediler, ilh...» Zahire'de şöyle
denilmiştir: «Aylığı
bir dirheme bir icare akti yapılsa, akit eğer ayın
ortasında yapılmışsa, ihtilafsız
olarak her ay
günlerle hesaplanır. Zira İmameyn müddetin sonu bilindiği zaman
hilâle itibar ederler.
Ebu Yusuf'tan
da Ebu Hanife'nin kavli gibi bir görüş
rivayet edilmiştir. İbn-i Kemal der ki: «İmam
Muhammed'e
göre -ki bu Ebu Yusuf'tan gelen diğer
bir rivayettir- birinci ayda günlere itibar edilir ve
bu sonuncu
ayı ile ikmal edilir, diğer aylarda
da hilale itibar edilir. O halde Zilhicce ayının onunda
bir seneliğine bir yeri kiralasa, ve Zilhicce ayı otuz
çekse o zaman sene. İmam Muhammed'e göre
gelecekteki Zilhicce ayının onunda
tamamlanır. Eğer Zilhicce ayı yirmi
dokuz çekerse, o zaman
sene bir dahaki senenin Zilhicce ayının onbirinci gününde tamamlanır.»
«Eğer sen: «İmam Muhammed'in bu hesabına göre
«bir sene içinde Kurban Bayramı
tekrarlanmış
olmaz mı» dersen ben de derim ki, «evet tekrarlanmış
olur. Ancak Kurban Bayramı bilinen sene
içinde değil, icare müddeti olarak takdir edilen sene içinde tekrar etmiş olur. Bunda
da bir mahzur
yoktur. Tekrar
da mahzurlu değildir.»
«Hamamı icarlamak
caizdir ilh...» Yukarıda belirttiğimiz üzere icareden maksat ücrettir.
Yani
hamamcının
hamam ücreti alması caizdir.
Zikra isimli kitapta da «Hamamı ilk yapan Hz. Süleyman Aleyhisselamdır» denilmektedir.
RESULULLAH (SAV)'IN
HAMAMA GİRDİĞİNE DAİR OLAN HADİSLER
«Zira Resulullah (s.a.v) Cuhfe'deki hamama girmiştir ilh...» Molla Aliyyül
Kari şöyle der: Demirî ve
Nevevî. Bu hadis cidden zayıftır.» dediler. Üstadımız İbni Hacer el-Mekkî'nin Şerh-i
Şemail'deki,
«Resulullah'ın hamama girdiğine dair olan hadis her ne
kadar Demirî ve diğer bazı alimler
tarafından
söylenmekte ise de hadis hafızlarının
ittifakı ile mevzudur.» sözü yerinde
değildir.»
Ortada hafız
Demirî'nin isbatı ve Nevevî'nin «zayıftır» sözü varken buna
«Hafızların ittifakı ite
mevzudur.»
nasıl denilebilir? Zira zayıf ve mevzu arasındaki farkı herkes
bilir.»
«Örfen de cazdir İlh...» Çünkü şehirlerdeki halkın -ne
kadar su kullanıldığı orada ne kadar
oturulduğu
bilinmemekle birlikte- hamam ücretini verdikleri bilinmektedir. Onların bu konudaki
icma ile -her ne kadar tüketilecek su belli
olmadığı için kıyasen caiz olmaması gerekirse
de-
hamamda
yıkanıp ücretinin verilmesinin caiz
olduğu aşikârdır.
«İbni Hacer'in de zikrettiği gibi ilh...» Kezâ Ahmed de Sünen'inde Ebî Vail'in İbni Mes'ud'dan rivayet
ettiği hadisi
nakletmiştir. İbni Mes' ud şöyle demiştir: «Allahu teâlâ
kullarının kalbine nazar buyurdu
vs Muhammed
aleyhisselamı seçip halka peygamber
olarak gönderdi. Sonra da kulların kalblerine
baktı ve
Hazreti Muhammed için bizim ashabımızı geçerek
göndermiş olduğu dine yardımcı ve
peygamberine de vezirler kıldı. O halde müminlerin güzel gördükleri
şey, Allah kartında da güzeldir.
Müminlerin
çirkin gördükleri şey de Allah katında çirkindir.» İbni Mes'ud
un rivayet ettiği bu hadis
hasen ve
mevkuftur. Yine bu hadisi Bezzar. Teyalisî, Taberanî, İbni Mes'ud'un hal
tercümesinde
Hilye'den tahric etmişlerdir. Mekasıdu'l-Hasene den. T.
«Sahih olan
budur ilh...» Bazı alimler de hamamı mekruh görmüşlerdir.
Zira İmâre bin Ukbe'den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Osman bin Affan'ın
yanına gittim. Malî durumumu sordu. Ben de
ona kölelerim ve bana gelir getiren bir hamamım olduğunu söyledim. Bana, kölelerimin kan
almadan
dolayı aldıkları ücret ile hamamdan gelen gelirin kerih olduğunu söyleyerek.
«Hamam
şeytanların evidir ve Resûlullâh (s.a.v.) da
hamam hakkında «Evlerin en şerlisidir.» buyurdu. Çünkü
hamamda avret
yerleri açılır, kir ve pislikler
dökülür» dedi.
Alimlerden
bazıları da erkek hamamları ile kadın hamamlarını birbirinden ayırmışlardır. Zeylaî.
«Çünkü
onların yıkanma sebebleri erkeklerden daha çoktur ilh...» Yani kadınların
hayız, nifas ve
cenabetlik halleri vardır. Soğuk su kullanmak bazen zarar verdiği gibi onunla vücudu tam olarak
yıkamak ve
kiri temizlemek de mümkün olmaz. Zeylaî.
«Denildi ki; Ancak
hasta veya lohusa olursa hamama
gidebilir ilh...» Sünen kitaplarında Abdullah
bin Ömer'e isnadla şu hadis rîvayet edilmiştir: «Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki,
«Şüphesîz Acem
toprakları
size açılacaktır. Siz orada hamam
denilen bazı binalar bulacaksınız.
O hamamlara
erkekler ancak peştemalla
girsinler. Hasta ve lohusa olanlar hariç,
kadınların o hamamlara
girmelerine izin vermeyin.»
İtkanî.
Ben derim ki: Hamamda avretlerin açılması kadınlar
hamamına has değildir. Zira memleketimizde
câhil ve
fasık erkekler de hamamda hafif ve galiz avretlerini açmaktadırlar. O halde bu konuda
hüküm
verirken hamamdaki davranışı göz önüne
almak gerekir. Eğer hamama giren adam gözlerini
sakınır, kimsenin avretine bakmaz ve kendi avretini de hiç kimseye
göstermezse o zaman hamama
girmesinde hiçbir kerahet yoktur. Ama eğer böyle yapmazsa, gerekçe bu
olduğuna göre hem
kadınların ve
hem de erkeklerin girmeleri mekruh
olur. Dikkatli ol.
«Zira Rasûlullâh (s.a.v.) kan aldırmış, kan alana
da ücretini vermiştir ilh...» Buharî,
İbni Abbas'a
isnadla şu hadisi rivayet
etmiştir: «Rasulûllâh (s.a.v.) kan aldırmış ve kan alana da ücretini
vermiştir.»
Eğer bu mekruh olsaydı Rasulûllâh ona
ücret vermezdi.
Sünenin rivayetinde de, «Kan alma ücretinin habis
olduğunu bilseydi Rasûlullâh (s.a.v.) kan alana
ücret
vermezdi.» denilmektedir. İtkanî.
«Kan olmayı yasaklayan hadis mensuhtur ilh...» Bu hadis, Sünen
sahibinin Râfî bin Hadîc'e isnad
ettiği şu
hadistir: Rasûlullâh (s.a.v.) kan alanın kazancı habistir. Köpeğin semeni habistir. Zinâ eden
kadının
ücreti habistir.» buyurdu. İtkanî. Bu
hadis, şu manaya gelen hadisle
neshedilmiştir: «Bir
adam Rasûlullâh (s.a.v.)'e gelerek, «Benim bir ailem ve kan alan bir kölem
var. Kan alan kölemin
kazancını aileme yedireyim» mi? dedi. Rasûlullâh
(s.a.v.) «Evet yedir.» buyurdu.»
Zeylaî.
İtkanî. «Rasûlullâh (s.a.v.)'ın kan alma ücretinin habis olduğunu bildiren hadisini insanın
onu tab'an
kerih görmesine hamleder. Çünkü kan aldırmak
düşük ve kötü bir iştir. İtkanî.»
Sözlerine devamla,
«Bundan ayrı
olarak biz deriz ki. kan alma ücretinin habis olduğunu bildiren hadisin ravisi
Rafî'dir.
Rafî de hadis
zaptı, anlayış ve fıkıhta İbni Abbas gibi değildir. O halde Rafi'nin hadisi ile değil, İbni
Abbas'ın hadisi ile amel
edilir.» demiştir.
Cevhere'de de
«Kan alan adam kan alması karşılığında
bir ücreti şart koşarsa, mekruhtur»
denilmektedir.
«Çünkü halk
bununla amel etmektedir ilh...» Halkın ameli süt anne kiralamasının cevazının
gerekçesidir. Bu cevaz da istihsandır. (kayasa göre caiz olmaz.) Çünkü burada icare aynın
tüketilmesi
üzerine varit olur. Bu ayn süttür. Kıyâsen aynın tüketilmesi için kira
akdi yapmak caiz
değildir. Ama
istihsanen halkın ihtiyacı bulunduğundan dolayı
caiz kabul edilmiştir.
Süt anne
tatarken bir vakit tayin etmek şarttır. Bunda da icmâ vardır. Hamevî, Mensuriyeden.
Musannıfın
burada süt annesi tutmanın cevazını
mutlak şekilde söylemesi, müslüman bir kadının
ücret karşılığı bir kâfirin çocuğunu emzirmesinin
de caiz olduğuna işaret etmektedir. Zaten Hâniye
de, sarahâten, müslüman bir kadının bir kâfirin çocuğunu
ücretle emzirmesinin caiz olduğu
söylenmiştir. Ama müslüman bir kadının, bir kâfire hizmet etmek için kendisini
kiralaması caiz
değildir.
Eşbah'ta
şöyle denir: «Bir hıristiyanın şahsî
hizmeti için bir müslümanı kiralaması caiz
değildir.
Ama
hizmetçinin dışındaki işlerde muayyen
bir müddet çalıştırmak üzere kiralasa
caizdir.»
Ebussuud.
«Diğer hayvanlar, sütü için kiralanamaz. ilh...» Yani sütünü emmek üzere kiralamak,
kadını
kiralamanın aksine câiz değildir.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Sütünü içmek
için bir inek, meyvesini yemek için bir bağ veya
bahçe içindeki otu otlamak için bir tarla veya yününü kırpmak için bir koyun kiralamak fâsittir.
Müstecirin.
sütün, meyvenin, taze otun ve yünün kıymetini
vermesi gerekir. Çünkü bunlar
kiralayanın
mülküdürler ve müstecir bunlardan fasit
akitle faydalanmıştır. Ama hayvanı
otlatmak
için tarlasını kiralasa,
o caizdir.»
«Yemek ve
elbisesi kiralayana ait olmak üzere ilh...» Musannıf bu sözüyle
bunun müstakil bir
mesele olduğuna ve yemek ve elbise akitte
kiracıya şart koşulmazsa
bunların kadına ait olduğuna
işaret etmektedir.
«Âdet böyle
câri olduğu için ilh...» Bu; İmameynin, «Kadını ücretle birlikte yemek ve elbise vermek
şartıyla
kiralamak caiz değildir. Çünkü ücret meçhul olmaktadır» kavline verilen bir cevaptır. İmam
Ebû Hanifenin
kavlinin gerekçesi çocuğa şefkat olarak süt anneye ikramda bulunmak âdet
olduğu
için ücretin
meçhul olması taraflar arasında nizaya sebeb olmaz. Zaten ücretin
meçhul oluşu
taraflar arasında nizayavesile olduğundan dolayı icareye manidir.
«Süt annenin
kocası, onunla cinsi münasebet hakkına sahiptir ilh...»
Yani kocası karısının ücretle
çocuğu
emzirmesine razı olmuşsa müstecir süt annesinin hamile
kalmasından korkarak kocasının
onunla
münasebet kurmasına mani olamaz. Çünkü gebeliğin zararı şüphelidir.
Münasebete mani
olmanın
zararı ise muhakkaktır. O halde süt anne kendisini
kocasından men edemez. İtkanî.
«O icare ister kocaya bir leke getirsin, ister getirmesin ilh...»
Yani kadının süt annesi olarak
tutulması
kocaya halk arasındaki mevkiinden
dolayı ayıp getirsin. veya getirmesin koca icareyi
feshedebilir.
Zira erkek, karısının evden
çıkmasına da çocuğun karısının yanına
girmesine de mani
olabilir.
Çünkü emzirmek ve geceleyin kalkmak kadını zayıflatır çirkinleştirir. O halde erkek,
karısının nafile oruç tutmasına mani olabildiği gibi
süt anne olarak ücretle bir çocuğu emzirmesine
de mani olabilir. Zeylaî.
«Müstecir icare aktini feshedebilir ilh...» Zira
gebe ve hasta kadının sütü küçük çocuğa zarar verir.
Bu durumda
emzirmek kadına zarar verir. Öyleyse kadına da müstecire
de muhayyerlik hakkı
vardır. Yine
kadın eğer ailesi kendisine eziyet ediyorsa akdi fesih
yetkisine sahiptir. Aynı şekilde,
kadın daha
önce bir başkasının çocuğunu emzirmemişse
veya çocuk emzirdiği için kadını
ayıplarlarsa
-ki bu ayıplama ile kadın mutazarrır
olur- kadın icare aktini feshedebilir. Nitekim bu
hususta, «Hür
kadın aç kalır fakat yine de memeleri ile
ekmek yemez» denilmiştir.
Zeylaî.
Bu söylediklerimiz çocuğun yemek yemesi
veya başkasının sütü ile beslenmesinin mümkün olması
halindedir.
Yok eğer çocuk yemek yemiyor ve
başkasının sütünü almıyorsa kadın
icare aktini
feshedemez. Tatarhâniye'de uzun uzun bahsedildiği üzere
fetva bu kavle göredir. Kadının fuhuş
yapması, çocukla ilgilenmesine mâni olacağı için mû'cir bu durumda da akti feshedebilir.
«Bunlara
benzer özürlerden ötürü de feshedebilir ilh... Mesela, çocuğun anne
babası yolculuğa
çıkmak istedikleri halde kadın gitmek
istemezse, kadının dili bozuksa, hırsızsa, çocuk kadının
sütünü kusuyorsa veya
memesini emmiyorsa müste'cir akdi feshedebilir. Aynı şekilde böyle
durumlarda
müstecirin kadının çıkıp gitmesine mani olma yetkisi vardır. 'Ama
çocuğa zarar
vermeyen ve zararı şüpheli olan şeylerde ise kadına mani olamazlar.
Eğer kadının, çocuğu babasının evinde emzirmesi adet değilse
veya şart koşulmamışsa
kadının
çocuğu
babasının evinde emzirmesi lazım değildir. Tatarhaniye ve diğer kitaplar.
«Kadının
kâfir olması sebebiyle icare aktini feshedemez ilh...» Zira kadının
küfrü itikadındadır.
Zeylaî. Tahtavî ise, «Haniye'de ise bu görüşün aksine şöyle denilmiştir: Süt annenin kâfir veya deli
veya fahişe yada ahmak olduğu ortaya çıkarsa, çocuğun sahipleri icareyi feshederler.»
«Babası ölürse icare bitmez
ilh...» Çünkü icare ister çocuğun malı olsun ister olmasın baba
için
değil çocuk için olmuştur. Bundan dolayı da eğer
çocuğun malı varsa, emzirme ücreti onun
malından
verilir. Çünkü emme ücreti onun
nafakası gibidir. Zeylaî.
«Elbiselerinin yıkanması ilh...» Musannıf burada elbiselerinin
yıkanmasını her hangi bir kayıtla
kayıtlamadan
zikretmiştir.
Kifâye'de şöyle denilmiştir: «Çocuğun elbisesindeki idrar ve benzeri şeylerin yıkanması süt anneye
aittir. Ama çamaşırların
normal kirlerinin yıkanması süt anneye
ait değildir. Hamevî. Bunun benzeri
Mecma şerhinde de vardır.
«Yemeğini
düzgün hazırlaması ilh...» Musannıfın bu sözden maksadı kadının çocuğun yemeğini
hazırlamasının yanı
sıra sütünü bozacak ve çocuğa zarar verecek şeyleri de yememesidir.
Tatarhâniye,
Muzmerat'tan.
«Kufe ehlinin
adetindendir ilh... Çocuğun krem ve esansı kadına aittir. Fakihler,
akitlerde
zikredilemeyen
ve akde tabi olan şeyler hakkında.
«Onlar her memleketin adetine göre yorumlanır.»
demişlerdir. Mesela dikiş
ipliği terziye aittir. Dokumacıların
dokudukları kumaşın ıslahı için
kullandıkları un mal sahibine aittir. Buğdayı eve
indirmek, buğdayı yükleyip
getiren kiracıya odaya
veya dama çıkarmak
ise sahibine aittir. Kiralanan hayvanının semeri hayvan sahibine aittir.
Yükü
hayvana bağlayacak ipler ve çuval
gibi şeyler ise örfe göredir. Bedâic. Özetle.
«Babasına aittir ilh...» Çocuğun babası süt annenin ücretini öder. Tatarhâniye ve Zahîriyye'de şöyle
denilmektedir: «Babası çocuğa
süt anne kiraladığı zaman, çocuğun malı olmasa ama sonra çocuğa
bir yerden mal gelse, «Ücretin kimin
malından verileceği» babamdan sorulmuştu. Babam da
«Çocuğa mal
gelinceye kadar ki ücret babaya,
geri kalan zamanın ücreti de çocuğa aittir» cevabını
verdi.
Yine
Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir: «Yetimin emzirme ücreti, çocuğun
nafakası kime aitse
ona aittir.
Eğer çocuğun hiç vârisi yoksa, o zaman
yetimin emzirme ücreti hazineden
verilir.»
«Koyun sütü emzirse ilh...» Yani ücret gerekmez.
Eğer kadın koyun sütünü verdiğini ikrar eder ve
beyyine ile isbat ederlerse ona ücret
verilmez. Eğer kadın inkâr ederse istihsanen
yemini ile birlikte
kadının sözü
kabul edilir. Ama kadının sütünü
emzirmediğine şahitlik ederlerse, bu şahitlik kabul
edilmez.
Çünkü şahitler, maksûd olan şeyin yapılmadığına şahitlik
etmişlerdir. Birincisi ise bunun
aksinedir. Çünkü o isbatın zımnına girmiştir. Eğer taraflar beyyine ikâme ederlerse
makbul olan süt
annenin beyyinesidir. Nitekim Zahire'de böyle denilmiştir. Şurunbulaliye.
«Zira akde konu olan emzirmedir ilh...» Yani kadın
vazifesi olan emzirme işini
yapmamıştır. Yaptığı
iş de icardır. Ama
irda (emzirme) değildir.
Muhit'te şöyle denilir: «Bir kimse bir oğlağı
veya çocuğu emzirmek için bir koyun kiralasa, caiz
değildir.
Zira hayvanlarının sütünün değeri vardır. İcare o kıymet
üzerine vaki olmuştur ve o da
meçhuldür. O
halde bu icare caiz değildir. Ama kadının sütünün kıymeti yoktur. Onun için icare
akti
kadının sütü
üzerine değil kadının çocuğu emzirmesi, terbiyesi ve bakımı
üzerine vaki olmaktadır.»
Zeylaî.
«Kadının
emzirmesidir ilh...» Emzirme de insan sütü ile olur.
Bunun ötesine emzirme değil, yedirme
denir.
İtkamî.
«Başka bir kadın kiralarsa ücrete müstahak
olur ilh...» Yani istihsanen caizdir. Zira insan bir işi
bazen bizzat
kendisi yapar bazen de başkasına yaptırır.
Diğer kadının, süt annemin emri ile
emzirmesi, sanki süt annenin emzirmesi gibidir. Bedâîc.
«Zahire'den nakletmiştir ilh...» Zahire'nin ibaresi aynen
şöyledir: «Alimler, bu konuda süt annesinin
ikinci bir süt anneyi
yerine kiraladığı takdirde ücreti
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan
görüşe göre
kadın ücreti hak edemez.» Bunun benzeri Tatarhâniye'de de vardır.
«Önceki müstecirin haberi olmadan ilh...»
Çünkü haberleri olsa icare aktini feshederler. Bu ifadeye
göre, çocukları için kadını
ilk icare edenler ikinci akti
feshetme hakkına sahiptirler.
«Günahkâr
olmokla birlikte ilh...» Zira kadının vazifesi çocuğu tam olarak
emzirmektir. İki çocuğu
birlikte
emzirirse, sütü azaldığı için çocuğa zarar vermiş olur.
«Ücretini her
iki taraftan da tam olarak alır
ilh...» Kadının bu ücreti
yemesi de helâldir. Birinci
çocuğu şart
koşulan sürede emzirdiği takdirde ücretinden hiçbir şey de eksiltilmez.
Ancak eğer
geri kalan bazı günler emzirmemişse, o günlere
düşen miktar kadar ücretinden düşülür.
Tatarhâniye.
«Çünkü kadın
burada özel işçi ile ortak çalıştırılan işçiye
benzemektedir ilh...» Şarihin bu sözü
gelmesi
muhtemel bir itiraza cevabtır. İtiraz şudur: Birisinin işçisi başka bir adamın aynı
işini
ücretle
yapamaz. Eğer işçi kendisini başka bir adama
kiralık vermişse, birinci müstecirden ücretin
tamamını hak etmediği gibi günahkâr da olur. Zahire'de şöyle denilmektedir: «Eğer çocuğun babası
kadına, «Ben seni çocuğumu emzirmen için bir
seneliğine şu kadar ücretle kiraladım» demişse bu
meselede bir anlaşılmazlık yoktur. Kadın bu durumda ortak çalıştırılan işçi gibi olur. Zira müstecir
sözleşmeyi
önce emzirmek olan iş üzerine yapmış, sonra seneyi zikretmiştir. Ancak anlaşılmazlık,
çocuğun
babasının kadına «Ben seni bir seneliğine kiraladım,
çocuğumu emzir...» demesi halinde
olur. Zira
çocuğun babası sözleşmeyi
evvela süre üzerine yapmış-tir. Meselenin izahı şudur:
Emzirme işinde bir ücretli. her iki çocuğu da tam
olarak emzirebileceği için terzi gibi ortak
çalıştırılan işçidir.
Kadın bir tek
kişinin özel işçisine benzediği için günahkâr olur.
Diğer taraftan da ortak çalıştırılan
işçiye
benzediği için her iki taraftan
ücretini alır. Özetle.
METİN
Bir erkek hayvanın
damızlık olmak üzere kiralanması sahih değildir.
Şarkı ve
türkü okumak, ölünün arkasında ağıt yakıp
ağlamak. müzik aletleri çalma
gibi günah olan
işler için birinin kiralanması do sahih değildir.
Fakat şart koşulmadan bunları yaparlarsa aldıkları
ücret
mübahtır.
Ezan, hac. imamlık, Kur'an ve fıkıh öğretmek gibi ibadet olan şeyler için icare de
sahih değildir.
Günümüzde ise
Kur'an ve fıkıh öğretmek. imamlık ve müezzinlik için kiralamanın sıhhatine fetva
verilir.
Kiracı sözleşmede kabul
ettiği ücreti vermesi için zorlanır.
Sözleşme ile, bunda konuşulan ücretin
verilmesi
gerekir. Ama eğer sözleşmede kira süresi
konuşulmamışsa, o zaman ecr-i misil verilir.
Vehbânıye
şerhî. Şirket bahsi.
Kiracı kabul ettiği ücreti vermediği takdirde hapsedilir. Fetva böyledir. (Amme, Tebareke ve Yasin
gibi) Bazı
sûrelere başlanacağı zaman, muallime verilen adet
olan helva ve benzeri hediyeleri
vermesi için
müstecir zorlanır.
Dokumacıya yarısı ücret olmak üzere dokuması
için iplik verilmesi, yüklediği yiyecek
maddesinin
yarısı onun
ücreti olmak üzere bir katırın kiralanması, unun bir
kısmı ücret olmak üzere değirmende
un öğütmek
için bir öküzün kiralanması suretlerinin hepsinde icare fasittir.
Zira kiralayan kiracıyı
işinin bir kısmı ile kiralamıştır.
Bu konuda
asıl, Rasûlullâh (s.a.v.) in değirmenciye, öğüttüğü undan bir kısmının ücret olarak
verilmesini
yasaklamasıdır. Bunun açıklamasını bey-i
vefa bahsinde takdim ettik.
Ücreti undan
vermek üzere un öğütme meselesinde çare (şer'i hile) şudur: Ya
ücret öğütülmeden
önce çıkarılır veya
mücir (un buğday diye) tayin etmeden «Sana bir ölçek
vereceğim.» der ve
öğüttükten
sonra bir ölçeği verir. Bu durumda caiz
olur.
Taşıyacağı yiyecek
maddesinin diğer yarısını ücret olarak vermek üzere birisini tutsa ona ücret
vermesi lazım
değildir. Çünkü onu kendisine ortak yapmıştır.
Zeylaî'nin bu meselede gördüğü müşkilde
musannıf şöyle cevap vermiştir: Fukaha sarahaten,
«Nassın delâletinde umumîlik yoktur. O halde nassın delâletinden
-Belh ulemasının zannettiği gibi-
bir şey örf
ile tahsis olunmaz.» demişlerdir.
Bir kimse bir fırıncıyı şu kadar unu ekmek yapması
için günlüğü bir dirheme kiralasa. İmam
Ebu
Hanifeye göre fasittir. Çünkü adam iş ile
vakti bir araya cemetmiştir. Bunlardan biri diğerine
tercih
edilmediğinden
anlaşmazlığa sebep olur. Ama eğer «bugünde» veya «gününde bitirmek üzere»
diyerek kiralasa, alimlerin icmaı ile caizdr.
Bir kimse; İki kere
sürmek veya ona su kanalı açmak yada
gübrelemek şartıyla bir tarla kiralasa
bu
icare fasittir. Çünkü bu fiillerin eseri mal
sahibine kalır. Eğer bunların eseri mal sahibine
kalmasaydı
fasit olmazdı.
Yine bir
kimse bir tarlayı ekmek üzere kiralasa
ve ücret olarak da kendi tarlasını mal sahibinin
ekmesini şart koşsa
bu icâre fasiddir. Zira ileride geleceği üzere bir nesneyi kendi cinsinden olan
bir şey
karşılığında veresiye olarak vermek haramdır.
Musannıfın
«fasittir» sözü yukarıda geçen «eğer verse» sözünün
cevabıdır.
Tarlayı sürüp
veya
sulayıp ekmesi şartı ile kiralasa sahihtir.
Çünkü bu sözleşmenin gerektirdiği bir
şarttır.
GÜNAH İŞLEMEK ÜZERE KİRALAMA
İZAH
«Bir erkek hayvanın
damızlık olmak üzere kiralanması
sahih değildir ilh...» Çünkü burada maksat
dişinin gebe
bırakılmasıdır ki, buna hiç kimse kadir değildir.
«Müzik aletleri ilh...» Davul, zurna ve emsali çalgıları
çalması için adam kiralamak
sahih değildir.
Ama yalnız
savaşa giden askerler veya düğün için davul çalınmasında beis yoktur. Ecnâs'ta bunun
izahı
yapılmıştır.
Düğün gecesi
nikâhın ilanı için def çalmakta da bir beis yoktur.
Velvaliciye'de
şöyle denilir: «Ordunun veya
kafilenin uğurlanması yahut
karşılanması sırasında def
çalınması caizdir.» İtkanî. Özetle.
Müntekâ'da
şöyle denilmektedir: «Ölüler için ağıt yakıp ağlayan kadın veya davul
veya zurna çalan
kadın, bu sanatları ile mal biriktirmişse,
biliniyorsa ki o malları şartsız almıştır, o, kendisinindir.»
Fakat üstâd
İmam, bu malların helâl olmadığını söylemiştir. Çünkü örfen sabit olan da şart
koşulmuş
gibidir.
Ben derim ki: Çalgıcı veya ağlayıcı kadının bu sanatından
ötürü para alması taayyün etmiştir.
Çünkü halk
onların ücretsiz hiçbir yere
gitmediğini bilir. T.
«İbadet olan
şeyler
için kiralama da sahih değildir ilh...» Bunda asd olan
şudur: Bize göre,
müslümana has olan taatler için kiralama caiz değildir. Zira Rasûlullâh (s.a.v.). «Kur'anı okuyun
ama Kur'anla ekmek yemeyin.» buyurmuştur. Yine
Rasûlullâh (s.a.v.) Amr İbnü'l-As'a verdiği ahdin
sonunda şöyle
buyurmuştur: «Eğer müezzinlik yaparsan, okuduğun ezana karşılık ücret
alma.»
Ayrıca ibadet ne zaman yapılırsa yapılsın. ibadeti yapan içindir. Bundan dolayı
taati yapanın ehliyeti
şarttır. O
halde namaz ve oruçta olduğu gibi
yaptığı ibadet için başkasından ücret
alması caiz
değildir.
Hidaye.
KUR'AN OKUMAK-
TEHLİL VE BENZERİ ZARURET OLMAYAN
ŞEYLER İÇİN KİRALAMANIN
CAİZ
OLMADIĞI HUSUSUNDA MÜHİM BİR ARAŞTIRMA
«Günümüzde
ise Kur'an öğretmek için icarenin sıhhatie
fetva verilir ilh...» Hidâye'de şöyle
denilmektedir: «Meşâyihten bazıları, günümüzde dini işlerde gevşeklik zuhur ettiği için Kur'anı
öğretmek
üzere hoca tutmanın caiz olduğuna istihsanen hükmetmişlerdir. Eğer caiz
olmadığını
söylersek,
Kur'an-ı ezberleyen kimse kalmaz.
Fetva da bu kavil üzerinedir.»
Aynı şekilde Mevahibü'r-Rahmân ve muteber birçok
kitapta taat için adam kiralamanın caiz
olmadığı
hükmünden sadece Kur'an öğrenmek için ücretle adam tutulması
istisna edilmiştir.
Vikâye ve Metnü'l-lslâh'ta buna fıkıh öğretmek de ilâve edilmiştir. Mecma'nın
metininde ise bunlara
imâmet de eklenmiştir.Bunun aynısı Mülteka ve
Dürerü'l-Bihâr metinlerinde de
mevcuttur.
Alimlerden
bazıları bunlara ezan, kâmet, ve vaazı da ilave etmişlerdir. Musannıf da bunların
ekserisini zikretmiştir. şu kadar var ki, kitapların
çoğunda sadece Hidaye'deki
ile -Kur'an öğretmek-
iktifa edilmiştir.
İşte bu
yazdıklarım, Belh'li, sonraki alimlerimizin fetvalarının toplamıdır. Ancak bu
fetvâlar. İmam-ı
Azam ve
talebelerinin görüşlerine muhalif
olduğu gibi kendi aralarında ihtilaflıdır.
Bunların
hepsinin şerh ve fetevalardaki
sözleri zaruret gerekçesine dayanır. Bu zaruret. Hidaye'de
denildiği
gibi, Kur'an'ın unutulması korkusudur.
Ben,
mezhebimizin fetva için yazılan meşhur metinlerindeki
kavilleri naklettim. Artık şerhlerdeki,
feteva
kitaplarındaki ifadeleri nakletmeye
ihtiyaç yoktur.
Bu alimlerin sözleri ittifak etmektedirler ki;
mezhebimizin asıl görüşüne göre taat olan bir şeyi
yapması için adam kirolamak caiz değildir.
Mezhebin bu görüşünü terk etmeyi mübah
kılan
zaruretlerden
dolayı yukarıda anılanlar bundan istisnadır. Alimlerin
ifadeleri fetvânın bu şekilde
verilmesi
gerektiğine kesin delildir. Zira lâkap mefhumu da olsa
kitapların mefhumları usul
alimlerinin açıkca ifade
ettiklerine göre hüccettir. Hatta sarih ifade. demektir. Çünkü istisna,
yine
usul
bilginlerinin belirtildiği gibi. umum
ifade eden edatlardandır.
Alimler, bir
diğerinin yerine hacc etmenin kiralama değil, niyabet yoluyla olduğunda icma
etmişlerdir.
Bundan ötürü niyabet yoluyla hacca
giden kimsenin yol masrafından artan parayı,
kendisini
gönderene veya varisine geri vermesi gerekir.
Eğer ücret olsa, idi, onu geri vermesi
gerekmezdi.
Bu izahla
ortaya çıkıyor ki, Cevhere'deki, «Alimler
belli bir müddet Kur'an okuması için adam
kiralama hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları caiz değildir
derken, bazıları da caizdir demişlerdir.
Muhtar olan
da budur. » sözü doğru değildir.
Doğrusu: «Kur'an öğretmesi için ücretle adam tutma
konusunda
ihtilaf etmişlerdir.» denilmesiydi. Zira bilindiği gibi alimler arasındaki
ihtilaf Kur'an-ı
okuma değil
öğretme konusundadır. Çünkü Kur'anı okumakta zaruret yoktur. (Dolayısıyla bu.
ittifakla
caiz değildir.) Eğer Cevhere'deki bu sözler bir yazı hattı ise mesele yoktur. Ama eğer kasdi
olarak
yazılmışsa, bütün alimlerin sözüne
muhaliftir, makbul değildir.
Tebyinü'l-Mehârim sahibi. Cevhere'deki bu ifadeyi sarih nakillere istina ederek uzun uzadıya
reddetmiştir.
Onun sözünün bir bölümü şöyledir: «Tacü'ş-şerîa, Hidaye şerhinde şöyle der:
«Ücretle
okunan Kur'anın ne ölüye, ne de okuyana bir sevabı vardır.» Aynî de Hidaye şerhinde,
«Dünyalık için
okuyan kimse bu işten menedilir.
Kur'an okuma karşılığında ücret olan da, veren de
günahkârdırlar» demiştir.
Velhasıl, zamanımızda yaygın olan, şekliyle para karşılığı
cüz okumak, caiz değildir. Zira bunda
kiralanana Kur'an okuması ve sevabını bağışlaması emredilmektedir. Okuyan da mal için
okumaktadır.
Okuyanın
niyeti sahih olmadığından kendisine
bir sevap olmadığına göre artık
okutana nasıl
sevap ulaşır? Eğer ücret olmasa. bu zamanda hiç kimse kimseye
Kur'an
okuyuvermez. Görüldüğü gibi Kur'an okuma bir
dünya ve kazanç vesilesi yapılmıştır. İnnâ lillah ve
inna ileyhi raciun.»
Bu, bir ölüm
veya felaket haberi alındığında söylenen ayettir.
Bahır sahibi
Kitabü'l-Vakf da: Cevhere'deki ifade yüzünden yanılmış Şarih de,
Kitabü'l-Vesâya da
ona uymuştur. Zirâ şârihin. Kitabü'l-Vesâyâ'daki sözü,
bütün taatler için ücretle adam
tutmanın caiz
olduğuna
işaret etmektedir. Kur'an okumak da taatlerdendir.
Şeyh Hayreddin Remlî. Bahır haşiyesinin Kitabü'l-Vakfında, Bahr sahibinin sözünü reddetmiş ve
şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, Müftabih olan, Kur'anın okunması için değil ücret almanın
istihsanen caiz olduğudur. Nitekim bu Tatarhâniye'de
şu ifade ile açık bir şekilde
ifade edilmiştir:
«Kur'an
okutulması için vasiyet edilmesinin veya Kur'an okuyanın
bu vasiyeti yerine getirmesinin
hiç bir anlamı yoktur.
Çünkü vasiyeti yerine getirmek için
Kur'an okumak, para karşılığında okumak
gibidir.
Kur'an okumak için parayla adam tutmakda
bâtıldır. Halifelerden hiçbirisi bunu
yapmamıştır.
Biz Kur'an öğretme meselesini istihsan yoluyla zikrettik.» Yani zaruretten dolayı.
Kabristanda
Kur'an okuması icin birisini kiralamakta ise hiç bir zaruret yoktur.
Zeylaî ve birçok
muteber kitapta
şöyle denilmektedir: «Eğer ücretle Kur'an öğretme kapısı açılmasaydı,
Kur'an
elden
giderdi. Onun için müteahhirün ulema Kur'anı öğretme karşılığında ücret
verilmesinin caiz
olduğuna
fetva verdiler ve bunu iyi bir
hareket olarak gördüler. Dikkatli ol. Remlînin sözü burada
bitti.
Tatarhâniye'deki
ifade, «Birisi diğerine, kabrinde şu kadar para ile Kur'an
okumasını vasiyet etse,
bu vasiyetin icra yoluyla değil, sıla yoluyla caiz olması gerekir.» diyen
kimsenin sözünü
reddetmektedir.
Velvaliciyye, Muhit ve Bezzâziye sahibleri de böyle bir vasiyetin
batıl olduğunu
söyleyenlerdendir.
Yine
Tatarhâniye'nin bu sözü Bahır sahibinin böyle bir vasiyetin batıllığına kabir
üzerinde Kur'an
okumanın
mekruh oluşunu gerekçe göstermesini de reddetmektedir. Çünkü mesele,
Bahır
sahibinin
dediği gibi değildir. Bu vasiyetin bâtıl oluşuna sebep Kur'an okuması
için adam
kiralamasına benzemesidir. İlletin bu
olduğu İhtiyarda ve diğer kitaplarda da sarahaten
söylenmiştir.
Bundan ötürü
Velvaliciye'de aynen şöyle denilmektedir: «Birisi bir
dostunun veya yakınının kabrini
ziyaret etse ve orada Kur'an okusa güzel olur. Ama ölen adamın birisine Kur'an okumasını vasiyet
etmesinin ve
okuyucunun bu vasiyeti yerine getirmesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü bu Kur'an
okunması için adam tutmaya benzemektedir ve bâtıldır.
Bunu halifelerden hiçbirisi
yapmamıştır.i»
Eğer illet
Bahır sahibinin dediği gibi olsaydı, Velvaliciye sahibinin, «o güzeldir» sözü doğru
olmazdı. Bu
şekildeki bir vasiyetin bâtıl
olduğuna fetva verenlerden birisi de Hayreddin Remlî'dir.
Allâme Halvetî
Haşiyetü'l-Münteha el-Hanbelî'de Şeyhülislam Takiyyüddin'den naklen aynen şöyle
demektedir: «Kur'an okuması ve o ondan hasıl olan sevabı
ölüye bağışlaması için birisini icarlamak
sahih
değildir. Zira imamların hiçbirisinden bu hususa izin verdikleri nakledilmemiştir. Alimler
şöyle demektedir: «Birisi, mal için Kur'an okusa, onun için bir sevab yoktur. O halde ölüye hangi
sevabı
bağışlayacaktır? Ölüye ancak salih amel
ulaşır. Sadece Kur'an okuması için
birisini
kiralamayı
hiçbir müctehid imam caiz görmemiştir. Ancak
Kur'an öğretmesi için birisini tutmanın
hükmünde
ihtilâf etmişlerdir.»
Bu icarenin sahih olmadığını açık açık söyleyenlerden birisi de İmam Birgivi'dir. Birgivî Tarikatu'l-u
Muhammediye
isimli kitabının sonlarında şöyle
demektedir: «Üçüncü fasıl, bid'adlar hususundadır.
İnsanların kendilerini Allah'a yaklaştıracağı
zannıyla yöneldikleri bâtıl bidatler hakkındadır...» Bu
bid'adlerden
bazıları şunlardır: Bir kimsenin,
öldüğü gün veya daha sonraki günlerde yemek ve
ziyafet verilmesini, ruhu için Kur'an okuyan tesbih veya
tehlil okuyanlar için para verilmesini
vasiyet etmesidir. Bu saydıklarımızın hepsi bâtıl münker bidatlardır. Kur'an okumak
ve tehlilden
dolayı alınan para da haramdır. Bu adam
dünya menfaati için zikir ettiği ve Kur'an okuduğundan
dolayı günahkârdır.» İmam Birgivi. bu konuda dört tane risâlesi olduğunu da zikretmiştir.
Bunları
bildikten sonra söylediklerimizin hepsinin doğru, aksinin
de mezhebin Belh alimlerinin
vermiş olduğu
fetvanın, onlarla aynı fikirde olan metin, şerh ve fetevâ yazarlarının görüşlerinin
dışında
olduğu açıkça görülür. Bunları ancak gafil, kibirli, cahil ve büyüklerin sözünü anlamayan
kimseler inkâr ederler.
Bâzı haşiye yazarlarının Kur'an'ın para ile
okunmasının cevazına Buharî'de
nakledilen; yılan
tarafından
sokulan bir kimsenin para karşılığı
bazı sahabelere Kur'an okutması hadisini delil
almaları hatadır. Zira Tahtavînin beyanına
göre; Kur'an okumak ve okutmak için ücretle adam
tutmayı kesinlikle caiz görmeyen önceki alimler, velev ki Kur'an ile olsun
ücretle Rukye (efsun
yapma) ya
cevaz vermişlerdir. Zira efsunlamak ibadet değil
tedavidir. (Buharî'nin naklettiği hâdis
de
sahabelerin yaptığı
da efsunla tedavi idi.)
Bazı hamiş
yazarlarının Hâvî-Zahidî'ye isnad ederek naklettikleri,
«Kur'an'ın hatmi için kırkbeş
dirhemden aşağı ücret vermek caiz değildir. » sözü mezhep alimlerinin
hepsinin üzerinde ittifak
ettikleri
görüşün dışındadır. Artık açıkca
ortaya çıktı ki asrımızda halkın
üzerine düştüğü Kur-an
hatmi ve
tehlil vasiyeti yapılması esnasında
yapılan kötü davranışlara bakmasak bile bâtıldır. Hatim
esnasında
yapılan hareketlerin kötülüğünü de
ancak basireti olmayanlar
inkâr edebilir. Ben bu
konuda
Şifaü'l-Alil ve Bellü'l-Galil fi Hükmil Vasiyyeti bil-Hatemâti
vet-Tehalil isminde bir risale
yazdım. Bu
risâlede akıllı kimseleri hayrete
düşürecek çok enteresan şeyler
zikrettim. Bu haşiyede
söylediklerim o risâlede
anlattıklarıma nisbetle denizden bir damla veya inci dizisinden bir
inci
gibidir. Bu
risâleden bu kitabın
(durrü'l-muhtarın) muhaşşisi asrının en büyük
sabık Mısır müftüsü
Seyyid Ahmed
et-Tahtavî'yi haberdar ettim. Risâleye bir takriz yazarak övdü. Allah ona bol hayırlı
mükâfatlandırsın. Asrımızın
fakihlerinden daha başka takriz yazcınlar da oldu.
«Hepsinde icare fasittir ilh...» Ücretini, yaptığı işten almak üzere yapılan kiralamalarda.
Konuşulan
ücreti geçmemek şartıyla ecr-i misil vermesi gerekir. Zeylâî.
«Yaptığı işin
bir parçası karşılığında kiralamıştır
ilh...» Yani yaptığı işin neticesinde elde edilenin
bazısı ile kiralamıştır.
Ücretin sahih olması için teslimine kudret şarttır. Burada ise
adam kendi
başına teslime kadir değildir. Zeylâî.
«Öğütme meselesinde şer'i
hile şudur: Evvela ücret çıkarılır ilh...» Yani ücret olarak vereceği
buğdayı ecîre teslim eder. Eğer ondan
sonra diğer buğdayla karıştırır ve
hepsini öğütürse, sonra da
ücreti
ayırarak kalan kısmı sahibine iade etse
caizdir. Bu durumda Rasûlullâh (s.a.v.) ın yasakladığı
şekilde olmaz.
Çünkü bu
durumda ecîri öğüteceği unun bir
bölümü veya bir ölçeği karşılığında kiralamış olmaz.
Nitekim
Cevahirü'f-Fetevâ'dan naklen Minah'ta da böyle denilmektedir.
Bu konuda
Remli de şöyle der: «Bu izahla
bilindi ki, memleketimizdeki ücretin, buğday ve para
birlikte olması şeklindeki
uygulama şeksiz şüphesiz caizdir.
«Tayin
etmeden ücretin kaç ölçek olacağı belirlense ilh...» Yani yüklenen veya
öğütülenden olması
şeklinde bir şart koşmaksızın ücretin kaç ölçek olduğu belirlenir. Bu miktar müstecirin zimmetinde
borç olarak teayyün
eder. Zeylâî.
«Yiyecek maddesinin
yarısını diğer yarısı karşılığında taşımak
üzere ilh» Musannıf «yarı» ile
kaydetmiştir.
Zira eğer yükün tamamını yarısı karşılığında taşımak üzere kiralamış olsaydı adam
ortak olmaz,
ecr-i misil olması gerekirdi. Metindeki mesele
budur.
«Bu durumda
ona ücret vermesi lazım değildir ilh...» Yani ne akitte konuşulan; -yüklenen yükün
diğer
yarısını- ne de ecr-i misil verir.
İnaye.
«Çünkü onu
kendisine ortak kılmıştır ilh...» Zeylâî şöyle der: «Zira ecir, ücreti peşin aldığı için malın
yarısına o anda malık olmaktadır. O zaman da o
zahire aralarında ortak olur. Dolayısıyla kiracı
hakedemez. Zira ortak, ortağı için yaptığı bir şeyin
yansını da kendisi için yapmış olmaktadır.
Fukaha böyle
demişlerdir.
Ancak Fukahanın bu dediğinde iki müşkil vardır:
Birincisi, bu
kiralama fasittir. Bize göre sahih
kiralamada bile sadece akitle
-iş yapılmadan veya
ücretin peşin
olması şart koşulmadan- ücret hak edilemez.
Burada ise iş yapılmamıştır. Daha önce
beyan ettiğimiz gibi ücret, ister para olsun ister mal,
farketmez. Nasıl olur da bu meselede işi
teslim
etmeden,
peşinatı şart koşmadan ücrete malik olabilir?
İkincisi ise, musannıf, «Ücrete o anda malik
olur» demiştir. Halbuki onun «Ücreti hak edemez»
sözü,
mülkiyete aykırıdır. Çünkü kiracı ancak
ücret yoluyla malik olur. O halde, hiçbir şeyi hak
etmeden ona
nasıl ve hangi sebeble malik olabilir?!
«Zeylainin
müşkil gördüğü meseleye musannıf cevap vermiştir ilh...» Ben derim ki: Musannıf,
Sa'diye haşiyelerinde bu işkale şu şekilde cevap vermiştir: «Her halde fukuhanın «ücreti hak
edemez» sözlerinden maksadları mülkiyeti nefyetmektir.
Çünkü mülkiyetin varlığı, ücretin yok
olmasına sebeb olur. Hâl böyle olunca da o zaman bu bâtıl olur. Onların, «O anda ücrete malik
oldu» sözleri
farazidir. Zâhir olan bu meselenin ecîre
yiyecek maddesinin hepsini teslim
ettiği
zaman şeklinde tertib edilmesi idi. O halde
metindeki kelâmın takdiri şöyle olur: Eğer farzedilen
surette ücret
gerekli olsa ecîr, ücreti peşin alarak derhal malik olur. Bu bâtıldır.
Çünkü o zaman,
ortak olmuş
olur ve ortaklık da ücretin gerekli olmamasını
gerektirir. Varlığı, ücretin gerekliliğini
ortadan
kaldıran her şey batıldır.
Birinci
itiraza musannıfın verdiğinin özeti
şudur: Zeylâî'nin de sözünün başında
belirttiği gibi
burada ücret
peşindir. Ücretin peşin olması şart koşulmakla, malik
olduğu gibi, peşin alınma ile de
malik olunur.»
Musannıfın
ikinci itiraza cevabı: Ecir, o mala peşin olmak suretiyle malik
olunca ve işi yapınca işten
sonra onun
bir ücreti haketmediği ortaya çıkıyor.
Nitekim akit anında ücreti peşinen
vermiş olsa,
sonra da ücreti bir işi istihkâk etse,
müstecirin o ücrete malik» olmadığı ortaya çıkar.
Bu cevaba da
şöyle bir itiraz gelebilir. Bu akit ya
batıldır, ya fasittir, ya da
sahihtir. Bâtıl olan akitte
babın başında
geçtiği üzere asla ücret yoktur. Olmayan bir şeyi peşin almakla nasıl malik
olabilir?
Fasit akte gelince onda da daha önce defalarca geçtiği üzere ücret ancak kiralanan maldan
faydalanmakla gerekli olur. O halde
bunda da işi yapmadan peşin almakla malik
olamaz. İş
yaptıktan
sonra ise ecr-i misil gerekir. Burada farzedilen ise
asla ücret yoktur.
Aktin sahih
olması haline gelince, onda ücrete ifrazla birlikte
peşin almakla malik olunur. Burada
ifraz,
teslimin zımnında hasıl olmuştur. Zira eğer ifraz edip de ecîre teslim
etseydi,
sonra da ücret
olarak aldığı ile taşıyacağı yükü birbirine
karıştırarak hepsini birden yükleseydi
yukarıda
cevâhirü'l-Fetavâdan
naklen belirttiğimiz gibi caiz
olurdu.
Ancak şöyle
denilebilir: Buradaki icâre akti evvelâ sahih olarak yapıldı,
sonra da ifraz etmeden
önce iş
yapıldığından dolayı fesad arız oldu. O zaman.
Zeylâî'nin «Bu icare fasittir» sözü gelecekte
fasittir, ama
o anda sahihtir, manâsına gelir. Düşünülsün.
KIYAS VE ESER
ÖRF-İ HASLA DEĞİL ÖRF-İ AMMLA TAHSİS
EDİLİR?
«Belh alimlerinin zannettikleri gibi nassın delâleti
örf ile tahsis edilmez ilh...» Tebyin'de şöyle
denilmektedir: «Belh alimleri ile Nesefî,
taşınanın bir kısmı karşılığında yiyecek maddesini
taşıtmanın ve
dokunanın bir kısmı karşılığında da kumaş dokutmanın caiz olduğuna kail
olmuşlardır.
Çünkü onların memleketinde adet böyle idi. Bu muâmeleyi caiz
görmeyenler bunu,
«değirmencinin
ölçeğine.» kıyas etmişlerdir. Kıyâs örf ile terkedilir. Eğer biz; «caiz görmeyenler
bunu kıyas yoluyla
değil nassın delâletiyle
caiz görmüyorlar desek, o zaman: «Nas»da örfle tahsis
edilir.
Görülmüyor mu istinada kıyas terkedilmiş, şer'i
kaideler teamülla tahsis olunmuştur»
(denilebilir)
-Allahın rahmeti onlara olsun- bizim alimlerimiz ise bu
tahsisi caiz görmemişlerdir.
Çünkü o bir
tek bölgenin örfüdür. Ve onunla eser tahsis edilemez.
İstisnac ise bunun aksinedir.
Zira istisnac konusunda teamül bütün bölgelerde caridir. Böyle umumî teamülle kıyas terk edilir,
eser tahsis edilir.»
İnaye'de de böyle denilir: «Eğer biz kıyası terketmeyiz, belki
değirmencinin ölçeği meselesinin bir
kısmı nassın delâletinden
örf ile tahsis edilmiştir. Nitekim Belh alimlerinden bazıları
memleketlerinin örfüne binaen kumaş meselesinde
böyle yapmışlardır» denilirse, ben de derim ki,
«nassın delâletinde umumî bir ifade yoktur ki, ondan
bir şey tahsis edil-sin.» T.
«Nizaa vesile
olur ilh...» Meselâ kiralayan, «Akit
iş üzerine yapılmıştır, vakit ise
işi çabuklaştırmak
için zikredilmiştir.» derken, kiracı da, «hayır
akit vakit üzerine yapılmıştır. İşin konu edilmesi
ise
beyan içindir.» diyebilir. İmameyne
göre bu kiralama sözleşmesi sahihtir.
Sözleşme iş üzerine
yapılmış olur.
Vaktin zikredilmesi ise, işin çabuklaştırılması
içindir. İş ile vaktin aynı anda
sözleşmeye
konu olmaları mümkün olmadığından,
sözleşmeyi sahih sayabilmek için
böyle demek
gerekir.
Böylece meçhuliyet ortadan kalkmış olmaktadır.
Zeylaî sözünün zahiri, Onun İmameynin kavlini tercih ettiğini
gösterir. Bu da eğer ücreti en son
anması
durumundadır. Ama ücreti ortada anarsa
önce söylenen makudun aleyh olur.
Çünkü ücretin
alınması ise akit tamamlanır. Artık bu
durumda sonraki anılan vakit ise işi çabuklaştırmak
için
söylenmiş sayılır. Yok eğer sonra zikredilen iş
ise, o zaman işin vakitte yapılmasını
beyan içindir.
Bu durumda da
İbni Kemal'in Hâniye'den naklettiğine
göre akit fasit olmaz. Bunun benzeri
Kirmanî'den naklen Kuhistanî'de
de mevcuttur.
Kuhistanî Münye'den naklen «Eğer ücreti önce
verirse akit yine fasittir.» kavlini de ilave
etmiştir.
Sonra bilmiş
ol ki ihtilâf iş miktarı belli olduğu takdirdedir. Çünkü ancak
bu durumda akde konu
olabilir ve
akde konu olmak da vakite rakip olabilir. Ma'kudun aleyh, tam belli olmayınca
da akit
fasit olur.
Bundan ötürü musannıf, «Şu kadar ölçek unu ekmek
yapması için» demiştir. Eğer işin
miktarını
beyan etmese, akit sahih olur. Zira iş meçhul olduğu için sanki akitte
yalnız vakit
zikredilmiş gibi olur. Nitekim kendisine kireç ve
kerpiçle bina yapması için bir adamı bir günlüğüne
tutsa, bu,
ihtilâfsız caizdir. Eğer işi, kira
sözleşmesinin yapılmasını caiz kılacak bir şekilde
beyan
etse, mesela. adamın
ne kadar iş yapacağını söylese bu akit
asılda zikredildiğine göre İmama göre
caiz olmaz. O zaman özel işçi bahsinde gelecek olan, «Adam, birisini bir aylığına koyunlarını
otlatması
için şu kadara kiralamış olsa, sahihtir.» sözünde bir işkâl kalmaz.
Halbuki bu akitte de
müddetle iş
aynı anda zikredilmiştir. (Dolayısıyla sahih olmaması gerekir.) Bu akdin
sahih oluşuna
sebeb
otlatılacak koyunun miktarının beyan edilmemiş olmasıdır. Nitekim Allâme Turî de bu hususa
dikkat çekmiştir.
«Alimlerin icmaı ile caizdir ilh...» Eğer, o günde iş bitirmek şartıyla verirse. Birincide, «yani adamın
kiraladığı ekmekçiye, «bugünde şu kadar unu pişireceksin» demesinde icarenin caiz olması.
Zeylaî'nin de zikrettiğine göre İmam-ı Azâmdan gelen bir rivayettir. Zira. «bugünde» (fiil yevm)
kelimesindeki «fa» müddetin takdiri için değil,
zarfiyat içindir. O halde o günün hepsini
kaplamaz. O
zaman akde konu olan şey iş olmuş olur ki o da malumdur.
Ama «fa» hasfedilirse, o zaman el-yevm (gün)
kelimesi günün tamamını kaplamayı
gerektirir. Bunun
örneği, talâk
bahsinde «sen yarın boşsun» veya
«yarından boşsun» kelimeleri
üzerindeki tahlilde
geçmiştir.
İkincisindeki, yani «o gün bitirmek üzere» sözündeki cevaza gelince, burada «el-yevm» kelimesi iş
gibi kasdi olarak zikredilmemiştir.
Ki, akit her ikisine de izafe edilsin.
Belki işteki bir sıfatı isbatı için
zikredilmiştir. Sıfat da akitte kasdedilemez,
mevsufuna tabidir. Nitekim tebyinde de böyle
denilmektedir.
«İki kere sürmesi
şartıyla ilh...» Yani tarlanın sürülmesini
iki defa yapması şartıyla.
Minah'ta
şöyle denilmiştir: «Eğer «İki kere sürmek
şartıyla» sözünden maksat, kira
süresi bittikten
sonra
sürülmüş halde geri vermesi ise, bunun fesadına şüphe yoktur. Yok eğer
maksat bu değilde,
o tarlada
ürün ancak iki kere sürmekle
elde edilirse, iki kere sürülmesini
şart koşmak akti ifsad
etmez. Ama o tarladan. ikî kere sürülmeden de
ürün elde edilirse bakılır:
Eğer sürülmenin e&eri akit
sona erdikten
sonraya
kalırsa akit yine fasittir. Zira bu
şartta tarla sahibinin menfaati vardır. Yok
eseri akitten sonraya kalmıyorsa, fasit olmaz.»
Özetle.
Tatarhahâniye'de
de Şeyhülislâm'dan özetle şöyle denilmektedir:
«Eğer tarlayı süresi içinde
sürülmüş olarak geri vermesini şart koşmuşsa, sözleşme geçersiz olur. Ama kiralayan,
tarlayı kıra
süresinin
bitiminden sonra sürmek şartıyla veya zamanı söz konusu etmeden mutlak şekilde
sürüp
teslim etmesi şartıyla verirse kiralama geçerlidir. Bu durumda sürmesi kira
zamanının bitiminden
sonraya
halledilir. Suğra'da şöyre denilmiştir: «Biz bu tafsilatı Şeyhülislam'dan aldık Fetvâ da
bununla verilir.»
Ben derim ki: Yukarıda geçen icarenin sahih oluşunun
sebebi şudur: Tarlayı sürmek de icare
ücretinden
olmuş olur. Düşün.
«Ana su kanalı açması ilh...» Zira ana su kanalları
âdeten ertesi yıla da kalır. Ama
tarlanın içinde
küçük arklar yapmasını şart koşsa, bu akti ifsad etmez. Sahih olan budur. İbni
Kemal.
«Gübrelemesi şartıyla ilh...» Gübreleme tarladaki
ekini kuvvetlendirmek içindir. Gübrenin
ekini
kuvvetlendirmesi de yalnız bir seneye
mahsus olmayıp eseri birkaç sene kalacağından
dolayı icare
aktini ifsad eder. Zira tarla sahibine menfaat temin
eder. Bu da fasittir. T.
«Eğer gübrelemenin eseri
kalmazsa caiz olur...» Yani icare müddeti uzun olursa. O zaman
fasit
olmaz. Zira
bu durumda gübrelemek yalnız
kiracının menfaati için olur.
«Diğer bir
tarlayı da kendisi ekmek şartıyla ilh...» Meselâ adam ekmek
üzere bir tarla kiralarsa, bu
tarlanın kira ücreti olarak da kiralayana kendisinin bir tarlasını ekmesi
için verse bize göre caiz
değildir.
Mihan. Çünkü bu, bir menfaati aynı
cinsten bir menfaat karşılığında, kiralamak
olur. Bu
konuda
ileride malumat gelecektir.
«Bir malı kendi cinsinden bir şey ile veresiye vermek
haramdır ilh...» Kayıtsız olarak anılan bir ekim
yine kayıtsız
anılan bir ekimle aynı cinstendir.
Eğer «mal menfaatin yerine kaim olur,
o halde nesie
mevcut
değildir.» denilirse, biz de deriz ki: «Nesne
menfaatin yerine zaruretten dolayı kıyasa
aykırı
olarak kaim olur. Bu da ancak akit menfaat üzerine
yapıldığında olur. Bizim meselemizde
«diğer bir
tarlayı ekmek
karşılığında» denilmeseydi bu mümkün olur. Ama «...mukabilinde» demlince mal
menfaatin
yerine kaim olmaz. O zamanda mesele aslı
üzerine kalır ve bir menfaati aynı
cinsten
diğer bir
menfaat karşılığında veresiye satmak
olur.
«Aktin gerektirdiği bir şarttır ilh...» Çünkü menfaati sadece
kiracıya aittir.
METİN
Birisi
ortağını ortak oldukları yiyecek maddesini
taşıması için kiralasa ücret
vermesi gerekmez. Zira
ortağı için
yaptığının bir kısmını da kendisi
için yapmıştır. Binaenaleyh ücret almaya hakkı yoktur.
Rûhinin
(rehin veren)in rehin olarak verdiği şeyi mürtehinden icarlaması da bunun gibidir. Zira
onda da ücret
yoktur. Çünkü kendi mülkünden faydalanmıştır.
Cevâhirü'l-Fetevâ'da
şöyle denilmektedir. «Adam bir hamam kiralasa
ve hamam sahibi ile bazı
dostları
hamama gelip yıkansalar, mal sahibi ile bazı dostları hamama
gelip yıkansalar, mal
sahibine icare ücreti vermek gerekmez. Zira hamamcı, akde konu olan şeyin bir kısmını -ki o
hamamın
menfaatidir- icare müddeti içinde geri almış olmaktadır. Ücretten
bir kısmı da
düşürülmez.
Çünkü menfaatin ne kadarını geri aldığı belli değildir.»
Bir kimse ekeceğini veya ne ekeceğini söylemeden
bir tarla kiralasa, icâre fasittir.
Ancak genel bir
ifade
kullanırsa, ne ekersen ek,
nasıl kullanırsan kullan» şeklinde kiraya verirse o zaman caizdir.
Ama
oturacağını söylemeden mutlak
şekilde bir bina kiralasa, bu sahihtir.
Çünkü bina genelde
oturmak için kiralanır.
Ben derîm ki: Musannıf bu meselede «eğer müddet dolsa»
sözünü Kâdîhan'ın Cami'in şerhinde
zikretmediği
gibi hiç anmasaydı daha iyi olurdu.
Bir adam
Bağdad'a kadar yük götürmek için bir
eşek kiralasa, ama ne yükleyeceğini belirtmese ve
memlekette adet olanı yüklese, eşek yolda
telef olduğu takdirde zamin olmaz.
Çünkü kiralama fasit,
eşek de sahih kiralamada olduğu gibi onun elinde
emanettir. Eğer Bağdad'a vardıktan
sonra helâk
olursa, ekin ekmek meselesinde geçtiği gibi, kiracının akitte konuşulan
ücreti vermesi lazımdır.
Ekin için kiraladığı tarla meselesinde, ekmezden önce, yük meselesinde de yüklemezden
önce
kiralayan ile
kiracı ihtilâf etseler, fesâdın kaldırılması için kira akti feshedilir. Çünkü fesat henüz
mevcuttur.
Bir kimse bir hayvan
kiralasa ve yolun bir kısmını gittikten
sonra kiralamayı inkâr etse, inkâr edene
kadar
yüklediği veya bindiği kısmın ücretini vermesi gerekir. İmam Ebû Yusuf'a göre inkârdan
sonra ki yol
için ücret vermez. Çünkü inkâr etmekle
hayvanı gasbetmiş olmaktadır. (Gasıbta da
dıman icabeder) Ücretle tazminat bir arada toplanmaz. İmam Muhammed'e göre
akitte konuşulan
ücreti
vermesi gerekir. Dürer.
Musannıfın bu
sözünden anlaşıldığına göre bu konuda İmam-ı Azâmdan
bir görüş nakledilmemiştir.
Eşbah'ta
şöyle denilir: «Temizlemek için aldığı elbiseyi inkâr etse ve temizlese
bakılır: Eğer
inkârdan
evvel temizlemişse ücret alır. Yok eğer inkârdan sonra temizlemişse ücret alamaz. Boyacı
ve dokumacı
da bunun gibidir.
Bir menfaati
diğer bir menfaat karşılığında kiralamak, eğer cinsleri muhtelif ise, caizdir. Meselâ. bir
binayı kiralayıp kira bedeli olarak eklemesi
için bir tarlayı bina sahibine vermesi
böyledir. Ama eğer
menfaatlerin
cinsleri aynı olursa, o kira akti caiz değildir. Kiraladığı bir
binanın kira bedeli olarak ev
sahibine kendi evini kiraya vermesi, veya kira ile giydiği elbisesini kirâ bedeli olarak elbise sahibine
kendi elbisesini kiraya vermesi, yada binmek için kiraladığı hayvanın kira ücreti olarak hayvan
sahibine kendi hayvanını
kiralaması caiz değildr. Zira yukarıda bir kaç defa söylendiği üzere aynı
cinsten olan
şeylerin
bir birleri karşılığında veresiye verilmesi ribe'n-nesiedir
ve haramdır. Buna
rağmen eğer
bu şekilde kiralamışsa kira akti fasit olduğundan dolayı menfaat elde
edildiği için ecr-i
misil vermesi
vacibtir.
Adam birini av
avlaması veya odun kesmesi için kiralasa,
eğer bunlar için bir zaman tayin etmişse
caizdir. Fakat bir zaman tayin etmemişse, caiz değildir. Ama odunu tayın etse de vakti tayin etmese,
akit
fasittir. Ancak odun kendi mülkü olduğu halde
toplayıcı odunu tayin ederse.
vakit tayin etmese
bile caizdir. Mücteba. Fetva da bu kavl ile verilir
Sayrefiyye.
FER'İ
MESELELER:
Adam karısını, yiyeceği
ekmeği pişirmesi için kiralarsa, caiz değildir. Ama eğer satmak üzere
pişirmesi için kiralarsa
caizdir. Ayrefivye.
Kadın kendi
evini kocasına kiraya verse ve karı
koca o evde beraberce otursalar, kocanın ücret
vermesi
gerekmez. Eşbah ve Haniye.
Ben derim ki: Ancak
Hâniye'nin Tenvirü'l-Besair adlı haşiyesinde Muzmarattan naklen Kübra'ya
nisbetle
şöyle denilmiştir: «Kâdıhan demiştir ki; «Bu meselede,
yani kadının evini kocasına kiraya
verme
meselesinde fetvâ kiralamanın sıhhati üzerindedir. Çünkü oturmakta, kadın kocasına
tabidir.» Bu
iyi öğrenilsin.
Birisinin,
gelini hazırlaması için kiralaması,
eğer iş ve müddet zikreriilirse. caizdir.
Su kanallarını ve nehirleri, içindeki su ile birlikte kiralamak caizdir. Fetva da bu görüşle verilir.
Çünkü halkın
genellikle buna ihtiyacı vardır.
Muzmarat.
İZAH
«Ücret yoktur
ilh...» Ortak olduğu bir gıda maddesini
taşıması için kiralanan ortağa ücret
yoktur. Ne
akitte
konuşulan ücret, ne de ecr-i misil yoktur. Zeylaî. Gerçi fasit kiralamada ücret
vermek gerekir
ama, onun
benzeri sahih bir kiralamanın bulunması şarttır. Bu kiralamanın
ise sahih kiralamadan
benzeri
yoktur. İtkanî.
Kâdîhan'ın
Câmîe'deki sözlerinin zahirine göre ise, bu akit bâtıldır.
Zira Kâdıhan, «Böyle bir akit
yapılamaz» demiştir. Düşün.
«Çünkü onun
ortağı için yaptığının bir kısmı kendisi
için olmuş olur ilh...» Eğer, «kendi şahsı için
yaptığı içe karşılık ücret
hak etmemesi başkası için yapılan iş için de ücret verilmemesini
gerektirmez» denilirse, biz de deriz ki, «o adam
yalnız kendisi için çalışmıştır. Zira kendisi asildir.
Onun başkası için çalışması
kıyasa
muhalif olan bir şeye binaendir. öyleyse adam kendi nefsi için
çalışmış kabul edilir. Çünkü yaptığı işin bir parçasına kendisi de ortaktır. O
halde böyle bir icarede
akde konu
olan şeyin teslimi tahakkuk etmez. Zira ortaklık işin diğerine teslimine
manidir. O halde
ücret gerekmez. İnaye ve
Tebyin. özetle.
Gâyetü'l-Beyan'da
şöyle denilmektedir: «İki kişi arasında
ortak bir gıda maddesi olsa ve
ortaklardan
birisinin de
bir gemisi bulunsa diğer ortak o geminin yarısını on dirhemle kiralasa,
caizdir. Aynı
şekilde iki kişi
ortak oldukları buğdayı öğütmek isteseler ve ortaklardan birisinin
değirmeni olsa
diğer ortak
da buğdayı öğütmek için kiralasa,
veya ortaklardan birisi ortağından çuvallarının
yarısını yükü
(mesela) Mekke'ye götürmek için kiralasa, caizdir. Ama
ortaklardan birisi, ortağının
kölesini veya
kölesinin hayvanını veya ortağının hayvanını buğday yüklemek
için veya köleyi ortak
buğdayın bekçiliği için kiralasa, caiz olmaz. Bu kiralama, köle veya hayvanın
ister yarısında, ister
tamamında
olsun, caiz olmadığı gibi ücret de gerekmez. Bu konuda kaide
şudur: Ücretin ancak
ortak malda çalışılmak
suretiyle hak edilebildiği şeklindeki bir icare caiz değildir. Ortak
malda
çalışılmadan hak edenlerde ise caizdir. Buna
göre; malı eve gemiye veya
değirmene koymakla
ücret gerekir. Mal üzerinde çalışmakla değil. Demek ki hayvan
ve kölenin müşterek malda yaptıkları
bir iş
vardır. O da taşımak ve korumaktır. Gemi ve değirmenin ise kendi başlarına bir işleri olmaz.
«Zira kendi mülkünden faydalanmıştır ilh...» Burada niçin kendi mülkünden faydalanmıştır
dedik?
Çünkü
mürtehin rehin aldığı maldan
faydalanmaya malik değildir. O halde, onun menfaatini temlik
etmeye de
hakkı yoktur. Rehinin menfaati rehinindir. Ancak
ona mürtehinin taalluk ettiği için
istifade edemez. Mürtehin malı kiraya verdiği takdirde,
hakkını iptal etmiş olur.
«Geri almış olmaktadır ilh...» Bunun izahı şöyledir: Mucir hamamın menfaatini belirli
bir müddet
için satmış ve o menfaatin bir kısmını kendisi almıştır. Bu durumda akdin o miktarda
tekabül eden
kısmı
münfesih olmuştur. Kıracının vermesi gereken ücret akitle zimmetinde
sabit olmuştur.
Kiralayanın
kullanması sebebiyle feshedilen miktar belli değildir.
Belli olmayan bu miktarın ücretten
düşürülmesi
mümkün olmadığı için ücretin tümü kiracıya borç olmaktadır. Rahmetî.
«Sahihe inkılâb eder ilh...» Mülteka, Gurer,
Islah ve Minah'ta da böyledir. Şurunbulalî ise buna,
«Akdin sıhhati, ekildikten sonra müddetin
dolmasına bağlı değildir. Zira ekildiği zaman meçhuliyet
ortadan kalkmıştır.» diyerek itiraz etmiştir.
Ben derim ki: Musannıf «sahihe inkılab eder» sözünü
«akitte konuşulan ücreti vermesi lazımdır»
sözünün bir
feri olarak zikretmiştir. Çünkü eğer akit fasit kalmış olsa, o zaman ecr-i misil vermesi
gerekirdi.
«Aynı
şekilde akit müddeti dolmadan önce de sahih hale gelir ilh...»
Yani ekmekle birlikte kiralama
akti sahih hale döner. Musannıfın bu sözü bizim Şurunbulâliye'den naklettiğimiz
şeye
işaret
etmektedir.
Bu itirazın menşei sarihin, «Sahih
hale döner» sözüdür, bu sözü evvela zikretmiştir.
Şarihin
itirazı, şu şekilde de cevaplandırılabilir: Akdin sahihe inkılab etmesinin. ettikten sonra ve
müddetin
dolmasından sonra olması doğrudur.
Yani akdin sahihe inkılab etmesi. bu iki şeyin
tamamının
yapılmasından sonradır. Bu sözde
akdin sahih hale dönmesinin müddetin bitimine bağlı
olduğunu
gerektiren bir şey yoktur.
Düşün.
«Akit müddeti dolmadan önce cehalet kalktığı
için ilh...» Yani aktin müddeti dolmadan önce.
İnaye'nin, «Hakimin akti bozması
sebebiyle akit müddeti dolmazdan önce...»
sözünü salim bir fıtrat
sahibi kabul etmez. Zira hakimin bozması ile
kiralama akti aslından bozulur. Artık
onun
tamamlanması nasıl mümkün olur? Çünkü bir şeyin tamamlanması o şeyin eserinin bâkî kalmasına
bağlıdır.
Hâkimin bozması ile aktin eseri kalmamaktadır. Turi.
«Kâdîhan'ın
da ilh...» Kâdîhan'ın ibaresi aynen şöyledir: «Eğer
tarlayı ekerse, tarla sahibi akit
esnasında konuşulan ücreti alır. Çünkü akit, isfihsanen
caiz hale gelmiştir. Zira icare akti menfaatin
elde edilmesine göre anbean akt olunur. Fesat
ise cehaletten ötürüdür. O anda cehaletin ortadan
kalkması sanki akit
ânında ortadan kalkması gibi olur. O zaman icare akti caiz hale dönüşür.»
«Adet olanı yüklese ilh...» Musannıfın bu sözüyle mutad olmayan yük
meseleden çıkmaktadır. Şöyle
ki, bir hayvan kiralasa,
ne yükleyeceğini beyan etmese, fakat yüklediğinde
eşeğe yüklenmesi âdet
olmayan bir
şeyi yüklese, eşek helâk olduğu takdirde kıymetini öder. Çünkü
ona âdet olanı
yüklememiştir. İtkanî'de de böyle denilmektedir.
«Çünkü icare faslttir ilh...» Dürer ve Minah'ta da böyledir.
Ama evlâ olan Hidaye'nin kavlidir.
«Çünkü
kira akdi fasit olsa bile malı onun elinde
emanettir.
«Ziraat meselesînde geçtiği gibi ilh...»
Yani, bir tarlayı niçin ve ne ekeceğimi
beyan etmeden
kiralamış olsa, icare
akti dolmadan önce onu ekmekle cehalet
ortadan kalkmaktadır. Bu ifadenin
zahirinden
anlaşıldığına göre: Eşeği kiralama
meselesinde de adet olan yükü yüklemesiyle
daha
Bağdad'a ulaşmadan önce icare sahih hale inkılab eder. İtkanî sarahaten zikretmiştir.
Şarih de
«caiz icareler»
babında bunu ifade etmiştir.
Şarih orada şöyle demektedir: «Kiraladığı hayvana
kimin bineceğini söylemese (meçhuliyet bulunduğundan)
akit fasit olur. Ona binmesiyle de fasit
olan kira akti. sahih hale döner.» Yalnız şarihten
naklettiğimiz bu ifade. Hidaye'den az
evvel nakl
ettiğimiz
ifadeye aykırıdır. Teemmül et.
«İcare aktl feshedilir ilh...» Yani hakim onu
ibtal eder. Zira fasit bir aktin ibtali vacibtir. Zahire.
«Ücretle
tazminat bir orada bulunmaz ilh...» Yani akdi inkârdan sonra hayvan helâk olduğu takdirde
tazminat ile
inkârdan sonraki kullanma ücreti bir arada toplanmaz. H.
Ben derim ki: Kira aktini inkâr etmezden önceki
ücrete gelince -inkârdan sonra hayvan helâk olsa
dahi- onu
vermek gerekir. Bu durumda cihetler
muhtelif olduğu için ücretle tazminat bir arada
toplanmış
sayılmaz. Nitekim bunun benzeri yukarıda geçti.
«İmam
Muhammed'e göre ise akitte konuşulan ücreti vermesi gerekir
ilh...» Yani, eğer hayvan
sağlam kalırsa. Makdisî
Kenz şerhinde. «İmam Muhammed ücreti gerekli kılmıştır. Çünkü
hayvan
sağ kalmıştır. O halde tazminat düşer.» demiştir.
Tebyin ve Mecma şerhinde de böyledir. Halbuki
geçen mesele ve benzerleri İmam Muhammed'in dediğini teyid etmektedirler. H.
Ben derim ki: Makdisi'nin Kenz şerhinde dediğinde bir yanlışlık var. Zira geçen meselede kiracı
gâsıb
değildir. Çünkü kiracı kiralamayı ikrar etmektedir. Akdin
sahih hale dönüşmesi cehaletin
ortadan kalkmasıyla olmuştur.
GAYR-İ MENKUL OLMASA BİLE KİRA İÇİN YAPILAN MALLARDA
DA ÜCRET VACİBTİR
Evet, uygun olan; kira için hazırlanan bir
şeyin bir müddet kullanıl-ması halinde
ücret verilmesidir.
Zira ücret
zannedildiği gibi sadece taşınmaz mallara Hâmidiyye'de
yük taşımaya istinaden, yük
hayvanını kullananın ücret vermesinin gerekli olduğuna fetva verilmiştir. Nitekim
bunu biz gasb
bahsinde zikredeceğiz. Hâmidiyye'dekinin aynı
Muradiye'de de mevcuttur. Dikkatli ol.
«Eşbah'ta iih...» Eşbah'taki ifade kapalıdır.
Onun izahı Velvaliciye'deki şu
ifadedir: «Adam
temizlemesi için temizlikçiye bir kumaş verse, o da kumaşı inkâr etse, sonra da
o kumaşı temizleyip
getirse, ve,
«Bu kumaş senindir» diye ikrar etse, bakılır:
Eğer kumaşı inkâr etmezden önce
temizlemişse ücreti hak etmiştir. Zira o zaman
sahibi için çalışmıştır. Yok eğer inkâr ettikten sonra
temizlemişse ücreti hak etmemiştir. Çünkü kendisi
için çalışmıştır. Zira inkâr etmekle gâsıb
olmaktadır.
Eğer bu adam temizlikçi değil de boyacı olsa, mesele yine aynıdır. Eğer inkâr etmezden
önce
boyamışsa. ücreti hak eder, inkardan sonra boyamışsa. kumaş sahibi dilerse boyanmış
kumaşını alır ve ona da boyama ücretini verir. Dilerse
de boyanmış kumaşı boyacıya bırakarak
boyanmamış hal-deki kıymetini tazmin ettirir. Eğer birisi dokumacıya iplik verse. mesele
yine
aynıdır. Eğer inkâr etmezden önce
dokumuşsa, ücreti hak eder. Eğer kumaşı inkâr ettikten sonra
dokumuşsa,
ona ücret yoktur. Kumaş onundur, ipliğin de kıymetine zâmindir. Bu meselede
inkâr
ettiği şey
buğday olsa ve öğütse, inkârdan evvel
öğütmüşse. öğütme ücretini alır. Yok eğer
inkârdan
sonra öğütülmüşse inkâr ettiği buğday kadar buğdayı tazmin eder, un değirmenin olur.
«Bir menfaati
diğer bir menfaatle kiralamak
ilh...» Musannıfın bu sözü gecen, «Ekin ekmek
için bir
tarla kiralamış olsa.
kira bedeli olarak da diğer bir tarlayı, ekmesi için mucire verse...» sözünden
daha
şümullüdür.
«Kendi evini
kiraladığı evin sahibine vermesi gibi
ilh...» Yani kiraladığı eve kira bedeli olarak kendi
evini kiraya verse. Ama
eğer oturmak üzere bir ev kiralasa ve kira bedeli olarak da dükkânını
verse,
bu kiralamada sözleşme sahihtir. Çünkü menfaatler
değişiktir. Bunun sahih olmadığı da
söylenmiştir. Harman dövmek için bir öküzü diğer bir öküze karşılık kiralamak da caiz
değildir.
Çünkü
cinsleri birdir. Ama öküze karşılık eşek veya at verse bu kiralama caizdir. Çünkü
cinsleri
muhteliftir.
Camiü'l-Fusuleyn.
Kâdîhân'ın
şerhinde şöyle denilmektedir: «Köle ve câriyenin
hizmeti bir cins-tir. Eğer bunlardan
birisi hizmet
ettiği halde diğeri etmezse, bir rivayete göre ecr-i misil gerekir. Diğer bir rivayete göre
ise hiç bir şey gerekmez;»
Tatarhâniye'de
de şöyle denilir: «Bir menfaat aynı cinsten bir menfaate karşılık tutulduğu zaman
eğer kişi diğer menfaati elde ederse zahirür rivayeye
göre ecr-i misil vermesi lazımdır. Fetva da
buna göredir.
«Aktin fesadından ötürü ilh...» Evlâ olan, burada musannıfın «fasit akit hükmüyle»
demesiydi.
«Avlanması veya odun toplaması için
birini kiralasa ve zaman tayın etse
caizdlr ilh...» Çünkü bir
kişinin işçisidir. Onun şartı da vakit değil beyandır.
«Caîz
değildir. ilh...» Vakit tayin edilmeden kesilen odun işçiye ait olur. T.
«Akit fasittir ilh...» Zaman tayin etmediği için. Hindiye'de şöyle denilir: «Kiracı eğer, «su odunu
topla» derse. kiralama
fasittir. Kesilen odun kiracınındır. Kiracının işçiye ecr-i misil vermesi
gerekir.» T.
«Fetva Müçteba'nın
bu kavli ile verilir. Sayrafiyye ilh...» Sâyrafiyye'de
şöyle denilmektedir. «Eğer
gün zikrederse, yem
işverene aittir, zikretmezse yem
işçiye ait olur. Bu Havî'nin rivayetidir. Fetva bu
görüşe göre
verilir.
Minâh'ta da
şöyle denilmektedir: «Sayrafiyye'deki
bu ifade, bizim Mücteba'dan naklettiğimize
uygundur. Bundan ötürü de biz Muntasar'da
buna itimad ettik.»
«Caiz
değildir ilh...» Yemek için ekmek
pişirmek üzere karısını kiralaması.
Zira bu, diyâneten
kadının
vazifesidir. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v.)
Hazreti Ali ile Hazreti Fatıma arasında iş taksimi
yapmış. Evin
içinde yapılacak işleri Hazreti Fâtıma'ya,
evin dışında yapılacak işleri de
Hazreti Ali'ye
vermiştir.
Musannıf da babın sonunda Muzmarat'tan
naklen. ev için yapılacak
ekmek pişirme,
yemek pişirme ve buna benzer işler için kadınla kira akti yapılmayacağını zikretmiştir. T.
Ben diyorum ki: Çünkü bu diyaneten kadının
vazifesidir. Doha sonra ben, «Nafaka» Bahsine
müracaat
ettiğimde gördüm ki, Musannıf, ev
işlerinin diyaneten kadının vazifesi olduğunu gerekçe
göstermiş ve,
«kadın asîl bile olsa» sözünü eklemiştir. «Çünkü Rasûlullâh
(s.a.v.)'ın Hazreti Fatıma
ile Hazreti
Ali arasında iş taksimi yaptı»
demiştir.
İşte bu bizim
yukarıda söylediğimizi müteahhirin ulemaya göre ibadet olan bir şey
üzerine adam
kiralama konusunda müftabih olan bu hükmün tüm taatlere değil, onların ismen belirttiklerine
ait
olduğuna
delâlet eder.
«Kocanın
ücret vermesi gerekmez ilh...» Eğer kadın
evini kocasına kiraya vermişse.
Zira oturma
menfaati yine
kadına dönmektedir. Çünkü birlikte
oturmaktadırlar. Üstelik erkek bazı
vakitlerde
evden
çıkmakta, hatta çok defa bütün gün
çarşıda olacağı için ev kadınının elinde kalmaktadır. O
yüzden ücret
vermesi gerekmez.
«Kadıhan
demiştir ki ilh...» Kâdîhân bunu Câmiü's-Sâğîr'e yazmış olduğu şerhte zikretmiştir. Onun
Ziyâdât'ında şu ifade vardır: «Onun Feteva'sında zikrettiğini musannıf da Minah'ta zikretmiştir.
Zira
o şerhinde. «İtimad edilecek de ancak budur.» sözü
bir görüştür. Müftâbih olan ise ücretin
vermemenin gerekli
olmasıdır.» demiştir.»
«Oturmakta kadın kocasına tabidir ilh...» 0
halde kadın evi tahliye edip teslim etmeye mani olamaz.
SU İLE
BİRLİKTE KANALI VE BALIK TUTMAK İÇİN HAVUZ
VE KAMIŞLIĞI İCARLAMA
«Su ile birlikte ilh...» Yani suya tabi olarak nehir kiralamak caizdir.
Bezzaziye'nin Kitabu's-Şirbin'de
(Şırb
kitabında.) şöyle denilmektedir: «Su
hakkını kiralamak sahih değildir.
Zira kira sözleşmesi
bizzat aynın
istihlâki için vaki olmaktadır. Ancak, suyu arazi ile birlikte kiralarsa,
veya satsa o
zaman araziye
tab'en caiz olur. Adam eğer bir tarlanın su hakkı ile
birlikte başka bir tarlayı satsa,
İbnü's-Selâm'dan yapılan
rivayete göre caizdir. Ama
eğer bir araziyi başka bir tarlanın su hakkı ite
birlikte kiralasa caiz
değildir.» Bu bahsin tamamı oradadır.
AYN ÜZERİNE VAKİ OLAN
İCARELER SAHİH DEĞİLDİR BUNUN CEVAZININ
ÇARESİ
Bu bahiste,
«icarenin bir ayn için yapılması sahih değildir» denildi.
O halde gölleri ve havuzları
balık avlamak
veya kamışını kesmek yada göl ve havuzdan tarlasını veya hayvanlarını
sulamak için
kiralamak caiz değildir. Aynı şekilde bir yeri odunlarını kesmek veya hayvanlarını otlatmak için
kiralamak da caiz
değildir. Bunların hepsinde
kiralamanın caiz olması için
şer'î hile şudur:
Hayvanlarını yatırmak için belirli
bir bölge kiralar, o zaman o bölgenin odunu, suyu
ve otu ona
mübah olur.
Kuyu veya menba suyunun mübah kılınmasına ancak su hakkının suyun
tümünü
kaplaması halinde ihtiyaç duyulur. Aksi
halde nehir veya kuyunun civarına
zarar vermiyorsa, kuyu
veya nehrin sahibinden izin almaya ihtiyaç
yoktur.
Adam kuru bir
su kanalı veya bir yeri hiçbir şey söylemeden
belirli bir süre için kiralamış
olsa,
sahihtir.
Kiracı o yer veya kanaldan su da akıtabilir.
DELLALİN ÜCRETİ
TETİMME:
Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Dellal
ve simsara ecr-i misil verilmesi gerekir. Ama
dellal ve
simsarların her on dinarda şu kadar alırız demeleri
haramdır.»
Hâvî de şöyle der: «Muhammed
bin Seleme'ye simsarların ücreti sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
«Her ne kadar aslında fasit ise de umuyorum ki, ücret almalarında bir beis
yoktur. Çünkü bu halk
arasında çokca uygulanmaktadır. Bunların çoğu da caiz değildir. Ancak ulema halkın ihtiyacına
binaen hamama girmek gibi onu da caiz görmüşlerdir.»
Yine Muhammed bin Seleme'den şöyle
rivayet edilmiştir: «İbni Şüc'a'ın bir
dokumacı ile kendisi için her sene belirli. miktarda
kumaş
dokuması için anlaşma
yaptığını gördüm.»
BİRİSİNDEN
ÖDÜNÇ PARA ALAN KİŞİ ALACAKLISINI
EVİNE OTURTSA, ECR-İ MISİL GEREKİR
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Birisi diğerinden bir miktar borç alsa
ve alacaklıyı evinde oturtsa
fakihler,
«Alacaklının ecr-i misil vermesi gerekir.» demişlerdir.
Zira borç alan adam, alacaklıyı
evinde
meccanen değil borcun menfaati karşılığında oturtmuştur. Aynı şekilde
borç para alan birisi
parayı verene kadar
kullanması için eşeğini alacaklıya
verse, yine ecr-i misil vermesi gerekir.
Bu
saydıklarımız çok vaki olan şeylerdir. Allah
daha iyisini bilir.
METİN
Ecirler (işçiler) iki kısımdır. Birisi
müşterek işçi, birisi de has
(özel) işçi.
Birincisi,
terzi ve emsali gibi birden fazla insan için çalışan veya bir adama çalışsa bile belirli bir
müddetle
kayıtlı olmayan işçidir. Mesela adam
evinde kendisine bir elbise dikmesi için
bir terziyi
kiralasa, her ne kadar
o terzi o elbiseyi bitirene kadar başkasına çalışmasa da yine müşterek
işçidir. Belirli bir vakit için kiralamakla
birlikte çalışması yalnız
kiracıya tahsis edilmeyen
işçiler de
müşterektir.
Mesela birisi, diğerini koyunlarını otlatması için aylığı bir dirheme kiralasa,
bu adam
yine müşterek işçidir. Ancak malik işçinin kendi koyunlarından başkasınınkini otlatmamasını şart
koşarsa. o zaman özel işçi olur. Musannıf bunu ileride
izah edecektir.
Cevahirü'l-Feteva
isimli eserde şöyle denilir: «Adam bir dokumacıyı
kendisine kumaş dokuması
için kiralasa, dokumacı başka birisinden de
dokumak üzere iplik alsa, her iki akit de sahihtir. Zira
burada akit,
menfaat üzerine değil iş üzerine yapılmıştır.»
Müşterek işçi. işi yapana kadar ücreti hak edemez. Temizleyici, iplik bükücü,
hamal, dellâl ve
gemici
bunlardandır. Müşterek işçi için her işte görme muhayyerliği
vardır. Çünkü yerlerin
değişmesiyle
işlerin çekli de değişebilir. Müctebâ.
Müşterek işçi elinde helâk olan mala -dıman
şart koşulmuş olsa bile- zamin değildir. Emânette
dımanı şart
koşmak vedîada olduğu gibi bâtıldır. Fetvâ da bu kavil ile verilir. Nitekim
bütün muteber
kitaplarda
böyle denilmektedir. Metin sahipleri
de bu görüşü belirtmişlerdir. O halde mezhebin
görüşü
Eşbah'takinin aksine budur.
Müteahhirin
ulemâ «Müşterek işçiye
verilen malın elinde helâk olması halinde, onunla mal sahibi
arasında helâk olanın kıymetinin yarısı
üzerine sulh yapılır.» diye fetva vermişlerdir.
Alimlerden
bazılarına göre ise. eğer işçi
sâlih bir kimse ise zamin değildir. Ama salih olmayan
birisi
ise, -mal helâk olduğu takdirde- zamin olur. Müşterek işçinin hali belli
değilse tazminat konusunda
mal sahibi ile anlaşması
emredilir. İmâdiye.
Ben diyorum ki: Müşterek işçi, suh yapması için
zorlanır mı? Tenvirü'l-Besair'de, «Evet,
sulh
yapması için zorlanır. Nitekim denizde veya bir
sahranın orta yerinde kira süresi biten bir işçinin
kiralanması, oradan kurtulana kadar zorla
uzatılır.» denilmektedir.
Malın telef
olmasına müşterek işçi sebeb
olursa, meselâ, fazla dövdüğü için kumaş yırtılsa, hamalın
ayağı kaydığı için yük düşse, gemicinin
sürat yapması yüzünden gemi batsa, gemicinin bu sürati
adet olandan
ister az olsun ister çok telef olan mallan işçi öder.
Ama ilerde geleceği üzere
kan alıcı ve benzerleri bunun hilafınadır. Bunlar zamin olmazlar.
Buntar
arasındaki fark, Dürer ve diğer
muteber kitaplarda Sadru's-Şeria'nın ifade ettiğinin
aksinedir. Şu kadar var ki Kuhistânî, Sadru's-Şeriâ'nın kavlini takviye
etmiştir. Dikkatli ol.
Münye'de şöyle denilmektedir: «Geminin batması ise gemicinin telef
olan malları ödeyeceği hükmü
mal sahibi
veya vekilinin gemide bulun-maması durumundadır. Eğer gemide ise gemici mûtad olan
sûratı aşmadıkça zâmin
değildir. Çünkü mal sahibi veya vekili gemide bulunduğundan işyeri
gemiciye
teslim edilmemiştir.»
Yine Münye'de, «Mal sahibi malını hayvana yüklese,
kendisi de binse ve işçi hayvanı sürse,
hayvanın ayağı
kaysa da mal yere düşerek telef olsa,
ulemânın icmâı ile işçi zamin
değildir.»
denilmiştir.
Ben derim ki: Eşbah'ta şöyle denilmektedir: «Vedîa mûdaın yanına (emanet mal emanetçiye) ücretle
konulursa,
telef olduğu takdirde emanetçi öder.» Bu iyi öğrenilmelidir.
İster küçük olsun ister yetişkin, insanlardan helâk olanı
müşterek işçi zamin değildir. Meselâ, birisi
gemiden
düşerek boğulsa veya hayvandan
düşerek ölse, -onun düşmesine işçinin sürmesi, veya
çekmesi sebeb olsa bile- işçi zamin
değildir. Çünkü insan akitle zamin olunmaz, ancak cinayetle
zamin olunur.
Burada da cinayet yoktur. Çünkü adamın izni vardır.
Hamalın
sırtındaki küp yolda kırılsa, malik dilerse onu yüklediği yerde tazmin
ettirir. ücret vermez.
Dilerse kırıldığı yerde, taşıdığı yerin ücretini
hesaplayarak verir ve küpü orada tazmin ettirir. Bu
hüküm, kırılma hamalın fiili ile olduğu takdirdedir.
Ama eğer onun müdahalesi yok da kalabalıkta
giderken halkın çarpmasıyla kırılmışsa, zamin
değildir.
İmameyn, «Bu
durumda da zamin olur.» demişlerdir.
Boynuzla kan alan hacamatçı, baytar ve ustura ile kan alan hacamatçı
kan almak için mutad olan
yeri taşmadıkça, kan aldıkları kişi ölse
dahi zamin değildirler. Eğer mutad olan yeri dışa taşırlarsa,
kan aldıkları kişi
ölmediği takdirde, mutad yeri tecavüz ettikleri nisbette zamindirler. Eğer kan
aldıkları kimse bu tecavüz sebebiyle
ölürse, insan diyetinin yarısını verirler. Çünkü adam izinli
olduğu ve
izinli olmadığı yerden kan alması yüzünden telef olmuştur. O sebeble diyet de yarıya
bölünür.
Daha sonra
musannıf bu mesele üzerinde şunları binâ etmiştir: Eğer
sünnetçi sünnet ederken
uzvun başını
keserse, kesilen yer iyileştiği
takdirde sünnetçinin tam bir diyet
ödemesi gerekir. Zira
yaranın
iyileşmesi ile uzvun başına zamindir.
O da dil gibi tam bir uzuvdur.
Binaenaleyh tam bir
diyet vermesi gerekir.
Ama eğer uzvu
kesilen çocuk iyileşmeyerek ölür&s, o zaman sünnetçinin yarım diyet vermesi
lazımdır.
Çünkü çocuğun ölmesine iki fiil sebeb olmuştur. Birisi izinli olduğu
sünnet etme, ikincisi
ise izinli olmadığı, uzvun başını kesmektir. Bu sebeble diyetin yarısını verir.
Hacâmatçı ve
benzerlerine, mutad yeri aşmıyacak
şekilde çalışmasının şart koşulması sahih
değildir.
Çünkü bu tecavüz onların isteklerine
bağlı değildir. Ancak mutad olmayan yerden kan
alırsa o zaman zamin olur. İmadiye.
İmâdiye'de şöyle denilmektedir «Muhit sahibine, «Bir
çocuk veya köle, ustura ile damardan
kan
a^on kimseye
kendisinden kan almasını söylese,
oda mutad şekilde kan aldığı halde çocuk veya
köle ölse ne lâzım gelir?» diye sorulunca şu cevabı vermiştir: «Kan alan kişinin akîlesine hür
insanın
diyeti ve kölenin kıymetini
vermeleri gerekir. Çünkü bu hataen
öldürmedir.
Yine Muhit
sahibine, «Bir adam uyuyan
bir kimseden ustura ile kan alsa, sonra
da öyle bıraksa ve
odam kan kaybından
ölse ne lâzımdır?» diye sorulunca.
«Kısas gerekir» cevabını vermiştir.
İZAH
Musannıf
icarenin sahih ve fasit kısımlarını anlattıktan sonra işçinin sorumluluğu konusuna geçti.
Zira dıman
konusu, icare akti üzerine terettüp eden arız cümlesindendir. O halde bu konu
izaha
muhtaçtır.
Gâyetü'l-Beyan'da da böyledir.
Açıktır ki, «İşçinin zâmın olması» terkibinin
anlamı müsbet olduğu gibi menfi de olabilir. Eğer
müsbet veya menfi düşünülmeyip sadece müsbet düşünülse idi, İmam'ı Azamın kavline
göre babın
isminin sahih
olmaması lazım gelirdi. Zira ona
göre, ne müşterek işçiye,
ne de özel işçiye
sorumluluk yoktur. Turî.
MÜŞTEREK İŞÇİ
BAHSİ
«Birincisi ilh...» İnaye'de şöyle denilir: Niçin
müşterek işçi bahsi, özel işçi bahsinden öne
alınmıştır?» sorusu. devri gerektiren bir sorudur ilh...»
Yani, eğer
özel işçi bahsi öne alınsaydı bu defa da özel işçi bahsinin niçin öne alındığı sorulurdu.
Zira bunların
her birisinin takdim edilmesinin bir sebebi vardır.
Müşterek işçi bahsine gelince; özele nisbetle genel pozisyondadır. Özel ise, çokluk karşısındaki
tekil
gibidir. Ancak müşterek işçi konusunu
öne almak daha evlâdır. Çünkü bu konu işçinin
sorumluluğu
konusudur. İşçinin dımanı
(sorumluluğu)da ancak müşterek olması halinde söz
konusudur.
Bu söylenenlerle müşterek işçinin özel
işçiden öne alınmasının sebebi tam olarak ortaya çıkmadı.
Bu açıktır.
Halbuki bunun sebebinin açıklanması
lazımdı. Sacdiye.
«Birden fazla
insan için çalışan ilh...» Zeylâî
şöyle demektedir: «Musannıfın bu sözden
maksadı
şudur:
Müşterek işçi, başka birinin işinde çalışsın veya çalışmasın
sadece bir kişiye ait olmayan
işçidir. Onun
müşterek işçi sayılması için, başka
birinin değildir. Aksine başkası
için çalışması zor
veya imkânsız
olmadığı takdirde bir tek kişinin işinde çalışsa bile yine müşterek işçidir.»
«Terzi ve
emsali ilh...» Her ne kadar «terzi gibi» kelimesi
ihtiyaç bırakmasa da musannıf «emsali»
kelimesini sadece
terzinin müşterek işci olduğu sanılmaması için
söylemiştir.
Turî şöyle
der: «Attâbiyye'de, hamal, gemici
dokumacı, terzi, hallaç, boyacı, elbise temizlikçisi,
çoban, kan alıcı, baytar, duvarcı ve kuyu açıcı müşterek işçi olarak
sayılmıştır.»
«İleride izah edecektir
ilh...» Yani özel bahsinde izah edilecektir.
şu kadar var ki Musannıf özel işçi
bahsinde
konunun tahkikini Dürer'e havale etmiştir. İnşaallah biz onu zikredeceğiz.
«Cevahîrü'l-Fetevada
ilh...» Musannıf bu sözüyle müşterek işçi
ve akde konu olan şeyin hükmüne
dikkat çekmek istemiştir.
Zeylaî şöyle demektedir: «Müşterek işçi ile özel işçinin
hükümleri şudur; müşterek aynı anda işçi
birkaç kişiden iş kabul
edendir. Zira onun hakkında akde konu olan şey işin kendisi veya
eseridir.
O halde o herkesten iş kabul
edebilir. Çünkü onun menfaatleri bir adamın hakkına zarar vermez.
İşte bu
yüzden ona «müşterek işçi»
denilmiştir. Özel işçi ise, müstecirden başkası için çalışma
imkânı
bulunmayandır. Zira onun menfaatleri
akit müddetince müstecirin hakkıdır. Ücret de
menfaat karşılığıdır. İşte bundan dolayı
da onun yaptığı iş bozulsa dahi, almaya hakkı
vardır.
Ebussuud
şöyle demektedir: «Yâni işçinin işini bir kişi bozsa dahi yine ücrete hak kazanır.
Ama
ileride de geleceği üzere
işi kendisi bozarsa. o zaman zamin olur.
«İşi yapana
kadar ücreti hak edemez ilh...» Müşterek işçi, kiralama karşılıklı
bir akittir. Taraflar
arasında eşitlik ister. İşçi, üzerinde akit
yaptığı işi müstecire teslim etmedikçe işin karşılığı
olan
ücret de ona
teslim edilmez. Çünkü beyan
ettiğimiz üzere akde konu olan şey
iş veya eseridir. O
halde ücreti alabilmesi
için işi yapması lazımdır. Zeylaî.
«Ücreti hak edemez» sözünden maksat, herhangi bir şart
koşulmadığı takdirde ücreti hak edemez
demektir. Meselâ, kiracının
kendiliğinden ücreti peşin vermesi
veya işçinin ücretin peşin
verilmesini
şart koşması gibi hallerde ücreti alabilir. Nitekim
Sacdiye'd'e de böyledir. Biz bunu
Kitabu'l-İcârenin
başlarında şu ifadelerle belirtmiştik:
«İşi bitirip teslim edeceği
zaman ücretini
taleb etse, fakat teslim etmeden önce mal telef
olsa, ücret düşer. İşinin bir eseri olan her işçinin
hükmü böyledir. Ama hamal gibi işinin eseri görülmeyen işçi, işi bitirince teslim etmese dahi
ücretini
alabilir.»
«Mücteba
ilh...» Mücteba'nın ibaresi şöyledir: «Adam yıkayıcıya Merv kumaşını bir dirheme
yıkamasını şart koşsa, yıkayıcı da buna razı
olsa, takat kumaşı gördükten sonra razı olmasa, akdi
kabullenmeme hakkı vardır. Terzi de bunun gibidir.
«Bunda kaide şudur: Üzerinde çalışılacak mala göre ona verilecek emek değişiyorsa işçinin o malı
gördüğü zaman
işi kabul edip etmeme serbestliği vardır. Ama malın değişmesi ile emek
değişmiyorsa,
o zaman malı gördüğü zaman işi bırakmaya
hakkı yoktur. Meselâ birisini buğday
ölçmesi için veya
kölesinden kan alması için kiralasa,
işçi buğdayı veya köleyi görünce
işten imtina
edemez.»
Mücteba
sahibi, devamla şöyle demektedir: «Bunda esas şudur: Kiracının elinde olan bir malda
çalışmak üzere işçi
kiralamak caizdir, Ama
elinde olmayan bir malda çalışması için kiralamak
caiz
değildir.
Meselâ bir kimsenin yanında
olmayan bir malı satması için birisini kirala-ması caiz
değildir.
Minah. Bunun aynısı Bezzaziye'de de vardır.
«Zamin
değildir ilh...» Elinde telef olan malı müşterek işçi tazmin
etmez. Bilmiş ol ki, malın telef
olması ya
işçinin fiili iledir veya değildir. İşçinin fiili ile olması
halinde de ya işçinin kusuru ile olur
veya kusuru olmadan olur. Malın telefi işçinin
fiili ile olmazsa, bundan kaçınmak da ya mümkündür
veya değildir. Burada birinci şıkkın iki şeklinde de, -malın telef olmasında
işçinin kusuru olsun
olmasın-
bütün fukahanın ittifakıyla işçi zamindir.
İkinci şıkkın ikincisinde, yani işçinin fiili olmadan
ve kaçınması
da mümkün olmayan bir şekilde helak olması halinde,
yine alimlerin ittifakı ile işçi
zamin
değildir.
Ama ikinci şıkkın birincisinde, yani malın, işçinin
fiili dışında helaki halinde işçinin bundan
korunması
mümkün ise. İmam Ebû Hanifeye göre işçi salih olsun olmasın zamin değildir.
İmameyne göre
işçi salih olsada olmasada zamindir.
Sonraki alimler ise
malin işçinin elinde telef olması halinde malın yan kıymetini
ödemesi için mal
sahibi ile anlaşmalarına
fetva vermişler ve bunun için bir kayıt koymamışlardır.
Alimlerden
bazısı tarafından da, eğer işçi salih
bir kimse ise, zamin olmayacağı, salih bir kimse
değilse, zamin olacağı söylenmiştir. Bunlara göre işçiinn durumu bilinmiyorsa eğer o zaman sulh
yapmaları lazımdır. H.
İMAM EBÛ HANİFE'NİN
KAVLİNE KIYASLA FETVA VERİLİR
Bedâic'de şöyle
denilmektedir: «Mal, işçinin müdahalesi olmadan -ister iş
yapmazdan önce olsun,
ister sonra-
helâk olursa İmamı Azama göre işçi mesul değildir. Çünkü mal, işçinin
elinde
emanettir.
Kıyasa uygun olan da budur. İmameyn
ise mesul olacağını, ancak büyük bir yangından
dolayı veya
zorla elinden alınması halinde zamin olmayacağını söylerler.
Bu da istihsandır.»
Hayriye'de
de şöyle denilmektedir: «İşte bunlar
dört kavildir ki, hepsi sahihtir ve hepsi ile de fetva
verilebilir.
Bu son tafsilat da güzeldir. Görüşlerden birincisi Ebû Hanife'nin görüşüdür. Alimlerden
bazıları Ebû
Hanife'nin görüşü. tabiinin
büyüklerinden Atâ ve Tâvus'un da
görüşüdür demişlerdir.
İmameynin
kavlı ise Hazreti Ali ve Hazreti
Ömer'in kavlidir. Hazreti Ali ve Ömer'e hürmeten ve halkın
malının
korunması için fetva bu kaville
verilir. Allah daha iyisini bilir.»
Tebyîn'de de şöyle denilmektedir: «İnsanların
durumu bozulduğundan dolayı
İmameynin kavli ile
fetva verilir. Halkın malı da ancak İmameynin
kavline göre korunabilir.»
Zîra işçi zamin olmadığını bildiği takdirde, elindeki
malın çalındığını veya zayolduğunu iddia
edebilir.
Haniye Muhit ve Tetimme'de ise: Fetvâ'nın İmâm Hanife'nin görüşü üzere olduğu söylenmektedir.
Demek oluyor
ki, müftabih olan görüş alimler
arasında ihtilâflıdır. (Yani en
uygunu bu) İbni Melek
Mecma şerhinde ve Muhit'te şöyle demiştir: «İmamlar arasındaki
ihtilaf, icâre akti sahih olduğu
takdirdedir.
Eğer icare akti fasit olursa,
İmamların ittifakı ile işçi zamin olmaz. Zira mal o vakit
işçinin elinde emanettir. Çünkü akde konu olan şey mal değil menfaattir, o da ecr-i misille tazmin
edilir.»
Ben derim ki: Aynı zamanda Haddâdinin Cevheresinde dediği gibi helâk
olan malın üzerinde iş
yapılan şey veya Bedâi'de denildiği gibi üzerinde iş
yapılacak malın mutlaka muhtaç olduğu
bir şey
olması
durumunda da ihtilaf edilmiştir. Nitekim Bedâi'de şöyle denilmektedir: «Hişâm, İmam
Muhammed'den
şöyle rivayet etmiştir: «Birisi diğerine bir iş yapması için torbası ile
birlikte bir
Mushaf verse,
veya bıçağa su vermesi için kını ile
birlikte bir bıçak verse, adam denileni yaparken,
bunlar helâk
olsalar ne lazım gelir? diye sordu. «Hem Mushafa, hem kılıfına, ve hem
bıçağa hem de
kınına
zamindir. Zira Mushaf ve bıçak kılıf ve kına daima muhtaçtırlar. Ama
bir kişi kılıf dikmesi için
bir başkasına Mushaf verse ve kın yapması için
bir bıçak verse de bıçak veya Mushaf
zayi olsalar,
zamin olmaz.
Zira adam müshaf ve bıçak üzerinde çalışmak için değil
onların dışında bir iş yapması
için icarlanmıştır.»
«Metin
sahipleri de bu görüşü söylemişlerdir
ilh...» Vikaye, Mülteka, Dürer ve
Islah gibi kitapların
hepsinde
zamin olmayı (sorumluluğu) şart da koşmuş
olsa, sarahaten işçi zamin olmaz denilmiştir.
Kudurî, Kenz
ve Mecma'a gelince, bunlar da mutlak olarak
zamin olmayacağını ifade etmişlerdir.
Onların
sözlerinden böyle anlaşılmaktadır.
«Ancak Eşbah'ta
buna muhalefet edilmiştir. ilh...» Yani kiralanan işçinin zamin
olmasını şart
koşarsa mal işçinin
elinde helâk olduğu takdirde fakihlerin icmaı ile zamindir
denilmiştir. H.
Eşbah'ta ki bu ifade Hülâsa'dan nakledilmiştir. İbni
Melek de onu Câmi'e isnad etmiştir.
«Sonra gelen alimler yarı kıymeti üzerine sulh yapılır diye fetva vermişlerdir ilh...»
Yani sonraki
alimler hem İmamın, hem de İmameynin kavli ile amel etmek için böyle fetva
vermişlerdir. Bunun
manâsı şudur: Her yarıda bir kaville amel etmişlerdir. Çünkü «Telef olan nesnenin yarısı düşürülür,
diğer yansı
da sulhen tazmin ettirilir»
demişlerdir. Bezzaziye.
Mülteka
şerhinde de şöyle denilmektedir: «Zahidî, «Biz Harzemdeki üstatlarımızın yukarıda geçen
şekilde fetva verdiklerine ulaştık. Kuhistanî de bunu ikrar etmiştir.»
der.
Camiü'l-Fusuleyn'de
Şemsü'l-Eimme Evzeacedî ve Fergana
alimleriin o şekilde fetva verenlerden
oldukları
söylenmektedir.
«Alimlerden bazısına göre ise eğer işçi salih bir kimse ise zamin değiıldir ilh...»
Camiü'l-Fusuleyn'de
bu görüş Muhît sahibinin Fevaid isimli eserine
isnad edilmiştir.
«Ben diyorum
ki: Yarı kıymetini ödemesi için müşterek
işçi sulh yapması için zorlanır
mı?
Tenvirü'l-Besair'de.
«Evet, sulh yapması için zorlanır.» denilmektedir ilh...» Zira Tenvirü'l-Besair
sahibi şöyle
der: «Eğer sulh yapmaya nasıl zorlanacağı sorulursa,
cevaben şöyle derim: Kiralama,
kendisinde aktin devamı için zorlamanın câiz olduğu bir akittir. Görülmüyor mu
ki, adam bir
hayvanı veya bir gemiyi belirli bir müddet için kiralasa,
kirâ müddeti çölün veya denizin ortasında
iken bitse kira zorla uzatılır. Ama kira aktinin başlangıcında zorlama olmaz.
Üzerinde durduğumuz
mesele kira akdinin bekâ halidir ki, onda
zorlama geçerli olur.
«Ben diyorum ki:
Tenviru'l-Besâir'deki bu soru ve cevap Bezzaziye'de cevabdaki bir ziyada ile
birlikte
harfiyen zikredilmiştir. Bezzaziye
sahibi bu soru ve cevabı «Alimlerin
bazıları sulh ile fetva
verirler.»
dedikten sonra zikretmiştir. Soru ve cevaptan sonra da itiraz olarak varid olamaz. Ben
İmam Ebû
Hanîfenin görüşünü ihtiyar ettim. Zira, «sulh fiyatı düşmek manasına mecazen
söylemiştir.» dedik» demiştir...
Bezzaziye'de
daha sonra da şöyle denilmektedir:
«Semerkand uleması zorlama olmadan sulh
yapılacağına fetva vermişlerdir.»
Bütün
bunlardan anlaşılıyor ki, zorlamanın yapılıp yapılmayacağı
hususunda iki görüş vardır. «Telef
olan nesnenin
yarısı düşürülür diğer yarısı da sulhen tazmin
ettirilir» sözü, buna delildir. Zira telef
olan nesnenin
yarısı tazmin ettirilir sözü
cebrîdir. Öbür yarıda sulh etmek diğer yarısının kıymetini
düşürmekten
mecazdır. İşte bu Evzencedî'nin Harzem ve Fergana alimlerinin sözüdür. Nitekim
yukarıda geçti.
İkincisi ise, Semerkand
Fukahasınm görüşüdür. O halde Minah'ta geçen «İmam Zahîrüddin cebren
sulh yapılır
sözünden rücu etmiştir.» ifadesi,
cebr ile hükmetmenin terkedildiğine delalet etmez.
Ancak cebren sulh edilir sözüne kail olan bütün
alimlerin sözünden rücu ettiği nakledilirse, o
zaman «zorla sulh yapılır» görüşü terkedilmiştir. denile-bilir.
«İşçinin fiili ile telef olursa, zamindir ilh...»
Yani işçinin telef etme kasdı olmasa bile üç imamın
görüşüne göre
zamin olur. Ücreti de hak edemez. Çünkü kiracıya menfaat değil, zarar
getirmiştir.
Bedâi.
Ecirin
tuttuğu işçinin işi de, ona izafe edildiğinden işçinin zayi etmesi halinde yine o zamin olur.
Onun işçisi
özel işçi (ecr-i has) olduğu için malın
telef olmasında kasdi bir kusuru olmadıkça ona
tazmin
ettiremez. Nitekim.bu mesele bölümün sonunda zikredilecektir.
«Kumaşı fazla dövdüğü
için ilh...» Yanı bizzat kendisınin veya
işçisinin dövmesinden dolayı kumaş
yırtılırsa. Eğer kumaşı dövmeden, kumaş sahibinden yardım ister o da yardım eder ve
kumaş
yırtılırsa, hangisinin vuruşundan yırtıldığı belli olmazsa İmam'ı Azamin kavline göre: «şüpheden
dolayı işçinin zamin olmaması» gerekir. İmam Ebû Yusuf'tan gelen rivayete
göre ise kumaştan
noksan olanın
yarısına işçi zamin olur. Bu meseleye işçinin ücretini almak için elinde
tuttuğu
kumaşı, sahibinin asılması ve bunun sonunda kumaşın yırtılması meselesine benzer. Hamevî,
Zahiriye'den
özetle.
Tebyin'de de şöyle denilmektedir: «Kumaş sahibi
dilerse kumaşı işlenmemiş şekilde
ona tazmin
ettirir ve
ücret vermez. Dilerse, işlenmiş şekildeki
kıymetini tazmin ettirir ve ücretini de tam olarak
verir.» T. Özetle.
«Hamalın
ayağı kaydığı için ilh...» Musannıf. Mülteka
şerhinde şöyle demiştir: «Yani hamalın
sırtındaki
yük, halkın kalabalığından itelemesinden dolayı düşmemişse hamal zamindir. Ama eğer
yükün düşmesi.
halkın izdihamından dolayı
ise, zamin olmaz. İmameyn
bu meselede İmama
muhalefetle,
«İşçi yine zamin olur.» demişlerdir. Nitekim Mecma şerhinde de
böyledir.»
Mecma şerhinde şöyle denilir: «Eğer kiracı ücretle
yük yüklediği hayvanı çekse, hayvanın ayağı
kayıp düşse,
üzerindeki yük de zayi olsa yine
zâmindir.»
Kirâcının
yükü hayvana bağladığı ipin kırılıp yükün
düşmesi halinde de yine kiracı
zamindir.
Nitekim Kenz
ve Mültekâ'da da böyle denilmektedir. Ama eğer ip mal sahibinin olursa, onun kopup
yükün zayi
olması halinde kervancı zamin değildir.
Tatarhaniye'de de böyledir.
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Müşterek çoban hayvanları süratli sürse, onlar da köprünün
üzerinde veya nehrin kenarında birbirlerini sıkıştırsalar da içlerinden
bazıları suya düşse, veya
hayvan çobanın sürmesi yada mutad olsa bile
dövmesi ile zayi olsa, çoban
zamindir.»
«Gemicinin süratli sürmesi yüzünden gemi batarsa ilh...» Musannıf burada geminin batmasını
gemicinin
sürmesi ile kaydetmiştir. Zira eğer rüzgârdan, dalgadan veya herhangi bir şeyin
gemiye
çarpması ile veya
geminin bir kayaya çarpması ite batar ve mal telef olursa, İmam Ebû Hanifenin
görüşüne göre
gemici zamin değildir.
Ben diyorum ki: Kiracının batmadan evvelki alınan yolun ücretini vermesi vacibtir.
Mezhebin fer'î
meseleleri bu hükme şehadet etmektedir. Seriyüddin,
Mücteba'dan.
Bu meselede kiracının alınan yolun ücretini vermesi,
kendisinin de gemide olmasına bağlıdır. Eğer
kiracı onunla beraber değilse, zaten malın teslimi
mevcut değildir. Bölümün başında
geçtiği üzere
müşterek işçi ancak
teslim ettikten sonra ücret alabilir. Teemmül et. I.
«Fark, Dürer
ve diğer muteber kitaplarda ilh...» Bu farkın özeti şudur: Kumaşın kalınlığı
ve inceliği
ve dövmeye ne kadar tahammül edeceği araştırılarak bilinir. O zaman
kumaşın herhangi bir zarar
görmemesi şartını koşma imkânı vardır. Ama ustura
veya hacamatla kan almak böyle değildir.
Çünkü kan
almanın zarar verip vermeyeceği kan
alınan kimsenin vücudunun kuvvet veya zaafına
bağlıdır. Bu
da kendiliğinden bilinen bir şey değildir. Aynı şekilde kanı alınan kişinin ne kadar
yaraya
tahammül edeceği de bilinmemektedir. O halde kanı alınan kişinin zarar
görmemesi şartını
koşmak mümkün değildir. Bu sebeple kan almada böyle
bir kayıd konulursa bu kayda
itibar
edilmez.
«Sadru's-Şeria'nin söylediğinin aksine ilh...» Zira Sadru's-Şerîa.
«Musannıfın, «FiiliyIe telef olursa
zamin olur.»
kavlinden murad kan ama meselesinde
geleceği üzere mû'tad olan miktarı aşan
fiil
olması gerekir» demiştir.
H.
«Şu kadarı var ki Kuhistanî, Sadru's-Şerîa'nın kavlini takviye etmiştir ilh...» Zira Kuhistanî şöyle der:
«İşçi izinli olmadığı bir fiili sebebiyle helâk olan hayvanı
ve başka malı zamindır. Mesela
Muhît ve
diğer
kitaplarda belirtildiği üzere kumaşı yırtana kadar dövmesi böyledir. O
halde onun kumaşı
yırtacak şekilde dövmesi mutad olan bir dövme değildir. Bundan ötürü de Sadrı Şeria, «iş»
kelimesini mutad olmayan iş ile tefsir etmiştir. Musannıfın tefsirinin Kâfi deki, «kumaşın
kuvveti
veya zaafı araştırmakla bilinir. O
halde işçinin salih olması ile kayıtlanması mümkündür» şeklindeki
ibare ile batıl olduğunu söylemek yanlıştır. C.
Ben derim ki: Kuhistanî'nin sözünün muktezası şudur: Üzerinde işlem yapılan malı telef
eden her iş
mutad
değildir. O halde Sadru's-Şerîa'nin sözü Kâfi'deki, «Telef eden amel bazen mutad olur.»
sözüne zıt
düşer.
Anladığıma
göre fukahanın yukarıda zikredilen sözleri
orasında tezad yoktur. Zira onların hepsi
kumaşı telef edecek dövmenin mutad olmadığını söylemektedirler. Ancak
hacamatçı ve
benzerlerinin
zamin olması mutat olmayan
bir hacamat yapmakla kayıtlı olunca fukaha, kumaş
temizleyicinin
de bu kayıtla olmayacağına dikkat çekmek
istemişlerdir. Bunu da kumaş yıkayıcı
ile
hacamatçı arasında farkı belirtmek için yapmışlardır.
Şu kadarı var
ki, kumaş ve benzeri şeylerde mutadın
dışına çıkmak, ancak kumaşın telef
olması ile
anlaşılır. O halde herhangi bir iş, işlem
yapılan malı telef ederse, bilinir ki, adetin dışında bir işlem
yapılmıştır.
Taksiratından ötürü de işçi zamin olur. Zira sanatında mahir olan
kişi yapılan
işlemin
telef edici
olup olmadığını bilir. Ama
hacamatçılık ve benzeri işler böyle
değildir. Çünkü onun kan
alacağı özel bir yer vardır.
Kan aldığında o yeri taşmadığı takdirde zamin olmaz.
Zira o mahareti ile
yaptığı işin
telef edici olup olmadığını idrak edemez. O zaman onun zâmin
olması, o hususî yeri
tecavüz
etmesine bağlıdır. İşte bu izahla anlaşılmış
oldu ki, kumaş yıkama gibi işlerde. malı telef
eden her iş âdetin dışındadır. Bedaî'deki şu ifade de
buna delalet etmektedir.
«Kumaşı yıkayacak kişinin;
âletine ve döveceği yere bakmakla
kumaşı yırtmaması mümkündür.
Bir
de, tokmağını
indirdiği yeri ve o yerin
tokmağa ne kadar tahammül edeceğini de mahâreti
sayesinde
bilir. İşte bu şartlara riayet
edildiği takdirde kumaş telef olmaz. Kumaş telef olursa bu
onun işindeki
kusuruna delâlet eder. Kul haklarında kusur etmek de
hiçbir zaman özür değildir.»
O halde
bilinmiş oldu ki iki söz arasında fark yoktur. Ancak tabirlerde müsamaha vardır.
MÜŞTEREK
İŞÇİNİN ZAMİN (SORUMLU) OLMASI İÇİN ÜÇ ŞART VARDIR
Turî'nin
Muhit'ten naklettiği ifadesinin özeti
şudur: Müşterek işçinin elindeki malin telefinden dolayı
zamin olması şu üç şarta bağlıdır. Üzerin-de çalıştığı
malı teleften korumaya muktedir
olması. O
halde gemi dalga, rüzgâr veya kayaya çarpmak gibi bir sebeble batsa gemici zamin
olmaz.
İki: Üzerinde iş yapılacak malın işçiye teslim edilmesi gerekir. O halde mal sahibi veya vekili
gemide olsalar ve gemi batıp mallar telef olsa gemici zamin olmaz.
Üç: Tazmin ettirilecek şeyin, akitle tazmini caiz olan cinsten olması. Buna
göre, insanın telef olması
halinde işçi zamin değildir. Nitekim ileride gelecektir.
«Gemici gemiyi
sürerken âdet olanı geçmedikçe zamin
değildir ilh...» Buna fesadı kasdetmemişse
şartı da eklenir. Şurunbulaliye, Haniye'den.
İşcinin zamin olması için
malı telef eden şeyden kaçınılması da mümkün olmalıdır. Bunu Mekkî
ifade
etmiştir. T.
«Kendisi de hayvana
binse ilh...» Eğer mal sahibi ile kiracı hayvana birlikte binseler veya beraber
sürseler yada
beraber çekseler, hüküm yine böyledir.
Yani kiracı zamin değildir. Çünkü mal sadece
işçinin elinde değil her ikisinin elindedir.
Bişr, Ebû
Yûsuf'tan şunu nakletmiştir: «Hamalın sırtındaki veya başındaki mal, sahibi de onunla
birlikte
yürürken çalınca, hamal zamin değildir. Zira mal hamala tam olarak
teslim edilmemiştir.
Fakihler der ki «Eğer mal
iki gemide ise. malın sahibi gemilerin birine binmiş
olsa iki gemi ister yan
yana olsun
ister ayrı ayrı gemilerin seyri de durmaları birlikte olursa,
gemici zamin değildir. Aynı
şekilde yükün
sahibi deve katarından birine
binmişse, deveci zamin değildir.
Çünkü bu durumda
mal sahibinin
elinde sayılır. Zira malı o korumaktadır.» Bedaî. Bu konuda biraz
ileride tafsilat
gelecektir.
«Bu meseleyi
daha önce anlattık ilh...» Yani Kitabu'l-Vedîada. Şarih ;bu sözüyle birisinin malını
ücretle
muhafaza eden emanetçinin dıman şart koşulsa bile müşterek işçiye
muhalif olduğuna
dikkat çekmektedir. Evlâ olan bu sözün Zeylâi'nin
yaptığı gibi metindeki, «Dımanı şart
koşsalar bile
müşterek işçi elinde telef olan malı ödemez.»
sözünün yanında zikredilmesiydi. Müşterek işçi ile
ücretli emanetçi arasındaki fark şudur:
«Müşterek işçide, üzerinde akit yapılan şey
iştir. Üzerinde işlem yaptığı şeyi koruması da ona teb'an
vacibtir. Ama ücretli emanetçide malı korumak
esas gayedir ve emanetçi sırf bunun
için para
almaktadır.
Ben derim ki: Musannıf, Kitabü'l-Vedîada emin olan -kendisine dıman gerekmiyen-
kişiye dımanın
şart koşulmasının batıl olduğunu söylemiş ve bunun
müftabih olduğuna işaret etmiştir.
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Hamamcıya elbiselerini
ücretle teslim etse ve telef olduğu
takdirde onu
ödeyeceğini şart koşsa, müftabih olan
kavle göre bu şartın geçerliliği
yoktur. Zira hamamcının
elbiseyi
koruması için ücreti şart koşarsa müşterek işçi gibi olur.»
(İnsan helâk olursa mutlak olarak tazmin edilmez.)
«Mutlaka
ilh...» Helâk olan insan mutlak olarak tazmin
edilmez. Sahih kavle göre adam ister büyük,
ister küçük olsun farketmez. Tebyîn' de de böyle
denilmektedir. Bazı alimler de, «Hayvan
ile adam
taşıyanın
zamin olmaması, adamın kendi başına hayvana
binebilmesi ve hayvanın sırtında kendini
tutabilecek kadar büyük olması halindedir. Yok eğer insan hayvana kendi başına
binemiyor ve
hayvanın sırtında duramıyorsa eşya gibidir. Yani telef olduğu takdirde hayvan sahibi zamindir.»
demişlerdir. T. Mekkî'den.
«İnsan ancak cinayetle zamin olunur ilh...» Bundan ötürü de onun tazmini câninin akilesi
üzerinedir.
Akit sebebiyle gerekli olan dıman ise zayi edenin akrabası üzerine
değil kendi
üzerinedir.
İbni Kemal.
«Adamın izni olduğu için cinayet
yoktur îlh...» Yani ister asil olsun. ister çocuğun veya
kölenin
velisi olsun
kiracı işçiye, bindirmesi için izin vermiştir.
«Küp yolda kırılsa ilh...» Müntekâ'dan
naklen Bezzaziye'de şöyle denilir: «Adam sırtına bir yük
yüklese, yük
sahibi de beraberinde olsa, hamalın ayağı kaysa ve yük düşerek zayi olsa zamin olur.
Zira onun
kayması kendi cinayetidir. Adam bir
yük kiralasa mal sahibi de onunla birlikte olsa,
hayvan sahibi yüklü hayvanı kendisi sürerken hayvan kaysa da üzerindeki eşya düşüp telef olsa
bize göre hayvan sahibi zamin olur. Zira o müşterek
işçidir ve malı kendi eliyle
telef etmiştir.»
Yukarıda
Bedaî'den naklettiğimiz ibare ile bunun arasındaki farka dikkat
edilsin. Herhalde bu
hususta
muhtelif rivayetler vardır. Veya
Bezzaziye'nin ifadesindeki, «kendisi
sürerken» tabiri
«süratle sürmek» şeklinde
yorumlanmalıdır. Teemmül et.
Ben, Zahîre sahibi eşya sahibinin eşyasını yüklediği hayvanın sırtına binmiş
halde iken hayvan
işçinin sürmesiyle kayıp
düşse, işçinin zamin olmaması ile
hayvanın arkasında işçi ile birlikte
yürüdüğünde
zamin olması arasını ayırmıştır. Bunun
tamamı Zahirededir.
«Küp yolda kırılırsa ilh...» Musannıf bunu
Bedaî'dekı şu ifadeye isnaden
kaydetmiştir. «Adam küpü
sahibinin
evine götürse, sonra sırtından sahibi ite birlikte ve küp ikisinin elinden yere düşüp kırılsa,
hamal
zamindir. Bu, İmam Muhammed'in birinci kavlidir. Sonra bu sözünden dönerek, «Hamal
zamin olmaz.» demiştir.»
«Hamalın
fiili ile olursa ilh...» Musannıfın bu sözü yolda giderken
ayağının kaymasına da şamildir.
Yani ayağı kaysa, sırtındaki düşse ve kırılsa zamin olur. Bedayî.
«İmâmeyn
burada muhalefet ederek ilh...» Yani,
başka bir seçeneği olmadan
kırıldığı yerde onun
kıymetine
zâmindir. Nitekim Tebyin'de de böyle
denilmektedir.
Bedaî'de
şöyle denilmiştir: «Eğer küp halkın sıkıştırmasıyla
arkasından düşerek kırılsa fukahanın
icmâı ile zâmin olmaz. Çünkü kendisini halkın sıkıştırmasından
koruma imkânı yoktur. O zaman bu
malın büyük
bir yangında yanması gibi olur. Ama eğer hamal, kendisi halkı sağa sola iterken yük
arkasından düşüp zayi olduğu takdirde üç imama göre zamindir.» Teemmül et.
«Mûtad olan
yeri tecavüz etmedikçe ilh...» Yani kan
alan, ister hacamatla alsın, ister
utura ile alsın,
âdet olan
yeri tecavüz etmedikçe ve onun izni ile almışsa
kan aldığı kişinin ölmesi halinde
zamin
değildir.
Kâfi'de şöyle
denilmektedir: «Muhtasar'ın ibaresinde tecavüz etmemek kaydı
yer almış ama izinden
söz edilmemiştir. Camiü's-Sağîr'in ibaresinde ise,
izin vardır. Fakat tecavüz meselesi yoktur.
O
halde bu iki
metinden birisi öbürünün sustuğu yeri
beyan etmektedir. O zaman bu iki rivayet birlikte
ele
alındığında zamin olmamak için kan alma
yerini tecavüz etmemek ile iznin bulunmasının
şart
olduğu
anlaşılır. Demek ki bunlardan birisi veya ikisi de bulunmazsa
o zaman zamin olması
gerekir.» Tûri.
«Sünnetçi
tenasül uzvunun başını keserse ilh...» Yani başının hepsini keserse. Şurunbulaliye'de de,
«Eğer uzvun
başının hepsini değil de bir kısmını keserse,
o zaman adil kişilerin takdir edeceği bir
tazminat vermesi
gerekir. Nitekim İtkanî de bunu zikretmiştir.» denilmiştir.
«Tam bir azâ diyeti
ilh...» Zeylaî şöyle demektedir: «Bu
mesele meselelerin en acaibidir. Zira
iyileşmekle
diyetin çoğu vacib oluyor, helâk
olmakla azı.
«Hür insanın
dîyetî ilh...» Eğer ölen çocuk hür ise diyet,
köle ise kıymeti verilir.
Hâlebî şöyle
demiştir: «Zira adamın kan olması izinle değildir. Çünkü çocuk
ve kölenin iznine itibar
edilmez. Zira onlar mahcurdurlar.»
«Hatâen ölüme
girmektedir ilh...» Çünkü kan alıcı onun ölümünü kasdetmemiştir.
Ölümünü
kasdetmemesinin delili, kan alacak yeri
dışarıya taşımamasıdır.
«Kısas
vacibtir ilh...» Zira onu kesici bir aletle
öldürmüştür. T. Yanî onun ölümüne kasdetmiştir. O
halde bu kasden öldürmeye girer. Bunun cezası da kısastır.
METİN
İşçilerin ikinci kısmı
özel işçi (ecir-i has)tır. Buna ecir'ü-vahd (tek adamın işçisi) de denir. Özel işçi
sadece bir adama belirli bir vakit çalışandır.
Ecir'i Has çalışma müddetinde kendisini
müstecire
teslim etmekte, çalışmasa
dahi, ücret alması helâldir. Bir aylığına hizmet etmesi veya
bir aylığına
tayin edilen koyunları otlatmak için muayyen
bir ücretle tutulan kimse eciri hastır.
Ama
yukarıdakinin aksine eğer akit esnasında çalışma süresi yapılacak
işten sonra zikredilirse,
meselû: Bir adam bir çobana: «Seni koyun otlatmak için bir aylığına kiraladım» dese-
o zaman
müşterek işçi olur. Ancak kiracı bu durumda işçinin bir başkası için çalışmamasını veya
bir
diğerinin
koyunlarını otlatmamasını şart
koşarsa. o zaman yine özel işçi olur.
Bu meselenin tahkiki
Dürer'dedir.
Özel işçi müstecirin dışında başka birinin
işinde çalışamaz. Eğer çalışırsa.
çalıştığı kadar ücreti
düşürülür.
Fetevâ-yı Nevazil.
Özel işçi olan çoban davarı otlatırken icare müddeti içersinde koyunların yarısı veya yansından
çoğu telef
olsa, eğer koyunlardan bir miktarını
otlatmaya devam ederse yukarıda geçtiği üzere,
burada akde konu atan şey işçinin nefsini kiracıya teslim etmesidir. Cevhere.
Bu illetin
zahirine göre koyunların tamamı helâk
olsa bile ücret yine bakî kalır. Bu İmadiye de
sarahaten zikredilmiştir.
Özel işçinin üzerinde çalıştığı mal elinde
telef olsa veya fiili sebebiyle helâk
olsa, -mesela kumaş
temizlemek için döverken yırtılsa- zâmin değildir.
Ama kasdi olarak telef ederse o
zaman,
emanetçide
olduğu 9ibl zamin olur.
Musannıf daha
sonra bu asıl üzerine şu meseleyi bina etmiştir. Süt annenin elinde çocuk ölse veya
o çocuğun
üzerindeki kıymetli takılardan bir
şey çalmış olsa, süt anne zamin değildir. Çünkü
sadece bir adamın özel işçisidir. Yine bunun
gibi çarşı bekçisi. han bekçisi
de çarşıdan veya
handan
çalınan malı zamin olmazlar.
İşte ki
terdid (şöyle veya böyle iki ihtimalli oluş) sebebiyle ücreti de şıklı bırakmak sahihtir. Meselâ,
adamın icarladığı kâtibe, «Bunu Farsça yazarsan bir dirhem,
Türkçe yazarsan iki dirhem» demesi
caizdir.
Musannıf ibareyi bizzat kendisi ilave
etmiş ama izah etmemiştir. Bunun hükmü biraz sonra
izah edilecektir.
Şeyhimiz
Remlî şöyle der: «Musannıfın bu sözünün manası şudur: Yâni şıklı söylemek ikinci günde
değil,
birinci günde sahihtir. Meselâ, Bugün yazarsan
bir dirhem veya yarın yazarsan yarım
dirhem»
denebilir.»
Yerlerin
farklılığı ile de değişik ücretler istenebilir. Meselâ,
«Şu evde oturursan bir dirhem, şu evde
oturursan iki
dirhem» denilebilir.
Yapılacak iş çeşidîne
göre de farklı ücret istemek sahihtir. Meselâ bu dükkânda attarlık
yaparsan
bir dirhem,
demircilik yaparsan iki dirhem» denilmesi gibi.
Mesafeye göre
farklı ücret koymak caizdir. Meselâ,
«Kûfe'ye gidersen iki dirhem» denilmesi gibi.
Yüklenecek
yükün değişmesi ile ücretin de değişeceği şart
koşulabilir. Mesela, «Arpa
yüklersen
bir, buğday yüklersen iki dirhem» denilmesi
gibi.
Üç şey
orasında muhayyer bırakmak da caizdir. Ama dört şey
arasında muhayyer bırakılamaz.
Nitekim
alım-satımda da böyledir.
Bu meselelerin hepsinde ücret iş yapılıp ortaya
çıktığı zaman vacib olur. Ancak zamandaki
muhayyerlik
öyle değildir. Çünkü onda; mesela dikiş için kiraladığı
adam işi birinci gün yaparsa
akitte
konuşulan ücreti alır. İkinci gün dikmesi halinde ise bir
dirhemi geçmemek kaydıyla ecr-i
misil alır. Üçüncü gün dikerse, verilecek ücret yarım dirhemden fazla olmaz. Bu meselede İmameyn
muhalefet
etmiştir.
Kiracı
oturduğu evde bir tandır veya dolap
-Dürer'in ibaresiyle ocak yapsa ve komşu evlerin bazıları
bu tandırdan
ateş alarak yansalar, kiracı hiçbir şekilde zamin değildir.
Yani kiracı ocağı ister ev
sahibinin
izni ile yapsın, ister izin
almadan yapsın farketmez. Ancak, ocak veya
tandırda normalin
üzerinde ateş
yakarsa o zaman zamin olur.
Bir eşek kiralasa ve
eşek yolda kaybolsa, kiracı arasa
da bulamayacağını bilse zamin
değildir. Aynı
şekilde sürüden bir koyun kaybolsa, çoban onu aramaya
çıktığı takdirde diğerlerinin helâk
olacağından
kork-tuğu için aramasa, yine
zâmin değildir. Çünkü koyunu bir özür
sebebiyle
aramamıştır. Emanetçinîn boğulma ânında. emaneti denize atması da
böyledir.
İmameyne göre
koyun meselesinde çoban müşterek
işçi ise zamin olur. Çoban koyunları
birbirine
katsa. eğer ayırmak mümkün ise zamin değildir. Hayvanları bu falana aittir
diye tayin etmek de
çobanın sözü
kabul edilir. Eğer koyunları
ayırmak mümkün değilse. çoban
koyunları karıştırdığı
gündeki
kıymetlerini öder. Koyunun kıymetini
tayinde söz yine çobanındır.
Çoban mal
sahiplerinin izni olmadan erkekleri
dişilere aşmaları için bırakamaz. Eğer bırakırsa,
helâk olan hayvanların
kıymetini öder. Ama çobanın
müdahalesi olmadan erkekler dişilere
aşsalar,
çoban zamin
değildir. Cevhere.
İZAH
«Özel işçiye
tek adamın işçisi de denir ilh...» Müşterek işçinin
zıddıdır. Tek müstecirin işçisi
demektir. Özel işçi de
bu manâdadır. Bu ifadenin zahirine
göre iki tabir arasında bir fark yoktur.
Ama biz iki
tabir arasında mutlaklık ve umumîlik farkı
olduğunu ifade eden şeyler söyleyeceğiz.
ÖZEL İŞÇİ BAHSİ
«Bir adama ilh...» Yani belirli bir kişiye çalışan
kişidir. O belirli kişi bir kişi yahut daha fazla da
olabilir.
Bu hususta
Kuhistanî şöyle der: «İki veya üç adam
bir çobanı kendi koyunlarını otlatması için
kiralasalar, o çoban özel işçi olur. Muhit ve
diğer muteber kitaplarda da böyle denilmektedir.
Buna göre
kendisini ilk tutan kiracıya çalıştığı başkasına da çalışma
hakkı olan işçi tarifin dışına
çıkmaktadır. Yani özel işçi değildir.
«Belirli bir
vakit çalışmak üzere ilh...» Bu kayıtla terzi gibi belirli bir vakit tayın edilmeden önce
adam için çalışan işçi
özel işçi tarifinin dışına çıkmaktadır. H.
«Sadece kendi işinde çalışmak üzere ilh...» Bu kayıtla belirli bir zaman çalışmakla
birlikte kiracı
tarafından
başkası için çalışmaması şartı koşulmayan çoban gibi işçiler tarif dışına çıkmaktadır.
Tahtavî: diyor ki: «Bu ifâdeden anlaşıldığına
göre: Adam, koyun otlatmak için bir aylığına tutulmuş
olsa, mal sahibi yalnız kendisinin koyununu
otlatması şeklinde bir kayıt koymasa bite yine özel işçi
olur. Her
halde buradaki tahsisten murad, -Tahsisi ansın veya anmasın-
başkalarının koyunlarını da
güdebileceğini
söylememektedir... Zira özel işçi, umumîlik ifade
eden bir söz söylemekte müşterek
işçi olur.
Nitekim bu. Dürer'in ibaresinde gelecektir.
«Çalışmasa dahi ücreti hakeder ilh...» Yani
işverene kendisini çalıştırma imkânı verdiği halde
-müstecirden
gelen bir sebeble- çalışmasa
yine ücreti alır. Ama müstecire teslim ettiği halde
yağmur veya başka
bir özürden ötürü çalışmasa
ücret alamaz. Zahîre'den naklen Mîrâcta da böyle
denilmektedir.
«Hizmet için
tutulsa ilh...» Yani adamın kendisine, hanımına ve çocuklarına
hizmet etmesi için
birisini kiralasa bu özel işçidir. Bunun vazifesi seher
vaktinden yatsıdan sonra halk yatıncaya kadar
mutad olan
işleri yapmaktır. Bu işçinin yemeği de patrona aittir. Eğer yemek işçiye şart koşulmuşsa
-kiraya- verilen hayvanın yeminde olduğu gibi- icare akti fasit olur. Birçok kitaplarda
böyle
denilmektedir.
Şu kadarı var
ki, Fakih Ebülleys, «Zamanımızda köleler, müstecirin malından yer.» demiştir.
Hamevî,
Zahiriye ve Haniye'den naklen.
Bu konu geçen
babın başında geçti .T.
«Tayin edilen
koyunları otlatmak için ilh...» Dürer ve Tebyin'de de böyle
kayıtlanmıştır. Musannıf da
geçen bölümün
başında şöyle demişti: «Adam bir ekmekçiyi bugün şu kadar unu bir dirheme
ekmek yapacaksın
diye kiralasa, İmama göre bu akit fasit olur. Çünkü iş ile vakit birlikte şart
koşulmuştur.
Buna göre musannıfın bu sözleri ile orada zikredilenler birbirine
zıt düşmektedir. İşte
bundan ötürü
Şurunbulaliye, «Akit bu tertib üzere
yapılırsa, mesele evvel vakit, sonra iş
konuşulursa
yukarıda söylediğimiz gibi bu fasit bir akit olur. Bu aktin sıhhati için
müddet ücretten
sonra zikredilmelidir. demiştir.
Ben derim ki: Biz geçen babın başında «tayin edilen» sözünün düşmesini gerektirecek sözler
söyledik. Oraya müracaat ediniz.
«Meselenin tahkiki Dürer'dedir ilh...» Dürer'in
ibaresi aynen şöyledir: Hizmet etmesi veya
koyun
otlatması
için icarladığı kimse, ona ancak başkasına çalışmamasını
veya başkasının koyunlarını
otlatmamasını
şart koşarsa yada aktin başlangıcında çalışacağı müddeti
zikrederse özel işçi olur.
Bir aylığına
tayin edilen koyunlarını belirli bir
ücretle otlatması için kiralanması
buna misaldir.
Çünkü, hemen
sözün başında müddeti zikrettiği için özel işçi olur.»
Ben diyorum ki: Bunun sırrı şudur: Hemen sözün
başında müddeti konuşmakla o müddette
işçinin
bütün
menfaatleri kiracının olur. Artık işçi
o müddet içinde başkası için çalışma
imkânı bulamaz.
Kiracının
müddet ve ücreti zikrettikten sonra
«koyunları otlatman için» demesi
aktin iş üzerine
yapıldığı
ihtimalini taşır. O zaman da çoban, müşterek işçi olur. Çünkü
müşterek işçi akdi iş üzerine
yapılan kimsedir. Bu sözün ayrıca özel işçinin belirli müddet için yapması
gereken işin nevini
beyan için olması ihtimali vardır. Zira işin
nevini tayin etmeden belirli bir müddet için özel işçi
kiralamak sahih değildir. İşçinin özel işçi
olması için, mesela, «Ben seni bir aylığına
hizmet veya
hasat için kiraladım» demesi gerekir. O zaman, birincinin hükmü ihtimalle değişmez ve aksini
açıkça söylemedikçe işçi yalnız onun işçisi olur. Aksini
açıkça söyleme şöyle olur: «Ben seni
bir
aylığına benim koyunlarımla birlikte başkalarının
koyunlarını da otlatman için kiraladım.»
Bu çok
açıktır.
Eğer iş veren
kiralama süresini daha sonra söylerse, mesela
«Ben seni şu koyunlarımı belirli bir
ücretle
gütmen için bir aylığına kiraladım»
dese o zaman işçi, sözün hemen başında
müşterek işçi
olur. Zira akit, sözün başında iş üzerine yapılmış olmaktadır. O
zaman, kiracının sözünün sonunda
«bir
aylığına» demesi, akdin zaman üzerine yapılması
ve işçinin özel işçi olması ihtimalini taşıdığı
gibi,
üzerinde akit yapılan işin takdiri
için söylemiş olması
ihtimalini de taşır.
Aksi ortaya
çıkmadıkça, ihtimalle sözün başlangıcının doğurduğu hüküm değişmez.
ÖZEL İŞCİ NAFİLE NAMAZ KILAMAZ
«Özel işçi, müstecirin dışında başka birisi için çalışamaz
ilh...» Hattâ nafile namaz bile kılamaz.
Tatarhaniye'de
şöyle denilmektedir: «Fazlî'nin
Feteva'sında şu sözler vardır. «Bir
adam birisini bir
günlüğüne
falan işi yapması için kiralasa, o günün sonuna kadar işçinin o işi yapması lazımdır.
Farz namazlarının dışında başka bir şeyle meşgul olamaz.»
Semerkandî fetevâsında şöyle
denilmiştir: «Maşayihten bazıları, «tözel işçi farz namazlarını kıldığı gibi
sünnetleri de kılar. Bütün
fukahanın
ittifakı ile nafile namaz kılamaz. Fetva da bu kavil üzeredir.» demişlerdir.
Garibü'r-Rivayette de şöyle denilir: «Ebû Ali el Dekkak, «şehir içinde
yevmiye ile çalışan işçilerin
Cuma namazına
gitmesine mani olunamaz. Ama
şu var ki. eğer câmi uzaksa, Cuma ile uğraştığı
müddetin
karşılığı ücretinden düşülür. Eğer yakın ise, ücretinden bir şey
düşülmez. Eğer cami
uzaksa ve
Cumaya gidip gelmesi günün dörtte biri kadar
bir vaktini alırsa ücretinin dörtte
biri
düşülür»
demiştir.»
«Eğer başkası için çalışırsa, çalıştığı kadarı ücretinden
düşülür ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilir:
«Birisi akşama kadar
çalışması için bir marangoz kiralasa,
marangoz o müddet içinde bir
başkasına bir dirhem karşılığında bir hokka
yapsa, hokkayı yaptıran adam marangozun başkasına
çalıştığını
bilirse günahkâr olur. Eğer bilmiyorsa bir günahı yoktur. Marangozun
ücretinden hokka
için çalıştığı süre ücreti düşülür.
«Bu illetin
zahirine göre ilh...» Çünkü özel işçide akde konu olan şey
işçinin menfaatidir»
Cevhere'nin,
«O koyunlardan bir miktarını otlattığı müddetçe...» sözünün bir manası
yoktur.
Ben değerli alimlerin bazılarının eserlerinde.
«Cevhere'nin bu sözünden maksadı, musannıf ve
metin
sahiplerinin anladığı gibi işçinin iş yaparak ücreti hak etmesi değil
işçinin nefsini müstecire
tesliminin
gerekti olduğudur. İllet de bunu ifade eder.» dediklerini gördüm. Bu ifade
gerçekten
güzeldir.
«İmadiye ve sarahaten
zikretmiştir. ilh...» İmâdiye'nin
açık ifadesi metinlerdeki ibarelere
uygundur.
Metinlerin
ibaresi şöyledir: «Özel işçi, kira süresinde
çalışmasa dahi nefsini kendini
tutan kimseye
teslim etmekle ücretini hak eder.»
FER'İ BIR
MESELE: Koyun sahibi özel olarak
tuttuğu çobanın gücü yettiği kadar koyunlarının
sayısını
artırabilir. Çünkü koyunları otlatmak için kiralanan
özel işçi, otlatma hususunda köle
durumundadır.
Kölenin efendisi, kölesinin gücü yettiği
kadar koyun otlattırabilir. Tatarhaniye.
«Mal elinde helâk olsa
zamin olmaz ilh...» Yani mal işçinin müdahalesi olmadan telef olsa
fakihlerin
icmaı ile zamin olmaz. Musannıfın veya işçinin
yaptığı işte helâk olsa» sözü de «izinli olduğu işle»
manasını ifade eder. Ama kiracı işçiye bir işi yapmasını
emrettiği halde o başka bir iş yapsa, yaptığı
işten doğan
her zarara zamindir. Tatarhanîye.
Yine
Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir: «Çoban koyunu sürse ve bundan ötürü
koyunlardan
bazıları bazılarını boynuzlasa yada çiğnese, çoban eğer
müşterek işçiyse her halükârda zamindir.
Aynı şekilde çoban yalnız birisinin işçisi olduğu halde koyunlar bir kaç kişinin ise yine zamindir.
Çoban özel
işçi ise ve koyunların hepsi bir adamın ise zamin
değildir. Ama çoban iki veya üç
kişinin özel işçisi koyunlar da iki veya üç adamın ise, zamin olur. İki veya üç kişinin özel işçisi: İki
veya üç kişinin
koyunlarını otlatması için birisini bir aylığına kiralamalarıdır.
Zahîre'de de şöyle
denilmektedir: «Yalnız bir adam için çalışan özel işçi ile birkaç adama
çalışan
özel işçi arasında fark vardır. Bu fark çok önemlidir,
öğrenilmelidir.»
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği şudur özel işçi ile
yalnız bir adamın işçisi arasında
mutlaklık ve
umumilik bakımından fark vardır. Nitekim biz buna daha önce işaret etmiştik.
Cami'ül-Fusûleyn'de
şöyle denilir: «Çoban koyunları otlatır veya
sularken bir koyun helâk olsa,
zâmin olmaz.
Ama eğer çoban veya bir yabancı böyle bir hayvanı hayatından ümit var
oldukları
veya belli olmadığı halde keserlerse zamin olurlar. Ama eğer kesinlikle öleceğini
biliyorsa zamin
olmaz. Çünkü
o bu durumda delâlet yoluyla
kesmeye
mezundur. Sahih olan do bu görüştür.
Katır
veya eşek
ise ölecekleri kesinlikle bilinse bile kesilmezler.
Çünkü bunların eti yenilmez. İmam-ı
Azâm'a göre at da kesilmez. Çünkü atın eti tahrimen
mekruhtur. Çoban, bir hayvanı.
hastalığından
dolayı kestiğini söylese, eğer mal sahibi
onu yalanlarsa tasdik edilmez. Çünkü
kesdiğini dıman
sebebi ile ikrar etmiştir. Helâkını iddiâ
etmesi halinde ise sözü tasdik edilir. Mal sahibi helâk
alâmetini
getirmesini şart koşsa bile durum böyledir.» özetle. Yani
Cevherede denildiği gibi
çobanın sözü
yemini iIe tasdik edilir.
«Emanetçi gibi ilh...» Emanetçi malın bozulmasını
kasdederse. öder. T.
«Süt annesi
yalnız bir adamın özel işçisi olduğu için ilh...» Ebussuud der ki: «Velhasıl, süt ,anne
konusundaki
meseleler birbirine zıt düşmektedir.
Çünkü bu meseleden bazılarında, «süt anne
zamin
değildir» sözlerinde olduğu gibi onun
yalnız bir adamın işçisi olduğuna işaret edilir.
Bazılarında, «Bir kadın iki ayrı çocuğa ücrette süt annesi olsa, her iki tarafın da
ona ücretini
vermesi
gerekir» sözlerinde olduğu gibi. süt an-nenin müşterek işçi olduğuna işaret edilir.»
İtkanî de
şöyle der: «Sahih olan. çocuk ona emzirmesi için götürülüp verilirse, süt anne müşterek
işçi, eğer kendisi alıp evine götürürse, özel işçi
olur. Özetle. T.
SOKAK VE HAN
BEKÇİLERİ KONUSU
«Çarşı ve han
bekçisi zamin değildir ilh...» Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
denilmektedir: «Bir adam han
veya birkaç
dükkânı koruması için kiralasa da
dükkânlardan bir şey kaybolsa, bazı alimler, işçinin
İmam Ebu
Yusuf ve Muhammede göre malın
dükkânın dışında zayi olması halinde
zamin olduğunu
söylerler. Çünkü müşterek işçidir. Bazı âlimler ise,
«Sahih kavle göre zamin değildir.» demişlerdir.
Fetvâ bu
görüşe göre verilir. Çünkü o özel işçidir.
Bilindiği gibi o bekçi başka bir iş yapmak istese,
yapamaz. Eğer hırsız dükkânı delerek içeriden çalmışsa, esah
olan kavle göre bekçi zamin değildir.
Çünkü içeride
korunan mal sahibinin elindedir. Aynı ihtilaf çarşı
bekçisi hakkında da geçerlidir.
Zahîre'nin
yirmi dördüncü babında «hüküm yine böyledir.»
Hamîdiye'de de
şöyle denilmiştir: Yukarıdaki ifâdelerden
anlaşılan; Eğer dükkânın kilidi
kırılarak
içindeki mal alınmışsa,
bekçi zamindir. Yok eğer kırılmadan alınırsa bekçi zamin
değildir.
Ben diyorum ki: Bekçinin zamin olması,
ancak onun müşterek işçi olduğunu kabul etmekle
mümkündür.
Özel işçi olduğunu kabul eden görüşe göre zamin olmaz. Çünkü yukarıda geçtiği
üzere
müftabih olan kavle göre özel işçi telef olandan sorumlu değildir.
Evet, bu
durumda az evvel Tatarhaniye ve
Zahire'de geçen, «Çoban birden fazla
adamın özel işçisi
olsa, zamin olur.» sözü müşkil olur. Ancak denilebilir ki, eğer kilit bekçi uykuda
iken veya orada
bulunmadığı
bir zaman kırılmışsa o zaman vazifesinde kusur ettiğinden dolayı zamin olur.
Hülâsa'da şöyle
denilir: «Eğer çarşı bekçisini
çarşı halkından birisi icarlamışsa
ve bu şahıs diğer
esnafın reisi durumunda ise o zaman sanki çarşı esnafının hepsi bekçiyi isticar etmiş gibi olur.
Aldığı ücret
de bekçiye helâl olur.»
Muhît'te de
şöyle denilmektedir: «Çarşı esnafının
reisi, bekçilik için bir adamı icarlasa, çarşı
esnafı
bu icara razı olmasalar. onların itirazının
bir hükmü yoktur, batıldır.»
«Ücreti
ihtimali tayin etmek sahihtir.
ilh...» Bu kayıd ihtilaflıdır. Çünkü ücretin
ihtimali konuşulması
ile hiç
verilmemesinin söylenmesi arasında bir fark yoktur. Nitekim muhitte şöyle denilmektedir:
Adam eğer
bugün yazarsan bir dirhem ücret
veririm. Yarın yazarsan ücret yoktur»
derse;
İmam Muhammed
«Eğer birinci gün yazarsa bir dirhem
ücreti alır, ikinci gün yazarsa, bütün
ulemanın
görüşüne göre bir dirhemi geçmemek üzere
ecr-i misil verilir.» demiştir. Tulî.
«İlhak edilmiştir ilh...» Remlî, bu, «[birincisindeki» sözü, musannıfın yazmış olduğu metinde
yoktur.
Bunu şerhte
kırmızı mürekkeble yazarak
hâmisine ilhak etmiştir» der.
«Şerh de etmemiştir ilh...» Evet, hemen bu sözün peşinde şerh
etmemiştir, ama «Yük Yüklemenin
Terdidi...»
bahsinde şerhederek uzun uzun bahsetmiştir.
Onun ibâresi de haşiyede
nakledilmiştir.
Öyle sanıyorum ki, şarih burada musannıfın sözünün tamamına bakmamıştır.
«Alım-satımda da böyledir ilh...» Bu sözün «üç ve dört şey arasında» diye kayıtlanması bunlarla
ihtiyacın giderilmesidir. Çünkü bir mal
iyi kötü ve orta olabilir. Dördüncü bir şık olmaz. Onun için üç
şey arasında
muhayyer bırakılırsa muteberdir, daha fazlasında olursa
muteber değildir.
«Ancak zaman
konusundaki muhayyerlik böyle
değildir. ilh...» Bunun misali
yukarıda Remlî'den
nakledilen sözde geçti. Zîra, yarına izafe edilen kayıt. bugün sabit değildir. O zaman bugün iki ayrı
ücret bir
arada toplanmaz. O halde, bugünkü ücrette bir meçhuliyet
kalmaz. Ama bugünkü ücret,
ertesi güne kalırsa, ertesi
gün için iki ayrı ücret cemolmuş
olur. Birisi dirhem, öteki de yarım
dirhemdir.
İşte bu durumda ücret meçhul olur. Ücretin meçhul olması da aktin
cevazına mânîdir.
Dürer. Bu,
İmâmı Azâmın görüşüdür. İmameyne göre ise her iki şart da caizdir. İmam
Züfer'e göre,
her iki şart da fasittir. Bu bahsin tamamı Minah'tadır.
«Bir dirhemi
geçmemek kaydıyla ecr-i misil alır ilh...» Ecr-i misil yarım dirhemden noksan olmaz.
Musannıfın
bu, «bir dirhemi geçmemek» üzere kaydı yarım
dirhemden fazla olabileceğine delalet
eder. Ebû
Hanife'den ise, yarım dirhemden fazla
olmayacağı rivayet edilmiştir. Çünkü akitte
sarahaten konuşulan ücret odur. Demek ki İmam
Ebû Hanifeden iki rivayet vardır. Zahirür rivayenin
delili, ertesi güne izafe edilen akitte iki ücretin
cemedilmesidir. Bu görüşlerden birincisi ücret
üzerine
ziyâde men edildiğinden dolayı ikincisi de yarım dirhemden aşağı olması çok
görülmediği
için
muteberdir. Onun için her iki görüşle de amel edilmektedir. Her
iki görüşle amel sarahatle
zikredileni tercih etmekten daha evladır. Kifaye, özetle.
Zeylaî ikinci
rivayetin sahih olduğunu söylemiştir.
Onun benzeri İzah'ta da mevcuttur.
İzah ikinci
rivayetin İmam Muhammed'in, Cami-u's-Sâğîr adlı kitabındaki ikinci
rivayet olduğunu zikretmiştir.
«İmameyn
muhalefet etmiştir ilh...» Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer yarından sonra dikerse İmam-ı
Azama göre sahih olan, verilecek ecr-i mislin yarım dirhemi geçmemesidir. Zira müstecir yarım
dirhemden
fazla ücretle yarına tehir edilmesine razı olmayınca yarından sonraya tehir edilmesine
hiç razı olmaz. İmâmeynin kavline göre ise sahih olan ecr-i misil, yarım dirhemde" "oksan
olabileceği gibi yarım
dirhemi geçmez de.»
Dürerde dolap
yerine ocak denilmiştir. Yanmaya uygun olması bakımından uygun olan da
ocağın
zikredilmesidir. Bunu Halebî ifade etmiştir.
«Müstecir
mutlaka zamin değildir ilh...» Zira kiralanan binada ocağın
veya tandırın yapılması
binanın şeklini noksanlaştırmayan bir faydalanmadır.
Ama kuyu kazmak bina yapmak binanın
bizzat
kendisinde tasarruf olduğundan
binanın geri kalan kısmında bir kusur meydana
getirdiğinden
tandır ve ocağın aksine dımanı icabettirir. Camiü's-Fusuleyn.
«Eğer eşeği bulamayacağını bildiği için aramasa,
zamin olmaz ilh...» Bu sözden
maksat, zannı
galibine göre
bulamayacağını bilmesidir. Bu
ifadenin zahirine göre; müstecir bulamayacağını
zannettiğini
iddia ederse tasdik edilir.
Ben derim ki: Bezzâziye'de, «Müşterek işçi olan çobana otlaması için bir öküz
verse. çoban öküzün
nereye
gittiğini bilmediğini söylese, bizim zamanımızda onun bu sözü. öküzü telef ettiğini ikrar
manâsınadır» denilmiştir.
«Arasa da ilh...»
Yani eşeğin kaybolduğu çevrede arasa
da. Eğer eşeğin gittiğini görse de geri
çevirmese
zamin olur. Musannıf bu sözüyle şunu ifade etmek istemektedir: Eğer gözünün önünde
eşek kaybolsa,
zamin olur. Çünkü, onu korumakta ihmal göstermiştir. Onun gitmesine mani
olmamıştır.
Buna göre; kiracı eşekle
birlikte fırına gitse, ekmek almakla
meşgul olurken eşek
kaybolsa,
bakılır; Eğer gözünün önünde
kaybolmuşsa zâmindir, gözünün önünden kaybolmadıysa
zamin
değildir. Hülasa.
Haniye'de, «Eşek
onun gözünün önünden kaçtığı takdirde
bir şeyle bağlamış olsa bile, bunu
korumamış demektir. O halde zayi olduğu takdirde
zâmin olur.» denilmiştir.
«Zamin
değildir ilh...» Yani eğer özel işçi ise fukahanın icmaı
ile, müşterek işçi ise, İmama
göre
zamin
değildir. Minah.
«Sahibeyn;
«Çoban müşterek ise zamin olur» dediler ilh...» Zira korumayı, kaçınılması
mümkün bir
özürle
terketmiştir.
Zahîre'de
şöyle denilmektedir: Ben kitabın bazı
nüshalarında şunu gördüm: Çobanın otlattığı koyun
sürüsünden
bir tanesi kaçsa, onu geri çevirecek veya kaçtığını sahibine bildirecek bir adam
bulamasa, zamin değildir. Aynı şekilde koyun sürüsü birkaç parçaya ayrılsa ve
hepsini bir araya
toplamaya
kadir olmasa, zayi olduğu takdirde yine zamin değildir. Çünkü koyunu bir
özürden dolayı
koruyamamıştır. Bu özür geri kalan kısmın
helâk olma tehlikesidir. İmameyne göre ise zamin olur.»
Bezzaziye'de,
«Çoban çoğuna sahip olmak suretiyle
daha çok ücret almak için kaçan koyuna mani
olmamıştır.
Bunun için İmameynin dediği gibi
zamin olur» denilmektedir.
METİN
Kiracı,
hizmet için kiraladığı köle ile yolculuğa çıkamaz. Zira yolculuğun zorluğu vardır. Ancak
beraber
yolculuğa çıkmayı şart koşarsa, o
zaman götürebilir. Çünkü şart, ister lehinde ister
aleyhinde
olsun daha çok selahiyet verir. Eğer kiracının sefere gideceği
biliniyorsa hüküm yine
aynıdır. Yani köleyi beraberinde
götürebilir. Zira örfen bilinen bir şey şart koşulmuş gibidir. Ama
kendisine
hizmet etmesi için vasiyet
edilen köleyi kayıtsız şartsız sefere
götürebilir. Zira hizmet için
vasiyet edilen kölenin yemesi. içmesi. giymesi vasiyet olunan kimsenin
üzerinedir.
Kiracı
hizmeti için kiraladığı köleyi beraberinde sefere götürse ve köle helâk olsa kölenin
kıymetine
zamindir.
Çünkü kiracı gasıb durumundadır. Köle helâk olmasa ücret vermesi
gerekmez. Zira
ücretle dıman
bir araya gelmezler.
İmam Şafii'ye
göre, o kölenin ecr-i mislini verir.
Kiracı çalışmalarından dolayı ücret verdiği
mahcur köle veya çocuktan verdiği ücreti geri
alamaz.
Çünkü o akit,
iş bittikten sonra istihsanen sahihe inkılab etmiştir.
Bir köleyi
gasbeden kimse kölenin çalışması karşılığında
almış olduğu ücretten yese, ona zamin
değildir.
Çünkü Ebû Hanife'ye göre bu ücretin değeri yoktur. Nitekim gâsıb köleyi icare
verse ve
onun ücretini
yese imamların ittifakı ile zamin olmaz. Zira ücret gâsıbındır, malikinin
değildir. Eğer
köle kendi kendisini icare vermişse ücreti alması
caizdir. Ama onu efendisi icare
vermişse, köle
ücreti alamaz. Fakat efendisi ücreti alması için
verirse, o zaman alabilir. Çünkü efendisi icâre aktini
bizzat
kendisi yapmıştır. İnaye.
Efendisi
kölenin aldığı ücreti elinde görse eli kesildikten sonra
hırsızın elinde kalan malda olduğu
gibi onu
alır. Zira mülkiyeti bakidir.
Bir köleyi
bir aylığı dört, bir aylığı da beş
dirheme iki aylığına kiralasa, anılan tertib üzere bu akit
sâhihtir.
Hattâ yalnız birinci ay çalışırsa dört dirhem
yalnız ikinci ay çalışırsa beş dirhem alır.
Kiralayan ile
kiracı kölenin kaçması veya
hastalığı yada değirmenin suyunun akıp akmaması
hususunda
ihtilaf etseler, zahiri hal ile hükmedilir. Yani makbul olan
sözünü doğruladığı tarafın,
sözüdür.
Birîsi
üzerinde meyve olan bir ağacı satsa.
ve satıcı ile alıcı meyvenin
ağaçla birlikte satılıp
satılmadığı konusunda ihtilaf etseler, makbul olan söz meyveyi elinde bulunduranın sözüdür.
Bunda kaide
şudur: İhtilaf esnasındaki durum kime şehadet ederse, makbul olan söz onun sözüdür.
Hülâsa'da şöyle
denilmektedir: Kiraladığı değirmenin suyu kesilse, suyun
akmadığı müddeti ücreti
kiralama ücretinden düşer. Su tekrar akmaya
başlasa, ücret de çalışmaya
başlar. Eğer değirmen
sahibi ile kiracı suyun ne kadar kesildîği hususunda
anlaşmazlığa düşseler, kiracının
sözü kabul
edilir. Ama
bizatihi suyun kesilip kesilmediği konusunda anlaşmazlığa
düşerlerse o zaman o anki
duruma göre
hükmedilir. Yani anlaşmazlığa düştükleri onda su akıyorsa suyun
kesilmediğine,
akmıyorsa
kesildiğine hükmedilir.
Kumaş sahibi ile terzi kaftan veya gömlek dikilmesi hususunda veya kumaş sahibi ite boyacı
renkler hususunda yada
ücretin varlığı ve yokluğu hususunda
ihtilaf etseler söz yemini ile birlikte
kumaş sahibinindir. Ebû Yusuf'a göre eğer o sanatkâr kumaş sahibi ile her zaman iş yapıyorsa
ücretini
alır. Yok eğer her zaman böyle
iş yapmıyorsa, ücret alamaz.
«İmam
Muhammed'e göre ise, sanatkâr bu sanatını para ile yapmakla tanınmışsa, ve hala o sanatı
yapıyorsa o zaman mevcut durumum şehadetine kıyasla yemini ile birlikte sanatkârın sözü kabul
edilir. Ama
eğer o sanatı ücretle icra etmekle meşhur değilse, sözü kabul
edilmez. Fetva İmam
Muhammed'in bu kavliyle
verilir. Zeylâî.
Bu hüküm,
ihtilafın iş bittikten sonra olması halindedir. Ama iş yapılmadan ihtilaf
ederlerse, o
zaman her iki tarafa do yemine ettirilir.
FER'İ
MESELELER:
Zanaatkârların hepsinde çırağın yaptığı iş ustasına izafe edilir. O halde işçinin
üzerinde çalıştığı
mal telef
olursa, onu ustası öd&r. İhtiyar.
Yani eğer işçi (çırak) haddi aşmamışsa
ustası zamindir.
Eğer haddî aşmışsa, o zaman bizzat kendisi
zamindir. İmadiye.
Eşbahta şöyle
denilmektedir: Hana veya hamama girenler kira için hazırlanan bir evde oturan
kimseler, gasıp olduklarını iddia etseler,
iddiaları tasdik olunmaz. Ücret vermeleri vacibtir.
Ben derim ki: Müftabih kavle göre yetimin malındaki hüküm de böyledir. (yani
bir adam tasarruf
ettiği yetim malını gasbettiğini iddia etmiş olsa,
iddiası tasdik edilmez. Ücret vermesi vacibtir.
Uyanık ol.
Yine Eşbâh'ta
şöyle denilir:: «Mutemet görüşe göre
toprak için ücret haraç gibidir. Öyle ise bir
toprağı
ziraat için kiralasa ve ekine bir afet gelse, afetten evvelki zaman için ücret vermesi gerekir.
Ama afet ten
sonraki ücret düşer.»
Ben derim ki: Velvâliciye"de itimad edilen görüş yukarıda
naklettiğimiz görüştür. Ancak Hâniye'de
ücretten
hiçbir şey düşmeyeceği rivayetle
kesinlikle söylenmiştir. Haniye'de şöyle denilmektedir:
«Kiraladığı
tarlanın ekini bir afete uğrarsa ve helâk olsa, yada su baskınına
uğrasa da hiçbir şey
bitmese, yine
de ücret vermesi gerekir. Zira onu ekmiştir. Ama
ekmezden evvel su basarsa, o
zaman ücret
gerekmez.
İZAH
«Köle ile
yolculuğa gidemez İlh...» Hizmet için
kiraladığı köle ise şehirde ve şehir
merkezine bağlı
köylerde hizmet ettirir, yolculukta
değil. T. Bezzaziye'den.
«Zira seferin meşakkati
vardır ilh...» Seferin meşekkati olduğu gibi geri dönüş masrafı da kölenin
efendisine ait olur. Bu masrafı vermek efendiye
zarar verir. O halde onu beraberinde sefere
götürmeye hakkı yoktur. Ancak efendisi izin verirse
götürebilir. Zeylaî.
«Ancak şart
koşarsa ilh...» Veya
götürdükten sonra kölenin efendisi
buna razı olursa. T.
«Çünkü şart
ona daha çok selahiyet
verir. ilh...» Yani şart malikiyeti
daha çok isabettirdiği gibi
uymaya
da daha çok sebep olur. Yani şart koşana veya şart koşulana daha çok malikiyet yada daha
çok memlükiyet
sağlar. T.
«Sefere gideceği biliniyorsa ilh...» Yani Tebyinde
belirtildiği üzere sefere hazırlık yapmışsa köleyi
götürebilir.
Kendisine
hizmet için vasiyet edilen köleyi ise kayıtsız
şartsız sefere götürebilir ilh...» Hizmeti
üzerine sulh
yapılan köle de bunun gibidir. T.
Seriyyüddin'den.
«Zira ücretle tazminat bir araya gelmezler ilh...» Yani aynı anda bulunamazlar. Eğer biz, «köle sağ
salim kaldığı takdirde ücret helâk olduğu takdirde
tazminat icabeder» dersek aynı andaki o sefer
halidir.
Ücret ile tazminat toplanmış olur. T.
«Mahcur köle
veya çocuk olsalar ücreti geri alamaz. ilh...» Yani köle veya çocuk
efendi veya
velisinden
izin almadan birisine çalışmış olsalar
kiracı onlara verdiği ücreti geri alamaz.
Her iki surette de ücretten maksat ecr-i misildir.
Tebyin'de de Nihaye'den naklen böyle
denilmektedir.
«İş bittikten
sonra icare sahihe inkılab etmiştir
ilh...» Çünkü çocuk veya köle zararlı
tasarrufta
bulunmaktan
men edilmişlerdir, faydalı
tasarruftan değil. Bundan ötürü de
velî veya efendisinden
izin almaksızın hediye kabul etmeleri caizdir. İşi bitirdikten sonra icârenin
sahih sayılması sırf
menfaattir.
Ücret hiçbir zarar olmadan gerçekleşmiştir.
O zaman onların ücreti kabzetmeleri
sahihtir.
Çünkü âkit ontardır. Müstecir vermiş
olduğu ücreti geri alamaz. Zeylaî. özetle.
Tahtavi; «Bu
tâlil, akitte konuşulan ücretin
verilmesini gerektirir» der.
Mahcur köle
veya çocuk işten dolayı helâk olursa, bakılır:
Eğer helak olan çocuk ise, müstecirin
akrabalarına çocuğun diyetini vermeleri gerekir. Müstecir de,
helâk olmazdan önce çalışma ücretini
verir. Eğer
köle ise, müstecir onun kıymetini
verir. Çalıştığının karşılığında ise ücret vermez. Zira
kıymetine
zamin olduğu zaman çalıştırma anından
itibaren ona malik olmuş sayılır. O zaman köleyi
çalıştırmakla kendi köesinin
menfaatini elde etmiş demektir. Kifaye. özetle.
Zeylai de şöyle der: «Bir köle efendisinden izin olmadan birisine
belirli bir zaman için ücretle
çalışmak üzere anlaşsa ve o müddet bitmeden efendisi
köleyi azad etse, icare akti
geçerli olduğu
gibi köleye
de muhayyerlik hakkı yoktur. Azad edilmezden önceki
ücret efendisine ait, azaddan
sonra alacağı ücret de kendisi içindir. Ama köleyi efendisi birisine belirli bir zaman için kiraya
verse ve
müddetin yarısından sonra köleyi azad etse, köle için akde
devam edip etmemede
muhayyerlik
hakkı vardır... Köle icare aktini feshederse, azaddan evvelki zamana
ait ücret
efendisinindir.
Eğer feshetmez de çalışmaya devam ederse, azaddan sonraki müddetin ücretî
kendisine aittir. Ücreti kabzetmek efendinin hakkıdır.
Zira icare aktini efendi yapmıştır.»
«İstihsanendir ilh...» Kiracının çalıştırdığı köle
veya çocuğa verdiği ücret geri alamaması.
Kıyasa
göre ise kiracı, çalıştırmış
olduğu mahcur köle veya çocuğa iş karşılığı vermiş
olduğu ücreti geri
alabilir. Zira hacredilen kimselerin yaptığı akit caiz değildir. O zaman, o
ücret kiracının mülkü olarak
kalır; Zira kiracı
hacredilen kimseyi çalıştırmakla onu gasbetmiş olur. Gasıba da ücret
yoktur
tazminat
vardır. Zeylaî.
«Köleyi
gasbeden zamin olmaz ilh...» Yani bir
adam köleyi gasbettiğinde köle
birisine kendi başına
ücretle çalışmış olsa,
onu gasbeden kişi kölenin ücretini elinden alarak yese, ona dıman gerekmez.
Zeylaî.
«Çünkü onun
değeri yoktur ilh...» Çünkü o ücret korunmamıştır.
Zira ücretin korunması ancak
malik veya malikin
naibi gibi bir elle mümkün olabilir. Burada malikin eli de sabit
değildir. Kölenin
eli ise efendinin eli değildir. Çünkü köle gasıbın
elindedir. Hatta köle helâk olduğu takdirde gasıba
tazmin
ettirilir Kendisini gasıbtan koruyamayan elindeki parasını nasıl
koruyabilir. Kifaye.
Koruyamayacağına göre, onun ücreti metekavvim
(değerli) olmayan mal gibidir.
«Bu hüküm Ebû
Hanife'ye göredir ilh...» İmameyne göre ise, gasıb ücreti köleye verir. Çünkü gasıb,
başka birinin malını tevilsiz ve izinsiz olarak telef etmiştir.
«Kölenin
ücreti alması caizdir ilh...» Yani kölenin kendi kendini
icare vererek elde ettiği ücreti
olması ulemanın ittifakı ile caizdir. Zira bu sırf
menfaattir. Hediye kabulü gibi, onda da köle
izinlidir.
Kölenin
ücretini almasının faydası kiracının
ona ödemekle ücretin sorumluluğundan kurtulması
şeklinde
görülür. Dürer.
Tûrî şöyle
der: «Musannıfın bu sözü «müstecir
geri olamaz» sözünün tekrarıdır. Çünkü musannıfın
«Müstecir köle veya
çocuğa vermiş olduğu ücreti geri alamaz.» sözü kölenin kabzının sıhhatini
ifade ettiği
gibi kiracının almasını da men etmektedir. Teemmül et»
«Çünkü
efendisi icare aktini bîzzat kendisi yapmıştır ilh...» İmâdiye'nin ibaresi de bunu ifade
etmektedir. O
halde musannıfın, «efendisi kira sözleşmesini bizzat
kendisi yapmıştır» sözüne,
köle
eğer kendi kendini icare verirse, ücreti alması
caizdir» sözünün illeti değildir. Ama
ona illet olmaya
uygundur. Öyleyse, eğer köleyi gasbeden kimse onu icare verirse, köle
ücretini kendisi
kabzedebilir mi? İlletin ifade ettiğine göre kölenin
bu ücreti kabzetmesi caiz değildir. Çünkü kendisi
âkit
değildir. T.
«Eli kesildikten sonra hırsızın çaldığı mal, mal
sahibi tarafından bulunduğu takdirde alınması
gibi
ilh...» Zira hırsızın eli kesildikten sonra
çalınmış olan mal mütekavvim
değildir. Onu telef etmekle
zamin
olunmaz. Maliki onu alıncaya kadar
mülkiyet hırsıza kalır.
«Anılan tertib üzere bu akit sahihtir ilh...» Zira zikredilen
ayın öncelikle aktin peşinden gelen ay
olduğu kabul
edilmezse o zaman akte dahil olan ay, adamın ömrünün aylarından
herhangi bir ay
olur ki bu
fasittir. O zaman aktin caiz olması için ayın aktin peşine gelen
aya haşredilmesi lazımdır.
Ayrıca kiracının kira sözleşmesine teşebbüs
etmesi, kölenin menfaatlerinin temellüküne hemen
ihtiyacı olduğunun delilidir. Bu sebeple akitte zikredilen ayı,
kiracının ihtiyacının karşılanması için
öncelikle sözleşmeyi takibeden aya haşretmek vacib
olur. Kifaye.
MUCİR İLE
MÜSTECİRİN İHTİLAFLARI
«Kölenin kaçması veya
hastalığında ihtilaf etseler ilh...» Mesela ayın sonunda kiracı kölenin
kaçtığını veya kira süresi
içersinde hasta olduğunu iddia^etse, ve kölenin kendisine gelmezden
önce hastalandığını söylese, o an ki duruma göre hükmedilir. Zeylaî.
«Söz o anki halin kendisine şehadet ettiği kimsenin
sözüdür ilh...» Zira kölenin o anda hasta olması
geçmişte de hastalığın bulunduğuna delalet eder. Her ne kadar zahiri görüş
hüccet olmaya uygun
değilse de tercih sebebi olabilir. Şu kadar var
ki, eğer o an ki durum, kiralayana şehadet ederse, o
zaman bir
pürüz ortaya çıkar. Çünkü zahire
göre, o, ücrete layıktır. Fakat zahiri
hal, ücreti isbat
edemez. Bu
pürüzün cevabı şöyledir: Kiralayan ücrete, geçmiş bir sebebten dolayı yani
akit
sebebiyle
müstahıktır. Zahir hal -ücretin
isbatına değil- aktin o vakte kadar baki kaldığına şehadet
eder. Zeylaî. Özetle.
«Makbul olan
söz, meyveyi elinde
bulunduranındır ilh...» Bu da ancak meyvenin
baki kalması
halinde
görülür. Ama eğer meyve helâk olmuş veya
tüketilmişse durum ne olacaktır? Musannıf bu
hususa temas etmemiştir. Zahir olan, bu hallerde de
kimin yanında helâk olmuş veya kim helâk
etmişse hüküm ona göre verilir. T.
«Suyun ne kadar kesildiği hususunda
makbul olan söz kiracının sözüdür ilh...» Zira kiracı, «zaid
olanın
dımanını inkâr etmektedir.» sözü de yemini ile birlikte inkâr edenin sözüdür.
«Söz kumaş sahibinindir ilh...» Mesela kumaş sahibi kaftan yapmasını söylediğini, terzi de gömlek
yapmasını
söylediğini iddia etse, veya kumaş sahibi
boyacıya kırmızı boya ile boyamasını
söylediğini boyacı ise sarı boya ile
boyamasını istediğim iddia etse yada
kumaş sahibi ücretsiz
olarak
yapmasını istediğini, diğeri de ücretle yapılmasını istediğini iddia etse, bu sûretlerin
hepsinde
makbul olan söz kumaş sahibinindir. Ayrıca o işin değeri
olduğunu ve kendisinin ücret
vermesi
gerektiğini inkâr etmektedir. Yukarıda da söylendiği gibi söz yemini
ile birlikte, inkâr
edenin sözüdür. Zeylâi. özetle.
«Yemini ile
ilh...» Yani birinci surette yemin ederse, kumaş sahibi dilerse işlenmemiş şekildeki
kumaşın
kıymetini tazmin ettirir, ücret de
vermez. Dilerse dikilmiş haldeki kumaşı
alır ve ona akitte
konuşulanı
geçmemek şartıyla ecr-i misil verir. Çünkü burada terzi işin aslında, yani kesmek ve
dikmekte kumaş sahibinin sözüne uymuştur. Ancak terzi için vasfında ona muhalefet etmiştir.
O
halde kumaş sahibi dilediğini seçebilir.
İkinci surette -kumaş sahibi kırmızıya boyamasını emrettiğini iddia etse...- yemin
ederse, kumaş
sahibi dilerse kumaşın
boyanmamış halindeki kıymetini tazmin ettirir. Dilerse boyanan
kumaşı alır
ve yine akitte konuşulan ücreti geçmemek şartıyla
ecr-i misil verir. Dürer.
«Her zaman
böyle iş yapıyorsa ilh...» İnaye'de «Eğer kumaş sahibi ile terzi arasında bu tür işler
tekrarlanıyorsa»
denilir.
Tebyin'de de, «Yâni kumaş sahibi her zaman
ona işlemek üzere kumaş veriyor ve iş
karşılığında da
bir ücret
veriyorsa.» denilmiştir.
«Zâhir halin şehadetiyle hükmedilir ilh...» Çünkü sanatkârın sanatını icra için
dükkân açması, sanki
açıkça, «ben bu sanatı para ile icra
ediyorum» demesi gibidir. Zira burada
âdet olan zahiri hale
itibar edilir. Zeylaî.
«Her iki tarafa da yemin verdirilir ilh...»
Evvela kiracı yemin eder. Çünkü birisi akti
iddia ediyor,
diğeri ise inkâr ediyor. Mesela birisi işin hibe edildiğini iddia ederken,
diğeri işin para ile yapıldığını
iddia
etmektedir. İhtiyar.
TETİMME:
Haniye'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir şey kiralarsa ve onda tasarrufla
bulunmadan
önce ihtilaf
etseler, mesela kiracı ücretin beş dirhem olduğunu, kiralayan
da on dirhem olduğunu
iddia etse, ikisi de yemin eder. Hangisi yeminden
kaçınırsa. hüküm onun aleyhine
verilir. Yemin,
kiracıdan başlanır. İkisi
de yemin ederlerse, kadı akti fesheder. Hangisi delil getirirse onun
delili
kabul edilir. Eğer ikisi
de delil getirirse, kiralayanın deliline göre hükmedilir. Çünkü kiralayan kendi
hakkını isbat etmektedir. Aynı şekilde müddet veya mesafede ihtilaf etseler, hüküm
yine böyledir.
Şu kadar var
ki, müddet ve mesafede yemin etmeye kiralayandan başlanır. Bunlardan hangisi delil
getirirse kabul edilir. Eğer her ikisi de delil getirirse, o zaman da kiracının beyyinesi ile
hükmedilir.
Kiracı iki aylığını
on dirheme kiraladığını, diğeri de bir aylığını on dirheme kiraladığını, diğeri de bir
aylığını on dirheme icare verdiğini söylese, yine
yemin ederler. Bunlardan hangisi
delil getirirse,
kabul edilir. Eğer ikisi
de delil getirirse, müstecirin delili ile hükmedilir. Eğer
ücret ve müddetin her
ikisine de veya
ücretle mesafenin her ikisinde ihtilaf ederlerse, yemin ettirilirler, ve
kira feshedilir.
Eğer birisi delil getirirse, kabul edilir. Eğer
ikisi de delil getirirse, her
ikisinin delili ile de hüküm
verilir. Yani
ücretin ziyadesinde kiralayanın beyyinesi
ile, müddet veya mesafenin ziyadesine de
kiracının delili ile hükmedilir. Bunlardan hangisi
davayı açmış ise önce karşı tarafa yemin
verdirilir.
Eğer bu
vecihlerde, kiralama süresinin bitiminden sonra veya
kiracı maksadına ulaştıktan sonra
anlaşmazlığa düşerlerse, yemini ile birlikte kiracının
sözü kabul edilir. Fukahanın icmaı ile yemin
etmezler. Kira süresinin bir kısmı geçtikten sonra
veya yolun bir kısmını gittikten
sonra ücrette
anlaşmazlığa düşseler.
ikisine de yemin verilir. Geri kalan süre veya yol için de kira sözleşmesi
feshedilir. Geçen zaman veya yol hakkında kıracının
sözü kabul edilir.
«Ustası zamindir ilh...» Eğer mal çırağın elinde
telef olursa. Zira çırak, ustasının
izni ile
çalışmaktadır. Bu sebeble kendisi zamin
değildir. Çünkü o ustasının özel işçisidir. Ücreti, icare
müddeti
içinde, nefsini müstecire (burada ustasına) teslim etmekle de hak eder. Nitekim biz bu
meseleyi daha
önce izah etmiştik.
«Hana giren
gasıb olduğunu iddia etse kabul edilmez ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilmektedir.
«Han genelde kira için yapılır. Dolayısıyla onun handa konaklaması ücrete razı olması demektir.»
Meşayihten
bazıları da, «Fetva; onun ücret vermesinin gereği
üzerinedir.» demişlerdir. Ancak
hana
inen adam
bunun aksi bir şekilde tanınmışsa, mesela kendisi açıkça, «Ben
handa gasıb olarak
konaklıyorum»
derse veya zalimlikle tanınmış bir adam olup, halkın
meskenine icare yoluyla değil
zorla girip
oturmakla meşhursa, o zaman ücret vermesi gerekmez.»
Ben derim ki: Zahir olan: Tatarhâniye'nin ifadesi önceki alimlerin,
«Gasbedilen menfaatter tazmin
edilmez.» kavli sebebiyledir. Ama sonraki alimler. kira getirmesi için hazırlanan mal
vakıf malı ve
yetim malının
gasbında dıman gerektiğine fetva vermişlerdir. Bu fetvaya göre kira için yapılan bir
binada gasb
yoluyla oturan adamın ücret vermesi gerekir. İster gasıp olduğunu
iddia etsin, ister
etmesin, ister gasbetmekle tanınsın, ister
tanınmasın farketmez.
«Ücret
vermeleri vacibtir ilh...» Kira için
yapılan binada gasp yoluyla
oturanlar. Bu ecr-i misildir T.
«Mutemede
göre arazi için haraç gibi ücret vardır. ilh...» Yanı muvazzaf haraç gibi. Mukaseme
haracı değil. Zahir olan do budur. H. Bu ifade Eşbah'ın haşiyelerinde Velvaliciye'den
nakledilen şu
sözlere muhaliftir. «Tarladaki ekini soğuk vurmadan
önceki sürenin ücreti kiralama ücretinden
düşülmez.
Soğuk vurduktan sonraki müddetin
ücreti ise düşülür. Burada haraç gibi olmaz. Çünkü
haracın vücûb
sebebi, verimli olan toprağın
mülkiyetini bir sene ister hakikaten,
ister hükmen
elinde
tutmaktadır. İtimad da
Velvaliciye'den nakledilen bu
kaviledir.»
«Afetten sonraki ücret düşer ilh...» Şu
kadar varki, «Afetten sonraki ücret
düşer» hükmü de eğer
ekinin helâkinden sonra ikinci bir ekin ek-meye
imkân vermeyecek kadar kısa
bir zaman kalmışsa
böyledir. Ama eğer birinci ekin gibi veya
ortadan daha az zararlı ikinci bir ekin ekmeye imkân
verecek bir
zaman kalmassa ücret vermek gerekir.
Bezzaziye'de de Muhit'ten naklen, «Fetva
bu
kavil
üzerinedir.» denilmiştir. Bunun aynısı
Zahire'de, Haniye'de, Hülasa'da ve Tatarhaniye'de de
mevcuttur.
Zahir olan birinci ekin gibi veya onda daha az zararı olanla
kayıtlanmak kiracının özel bir
türü ekmek için kiralamış olması halinde
farzedilir. Eğer orayı dilediğini
ekmek üzere kiralamışsa,
o
kayda lüzum yoktur. Çünkü tarlanın herhangi bir kayıtla kayıtlanmadan kiralan-ması
geçerlidir.
Ancak
Haniye'de ücretten bir şeyin düşmeyeceği
kesin bir tarzda ifade edilmiştir. Haniye sahibinin
zikrettiğini
Velvaliciye sahibi de zikretmiş, ancak onun hilafına olan kavle itimad etmiştir. Şu da var
ki, Haniye'de,
geçen tafsilat zikredilmiş ve «fetvaya muhtar olan kavil de bu-dur» denilmiştir. Artık
nasıl olur da
onun hilafı kesin bir dille ifade edilebilir? Çünkü sen
çeşitli kitaplardan fetvanın
açıklıkla bu rivayet üzerine olduğunu bildin.
«Ücret
vermesi lazımdır ilh...» Yani ücreti tam vermesi lazımdır. Allah
daha iyisini bilir.
METİN
İcare akti, hakimin hükmü tarafların rızası ve
alım-satımakdinde olduğu gibi görme
ve şart
muhayyerliği,
ile feshedilir. İmamŞafiinin görüşü buna aykırıdır.
Ayrıca icare kiralanan
maldan faydalanmayı ortadan kaldıracak derecedeki bir ayıp ve
özür
sebebiyle de
feshedilir. Bu ayıp ve özür ister icare aktinden
evvel ister. sonra, ister kiralanan
malı
teslim almadan evvel
ister sonra olsun farketmez. Bu ayıplar; kiralanan binanın yıkılması,
değirmenin veya sulu arazinin suyunun kesilmesi gibi ayıplardır.
Tarla
yağmurla sulanıyorsa, yağmurun yağmaması da özür sayılır, feshe sebebtir. Yani ücret
yoktur.
Haniye. Esah olan kavle göre ayıp sebebiyle
icare akti kendiliğinden münfesih olmaz.
Nitekim bu
mesele yukarıda geçti.
Cevhere'de şöyle denimektedir:
«İcarlanan sulu arazinin suyu bir kısmını sulayacak kadar aksa,
kiracı muhayyerdir;
dilerse tarlanın hepsindeki kiralamayı fesheder, dilerse
feshetmeyerek tarladan
sulanan kısmın ücretini verir.»
Velvaliciyye'de de şöyle denilir: «Su meselesi
söz konusu edilmeden tarlayı kiralarsa ve tarlanın
suyu akması
umulamayacak şekilde kesilse, kiracı
muhayyerdir. Ama eğer tarlanın suyu
azar azar
kesilir ve bu
su ile tarlanın sulanacağı umulursa o zaman ücreti vermek
gerekir.»
Lisanü'l-Hükkam
adlı eserde de şöyle denilmektedir: «Adam bir köyde bir hamam kiralasa, ve köy
halkı bir şeyden
korkup köyden göç etseler, kira ücreti
düşer. Eğer köy halkının bazısı gider, bazısı
kalırsa, o zaman ücret düşmez.»
Kira sözleşmesi, kiralanan
kölenin hastalanması veya
hayvanın yaralanması, yada binanın
çevre
duvarının yıkılması
gibi faydalanmayahalel getiren
ayıplarla da feshedilir.
Tebyin'de şöyle denilir: «Kiralamış olduğu değirmenin suyu kesilse. değirmenin binasından un
öğütme
dışında başka bir işle faydalanmak
mümkünse o zaman gördüğü menfaat kadar kira ücreti
vermesi
gerekir. Çünkü sözleşmeye konu olan
şeyin bir kısmı mevcuttur. O kısmı elde
edince onun
hissesi miktarı ücret verir.»
Eğer maldaki ayıp ondan faydalanmayı engellemiyorsa. veya mal sahibi
o ayıbı giderirse yada kiracı
o ayıplı olmasına rağmen maldan faydalanırsa muhayyerlik hakkı düşer. Çünkü muhayyerliğin
sebebi
ortadan kalkmıştır.
Kiralanan
binayı tamir etmek, damını çamurlamak, çatısının
su oluğunu onarmak ve bina içinde
yapılması gereken diğer şeyleri yapmak bina
sahibine aittir. Aynı
şekilde binada oturmaya zarar
veren her
şeyin giderilmesi yine bina sahibine aittir. Eğer bina sahibi bunları
yapmazsa, o zaman
kiracı binadan çıkma hakkına sahiptir.
Ama kiracı binayı o ayıpları görüp bilerek
kiralamışsa, o zaman çıkamaz.
Çünkü o ayıplara razı
olmuştur.
Kiralanan
evin su kuyusunu veya sarnıcını,
kanalını, tuvaletini onarmak da ev
sahibine aittir. Şu
kadar var ki,
bunları yapması için ev sahibi
zorlanamaz. Zira bir adam kendi mülkünü onarması için
zorlanamaz.
Eğer bu
sayılanları kiracı yaparsa parasını
ev sahibinden alamaz. Eğer ev sahibi bunları tamirden
kaçınırsa kiracı o
zaman evden çıkar. Ancak evin o durumunu bilerek kiralamışsa
yukarıda
söylendiği gibi çıkamaz.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kiracı tamire
muhtaç olan binadaki kira sözleşmesini
hakimin
hükmü olmadan
do fesih hakkına sahiptir, Kiracı iki binayı birlikte kiralamış
olsa ve binalardan
birisi çökse veya
ayıplansa, eğer her ikisini aynı
akitle kiralamışsa iki binayı birden terkedebilir.»
Ben derim ki: Eşbah'ın haşiyesinde Nihâye'ye nisbetle. «Eğer kiralanan nesnedeki özür acıksa
kiracı, kira sözleşmesini
kendi başına feshedebilir. Eğer acık değil de şüpheli
ise o zaman kendi
başına feshedemez.» denilmektedir. Esah olan
görüş de budur.
İZAH
Bu konunun
diğer konulardan sonraya bırakılmasının sebebi açıktır.
Zira fesih, bir şeyin
varlığından
sonra olur.
«Feshedilir ilh...» Musannıf, «münfesih olur» dememiş,
«feshedilir» demiştir. Çünkü o, alimlerin
çoğunluğunun
görüşünü benimsemiştir. Alimlerin çoğu «Akit özürle münfesih
olmaz.» demişlerdir.
Sahih olan da
budur. Bu durum Zahire'de açıkça söylenilmiştir.
Akdin kendi kendine münfesih olmayışının sebebi akde konu olan şeyden başka bir yolla
faydalanma imkânının bulunması değildir.
Çünkü ondan bu yolla faydalanmak lazım değildir. Buna
sebep, menfaatlerin tekrar dönmesi mümkün olacak şeklinde fevkolmasıdır. Bunu Hidaye sahibi de
zikretmiştir.
İbni Kemal.
Fetevâ-yı Suğra ve Tetimme'de şöyle denilmektedir: «Kiralanan binanın bir duvarı göçse veya
binanın bir
bölümü yıkılsa, kiracı, kira sözleşmesini feshetme hakkına
sahiptir. Fakat alimlerin
icmaı ile, ev sahibinin gıyabında feshedemez. Ama eğer binanın hepsi yıkılırsa, ev sahibi hazır
olmasa dahi kiracı akti
fesheder. Şu kadar var ki, kiracı feshetmedikçe akit
kendiliğinden münfesih
olmaz. Zira
yıkılan binanın arsasından da
faydalanmak mümkündür.»
Şemsü'l-Eimmenin İcare Babında da şöyle denilmektedir: «Binanın
tamamı yıkılırsa sahih olan
kavile göre
kira sözleşmesi kendiliğinden münfesih
olmaz. Ama kiracı kira sözleşmesini ister
feshetsin,
ister etme-sin, ücret düşer.» İtkani.
Biz bu
meseleyi fasit icare bölümünün hemen
öncesinde beyan etmiştik.
«Hakimin
hükmü ve tarafların rızası ile ilh...» Bu sözün zahirine göre; «tarafların
rızası» görme ve
şart muhayyerliğinde. ayıp ve özürde de icarenin
feshi için şarttır. Çünkü Musannıf. bu sözü
bunların
hepsine bağlı olarak söylemiştir.
Bu hususta ileride tafsilat gelecektir.
«Şart muhayyerliği ilh...» Yani taraflardan birisi,
akid esnasında kendisinin üç gün içersinde
akidden
dönebileceğini şart koşarsa bu üç gün dolmadan akdi feshedebilir.
Mesela: bir adam bir
dükkânı üç
gün muhayyer olması şartı ile bir aylığına kiralarsa, bu üç gün zarfında icare
aktini
feshedebilir.
Eğer üçüncü gün feshederse daha evvelki iki
günün ücretini vermesi gerekmez.
Çünkü
müddetin başlangıcı, muhayyerliğin düştüğü gündür. Bu söz mal sahibinin fesihte hazır
olmasının veya feshi bilmesinin şart olmadığına
işaret etmektedir. Tarafeynin
-Ebu Hanife ve
Muhammed-
görüşü bunun aksinedir. Ama birincisi daha sahihtir.
Akdi feshetme
hakkı maldan faydalanmadığı takdirdedir. Ama maldan istifade etmişse fesh hakkı
diğer, ve
icare faydalandığı andan başlar.
Alimlerden
bazıları, «Müftü bu hususta muhayyerdir.» demişlerdir. Yani dilerse
mülk sahibinin
önünde
fesheder, dilerse gıyabında fesheder.
Nitekim Muzmaratta da böyledir.
Kuhistanî.
Kuhistanî'den
naklettiğimiz bu izah, şarihin sözünün işaret ettiğine muhaliftir.
«Görme muhayyerliği ilh...» Adam bir pazarlıkla birkaç
tarla kiralasa, sonra bunlardan bazısını
görmüş olsa,
bütün tarlalarda kiralamayı feshedebilir. Bu ifade işaret ediyor ki kiracının görme
muhayyerliğinden
dolayı akdi feshetmesinde hakimin
hükmü veya diğer tarafın rızası
şart değildir.
Görme muhayyerliğinde de şart muhayyerliğindeki ihtilafın geçerli olması gerekir.
Kuhistanî.
İşçinin
Sorumluluğu -dımanı- bahsinde,
«Müşterek işçi üzerinde çalışacak
şeye
göre emeğin
değiştiği işlerde görme muhayyerliğine sahiptir.»
denilmişti.
Velhasıl şart muhayyerliği ile görme
muhayyerliğinde hakimin hükmü veya kiraya verenin rızası şart
değildir. Ayıp muhayyerliğine
gelince. binanın tümünün yıkılması
gibi durumlarda kiracı kira
sözleşmesini bina sahibinin gıyabında
feshedebilir. Ama bir duvarın yıkılması gibi durumlarda onun
gıyabında akti feshedemez. Nitekim bu
mesele daha önce geçmişti.
Ayıp muhayyerliğinin dışındaki özürlere gelince,
ileride geleceği üzere esah olan eğer
özür açıksa
kiracı tek başına aktı
feshedebilir. Ama eğer açık değil. şüpheli ise, kiracı kendi başına kira
sözleşmesini feshedemez.
Şart muhayyerliği hem kiralayan, hem de kiracı
için caizdir. Ama görme muhayyerliği
alış veriş
aktinde
olduğu gibi mucir için değil, yalnız
müstecire aittir.
Hamevî «Ben
bunu görmedim.» der. Diğer alimler ise bu husustan bahsetmiştir. Fukaha bu
konuda
şu hadisi delil almışlardır:
«Görmeden bir şey satın olan, muhayyerdir.»
«İcare menfaatleri satmaktır.» sözüde onları bu
hükme götüren diğer bir delildir.
Molla Ali Türkmanî
de bu kaville
fetva vermiştir.
«Kira sözleşmesinden evvel olan ayıbın ilh...» Yanı kiracı kiraladığı maldaki aybı sözleşmeden evvel
görmezse. Ama
eğer aybı kira sözleşmesinden evvel görürse, o zaman muhayyerliği
yoktur. Çünkü
akit yaparken
o ayıba razı olmuştur. İhtiyar'da da
böyle denilmektedir.
Kiracı sonradan meydana
gelen bir ayıptan dolayı muhayyer olduğu malı kullanırsa ücretin tümünü
vermesi
lâzımdır. Nitekim bunu şarih ileride zikredecektir.
Hülâsa'da şöyle
denilmektedir; «Kira sözleşmesindeki
ayıp muhayyerliği, alım-satımdaki
ayıp
muhayyerliğinden
şu yönden farklıdır. Alım-satım
akdinde: alıcı malı teslim almadan ayıplı
olduğunu
farkederse satıcının haberi olmadan akdi feshedebilir. Ama teslim almışsa
ancak satıcıya
haber vererek
fesheder. Kıra sözleşmesinde ise kiralanan maldaki bir ayıptan dolayı malı ister
teslimden
evvel ister teslimden sonra olsun.
kiracı tek başına reddetme hakkına
sahiptir» bunu
unutma.
(1) Çünkü
icarede akde konu olan şey
menfaattir. O da ortada yoktur. Dolayısıyla malı kullanmadan
menfaat elde edildiği düşünülemez. Alım satım ise böyle
değildir. Çünkü onda, akde konu olan
maldır ve
mal, elde mevcuttur. Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: «Malı kullanmadan
menfaatin
elde edilmesi düşünülemez. O halde onu kullandıktan sonra
nasıl geri verebilirsin ki?!
Bu soruya şöyle cevap vermek mümkündür: «Alimlerin. ele geçirdikten sonra onu
geri vermeye
hakkı
vardır.» sözlerinden maksatları, kiraya verilen "malın teslimidir. Çünkü kiralamada
ma'kudun-aleyh
(akde konu olan şey)in elde edilmesi ancak
kiraya verilen malı teslim almakla
mümkündür. O
halde malın elde edilmesi, menfaatin elde edilmesi
demektir.»
«Maldan
faydalanmayı ortadan kaldıracak bir ayıp ilh...» Bunda esas şudur: Kiralanan malda bir
ayıp meydana gelir o malın menfaatlerine tesir ederse, -Mesela kölenin
hastalanması. binanın bir
kısmının
yıkılması gibi- kiracıya muhayyerlik
hakkı doğar. Çünkü menfaatin her parçası akit yapılan
şeyin bütünü gibidir. O zaman kiralanan malı teslim almadan önce onda bir ayıp meydana
gelirse
bu ayıp muhayyerliği
doğurur. Ama eğer kiralanan malda
meydana gelen ayıp menfaatlerine tesir
etmezse. kiracıya muhayyerlik hakkı sabit olmaz. Mesela hizmet için
kiralanan kölenin bir gözü
sakatlansa veya
saçı dökülse, binanın evde oturmaya
bir zarar vermeyen bir duvarı yıkılsa, kıracı
için muhayyerlik hakkı
olmaz..Çünkü burada akit mala değil, malın menfaati üzerine yapılmıştır.
Sayılan ayıplar da menfaatte değil. malın kendisinde
meydana gelmiştir. Üzerinde akit
yapılan
şeyden başka
bir şeyde meydana gelen kusur muhayyerliği gerektirmez.
İtkanî.
Zahîre'de
şöyle denilir: Mal sahibi kiraya
vermiş olduğu toprağın ağaçlarından
birisini kesse, eğer o
toprağın
kiraya verilmesindeki maksat
ağaçlardan istifade ise, müşterinin fesih hakkı vardır.
«Değirmenin
suyunun kesilmesi ilh...» İcarladığı değirmenin suyu kesildiği takdirde su akıncaya
kadar kira sözleşmesini
feshetmezse, ondan sonra bir daha feshedemez. Ancak kesildiği müddeti
ücretten
düşülür. Bu hususta bazı alimler. «suyun kesilme günlerinin hesabınca, bazı alimler de
kesilen suyun
hissesi miktarınca ücret düşülür.» demişlerdir. Ama birinci görüş daha sahihtir. Zira
zahirür rivaye ona uygun düşmektedir. Çünkü İmam
Muhammed Mebsût adlı eserinde şöyle
demiştir:
«Bir ay boyunca su akmasa, kiracı da ay
bitene kadar kira sözleşmesini feshetmese, su akmayan
ayın ücretini vermez. Eğer akit o değirmende hem oturmak hem de un öğütmek
için yapılmışsa o
zaman yalnız
oturmaya has olan menfaat karşılığında ücret vermesi gerekir.»
Tatarhaniye'de de
böyle denilmektedir.
Bu ifadeden
anlaşılıyor ki: eğer değirmenin binası un öğütmeden başka oturmaya da elverişli ise,
oturmak için
akit yapılmadığı
sürece ücret vermesi gerekmez.
Mebsut'dan yapılan
nakilden sonra da Kudurî'den şu ifade
nakledilmiştir: «Eğer değirmenin
binası
un öğütmekten
başka menfaati elverirse, ondan faydalandığının
karşılığı olan ücreti vermesi
gerekir.» Bunun benzeri bir ifade Tebyin'den
naklen metinde gelecektir.
Öyleyse suyun
kesilmesi akdin feshedilmesi için
bir kayıt değildir.
Eğer
değirmenin suyu azalırsa, bakılır: Eğer fazlaca azalmışsa, kiracının fesih hakkı vardır, değilse
kiracının fesih hakkı yoktur.
Kudurî şöyle demiştir: «Değirmenin suyu, değirmenin kapasitesinin yansından azını öğütecek
kadar azalmışsa, bu azalma fazla azalmadır.»
Nâtifî'nin
Vâkiât'ında da, «Eğer suyu
azalan değirmen. öğütme kapasitesinin yarısı kadar
öğütüyorsa, kiracıya feshetme hakkı doğar.» denilmiştir.
Vâkıat'taki bu ifade Kudurî'nin rivayetine
zıttır. Böyle suyu azalan değirmeni reddetmeyerek
un öğütmeye devam etse, bu onun suyunun
azalmasına razı olması
demektir. Sonra bir daha reddedemez.
«Yukarıda
geçtiği üzere ilh...» Yani fasit icare babından hemen önce bu
mesele saraheten
geçmiştir.
Zira musannıf orada şöyle
demiştir:
«Eğer icarlanan bina harab olursa, icare
ücretinin tamamı düşer. Ama kiracı,
kirayı
feshetmedikçe
sözleşme
yıkılma ile münfesih olmaz. Esah olan da bu kavildir.» Musannıfın. «İcare
akti fesihtir»
sözü de buna
delalet etmektedir. Zira bu söz, kira sözleşmesinin münfesih
olmadığını ifade eder.
Biz bu
meseleyi Tatarhaniye ve İtkanî'den sarih ifadeleriyle aktarmıştık.
«Tarladan sulanan kısmın ücretini verir İIh...» Bunun benzerini şarih fasit icare
babından hemen
önce
Vehbaniye'den naklen anlatmıştı. O
ifade aynen şöyledir: «Kiralanan binanın
bir kısmı çökse,
kıra ücretinden ona düşen hisse düşülür.» Şu kadar
var ki, biz burada. İbni Şıhne ve
diğer
alimlerden naklen yukarıdaki ifadenin Zahir-ür Rivayeye zıt olduğunu belirtmiştik.
«Velvaliciye'de
ilh...» Yukarıda, şarihin Velvaliciye'den
naklettiği ibare, Kitabu'l-Müzâraanın üçüncü
faslından
zikredilmiştir. Orada şöyle
denilmektedir: «Eğer tarlayı su hakkı ile birlikte kiralamış
olsa,
suyu kesilse,
ücret düşer. Çünkü artık menfaatlenmek mümkün değildir. Ama aksi olsa, yani şöyle
denilmiştir: «Su kesilmeyip
de ekin suya hazır olmadığı halde tarlaya devamlı aksa, o zaman yine
kiracının ücret vermesi gerekmez. Çünkü orada menfaatlenebilecek durumda değildir. O zaman
arazi bir gasıp tarafından gasbedilmiş durumuna düşer.»
Tahtâvinin
Hindiye'den naklen belirttiğine göre su hakkının kesilmesiyle ücret düşer. Üstadımız
der
ki; O zaman su hakkının olmadığını söyleyip
söylememe arasında fark olmaz. Ancak şöyle
denilebilir: Fark şudur: Kira sözleşmesi
yapılırken su hakkının akde girmediği söylenirse,
fesh illeti
her hangi bir
şekilde tarlayı sulama imkânının olmayışıdır. Ama sulama
hakkının akde girmediği
söylenmezse. su kesildiği zaman akdi feshedebilmenin illeti, o arazinin
suyundan sulayamama
olur.
«Su meselesi söz konusu edilmeden kiralasa ilh...» Ben diyorum ki, caiz olup olmayan
icareler
bahsinde
geçtiği üzere müstecirin su ve yol
hakkı mevcuttur. Biz o bahiste icare
ile alışveriş akdi
arasındaki farkı belirtmiştik. O halde, her halde
buradaki ifade sulamamanın açıkça
anılmamış
olmasına hamledilir. Yine orada kiralanan tarlada ekin ekme imkânının olmaması ile
ilgili birçok
mesele geçti. Oraya müracaat ediniz.
«Bir köyde
bir hamam kiralasa ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilir: «Şemsü'l-Elmme Hulvânî'ye,
«Birisi bir köyde
bir hamam kiralasa, halk o köyden kaçsa, kira müddeti de dolsa, ücret vermesi
gerekir mi?» diye
sorulunca. «Eğer hamamdan menfaatlenemiyorsa, ücret vermesi
gerekmez.»
cevabını
vermiştir. Rüknü'l-İslâm Suğdî de bu
soruyu herhangi bir kayda
bağlamadan, «hayır»
cevabını
vermiştir. Adı geçen köyden halkın
bir kısmı gitse. bir kısmı kalsa,
ücret vermesi gerekir.»
Zahir olan,
yani yukarıdaki, «eğer menfaatlenemiyorsa» sözünden maksat, oturmakla da
menfaatlenemiyorsa.
ücret yoktur demektir. Bu mesele,
müddetin bitiminde farzedilir. Ama eğer
icare müddeti
bitmemişse, kiracı akdi
feshedebilir. Çünkü halkın göçetmesi onun menfaatine zarar
verir.
Fasit icare konusundan hemen önce, «Kiralanan
hamamı su bassa menfaatlendiği miktarca
ücretini
vermesi gerekir.» denilmişti.
«Kölenin
hastalanması ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilmektedir:
«Birisi hizmet için bir köle kiralasa
ve köle
hastalansa, bakılır: Eğer köle,
sıhhatli zamanından daha az çalışıyorsa, kiracı için köleyi
reddetme
muhayyerliği vardır. Eğer reddetmez ve müddet dolarsa, kiracının ücretin tamamını
vermesi
lazımdır. Eğer köle hastalığından dolayı hiç çalışamıyorsa, ücret
vermek gerekmez. Bu
meseleyi
değirmen meselesine kıyas
edersek, köle hastalığından dolayı eski yaptığının yansından
azını
yapabiliyorsa kiracının akdi feshetme hakkı vardır denilmesi
gerekir.»
Velvaliciye'de
de şöyle denilir: «Kölenin kaçması veya hırsız olması halinde de hüküm aynıdır.
Bunlar akdi
feshetmek için birer özürdür. Çünkü bunlar hizmette kusur meydana getirirler.»
Musannıfın
meseleyi kölenin hastalığı
ile kayıtlamaktan maksadı, kiralanan hür bir işçinin
hastalanması durumuna işarettir. İşçi eğer
tuttuğu başka işçiler vasıtasıyla iş yapıyorsa
onun
hakkında hastalık özür değildir. Eğer kendi başına iş
yapıyorsa hastalığı, akdi fesh için özürdür.
Nitekim Bezzaziye'de de böyle denîlmektedir.
«Çevre
duvarının yıkılması ilh...» Eğer çevre duvarının yıkılması oturmaya
zarar veriyorsa özürdür,
oturmaya zarar vermiyorsa, kiracı icare aktini feshedemez. Nitekim biz
bunu Bezzaziye'den naklen
beyan etmiş-tik.
«Un öğütme
dışında başka menfaat görülürse ilh...» oturmak gibi.
«Gördüğü
menfaat kadar ücret verir ilh...»
Yani un öğütmenin dışında değirmen
binasından ne
kadar
yararlanmışsa gördüğü menfaat kadar
ücret vermesi gerekir.
«Üzerinde akit yapılan
şeyin bazısı mevcuttur ilh...» Musannıfın bu sözü
değirmen binasından, un
öğütmenin
dışındaki faydalanmanın da makudun
aleyhe dahil olduğunu işaret etmektedir.
Eğer
dahil olmasaydı
ücret vermek gerekmezdi. Biz daha önce Tatarhûniye'den naklen bunun en esah
kavil
olduğunu ve Zahi-ür Rivaye'nin de buna şahitlik ettiğini söylemiştik.
Ancak
Musannıfın, «menfaat elde ettiğinde» sözü ifade ediyor
ki, eğer bilfiil menfaatlenmemişse,
ücret vermesi
gerekmez. Eğer bu menfaatde akdin konusuna girseydi o zaman ondan
faydalanmasa dahi ücreti vermesi gerekirdi.
Konu iizerinde düşünmek gerek.
«Menfaat elde
ettiğinde» sözünü, faydalanma imkânı
bulma şeklinde anlamak mümkündür. O
zaman çelişki söz konusu olmaz.
Zeylaî ve diğer bazı alimlerin, «Binanın yıkılması ile kiracı
feshetmedikçe kira akti münfesih olmaz.»
sözüne
getirdikleri delilde: «Zira o yer, bina yıkıldıktan sonra yine meskendir.
Orada çadır kurarak
da
oturulabilir. O halde akit bakidir. Şu kadarı var ki. kiracının
ücret vermesi gerekmez. Çünkü o
binadan
faydalanma imkânı ortadan kalkmıştır» demeleri, birinci görüşün daha sahih
olduğuna
delalet eder. Bu husustaki bilgi. Fasit İcare
bahsinde, «Eğer arsada oturursa» bölümünde geçti.
«Maldaki ayıp
ondan faydalanmayı engellemiyorsa
ilh...» Nitekim biz «Kölenin gözünün
birinin kör
olması, saçının dökülmesi, binanın çevre duvarının yıkılması faydalanmaya
mani olmuyorsa...»
şeklinde bu meselenin örneklerini verdik.
«Kiralayan o
ayıbı ortadan kaldırırsa ilh...» Yani kiralayan yıkılan
binayı yeniden yapması gibi ayıbı
ortadan
kaldırırsa. Kiracının muhayyerliği
düşer. Hastalanan kölenin iyileşmesi gibi ayıbın
kendiliğinden
ortadan kalkmasında da hüküm aynıdır.
Tatarhaniye ve diğer muteber kitaplarda şöyle denilmektedir:
«İmam Muhammed, kiralanan gemi
hakkında
şöyle demiştir: Gemi parçalanarak tahta haline gelse, sonra
tahtalar birleştirilerek gemi
yeniden inşa edilse, gemi
sahibi bu gemiyi kiracıya teslim için zorlanamaz.»
Zira gemi
parçalanmakla artık
gemi olmaktan çıkmıştır.
Kölenin ölümü durumunda olduğu gibi
kira
sözleşmesine konu olan şey ortada kalmamıştır. Binanın yıkılması ise bunun aksinedir. Zira bina
yıkılsa bile yine onun arsasından faydalanmak
mümkündür.» Teemmül et.
«O ayıplı
maldan faydalanırsa ilh...» Yani kiracı ayıp hasıl olan maldan
faydalanırsa. Zeylaî, «Zira
kiracı, ayıplı
malı kullanmakla onun ayıbına
razı olmuştur. O zaman alım satım akdinde olduğu gibi
kira bedelinin hepsini vermesi lazımdır.» demiştir.
«Muhayyerliğin
sebebi ortadan kalkmıştır ilh...» Musannıf.'n. «Veya kiralayan ayıbı
izale ederse»
sözünün
illetidir. Zira kiralamada sözleşme
an bean yenilenmektedir. Dolayısıyla
mal sahibinin.
ayıbı gidermesinden sonra ayıp kalmamaktadır.
O halde muhayyerlik hakkı da düşmektedir. Zeylaî.
«Çamurlamak ilh...» Yani damının üzerini çamurlamak.
Nitekim Velvaliciye'de de bu tabir
geçmiştir.
Zira damın çamurlanmaması oturmayı ihlâl eder. Ama
iç duvarları sıvamamak böyle değildir.
SU KUYUSUNU
-KANALI
VE TUVALETİ ONARMAK BİNA SAHİBINE-
İÇİNDEKİ KÜL VE TOPRAĞI
ÇIKARMAK
KİRACIYA AİTTİR
«Su kuyusunu
İlh...» Bu mesele her yönüyle
önceki meselenin aynıdır.
Dolayısıyla ayrı bir mesele
halinde zikredilmesine gerek yoktu.
Su kuyusu
dolduğu takdirde, onu temizlemek yine mal sahibine aittir. Ama bunun
için zorlanamaz.
«Zira üzerine akit yapılan şey oturma menfaatidir. Yerin altının
başka şeyle meşgul olması,
oturmak
yönünden
binanın dışından faydalanmaya mâni
değildir. Bundan dolayı kuyu dolu olduğu halde
oturmuş olsa,
ücretin hepsini vermesi lazımdır. Ancak
kiracı, sözleşmeyi iptal hakkına sahiptir. Zira
sözleşmeye
konu olan şey ayıplanmıştır» Velvâlicîye.
«Kanalını ve
tuvaleti ilh...» Bu söz suyu atıftır. Yani lağım çukuru demektir. Bezzâziye'de de lağım
çukurunu ve
su kuyusunu onarmak ma! .sahibîne aittir...» denilmektedir.
Lağım çukuru
ve tuvalet dolduğu takdirde, buraları temizlemek
de mal sahibine aittir. Minah'da
böyle denilmektedir. Hâmidiyye'de
Feteva-yı Hayriyye
de de bu kaville fetva verilmiştir. Feteva-yı
Hayriyye
sahibi bunu birçok kitaptan da nakletmiştir.
Velvaliciyye de de, «Tuvalet
ve lağım çukuru dolduğu takdirde bunları temizlemek istihsanen
kiracıya ait
değildir. Kıyasa gelince buralar, kiracı tarafından doldurulduğu için onun temizlemesi
gerekir. İstihsanın illeti şudur: Lağım çukuru ve
benzerleri yerin altında olur. Onun için icare
akti
bittikten
sonra, binayı mal sahibine teslim
etmeye mani değildir. Eğer bina
sahibi binasını kiraya
verdiği
zaman. lağım çukuru ve benzerleri
olduğu takdirde temizlemeyi kiracıya
şart koşarsa,
istihsanen o
şart caiz değildir ve akti ifsad eder. Çünkü bu şart akdin gereği değildir ve onda
ikisinden
birisine menfaat vardır.» denilmiştir.
Bezzâziye'de
ise şöyle denilir: «Kiraya verilen hamamın akıntı kanalları dolarsa. onlar
ister açıkta
olsun ister
gizli temizlemek kiracıya aittir.
Yine
Bezzâziye'de, «Hamama gelecek suyun yollarını ve akıntı kanallarını temizlemek kiracıya aittir.
Eğer hamam sahibi külün ve yakacağın taşınmasını kiracıya şart koşarsa, o şart, sözleşmeyi
ifsad
etmez. Ama eğer kiracı
bunların taşınmasını hamam sahibine şart koşarsa, akit fasit
olur»
denilmiştir.
Düşün.
Herhalde
Bezzâziye'deki hükümler ya kıyas veya örf üzerine bina edilmiştir.
Çünkü Bezzaziye'de.
«Değirmeni kiraya verirken
su yolunun
açılmasını kiracıya şart koşmak meselesinde
örfe itibar
edilir» denilmiş-tir.
Yine
Bezzâziye'de, «Kiracı binadan çıksa ve
binada toprak ve kül olsa. bunları atmak kiracının
vazifesidir.
Lağım çukuru ise böyle değildir. Yanı kiracı binadan çıktığı
zaman lağım çukuru
dolmuşsa,
bunu temizlemek mal sahibine aittir. Eğer kiralayan ile kiracı binadaki temiz
toprağı
kimin
koyduğunda ihtilaf etseler ve kiracı «Ben
geldiğim zaman bu toprak burada idi.» derse, onun
sözü kabul
edilir» denilmiştir.
«Bir adam mülkünü tamir etmesî için zorlanamaz ilh...»
Hamevî şöyle demiştir: «Bu
talilden
anlaşılıyor
ki, bina eğer vakıf ise vakıf nazırı,
vakıf malını tamire zorlanır,»
Tahtavî.
«Teberru
etmiş sayılır ilh...» Yani yukarıda sayılan şeyleri kiracı kendisi yaparsa, kira ücretinden
düşmez. Fakat kıracının binada yaptığı ilave ve
tamiri söküp sökmeyeceği konusuna metinde
temas
edilmemiştir. Bu konuda tafsilat vardır:
Camiü'l-Fusuleyn'de
şöyle denilmektedir: Kiracı, kiralayanın
emri olmadan binaya bir ek yapsa,
sonra da kira sözleşmesi
feshedilse veya kira süresi dolmuş
olsa bakılır: Eğer yapılan ek, binanın
toprağından
olan kerpiçten yapılmışsa, kiracı yaptığı
eki kaldırır ve alır. O toprağın kıymetini
binâ
sahibine
öder. Eğer o eki çamurdan yapmışsa, sökmez. Zira sökerse,
yine toprak olmuş olur.»
Bunun
hülasası şudur: Eğer binâya yapılan ek
söküldüğünde zayi olmayıp mal
olarak kalan
nesnelerden
yapılmışsa, o zaman ek sökülür. Yok eğer söküldüğü takdirde mal olarak
kalmayacak
nesneden
yapılmışsa, sökülmez. Bunun üzerine
birçok mesele binâ edilir. Sayıhâni.
«İki binayı
birden terkedebilir ilh...» Bezzaziye'nin
ibaresi ise şöyledir: «Kiracı diğer binayı da
terkeder.
Çünkü pazarlık ayrı ayrıdır.»
«Eşbah'ın haşiyesinde ilh...» Ebussuud. Eşbah'ın haşiyesinde şöyle demiştir: «Kira sözleşmesinin
feshi
Ziyadat'daki ifadeye göre ancak hakimin hükmü
ile olur. Hatta kiralayan dükkânını
kira
sözleşmesinin feshine hüküm verilmezden evvel
satsa, bu satışı caiz değildir. Mebsut'un rivayetine
göre ise, kira sözleşmesinin
feshi, hakimin hükmüne muhtaç değildir. O halde dükkanını kiraya
veren kişinin
kira sözleşmesi dolmadan ve hakim kiralamayı
feshetmeden bu dükkânı satması
geçerlidir. Birinci rivayet daha sahihtir. Çünkü
kira sözleşmesinin feshi hususunda ihtilaf edilmiştir.
O zaman o,
hibeden rücû gibi hakimin hükmüne bağlı kalır.
Velvalicî de.
«Zikredilen sadece borçtadır. Ama diğer özürlere gelince; özrü olan taraf,
hakimin
hükmüne
ihtiyaç kalmadan kira sözleşmesini feshedebilir. Sahih olanı da
budur. Alimlerden
bazıları, iki rivayet
arasında şöyle bir ayırım yapmışlardır: Eğer, kiralanan
malın özrü açıksa, kira
aktinin feshi
için hakimin hükmüne ihtiyaç
yoktur. Ama özür açık değilse -kişinin ikrarı ile sabit
olan borç
gibi- hakimin hükmüne ihtiyaç vardır. Zira hakimin hükmü ile özür
zahir olur. Kâdîhan ve
Mahbubî de:
«İki rivayet arasındaki bu ayırım
ile hükmetmek en sahihidir.» demişlerdir. Kâdîhan ve
Mahbubî'nin
kavillerini, Şeyh Şerafeddin de, «O
ayırımla iki rivayetle de amel edilmektedir. O halde
uygun olan buna itimad etmektir.» sözüyle kuvvetlendirmiştir. Allâme Kâsım'da Tashih'inde de
şöyle der:
«Kâdîhan'ın sahih gördüğü
birşey diğer alimlerin sahih gördüklerine
takdim ve tercih
edilir. Çünkü Kâdîhan,
fakihu'l-nefs tir.»
Bu izahla
anlamış olmaktadır ki, şârihin,
babın evvelindeki «Kira sözleşmesi
kimin hükmü veya
tarafların
rızası ile feshedilir.» sözü uygun bir söz değildir. Üstelik bu şart, görme muhayyerliğinde
de tarafların
rızasını ve hakimin hükmünün şart olduğu gibi bir intibâ vermektedir.
Zaten biz bu
husustaki
sözü, Kuhistanî'den nakletmiştik. Dikkatli ol.
METİN
Akit baki kaldığı takdirde, akit sebebiyle ücrete müstehak
olunmayacak bir özür yüzünden kira
sözleşmesi feshedilir. Meselâ diş çekmesi için kiralanan bir adamın akdi,
dişin ağrısının dinmesi
halinde;
düğün yemeği için kiralanan ahçının akdi gelinin ölmesi veya hulu yoluyla kocasından
ayrılması halinde
feshedilir.
Kiralayan
herkes tarafından bilinen veya delili ile sabit olan yada ikrarı ile
bilinen bir borcu olur ve
kendisinin kiraya verdiği
maldan başka bir malı bulunmazsa yine kira sözleşmesini fesheder.
Çünkü
kiralayan, borcu ödemesi için
hapsedilir ve zarar görür. Apaçık, peşin verilen kira
sözleşmesi, kiraya verilen malın kıymeti kadar
varsa o zaman feshedemez. Eşbah.
Bir dükkânı,
ticaret yapmak için veya terzi olmakla beraber iğnesiyle
değil, malıyla çalışmak üzere
kiralayan
kimse iflas ettiği takdirde kira sözleşmesinin
feshedebilir.
Bir kimse dikiş dikmesi
için bir köle kiralasa. sonra da işini bıraksa o
kölenin kira sözleşmesini
feshedebilir.
Sefer için bir hayvan
kiralayan kişi, görüş
değiştirip seferden vazgeçerse, akdi feshedilir. Eğer
görüşünü yolun yarısında
değiştirirse gittiği yol ile kalan kısmı kolaylık ve zorluk bakımından eşit
ise, ücretin yarısını
verir. Eğer kolaylık ve zorluk bakımından eşit değilse, o
zaman da ne kadar yol
gitmişse,
gittiği kadarının ücretini verir. Şerh-i Vehbaniye ve Haniye.
Ama
yukarıdakinin aksine hayvanını kiraya veren, görüşünü değiştirirse
kira sözleşmesini
feshedemez.
Zira onun. ücretli bir adam tutarak. kendi yerine hayvanla
onu gönderme imkânı vardır.
Mülteka'da
şöyle denilir: «Asl'ın değil, Kerhî'nin rivayetine
göre kervancı hastalansa akdi fesh için o
da özürdür.»
Bana göre,
fetva Kerhi'nin rivayeti ile
verilir.
Mülteka sahibi
daha sonra şöyle demektedir: «Adam
terzilik yapmak üzere bir dükkân kiralasa,
sonra başka bir iş yapmak için terziliği bıraksa bu bir özürdür, kira sözleşmesini feshedebilir. Aynı
şekilde adam bir akar
kiralasa, sonra da yolculuğa
çıkmak istese yine akti feshedebilir.»
Kuhistanî.
«Oturmak üzere ev kiralayan kimsenin
yolculuğa çıkmak istemesi kirayı
iptal için
özürdür. Ama ev sahibinin yolculuğa çıkması kirayı iptal için özür sayılmaz. Eğer sefere
çıkma
konusunda
kiralayan ile kiracı anlaşmazlığa düşseler. kiracının sözü
kabul edilir. Ama yolculuğa
çıkmaya
kararlı olduğuna yemin eder.» demiştir.
Velvaliciye'de
de şöyle denilmektedir: «Kiracının iflas etmesi bile
işini değiştirmesi de akdi
feshetmesi için özürdür. Zira artık o işi orada yapması mümkün değildir.
Eşbah'ta da şöyle
denilir: «Kervancının kiraya verdiği hayvanla birlikte gitmesi
veya bir adamını
göndermesi
lazım değildir. Hayvanı teslim edince, kıracının ücreti
vermesi gerekir.»
Terzilik
yapması için bir köleyi kiralayan kimse,
sarraflık yapmak üzere terziliği
terkederse köle
sahibiyle yaptığı akdi feshedemez. Zira dükkânının
bir tarafında terzilik, bir tarafında da sarraflık
yapmak imkânı vardır. Mal sahibinin kiraya
verdiği malı satması da borçlanmadıkça özür sayılmaz.
Bu satış kiralama süresinin
bitimine kadar durdurulur. Beğenilen
görüş de budur. Ancak hakim,
kiralanan malın satışına hükmederse bu satış
hemen uygulanır. Bu bahsin tamamı
Vehbâniye
şerhinde
vardır.
Vehbâniye
şerhinde Haniye'ye nisbetle şöyle
denilmektedir: «Mal sahibi, kiraya verdiği malı satsa.
kiracı o satışı iptal edemez. Doğru olan budur. Ama rehin, rehin verdiği nesneyi satsa,
kiracının o
satışı iptal
hakkı vardır.
İZAH
«Özür ilh...» Burada özür, kira sözleşmesindeki
özürdür. Özürsüz olarak kira sözleşmesi
feshedilemez. Ancak
kiralama, nesnenin istihlâkı üzerine
yapılırsa o zaman özürsüz de
feshedilir.
Mesela bir kimse birisini
yazı yazması için kiralasa, yazılacak kağıtları da verse, özürsüz olarak
feshedebilir.
Bunun aslı Muzâraa Bahsinde ki, «Zirai ortaklıkda akdi
ortakçı değil tohum sahibi
feshedebilir» meselesidir.
Eşbah.
Ebussuud,
Eşbah haşiyesinde Biri'den naklen şöyle
der: «Velhasıl üzerine akit yapılan maldan
müstecir
nefsi veya malı açısından bir zarara uğramadan faydalanamıyorsa o
zaman kira
sözleşmesini iptal edebilir.
BİNANIN CİNLER TARAFINDAN TAŞLANMASI
FESİH İÇİN ÖZÜR MÜDÜR?
Birî şöyle
der: «Bu genel kaideden şu çıkarılır: Binalarda
çokça vâkî olan ve cinler tarafından
yapıldığı
söylenen taşlama, kira sözleşmesinin iptali için özürdür...»
Ben derim ki: Birî'nin ifadesinden anlaşılıyor ki eğer taşlama
bizzat bina için olursa özürdür. Ama
eğer bir
özellikle bir kişi taşlanıyorsa, bu taşlama kira sözleşmesinin iptali için
özür değildir. Bana
arkadaşlarımdan birisi anlattı: «Hanımının
akrabaları, annesine büyü
yaptırmışlar. Evi-ne her
girişinde ev
taşlanır. çıktığı zaman da taşlama kesilirmiş.»
MÜSTECİRİN FÂSIKLlĞI FESİH İÇİN ÖZÜR DEĞİLDİR
ÇOK VAKİ OLAN
BIR MESELE: Lisanü'l-Hükkâm'da şöyle
denilmektedir: «Müstecir kiraladığı
binada açıktan açığa içki, zina, faiz ve
livata gibi kötü şeyler yapsa
kendisine emr-i bil-maruf yapılır.
Mal sahibi
veya komşuları onu evden çıkarmazlar.
Kiracının bu günahları işlemesi kira
sözleşmesini fesih için özür sayılmaz. Bu meselede dört mezheb imamı arasında bir
ihtilaf yoktur.»
Cevahir'de de
şöyle denilmektedir: «Sultan, fasık müstecirin çıkarılmasını uygun görürse, çıkarır.»
Biz İs'af'dan
şunu nakletmiştik: «Kiracının vakıfın malına el koymasından korkulursa, Kadı o kira
sözleşmesini fesheder ve vakıf malını kiracının elinden alır.»
«Dişin ağrısının durması ilh...» Musannıfın diş ağrısının
durması, gelinin ölmesi ve hulu yoluyla
ayrılması ile
kayıtlamasından anlaşılıyor ki, bunlar olmadan akit feshedilmez.
Hamevî:
«Mebsut'ta şöyle bir ibarenin olduğunu söyler -«Bir adamı elini kesip yemesi veya binasını
yıkması için kiralasa,
sonra da ondan caysa, o cayması kira
sözleşmesinin feshi için özür olur. Zira
aktin ikbasında bedeninden veya malından bir şeyin
telef edilmesi söz konusudur.»
Mebsut'taki bu
ibare sarahaten bildiriyor ki, birisini dişini çekmesi
için kiralayan kimse, ağrısı durmasa dahi kira
sözleşmesini feshedebilir.»
Ben derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de. «Malın noksanlığına veya
telefine sebeb olan her fiil, kira
sözleşmesinin feshi için özürdür. Meselâ bir adam,
elbise dikmesi, kumaşı temizlemesi
veya
biçmesi veya
bir bina yapması veya tarlasını ekmesi için birisini kiralasa,
sonra da pişman olsa,
kira sözleşmesini iptal hakkı vardır.» denilmiştir.
Gayetü'l-Beyân'da
Kerhî'den naklen şu ilâve yer
almıştır: «Ustura veya boynuzla
kan alması veya
dişini çekmesi için
birisini kiralarsa, sonra da bunları yaptırmaktan vazgeçse, kira sözleşmesini
iptal etme
hakkına sahiptir. Zira bunların hepsinde malı istihlâk etme, bir
sorumluluğa girme veya
bir zarar vardır.»
Ben
Şurunbulalî'nin de bizim dediğimiz
gibi dediğini gördüm. Şurunbulalî şöyle
der: «Ben yukarıda
sayılan
meseleleri Halaç yoluyla boşanma hariç gördüm. Ancak orada zikredilenler hulû
meselesinde de fesih caiz olduğunu ifade etmektedir.»
Ben derim ki: Câmi'in şarihleri şöyle demişlerdir: «Şafii'ye,
«Bir adam. dişini çekmesi için veya
düğün yemeği yapması için birisini kiralarsa,
sonra da ağrı geçse veya
gelin ölse, ne olacak? Ne
dersin?»
denilse, görüşünden dönmek zorunda kalacaktır.
Bu beyanattan anlaşılmaktadır ki;
burada
ağrının kesilmesi veya
gelinin ölmesi kayıtları ilzamın
ziyadesi için zikredilmiştir. O halde,
bu kaydın
mefhumu yoktur ki onunla amel edilsin. Dikkatli ol.»
«Bir borç sebebiyle
ilh...» Musannıf burada, «borç» kelimesini
mutlak bir şekilde ifade etmiştir. O
halde borcun
azına da, çoğuna da şâmil olur. Nitekim Birî'nin şerhinde de
Cevamiü'l-Fıkıh'tan
naklen böyle
denilmektedir.
Borç
nedeniyle kira sözleşmesi iptal edildiği takdirde, satılan malın parasından
önce kiracının
peşin olarak ödemiş olduğu kira ücreti ödenir. Ondan
artakalan da alacaklılara verilir. Ama eğer
onun kıymeti. ancak kiracının borcunu
karşılarsa. Ziyadat'da belirtildiği
üzere kira sözleşmesi iptal
edilmez.
Bezzâziye'de,
«Bir dirhem. zarar verici bir borçtur.
Bununla kira sözleşmesi iptal edilir. Ama bir
dirhemden az
olursa onunla kira sözleşmesi
iptal edilmez» denilmiştir.
Velvâliciyye'de de şöyle denilir: «Mal sahibi kiraya verdiği binadaki kira sözleşmesini bozarak onu
fakir
olduğundan dolayı kendisi ve ailesinin nafakası
için satmak istese. bunu yapabilir.
Serahsi'nin Ziyadat
şerhinde ise şöyle denilmektedir: «Hakim kira
sözleşmesini iptal eder. Sonra da
sahibi malını satar. Muhtar olan, kiralamanın satış akdinin geçerliliğine hükmedilmesinin
zımnında
kendiliğinden
münfesih olur.» Ebussuud, Eşbah Şerhî.
Hülâsa'da, «Kira sözleşmesinin nafaka için
iptali hususunda iki görüş nakledilmiştir. Birinci görüş,
«feshedilir» kavlidir ki, bu, Ebülleys
Semerkandî'den rivayet edilmiştir. İkinci görüş ise, «Nafaka
için kira sözleşmesi
iptal edilmez.» görüşüdür. Bu da
Zahirüddin'den nakledilmiştir.»
«Herkes tarafından bilinen veya kendi beyanı ilh...» Anlaşıldığına göre bu iki kayıttan
birisinin
zikredilmesi diğerine ihtiyaç bırakmaz. İkrardan murad da, icare aktinden evvelki ikrardır.
Aksi
halde kendisini aşan başkasını ilgilendiren
bir hüccet olması lazım gelir. Molla Miskîn.
Şârihin
sözündeki birinci, yâni «İki kayıttan
birisinin zikredilmesi diğerine ihtiyaç
bırakmaz.»
İtirazının
define işaret vardır. Çünkü insanlar
tarafından bilinmesinden maksat halkın müşahedesi,
beyandan maksat ise delil göstermesidir.
İkinci, yani,
«İkrardan murad da icare aktinden evvelki ikrardır.» İtirazı da fukahanın İmam Ebû
Hanife adına
Sahibeyne verdikleri cevabın istidlallerindeki
sözlerine ters düşer. Sahibeyn'in görüşü
şudur: «Kiralayanın
borçlu olduğunu ikrar etmesi, kiracıya zarar verir.» Fukahanın Ebû Hanife
adına istidlâllerindeki sözleri ise, şudur: «İkrar, mukırrın zimmetine aittir. Dolayısıyla
ikrarda hiç
kimse için bir hak yoktur. O halde mukırrın ikrarı önce sahih
olur. Sonra da başkasına geçer.
Ben
Gayetü'l-Beyân'da Tahtavî'nin
şerhinden naklen açıkça, borç ile ikrar'ın icare aktinden sonra
olduğunu
gördüm. Bu da bizim yukarıda söylediğimizi
teyid etmektedir.
FER'İ BİR
MESELE: Adam bir binayı kiraya
verdikten sonra o binanın başkasına ait olduğunu ikrar
etse, bu ikrarı kiracı
hakkında değil. kendisi hakkında sahihtir. Kira müddeti bittiği zaman
o binanın
ikrar olunan kimsenin olduğuna hükmedilir. Velvaliciye.
«Hapsedilir ilh...» Yani onun başka bir malının olmadığı konusunda tasdik
edilmemesine itibarla
hapsedilir. İbnî Kemal.
«İcare ücreti malın kıymeti kadar varsa ilh...» Yani icâre verilen malın kıymeti, müstecirin ödemiş
olduğu peşin
ücretten fazla olmazsa. Bu ifade Ziyâdât'ta sarahaten zikredilmiştir. Buna göre
Hanutî'nin,
«Bu icarenin feshi konusunda güzel bir kayıttır ama garibdir. Ben onu hiçbir yerde
görmedim.»
sözü kabul edilmez. Bunu Ebussuud ifade etmiştir.
«Dükkân kiralayan iflas ettiği takdirde ilh...» Piyasada işler iyi gitmezse ve bu yüzden ticâret imkânı
bulamasa yine
icare aktini feshedebilir. Hindîyye.
Münye'de ise:
«Kesat özür değildir.» denilmektedir.
Münye'nin bu sözünün kesadın bir çeşidine hamledilmesi mümkündür.
Sayıhanî.
Fakat adamın aynı
işi yapmak üzere daha geniş ve ucuz
olduğu için başka yere taşımak istemesi
özür
değildir. Ama başka bir iş yapmak üzere başka
bir dükkâna taşımak isterse,
Suğra'da
denildiğine
göre bu bir özürdür.
Asl'ın
Fetevasında da şöyle denilmektedir: «Eğer ikinci
dükkânın sahibi dükkânı onun için
hazırlamışsa, özür olmaz. Yok eğer hazırlamamışsa, evet özür olur.» Tatarhaniye.
İflas
herhangi bir kayıt için
zikredilmemiştir. İleride gelecektir.
«İğnesiyle
değil ilh...» Zira iğnesiyle çalışırsa, o zaman onun sermayesi iğnesi ile makasıdır.
O
zaman ücretle de çalışabilir.
Onun için hakkında özür tahakkuk etmez. Ancak, halk katında hiyaneti
ortaya çıkarsa
ve ona kumaş teslimine mani olurlarsa o zaman bu fesih için özür olur.
«Seferden
vazgeçerse ilh... » Hülâsa'da şöyle denilir: «Eğer müstecir bir deve satın alırsa,
bu özür
olur.»
Ama oturmak
üzere bir bina "kiralayan
kimse bir ev satın alsa, kendi evini taşımak için icare aktini
feshedemez.
Aradaki fark şudur: Binanın herkese kiralanması
mümkündür. Hayvanı kiralamaksa
mümkün
değildir. Çünkü binmek binenlerin
binmeleriyle değişir. Ama evde oturmak, oturanların
kullanma şekliyle değişmez. Bezzaziye.
«Kervancının
görüşü değişirse ilh...» Yani özür olacak açık
bir sebeb olmadan. Meselâ adamın
daha fazla
ücret verecek bir kiracı bulması gibi bir sebepten görüşünün değişmesi
gibi. Şarih
ileride, «Eğer kervancı yolda ölürse...» meselesini zikredecektir.
«Ben derim ki fetva birinci görüşe göredir. ilh...» Mülteka sahibi bu meseleyi şerhinde
Kuhistanî'den
nakletmiş ve «Musannıfa göre bu
muhtardır. Çünkü musannıf onu Asl'ın rivayetinden
önce zikretmiştir. Nitekim musannıfın adeti muhtar olanı muhtar olmayandan öne almaktır.»
demiştir.
«Özürdür
ilh...» Bezzaziye'de de böyle mutlak zikredilmiş sonra da
Muhit'ten az önce verdiğimiz
tafsilâtı
nakletmiştir. İleride Velvaliciye'den de nakledecektir.
İŞİ ASLINDAN
TERKETMEK ÖZÜRDÜR
Yukarıda
zikredilmeyen bir şey kaldı. O da şudur:
Yukarıdaki tafsilatla birlikte fukahanın «Başka bir
iş yapmak
üzere terziliği terketse...» kavli ifade ediyor ki, adam dükkânda yaptığı
işi aslından
terkederse, bu fesih için özür olur. Haniye'deki şu ifade de buna delalet eder.
«Ekin ekmek için bir tarla kiralasa, sonra kiracı çiftçiliği tamamen
terketse, bu terki kıra
sözleşmesini fesih için özür olur.»
Zaten yukarıda da bildirildiği üzere dükkân
meselesinde, «iflâs» kelimesi bir kayıt
değildir. Remlî de
haşiyesinde
böyle ifade etmiş ve görüşüne. Cevahirü'l-Feteva'daki şu
sözü şahit tutmuştur: «Adam
bir seneliğine bir hamam kiralasa, hamamdan
verdiği ücreti bile çıkaracak kadar
bir gelir elde
edemese, bu sebeble hamamı sahibine teslim
etmeyi istese eğer hamamı çalıştırmıyorsa,
reddedebilir.
Bunun hîlesi de işi terketmesidir ilh...» Oraya müracaat
ediniz.
Bana göre; hamamı kiralayan adam, aşağıda gelecek olan sefer meselesinde
olduğu gibi hamamın
çalışmadığına dair yemin etmelidir.
SEFERE ÇIKMAYI İSTEMEK VEYA ŞEHİRDEN TAŞINMAK ÖZÜRDÜR
«Yolculuğa
çıkmak istese ilh...» 0 şehirden başka bir yere taşınmak da akarın icare
aktini bozmak
için özürdür.
Çünkü akardan faydalanmak ancak
başında durmakla mümkündür. Başında
durmadıkça
ondan zarar etmiş olur. Zarar da fesih sebeblerindendir.
Câmiü'l-Fetevâ ve diğer
muteber
kitaplar. Kınyede bunun benzeri olan
şu ifadeler vardır:
«Yukarıda
anlatılanlardan anlaşılıyor ki, bir köylü, kışın bir ev
kiralasa, yaz gelince köyüne gitmek
istese veya
bir şehirli bir ev kiralasa. yaz gelince bir yazlığa taşınmak istese,
her ikisi de kira
sözleşmesini feshedebilirler. Bunun için iki
şehir arasında sefer mesafesinin bulunması da şart
değildir. »
Bezzaziye'de
de şöyle denilir: «Adam
bir köyde tarla kiralasa, kendisi de başka
bir köyde otursa,
eğer iki köy
arasında sefer mesafesi kadar
bir mesafe varsa bu fesih için
özürdür. Eğer aralarındaki
mesafe o kadar yoksa, özür değildir.»
«İhtilâf
etseler ilh...» «Yemin eder» sözü. bu husustaki birkaç
kavilden birisidir. Kerhî ve Kudurî
de
bu kavle
meyletmişlerdir. Bundan başka «Onun
sefere gidip gitmeyeceği hususu arkadaşlarından
sorulur,
kıyafet ve elbiselerine göre hükmedilir.» «Makbul olan
söz, seferi inkâr edenin sözüdür»
şeklinde de görüşler vardır.
«Yemin eder
ilh...» «Yemin eder» sözü, bu husustaki birkaç kavilden
birisidir. Kerhî ve Kudurî de
bu kavle
meyletmişlerdir. Bundan başka «Onun
sefere gidip gitmeyeceği hususu arkadaşlarından
sorulur,
kıyafet ve elbiselerine göre hükmediIir.» «Makbul olan
söz, seferi inkâr edenin sözüdür»
şeklinde de görüşler vardır.
Hülâsa'da şöyle
denilir: «Kiracı kira sözleşmesini
fesih ettikten sonra sefere çıksa
sonra da dönse
ve fikir
değiştirdim artık gitmeyeceğim» dese, hasmı ise onun
yalancı olduğunu iddia etse Akdi
feshettikten
sonra sefere çıktığında samimi olduğuna dair yemin ettirilir.
«Eşbah'ta ilh...» Eşbah'taki ifadeyi Velvâliciyye
sahibi de Haherzade' den naklettikten sonra şöyle
demiştir: «İmam Muhammed kitap'ta şöyle der: «Kiralayana, hayvanı ile birlikte bir
adam
göndermesi
emredilir. Zira mal sahibinin vazifesi kiracının hayvanı almasına imkân hazırlamaktır. O
da mevcuttur.
O halde ister binsin, ister bînmesin ücret vermesi gerekir.
«Mal
sahibinin vazifesi kiracının hayvanı almasına
imkân hazırlamaktır.» Kavli birinci görüşün
illetidir.
Nitekim bu açıktır. Bu ifadenin zahiri: Birinci görüşün İmam
Muhammed'in görüşüne tercih
edilmesi gereğini işaret eder. İşte bundan dolayı Eşbah'ta yalnız birinci kavil zikredilmiştir.
«Köleyi
icarlayan kimse sarraflık yapmak üzere terziliği bırakırsa bu kervancı meselesinin
aksinedir
ilh...» Eğer musannıf bunun yerine, «Terzi terzilik için bir köle kiralasa ve sarraflık
yapmak üzere
terziliği
bıraksa bunun hükmü yukarıdaki meselenin hilafınadır, icare aktini feshedemez.» deseydi
daha açık olurdu. T.
«Çünkü aynı
anda ikisini de yapabilir ilh...» Yani dükkânın
bir tarafında kendisi sarraflık yapar öbür
tarafında
köle terzilik yapar.
«Yukarıdaki meselenin hilafına ilh...» Yani kiracının
izni olmadan satsa.
Bezzaziye'de
şöyle denilmektedir: «Kiracı kiraladığı nesneyi satması için mal sahibine izin verse, ve
mal sahibi satsa kıra
sözleşmesi bu satışla iptal edilmiş olur. Daha sonra da
müşteri maalı,
alış-veriş
akdini fesh sayılmayan bir yolla geri verse kira sözleşmesi avdet etmez. Ama eğer alış
veriş akdini
fesh sayılan bir yolla malı geri verse kira sözleşmesi avdet
eder. Fetva bu kaville
verilir.»
Musannıfın
burada «alım satım akdi» ile kaydetmesi, Tatarhaniye' deki Muhit'den nakledilen şu
ifadeden
dolayıdır. «Birisi bir şey satın alsa, ve o malı birisine kiraya
verse, daha sonra da o malın
ayıplı olduğunu farketse malı satıcıya geri verip icareyi de fesheder.»
«Hakimin hükmü
nafizdir ilh...» Zira İmam Ebû Yusuf'a göre icare verilen malın satılması caizdir.
Bezzaziye.
Ben derim ki: İcardaki
malın satışıyla ilgili hakim hükmü
zamanımız hakimlerine mahsus değildir.
«Mürtehin
feshedebilir ilh...» Şurunbulalî Vehbaniye şerhinde şöyle der: «Muhtar
olan; rehin verilen
malın satışının mürtehinin icazetine bağlı olmasıdır. Fetva da icare veya rehin verilen
malların
satışının sahih olduğu ancak o anda geçerli olmayışı
üzerinedir. Sahih olan kavle göre
rehin olan
ile kiracı mal sahibi
veya rehin tarafından satılan malın satışının feshine malık
değillerdir. Müftabih
olan budur.
Müşteri aldığı malın rehin veya kirada
olduğunu bilirse, İmam Ebû
Hanife ile İmam
Muhammed'e
göre, satış akdini bozabilir. İmam Ebû Yusuf'a göre ise bozamaz.
Alimler İmam Ebû
Yusuf'un
görüşünü benimsemişlerdir.» Rahmetî.
METİN
Eğer kişi akdi kendisi için yapmışsa âkitlerden
birisinin ölümüyle, feshe ihtiyaç olmadan,
kendiliğinden
münfesih olur. Ama âkidin delirmesiyle akit münfesih olmaz.
Ancak kiralayanın
mesela Mekke yolunda ölmesi durumunda oduğu gibi
yolda ölür ve orada hâkim bulunmazsa kira
sözleşmesi zarurete binaen münfesih olmaz. Mekke'ye
kadar baki kalır. Mekke'ye
varıldığında
Kadı'ya müracaat
edilir ve Kadı uygun olan ne ise onu yapar.
Eğer kiracı emin ise, Kadı hayvanı ona
yeniden kiraya
verir veya hayvanı değeriyle
satar. Kiracı gidiş geliş ücretini verdiğine dair delil
getirirse, kadı dönüş ücretini iade eder. Bu meselede hasımsız olarak beyyine kabul edilir. Çünkü
adam elindeki malın kıymetinin bir miktarını almak istemektedir. Eşbah.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Adam
bir evi. bir hamamı veya bir tarlayı
bir aylığına kiralasa ve iki
ay oturmuş olsa ikinci ayın ücretini vermesi lazım mıdır? Bakılır: Eğer kiraladığı ev, hamam veya
arazi kira için hazırlanmışsa evet, ikinci
ayin ücretini vermesi gerekir. Yok eğer kira için
hazırlanmamışsa gerekmez.
Fetvâ da bu kaville verilir.»
Ben derim ki: Vakıf ve yetim
malı da böyledir. Yine adam bir
seneliğine kiraladığı yerde
daha fazla
otursa ve mâlik
ücret taleb edince kiracı sussa
müddetin bitiminden sonraki miktarda
ücreti
vermesi
lazımdır.
Kiracı malik öldükten sonra oturmaya
devam ederse, ücret vermesi gerekir mi? Bazı alimlere göre
gerekir.
Çünkü kiralama devam etmektedir. Bazı alimlere göre ise bu da birinci mesele
gibidir.
Mal, kira için hazırlanmış da olsa varis evin
boşaltılmasının veya ikinci bir ücreti taleb etmedikçe
önceki akdin münfesih olmaması gerekir. Zira bu
ihtilaflı bir meseledir. Bu durumda ecr-i misil mi,
yoksa akit esnasında konuşulan ücreti mi verecektir?
Kınye'nin zahirine göre ecr-i misil vermesi
lazımdır. Bu
bahsin tamamı Vehbaniye
şerhinde mevcuttur.
Münye'de şöyle denilir: «Kiralayan veya kiracı
ölse, kiralanan tarladaki ekinde daha yeşil olsa akit
hasata kadar ecr-i müsemma ite devam eder. Kira
süresi dolduktan sonra ise tarladaki ekin
hasat
edilene kadar akit ecr-i
misille devam eder.
Camiü'l-Fusuleyn'de
ise şöyle denilmektedir: «Eğer varis yetişkin olur ve hem o hem de kiracı razı
olursa kiralamanın devamı caizdir.
Yani, kiralamanın bekasına rıza göstermek, yeniden bir akit yapmak demek olur. Zira kira
sözleşmesi teati ile de caizdir.
Eşbah'ın haşiyesinde
şöyle denilmektedir: Eğer akit sahihse kiracı, mürtehin ve müşteri malı
almakla diğer alacaklılardan daha layıktırlar.
Ama eğer fasit ise, diğer alacaklılarla eşittirler.»
Bu
öğrenilsin.
Akit eğer bir
malı kiraya vermesi için vekâlet
verilen vekil gibi kira sözleşmesini başkası
adına
yapmışsa, onun ölümü ile kira sözleşmesi münfesih
olmaz. Ama bu mülkü kiralamaya
vekil olan
kişi ölünce, kiralama
bâtıl olur. Çünkü bir şeyi kiralamaya vekâlet, menfaatleri satın almak için vekil
olan kimse gibidir. Bu durumda evvela kendisi için kiralamış
sonra da müvekkiline kiraya vermiş
olmaktadır. İşte bizim, «Bir şeyi kiralamaya
vekil olan kimse, mâlik gibidir» sözümüzün manâsı
bu-dur.
Musannıf Zahîre'den böyle nakletmiştir.
Ben diyorum ki: Bu ifadenin benzeri Şerhü'l-mecma.
Bezzaziye ve İmadiye'de de
vardır. Musannıf
bunları
naklettikten sonra şöyle demektedir.
Bu yukarıda Zahire'den naklettiğim;
imam Kerhî'nin
«Mülk evvela vekile sabit
olur, sonra müvekkile intikâl eder.» sözüne binaen doğru '' olur. Ama
Ebû
Tahir'in
dediği «Mülkiyet başlangıçta mütevekkile
için olur.»sözüne göre doğru
değildir. Kenz'de
Ebû Tahir'in
bu kavli esas alınmıştır. Bahır'da da işaret edildiği gibi
esah olan budur. Allah en
iyisini bilir.
Ben derim ki: Şeyhimiz Kerhi'nin zikrettiğine binaen
bunun doğru olmadığını söylemiştir.
Çünkü
fukaha,
vekil, müvekkili için, köle olan bir akrabasını
satın alırsa o kölenin azad edilmeyeceğinde
ittifak
etmişlerdir. Zira vekilin mülkiyeti
kalıcı bir mülkiyet değildir. Kölenin
azat olmasını ve fesadı
gerektiren
mülkiyet ise kalıcı olan
mülkiyettir.
Daha sonra
musannıf şöyle demektedir: Velhasıl esah
olan kavle göre: kölenin ölümü ile kira
sözleşmesi münfesih olmaz. Ulemadan bu konuda gelen
nakiller çok meşhurdur.
Vasî, baba, dede ve vakıf. mütevellisi de vekil
gibidir. Bunlar çocuğun veya vakfın malını kiraya
verseler ve
ölseler akit münfesih olmaz. Çünkü hak sahibi de borçlu da hayattadır. Ama
kendisi için
akit yapılan
kimse ölürse o zaman kiralama batıl olur. Dürer. Ancak kiraya
veren, sadece kendisine
vakfedilen
bir malın mütevellisi olur. Ve geliri de onun için olursa, bu mütevellinin ölümü ile kira
sözleşmesi feshedilir. Nitekim Eşbâh'ın vakıf
bahsinde Vehbaniye'ye isnaden de böyle
denilmektedir.
Metinlerin
ifadeleri ise bunun aksinedir.
Ben derim ki: Kariü'I-Hidaye metinlerdeki mutlak ifade ile fetva vermiştir. Musannıfın Eşbah
haşıyesinde
de belirttiğine göre mezhepteki
mutemed görüş budur. Bundan dolayı
Eşbah sahibi
dört yaprak sonra şöyle demektedir: «Vakfa
kiraya veren kimsenin ölümü ile icare
akti iki
meselenin dışında münfesih olmaz. Bunlar: 1 - Vakıf
malını kiraya veren bizzat malı
vakfeden olur
ve bu şahıs
daha sonra İslâmiyetten ayrılsa ve ölse kiralama münfesih olur.
Çünkü onun şiddetiyle
vakıf bâtıl
olur. 2 - Tarlasını icare verse ve sonra da o tarlayı muayyen
bir kimseye vakfetse ve ölse
icare akti münfesih olur.»
İbni
Nüceym'in Fetevâ'sının vakıf
bahsinde şunlar söylenmektedir: Vakıf nazırı vakfı icare verse
sonra ölse
durum ne olur? sorusuna «Vakıftaki icare kiraya verenin ve kiracının ölmesiyle
münfesih
olmaz.» cevabını vermiştir. Ben bunu
birçok nüshada.böyle gördüm. Fakat bu,
Kariü'l-Hidaye'nin
Fetevâ'sının kira bahsindeki görüşüne zıt düşmektedir
Dikkatli ol.
Yine Fetevâyı İbni Nüceym'de şöyle denilir: «Vakfın geliri sadece mütevelliye ait olsa bite
mütevellinin
ölümü ile kiraya verdiği vakıf
malının kiralaması münfesih olmaz.
Feyz'de de şöyle denilmektedir: «Vâkıf, vakfı bizzat kendisi kiraya verse, sonra da ölse kira
sözleşmesi istihsanen bâtıl olmaz. Çünkü kendinden
başkasına kiraya vermiştir.» Bunun
benzeri
Bezzaziye'de
de vardır.
Siraciye'de
de «Kadı'nın ve mütevellinin kiralayanı azle hükmetmeleri ölüm gibidir. O
halde bununla
kira sözleşmesi münfesih olmaz.»
İki kiracıdan veya
iki mal sahibinden birisinin ölümü ile kira sözleşmesi ölenin
hissesinde münfesih
olur. Bu
ölenin akdi bizzat kendisinin yapmış
olması halindedir. Sağ kalanın hissesinde ise akid
devam eder.
BİR MESELE: Eşbah'ın vakıf bahsinde şöyle denilir: «Uzaktaki birinin kiraya verdiği malın
yanına
kiracı
varmadan kiracıya «git malı teslim al» demesi
bâtıldır. O halde kendisi şehirde olduğu halde
bir köy
kiralasa, esah kavle göre onu olduğu yerden kiracıya teslim etmiş sayılmaz. Mütevellinin
kiracı ile veya
bir başkasıyla köye gidip kiraya verdiği malı kiracıya
teslim etmesi yada vekil veya
elçisini
göndermesi gerekir. Zira gitmesi veya adam göndermesiyle vakıf malını ihya
etmiş olur. Bu
öğrenilsin.
Ben derim ki: Eşbah'ın haşiyesini yazan
Musannıfın oğlu. Zevahi-rü'l Cevahir'de, Kariü'l-Hidaye'nin
fetevasının
«bey» bahsinden şunu nakletmektedir:
«Bir insan bir mülk kiralasa, o mülke
ulaşabileceği ve içine girebileceği zaman geçtikten
sonra onu teslim almış sayılır. Eğer böyle bir
zaman geçmezse kabzetmiş
sayılmaz. Dikkatli ol.
İZAH
«Feshe
ihtiyaç olmadan ilh...» Bu önceki meselenin aksinedir.
Bun-dan dolayı Musannıf orada
«feshedilir» tabirini kullanmış, burada ise
«münfesih olur» demiştir.
«Delirmesiyle
akit münfesih olmaz. ilh...» Dürrü'l-Münteka'da; mürted olduğuna hükmedilirse, o
zaman,
münfesih olur. Ama kira süresi
içersinde tekrar müslüman olup darül-harbten dönerse, kira
sözleşmesi de avdet eder. Nitekim Zahîriyye'den
naklen Bânânî'de de böyledir.
«Zarurete
binaen ilh...» Dürrü'l-Münteka'da şöyle denilmektedir: Zaruretlerin genel hükümlerden
istisna edileceği muhakkaktır.
Zannederim
çiftçinin veya Mekke yolunda kira ile yük taşıyanın ölümü ile icare akti sona erer. Ama
emîn bu yere
ulaşana kadar münfesih olmaz. Çünkü kira sözleşmesi
özürlerle nasıl bozulursa yine
mâzeretlerden dolayı
ikba da edilir. Ezberlensin.
Buna göre
-Meselâ, kiralanan hayvanın
ölmesinde olduğu gibi- akde konu olan
şeyin ölmesi
halinde bir
müşkül ortaya çıkmaktadır. Çünkü o
zaman icare akti münfesih olur.
Ben derim ki: Bedaî de denildiği gibi Mükatep köle
bir şeyi kiraladıktan sonra mükatebe
ücretini
ödemekten aciz olursa kira sözleşmesi bâtıl olur.
Aynı şekilde kiralama, kiracının kiraladığı mala
miras, hibe veya
başka bir yolla mâlık olması halinde de bâtıl olur. Tatarhâniye'de de böyle
denilmektedir.
«Ölmesi gibi ilh...» Yâni mal sahibinin yolda ölmesi. Ama kiracı yolda ölürse, gittiği yol kadar ücret
vermesi gerekir. Velvalicîye.
«Yolda hâkim
yoktur ilh...» Velvâliciye'de şöyle
denilir: «Fakihler «yolda
kalmasından korkulduğu
ve hüküm verecek bir
Kadı ve sultanın bulunmadığı yerde kira sözleşmesi
devam eder. O halde kıra
sözleşmesinin devamına her iki hâl de tesir etmektedir.» derler.
Tatarhaniy'de
de şu sözler yer almaktadır: «Kiracı,
kiraladığı hayvana yolda yem verse
veya bir
seyis
kiralayarak hayvana baktırsa,
yaptığı bu masraflardan dolayı hayvan
sahibinin vârislerinden
bir şey
alamaz.»
«Hasım olmadan ilh...» Veya Kadı ölen adama bir vasi tayin edilip hükmünü verir.
Velvaliciye'de
böyle denilmektedir.
«Çünkü o
elindekinin parasından bir kısmını olmak istemektedir ilh...» Eğer davacı davalı olanın
elinden bir şey
almak isterse Beyyinenin kabulü için hasım şarttır.
(İzahını yaptığımız meselede ise
davalının
elindeki nesneden değil, kendi elindeki nesnenin fiyatından bir kısmını almak
istemektedir. Bunun için burada beyyinenin kabulü için hasım şart
değildir.) Velvaliciye.
«Kira için hazırlanmışsa, evet ilh...» Şarih kitabü'l-Gasb
da şöyle demektedir: «Adam
binayı bir gelir
için yapmış
veya satın almışsa, «Adam binayı peşpeşe üç seneliğine kiralarsa, yine kira için
hazırlanmış sayılır.»
demişlerdir. Ev, sahibinin ölümü veya
evi satması ile kira için hazırlanmış
olmaktan çıkar. Bir kimse kendisi için bir bina
yapsa, sonra da onu kiraya tahsis
etmek istese eğer
bunu diliyle söylemiş ve halka da ilan etmişse, kira
için hazırlanmış olduğu kabul edilir. Bunu
musannıf
söylemiştir.
Bu meselenin
taşınmaz mallar olmadığına mahsus yukarda işaret
etmiştik. Gasb bahsinde
inşaallah bunun tafsilatı gelecektir.
«Kira için hazırlanmamışsa ikinci ay için ücret alamaz ilh...» Şu kadar var ki, eğer oturduğu
müddetin
ücretini vermişse onu geri alamaz. Tatarhaniye'de de bu şekilde zikredilmiş ama evin kira
için
hazırlanmış olması kaydı
koşulmamıştır.
«Kiracı mal sahibinin ölümünden sonra evde otursa, bazı alimlere göre ücretini vermesi lazımdır
ilh...»
Tatarhaniye'de Camiü'l'-Fetava'dan
naklen şöyle denilmektedir: «Fetva,
«ücretini vermesi
lazımdır»
diyen alimlerin sözleri üzerinedir. Zira kiracılığa devam etmiştir, gasb
etmemiştir.
Özellikle akit ile yapılan yerlerde durum böyledir,»
«Bazı alimlere göre de bu birinci mesele gibidir
ilh...» Yani bu mesele bir aylığına kiralayıp iki ay
oturma meselesi gibidir. Ücret vermesi gerekmez. H.
Bezzaziye'de
de bu görüş tercih edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Mal sahibinin
ölümünden sonra
kiracı
oturmuş olsa, bazı alimler, «Her
halükârda ücret vermesi lazımdır, çünkü kira aynen eskisi
gibi devam
etmiştir.» demişlerdir. Fetvaya muhtar olan görüş ise, Kitab'ın «Vâris ücret taleb
etmediği
takdirde bir şey gerekmez. Ama ücret istedikten sonra oturursa,
vermesi lâzımdır.»
ifadesidir.
Burada kira için hazırlanan bina ile
kira için hazırlanmayan
arasında bir fark
zikredilmemiştir. Fark ancak ücret talebinin
başlangıcında ortaya çıkmaktadır.»
Muhît'te de
şöyle denilir: «Sahih olan görüşe
göre: «Eğer bina kira için hazırlanmışsa her halükârda
ücretin
verilmesi lazımdır.»
Velhasıl: Mal sahîbinin ölümünden sonra oturması halinde tercih edilen
görüş, ölmeden önce
oturması
halinde olduğu gibidir. Yani mal eğer kira için
hazırlanmamışsa, veya kira süresi
bittikten
sonra mal sahibi veya
varisi ücret talebinde bulunmuşsa,
ücret vermesi lazımdır. Yok eğer kira için
hazırlanmamış yada
mal sahibi veya varisi ücret talebinde
bulunmamışsa. ücret vermesi lazım
değildir.
Yetimin velisi için de durum aynıdır.
Yani, yetimin malını kiralar ve kira süresi bittikten
sonra da
oturmaya devam ederse, yetimin velisi
ücret taleb ettiği takdirde ücretini vermesi lazımdır.
Vakıf meselesi burada itiraz olarak yöneltilemez. Çünkü vakıf, miras olmaz. Dolayısıyla icare
verenin ölümü
ile akit fasit olmaz. Bunun zahirine
göre bir malın kira için hazırlanmış olması
sahibinin
ölümü ile bâtıl olmaz. Bu da bizim yukarıda
şarihten naklettiğimiz bilgiye
aykırı olmuş
oluyor.
«Varis, kiracıdan evi boşaltmasını veya
farklı bir ücreti istemedikçe aktin
münfesih olmaması
gerekir ilh...» Bu ibare Haniye ve Minah'da da
vardır. Minah bunu bize «Mevlâna, efendimiz»
dedi
der. Burada
Mevlânâ'dan maksat musannıfın şeyhi,
Bahır sahibi değil, Kâdîhân'dır. «Akdin
münfesih
olması zahır olmaz» sözünden murad da hükmünün açık olmamasıdır. Bu sözün gereğine
göre önceki akitteki ecr-i müsemmanın verilmesi gerekir.
Nitekim musannıf da Münye'den naklen
ekin meselesinde bunu zikredecektir.
«Varis evin boşaltılmasını ilh...» Yani varis boşaltılmasını taleb ederse, aktin infisahının
hükmü
kendisini
gösterir. Çünkü varisin binayı boşaltma
talebinde bulunması onun önceki akitle binadaki
icarenin
devamına ve ikinci bir aktin inşasına razı olmadığına delâlet eder.
Varisin ayrı bir ücretin
kabulünü
taleb etmesi de onun ikinci bir akitte razı olduğunu ve geçen aktin bozulmasını istediğine
delâlet eder. İşte bu durumda iptalin hükmü meydana gelir ki bu da, önceki akitte konuşulan
ücretin
verilmemesidir.
«Velev ki kira için hazırlanmış olsun ilh...»
Bilindiği gibi, «velev ki» manasına
gelen lev
kelimesinden sonra gelenin zıddı ile hüküm vermek daha
evlâdır. Meselâ, «Ben sona ikram
edeceğim,
velev ki sen bana ihanet etsen de.» cümlesinde ihanet etmediği takdirde
ikram etmenin
daha evlâ
olduğu ifade edilmektedir. Bu meselede de böyledir. Zira. mezkur taleble kira
için
hazırlanan
bir şeyde icare münfesih
olunur. Halbuki kira için hazırlamak kiralamanın
devamına
delâlet eder. Kira için hazırlanmayan bir şeydeki
kira sözleşmesinin iptali daha evlâdır.
«Ecr-î müsammayı mı verecektir ilh...» Bu kavil, «uygun olan»
sözünden evvelki meseleye -yani
Haniye'nin zikrettiği meseleye- racidir. Bilindiği gibi o bahis böyledir: Eğer kiracı
varış akdi feshi
veya yeni bir ücreti istemeden akitte konuşulan ücreti vermesi gerekir. Ama vârisin talebinden
sonra
oturursa bakılır: Varis eğer mülkün boşaltılmasını taleb
eder ve müstecir bu talebten sonra
oturursa,
binada kira için yapılmışsa geçen akitte konuşulan ücreti değil -zira
onun iptali belli
olmuştur.
Ecr-i misil vermesi gerekir. Ama
varils ikinci bir ücret talebinde bulunduktan sonra
oturursa,
varisin taleb ettiği ücretin verilmesi
daha uygundur. Nitekim Eşbah'tan naklen
icarenin
çeşitli meseleler
bahsinde bu mesele gelecektir.
«Münye'de ilh...» Tarladaki ekinin hasat vaktine kadar kalması durumunda: Sözleşme
yapanlardan
birinin ölümü
arasındaki fark, şudur:
Sözleşme
yapanlardan birisi öldüğü takdirde
tarla hasat vaktine kadar akitte konuşulan ücretle
kıracının elinde terkedilir. Müddet bittikten sonra ise
henüz ekin yetişmemişse tarla kiracıya
ecr-i
misille terkedilir. Bu mesele, metin olarak caiz olan icareler
bâbında geçmiştir. Biz orada beyan
ettik ki, kira sözleşmesi ölümle hakikaten
iptal olur. Ama zaruretten dolayı hükmen kira ücretinin
verilmesi
gerekir. O halde Musannıfın buradaki «akit
baki kalır» sözünün manâsı, hükmen baki kalır
demektir.
«Taati ile de caizdir ilh...» Zira bunun zahirinden
anlaşıldığına göre: Ne kiracıdan,
ne de kiralayanın
varisinden
kiralananın devamını işaret edecek bir kelime
sudûr etmemiştir. İşte bundan dolayı
Bedâi'de,
«yani bir akit menzilesinde olur.» denilmiştir. Ama eğer kiracı, kiralayanın varisine,
«Tarlayı
benim elimde eski ücretle bırak.» dese,
kiralayan da «Razı oldum» veya «evet.» dese, o
zaman sarahaten icap ve kabul olur ki, artık onları ikaz etmeye hacet kalmaz.
Tatarhaniye'de
Mültekît'ten naklen şöyle denilir: «Birisi
bekçilik yapması için bir adam tutsa sonra
ölse ve ölen
adamın vasisi işçiye, «Eski çalıştığın gibi çalış, senin ücretini kesmeyiz.»
dese, fakat
sonra arsayı
satsa, müşteri de işçiye
aynını söylese, işçi kendisini
tutan ilk adamın hayatından
çalıştığı süre için akitte konuşulan ücreti
alır. Vasi ve müşteriye çalıştığı
müddetin ücreti ise ecr-i
misile göre verilir. Fakih diyor ki, eğer onlar ölen adamın ne kadar ücret verdiğini bilmiyorlarsa,
böyledir. Ama biliyorlarsa, yine ölen adamın aktin
başında konuştuğu ücretin aynısını verirler.
Yakında icarenin çeşitli meseleler bahsinde Eşbah'tan naklen, «İcare aktinde sükût razı
olmak ve
kabul
etmektir.» denilecektir.
«Eşbah'ın hâşiyesinde ilh...» Bu ifade, caiz olan icareler babının hemen
başında geçen «Müstecir
eğer mal elinde ise, fasit akitle de olsa
malda daha çok hak sahibidir.» şeklinde sözü muhaliftir.
Musannıf
çeşitli meseleler bahsinde bunu da zikredecektir. Biz onun
açıklamasını
Camiü'I-FusuIeyn'den
naklen takdim ettik.
Hamevî İmadiye ve Bezzaziyeden naklen şöyle demektedir: «Bu akitlerin
sahihi ile fasidi arasında
bir tek meselede fark vardır. O da şudur: İcare veya alım satım, akit fasit ise ve akti feshetseler o
zaman müsteciri veya
müstecir alacaklılarını almak için o malı elinde
tutma hakkına sahip
değildirler.
O mal üzerinde diğer olacaklılardan
daha fazla hak sahibi de olmazlar. Ama eğer akit
sahih olursa, o zaman. müstecir veya müşteri diğer alacaklılardan
daha çok hak sahibi olurlar.
Fasit rehin,
hayatta da ölüm halinde de sahih
rehin gibidir. O halde mürtehin elinde rehin olan
malda daha çok hak sahibidır.
Bu hüküm borcun fasid olan rehine
iltihak etmesi halindedir. Ama
eğer adam daha evvel
borçlu olsa sonra da bir malını rehin verse ve mürtehin rehini kabzettikten
sonra rehin aktini feshetseler mürtehin elindeki
mala diğer alacaklılardan daha hak sahibi olmadığı
gibi, o malı
verdiği para karşılığında yanında
tut-ma hakkına da sahip değildir.»
Anlaşıldığına
göre musannıfın Eşbah haşiyesinden naklettiği sahih ile fasit arasında fark olduğu
belirtilen mesele bu meseledir. Bu durumda yukarıda geçen mesele ile bu mesele arasında çelişki
yoktur.
«Azad olmayı ve fesadı gerektiren
mülkiyet ilh...» Yani vekilin cariyeden karısını vekâletle
efendisinden
müvekkili adına satın alması halinde nikâh fasid olmaz. Çünkü
vekilin mülkiyeti
istikrarlı bir mülkiyet değildir.
«Bu konuda
ulemadan gelen nakiller çok yaygındır ilh...» Sayıhanî şöyle demektedir: «Bedai'de
ister mülk sahibinin, ister kiracının vekili olsun kira
sözleşmesi vekilin ölümü ile bâtıl olmaz.»
denilmektedir.
Ben derım ki: Bedâi'dekinin benzeri Kadıhan'dan
naklen Kuhıstanî' de de yer almıştır.
Tatarhaniye'de
de şöyle denilmektedir: «Kira sözleşmesi kendisi adına yapılan kişi öldüğü takdirde
akit iptal
olur. Ama ak-di kendi adına yapmamış olan kişinin ölümü ile
akit münfesih olmaz. Müellif
bununla vekil
ve vasiyi kastediyor. Vakıfta mütevellinin hükmü de böyledir.»
Vekil baba ve vasinin ölümü ile icare münfesih olmaz.
Çünkü hak sahibi ve borçlu Dürer ve
Minah'ın
ibareleri şöyledir: «Hak sahibi ve borçlu. hayatta oldukları için
kiralama iptal olmaz.»
Borçludan
maksat, kiracıdır. Zira o. ücret vermeye mecburdur. Alacaklıdan
maksat ise, vakfın
gelirini olma
hakkı olan fakir halktır. Teemmül et.
«Metinlerin
mutlak ifadesi burunun aksinedir ilh...» Bu ibareyi Eşbah'ın yazarı
zikretmiştir.
Allame
Abdülbîrr şöyle der: «Hanefi mezhebinin kitaplarının çoğundaki
ifadeler vakıf maldaki icare
akdinin kiraya
verenin ölümü ile bâtıl olmamasının iktiza etmektedir. Kiraya veren ister
bizzat mülkü
vakfeden
kimse olsun, ister ona bakan mütevelli, vasi veya Kadı olsun farketmez. Fukahanın
illetlerinin
gereği budur, Vakfın geliri vakıf nazırına aitse -gelirin tamamı onun olsa bile- onun
ölümüyle icare
akti bâtıl olmaz. Çünkü vakfedilen
malın bizzat kendisinde onun bir hakkı yoktur.
Onun hakkı malın gelirindedir. Bunu Şurunbulalî de zikretmiştir.» T.
«Kariü'l-Hidaye
metinlerdeki ile fetva vermiştir ilh...» Çünkü o şöyle demektedir: Vakfın
tüm geliri
sadece kendisine ait olsa bile vakfı kiraya veren nâzırın ölümü ile kira sözleşmesi
iptal olmaz.
Vakfı kiraya
verenin ölümü ile vakıfdaki kira
sözleşmesi iki mesele hariç
iptal olmaz. İstisna
edilenler daha evvelki
hükümlere dahil değildir. Birinci meselenin genel hükümden istisna
edjliş
sebebi şudur: Akdi
illette de tasrih edildiği gibi kiraya verenin
dinden çıkmasıyla bâtıl olmuştur.
Onun ölümüyle de mal miras olmuştur.
İkinci meseleye gelince, İbni Şıhne'nin, «Meselenin aslı kiraya verilen bir vakıf hakkındadır. Bizim
tahlilini
yaptığımız meselede ise ölen adam vakfı değil, kendi mülkünü icare verendir. Onun için de
onun ölümüyle icare
akti münfesih olmaktadır.» sözüne istinaden bu meselede de icare aktı
münfesih
olmaktadır.
«İcare akti münfesih olur ilh...» Kiraya verdiği tarlasını daha
sonra vakfedip ölse. Zira başlangıçta
sözleşmeyi
kendi şahsı için yapmıştır.
Sözleşmeyi yapan kişinin ölümüyle
de yapmış olduğu kira
sözleşmesi iptal olur. H.
«Şu kadarı var ki bu Kariü'l-Hidayenin Fetavasındakine muhaliftir ilh...» Ben
derim ki, sadece buna
değil belki diğer bütün metinlere de muhaliftir. Yalnız İbni Nüceym tarafından
bu itiraza şöyle cevap
verilebilir:
«Bu sözdeki kiralayan
kiracıdan maksat, vakfın nazındır.» Böylece İbni Nüceym her iki
meseleye de
cevap vermiş olmaktadır.
Birinci mesele: Vakıf
nazırının vakıf arazisini kiraya
verdikten sonra ölmesi meselesi.
İkinci mesele de vakıf nazırının vakfın malı ile vakfa gelir getirmesi için başka
bir adamdan bir
toprak kiralaması meselesidir.
Yine
KarIü'l-Hidâye'nin fetâvasında, «Kira getirinin tümü sadece ona ait olsa bile
mütevellinin
ölümü ile
iptal olmaz» denilmektedir. Bu da Eşbah sahibinin naklettiği,
«Kiraya veren kişi bir şahsa
has olan
vakfın mütevellisi ise ve vakfın bütün geliri de o şahsa aitse...»
ifadesini itiraz olarak
gelmiştir.
Musannıfın bunu «Fetevayı İbni Nüceym'de» tabirinden evvel zikretmesi daha uygundu.
Musannıf bu
itiraza dikkatli ol sözüyle işaret
etmektedir. T.
«İcare akti sağ kalanın
hissesinde devam eder ilh...» Ortaklığın müşa (hisselere ayrılması)
oluşu
kiraya zarar
vermez. Zira şüyu sonradan olmuştur. Nitekim bu mesele kendi bahsinde
geçmiştir.
«Mütevellinin
kiracı veya bir başkasıyla köye
gitmesi gerekir ilh...» Yani müstecirin vekili ile. Bu
«başkası» ifadesi Eşbah'ın ibaresinde yoktur.
«Vakıf malını ihya etmek için ilh...» Zira mal teslim edilmeden ücret
hak.edilemez. Şu kadar var ki,
aktin sıhhati
için malı teslim etmek şart değildir.
Yukarıda geçtiği üzere kira sözleşmesi sahih,
kiracı da faydalanma
imkânına sahipse, hiç menfaatlenmese
dahi ücret vermesi gerekir.
Fasit kiralamada ise
ücret ancak maldan hakikaten faydalanmaya bağlıdır. Yine yukarıda geçtiği
üzere İs'af isimli kitabın ibaresinin zahiri.
vakfı bu hükmün dışına çıkarmaktadır. Vakıf malında
ücret, fasit
kiralamada da bir kiracının kullanma
imkânına sahip olması ile kullanıp
menfaat
görmese bile gerekir. O halde musannıfın burada
ki sözünün «kullanma imkânına malik olmadığı
zaman şeklinde yorumlaması gerekirdi. Teemmül et.
«Kariü'l-Hidâye'nin
Fetevâ'sının bey bahsinden ilh...» Kariü'l-Hidaye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Bir
şehirde
oturan iki kişiden birisi diğerinden başka bir şehirde bir
bina satın alsa ve satılan binanın
bulunduğu
şehir ile her ikisinin oturduğu şehir arasında da iki günlük bir mesafe
olsa, satın alan
odam binayı
teslim almasa, ancak satıcı müşteriye gidip binayı teslim almasını söylese, sahih olur
mu? Bu tahliye teslim sayılır mı?» diye soruldu. Şu cevabı verdi:
«Satılan bina onların yanında
değilse, bayi
«Ben sana teslim ettim.» müşteri de «Teslim aldım.» dese bile bu
teslim sayılmaz.
Bunun teslim
sayılması için; binanın satın alanın hemen binaya girip kapısını kilitleyebileceği kadar
yakın olması gerekir. İşte
o zaman kabzetmiş sayılır.
Üzerinde
durduğumuz meselede de; oraya
kadar gidip içine girecek bir zaman
geçmedikçe binayı
teslim etmiş sayılmaz.
UZAKTA
OLAN MALIN TAHLİYESİ
Hamevî haşiyesinde şöyle denilmektedir: «Alimlerden
bazıları, «Musannıfın «Uzaktaki -ki malı
yanına
varmadan tahliye etmek bâtıldır» sözü, Muhit'teki
ifadeye muhaliftir. Nitekim Kenz şerhinde
ve
İbnü'l-Hümam'ın muhayerliği babından
hemen önce de böyledir.» derler. Biz bu konuda uzun
uzadıya tafsilat verdik.»
«O mülke
varıp içine girebileceği kadar zaman geçtikten sonra
ilh...» Musannıfın bunu
zikretmesinin
faydası,
kiralanan maldan faydalanma
imkânının ortaya çıkmasıdır. Zira orada gâsıb
ve benzeri
kimselerin olması yüzünden kiralanan
binaya girme imkânı yoksa kira süresi
geçse dahi
ücret vermesi
gerekmez. Nitekim bu mesele yukarıda da geçti. «İçine girmekten maksat bizzat içine
gîrmenin şart
olduğunu ifade etmez. Sen anla. Allah
daha iyisini bilir.
ÇEŞİTLİ
MESELELER
METİN
Bir kiracı veya
kiralayan kiraya verdiği veya emanet aldığı tarladaki hasadı kaldırdıktan sonra
geride kalan anız ve benzeri bitki köklerini yaksa zamin olmaz. Hazineye ait olan; kafilelerin
konaklaması hayvanların
otlaması ve biçilen ekinlerin atılması için hazırlanmış olan
yerlerin
yakılmasının hükmü de böyledir.
Ben derim ki: Yukarıdaki ibareden çıkan şudur: Bir
yerde ateş yakan kimsenin ateşi yaktığı yerden
faydalanma hakkı yoksa, oradaki şeyi zamin olur. Rüzgârın götürdüğü ateşin
yaktığı şeyde ise
zamin olmaz.
Fetvâ buna göre verilir.
Kendi
mülkünde veya faydalanma hakkı olan
yerde yaktığı ateş yüzünden
başkasının yeri de yonsa,
eğer rüzgâr
yoksa zamin değildir. Çünkü orayı
bizzat kendisi yakmamış, yanmasına
sebeb
olmuştur. Ama ateşi, rüzgâr eserken yakmışsa,
o zaman zamindir. Çünkü rüzgârlı
havada ateşin
sadece orada kalmayıp etrafa yayılacağını bilmektedir. Bu durumda bizzat
kendisi yakmış gibi olur.
Adam, hakkı olan yere bir şey koysa ve koyduğu nesneden dolayı herhangi bir şekilde oradaki bir
mal telef olsa, zamin değildir. Telef olan mat ister
orada dururken isterse o kaldırdıktan sonra telef
olsun
farketmez.
Ama adam hakkı olmayan bir yere bir şey koysa
ve bir nesnenin telef olmasına sebeb olsa,
zamindir.
İster malı koyduğu zaman telef olsun
ister kaldırdıktan sonra telef olsun hüküm aynıdır.
Fakat başka bir sebeble telef olmuşsa, zamin
olmaz.
Mesela birisi yola
bir testi koysa, bir diğeri de
onunkinin yanına başka bir testi koysa ve testiler
yuvarlanarak
kırılsalar, her birisi diğerinin testisine zamindir. Fakat
testiler rüzgâr veya sel gibi bir
sebeble kırılırlarsa, testiyi koyan adam
zamin değildir. Hâniyede beyan edildiğine göre bu meselede
esas budur.
Musannıf bu
esasa binaen şöyle demektedir: Birisi yolun üzerine bir parça ateş koysa
ve bu ateşle
herhangi bir
şey yonsa, yanan şeyi öder. Zira ateşi -yolun üzerine koymakla
haksızlık etmiştir. Aynı
şekilde, geçiş hakkı
olmayan herhangi bir yere ateş koysa ve
bir nesnenin yanarak telef olmasına
sebeb olsa, o malı öder. Ancak onun bıraktığı ateşi rüzgâr başka yere götürerek bir şeyin
yanmasına sebeb olsa zamin olmaz. Birisinin
koyduğu bir taşı sel sürükleyerek diğerinin duvarına
çarpsa ve
yıkılmasına sebeb olsa, adam yine
zamin olmaz. Fetva bu kavil ile verilir. Haniye.
Demirci ocaktan bir demir çıkararak örsün üzerine
koysa, çekici ile onu döverken bir
kıvılcım
sıçrayıp yolda bulunan başkasına ait bir eşyayı
yaksa onu öder. Ama demircinin ocağından -onun
bir fiili
olmadan- ateşi rüzgâr götürürse ve
dışardaki bir nesneyi
yaksa, demirci zamin olmaz.
Zeylâî.
Adam tarlasını, tarlanın alamayacağı bir şekilde sulasa
ve fazla su komşusunun tarlasına taşarak
zarar verse,
bu zararı öder. Zira adam zarara
sebebiyetle doğrudan kendisi yapmıştır.
Bir terzi veya boyacı
kendi dükkânında çalışıp kârı
ortak olmak üzere birisine iş verse ve dükkâna
oturtsa,
ikinci adamın işi, ister dükkân sahibimin işi ile aynı
olsun, ister farklı olsun, istihsanen
sahihtir.
Zira bu sanayi ortaklığı olmaktadır.
Birisi, halk üzerindeki kredisi, diğeri de ustalığı
ile iş
yapmaktadır. Aynı şekilde;
Hacca gidecek birisi, üzerine bir hedec (devenin üzerine konulup içine
binilen semer gibi bir alet) koyup iki kişiyi
Mekke'ye kadar bindirmek üzere bir
deve kiralasa ve
onun o
bölgede mutad bir hevdeci olsa (bu
hevdeci yüklemesi) caizdir. şu kadar ki deve sahibinin
daha evvel yükleyeceği hevdeci görmesi daha iyidir. Adamın hevdecin içine koyacağı örtü veya
minder,
-görmemesi halinde- bile kiralama sahihtir.
Velvaliciye'de
şöyle denilmektedir: «Adam Mekke'ye
kadar belirsiz bir deve kiralasa caizdir.
O
zaman
üzerinde akit yapılan şey hayvan
sahibinin zimmetindeki bir yüke
hamledilir. Deve ise alettir.
Aletin meçhul
oluşu da kira sözleşmesini ifsad
etmez.»
Ben derim ki: Hacıların Mekke'ye kadar yük taşımak veya
binmek için tayin etmeden herhangi bir
deveyi kiralamaları
sahihtir. Allah daha iyisini bilir.
Adam bir
miktar erzak yüklemek için bir deve kiralasa, yolda o erzaktan bir kısmını yese, deveye
yediği miktar
daha erzak veya benzerini tekrar
yükleyebilir.
Bir adam
evini gasbeden kimseye,, «Evimi boşalt
boşaltmadığın takdirde her oy şu kadar
kıra ver»
dese, gâsıb da boşaltmasa, ev sahibinin söylediği kadar ücret vermesi gerekir. Çünkü onun sükûtu
rızadır.
Ancak gâsıb, evin onun mülkü olduğunu inkâr ederse, mal sahibi mülkiyeti
delil ile isbat
etmiş olsa bile. adam mal
sahibinin istediği ücreti vermez. Zira gâsıb inkâr etmekle ücrete razı
olmamıştır. Gâsıb, mâlikin
mülkiyetini ikrar etmekle birlikte
onun söylediği ücrete razı olmasa,
yani
sarahaten «Ben boşaltmoyacağım ama senin istediğin ücreti de ver-meyeceğım.» dese,
yine mülk
sahibinin
istediği meblağı vermesi gerekmez.
Eşbahta, «Kirada sükût etmek, razı olmak ve kabul
etmektir.» denilmektedir.
Ev sahibi,
evinde oturan kimseye, «Ben verilen ücrete razı değilim, şu kadar ücret
isterim.» dese,
evde oturan
kimse veya koyun sahibi de sükût
etseler, kiralayanın istediği meblağı verirler.
Ev sahibi ve
çoban «şu kadar isterim» dediğinde diğeri sükût etse ve kiralayan, ücreti istediği
zaman «Ben senin böyle
söylediğini duymadım.» dese tasdik edilir
mi? Eğer adamın kulağında
sağırlık
varsa tasdik edilir, sağırlık yoksa zahirle amel edilerek
tasdik edilmez.
Kiracı kiraladığı malı kabzettikten sonra onu
mal sahibine değilde bir başkasına kiraya
verebilir.
Bazı alimler, «teslimden evvel de verebilir»
demişlerdir.
Malı, kendisinden kiraladığı sahibine tekrar
kiraya vermesi, araya üçüncü bir adam girse
bile, caiz
değildir.
Fetva da bununla verilir. Çünkü bu, mâlike
temlik demektir ki caiz atmaz.
Mal sahibine kiraya verildiği
takdirde, birinci kiralama batıl olur mu? Sahih olan kavle
göre bâtıl
olmaz. Vehbanîye.
Ben diyorum ki: Kâdihan ve diğerleri de Vehbaniye'nin kavlini sahih görmüşler, Muzmarat isimli,
eserde de «Fetva bu kavil üzerinedir.» denilmiştir. Biz Cevhere'ye nisbetle Bahır'dan
naklen; mal
sahibine kiraya
verildiğinde en sahih kavle göre
birinci kiralamanın bâtıl olduğunu
söylemiştik.
Musannıf da
orada ikrar etmiştir.
Musannıf
burada Hülâsa'dan şunu nakletmektedir: «Mal sahibi kiraya verdiği malı kiracıdan tekrar
kiralar ve
onu teslim alırsa birinci kiralama
bâtıl olur. Teslim almazsa, bâtıl olmaz.» Böylece
kitaplardaki zıt ifadelerin arası uzlaştırılmış
olur. Yani mal sahibi kiralık şeyi teslim alırsa birinci
kiralama bâtıl olur, teslim almazsa bâtıl olmaz.
Kiraya verilen mal, mal sahibinin elinde
bulunduğu müddet için ücret düşer mi?
Bu husustaki
ihtilaflarla
ilgili olarak Vehbaniye şerhinde tafsilat vardır,
İZAH
«Geride kalcın kamış
ilh. .» Geride kalan anızdan maksat, tarlada biçimden
sonra kalan kısımdır.
Çünkü adeten
bu bakiye yakılmaktadır, Bu sebeple kişi onu yakmakla zamin olmaz.
«Kiraladığı
veya ödünç aldığı tarlada ilh...»
Molla Miskin. şöyle demektedir: «Burada mesele niçin
kendi mülkü
olan toprak üzerine değil de kiralanan veya ödünç olarak alınan toprak üzerine bina
edilmiştir?
Çünkü kişi kiraladığı veya
ödünç aldığı tarladaki bakiyenin
yakılmasında zamin
olmadığına
göre kendi mülkündeki bakiyeyi
yakmakta hiç zamin olmaz.»
Metindeki ile
birlikte bu ibareden anlaşılan şöyledir: Eğer adam, ateşi izinsiz olarak başkasının
mülkünde
yakmış olsa, ateşin dışa taşıp başka bir yeri yakması halinde zararı öder. Bu ise
Câmiü'I-FusuIeyn
ve diğer birçok kitaptaki malumata
zıttır. Zira Camiü'l-Fusuleyn»de şöyle
denilmektedir: «Adam
bir yerde yer sahibinin izni olmadan ateş yakmış olsa, oradaki ateşin yaktığı
şeylere
zâmindir. Ama ateşin başka bir yere tecavüz ederek yaktığına
zamin değildir. Ateşle suyun
arasında fark vardır. Çünkü kişi suyu kendi tarlasına salsa, su
da başka bir tarlaya taşarak bir şey
telef etse, zamin olur. Ama ateş böyle değildir. Çünkü ateşin özelliği dışarıya sirayet değil
sönmektir.
Ateşin dışa yayılması ancak
rüzgâr veya başka bir sebeble olur. Bu yüzden ateşin
yayılması ateşi
yakana izafe edilmediğinden, zamin de
olmaz. Ama suyun tabiatı akıcı olmasıdır.
Telef etmek ise onun, yani suyu akıtanın fiiline
izafe edilir. Bu sebeble de zamin olur.» düşün. Remlî.
Ben derim ki: Ateş
yakıldığı yerden rüzgâr gibi bir sebeble başka yere sirayet ederse, zamin olmaz.
Ama
kendiliğinden yanarak sirayet
ederse, zamin olur. Nitekim Haniye
sahibi de bunu ifade
etmiştir. Şarih de bunu yakında zikredecektir.
«Ateşi rüzgâr başka yere götürürse zamin olmaz. ilh...» Yânı rüzgâr ateş
yakıldıkton sonra eserse
böyledir. Nitekim bu, gelecek ifadeden de
anlaşılacaktır. H.
«Fetva verilen kavle
göre ilh...» Yani zikredilen tafsilat
üzerinedir. Zira Haniyede, «Bu
zahirdir ve
fetva da bunun
üzerinedir.» denilmektedir. Bunun
karşıtı olan görüş ise Hulvânî'nin
dediğidir.
Hulvânî şöyle demektedir: «Adam yolda bir
ateş yaksa, zamin olmaz.»
Hulvânî bu sözü mutlak bir
şekilde söylemiştir.
«Çünkü bizzat
kendisi yakmamış sebeb
olmuştur ilh...» Zira dımanın şartı, taaddidir (hakkı
tecavüz.)
Burada da taaddi mevcut değildir. O zaman
bu şu meseleye benzer: Adam kendi
mülkünde bir
kuyu kazsa ve bir insan o kuyuya
düşerek ölse, kuyu sahibi zâmin olmaz.
Ama kendi
mülkünde bir
ok atsa ve ok birisine isabet ederek
onu öldürse, zamin olur. Çünkü oku
bizzat
kendisi atmıştır. Bunda taaddi şart değildir. Zeylaî.
«Rüzgâr
esmiyorsa olmaz...» Yani ateşi yaktığı
vakit hava sakin ve rüzgâr yoksa
zamin olmaz.
Camiü'l-Fusuleyn'de
bu. Zâhire'den naklen şöyle kayıtlanmıştır: «Herkesin yaktığı normal bir ateş
yaksa...» Zahire'nin dışındaki eserlerdeyse
«Mutlaka zamin olmaz» kavli nakledilmiştir.
Gamiü'l-FusuIeyn
sahibi daha sonra da Ebülleys
Fetevâ'sından şunu nakletmiştir. «Adam. kendi
mülkü olan
bir yerde diken veya saman yaksa.
rüzgâr ateşin kıvılcımlarını komşusunun tarlasına
götürerek
onun ekinini yaksa, bakılır: Eğer onun tarlası komşusunun tarlasından kıvılcımın
sıçramayacağı
kadar uzaksa zamin değildir. Çünkü o yangın, ateşten olmuştur. Fakat komşusunun
tarlası kendisininkine kıvılcımın tabiî olarak ulaşabileceği bir yakınlıkta ise, zamin olur. Çünkü ç
kendi
mülkünde ancak etrafa zarar vermemek şartıyla ateş yakma hakkına sahiptir.»
Bunun benzeri
Gayetü'l-Beyân'da da şu ifadelerle yer almıştır. «Bu mesele, bir kimsenin kendi
tarlasını sularken suyun komşunun tarlasına taşıp zarar vermesine benzer.
«Rüzgâr eserken yakmışsa zamin olur ilh...» Yani istihsanen zamindir. Turî. Haniye'den.
«Çünkü o
ateşin tarlasında kalmayacağını bilmektedir ilh...» Bu sözden anlaşılıyor ki: eğer rüzgâr
zarar
vermeyecek kadar hafif esiyorsa. sonra hızlanıp zarar verse bile
ateşi yakan zamin olmaz.
Birisi yola
bir çömlek koysa daha sonra da başka
birisi de bir çömlek koysa ve testiler yuvarlanıp
kırılsalar, her testiyi sahibi zamin olur. Halebî demiştir ki: «Bu diğeri kelimesi mahzuf olan koymak
kelimesinin failinin üzerine atıftır. Yani bir şahsın yola
bir testi koyması, sonra da bir
diğerinin diğer
bir testiyi
koyması gibi» Teemmül et. T.
«Testiler yuvarlanarak
kırılsalar ilh...» Eğer bu testilerden birisi diğerinin üzerine
yuvarlansa ve
yalnız yuvarlanan kırılsa, duran testinin
sahibi zamindir. Yine aynı şekilde
iki kişi yol üzerine
hayvanlarını bıraksalar, hayvanlardan birisi yürüse
ve yerine duran telef olsa, hayvanı yürüyen
zamin
değildir. Çünkü birincinin fiili
hükümsüzdür. Sâyîhanî. Kadıhan'dan.
«Geçiş hakkı olmayan bir yere bir kor koysa ve bir malın telef olmasına sebeb
olsa, telef olan
nesneye zamin
olur ilh...» Bunu, Haniye sahibi zikretmemiştir.
O sadece, eşya koyma hakkının olup
olmadığına
itibar etmiştir. Çünkü bazen yolda
olduğu gibi -kış için geçiş hakkı sabit olmakla
birlikte, bir
şey
koyma hakkı olmaz. Geçiş hakkının olup olmamasına yalnız Hülâsa sahibi itibar
etmiştir.
Hülasa sahibi ayrıca «Fetvâ da bu
kavil üzerinedir.» der.
Minah'ta da
şöyle denilmektedir: «Hülâsa'da, odamın geçiş hakkı olmayan bir yere elinden ateş
düşmesi meselesinde şu
iki şeklin arası farklıdır: Birincisi; eğer ateş. elinden, geçiş hakkı olmayan
yerden geçerken düşüp bir şeyi yakarsa zamin olur. İkincisi de, rüzgâr elindeki ateşin
kıvılcımlarını
bir yere götürerek bir şeyin yanmasına sebeb olsa, zamin olmaz. Hülasa
sahibi: «Bu ifade daha
uygundur. Fetva da bu görüş üzerinedir.» demektedir. Kitapların çoğunda Kadıhan'ın dediği
yer
almıştır. T.
Demirci demiri ocaktan çıkarsa ve çekicini
vurmadan çıkan kıvılcım bir şey yaksa
demirci zamindir
ilh...» Eğer birisinin gözünü kör etse gözün diyeti demircinin akifesi üzerinedir. İtkânî.
«Tarlasını, tarlanın onun alamayacağı şekilde sulasa
ilh...» Tarlası o suyun
kalmasına tahammül
etmese. Yani
onun tarlası yüksekte, komşusunun
tarlası da çukurda olsa ve kendisi tarlayı
sulayınca,
komşusunun tarlasına geçip zarar vereceğini bilse zamin olur. Ama su, onun
tarlasında
kalsa sonra da komşunun tarlasına taşsa
eğer suyun taşmasına mani olması
emredildiği halde
mâni olmazsa zamin olur.Bu mesele, duvar üzerinde, birisine
şahitlik yaptırmaya benzer. Ama
eğer
suyun taşmasına mani olması emredilmemişse zamin
değildir. Nitekim Camiü'l-Fusuleyn'de
de
böyledir. Şurunbulâliye.
Ben derim ki: Nuru'l-Ayn'da Haniye'den naklen. «Zamin olur» sözünden sonra «Tarlası yukarıda
olan adama suyun
akmasına mani olacak bir set yapması emredilir. Seti yapmadan da tarlasını
sulamasına mani olunur.» cümleleri eklenmiştir.
Birinci
fasılda yani set yapmasının emredilmemesi
halinde sulamaktan men edilmez. Bu ilave ile
Tahtavinin:
«O zaman tarlası yüksek olanın
malından faydalanmaması gerekir.» şeklindeki
itirazına
cevap
verilmiş olmaktadır.
Hülasanın
Şirb (sulama) bahsinde. «kitapların çoğunda eğer mutad olandan farklı
bir şekilde sular,
komşu tarlaya
zarar verirse zamin olur. Ama mutad şekilde sularsa zamin olmaz,
denilir»
denilmektedir.
«İstihsanen sahihtir ilh...» Bir terzi veya boyacı dükkânına
yarı yarıya ortak olarak çalışması için
birini
oturtsa bu sanayi şirketlerinde her
adam işi kendisi için asaleten,
ortağı için de vekâleten
kabul eder. Yapılan kâr da ikîsi arasında taksim edilir. Buradaki mesele de aynen böyledir. Zira
dükkân sahibi. sanatkâra
iş verdiği zaman sanatkâr, o işi kendi adına asaleten, dükkân sahibi için
de vekâleten
yapar ve alınan ücret ikisi arasında
eşit olarak taksim edilir. Rahmetî.
Kıyasa göre bu meselenin sahih olmaması gerekir. Tahtavî de kıyası almıştır. Zira burada dükkân
sahibi sanatkârı, onun yapacağı işten gelecek paranın yarısı ile kiralamıştır. Bu ücret ise
meçhuldür.
Değirmencinin ölçeği meselesine benzer.
«Sanayi
ortaklığı ilh...» Bu sözde Hidaye
sahibine tariz vardır. Çünkü Hidaye sahibi, bunu vücuh
şirketi olarak kabul etmiştir.
Zeylâî de Hidaye sahibinin dediğini şu sözlerle reddetmiştir: Vücuh
şirketi: iki kişinin
bir şeyi halk arasındaki itibarlarıyla
para vermeden alıp satmalarıdır. Burada ise
alım satım
yoktur.
Azmiye de Zeylaî'nin bu reddine cevaben şöyle
denilir: «Hidaye sahibihin buradaki
vücuh
şirketinden kastı, ıstılâhî olan vücuh şirketi değildir. Belki
bu şirkette dükkan sahibinin itibariyle iş
kabul etmesidir. Musannıfın «Dükkân sahibi işi itibariyle kabul eder, sanatkâr
da mahareti ile o işi
yapar.» sözü seni bu anlayışa götürür. Azmiye'nin
bu izahı pek tutarlı değildir.
«Mutad olan
hevdeci ilh...» Yani her beldede adet olan hevdeci yükleyebilir.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kiracının deveye bindireceği adamları tayin etmesi veya,
«Ben
dilediğim kimseleri bindiririm» demesi lazımdır.
Ama kiracı, «Bunu binmek veya bindirmek üzere
kiralıyorum»
dese, kiralama fasit olur. Deve sahibinin kiracıya
hayvanın semerini, palanını, at ise
eğerini, deve
i&e burnuna takılan halkayı, ota
vurulacak gemi, eşeğe vurulacak yuları
teslim etmesi
lâzımdır. Eğer bunlardan bir şey kiracının elinde iken telef olursa, hayvanın
telefinde zamin
olmadığı gibi
bunda da zamin olmaz. Hevdeci yüklemek
indirmek, hayvanı sürmek ve çekmek,
deveye bindirdiklerini abdest ve farz namazlar
için indirmek hayvan sahibine aittir. Ama -yemek ve
nafile namaz için indirmesi gerekmez. Zira
bunları hayvanın sırtında ikende yapmak mümkündür.
Kadınların,
hastaların ve zayıf ihtiyarların
inebilmeleri için deveyi çöktürmek de hayvan
sahibinin
görevidir.
«Hevdeci
görmek daha evlâdır ilh...» Çünkü
görmekle hem cehalet ortadan kalkar, hem de İmam
Ahmed'in
muhalefetine de mahal kalmaz. Zira İmam Ahmed'e göre, hayvan sahibinin yüklenecek
şeyi veya
binecek kimseyi görmesi şarttır.
«Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir...» Velvâliciye'nin ibaresi şöyledir: «Adam
Kûfe'den Mekke'ye
sayıları
belli fakat cinsleri belli olmayan develer kiralasa. kira işlemi
geçerlidir. Ama aslında
kiralamanın geçerli olmaması gerekir. Çünkü
bu durumda üzerinde akit yapılan şey
meçhul
olmaktadır.
Bir kimsenin belirsiz bir köleyi kiralaması nasıl geçerli değilse, bunun da
geçerli
olmaması gerekir.»
Haherzade. Şerh-i Kâfi'de şöyle demektedir: «Meselenin sureti; kiralayacağı develeri tayin etmeden
kiralama değil. hayvan sahibinin yükü kabul etmesidir. Sanki kiracı, «Beni şu kadar para
karşılığında Mekke'ye kadar bindir» demiş ve hayvan
sahibi de kabul etmiştir. O zaman, üzerinde
akit yapılan
şey, hayvan sahibinin zimmetindeki
bir yük olur ki bu da bilinmektedir.
Deve ise,
hayvan sahibinin zimmetinde olan şeyi
yapması için bir alet olmaktadır.
AIetin cinsinin bilinmemesi
kira işlemin! ifsad etmez.
Sadru's-Şehid
de şöyle demektedir: «Bana
göre, yukarıdaki kiralama geçerlidir. Nitekim Kitap'ta da
öyle denilmiştir.»
Sadru's-Şehîd'in
Kitap'tan muradı İmam Muhammed'in Aslı (Mebsütu) dur. Zaten bu, evvelce de
zikredilmişti. Tatarhaniye de bu hükmü ondan
nakletmişti.
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Örfe göre. bu, kira
işleminin geçerli olması yönünde fetvâ verilir. Eğer
mutad olmazsa,
o zaman geçerli olmaz.»
0 halde şarihin yukarıdaki, «Üzerine akit yapılan şey, hayvan sahibinin zimmetinde olan bir yüktür.»
sözü
Haherzâde'nin tefsirinin aynıdır.
Halbuki sen de biliyorsun ki müftabih olan görüşün örf
olduğu kabul
edilirse, Haherzade'nin kavlinin aksine olur.
«Yediği madde
ve benzerinin yerine yük yükler ilh...» İtkanî şöyle demektedir:
«Adam kiraladığı
hayvana erzakının dışında tartılacak veya ölçülecek bir şey
yüklese ve yüklediğinden bir miktar
eksilse eksilen
miktarda bir şey ilave edebilir.»
(Evini
gasbedene; «evi boşalt aksi halde her ay şu kadar ücret vereceksin» dese ve gasıp evi
boşaltmasa o
ücreti vermesi gerekir.)
«Ancak gasıb
onun mülkiyetini inkâr ederse müstesna
ilh...» Yani gasıb mülkiyeti inkâr
ederse
malikin istediği ücret gerekmez. Fakat ecr-i misil
verecek midir? İleride gasb bahsinde geleceği
üzere
vakıfta, yetimin malında.'birde kira için
yapılan binada gasıbın ecr-i misil
vermesi gerekir.
Sen, «Eğer kira için
yapılan binada mülkiyeti inkâr ederse, o zaman zahiren gasıb sayılmaz.
Sayıhanî.
Yani ona ücret vermesi lazım değildir.
Zira ileride geleceği üzere gasıp kıra için yapılmış
bir binada
«Benim mülkümdür» diye mülkiyet tevili ile oturursa ücret vermesi lazım değildir.»
şeklinde bir itirazda bulunabilirsin.
«Mal sahibi gasıba şu kadara
otur yoksa çık dese ilh...» Tatarhaniye'de
şöyle denilir: «Bir kimse
seneliği bin lira olmak
üzere bir bina kiralasa ve sene bittikten sonra mülk sahibi. «Bugün
boşaltırsan
bir şey yok, ama bugün boşaltmazsan aylığı bin liradan oturursun» dese, kiracı
da evin
ona ait
olduğunu ikrar etse. o zaman eşyasını
binadan nakledecek kadar ki
zamana karşılık ecr-i
misil, fazlası için ise
malikin dediği ücreti verir.
«Gasıp veya
hayvan sahibi sükût ettikten sonra ilh...» Bu 996 (hicri) yılında Beytül
Makdis'te olan
bir hadisedir
ki, musannıf buna yukarıda zikredilen ibare ile cevap vermiştir. Nitekim musannıf,
işçinin
dımanı (sorumluluğu) babından hemen
önce de bunu zikretmiştir, daha sonra da «Bir çok
meselede fukaha bu şekilde sarahaten hüküm
vermiştir.» demiştir.
KİRACININ KİRALADIĞI MÜLKÜ KİRALAYAN VEYA
BİR BAŞKASINA KİRAYA
VERMESİ
«Kiracı kiraladığı mülkü kiraya verebilir ilh...» Yani kiracı kiraladığı mülkü
kendi verdiği ücretin
misliyle veya
ondan daha aşağı bir ücretle kiraya verebilir.
Eğer kiraladığından daha fazla bir
ücretle kiraya
verirse fazlasını tasadduk eder. Ancak,"kira işleminin geçerli olduğu şeyler
bölümünün
başında geçtiği üzere iki mesele bundan müstesnadır.
«Bazı alimlerce teslimden evvel de kiraya
verebileceği söylenmiştir ilh...»
Yani İmam Muhammed'e
göre ise caiz değildir. Bazı alimler ise kiralama bahsinde alimler arasında ihtilaf
olmadığını
söylemişlerdir. Bu hüküm gayri menkuller hakkındadır. Menkul (taşınır) mallarda
ise kabızdan evvel
icare verilmesi asla caiz
değildir. Tatarhaniye'de de böyle denilmektedir.
«Mü'cirden
başkasına ilh...» Aşağıdaki ta'lilden anlaşıldığı üzere kiralayan
ister malik olsun, ister
malikten kiralık almış
olan olsun farketmez. Çünkü malikten kiraya alan kimse de menfaatin
malikidir.
Minah'ta
Hülasa'dan naklen «İkinci kiracı,
birinci kiracıya kiraya verirse sahihtir» denilmektedir.
Ben Hülasayı
araştırdım, bu ilaveyi bulamadım. Yine Minah'ın hâmisinde alimlerden birinin el yazısı
ile onunla
Hülasa'nın nüshalarına müracaat ettiğini fakat bu ziyadeliği bulamadığını gördüm.
«Araya
üçüncü bir adam girse bile ilh...» Yani müstecirden diğer bir şahıs
icarlayıp o da birinci
mucire icare vermiş olsa, yine caiz değildir,
«Fetva
bununla verilir ilh...» Sahih olan
budur. Alimlerin hepsi de bu kavil ile hükmetmişlerdir. İbni
Şıhne.
«Çünkü bu
malike temlik etmeyi gerektirir ilh...» Zira menfaat hakkında müstecirin
yerine kaimdir. O
halde malı sahibine kiraya vermek onu kendi
mülkünü temlik etmek demektir.
Tatarhaniye'de
şöyle denilir: «Mülkü kiraya vermek için vekil olan kimse kiraya verdiği malı
kiracıdan tekrar kiralasa
caiz olmaz. Zira adam hem mucir (icare veren) hem de müstecir
olmaktadır.»
Kâdı
Bedîü'ddin: «Ben önceleri bunun caiz olmadığına fetva verirdim, sonra bundan
dönerek caiz
olduğuna
fetva verdim» demektedir.
Ben derim ki: Yukarıdaki meselenin hükmünden, vakıf mütevellisinin vakıf yerini kiraya verdiği
kimseden tekrar kendisinin
kiralık tutup tutmayacağının hükmü de anlaşılır. Alimlerden biri bu
konuyu araştırmış ve «Ben bu meseleyi bulamadım» demiştir.
«Sahih olan kavle göre birinci kiralama bâtıl olmaz ilh...» «Şemsü'l-Eimme'den naklen
Tatarhaniye'de
şöyle denilmektedir: Kiracı kiraladığı nesneyi gerisin geri kiralayana kiraya verirse
birinci kiralama münfesih olur.» demek hatadır.
Çünkü ikinci kira geçersiz birinci ise geçerlidir.
Geçersiz olan hiç bir zaman sahihin hükmünü ortadan
kaldırmaz.»
«Orada Hülasa'dan nakledilmişti ilh...»
Hulasa'nın ibaresi aynen şöyledir: «Nevazil'deki ibareyi
kiralayan
malı kiraya verdikten sonra kiracıdan
onu teslim alsa...» şeklinde tevil etmek mümkündür.
Zira kiralayan
kiraya verdiği malı sonradan kirasız
olarak kabzetmiş olsa, kiracıdan
kira süresi
düşer, şeklindeki bir anlayış daha iyidir.
Muhit'te de
şöyle denilir: «Eğer kiralayan, kiraya
verdiği nesneyi kiracıdan yeniden
teslim almazsa,
birinci kiracının ücret vermesi lazımdır.»
Ben diyorum ki: Bunda bir yanlışlık var. Zira konu. kıracının ücret verip, vermeyeceği
değil, birinci
kiralamanın münfesih olup olmadığıdır. Açıktır
ki, ücretin düşmesi birinci kiralamanın iptalini
gerektirmez.
Tatarhaniye'de Attabiyyeden nakledilen, «bina sahibi kiraya verdiği binayı
kiracıdan
geri alsa, onun elinde bulunduğu müddetçe kiracıdan ücret düşer. Kiracı mal
sahibinden binayı
teslim etmesi talebinde bulunma hakkına sahiptir.»
cümleleri de buna delâlet eder. Burada
Tatarhaniye,
ücretin düşeceğim kiracının da mal sahibinden kiralık şeyi teslim etmesi talebinde
bulunma
hakkına sahip olduğunu açıklıkla zikretmiştir.
Eğer kira sözleşmesi geçersiz
olsaydı,
kiracı kiraladığı mülkü mal sahibinden
teslim talebinde bulunamazdı.
«Teemmül et ilh...» Aslında
kitaplar arasındaki ihtilafın bu şekilde uzlaştırılması açık değildir. Buna
göre,
Halebinin. «Kadıhan ve Muzmarattaki
ifadelerden dolayı ve illete bakılarak Vehbaniye
sahibinin
söylediği daha zahirdir» şeklindeki sözleri teayyun etmiş olmaktadır.
«Ücret düşer
mi ilh...» Ben diyorum
ki, Vehbaniye şerhinde Ebûbekir
Belhî'den nakledilen kavle
göre kiracıdan ücret düşmez. Bezzaziye' de Ebülleys'ten
Belhî'nin dediğinin aynısını
nakletmiştir.
Müntekâ'da da
«sahih olan; kıra ve ödünç sözleşmelerinin
geçerli olmamalarıdır. Şu kadar var ki,
kiraya verilen mal kiralayanın elinde kaldığı müddetçe
kiracının ücret vermesi gerekmez.» özetle.
Sen de biliyorsun
ki, musannıfın yukarıda yaptığı
uzlaştırmanın yeri burasıdır. Uygun olan, «Eğer
kiralayan
kiraya verdiği malı kiracıdan geri teslim alırsa. ücret düşer. Kiraladığı şeyi olmazsa.
düşmez»
denilmesiydi.
Müntekû'nın
ibaresi; «Ödünç vermenin hükmününde
sahih kavle göre kiralananın hükmü gibi
olduğunu»
ifade etmektedir.
FER'İ BİR
MESELE: İbni Nüceym'in Fetevâsında şöyle denilmektedir: «Birinci kiralayan ile ondan
kiralık alan kiracı
akde rızaları ile son verseler (ikale) bu sahih olur ve hem birinci hem de ikinci kira
sözleşmesi geçersiz
olur.
METİN
Bir kimse bir akarı kiralaması için birisini vekil etse, vekil kira
sözleşmesini yaptıktan sonra teslim
aldığı halde
malı süresi doluncaya kadar teslim etmese,
o zaman ücreti vekilin vermesi gerekir.
Çünkü o,
sözleşmeyle ilgili haklarda asıldır. Ancak
vekil, verdiği ücreti müvekkilden alır.
Çünkü
vekil
teslimde müvekkilin yerini tutar. O halde malı
hükmen, müvekkil teslim almış sayılır.
Vekil ücretin peşin verilmesini şart koşsa ve kiraladığı malı teslim alsa, müvekkili kiralanan mülkün
teslimini taleb etmeden kira süresi dolsa yine vekil ödemiş olduğu ücreti müvekkilinden alır.
Çünkü
müvekkilin
vekili, teslimden men etmedikçe vekilin teslimiyle müvekkil ele
geçirmiş sayılır.
Ama eğer,
müvekkil, binanın teslimini ister, vekil de ücreti peşin vermesi için feslim etmezse, vekil
verdiği
ücreti müvekkilinden alamaz. Zira
ücretin peşin alınması için binayı elinde tutması
sebebiyle,
vekil olmaktan çıkarak asıl olmuştur. Bundan dolayı müvekkil hükmen
malı ele geçirmiş
sayılmadığından
dolayı ücreti vermesi gerekmez.
Kâdı, vesika,
senet ve hüküm yazmak için
diğerlerinin aldıkları meblağ kadar ücret alır. Aynı şekilde
müftünün de
ücret alma hakkı vardır. Zira müftü de
fetvayı yazma karşılığında yazı
ücreti olarak
ecr-i misil alır. Çünkü müftü ve kadının vazifesi yazı
ile değil, dille cevap vermektir.
Bununla
beraber dedikoduya
meydan vermemesi, şahsiyetinin rencide olmaması için ücret olmaması daha
iyidir. Bezzâziye. Bu konuda geniş bilgi Vehbaniye'nin Kaza bahsinde vardır.
Sayrafiyye'de
şöyle denilir: «Kadı bir hüküm verse
ve hükmü yazmak için ücret taleb etse, caizdir.
Müftü içinde
hüküm böyledir. Eğer şehirde başkası
varsa onun için de bu hüküm geçerlidir. Bazı
alimler tarafından, «şehirde başka müftünün bulunmaması
kaydı olmadan müftü ücret isteyebilir.»
denilmiştir.
Zira fetvâ veya hükmü yazmak kadı
veya müftünün görevi değildir.»
Yine Seyrafiyye'de
şöyle denilir: «Adam sihirden korunmak veya sihri iptal için dua yazmak üzere
birisini kiralasa; eğer
yazan adam sarfederek kâğıt ve yazılacak
yazının miktarını beyan
ederse
ücret alması caizdir. Ücretle mektup yazmak da bunun gibidir.»
Kiracı, kira, rehin ve satın alma iddiasında bulunan kimselere hasım olamaz. Çünkü dava, ancak
malın malikme karşı
olur. Ama müşteri ile kendisine
hibe edilen kimse davada hasım
olabilirler.
Çünkü
bunların ikisi de malın sahibidirler. Müşteri ile birlikte kiraya verenin de hazır olması şart
mıdır? Bu
konuda iki görüş vardır.
Herhalde
doğrusu. «müşteri» değil, müstecir olmalıdır. Yani beriki müşteriye
o malı kiralamış
olduğunu
iddia etse kendi başına hasım olabilir mi? yoksa kiraya
veren (önceki malik)in bulunması
şart mı?
Kira ve
kiranın iptali. ziraî ortaklık bahçe ortaklığı (müskat) emek sermaye
ortaklığı (müdarebe),
vekâlet.
kefalet, vasiyet etmek hüküm verme, idarecilik.
talâk, azad etme, vakfetme gibi hallerin
hepsinde; geleceğe atıf
ile akit yapmak icma ile sahihtir. Mesela. «aybaşından geçerli olmak üzere
kiraya verdim veya
kirayı iptal ettim.» dese caiz olur.
Ama halen temlik olan bir şeyde alım
satım
akdi, alım satım akdine icazet vermek, bey'i feshetmek, taksim etme, şirket kurma, hibe etme,
nikâh, telâktan rücu, bir mal üzerine sulh olmak,
borçtan ibra etme gibi akitlerde ise geleceğe
atıf
sahih
değildir. Bu meseleler alım satım
akdi (bey) bahsinde çeşitli meseleler kısmında geçmiştir.
Ecr-i misil, bir başkasının artırmasıyla değil kendi kendine
artarsa, mütevelli kira -sözleşmesini
iptal
edebilir. İptal etmediği müddetçe vakfın, kiracısı kira sözleşmesinde konuşulan ücreti verir.
Fetvâ bu
kavil ile verilir.
Kiracı. kira bedelini peşinen verdikten sonra akti
iptal etse. sözleşme ister fasit olsun, mal kiracının
elinde ise, verdiği ücreti tamamen alana kadar
onu elinde tutabilir. Bu iyi öğrenilsin.
Adam bir kısmı dolu, bir kısmı boş olan bir binayı kiralasa,
kira işlemi, dolu olan kısımda değil,
sadece boş olan kısımda geçerlidir. Nitekim bu
mesele yukarıda geçti. Ancak Eşbah'a
Haşiye yazan
zat şöyle
demiştir: «Tercih edilen içerisi dolu olan bir malın kiralanmasının da
sahih olmasıdır.
Ancak onu
meşgul edene eğer bir zarara uğramayacaksa orayı boşaltıp teslim etmesi -emredilir.
Yok eğer
tahliye zarar verecekse, kiraya verilen mülkte eşyası olan kişi, yapılan kira sözleşmesini
iptal eder.
Dikkatli ol.
Adam sütünü
çocuğuna içirmek veya kuzusunu emzirmek için bir koyun kiralasa, caiz değildir.
Çünkü böyle bir örf yoktur.
Adam bir malı
fasit bir kira işlemi ile kiralarsa, aynı nesneyi ikinci defa da
geçerli kira işlemi ile
kiralasa, eğer bu teslim aldıktan sonra
olmuşsa esah kavle göre geçerlidir. Münye. Bazı alimler ise
caiz
olmadığını söylerler. Bu meselelerin hepsi yukarıda geçti. Konunun tamamı Eşbah'ta vardır.
FER'İ
MESELELER:
Sultan bir
vergi karşılığı çiftçiye toprak verse; eğer
bu kiralamanın şartlarına uygun
olursa sahihtir.
Çünkü muteber
olan, söz değil, manadır. Biz bu meseleyi cihad bahsinde anlatmıştık.
Ücret ve
müddet beyan edilirse kalem kiralamak caizdir.
Adam şehir dışında kullanmak üzere bir şey kiralasa,
fakat onu şehir içinde kullansa bakılır:
Eğer
kiraladığı mal elbise
ise ücret vermesi gerekir, eğer hayvan
ise gerekmez.
Kiracı binmek için kiralık
tuttuğu hayvana binmeyerek, onu elinde çekip götürse,
ücret vermesi
gerekir. Ama
binmeyişi hayvandaki bir özürden dolayı ise. o zaman ücret vermesi lazım
değildir.
Kâtip yazdığı yazıda hata etse eğer hata bütün sayfalarda ise, kiralık tutan muhayyerdir. Dilerse
sözleşme anında konuşulanı geçmeme-si kaydıyla
ecr-i misil vererek yazıyı alır, dilerse kâtipte
bırakır.
Ondan kağıt ile mürekkebin kıymetini alır. Eğer hata bazı sayfalarda ise, o zaman hatalı
kısmın ücreti verilmez. Doğru olan kısmın ücreti akit esnasında konuşulan
ücretteki hissesine göre
verilir.
Ücretle, para sayan kimsenin saydığı paraların tamamı kalb çıkarsa
ücret alamaz. Eğer bir kısmı
kalb çıkarsa, sağlam
çıkanların hesabınca ücretini alır, gerisini iade
eder.
İZAH
«Vekil ücreti müvekkilinden alır ilh...» İster malı müvekkile vermekten kaçınsın
ister kaçınmasın
hüküm
aynıdır. Dürer.
Bezzaziye'de,
Ebû Yusuf'tan, «Vekil müvekkiline
rücu ederek ondan alır.» kavlim naklettikten sonra,
«sahih olan
görüş, istihsanen müvekkîlinden ücret almamasıdır. Çünkü vekil müvekkilin
tasarrufuna
mani olduğundan dolayı gâsıb olmaktadır. Gâsıb ise malikden başkaları
olur.»
denilmiştir.
Bunun benzeri Hülâsa ve başka kitaplarda Muhit sahibinin dedesinden de
nakledilmiştir.
FER'İ BİR
MESELE: Mülk sahibinin kiraya verdiği
malın ücretini vekile hibe etmesi veya
onu
ücretten ibra
etmesi sahihtir. Bu durumda vekil, ücreti, müvekkilinden alabilir. Hülasa.
KADI VE MÜFTÜNÜN YAZACAKLARI
HÜKÜM, FETVA VE SENEDİN ÜCRETİNİ ALMALARI
«Kadı ücret alabilir ilh...» Bazı alimler, bu
ücretin davacı tarafından ödeneceğini
söylemişlerdir. Zira
Kâdî'nın
yazması ile davacının hakkı korunur
ve menfaati de onadır. Bazı alimler ise Kâdî'nin
alacağı ücretinin davalıya ait olduğunu söylerler. Zira defteri davalı alır. Üçüncü bir gurup ise ücret,
kâtibi kiralık tutana aittir, derler. Hasımlardan ikisi de kâtipten
hükmü yazmasını istemeseler de
Kâdî, isterse o zaman yazılan defteri kim alırsa ücreti de o verir. Buna göre senet ve benzeri şeyleri
yazan kimselerin ücreti, bizim örfümüze göre onu alan
kimseye aittir. Bazı âlimler de bu
konuda
örfe itibar
edileceğini söylerler.
Camiü'l-Fusuleyn.
Minah'ta
Zahidi'den naklen şöyle denilir: «Kadı
veya müftü hazineden bir şey almazsa, o zaman
davacı veya davalıdan ücret alabilir. Düşünülsün.
«Diğerlerinin
yazı için aldıkları ücret kadar ilh...» Camiü'l-Fusuleyn' de şöyle
denilmektedir:
«Kâdî'nın alacağı ücret, dışarıda emsalinin alacağı ücret kadardır. Bazıları tarafından
söylenilen;
«Yazılan
senet için her bin dirhem karşılığında beş dirhem ücret
verilir.» sözünü biz kabul etmeyiz.
Bu söz fıkha
da uygun değildir. Üstelik senede
yazılacak paranın çokluğu kâtibe ne gibi bir zorluk
getirir ki
atacağı ücret çok olsun? Ancak
onun ecr-i misli, çekeceği meşakkat
veya sanatında
yapacağı iş kadardır. -Nitekim inci delenler ve oymacılar az
bir meşakkatle çök ücret alırlar.
Alimlerden
birisi, «Fusuleyn sahibinin sözü. meşakkati az olsa bile fazla ücret
alınmamasının caiz
olduğunu
ifade eder. Çünkü onların nazarı kendisi için yazı yazılan kimsenin
göreceği menfaattir.»
demiştir.
Ben derim ki: Kâtibin fazla ücret alması: onun ecr-i
mislinden fazla olduğunu göstermez.
Çünkü
kendisini
yalnız bu işe veren adam, inci delen
sanatkâr gibi, ücreti meşakkatine
göre almaz. Çünkü
meşakkati kadar ücret alsa, ona kâfi
gelmez. Eğer «İnci delen adam çektiği meşakkat kadar ücret
alır» dersek, bu sanat kaybolur. Bundan
dolayı bu ücret onun ecr-i misili olur.
«Bazı alimlerce mutlak olarak ücret alır denildi
ilh...» şehirde ondan başka müftü veya kadı olmasa
dahi yazacağı
hüküm ve fetva için ücret alması caizdir.
Metinde geçen ibarenin zahiri de bunu ifade
eder. Bunun
deIik, belirtilen sebep de açıkca görülmektedir.
«Sihir için ilh...» Yani sihrin ibtali için. Ama sihir yapması
için adam tutmak caiz değildir. Çünkü o
haddızatında
günah, hatta küfürdür.
«Sarfedilecek kâğıt ve yazılacak yazının miktarını
beyan ederse ilh...» Bu, kağıda
yazılacak satırların
miktarının
belli olması îçindir. Bazı kelimelerin
uzunluğundan doğacak farklılık hoş görülür.
Musannıfın:
«yazılacak yazının miktarını» demesinden
bundan maksadın satırların adedi olduğu
anlaşılmaktadır.
«Mektup
yazmak da bunun gibi ilh...» Adam birisim bir dostuna mektup yazması için ücretle
tutarsa,
yazılacak yazının ve kullanılacak kağıdın
miktarını belirtirse caîzdir. Minah.
«Müşteri (veya müstecir) ile birlikte kiraya verenin bulunması da şart mıdır ilh...»
Minah'ta şöyle
denilmiştir: Suğra'daki; «Müşteri kendi başına
kiracıya düşman olmaz. Kiralayanın da
hazır olması
lâzımdır.» İfade Bezzaziye'de Kâdî'nın Feteva'sından
nakledilen şu ibareye
tersdir. «Birisi mülkünü
kiraya verse. sonra satsa ve teslim etse,
kiracının davası kendisi hazır olmasa bile satın alanın
huzuru ile
dinlenilir.» Şu kadar var ki Bezzaziye bu fetvayı
naklettikten sonra Suğra'dakine uygun
bir ibare daha nakletmiştir. O halde fetva anında bunun üzerinde durulsun, düşürtülsün.» özette.
«Derhal temlik olan bir şeyde ilh...» Yani derhal yerine
getirilmesi mümkün olan bir şeyde geleceğe
izafe etmeye
gerek yoktur. Bunun için de geleceğe izafe
ile bir şeyi satmak sahih
değildir. Ama
birinci
guruptakiler böyle değildir. Zira kiralama ve
benzerlerinde derhal temlik mümkün değildir.
Vasiyet de böyledir. Emirlik ve hüküm vermeye
gelince, bunların ikisi velâyet
konusudurlar. Kefalet
ise bir şeyi
yüklenmektir. Bunun da derhal değil, gelecekte yapılması mümkündür. Zeylâî.
«Ödünçden
(devn) ibra etme ilh...» Ödünçten
ibra etmek gelecekte değil halde geçerlidir. Kefaletten
ibra ise bazı alımlere göre geleceğe izafe
edilmesı halinde de gecerlidir. T. Hamevî'den.
«Fetva da bu
kavil ile verilir ilh...» Vakıf
malının ecr-i misli artarsa. Yani mütevelli feshetme hakkına
sahiptir.
Musannıfın onu, bundan hemen sonra
zikretmesi gerekirdi. Nitekim geçerli
olan
kiralamalar bölümünden hemen önce Sevadet Bahsinde öyle yapmıştı.
«Akit ister sahih olsun ister fasit
olsun ilh...» Musannıfın bu sözü, kira
işleminin geçerli olan
kiralama bahsinin hemen baş tarafında belirttiği,
«Kiracı diğer alacaklılardan evvel hakkını
alır.»
kavline uygun, ama, «Eğer kendisinde başkası için sözleşme yaparsa...» sözünden önce
söylediğine zıttır. Biz bunun tevilini orada
yapmıştık.
«Bir kısmı dolu, bir kısmı boş olan bir binayı icarlasa ilh...»
Bu mesele, geçerli olan kiralamalar
bölümünde
geçmişti.
«Şu kadar var ki Eşbaha haşiye yazan zat şöyle ilh...» Eşbah'a haşiye yazan şöyle der: «Musannıfın
dediğini
Kâdîhanî'nin söylediği şu söz üzerine
hamletmek gerekir: «Adam
bir kısmı dolu bir kısmı
boş olan bir
mülk kiralamış olsa, İbn Fazla göre
icare, «Dolu olan kısımda değil boş olan kısımda
caizdir, Zira bir kimse
dolu olan bir oda kiralasa bu caizdir. Ev sahibine evi boşaltıp teslim etmesi
emredilir. Haniye'de
belirtildiği üzere fetva da bu kavil
üzerinedir. O halde musannıfın sözünün
sadece araziye hamledilmesi gerekir.
Cevami'ül-Fıkh'tan
naklen Bîrî'nin haşiyesinde şöyle denilmiştir: «Eğer kiralanan bina kiralayanın
eşyası ile
dolu veya tarla sahibinin ekini ile meşgul ise, bazı alimlere göre bu kiralar geçerli
değildir. Ama
doğrusu, böyle bir mülkü kiralamanın sahih olmasıdır. Şu
kadar var ki, malı boş
olarak teslim etmedikçe veya içindeki eşyayı
kiracıya satmadıkça, kiracının ücret vermesi
gerekmez. Ama
boşaltıp teslim etse, kiracının kira ücreti vermesi lazımdır.»
«Malın
sahibine bir zarar gelmeyecekse ilh...» Mesela, içinde henüz
biçilmemiş ekin olsa tarlanın
boşaltılmasında zarar vardır.
«İcare aktini feshedebilir ilh...» Yani kiraya verdiği mülkün boşaltılmasında eğer mülk
sahibine
zarar verse,
o zaman kiralayan kira sözleşmesini iptal eder.
«Çocuğun
emmesi için koyun kiralasa bu caiz değildir.»
«Çünkü böyle bir örf yoktur iIh...» Hem de icare akti bir malın kendisinin telefi
üzerine yapılmıştır.
Bu mesele geçerli olmayan kiralama bölümünde süt anneyi kiralama bahsinde geçmiştir.
«İcarenin şartları ile ilh...» Ama zamanımızda yapılan, mülke velayeti olan kimsenin diğer bir adama
horacı bölmesi ve benzeri gelirleri kendisinin alması için belirli bir
mal karşılığında kefil olması
bâtıldır.
Çünkü bunda nesnelerin aynının itlafı
kastedildiği için kira sözleşmesi yapılmış olmaz.
Nasıl icare olarak
sahih değilse, satış olarak da sahih
değildir. Çünkü ortada satılan bir şey
yoktur.
Nitekim bu,
Fetevâyı Hayriyye de beyân
edilmiştir.
İKTA ARAZİSİNİN KİRALANMASI VE İKTA EDENİN ÖLÜMÜ VEYA KİRACIYI
ÇIKARMASI
İkta: Bir şahsın menfaatine verilmiş hazine demektir.
«Sahih olur
ilh...» Yani kataata -ikda ile kiralama- şartlarına
uygun olursa... Allâme Kasım'a «İslâm
devlet
başkanı hazine arazisinden bir bölümü
bir askere onun menfaati için verse, asker
o araziyi
başkasına kiraya verebilir
mi?» diye sorulmuş, o da
cevaben, «Evet, verebilir.» Nasıl ki,
kira süresi
içinde kiralayanın ölme ihtimalinin kira işlemine tesiri yoksa devlet
başkanının da kira süresi için
araziyi
askerin elinden alabilme yetkisinin
kiralamada bir etkisi olmaz. O zaman kiralayan ölür veya
devlet
başkanı askerin kiraya verdiği araziyi elinden alırsa kira sözleşmesi iptal olur.
Ben derim ki: Biz bu bahsi Kitabu'l-İcârenin başında vakıflarda kiralama
süresi üç seneden fazla
olmaz.»
sözünün yanında beyan etmiştik. Eğer kiralayan arazinin intifa hakkını başkasına
verse ve
Sultan da bu
mülkün intifa'ının o adama verilmesine hükmetse, bu bir satış gibi birinci
şahsın o
araziden çıkartılmasını gerektirir mi? gerektirmez
mi? Ben bu konuda bir şey görmedim.
Araştırılmalıdır. Bu bir fetva hadisesidir.
Ben,
şeyhlerimizin şeyhi Sayıhanî'nin
Fetevayı Niamiye kitabında gördüm
ki, Hazine arazisinin bir
başkasının faydalanması için verilmesi veya kiracının ölümü
halinde kira sözleşmesi, geçersiz
olur.
Bu hükmü
fukahanın «Vekil gibi bir mülkü başkası
için kiralayan veya
kiralık alan kimsenin ölümü
ile kira sözleşmesi
iptal olmaz. Çünkü bunlar kendileri için değil, başkaları için kiralamışlardır. Veya
kiraya vermişlerdir.» sözünden almıştır.
Sayıhanî sözlerine devamla, «Bu meselede,
başkası için
değil, kendi için kiraya vermiştir. Eğer kira sözleşmesi
iptal edilmezse ileride o arazinin verileceği
kimse zarar görür. İşte bu zararın önlenmesi ıçin
kira sözleşmesi iptal edilir.»
demiştir. Düşünülsün.
«Kalemin kiralanması
sahihtir ilh...» Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Yazı yazmak için bir kalem
kiralasa eğer bunun için bir vakit beyan ederse. sahihtir. Yok eğer beyan etmezse, sahih değildir.»
Nevazil'de de
şöyle denilir: «Kalemi kiralayan
kimse bir vakit ve yazmayı beyan
ederse, sahihtir.»
«Ücret
vermesi lazımdır ilh...» Şehir dışında faydalanmak için bir şey kiralasa ve şehirde kullanırsa
eğer kiraladığı mal elbise ise Fakih der ki; Çünkü elbiseyi şehir içinde giymek elbise açısından
daha iyi. Hayvan kiralamada şehirde binmek ise daha
kötüdür. Bunun için hayvan kiralamada
binilecek yer
belirtilmelidir. Elbise de ise giyeceği vakit zikredilmelidir.» Bezzazîye.
«Ama bir özürden dolayı binmemişse ücret gerekmez ilh...» Yani binmeye kadir olmazsa. Binmeye
gücü yetmezse binmek için kiraladığı hayvana, yalnız önünde sürmekle ücret vermesi lazım
değildir.
Nitekim Gayetü'l-Beyan'da da böyledir.
«Ecr-i misil vererek ilh...» Bu ecr-i misil de
müsemmayı geçemez. Velvaliciye.
«Eğer hata
bir kısmında ise doğru olan kısmın
ücreti verilir ilh...» Yani bu kısma isabet eden ücreti
verir. Hata
edilen kısmın ise ecr-i misli verilir. Çünkü kâtip bir kısmında kiracıya muvafakat, bir
kısmında da muhalefet etmiştir. Bunu Velvaliciye de
zikretmiştir.
«Eğer paranın tümü kalp olursa ücreti geri alır
ilh...» Çünkü ücreti paranın sağlamım kalpından
ayırması için
vermiştir. Parayı veren, «Bu kalp paralar benim verdiğim para değil» derse.,
parayı
alanın sözü kabul edilir.
Zahîre'de
şöyle denilmiştir: «Parayı sarrafa
veren adam inkâr ederek, «Bu para benim paramdan
değildir.» alan da, «Hayır, senin paralarındandır.» dese, parayı alanın sözü kabul edilir.
Zira o eğer
«Ben senden
hiç para almadım» dese yine onun sözü kabul edilirdi.
METİN
Bir kimse: «Falan bana filan yeri gösterirse ona şu kadar
para veririm.» dese, o adam da gösterse,
eğer bunun
için yürümüşse, ecr-i misil alır.
Eğer, «Kim
bana filan yeri gösterirse ona şu kadar para veririm.» derse burada kiralama bâtıldır.
Ona yol
gösteren odama da ücret yoktur. Ancak
yeri tayin ederek, «Kim bana şurâyı gösterirse»
derse. o zaman ona orayı gösteren adam, ecr-i misil alır.
Derinliğini
de belirterek, on metre eninde ve on metre boyunda bir havuz kazılması için bir adam
tutsa adam da
beşe beş bir havuz kazmış olsa, ücretin
dörtte birini alır. Bu meselelerin hepsi
Eşbah'tan nakledilmiştir.
Yine Eşbah'ta
şöyle denilir: «Bir adam komşusunun mülkünden bir miktarını yol
için kiralosa, eğer
müddeti beyan
ederse caizdir.»
Ben derim ki: Eşbah'ın haşiyesinde: «Bu «caizdir» kavli İmameyne nisbet edilir. Muhtar o!an da
budur.»
denilmiştir. Mecma şerhi.
İhtiyar'da ise
«Adam, «Kim size şunu gösterirse...» derse bu caizdir.
Çünkü onun göstermesiyle
ücret taayyün eder» denilmiştir.
Gaye'de şöyle denilir: «Adam, «Benim evim sana kiradır, hibedir.» dese, kira taraflar için
bağlayıcı
olmamakla birlikte geçerlidir. Taraflardan her
biri, teslimden sonra da olsa, bu şekildeki kira
sözleşmesini iptal hakkına sahiptir.» Bu
öğrenilsin.
Geleceğe izafe edilen kira sözleşmesinin
bağlayıcı
olup olmayışında iki sahih kavil
vardır. Fetvâ
bağlayıcı
olmadığı şeklindedir.
Mücteba'da
şöyle denilmiştir: «Binayı (binanın yapısını) kiraya vermek caizdir. İmam
Muhammed'den
duvar ve dam gibi şeylerle menfaatlendiği takdirde binanın kiraya verilmesinin
geçerli
olduğu nakledilmiştir. Fetva da bununla verilir. Mekke-i
Mükerremedeki binaların kiraya
verilmesi de
bu kabildendir. Yalnız Mekke-i Mükerreme'nin arazisini kiraya vermek mekruhtur.»
Vehbaniye'de
şiir olarak şöyle denilmiştir: «Av ve
bekçi köpeği ile av kuşunu kiralama hususunda
iki kavil
vardır. Mekke-i Mükerreme'nin
evlerini kiralama hususunda da yine iki kavil vardır. Mekke-i
Mükerreme'nın
toprağı ese kiraya
verilmez.
Dellâl bakıp geri vermesi için tüccara bir kumaş verse ve tüccar onu alsa ve kaybolsa, dellâl zamin
değildir.
Birisi
Kadı'ya gelerek, «Ben sefere
gidiyorum kira sözleşmemi iptal et» dese. Kadı sözleşmeyi ya
yemin
verdirerek veya sefere gideceği arkadaşlarından sorarak fesheder.
Ticareti terkeden bir kimse ticaret aracı olarak kiraladığı bir şeyi, yolun yarısında dahi olsa iptal
edebilir. Kiralayan belirli bir hayvanı kiraya verdiğinde o hayvan ölürse kira işlemini iptal edebilir.
Ebû Yusuf,
kiraladığı hayvan ister muayyen olsun, ister olmasın hayvanın
ölümü ile akdin geçersiz
olacağını
söyler. «Kiralayanın zayıflığı
sebebiyle de sözleşme iptal edilebilir» denmiştir.
Hasta olan kimse mülkünü kiralarsa ecr-i misil, onun verdiği kira ücretinden alınsa bile onun
kiralaması geçerlidir.
Kim borçlu
olarak ölürse, onun akarının kira ücreti peşin aldığı kira
ücretini karşılarsa kiralayan
kendi hakkını almak için
o malı elinde tutmaya diğer alacaklılardan daha lâyıktır.»
YİTİĞİ BULANA
VEYA BULUNMASINA DELÂLET EDENE ÜCRET VERİLMESİ
İZAH
«Falan kimse bana filan yeri (şeyi) getirirse ilh...»
Eşbah'da (gösterirse yerine) «Eğer sen bana
gösterirsen»
denilmiştir.
Bezzaziye ve Velvaliciye'de, «Birisinin bir şeyi
kaybolmuş olsa ve «kim onu bana gösterirse
ona şu
kadar para vereceğim» dese konuya iki yönden
bakılır: Eğer bunu umum kastı ile söylemişse, yani
«Her kim bana gösterirse. ona şu kadar ücret
veririm.» demişse bu kiralama bâtıldır. Zira delâlet ve
işaret kira ücretini hakettirecek bir iş değildir.
Ama eğer bunu hususî olarak bir
şahsa. «Eğer sen
bana yitiğimi
gösterirsen sana şu kadar ücret var.» dese ve o da onun için yürüyerek yitiği
gösterse,
gösteren adam yürüdüğü için ecr-i
misil alır. Zira yürümek, sözleşmede konuşulmuş ve
ücret hak edilen bir iştir. Ancak bu herhangi bir bedelle takdir edilmez. O zaman ecr-i
misil vermesi
gerekir. Eğer hiç yürümeden gösterirse ücret alamaz. İmam
Muhammed Siyerü'l-Ke-bir'de şöyle
demiştir: «Müfreze kumandanı. «kim bize falan yeri gösterirse ona şu kadar para
var.» dese sahihtir
ve orayı gösteren adam ücret alabilir.
Dolayısıyla kumandanın ona ücret vermesi gerekir.»
«Ancak yeri tayin ederek ilh...» Eşbah'ta Siyerü'l-Kebir'in sözü nakledildikten sonra şöyle
denilmektedir: «Bunun zahirine göre; müfreze kumandanı ne kadar vereceğini
belirtmişse, o kadar
vermesi
gerekir. Ama uygun olanı ecr-i misil vermesidir. Çünkü burada bir kiralama işlemi yoktur.
Bu mesele genel anlamda bir yol göstermedir.
Çünkü burada yeri beyan etmiştir.»
Yani umum
göstermek üzere yapılan akit
bâtıldır. Ancak yeri tayin ederse bâtıl değildir. Çünkü yer
tayin etme meselesi genel anlamdaki gösterme meselesini tahsis
etmektedir. Bu do
Siyerü'l-Kebir'in
ifadesinden alınmaktadır. Zira müfreze kumandanının «şu yeri» sözünde tayin
vardır. Ama bir şeyi kaybolan adamın kim bana
bu kayıp malı gösterirse» dese bu sahih değildir.
Zira tayin yoktur. Ancak
aynıyla değil de ismiyle tarif etse mesela, «Kim falan yerdeki hayvanımı
bana
gösterirse...» dese o zaman kumandan meselesi gibi olur.
İşte bu, şarihin, «ancak yer tayin
ederse» sözünün ve Eşbah sahibinin, «Zahir olan ecr-i misil vermesidir.» sözünün
anlamıdır.
Hasılı konu Siyerü'l-Kebir'in
mesailindendir. Zira söz umumî olursa, akti kabul edecek bir işi
bulunmaz. O
zamanda akit yok demektir. Akit olmayınca da, sıhhati düşünülemez.
Ben derim ki: Eşbah sahibi
akdin hiç olmadığını söyledi. Halbuki
yitik meselesinde olduğu gibi,
hiçbir
ücretin gerekmediğini söylemesi daha
uygundur. Onun bu dediğine Şerafeddin'in şu
sözleri,
«Bu adamın gelmesi ve kumandanının hitabını kabul etmesi ile o şahıs ve sözleşme
belirmiş olur. O
zaman
konuşulan ücret ne ise onun verilmesi, gerekir. Çünkü sözleşme malûm bir iş için, muayyen
iki şahıs arasında tahakkuk etmiştir. Ama eğer yitik hayvan meselesinde olduğu gibi iş
malum
değilse, o zaman hiçbir şey gerekmez. Fakat bunun aksine yol gösterecek şahıs muayyen ise, ücret
alması caizdir. Çünkü akit o zaman o adamın yürümesi üzerine yapılmıştır. Şu kadar var ki onun ne
kadar yürüyeceği takdir edilmediğinden ecr-i
misil verilmesi gerekir. Bu durumda üç mesele
arasındaki fark açığa çıkmış olmaktadır.
Eşbah'a haşiye
yazanların bazıları, meseleyi iyice anlayamamış ve karıştırmışlardır. Burada şöyle
denilebilir: Kumandan meselesinde olduğu gibi burada
da birisinin yitik sahibinin hitabını kabul
edip gelmesiyle
niçin belirlensin? Ve niçin muayyen bir şahsa hitab
etmesi durumunda olduğu gibi,
yer belirtmese bile yürüme üzerine akit gerçekleşmiş olmasın?!..
Evet böyle bir itiraz geçerlidir,
konu
düşünülmelıdir.
«Derinliğini
de beyan
ederek ilh...» Yani yerini beyan ederek.
Tatarhaniye'de
şöyle denilmiştir: «Kayyum yerini, uzunluğunu, derinliğini ve çevresini beyan etmek
gerekir.»
«Ücretin
dörtte birini alır ilh...» Zira 10 x 10=100
eder 5x5= 25 eder. O zaman yaptığı
iş, yapması
gerekenin
dörtte biridir. Öyleyse alacağı
ücretin de dörtte birini alır. Eşbâh.
«Bu İmameynin
kavlidir, muhtar olan da budur ilh...» Çünkü
sahibeyne göre müşaın kiralanması
sahihtir. Şu
kadar var ki bu geçersiz kiralama
bahsinde geçtiği üzere güvenilir
görüşün aksidir,
Bedaî'de
şöyle denilmektedir: «Bir kimse belli bir müddet gelip gitmek üzere bir
arsadan bir yer
kiralasa bu, İmam Ebû Hanife'nin görüşüne kıyasla caiz olmaz.
Çünkü kiraladığı yer, ayrılmamıştır.
O zaman bu
müşanın kiralaması olur, ki İmama göre caiz
değildir. İmameyne göre ise caizdir.
«Bize şunu
kim gösterirse ilh...» Bu mesele Siyerü'l-Kebir'in meselesidir.
Bilindiği gibi bu durumda
akitte
konuşulan ücretin verilmesi gerekir. Çünkü bize kim gösterirse» sözü umumî
olmakla birlikte
hem yer hem
de akdi kabul eden kişi muayyen
olmuştur.
Şarihin
yukarıdaki «ücret taayyün eder.» sözünün manâsı, ücret
lâzım ve gereklidir demektedir.
«Benim evim
sana kiradır hibedir ilh...» Velvaliciye'de şöyle denilmektedir.
«Adam, «Benim evim
sana hibedir aylığı
bir dirheme kiradır, veya benim evim sana kiradır hibedir» dese,
bu kiradır.
Birincinin
kira olması şöyledir: Adam sözünün sonunda başını değiştirecek bir şey söylemiştir.
Zaten sözün
başı, bir bedel zikri ile değişme ihtimali olan cinstendir.
İkincisine gelince; önce
zikredilen karşılıklı
bir akittir. Bu tür akitler teberriye
dönüşmezler. Bundan ötürü de adam,
«Ben
evimi sana
hiçbir karşılık istemeden kiraya verdim» dese, ev o adama
iyreti verilmiş olmaz. İcare
olmaz. İcare akti ise
«ariye» sözü ile de aktedilir»
Özetle.
«Sözleşme bağlayıcı değildir ilh...» İtkanî şöyle der: «Mebsut'ta bu kira sözleşmesinin
bağlayıcı
olup olmadığı
zikredilmemiştir.»
Ebûbekir bin
Hamid'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Ben Hassaf'ın yanına gittim, Ondan bir çok
faydalı şeyler öğrendim. Onlardan birisi de bu meseledir. Yani bir kimse.
«bu evim sana kira olarak
hibedir» dese bu akit tarafları bağlamaz. Kiralayan da
kiracı da teslimden önce de sonra da
kiralamadan vazgeçip ibtal edebilirler. Şu kadar
var ki, böyle bir kira işlemi ile
kiralanan mülkte
kiracı otursa, ücret vermesi gerekir. Çünkü bu konuşmadaki hem hibe. hem de kira sözleriyle
amel
etme imkânı vardır. O halde mümkün olduğu kadar her ikisiyle de amel edilir. Nitekim karşılık
şartıyla yapılan hibe de böyledir.» özetle.
Ebûbekir bi
Hâmid'den rivayet edilen bu ifadenin
zahirine göre, bu şekilde aktedilen bir kiralamada
ecr-i müsemmanın verilmesi gerekir.
Birî'da ise Zahire'den naklen ecr-i mislin
verilmesinin gerekli "olduğu açıkça zikredilmiştir.
«Geleceğe izafe edilen kiralamanın
bağlayıcılığı konusunda sahih görülen iki
kavil vardır ilh...»
Musannıf
burada akdin bağlayıcılığı konusunu ele almıştır. Zira
sıhhati hususunda zaten şüphe
yoktur. O
halde bu, şarihin az önce bunun icmaen sahih olduğu tarzındaki sözüne zıt
düşmez.
«Fetva bu
kaville verilir ilh...» Çünkü Haniye'de şöyle
denilmektedir: «Bir kimse malını
yarına izafe
ederek, kiraya verse,
sonra da başka bir adama satsa,
Münteka'daki ifadeye göre, «Bu
hususta iki
rivayet vardır. Fetva satışın geçerli olduğu üzerinedir. Yarına izafe edilen kira sözleşmesi de bâtıl
olur.»
Halvanî'nin seçtiği görüş de budur.
Biz bu konuda
söylenmesi gereken şeylerin kalanını
bu konunun başında belirtmiştik.
Buradaki
kira sözleşmesinin bağlayıcı olmayışı yalnız kiracı için değil, her iki
taraf içindir. O halde diledikleri
zaman kiralayan
da kiracı da geleceğe izafe edilen sözleşmeyi İptal edebilirler. Nitekim fukahanın
herhangi bir
ayırım yapmamalarının gereği de budur.
«Fetva da
bununla verilir. ilh...» Eğer duvar ve dam gibi faydalanılan bir yapı ise
kiraya verilebilir.
Bunun benzeri
geçersiz kiralama konusunun başında geçti. Orada konu ile
ilgili olarak
söylenecekler
söylendi.
Kınye'de şöyle denilmektedir: «Zahirî rivayete göre; arsa ile birlikte değil de sadece binayı kiraya
vermek caiz
değildir. Çünkü yalnız binadan faydalanılamaz.»
«Mekke-i Mükerremenin arazisini kiraya vermek mekruhtur ilh...» Hidaye'de de böyle denilmiştir.
Hizanetü'l-Ekmel'de. «Mekke-i
Mükerremenin arazisini kiraya vermek
caiz değildir. Çünkü Mekke-i
Mükeremenin
arazisi kimsenin mülkü değildir.»
Bundan anlaşıldığına göre Mekke-i Mükerremenin
binalarının
kiraya
verilmesi caizdir.» denilmektedir. Şerhu İbn-i Şıhne.
Vehbaniye'de
şöyle denilir: Bunda bir yanlışlık var. Çünkü bu şiirin beşinci beyti
ile dördüncü
beytin ikinci mısraı İbn-i Şıhnenin şiirindendir.
Ayrıca bu denildiği gibi Şurunbulâliyede ait değildir.
«İki görüş
vardır ilh...» Yani iki rivayet vardır. Bu rivayetlerin ikisini de
Kâdîhan nakletmiştir.
Birincisi, av köpeğini veya bekçi köpeğini ye av kuşu kiralandığında ücret vermek gerekmez.
Fare
tutması için
kedi kiralamak ise hiç bir şekilde caiz değildir. Çünkü kiracı
köpeği veya kuşu ava
gönderdiği
zaman bunlar, avcının salması ile giderler ve avlarlar. Kedinin avı ise bizzat fiili iledir.
Bu yüzden kedinin kiralanması caiz
değildir.
Evi süpürmesi
için maymun kiralamak hususunda
ihtilaf vardır. Bunun tamamı şerhtedir.
«Mekke-i Mükerreme'nin evlerini kiralama hususunda da yine iki kavil vardır. ilh...» Şiirin yazarı
diyor ki: «Mekke-i Mükerremenin
arazisinin satılmasının caiz olmadığı gibi kiraya verilmesi de caiz
değildir
zannedilmesin» diye Mekke'deki evlerin kiraya verilmesinin caiz
olduğunu açıkça zikrettim.
«Tacir kumaşı alıp gitse ilh...» Yani, tüccar
kumaşı alıp gitse ve kumaş da dellâlin eline
geçmese
dellâl zamin değildir. Çünkü dellâlin kumaşı tüccara vermesine âdeten
izin vardır.
Kâdîhan der
ki: «Bana göre. dellâl kumaşı
tüccara verdikten sonra oradan
ayrılır ve kumaş
kaybolursa,
zamin olur. Nitekim yabancı birisine emanet
etse veya kumaşı, almayı isteyen
adamın
yanında bıraksa kumaş da
zayi olsa zâmin olur.»
Manzumede
Kâdîhan'ın bu tercihine işaret eder bir şey yoktur. Şerh.
«Yolun yarısında dahi olsa ilh...» Yani
kiracı yolun bir kısmını gitse
sonra da dönmeye karar verse,
kira sözleşmesini iptal eder. Nitekim mesele yukarıda
geçmiştir.
«Kiralayan
iptal edebilir ilh...» Bunun manâsı şudur: Adam
muayyen hayvanları kiralayarak
teslim
alsa ve hayvanlar ölse kira sözleşmesi iptal olur. Ama
gelişigüzel bir kaç hayvan
kiralasa ve adamın
verdiği hayvanlar ölse kiralayanın onların yerine
başkalarını vermesi lazımdır. İmam Ebû Yusuf'tan
her halûkârda sözleşmenin iptali görüşü nakledilmiştir.
«Hastalanması ile de iptal edilir denilmiştir ilh...»
Yâni kiralayan hastalandığı zaman kira
sözleşmesini iptal edebilir.
İbni Şıhne
şöyle der: «Bu zahiri rivayetin aksinedir. Onun için de, «denmiştir»
sözü ile ifade
edilmiştir.
Şu kadar var ki şarih yukarıda
«Bu kavil ile fetva verilir.» demişti! Meseleyi düşünmek
gerekir.
«Hasta olan kimse mülkünü icare verirse icaresi malının tamamında caizdir. ilh...» İmadiye'de
şöyle
denilmektedir: «Ölüm hastalığında olan bir kimse
servetinin gelirini teberru etmiş olsa, malının
hepsinin
menfaatine itibar edilir. Çünkü servetinin geliri ölümden sonraya
kalmaz ki, ona
varislerinin
ve alacaklılarının hakkı taalluk etsin.» Özetle.
«Ecr-i misil onun verdiği icare ücretinden çok olsa bile ilh...» Yani,
hastanın anlaşmış olduğu kira
ücretinden
çok olsa bile malın tamamındaki kira işlemi geçerlidir.
«Daha
layıktır ilh...» Yani kiracı o akarı elinde tutmaya diğer alacaklılardan daha layıktır. Şu kadar
var ki, akar
kiracının elinde iken helâk olsa, alacağı sakıt
olmaz. Ama rehin böyle değildir.
Yani.
rehin verilen
bir şey rehin alan adamın yanında helâk olursa, karşılığında
verdiği parayı geri
alamaz. AIIah
daha iyisini bilir.
|