METİN
Yukarıda
geçtiği gibi büyük havuz sayılmayan bir kuyuya hayvandan başka bir pislik
düşer yahud suda yaşamayan kanlı bir hayvan kuyuda ölür de şişer, tüyleri
dökülür veya dağılırsa, yahud dışarıda ölüp kuyuya atılırsa mutemed kavle
göre kurumuş bir fare dahi olsa düşen çıkarıldıktan sonra kuyunun da bütün
suyu çıkarılır. Bundan yalnız temiz olan şehidle, yıkanmış müslüman cenazesi
müstesnadır. Kâfir ise mutlak surette kuyuyu pisler; düşük çocuk gibidir.
Velev ki
düşen pislik hafif necaset yahut bir damla sidik, bir damla kan veya
mumlanmış bir fare kuyruğu olsun. Mumlanmamışsa bir faredeki kadar su
çıkarılır. Velev ki hayvan dışarıda dağılıp sonra kuyuya atılsın. Bunu Vânî
söylemiştir.
Kuyunun bütün
suyundan murad; pisliğin düştüğü andaki sudur. Bunu İbn Kemal söylemiştir.
Mutemed kavle göre derinliğe itibar yoktur. Ancak düşen necaset, pis odun
parçası veya pis bez parçası gibi bir olur da çıkarılmasına imkân bulunmazsa
o başka. Suya kovanın yarısını dolduramayacak miktara ininceye kadar
çıkarmakla bütün eşya kuyuya tâbi olarak temizlenir. Bir kısmını çıkarır da
kalanını yarına bırakır ve su artarsa sahih kavle göre kalan miktarı
çıkarır. Bunu «el-Hulâsa» sahibi beyan etmiştir. Musannıf, hayvanın
düşmesini ölmekle kayıtlamıştır. Çünkü diri olarak çıkarılırsa, aynı necis
olmamak, üzerinde hades veya pislik bulunmamak şartı ile hiç bir şey lâzım
gelmez. Meğer ki ağzını suya daldırmış olsun.
Bu takdirde
artığına bakılır. Artığı pis olan hayvanlardansa kuyunun bütün suyu
çıkarılır; değilse bir şey çıkarılmaz. Sahih olan kavil budur. Evet, şüpheci
hayvanlardansa su temizleyici olsun diye on kova çıkarmak menduptur. «El-Hâniyye»de
böyle deniliyor. «Tatarhâniyye»de: «Fare düşerse yirmi, kedi ve pislik
karıştıran tavuk düşerse kırk kova su çıkarılır. Nitekim hadesli insanda da
bu miktar çıkarılır» ifadesi ziyade edilmiştir. Sonra bu hüküm farenin
kediden, kedinin köpekten, koyunun kurttan kaçmış olmadığına göredir.
Kaçarak kuyuya düşerlerse mutlak surette kuyıınun bütün suyunu çıkarmak icap
eder. Nitekim «Cevhere»de de böyle denilmiştir. Lâkin «en-Nehir»'de «Müctebâ»'dan
naklen: «Fetva bunun aksinedir; çünkü hayvanın suya bevlettiği şüphelidir»
denilmiştir.
İZAH
Musannıf az
suyun içine necaset düşmekle suyun pis olacağını ve o suyu dökmek lâzım
geleceğini anlattıktan sonra arkasından kuyu meselelerini getirmiştir. Çünkü
bunlardan bazıları az su hükümlerine uymazlar. Kuyu meseleleri kıyasa değil,
naklî eserlere ibtina eder. «Fethü'l-Kadîr»'de: «Zira kıyas ya Bişr'in
dediği gibi hiç temizlenmemesini iktiza eder. Çünkü pislik kuyunun
çamurlarına, duvarlarına karıştığı icin temizlenmesine imkân yoktur. Su ise
azar azar kaynar yahut hiç pislenmemesini gerektirir. Zira bundan korunmaya
imkân yoktur. Veyahut temizlenmesi İmam Muhammed'den nakledildiği şekilde
olur. İmam Muhammed: «Kuyu suyunun akar su hükmünde olduğunda Ebu Yûsuf'la
ikimizin reyi birleşti. Çünkü kuyu altından kaynar; üstünden su alınır.
Binaenaleyh hamam havuzu gibi o da pislenmez» demiştir. Biz de naklî
eserlere uyarak kuyulardan birkaç kova su cıkarıp atarsak mes'ul olmayız.
«Tarikat icabı insan, Peygamber (s.a.v.) ile ashabı (r.a.) hazeratının
elinde, yedekçinin elindeki kör gibi olmalıdır» denilmiştir. «Fethü'l-Kadîr»
sahibi bundan sonra rivâyet edilen eserleri senetleri ile sıralamıştır.
Müracaat edebilirsin.
Şârihin
«hayvandan başka» kaydına lüzum görmesi musannıf, hayvan hükümlerini başka
yerde hassaten beyan ettiği içindir. Mutemed kavle göre kuyuya kurumuş bir
fare dahi düşse onu pisler. «Hızânetü'l-Fetavâ»da: «Kurumuş fare kuyuyu
pislemez. Zira kuruması dibagatıdır» denilmişse de bu kavil zayıftır.
Nitekim «el-Bahr»da da böyle denilmiş; «el-Hilyesde güzelce açıklanmıştır.
Şehidin
temizliğinden murad: üzerinde pislik akar kan bulunmamaktır. Necasetler
bahsinde görüleceği vecihle şehidın kanı, üzerinde bulunduğu müddetçe afv
sayılır. Bunun ifade ettiği mânâ; şehidin üzerinde kan bulunursa suyu
pislemez demektir. Onun için «el-Hâniyyeade; «Şehit az olan suya düşerse onu
pislemez. Ancak kanı akarsa o başka!» denilmiştir. Lâkin bundan anlaşılan
şudur: Şehitten akar kan çıkarsa suyu pisler. Bu da akacak kuvvette olmayan
kanın çıkmasından ihtiraz içindir. Yoksa şehidin üzerinden suya kan akarsa
demek değildir. Teemmül et!
Evet,
pislenmeyi akar kuvvetinde olup da suya karışırsa diye kayıtlamak gerekir.
Kan, şehidin üzerinden ayrılmazsa suyu pislemez. Teemmül et!
Yıkanmış
müslüman cenazesi temizdir. Fakat yıkanmadan suya düşerse, ulema az olan
suyu pisleyeceğini bildirmişlerdir. Böyle bir cenaze sırtında iken namaz
kılmak vâiz değildir. «Muhît» sahibi bununla istidlâl ederek; «ölünün pislik
necasetidir, hades necaseti değildir. Çünkü kanlı hayvandır. Diğer hayvanlar
gibi o da suyu pisler» demiş, «el-Kâfî» sahibi de bu kavli sahih bulmuştur.
«Bedâyı»'de bu kavil ulemanın umumuna nispet edilmiştir.
Ben derim ki:
Bu söz İmam Muhammed'in «el-Asıl»daki «Cenazeden dökülen yıkantı suyu
pistir» sözünü bizim te'vil ettiğimiz mânâda te'yit eder. «Müsta'meldir;
sahih olan budur» diyenlerin kavlini zayıflatır. Anla!
Kâfirin
cenazesi, yıkansın yıkanmasın mutlak surette suyu pisler, el-Bahr'ın
cenazeler bahsinde: «Ulema kâfirin yıkanmakla temizlenmeyeceğine ittifak
etmişlerdir. Yıkandıktan sonra dahi onun cenazesi sırtında olan kimsenin
namazı sahih değildir» deniliyor.
Ben derim ki:
Bu söz dahi «Ölünün necaseti hades necaseti değil, pislik necasetidir»
diyenleri ve yukarıda söylediklerimizi te'yit eder. Anla!
Şârih «düşük
gibidir» sözünü «Bahr» ile «Kuhistânî»'ye uyarak mutlak söylemiştir.
«el-Hâniyye»de ise bu söz düşen çocuğun ağlamaması ile kayıtlıdır.
«el-Hâniyye» sahibi: «Düşük çocuk ağlamazsa (yani hayat eseri göstermezse)
yıkansa bile suyu pisler. Ağlar da ölürse hükmü büyük insan gibidir.
Yıkandıktan sonra suya düşerse onu pislemez» diyor. Onu taşıyanın namazı da
bu hükme göredir. Nitekim «el-Hâniyye»'de bu da zikredilmiştir. Yine aynı
eserde bildirildiğine göre tavuktan çıkan taş yumurta, koyundan doğan kuzu
suya düşerse onu pislemez.
Ben derim ki:
Düşük çocuk meselesinin izâhı şöyledir: Çocuk hayat eseri göstermezse ona
heryönden insan hükmü verilmez. Yıkanmakla temizlense bile namazı kılınmaz.
O sair hayvanların ölüsü hükmündedir. Hayat eseri gösterirse böyle değildir.
Bu sefer ona
büyük insan hükmü verilir.
«Suda
yaşamayan kanlı hayvan» tâbiri; arı ve akrep gibi kansız hayvanların ve keza
balık ve yengeç gibi suda yaşayanların suyu pislemediğine işaret etmektedir.
Uzuvları suya dağılanın büyük veya küçük olması fark etmez. Farenin, insanın
ve filin suda ölüp dağılmaları hep birdir. Çünkü çürümüş parçası yerinden
ayrılmıştır. Bu necistir ve mayidir. Binaenaleyh şarap damlası hükmündedir.
Onun için «el-Bahr»da: «Kuyuya bir fare kuyruğu düşerse bütün suyu
çıkarılır» denilmiştir. Bundan anlaşılır ki bir hayvan dağılmaksızın
yaralansa kuyunun bütün suyu çıkarılır. Onun bir parçası dağılması gibidir.
Bu sebepten «el-Haniyye»de: «Ölü etinden bir parça suyu pisler» denilmiştir.
Suya düşen
pislik hafif bile olsa onu pisler. Zira tahfifin eseri dörtte bir miktardan
azın affolunmasıdır ki, suda bu kendini gösteremez. Tahtavî'nin ifadesine
göre bu su, bir elbiseye sıçrarsa zahire bakarak hafif necaset sayılamaz.
«Mumlanmamış
fare kuyruğu»ndan murad; kesilen yerine suyun temasına mâni olacak mum ve
zamk gibi bir şey konmayan demektir. Şayet kesilen yer zamklanırsa kuyruk
fare hükmünü alır. Yani şişmemiş veya dağılmamışsa yirmi kova su çıkarmak
icap eder.
Mutemed kavle
göre suyun derinliğine itibar yoktur. Bu mutemed kavlin makabli şudur:
«Kuyunun derinliği ona on arşın ebadında ise çok su hükmündedir. Evvelce
gördük ki, bu sözü sahih kabul etmek gariptir. Cumhur ulemanın mutlak olan
kavillerine aykırıdır. Onun için «el-Bahr» sahibi: «Aşikârdır ki bu kavlin
sahih kabul edildiği sübut bulsa, ulemamızın kitaplarındaki meseleler
yıkılırdı» demiştir. Kuyunun pislenen suyu evvelâ necaset çıkarıldıktan
sonra temizlenir. Çünkü necaset kuyuda iken su çıkarmanın bir faydası
yoktur. Zaten kuyunun pislenmesine düşen necaset sebeb olmuştur. O kuyuda
iken kuyunun temizlendiğine hüküm vermek mümkün değildir. Nakledilen eserler
suyun çıkarılması gerektiğine delâlet ettiği için kuyunun bütün suyu
çıkarılır. Çamuru çıkarılmaz. Lâkin ihtiyaten o çamurla mescit sıvanmaz.
Kuyunun necaset düştüğü andaki suyu çıkarılır. Necaseti çıkarmadan su
artarsa fazlasını çıkarmak icap etmez. Bu husustaki iki kavlin biri budur.
Aşağıda çıkarma vaktinin nereden itibar edileceği gelecektir. O kavle göre
fazlasını çıkarmak icap eder. Şimdi şu mesele kalır:
Necaset
düştüğü anda çıkarılması icap eden su miktarı mevcut değil de sonradan
artarak bu miktarı bulursa, yine düştüğü an mı muteber olacaktır? Şarihin
sözüne göre evet, o an muteberdir. Fakat «el-Bahr»'da: «Su çıkarıldıktan
sonra o miktarı bulursa artık ondan bir şey çıkarılmaz» denilmiştir.
Şârihin
«Çıkarılmasına imkân bulunmazsa o başka» sözüne «el-Bahr» da itiraz edilmiş:
«Bu söz ancak kuyu kaynaklı olup bütün suyunun çıkarılması mümkün olmadığı
zaman doğrudur. O zaman ondan malûm miktar su çıkarılır. Ama kaynaklı
değilse necasetin mutlaka çıkarılması lâzım gelir. Çünkü kuyunun bütün
suyunu atmak vaciptir» denilmiştir.
Ben derim ki:
Bazen bütün suyu çıkarmak icap ettiği halde pisliği çıkarmak imkansız olur.
Zira vacip olan evvelâ pisliği çıkarıp atmaktır. Bildiğin gibi suyu
çıkardıktan sonra vacip değildir.
«Pis odun
parçası, pis bez parçası» tâbirleri necasetin aynı çıkarılmak lâzım
geldiğine işarettir.
Ben derim ki:
İmkânsız olsa bile çıkarılmak lâzımdır. Kuhistânî'de «el-Cevâhir»'den naklen
şöyle deniliyor: «Kuyuya bir serce düşer de çıkarılmasına imkân bulunamazsa,
serçe kuyuda kaldığı müddetçe kuyu pistir. Serçenin değişip çamur olduğu
anlaşılıncaya kadar o kuyu terk edilir. Bazıları altı ay terk edileceğini
söylemişlerdir».
Suyu kovanın
yarısını doldurmayacak derecede azalıncaya kadar çıkarmakla bütün eşya yani
kova, İp, makara ve çıkaranın eli kuyuya tâbi olarak temizlenir. Çünkü bu
eşyanın pislenmesi kuyunun pisliği sebebi iledir. Binaenaleyh kuyu
temizlenince bunlar da temiz olur. Nasıl ki, şarap sirke olunca ona tebean
küpü de temizlenir. Taharet yeri temizlenince ona tebean taharetlenenin eli
de temiz olur. Elinde pis su eseri varken ibriğin kulpunu tutarsa elini üç
defa yıkamakla ona tebean ibriğin kulpu da temizlenir.
Şârihin
«Hulâsa»dan naklettiği mesele, yani suyun bir kısmını çıkarıp bir kısmını
yarına bırakması meselesi «el-Hâniyye»de de mevcuttur. Bu kavil suyu
çıkarırken ara vermeden her kovayı peşi peşine çekmenin şart olmadığına
binaendir. Muhtar olan kavil budur: Nitekim «Bahr» ve «Kuhistânî»de de böyle
denilmiştir.
Kuyudan diri
olarak çıkarılan hayvanın aynı necis değil, üzerinde de hades veya pislik
bulunmazsa kuyu temizdir. Fakat domuz ve bir kavle göre köpek gibi aynı
necis bir hayvan düşerse kuyu mutlak surette pis olur. Hadesli, yani
abdestsiz bir kimse kuyuya düşerse kırk kova su çıkarılması menduptur. Düşen
hayvanın üzerinde necaset bulunduğu bilinirse kuyu mutlak surette pislenir.
el-Bahr'da şöyle deniliyor: «Necaset bulunduğu bilinirse diye kayıtladık.
Çünkü ulema; sığır ve emsali bir hayvan kuyudan diri çıkarılırsa bir şey
lâzım gelmeyeceğini söylemişlerdir. Velev ki zâhire göre hayvanın sidiğinin
uyluklarına bulaşmış olabileceği düşünülsün. Lâkin bu hayvanın büyük bir
suya girerek pisliğin yıkanması ihtimali vardır. Zaten eşyada asıl olan
temizliktir».
«Fethü'l-Kadîr»de dahi buna benzer izahat vardır. Ancak böyle bir hayvan
kuyudan diri olarak çıkarıldığında yine yirmi kova su çıkarmak menduptur.
Çünkü «el-Haniyye»de şöyle deniliyor: «Kuyuya bir koyun düşer de diri olarak
çıkarılırsa, temizlemek için değil de kalbi yatıştırmak için yirmi kova su
çıkarılır. Hiçbir şey çıkarmadan abdest almak câizdir. Eşek ve katırın hükmü
de böyledir. Sudan diri olarak çıkarılır da ağzına su girmezse kuyu
temizdir. Eti yenilen deve, sığır, koyun, kuşlar ve kapalı tavuk hep aynı
hükümdedir. (Yani bunlarda da kalbi yatıştırmak için yirmi kova su
çıkarılır). «Muhtârâtü'n-Nevâzil»de de bunun gibi izahat vardır.
Şârih:
«Şüpheli hayvanlardansa su temizleyici olsun diye on kova çıkarmak
menduptur. «el-Hâniyye»de böyle deniliyor» demişse de ben bunu
«el-Hâniyye»de göremedim. Orada söylenilen şudur: «Katır ve eşek düşerse
ağzına su girdiği takdirde kuyunun bütün suyu çıkarılır». el-Bahr'da da aynı
esere ve diğer kitaplara nisbet edilerek bu söylenmiştir. Bir benzeri de
«Dürer» dedir. «Dürer» şârihi onu «Mubtegâ»'ya nisbet etmiştir. «Bedâyı»,
«Kuhistânî», «İmdad», «Havî»,«Kudsi», «Muhtaratü'n-Nevâzıl», «Bezzâziye» ve
diğer kitaplarda dahi mevcuttur. «el-Münye»de: «Ebû Yusuf'tan böyle rivayet
edilmiştir» denilmiş; aynı eseri şerheden Halebî, başkasından bunun
hilâfının rivayet edilmediğini söylemiştir. «Fethü'l-Kadir» de: «Ağzı suya
girerse necis hayvanda suyun hepsi çıkarılır. Şüpheli hayvanda da
ekseriyetin kavli budur» denilmiştir. «el-Cevhere»de: «Kezâ artığı pis veya
şüpheli olan her hayvanda suyun hepsi çıkarılır» deniliyor. «es-Sirac»da
dahi: «Katır ve eşek artığından dolayı suyun hepsi çıkarılır. Çünkü suyun
temizleyiciliği kalmamıştır» denilmektedir. «el-Hilye»de: Çünkü su şüpheli
olmuştur. Bu esah kavle göre temizleyici olduğuna hüküm verilmeyen sudur.
Mekruh su böyle değildir. Onun temizleyiciliği gitmiş değildir» denilerek
illeti beyan edilmiştir. Buna benzer ta'lil, «Fethu'l-Kadir»'de de vardır.
Lâkin
«el-Bahır» da «Muhit» ten naklen şöyle deniliyor: «Eşeğin artığı suya
düşerse ona galebe çalmadıkça abdest almak câiz olur. Zira bu su İmam
Muhammed'e göre müsta'mel su gibi temiz, fakat temizleyici değildir».
Ben derim ki:
Lâkin bu söz bildiğin gibi ekser ulemanın sözlerine aykırıdır. Velevki şarih
gelecek artıklar bahsinde onu tercih etmiş olsun. Biz bu husustu ona
tenbihte bulunacağız.
Hâsılı eşeğin
ağzı suya girerse su şüpheli olur. Ve artığı pis olan hayvanlarda olduğu
gibi kuyunun bütün suyu çıkarılır. «el-Münye» şerhinde şöyle deniliyor «Zira
ikisi de temizleyici olmamakta müşterektirler. Velev ki temizlikte
ayrılsınlar. Su çıkarılmazsa çok defa ondan biri abdest alabilir. Halbuki
yalnız onunla namaz caiz değildir. Binaenaleyh hepsi çıkarılır». «el-Hilye»
sahibi diyor ki: «Ağzına su girmezse mesele böyle değildir. Çünkü sahih
kavle göre su şüpheli olmaz. Nitekim «et-Tuhfe»de de böyle denilmiştir.
Koyunda olduğu gibi ondan sadece yirmi kova su çıkarılır».
Ben derim ki;
Bununla «en-Nehir» sahibinin: «Lâkin «el-Hâniyye»'de bildirildiğine göre
sahih kavil katır ve eşekte suyun şüpheli olmamasıdır. Şu halde hiçbir şey
çıkarmak icap etmez. Evet, on kova çıkarmak mendup olur. Bazıları yirmi kova
çıkarılacağını söylemişlerdir» sözünün menşeinin suyun ağzına girip
girmediğinde şüphe edildiği hal olduğu anlaşılır. Şârih de ona uymuştur.
Dikkat et! Sonra üstatlarımızın üstadı Rahmetî'nin buna tenbihte bulunduğunu
gördüm.
Hadesli, yani
abdestsiz veya cünüp bir kimse kuyuya düşerse kırk kova su çıkarılır. Bunu,
«Tatarhâniyye» sahibi «Feteva'l Hücce»ya nisbet ederek söylemiş: sonra
«Gıyasiyede» de bütün suyun çıkarılacağını bildirildiğini nakletmiştir.
«Vehbaniyye» şerhinde şöyle deniliyor: Tahkik şudur ki, müsta'mel suyun pis
olduğu itibara alınarak İmam A'zam'la Ebu Yûsuf'a göre bütün suyu çıkarmak
icap eder. Bazıları İmam A'zam'a göre kırk kova çıkarılacağını
söylemişlerdir. İmam Muhammed'in mezhebine göre ise o suyun temizleyiciliği
kalmaz. Şeyhayn'a göre de sahih olan budur. Binaenaleyh su temizleyici olsun
diye yirmi kova çıkarılır». Meselenin tamamı aynı eserdedir.
«Bedâyi»
sahibi yirmi kovayı müşkil saymıştır. «Zira müsta'mel su temizdir. Sâir
ma'yiler gibi o da mutlak suya galebe etmedikçe zarar etmez» demiş; sonra
şöyle devam etmiştir: «Ama ihtimal de, denilebilir ki suyun temizliği yüzde
yüz belli değildir. Zira sair mayilerin aksine bunda hilâf vardır. Şu halde
şeriatın bildirdiği en az miktar çıkarılır ki o da ihtiyaten yirmi kovadır.»
Ben derim ki:
Bu mesele müstla'mel su hakkında, «Dışarıdan dökülenle vücuda temas eden
arasında fark yoktur. Müsta'mel su yalnız â'zâya temas edendir; bütün kuyuya
dağılmaz; dağılmış olsa bütün suyu çıkarmak gerekirdi. Çünkü temizleyici
olduğunda şüphe edilen suyu çıkarmak vacip olunca, temiz olmadığı muhakkak
bilinen müsta'mel suda bu hüküm evleviyete kalır» diyen kavli te'yid ettiği
gibi, «el-Bahr» sahibinin şu sözünü de te'yid eder: Bütün suyun müsta'mel
olduğunu söyleyenlerin istidlâl ettikleri fer'i meseleler müsta'mel suyun
pis olduğu rivayetine dayanır». Allahu âlem.
T E T İ M M E
: «ez-Zâhire» adlı eserde imam Hasan'ın namaz bahsinden naklen şöyle
denilmiştir: «Kâfir diri olarak suya düşerse kuyunun bütün suyu çıkarılır.
«Bedâyi»de bunun imam A'zam'dan bir rivayet olduğu kaydediliyor. Çünkü kafir
hakikî veya hükmi pislikten hâli değildir. Hatta yıkanır da hemen ardından
kuyuya düşerse bir şey çıkarmak lâzım gelmez.
Ben derim ki:
ihtimal suyun çıkarılması ihtiyat içindir. Şârihin: «Çünkü hayvanın suya
bevlettiği şüphelidir» sözü kedi ile farenin bevli kuyuyu pislediğine
binaendir. Bu hususta söz edilmiştir. Az ileride gelecektir.
M ET İ N
Kuyu
kaynadığı için bütün suyu çıkarmak mümkün olmazsa, çıkarmaya başlandığı
vakit kuyuda ne kadar su bulunursa o miktar çıkarılır. Bunu Halebî
söylemiştir. Bu hususta su işlerinden anlayan iki âdil erkeğin sözü ile amel
edilir. Bununla fetva verilir. Bazıları 200'den 300 kovaya kadar su
çıkarılır, diyenlerin kavli ile amel edileceğini söylemişlerdir. Bu daha
kolaylık, birinci daha ihtiyattır. Hayvan şişmemiş dağılmamış ve tüyleri
dökülmemiş olarak çıkartılırsa insan gibi olduğu takdirde kuyunun bütün suyu
çıkarılır. Düşük çocuk, kuzu, oğlak ve büyük kaz dahi bu hükme dahildir.
Güvercin ve kedi gibi ise vacip olarak kırk, mendup olarak altmış kova
çıkarılır. Serçe ve fare gibi bir hayvan ise yukarıda geçtiği gibi yirmiden
otuz kovaya kadar su çıkarılır. Bu hüküm kaynayan ve kaynamayan kuyuların
hepsine şâmildir. Sarnıç ve büyük kup gibi şeylerin hükmü böyle değildir.
Onların içindeki suyun hepsi dökülür. Çünkü kuyuların hükmü naklî eserlere
mahsustur. Bunu «Bahr» ve «Nehir» sahipleri söylemişlerdir. Musannıf «Kenz»
üzerine yazdığı hâşiyelerde : «Netif» nam eserde de bunun benzeri vardır,
demiş ve «Kınye» den birikinti çukurunun su kuyusu hükmünde olduğunu,
Fevait'den de büyük kısmı yere gömülmüş küpün su kuyusu hükmünde olduğunu
nakletmiştir. Buna binaen sarnıç ve büyük küp, kuyu gibidir. Onlardan da
kuyuda olduğu gibi su çıkarılır. Bu yazıyı ganimet bil!
İ Z A H
«Bütün suyu
çıkarmak mümkün olmazsa» ifadesinden murad; çıkarmak çok zor olursa
demektir. Nitekim «Münye» şerhinde «Büyük güçlükle çıkarılabilecek gibi ise»
denilmiştir. «Dürer'de dahi bu tabir kullanılmıştır. Kuyunun kaynamasından
maksat, akar su haline gelmesi değildir. «Bahr» sahibinin dediği gibi her
kovayı çıkardıkça arkasından bir o kadar yahut daha fazla su kaynamasıdır.
Halebi: «Çıkarmaya başlandığı vakit ilah...» sözünü, «Münye» şerhinde «Kâfi»
den nakletmiştir. Bazıları: «Kuyuya necaset düştüğü vakit ne kadar su
bulunursa o miktar çıkarılır» demişlerdir. Şârihin İbn Kemâl'den naklettiği
de budur. İbn Kemâl burada da aynı yoldan yürümüştür. «el-İmdad» da dahi
böyle denilmiştir. «Hidâye» sahibinin: «Kuyuda ne kadar su bulunuyordu ise o
miktar çıkarılır» sözü de buna işaret etmektedir. «Tatarhâniyye»de
«Muhit»ten naklen şöyle deniliyor:
«Kuyu
paklanmadan su artarsa bazıları necaset düştüğü zaman mevcut olan,
birtakımları da çıkarıldığı zaman mevcut olan su kadar çıkarılacağını
söylemişlerdir». «el- Haniyye» sahibi: «Bunun semeresi suyun bir kısmını
çıkarıp ertesi gün bırakıldığından daha fazla olduğunu gördüğü zaman ortaya
çıkar. Bazıları bütün suyun çıkarılacağını, birtakımları bıraktığı zaman ne
kaldı ise o miktar çıkarılacağını söylemişlerdir ki, sahih olan budur»
diyor. «Münye» şerhinde: «Bu semere necasetin düştüğü zaman değil, suyun
çıkarıldığı zaman itibara alındığına göredir. Bundan anlaşılır ki, sahih
olan kavil Kâfi'nin sözüdür» denilmiştir.
Ben derim ki:
Burası söz götürür. Bilâkis iki kavle göre de semere vardır. Çünkü semereden
murad, hilâfın semeresidir. Öyle görünüyor ki «Hâniyye»nin sahih kabul
etliği söz, necasetin düştüğü zaman mevcut olan suyu itibar eden kavildir.
Zira hilâfın hülâsası necaset düştüğü zaman mevcut olan sudan fazlasını
çıkarmak icap eder mi, etmez mi meselesidir. Muteber olan çıkarma zamanıdır
diyen, fazla suyun çıkarılmasının icap ettiğini söylemek istemiştir. Suyun
fazlalaşması çıkarmaya başlamazdan önce veya sonra olmuş, bir şey fark
etmez. İşte «Hâniyye»de suyu çıkarmaya başlamazdan sonraki surete tenbih
edilmiştir. Zira bu belli değildir. «Hâniyye» sahibi, sahih kavle göre
bıraktığı zaman mevcut olan su kadar çıkarılacağını açıklamıştır. Yani
fazlasını çıkarmak vacip değildir. Bu, necasetin düştüğü zamana itibar
edilir, diyen kavli sahih çıkarmaktır. O kavle göre sonradan fazlalaşan suyu
çıkarmak vacip değildir. Böylece anlaşılır ki burada sahih kabul edilen
kavil, «Kâfî»dekinin hilâfınadır. Benim anladığım budur. Bunu düşün!
Kuyudaki
suyun miktarını tayin için su içinden anlayan iki kişinin hakemliğine baş
vurulur. Bu iki adam kuyuda bin kova su olduğunu söylerlerse o miktar su
çıkarılır. «Münye» şerhinde böyle denilmiştir. Bununla fetva verilir. «Kâfi»
ve «Dürer» sahipleri «Esah kavil budur» demişler; İbn Kemal «Sahih olan
budur. Fetva buna göredir» ifadesini kullanmış; «el-Mi'rac»da «Muhtar kavil
budur» denilmiştir. «Hidâye »de «Fıkha en yaraşan budur», yani kitap ve
sünnetten çıkarılan mânâya» en muvafık olan budur deniliyor. Zira şeriat
tarafından şöhret bulmayan hususlarda başkasının kavli ile amel etmekte
miktar tayini vardır. Teâlâ Hazretleri: «Bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun!»
buyurmuştur.
Nitekim av
cezası ve şahit meselelerinde de hal böyledir. Bazıları iki-iki yüz kovadan
üç yüze kadar su çıkarılacağını söylemişlerdir. «Kenz» ve «Mültekâ»da buna
katiyetle hükmolunmuştur. «Hulâsa» ve «Tatarhâniyye»de: «Bu kavil İmam
Muhammed'den rivayet olunmuştur. Fetva da buna göredir» denilmiştir.
«el-Mi'rac» da «Muhtar kavlin bu olduğu» bildirilmiş, «İnâye» de ise buna
İmam A'zam'dan bir rivaret olduğu söylenmiş; «Muhtar ve kolay olan budur»
denilmiştir. Nitekim«el-ihtiyar» da da böyle denilmiştir. «el-Nehir» sahibi
iki yüz kova çıkarmanın vacip, üçüncü yüzün mendup olduğunu ifade etmişdir.
Bu suretle sahih kavil ve fetva muhtelif olmuştur. «Hilye»de ve ona uyarak
«Bahr»da bu kavil zayıf görülmüş: «Şeriatın hükmü bütün suyu çıkarmak olunca
hususî bir adetle yetinmek, bu adedi bildiren naklî bir delile bağlıdır. Bu
delil nerededir? Bilâkis İbn Abbas ile İbn Zübeyr'den rivayet oluna eser
bunun aksine delâlet etmektedir» denilmiştir.
Bu zevat,
zemzem kuyusunda bir zenci öldüğü vakit bütün suyun çıkarılmasına fetva
vermişlerdir. Mezkûr eserin insatları ve bu insatlara yapılan itirazlara
verilen cevaplar «el-Bahr» ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. «en-Nehir»
sahibi: «Galiba ulema, öşür gibi inzibat altına alındığı için İmam
Muhammed'den nakledilen kavli kolaylık olsun diye tercih etmişlerdir» diyor.
Ben derim ki:
Lâkin hem geçti, hem de gelecektir ki, kuyu meseleleri eserlere uymaya
ibtina eder. Şu da var ki ulema, İmam Muhammed'in bu fetvayı Bağdad'da
gördüklerine göre verdiğini söylemişlerdir. Bağdad'ın kuyularında su çoktur.
Kûfe kuyuları gibilerinde yüz kova çıkarılacağına dair İmam A'zam'dan
nakledilen kavil de böyledir. Zira onların suları azdır. Binaenaleyh birinci
kavle dönmek gerekir. Çünkü bu kavil o taraflarda suyu bilen ve anlayan
kimselerin takdiridir. Ona her yerin kuyuları hakkında lâzım ve geçerli
olsun diye müracaat edilecek değildir. Hilâftan çıkmak için bu kavil daha
ihtiyatlıdır. Eserlere yani naklî delillere de uygundur. «İnsan gibi olduğu
takdirde» ifadesinden murad; cüsse itibariyle insana muadil olan koyun ve
köpek gibi hayvanlardır. «Düşük çocuk, kuzu ilah... bu hükme dahildir»
cümlesi, kuyudan çıkarılacak su büyükler hakkında ne ise küçükler hakkında
da o miktardır; aralarında fark yoktur manâsınadır. Lâkin İsmail Nablusî
koyunun yavrusu küçük olursa kedi hükmünde olduğunu söylemiş, oğlu Seyyidî
Abdülganî dahi; «insan anasından ufak doğar yahut düşerse kedi gibidir.
Çünkü miktarda isme değil, cüsseye itibar olunur» demiştir.
Ben derim ki:
Lâkin evvelce «Hâniyye»den naklen gördük ki, düşen çocuk hayat eseri
gösterirse büyük insan gibidir.
Cenazesi
yıkandıktan sonra suya düşerse onu pislemez. Hayat eseri göstermezse yıkansa
bile suyu pisler. Yine gördük ki, farenin kuyruğu zamklanırsa bütün bir fare
hükmünü alır. Sonra Kuhistânî'de şunu gördüm: «Kuyuya düşük bir çocuk
düşerse bütün su çıkarılır. Ebû Hanife'den bir rivayete göre oğlak da koyun
gibidir. Diğer bir rivayete göre oğlak ve kuzu tavuk gibidir. «Zâhidi»'de
dahi böyle nakledilmiştir».
Bundan
anlaşılıyor ki oğlak, hakkında iki rivayet vardır. Zâhire bakılırsa kuzu da
öyledir. Düşük çocuğu büyük insana katmak birinci rivâyeti te'yid ediyor.
Şârihin «el-Hulâsa»ya uyarak kaz'ı «büyük olursa» diye kayıtlaması, «küçük
kaz ise güvercin gibidir» demesi ikinci rivayeti de'yid eder. «es-Sirac»da:
«İmam A'zam'a göre» kaz bir rivayette koyun gibi, diğer bir rivayette kedi
gibidir» deniliyor.
Ben derim ki:
Bu makam incelemeye ve düşünmeye değer. Bilmelisin ki, imamlarımızın
söyledikleri gibi rivayetler insan düşerse kuyunun bütün suyu, tavuk düşerse
kırk kova, faredeyirmi kova çıkarılacağını ifade etmektedir. Onun için
ileride de anlatacağımız vecihle üç derece hâsıl olmuştur. Bundan dolayı
«el-Müstesfa» sahibi. «Kuyu meseleleri rivayetlere bağlanmaya ibtina eder.
Nass fare, tavuk ve insan hakkında gelmiştir. Şu halde nasıl oluyor da
benzerleri bunlara kıyas ediliyor?» diye itirazda bulunmuş; sonra şöyle
cevap vermiştir: «Bu kaide kökleştikten sonra üzerine fer'î meseleler
yürütmek hususunda kıyasa uygun olarak sübut bulanlar gibi olmuştur».
«el-Bahr»da buna itiraz edilmiş ve: «Bu söz burada reyin dahli olduğunu
gösterir, halbuki öyle değildir. En iyisi (Bu kıyasla değil, nassın delâleti
ile hükme ilhaktır) demelidir. Nitekim «el-Mi'râc» sahibi bunu tercih
etmiştir» denilmiştir.
Bunu
bildikten sonra anlarsın ki, nass olarak rivayet edilen mezkûr üç derece
zâhir rivayette büyük ile küçük arasını ayırmamış; bu hususta nassla beraber
kalınmıştır. Onun için ulema düşük çocuk hakkında ihtilâf etmemişlerdir.
Koyun ve kaz gibi ilhak edilenler böyle değildir. Onlar hakkında küçüğü de
büyüğü gibidir, denilebilir. Bazen cüsseye bakarak fark vardır da
denilebilir. Bu sebepten onlar hakkında ihtilâf edilmiştir. Allah'ın lütuf
ve feyzi ile benim anladığım budur. Bunu ganimet bil!
T E N B i H :
Musannıfın söyledikleri bu hususta yalnız üç derece bulunduğunu ifade
ediyor. Çünkü nass yalnız üç derece bilmiştir. Ama İmam Hasan'ın Ebu
Hanîfe'den rivayetine göre kuyuya büyük kene ve küçük fare düşerse on kova,
güvercin düşerse otuz kova su çıkarılacaktır. Şu halde dereceler beşe
yükselir. Ancak metinlerde yanız üç derece bildirilmiştir. Zâhir rivaye de
odur. Nitekim «el-Bahr» ile «Kuhistânî» de beyan edilmiştir.
S A R N I Ç :
İçine su toplanan büyük havuzdur. Bazıları: sarnıca fare düşerse yirmi kova
su çıkarılır, demişlerdir. Şârih bunu reddediyor. Nitekim bunu «Nehir»
sahibi çağdaşlarından birinden nakletmiştir. Bu zat ulemanın kaynayan ve
kaynamayan kuyular arasında fark görmeyen mutlak sözleri ile istidlâl
etmiştir. «en-Nehir» sahibi «Bahr»a uyarak «Kâfi», «Bedâyi» ve diğer
kitaplardaki şu sözle bunu reddetmiştir: «Büyük küpe fare düşerse bütün suyu
dökülür. Bunun izahı şudur: Kıyasa muhalif olarak kuyuların bir kısım suyunu
çıkarmakla yetinmek, eserlerle sabit olmuştur. Başkaları onlara katılamaz.
Ama bu cevap, sarnıç hiçbir suretle kuyu sayılmadığına göre tamam olur»
demiştir. Yani sarnıcın kuyu sayılacağı iddia edilirse eserlere muhalif
olmaz, demek istemiştir. Bunu sarnıçla kuyunun her ikisinin yere kazılan
şeyler olması te'yid eder. Zira sarnıç yere kazılan ve suyuna el ermeyen
kuyudur. Kaynak, büyük küp ve havuz böyle değildir. Allame Makdisî de bu
kavle meyletmiş ve: «Bahr» sahibinin delilinin hakikatten uzaklığı
aşikardır. Büyük küp nerede, sarnıç nerede, Bilhassa binlerce kova su alan
sarnıç!..demiştir. Lâkin bu söz «Netif» tekinin hilâfınadır.
Ben derim ki;
Acaba sarnıç ve büyük küp gibi eylerin mücerret suyu dökülmekle kendileri de
temizlenir mi, yoksa döküldükten sonra mutlaka üç defa yıkanmaları mı icap
eder? Zâhire bakılırsa yıkanmaları gerekir. Sonra bunu «Tatarhâniyye»de
gördüm. Şöyle diyor: «Fetâva'l-Hucce» nameserde bildirildiğine göre Abdullah
bin Mübarek'e yere oturtulan büyük küpün pislenip pislenmeyeceği sorulmuş
da: üç defa yıkanır ve her defasında su dışarı atılır. Böylelikle
temizlenir. Küp çıkarılmaz, cevabını vermiştir».
Musannıf:
«en-Netif nam kitapta da bunun benzeri vardır» demişse de İbn Abdürrezzak:
«Ben bunu «en-Netif» kitabında göremedim» diyor.
Ben derim ki:
Ben «Netif»le şunu gördüm: «Kuyuya gelince: Onun altından yardımcıları
vardır.» Yani altından kaynayan ve ona yardımcı olan suları vardır. Şüphesiz
bu tarife göre sarnıç, büyük küp ve yağmurdan yahut derelerden dolan
kuyuların hükmü hariç kalır. Binaenaleyh bu söz «Bahr» ve «Nehir»dekinin
mislidir. «Onlardan da kuyuda olduğu gibi şu çıkarılır» cümlesinden murad;
güvercin düşerse kırk, farede yirmi kova su çıkarmakla iktifa edilir
demektir.
Ben derim ki:
Sarnıç hakkında bu söz makbul, fakat büyük küp hakkında makbul değildir.
Çünkü küp, kuyu olmaktan çıkmıştır. Büyük kısmının yerde gömülü olması
evvelcede arzettiğimiz gibi onu ne örf ve nede, adete nede lugata göre kuyu
hükmüne sokamaz. «el-Fevait» in sözleri, «Bedâyi», «Kaft» ve diğer
kitaplardaki mutlak beyana aykırıdır. Makdisi'den naklen yukarıda
söylediğimiz gibi büyük küple sarnıç arasındaki fark açıktır. İyi anla!
M E T İ N
Su orta kova
ile çıkarılır. Bundan maksat o kuyunun kovasıdır. Kuyunun kovası yoksa bir
sâ' (3120 gram) alacak kova ile çıkarılır. Orta kovadan başkası bununla
hesap edilir. Kovanın ekserinin dolması, az da olsa mevcut suyun
çıkarılması, suyun bir kısmının akması ve icap eden su miktarının korunması
kâfidir. Cüsse İtibariyle güvercinle fare arasındaki hayvan, hükümde fare
gibidir. Nasıl ki tavukla koyun arasındaki de tavuk gibidir. Demekki delâlet
tariki ile (aradaki hayvan) küçüğüne katılmıştır. Nitekim az olan da çoğa
katılır. Meselâ fare ile kedi beraber düşseler hüküm bu olduğu gibi iki kedi
büyüklüğündeki hayvan bilittifak bir koyun gibidir. İki fare bir fare
hükmündedir. Üç fareden beşe kadar bir kedi gibi, altı fare zâhir rivâyete
göre bir koyun gibidir.
İ Z A H
Kuyudan
çıkarılacak su, her kuyunun orta büyüklükteki kendi kovasıyla çekilir.
«el-Bahr» adlı kitapta beyan edildiğine göre zahir rivayet budur. Aynı
kitaba hâşiye yazan Remli, mutad kovayı pek büyük olmaması şartı ile
kayıtlamıştır. Pek büyük olursa: zikrettiğimiz sâ'ı doldurmak icap etmez.
Remlî: «Fakihin incelemesini gerektiren budur» diyor.
Şârih orta
kovayı izah hususunda «el-Bahr» sahihine uymuştur. Halbuki bu tarif söz
götürür, çünkü başka bir kavildir. Zeylaî'nin ve diğer bazı ulemanın sözleri
bunu göstermektedir. «Bedâyi»de şöyle denilmiştir: «Kova hakkında ihtilâf
edilmiştir. Bazıları, büyük olsun küçük olsun her kuyunun su çekilen kovası
itibara alınır, demişlerdir. Ebu Hanife'den kovanın bir sa' olacağı rivayet
edilmiştir. Birtakımları büyükle küçük arasında orta olacağını
söylemişlerdir». «Bedâyı» sahibinin «Büyük olsun küçük olsun» sözü Remlî'nin
bahsettiğine herhalde aykırı düşer. Teemmül et!
Çıkarılması
icap eden su büyük bir kova ile bir defada çekilirse kifayet eder. Çünkü
maksat hâsıl olmuştur. Zahir mezhep budur. Kovanın ekserisinin dolması
kafidir. Delik olur da çıkarıldığındaiçindekinin yarıdan fazlası kalırsa
yeter. Aksi takdirde kâfi değildir. Kuyudaki mevcut su çıkarılması icap eden
miktardan az da olsa onu çıkarmak kâfidir. Hatta bu su çıkarıldıktan sonra
kuyunun suyu artarsa bir şey çıkarmak icap etmez. Nitekim «El-Bahr»dan
naklen evvelce beyan etmiştik. Kuyuya bir delik açılır da suyun bir kısmı o
delikten akarsa temizlik namına bu da yeter. «Fethü-Kadir» de de böyle
denilmiştir. Kuyu suyunun çıkarılması icap eden miktarı korursa esah kavle
göre dibi kurumuş olmak şartı ile tekrar su kaynadığı zaman kuyu pislenmez.
Dibi kurumamışsa tekrar su gelince kuyu pislenir. «el- Bahr»da da «Sirac»
dan naklen bu izahat vardır. Şârihin «Delâlet tariki İle» sözünden murad;
(Usul-i Fıkıhta bahsedilen) delâleti nasstır. Delâlati nass; söylenenin
söylenmeyen mânâya evleviyet veya müsâvât yolu ile delâlet etmesidir. Anaya
babaya öf demenin haram kılınmasının, döğüp sövmesinin haram olduğuna da
delâlet etmesi, yetim malı yemenin haram kılınması, o malı itlâf etmenin de
haram olduğunu göstermesi bu kabildendir. Şarih bununla «el-Müstesfa» nam
eserden evvelce naklettiğimiz söze cevap vermek istediğine işarette
bulunmuştur.
«Fare ile
kedi beraber düşerlerse hüküm budur..» sözünden murad, ölürlerse kırk kova
su çıkarılır, ölmezlerse bir şey çıkarmak lâzım gelmez demektir. Kuyuda
yalnız fare ölürse yahut yaralanır veya suya bevlederse bütün su çıkarılır.
Yalnız kedi ölürse şüphesiz kırk kova su çıkarılır. Bunu «Nehir» sahibi
beyan etmiştir.
İki fare
güvercin kadar da olsalar bir fare hükmündedirler. Ancak İmam Muhammed'den
bir rivayete göre bu kadar büyük iki fare için de kırk kova su çıkarılır.
Zâhir rivayete göre üç fareden beşe kadar kedi, altı fare koyun hükmündedir.
İmam Muhammed'in kavli budur. Ebu Yûsuf'a göre ise beş fareden dokuza kadar
kedi, on farede koyun hükmü verilir. Mevâhip sahibi İmam Muhammed'in kavlıni
kat'î surette kabul etmiş, Ebu Yûsuf'un kavlini zayıftır diyerek terk
etmiştir.
M ET i N
Necasetin ne
vakit düştüğü bilinirse düştüğü andan itibaren kuyunun galiz (yoğun)
necasetle pislendiğine, bilinmezse şişip dağılmadığı takdirde bir gün bir
gece evvel düştüğüne hükmedilir. Bu hüküm abdest ve gusül hakkındadır. Bu su
ile karılan hamur köpeklere yedirilir. Bazıları bir Şâfiîye satılabileceğini
söylemişlerdir. Abdest, gusül ve hamurdan başkası hakkında, meselâ elbise
yıkamak hususunda suyun o anda pislendiğine hükmolunur. «Cevhere»de: «Bu
hüküm abdest aldığına yahut pislik yıkadığına göredir. Böyle olmazsa
bilittifak bir şey lazım gelmez» denilmiştir.
Düşen hayvan
şişer veya dağılırsa istihsanen üç gün üç gece evvel düştüğüne hüküm
verilir. İmameyn kuyunun necaset düştüğü bilindiği andan itibaren pis
olacağını söylemişlerdir. Bundan önce kimseye bir şey lâzım gelmez. Bazıları
«Bununla fetva verilir» demişlerdir.
İ Z A H
Yoğun
necaset, pisliğin sıfatıdır. Evvelce gördük ki, hafif necasetin eseri suda
belli olmaz. Necasetin ne zaman düştüğü görmekle yahut galabe-i zanla
bilindiği gibi iki erkeğin şehâdeti ile de sabit olur. Kuyunun abdestle
gusül hakkında pis sayılması farz, nezir, vacip ve sabah namazının sünneti
gibi namazların kazası cihetindendir, ileride görüleceği vecihle sabah
namazının sünneti ancak farz ile beraber kazaya kalıp aynı gün zevalden önce
kılınırsa kaza edilir. Anlamalısın!
Hilye'nin
«Bedâyı'»den nakline göre necaset karışarak pislenen bir şey necaset az da
olsa yenmez; ama başka hususatta ondan faydalanmak caiz olur. Nitekim pis
şırlan yağının temiz kısmı fazla ise ondan kandil yakılabilir. Bu da
öyledir. Bundan anlaşılır ki hamur kelimesi bir kayıt değildir. Başka
yiyecek ve içecekler de onun gibidir. Düşün!
Pis hamurun
bir Şâfiîye satılması, Şâfiîlere göre iki kulle miktarını bulan su pislik
kabul etmediği içindir. Lâkin «ez-Zahîre»de bildirildiğine göre İmam Ebu
Yûsuf'tan bir rivayette böyle bir hamurun insana yedirilemeyeceği beyan
edilmiştir. Onun için şârih bu kavli bazılarının sözü olarak göstermiş;
birinci kavli «Bedâyi» sahibinin yaptığı gibi kat'î söylemiştir. Galiba
bunun vechi Hanefî'nin itikadına göre hamurun pis olması ve başkasının
itikadına bakmamasıdır. Onun için de Hanefî'ye bu hususta fetva sorulsa
sadece kendi itikadına göre fetva verir.
Abdest, gusül
ve hamurdan başka şeyler hakkında kuyunun o anda yani farenin bulunduğu anda
pislettiğine hükmolunur. Bir gün bir gece öncesine gidilmediği gibi
elbisenin yıkandığı zaman dahi dönülmez. Onun için Zeylaî: «Yani hiçbir
zamana isnad etmeksizin o anda pislendiğine hükmedilir; çünkü bu iş elbisede
pislik bulmak kabilindendir. Hatta halk o kuyunun suyu ile elbiselerini
yıkamış olsalar sahih kavle göre elbiseden başkasını yıkamaları icap etmez»
demiştir. Bu sözü «Bahr» sahibi «el-Muhit»'e nisbet etmiştir.
«Sadrı'ş-Şeria»'nın eserine haşiye yazanlardan biri buna itiraz etmiş:
«Kuyunun şimdi pislendiğine hükmedilirse daha evvel o kuyunun suyu ile
yıkanan elbisenin pis olmaması gerekir. O elbiseyi yıkamak lâzım gelmez.
Binaenaleyh elbiseden başkasını yıkamaları icap etmez, demenin bir mânâsı
kalmaz» demiştir. Kezâ «el-Hilye»de şöyle itiraz edilmiştir:
«Elbiseyi bu
kuyunun suyu ile yıkandığı için yıkamak lâzım gelirse o halde neden fare
düşmezden evvel hâsıl olduğu yüzde yüz bilinen yıkandığı zamana istinaden
pis olduğuna hükmetmemiş de sadece farenin bulunduğu zamanla yetinmiştir.
Halbuki bu söz ne İmam A'zam'ın kavli ile bağdaşır ne de İmameyn'in
kavilleri ile. Çünkü İmam A'zam yıkamakla beraber iadeyi de vacip görmekte,
İmameyn ise elbisenin asla yıkanması icap etmediğini söylemektedir». Bu
itirazı «Bahr», «Nehir» ve diğer kitapların sahipleri de yerinde
bulmuşlardır.
Ben derim ki:
Başarı Allah'ındır. Zeylaî'nin söyledikleri bütün metinlerin mutlak olan
beyanlarına muhaliftir. Çünkü metin sahipleri abdestle elbise arasında fark
yapmaksızın necis olduğuna hüküm vermişlerdir. Hidâye'de ve Kudûrî'nin
Muhtasar'ında: «Şayet o kuyudan abdest aldılarsa bir gün bir gecelik
namazlarını tekrar kılarlar ve suyunun temas ettiği her şeyi yıkarlar»
denilmektedir. Kaîhân'ın el-Camiu's-Sagir şerhinde: «Fare şişmişse üç gün üç
gecelik namazlarını tekrar kılarlar. Bu üç gün zarfında o sudan elbiseye bir
şey sıçrarsa elbiseyi pisler. Hamur karılırsa ekmeği yenilmez» deniliyor.
el-Münye ile şerhinde dahi bunun benzeri vardır. Sonra gördüm
kiSadrı'ş-Şeri'ya hâşiye yazanlardan biri bizim naklettiğimizi yazmış ve en
mûteber kitablarda imam A'zam'dan en meşhur rivâyetin bu olduğunu
söylemiştir. Böylece doğrunun hale göre hüküm vermekle yetinmemek olduğu
meydana çıkmış ve bununla işkâl giderilmiş olur. Evet, Dürer'de Zeylaî'nin
sözünün İmam A'zam'la İmameyn'in sözlerinden karma olduğuna işaret edilmiş,
Zeylai'nin sözü nakledildikten sonra: «Mi'racü'd-Dirâye sahibinin: Sabbâgî
bununla fetva verirdi, demesi de bunu te'yid eder» denilmiştir, «el-Bahr
sahibi: «Sabbâgi namaza aid şeylerde Ebu Hanife'nin, başkalarında İmameyn'in
kavli ila fetva verirdi. Mi'râcü'd-Dirâya'de de böyle beyan edilmiştir»
diyor.
Ben de derim
ki: Şüphesiz Sabbâgi'nin fetvası namazın kazası lâzım geldiğini, elbiseyi
yıkamak icab etmediğini gösteriyor. Bu ise Zeylaî'nin söylediğinin
aksinedir. Şu halde te'yid nerede? Evet, bazılarının dediği gibi Zeylaî'nin
ibâresinde istisna edalı ziyadedir diye kabul edilirse bu te'yid kendim
gösterir. Ben de tashih edilmiş eski bir nüshada ve kendi mühürlü nüshamda
bu edatın atıldığını gördüm.
Şu
söylediklerimizden anlaşılır ki kitabımızın şârihi verdiği tafsilatta
Zeylaî'ye tabi olmuştur. Halbuki Zeylaî'nin sözü umumiyetle muteber
kitablara muhâliftir, içinde işkâller de vardır. Binaenaleyh Bahr ve Minah
sahibleri kabul etmiş de olsalar onun sözune itimad edilemez. Onun için
«Fethü'l-Kadir» sahibi de itimad etmemiştir. Allah'ın bir lütfu olan bu
izahı ganimet bil!
Cevhere
sahibi; «Bu hüküm abdest aldığına yahut pislik yıkadığına göredir» diyerek
Kudûri'nin yukarıda naklettiğimiz sözüne işaret etmiştir. Cevhere sahibi
söylediklerini üstadı Muvaffaku'd-Din'e nisbet etmiş sonra şöyle demiştir:
«Buradaki mânâ şudur: Suyun temizliği-pisliği şübheli olmuştur. Eğer halk
önceden yüzde yüz abdestsiz iseler bu şübheli su ile hadesleri giderilemez.
Abdestli iseler bu şübheli su ile namazları bâtıl olmaz. Çünkü şek ile yakîn
zail olmaz.»
Ben derim ki:
Bu söz dahi mu'teber kitabların mutlak olan ibârelerine aykırıdır. Onlara
göre namazın tekrarı ve o müddette bu kuyunun suyu neye sıçrarsa onun
yıkanması lazımdır. Hamur meselesi dahi buna aykırıdır. Çünkü buna göre
hamurun temiz, helâl olması gerekir. Zira evvelden temiz idi; şimdi şübheli
su ile temizliği gitmiş olamaz. Ulemanın bilumum mezhebimizin kitablarında
açıkladıklarına muhâliftir. Kezâ ulema İmam A'zam'ın (Bir günden üç güne
kadar pisliğine hükmedilir.) sözünü, ibâdet meselesinde ihtiyat budur.
diyerek tercih etmişlerdir. Şübhesiz ki bu tafsilat ihtiyata muhaliftir.
Binaenaleyh mezhebin kitablarında ki ile amel etmek evlâdır.
İstihsan,
Kerhi'nin dediği gibi; daha kuvvetli bir delilden dolayı bir meseleyi
benzerlerinden kesip ayırmaktır. Bu daha kuvvetli delil, nass olsun, icmâ
veya kıyas-ı hafi olsun müctehidlerin zihnine geliveren kıyas celinin
mukabilidir. Meselenin tamamı Allâme Kâsım'ın fetâvâsındadır. İmameyn'in
buradaki kavli kıyas-ı celidir. Bunların her biri mufassal kitablarda beyan
edilmiştir.
«Bununla
fetva verilir.» diyen, Cevhere sahibidir. Allâme Kâsım Tashihu'l-Kudûri'de
şunu söylemiştir: «Fetâvâl-Attâbî'de: Muhtar olan İmameyn'in kavlidir,
denilmiştir».
Ben derim ki:
Buna muvafakat edilmemiştir. İmam A'zam'ın kavline Burhânî, Nesefî, Mavsılî
ve Sadru'ş-Şeria itimad etmiş; bütün eserlerde onun delili tercih
edilmiştir. Bedâyi' sahibi İmam A'zam'ınkinin kavl-i istihsan, İmameyn'in
kavl-i kıyas olduğunu açıklamıştır, ibâdetlerde istihsan daha ihtiyattır.»
METİN
F E R' İ B İ
R M E S E L E: Bir kimse elbisesinde menî, bevil veya kan bulsa son
ihtilâmdan, son bevil ve burun kanamasından itibâren namazlarını tekrar
kılar. Cübbesinin içinde ölü bir fare bulursa cübbede delik olmadığı
takdirde cübbeye pamuk konduğundan beri: delik varsa şişmiş ve kurumuş
bulunduğu takdirde üç gün, aksi takdirde bir gün bir gecelik namazlarını
tekrarlar.
İZAH
O kimsenin
burnu kanarsa mesele açıktır. Fakat kanamazsa hükmün ne olacağını ulema
beyan etmemişlerdir. AIIahu a'lem. Onun için İbn Rüstem kan bulunduğu
surette namazlarını tekrarlamayacağını rivâyet etmiştir. Çünkü elbisesine
başkasının kanı bulaşmış da olabilir. Zâhire göre o kan, bulunduğu vakitten
önce bulaşmamıştır. Menî böyle değildir. Zira bir kimsenin elbisesine
başkasının menisi bulaşamaz. Binaenaleyh zâhire göre kendi menisidir. Ve
menînin çıkmasına sebep olan ihtilâm vaktinden beri mevcud olduğu anlaşılır.
Hatta elbise başkasıyla ortaklaşa giydikleri bir şey ise bu hususta menî ile
kan orasında fark kalmaz. Muhit sahibi, İbn Rüstem'in rivâyetini tercih
etmiştir. Tahtavî: «İbn Rüstem'in zâhire göre o kan bulunduğu vakitten önce
bulaşmamıştır; sözü kurumuş kan hakkında açık değildir» diyor. Sirâc'ta
şöyle denilmektedir: «Bir kimse elbisesinde bir dirhemden fazla yoğun
necaset bulsa da ne zaman bulaştığını bilemezse bilittifak hiçbir namazını
tekrarlamaz. Esah olan kavil budur».
Ben derim ki:
Bu söz kana da şâmildir. Ve esah kavle göre onun da mutlak surette tekrar ve
kaza gerektirmemesi lâzım gelir. Düşün!
METİN
el-Feyz 'de
bildirilen esah kavle göre fare sidiğinden, güvercin ve serçe tersinden kezâ
esah kavle göre yırtıcı kuşların tersinden dolayı kuyudan su çıkarılmaz.
Çünkü bunlardan korunmak imkânsızdır. İğne ucu gibi ufak sidik damlasından
ve pis tozdan dolayı da su çıkarılmaz. Zira bunlar affedilmiştir. İki parça
deva ve koyun fışkısından dolayı dahi su çıkarılmaz. Nitekim sağılırken süt
kabına düşer de dağılıp renk vermeden hemen atılırsa affolunur. İki parça
tâbiri tesadüfidir. Zira fazlası da aynı hükümdedir. Bunu el-Feyz ve diğer
kitaplar zikretmiştir. Onun için musannıf: «Affedilen az miktar, bakan
kimsenin az gördüğüdür. Çok miktar ise bunun aksinedir, denilmiştir. İtimad
bunadır.» diyor. Nitekim Hidaye ve diğer kitaplarda da böyledir. Zira Ebu
Hanife rey ile bir şey takdir etmez.
FER'İ BİR
MESELE: Su kuyusu ile helâ arasındaki uzaklık, pisliğin eseri görünmeyecek
kadar olmalıdır. Esah kavle göre fare sidiğinden dolayı, kuyunun suyu
çıkarılıp atılmaz. Şarih, necasetlerbahsinde fetvanın buna göre olduğunu
söyleyecek: «Fare tersinin eseri görülmezse suyu pislenmez. Kedinin sidiği
de su kaplarından başkalarında affedilmiştir. Fetva buna göredir.»
diyecektir.
Ben derim ki:
el-Haniyye'de beyan edildiğine göre kedi ile farenin sidikleri ve terslen en
zahir rivâyetlerde necis sayılmıştır. Suyu ve elbiseyi pislerler, ihtimalki
ulema afv kavlini zarureten dolayı tercih etmişlerdir. Tavuk ile kazdan
başka eti yenilen kuşların tersleri de güvercin ve serçe tersi hükmündedir.
Esah kavle göre eti yenmeyen kuşların tersi de suyu pislemez. el-Mebsût'ta
sahih kabul edilen kavil budur. Kâdîhân ise Cami'de, pislediği rivâyetini
sahih kabul etmiştir.
Kuş
terslerinin zararsız kabul edilmesi kuyuları bunlardan korumak mümkün
olmadığı içindir. Bu ta'lilden anlaşılan şudur:
Kuş tersi
pistir; ama zaruretten dolayı affedilmiştir. Ulema bu meselede ihtilâf
etmişlerdir. Lâkin gerek Hidâye'de gerekse diğer kitaplarda bize göre necis
sayılmadığı tercih edilmiştir. Çünkü hiçbir itiraz varid olmaksızın Mescid-i
Haram'da (Kâbe'de) güvercin yetiştirmenin caiz olduğuna amelî icmâ vardır.
Halbuki el-Bahr'da da beyan edildiği gibi bu hayvanların hali malumdur.
el-Bahr sahibi: «Ulema necaset hükmünün sâkıt olduğuna ittifak etmekle
beraber bu hilâfın faydasını söylememişlerdir.» diyor.
Ben derim ki:
Fayda tâliklerde kendini gösterebilir. Kezâ bir kimse kuş tersini kasten
suya atarsa hilâfın faydası zahir olur. Çünkü bu iş onun fiili ile olmuştur,
bunda bir zaruret yoktur. en-Nehir'de: «Fayda şurada zâhir olabilir. Bir
kimse pisliği elbisede görür de yanında temiz elbisesi bulunursa zaruret
kalmadığı için affolunmuştur diye o pis elbise ile namazı câiz değil, temiz
olanla namazı câizdir.» denilmişse de Tahtâvî bunu itiraz ederek: «Çünkü
bunun gerektirdiği hüküm başka su bulununca o su ile, temizlenmenin câiz
olmamasıdır.» demiştir.
Musannıf,
sidiğin damlaması meselsinde Dürer sahibine tâbi olmuştur. El-Feyz sahibi bu
kavlin zayıf olduğuna işaret etmiştir. Kuhistânî'nin necasetler bahsinde de:
«Sidik damlaması suya düşerse esah kavle göre onu pisler.» denilmiştir. Kezâ
Haddâdî bunu el-Kifaye'den naklederek :«Suyun temizliği daha kuvvetlidir.
Bir de su hakkında güçlük yoktur, Beden ve elbise böyle değildir.» şeklinde
ta'lilde bulunmuştur. Şârih de Necasetler Bahsinde buna kat'iyetle kâil
olmuştur. Bu suretle anlaşılıyor ki, musannıfın sözü zayıf kavil üzerine
bina edilmiştir. Nitekim buna Allame; Nûh Efendi de tenbih etmiştir.
İki deve
tezeği veya koyun fışkısı düşmekle kuyunun suyunu çıkarmak icap etmez. Bu
istihsandır. el-Feyz nam eserde şöyle deniliyor: «Kuyu pis olmaz. Meğer ki
çok ola! Bu hususta pisliğin yaş veya kuru olmasıyla sağlam veya kırık
olması arasında fark yoktur. Kezâ kuyunun şehirlerde olduğu gibi kapağı
bulunsun, yahut köy kuyuları gibi kapaksız olsun, hükmen birdir. Sahih olan
budur.»
Tatarhâniyye'de beyan edildiğine göre imam Muhammed el-Asıl'da eşek tersi
ile sığır tersinden bahsetmemiştir. Ulema bu hususta ihtilaf etmiş; az veya
kuru da olsa kuyuyu pislediğini söylemiş; birtakımları kuru olursa
pislemediğine kâil olmuşlardır. Ekseri ulemaya göre bu hususta bir zaruret
ve belva varsa su pis olmaz. Zaruret yoksa pis olur.
Koyun tersi
sağılırken süt kabına düşerse affolunur. Yani zarar etmez. Fakat sağılmazken
düşerse başka kaplara düşmüş gibi olur. Ve esah kavle göre kabı pisler.
Çünkü zaruret sağma anına mahsustur. Koyunun âdeti o anda pislemektir,
bundan korunmak ise güçtür. Başka zaman böyle değildir. Bunu Münye şârihi
söylemiştir. Süt kabına düşen koyun tersi dağılır yahut süt onun rengini
alırsa pis olur.
Kuyu ve süt
kabı meselelerindeki bir veya iki parça kaydını bazıları üçten ihtiraz
sanmışlardır. Çünkü rivayetlerde mefhum-u âdet mu'teberdir. İmam Muhammed
el-Camiu's-Sağîr adlı eserinde bunu bir veya iki koyun fışkısı diye
kayıdlamıştır. el-Bahr sahibi diyor ki: «Bu anlayış, ancak İmam Muhammed
sadece bu kadar söylemiş olsa tamam sayılırdı. Halbuki o, pek çok olmadıkça
pislenmez. Üç sayı pek çok değildir demiştir. el-Camiu's-Sağir'in ibâresi
Muhît ve diğer kitablarda böyle nakledilmiştir.»
Şu halde
şârih, musannıfın iki parça koyun ve deve pisliği diyerek bunların azını
kasdettiğine, yoksa muradı tam iki demek olmadığına işaret etmiştir.
Musannıfın «Denilmiştir» sözünü de azın çoğun hududunu beyana hamletmiştir.
Tâ ki bu sözün başka bir kavil olduğu zannedilmesin. Musannıf bu sözü ile
azla çoğun hududunu beyan hususunda hilâf bulunduğunu anlatmak istemiştir.
Filhakika bu hususta birkaç kavil vardır ki, bunların ikisi sahih kabul
edilmiştir. En makbul buradakidir.
İkincisi: Her
kova bir parça necasetten hâli kalmazsa bu çoktur. en-Nihâye sahibi bu kavli
sahih bulmuş ve el-Mebsût'a nisbet etmiştir. İyi anla!
Musannıfın
«İtimad bunadır» dediği kavil Bedâyi', Kâfî, Bahr ve diğer birçok kitabların
sahibleri tarafından sahih kabul edilmiştir. el-Feyz nâm eserde: «Bununla
fetva verilir» denilmiştir. Bunun tercihine sebep, miktar tayin
edilmemesidir. İmam A'zam'ın âdeti, hususî bir miktar veya sayı ile
sınırlandırmaya muhtaç olup da nass bulunmayan yerde reyle takdir etmeyip o
işi başına gelenin reyine havale etmektir.
Su kuyusu ile
helâ arasındaki uzaklığın ne kadar olacağında ulema ihtilâf etmişlerdir. Bir
rivâyete, göre helâ pisliğinin kuyuya ulaşmasına mâni olacak uzaklık beş
arşın, diğer rivâyette yedi arşın olacaktır, Hulvânî: itibara alınacak olan
şey tad, renk ve kokudur. Bunlardan biri . değişmezse câizdir. Değişirse
câiz olmaz. Velev ki uzaklık on arşın olsun.» demiştir. Bahr'da beyan
edildiğine göre Hulâsa ve Hâniyye'de: İtimad bunadır denilmiş; Muhît sahibi
de bunu sahih kabul etmiştir. Hâsılı bu mesele yerin sertliğine gevşekliğine
göre değişir. Bu hususta mikdar tâyin edecek kimse bulunduğu yerin halini
nazar-ı dikkate alacaktır;
METİN
Artığın hükmü
artıklayana göredir. Artıklayandan murad; içtiğinin bir kısmını kapta
bırakandır. Çünkü bu su o hayvanın tükürüğü ile karışır. İmdi ağzı temiz
olan insanın artığı mutlak surette yani cünüp. kâfir veya kadın da olsa
temiz ve bilâ kerâhe temizleyicidir. Evet, Müctebâ'da beyanedildiğine göre
zevk almak ve başkasının tükürüğünü kullanmak için olursa, kadının artığı
erkeğe, erkeğin artığı kadına mekrûhtur. Bu câiz değildir. Ağzı temiz olmak
şartı ile eti yenilen hayvanın arlığı da temiz ve temizleyicidir. Esah kavle
göre ot da bunlardandır. Akar kanı olmayan hayvan dahi böyledir. Domuzun,
köpeğin, yırtıcı hayvanların -ki, yaban kedisi de bunlardandır-, şarap içen
kimsenin içtikten hemen sonra ve fare yiyen kedinin yedikten hemen sonra
artığı necistir; hem yoğun necasettir. Velev ki içen şahıs uzun olup dili
içkiyi kaplamasın! Velev ki suyu hayli zaman sonra içsin!
İ Z A H :
Musannıf,
hayvan düşmekle suyun pislenip pislenmemesi meselelerini bitirince,
hayvandan doğması itibariyle artık meselelerine geçmiştir. Artığın Arabçası
«Sü'r» dür. Sü'r; su içenin kapta veya havuzda bıraktığı kısımdır. Sonra bu
kelime yiyecek vesaire artıklama istiare edilmiştir. Sü'rün cemi es'âr
gelir. Kâmûs'un ifadesine göre sü'r mutlak bakiye «kalıntı» mânâsında
hakikattir. Maksad, artık artıklayanın etine göredir. Artıklayanın eti temiz
ise artığı da temizdir; eti necis ise artığı da necis, mekrûh ise artığı
mekrûh, şüpheli ise artığı da şüphelidir, demektir. Bunu İbn Melek
söylemiştir.
«Çünkü bu su
o hayvanın tükürüğü ile karışır» cümlesi neden hükmen artıklayana göre
verildiğinin illetidir. Yani hayvanın tükürüğü etinden doğar. Artık
temizliği, pisliği, kerâheti ve şübheliği onunla ölçülür.
«Cünüb, kâfir
veya kadın da olsa» ifadesi mutlakın beyanıdır. «Müsta'mel suyun necis
olduğunu bildiren kavle göre cünüb kimsenin artığı necis olmak gerekir;
çünkü müreccah kavle göre bunu içmekle farz sâkıt olmuştur» denilirse şöyle
cevap veririz: Müsta'mel olan su, kalan değil, içilendir. Kabul etsek bile
güçlükten dolayı müsta'mel sayılmaz. Tası almak için elini küpe daldırmak
gibi olur. Meselenin tamamı Bahr'dadır.
Kâfirin
artığı da temizdir. Çünkü Sahihayn'da bildirildiğine göre Peygamber (s.a.v.)
müşriklerden bazılarını mescidde misafir etmiştir. Şu halde Teâlâ
Hazretleri'nin: «Müşrikler ancak ve ancak necistir.» âyet-i kerîmesinden
murad, itikadları hususundaki necasettir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
Kâfir düşmekle kuyudaki bütün suyun çıkarılması burada bir işkâl husule
getiremez. Çünkü bunun sebebi, diri çıkarılan kâfirin üzeri ekseriyetle
hakikî veya hükmî pislikten hâli kalmamasıdır. Nitekim evvelce görmüştük.
Kadın hayızlı
veya nifaslı bile olsa artığı temizdir. Zira Müslim'in ve başkalarının
Hazret-i Âişe'den rivâyet ettikleri bir hadîste işe (r.a.): «Ben hayızlı
iken su içer; kabı Peygamber (s.a.v.)'e verirdim. O da ağzını benim ağzımın
yerine koyarak içerdi.» demiştir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
Remlî:
«Buradaki kerâhet meselesini zevce ve mahrem kadınlardan olmamakla
kayıdlamak icab eder.» diyor. Üstadımız: «Bu zevk alma» meselesinden
sakalsız berbere tıraş olmanın mekrûh olduğu mânâsı çıkarılır. Şayet tıraş
olan kimse o berberin elinden sakallı iken hissettiği lezzetten daha fazla
lezzet duyarsa mekrûh olur» demiştir. Tahtâvî: «Şu halde sakalsız masaj
yaptırmanın, elve ayakları ona ovdurmanın kerâhati evleviyette; kalır.»
diyor. Başkasının tükürüğünü kullanmak meselesine Ebussûud itiraz etmiş: «Bu
söz erkeğin artığının erkeğe, kadının artığının kadına mekrûh olmasına da
şâmildir. Münasip olan Nehir'de yapıldığı gibi birinci ta'lil ile iktifa
etmekti.» demiştir. Yani Peygamber (s.a.v.) su içer; kabı sağındakine verir:
«Sağdan sağa verin!» buyururdu. demek istemiştir. el-Minah nam eserde
«yabancı kadın» tâbiri kullanılmışsa da o da söz götürür. Burada anlaşılan
illet yalnız zevk duymaktır. Bundan anlaşılır ki zevk duyulmazsa kerâhet
yoktur. Bahusus iğrenirse!
Eti yenilen
hayvanın artığı temizdir. Bundan yalnız pislik karıştıranlar müstesnadır. Az
ileride görüleceği vecihle onların artıkları mekruhtur. Esas kavle göre at
da eti yenilen hayvanlardandır. İmam A'zam'dan nakledilen zâhir rivayet bu
olduğu gibi İmameyn'in kavli de budur. İmam A'zam'a göre etinin mekrûh
olması ata ihtiram içindir; pis olduğu için değildir. Çünkü at cihad
âletidir. Binaenaleyh etinin mekrûh olması artığının mekrûh olmasını
gerektirmez.
Tahtâvi'nin
Bahr'den nakline göre akar kanı olmayan hayvan suda yaşasın. karada yaşasın
hükmen müsavîdir. Artığı temizdir. Ağzının temizliği insan, hayvan ve kansız
hayvanın hepsinde mu'teber bir şarttır.
Yırtıcı
hayvandan maksad; arslaa, kurt, pars, kaplan, tilki, sırtlan ve emsali gibi
azı dişleri ile avlanan hayvanlardır. Şarap içen kimse biraz durur da
dudaklarını dili ile yaladıktan sonra tükürüğünü üç defa yutar sonra içerse
su pis olmaz. Burada murad, mutlaka tükürüğünde şarabın tad veya kokusundan
bir eser bulunmamaktır. Bunu Hilye sahibi söylemiştir. Tatarhaniyye'nin
Necasetler Bahsinde Hâvî'den naklen şöyle denilmektedir: «Kap dolu olursa
sarhoşun ağzı temas etmekle hem su hem kap pis olur. Dolu değil ise
pislenmez diyenler de olmuştur.» Yani kap dolu olmazsa su sarhoşun
bıyıklarına gelir. Onu yuttuğu zaman akmış gibi olur, demek istiyor.
Kedi, fare
yedikten sonra biraz durur da ağzını yalarsa Münye'nin beyanına göre artığı
mekrûh olur. Şeyhayn'a göre bu su pis değildir. İmam Muhammed pis olacağını
söylemiştir, çünkü ona göre pislik ancak su ile giderilir. Hilye'de
bildirildiğine göre kedi çok su içebilecek kadar kayıp olsa artığının İmam
Muhammed'in kavline göre pis olmaması icab eder. Fare yedikten hemen sonra
kedinin artığı yoğun necasettir. İmam Ebu Yusuf'tan bir rivâyete göre eti
yenmeyen hayvanların artığı eti yenilenlerin sidiği gibidir. el-Bahr'da:
«Zâhire göre tercih edilen birinci kavildir.» denilmiştir.
METİN
Kedinin,
pislik karıştıran tavuğun, devenin ve sığırın artıkları ile gagasının temiz
olup olmadığını sahibi bilmeyen yırtıcı kuşun ve evlerde yaşayan kanlı
hayvanların artıkları zaruretten dolayı temiz olup, esah kavle göre başka su
bulunduğu takdirde tenzihen mekrûh. bulunmadığı takdirde asla mekrûh
değildir. Nasıl ki bu artığı fakirin yemesi câizdir. Kuhistâni'nin beyanına
göre deveye, sığıra ve koyuna şamil olmak için musannıfın anmaması daha
güzel olurdu.
İZAH
Pislik
karıştıran tavuktan murad; kümesinden salınarak serbestçe pisliklerde eşinen
ve ayağının altındakine gagası erişebilen tavuktur. Kapanarak yemi, suyu
verilen tavuğun artığı mekrûh değildir. Çünkü böylesî kendi pisliğinden
başkasını bulamaz. Kendi pisliğinde ise eşinmez, onun orasındaki daneyi
görerek kapar. Nitekim bunu Fethü'l-Kadîr sahibi incelemiştir. Tamamı
el-Bahr'dadır. Pislik yiyen deve ve koyunun hali bilinmezse. ağzının temiz
olup olmadığı bilindiği takdirde artığı da ağzı gibidir. Bunu Makdisî
söylemiştir.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa şârih pislik yiyen Hayvandan eti kokmayanı kasdetmiştir.
Çünkü pislik yediği için eti kokarsa tafsilâta gidilmeksizin mekrûh olması
gerekir. Zira ulema böyle hayvandan kurban olmayacağını söylemişlerdir.
Nitekim Kurban Bahsinde gelecektir. Vehbâniyye şerhinde şöyle denilmiştir:
«el-Müntekâ'da beyan edildiğine göre mekrûh olan pislik yiyen hayvan insana
yaklaştığı zaman fena kokar, bu hayvan yenmez, sütü içilmez üzerinde bir iş
görülmez. O haliyle satılması ve bağışlanması da mekrûh olur. Battalî
terinin de pis olduğunu söylemiştir.»
Musannıf
Haram-Helâl Bahsinde dişi eşeğin ve pislik yiyen hayvanın elini yemenin
mekrûh olduğunu söyleyecektir. Şârih orada: «Pislik yiyen hayvan, etinin
kokusu gidinceye kadar kapanır. Bu müddet tavuk için üç gün, koyun için dört
ve meşhur kavle göre deve ile sığır için on gündür. Pisliği ve başka bir
şeyi eti kokmayacak şekilde yerse helaldir.» diyecektir. Bundan anlaşılır
ki, artığı mekrûh olan hayvan pislikten başka bir şey yemeyen hayvandır, Tâ
ki eti kokar. Bu takdirde o hayvan yenmez. Onun için Cevhere sahibi: «Şayet
karıştırırsa yahut ekseriyetle hayvan yemi yerse artığı mekrûh olmaz.»
demiştir.
Ben derim ki:
Bir şey kaldı. O da ekseriyetle devenin koyun gibi geviş getirmesidir.
Devenin gevişi de tersi gibi pistir. Nitekim ileride gelecektir. Bunun
muktezası artığının da mekrûh olmasıdır. Velev ki pislik yemesin. Ben bundan
bahseden kimse görmedim. Ulemanın mutlak olan sözlerinden anlaşılan, sadece
kerâhet bulunmamasıdır. Bu cihet düşünülmelidir!
Şârihin
yırtıcı kuş hakkında: «Gagasının temiz olup olmadığını sahibi bilmeyen»
ifadesini kullanması İmam Hasan'ın Ebu Hanife'den naklettiği şu kavîlden
dolayıdır: «Eğer bu kuş ehlî şahin gibi lâşe yemiyorsa abdest mekrûh
değildir. Abdest laşe yiyen hakkında mekrûhtur.» Hilye'de beyan olunduğuna
göre Ebû Yusuf'tan da böyle bir kavil rivâyet olunmuştur.
Evlerde
yaşayan kanlı hayvanlardan maksad; fare, yılan ve kertenkele gibi akar kanı
olanlardır. Mayısböceği, çekirge ve akrep gibi kansız hayvanlar böyle
değildir. Nitekim evvelce görmüştük. Bahsin tamamı el-İmdad'dadır.
Evlerde
yaşayan kanlı hayvanların artıkları zaruretten dolayı temizdir. Bu şöyle
izah edilir:
Kedinin
artığında kıyas pis olmasını gerektirir. 'Çünkü artığı salyası ile
karışmıştır. Salyası kedinin pis olan etinden doğar. Lakin necaset hükmü
hadesle bildirilen dolaşma illetinden dolayı bilittifak sâkıt olmuştur.
Peygamber (s.a.v.): «Kedi pis değildir. O sizin etrafınızda çok dönüp
dolaşanlardandır.» buyurmuştur. Bu hadîsi Sünen sahiblerinden dördü ve
başkaları tahriç etmişlerdir. Tirmizî onun hassen sahih olduğunu
söylemiştir. Yani kedi dar yerlere girer. Bu dakabı kaçağı ondan
koruyamayacak derecede insan arasına fazla karışmayı gerektirir. Aynı
illetten dolayı evlerde yaşayan kanlı hayvanlar da kedi mânâsındadır.
Binaenaleyh zaruret sebebi ile pislik hükmü sâkıt olmuş; kerâhet hükmü
kalmıştır. Zira bu hayvanlar pislikten korunmazlar.
Pislik
karıştıran tavuğa gelince: Onun salyası temizdir. Artığı da öyledir. Ancak
pislik yediği için artığı mekrûh görülmüştür. Ama şübhe bulunduğu için
artığının pis olduğuna hüküm verilmemiştir. Hatta ağzındakinin pis olduğu
bilinirse artığı pistir; temiz olduğu bilinirse kerâhet kalkar.
Yırtıcı
kuşlarda kıyas, yırtıcı hayvanlarda olduğu gibi artıklarının pis olmasını
gerektirirdi. Çünkü her ikisinin etleri haramdır. Ama istihsan temizliğini
icab etmiştir. Zira bu hayvanlar suyu dilleri ile içerler ki, dilleri pis
olan salyaları ile ıslanmış haldedir. Lâkin kuşlar ekseriyetle lâşe
yediklerinden pislik karıştıran tavuğa benzetilmişlerdir. Onun için
artıkları mekrûhtur. Hatta gagalarının temiz olduğu bilinse kerâhet kalmaz.
Ulema bu meseleyi böyle izah etmişlerdir. Bundan anlaşılır ki bu suretlerin
bazısında artığın temiz sayılması zaruretten dolayı değil, aslî
itibariyledir.
Dikkatli ol!
Kedinin
artığı mekruhtur. Çünkü suyu içmezden az önce necaset yemiş olması ihtimali
vardır. Fethü'l-Kadir'de beyan edildiğine göre ağzını temizlediği ihtimali
varsa bu kerahet ortadan kalkar. Orada şöyle deniliyor: «Peygamber (s.a.v.)
in su kabını kediye eğiltmesi bu tevehhümün kalmadığına hamledilir. Kedi
ağzını salyası ile yıkayacak kadar zaman yanında bulunmuş, onu görmüştür.
İmam Muhammed'ın kavline göre dahi tevehhümün kalkması mümkündür. Kedinin
çok sudan içtiğini görür yahut çok sudan içebilecek kadar ortadan
kaybolduktan sonra geldiğini müşahede eder. Şu halde bu ihtimal ile su
içmezden az önce necaset yemiş olması ihtimali çatışır ve sukut eder. Ortada
artığın kerâhetsiz temiz olması kalır. Çünkü kerâhet ancak bu ihtimalden
doğmuştu. O do sâkıt olmuştur. Buna binaen mutlak surette kedinin artığını
yemek, onun yaladığı uzvu yıkamadan namaz kılmak mekrûhtur demek doğru
değildir. Nitekim bunu Şemsü'l-eimme ve başkaları mutlak olarak
söylemişlerdir. Bilâkis bu tevehhüm sübut bulursa mekrûhtur diye
kayıdlanmalıdır. Söylediğimiz şeylerde tevehhüm ortadan kalkarsa mekrûh
olmaz.» Bunu Bahr sahibi kabul etmiş; Makdisî şerhinde dahi tasdik
edilmiştir. Ama evvelce Münye'den naklettiklerimize aykırıdır. Düşün!
Şarihin
mekrûhu tenzihen diye kayıdlaması kerâhet-i tahrimiyye zannedilmesin
diyedir. el-Bahr'da şöyle deniliyor: «Bilmiş olki, ulemanın sözlerinde
mekrûh kelimesi mutlak olarak kullanılırsa ondan kerâhet-i tahrimiyye
kasdedilir. Meğer ki kerâhet-i tenziyye olduğu açıkça bildirilmiş ola,
Musannıf dahi El-Musaffâ adlı eserinde: «Kerâhet sözü mutlak kullanılırsa
ondan kerahet-i tahrimiyye kasdedilir.
İmam Ebu
Yusuf şöyle demiştir: «Ebu Hanife'ye (Bir şey hakkında mekrûhtur dersen neyi
kasdedersin?) diye sordum da kerâhet-i tahrimiyyeyi cevabını verdi.»
şeklinde izahattabulunmuştur.
Hilâf, sadece
kedinin artığı hakkındadır. el-Bahr'da şöyle deniliyor: «Pislik karıştıran
tavuğa gelince: Onun hakkındaki kerâhetten ne kasd edildiği hususunda hilâf
olduğunu söyleyen görmedim. Bilâkis ulemanın sözlerinden anlaşılan onun
hilâfsız kerâhet-i tenzihiyye olmasıdır. Çünkü o pislikten korunamaz.
Yırtıcı kuşlarla evlerde yaşayan kanlı hayvanlar hakkındaki kerâhet de
böyledir». (Yani tenzihiyyedir.)
Fakirin kedi
artığı yemesi câizdir. Bundan murad kedinin yediği yerden ve onun ağzından
düşen ekmek kırıntısı gibi kuru şeylerden yemektir. Zira bunlar onun
salyasından hali değillerdir. Yoksa salyasının değmediği ekmek ve yiyecek
kalıntıları değildir. Mayi yiyecekler bunun hilâfınadır. Nitekim el-Hilye'de
izah olunmuştur. Şârih bunun zengine mekrûh olduğunu ifade etmiştir. Çünkü
zengin başka yiyecek bulabilir. Bu hüküm az yukarıda Fethü'l-Kadir'den
naklettiğimiz vecihle ağzının necaseti tevehhüm edildiğine göredir.
FER'İ BİR
MESELE: Kedi gibi artığı mekrûh olan bir hayvanı üzerinde bulundurarak namaz
kılmak mekrûhtur.
Ben derîim
ki: Bunu da yukarda gördüğün gibi necaset tevehhümüyle kayıdlamak gerekir.
Bundan anlaşılır ki, üzerine mekrûh bir artık sıçrayan elbise ile namaz
kılmak mekrûhtur. Nitekim Hilye'de beyan edilmiştir.
N Ü K T E:
Altı şey unutkanlık getirir derler. Bunlar; farenin artığı, biti diri alarak
atmak, durgun suya bevletmek, katırı kesmek, sakız çiğnemek ve elma
yemektir. Bazıları bu hususta hadîs rivâyet etmiş; fakat Farac b.
Ebu'l-Cevzî bu hadîsin uydurma olduğunu söylemiştir. Bunu Bahr ve Hilye
sahibleri kaydetmişlerdir. Burada elmanın bahis mevzuu edilmesi tıp
kitaplarında bildirilen: «Elma yemek unutkanlık getirir.» faraziyesine
uygundur. Bazıları hadîsi ekşi elma kaydıyla rivâyet etmişlerdir.
T E T İ M M
E: Birtakımları unutkanlık getiren şeylere başkalarını da ilâve etmişlerdir
ki, bazıları şunlarıdır: İsyan etmek, dünya sebebi ile gam ve gussa, dünya
ile çok meşgul olmak, yaş lokuspara yemek, asılmış insana bakmak küçük
kafadan kan aldırmak, tuzlu et, sıcak ekmek yemek, çömlekten yemek, çok şaka
yapmak, kabirler arasında gülmek, istinca yerinde abdest almak, donu veya
sarığı yastık yapmak, cünüb iken gökyüzüne bakmak, evi bez parçası ile
süpürmek, elini yüzünü eteğine silmek, mescidde elbiseyi silkmek, mescide
sol ayağı ile girip sağ ayağı ile çıkmak, avret yerleri ile oynayarak
menînin inmesine sebep olmak, avret yerine bakmak, yol üzerine bevletmek,
yemiş ağacının altına, durgun suya ve küle bevletmek, ferce bakmak, kan
alanın ayinesine bakmak, kırıktarakla taranmak vs... Bu bâbta Seyyidî
Abdülganî'nin bir risâlesi vardır.
METİN
Ehlî eşeğin
erkek bile olsa esah kavle göre artığı şübhelidir. (Ama) bu şübhe
temizliğinde değil, temizleyiciliğindedir. Anası eşek olan katırın artığı da
şübhelidir. Anası at veya inek olursa katırın artığı temizdir. Meselâ yaban
eşeği ile inekten doğan yavrunun artığı böyledir. Fazla benzeyişeitibar
yoktur. Çünkü ulema anaya itibar ederek koyunun doğurduğu kurdun
yenilmesinin helâl olduğunu söylemişlerdir. Şübhesiz yenilmesinin caiz
olması artığının temiz olmasını gereklidir. Musannıfın Eşba'tan naklettiği:
«Helâl olmaması sahih kabul edilmiştir» sözü için üstadımız (Remli): «Bu söz
gariptir» demiştir. Hatta şübheli olan artık az suya düşerse cüzleriyle
itibara alınır. Acaba bu su necaseti paklar mı? Bu hususta iki kavil vardır.
Bir kimse mutlak su bulamazsa şübheli su ile hem abdest alır veya yıkanır,
hem de teyemmüm eder. Yani bir halde değil de bir namazda ihtiyaten ikisini
birden yapar. Ama esah kavle göre hangisini önce yapsa sahihtir. Teyemmüm
edip namaz kılar da sonra o artık suyu dökerse hem tevemmümü, hem namazı
tekrarlaması lazım gelir. Çünkü şübheli suyun temizleyici olması ihtimali
vardır.
Sahih kabul
edilen müftâbih mezhebe göre teyemmüm hurma şırasından önce gelir. Çünkü
müçtehid bir kavilden dönerse artık onunla amel edemez. Terin hükmü de
artığın hükmü gibidir. Binaenaleyh eşeğin teri suya düşerse mezhebe göre su
müşkil olur. Nitekim el-Müstesfâ'da da şöyle denilmiştir. el-Muhît'ta:
«Pislik yiyen hayvanın teri elbise ve bedende affedilmiştir.» denildiği gibi
el-Haniyye'de dahi: «Zâhire göre bu temizdir.» denilmiştir.
İZAH
«Ehlî eşeğin
artığı şübhelidir.» Fakat yaban eşeğinin eti yenir: artığında şübhe ve
kerâhet yoktur. Ehlî eşek hakkında «Esah kavle göre erkek bile olsa»
kaydının konulması mukabil kavilden korunmak içindir. Bunu Kâdîhân
söylemiştir.
Mukabil kavle
göre erkek eşeğin artığı pistir. Çünkü sidiği kokladığı için ağzı pislenir.
Bedâyı' sahibi bu sözün doğru olmadığını söylemiştir. Zira hayali ve mevhum
bir şeydir. Ekseriyetle görülen bir mevcud değildir. Binaenaleyh sâbit olan
bir şeyi gidermek hususunda tesiri olamaz. Katırın anasının eşek olması
kaydını birçok ulema sarahaten bildirmişlerdir. Bunlardan biri de
Surûcî'dir. Surûcî Hidâye şerhinde şunları söylemiştir: «Eşek kısrakla
çiftleşirse ikisinden doğan katırın eti mekrûh olmaz. Buna binaen artığı da
şübheli olmaz.» Bu sözden maksad; katırı at hükmüne katarak İmaneyn'e göre
eti mekrûh değildir; İmam A'zam'a göre at gibi o da mekrûhtur, demektir. Şu
kadar var ki, artığı bilittifak şübheli değildir. Nitekim atın artığı
hakkında sahih kavil budur. Kezâ anası inek olan katırın eti de bilittifak
helâldir. Artığı şübheli değildir. Lâkin bu söz Hidâye'nin: «Katır eşek
cinsindendir ve eşek mesabesindedir.» ifadesine aykırıdır. Zira bu ifade
babanın nazarı itibara alınacağını gösterir. Ancak hayvanlar hakkında esas,
anaya itibar ve ilhak etmektir. Münye şerhi ile Nehir'de bildirildiğine göre
ulema bunu birçok yerlerde açıklamışlardır. Hilye sahibi şunları
söylemiştir: «Ben derim ki: Hidâye'deki söz hassaten İmam A'zam'ın mezhebine
göre tahriç edilmiştir. Ve babası eşek, anası at olan katır hakkında
ihtiyaten haram tarafı mübah tarafına taglib ve tercih edilmiştir;
denilebilir.»
Anası at veya
inek olan katırın artığı temizdir. Daha doğrusu İbn Melek'in Gâye'den naklen
dediği gibi temizleyicidir. Çünkü yavru anaya tabidir «Fazla benzeyişe,
itibar yoktur» sözü Miskin'ereddiyedir. Miskin «Anaya tâbi olmanın yeri,
babasına fazla benzemediği zamandır.» demiştir. Ulema bu hususta anaya
itibar edileceğini söylemişlerdir. Hidâye ve diğer kitablarda buna bakarak
kurban etmenin câiz olduğu bildirilmiş: «Evcil ile yabanî hayvandan doğan
yavru anaya bağlıdır. Zira bağlanmak hususunda ana asıfdır. Hatta kurt
koyunla çiftleşse doğan yavrudan kurban olur.» denilmiştir. Düşün!
Evet, yavru
hakkında ana asıldır. Çünkü yavru ondan ayrılmıştır. Babadan yalnız bir
parça su olarak ayrılır. Onun için kölelik ve hürriyet hususlarında anaya
bağlıdır. İnsanın babasına izafe edilmesi, onu şereflendirmek ve çocuğu zâyi
olmaktan korumak içindir. Yoksa asıl itibariyle anasına izafe tâzım gelirdi.
Nitekim Bedâyi'de de böyle denilmiştir. Tahtâvî'nin beyanına göre musannıf
«Helâl değildir» sözünü Eşbâh'dan değil, el-Fevâidi't-Taciye'den
nakletmiştir. el-Eşbâh'da da «Helâl ile haram bir yere gelirse» kaidesi
hakkındaki sözler ondan nakledilmiştir. «Helâl olmaması»ndan murad; koyunun
doğurduğu kurdun yenilmesi helâl değildir, demektir.
Remlî'nin:
«Bu söz gariptir.» demesi ulemanın meşhur olan kavline muhâlif olduğu
içindir. Zira ulemanın onaya itibar ettikleri şöhret bulmuştur. Esah kavle
göre şübhe eşek artığının temizliğinde değil, temizleyici olup
olmadığındadır. Cumhurun kavli de budur. Sonra sebebi hakkında muhtelif
kaviller ortaya çıkmıştır. Bazıları: «Bunun sebebi eti hakkındaki haberlerin
çelişkili olmasıdır.» demiş; birtakımları artığı hakkında eshab-ı kirâmın
ihtilâflarının sebep olduğunu söylemişlerdir. Esah olan kavil
Şeyhü'l-İslâm'ın sözüdür ki, şudur:
«Evlerde,
avlularda bulunması dolayısıyla eşek kediye pek benzer. Lâkin ondaki zaruret
kedidekinden daha azdır. Zira kedi evin dar yerlerine de girer. Bu cihetten
köpeğe ve yırtıcı hayvana benzer. Zaruret bir vecihle sâbit olup bir vecihle
sâbit olamayınca ve temizliğini pisliğini icab eden cihetler dengeleşince
her ikisi de sâkıt olmuş; asla dönülmüştür. Burada asıl, iki şeydir.
Birincisi su hakkında temizlik, ikincisi salya hakkında pisliktir. Bunların
birbirine tercih edecek yerleri yoktur. Binaenaleyh mesele müşkil olarak
kalmıştır. Bir vecihden temizdir; bir vecihten pistir.» Tamamı
el-Bahr'dadır. Şüphe eşek artığının temizliğinde değildir. Hem temizliğinde
hem de temizleyiciliğindedir, diyenler olmuş. Halbuki zâhir rivâyeye göre bu
suyun elbiseyi, bedeni ve suyu pislemediğine, ama hadesi de gidermediğine
ittifak etmişlerdir. Onun için Keşfü'I-Esrar sahibi: «Bu ihtilâf sözden
ibarettir. Zira şübhe yalnız temizleyici olmasındadır diyen temiz bir şey bu
su ile pislenmez mânâsını kasdetmiştir. Artık hem bu su ile abdest almak hem
de teyemmüm etmek vâcib olur. Ama temiz olduğunda asla şübhe yoktur diye
değil! Çünkü temizleyiciliği hususundaki şübhe, temizliği hakkındaki
şübheden doğmuştur» diyor.
Ben derim ki:
Yukarıda naklettiğimiz, Şeyhü'l-İslâm'ın sözü de bunu te'yid etmektedir.
Zira şübhenin temizlik hususunda olduğunu açıkça gösteriyor.
Eşek artığı
az bir suya karışırsa cüzlerine bakarak hüküm verilir. Yani İmam Muhammed'e
göre müsta'mel su gibi olur. Ve sudan fazla olmadıkça o su ile abdest câiz
olur. Bunu Muhît sahibi söylemiştir. Daha iyisi müsavî olmadıkça demeli idi.
Zira küçük havuzlar meselesinde gördük; karışan pis su, mutlak suya müsavî
olursa abdest câiz değildir. es-Sirâc nâm eserde El-Veciz'dennaklen şöyle
deniliyor: «Sayrafî buna itiraz ederek demiştir ki: Bu uzak bir ihtimaldir.
Zira daha fazla olmak şartı ile artıkla karışan sudan abdest almaya cevaz
verilirse artıkla da abdest câiz olmalı, çünkü o da salyadan fazladır.»
Ben derim ki:
Evvelce Fethü'l-Kadir'den naklettiğimizi sözler dahi bunu te'yid eder.
Ulemanın sözleri bu halde kuyunun bütün suyunun çıkarılacağına ittifak
etmişlerdir. Bu bâbtaki nakilleri de arzetmiştik. Görmüştük ki suyu cüz'ü
hesabı ile itibar etmek nakillere aykırıdır. Ulema ekseriyetin kavli ile
amel edileceğini açıklamışlardır. Bundan anlaşılıyor ki buradaki kavil
mu'teber değildir. İyi düşün!
Acaba bu su
necaseti paklar mı? Gördük ki, şübhe bu suyun temizleyiciliğindedir. O da
suyun temiz olup olmamasından ileri gelir. Yakinen sâbit olan pislik, ancak
yakinen temiz olan su ile giderilir. İyi anla ve düşün!
Bir namazda
hem abdestli hem teyemmümlü bulunmaktan maksad, bir anda ikisi birden
bulunmasa bile kılınan namaz bunlardan hali kalmamaktır. Meselâ; o su ile
abdest alarak namazını kılar da sonra abdestini bozarak teyemmüm eder ve o
namazı bir de teyemmümle kılarsa câizdir. Sahih olan kavil budur. Çünkü
temizleyici bunların ikisinin mecmuu değil, yalnız biridir. Şayet artık su
temizledi ise teyemmümle kılınan lâgv olur. Teyemmüm temizledi ise abdestle
kılınanın hükmü kalmaz. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Bundan iki
namazın biri abdestsiz kılınmış olmak lâzım gelir. Bu ise küfrü icab eder.
Binaenaleyh bir namazda abdestle teyemmümün beraberce bulunmaları gerekir?
Cevap şudur:
Abdestle
teyemmümün her biri bir vecihle temizleyici, bir vecihle temizleyici
değildir; binaenaleyh edâ her vecihle abdestsiz sayılamaz. Küfür de lâzım
gelmez. Nitekim Hanefî bir kimse kan aldırdıktan sonra namaz kılsa namazı
câiz olmaz. Ama mesele ihtilâflı olduğu için küfrü tâzım gelmez. Bevl
ettikten sonra namaz kılması böyle değildir. Bunu Bahr sahibi el-Mi'râc'dan
nakletmiştir. Zâhire bakılırsa evlâ olan bir edâ da ikisini birden
bulundurmaktır. Tâ ki bu şübheden uzaklaşılmış olsun. Sonra
Şürunbulâliyye'de gördüm ki, Şeyhi, Şems Muhibbî'den naklen şöyle diyor:
«Bir kimse bu sudan abdest alarak namaz kılar; sonra o namazı teyemümle
tekrarlarsa aralarında abdestini bozmadığı takdirde birinci fiili mekrûh
olur; ikinci mekrûh değildir. Abdestini bozarsa ikisi de mekrûh olur. Bunun
vechi meydandadır. Tedebbür eyle!»
Mutlak suyu
bulan kimse mutlaka onunla abdest alır. Böyle bir suyu, artıkla abdest alıp
teyemmüm ettikten sonra bulan, onunla abdest olmadan namaz kılamaz.
Tatarhâniyye'de beyan edildiğine göre mutlak su ile abdest almadan onu
kaybeden kimse, yanında artık su bulunsa bile abdesti tekrarlamaz, sadece
teyemmümü tekrarlar.
Abdestle
teyemmümden hangisini önce yapsa câiz ve sahih ise de efdal olan evvelâ
abdest almaktır. Çünkü İmam Züfer bunun lüzumuna kâildir. Bir kimse evvelâ
artık suyu döker de susuz kalırsa teyemmüm ve namazını tekrarlaması lâzım
gelmez. Hatta Nasîr b. Yahya'dan rivâyetolunduğuna göre eşek artığından
başka bir şey bulamayan kimse onu döker; sonra teyemmüm eder. elBahr'da
beyan edildiğine göre Saffar: «Bu kavil güzeldir.» demiştir. Zeylai'de şöyle
denilmiştir: «Teyemmümle namaz kılan bir kimse namazda eşek artığını görürse
namazını tamamlar. Sonra o artıkla abdest alarak namazı tekrarlar. Zira
bâtıl olmak ihtimali vardır»
«Teyemmüm
hurma şırasından önce gelir». Malûmun olsun ki, hurma şırası hakkında İmam
A'zam'dan üç rivayet vardır. Birinci rivayete göre ki ilk kavli budur o şıra
ile abdest alır, ama buna teyemmümü de ilâve etmesi müstehap olur. İkinci
rivâyete göre eşek artığında olduğu gibi ikisini birden yapar. İmam
Muhammed'in kavli de budur. Gâyetü'l-Beyân sahibi de bunu tercih etmiştir.
Üçüncüye göre sadece teyemmüm eder Bu rivâyet Hazreti İmam'ın son kavlidir;
buna rücu etmiştir.
İmam Ebu
Yusuf'un ve Eimme-i Selâse'nin kavilleri de budur. Tahâvi dahî onu tercih
etmiştir. el-Bahr'da: »Bize göre sahih kabul edilen muhtar mezheb budur.»
deniliyor. Bunu gördükten sonra onlarsın ki musannıfın sözü ikinci rivâyete
göredir. Ve şırayı artıklar bahsinde bahis mevzuu etmesinin münasebeti de
meydana çıkar. Lâkin «mezhebe göre» demesi buna aykırıdır. Binaenaleyh «önce
gelir» sözünü zaman itibariyle değil, rütbe itibariyle öncelik mânâsına
hamletmek icab eder. Yani teyemmümün rütbesi hurma şırası ile abdest
almaktan öncedir. Binaenaleyh yalnız hurma şırasıyla abdest olarak onunla
yetinmek caiz değildir. en-Nehir sahibi şöyle diyor :
«Hilâfın
yeri, suya birkaç kuru hurma atarak pişirmeden tatlandığı ve berraklaştığı,
sarhoş da etmediği zamandır. Su tadlanmazsa onunla abdestin câiz olacağında
hilâf yoktur. Nitekim sarhoş ederse câiz olmadığında hilâf yoktur.
Pişirilirse sahih kavle göre hüküm yine böyledir. Mesbût'ta da böyle
denilmiştir» Başkaları câiz olmasını tercih etmişlerdir. Ancak birinci kavil
sular bahsinde gecen kaideye uygun olduğu için evlâ görülmüştür. Her
hayvanın teri de artığı hükmündedir. Çünkü ikisi de etten doğar. Ulema böyle
demişlerdir. Şübhesiz ki etten doğar artık değil, salyadır. Lâkin
en-Nehir'de bildirildiğine göre yakınlığı sebebiyle ona da, etten doğar
denilmiştir.
Şârihin eşek
tarihini ayrıca zikretmesi el-Münye sahibi gibi bazıları onu istisna ederek:
«Ancak eşeğin teri meşhur rivâyetlerde Ebû Hanife' den nakledildiğine göre
temizdir.» dedikleri içindir. Bunu Kudûri de söylemiştir. Şemsü'l-eimme
Hulvânî ise: «Eşeğin teri pistir. Şu kadar var ki zaruretten dolayı elbise
ve bedende affedilmiştir.» demektedir. El-münye şerhinde: «Bu istisna ancak
temiz olduğunda şübhe edildiği kavline göre sahih olur. Eşeğin artığının
temiz veya pis olduğu şübhelidir.» denilirse de her hayvanın teri artığı
gibi olduğuna göre ancak eşeğin de; temizdir demek doğrudur. Yani bunda
şübhe yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hicaz sıcağında çıplak eşeğe
binmiştir. Ekseriyetle eşek terler, fakat Resûlüllah (s.a.v.)'in bedenini
veya elbisesini yıkadığı rivâyet olunmamıştır. Eşeğin teri suya karışınca
suyun hükmü müşkül olur. Bu müşküllük temizleyiciliği hususundadır. Onun
için salyasında olduğu gibi burada da o su ile beraber teyemmüm edilir. Ama
Sirâc'da da beyan edildiği gibi o sudan içmek câizdir. Şarih'in Muhît'ten
naklettiği pislik yiyen hayvan terinin elbise ve bedende zararsız sayılması
meselesi, Kuhistânî'den alınmıştır.
Kuhistâni'nin
ibâresi şöyledir: «Zübde'de beyan edildiğine göre eşek, katır vesair pislik
yiyen hayvanların terleri pistir. Kadîhan'da zâhir rivâyeye göre bu
hayvanların teri temizdir, denilmiştir. El-Muhît'te Hulvâni'den naklen:
(Pistir ama beden ve elbisede de zararsız sayılmıştır) denilmiştir. Ebû
Hanife'den bir rivayette eşek terinin yoğun necaset bir rivâyette ise hafif
necaset olduğu nakledilmiştir.»
Hâsılı eşek
ve katırın teri hakkında İmam A'zam'dan üç kavil rivayet olunmuştur. Nitekim
el-Münye şerhinde temiz olduğu bildirilmiştir. Kâdihân'ın zâhir rivâyedir
dediği budur. Münye'den naklen arzettiğimiz vecihle meşhur olan rivâyet de
budur. Bir rivâyette yoğun necaset: bir rivâyette de hafif necasettir.
Hulvânî'nin sözü son iki kavle ihtimallidir. Ancak necasetin hükmünü bedende
ve elbisede itibardan düşürmüştür. Evvelce gördüğümüz vecihle el-Münye
sahibi bunu biniş zarureti ile illetlendirmiştir. Bunu gördükten sonra
anlarsın ki, sözümüz pislik yiyen hayvanda değil, eşekle katırın teri
hakkındadır.
Kuhistânî'nin
Kâdîhân'dan naklettiği ibârede zamir, tesniye zamiridir ve eşekle katıra
râcidir. Öyle anlaşılıyor ki şarihin eline geçen «Kuhistânî» nüshasında
zamir müfret imiş. O bu zamiri pislik yiyen hayvana irca etmiş. Halbuki öyle
değildir. Ben Kâdîhân'ın ibâresine baktım. Orada zamir, tesniye zamiridir.
Ve üst tarafta geçen katır ve eşeğe râcidir. Orada pislik yiyen hayvandan
bahsedildiğini asla göremedim. Keza el-Muhît sahibinin Hulvânî'den
naklettiği ibare dahi pislik yiyen hayvan hakkında değil, eşekle katır
hakkındadır. Buna delil Münye'den naklettiğimiz Hulvânî'nin ibâresidir.
Kuhistânî'nin ibâresinde de tesniye zamirinden sonra alettâyin belli olan
odur.
Biz pislik
yiyen hayvanın hükümlerini musannıfın: «pislik yiyen deve ve sığırın artığı»
dediği yerde anlattık.
Bunların
terlerinin pis olduğunu sarahaten söyleyen Bakâlî'nin sözünü de naklettik.
Bunu şârih dahi kitabın sonunda muhtelif meseleler arasında açıklamıştır. Bu
söz evvelce de söylediğimiz gibi eti kokan hayvanlara hamledilmiştir. Alîm
ve habîr Allah'ın bir lütfu olan bu izahı ganimet bil! Allah'ın sayısız
ni'metlerine hamd olsun!