KURBAN KİTABI
METİN
Kurban konusunun hayvan kesimi (zebâih)nden sonra yer alması özeti genelden sonra
zikretmektir. Kurban, kurban
günlerinde kesilen hayvanın
adıdır. Bu da birşeye vaktinin ismini
vermektir.
Bir terim olarak kurban: hususî bir hayvanı
Allah'a yaklaşmak niyetiyle hususî bir vakitte kesmektir.
Kurbanın vücub şartlan şunlardır:
Müslüman olmak, mukîm olmak, fıtır sadakasını verecek kadar
zengin olmaktır. Nitekim yukarıda geç-mişti. Kurbanın vücubu için erkeklik şart değildir. O bu
yüzden kurban, kadına da vacibtir.
Kurbanın vücubunun sebebi ise, vakittir. Bu vakit de kesim günleri-dir. Bazı âlimler tarafından da,
zengin olan kimsenin başı ve
ayağıdır denilmiştir. Tatarhâniye.
Rüknü ise, koyun, sığır ve deveden kesilmesi caiz olan bir hayvanı
kesmektir. O zaman bir tavuk
veya horozu kurban olarak kesmek
mekruhtur. Çünkü bu, mecusîlere benzemektir. Bezzâziye.
Kurbanın hükmü ise; dünyada vacib olan şeyin sorumluluğundan
kurtulmak, âhirette de Allah'ın
fazlı ile sevaba ulaşmaktır. Bu
da geçerli bir niyetle olur. Zira
niyetsiz sevap olmaz. O zaman kurban
yani yukarı-da cinsleri belirtilen hayvanlardan
kan akıtmak, itikaden değil gücü ye-tene amel olarak
vacibtir Burada gücü yetenden
maksat yalnız yapıl-ması vacib olan kudrettir. O zaman vücubun
devam etmesi için o gücün de
devamı şart değildir. Çünkü bu devamlı
sayılan bir güç olup, vaktinin
geçmesiyle hükmü kalkar. Ben de
bu meseleyi güçlükten kolaylığa
değiştirdim. Kurbanda vakit
geçtiği halde yükümlü sayılma şu şekilde olur: Kurban yükümlüsü kendisine
vacib olan hayvanın
aynını veya kıymetini bayram günlerinden sonra
tasadduk eder.
Kurban kesmek, hür müslüman, şehirde, köyde veya çölde ikâmet eden kimsenin üzerine
vâcibtir.
Aynî.
Öyleyse kurban bayramında vacib olan kurban, misafir olan hacının üzerine vacib değildir.
Ama
Mekke ehline gelince, onlar herne kadar hac-cetseler bile, yine
onların kurban kesmesi gerekir.
Bazı âlimler tarafından da, nereli olursa olsun, ihramlı olan
kimseye kurban kesmek vacib de-ğildir.
Denilmiştir. Sirac.
Fitre verecek kadar zengin olan
kimsenin kendi nefsi için kurban
kesmesi vâcibtir. Üstün olan
görüşe göre, bu kimsenin çocuğuna kes-mesi
vacib olmaz. Ama fitre
bunun aksinedir. Zengin olan
kimse, çocu-ğunun da fitresini verir.
Kesmesi vacib olan kurban, ya bir
koyundur, veya sığır veya deveden olan bedeninin yedide biridir.
Buna bedene denilmesi, onların
vücudu-nun büyük olmasıdır. Bedeneyi beraber kesen yedi kişiden
birisinin his-sesi, yedide
birden daha az olursa, hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz. Ama ortaklar yedi
kişiden aşağı olursa, öncelikle yeterli olur.
Kurban kesmenin vacib olduğu vakit, bayramın birinci gününün şa-fağından
son günün sonuna
kadardır. Kurban günleri de üç
gündür. Ama en faziletli olanı birinci
günüdür.
İZAH
«Özeti genelden sonra zikretmek ilh...» Sarihin bu görüşü, kurban
konusunun kesim konusunun
arkasından zikredilmesinin ilgisini beyan etmektedir. Nitekim İnâye'de de şöyle denilmiştir:
«Musannif kurban ko-nusunu hayvan
kesimi konusundan sonra getirmiştir. Zira kurban kesmek
özel bir kesimdir. Özel de genelden sonra zikredilir.»
Bunun açıklaması şöyledir: Genel
özelin bir parçasıdır bir cüzidir. Mesela hayvan kelimesi insanın
mahiyeti olan hayvanı nakıtın
bir par-parçasıdır. Cüz de her zaman tabiat itibariyle önde getirilir. O
zaman ya-zılışta da kesim kurban
konusundan önce getirildi.
«Birşeye vaktinin ismini
vermektir ilh...» Yani kurbana Arapça
udhiye denilmesi, yine Arapçadaki
duha sebebiyledir ki bu kuşluk
vakti de-mek olup kurbanın kesim
vaktidir. Sen anla.
Muğrib'te şöyle denilmektedir: «Kuşluk vaktinde kesilen kurbana
dahaa denilir. Aslı budur. Hatta
denilmiştir ki, teşrik günlerinin hangisinde keserse kessin, isterse günün sonunda olsun, yine ona
kurban kesmiş denir.»
«Hayvanı kesmektir ilh...» İnâye adlı eserde-de böyle denilmiştir. Dürer'de olan bu şudur: «Uhdiye
özel bir hayvanın ismidir.» İbni Kemal de şöyle demiştir:«Udhuye,
kesilene denilir.» İbni Kemal'in
hamişinde de şöyle yazılıdır: «Kurban hayvanı kesmektir
diyen kimse, udhiye (kurban) ile
tedhiye
(kesim) arasındaki farkı bilmiyor
demektir.»
«Özel bir hayvanı ilh...» Yani türü ve
yaşı bakımından özel bir hay-van. T.
«Allah'a yaklaşmak niyetiyle özel bir vakitte ilh...» Yani belirlenen bir yaklaşma ki bu da hayvanı
Allah için kesmektir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban niyeti olmadan ke-silen hayvan kurban yerine
geçmez. Çünkü hayvan bazan et için, bazan yaklaşmak için kesilir.
Yapılan fiil de niyetsiz
yaklaşmak olmaz. Hayvan kesme ile yaklaşmanın çeşitli cihetleri vardır:
temettü haccında, kıran
haccında ve ihsar için kesilen kurbanlar gibi. O zaman kurban için kesi-len
hayvan ancak kurban
niyetiyle kesilmelidir. Kalbinden niyet
ettiğini de namazda olduğu gibi dil
ile söylemesi şart
değildir.»
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Kurban niyetiyle alınan koyun ve-ya sığırı kurbana niyet
etmeden kesmiş olsa, alındığı zamandaki niyetle yetinerek o
kurbanı caiz olur.»
Ben derim ki: Bezzâziye'de
zikredilende Bedâyî'de zikredilene mu-halefet vardır. Bedâyî'de
zikredilen şudur: «Niyetin
kesimle beraber ol-ması namazda olduğu gibi kurbanın şartlarındandır.
Çünkü ancak o mu-teberdir. Öyleyse, niyetin kesimle birlikte bulunması şarttır. Ancak zaru-ret
hali
müstesnadır. Oruçta olduğu gibi.
Zira niyetin kesime başlamakla beraber olması güçtür.
Bedâyî adlı eserde zikredilen
birinci görüş, Eşbah'ın birinci kaide-sinde yer almıştır. Düşün.
«Şartları ilh...» Yani kurbanın vacib olma şartları. Musannif burada hürriyet şart olduğu, halde
hürriyeti açıkça zikretmemiştir. Çünkü hürriyet musannifin «zengin olmak» sözünden
anlaşılmaktadır. Musannif burada
akıl ile buluğu da zikretmemiştir.
İleride geleceği gibi onlarda
görüş ay-rılığı vardır. Bu
şartların, herne kadar vaktin başlangıcında bulunmasa da vaktin sonunda
bulunması geçerlidir. Nitekim ileride gelecektir.
«Mukim olmak ilh...» Öyleyse misafirin üzerine kurban kesmek
vacib değildir. Eğer misafir bir
kimse nafile olarak kurban keserse, o kestiği, kurban
yerine yeterli olur. Eğer kurbanlığı satın
almadan önce yolculuğa çıkarsa, misafir üzerine
kurban vacib değildir. Eğer sefere gitmeden
kur-ban için bir koyun alsa, sonra sefere gitse,
Münteka'da
şöyle
denilmiş-tir: «O adam onu satar,
onu kurban etmez. Yani onu kesmek
onun üze-rine vacib değildir.» İmam
Muhammed'den de bu
şekilde rivayet edil-miştir. Meşâyihten bazıları da bunu açıklayarak şöyle demektedirler: «Eğer
kurban için koyun alan kimse
aldıktan sonra sefere giderse, ba-kılır: Eğer zengin ise, onu
kesmesi
vacib değildir. Eğer böyle açıklama yapılmazsa, uygun olan şudur ki,
onun üzerine kurban kesmek
vacîbtir. Onun sefer! olması ile
de kurban ondan düşmez. Eğer böyle
zengin bir kimse kurbanlık
koyun alır da kesim vakti girdikten sonra sefere gider-se, bunun hakkında fakihler,
uygun olan, yine
cevabın öyle olmasıdır demişlerdir.» T. Hindiye'den.
«Fıtır sadakası verecek olan kimsenin zengin olması ilh...»
Yani iki-yüz dirhem gümüş paraya veya
oturacağı ev, giyeceği elbise, evde kul-lanacağı zarurî ev eşyaları dışında iki yüz dirhem karşılığı
eşyaya sahib olması gerekir.
Bir kimsenin gelir getiren bir akarı olsa,
bazı âlimler ta-rafından eğer
onun kıymeti il yüz dirhem ise,
onun da kurban kesmesi lazımdır denilmiştir. Bazı âlimler
tarafından
da, eğer o akarın geliri bir yıllık yiyeceğini karşılıyorsa lazam gelir denilmiştir. Bazı âlimler
tarafın-dan da bir aylık yiyeceğin, karşılaması halinde lazımdır denilmiştir. Ni-sabı fazla olduğu
zaman ona kurban lazım gelir. Bu akar isterse vakıf olsun. Bir kimse
bayram günlerinde zencin
olarak nisaba ulaşsa, ona da kurban kesmek gereklidir. Dört elbisesi olan bir kimsenin bir
elbise-sinin fiyatı nisaba ulaşırsa
zengin sayılır kurban keser. Ama
dört de-ğil, Üç elbisesi olursa,
kesmesi vacib değildir. Zira elbisesinin birisi de-vamlı giymek için,
bir diğeri de iş içindir. Üçüncü
elbisesi ise bayram-larda,
toplantılarda veya ziyaretlerde
giyeceği elbisedir.
Kadın aldığı peşin mehirle, eğer kocası
zengin ise. zengindir, kurban kesmesi gereklidir.
Ama
vadeli mehirle zengin sayılmaz. Kadın kocası ile beraber oturduğu
ev kendi mülkü ise, zengindir.
Kurban kesmesi gereklidir.
Bir kimsenin ortağının veya mudârebede işletmecinin elinde çok
malı olsa, bununla birlikte yanında
kurban kesecek kadar altın veya gümüş-ten parası
olsa, veya fazla ev eşyası bulunsa
kurban
kesmesi gerekir. Bu furû meselelerinin
tamamı Bezzâziye ve diğer kitaplardadır.
«Sebebi ise vakittir ilh...»
Yani hükmün sebebi vakittir. Hükmün
üze-rine terettüb ettiği şey, aklın
onun tesirini idrak etmediği ve
bir de, mü-kellefin kendi eliyle
olmayan şeydir. Meselâ vaktin
namazın farz olu-şuna sebeb
olduğu gibi. Bu şekildeki sebeble illet ve şart arasındaki fark bizim
sarihin Menâr şerhi üzerindeki Nesamatü'l-Ezhâr haşiyemizde zik-redilmiştir.
Nihaye'de şu zikredilmiştir: «Kurbanın vacib olmasının sebebi,
kur-bandaki kudret vasfının
mümkün veya müyesser kudret
olması, ne usul, ne de füru kitaplarında zikredilmemistir. Sonra,
araştırılmıştır ki, sebeb ancak vakittir. Zira, sebeb ancak
hükmün ona nisbet edilmesi ve hük-mün
onunla bağlanması ile bilinir. Zira birşey! diğer birşeye izafe etmek için onun ona sebeb
olması
gerekir. Öyleyse bayram günü
kurbanın ke-silmesine sebeb olduğu için, kurban kesiminin vücub
sebebi de bayram günleridir. Bu vaktin tekrarlanması ite de kurbanın vücubu da tekrar eder.
İşte bu
izafe burada bulunmaktadır. Cuma
günü, bayram günü denildiği gibi kurban günü de denilmektedir.
Herne kadar asıl hükmün sebebi iza-fe edilmesi ise de. Öğle namazı gibi. Bazan bunun aksi de
olabilir. Cu-ma günü gibi. Vaktin
kurbanın vücubuna sebeb olması da
kurbanı vak-tinden önce
kesmenin mümteni olmasıdır. Yani
namaz nasıl vaktinden önce kılınmazsa,
kurban da vaktinden
önce kesilmez. Kurban ancak fa-kirin üzerine vacib değildir. Çünkü kurbanın vacib olmasının şartı
olan zenginlik yoktur. Herne kadar vücub sebebi olan vakit varsa da.»
İnâye ve Miraç adlı eserlerde de Nihâye'ye uyulmuştur.
«Başı ve ayağıdır denilmiştir ilh...» Bunda bir görüş vardır. Bu da ge-çen açıklamalardan
bilinmektedir. Zira geçmişte denildi ki, sebeb ancak hükmün ona
nisbet edilmesiyle anlaşılır.
Nitekim biz bunu Menâr haşi-yesinde sünnet bahsinden önce açıkladık.
«Rüknü ise kesmektir ilh...» Zira birşeyin rüknü, o şeyin
kendisiyle mevcut olduğudur. Kurban da
ancak kesim fiiliyle olur. O
zaman kesim kurbanın rüknüdür. Nihâye.
«Tavuk veya horuzu kurban olarak kesmek
mekruhtur ilh...» Yani tavuk veya horozu kurban
niyetiyle kesmek mekruhtur.
Bu kehâhet de ha-rama yakındır.
Nitekim illet de buna delâlet
etmektedir. T.
Tavuk veya horozu kurban niyetiyle kesen
kimse eğer üzerine kurban vacib olmayan birisi ise
tahrimen mekruhtur. Yoksa emir
daha açıktır.
«Allah'ın fazlı ile sevaba kavuşmaktır ilh...» Allah'ın
fazlı ile sevaba ulaşmak da hak
ehlinin
mezhebidir. Zira Allahu Teâlâ üzerine hiçbir şey vacib değildir.
«Niyetin sıhhati ile ilh...» Yani Allah'a yaklaşma
kasdının katkısız olmasıdır.
«Niyetsiz sevap olmaz ilh...» Zira amellerin
sevabı ancak niyete gö-redir. Veya niyetin geçerli olması
iledir. Zira eğer amellere riya karışırsa her ne kadar vâcib
düşse de o zaman sevab yoktur. Zira
sevap, kabul edilmenin fer'idir.
Fiil caiz olduktan sonra da tercih edilen görüşe göre fiilin kabulü
lazım gelmez. Nitekim Menâr Şerhi'nde de böyledir.
Velvaliciye'de şöyle denilmektedir: «Birisi abdest alarak öğle
namazı-nı kılsa, namazı caizdir.
Fakat
kabul edildiği bilinemez. Tercih edilen gö-rüş de ancak budur. Zira Allahu Teâlâ «Allah ancak
muttakilerin ame-lini kabul eder.» (Maide: 27) buyurmuştur.
Takvanın şartları büyüktür.»
Bu konunun tamamı Nesamâtü'l-Ezhâr'dadır.
«Kurban vacibtir ilh...» Burada
vücubu fiile isnad etmek, ayna isnad etmekten daha uygundur.
Kurbanın vacib olması da Ebû Hânife'nin,
Muhammed'in, Züfer'in, Hasan'ın ve Ebû
Yûsuf'tan
yapılan iki rivayetten
birisinin sözleridir.. Ebû Yûsuf'tan
kurbanın sünnet olduğu da rivayet
edil-miştir. Bu da Şafiî'nin
görüşüdür. İmamların delilleri uzun kitaplardadır.
«Yani kan akıtmak ilh...» Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Kurbanın kan akıtmak olduğunun delili
şudur: Eğer kurbanda keseceği hayvanın
aynısını sadaka olarak vermiş olsa, caiz değildir. Ama
kesimden sonra kurbanın etini tasadduk
etmek vacib değil, müstahabtır.»
«Itikaden değil, amelden
vacibtir ilh...» Bilinmelidir ki, kesin
delil ile sabit olan farzdır. İmam ve
diğer dört rükün gibi. Farzın
hükmü ise, ilim bakımından kesin ilmen delile sabit olması ve
kalb ile
tasdiktir. Yani hak olduğuna
inanmanın gerekli olması ve bedenen de yapılmasıdır. Hatta farzı
inkâr
eden dinden çıkar. Özürsüz terk eden ise
fâsık olur.
Vacib ise, şüpheli bir delille sabit
olandır. Fitre ve kurban gibi. Bu-nun lüzumu ise yakin üzerine
ilmen değil, farz gibi amel edilmesidir.
Çünkü onun delilinden şüphe vardır. Hatta onu inkâr eden dinden çıkmaz.
Tevilsiz olarak onu terk
eden ise dinden çıkar. Nitekim bu, usul kitaplarında açıklanmıştır..
Vacib, Kudurî'nin de dediği
gibi, birkaç derece üzerinedir. Vaciblerin bazısı
bâzılarından daha
tekidlidir. Meselâ tilâvet
secdesinin vacib oluşu fitrenin
vücubundan daha tekidlidir. Fitrenin
vücubu da kurbanın vücubundan daha tekidlidir.
Vaciblerin böyle farklı derecelerde bulunması, delillerinin kuvvetleri itibariyledir.
Telvîh'te şu zikredilmiştir ki:
«Farz kelimesini zannî delil ile
sabit olan hükümlerde vacibi de kesin
delil ile sabit olan hükümlerde kullanmak yaygın ve meşhurdur. Meselâ fakihler vitir namazı farzdır
der. Bunlara amelî farz denir. Yine fakihler zekât vacibtir vb. der. Öyleyse,
vacib kelimesi ilmen ve
amelen farz olanlara da denilir. Sabah namazı gibi. Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olanda da
kullanılır. Zannî delil ile sabit olan şey amel bakımından farz kuvvetindedir. Vitir namazı
gibi. Hatta
kılma-dığı bir vitir namazını hatırlamış
olsa, yatsı namazını
hatırlaması gibi, sabah namazının
sıhhatine engel olur.
«Vacib kelimesi zannî delil ile sabit olmakla birlikte
amelde farzdan aşağı, sünnetten yukarı olan
şey hakkında da kullanılır.
Namazda fati-hanın okunması gibi. Ki
bunun terki ile namaz fasit olmaz.
Sehvine secde gerekir.»
Bunların hepsinin araştırılmasının
tamamı hiçbir kitapta mevcut değildir. Vehhâb olan Allah'ın
yardımıyla bizim Menâr üzerindeki
haşiyemizde zikredilmiştir. Bunları
bildikten sonra sana farz ve
vacibin her iki-sinin de herne
kadar gereklilik dereceleri
farklı da olsa amel edilmesi
hususunda
müşterek oldukları açık olmaktadır. Nitekim vücubun dereceleri de birbirinden
farklıdır.
Farz ile vacib inanmanın gerekli
olup olmamasına göre birbirlerin-den ayrıdırlar. Bundan dolayı
vacibe yalnız amelden farz denilir. Buna göre, farz ile vacib birbirlerinin yerine
de kullanılabilir. O
zaman sarihin itikaden değil, amelen vacibtir sözü, kesin farzdan kaçınmak içindir. Bundan
dolayı
Minah'ta, «Vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.» denilmiştir. Minâh'ın
bu görüşü ifade ediyor ki,
buradaki vücubtan maksat, vitir ve benzeri gibi zanni vücuptur. Yoksa
amelden ve ilmen farz olan
kesin vücub değildir. Zira bunu
inkâr eden yukarıda da geçtiği gibi
dinden çıkar. Ama zannı vücubu
inkâr eden bunun aksine dinden çıkmaz.
Çün-kü onun sübutunda şüphe vardır. Ama
zannî vacibin
meşru oluşunun as-lını inkâr eden dinden çıkar.Zira ümmet bunun üzerinde icma
etmiştir. Musannif
da vitir ve nafileler konusunda açıklıkla şunu söylemektedir. Her kim ki sabah namazının sünnetini
inkâr ederse, onun küfründen
korkulur.
Sonra ben, Kınye'de ne ile kâfir
olunur babında; Halevanî'den şu-nun
nakledildiğini gördüm: «Eğer
vitir namazının ve kurbanın aslını in-kâr ederse, dinden çıkar.»
Sonra da yine Kınye'de Zendestî'den
şu nakledilmiştir: «Vitrin ve kurbanın farz olduğunu inkâr
etse, dinden çıkmaz.» Sonra da şöyle de-miştir: «İkisinin arasında zıtlık yoktur. Çünkü vitrin
ve
kurbanın asliyeti üzerine icma
edilmiştir. Farz veya vacib oluşları konusunda ise görüş ayrılığı
vardır.»
«Mümekkine bir kudretle. Mümekkine kudret de yalnız yapılması ile
vacib olan kudrettir ilh...» En
açığı, sarihin burada bu kudretle
vacib olan demesiydi. T.
Bunun açıklaması şöyledir: Kulun
üzerine edası gereken şeyin
eda-sında ona imkân veren kudret
iki türlüdür. Biri mutlak
kudrettir. Ki, ku-lun yapması gereken
şeyi en aşağı derecede yapabilme
kudretinin bu-lunmasıdır. Bu mutlak
kudret her emrolunan şeyin edasının
vücubunda şarttır. Bir de
tam kudret vardır. Bu da muktedir olduktan
sonra edaya kolaylık veren kudrettir.
Bunun devamı
kişiye güç gelen vacibin devamı için şarttır. Mesela çeşitli mali
yükümlülüklerde durum böyledir.
Hatta zekât, öşür, haraç, bunları
eda etmeye güç yettikten sonra malın helâkiyle bâtıl olurlar. Zira
kolaylaştırıcı kudret olan nema
vasfı, mal helak olmakla yok
olmaktadır. O zaman vacibin devamı da
yok olmaktadır. Zi-ra şartı ortadan kalkmaktadır.
Ama birinci kudret bunun aksinedir.
Onun bekası
vacibin bekası için şart
değildir. Hatta fitre ve hac insana
farz olduktan sonra malı helak olmuş
olsa, o hac insanın üzerinden düşmez.
Çünkü her ikisi de mümekkine kudret için
vacibtirler.
Bunlarda mümekkin kudret azığa
ve bineğe kudreti olması ve nisaba malik olmasıdır.
Bun-ların
ikisinde kolaylık ancak
hizmetçi, binekler ve yardımcılarla olur. İkincisinde ise, çok mala
mâlik
olmaktır. Bunun devamı da âlimlerin
icmal ile şart değildir.
«Yalnız yapılması ile temekün eden
ilh...» Yani, kudretin devamının şart
olmasından arınmış fiile
imkân vermekle vacib olur. T.
«Sırf şarttır ilh...» Yani, onda
illet anlamı yoktur. Şartın mutlaka var
olması, şart koşulanın
gerçekleşmesi yeterlidir. T.
«Çünkü bu illet anlamına olan
bir şarttır ilh...» Zira illet ancak
etkili olandır. Bu şart da, vacibin
kolaylık sıfatını değiştirmesiyle tesir etti, o zaman illet
anlamına gelmektedir, illet de o şeydir ki,
hükmün devamı onsuz mümkün değildir. Çünkü etkili kudret olmaksızın
kolay olmaz. An-cak
kolaylık sıfatıyla meşru kılınan vacib, etkili kudret olmadan devam etmez.
«Kurbanın mümekkine kudretle
vacib olmasına, günleri geçtiği tak-dirde onun aynının veya
kıymetinin sadaka edilmesinin
vacib olmasıdır ilh...» İnâye'de şöyle denilmektedir: «Kurban
mümekkine kudret ile vacibtir.
Buna da şu delâlet etmektedir ki, zengin bir kimse kurban
bayra-mının birinci günü kurbanlık bir koyun alsa, kesim günleri geçinceye ka-dar onu kesmese,
sonra da fakir düşse onun üzerine
vacib olan kurban-lık olarak aldığı koyunun aynını tasadduk
etmektir. Fakir olması ile on-dan kurban sakıt olmaz. Eğer kurban müyessire kudretle vacib olsa idi,
zekât, öşür, haraç gibi
müyessire kudretin devamı şort olurdu. Halbuki
mal helak olunca zekât,
öşür ve haraç da düşer.»
İnâye'nin sözlerine şöyle
itiraz edilmiştir: Kurban kesim günleri geç-tikten sonra fakir
olmuştur. O
zaman da müyessire kudret kurbanda
har sil olmuştur. Bundan dolayı da
henüz ondan kurbanın
vücubu düşme-miştir.
Yine, Sadiye'nin haşiyelerinde
de Hidâye'nin şu sözüyle İnâye'ye
iti-raz edilmiştir: «Vakit geçerse
kurban da düşer.» İşte
Hidâye'nin bu sözü delâlet ediyor ki, kurbanın vacib olması mümekkine
kudret ile değildir. Eğer mümekkine kudret ile olmuş olsaydı, üzerinden sakıt olmazdı. Onu kurban
etmek de üzerine vacib olurdu.
Herne kadar bayram günü koyun almasa da.
yine Sadiye'nin haşiyelerinde
sununla da itiraz edilmiştir: «Bayram
günleri geçmezden önce
insanın malları helak olsa, üzerinden kurbanın vücubu sakıt olur. Nisabın helaki ile zekât nasıl
düşerse. Ama fitre bu-nun aksinedir ki,
ramazan bayramı günü şafaktan sonra
malı helak ol-sa, fitre
ondan düşmez. İşte bu da açık bir delil gibidir ki, kurbanda mu-teber olan,
ancak müyessire
kudrettir.»
Ben derim ki: Bu itirazlara şöyle
cevap verilir; Namaz ve oruç gibi kurbanın
da mukadder bir vakti
vardır. İleride geleceği gibi
kurbanın vü-cubu için muteber olan da o
vaktin sonudur. O zaman
kurban kesim günlerinin en son
günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi gerekir.
Bayramın ilk günü zengin olduğu halde son günü fakir bir adam zengin olsa, onun kurban kesmesi
gerekir. Bayramın ilk günü zengin ol-duğu halde son günü fakir olan kimse
ise, ona kurban kesmek
gerekli-değildir. İsterse kesim yünlerinin evvelinde zengin olsun.
Zengin bir kim-se bir kurbanlık
alsa, kesim günleri geçtikten sonra fakir düşse, o kim-se
vaktin sonunda mümekkine kudret ile
değil. Eğer müyessire kudret ile
vacib olmuş olsaydı, o kudretin devamı şart olurdu, fakir olduğu
takdirde de kurban ondan düşerdi.
Halbuki vaki olan bunun aksinedir.
Hidâye'nin: «Vakit geçerse kurban da düşer,» sözü
de kurban değil, edası yok
olur anlamındadır.
Çünkü kurbanın günleri geçtikten
sonra kurban kesmekle yükümlü
olan kimse ya o kurbanın
aynını, yada kıy-metini tasadduk eder.
Kurban günleri geçmeden malın
helak olmasıyla kurbanın düşmesi de kudretin müyessire kudret
olduğunu ifade etmez. Çünkü burada
itibar vaktin sonunadır. Vaktin
sonunda ise, asla hiçbir kudret
mevcut değildir. Ama zekât ve
fitre bunun aksinedir. Bunların bir
vakti yoktur ki, o vak-tin
geçmesiyle bunların edası da yok olsun. Zira zekât her vakitte ze-kâttır. Fitre
de öyledir. Ama
kurban bunun aksinedir. Çünkü
kurbanın vaktinden sonra vaki olan kurban
kurbanın yerine geçen
halefidir. Zekât malın helâkiyle,
edasının vacib olduğu vakitte düşer. Ama fitre düşmez. İşte
buradan-anlaşıldığına göre
müyessire kudretle farzdır. İkincisi ise mümekkine
kudret ile vacibtir.
Kurbanda malın helak olmasını bunların ikisinden birisine yorumlamak ise mümkün
değildir. Ancak
edasının vücubundan sonra yorumlanır. Bu da kesim günlerinin son günüdür. Zira onun bildiği
gibi, belirlenmiş bir vakti
vardır. O zaman kurban bayramı geçtikten sonra mal helak olduğu
takdirde biz onun aynını veya kıyme-tini tasadduk etmesi gereklidir dedik. Biliyoruz ki, o da fitre
gibi malın helâkiyle, düşmez. Öyleyse kurbanın vacîb olması mümekkine kudret ile-dir. Ama eğer
mal bayram günleri geçmeden helak
olursa o zaman malın helak olması
edasının vücubundan
öncedir. O zaman, kurbanın
vücubunu bunlardan birisine hamletmek
mümkün değildir. Sen bu
tahkikatı düşün. Kabul etmek de
haktır. Başarı Allah'tandır.
Aynının ilh...»
Yani eğer kurban kesmeyi adar veya fakir olduğu halde
kurbanlık alır ve kurban
günlerinde kesmezse, onun aynını
sadaka olarak vermesi vacibtir. Eğer zengin
ise ve kurbanı
adamamış ise, o za-man kurbanın kıymetini bayram günleri geçtikten
sonra tasadduk etmesi
vacibtir. Nitekim bunun açıklaması
ileride gelecektir.
«Herne kadar haccetseler bile yine onların kurban kesmesi Gerekli-dir
ilh...» Bedâyî'de yalnız bu
ifade üzerinde durulmuştur.
Çünkü Mekke ehli hac yapsalar bile misafir değil, memleketlerinde
mukimdirler.
«İhramlı olan kimseye kurban
kesmek vacib değildir denilmiştir ilh...» Yani Mekke ehlinden de olsa,
ihramlı kimsenin kurban kesmesi gerekli
değildir, denilmiştir. Cevhere, Hacnedî'den.
Şurunbulâliye bu sözü misafire hamletmiştir.
Bunda da acık bir gö-rüş vardır.
«Çocuğuna kesmesi değil ilh...» Yani fitre verecek kadar zengin olan kimsenin kendi şahsı, için
kurban kesmesi gerekir. Ama
kendi malından çocuğuna kurban kesmesi
vacib değildir. T.
«Üstün olan görüşe göre ilh...»
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Zârirü'r-rivayette, kurban kesecek
kadar zengin olan kimsenin küçük ço-cuğuna kurban kesmesi
vacib değil, müstahabtır. Ama fitre
bunun aksi-nedir. Babanın çocuğu
yerine fitre vermesi vâcibtir.»
Hasan, Ebû Hanîfe'den kurban kesecek kadar
zengin olan kimsenin
çocuğunun ve babası ölen torununun yerine kurban kesmesinin vacib ol-duğunu rivayet
etmiştir.
Fetva zahirü'r-rivaye
üzerinedir. Yani vacib de-ğildir.
Kurban kesecek kadar zengin olan kimse âkil-bâliğ olan çocukları-nın
ve zevcesinin yine kurban
keserse caiz değildir. Ancak
onların iz-niyle caizdir. Ebû
Yûsuf'tan adamın âkil-bâliğ çocuklarının
ve karısının yerine kurban kesmesinin
izinsiz olarak da caiz olduğu rivayet edilmiş-tir. Bezzâziye.
Zahîre adlı eserde şöyle
denilmektedir: «Umulur ki, Ebû Yûsuf,
eğer o yerde bunların yerine kurban
kesme âdeten câri ise, bu âdetin izin anlamına geleceğini kabul
etmiştir. Eğer mesele bu
şekil
üzerine ise, Ebû Yûsuf'un
istihsan yaptığı meselenin hükmü müstahsendir.»
«Bir koyun ilh...» Yani koyunu
kesmek vâcibtir. Zira yukarıda geç-tiği üzere, vacib olan ancak
kan
akıtmaktır.
«Yedi kişiden birisinin ilh...» Zira bir bedene Allah'a yaklaşmak
ni-yetiyle yedi kişinin yerine geçer.
Bu yedi kişinin kurbet cihetleri muhte-lif olsa bile, yine yeterlidir. Nitekim
ileride gelecektir.
«Yedide birden daha az olursa,
hiçbirisinin kurbanı caiz olmaz ilh...»
Buradaki caiz kelimesi ya
cevaz'dan caiz olmadığı veya icaz'dan kâfi gelmediği
anlamındadır. Ama
ikincisi yani yeterli olmaması kendinden sonrasına daha uygundur.
«Ortaklar yedi kişiden aşağı
olursa, öncelikle yeterli
olur ilh...» Mu-sannif burada bunu
mutlak
zikretmiştir. O zaman, kesilen bedendeki his-seleri ister eşit
olsun, ister olmasın, yine
yeterli olur.
Şu kadarı var ki hisselerin
yedide birden az olmaması gerekir.
Yedi kişi beş veya daha fazla sığıra ortak olarak
kurban kesseler, bu ortaklıkları geçerli
olur. Çünkü
ortaklardan her birisi, bir sığırın ye-dide birine sahiptir. Ama sekiz
kişi yedi veya daha fazla sığıra
ortak ol-salar, geçerli değildir. Çünkü her sığır sekiz pay üzerine taksim edilir. Her
birisinin payı da
yedide birden az olmuş olur. Bu fasıllarda imamlar-dan hiçbir rivayet yoktur.
Yedi kişi yedi koyuna ortak
olsalar, kıyasen yedi koyun onlara ye-terli olmaz. Zira her
koyun onlar
arasında yedi pay üzerinedir. İstihsanda ise, yeterlidir. İki kişinin iki koyuna ortak olmalarının
hükmü de yine böyledir.
Bunun üzerine birincisinde uygun olan, hem kıyasın, hem de istihsanın olmasıdır. Zikredilen de
kıyasın cevabıdır. Bedâyî.
«Son günün sonuna kadar ilh...»
Yani herne kadar gece kesmek
mekruh ise de gece de buna
dahildir. Bu ifade ediyor ki vücub vakti geniştir.
Bunda asıl kaide şudur: Böyle
geniş vakitte vacib olan birşey o geniş vaktin hangi parçasında da
eda edilirse, onun vakti odur.
Veya namazda olduğu gibi vaktin sonudur. Sahih olan da ancak
budur.
Bu asıl kaideden şu çıkarılır: Bir kimse kurban kesim
vaktinin so-nunda vücuba ehil olursa,
şöyle
ki. ya müslüman olsa. ya zengin bir köle olduğu halde azad edilse,
veya fakirken zengin olsa, veya
misafirken mukim olsa, kurban, kesmesi
gerekir. Ama vaktin sonunda mürted olsa, veya fakir olsa
veya sefere gitmiş olsa. vecibe ehil olmaz. Eğer vakit çıktıktan sonra fakir
olsa, kurbana elverişli bir
koyunun kıymeti onun zimmetinde borç olur.
Zengin bir kimse kurban kesim günlerinde kurban kesmeden ölse, kurban
ondan düşer. Çünkü
gerçekte kurban henüz vacib
değildir.
Fakir bir kimse kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, sağ-lam görüşe göre, o
kimsenin
kurbanını iade etmesi gerekir. Çünkü onun birinci kurbanının nafile olması açığa
çıkmaktadır.
Bedâyî.
Özetle.
Şu kadar var ki, Bezzâziye ve diğer muteber kitaplarda şöyle denilmektedir: «Müteahhirûn fakihler
demişlerdir ki, fakir olduğu halde
kurban kesse, vaktin sonunda da zengin olsa, kurbanı iade
etmesi gereklî değildir.»
Biz de müteahhirun fakihlerinin
sözlerini tutarız.
«Kurban günleri üçtür ilh...»
Teşrik günleri de üçtür. Öyleyse, her ikisi de dörtle biter.
Birincisi
nahırdır, başkası değildir. Sonu da teşriktir. Başka bir şey
değildir. Orta da kalan iki gün ise hem
nahır hem teşriktir. Hidâye.
Hidâye'nin bu sözleri ifade ediyor ki, birinci gecede değil, son iki gecede kurban kesmek caizdir.
Zira gece bütün vakitlerde gelecek
gündüze tâbidir. Ancak kurban kesim günleri değil. Zira
gece,
kurban günlerinden gecen güne
tabidir. Muzmarat ve diğer eserlerde böyledir.
Muzmarat ve diğer eserlerde
olanda karışıklık vardır. Zira, dördüncü günün gecesi ihtilafsız olarak
kurban kesim vakti değildir. Ancak şöyle denilebilir : Kurban günleri arasındaki geceler, bir önceki
geçmiş güne tabidir. Kuhistanî.
«En faziletli olanı birinci
günüdür ilh...» Sonra ikinci. sonra da üçüncü günüdür. Sirâciye'den
naklen Kuhistanî'de de olduğu
gibi.
METİN
Babası, küçük çocuğunun malından
onun yerine kurban keser. Bu görüşü
Hidâye de doğrulamıştır.
Bazı âlimler tarafından da, baba oğlunun
yerine onun malından kurban kesemez, denilmiştir. Bu
görüş de Kâfi adlı eserde
doğrulanmıştır.
Kâfi'de devamla şöyle denilmiştir: «Baba
küçük çocuğunun malında hiçbir tasarrufta bulunamaz.»
Kâfi'deki bu tesbiti İbni Şıhne
de tercih etmiştir.
Ben derim ki: İtimad edilen de bu görüştür. Zira Mevâhibü'r-Rahmân'ın
metinde bu görüş için,
«Fetvâ verilecek en sağlam
görüş budur» denilmiştir.
Burhân adlı eser de bunu açıklayarak
şöyle demiştir: «Zira eğer bu kurbandan maksat, malını telef
etmek ise, babanın çocuğunun malını azad gibi, etiyle sadaka vermek gibi tasarruf hakkı yoktur.
Eğer sadaka ise, çocuğun malının nafile sadakaya da ihtimali yoktur.» Burhân bu
açıklamasını
Mebsut'a isnad etmiştir.
Sonra musannıf birinci görüş
üzerine ayrıntı yaparak şöyle
demiştir: Çocuğunun malından kurban
kesen kimse onun etinden cocuğa yedirir,
onun ihtiyacı kadar da onun için
saklayabilir. Geri kalan
kısmı da çocuğun aynıyla
yararlanacağı ayakkabı ve elbise gibi şeylerle değişir. Ama ekmek ve
benzeri gibi istihlâk edilecek şeylerle değişmez. İbni Kemâl. Dede ve vasi de baba gibidir.
Kurban için alınan bir bedeneye
altı kişinin ortak olmaları geçerlidir. Eğer satın alma vaktinde
ortaklığa niyet ederse istihsanen
sahihtir. Eğer niyet etmezse, sahih değildir. Bu ortaklık
alınmazdan önce daha güzeldir. Et de parça parça tahmin ile değil,
tartı ile taksim edilir. Ancak
ayaklarından veya derisinden
bazı şeyleri ete eklerlerse, o zaman cin-sinin aksine olduğundan.
tahrimen taksim etmeleri caiz olur.
Eğer kurban şehirde kesiliyorsa,
onun vaktinin başlangıcı (evveli) namazdan sonradır. Yanî bayram
namazı kılındıktan sonra. Velev ki, hutbeden önce olsun. Şu kadar var ki, hutbeden sonra kesilmesi
daha güzeldir.
Herhangi bir özürden dolayı bayram
namazını kılmazlarsa, onlar için kesim vakti namaz vakti
geçtikten sonra başlar. İkinci günü veya ondan sonraki günler
bayram namazı kılınmazdan önce de
kesilmesi caizdir. Çünkü ikinci günde kılınan bayram namazı edâ değil kazadır.
Zeylâi ve diğerleri.
Kurban şehir dışında
kesiliyorsa, o zaman kesimin vakti,
birinci gün şafağın doğumundan
sonradır.
Sonu da üçüncü günün güneşin batımından
hemen öncesidir. İmam Şâfiî dördüncü gün kurban
kesmeyi de caiz görmüştür.
Burada muteber olan kurbanı kesecek kimsenin
yeri değil, kurban edilecek hayvanın bulunduğu
yerdir. Öyleyse, şehirli
bir kimse acele kurban kesmek isterse onun hilesi şudur: Kurbanı şehir
dışına çıkarır ve şafak attığı zaman
onu orada keser. Müctebâ.
Fakir ve zengin için, doğum ve ölüm olayları için muteber olan vakit ise, vaktin sonudur. Öyleyse
adam kesimin ilk günlerinde zengin olduğu halde vaktin sonunda fakir düşse, kurban onun üzerine
vacib değildir. Kurban kesim
günlerinden son gün bir çocuk doğmuş
olsa, onun üzerine kurban
kesmek vacibtir. Eğer kurbanın
son gününde, kurban kesmeden ölürse, onun üzerine kurban vacib
değildir.
Bayram namazını kıldıran imamın namazı abdestsiz
kıldırdığı anlaşılsa, fasit namazdan sonra
kesilen kurbanlar iade olunmaz, yalnız namaz iade olunur. Zira âlimlerden bazıları, bayram namazı
fesada giderse onu yalnız imam iade eder demişlerdir. O zaman,
bu iade de ictihada mahal vardır.
Zeylaî.
Mücteba adlı eserde şöyle
denilmektedir: «Bayram namazı da ancak
cemaat dağılmadan iâde edilir.
Dağıldıktan sonra değil. »
Bezzâziye'de de şöyle denilir: «Bir şehirde olan fitneden dolayı bayram
namazı kılınmasa, şafağın
doğumundan sonra da kurban kesseler, tercih edilen görüşe göre caizdir.»
Şu kadar var ki Yenabî'de şöyle
denilmiştir: «İmam kasten bayram
namazını terkederse, güneş
zeval yerini geçinceye
kadar kurban kesmek caiz değildir»
Bazı âlimler tarafından da
bayram namazı kasten terkedilirse, birinci gün, zevalden önce kurban
kesmek caiz değildir, denilmiştir. Ama diğer günlerde zevalden
önce kesmek caizdir.
Ben derim ki: Yukarıda
zikrettiğimiz gibi, bu görüş Zeylaî ve
diğer kitapların tercih ettikleri
görüştür.
Mevâhib'de de bu teyit
edilmiştir. Meselâ, imamın yanında:
«bugün bayram günüdür» diye şehâdet
edilse, onlar da bayram namazını
kılıp kurbanlarını kesseler,
sonra da o günün arefe olduğu
ortaya
çıksa, o namazları da, kurbanları da yeterli olur. Zira bu gibi hatalardan korunmak güctür. O zaman
müslümanların ibadetlerinin
korunması için cevazına hükmedilir. Zeylaî.
Gece kurban kesmek tenzihen mekruhtur. Çünkü yanılma ihtimali
vardır.
Kurban kesmesi farz olan bir kimse, kurban kesmez, günleri de
geçerse, eğer muayyen bir hayvanı
adamışsa, onu canlı olarak sadaka
verir. İsterse fakir olsun. Eğer keserse,
onun etini tasadduk
eder. Eğer noksan olursa, onun noksanlığının kıymeti kadar, sadaka verir. Adayan kimse, adadığı
kurbanın etinden yiyemez. Eğer ondan yerse,
yediği kadarın kıymetini tasadduk eder.
Bir fakir kurban için aldığı hayvanı
günleri geçtiği halde kesmezse onu canlı olarak tasadduk
eder.
Çünkü atışı ile o kurban ona
vacib olmaktadır. Aldığı hayvanı
satması da câiz değildir.
Aldığı hayvanı kurban günlerinde kesmeyen zengin ise, onun kıymetini tasadduk eder. İsterse o
hayvanı kurban için alsın, ister kurban için almasın. Çünkü
kurbanın kendisi zenginin zimmetine
taalluk eder Burada kıymetten
murad da kurbana kâfi gelecek bir koyunun kıymetidir.
METİN
«Babası, küçük çocuğunun malından onun
yerine kurban keser ilh..» Akıl
hostası da çocuk gibidir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Akıl
ile büluğ İmameynin görüşüne göre
kurbanın vacib
olma şartlarından değillerdir. İmam Muhammed'e göre ise, büluğ ile akıl
kurbanın vücub
şartlarındandır. Akıl hastası ile çocuk zengin dahi
olsalar, babalarının onlar için kurban
kesmesi
vacib değildir. Baba ile vasi
İmameyne göre akıl hastasının veya çocuğun malından kurban
kesseler, kestikleri kurbana zamin değildirler. İmam
Muhammed'e göre Ise, baba veya
vasi akıl
hastası veya ço-cuk için onlann malından kurban keserse,
ona zamin olur. Bazen akıl hastası,
bazen akıllı olana gelince, onun haline itibar edilir. Eğer
kesim günlerinde akıl hastası ise, geçen
ihtilaf üzerinedir. Eğer akıllı ise, imamlar
arasında ihtilafsız olarak ona kurban vacibtir.»
Ben derim ki: Şu muhakkak ki, Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Bazan akıl hastası, bazen akıllı olan
kimse sağlam kimse gibidir.»
Ancak şu kadar var ki, o delilik
veya akıllılık kurban kesimlerindeki delilik
veya akıllılığa hamledilir.
«Hidâye'de doğrulamıştır ilh...» Zira
Hidâye sahibi şöyle demiştir: «En sağlamı,
babanın çocuğun
malından çocuğa kurban kesmesidir.» O zaman İbni Şıhne'nin
«Hidâye'de hiçbir şey tesbih
edilmemiştir.» sözünde bir görüş
vardır. Belki Hidâye sahibinin ifadesinin tarzı kurbanın
çocuk
üzerine vacib olmamasının
tercihidir. Umulur ki, İbni Şıhne'nin
nüshasında «en sağlam» görüş
düşmüştür.
«İtimad edilen de bu görüştür
ilh...» Mülteka'da da görüş tercih edilmiştir. Zira Mülteka sahibi
bu
görüşü zikretmiş, Hidâye'nin tashih ettiği görüşü de «kıyle» ile ifade etmiştir. Tarsusî de
Mülteka'nın tercihini şununla
tercih etmiştir: «Fıkıh kaideleri
Mülteka'nın tercihine şehâdet eder.
Zira kurban ibâdettir. Hem de
kurbanın çocuğa vacib olma hükmü
çocuğun malından zekât
vermenin vacib olduğuna hükmedilmesinden daha uygundur.»
«Aynıyla yaralanacağı
ilh...» Bu ifadenin açık anlamı çocuğa kesilen kurbanın
satılarak onun parası
ile ayakkabı ve elbise gibi şeyler almanın caiz olmadığını ifade
etmektedir. T.
Bizim Bedâyî adlı eserden naklen
zikredeceğimizi de ifade etmektedir.
«Kurban için alınan bir bedeneye
ilh...» Yani kendi nefsine kurban
etmek üzere aldığı bir bedeneye
başka altı kişiyi ortak etmesi
geçerlidir. Hidâye ve diğer kitaplar. Hidâye'nin bu görüşü zengine
yorumlanır. Çünkü zenginin almış olduğu bedene, kesim için muayyen değildir. Bununla birlikte
yine başkalarını ona ortak
etmesinde kerahet vardır. Zira aldıktan sonra başkalarını ortak
etmesinde vaadine muhalefet
vardır. Hem de fakihler, eğer zengin
bir kimse bir bedeneyi
kurban
için alır sonra da başkalarını ortak ederse bunun İmam
Muhammed zikretmemişse de uygun
olan
hisselerin fiyatlarını tasadduk etmesidir, demişlerdir.
Fakire gelince, fakir bir kimse kurban
için bir bedene alsa, başkasını
ona ortak etmesi caiz değildir.
Zira fakir onu kurban için almakla onu kendisine gerekli kılmıştır. Öyleyse,
fakirin kurban için almış
olduğu bedene kurban için taayyün etmiştir, başkasını ortak edemez.
Bedâyî ve Gâyetü'l-Beyân.
Şu kadar var ki, Hâniye'de bu konuda zengin ile fakir eşit
sayılmış, sonra da bazı âlimlerden ayrıntı
nakledilmiştir. Düşünülsün.
«Eğer satın alma vaktinde
ortaklığa niyet ederse istihsânen
sahihtir. Eğer niyet etmezse sahih
değildir ilh...» Bazı nüshalarda ifade böyledir. Ama vacib olan burada istihsan
kelimesinin
düşürülmesidir. Nitekim kitabın
bazı nüshalarında da böyledir.
Zira istihsanî meselenin konusu
şudur ki, adam bedeneyi kendisi
için kurban kesmek üzere satın alır, sonra altı kişiyi
ortak ederse,
istihsanen sahihtir. Nitekim
Hidâye, Hâniye ve diğer kitaplarda da böyledir.
İşte bundan ötürü
musannıf «istihsânen» sözünden
sonra bu ortaklık alıştan önce olursa daha güzel olur demiştir.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «En güzeli, almadan önce ortak
olmalarıdır ki, ihtilâftan daha uzak
ve şekil bakımından da olsa kurbetten dönmekten daha uzak olur.»
Hâniye'de de; «Aldığı
zaman ortaklığa niyet etmese, sonra başkasını
ortak etse, Ebû Hânife bunu
mekruh görmüştür.» denilmiştir.
Ben derim ki: Hac bahsinin hedy
babında Fethü'l-Kadir'den naklen ki Fethü'l-Kadir de bunları Asl ve
Mebsut'a isnad etmiştir, şu
ifadeyi zikretmiştik: «Bir kimse temettu haccının kurbanı için bir bedene
alsa onu kendi nefsi için kesmeyi gerekli kıldıktan sonra altı kişiyi ortak etse, bunu yapamaz.
Çünkü o adam onu alışıyla kendi nefsine gerekli kıldığı için o bedenin onun tarafından bütün olarak
kesilmesi vacib olmuştur. Bazısı
şer'in icabı ile, bazı da kendi
nefsinin icabıyla üzerine vacib
olmuçtur. Eğer bunu yaparsa, onun almış olduğu semeni tasadduk
etmesi gerekir. Ama eğer
alışında başka altı kişiyi ortak etmeyi niyet edeyse, o
bedene hepsine yeterli olur. Çünkü alışla
o
kimse bedenenin hepsini kendisine gerekli kılmamıştır. Eğer alış sırasında
başkalarını ortak niyeti
yoksa, fakat kendi nefsine de gerek kılmamışsa, o zaman caizdir.»
Efdal olan, ortaklığın başlangıçta sabit olması için ya birlikte olmaları
veya diğerlerinin emri ile
birisinin almasıdır.
Umulur ki, bu nakil fakirin
üzerine veya adak yapana hamledilir.
Veya temettu için kesilen kurbanla,
kurban bayramında kesilen kurban
birbirinden ayrılmalıdır.
«Et de taksim edilir ilh...» Bu taksimin gerekli olup olmadığı
belli değildir. Hatta bir kimse
kendisine, karısına ve baliğ olan
çocuklarına bir bedene alarak kesse, taksim de etmese, onların
hepsine yeterli olur mu olmaz mı? Açık olan odur ki, bu taksim şart değildir. Çünkü kurbandan
maksat kan akıtmaktır. Burada da kan akmıştır.
Fetâvâ-yı Hülâsa ve Feyz'de şöyte denilmektedir: «Taksim ortakların iradesine bağlıdır. Bu da
geçeni teyid etmektedir. Ancak
şu kadar var ki, onlardan birisi fakir, diğeri zengin ise,
fakirin
hissesini alıp tasadduk etmesi için
muayyendir.» T.
Bunun özeti şudur: Burada maksat,
kesim yapılırsa, taksimin şartını beyan etmektir. Yoksa
taksimin şart olması değil. Şu kadar var ki yukarıdaki meselede fakiri
istisna etmesinde bir görüş
vardır. Zira fakirin hissesini
tasadduk etmesi gerekli değildir. Nitekim ileride gelecektir. Ama
adayan kimsenin hissesini
tasadduk etmesi kesindir. Anla.
«Tahmin ile değil ilh...» Zira taksimde mübâdele anlamı vardır.
Her ne kadar birbirlerine helâl bile
etmiş olsalar, yine caiz
değildir.
Bedâyî adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kurban etinin tahminen kesim edilmesinin caiz
olmamasına gelince, zira onda temlik anlamı vardır. Et de riba cereyan
eden mallardandır. O zaman
onu tahminen, temlik etmek caiz değildir. Ama etin taksiminden
sonra birbirlerine helâl etseler bile
yine caiz olmamasına gelince,
zira riba helâl etmekle de helâl olmaz. Hem de etin
taksiminde hibe
anlamı vardır. Kısmeti kabul
eden birşeyin bir kısmını müşaen
hibe etmek de geçerli değildir. »
Bununla açığa çıkmaktadır ki burada caiz olmamanın anlamı doğru
değildir ve helâl değildir. Çünkü
burada mübadele fasittir. Ancak burada Şurunbulâliye'nin sözünü ettiğine hilâf vardır.
Şurunbulâliye'nin sözünü ettiği şudur. «Buradaki câiz olmamaktan maksat,
tahminen taksim etmek
geçerli değildir, ama taksim edilirse,
bu haram da değildir.»
«Ancak ayaklarından veya derisinden bazı şeyleri ete eklerlerse
caiz olur ilh...» Yani birisine etten
bir bölümü ile ayakları düşse,
diğerine de etten bir bölümü ile derisi düşmüş olsa, bu şekilde
tahminen taksim etmek caizdir. İnâye.
«Vaktinin başlangıcı namazdan sonradır ilh...» Musannıfın bu ifadesinde
müsamaha vardır. Zira
kesimin vakti şehir ile gayrı
arasında değişmez. Belki, onun şartında değişiklik vardır. şehirli ve
köylü için kurban kesim vaktinin başlangıcı bayramın birinci günü şafağın doğumudur.
Ancak
şehirliye kurbandan önce namazı
kılması şart kılınmıştır. O zaman burada şehirlinin namazdan
önce kesmesinin caiz olmaması vaktin olmamasından değil, şartın
olmamasındandır. Nitekim
Mebsût adlı eserde de böyledir.
Buna Hidâye ve diğer kitaplarda da işâret edilmiştir. Kuhistanî.
İbni Kemâl de şerhinin «minhu»larında şöyle demiştir: «Bu Tacü'ş-Şeria'nın yanıldığı yerlerden
biridir ki bu konuda Sadrı Şeria uyanmamıştır.»
«Bayram namazı kılındıktan sonra
ilh...» Cami ehli namaz kıldıktan sonra henüz meydanda
toplananlar namaz kılmazdan önce kurbanını kesmiş olsa istihsanen
kurban yeterlidir. Zira
camide
kılınan namaz geçerli bir namazdır. Hatta kurban kesenler o namazla
iktifa etseler, hepsine yeterli
olur. Bunun aksi de geçerlidir. Hidâye.
İmam tahiyatta oturduktan sonra kurbanını kesmiş olsa zaruri rivayette onun kurbanı caiz değildir.
Bazı alimler de kestiğinin caiz ama
günahkâr olduğunu söylemişlerdir. Bu da Ebû Yûsuf'tan rivayet
edilmiştir. Hâniye.
«Velev ki, hutbeden önce olsun
ilh...» Minah'ta Hasan'dan şöyle
rivâyet edilmiştir: «İmam hutbeyi
bitirmeden kurbanını keserse isabetsizlik etmiş olur.»
«Namaz vakti geçtikten sonra
ilh...» Yani şehirler için kurban kesim vakti, bir özürden dolayı namaz
kılmamışlarsa, bayram namazının
vakti geçtikten sonradır. Bayram
namazının vakti ise, güneşin
mızrak boyu yükselmesinden zevale kadardır.
«Bir özürden dolayı bayram
namazını kılmazlarsa ilh...» Yani bundan sonra zikredilecek fitnenin
dışındaki bir özürden dolayı namazı kılmazlarsa. T.
Ben derim ki: Zeylaî, özür
kelimesini zikretmemiştir. Halbuki o, şârihin Yenabî'den naklen
zikredeceğine de aykırıdır.
Bedâyî'de şöyle denilmiştir : «İmam bayram namazını tehir etse, gün yarı
oluncaya kadar kurban
kesilmez. Eğer imam meşgul olsa, namaz kılmasa veya bayram namazını kasten terkederek zeval
vaktine kadar kılmasa, namaz kılmadan da kurban kesmek bütün
günlerde helâldir. Çünkü zevalle
bayram namazının vakti yok
olmuştur. İmam da ancak ikinci veya
üçüncü günü bayram namazını
kıldırırsa, kazaen kıldırmış olur. Kurbanın namazdan sonra olması da ancak namaz edâen kılınırsa
şarttır. Kudurî de bu şekilde
zikretmiştir.»
Bunun benzerini Zeylaî de Muhit'ten naklen zikretmiştir.
Yine Bedâyî bundan önce Muhît adlı eserden şunu zikretmiştir: «Bayramın ikinci günü zevalden
önce kesmeleri yeterli değildir.
Ancak imamın namaz kıldıracağını
ummazlarsa o zaman
kesebilirler.»
BİR UYARI ; Serahsî'nin Mebsût'unda şöyle denılmiştir: «Nahır günü Mina halkına bayram namazı
kılmak vacib değildir. Çünkü
onlar namaz vaktinde menasiki edâ etmekle meşguldürler. O zaman
Mina halkı için şafak tattıktan
sonra köy halkına caiz olduğu gibi kurban
kesmek caizdir.»
Açık olan odur ki Mina ehli hacılar ve Mekke ehildir.
Şurunbulâliye. Yani Mekke'nin ihrama
giren
halkı.
Bu, Birî'nin zikrettiğinin açık
olarak zıddıdır. Zira Birî şöyle demistir: «Mina'da kurbanın ancak
zevalden sonra kesilmesi caizdir. Zira Mina öyle bir yerdir ki, onda bayram namazı kılmak caizdir.
Ancak şu kadar varki bayram namazı hacılardan düşmüştür. Çok araştırmamıza
rağmen bu konuda
bir metin görmedik. Bayram günü Mekke'de de bayram namazı yoktur. Zira biz ve bizim eriştiğimiz
fıkıh bilginleri Mekke'de bayram
namazı kılmamışlardır. Sebebin ne olduğunu en iyi Allah bilir.»
«Şehir dışında kesiliyorsa
ilh...» Bu söz çölde yaşayanları da kapsamına alır.
Kadıhân da şöyle demiştir: «Mezrada
köylerde ve sınır boylarında yaşayan halk bize göre şafak
attıktan sonra kurbanlarını kesebilirler. Çölde yaşayanlara gelince,
onlar ancak, kendilerine en
yakın olan imamın namaz kıldırmasından sonra
kesebilirler.» Bunu Kuhistanî Nazm'a ve diğerlerine
isnad etmiştir.
Şurunbulâliye'de şöyle
denilmiştir: «Kadıhân'da zikredilen Tebyîn'de olanla Şeyhülislâm'ın
mutlak
ifadesine aykırıdır.»
«Geçerli olan, kurban kesilecek
hayvanın bulunduğu yerdir ilh...» Kurbanlık mezrada, kesen
de
şehirde olursa, namazdan önce kesmesi
caizdir. Bunun aksi ise caiz değildir. Kuhistanî.
«Kurbanını çıkarır ilh...» Yani çıkarılmasını
emreder.
«Şehir dışında ilh...» Burada şehir dışından maksat, namazın
seferi olarak kılınacağı yerdir.
Kuhistanî ve Zeylâî.
«Mücteba îlh...» Mesela Hidâye
Tebyîn ve diğer muteber kitaplarda bulunduktan sonra Mücteba'ya
isnad edilmesine ihtiyaç yoktur.
«Doğum ilh...» Bu, küçük çocuğun
veya babasının malından kurbanı kesmenin vacib olduğu
görüşü üzeredir. Bu da mutemed
görüşün aksidir. Nitekim yukarıda
geçti.
«Kurbanlar iâde olunmaz, yalnız
namaz iâde olunur ilh...» Bedâyî'de şöyle
denilmektedir: «Eğer
halk dağılmadan önce imamın abdestsiz namaz kıldığını bilinirse,
rivayetlerin ittifakı ile imam
namazı cemaatle birlikte iade eder. Ama iade etmezden önce kesilen kurban caiz midir?
Bazı
rivayetlerde kesin kurban caizdir denilmiştir. Çünkü
o kurban fakihlerden bazısının caiz kabul ettiği
namazdan sonra kesilmiştir. Bu fakih de İmam Şâfiî'dir. Çünkü Şâfiî'ye göre İmamın namazının fasit
olması ona uyan kimselerin
namazının fasit olmasını gerektimıez. O zaman bu namaz İmam Şâfiî'ye
göre muteber bir namazdır.
Şâfiî'nin görüşü üzerine imam yalnız
başına namazı iade eder. Halk
namazı iade etmez. Bu da istihsandır.» Bunun benzeri Bezzâziye'de de mevcuttur.
«Müctebâ'da ilh...» Şarihin
Müctebâ adlı eserden nakli, metnin
mutIak ifadesini kayıtlamaktadır.
Yani, namaz cemaat dağılmadan iade edilir, sonra değil. Bu metnin mutlak
ifadesini sınırlamak da
güzel birşeydir. Çünkü cemaat dağıldıktan
sonra namazı iade etmek zordur. H.
«Dağıldıktan sonra değil ilh...» Ben diyorum
ki, Bezzâziye'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer cemaat
namazları iade etmek için çağrılsa, o çağrıyı bilmeden kurbanını kesse, kestiği caizdir. Ama
bu
çağrıyı bilenler zevalden önce kurban kesmişlerse, kestikleri
caiz değildir. Ama zevalden sonra
kesmişse, kestiği kurban caizdir.»
Şu kadar var ki, bizim
Bedâyî'den nâklettiğimiz ifade, mutlaka
kesen kimsenin kurbanını iade
etmemesini gerekli kılar. Bedâyî'de Bezzâziye'de zikredilenle
birlikte diğer bir rivayet de
zikredilmiştir. Düşünülsün.
«Bayram namazı kılınması ilh...»
Çünkü onlara namaz kıldıracak bir
vali yoktur. İtkânî ve Zeylaî.
«Tercih edilen görüşe göre caizdir îlh...» Çünkü şehir o zaman bu
hükümle köy gibidir. İtkanî.
Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Fetvâ da bu görüş üzerinedir.» Bu meseleyi yine Zeylaî de
zikretmiştir. O zaman Zeylaî'den
naklen geçen hükme H.nin zannettiği
gibi muâriz olmaz. Zira
Zeylâî'den nakledilen ifadedeki meselede imam
mevcuttur. O zaman o şehir köy hükmünde
değildir. Sen anla.
«Şu kadar var ki Yenabî'de
ilh...» Bu ifade bazı nüshalardan düşmüştür. Uygun olan da düşmesidir.
Çünkü bu makablindeki konuya aykırı değildir. Çünkü makablindeki meselede namaz bir özürden
dolayı terkedilmiştir. Burada ise özürden dolayı değil, kasten terkedilmiştir.
«Birinci gün zevalden önce kurban
kesmek caiz değildir ilh...» Açık o!an odur ki, bu kimse
Bezzâziye'den nakledilene muarız
olduğunu sanmıştır. Nitekim haşiyeyi yapan
da öyle anlamıştır.
Halbuki bu çelişki bizim zikrettiğimizde bertaraf edilmektedir.
«Ben derim ki ilh...» Zeylaî'nin
ifadesinde şarihin naklettiğini ifade eden birşey yoktur.
Çünkü o her
iki görüşü de bizim
zikrettiğimiz gibi Muhit'ten hikâye etmiş, görüşün birisini, diğerine tercih
etmemiştir.
«O namazları da, kurbanları da yeterlidir ilh...» Hüküm Bedâyî'de
de böyledir. Bedâyî'de şöyle
denilmektedir: «Eğer günün
yarısından sonra o günün Zilhicce'nin
onuncu günü olduğuna şehâdet
etseler, onlar için kurban kesmek caizdir.
İmam da ikinci günü onlara bayram namazını kıldırır.
Eğer günün evvelinde o günün
bayram günü olduğu bilinse, imam da
meşgul olsa veya gafil olsa
ve bayram namazına gitmese, kimseye de bayram namazını
kıldırmasını emretmese, güneş zevale
erinceye kadar hiç kimsenin
kurban kesmesi uygun değildir. İmam
namaza gitmeden ön-ce gün
zevci vaktine erse, halk kurbanını
keser. Zeval vaktinden önce birisi
kurbanını kesse, caiz değildir.
Birisi arefe günü zevalden sonra
kurbanını kesse, sonra o günün kurban günü olduğunu anlaşılsa,
biz Hanefîlere göre onun kurbanı
caizdir. Çünkü o kurban vaktidir.»
«Tenzihen ilh...» Bu konu
musannifindir. Zira musannif demiştir
ki: Ben diyorum ki. açık olan şudur
ki, bu kerahet tenzihidir.
Tenzihen mek-ruhun mercii de öncelikle oluşan aksidir. Zira yanlış
yapma
ihtimali ke-rahetin tahrimî
olmasına delil olmaya uygun değildir.
Ben derim ki: Kerahetin tenzihi
olması konusu Bedâyî'nin zebâih
bahsinde açık olarak zikredilmiştir.
«Gece ilh...» Yani ortadaki iki gece.
Yani birinci gece ile dördüncü gece değil. Çünkü birinci ile
dördüncü gecede kurban kesmek asla ge-çerli
değildir. Nitekim açık olan da ancak budur. Sahih
olmadığı husu-sunda Nihâye'de de dikkat
çekilmiştir. Bununla birlikte, bazıları bunu bilmezler.
«Kurban kesmez ilh...» Musannif
bu sözüyle kurbanın kaza
edilme-i bahsine başlamıştır. Kurbanın
vakti geçtiği zaman kurban mükellefi
kur-banı kaza etmekle zamin olur. Bedâyî'de olduğu gibi.
«Günleri geçerse ilh...» Musannifin böyle sınırlaması, Nihâye'de
olan şu ifadeden dolayıdır: «Eğer
kurban mükellefin kendi icabıyla
vacib olursa veya kurban için almasıyla kurban ona vacib olursa,
kurban gün-lerinde kurbanlık hayvanın
aynını tasadduk ederse, o kimsenin üzerine onun yerine
onun benzeri gibi bir kurban
kesmesi vacibtir. Zira onun üzerine
vacib olan, kan akıtmaktır. Kan
akıtmak da sadakaya ancak günlerinin
geçmesiyle kesimden ümitsiz olursa intikal eder. Eğer
bayram günleri geçinceye kadar aynını tasadduk ettiği kurbanın
benzerini almaz-sa, o zaman onun
kıymetini tasadduk eder. Zira kan
akıtmak hususî bir zamanda kurbet olarak bilinmektedir. Birinci
tasadduk daha sonra gerek-li olan tasadduk yerine yeterli olmaz. Çünkü
birinci kurbanı tasadduk
et-mesi, sadakanın vücubunun
sebebinden önce olmuştur.»
«Canlı olarak tasadduk eder ilh...» Zira kan akıtmakla tekarrübün vakti geçmiştir. Eğer onun
kıymetini sadaka olarak
verirse, yine kâfi gelir. Zira burada
vacib olan, onun aynını tasadduk
etmektir. Asıl maksud olan şey olan tekerrübte kıymetini tasadduk etmek de aynını tasad-duk
etmek gibidir. Zahire.
«Belirli bir hayvanı adamışsa ilh...» Bedâyî'de şöyle
denilmiştir: «Zen-gin ve fakirin
üzerine vacib
olan, adadıkları şeydir. Mesela,
adam, «Be-nim üzerime Allah
için bir koyun veya bedeneyi
kurban
etmek veya şu koyunu ve şu bedeneyi kurban etmek vacib olsun.» dese, veya
«Ben şu koyunu
kurban kıldım.» dese, onu kesmesi üzerine
vacib olur. Çünkü bu bir kurbettir ki
bunun cinsinden
gerekli kılacak şey vardır.
Ki bu da te-mettü kurbanı, kıran haccı kurbanı ve ihsar kurbanıdır.
Öyleyse bu kur-ban da diğer
şeyler gibi adakla gerekli olur. Adakla
vâcib olanda de zen-ginle fakir
eşittirler.»
Bundan şu istifade edilir ki, o
şeyin
üzerine kılması adaktır. Vacibin •adaması da sahihtir.
O zaman şu durum karışık hale gelir
ki, adağın sıhhat şartlarından
birisi de adadığı şeyin adaktan
önce vacib olmamasıdır. Ebussuud
bu karışık meseleye şöyle
cevap vermiştir: «Burada vacib olan
mutlaka kur-ban kesmektir. Adağın
sıhhati de belirli bir hayvana nisbetinden dolayı-dır.»
Ebussuud'un bu ifadesinde de bir
görüş vardır. Zira bilindi ki, belirli
olmayan bir hayvanı adamakda
geçerlidir.
Bilinsin ki Bedâyî'de şöyle denilmiştir: «Zengin bir kimse bir koyun kesmeyi
adaşa, o adakda
kurban günlerinde olsa, o kimsenin üzerine bize göre iki koyun kesmek gerekli
olur. Birini adağı
için, birisini de şeri-at ona vacib ettiği için. Ancak zengin kimse
koyunu adamaktan maksa-dı
üzerine vacib olanı haber
vermekse, o zaman onun yalnız bir koyun kesmesi lazım
gelir. Ama bu
zengin kimse koyunu kesmeyi kurban gün-lerinden önce adarsa, o zaman
ona yine ihtilafsız olarak
iki koyun kes-mek gerekli olur.
Çünkü adak; siğası vacib olan birşeyden haber ver-meyi ihtimal
etmez. Vaktinden önce de birşey
vacib olmaz. Eğer bayram günlerinde bir kurban
kesmeyi adaşa,
sonra aynı günlerde zengin olsa, yine hüküm böyledir. Yani onun iki kurban
kesmesi gerekir.»
Bedâyî'nin bu ifadesinin gereği şudur: Zengin kimse kurban
günle-rinde bir koyunu kurban etmeyi
adaşa, bu adağından maksadı haber ver-mekse, o adak gerçekten
adak olmaz. O koyunu şeriat
vacib kıldığı için keser. Ama
eğer mutlak bir ifade ile söyler,
haber vermeyi kasdetmezse, veya
kurban günlerinden önce adarsa, veya
fakir olduğu halde adar, bayram
günleri zengin olursa, o
zaman onun adakla diğer bir
koyunu kesmesi de gerekli olur. Şu kadar var ki daha önce o ona
vacib değildi. Onun üzerine vacib olan ondan başkaydı. O zaman onun adağı hakikaten
adaktır. Her
halükârda daha önceki bir vacible
hakiki bir adak bulunmaz. Hal açıklandı ve karışıklık
da ortadan
kalktı. Bu konunun araştırması
kurban bahsinin sonunda gelecektir.
Bunun gereği de şudur ki, zengin
kimse eğer adamasıyla birlikte kas-tı eğer vacibi haber vermekse,
ondan yiyebilir. Çünkü o kurban adağıyla ona vacib olmamıştır.
PRATİK BİR MESELE : Birisi, «Ben Allah için bir koyun keseceğim.» dese,
sonra da deve veya sığır
kesse, caizdir. Tatarhâniye.
«İsterse fakir olsun ilh...» En uygun olan; «isterse zengin olsun» demesiydi. Çünkü fakir bir
kimsenin belli bir hayvanla adamasının
geçerli olmadığı düşünülemez. Çünkü daha önce onun
üzerine vacib değildir. Ama zengin bunun aksinedir. Hem de fakir o hayvanı kurban için almış
olsa,
adamasa bile kurban günleri geçtikten sonra onun aynını tasadduk
etmesi gereklidir. Ama zengin
bunun aksinedir ki, zengin onun
aynını de-ğil kıymetini de tasadduk edebilir.
«Eğer noksan olursa ilh...» Yani kesmek onun kıymetini noksanlaştırsa yani kesimden sonra
kıymeti kesimden önceki kıymetinden az olsa, aradaki farkı da tasadduk eder. Tatarhâniye.
«Noksanlığının kıymeti kadar sadaka verir ilh...» Uygun olan, bura-da kıymet kelimesini düşürmesi
veya eksiği kadar sadaka
verir deme-siydi. Çünkü burada faraziye kıymetten
eksikliktir.. Koyunun
kendisin-de değil. Sen düşün.
«Adayan kimse adadığı
kurbanın etinden yiyemez
ilh...» Bilindiği gi-bi, adak hakikaten adak olursa.
Ben derim ki: Adayan
kimse sözü bir kayıt değildir. Çünkü
burada söz vakti geçen kurban
hakkındadır. Vakti geçtikten sonra mükellefe va-cib olan ya o
kurbanı canlı olarak vermek veya
kıymetini vermektir. Bun-dan
ötürü eğer onu keserse, kesim onun kıymetini noksanlaştırırsa,
ke-simin noksanlaştırdığı kıymete
zamin olur. Bu da fakir eğer onu
kurban için almışsa, o fakiri de
içine alır. Buna Gâyetü'l-Beyân'da olan ifade de de delâlet
etmektedir.
Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesi aynen şöyledir: «Bir
kimse belirli bir koyu-nu
kurban için kendisine vâcib
kılsa, veya kurban için olsa, kesmezden
önce de kurban günleri geçse, onu canlı olarak tasadduk
eder. Onun etinden de yiyemez.
Çünkü vacib kan akıtmaktan sadaka vermeye inti-kal etmiştir. Ama
eğer o koyunu vacib kılmaz veya
kurban için satın al-mazsa, kurban günleri de geçmiş olsa,
kurbana geçerli olan bir koyunun
kıymetini tasadduk eder.»
İşte Gâyetü'l-Beyân'ın bu
ifadesinde bizim yukarıda dediğimize
açık bir delâlet vardır. Sonra ben,
Kifaye adlı eserde, «Bir fakir kurban için bir koyun alsa,»
sözünden sonra şöyle denildiğini gördüm:
«Eğer keserse, onun etinden yiyemez. İleride
bunun daha fazla açıklaması gelecektir.»
«Kurban için aldığı hayvanı ilh...» Eğer koyun fakirin kendi malı ol-sa, onu kurban etmeye niyet
etse, veya satın alsa ama kurbana
niyet et-mese, sonra kurbana niyet etse, onu kesmek vacib
değildir. Çünkü niyet alışla beraber
olmamıştır. O zaman niyete itibar
edilmez. Bedâyi.
«Ona vacib olmaktadır ilh...»
Yani satın almasıyla vacib olmuştur.
Bu da Zahirü'r-Rivayettir. Zira
fakirin o hayvanı kurban için alması
onun kendi üzerine vacib kılınmasının
yerine geçer. Bu da
örfen kurban ada-maktır. Nitekim
bedâyi'de olduğu gibi. Tatarhâniye'de de «Fakir onu bay-ram
günlerinde kurban için alırsa.» şeklinde
tabir edilmiştir. Tatarhaniye'nin
tabirinin açık anlamı şudur:
Eğer fakir o koyunu kurban bayramı günlerinden önce kurban
için alırsa, vacib değildir. Ben bu
hususta açık bir ifade görmedim. Araştırılsın.
«Zengin ise onun kıymetini tasadduk eder. İster o hayvanı kurban için alsın, ister kurban için
almasın ilh...» Hidâye ve Dürer gibi diğer ki-taplarda da böyledir. Dürer'i Şeyh Şahin söyle takip
etmiştir: «Zenginin kurban için satın almadığı hayvanın kıymetini tasadduk etmesi vacibtir. Ama
eğer kurban için almışsa, zengin o zaman onun kıymetini
veya onu canlı olarak tasadduk etmek
arasında muhayyerdir.» Nitekim Zeylaî de de olduğu gibi. Ebussuud.
Ben derim ki: Bedâyî'de şöyle zikredilmiştir: «Şüphesiz doğru
olan şudur ki, kurban için alınan bir
hayvan kurban kesim günleri geçinceye kadar kurban edilmezse, zengin de onu fakir gibi aynıyla
tasadduk eder. Bu hususta Hanefî
âlimleri arasında ihtilaf yoktur. Zira İmam Muhammed, «Bu Ebû
Hanîfe, Ebû Yûsuf ve bizim görüşümüzdür.» demiştir.» Bu ko-nunun tamamı Bedâyî'dedir.
Bedâyî'de zikredilen bizim anifen Gâyetü'l-Beyân'dan zikrettiğimize de uygundur.
Her halükârda,
açık olan odur ki kestiği takdirde ondan yemesi helâl değildir. Onun kıymetinden birşey!
alıkoymasının caiz olmaması
gibi.
«Kıymet'ten maksat ilh...» Bu musannifin mücmel olarak
zikrettiğini beyan etmektedir. Zira
musannifin «Onu kıymetiyle
tasadduk eder» sözü, kurban için alman koyunda açıktır. Zira onun
kıymeti bilinmektedir. Ama eğer
kurban için satın almamışsa,
onun kıymetini tasadduk etmesinden
maksat nedir? Çünkü koyun belli değildir. İşte bunu sarih beyan ediyor ki, kıymetten maksat,
kurban için koyun almadığı takdirde
kurbana ye-terli olacak bir koyunun kıymetidir.
Nitekim Hülâsa
ve diğer eserlerde de durum böyledir.
Kuhistanî'de de; «Veya vasat bir koyunun kıymeti tasadduk edilir.»
denilmiştir. Nitekim Zahidi,
Nazm ve diğer kitaplarda da böyledir.
METİN
Eğer bir yaşındaki toklularla
karıştırılıp uzaktan bakıldığında birbi-rinden ayırdedilemezse altı ayını
doldurmuş kuzunun kurban edilmesi
caizdir. Üç tür hayvandan seni'nin kurban edilmesi
geçerlidir.
Seni; de-velerden beş yaşında olanı, sığır ve mandadan iki
yaşını dolduran, ko-yun
ve keçiden de
bir yaşını doldurana denilir. Bir ehli ile bir vahşiden doğan hayvan
annesine tabidir. Eğer annesi
kurban edilen hayvanlardan ise, onu kurban edilmesi sahihtir.
Kurban edilmeyen hayvanlardan ise,
sahih olmaz. Bunu musannıf
demiştir.
PRATİK MESELELER:
Bir koyunu kurban etmek bir sığırın yedide birinden daha faziletlidir. Eğer ette ve kıymette eşit
iseler,, koç koyundan daha
faziletlidir. Eğer kıymetleri bir olursa keçinin dişisi erkeğinden
faziletlidir. Devenin ve sığır ise dişisi
erkeğinden daha faziletlidir. Havi.
Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer kıymet bakımından erkek ve dişi bir ise, dişiyi kesmek
daha faziletlidir.»
Kurbanlık hayvan kesimden önce bir yavru doğursa, doğurduğu yav-ru
da onunla birlikte kesilir.
Bazı âlimlere göre ise, doğan yavruyu canlı olarak tasadduk eder.
Kurbanlık olarak aldığı koyun kaybolsa veya
çalınsa, diğer bir koyun
alsa, sonra kaybolanı veya
çalınanı bulsa, efdal olan ikisini de kesmek-tir. Eğer
birincisini keserse sahihtir. İkincisinin kıymeti,
birinciye eşit ve-ya daha
yüksek olursa, yalnız onun kesilmesi de
sahihtir. Eğer ikinci koyunun
kıymeti birinci koyundan düşük
ise, onu kestiği takdirde birinci koyunun kıymetinin fazlasına
zamindir. O fazlalığı tasadduk eder. Bu ko-nuda zengin ile fakir arasında
fark yoktur.
Bazı âlimler de şöyle
demişlerdir: Eğer o kurban zenginliğinden do-layı ise. cevap yine öyledir.
Eğer fakir olduğu halde almışsa, her ikisini
de keser. Yenabî.
Doğuştan boynuzsuz, burulmuş
hayvanın kurban edilmesi de
sahih-tir. Deli ise. onun
deliliği eğer
onun otlamasına ve yem yemesine
engel değilse, o da kurban edilebilir.
Eğer engel ise, onu kurban
etmek caiz değildir.
Semiz uyuzlu hayvanı kurban
etmek de caizdir. Ama eğer zayıf ise. caiz değildir. Çünkü uyuzluk ete
noksanlık getirir.
İki gözü görmeyen, bir gözü görmeyen
ve kemiklerinde ilik olmaya-cak kadar zayıf
olan hayvan da
kurban olmaz. Kesim yerine kadar
yürüyemeyecek
topal hayvan da kurban edilmez. Hastalığı açık
olan hay-van da .kurban olamaz. Kulağının, kuyruğunun çoğu kesik
olan ve gö-zünün görme
gücünün ekserisi gitmiş olan hayvanda
kurban olamaz. Burada görme gücünün çoğunun gitmesi
ancak ota yaklaşmasıyla bili-nir.
Yuvarlak kuyruklu
koyunların kuyruklarının da çoğu gitmişse, onlar kurban olmaz. Zira
ekseriyette,
kalmak ve gitmek bakımından tamamen
hükmü vardır. O zaman bu sayılan uzuvlarda eğer çoğu kalmışsa,
kurban için yeterli olur. Fetva da bunun üzerinedir.
Hiç dişi olmayan hayvanlar da
kurban olmazlar. Dişlerinin çoğunlu-ğu duruyorsa yeterlidir.
Bazı âlimler tarafından yem yiyecek
kadar dişi kalmışsa yeterlidir, denilmiştir.
Doğuştan kulağı olmayan «kesau»
denilen hayvanlar da kurban ol-mazlar. Eğer kulakları doğuştan,
küçük ise,
o yeterlidir. Zeylaî.
Memelerinin ucu kopan veya memeleri
kuruyan hayvanlar da kurban olmaz.
Burnu kesik
hayvanlardan da kurban kesilmez. Sütü kesilmiş, yav-rularını
emziremeyen hayvanlar da kurban
olmaz.
Doğuştan kuyruğu olmayan hayvanlar da kurban olmaz. Müctebâ.
Hünsâ yani cinsiyeti belli olmayan
hayvanlar da kurban olmaz. Çün-kü onun eti güzel değildir.
Şerh-i Vehbâniye. Bu bahsin tamamı ordadır.
Yalnız pislik yiyen ve
pislikten başka birşey yemeyen hayvanlar da kurban olarak
kesilmez.
İZAH
«Ceza ilh...» Hidâye'de de böyledir. «Ceza» kelimesi Mülteka şer-hinde şöyle tefsir edilmiştir:
«Âlimlerin çoğunluğuna göre «ceza»
do-ğumdan itibaren yılın çoğu geçmiş olan hayvandır.»
Kuruştan! de şöyle der: «Muhit adlı eserde, çoğunluk kelimesi seki-zinci aya giren le tefsir
edilmiştir.»
Hizâne'de ise, üzerinden altı ay
ve birkaç gün geçen olarak tefsir edilmiştir.
Zaferanî de, yedi aylık bir
huzudur demiştir. Yine Zaferanî'den
yedi veya sekiz aylık
olarak da
rivayet edilmiştir.
Ben derim ki: Hâniye'de Hizâne'de
olan üzerine ihtisar edilmiştir. Yalnız «şer'an» kelimesiyle
kaydedilmiştir. Çünkü ceza kelimesi
sözlük-te; bir yaşı tamam olan kuzuya
denir. Nihâye.
«Koyundan ilh...» Koyun, kuyruğu olandır. Minah.
Musannifin burada koyunla kaydetmesi,
zira keçiden ceza ihtilaf-sız olarak
caiz değildir. Nitekim
Mebsut adlı eserde öyledir. Kuhistanî.
Ceza, sağırdan bir yaşında olana
denir. Devenin de dört yaşında ola-nına denir. Bedâyî.
«Eğer ilh...» Yani eğer kuzunun
cüssesi küçük olursa, onu .kurban
etmek caiz olmaz. Kurban
olması için bir yaşını doldurup
ikinci yılına basması gerekir. İtkanî.
«Üç tür hayvan ilh...» Bu üç tür hayvan
şunlardır: Deve, sığır ve man-da, keçi
ve koyun.
«Şerri deveden beş yaşında olanı ilh...»
Bedâyî'de şöyle denilmekte-dir: «Yaşların bu şekilde takdir
edilmesi, bu yaşlardan noksan olmaması içindir. Eğer
bu yaşlardan küçük bir hayvanı kurban
keserse, caiz değil-dir. Eğer daha büyük yaştaki bir hayvanı keserse, caizdir, daha da fazi-letlidir.
Kuzunun, oğlağın, buzağının ve deve yavrusunun
kurban edilme-si caiz değildir. Çünkü
kurbanın
kesilmesi hususunda şeriat ancak zikre-dilen yaşlarda varid olmuştur.»
«Manda ilh...» Manda sığırdan bir
türdür. Keçi de koyundan bir tür-dür. Çünkü zekâtta manda
sığıra,
keçinin de koyuna eklenmesi bunu gösterir. Bedâyî.
«Bunu musannif demiştir ilh...»
Musannif bunu Hidâye ve diğer ki-taplara uyarak söylemiştir.
Bedâyî'de şöyle denilmiştir: «Vahşî bir öküz ehli bir ineğin üzerine
çıksa o inek bir yavru doğursa, o
yavru iki yaşını doldurduktan sonra kurban olur. Ama bunun aksi olmaz. Zira yavru
anasından
ayrıldığında hükümlerin onunla bağlanacağı ve kıymet takdir
edilecek bir hayvandır. Babasının ise
ancak pis bir suyu vardır. İşte bundan dolayı kölelik ve hürriyette
çocuk annesine tâbidir.»
«Yedide birinden daha
faziletlidir ilh...» Keza sığırın tamamından da faziletlidir.
Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «İtabiye'de şöyle bir ifade vardır: üstad
diyor ki: Semiz büyük bir
koyun et ve kıymet bakımından bir sı-ğıra eşit olursa,
sığırdan daha faziletlidir. Çünkü hilafsız
olarak koyunun hepsi farz olarak
vâki olur.» Sığırda âlimler ihtilaf
etmişlerdir. Bazı âlim-ler sığırın
yedide bir farz olup geri kalan
kısmı da nafile olmuş olur.» demiştir.
«Kıymette ve ette eşit iseler ilh...» Eğer sığırın yedide biri et bakı-mından koyundan daha çok ise
sığırın yedide biri efdaldir. Bunda asıl
ka-ide şudur: Eğer et ve kıymette koyun ile sığırın yedide biri
eşit olursa, hangisinin eti daha güzelse o efdaldir. Eğer et ve kıymette eşit olmaz-larsa, o zaman da
hangisi daha fazla ise o daha uygundur.
Tatarhâniye.
«Koç koyundan daha faziletlidir. Eğer ette
ve kıymette eşit iseler bazıları «Bu yavrunun kesilmesi
veya tasadduk edilmesi adak ile vacib olan veya fakirin alışı gibi adak anlamı olan kurbanlarda olur.
Yoksa olmaz. çünkü onun
anasından başkasını da kurban kesmek caizdir. Onun yav-rusu da onun
gibidir.» demişlerdir.»
«Doğan yavruyu canlı olarak tasadduk eder ilh...»
Biz Hâniye'den müstahab olanın bu
olduğunu
naklen zikrettik. Onun açık anlamı odur Ki, velev bayram günlerinde olsun, yine canlı olarak sadaka
verilir. Bedâyî'den naklen Şurunbulâliye'de olana bakınız.
«Sonra bulsa ilh...» Yani kaybolanı
veya çalınanı bulsa. Yine eline
ulaşsa. Eğer kurban kesim
günlerinde bulunursa hüküm böyledir.
«Bazı âlimler de şöyle
demişlerdir ilh...» Bedâyî'de
metindekinin üze-rine ihtisar
edilmiştir. Şümnî
de bunu teyid etmiştir. Nitekim sarih de ileride zikredecektir.
Mezhebin genel kaidelerine uygun
olan da odur.
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Bayram
günleri geçinceye kadar ikincisini kesmese,
sonra
birincisini bulsa, onlardan efdali hangisi ise onun canlı olarak
tasadduk etmesi gerekir.»
«Doğuştan boynuzsuz ilh...» Herhangi
bir şekilde tek boynuzunun bir kısmı kırılan hayvan da
kurban olur. Eğer kırık boynuzun
içindeki öze ulaşırsa, onun kurban edilmesi
caiz değildir.
Kuhistanî.
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Eğer kırık
kemiklerin ucuna kavu-şursa, o kurbanlık olmaz.»
«Deli ilh...» Yani koyun sürüsü ile birlikte gezmeyen, kendi etrafında dönen hayvan. Eğer bu onun
otlamasına ve yem yemesine engel değilse kurban olur.
«Eğer zayıf ise ilh...» Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Delirmiş ve uyuz semiz hayvanların
kurban
edilmesi caizdir. Eğer zayıf
olurlarsa ki onda hiç ilik yoksa,
kurban edilmesi caiz değildir. Eğer zayıf
olmakla birlikte onda iç yağı
varsa, ilikleri boşalmamışsa, kurban edilmesi caizdir. Bu İmam
Muhammed'den rivayet
edilmiştir.»
Kuhistanî diyor ki: «Bilinsin ki,
böyle zayıf, uyuz ve deli hayvanlar ayıptan hali değillerdi. Müstahab
olan, kurban edilen hayvanın açık ayıp-lardan salim olmasıdır. Kurban bahsinde ayıplı olduğu halde
caiz olan da ancak kerahetle caizdir.
Nitekim Muzmarat'ta da böyle ifade edilmiştir.»
«Zayıf olan ilh...» Ama aslında zayıflık
ona zarar vermez. Ancak. iliklen
boşalmış olan bir zayıflık
zarar verir. Nitekim bizim yukarıda zik-rettiğimizden de bu anlaşılmaktadır.
Bundan dolayı,
Muvatta'ki hadiste zayıflık, «hiç ilgili olmamak»la kayıtlanmıştır.
«Topal hayvan ilh...» Yani öyle
topal ki, o topal ayağıyla
yürümesi mümkün değil, ancak üç ayağıyla
yürüyebiliyor. Ama eğer o
topal ayağı-nı yere basabiliyorsa,
onu kurban etmek caizdir.
«Kulağının ekserisi kesik olan ilh...»
Bedâyî'de şöyle denilmiştir: «Kulağının bazısı ise kuyruğunun
veya gözünün bazısı giderse, Camiü's-sâğîr'de denilmiştir ki,
«Eğer giden kısım çok ise o
hayvanın
kurban ol-masına engel olur. Eğer az ise
engel olmaz.» Ashabımız az ile çok
ara-sını ayırma
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Ebû Hânife'den de bu hususta dört rivayet
vardır. Muhammed Asi ve
Câmiü's-Sâğîr'de, Ebû Hânife'den
kurbana engel olan eksikliğin üçte birden fazlası
olduğunu
rivayet et-miştir. Üçte birinin eksik
olması halinde kurbana mani olacağı da riva-yet edilmiştir.
Yine
Ebû Hânife'den kurbana engel olacak
eksikliğin dört-te bir olduğu da rivayet
edilmiştir. Ebû
Hânife'den son olarak, eğer giden kısım kolan kısımdan az veya onun benzeri olursa engel olacağı
rivayet edilmiştin»
Bu rivayetlerin birincisi zarirü'r-rivayedir. Hâniye'de bu rivayet
sahih görülmüştür. Zira Haniye
sahibi, «Sahih ancak üçte birden, üçte birden az olursa, azdır: eğer ondan fazla
olursa, çoktur,
engel olur.» demiştir. Fetva da
Hâniye'nin görüşü üzerinedir.
Vikâye'nin muhtasarında ve Islâh'ta da
Hâniye'nin görüşü benim-senmiştir.
Dördüncü rivayet ise, imameynin
görüşüdür. Hidâye'de, İmameyn demiştir ki, eğer yarıdan fazlası
kalırsa, kurbana yeterli olur.
Bu da fakih Ebülleys'in tercihidir.
Ebû Yûsuf diyor ki: «Bu husustaki görüşümü Ebû Hânife'ye
bildir-dim. Ebû Hanife bana, «Benim
görüşüm de senin görüşündür.»
dedi.»
Bazı âlimler tarafından, «Ebû Hânife'nin böyle demesi, Ebû Yûsuf'un
sözüne dönmektir.»
denilmiştir.
Bazı âlimler tarafından da; «Ebû Hanîfe'nin sözünün anlamı şudur: Benim sözüm senin sözüne
yakındır.» denilmiştir.
Adı geçen uzuvların yarısı
gittiği takdirde kurbana engel olduğu
hu-susunda imameynden iki
rivayet yapılmıştır.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «İmameynin görüşlerinin açık anlamı,
adı geçen uzuvların yarısının
gitmesi, çok kabul edilir.»
Gâyetü'l-Beyân'da da şöyle denilmektedir: «Dördüncü rivayetin -ki bu İmameynin görüşüdür» İmam
da ona rücu etmiştir- şekli şudur: «Herşeyden çoğu ekseridir. Yarı hususunda ise iki tarafın
delilleri
çatışmak-tadır.»
Yani yarısı gittiği takdirde ihtiyaten ademi cevazla hükmedilmiştir.
Bununla açığa çıkmaktadır ki,
metinde olan Hidâye, Kenz ve Mülteka gibi ancak dördüncü rivayettir.
Fetva da bu rivayetin
üzerinedir. Nitekim sarih de
Mücteba'dan naklen bunu zikredecektir. Öyleyse sanki onlar, dördüncü
rivayeti tercih etmişlerdir. Zira Ebû Hanîfe'nin geçen görüşün-den
anlaşıldığına göre o, kendi
görüşünden İmameyn'in görüşüne dön-müştür. Allah daha iyisini bilir.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Bir hayvanın iki kulağında
olan kopukluklar bir araya toplanır
mı? Bu konuda âlimler ihtilaf
etmiştir.»
Ben derim ki: Sarih, mestler üzerine mesh verme babında zikretti ki,
uygun olan, ihtiyatin
toplanmasıdır.
«Ancak bilinir ilh...» Hidâye'de şöyle denilir: «Uzvun
çoğunun veya azının gitmesi gözün
dışındakilerde kolaydır. Göz
hususunda ise fakihler şöyle demiştir:
Koyuna bir veya iki gün yem
verilmez, sonra ayıplı olan gözü bağlanır, sonra ona yeme yavaş yavaş yaklaştırılır, yem koyu-nun
gördüğü yerde bekletilir, sonra sağlam gözü bağlanır, yem ona es-kisi gibi yaklaştırılır, yemi
gördüğü yer ile sağlam gözüyle gördüğü yer ölçülür, eğer kör gözüyle gördüğü mesafe diğerinin
üçte birisi ise, giden üçte birdir. Eğer yarı yarıya ise, gözünün sakatlığı yarı yarıyadır.»
«Yem yiyecek kadar dişi kalmışsa
yeterlidir ilh...» Bu görüş ile bu-nun mukabilindeki görüş iki
rivayettirler. Hidâye de bu iki
rivayeti Ebû-Yûsuf'tan nakletmiştir.
Hâniye'de de ikinci rivayet teyid
edilmiştir. Ha-niye sahibi bundan önce
şöyle demiştir: «İster yem yesin, ister yemesin hiç dişi
olmayan hayvanın kurban edilmesi
caiz değildir.»
«Doğuştan kulağı olmayan ilh...» Bedâyî'de şöyle denilir:
«Kulakla-rından birisi tamamen kesik
olan
hayvanın kurban edilmesi caiz değildir. Doğuştan bir kulağı olmayan da kurban olmaz.»
«Sütü kesilmiş ilh...» Zeylaî
bunu şöyle,tefsir etmiştir: «Yani yavru-sunu emziremeyen.»
Hulâsa'da şöyle denilir: «Memelerinin ucu kesik olan hayvanın
kur-ban edilmesi caiz değildir. Eğer
memelerinden birinin ucunun
yarıdan azı gitmişse, o zaman bizim
gözle kulak üzerine zikrettiğimiz
hilaf üzerine-dir. Koyun ve
keçiden memelerinden birisi doğuştan olmayan veya bir afetten dolayı
birisi tamamen gidenin kurban
edilmesi caiz değildir. De-ve ile sığırda
ise, eğer bir memesi
doğuştan veya bir afetten dolayı
yok-sa, kurban edilmesi caizdir.
Eğer bunların iki memesi
gitmişse, o zaman caiz değildir.»
Hüiâsa adlı eserde, memelerinden bir illet olmadan süt
çıkmıyorsa, onun kurban edilmesinin
caiz
olduğu zikredilmiştir.
Tatarhâniye'de şöyle denilir: «Koyunun
memelerinden birisi süt ver-miyorsa, o kurban olmaz. Deve
ve sığırda ise, eğer iki memesinden süt gelmiyorsa, kurban olmaz. Çünkü deve ve sığırın dört
memesi vardır.»
«Doğuştan kuyruğu olmayan
ilh...» Koyunun doğuştan kuyruğu ve-ya kulağı yoksa. İmam
Muhammed, böyle bir hayvan olmayacağını söy-lemiştir, eğer olursa, kurban edilmesi caiz değildir.
İmam Muhammed Asl'da Ebû Hânife'den böyle bir koyunun kurban edilmesinin
caiz olduğunu
rivayet etmiştir. Haniye.
Sonra Haniye sahibi şöyle demiştir: «Eğer koyunun kuyruğu doğuş-tan kuş kuyruğu gibi küçük
olursa, caizdir. Ebû Hânife'nin
kavline göre bunun caiz olması zahirdir. Zira Ebû Hânife'ye göre
kulağı veya kuyruğu asla
olmayan hayvanın kurban edilmesi caizdir.
İmam Muhammed'in kavline gelince,
doğuştan kulakları küçük ola-nın kurban edilmesi caizdir.
Eğer doğuştan kulak veya kuyruğu yoksa, caiz değildir.»
«Onun eti güzel değildir ilh...»
Bu illetle İbni Vehbân'ın yapmış ol-duğu itirazı def
olmaktadır. İbni
Vekban buna şöyle itiraz etmektedir: «O hayvan ya erkektir, yahut dişidir. Hangisi
olursa olsun,
onun kurban edilmesi caizdir.»
«Yalnız pislik yiyen ilh...»
Yani hapsedilmezden evvel
onun kurban edilmesi caiz değildir.
Haniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer o pislik yiyen hayvan deve ise, kırk gün temiz bir yerde
tutularak temiz yem yedirilir. Sığır
ise yirmi, ko-yun ve keçi ise on gün. Ondan sonra kesilmesi
caizdir.»
«Pislikten başka birşey
yemeyen ilh...» Bu görüş ifade ediyor
ki,eğer karışık yiyorsa, kurban
edilebilir. T.
BİR TAMAMLAMA: Uzvunun kesikliğinden dolayı cimadan aciz olan öksüren fazla yaşlı olduğu için
doğum yapmayan, yüzünde veya
kulağın-da damga olan hayvanların kurban edilmesi caizdir.
Koyunlara has ol-mak üzere dili olmayan koyunun da
kurban edilmesi caizdir. Ama
sığırın değil.
Çünkü sığır, yemi diliyle alır.
Koyun ise dişi ile alır. Nitekim Minye'den
naklen Kuhistani'de de
böyledir.
Bazı alimler tarafından,
«Koyunun dilinin üçte birinden fazlası kopmuşsa,
kurban edilmesi caiz
değildir.» denilmiştir.
Ben derim ki: Kulak ve kuyruğun üzerine kıyas yapılarak
zahir olan da, bu alimlerin
görüşüdür.
Belki daha da evlâdır. Çünkü
onunla yeme-yi kasteder. Onun dilinin kopması, yem yemesine helâl
getirir. Düşün.
Bedâyî'de de şöyle denilmektedir:
«Kulağı uzunlamasına yarıyan
ve kulakları delik olanların da
kurban edilmesi caizdir. Kulağın ön kısmında kesilip sallanan hayvanın da kurban edilmesi caizdir.
Bu şekilde arka-dan da kesilirse yine caizdir. Burada varid olan yasaklama da böyle
ol-mamasının
mendub olduğuna hamledilir.
Kulağı delik olan hayvan hu-susunda, çokluk haddindeki ihtilaf
caridir.»
Şaşı olan hayvanın kurban edilmesi caizdir. Bir de, yünü kırkılan hayvanın
kurban edilmesi yine
caizdir. Haniye.
Yukarıda zikrettiğimiz gibi,
kurban bahsinde bunların caiz olması, kerahetledir. Çünkü
müstahabın
aksinedir.
METİN
Kurban için sağlam bir koyun
satın alınsa, sonra geçtiği gibi,
kurba-na engel olacak bir ayıpla
ayıplansa, alan kimse
zengin ise, onun yeri-ne başka bir koyun ikâme etmesi lazımdır. Ama fakir
ise, o kurbanlık ona yeter.
Fakir adam aldığı zaman da ayıplı
olsa, yine yeterlidir. Zira kur-ban onun
üzerine ser'an vacib değildir.
Ama zengin bunun aksinedir.
Hayvanın kesim anmda çırpınmasından dolayı ayıplanması, ona za-rar vermez. Kesim anında
hayvan ölürse, kesen eğer zengin ise bir baş-kasını kesmesi gerekir.
Fakat fakir ise başkasını
kesmesi gerekli değil-dir.
Kurban için alınan hayvan kaybolsa
veya çalınsa, adam bir diğerini
kurban için alsa, sonra
kaybolan veya çalınan
meydana çıksa, zengin ise birisini, fakir ise
her ikisini de keser. Şümnî.
Bir bedeneye ortak olan yedi kişiden birisi ölse. varisleri diğer varis-leri diğer
ortaklara, onun ve
kendilerinin yerine kesmelerini
söyleseler, istihsanen hepsinin yerine
sahiptir. Çünkü hepside
kurbet kastı vardır. Ortaklar
varislerden izin almadan kesseler, hiçbirisine
kâfi geimez. Zira bazı
kurbet değildir.
Bedeneye ortak olan yedi kişiden birisi hıristiyan veya sırf et için ortak olsa, onlardan
hiçbirisinin
kurbanı olmaz. Çünkü kan akıtmak par-çalanmaz. Hidâye. Zira bunun illeti yukarıda geçti.
PRATİK MESELELER:
Üç kişi kurban için ayrı ayrı birer koyun alsalar, birisi ona. biri yir-miye, diğeri de otuza
almış olsa,
bunların herbirinin kıymeti de kendi se-meni kadar olsa, bunlar
birbirine karışmış olsa ve sahipleri
koyunlarını tanıyamasalar, her
birisi bir koyunu alıp kurban etmek üzere
anlaşsalar. Hepsine
kurbanları yeterli olur. Yalnız otuz liralık koyunu alan kimse eli-ne on liralık koyun düşmüş olması
ihtimaline karşı yirmi lira
tasadduk eder. Yirmi liralık koyunu
alan da on lira sadaka verir. On lira
veren kim-se hiçbir şey tasadduk etmez.
Bunlardan her birisi diğerine, kendi yerine kesmesi için izin verse, o zaman yeterli olur, kesen
kimsenin üzerine de hiçbir şey
lazım gelmez. Başkasının kurbanını emri olmadan kestiğinde
üzerine nasıl hiçbir şey la-zım
gelmezse. Yenabî.
Kurban etinden yenilir. Kesen zengin de olsa ondan yiyebilir ve
onu evi için alıkoyabilir. Ama
tasadduk edilen kısmın kurban etinin üçte bi-rinden az olmaması mendubtur.
Aile fertleri çok olan kimsenin aile efradına bolca
et yedirmek için kurban
etini evinde bırakması
mendubtur. Hem de kesmesini
biliyorsa, kendi eliyle kesmesi
de mendubtur. Yok eğer kesmesini
bilmiyorsa, ken-disi hazır bulunur, kendisi kestiğinde hayvanın murdar
olmaması için bir diğerine
kesmeyi emreder.
Kitabînin herhangi bir kimsenin
kurbanını kesmesi mekruhtur. Ama mecusînin kesmesi ise
haramdır. Zira mecusî İslama göre kesim ehlin-den değildir.
Dürer.
Kurbanın derisi ya tasadduk edilir
veya ondan kalbur, çarık, su tulumu, sofra veya
kova yapılır.
Veya kurbanın derisi devamlı faydalanı-lacak birşeyle değiştirilebilir. Nitekim yukarıda geçmişti.
Sirke ve et gibi tüketilecek
nesnelerle değiştirilemez.
Kesen kimse kurban etin! satsa, veya
derisini helak olacak birşeyle değişse, veya dirhemle
değiştirmiş olsa, onun semenini tasadduk eder. Bu görüş kurban etinin satışının
kerahette sahih
olduğunu ifade eder.
Ebû Yûsuf'tan kurbanın etinin veya
derisinin satışının bâtıl olduğu
rivayet edilmiştir. Çünkü kurban
vakıf gibidir. Müctebâ.
Kurbanı kesen kasabın ücreti etten verilmez. Zira o satım akdi gi-bidir. Bu hüküm Peygamber
aleyhisselâmın, Kim kurbanın
derisini satar-sa, kurban kesmemiş
gibidir.» hadisine dayanır.
Menfaatlenmek için kurbanı kesmezden önce yününü kesmek mek-ruhtur. Eğer keserse, onu
tasadduk etmesi gerekir.
Kurbanlık hayvana binilmez. Yük yüklenmez.
Kiraya
da verilmez. Eğer kiraya verilirse
aldığı ücreti
tasadduk etmelidir.
Hâviü'l-Fetâvâ. Zi-ra onun sahibi o hayvanın
bütün parçaları ile Allah'a
yaklaşmayı borç-lanmıştır. Ama
kesimden sonra ki durum bunun aksinedir. Yani kesimden sonra
yününü kesebilir. Çünkü maksat hâsıl olmuştur. Müctebâ.
Kesimden önce yünü gibi kurbanlığın sütünden de yararlanmak mek-ruhtur.
Âlimlerden bazıları, zengin kimse için, kurbanı kesmezden önce sü-tünden ve yününden
yararlanmayı caiz görmüşlerdir. Zira zimmetinde vacib olduğundan kurbanlık taayyün etmemiştir.
Zeylaî.
İZAH
«Fakri ise o kurbanlık ona yeter ilh...» Zira fakir için o kurban an-cak almasıyla vacib olmuştur.
Hatta kendisine belirsiz bir hayvanı kur-ban etmeyi adaşa, sağlam bir hayvanı kurban için alsa,
sonra o hayvan onun yanında kurbana engel olacak bir ayıpla ayıplansa,
o da bunu kur-ban etse,
onun üzerinden vücub kalkmaz. Çünkü o kimseye
de zengin gibi her yönüyle tam bir
kurban
kesmesi vacib olmuştur. Zeylaî.
«Aldığı zaman ayıplı olsa, yine
yeterlidir ilh...» Yani ayıplı bir hay-vanı alsa, fakat için yine
yeterlidir.
Alındığı zaman ayıplı olsa, sonra kur-bana engel olacak ayıbı zail olsa, fakir gibi yine zengin
kimseye de yeterli olur.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Kurban alındığı zaman zayıf ise, sonra semizlense,
kurban edilmesi
caizdir.»
«Kesim sırasında çırpınmasından dolayı ayıplansa, ona zarar
ver-mez ilh...» Yine, bu halde
ayıplansa. ellerinden çıkıp kaçsa, sonra
yaka-lanıp getirilse, İmam Muhammed'e göre derhal
yakalanmasa bile yine yeterlidir.
Çünkü o ayıp kesim sırasında meydana
gelmiştir. Bu âcillik
hususunda İmam Ebû Yûsuf'a hilaf
vardır. Zeylai.
«Fakir ise başkasını kesmesi
gerekli değildir ilh...» Yani eğer kesim anında ölen hayvan bizzat
adanmışsa fakir için başkası gerekli
değildir. Zira Bedâyî'de şöyle bir ifade vardır: «Kurbana
adanan hayvan helak ol-sa, veya
o hayvan kaybolmuş olsa, adak sebebiyle
vacib olan kesim
dü-şer. Şu kadar var ki eğer
zengin ise, işin basında ona adakla değil, şe-riatın vacib
kılmasından
dolayı bir başkasını kesmesi
gerekli olur. Ama eğer fakir ise, prensip olarak ona hiçbir şey lazım
değildir.»
«Meydana çıksa ilh...» Yani bayram günlerinde meydana
çıksa. Zeylaî.
Biz bundan anlaşılanı da
Bedâyî'den naklen zikrettik.
«Zengin ise birisini ilh...» Yani geçen açıklama üzerine. Eğer ilk al-dığını kurban ederse, ona yeter
ve hiçbir şey lazım gelmez. İsterse
ilk aldığının kıymeti son aldığının
kıymetinden az olsun. Eğer
ikincisini ke-serse, ikinci
aldığının kıymeti birinciden az ise
oradaki farkı tasadduk eder.
Bedâyî'de şöyle denilmiştir:
«Ancak eğer yine birincisini de kurban
ederse o zaman ikincisini
kurban ettiğinde vermesi gereken
sadaka üzerinden düşer. Çünkü bu kimse asıl kurbanlık aldığını
kurban vaktinde eda ettiği için
onun yerine geçen üzerinden düşer.»
«Şümnî ilh...» Bunun benzeri
Tebyîn'de de vardır. Konunun tamamı da Tebyîn'dedir.
«Varisleri söyleseler ilh...»
Yani onun varislerinden yetişkin olanlar. Haniye.
«Hepsinde Allah'a yaklaşma kesti vardır ilh...» Bu istihsânın şeklidir.
Bedâyî'de söyle denilmiştir: «Ölüm, ölünün Allah'a yaklaşmasına
en-gel olmaz. Zira ölünün yerine
sadaka vermek ve onun yerine hac yapmak
caizdir. Hem de Rasulullah (s.a.v.) tan sahih olarak
rivayet edilmiştir, ki, Rasulullah birisi kendi yerine, birisi de ümmetinden kurban.
kesme-yenlerin
yerine olmak üzere iki koç kurban etmiştir.
Ümmetinden kurban kesmeden ölenler de buna
dahildirler.»
Zira Rasulullah (s.a.v.)'in
ümmeti üzerinde özel bir velayeti vardır. İtkanî.
Nihâye'de de söyle denilmiştir: «Bu rivayet
üzerine, eğer ortaklardan bir tanesi ümmü'l-veled
olursa, onun efendisi onun yerine keser.
Eğer küçük çocuk ise, onun do babası onun yerine keser.»
«Bazısı Allah'a yaklaşma değildir ilh...» Çünkü kurban parçalanmaz.
Nitekim ileride gelecektir.
PRATİK BİR MESELE: Birisi ölen bir kimsenin yerine bir kurban kesse,
kendi kurbanında nasıl
işlem yaparsa, onun kurbanında da
aynı iş-lemi yapar. Ama sevap ölünün, mülkiyet de kesenindir.
es-Sadr diyor ki: «Ölünün yerine kestiği kurban eğer ölünün emri ise,
ondan yenilmez. Yok eğer
ölünün emri ile değilse, ondan
yiyebilir.» Bezzâziye.
Musannif da bunu nazımda zikredecektir.
«Yedi kişiden birisi hıristiyan
ilh...» Yine, altı kişinin ortağı bir köle olsa, veya müdebber bir köle
olsa, ki köle kurban kesmeyi irade etse, yine kurban caiz değildir. Zira onun niyeti bâtıldır. Çünkü
kölenin kur-ban kesme ehliyeti yoktur. Öyleyse onun hissesi ettir.
Bu da cevazın as-lına engeldir.
Bedâye.
BİR UYARI: Hakikaten bilindi ki, ortaklardan hepsinin Allah'a yak-laşmayı kasdetmeleri şarttır. Bu,
şunu da kapsamına alır ki, birisi aynı senenin kurbanını irade etse, diğerleri ise, geçmiş yılların
kurbanını irade etseler, aynı
senenin kurbanını irade edenin kurbanı caiz, diğerlerininki
bâtıldır.
Çünkü diğer ortaklar nafile
kurban kesmiş olmaktadırlar. Onların hepsinin kurbanın
etini tasadduk
etmeleri de gerekir. O senenin kurbanını niyet eden kimsenin de kurbanın etini yememesi, hepsini
ta-sadduk etmesi gerekir. Zira onun hissesi de bedenenin etinde
şayidir. Nitekim Hâniye'de de
böyledir.
Bu ifadenin açık anlamına göre o kurban etinden yenilmenin caiz olmamasıdır. Bu, şunu da
kapsamına alır: Kurban hepsinin üzerine vacib olsa veya
bazısının üzerine vacib olsa, ister vücub
cihetleri bir olsun, ister
muhtelif olsun, meselâ birisinin ki kurban, birisinin ki
ihsar, birisinin ki av
cezası, birisininki tıraş cezası,
birisinin temettü hac kurbanı birisininki de kıran haccı kurbanı olsa,
yine kurban caiz olur. İmam Züfer buna muhalefet etmiştir. Çünkü bunların hepsinin niyeti Allah'a
yaklaş-maktır.
Bunlardan bazısı daha önce doğan
çocuğuna akikaya niyet etse, o da caizdir. Çünkü akika da
çocuğun veledeti için şükürdür.
Ve şükür de Allah'a yaklaşma şeklidir.
Bunları İmam Muhammed
zikretmiştir. Ama İmam Muhammed, velime yemeğini zikretmemiştir. Çünkü velime de ni-kâh nimeti
üzerine şükür ifadesidir. Velime yemeği ile sünnet de vâriddir. Düğün
yemeği ile şükrü veya
sünnetin ikâmesini kasdetmiş olsa, Al-lah'a yaklaşmayı kasdetmiş olur. Kurbanın kesilmesinden
maksat da Al-lah'a yaklaşmaktır.
Ebû Hanîfe'den Allah'a yaklaşma yönleri
farklı olması halinde, ortak olmanın mekruh olduğu rivayet
edilmiştir. Ebû Hanîfe şöyle
demiştir: «İştirak kurbetin tek
türünde olsa, bana göre daha iyidir.» Ebû
Yûsuf da böyle demiştir. Bedâyî.
Şurunbulâliye'de şöyle
denilmiştir: «Fakihlerin kurbanın vacib ol-ması ile, bundan önce akıtılan
bütün kanların neshedilmesi sözü
ile akika sahibi kurbana ortak
olduğu takdirde caiz olması karışık
olur. Hem de şu sözle karışık olur: İmam Muhammed akika
hususunda «Dileyen akika keser dileyen
de kesmez» demiştir. Yine İmam Muhammed'in camideki: «akika kesilmez»
sözü ile de karışık olur.
Çünkü burada İmam Muhammedin
birinci sözü, akikanın mubah olduğuna işaret ederken, ikinci
gö-rüşü de kerahete işaret etmektedir...»
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin
meseleyi karışık bulması hususunda bir
görüş vardır. Zira İmam
Muhammed'in «Akika kesilmez»
sözünden maksadı, sünnet bilinerek akika
kesilmez demektir.
Çünkü İmam Mu-hammed'in birinci
görüşü buna delâlet etmektedir. Gurerü'l-Efkâr'da şu da
zikredilmiştir ki, Mahbubî'nin
Camiin'de zikredilen görüşe göre mu-bahtır. Tahâvî'nin şerhinde
olana binaen de taattır.
Geçen bunu teyid eder ki akika
tatavvudur. Binaenaleyh biz herne
kadar tatavvu değil, mubahtır
desek, şurası muhakkaktır ki, nimet kar-şısında şükür kastıyla kesilmiş olursa, kurbet olmuş olur.
Zira niyet âdet-leri ibadet, mubah olan
şeyleri de taat kılar.
«Kan akıtmak parçalanmaz ilh...» Yani bu ifade ta aşağıdaki «Yenabî» sözüne kadar
sarihin kendi el
yazısıyla yazmış olduğu nüshanın ha-mişinde mevcuttur. Bazı nüshalarda ise düşmüştür.
«Bunun illeti yukarıda geçti ilh...»
İllet şudur: Kurbanın bazısı kurbet olarak kasdedilmemiştir.
«Üç kişi kurban için ayrı
ayrı bir kurban alsalar ilh...» Bu üç
kişi-den her biri de aldığı koyunu
kurban edeceğim diye kendisine vacib kıl-mış olsa.
Tatarhâniye.
Bu tefsir ile ileride gelecek tasaddukun lüzumunun şekli ortaya çıkmaktadır. ,
«Herbirinin kıymeti de kendi semeni
kadar olsa ilh...» Eğer fazla ve-ya eksik olursa, açık olan şudur
ki, fazlalık veya eksiklik
kadar tasadduk eder. T.
«Sahipleri koyunlarını aynı ile tanımamış olsalar ilh...» Yani bunlar karanlık
bir yerde olsalar. Yoksa,
bu fiyatlarla alınırsa, koyunu seçme-meleri mümkün değildir. Nitekim T. de öyle demiştir.
«Yirmi lira sadaka verir ilh...» Çünkü o kimsenin on liraya alınmış olan koyunu kesmiş olma
ihtimali
vardır. Yirmi liralık koyunu alan da on lira sadaka verir. Çünkü bunların yakinen kendilerine gerekli
kıldıkları kurbanın borcundan
kurtulmaları gerekir. Ancak
on liralık koyunu alan kimse hangisini
keserse kessin kesin olarak
borçtan kurtulur.
«O zaman yeterli olur ilh...»
Zira bunlardan her biri diğer arkadaşına vekâletin onun kurbanını
kesmiş olur.
«Başkasının kurbanını emri olmadan kesse ilh...» Bu mesele, Ta-tarhâniye'de Yenabî'den naklen bu
ziyade yapılmadan
zikredilmiştir. Bu-radaki benzetme de ancak
«gayr» kelimesini düşürmekle açık
olur.
«Kurban etinden yenilir ilh...» Kurban etinden yenilmesi, vacible sünnet kurbanda müsavidir.
Ama
sünnet kurban adakla vacib
olmadığı tak-dirde böyledir. Sünnet olan kurban eğer adakla vacib
olursa, onun sahibi ondan birşey
yiyemez. Onu zengine de
yediremez. İster adayan zengin olsun,
ister fakir olsun hüküm değişmez.
Zira onun yolu tasadduktur. Tasadduku kabul eden kimse
zengine veremez. Eğer ondan yemişse,
ye-diği etin kıymetini sadaka vermesi
gerekir. Zeylaî.
Zeylaî, bu Sünnet olan kurbanla fakirin kurbanını kasdetmektedir
Zira Zeylaî, Kenz'in «Hılkaten
boynuzsuz olan koyun kurban
olur.» sö-zünden hemen önce, fakir kimse
kurbanı keserse, onun
kesmiş olduğu kurban sünnet olur
ifadesini açık bir şekilde
ifade etmiştir. Şu kadar var ki,
Zeylaî'nin bu açık ifadesi, Nihâye'de olan ifadeye
aykırıdır. Zira Nihâye'de şöyle
denilmektedir:
«Fakirin kurbanı ne vacibtir, ne
de sünnet-tir. Belki sırf bu taattır.»
Bedâyî'de de şöyle
belirtilmiştir: «Kurban tatavvu olur. Bu da misa-fir ile adakta bulunmayan fakirin
kurbanıdır. Bir de fakirin
kurban için almadığı malı kesmesidir.
Çünkü vücubun şart ile sebebi
burada yoktur.»
O zaman açık olan odur ki, Zeylaî'nin
sünnetten maksadı tatavvu-dur. Düşün.
Sonra, Zeylaî'nin sözünün açık anlamı
şudur ki, fakir alışla üzerine vacib olan kurbanın etinden
yiyebilir. Ebussuud da
şunu zikretmiştir: «Onun koyunu kurban
için alması adak yerindedir.
Öyleyse fakirin o kurban etini
tasadduk etmesi gereklidir.»
Ben derim ki: Kurban için satın alması adak yerindedir, sözünün il-leti fakihlerin dilinde
açıklanmaktadır. Bunun ifade
ettiği de Ebussuud'-un zikrettiğidir.
Tatarhâniye'de şöyle denilir: «Kadı Bedîüddîn'den, «Bir fakir kurban için bir koyun alsa, kestiğinde
onun etinden yemesi ona helâl olur mu? diye sorulduğunda, «Evet, helâl
olur» diye cevap vermiştir.
Kadı Bufhâneddin de bu soru sorulduğunda «Etinden yemesi ona helâl değildir.»
diye cevap
vermiştir.»
Sonra bilmiş olun ki, yiyebilir veya yiyemez sözleri, o fakirin o kur-banı kurban günlerinde kesmesi
halindedir. Buna da bizim
Hâniye'den naklen zikrettiğimiz delâlet
etmektedir. Bizim naklen
zikrettiğimiz aynen şudur: «Bir fakir
bir koyunu bizzat belirterek kurban edeceğini söylese, veya
kurban için bir koyunu satın alsa kurban günleri geçse,
onu canlı olarak tasadduk eder. Onun
etinden de yiyemez. Zira onun hakkında vacib kan akıtmaktan tasadduka
intikal etmiştir. Eğer bu
kimse kendisi oyunu üzerine gerekli kılmaz ve koyunu kurban için almazsa, eğer zen-gin ise,
kurban günlerinde kurbanı kesmezse kurban edilecek bir koyunun kıymetini tasadduk eder.»
Biz yine zikrettik ki, fakihlerin sözleri şunu ifade
etmektedir: Zen-gin, kimse adamaktan kastı, kendi
üzerine kurbanın vacib olduğunu ha-ber vermekse, adamış olduğu kurbanın
etinden yiyebilir. O
zaman Zeylaî'nin kelâmındaki
nezirden maksat, ibtidaen yapılan
adaktır. Velhasıl, eti yenilmeyecek
kurban ibtidaen nezredilen
kurban, bayram günleri geç-tikten sonra
bizzat o kurbanlığı tasadduk
edilmesi vacib olan kurban ve bir
de, ölen kimsenin emriyle tercih
edilen görüş üzerine, ona kesilen
kur-banın etidir. Nitekim biz
bunu Bezzâziye'den naklen zikrettik.
Bir de kurban için almakla fakirin üzerine vacib olan kurbanın etidir. Ki
bu da geçen iki görüşten
birisine göredir. Bir de
kurbanlığın doğurdu-ğu yavru. Nitekim biz bunu da Hâniye'den
naklen
zikrettik. Bir de or-taklardan
bazısının kendi hissesiyle geçmiş yılın kurbanını kaza etmeye
niyetlendikleri yedi
kişi arasında ortaklı bedenenin eti. Nitekim biz bunu da Hâniye'den naklen
zikrettik. İşte saydığımız bu
kurbanların hepsinin etlerinin sarf
yeri fakire tasadduktur. Bu yazıyı
ganimet bil. Sarihin söz-lerinde
de bu kabilden bazı meseleler
ileride gelecektir.
«Kesen zengin de olsa ondan yiyebilir ve onu evi için alıkoyabilir
ilh...» Zira Peygamber (s.a.v.)
kurban etini eve alıkoymayı
nehyettikten sonra şöyle
buyurmuştur: «Kurban etlerinden yiyiniz,
yediriniz ve eviniz için
alıkoyunuz.» Bu hadisi, Şeyheyn ve Ahmed b.Hanbel rivayet etmiş-lerdir.
«Menduptur ilh...» Bedâyî'de şöyle denilir: «En efdali kurban etinin üçte birinin tasadduk edilmesi,
üçte binitin akraba ve dostlara
ziyafet edilmesi, üçte birinin de eve
ayrılmasıdır. Kurban etinden
yemesi de müstahabtır. Kurbanın etinin hepsini
kendisi için alıkoymuş
olsa, caiz-dir. Zira kurbet
kan akıtmadadır. Eti ile tasadduk etmek tatavvudur.
«Aile efradı çok olan ilh...» Yani hali vakti yerinde
olmayan kimse için. Bedâyi.
«Kendisi şahit olur ilh...» Zira Kerhî, imrân bin Hüseyn'e isnadla şu hadisi rivayet etmiştir:
«Rasulullah Hz. Fatma'ya, «kalk
kurban kesilirken hazır bulun. Zira senin kurbanından akan
ilk
damla senin işlemiş ol-duğun günahları setreder (yani
affettirir). Ve «De ki: Namazım, ibadet-lerim,
hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbı olan
Allah içindir. Onun hiç-bir
ortağı yoktur, böyle
emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.»
(En'am : 162-163)'de» buyurmuştur.»
İtkanî.
«Murdar olmaması için ilh...» Bu görüş, musannifin ona şahid ol ve başkasına kesmeyi emret
sözünden anlaşılan, eliyle
kesmemesinin il-letidir.
«Kitabinin kesmesi mekruhtur ilh...»
Yani kurban sahibinin emriyle. Zira kurban Allah'a
yaklaşmaktır. Din işlerinde uygun olan da kâfirler-den yardım istememektir. Ama eğer kurban
sahibinin emri ile bir kitabî kurbanı keserse, caizdir. Zira kitabî kesim ehlidir. Mecusî bunun
aksi-nedir. İtkanî. Kuhistanî ve
değerleri.
Zeylaî ve diğerlerinin sözlerinin açık anlamı ise, kitabî eğer kurban sahibinin emri ile keserse
mekruh olmamasını ifade eder. Miskin de Kâfî'nin aşağıdaki sözüyle istidlal ederek bunu açıklıkla
söylemiştir. Kâfî adlı eserin ifadesi şöyledir: «Bir müslüman,
kitabiyle kurbanını kesmeyi
emrederse, caizdir. Ama emirsiz
olarak keserse, mekruhtur.»
Şu kadar var ki Ebussuud
Hamevî'den şunu nakletmiştir ki,
«Âlim-lerden bazısı Kâfi'nin ifadesini
Kâfî'den naklonunanın hilafı
üzerine zik-retmiştir.»
Cevhere'de de şöyle denilmektedir: «Eğer
müslümanın emri ile ki-tabî müslümana kurban keserse,
onun kestiği yeterli olur. Ama
mekruh-tur.»
«Kurban derisi ya tasadduk edilir
ilh...» Yine, koyunun üzerindeki örtü ve boğazındaki gerdanlık da
tasadduk edilir. Zira birisi sığır kurban edeceği zaman, üzerine
bir örtü örtmesi ve boynuna bir
gerdanlık tak-ması müstahabtır.
Onun kestiği zaman da örtü ve gerdanlık da derisi ile birlikte
tasadduk edilir. Nitekim Tatarhâniye'de
de olduğu gibi.
«Veya kurbanın derisi devamlı faydalanılacak birşeyle değiştirilir ilh...» Zira o değiştiği şey
değiştirdiği derinin yerine kaim olur.
O zaman sanki mânâ bakımından mevcuttur. Ama helak
olacak şey bunun aksi-nedir.
«Nitekim geçti ilh...» Yani çocuğun yerine
kurban kesmek bahsinde. Bazı nüshalarda
da. «nitekim
geçti» değil, «geçenlerden herhangi bi-risi ile değişmek» ifadesi vardır.
Geçenler kalbur ve benzeri
şeylerdir.
«Kurban etini satsa veya derisini helak olacak birşeyle
değiştirse ilh...» Musannifin bu
görüşü ifade
ediyor ki. kurban kesen kimse
kurba-nın etini ve derisini helak olacak birşeyle satamaz.
Hem de,
deriyi biz-zat kalacak birşeyle satması
caizdir. Musannif burada kurban etinin
de aynıyla baki
kalacak birşeyle satması bahsinde susmuştur. Çünkü bun-da ihtilaf vardır.
Hülâsa ve diğer kitaplarda şöyle
bir ifade vardır: «Kurban etini fi-yatını sadaka etmek için satamaz.
O adam kurban etinde ancak yemeye
ve yedirmeye sahiptir.»
Hidâye ve şerhlerinde de olduğu gibi sahih olan şudur: Et ile deri aynıyla intifa edilecek
birşeyle
satılmanın cevazı hususunda
eşittirler, istihlâk edilecek birşeyle değil. Bunu da Kifâye'de İbni
Semaa'nın Muhammed'den rivayet ettiği, «Eğer etiyle elbise satın almış olsa, o elbisenin
giyilmesinde sakınca yoktur.» sözü de teyid etmektedir.
PRATİK MESELELER:
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Adam
kurban eti ile yenilecek birşey satın
alsa o aldığı şeyi de yemiş
olsa, istihsanen onun kıymetini
ta-sadduk etmesi vacib değildir. Eğer
kurban etini bir fakire zekât
niyetiyle vermiş olsa, zahiri
rivayete göre, zekâtın yerine
geçmez. Şu kadar var ki, bir zengine
vermiş olsa, sonra o zengin de
kendisine hediye edilen kurban etini
zekât niyetiyle bir fakire verse,
zekâttan sayılır. Kuhistanî.
«Semeni tasadduk eder ilh...» Eğer kurban etini dirhemlerle
satsa, dirhemleri tasadduk eder.
«Satışının kerahetle sahih olduğunu ifade eder ilh...» Bu da Ebû Hanife ve Muhammed'in
görüşüdür. Zira mülkiyet ve teslime kadir olmak mevcuttur. Hidâye.
«Kerahetle ilh...» Yani aşağıdaki hadis bu keraheti belirtmektedir.
«Zira o satım akdi gibidir ilh...» Zira
satım akdi de, verilen ücret
de, ivazlıdır. Çünkü o kasaba
kesmesinin karşılığında vermektedir. Kurbanın etini satmak mekruhtur.
Öyleyse satış anlamına
gelen ücret de mekruhtur.
«İstifade edilmiştir ilh...» Bazı nüshalarda böyledir. Burada istifade kelimesindeki zamir kerahete
racidir. Şu kadar var ki Hidâye
sahibi bu hadisi satım akdi konusunda zikretmektedir.
Hidâye sahibi, «Kasabın ücreti kurbandan verilmez» sözünden sonra
şöyle demektedir: «Hz.
Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali'ye,
«Kurbanın örtüsünü ve yularını
tasadduk et ve kasaba ücret olarak
onun etinden birşey ver-me.»
buyurmuştur. Kurban etinden kasaba
ücret vermekten nehyetmek,
yine kurban etinden satmayı da nehyetmektir. Çünkü kurban
etinden ka-saba ücret vermek satım
akdi anlamındadır.» demiştir.
Açıktır ki, her iki hadiste de matluba delâlet
vardır.
«Keserse tasadduk etmesi gerekir
ilh...» Burada aşağıdaki Hâviü'l-Fetâvâ'ya kadar olan ifade bazı
nüshalarda mevcuttur,
bazılarında mecut değildir.
Ama eğer kurbanlığa biner veya yük yüklerse, bunlar
eğer kurbanlı-ğın etine bir noksanlık getirirse,
o noksanlık kadar tasadduk eder. Nite-kim Hülâsa adlı eserde de
böyledir.
Zâhiriye'den naklen Dürrü'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Kurbanın derisinden dağarcık yaparak
kiraya vermesi caiz değildir. Kiraya verdiği takdirde
aldığı ücreti tasadduk etmesi gereklidir.»
«Bütün parçalan ile Allah'a yaklaşmayı borçlanmıştır ilh...» Sarihin bu sözünde bir görüş vardır.
Şöyle ki, kurbet kan akıtmakla yerine gel-mektedir. Öyleyse kurbet, ancak kan akıtmakla yerine
gelir, başkasıyla değil. Öyleyse nasıl mekruh olur? Minâh.
Bu görüşün defi yakında gelecektir.
«Sütünden de yararlanmak mekruhtur ilh...»
Eğer memeleri dolu ve yakında kesecekse. memelerine
biraz soğuk su serpilir. Yoksa, sağılır ve tasadduk edilir. Nitekim Kifâye'de de böyledir.
«Kurbanlık taayyün etmemiştir
ilh...» Buna şöyle cevap verilir:
Kur-ban için alman hayvan, Allah'a
yaklaşmak için başka bir hayvan onun
yerine geçmedikçe taayyün etmiştir. Öyleyse
muayyen
olduğu sürece on-dan yararlanmak helâl
olmaz. Bundan ötürü vaktinden önce keserse,
kurbanın eti
de ona helâl
olmaz. Bedâyî.
Yakında gelecektir ki, kurban için alınanın başkasıyla değiştirmek mekruhtur. Bu da kurbanın
taayyün ettiğini ifade eder.
İşte bununla da Minah'tan naklen geçen itiraz! görüş mündefi olmuş
olmaktadır. Düşü-nülsün.
METİN
iki kişiden her biri yanılarak
diğer arkadaşının koyununu
kesse, ya-ni kendi yerine, buna da
musannifin «yanılsa veya
yanılmasalar» sözü delâlet etmektedir, o zaman bunların her biri
delâleten diğerinin yerine vekil olmuş olur. Hidâye.
Bunu İbn-i Kemâl söylemiştir.
Sadrı Şerkt ve diğerlerinin
sözünün açık anlamı ise, iki kişiden
her biri yanılarak diğerinin yerine
kesmeleri halinde kendi yerine
kesmiş ol-duklarını ifade eder. Bu borçlu olmadan istihsan yoluyla
geçerlidir. Bir-birleriyle
helâlleşirler. Eğer bilmeden kesseler,
sonra yanılmış oldukla-rını anlasalar,
yine helâlleşirler. Eğer
helâlleşmezlerse, herkes diğer ar-kadaşına onun
etinin kıymeti kadar zamin
olur. Kıymeti de tasadduk eder.
Ben derim ki: Eşbâh'ın birinci kaidesinin
başlarında şöyle denilmiş-tir:
«Birisi kurban niyetiyle
bir
koyun alsa, bir diğeri de ondan izin alma-dan onu kesmiş olsa, eğer kesen kimseden kesilmiş
olarak alır ve ona birşey tazmin
ettirmezse, onun kurbanı onun için
yeterlidir. Eğer tazmin ettirirse,
ona yeterli olmaz. Bu da, kesen kimse kendisi için kesmiş olur-sa böyledir. Ama eğer
kesen kimse
sahibinin yerine kesmişse, onun
üze-rinde hiçbir tazminat yoktur.»
İki kişinin diğerinin kurbanlığını kesmelerinin istihsan yoluyla
geçer-li, olması, gasb koyunu
canlı
olarak tazmin eder, onu keserse sahih ol-duğu gibidir. Gâsıbın gasbettiği
koyunu satın almasının
veya sahibine kıymetini
tazmin ederek telef etmesinin geçerli olması da böyledir. Hi-dâye.
Açıktır ki, gasb sırasında
onu tazmin etmekle ona mâlik olmuştur. Ama emânet olan bir
koyunu
tazmin de etmiş olsa, kurban etmesi geçerli
değildir. Çünkü burada tazmin sebebi kesmektir.
Mülk
de sebeb olan ke-simin tamamlanmasından sonra sabittir. O zaman bu
kesim, başkasının
mülkünde vaki olmaktadır. Bu da
sahih değildir.
Ben derim ki: Açık olan odur ki, ariyet olarak alınan hayvan
vedia gibidir. Rehin edilen koyun da
gasbedilen koyun gibidir. Çünkü rehin edi-len koyun
deyn ile tazmin edilir. Ortaklı olan koyun da
vedia gibidir. Araştırılsın.
PRATİK MESELELER:
Peygamber (s.a.v.)'in kurbanlık koyunun
rengi siyahtı.
Birisi on kurban adamış olsa, ona iki kurban kesmek gerekir. Zira eser
bu şekilde nakledilmiştir. En
sağlam görüş hepsinin vacib
olma-sıdır. Çünkü cinsinden icab olan birşeyi yalnız Allah için
kendine gerekli kılmıştır. Şerh'i Vehbâniye.
Ben derim ki: Bu görüş, adadığını
yerine getirmesinin vacib olduğu-nu
ifade etmektedir. Zira,
cinsinden itikadî veya ıstılah? olarak vacib olan birşeye zamin olmuştur. Bunu musannif
söylemiştir. Hatırda bulunsun.
İki kişi bir miktar koyuna ortak
olsalar, ikisi onları kurban etseler, caizdir. Ama azad bunun
aksinedir. Çünkü koyunun taksimi geçerlidir, fakat kölenin
değil.
Bir kişi iki koyun kurban etse,
ikisi de kurbandır. Bazı âlimler tara-fından da; «Birisi vacib,
fazlası
ettir. Burada efdal olan
hangisinin kıyme-ti daha fazla ise
onu kurban saymaktır. Eğer her ikisinin
kıymeti birse, hangisinin eti daha
çok ise onu kurban saymaktır. Eğer
ette de eşit ise-ler, hangisinin
eti daha güzelse o kurban
sayılır.» demiştir.
Bir kimse bir bedenin hepsini kurban etse, namazın rükünleri gibi, o
bedenenin hepsi vacib olan
kurban olur. Zira farz, farzın
ismi üzerine vaki olandır. Öyleyse namazda bir zammı süreyi ne kadar
uzatsa, yine o farz olarak meydana gelir. Müctebâ.
Bir kurbanlık alsa, bir diğerine kesmesi
için emretse, kesen kimse,
«Ben kasti olarak besmeleyi
terkettim.» demiş olsa, kurban sahibinin ikin-ci bir kurbanlık alması için
kesen adamın besmelesiz
kestiği hayvanın kıymetini vermesi gerekir.
Ama bir kimse, ikinci aldığını kurban ederek tasadduk
eder ve ondan birşey yemez. Eğer
kurban günleri geçmemişse.
Yok eğer geçmişse, almış olduğu
kıymeti fakirlere tasadduk eder.
Haniye.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Birisi bir kurban kesmeyi istese, elini
kasabın eliyle birlikte
kurbanlığın üzerine koysa ve kesimde yardım etse, her ikisinin de besmele çekmesi vacibtir.
Eğer
bunlardan bir tanesi terk kederse, veya
birisinin besmelesinin yeterli
olduğunu zannetse, o kurban
haram olur. Bu mesele, bilmece olmaya uygundur. Bilmece olarak
da söyle denilebilir. Bir besmele
çekildiği halde helâl olmayan
koyun han-gisidir? Belki ona iki besmele
lazımdır. İşte bu bilmeceyi
şeyhimiz Hayreddin Remlî şiir şeklinde bir ifade ile şöyle demiştir. «Hangi kesimdir ki,
onun helâl
olması için Cenab-ı Allah'ın zikrinin iki kere yapılması lazım-dır? Sen buna şiir
ile cevap ver. Ben
ona nesir olarak verilen cevabı
ka-bul etmem ve razı olmam.»
«Ben de buna cevaben şöyle dedim:
Senin şiir şeklindeki ifadenin ar-zu ettiğiniz gibi, bir fakihin
diğer bir fakihten rivayet ettiği şekilde ce-vabını al. O bir koyundur ki iki kişi ona ortak olmuştur.
İki
ortak beraber kestiklerinde her ikisinin
zikri tekrar etmeleri şarttır. Veya cevap şöyle-dir: kasap ile
sahibi bıçağı birlikte tutup keserlerse,
her ikisi de
ben-zerlikten münezzeh olan Allahu Teâlâ'yı
beraber zikretmeleri lazımdır.»
Vehbâniye ve şerhinde de şöyle
denilmiştir: «Eğer iki kimse beraber-ce
bir koyunu keserlerse,
kesimde bunlardan birisi besmele çekmese,
o koyunun
eti yenilmez, terkedilir. Üç kişi kurbanlık
olarak üç koyun alsa-lar, koyunlar birbirine karışsa ve tanımasalar, o zaman birisini kesim
için vekil
etseler, bu güçlük ortadan kalkmış olur. Bir kimse koyun almak için birisini
vekil etse, o da keçi
alsa, geçerli olur. Ama bunun
aksine keçi alması için vekil etse, o da koyun alsa, sahih değildir.
Vekil kurban-lığı sürecek bir adam tutsa, zarar kendisinedir. «Bana
siyah
bir kurbanlık al.» dese, o
da değiştirerek beyazını alsa,
geçerli olur. Ama boynuzlu ve gözleri
büyük bir kurbanlık olmasını
söylese, o da boynuzsuz,
küçük gözlü bir kurbanlık alsa, geçerli
olmaz. Bir kimse on kurban adaşa,
fakihlerin bazılarına göre iki kurban kesmesi lazımdır. On
kurbanın vacib olduğunun tashih edildiği
de yazılmıştır. Bir ölünün
yerine, ölen kimsenin emriyle
kurban kesilirse, onun etinin hepsinin
tasadduk edilmesi gerekir. Yok eğer onun emriyle değil, varisleri kendiliğinden keserlerse, onun
etinden yenilir. Sahih olan görüşe göre
çocuğun malından çocuğa kurban
kesmek düşmez.
Babasının da kendi malından çocuğun
yerine kurban kesmemesi daha açıktır. Birisi
birisine bir
koyun hibe etse, kesimden son-ra hibesinden dönse, koyunu kurban eden kimsenin kurbanı yeterli
olur ve sevab da kazanmış bulunur.»
İZAH
«Her biri yanılarak diğer arkadaşının
koyununu
kesse ilh...» Yani kurbanlık koyunu
kesse. Uygun
olan, Kenz ve Hidâye adlı eserde olduğu gibi, musannifin da burada «kurbanlık koyununu»
demesiydi. Zira böyle deseydi,
kesilen koyun kurbanlık değilse,
ona zamin olacağını ifade eder-di.
Şurunbulâliye.
Yani kendi yerine ilh...» Bedâyî ve
diğer kitaplarda acık olarak:
«di-ğer arkadaşının koyununu kendi
nefsine kesse» denilmiştir. Öyleyse, kesmiş olduğu
koyunu kendi kurbanlığı olduğu zannıyla
arkadaşının yerine kesmiş
olsa, yine o kurban sahibinin
yerine geçer mi? Acık olan odur ki evet.
geçer. Ama ben bu hususta bir ifade görmedim. Araştırılsın. ,
Yanılsa sözü ilh...» Zira musannifin bu sözü ifade ediyor ki, kesen kimse o kurbanı kendi koyunu
zannederek kesmiştir. O zaman da ancak âdeten kendi için kesmiş olur. .
«Veya yanılmasalar ilh...» Bu sözden, «vekil olmuş olur»
sözüne ka-dar bazı nüshalarda mevcuttur.
«Veya yanılmasalar» sözü de bir kalem hatasıdır.
Çünkü bu söz başkasının kelâmında mevcut
değildir. Bunlar-dan her biri
deâleten «diğerine vekil olmuş olur Hidâye.»
sözünde de uygun olan,
«istihsanen geçerlidir» sözünden sonra zikredilmesiydi.
Hidâye'nin ifadesi de şöyledir: «İstihsânın şekli şudur:
O koyun ke-sim için belirmiştir.
Çünkü
kurban için taayyün etmiştir. Hatta adama kurban günlerinde onu kesmek vacibtir.
Velev ki kurban
eden adam fa-kir de olmuş olsa.» Nihâye.
«Kurban için alınan koyunu, alan kimse zengin olduğu takdirde,
baş-kasıyla değişmek mekruhtur.
Hidâye.
«O zaman koyun sahibi kesime ehil olan herhangi
bir kimseden yar-dım taleb etmiş ve
delâleten
ona kesim için izin vermiş
olur.»
O zaman sarihin yukarıda Hidâye kelimesinden maksadı, Hidâye'nin ifadesinden hası! olan
anlamdır. Sarihin, «Bunu (ibni
Kemâl söylemiştin» sözünde de
bir görüş vardır. Görüş şudur ki, İbni
Kemal bunu Hidâye' den nakletmemiştir.
Umulur ki, burada «bunu» zamiri fazladır.
İbni Kemâl'in sözünün makulesi de
şudur: Sadrı Şerîa ve diğerlerinin
sözlerinin acık anlamı kesilen
kurbanın sahibinin yerine vaki olmasıdır.
Şu kadar var ki, bu zannettirir
ki, İbni Kemâl bunu şerhinde zikret-miştir. Halbuki İbni Kemâl bunu
şerhinde değil, hamişin üzerindeki «minhuvat»ında zikretmiştir.
«Sadrı Şerîa'nın sözünün açık anlamı»
sözü de mezhep kitaplarında açıkça zikredilmiştir.
T. diyor ki: «Bütün Hanefî âlimleri icma
etmişlerdir ki, yanlışlıkla ke-silen kurban sahibinin yerine
vâki olur. Çünkü sahibinin delâleten
izni vardır. Ancak Züfer buna karşı çıkmıştır.»
«Borçlu olmadan istihsanen geçerlidir ilh...» Yani yanlışlıkla kesilen
kurban sahibinin yerine
geçerlidir ve bilindiği gibi her
kurban da mâli-kinin yerine kesilmiş
olur. O zaman o iki kişiden her
biri kendisine ait olan soyulmuş
eti alır. Biz istihsanın şeklini yukarıda
zikrettik. Kıyasa ge-lince, o
da Züfer'in görüşüdür ki yanlışlıkla kesilirse, koyunun
kestiği adama kestiği koyunun
kıymetine
zamindir. Çünkü bir diğerinin
koyunu-nu onun izni olmadan esmiştir.
«Birbirleriyle helâlleşirler
ilh...» Yani eğer her ikisi de kestikleri
kur-ban etinden yemişler, sonra
yanıldıklarını anlamışlarsa,
onlardan her bi-ri diğerinden helâllik alır.
Hidâye.
«Kıymeti de tasadduk eder ilh...» Çünkü o kıymet, etin bedelidir. Öyleyse o .nasıl koyunu canlı
olarak sattığında bedelini tasadduk ederse, burada da bedelini
tasadduk eder. Zira kurban sahibi
yerine vaki olduğu için et de sahibinin yerine vaki olmuştur. O zaman
etin kıymetinin zaminidir.
Birisi başkasının kurbanının etini telef ederse, yine bunda hüküm, zikrettiğimizdir. Hidâye.
Ben derim ki: Hidâye'nin «kıymet etin bedelidir» sözünün gereği etin kıymetinin tazmin edilmesidir.
Onun canlı olarak verilmesi
değil. İşte bundan dolayı da yanlışlıkla
kesilen kurban malikinin
kurbanı yerine vâ-ki olmuştur.
Burada açıklanacak şu mesele
kaldı: Musannifin «garimsiz olarak» sözü ile Hidâye'nin «her ikisine
de zaminiyet yoktur» sözü, bir
de fakihlerin «Yanlışlıkla kesen
kimse delâleten izni olduğundan
diğer kimsenin kurbanını kesmesi geçerlidir.»
sözleri ifade ediyor ki, bunlardan herhan-gi birisi
diğerine koyunun kıymetini
tazmin ettirmeye kalkışırsa, tazmin
ettiremez.
Bedâyî'de buna aykırı olan bir
ifade vardır. Bedâyî'de şöyle denilmiş-tir: «İki kişi yanlışlıkla
birbirinin koyununu kesseler, daha
sonra birbirle-riyle helâlleşmeseler, her biri diğerine karşı olan
tazminatı ödemiş olsa, kesilen kurban onun olur. Caiz de olur. Zira tazminatla ona mâlik
ol-muştur.»
Bedâyî'deki bu ifade üzerine, bu iki kimse iki şey arasında
muhay-yerdirler. Birisi, sahibine tazmin
ettirmek ve kesilen kurbanın
kendi ye-rine geçmesi, ikincisi, tazmin ettirmeyecek her birinin kestiği
kurbanın yerine kesilmesidir. Bu
iki şey arasında muhayyerdirler. O zaman fakihlerin
«garimsiz
olarak» sözü bunlardan her
birinin diğer arkadaşının kesimine
razı olduğuna yorumlanır.
Düşünülsün.
«Ben derim ki ilh...» Geçen mesele
şu bahiste idi: Kurban kesen kim-se
yanılarak diğer arkadaşının
kurbanını kendi yerine kesmiş
olsa. Bura-da da sarih şunu açıklamak
istemektedir: Birisi diğerinin
kurbanını izin-siz olarak kesmiş olsa,
kendi nefsinin veya mâlikinin yerine...
Biz bu bahsi, İtkanî'den
özetle zikrettik.
«Kurbanı onun için yeterlidir ilh...» Yani koyunu satın alan için ye-terli
olur. Çünkü o satın almasıyla
kurbana niyetlenmiştir. Bizim de açık-ladığımız
üzere, başkasının onun kurbanını kesmesi
zarar
vermez. Zeylaî.
«Eğer tazmin ettirirse ilh...» Yani kurbanı satın alan kimse izinsiz olarak kesen
kimseye kıymetini
tazmin ettirmiş olsa, o kurban satın alan için olmaz, kesen kimse için caiz olur. Çünkü onun
tazminatı ödemesiyle açıklandı
ki, kan akıtmak onun için mülkiyeti üzerine hasıl olmuştur.
Bu da ilh...» Yani bu kurbanın
sahibi yerine vaki olması, eğer
kur-ban sahibi kesen kimseye
tazmin
ettirmezse, yok eğer tazmin ettirirse,
kurban sahibinin değil, kesen kimse
yerine vâki olur.
«Sahibinin yerine kesmişse
ilh...» Şurunbulâliye'de Minyetü'l-Müfti'den naklen şöyle denilmektedir:
«Bir diğer kimsenin kurbanını sahibinin yerine
niyet ederek ondan izin almadan kesmiş olsa,
caizdir. Üzerinde bir tazminat
da yoktur.»
Bu kesimin caiz olması istihsandır. Çünkü izni delâleten mevcuttur. Nitekim Bedâyî'de olduğu
gibi.
Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir : «Bu mesele, Asi adlı eserde
mutlak olarak zikredilmiştir.
Enâs'ta da sununla
kaydedilmiştir: «Sahibi kurban için
koyunu yatırsa, bir diğeri de gelip ondan
izin almadan onun yerine niyet ederek kesse, caizdir.» Gıyasiyed'e de, «Asl'da mutlak
zik-redilen
daha muhtardır.» denilmiştir.
Yani alış anındaki niyetle
yetinilir. O koyun da kurban için taayyün
eder. Nitekim biz bir sayfa önce
bunu zikrettik.
Bundan şu istifade edilir ki, eğer
kesilen hayvan kurban için
tayin edilmemişse, kesen adam,
kestiği zaman koyun sahibinin yerine kurban niyetiyle de kesmiş
olsa, sahibi için kurban olmaz ve
kesen kimse onu tazmin eder.
Hâniye'de şöyle denilir: «Bir kimse kurban günlerinde beş tane ko-yun alsa, hiçbirini tayin etmeden
birisini kurban etmeyi niyetlense,
birisi ele kurban günü onlardan birisini
sahibinden emirsiz
sahibinin niyetiyle kesmiş olsa, ona zamin olur.»
Bu yerde yazılan şudur: Eğer bu
kimse yanılırsa, başkasının kurban-lığını kendi için kesse. kesilen
kurbanlığın sahibi muhayyerdir. Eğer ona tazmin ettirirse,
kurban kesenin yerine geçer. Yok eğer
tazmin ettirmezse, sahibinin
yerine geçer. Nitekim biz bunu Bedâyî'den de zikrettik. Yine bunun
gibi, bir başkasının koyununu
kendi nefsi için kesse, hüküm
böy-ledir.
Bu görüşe göre, ister kendi
yerine kesmiş, isterse sahibinin yerine
kesmiş olsa, ikisinin arasında
fark yoktur. Bununla bizim İtkanî'den nak-len zikrettiğimiz «Kasten kesmek,
yanlışlıkla kesmeye
benzemez» sözünü düşün. Ama mâlikin
yerine keserse, malikin yerine
geçer. Yine bunda da malik
için bir muhayyerlik var mıdır?
Ben bu konuda bir açıklık görme-dim. Dış görünüşe bakılırsa,
evet,
muhayyerlik vardır. Allah
daha iyisini bilir.
«Canlı olarak tazmin eder... zahirdir ki ilh...» Sahih nüshada
böyledir. Bazı nüshalarda burada bir
ziyadelik vardır ki, onu düşürmek vâcibtir. Çünkü onun için burada bir anlam yoktur. Yalnız o
ziyadelikte «Nasıl satın alsa» sözü doğrudur. Yani eğer
malike gasbettiği şeyi tazmin eder-se satım
akdi geçerli olur. Çünkü mülkiyet,
bir satışa istinaden vaki ol-muştur.
İşte bu ifade ediyor ki, kesilen
kurbanlığın mülkiyeti kesenedir,
onu kesilmiş olarak almıştır.
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir koyun gasbetse, onu kur-ban etse, o kurban olmaz.
Çünkü mülkiyeti yoktur.
Sahibinin yerine de de olmaz. Çünkü
sahibinin de izni yoktur. Sonra sahibi
kesilen koyunu alırsa, kesimin getirdiği noksanlığı
da gâsıba tazmin ettirse, yine
öyle-dir, her ikisi
için de caiz değildir. Bu iki kimsenin üzerine de diğer bir ko-yunu kurban etmek gerekir. Ama eğer
mal sahibi gasıbtan canlı olarak kıymetini alırsa, kesen için
kurban olarak yeterlidir. Çünkü o
kurbanlığa gasb vaktinden
itibaren zimaniyetle malik olmuştur. O
zaman o gâsıb, kendi mülkü olan
bir koyunu kesmiştir. O kurban da ona yeterlidir. Şu kadar var ki günahkâr olmuş olur. Çünkü
fiilinin başlangıcında mahzur
vaki olmuştur. Onun tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.»
Ben derim ki: Bu, Eşbâh ve
Zeylaî'den naklen geçen ifadeye aykırı değildir. Eşbâh ve Zeylaî'nin
ifadeleri şöyledir: «Eğer mal
sahibi tazmin ettirirse, kesilen kurban kesen için vaki olur. Aksi halde
mâlike ait sayı-lır.» «Çünkü
burada da eğer sahibi o koyunu kurban
için hazırlamışsa, o zaman
kesen kimse dolaylı yoldan izinli sayılır. Nitekim bunun
takriri geçti. Burada da başka
şey
hususundadır ki, işte bundan
dolayı burada fakihler gasbedilen koyun
ifadesini kullanmışlardır.
«Açıktır ki ilh...» Bu görüş, gasbedilen kurbanın sahih
olmasının zaminiyetle kayıtlı olmasının
illetidir.
Kuhistanî'de şöyle denilmektedir:
«Bazı âlimler tarafından, «Gasbedilen
koyunun kurban edilmesi,
ancak kesim günlerinde tazminatını öder-se, caizdir.» denilmiştir,
Ebû Yûsuf ve Züfer'den de
gasbedilen koyunun kurban edilmesinin geçerli olmadığı
rivayet edilmiştir.»
«Başkasının mülkünde meydana
gelmektedir ilh...» Ama gasb bu-nun aksinedir. Çünkü gasbta
mülkiyet tazminata dayanır.
Nitekim yu-karıda geçti.
Bununla ilgili Sadrı Şerîa'nın
bir bahsi vardır ki cevabı ile birlikte Mi-nâh adlı eserde
zikredilmektedir.
«Ariyet olarak alınan hayvan emânet gibidir ilh.:.» Şurunbulâliye'de
şöyle denilmektedir: «Emanet
(vedîa)ten maksat başkasının yanında emâ-net olarak bulunan herhangi
birşeydir. Nitekim
Zendosti'den naklen Feyz adlı eserde
de böyledir.» H.
Bedâyî'de de şöyle denilmiştir:
«Emânet hakkında senin bildiğin
ce-vap, ariyet ve kira akdinde de
aynıdır. Meselâ birisi ariyet olarak bir de-ve, bir erkek deve, bir öküz alsa veya
kiralasa, onu da
kurban etse, onun kurbanına
yeterli olmaz. İster kesilmiş halde onu mâliki alsın, ister mâ-lik onu
kıymetini tazmin ettirsin. Çünkü onun elinde emânettir. Ancak onu kesimle tazmin ettirir. O zaman o
emânet gibidir.»
Hülâsa ve Bezzâziye'de, Kuhistanî'nin de Nazm'dan naklettiği şu ziyadelik bulunmaktadır: «Bir malı,
mâliki adına meccânen satış için elin-de bulunduran (müstebdî) rehin alan, koyunu satın almak
veya birisinin malını korumak için vekil olan kimse
müvekkilinin, yahut karı veya koca eşinin
koyununu izinsiz olarak kurban ettikleri takdirde kurbanları
caiz olmaz.»
«Rehin edilen koyun da gasbedilen koyun gibidir ilh...»
Bu görüş, Zahiriye'de olana aykırıdır. Zira
Zahiriye'de, «Rehin edilen koyun, emânet bırakılan koyun gibidir.»
denilmektedir. Bizim Hülâsa ve
diğer eser-lerden naklen zikrettiğimize de aykırıdır. Şu kadar var ki, Tatarhâniye'de Seyrefiye'den
naklen şöyle denilmektedir:
«Rehin alan, rehnedilen koyu-nu kurban
etse, caiz değildir. Kadı
Cemaleddin ise «caizdir» demiştir. Ama rehmeden onu kurban etmiş olsa, caiz
olur.» Haniye.
- Bedâyî'de şöyle denilmektedir:
«Bir koyun rehin edilirse, uygun olan, onun kurban edilmesinin
caiz olmasıdır. Zira o koyun
gasbta olduğu gibi kabız vaktinden
itibaren rehin alanın mülkü olmuş
olmaktadır. Belki gasb-tan daha
uygundur.» Meşayihten bazısı da bu konuda açıklama yaparak
şöyle demişlerdir: «Eğer
rehin verilen hayvan, borç kadar ise caizdir.
Eğer borçtan fazla ise, uygun
olan caiz olmamasıdır. Çünkü onun
bazısı borç ile mazmundur. Bazısı ise elinde emânettir.
Emânet
miktarında kesimle zamindir. O zaman emânet durumunda olur.»
«Ortaklı olan koyun da emânet gibidir ilh...» Yani o da emânettir. Çünkü açıktır
ki, ortağının hissesi
onun elinde emânettir. H. Yani
emâ-net gibi o da kurban olarak yeterli
olmaz. Açıktır ki, burada
ortaklı ko-yundan maksat da, ortak olan
tek koyundur. Ama bunun aksine iki ko-yuna iki kişi ortak
olsalar iki ortak iki koyunu
kurban etmiş olsalar ca-izdir. Nitekim musannif da bunu biraz ileride
zikredecektir.
«Peygamber (s.a.v.)'in kurbanlık koyunun rengi siyahtır ilh...» Pey-gamber (s.a.v.)'in koyunlarının
renginin siyah oluşu İbni Şıhne'nin, İbni Vehbân'ın sözlerinin şerhinden
anlaşılmaktadır. Ki bunda
değiştirme ol-muştur. Doğrusu, «Peygamber
(s.a.v.) kurbanlık koyununun rengi
beyaz-dır.» şeklidir.
Nitekim Şurunbulâliye de bunun doğru olduğuna dikkat çekmiştir. Nazm'ın açıklamasında biz
Şurunbulâliye'nin sözlerini zikrede-ceğiz.
Şurunbulâliye'nin sözünü Hidâyede
olanda teyit eder.
Hidâye'nin ifadeleri şöyledir: «Peygamber; (s.a.v.) iki emlâh
(beyaz) burulmuş koç kurban etmiştir.
Nitekim biz de bunu zikrettik.»
Âlimler buradaki «emlâh»
sözünde ihtilaf etmişlerdir.
Ebussuud, İbni Hacer'in
Fethü'l-Bâri adlı eserinden naklen şöyle de-mektedir: «Emlâh, beyazı
siyahından daha çok olandır. Buna ağber
de denilir. Bu da Esmaî'nin görüşüdür. Hattabî de şunu
ilâve etmiştir: Emlâh, yünleri arasında beyaz tabakalar olandır. Buna halis beyaz da denilebi-lir.
İbnü'l-Arabî de böyle
demiştir.»
İmam Şafiî de kurbanla beyazın
siyahtan daha faziletli olduğuna bu hadisi delil
getirerek
tutunmuştur.
Bazı âlimler de, «Emlâh, kırmızıya çalan bir beyazdır.» demişlerdir. Bazı âlimlere göre ise emtah,
siyaha bakar, siyahta yer, ve
siyahta yatar, yani görme yeri olan gözleri, yeme yeri oian ağızlan,
yürüme yeri olan ayaklan ve yatma yeri siyah olan
hayvandır ki bunların dışındaki yerleri beyazdır.
Ben derim ki: Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Koyundan kurban
edildi-ği takdirde faziletli olanı
boynuzlu, burulmuş ve emlah olan
koçtur. Emlah'tan maksat beyazdır.»
Bedâyî'nin sözlerinin acık anlamı
ki. beyazdan maksat hâlis beyaz-dır. O
zaman Bedâyî'de olan
ifade Şafiî'nin sözüne uygun düşer. Emlah kesilmesi İnâye ve Kifâye'de de içinde birkaç siyah kıl
olan beyazlıkta tefsir edilmiştir.
Kamus'ta da böyledir. O zaman Bedâyî'de olan ifadeyi bunun
üzerine yorumlamak mümkündür.
«Eğer bununla varid olmuştur Uh...» Burada
eserden maksat, Hz. Peygamber'in
iki emlah koçu
kurban ettiği rivayetidir.
Şurunbulalî şerhinde şöyle demektedir: «Denilir ki,
Peygamber oley-hisselöm koçlardan birisini
kendisine ve âline, diğerini de
ümmeti yerine kesmiştir. Bundan
dolayı bir şahsın iki koç kesmesine
sünnet olarak hükmedilmemiştir.»
«Hepsinin vacib olmasıdır
ilh...» Zahîreye'de de böyle tefsir edilmiş tir. Sadrı Şerîa'dan naklen
Tatarhâniye'de de «Acık olan
budur» de-nilmiştir. Nazm'da da ileride gelecektir. Öyleyse on kurban
adayan kimsenin onunu da kurban kesim
günlerinde kurban etmesi gerekir. Kurban kesim
günlerinden sonra ise, eğer bunları belirtmişse, onlar» canlı olarak tasadduk eder. Nitekim metinde
gecenden de bu anlaşılır.
Şurunbulalî, şerhinde şöyle
demektedir: «Ben derim ki, on kurbanı adayan kimsenin iki veya on
tane kurban kesmesinin sahih görmekte dü-şünmek gerekir. Bana üstün gelen kanaat
şudur ki, o
kimsenin on kurban adaması nefsine öğle namazını on rekât olarak
gerekli kılma |