Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Reddül Muhtar,İbn-i Abidin

MEZUN KİTABI 1

ÇOCUĞUN TASARRUFLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDE VELÂYETİ OLANLARIN DERECELERİ BAHSİ 1

 

 

 

MEZUN KİTABI

METİN

İzin kelimesi sözlükte bildirmek ve haber vermek anlamına gelir. Bir terim olarak ise ticarî konuda

hacri kaldırmak demektir. Çünkü izinli kölede ticaretten başka konularda hacr kaldırılmaz. İbn

Kemâl.

İzin, hakkı düşürmektir. Eğer mezun köle ise hakkı düşüren efendidir. Yok eğer çocuk ise, hakkı

düşüren onun velisidir. İmam Şafiî ve İmam Züfer'e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi

yerine geçirmek demektir.

Hacri kaldıran köle kendi nefsî için ehliyeti ile tasarruf edebilir. Onun bu tasarrufu bir süre ile

sınırlandırılmaz. Ve bir çeşit ile de tahsis edilmez. İşte bu görüş, musannıfın «hakkı düşürmektir»

sözünün ayrıntısıdır. Yani üzerindeki hak düşürülen kimse, kendi başına tasarruflarda bulunabilir.

Taahhüd ile de efendisine rücu edemez. Çünkü efendisi onun hacrini kaldırmıştır.

O halde eğer kölesine bir gün veya bir ay izin vermiş olsa. -musannıfın bu sözü onun hacrini

kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır- o köle mutlaka üzerine hacr konulana kadar mezun olur. Zira

düşürülen şeyler belirli bir süre ile sınırlanmazlar. Bir türle de tahsis edilmez. O halde kölesine bir

çeşit izin vermiş olsa, ticaretin bütün çeşitlerinde izin vermiş olur. Zira ona izin vermekle üzerindeki

ticaret hacrini kaldırmış. vekâlet vermemiştir.

Bilinmiş olsun ki, bir nevi tasarrufla izin vermek ticarete izindir. Şahsî tasarrufla izin vermek ise

istihdamdır.

İzin, delâleten de sabit olur. Meselâ efendisi kölesinin bir yabancının malını sattığını görse, sussa,

bu delâlet yoluyla izindir. Ama efendisi kölenin kendi malını sattığını görse, lisanı ile izin verinceye

kadar caiz olmaz. Bezzâziye, Dürer, Hâniye'den.

Şu kadar var ki Zeylâî ve diğer âlimler efendinin malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır. Yani bir

köle efendisinin malını satarken efendisi görse, müdâhale etmese, bu delâlet yoluyla izindir.

Yabancının malını sattığını görüp susması gibi. Efendinin malı ile yabancının malının eşit olduğunu

İbni Kemâl ve Mülteka sahibi de kesin bir biçimde söylemişlerdir.

Bu görüş Şurunbulâliye'de şu sözle tercih edilmiştir: «Metin ve şerhlerde olan hükümler fetvâ

kitaplarında olandan daha uygundur.» Hatırda tutulsun.

O zaman köle istediğini alır ve efendisinin susması da izindir. Ancak kölenin efendisi hâkim olursa,

o zaman efendinin susması, onun malında da mezun olduğunu gösterir. Eşbâh. Şu kadar var ki,

efendisinin gördüğü o şeyin satış veya alışında mezun olmaz. Yani efendisi adına o malın satımı

nafiz değildir. Çünkü bu takdirde kölenin mezun olmadan önce mezun olması lazım gelir. Bu da

bâtıldır.

Ben derim ki: Şu kadar var ki, Kuhistânî, Zâhire'ye nisbetle efendi-in malını alışla değil, satışla

kaydetmiştir. Onun satıcı sahih olduğu gibi alışı da sahih olur. O zaman birinci mebi ile alınan mal

arasında farka ihtiyaç olur ki, söz konusu mebî hakkında köle mezun olmamaktadır. Ama aldığı şey

hakkında mezun olmaktadır. Allahu Teâlâ muvaffak kılsın.

İZAH

Musannıf bu konuyu hacrden sonra zikretmiştir. Zira izin, daha önce hacrin bulunmasını gerektirir.

«Sözlükte izin; bildirmek ve haber vermek anlamındadır ilh...» Musannıf izni, ilâm kelimesi ile tefsir

etmekte Zeylâî ve Nihâye'ye uymuştur.

Turî de şöyle demektedir: «Şeyhülislâm, Mebsût adlı eserinde şöyle der: «izin sözlükte, serbest

bırakmaktır. Zira izin men manâsına gelen hacrin zıddıdır. O zaman izin bir şeyden diğer bir şeye

serbest bırakmaktır.»

Nihaye'de de şöyle denilmiştir: «İzin bir şeyde hacredilen kimse için engeli kaldırmak anlamına

geldiği gibi hacredildiği şeyde de onun serbest olduğunu bildirmektir.»

Nihâye, Zeylâî'nin «izin ilâmdır. Ezân'ın ilâm manâsına gelmesi de bundandır» sözünü uzak

görmüştür. Çünkü izin, «Şuna izin vermiştir» kelimesinden alınmıştır. Ezân ise «şunu ilâm etmiştir»

anlamına gelen ezzene'den gelmiştir.

Ebussuud da şöyle demiştir: «Kadızâde, Tekmile'de. «Ben hiç lugat kitaplarında iznin ilâm

anlamına geldiğini görmedim» demiştir.»

«Mezun olan kölede ilh...» Uygun olan köle sözünün düşürülmesidir. Zira hüküm çocukta ve zayıf



akıllıda dayledir. H.

«Ticaretten başka konularda ilh...» Yani evlenmek, cariye almak, borç vermek, hibe ve benzeri

şeylerde mezun köleden hacr kalkmaz.

«Hakkı düşürmektir ilh...» Bu söz. «Şeriatte hacri kaldırmaktır» sözünün tefsiri gibidir. Açıktır ki,

çocuk ve zayıf akıllıda hakkın düşürülmesi yoktur. Sadiye.

Şu kadar var ki İbni Kemâl şöyle demiştir: «Yani mevlânın hakkını düşürmek değil, men hakkını

düşürmektir. Zira mevlânın hakkının köleye izine tahsis edilmesi geçerli değildir. Çünkü efendinin

hakkı izinle köleden düşmez. Bundan ötürü de aşağıda geleceği gibi efendi kölesinin kazancından

zorla alır.»

«İmam Şâfiî ve İmam Züfer'e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi yerine geçirmektir.» Bu

ihtilafın semeresi ileride gelecektir.

«Köle tasarruf edebilir ilh...» Musannıfın bu sözü manâ üzerine atıftır. Sanki musannıf efendi

kölesine izin verdiği zaman köleden hacr kalkar, ondan sonra köle tasarruf eder ilh... demek

istemiştir. İbni Kemâl.

«Köle ilh...» Musannıf bu beyânı köle ile niçin tahsis etmiştir? Çünkü onda hâl gizlidir. Yoksa,

buradaki hüküm köle, çocuk ve zayıf kıt akıllı (ma'tûh) arasında ortaktır. İbnî Kemâl.

«Kendi nefsi için ilh...» Yani vekâlet yoluyla efendisine tasarruf etmiş değildir. Kuhistanî.

Kendi nefsine tasarruf ettiğinde aldığı şeyin kendisinin olması da lazım gelmez. Çünkü köle

tamomıyla efendisinin mülküdür. Onun mülkiyeti tasarruf ettiği şeyde güç olduğu takdirde efendisi

o mülkte onun yerine geçer. Şurunbulâliye.

«Ehliyeti ile ilh...» Zira köle, köle olduktan sonra da yine tasarruf ehlidir. Çünkü tasarrufun rüknü,

şer'an muteber bir sözdür. Çünkü mümeyyizliğinden ve mahallinden sadır olmuştur. Tasarrufun

mahalli ise, hukukun iltizamı için elverişli bir zimmettir. Rükün ve malâh de kölelikle yok olmaz. Zira

bunlar insanların değerlerindendir. O da kölelikle insan olmaktan çıkmaz. Ancak şu kadar var ki,

efendinin hakkının onun rakabesindeki bir borç sebebiyle bâtıl olmaması için onun üzerine hacir

konulmuştur. Çünkü onun kölelik yüzünden zimmeti zayıftır. Hatta onun zimmetinde kölelikle

meşgul olduğu sürece mal da vacib olmaz. Efendisi ona izin verdiği takdirde onun üzerindeki

hakkını düşürmüş köle kendi asıl ehliyeti ile tasarrufda bulunmuş olur. Zeylâî.

«Bir çeşitle de tahsis edilmez ilh...» Bir yerle de tahsis edilmez. Kuhistânî.

Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Bu hüküm. eğer izin hacir altındaki bir köleye verilmişse

yledir. Ama izin bir mezun köleye ikinci kez verilmişse. bu tahsis olunur. O halde köleye izin

verilse, sonra ona bir miktar para verilerek onunla yiyecek alması söylense, köle de bir köle alsa,

aldığı köleyi kendisi için almış olur. İmam Muhammed bunu kesin bir ifadeyle söylemiştir.»

«Bu söz musannıfın «hakkı düşürmektir» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Çünkü düşürmeler sınırlamayı

kabul etmez. Boşama ve azad gibi. Nitekim ileride gelecektir. Eğer izin hakkı düşerse, artık efendi

köleyi nehyetmeye mâlik olamaz, denilmesin. Zira biz diyoruz ki, mevcut olmayan bir hakkı

düşürmek değildir. O zaman nehyetmek de mevcut olmayan bir şeyi düşürmekten imtina etmek

olmaz. Zeylâî.

«Kefâlet ile de efendisine rücu etmez ilh...» Yani tasarruf hakkı ile semenin talebi gibi diğer şeylerle

efendisine rücu edemez. Kuhîstanî.

«Hacrinî kaldırmıştır ilh...» Bunun açık anlamı, musannıfın «rücu etmez» sözü, «hacrini

kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır. Kuhistanî de bu sözü «kölenin tasarrufu kendi nefsi içindir»

sözünün ayrıntısıdır.

«Bu sözü, «onun hacrini kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Bunda bir görüş vardır. Açık olan,

bu ayrıntının ayrıntısıdır. O ayrıntıda «Bir süre ile sınırlanmaz» sözüdür. Nitekim illet de bunu

gösterir.

«Düşürülen şeyler belirli bîr süre ile sınırlanmazlar ilh...» Çünkü düşürmeler sürelerle sınırlandığı

takdirde vukuu anında dağılır.

«Bir çeşide izin vermiş olsa ilh...» İster o çeşittten başkasında sükût etsin ister açık bir ifade ile

nehyetsin. Meselâ açık bir ifade ile bez almasını yleyerek başkasından nehyetmesi gibi.

Tatarhâniye, Muz-marat'tan.

«Zira izin vermekle üzerindeki ticaret hacrini kaldırmış, vekâlet vermemiştir ilh...» Musannıf



yukarıda geçtiği halde, bizimle Şâfiî ve Züfer arasındaki ihtilâfın semeresine dikkat çekmek için

tekrar etmiştir. Anla.

«Bilinmiş olsun ki ilh...» Minâh'ta şöyle denilmektedir: «Tahsisten maksat istihdam olduğu zaman

bir şey ifade etmez. Zira eğer tahsis izin olmuş olsa, köleyi istihdam kapısı kapanır. Zira bir kimse

iki fulusa bakla alması için kölesine izin verirse, bu ticaretle izin vermek demektir. O zaman onun

rakabesini kapsayacak ölçüdeki borçlarla ikrar etmesi de sahih olur. Halen de alınması gerekir. O

halde, hiç kimse şiddetle ihtiyacı olduğu bir şeyde bile kölesini istihdam etmeye cesaret edemez.

Zira genellikle köleler az şeylerin satın alınmasında istihdam edilir. O zaman istihdamla ticaret izni

arasını ayıracak bir sınır gerekir. Bu sınır şudur: Adam kölesine mükerrer tasarrufla açıkça izin

verir. Mesela kölesine «Bana bir kumaş al ve sat» veya «Şu elbiseyi sat, onun fiyatı ile bir şey al»

der. Veya meselâ, «Bana her ay kâr ver» veya «Bana bin lira öde, hürsün» demesi gibi

tasarruflarına delâleten izin verir. Çünkü bunda köleden bir mal talep etmiştir. Mal da ancak kölenin

kesbi ile hasıl olur. İşte bu da delâleten tekrardır. Veya kölesine «sen boyacılık veya çamaşırcılık

yap» demesi de delâleten tekrardır. Çünkü gerekli olan bir şeyin şırası için vermiştir. Bu da

çeşitlerden bir çeşittir. Yukarıda zikredilen amelin tekrayla tekerrür eder. O zaman onun bu

tasarrufla izni köleye ticaret ile izindir. Ama eğer kölesine mükerrer olmayan bir tasarrufla izin

verse, evine ekmek veya yiyecek olması gibi, bu izin olmaz. Nitekim biz bunu zikrettik.»

Bu açıklamalar Bezzâziye'de de belirtilmiştir. «Bir köle bir malı gasbetse, efendisi de gasbettiği

malı satmasını emretse, efendisinin bu emri ticaret izni olur. Halbuki bu izin mükerrer bir akitle izin

de değildir. Yukarıda zikredilen asıl bununla bozulmaktadır» denilse, biz deriz ki. buna şu şekilde

cevap verilir: Efendinin kölesine gasbettiği bir şeyi satmasını emretmesi, delâleten mukerrer akitle

izindir. Bu delâleten izinle sabittir. Çünkü efendinin gasbedilen malın satılması ile tahsis etmesi

bâtıldır. Çünkü efendinin gasbedilen mal üzerinde velâyeti yoktur. İzin de efendiden açıkça sadır

olmuştur. O zaman, sınırlama bâtıl olmuş, mutlak ifade açığa çıkmış bulunur.

Hidâye'nin sözü de işaret etmektedir ki, ticaret izni ile istihdamı ayıran fâsıl çeşit tasarrufu ile şahsî

tasarruftur. Çeşit tasarrufu ile izin vermek ticaretle izindir. Ama şahsî tasarrufa izin vermek ticarete

izin» sayılmaz. İnâye'de de böyledir. Düşünülsün. Vikâye'nin ifadesi de bunu gösterir.

«İzin delâleten de sabit olur ilh...» Hakâik'te şöyle denilmiştir: «Efendinin susması, susması

sırasında izni nefyedecek bir şey geçmediği takdirde ancak, izin olur. Meselâ efendi «Benim

kölemin ticaret yaptığını gördüğünüz zaman.» dese ve sussa.,yine âlimlerin ittifakı ile, köle ticaretle

mezun olmaz.»

«Efendisi kölenin bir yabancının malını sattığını görse ilh...» Zeylâî şunu ifade etmiştir: «Birisi bir

yabancının kendi malını sattığını görse ve sussa, onun susması ona izin olmaz. Veya birisi

sahibinin gözü önünde malını telef etse, sahibi de sussa, yine hüküm böyledir. Malını telef eden

kimseden tazmin etmesini taleb etme hakkı vardır.»

Fûzaladan bazıları, «Bu ifade ile birlikte Fûsil-i İmâdiye'nin otuz üçüncü faslında olan ifadeye

bakılsın» demişlerdir. O ifade şudur: «Birisi diğerinin tulumunu yarsa ve tulumun içinde olanı

emse. sahibi de sussa, onun susması rıza sayılır.»

Allah'ım, sen bizi sorumlu tutma. Fûsul-i İmadiye'de olan ancak telafisi mümkün olmayan bir telefe

hamledilir.

«Bezzâziye ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi aynen şöyledir: «Birisi kölesinin alışveriş yaptığını görse,

sussa, bu izindir. Ancak eğer ondan nehyetmezse. Şu kadar var ki, eğer efendisinin malından

satıyorsa, sözlü olarak izin verinceye kadar onun satışı caiz değildir.»

«Dürer, Hâniye'den ilh...» Hâniye'nin ifadesinde çelişki vardır. Zira Hâniye sahibi konunun baş

tarafında «Efendi kölesini mâlikin bir malını satarken görse ve sussa, onun susması izin olmaz»

demiştir. Birkaç satir sonra da, «Onu kendi dükkânında görse, köle birçok malı satıncaya kadar

sussa, onun bu susması izin olur. Ancak susmasından önce kölenin satışı efendi için nâfiz olma

daha sonra da, «Birisi diğer bir adamın kölesine satması için mal vermiş olsa. o da satarken

efendisi görse ve nehyetmese, onun nehyetmemesi ticaretle izin olur. Mal sahibi için de kölenin

satışı caiz olur» demektedir. Hamevî.

Ben derim ki: Hâniye'nin ifadesinde çelişki yoktur. Zira onun birinci sözünün anlamı, efendinin

sustuğu satışta ona izin olmaz, bu satış efendi için nâfiz olmak demektir. O satıştan sonra her ne

kadar ticaretle mezun olsa dahi. Nitekim bu birinci sözü ikinci ve üçüncü sözü tefsir etmiştir. Ama

yabancının malında satımının nâfiz olması do ancak ecnebinin ona izin vermesindendir. İşte bu da

Bezzâziye'de olan ifadenin anlamıdır. Bizim bu dediğimize Birî'nin şerhinde Beyî'den nakledilen



«Adam kölesinin alışveriş ettiğini görse, sussa, bize göre köle mezun olur. Ancak susmanın

tesadüf ettiği satımda değil. Alış ise bunun aksinedir» ifadesi de delâlet etmektedir.

Sonra ben Allâme Tûrî'nin de Bedâyî ve başkalarının ifadeleriyle istidlâl ederek sözleri bu şekilde

telif ettiğini gördüm.

Allâme Tûrî sonra Zeylâî'ye itiraz ederek şöyle demiştir: «Kölenin sattığı şeyde fark yoktur. İster

efendisinin, ister başkasının malı olsun. İster izniyle olsun, ister izinsiz olsun. İster bey'i sahih, ister

fasit olsun. Hidâye sahibi de bu şekilde zikretmiştir.

Kadıhan da şöyle demektedir: «Efendi kölesinin mâlikin arpalarından bir malı sattığını görse ve

sussa, bu izin olmaz.»

Tûrî şöyle diyor: «Zeylâî'nin sözünün açık anlamı şudur ki, Zeylâî Hidâye sahibinin sözü ile Hâniye

sahibinin arasında bir muhalefet olduğunu anlamıştır.» Sonra da, «Zeylâî'nin sözü İmam

Muhammed'in Asl isimli kitabındaki ifadesinin aksine nasıl yorumlanır» demiştir.

0 halde şârihin Bezzâziye'den naklettiği sözün anlamı, özellikle o efendi için caiz değildir demektir.

Her ne kadar onunla köle ticaretle mezun olsa bile. Yoksa onun anlamı ona izin olmaz demek

değildir. Nitekim hâşiyeci şarih ve diğerleri de böyle anlamışlardır. Velhasıl, kölenin satışı ile, ister

mâlikin mülkü olsun, ister başkasının mülkü, mezun olmasında bir fark yoktur. Fark ancak,

susmasının tesadüf ettiği satış hususundadır. Eğer efendinin satışını görüp sükût ettiği mal

yabancının ise, caizdir. Efendinin ise, dili ile izin verene kadar caiz değildir. Bu tespiti ganimet bil.

Çünkü burası anlayışların kaydığı yerdir.

«Şu kadar var ki Zeylâî ve dîğer âlimler efendinîn malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır ilh...»

Hidâye sahibi gibi. Nitekim sen de onun ifadesini gördün. O halde buradaki düzeltme başkası gibi

şârihın de Bezzâziye ile Hâniye'de olan ifadeyi Hidaye'de olan ifadeye muhalif anlamasındandır.

Halbuki sen de anladın ki, sükûttan sonra mutlaka mezun olacağı hususunda muhalefet yoktur.

Ancak Hâniye'de birşey ifade edilmiştir ki, o Hidâye'de zikredilmemiştir. O şey şudur: Efendinin

kölesinin satışını gördüğü satım eğer efendinin malı ise, caiz değildir. Eğer efendinin değilse,

caizdir.

«Şurunbulâliye'de tercih edilmiştir ilh...» Yani Şurunbulâliye, Zeylâî. İbni Kemâl ve diğerlerinin

zikrettikleri, efendinin malı ile yabancının malının eşitliğini tercih etmiştir. Bu tercihten sonra da

Camiü'l-Fusûleyn' den bizim zikrettiğimiz «İznin eseri gelecekte kendini gösterir.» Yoksa gördüğü

zaman sattığı şeyde değil» kavlini nakletmiştir. Kadıhan ve diğerlerinin muradlarının da bu olduğu

Şurunbulâliyenin gözünden kaçmıştır. Bu açıklamalara dayanarak metin ve şerhler ve fetvâların

ifadeleri arasında zıtlık yoktur. Başarıyı veren Allah'dır.

«Köle istediğini alır ilh...» Umulur ki burada «dilediğini alır» sözünden maksat alınan şeylerin

tamamıdır. Velev alınan şeyler haram da olsa. Bundan ötürü Kuhistanî, «Alır. Velev aldığı şey şarap

dahi olsa» demiştir. T.

«Ancak kölenin efendisi hâkim olursa ilh...» Hamevî Kenz'in şerhinde, Makdisî Remz'de şöyle

demişlerdir: «Bu sözün tevcihinde bana şu zahir oldu: Hâkim işleri kendi nefsiyle yapanlardan

değildir. O zaman kölesinden amellerin tekrarı ile onun sükûtu izne delâlet etmez. Çünkü vekâlet

verme ihtimali çok kvvetlidir.»

Hamevî ve Makdisî'nin sözleri ifade ediyor ki, hâkim burada ancak örnek için zikredilmiştir. Öyleyse

hâkimden maksat, işlerini bizzat kendisi yapmayan herkestir.

Eşbâh haşiyesinde şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, Zâhiriye sahibi bu meseleyi istisna yoluyla

zikretmemiştir. Kadıhân da yine bunu istisna yoluyla zikretmemiştir. Kadı diyor ki: «Birisi kölesinin

alış-veriş yaptığını görse, sussa, bunun sükûtu izin olmaz.» Halbuki biz de yukarıda zikrettik ki.

Hidâye sahibinin yukarıda mutlak zikretmesinden anlaşılıyor ki, efendinin hâkim olup olmaması

arasında bir fark yoktur. Yine yukarıda takdim ettik ki, metin ve şerhlerde olan, fetevâ kitaplarına

takdim edilir. Bunu Ebussuud da Eşbâh hâşiyesinde ikrar etmiştir.

Ben derim ki: Uzak değildir ki. Kadıhân'ın maksadı şudur ki, sükûtun tesadüf ettiği satışta köle

mezun olmamaktadır. Zaten onun geçmiş sözünden maksadı da bu idi. Nitekim bildin. O halde köle

o satıştan sonra mezun olur. O zaman, sözde istisna yoktur.

Makdisî'nin zikrettiği ise, .hâkimi kesin olarak zikretmenin sebebi olmaya elverişlidir. Halbuki bu da

onun geçen sözünün umumuna dahildir. Yani. hâkimin kölesi ile başkasının kölesinin hükmü birdir.

Her ne kadar hâkimin kölesinin, hakimin vekili olması ihtimali kuvvetli ise de. O zaman Kadıhân'ın

ifadesi metin ve şerhlerin mutlak ifadesine aykırı değildir. Bundan dolayı hâkimin kölesi meselesi



Hâniye ve Zâhiriye'de Eşbâh'ın yaptığı gibi istisna tarikiyle zikredilmemiştir.

Bu meselenin zikrinden sonra Tûrî'nin şöyle dediğini gördüm: «Asrın bazı adamları hâkimin

sükûtunun efendinin sükûtuna hilafla izin olmadığını anlamışlardır. Zeylâî'nin anladığı gibi.»

Tûrî'nin sözünün açık anlamı şudur ki, bu anlayış fakihlerin sözüne aykırıdır. Zeylâî'nin geçen

anlaması gibi. İşte bu da bizim yukarıda dediğimizi teyid etmektedir. Düşün.

«O şeyin satış veya alışında mezun olmaz ilh...» Bunda bir görüşü vardır: Kelâm kölenin yabancının

malını satışında farzedilir. O zaman da efendinin sükûtu, o şeyin satışında izin olarak tasavvur

edilemez. Ta ki nehyi sahih olsun. Bu da şarih, «Yani efendisi adına o malın satışı nâfiz değildir»

sözü ile işaret etmiştir. Şu kadar var ki bu bir şerhdir. Şerh de şerhedilene mutabık olmaz. Öyleyse

şârihin üzerine düşen, bunu ihtiraz şeklinde açıklaması idi. H.

Bunun özeti şudur: Kölenin o şeyin satışında mezun olmaması, ancak sattığı şey efendinin mülkü

olması hâlindedir. Ama eğer sattığı yabancının malı ise, bizim de yukarıda zikrettiğimiz yabancı için

nâfiz olur. O satımın geçerliliği de kölenin efendisinin sükûtu ile değil, yabancının izni iledir.

Bu satışta semenin uhdesi köleye mi, yoksa ona izin veren yabancıya mı aittir. Meşâyih bunda

ihtilâf etmiştir. Zâhiriye ve Tatarhâniye.

Şu kadar var ki, Siraç sahibinin sözlerinin aksi aralarında fark olmadığını ifade etmektedir. Zira

Siraç sahibi şöyle demektedir: «Eğer adam kölesinin alış veriş yaptığını gördüğü halde

yasaklamayarak sükût etse, köle mezun olur. Ancak kavlen izin verene kadar kölenin bu satışı

efendisi için nafiz olmaz. Kölenin sattığı mal ister efendinin. ister gayrının olsun. Fakat bundan

sonra köle tasarrufunda mezun olur.»

Siraç sahibinin ifadesindeki «Kölenin sattığı mal ister efendinin, ister gayrının olsun» kavlinin

umumîliği, eğer «mezun olur» sözüne irca edilirse, bu tasarruftan sonraki tasarruflarında mezun

olur. Veya efendinin gördüğü satışı, yabancıdan izin alarak yaptığı bir satış şeklinde yorumlanırsa,

mezun olur. En yakın olanı da budur. O bizim Bezzâziye, Hâniye veya diğerlerinden naklen takdim

ettiğimize de münafî olmaz. Düşünülsün.

«Mezun olmadan ilh...» Çünkü izin sabit olmaz. Ancak köle efendisinin huzurunda alış-veriş

yaptıktan sonra izin sabit olur. Zarurî olarak huzurunda yaptığı ilk alış-verişte köle mezun sayılmaz.

O zaman da o bey nafiz olmaz.

«Bu da bâtıldır ilh...» Çünkü bir şeyin kendi nefsi üzerine tekaddümü lâzım gelir.

«Zâhire'ye nisbetle ilh...» Zahire'nin ibaresinin nassı şöyledır: «Adam kendi malı ile kölesinin bir

şey aldığını görse, ondan nehyetmese, nehyetmemesi efendiden köleye ticaretle izin olur. Onun

aldığı şey ise lazımdır. Ama efendi o malını geri isteyebilir. Efendi sonra malını dirhemler ve

dinarlar ile geri alsa, bey bozulmaz. Ama eğer efendinin malı ev eşyası, tartılacak veya ölçülecek bir

şey ise, efendi geri aldığı takdirde bey nakzedilir.

«Farka ihtiyaç olur ilh...» Umulur ki fark fakihlerin fuzulînin babında zikrettikleri, «Alış nifaz

bakımından daha seridir» sözüdür. Dûşünülsün. H.

Ben derim ki: Dürerü'l-Bihâr şerhinde şöyle denilmektedir: «Sıra suretinde efendi için nafizdir.

Çünkü mebi efendinin mülküne girmektedir. Bey suretinde ise efendi için nafiz değildir. Çünkü

mebi efendinin mülkünden çıkmaktadır.»

Bunun benzerini Hamevî de Bedâyî ve Mecmâ şerhinde nakletmiştir.

Bu söze şu şekilde itiraz edilmiştir: Her ikisinde idhal de, ihraç da vardır.

Ben derim ki: Eğer satılan malın semeni dirhem veya diran kabilinden olursa her hangi bir güçlük

bulunmaz. Çünkü onlar tayin ile taayyün etmezler. Belki alan adamın zimmetine vacib olur. İşte

bundan ötürü, eğer efendi malını geri almış olsa, satım akdi bozulmaz. Nitekim biz de zikrettik. Ama

eğer semeni dirhemler ve dinarlardan başka olursa, o zaman güç olur. Çünkü satış trampa satımı

olur. Semen de bunda bir şekilde mebidir. O zaman birkaç defa geçtiği gibi efendisinden izinsiz bu

satışı nafiz olmaz. Ancak sonraki satışlarda nâfiz olmuş olur.

Bu itiraza şöyle cevap verilir: Lâzım, kölenin satın aldığıdır. Kölenin efendinin mülkünden verdiği

şeye gelince, efendi için o nafiz değildir. Bundan ötürü efendi onu geri olabilir. Kölenin yaptığına

izin verir ve geri almazsa, o zaman sattığı şey onun için de nafiz olur. Köle hem o şeyin satışında,

hem de ondan sonraki satışlarında mezun olmuş olur. Zira sonradan verilen icazet eskiden verilen

icazet gibidir. Bu cevap, bana açık olandır.

METİN



İzin açık olarak da sabit olur. Öyleyse kayıtsız, mutlaka izin vermiş olsa, mezun kölenin yaptığı

bütün ticaretler, âlimlerin icmaı ile sahihtir. Ama eğer bir çeşit ticaretle kaydederse, Hanefî

âlimlerine göre yine engel olur. Ama Şâfiî buna muhalefet etmiştir. O halde genel izin verildiği

takdirde gabnı fahişle de olsa alışveriş yapar. Gabnı fahişle alış-veriş yapmasına imameyn

muhalefet etmiştir.

Mezun alış-verişle vekâlet, rehin vermek, rehin kabul etmek, elbise ve hayvanı âriyet olarak vermek

gibi işleri de yapabilir. Çünkü bunlar tüccarın adetindendir. Mezun, kölesi üzerine farz olan kısastan

dolayı sulh da yapabilir. Kıymetiyle efendisine mal da satabilir. Ama efendisine kıymetinden

aşağıya mal satamaz. Fakat efendisi ona kıymetinin misliyle veya kıymetinden daha azıyla mal

satabilir.

Efendisi semenin kabzı için mebiî mezuna vermeyebilir. Eğer efendi semeni kabzetmeden mebiî

teslim etmişse, semen bâtıl olur. Yalnız semenin iptali Mecma şerhinin Muhit'e nisbetle yapmış

olduğu tashihe muhaliftir. Çünkü efendinin kölesi üzerinde borcu olmaz. O zaman o mal elinden

meccanen çıkmış olur. Ama semen nakil değil ev eşyası olursa, semen bâtıl olmaz. Çünkü akitle

taayyün etmiştir. Bu yazılanların hepsi, eğer mezun borçlu ise böyledir. Eğer 'borçlu değilse, zaten

aralarında satış caiz değildir. Nihâye.

Efendi mezuna bir ticaret malını kıymetinin fazlasıyla satmış olsa, o fazlalığı ya düşer, ya da akti

fesheder. Yani efendiye bunlardan birisini yapması emredilir. Mezundan olacaklı olanların

haklarının zayolmaması için bu böyledir.

Efendisi hazır olmasa bile, bir haktan dolayı mezun aleyhindeki şehâdetler kabul edilir. Eğer köle

mahcur olursa, şehâdet kabul edilmez. Yani efendisi üzerine kabul edilmez. Belki kölenin aleyhine

kabul edilir. O zaman köle azatdan sonra onunla sorumlu tutulur. Köle de efendisi de hazır

olurlarsa bir malın istihlâkî veya gasbı ile efendi üzerine hükmedilir. Ama bir vedia veya meccanen

satış için istihlâk davası, kölenin üzerine kabul edilir. Bazı alimler tarafından da, «Bedâî veya

bedaenin istihlâki ile dava edilmiş olsa, şehâdet efendi için kabul edilir» denilmiştir.

Kölenin bir malı gasbettiğini veya helâk ettiğini ikrarı üzerine şahitler şehâdet etseler, o hakkın

tazmini için mutlaka efendi üzerine hüküm verilmez. Bu konunun tamamı İmâdiye'dedir.

Mezun köle bir tarlayı icare müsâkât veya muzareât yoluyla alabilir. Tarlayı ekeceği tohumu da satın

alabilir. Mezun elindeki efendinin tarlasını başkasına kira veya tarım ortaklığı verebilir.

Mezun mufâveze değil, inan ortaklığı ile şirket de kurabilir. Ama kiralayabilir, efendisinin kölelerini

başkasına kiralayabilir. Velev kendi nefsi için olsun. Vedia, gasb ve deyn ile ikrar da edebilir. Velev

ki üzerinde borç olsun.

Ancak mezun eğer cariye ise kocası, çocuğu, babası ve efendisi için yukarıda sayılan ikrarlarda

bulunamaz. Çünkü Ebû Hânife'ye göre mezunun bunlara borçla ikrarı bâtıldır. İmameyn buna

muhalefet etmiştir. Ama bunlara bir mal ile ikrarda bulunursa, borçlu değilse sahihtir. Vehbâniye.

Mezun, israf sayılmayacak kadar az bir yiyeceği hediye de edebilir. Bu söz şunu ifade etmektedir ki,

mezun yenilecek şeylerden başkasın» hediye edemez. İbni Kemâl.

İbni Kemâl'in sözüyle İbni Şıhne cezmetmiştir.

Mahcur ise hiçbir şey hediye edemez. Ebû Yûsuf'tan şu rivayet edilmiştir: Eğer mahcura günlük

yiyeceği verilmiş olsa, bazı arkadaşlarını kendisiyle beraber yemeğe çağırsa, bunda bir beis yoktur.

Ama bir aylık yiyeceği toptan verilirse, bunun aksinedir.

Kadının efendisinin veya kocasının malından bir ekmek gibi az bir şeyi sadaka vermesinde beis

yoktur. Mülteka. Ama kocasının veya efendisinin razı olmadığını biliyorsa, caiz değildir.

Mezun köle kendisine yemek yediren kimseye elindeki mal miktar kadar ziyafet de verebilir.

Tacirlerin ayıp sebebiyle düştükleri miktar kadar, sattığı malın semeninden düşebilir. Tacirlerin

yaptıkları ikram kadar ikram yapabilir ve tacirlerin tanıdıkları vade kadar vade ile satabilir. Müçtebâ.

İZAH

«Kayıtsız ilh...» Yani efendi kölesine aynıyla hiçbir şeyi kayıtlamadan, «Sana ticaret izni verdim»

demesi gibi. Zeylâî.

«Yaptığı bütün ticaretler sahihtir ilh...» Zira lafız ticaretin bütün nevlerine şâmildir. Zeylâî.

«Ama eğer bir nev ticarette kaydederse ilh...» Yani ticareti bir nev, bir şahıs, bir vakit veya bir

mekânla kayıtlaması gibi. Nitekim yukarıda geçti. Zeylâî.



Ama yenilecek veya giyilecek bir şeyi ayyla alınmasını emretse, köle ticaretle mezun olmaz. Zira

bu bir istihdamdır. Nitekim bunun beyânı yukarıda geçti.

«Şafiî buna muhalefet etmiştir ilh...» İmam Züfer de muhalefet etmiştir. Çünkü onlara göre izin

vekâlettir. Bize göre ise, hakkın iskatıdır. T. Nitekim yukarıda geçti.

«Gabnı fahişle de olsa ilh...» Musannıf bunu mutlak zikretmiştir. O halde, efendinin mezun kölesine

gabnı fahişle satmayı nehyetme kısmını da şâmil gelir. Veya zaten mutlaka onun için zikretmiştir.

Bezzâziye'de olduğu gibi. Mİnâh.

«İmameyn muhalefet etmiştir ilh.» Ticaretle izinli çocuğun ve kıt «akıllının bey hükümleri de bu hilâf

üzerinedir. Yani İmama göre gabnı fahişle de olsa sahihtir fakat imameyne göre sahih değildir.

Zeylâî.

«Alış-verişle vekâlet ilh...» Mülteka şerhinde buna, «Selem verir ve kabul eder» cümlesi de ilâve

edilmiştir. Tebyin'de de, «Ticaretle mezun köle elindeki sermayeyi bir diğerine mudarebeden verir

ve bir diğerinden mudarebeden para da alır» denilmiştir.

«Çünkü bunlar tacirlerin adetindendir ilh...» Bu söz. yukarıda geçenlerin gabni fâhiş hali dahil

hepsine illet olmaya elverişlidir. Zira bunlar müşteri kazanmak için tacirlerin yaptığı işlerdir. Meselâ

bir parti malı düşük bir fiyatla satar, diğer bir partide de para kazanır. Tebyîn' de olduğu gibi.

Tebyîn'de şöyle denilmektedir: «Ticaretle mezun köle hastalanmış olsa. hastalığında müsamahalı

muâmele yapsa, üzerinde borç olmadığı takdirde müsâmahalı yaptığı kısım malının hepsinden

sayılır. Eğer borçlu ise, borçların dışındaki kalan kısmın hepsinden itibar edilir. Zira hürde de

varislerin hakkı için malın üçte birine haşredilir. Köleye ise vâris yoktur. Efendisi de kölesine ticaret

izni vermekle hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar Efendisi de kölesine ticaret izni

vermekle hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar bunun aksinedir. Eğer borcu onun

bütün malını kapsıyorsa, ticaretle mezun köleden mal alan müşteriye, müsamahalı kısmın hepsini

ödemesi veya satılanı geri vermesi söylenir. Hürde olduğu gibi. Eğer efendi hasta değilse mesele

bu şekilde sabittir. Yoksa, kölenin müsamahası ancak efendinin malının üçte birinde geçerli olur.

Çünkü efendi hastalandıktan sonra iznin devamında mezun köle kendi nefsi yerine geçmiştir. O

zaman mezunun tasarrufları efendinin tasarrufları gibidir. Muhabattan fahiş olan ve olmayan

efendinin tasarrufuna müsavidir. O zamana bu muhabatın hepsi ancak üçte birde geçerli olur.»

Özetle.

«Sulh da yapablir ilh...» Çünkü köle sanki onu sulh bedeli ile almıştır. Kölenin sulh bedeli ile alması

da geçerlidir. T.

«Kıymetinden aşağıya mal satamaz ilh...» Çünkü bunda töhmet vardır. O halde bu caiz değildir. Zira

alacaklıların hakkı maliyete taalluk eder. Mezunun da onların hakkını iptal etmeye yetkisi yoktur.

Ama Ebû Hânife'ye göre mezun köle bir yabancıya müsâmaha ile mal satmış olsa, yukarıdakinin

aksine caizdir. Çünkü yabancıya satışında töhmet yoktur.

İmameyn de, kıymetinden aşağısına efendisine satmasının da caiz olduğunu söylemişlerdir. Velev

gabnı fahişle de olsa. Şu kadar var ki. efendi gabnı fahişi ortadan kaldırmak veya satımı feshetmek

sırasında muhayyerdir. Ama bunun aksine yabancıya çok düşük bir fiyatla bir mal satmış olsa,

İmameyne göre asla caiz değildir. Zira onların kabul ettikleri asıl üzerine müsamaha ancak

efendinin izni ile caizdir. O halde efendi ona satın almaya izin vermiştir. Ancak efendi gabnı fahişi

orta-dan kaldırır, sözü de alacaklıların hakkını korumak içindir. Fakihler bazı âlimlerin «Mezun köle

efendisine çok düşük fiyatla bir şey satsa, satım akdi fasittir» sözü üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Esas

olan, burada Ebû Hanîfe'nin görüşüde imameynin görüşü gibidir. O zaman mezunun efendisi ile

olan tasarrufları borçlu olan hastanın yabancı ile alış-verişi gibidir. O zaman fiyatın çok düşük

olması ile az düşük olması Ebû Hanîfe'ye göre birdir. Nitekim imameynin görüşü de böyledir.

Zeylâî. Özetle.

«Semen bâtıl olur ilh...» Satılan malın semeni bâtıl olunca sanki parasız satmış gibi olur. O zaman

da satımı caiz olmaz. Musannıfın semenin butlanından maksadı semeni teslim etmenin vesemeni

talep etmenin bâtıl oluşudur. O zaman da efendi satılanı geri alabilir. Cevhere.

Şu kadar var ki Tebyîn'de yukarda zikrettiklerimizin zikrinden sonra, köle hiçbir şeyi talep edemez.

Zira satılanın teslimi ile onun hapis hakkı düşmüştür. İmameyn'e göre de, efendinin hakkı mebiin

aynına taalluk eder. O zaman efendi alacaklılardan o mebiin aynı hususunda daha haklıdır»

denilmiştir. Sonra da, «Bu zahiri rivayetin cevabıdır» denilmiştir.

Ebû Yûsuf'tan da eğer satılan mevcut ise geri alabileceği veya semeni alıncaya kadar hapsedileceği



rivayet edilmiştir. Eğer köle satılanı helâk ederse. Yok eğer mebi mevcut ise, efendi onu geri alabilir

ilh...

«Mecma şerhinin Muhit'e nisbette yapmış olduğu tashihe muhaliftir ilh...» Zira Mecma şarihi şöyle

demektedir: «Bazı âlimler tarafından, «Semen bâtıl olmaz. Her ne kadar satılanı önce teslim etmiş

olsa da. Zira satım akdinin aktedilmesi semenin borç olarak tehir edilmesi caizdir. Nasıl ki semen,

muhayyerlikle satılan bir mebide muhayyerliğin düşme vaktine kadar tehir edilirse» denilmiştir.

Muhit sahibi de. «İşte bu görüş ancak sahih görüştür» demiştir.

Ben Mecma'nın hâmisinde aynen şunu gördüm: «Bunda bir görüş vardır. Çünkü Muhit sahibi

köleden satımın cevazına hükmetmiştir. Yoksa, efendisine sattığı takdirde semenin ondan

düşeceğine hükmetmemiştir.» Nitekim şarih de böyle anlamıştır. H.

«Semen ev eşyası olursa ilh...» Bu görüş şârihin «deyn» sözü üzerine tefri ve ondan anlaşılanı

beyândır. Zira efendi akitle taayyün eden ev eşyasının aynına malik olur. Efendinin mülkünün

aynının kölesinin elinde bulunması da caizdir. O zaman o köleden alacaklılardan o aynı hususunda

daha hak sahibidir. Nihâye.

«Bu yazılanların hepsi ilh...» Yani kıymetiyle veya kıymetinden azı ile efendinin köleye, kölenin

efendisine satması.

«Eğer borçlu değilse, zaten aralarında satım caiz değildir ilh...» Çünkü köle borçlu olmadığı

takdirde satımın bir faydası yoktur. Çünkü köle ve elindeki mal efendinindir. O malda efendiden

başka kimsenin hakkı yoktur. Zeylâî.

«Bir ticaret malını ilh...» Musanıftan başka bir kaydı zikredeni görmedim. T. de «Ben bununla takyid

edılen mefhumu da görmedim» diyor. Umulur ki, musannıf satılanın yenilecekveya giyilecek olması

durumundan kaçınmak için bu kaydı koymuştur.Zira onda fesih yoktur. T. Bunu araştırmıştır.

«Bir haktan dolayı ilh...» Satım akdi, kira ve satın alma gibi. Veyahut şahitler mezun kölenin bir şeyi

gasbettiğine veya vediayı helâk ettiğine veya bunlardan biriyle ikrar ettiğine şehadet ederlerse,

şehadetleri kabul edilir. İmâdiye. Köle bu ikrar ettiği şeylerle de peşinen muâheze edilir.

Bezzâziye'de olduğu gibi.

«Efendisi üzerine kabul edilmez ilh...» Yani efendi kölesinin satımı ile muhatap olmaz. İmâdiye.

«Efendi üzerine hükmedilir ilh...» 0 zaman efendi satımı ile muhatap olur. Çünkü köle fiilleriyle

sorumlu tutulur.

«Kölenin üzerine kabul edilir ilh...» O halde köle azadından sonra muaheze edilir. Bazı alimler

tarafından da, «O şahadet efendisi aleyhinde kabul edilir» denilmiştir. Bu sözü söyleyen ise Ebû

Yûsuf'tur. Birinci söz ise Ebû Hanife ile Muhammed 'in görüşüdür. İmâdiye'de olduğu gibi.

Bezzâziye'de de. «Vedia veya meccânen satılacak şeyin istihlâki dava edildiğinde köle ikrar etmese,

bunun üzerine delil ikâme edilse, o zaman efendinin hazır olması şarttır. Ancak Ebû Yûsuf'a göre

şart değildir» denilmiştir.

«İkran üzerine şahitler şehâdet etseler ilh...» Yani mahcur kölenin üzerine. Mezunun ikrarına

gelince, bildin ki o şehâdet efendi üzerine kabul edilir. Bunu tamamlayıcı bilgi gelecektir.

«Mutlaka efendi üzerine hüküm verilmez ilh...» Belki kölenin azadına kadar tehir edilir. Musannıf

hacr kitabının başında «Köle, üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse, mal efendisinden başkasına

aitse ikrar ettiği malın tazmini onun azadına tehir edilir. Eğer efendinin olursa, heder olur. Eğer had

veya kısasla ikrar ederse, onlar peşinen yerine getirilir» demiştir.

Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Mahcur fiilleriyle sorumlu tutulur, sözleriyle değil. Ancak kısas

ve hadler gibi kendi şahsına rücu edecek şeylerde sözleriyle de sorumlu tutulur. İkrarı anında

efendisinin hazır olması da şart değildir. O halde eğer bir mal telef etmiş olsa, halen sorumlu

tutulur. Ama kölenin verilmesini veya fidye verilmesini gerektirecek bir cinayetle gasb ve bir deynin

ayyla ikrar etmesi de geçerli değildır. Mezunun bu husustaki ikrarı ise sahihtir ve peşinen

sorumlu tutulur. Mezun eğer karısının mehri veya sadaka ile ikrar ederse; onlar ondan

hürriyetinden sonra alınır.»

«Mutlaka ilh...» Yani efendisi ister hazır olsun, ister gaib. İmâdiye.

«Ziraat ortakçılığı olarak ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Mezun köle bir tarlayı ekmek için

alabilir, efendisinin tarlasını da birisine verebilir. Tohum ister ondan olsun, ister olmasın. Çünkü

ziraat ortakçılığı manâ itibariyle ya kiraya vermektir veya kiralamaktır. Nitekim kendi babında

gelecektir. O halde ziraat ortaklığı da ticarettendir.»



«Efendisinin tarlasını başkasına icareten veya müzaraeten verebilir ilh...» Yani efendisinin tarlasını

kiraya da verebilir, ortaklaşa ekmeye de verebilir.

«İnan ortaklığı ile şirket de kurabilir ilh...» Nihâye'de şöyle denilmiştir: «inan şirketi, peşin veya

vadeli olarak alışı konuşmadan mutlak şekilde ortak olursa, ancak o zaman sahih olur. Ama iki

mezun köle peşin ve vadeli alışla inan ortaklığı kursalar, peşin alış caiz. vadeli olış caiz değildir.

Çünkü vadeli alışta arkadaşına kefil olma manâsı vardır. Mezun kölenin kefaleti de sahih değildir.

Ama onların efendileri onlara inan şirketinde hem peşin, hem vadeli alışa izin verseler, üzerlerinde

borç olmasa, caiz olur. Nasıl ki onların efendilerinin onlara kefâlet ve vadeli alışa vekâlet vermeleri

sahih olduğu gibi. Mebsut ve Zâhire'de de böyledir.»

Yalnız Zâhire'de şu zikredilmiştir: «Efendisi kölesine müfaveze şirketi için izin verse, bu mufaveze

caiz değildir. Çünkü efendinin köleye tıcaretlerde kefaletle izin vermesi caiz değildir.

şurunbulâliye'de olduğu gibi.»

Ben derim ki: Zâhire'nin son sözü mezun kölenin borçlu olmasıyla yorumlanır. Yani eğer köle

borçlu olursa caiz değildir. Ama borçlu değilse caizdir. H.

«Mufaveze değil ilh...» Çünkü kefalet için mülkü yoktur. O zaman onun mufaveze şirketi inan

şirketine dönüşür.

«Efendisinin kölelerini başkasına kiralayabilir ilh...» Binalar ve dükkânlar da kiralayabilir.

Efendisinin bina ve dükkânlarını da kiraya verebilir. Çünkü bunların hepsinde kazanmak vardır.

Zeylâî böyle zikretmiştir.

«Velev kendi nefsi için olsun ilh...» Şarih bu kaydı İmam Şafıi'ye hilaf olduğu için koymuştur.

«Vedîa ilh...» Çünkü ikrar ticaretin devamındandır. Zira ikrarı sahih olmayanla kimse muamele

yapmaz. Zeylâî. Bu ifade bildiriyor ki, ticaretle mezun olan köle vedia almaya da mezundur. Nitekim

Muhit ve gayrında da böyledir.

Şu kadar var ki Hakâik'ın vedia bahsinde bunun aksi vardır. Kuhistûni.

Şarihin bunu mutlak zikretmesinin sebebi, efendisi için ikrarı ile başkası için ikrarını şâmil gelmesi

içindir. Bir de üzerinde ister borç olsun, ister olmasın, ister sağlığında, ister hastalığında olsun,

ister efendisinin sağlığında, ister hastalığında olsun. Bunların beyânı ileride gelecektir.

Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Hacrden sonra birisinin üzerinde alacağı veya bir nesnesi

olduğunu ikrar etse, yalnız elindeki mal kadarı câizdır.»

Bezzâziye'de de. «Caizdir, ancak efendisinin ondan aldığı kısımda değil» denilmiştir.

«Velev ki üzerinde borç olsun ilh...» Yani ikrarı onun sıhhatinde olursa. Eğer borç ikrarı

hastalığında olursa, o zaman sağlığındaki alacaklılar. hastalığındaki alacaklılara takdim edilir.

Nitekim hür hakkında da böyledir. Bunun özeti şudur: Mezun kölenin borçları eğer ticaret babında

ise, efendi ister o ikrarını tasdik etsin, ister etmesin, ikrarı sahihtir. Eğer ikrarı ticaret babından

değilse, o ikrarında tasdik olunmaz. Ancak efendisinin tasdiki ile tasdik olunur. Çünkü mezun köle

ticaret babından olmayan hususlarda mahcur köle gibidir. Zeylâî.

Birinci ikrarı ile peşinen sorumlu tutulur. İkincisinde ise azadından sonra sorumlu olur. Hindiye'de

olduğu gibi. İkincisinin örneği şudur:Karısının mehri ile veya bir cinayetle ikrarı. Nitekim bu husus

Bezzâziye'de geçmektedir. Yukarıda geçmişti.

Tûrî de Mebsut'tan naklen şöyle demektedir: «Eğer efendisinin hastalığında borçlu olduğunu ikrar

ederse, bu birkaç kısım üzerinedir. Birinci kısmı, kölenin üzerinde borç yok, efendisinin üzerinde de

sağlığında borçlandığı borçlar var. O zaman bu birinci kısım, sanki efendi hasta-lığında ikrar etmiş

gibi sayılır. Evvela efendinin sağlığındaki borçlarının ödenmesine başlanır. İkinci kısmı, köle borçlu

ama efendinin sağlığında bütün malını köleyi ve kölenin elindeki malı ihata edecek kadar borçlu ise

o zaman köle efendisinin hastalığında hacredilir.

Üçüncüsü ise, ikisinin de sağlıklarında borçları varsa, ya kölenin kendi değeri ve elindeki mal

ancak kölenin borcunu karşılar veya kölenin borcundan artar, fakat efendinin borcunu karşılamaz

veya her ikisinin borcundan daha fazla kalır. Birinci ihtimalde kölenin ikrarı sahih değildir. Çünkü

kölenin borcu hem kendi değerini, hem de elindeki malını meşgul etmiştir. İkinci ihtimalde ise,

köleden artan kısım efendisinin sağlığındaki borçlularına verilir. Üçüncü ihtimalde de, kölenin ikra

artakalan kısımda sahihtir. Eğer ikisinin üzerinde de borç yoksa, efendi hastalığında bin lira borçlu

olduğunu ikrar etse, sonra da köle bin lira borçlu olduğunu ikrar etse, efendisinin alacaklısı ile

kölenin alacaklısı kölenin semeninde ortak olurlar. Eğer önce köle sonra da efendisi ikrar



ederlerse, o zaman da önce kölenin borcu verilir.» Özetle.

«Kocası ilh...» Kölenin hür olduğu takdirde kendileri lehine şehâdeti kabul edilmeyecek kimseler

hakkındaki ikrarı kabul olunmaz. Hâniye'de olduğu gibi.

«Çocuğu, babası ilh...» Mebsut'ta, «Mezun köle hür oğluna veya babasına veya hür olan karısına

veya hür oğlunun mükâtebine veya oğlunun kölesine, ister üzerinde borç olsun, ister olmasın, E

Hânife'nin görüşüne göre mezunun sayılanlara ikrarı bâtıldır. İmameynin görüşüne göre ise,

caizdir. Bunlar mezunun kazancında, mezundan alacaklılara ortak olurlar» denilmiştir. T.

«Efendisi için ilh...» Hindiye'de şöyle denilmiştir: «Mezun borçlu olduğu halde elindeki bir malın

efendisinin ve efendisinin oğlunun veya babasının veya borçlu olduğu halde elindeki bir malın

efendisinin ve efendisinin oğlunun veya babasının veya borçlu olan veya olmayan ticaret yapan bir

kölenin veya efendisinin mükatebinin veya ümmül-veledinin vediası olduğunu ikrar etse, onun

efendisine, mükâtebine, kölesine ve Ümmü'l-veledine yaptığı ikrar bâtıldır. Ama efendisinin

oğlunun veya babasının vediası olduğunu ikrar ederse, caizdir. Mezun bu ikrarı yaptığında borçlu

değilse, yukarıda sayılanların hangisine ikrarda bulunursa bulunsun, ikrarı caizdir.» T.

«Bir mal ikrarda bulunursa, sahihtir ilh...» Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «Mezun elindeki bir malın

efendisinin veya efendisinin kölesinin olduğunu ikrar etse, bakılır: Eğer köle borçlu değilse, ikrarı

caizdir. Yoksa caiz değildir. Eğer efendisine borçlu olduğunu ikrar ederse, ikrarı mutlaka caiz

değildir. Çünkü efendisi kölesi üzerinde deyn istihkâk edemez.»Tûrî.

Bu illetin açık tarafı borç ile mal arasındaki farkın efendiye has olduğunu göstermektedir. İkrar

edenin koca veya karısına, çocuk veya babasına has değildir. Bu da şarihin sözünden anlaşılanın

aksinedir. Bu hususta açıkça bir şey söyleyeni ben görmedim.

Vehbâniye'nin ifadesi ise şöyledir: «Efendisine borç ile değil, mal ile ikrarı caizdir. Ancak borçlu

olduğu zaman değil.»

Borçlu olmadığı halde efendisine veya kölesine borçlu olduğunu ikrar etse, sonra borçlansa, ikrarı

bâtıl olur. Ama mal ile ikrar etmiş olsa, ikrarı bâtıl olmaz. Hatta efendi o malı almaya diğer

olacklılardan daha hak sahibidir. Velvâliciye.

Velvâliciye'de şöyle denilmektedir: «Eğer kendi oğluna, babasına veya oğlunun mükâtebine bir şey

ikrar etmiş olsa, Ebû Hanife'ye göre onun ikrar ettiği şeylerden hiçbirisi caiz değildir. İster borçlu

olsun, ister olmasın.»

Velvâliciye'nin «hiçbirisi caiz değildir» sözü deyn de, ayn da kapsamına alır. O halde Velvâliciye'nin

bu sözü bizim dediğimizi teyid eder. Düşünülsün.

Sonra ben Ebussuud haşiyesinde Ebû Hanife'nin görüşüne şöyle bir açıklama gördüm: «Mezunun

onlara ikrarı şekil bakımından ikrar, manâ itibariyle şehadettir. Mezunun onlara şehadeti ise hür

olduğu takdirde caiz değildir. Bunun gibi ikrarı da caiz değildir.»

Sonra da Ebussuud Dürer sahibinin bunlara yapılan ikrarın butlanını deyn ile kaydetmesine itiraz

ederek şöyle demiştir: «Zeylâî bunu mutlak zikretmiştir.» Bunu da «manâ itibariyle şehadettir» sözü

teyid etmektedir. O halde, borç veya nesne ile ikrar etmesi arasında fark yoktur. Aradaki fark ancak

efendisi hakkındaki ikrarda açığa çıkar. Yani efendisine borç ikrarı caiz değil, mal ikrarı caizdir.

«İsraf sayılmayacak kadar ilh...» Şarih burada bir cümleyi düşmüştür. İfadenin aslı, Bezzâziye'den

naklen Minah'ta olduğu gibi şöyledir. «Bir kimse, bir gıda maddesini hediye etmeye maliktir. Her ne

kadar bir dirhemden fazla da olsa. Dirhemden fazla olan, eğer israf sayılmazsa.» H.

«İbni Şıhne cezmetmiştir ilh...» Zira İbni Şıhne sözünün sonunda şöyle demiştir: «Sen onların

kölenin hediye edileceği şeyleri yiyecek maddeleri ile takyid ettiklerini bildin. O zaman. bu takyidin

üzerine Nâzım'da uyarıya ihtiyaç vardır. Zira Nazım'da mutlak zikredilmiştir.»

Ben derim ki: Bunun benzeri Tebyîn adlı eserde de mevcuttur. Tatarhâm'ye'de de Muhit'ten naklen

açıklıkla şöyle denilmektedir: «Mezun yiyecek şeylerin dışında dirhem ve dinarlardan hiçbir şey

hediye etmeye mâlik değildir.»

Yine Tatarhâniye'de İmam Muhammed'in Asl adlı eserinden naklen şöyle denilmektedir: «Mezun,

yiyecek maddeleri dışında bir şey hibe etmiş olsa, hibe ettiği şeyin kıymeti bir dirhem veya daha

fazlasına baliğ olursa, caiz değildir. Eğer efendisi onun hibesine icazet verirse, mezun borçlu

değilse, efendinin icazeti geçerlidir. Yoksa geçerli olmaz. Yine mezun ancak bir dirhem veya daha

aşağısını sadaka verebilir.»

«Bîr aylık yiyeceği toptan verilirse, bunun aksinedir ilh...» Zira aylık yiyeceğini aydan önce bitirmesi



halinde efendisi zarara uğrar.

«Bir ekmek gibi az birşeyi ilh...» Çünkü bu kadarı âdeten memnu değildir. Hidâye.

Şu kadar var ki, adamın evinde karısı mesabesinde olan kapıcı veya hizmetçisi olması halinin

hükmü kalmıştır. İbni Şıhne, İbni Vehbân dan şunu zikretmiştir: «Ben fakihlerin sözünde bu

hususta bir şey görmedim. Şurası muhakkak ki, uygun olan, kapıcısı veya hizmetçisine de karısına

kıyasla küçük bir şey sadaka etmesi câizdir

İbni Şıhne daha sonra da İbni Vehbân'dan şunu zikretmiştir: «Eğer kadın kocasının evinde

tasarruftan men edilmiş olsa bile onunla birlikte yemek yemektedir. Ama kadına onun yemeğinden

ve malında tasarruf etme imkânı yoktur. Uygun olan, onun sadaka vermesinin de caiz olmamasıdır.»

İbnı Şıhne, İbni Vehbân'ın sözüne itiraz ederek şöyle demiştir: «Örf, bir ekmek kadar tasadduk

etmesi üzerine câridir.» Düşünülsün.

«Elindekî mal miktarı kadar ilh...» Yani elindeki ticaret malı miktarınca. İbni Şıhne. Tetimme'den

naklen şöyle demektedir: «İbni Selmete'den şöyle rivayet edilmiştir: Mezunun elindeki ticâret malı

on bin dirhem ise,on dirhemlik ziyafeti az bir ziyafet kabul edilir,bu caizdir. Ama elindeki ticaret malı

on dirhem ise, bir daniklik (dirhemin üçte biri) ziyafeti çok kabul edilir. O zaman ticaret malının

miktarında örfe bakılır.»

İbni Şıhne sonra da şöyle demiştir: «Mülteka'da mutlaka Ebû Yûsuf'tan rivayetle şöyle

denilmektedir: «Kişinin mahcur kölenin davetinde icabet etmesinde bir beis yoktur.»

Ben derim ki: «Öyleyse mezun kölenin davetine gitmekte öncelikle bir sakınca yoktur.

«Ayıp sebebiyle düştükleri miktar kadar düşebilir ilh...» 0 halde ayıpsız olarak sattığı malın

bedelinden bir şey düşemez. Çünkü ayıpsız olarak fiyatından düşmesi sırf teberru olur ki, onun

teberru yapması caiz değildir. Minâh.

«İkram yapabilir ilh...» Yani başlangıçta, satış yaparken. Zira tüccar onu yapmaya muhtaçtır. Biz

Zeylâî'den masamahalı satış üzerine bir açıklama nakletmiştik.

METİN

Mezun ancak efendisinin izni ile evlenebilir. Efendisi izin verse bile odalık cariye alamaz. Kölesini

de evlendiremez.

Ebû Yûsuf diyor ki: «Cariyesini evlendirebilir.»

Mezun, kölesiyle kitabet anlaşması yapamaz. Ancak borçlu değilse, efendisi izin verdiği takdirde

kitabet kesebilir. Kitabet bedelini de efendisi kabzeder. Para karşılığı köle de azad edemez. Ancak

efendisi izin verirse para karşılığı köle azad edebilir.

Mezun kölesini malsız da azad edemez. Karz, karşılıklı da olsa hibe veremez. Mutlaka, yani ister

nefsî, ister malî olsun kefil de olamaz. Üzerine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapamaz.

kısastan af da edemez. Ama kölesine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapabilir. Hizânetü'l-fıkıh.

Ticaretle üzerine vâcib olan her borç veya ticaret anlamına olan her borç kendisi üzerinedir

Birincisinin misalleri: Satış. alış, icâre vermek ve kiralamak gibi. İkincisinin misalleri ise: Vedadan

dolayı olan borç, gasbettiği ve emâneten aldığı şeyden dolayı olan borç ki, son ikisini inkâr etmiştir.

Dürer ve diğer kitapların ifadesi «emaneti inkâr etmiştir» şeklindedir. Uyanık ol.

Almış olduğu cariyenin zifafı ile istihkâktan sonra üzerine vacib olan ukur (hâdiye) bunlardandır.

Bunların hepsi kölenin rakabesine taalluk eder. Helâk ettiği bir şeyin borcu, mehir ve karısının

nafakası gibi. Köle bu borçlar karşılığında satılır. Bu alacaklıların köleyi çalıştırma hakları da vardır.

Zeylâî.

Zeylâi'nin açıklaması şunu ifade ediyor ki, onun karısı günlük nafakası için eğer onun çalışması

ihtiyar ederse, çalıştırabilir. Bahır, nafakalar bahsi.

Bu borçlardan dolayı efendisinin veya naibinin huzurunda satılır. Çünkü efendisinin onun borçlarını

ödeme ihtimali vardır. Ama kölenin kazancının satılması bunun aksinedir. Onda efendisinin hazır

olmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü köle kazancında hasımdır.

Satıldığında kölenin bahası herkesin hissesine göre taksim edilir. Kölenin bu borcu, borçlanmadan

önceki kazancına do, borçlandıktan sonraki kazancına da, ona hibe edilene de taalluk eder.

Efendisi hazır olmasa da. Musannıfın bu sözü kazanç ve hibeye kayıttır. Ama kazancının satışında

kölenin hazır olması şarttır. Çünkü köle kendi kazancında alacaklıların hasmıdır.



Kölenin borçlarının ödenmesine önce kazancı ile başlanır. Kazancı olmadığı takdirde bu borçlar

onun rakabesinden ödenir.

Ben derim ki: Köleye ticaret izni vermeden önceki kazancına gelince, bu kazanç efendisinin

hakkıdır. Bunu mutlaka efendi alır.

Şeyhimiz diyor ki, «Bu kazanç efendinin hakkıdır sözünden anlaşılan, köle mahcur iken bir şey

kazansa, kazandığını bir diğer kimse vedîa olarak verse ida ettiği şey vedia verilenin elinde helâk

olsa, efendi onu vedia verilene tazmin ettirir. Çünkü o kimse gasıbın mudaı gibidir.

Mezunun borçları, borçlanmadan önce efendisinin elinden aldığı mala taalluk etmez. Ancak mezun

kazancından ve semeninden fazla kalan borcu, kölenin azadından sonra talep edilir. İkinci defa

satılmaz. Onun efendisi onun benzerinin gelirini de alır. Eğer deyni mevcut ise. Artakalan da

alacaklılar içindir. Yani eğer efendisi, borçlanmazdan önce köleden her ay on dirhem alıyorsa,

borçlandıktan sonra da istihsanen aylık on dirhemini alır. Zira eğer engel olunmuş olsa, o zaman

köle hacredilir. kölenin kazanç kapısı kapanır.

Mezun, efendisinin hacri ile mahcur olur. Eğer hacri kendisi ve izni şayi olmuşsa çarşı halkının

ekserisi tarafından bilinirse. Köleden zarar def için. Ama eğer mezun olduğunu yalnız kölenin

kendisi biliyorsa, hacri için yalnız kendi bilgisi kâfidir. Bu halde çarşı halkının ekserisinin bilgisi

şart değildir. Çünkü zararı yoktur.

Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: Efendisi mezun kölesini satsa, bu satışla köle mahcur olur. Çarşı

halkı onun satıldığını ister bilsin, ister bilmesin. Çünkü satım akdi sahihtir. Eğer köle borçlu ise,

müşteri onu kabzedinceye kadar mahcur olmaz. Çünkü satım akdi fasittir. Peki, alacaklılar bu satışı

feshetme hakkına sahip midirler? Eğer alacakları peşin ise, evet satışı feshedebilirler. Ancak

kölenin kıymeti borçlarını karşılıyorsa veya alacaklılar köleyi ibra ederlerse veya borcunu efendisi

öderse, o zaman feshedemezler. Konunun tamamı Sirâciye'dedir.»

Köle, efendisinin ölümüyle, akıl hastası olmasıyil darü'l-Harbe mürted olarak sığınmasıyla yine

kölenin kendisinin akıl hastası olması veya darü'l-Harbe kaçmasıyla hacrolunur. Hiç kimse bilmese

dahi. Çünkü irtidad halinde darü'l-harbe gitmek, hükmen ölümdür. Köle efendisine isyan ederek

kaçmasıyla da hükmen mahcur olur. Akıl hastası olma hali gibi, hiç kimse bilmese dahi.

Mezun kaçtıktan sonra dönse, veya akıl hastası olduktan sonra iyileşse, sağlam görüşe göre, onun

izni avdet etmez. Zeylâî ve Kuhistânî

Mezun bir câriyenin çocuk doğurması ile de yani, mezun cariye efendisinden bir çocuk doğursa,

efendi de o çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse, onun doğurması bunun aksini açıkça

zikretmedikçe delâleten hacr olur.

Cariye tedbirle efendisinden ayrılmış olmaz. Ancak çocuk doğurma ve tedbirle efendi, eğer köle

borçlu ise yalnız kıymeti kadar borcuna zamindir. Muhit.

İZAH

«Evlenemez ilh...» Çünkü evlenmek ticaret babından değildir. Bir de efendi için mehir ve nafakanın

vücubu gibi zarar vardır. Zeylâi.

«Odalık câriye de alamaz ilh...» Zira odalık cariye almak, bir cariyenin rakabesine malik olmaktır.

Köle de ona malik olamaz.

«Ebû Yûsuf diyor ki: Câriyesini evlendirebilir ilh...» Zira cariye evlendirmekte mehri tahsil etmek ve

nafakanın düşmesi vardır. Cariyeyj evlendirmek, onu kiraya vermeye benzer. Bundan dolayı

mükâtebe, babanın vasisine ve babaya çocuğunun cariyesini evlendirmesi caizdir. İmameyne göre

ise, izin ticareti ihtiva eder. Evlendirmek ise ticaretten değildir. O halde mezun cariyesini

evlendiremez. Mükâteb ise mezunun aksine cariyesini evlendirebilir. O iktisab etmeye maliktir. Mal

kazanmak da ticarete has bir şey değildir. Yine baba, dede ve vasi de bunun gibidir. Zira bunların

tasarrufu çocuğa bakımla kayıtlıdır. Cariye evlendirmek de bakımdandır. İşte bu tasarruf üzerine

ticaretle izinli çocuk, zayıf akıllı mudarip, inan ve mufaveze şirketi ortağı da yledir. Hidâye

sahibinin baba ve vasiyi bir ihtilaf üzerine kılması sehvdir. Zeylâî.

«Kitabet kesemez ilh...» Zira kitabet halen yed hürriyetini, gelecekte de rakabe hürriyetini gerektirir.

İzin de bunların hiçbirisini gerektirmez. Bir şey kendisinden üstün bir şeyi kapsamına almaz. Zeylâî.

«Efendisi izin verdiği takdirde ilh...» Çünkü kitabetin memnuniyeti, efendinin hakkı içindir. O icazet

verse engel ortadan kalkar ve kitabeti geçerli olur.

«Borçlu değilse ilh...» Yani onun rakabesini kaplayacak bir borcu yoksa, Zeylâî şöyle demektedir:



«Nihâye'de, «Az veya çok üzerinde borç olursa, onun kitabeti bâtıldır. Her ne kadar efendisi icazet

verse de» denilmiştir. Bu kapalıdır. Zira rakabesini ve elindeki kazancını kapsa- mayan borç

efendinin mülkiyetine girmeye, fakihlerin icmaı ile engel değildir. Hatta efendisi için mezunun

elindeki bir köleyi azad etmek caizdir. Âlimler orasındaki ihtilaf batık borçtadır. Ebû Hânife'ye göre

bu borç engeldir, manidir. İmameyne göre engel değildir

Ben derim ki: Buna şöyle cevap verilmiştir: Zeylâî'nin zikrettiği kapalılık, imamın birinci görüşü

üzerine hamledilir. Ki, müstağrak olmayan borç da duhule engeldir. Nihâye'nin zikrettiği ise, Ebû

Hânife'nin son görüşüdür.

«Efendisî kabzeder ilh...» Zira köle vekil gibi efendisinin nâibidir. O halde, bedelin kabzı akit kimden

taraf nâfiz olursa ona aittir. Zira vekil sefir ve başkası adına konuşandır. O halde vekile, nikâh gibi,

aktin hukuku taalluk etmez. Ama mal mübadelesi bunun aksinedir. O halde mükâteb kitabet

bedelini mezuna icazetten önce teslim etse, efendisi icazeti sonra verse, azad olmaz. Mezun

olmadığını efendisine teslim eder. Çünkü onun kölesinin kazancıdır. Zeylâî.

«Para karşılığı köle de azad edemez ilh...» Çünkü azad kitabetin üstündedir. Öyleyse, mal karşılığı

azad etmemesi daha uygundur. Zeylâî.

«Gecenin sonuna kadar ilh...» Yani borçlu olmaması, kabz velâyetinın de efendiye olması. Eğer

burada bu istisna üzerine ihtisar ve «ikisine de icazet verse» deseydi -nitekim Mülteka şerhinde

şarih böyle demiştir- daha kısa ve güzel olurdu.

Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer üzerinde müstağrak borç olursa. Ebû Hanife'ye göre onun azadı

geçerli değildir. İmameyn buna muhalefet etmiştir. Çünkü efendinin kölesinin elindekine malık olup

olmadığı tartışmalıdır.»

«Malsız da azad edemez ilh...» Mal karşılığı azada malik olmadığına göre malsız olarak azada malik

olmaması daha uygundur. Nitekim gizli de değildir. Minâh.

«Karz ilh...» Çünkü karz, başlangıçta teberrudur. Mezun da teberru etmeye mâlik değildir. Minâh.

«Hibe veremez ilh...» Biz Tatarhâniye'nin Asl adlı eserden naklettiğini zikrettik ki, mezun dirhemden

az bir meblağla hibe de yapar, tasadduk da eder. Şurunbulâliye'de de bu minval üzere yürünmüştür.

«Karşılıklı da olsa ilh...» Zira karşılıklı hibe başlangıçta teberrudur veya hibe, hem ibtidaen, hem

nihayetten teberrudur. Zeylâî.

Yani, ivazsız olursa. Aynı zamanda kimseyi borçtan ibra da edemez. Zira ibra da hibe gibidir. Dürer.

«Kefil de olamaz ilh...» Zira kefâlet sırf zarardır. Dürer.

«Üzerine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapamaz ilh...» Çünkü sulh yapmak kendi rakabesinde

tasarruftur. Kendi rakabesindeki tasarrufu ise izne dahil değildir. Affetme ise, teberrudur.

«Kölesiyle vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapabilir ilh...» Bu ifade metinde geçen ifadeyle

birlikte fazladır. H.

«İkincisinin misalleri ilh...» Uygun olan bu görüşü kavli icare ve isticareden önce zikretmesiydi.

Çünkü onlar ticaret manâsınadırlar. Bedianın ve mabadinin borcu gibi. Bu konu Kifâye'de de

anlatılmıştır.

«Emâneten ilh...» Mudârebe, meccânen satış için vermek ve ariye gibi.

«Uyanık ol ilh...» Umulur ki şarih bununla musannıfın ifadesinin diğer kitapların ifadesinden daha

güzel olduğuna işaret etmiştir. Zira gasbın borcu inkârsızdır. Zira gasbta tecavüz vardır. Vedia ile

emanet ise bunun aksinedir. Zira adam vedia ve emaneti inkâr ettiği takdirde onlara zamindir. Nasıl

ki, onları helâk ettiğinde de onlara zamindir. Şu kadar var ki en güzeli gasbı vediadan önce

zikretmesiydi.

Denilebilir ki, Bezzâziye'den naklen zikrettiniz ki, mezun kölenin deyn, gasb ve ayn ikrarı sahihtir.

Peşinen de sorumlu tutulur. Ama hacredilen bunun aksinedir. Öyleyse neden burada inkârla

kaydedildi. Ben derim ki burada inkârla kaydedilmesi onun da deyn olması içindir. Ki, musannıfın

«her borç» sözüne dahil olur. Çünkü buradaki mevzu, mezunun rakabesi ile taalluk eden

meselelerdendir. Bu da ancak inkârla olur. Her ne kadar aynin ikrarı halinde peşinen muaheze

edilse dahi.

Eğer, gasb da aynıdır. dersen, ben derim ki, evet aynıdır ona tecavüz etmeden önce böyledir. Bizim

buradaki sözümüz gasbın borcundadır. Bu borç da ancak tecavüzden sonra olur. O zaman o da

deyn olur.



«Almış olduğu cariyenin zifafı ile üzerine vacib olan ukur ilh...» Çünkü bu satın almaya istinad

etmektedir. Satın almaya istinad etmeseydi onun üzerine ukur değil had vacib olurdu. Bu ukur ister

ikrarla, ister delil ile vacib olsun. Yani o da satın olma hükmündedir. Musannıf bu satın alma

kelimesini evlilikle üzerine vacib olan ukurdan kaçınmak için kullanmıştır. Kuhistanî.

«Rakabesine taalluk eder ilh...» Çünkü o efendinin hakkında vücubu zuhur eden bir borçtur. Dürer.

Eşbâh'ta Minyetü'l-Müftî'nin icare bahsinden naklen kölenin alış-verişte ecir olması hali istisna

edilmiştir. Yani o zaman zimaniyet ona izni verene taalluk eder ki, o da müstecirdir. Makdisî'nin

«Burada istisnaya ihtiyaç yoktur. Çünkü mezun değildir. Belki müstecirin vekili gibidir» sözü nakil

yerinde bir bahistir. Birî.

«Helâk ettiği bir şeyin borcu ilh...» Yani başka bir şeyi helâk etme sebebiyle onun zimmetine

terettüb eden borç gibidir. T.

«Köle bu borçlar karşılığında satılır ilh...» Kölenin satılması ancak alacaklıların rızası veya hâkimin

emri ile caizdir. Çünkü haklarının tamamen kendilerine ulaşması için alacaklıların çalışma hak

vardır. Bu hakların tamamen ulaşması efendinin satışı ile bâtıl olur. O halde borçlu olan mezunun

satışı, alacaklılarının rızasına muhtaçtır. Velvâliciye.

Velvâliciye'de şöyle denilmektedir: «Hazır olan alacaklılar için hâkim köleyi satsa, satışta hazır

olmayan alacaklının hissesi, kölenin kıymetinden saklanır.»

Zeylâî de şöyle demektedir: «Hâkim onun satışını acilen yapmaz. Belki, onu bekletir. Ancak kölenin

gelecek bir malının bulunması veya borcunu ödeyecek bir alacağının bulunması muhtemeldir. Bu

süre geçtikten sonra bir zuhurat olmazsa hakim onu satar.»

Zeylâî daha sonra başka bir yerde de şöyle demektedir: «Efendi mezunun borçlu olduğunu

öğrendikten sonra onu satabilir. Çünkü o kıymetini feda etmekle muhtar değildir. Cinayetini

öğrendikten sonra köleyi satmakla cinayet erşini vermek arasında muhtardır. Çünkü deyn kölenin

üzerinedir ve azad ile de ondan beri olmaz. Efendi üzerine de bir şey vacib değildir. Eğer efendi

açıkça fedayı ihtiyar ederse, yani, «Ben onun borcunu ödeyeceğim» derse, âdeten ondan teberru

olur. Ödemesi lazım değildir. Ama cinayet bunun aksinedir. Çünkü cinayette gereken şey hasseten

efendi üzerinedir.»

«Ödeme ihtimali vardır ilh...» Bu söz huzurun şart olmasının illetidir. Yani borçlu olan kölenin

satışında efendinin hazır olması şarttır. Zira efendinin onu sattırmayarak borçlarını ödemesi

muhtemeldir. Hem de bu söz ifade ediyor ki, borçlu olan kölenin satışı vacib değildir. Belki efendi

onu satmakla borçlarını ödemek arasında muhayyerdir. Onun kıymetiyle borçlarının ödeneceği

şekilde bir şey de varid değildir. Bu konu üzerinde Kifâye'de de durulmuştur.

«Köle kazancında hasımdır ilh...» Yani köle rakabesinde değil, kazancında hasımdır. O zaman birisi

kölenin rakabesini iddia etse, bu davada köle değil ancak efendisi hasım olur. Ama eğer kazancını

iddia ederse, o zaman efendisi değil köle o davada hasımdır. Tebyîn adlı eserde olduğu gibi.

«Kölenin bahası herkesin hissesîne göre taksim edilir ilh...» Bu borç ister kölenin ikrarı ile, ister

delil ile sabit olsun, değişmez. Cevhere.

Rahmetî şöyle demektedir: «Kölenin semeninin hisselere göre taksim edilmesi. kölenin borçlarının

peşin olması halindedir. Eğer borçlarının bazısı vadeli olursa, peşin alacaklıların hissesi verilir,

vadeli alacaklının hissesi de vadenin dolmasına kalır.»

Remz'de de şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki, Yenabî'den müflis bahsinde geçtiği gibi kölenin

kıymetinin tümü peşin alacaklıya verilir. Vadeli borcun vakti geldiği zaman ona da gidip peşin

alacakya ortak olması söylenir. Bu da eğer borç zahir ise böyledir: Eğer borcun bazısı zahir

değilse, şu kadar var ki sebebi zahirse, mesela mezun borçlu olduğu halde yolda bir kuyu kazsa, o

zaman köle satılır, alacaklıya alacağı kadar semeninden verilir. Eğer borcu fiyatı kadarsa, hepsi ona

verilir. Ama kuyuya bir hayvan düşse, hayvanın sahibi rücu eder. hayvanın değeri kadar köleden

alır.» Kenz üzerine Hamevî.

«Borçlanmadan önceki kazancına ilh...» Yani izinden sonra. Ama izinden önceki kazancı bunun

aksinedir. Nitekim musannıf ileride zikredecektir.

«Bu sözü ilh...» Yani. «Efendisi hazır olmasa da.» Uygun olan şarihin «kayıttır» değil, kazanç ve

hibede temimdir demesiydi. T.

Şu kadar var ki, bunu cevabı mahfuz olan bir şart kılsaydı, o zaman sahih olurdu. Çünkü şartlar da

kayıttırlar. Düşünülsün.



Çünkü köle kazancında alacaklıların hasmıdır ilh...» Yukarıda geçenle birlikte bu söze ihtiyaç

yoktur. T.

«Kazancı ile başlanır ilh...» Çünkü alacaklıların haklarını karşılamakla birlikte, efendisine de

kolaylık olur. Zeylâî.

«Kazancı olmadığı takdirde ilh...» Yani asla kazancı olmasa, veya kazancı borçlarını karşılamasa. T.

«Mutlaka efendi alır ilh...» Yani ister o izinden önceki kazancını efendi kölenin elinde bulsun, ister

kölenin alacaklısının elinde bulsun, mutlaka alır. Kölenin bu kazancının alacaklısı istihlâk ederse,

efendi istihlâk ettiğini tazmin ettirmeye hakkı vardır. Remlî.

«Sözünden anlaşılan ilh...» Yani efendinin kölesine izin vermezden

önceki kazancına daha çok hak sahibidir sözü ifade ediyor ki...

«Vedia verse ilh...» Yani mahcur. Bu ifade ediyor ki, onun vedia vermesi ticaret izni verilmesinden

öncedir. Zahire göre ticaretle izinden sonraki vedia vermesi de yine izinden önceki vedia vermesi

gibidir. Çünkü bir başkasının malını ondan izinsiz olarak vedia olarak vermiştir.

«Onu emanet verilene tazmin ettirir ilh...» Ben diyorum ki, musannıfın burada zikrettiğini Eşbâh da

emanet kitabında açıkça zikretmiştir. Zira Eşbâh sahibi şöyle demektedir: Bezzâziye'de, «Köle, bir

şey kazansa, kazandığı parayla bir şey alsa, aldığını da birisine emânet verse, nesne emanetçinin

yanında helâk olsa. kölenin efendisi onu emanetçiye tazmin ettirir. Çünkü efendinin malıdır. Hatta

bununla beraber kölenin eli de muteber bir eldir. Hatta köle bir şey emanet vererek ortadan

kaybolsa, efendisi onu geri alamaz» denilmiştir.

Bezzâziye sahibinin. «efendisi onu geri olamaz» sözü mutlaktır. Yani köle ister ticaretle izinli olsun,

ister olmasın, ister borçlu olsun, ister olmasın. Birî.

Şu kadar var ki kölenin emânet ettiğini alamaması, emânet edilen malın kendi malı veya kölesinin

kazancı olduğunu bilmemesi halindedir. Eğer bilirse, onu alabilir. Köle hazır olmasa dahi. Hamevî,

Bezzâzîye'den.

«Gâsıbın mudaı gibidir ilh...» Remlî'nin ifadesi şöyledir: «Çünkü o efendnin malıdır. Başkasının

yanında efendisinden izinsiz olarak emânet etmiştir. O zaman o, gasıbın mudaı gibi olur.»

T. diyor ki: «Bu illet ifade ediyor ki, emanetçi efendiye ödediğini, azadından sonra rücu ederek

köleden alır. Düşünülsün.

«Borçlanmadan önce ilh...» Musannıf bununla kaydetmiştir, çünkü Muhit'ten naklen Tûrî'de şöyle

bir ifade vardır: «Eğer üzerinde bir günlük borç varsa, elindeki ister az, ister çok olsun alınır.

Efendinin aldığı da kendisine bırakılmaz. Bunun eseri, kölenin ikinci bir borcu çıkarsa, zahir olur.

Efendi bu durumda aldığının hepsini geri verir. Zira biz, eğer kölenin bazısını borç miktarı kadar

meşgul kılsak, efendinin üzerine meşgul olan miktar kadar alacaklısına vermesi vacib olur. Eğer

alacakları eşit ise borçlusu aldığı takdirde ikinci alacaklı da ona ortak olur. Ta ki, efendiden,

kölesinin kazancından aldığının hepsini alana kadar bu sürer.»

Kuhistânî'de de şöyle denilmektedir: «Bu alacak, kölenin borçlanmasından sonra efendinin

köleden aldığına taalluk eder. O zaman do bu efendiden geri alınır. Meselâ, köle beş yüz dirhem

borçlu alsa, köle bin dirhem kazansa ve efendisi onu alsa, sonra köle bir beş sssyüz dirhem daha

borçlansa, efendinin almış olduğu bin dirhem geri alınır.»

Kuhistânî bunu Kermânî'ye isnad etmiştir.

Zahire'de de şöyle denilmiştir: «Eğer köle ikinci defa borçlanmazsa, efendisi ancak beş yüz dirhemi

geri verir.»

Nihâye'de de şöyle denilir: «Eğer aldığı ayyla mevcutsa, efendiden geri alınır. eğer helâk etmişse,

aldığına zamindir.»

Efendinin borçlu olan kölesinin kazancından alması, efendinin günlük bir kesim kesmesi hâlinin

aksinedir. Zira eğer günlük bir kesim kesmişse, o zaman efendiden ancak o kesimin mislinden

fazlası geri alınır. Nitekim aşağıda gelecektir.

«Fazla kalan borcu kölenin azadından sonra talep edilir ilh...» Zira borç onun rakabesine taalluk

etmektedir ve onun rakabesi de borçlarını karşılamamaktadır. Dürer.

«İkinci defa satılmaz ilh...» Çünkü müşteri o zaman onun alışından imtina eder. O imtina da külliyen

satımın imtinasına sirayet eder ki, alacaklılar bundan zarar görür. Yine ikinci defa efendisi de alsa

hüküm böyledir. Çünkü efendinin ikinci kez alışı yeni bir mülkiyet olur. Mülkiyetin değişmesi de



hükmen değişmesi gibidir. O zaman ikinci defa efendisi tarafından alınan köle sanki diğer bir köle

gibi olur. Zeylâî.

Köle ancak kansının nafakasından dolayı birkaç defa satılabilir. Zira karısının nafakası peyder pey

vacib olur. Nitekim bu mesele nikâh bahsinde geçti. Kuhistanî.

«Onun benzerinin gelirini de alır ilh...» Eğer kölenin mislinin gelirinden fazlasını alırsa, aldığı

fazlalığı alacaklılara geri verir. Çünkü alacaklıların hakkı zaruret olmadığı halde efendinin hakkına

tekaddüm etmiştir. Dürer.

İnâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bunun manâsı şudur ki, yani efendi kölesine her ay kesmiş

olduğu aylık geliri köle borçlandıktan sonra da alır. Borçlanmadan önce aldığı gibi. Efendinin

kölesine kestiği gelirden fazlası da diğer alacaklılara verilir.»

Bâhır'da, Fetih'in azat kitabının hemen öncesinden naklen şöyle denilmiştir: «Kölenin üzerine

günlük veya aylık olarak kesilecek gelirin kesilmesi caizdir. Bunun üzerine de cebredilmez. Ancak

getirmesi üzerine köle ile efendi ittifak ederlerse, o zaman cebredilir.»

Kuhistanî'de de şöyle denilmektedir: «Efendi kölesine aylık bir kesim kesmezden köle

borçlanmadan önce de onun kazancından galle alma hakkına sahiptir. Mezun borçlanmadan önce

mislinin gallesinden fazla alma hakkına da sahiptir. Borçlandıktan sonra onun mislinin gallesinden

fazlasını alamaz. Efendi, mezun borçlandıktan sonra da onun üzerine bir aylık gelir kesebilir.

Kirmânî'de olduğu gibi.»

Kuhistanî'nin «Borçlandıktan sonra da onun üzerine bir aylık gelir kesebilir.» sözünde ondan da

başkasından naklettiklerimize muhalefet vardır. Ki, geçtiği üzere borçlandıktan sonra kesimden

fazlası ondan geri alınır. Hem de şârihin, «borçlanmazdan önce köleden her ay on dirhem alıyorsa,

borçlandıktan sonra da istihsânen aylık on dirhemini alır» sözüne de muhaliftir. Ancak şu kadar var

ki, Kuhistanî'nin iki sözü şöyle telif edilebilir: Köle rakabesini ve elindekini istiğrak etmeyecek bir

borçla borçlandıktan sonra efendi onun üzerine aylık gelir kesimi yapabilir. Yani borçtan arta kalan

kadar veya daha azı kadar galle koyabilir, çoğu kadar değil. Muhtemeldirki, «borçtan sonra kesim

yapar» cümlesi «borçlandıktan sonra ondan mislinin gallesinden fazlasını alamaz» cümlesi üzerine

atıftır. O zaman, ifadenin akışı şöyle olur: Yani efendi mezun borçlandıktan sonra, onun mislinin

gallesinden fazlasını alamadığı gibi, borçlandıktan sonra onun üzerine aylık bir kesimde kesemez.

«İstihsanen ilh...» Kıyasa göre ise, aldığının hepsini geri vermesi gerekir. Çünkü alacaklıların onun

kazancındaki hakkı, efendinin hakkından daha öncedir. Nihâye.

«Kazanç kapısı kapanır ilh...» O zaman onun aldığı, onun kazancı için bir tahsil gibi olur. Ama

fazlayı almaya gelince, kazancının tahsilinden sayılmaz. O zaman da alacaklıların maksadı hasıl

olmaz. Nihâye.

«Köleden zararı def için ilh...» Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Çünkü onunla zarara uğrar. Zira

borçlarını azaddan sonra kendi halis malından ödemesi gerekir ki, o da buna razı olmaz.» H.

«Çarşı halkının ekserisi tarafından bilinirse ilh...» Kendi pazarının halkının ekserisinin bilmesi ve

yine istihsanîdir. Zira hepsine bildirmek ya olmaz, ya çok zor olur. Öyleyse efendi çarşı halkının

azının yanında kölesine hacr koysa, köle mahcur olmaz. Hatta köle hacrini bilene de bilmeyene de

satsa, satımı caizdir. Çünkü köle hacrini bilmeyenler hakkında mezun olduğu gibi, onun hacrini

bilenler hususunda da yine mezun sayılır. Zira hacr tahsîsi kabul etmediği gibi, izin gibi, bölünme

de kabul etmez.

Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Bu illetle has bir hacrin sahih olmaması sabit olmaktadır. Çünkü

hacrin bir sıhhat şartı da genel olmasıdır.»

«İzni şayi olmuşsa ilh...» Yine hacrin kasdî olması da şarttır. Nihâye'de şöyle denilmektedir:

«Hacrin çarşı halkı arasında açığa vurulması şartı, hacrin kasden sabit olması halindedir. Vekilin

azli gibi. Eğer başkasının zımnında hacr sabitse, o zaman çarşı halkının arasında izhar etmek şart

değildir. Borçlu olmayan mezunun kölesinin satışı gibi.» Buna yakında işaret edilecektir.

«Kendisi biliyorsa ilh...» Yani izni şâyi değilse.

«Yalnız kendi bilgisi kâfidir ilh..Ama mezun köle hacrini bilmiyor, ticaret yapıyorsa, o zaman

kendisi mezun. hacri de bâtıl olur. Çünkü hacrin hükmü, ancak hacredilen kimsenin bilmesiyle

bağlayıcı olur. İtkanî.

«Mezun kölesini satsa îlh...» Birisine hibe etse ve hibe ettiği kimse kabzetse, bunun hükmü de

satışının hükmü gibidir. Eğer hibeden rücu etse, kölenin izni avdet etmez. Müşteri köleyi bir ayıpla



hükmedildikten sonra reddetse, her ne kadar efendiye eski mülkü iâde edilse bile yine avdet etmez.

Nihâye.

«Çünkü satım sahihtir ilh...» Bu hacr satım için kasden değil, hükmen sabit olmuştur. Çünkü satım

hacr için vazedilmemiştir. Bir şeyin gayrı için hükmen sabit olması caizdir. Her ne kadar kasden

sabit olma hali. Gaib olan vekilin azli gibi.

«Eğer köle borçlu ise ilh...» Yani alacaklılardan izinsiz onu satsa, köle mahcur olmaz.

«Çünkü satım fasittir ilh...» Bu söz, «mahcur olmaz» sözünün illetidir. İmam Muhammed'in

ifadesinde «satım akdi bâtıldır» sözü vaki olmuştur. Bazı âlimler tarafından «İmam Muhammed'in

«batıldır» sözünden maksadı zira gelecekte bâtıl olur. Çünkü borçlu olan mezunun satışı,

alacaklıların icazetine bağlıdır» denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da, «İmam Muhammed,

«bâtıldır» kelimesiyle fasit olmayı kasdetmiştir. Şu kadar var ki, bu satımdaki fesad diğer fâsit

akitlerden eksiktir. Çünkü o, fasit aktin şartlarından halidir. Hem de mâlik bu satış üzerine mükreh

değildir. Ancak burada hak sahiplerinin rızası yoktur. O zaman biz bu aktin diğer fasit akitlerden

çok kabızdan önceki mevkuf bir mülkiyeti ifade ettiğinden izhar ettik» demiştir.Tartarhâniye. Özetle.

Bunun üzerine şarihin, «müşteri kabzedinceye kadar» sözünün faydası ne olur? Çünkü müşterinin

kabzından önce de mülkiyet zaten efendi için meydana gelmiştir. Düşünülsün.

«Alacakları peşin ise evet ilh...» Yani onlar satım akdini feshedebilirler. Eğer alacakları vadeli ise,

feshedemezler. O zaman da vade dolduğu zaman mezun kölenin efendisi alacaklılara kölenin

kıymeti kadar zamin olur. Köleyi borcunun süresi dolmadan önce birisine hibe etse, o da kabzetse

veya kiraya verse caizdir. Vade dolduğu zaman yine efendi alacaklılara kölenin kıymeti kadar

zamindir. Alacaklılar hibeyi bozma hakkına sahip değillerdir. Ama icareyi bozma hakkına

sahiptirler. Rehine gelince, bu da satım akdi gibidir. Tatarhâniye. Mezun kölenin azadına gelince,

metinde gelecektir.

«Efendisinin ölümü ile ilh...» Ticaretle izinli çocuk da babasının veya vasisinin ölümü ile minhacir

olur. Ama hâkim tarafından ticaretle mezun edilen köleye gelince hâkimin ölümüyle izinden

azledilmez. Çünkü onun mezuniyeti bir hükümledir. Hükmü veren kimsenin ölümüyle verdiği

hüküm kalkmaz. Nitekim Mecma şerhinde de böyledir.

«Tamamen akıl hastası olmasıyla ilh...» Yani bir yıl veya daha fazla. Veya akıl hastası olması hâkime

havale edilir. Fetvâ da bununla verilir. Eğer bir vaktin tayinine ihtiyaç varsa, o zaman bir yıl akıl

hastalığı ile hacredileceğine fetvâ verilir. Nitekim Vâkıat'in tetimmesinde de böyledir. Dürrü

Müntekâ.

«Darü'l-harbe mürted olarak ilh...» Mecmâ şerhinde şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki,

musannıf burada müsamaha etmiştir. Çünkü darü'l-harbe gidişi eğer hâkimin hükmü ile olmazsa,

biz Hanefîlere göre hükmen ölümü gibi olmaz.»

«Yine kölenin kendisinin akıl hastası olması veya darü'l-harbe sığınmasıyla hacrolunur ilh...» Eğer

şahir, «Mezun veya efendiden birisi ölse, akıl hastası olsa veya darü'l-harbe sığınsa...» deseydi

daha iyi ve güzel olurdu Azmiye.

«Hiç kimse bilmese dahi ilh...» Yani bu hacri veya ölümü hiç kimse bilmese bile yine hacrolur.

Zeylâî şöyle demektedir: «O halde mezun ehliyetinin batıl olması zımnında mahcur olur ki bunda da

ne kendisinin, ne de çarşı halkının bilmesi şarttır. Çünkü burada hacr hükmîdir. O zaman bunda

bilgi şart değildir. Yukarıda sayılan şeylerle azlolan vekil gibi.»

«Hükmen ölümdür ilh...» Hatta onun müdebbirleri, ümmü'l-veledleri azad olunurlar. Malı da varisleri

orasında taksim edilir. Şarihin bu sözü darü'l-harbe sığınma sözünün açıklamasıdır. O halde bu

sözü «hiçkimse bilmese bile sözünden önce zikretmeliydi.»

«Hükmen mahcur olur ilh...» Uygun olan, musannıfın bunu «efendisinin ölümüyle birlikte

zikretmesiydi. Zira bunların ikisi de hükmen hacrdir. Yukarıda bildin.

«İsyan ederek kaçmasıyla da ilh...» Çünkü kölenin efendisi, itaatsizlik yapan kölenin tasarrufuna

âdeten razı değildir. O zaman onun isyan ederek kaçması delâleten hacr olur. Zeylâî.

Musannıf Eşbah'tan naklen bu sözün aksinin doğru olduğunu zikredecektir.

«Hiçkimse bilmese bile ilh...» Yani çarşı halkından kimse bilmese bile.

«Onun doğurması delâleten hacr olur ilh...» Delâleten hacr olması da istihsanidir. Zira câri olan

âdet, ümmü'l-veledlerin muhafaza edilmesidir. Bir de efendi ümmü'l-veledin çıkmasına ve erkeklerle

muâmele etmesine de razı olmaz. Delâleten hacr da sarâhaten hacr gıbidir.



«Aksine açıkça zikretmedikçe ilh...» Zira açıklık delâletin üstünedir. Zeylâî.

«Tedbirle hacr olunmuş olmaz ilh...» Zira adet, müdebbere bir cariyenin tahsisi ile cari değildir. O

zaman hacre delâlet edecek bir şey mevcut değildir. Minâh.

Müdebberin hükmü de öncelikle böyledir.

«Kıymeti kadar borcuna zamindir ilh...» Yani efendi tedbir ve hâmile bırakmakla onların kıymetine

zamindir. Çünkü efendi tedbir ve hamile bırakmakla alacaklıların hakkının taalluk ettiği bir mahalli

telef etmiştir. Zira efendinin fiili ile onların satımı mümteni olmuştur. O zaman onların kıymetine

zamindir. Zeylâî.

Musannıfın sözünün zahiri mutlak kıymeti zamin olmasıdır. Halbuki, onun kıymeti zamin olması

alacaklıların ihtiyarına bağlıdır. O halde, eğer musannıf «eğer alacaklılar diler» sözünü ekleseydi

daha uygun olurdu.

Çünkü Muhit'te şöyle bir ifade vardır: Eğer alacaklılar dilerlerse, olacakları karşılığında köleyi

çalıştırırlar. Eğer efendiye tazmin ettirirlerse, azad edilinceye kadar köle üzerinde bir yolları kalmaz.

Yine Muhit'te şöyle denilmektedir: «Eğer üç kişinin mezun üzerinde alacağı olsa, üçünün de biner

lira alacağı olsa, ikisi efendinin zamin olmasını ihtiyar etseler, efendi mezunun kıymetinin üçte

ikisini tazmin etse, üçüncü olacaklı borcuna karşılık kölenin çalışmasını istese, caizdir. Bunlardan

hiçbirisi kabzettiğine ortak etmez. Ama bunun aksine alacaklı bir kişi olursa, bunlardan birisini

ihtiyar ettikten sonra bir daha diğerini ihtiyar edemez, o hakkı bâtıl olur.

«Yalnız kıymeti kadar ilh...» Yani kıymetinden fazla olan borca zamin olmaz. O zaman fazla kalan

borçlarını azadtan sonra isterler.

METİN

Mezunun hacrinden sonra yanında bulunan bir malın yanında emanet, borç, gasp olduğunu ikrar

etmesi sahihtir. Yanında olan mal ondan kabzedilir. İmameyne göre ise mahcurun bu ikrarı sahih

değildir.

Eğer onun borcu malını ve rakabesini ihata ediyorsa, efendisi onun yanında olan şeye malik

değildir. O halde kölenin kendi kazancından olan kölesini efendisi azad edemez. İmameyne göre

borcu malını ve rakabesini ihata etse de efendisi ona mâlik olur, efendi zengin veya fakir olsun

kıymeti kadar alacaklılara zamindir. Alacaklılar azad olmuş köleden tazmin ettirir, sonra o da

efendisine rücu ederek ordan alır. İbni Kemâl.

Mezun efendisinin çok yakın bir mahremini satın alsa, aldığı köle azad edilmez. Eğer mâlik olsaydı

azad edilmesi gerekirdi. Efendi mezunun elinde bulunan bir köleyi telef etse, zamin olur. Eğer

efendinin mülkü olsaydı zamin olmazdı. Ama İmameyn mülkün sübutu ile ademi sübutu hakkındaki

ihtilafa binaen Ebû Hânife'ye muhalefet etmişlerdir.

Eğer borcu malını ve rakabesini ihata etmiyorsa, imamlann icmaı ile efendinin onun kölesini azad

etmesi sahihtir.

Borcu malını ve rakabesini ihata eden köleyi efendisinin azad etmesi sahihtir. Efendisi o zaman

alacaklılara borcu ile kıymetinden hangisi daha az ise onunla zamin olur. Alacaklılar dilerlerse

köleye ittiba ile alacaklarını kendisinden talep ederler. Şu kadar var ki birisinden talep etmeleri

halinde diğeri beri olmaz. Onlar kefil ile kefil olunan kimse gibi olurlar. Eğer kölenin kıymeti onların

alacaklarını karşılamazsa, mezundan geri kalan alacaklarını azadından sonra talep ederler. Zira

borç onun zimmetinde sâbit olmuştur.

Borçlu olan mezunun tedbiri de sahihtir. Tedbirle hacir altına girmiş olmaz. O zaman alacaklılar

onun azadında olduğu gibi muhayyerdirler. Ancak birisini tercih ederlerse ondan dönemezler.

Şerh-i Tekmille.

Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Mezun müdebber veya ümmü'l-veled olursa, bunların kıymetine

zamin olunmaz. Çünkü alacaklıların hakkı onun rakabesine taalluk etmez. Zira müdebber ile

ümmü'l-veled borç sebebiyle satılmazlar. Eğer efendi alacaklıların izni ile onu azad ederse, o zaman

alacaklılar efendiye tazmin ettirme hakkına sahiptirler.» Zeylâî.

Efendi mezunu borçlarından az bir para ile satsa, müşteri de onu kaybetse,musannıfın bununla

kaydetmesi, zira eğer alacaklılar köleyi almaya kadir olsalar yukarıda geçtiği gibi satımı feshetmeye

kadirdirler. Alacaklılar satıcıya onun kıymetini tazmin ettirirler. Çünkü haddi aşmıştır.

Sattığı mezun şart veya görme muhayyerliği şartından dolayı kabzından önce bir ayıpla mutlaka

reddedilse, veya kabızdan sonra hâkimin hükmü ile reddedilse, o zaman efendisi onun kıymeti ile



alacaklılara rücu eder. Çünkü onların hakkı mezun köleye avdet eder. Çünkü mani ortadan

kalkmıştır.

Mezun kabızdan sonra hakimin hükmü olmadan reddedilse, o zaman alacaklılar için köleyi

alacakları karşılığında çalıştırma hakları olmadığı gibi, efendi için onun kıymetini alacaklılardan geri

almaya bir yol da kalmaz. Çünkü karşılıklı rıza ile malı geri vermek ikâledir. İkale de müşteri ile

satıcıdan başka üçüncü bir şahıs için yem bir satımdır.

Mezun satılıp borçları ödendikten sonra ondan yine bir borç kalsa. geri kalan borç için yukarıda

geçtiği üzere azadından sonra köleye müracaat edilir.

Efendi borçlu mezunu satsa, müşteri onu kaybetse, alacaklılar dilerlerse kıymetini satıcıdan,

dilerlerse müşteriden alırlar. Müşteri de kölenin semeni ile satıcıya rücu eder. Veya dilerlerse,

satıma icazet verirler, satılan mezunun kıymetini değil semenini alırlar.

Efendi borçlu olduğunu bildirerek mezunu satsa, yani «Benim mezun kölem borçludur.» diye ikrar

etse, inkâr etmese, ileride geleceği gibi, muhasamat tahakkuk eder. Alacaklılar için değil, satın alan

için muhayyerlik hakkı düşer. O zaman alacaklılar satım akdini reddedebilir. Eğer satılan kölenin

semeni onlara ulaşmamışsa. Zira semeni kabzetmek satım akdine razı olduklarına delâlet eder.

Ancak efendi köleyi çok düşük bir fiyatla satmışsa, o zaman ya müsâmahayı kaldırırlar veya satımı

nakzederler. İbni Kemâl.

Musannıf diyor ki, alacaklılar için mebiin reddi sabittir, eğer alacak peşin, satış alacaklıların talebi

ile olmaz ve semen de alacaklarını tamamen karşılamazsa. Yok eğer borç vadeli ise o zaman bey

nafizdir. Çünkü mani ortadan kalkmıştır.

Efendi kölesini satsa ve ortadan kaybolsa, müşteri alacaklıların hasmı değildir. Eğer aldığı kölenin

borçlu olduğunu inkâr ederse. İkinci imam için burada hilaf vardır. Eğer ikrar ederse, yukarıda

geçtiği gibi, o zaman alacaklıların hasmıdır.

Eğer müşteri gaib olsa, satıcı hazır olsa, hüküm yine böyledir. Yani imamların icmaı ile husumet

yoktur. Ta ki müşteri hazır oluncaya kadar. Şu kadar var ki alacaklılar, satıcıdan satılan kölenin ya

kıymetini tazmin ettirirler veya satıma icazet verir, semenini alırlar.

İZAH

«Yanında bulunan ilh...» Musannıf burada yanındaki bir emanet veya borç ile kaydetti. Zira hacrdan

sonra mezun kölesinin rakabesi ile ikran sahih değildir. Hatta onun rakabesi borç sebebiyle

satılmaz. Fakihlerin icmaı ile, Tebyîn'de olduğu gibi.

«Sahihtir ilh...» Yani Zeylâî ve diğer muteber kitaplarda anılan şartlarla ikrarı sahihtir. Bu şartlar

şunlardır: İkrarı elinde olanı efendi tarafından alınmasından sonra olmamalıdır. Elindekini

başkasına sattıktan sonra olmamalıdır. Hacr sırasında elinde olan malı ihata edecek bir borç

olmamalıdır. Bir de, elinde olan malı hacrden sonra kazanmış olmamalıdır.

«İmameyne göre sahih değildir ilh...» Yani halen sahih değildir. yas da ancak İmameynin

sözüdür. Şurunbulâliye.

«Kazancından olan kölesini efendisi azad edemez ilh...» Yani alacaklılar hususunda azad olmaz. O

halde alacaklılar o köleyi satar ve alacaklarını onun kıymetinden alırlar. Ama efendisi hususunda o

köle efendinin azad etmesiyle icmaen hürdür. Hatta alacaklılar mezunu borcundan ibra etseler,

veya onu mevlâsına satsalar veya mevlâsı onun borçlarını ödese, yine o hürdür. Tatarhâniye,

Yenâbi'den.

İmâmeyne göre mâlik olur ilh...» Çünkü kölenin kesbinde mülkiyet sebebi mevcuttur. O da

efendinin mezunun rakabesine mâlik olmasıdır. Bundan dolayı mezunu azad etmeye, mezune ise

cinsi tekarrübe maliktir. İmameynin delili şudur: Efendinin mülkiyeti ancak kölenin yerine sabit

olur. Köle kendi ihtiyacını bitirdikten sonra. Köleyi ihata eden borcuyla köle meşguldür. Öyleyse

kölenin yerine onun malına efendi malik olamaz. Hidâye.

«Satın alsa ilh...» Bu görüş Ebû Hânife'nin «satılmaz» sözü üzerine tefri ve «azad olmaz» sözüne

atıftır.

«Eğer efendinin mülkü olsaydı zamin olmazdı ilh...» Bu sözün açık anlamı, mülkiyle hüküm veren

adama göre zamin olmaz. Halbuki öyle değildir. Belki onun zamin olması, fakihlerin ittifakı iledir. Şu

kadar var ki, İmameyne göre efendi mezunun kölesinin kıymetine peşinen zamindir. Çünkü onun

mülküdür. Ancak bunun zamin olması da, çünkü alacaklıların hakkı telef edilen köleye bağlıdır. Ebû

Hânife'ye göre ise, ona zamindir. Tazmini de üç sene içinde yapar. Zira cinayet tazminatıdır. Çünkü



onun mülkü değildir. Tebyîn adlı eserde olduğu gibi.

«İmameyn, Ebû Hanîfe'ye muhalefet etmişlerdir ilh...» Bu görüş de yine mezunun efendisinin

yakınını satın alması meselesine döner. H.

«Efendinin onun kölesini azad etmesi sahihtir ilh...» Yani efendinin mezun kölenin kazanmış

olduğu kölesini azad etmesi sahihtir.

«Fakihlerin icmaı ile ilh...» Yani İmameyne göre, Ebû Hanife'nin son kavlinde sözünde Ebû

Hânife'nin birinci görüşünde ise efendi zaten mezununun kölesine malik değildir, onun azadı da

sahih değildir. Zeylâî.

«Borcu malını ve rakabesini ihata eden ilh...» Onun azadının sahih olması âlimlerin icmaı iledir.

Çünkü onda mülkü kaimdir. ihtilâf ancak, mezunun borcu malını ve rakabesini ihata ettikten sonra

kazandığı köle hakkındadır. Ki biz bunu beyan ettik. Zeylâî.

«Efendisi zamin olur ilh...» Yani efendi ister borcu bilsin, ister bilmesin. Zira başkasının malını telef

etmek menzilesindedir. Zira azad ettiği köleye alacaklıların hakkı taalluk etmektedir. Zeylâî.

«Borcu ile kıymetinden hangisi daha az ise ilh...» Zira alacaklıların hakkı onun mal olmasına taalluk

eder. O zaman efendi onun mal olması sebebiyle onu tazmin eder. Rehin veren adamın rehin

verdiği köleyi satmasındaki gibi. Zeylâi.

«Dilerlerse köleye ittiba ile ilh...» Zira borç onun zimmetinde istikrar etmiştir. Zeylâî.

Muhit'te şöyle denilmektedir: «Mezundan alacaklılardan birisinin aldığı meblağa diğerleri ortak

değildir. Ama bunun hilâfına efendisinden alacaklılardan birisi onun kıymetinden bir şey alırsa,

diğerleri ona ortaktırlar. Zira onun kıymetini alacaklılara ödemesi onu azad etmesi sebebiyle vacib

olmuştur. Bir borcun bir sebepten ötürü bir topluluğa ödenmesi vacib olsa, o borçtan ödenen

miktar alacaklılar arasında ortaktır. Tûrî.

«Diğeri borçtan kurtulmaz ilh...» Zira bunlardan her birisinin üzerine müstakilen borç vacib

olmuştur. Ama gasıbtan gasbeden gasıb bunun hilâfınadır. Çünkü tazminat birisinin üzerine

vacibtir. Zeylâî.

«Tedbiri de sahihtir ilh...» Şârih burada musannıfın yukarıda bu meselenin başını sarahatle tasrih

etmesine rağmen iade etmesi, meselenin sonunun bağlanması içindir. T.

«Alacaklılar muhayyerdirler ilh...» Yani dilerlerse, efendiden tedbir yaptığı mezun kölenin kıymetini

tazmin ederler. Dilerlerse de köleden alacakları karşılığı çalışma taleb ederler. Eğer efendiden

kıymeti tazmin ettirirlerse, köle azad edilinceye kadar onun üzerinde bir yolları yoktur. O kendi hali

üzere mezun olarak kalır. Eğer kölenin çalışmasını isterlerse, onlar kölenin çalışmasından

alacaklarını kâmilen alırlar ve köle yine hali üzere mezun kalır. Hindiye.

İşte bu açıklama ile istisnanın manâsı zahir olmaktadır. T. Yani «ancak birisini tercih ederlerse»

sözünün manası, ama azad bunun hilafınadır. Yukarıda geçtiği gibi. Zira onların birisine uyması ile

diğeri beri olmaz.

«Birisini ihtiyar ederlerse ilh... » Yani ya efendinin tazmini, ya kölenin çalışmasından birisini.

«Efendi onu azad ederse ilh...» Bu kavil tedbir meselesi ile değil, yukarıdaki «azadı sahihtir»

sözüne bağlıdır. Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer borçlu mezunu efendisi, alacaklıların izni ile azad

ederse, alacaklılar azad edilen kölenin kıymetim efendiye tazmin ettirirler. Bu da rehin veren

adamın rehindeki köleyi fakir olduğu halde azad etmesi gibi değildir. Zira mürtehinin izni ile azad

edilen köle rehinden çıkmıştır. Mezun olan köle alacaklıların izni ile azad olsa bile borçtan

kurtulamaz.»

Müdebber köleye gelince, onun azadı ile mutlaka zaminiyet yoktur. Zira müellif bunun illetini

zikretmiştir.T.

Turî'nin ifadesi ise şöyledir: «Musannıfın «zamin olur» sözü «Eğer alacaklıların izni ile azad

ederlerse» kavline şâmil gelir.»

«Borçlarından az bir para ile ilh...» Yani borç peşin olduğu halde alacaklılardan izinsiz satsa. Ama

bu satış geçen üç şeyin hilâfına olursa, o zaman efendi üzerinde zaminiyet yoktur. Nihâye.

Makdisî de Ebûl Leys'in Cami şerhinden naklen şunu ilâve etmiştir: «Bey de kıymetinden azı ile

olursa. Ama kıymetiyle veya fazlasıyla satsa, semeni kabzetse ve semen elinde bulunsa, o zaman

tazminin bir faydası yoktur. Şu kadar var ki kölenin semenini kölenin alacaklılarına verir.» Nakleden

Sayıhânî'dir.



«Satımı feshetmeye kadirdirler ilh...» Yani hâkimin alacaklılara kıymetiyle tazmin edilmesi hükmünü

vermesinden önce. Ama eğer hakimin hükmünden sonra olursa, onda tafsilat vardır. İleride

Zeylâî'den naklen gelecektir.

«Satıcıya onun kıymetini tazmin ettirirler ilh...» Bu kıymet ister kölenin bahası kadar, ister az, ister

fazla olsun. Bu kıymeti tazmin ettirmeleri de eğer kıymet borç kadar veya daha az olursa. Eğer

borçtan fazla olursa, o zaman yalnız borç kadarını tazmin eder. Rahmetî.

«Çünkü haddi aşmıştır ilh...» Yani onun satışı ve müşteriye teslim etmesi haddi aşmıştır. Minâh.

«Sattığı mezun reddedilse ilh...» Yani alacaklıların efendiden kölenin kıymetini almayı tercih ettikten

sonra gaib olan köle ortaya çıksa ve müşteri bir ayıptan dolayı reddetse...

«Kabızdan önce ilh...» Şurunbulâliye musannıfın bu sözünde bir görüş olduğunu söyleyerek şöyle

demiştir: «Meselenin şekli, müşterinin efendiden almış olduğu borçlu mezunu kaybetmesi ancak

kabızdan sonra olur. O zaman artık kabız kelimesine ihtiyaç kalmaz.» Şurunbulâlîye sözlerine

devamla, «Umulur ki, bu sözü zikretmesi bunun devamında «mutlaka» demek içindir. Ki, bu söz

ondan sonraki «Hâkimin hükmü ile» sözüne karşılık olsun» demiştir.

«Mutlaka ilh...» Yani ister hâkimin hükmüyle, ister tarafların rızası ile. H.

«Şart veya görme muhayyerliği ilh...» O zaman, musannıfın «mutlaka» kaydını burada zikretmesi

gerekirdi. Peki, mahkeme kararına niçin muhtaç değildir? Zira ayıp pazarlığın tamamlanmasına

engel olur. Ayıp sebebiyle geri vermekle akit fesholur. Şart muhayyerliği ise hüküm ibtidasına

engeldir. Yani sanki satım akdi hiç yapılmamış gibi olur. Çünkü şart olan tarafların rızası yoktur.

Görme muhayyerliği ise hükmün tamamlanmasına engel olur. O halde görme muhayyerliği veya

şart muhayyerliği ile yapılan red, red değil ancak fesih olur. Rahmetî.

«Kabızdan sonra hakimin hükmü ile ilh...» Yani kabızdan sonra hâkimin hükmü ila ayıptan dolayı

reddedilse. Zira hâkimin hükmü ile red fesih olur. Rahmetî.

«Çünkü engel ortadan kalkmıştır ilh...» Yani onların hakkının köle ile taalluk etmesine engel

ortadan kalkmıştır. Çünkü satım ve teslim zımanın sebebidir. O zaman bu gâsıb gibi olur. Ki, gâsıb

gasbettiği malı satsa ve teslim etse, kıymetine zamin olsa, sonra da sattığı şey kendisine ayıptan

dolayı geri verilse gâsıb icin o malı mâlikine geri verme hakkı vardır. Ona daha önce vermiş olduğu

kıymetini de rücu ederek mâlikten alır.

«Üçüncü bir şahıs için yeni bir satımdır iIh...» Yani taraflardan başkası için. Nitekim ikâle bahsinde

de geçti. İkâle taraflar için fesih, üçüncü şahıs için ise yeni bir satım akdidir. Burada alacaklılar

üçüncü şahıs olmaktadırlar. O zaman onların hakkında sanki yeniden onu müşteriden almış gibi bir

şey olur. Onun birinci satımı ise, kendi hali üzerine kalır. Rahmetî.

İşte bundan dolayı musannıf «onlar için köleyi çalıştırmaları hususunda bir yol almadığı gibi

efendinin de kıymetini alacaklılardan geri almaya bir yol da kalmaz» demiştir. O halde başkasından

maksat köle değildir. Anla.

«Dilerlerse müşteriden alırlar ilh...» Yani ona kıymetini tazmin ettirirler. Çünkü müşteri alışı, kabzı

ve kaybetmesiyle haddi aşmıştır. Zeylâî.

H. de bunu destekleyerek şöyle demektedir: «Haberdarsınız ki, kölenin bahası meselemizde her ne

kadar borçtan az ise de şârihin de zikrettiği gibi, şu kadar var ki bazen kıymet üzerindeki borçtan

fazla olur. O halde uygun olan kıymetinin zımânı borç kadar veya daha azı ile kaydedilmesidir. Ama

eğer kıymet borçtan fazla olursa, uygun olan o zaman ancak borç miktarı kadar tazmin etmesidir. O

zaman da satıcının üzerine rücu etmenin keyfiyetine bakılır

T. de diyor ki: «Eğer semen efendinin zamin olduğu kıymet kadarsa, onunla rücu eder. Eğer zamin

olduğu şey daha fazla ise müşterinin satıcı üzerine ziyade ile rücu etmesine hiçbir vecih yoktur.»

«Müşteri de kölenin semeni ile beyie rücu eder ilh...» Çünkü ondan kıymetini almak, nesneyi almak

gibidir. Zeylâî.

Şarih de «semeni ile» sözüyle şunu anlatmak istemiştir: Yani müşteriye zamin olduğu şeyle rücu

etmez. Belki satıcıya ödediği semen kadar rücu eder. Kıymetinden kalan kısmını da satıcıdan talep

edemez. Bunun zahiri de. eğer kıymet kölenin semeninden fazla olursa. Şurunbulâliye.

«Satıma icazet verirler ilh...» Zeylâî şöyle demektedir: «Bu meselenin özeti alacaklılar üç şey

arasında muhayyerdirler. Satıma icazet vermeleri, dilediklerine tazmin ettirmeleri. Sonra eğer

alacaklarını müşteriye tazmin ettirirlerse, müşteri de satıcıya ödemiş olduğu semenle rücu eder.

Eğer satıcıya tazmin ettirirlerse, o da mebi olan borçlu mezunu müşteriye teslim eder. Engel



ortadan kalktığından satım da tamamlanır. Hangisini tercih etseler, öteki borçtan kurtulur. Artık ona

rücu edemezler. Her ne kadar tercih ettiklerinin yanında kıymet az da olsa. Eğer bunlar ikisinden

birisinin tazminini tercih ettikten sonra gaib köle ortaya çıksa, hâkim eğer onlara delil veya

yeminden kaçınmaları ile kölenin kıymetini hükmetmişlerse, köle üzerinde hiçbir hakları yoktur.

Zira onların hakkı hakimin hükmü ile kıymete dönüşmüştür. Eğer hakim hasmın yemini ile birlikte

sözüne göre kıymetle hükmetmişse, alacaklılar da ondan fazlasını iddia ederlerse, alacaklılar

muhayyerdirler. Dilerlerse kölenin kıymetine razı olurlar. Dilerlerse de kıymeti reddederek köleyi

alırlar. Köle de onlar için satılır. Çünkü onların kanaatine göre hakları tam ulaşmamıştır. İşte bu

meselede kölenin satışı gasbolunan şeyin benzeridir. Nihâye'de bu şekilde zikredilerek Mebsut'a

nisbet edilmiştir.»

Ben derim ki: Gasbedilende zikredilen malın zuhurunda kıymetinin tazmin olunandan daha çok

olmasıyla şarta bağlanmıştır. Mezun kölenin meselesinde ise bu şart kılınmamıştır. Ancak burada

şart kılınan alacaklıların onun tazmin edilen kıymetinin daha fazla olduğunu iddia etmeleridir. Bir

de, onların kanaatine göre haklarının kendilerine tam ulaşmamasıdır. O zaman gasbedilen ile bu

mesele arasında çok fark vardır. Zira dava bazen dava edilene uymaz. O halde caizdir ki satılan

kölenin kıymetli tazmin olunanın misil veya az olsun. O zaman onlara muhayyerlik hakkı, sabit

olmaz. Alacaklılara muhayyerlik hakkı ancak kölenin zuhurunda kıymetinin tazmin olunan şeyden

fazla olması halindedir. Bu da orada zikredilen değildir.

Bu itiraza Şilbî'nin Kâriü'I-Hidâye'nin hattından naklettiği ile cevap-verilir. Şöyle ki, alacaklılar

aldıklarını geri verme hakkına sahiptirler. Eğer kölenin kıymeti onlara tazmin olunanın misli veya

daha az olursa. Zira onların aldıklarını geri vermelerinde onlara fayda vardır. Bu da, köleyi bütün

borçları karşılığında çalıştırmaktır. Ebussuud.

Turî'de bu cevabın misli ile cevap vermiştir.

«Efendi borçlu olduğunu bildiği halde mezunu satsa ilh...» Hidâye ve Kenz'in ifadesi şöyledir:

«Efendi kölesini satarken müşteriye kölesinin borçlu olduğunu bildirmelidir.» Kifaye'de, «Yani

satıcı müşteriye sattığı kölenin borçlu olduğunu bildirmelidir. Bunun faydası ise müşteriden borç

aybı ile köleyi reddetme muhayyerliğinin düşmesidir. Ta ki satış satıcı ile müşteri arasında lüzumlu

bir satış olsun. Her ne kadar kölenin kıymeti borçlarını karşılamadığı takdirde alacaklı hakkında

lüzumlu bir satış olması bile» denilmiştir. Bunun benzeri misli Tebyîn ve diğer kitaplardadır. Şârih

de buna gelecekte işaret edecektir.

«İkrar etse, inkâr etmese ilh...» İleride geleceği gibi satıcının değil müşterinin ikrarına itibar edilir.

Bu sözün aslı, İbni Kemâl'indir. Zira İbnî Kemâl metindeki «bildirerek» sözünün faydasının gelecek

meselede açığa çıkacağını zikretmiştir. Gelecek mesele şudur: Satıcı borçlu mezunu sattıktan

sonra kaybolsa, müşteri eğer aldığı kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse, kölenin alacaklılarının

hasmı değildir. İbni Kemâl demiştir ki: «Zira bu söz mefhumu ile delâlet ediyor ki, ikrar ettiği halde

hasımdır. O zaman bildirmeyi farzetmek gerekir. Ta ki, inkârın bir defa, ikinci defa da ikrarı tasvir

etmek mümkün olsun.»

Şu kadar var ki İbni Kemâl buradaki bildirmeyi ikrarla tefsir etmemiş-tir. Nitekim şârih böyle tefsir

etmiştir. Belki bildirmeyi sarahaten gelecek inkâra ve zımnen anlaşılacak ikrara bina etmiştir. İşte

bundan ötürü H. demiştir ki: «Şârihin «ikrar etse» sözü metnin tefsirine sâlih olmadığı gibi metne

kayıt da olamaz. Şârih İbni Kemâl'in ifadesinde yanlışlık yapmış ve anlamamıştır.»

Buna şöyle cevap verilmesi mümkündür: Yani kölenin borçlu olduğunu ikrar eden bir müşteriye

satsa. Eğer musannıf borcunu ikrar eden bir kimseye satsa deseydi daha açık olurdu.

İbni Kemâl'in «bildirerek» sözünün faydasının aşağıdaki meselede zahir olduğunu zikretmesinde

bir görüş vardır. Zira burada mesele dörtlüdür. Bir, köle kaybolsa ki, bu geçti. Bir de satıcı veya

müşteri kaybolsa ki bunlar gelecektir. Dördüncüsü de satıcı müşteri ve kölenin hepsinin hazır

olması meselesidir. İşte bizim meselemiz de bu meseledir. İşte bundan dolayı T. şöyle demiştir:

«Bu konu kölenin hazır olmasıyla farzedilir. Ki, geçmişteki efendisi onu satsa, müşteri de onu

kaybetse sözüne aykırı olsun. Eğer musannıf, «Eğer köle hazırsa, alacaklıları onların huzurunda

satışı feshederler» deseydi daha kısa ve daha açık olurdu.»

Bu meselede ise köleyi alan kimse eğer kölenin borçlu olduğunu ikrar ederse. zaten mesele açıktır.

Eğer inkâr ediyorsa, o zaman alacaklıların onun borçlu olduğunu isbat etmesi gerekir. Çünkü

isbata bir engel yoktur. Davada hasım mevcuttur. Burada söz ancak satıcının kayıp olması

halindedir. Eğer müşteri ikrar ediyorsa. olacaklıların satımı reddetme hakkı vardır. Yok eğer ikrar

etmiyorsa, onlar satımı reddedemezler. O zaman musannıfın sözündeki «bildirerek» sözünün



faydası hepsinin hazır olduğu meselede asla açık olmaz. Ancak onun faydası, Kifâye'den naklen

geçen meselede açık olur. Buna açık olan hakkında düşün.

«Hasımlaşma tahakkuk eder ilh...» Yani müşterinin almış olduğu borçlu mezunun borcunu ikrar

etmesinin faydası satıcı gaib olduğu takdirde satım akdinin reddinde, onun olacaklılara hasım

olmasının sıhhati konusunda.

«Alacaklılar satımı reddedebilir ilh...» Çünkü onların hakkı köleyle ilgilidir. Hakları da, ya köleyi

alacakları karşılığında çalıştırmak veya onun rakabesinden borçlarını tamamen almaktır. Bunların

ikisinde de fayda vardır. Biricisinde tam ama vadeli, ikincisinde ise fayda eksik ama peşindir. Satım

ile işte bu muhayyerlik yok olur. O halde onlar satımı reddetme hakkına sahiptirler. Zeylâî.

«Semeni onlara ulaşmamışsa ilh...» Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Fakihler «meselenin tevili,

eğer semen onlara ulaşmamışsa.» demişlerdir. Eğer satımda müsamaha olmadığı halde semen

onlara ulaşmışsa, alacaklılar satım akdini reddetmeye mâlik değildir. Çünkü hakları kendilerine

ulaşmıştır.»

Zeylâi de şöyle demektedir: «Hidâye'nin bu sözünde bir görüş vardır. Çünkü Hidâye bu ifadesiyle

işaret ediyor ki, semen onlara ulaştığı takdirde onlara artık satımı feshetme muhayyerliği yoktur.

Satımda müsamaha olmadığı takdirde ve semeni de onların hakkını tam karşılamasa. Eğer satımda

müsamaha olursa, alacaklılar için fesih muhayyerliği vardır. Kölenin semeni onların alacağını

karşılasa dahi. Halbuki mesele hiç de böyle değildir. Belki onlar için köleden çalışma talebinde

bulunmaları için semen onların hakkını karşılamıyorsa. müsamaha olmasa bile muhayyerlik hak

vardır. Bunu Hidâye sahibi de bizzat zikretmiş olup, satımda müsamaha semen onların hakkı

karşılarsa hakları ulaştığında onlar satımı feshetme muhayyerliğine malik değillerdir. Eğer Hidâye

sahibi. «Meselenin tevili Efendi köleyi öyle bir fiyat ile satsa ki o onların haklarını karşılamasa»

deseydi, söz doğru ve kapalılık da ortadan kalkardı.

Çünkü semen onların olacağını karşılamadığı takdirde her ne olursa olsun onlar satımı

nakzedebilirler. Semen onların alacağını karşılarsa, onlar için nasıl olursa, satımı bozma hakkı

yoktur. Eğer bizim zikrettiğimiz borcun ertelenmesi. alacaklıların onun satışını taleb etmesi, onun

babasının borcunu karşılamasından hiçbirisi mevcut olmazsa, o zaman satım akdi mevkuftur.

Satım, alacaklıların icazeti ile caiz olur. İşte kitabın meselesi de budur.»

Bunun benzeri Hidâye'nin şerhlerinde de mevcuttur.

«Zira semeni kabzetmek ilh...» Bu söz şârihin «Eğer satılan kölenin semeni onlara ulaşmamışsa»

sözünün anlamının iIIetidir. Buna göre ifadenin akışı, eğer semen onlara ulaşmışsa, onlar satımı

reddetmeye mâlik değillerdir. Zira onların semeni kabzetmeieri... uygun olan burada şarihin

«onların semeni kabzetmeleri, satım ile» demesiydi. T.

Bu tabir Hidâye sâhibine cevaptır. Bu cevâbin aslı da Nihâye sahibinindir. Zira Nihâye sahibi şöyle

demiştir: «Allahım sen bizi hesaba çekme. Ancak Hidâye sahibinin, «eğer semen onlara ulaşmışsa»

sözünden maksadı satımda müsamaha olmadığı takdirdedir. O zaman onların semeni almaya razı

olmaları mezunun satışına razı olmaktır.» Daha sonra da şöyle demiştir: «Şu kadar var ki, satılan

mezunun semeninin hazırlanması olacaklılarla semen arasında bir tahliye ulaşma kelimesiyle

bâkidir. O zaman en itimad edilecek söz, Kadıhân'ın, «Onun borçlarını karşılamayacak bir semenle

satsa» açıklamasıdır.»

Bu sözün özeti şudur: Vusul kelimesi hazırlatmak ve tahliye anlamını ihtiva eder. Kabz manâsını

ihtiva ettiği gibi. O halde vusul, onların razı olmasına delalet etmez.

Ben derim ki: Şu kadar vur ki, Hidâye sahibinin bundan önceki «Semen onların hakkını

karşılamadığı takdirde onlar için muhayyerlik hakkı vardır» sözü açık bir karinedir ki, Hidâye sahibi

vusuldan kabzı kasdetmiştir. Sözünün birbirini nakzetmemesi için, sözden bir şey anlamak onu

ihmal etmekten daha uygundur. Bilhassa bu iman gibi insanların sözünde. İşte bundan dolayı İbni

Kemal Hidâye sahibinin bu sözüyle cezmetmiştir. Hidâye sahibinden başkalarının sözünde boş

vehimler olarak kabul etmiştir.

«Ancak köleyi çok düşük bir fiyatla satmışsa ilh» Zira o takdirde onlar diyebilirler ki, «Biz semeni

kıymetinin tamamıdır diyerek kabzettik:» ,İbni Kemâl. Yine satımda müsamaha olursa onların

semeni kabzetmeleri semen onların hakkını karşılamadığı sürece onların kabzetmeleri ra

olmalarına delâlet etmez.

«Musannıf diyor ki ilh...» Yani Zeylâî ve diğer âlimlere uyarak diyor ki...

«Alacaklılar için mebîin reddi sabittir ilh...» Eğer mezunun borçları peşin ise, satış da onların talebi



üzerine yapılmaz ve semen onların olacaklarını karşılamazsa.

«O zaman satım akdi nafizdir ilh...» Çünkü mülküne başkasının hakkı taalluk etmeden önce, teslim

etmeye kadir olduğu halde satmıştır. Veya, satış onların izni ile olursa. Zira o zaman onların kendi

nefislerinin satışı gibi olur. Bunun yeri de satış müsamahasız olduğu takdirdedir. Yoksa, zahir,

alacaklılara reddin sabit olmasıdır. Yukarıda geçtiği gibi. T.

Ben derim kî: Açık olan, efendinin onlara vekil olmasıdır. O zaman o vekâlet kitabında geçen

hükümler uygulanır. Ebussuud, «satım akdi yine nâfiz olur. Eğer satış hâkimin izni ile olursa»

demiştir. Nitekim biz bunu zikrettik.

Veya semen onların borcunu tam karşılıyorsa, çünkü onların hakkı kendilerine tam olarak

ulaşmıştır.

«Çünkü engel ortadan kalkmıştır ilh...» Engel, alacaklıların hakkıdır.

«Müşteri olacaklıların hasmı değildir ilh...» Zira dava aktin feshini tazannum eder. Fesih de gaibin

üzerine hükmetmek olur. Zeylâî.

«Kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse ilh...» Yani müşteri kölenin borçlu olduğunu inkâr ederse.

«Ebû Yûsuf için burada hilâf vardır ilh...» Zira o hasım olduğunu söylemiştir. O zaman alacaklılara

alacaklarından dolayı hüküm verilir. Çünkü müşteri aynda olan mülkiyeti nefsi için iddia etmektedir.

O halde o aynda münazaa edenin hasmı olur. Zeylâî.

«Eğer ikrar ederse, alacaklıların hasmıdır ilh...» Çünkü onun ikrarı üzerine hüccettir. O zaman

kölenin semeni alacaklıların hakkını karşılamadığı takdirde satımı feshederler. Zeylâî.

«İmamların icmaı ile husumet yoktur ilh...» Zira mülk de, el de müşterinindir. Mülkiyet ve elin ibtali,

müşteri gaib olduğu zaman mümkün değildir. Mülkiyet ibtal edilmediği sürece de müşteri

tarafından alınan borçlu mezunun rakabesi alacaklıların hakkına mahal olmaz. Zeylâî.

«Ya kıymetini tazmin ettirirler ilh...» Çünkü satıcı mezunu satmak ve teslim etmekle alacaklıların

hakkını yok etmiştir. Alacaklılar satıcıya kıymeti tazmin ettirdikleri takdirde satılan kölenin satışı

caiz ve semeni de satıcının olur. Zeylâî.

«Veya satım akdine icazet verir ilh...» Onların satım akdine icazet vermeleri eskiden verilmiş bir izin

gibi olur. Şârih burada, müşterinin aldığı kölenin borçlu olduğunu ikrar etmesi halinde tazmin

edeceğini zikretmemiştir. Açık olan odur ki, bu takdirde alacaklılar ona da tazmin ettirebilirler. Bu

da geçen meselede cari olan muhayyerliklerdendir. T.

METİN

Bir köle bir şehre girerek falan kimsenin mezun kölesi olduğunu söylese ve alıp satsa, mezundur.

O zaman o ticarette lazım olan her şeyi yapabilir. Köle izni veya hacri konusunda bir şey

ylemeyerek alış-veriş yapsa, hüküm yine böyledir. Çünkü teamülün zaruretine binaen istihsanen

mezundur. Bir de müslümanın işi salâha hamledilir. O takdirde zarureten kölenin de mezun

olduğuna hamledilir. Şerhü'l-Camî.

Musannıfin «Müslümanın işi salâha hamledilir» sözünün anlamı meseleyi müslümanla

kaydetmektir. İbni Kemâl.

Şu kadar var ki, adı geçen köle borçlu düştüğü takdirde kazancı borcunu karşılamazsa satılmaz.

Ancak efendisi onun mezun olduğunu ikrar veya alacaklı onun mezun olduğunu delil ile isbat

ederse, satılır.

Alış-verişin mâhiyetini anlayan çocuğun ve zayıf akıllının tasarrufu eğer sırf yararına ise, İslâm

olmak, hibe kabul etmek gibi, izinsiz olarak caizdir. Eğer talâk, azad, sadaka ve karz gibi sırf

zararına ise geçerli olmaz, velileri onlara izin vermiş olsa bile. Alış ve satış gibi zarar ile yarar

arasında iki yönlü olan akitlere gelince, bunlar izne bağlı olur. Hatta çocuk bâliğ olsa ve satımına

icazet verse, nâfiz olur.

Velileri çocuk ve zayıf akıllıya izin verseler, bunlar bütün hükümlerde mezun köle gibi olurlar. İznin

sıhhati için bunların satımın mülkiyeti satıcının elinden çıkardığını. alışın da mülkiyete yol açtığını

bilmeleri şarttır.

Zeylâî, «Bu alış-verişinde kâr etmeyi kasdetmesi ve gabnı yesiri gabnı fahişten ayırmayı bilmesi de

şarttır» ifadesini ilâve etmiştir. Bu da açıktır.

Onların velileri babalarıdır. Babanın ölümünden sonra babalarının vasisidir. Sonra da vasinin

vasisidir. İmâdiye'den naklen Kuhistânî'de olduğu gibi. Bunlardan sonra da sahih dedesidir. Her ne



kadar yükselirse. Sonra onun vasisi. sonra vasisinin vasisidir. Kuhistânî.

Kuhistânî ve Zeylâî, «Bunlardan sonra da onların velileri öncelikle validir.» sözünü ilâve etmişlerdir.

Sonra da hâkim veya vasisidir. Bunların hangisi tasarruf yapmış olsa. sahihtir. Bundan dolayı da

musannıf «sonra» dememiştir.

Ama anne veya vasisi veli olmazlar. Bu mal hususundadır. Fakat nikâh meselesinde bunun aksine

annesinin veya vasisinin velâyeti vardır.

Hâkim çocuğa, yetime, zayıf akıllıyı. onların kölelerini veya yukarıda geçtiği gibi kendi kölesini

alış-veriş ederken görse ve sussa, bu susması ticaretle izin vermek olmaz.

Hâkim çocuğa, yetime, zayıf akıllıya, velileri olmadığı takdirde ve onların kölelerine de velileri

kaçındığı takdirde izin verebilir. Zeylâî.

Ben derim ki: Bercendî'de Hizâne'den naklen şöyle denilmiştir: «Çocuğun babası veya vasisi izin

vermekten kaçınsa, hâkimin ona izin vermesi sahihtir. Vehbâniye şerhi, «Bundan sonra da çocuk

asla hacrolunmaz. Çünkü hükümdür. Ancak diğer bir hâkimin hacre hükmetmesiyle hacrolunur)

demiştir.»

PRATİK MESELEER :

Bir kimse elinde olan bir şeyin kendi kazancı veya irsen malı olduğunu ikrar ederse, açık görüşe

göre mezunun ikrarı gibi sahihtir. Dürer.

Köle izinli olduğunu bilmeden bir mesele istisna, mezun olamaz. O mesele şudur: Adam. «Benim

kölemle alış-veriş yapın. Çünkü ben ona izin verdim» dese, köle bilmediği halde onlar köle ile

alış-veriş yapsalar. köle mezun olur. Ama bunun aksine Küçük oğlumla alış-veriş yapın» dese, bu

izin olmaz.

isyan ederek kaçan köleye ve bir de gasbedilip inkâr edilen köleye, delil olmadığı halde izin geçerli

değildir. Sahih görüş üzere, bunlarla da mahcur olmazlar. Eşbâh.

Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Hâkim, babasının ticaret izni vermediği bir çocuğa izin verse,

sahihtir ve çocuk ticaret yapabilir.» imam Ebû Yûsuf «çocuk yanındaki vediayı helâk ederse, zamin

olur.» demiştir. Mezun bir şeyi inkâr ettiği takdirde yemin teklif edilir. Fetvâ da bu sözle verilir.

Mahcur bir şeyi rehin verse, satsa veya alsa, efendisi de onu caiz görse, onun hükmü değişmez.»

Çünkü, mahcurun tasarrufu icazete bağlıdır. Eğer icazet vermeyerek ona ticaretle izin verse mezun

köle de önceki tasarruflarına icazet verse, istihsânen caiz olur. Efendi izin vermeyerek onu azad

etse, azad olan kölenin verdiği icazet sahih değildir.

İbni Vehbân sözlerinin devamında, «Mümeyyiz çocuk hükümlerde mahcur köle gibidir» demiştir.

Ben derim ki: Başlangıcı itibariyle teberru olan bir şeyin zarar olduğu gizli değildir. öyleyse karz

gibi tasarruflarda babasının çocuğa izin vermesi sahih değildir.

İZAH

«Mezundur ilh...» Yani, kendi kazancı hakkında ona mezun denilebilir. Hatta onun kazancı ile adil

olmasa bile istihsanen onun borçları do ödenebilir. Çünkü bunda zaruret ve ibtila vardır. Zira her

akitte belge ikâme etmek mümkün değildir. Zeylâî.

«Sözünün ifadesi ilh...» Zeylâî'nin sözü de musannıfın sözü gibidir. Zira zahir, onun mezun

olmasıdır. Çünkü, onun aklı ve dini haram olan bir şeyi işlemeye engeldir. şu kadar var ki. H. «Onun

nefsinden ötürü bir şey vardır» demiştir.

Ben derim ki: O da muamelatta haber vermektir. Fakihlerde «Haber üç türlüdür demişlerdir.

Birincisi din işlerinden haber vermektir. Bu haberin şartı, habercilerin sayısı değil, haber verenin

âdil olmasıdır. İkincisi, şehâdetteki haberdir. Bunda hem adalet, hem de adet şarttır. Birisi de

muamelelerdeki haberdir ki işin zora koşulmaması için bunların hiçbirisi bunda şart değildir.

Hidâye'de de şöyle açıklanmıştır: «Eğer izni haber vermiş olsa, onun ihbarı izin üzerine delildir. Yok

eğer izinli olduğunu haber vermese, onun tasarrufu caizdir. Çünkü zahiren mahcur bir kimse

hacrinin gereği iş yapar. Zahirle amel etmek de işin halka zor gelmemesi için asıldır.»

Görülüyor ki, Hidaye sahibi burada işi zahir ve zaruret üzerine kısaltmıştır. Bu da hepsini

kapsamına alır. Aklın ve dinin zikredilmesine de aykırı değildir. Çünkü akıl ve dine bakılması bazı

şahıslara göredir. Düşünülsün.

«Şu kadar var ki satılmaz ilh...» Zira onun sözü rakabesi hususunda kabul edilmez. Zira rakabesi

efendisinin halis hakkıdır. Kölenin kesbi ise rakabesinin aksinedir. Çünkü kölenin kendi hakkıdır.



Hidâye.

«Delil ile isbat ederse ilh...» Yani, efendisinin huzurunda deli! ile izinli olduğunu isbat ederlerse.

Yoksa kabul edilmez. Çünkü köle rakabesinde hasım değildir. Köle borçlu olduğunu ikrar etse,

hâkim de onun kazandıklarını satsa, alacaklıların alacağını verse, sonra efendisi gelse ve kölesinin

izinli olduğunu inkâr etse, eğer alacaklılar onun izinli olduğuna delil getirirlerse kabul, yoksa

reddolunur. O zaman efendisi onların almış olduğu şeyi geri alır. Hâkimin satımı da nakzolmaz.

Çünkü hâkimin gaibin malını satma velâyeti vardır. Onların hakkı da kölenin azadına kadar tehir

edilir. Çünkü mahcur, sözüyle peşinen muaheze edilemez. İtkanî, Şeyhülislâm'ın Mebsut'undan.

 

 

 

 

ÇOCUĞUN TASARRUFLARI VE ÇOCUK ÜZERİNDE VELÂYETİ OLANLARIN DERECELERİ BAHSİ

«Çocuğun ve zayıf akıllının tasarrufu ilh...» Musannıf bu meseleyi mezun kitabında çocuğun

velisinin iznine bakarak ve çocuğun velisinin izni ile mezun olmasına göre zikrederek hükmünü

beyan etmiştir. Bu meseleyi musannıf hacr kitabında da zikretmiştir. Zira hacr kitabında «Çocuğun

bilgisi halinde kim çocuk yerine akit yaparsa, ister velisi izin versin, ister reddetsin» başlığı altında

onun mahcur olduğu cihetiyle zikretmiş ve hükmünü de beyan etmiştir. Yakumibe.

«Sırf ilh...» Yani her yönüyle.

«Hibe kabul etmek gibi ilh...» Hibe edilen malın kabzı, çocuğa verilen sadakanın kabulü ve kabzı

gibi. Kuhistâni.

«Sırf zarar ise ilh...» Yani dünya bakımından her yöyle zarar ise. Sadaka ve karz gibi her ne kadar

uhrevî bir menfaat olsa bile sonuç değişmez.

«Talâk azad ilh...» Velev ki bu talâk ve azad bir mal karşılığı olsun. Yine sahih değildir. Zira talâkla

azad, mülkün izalesi için vadedilmiştir. Mülkün izalesi ise sırf zarardır. Buna talâkta nafakanın

düşmesi, azadda da sevabın hasıl olması zarar vermez. Bunlardan başkasında mülkün izalesi için

vazedilmeyen bir muameleye gelince, çocuk bu tasarrufta bulunabilir. Zira itibar vaz iledir. Hibe,

sadaka ve bunlardan başkasında da yine nikâh ve talâk gibidir. Kuhîstânî.

«Sahih değildir. Velileri onlara izin vermiş olsa bile ilh...» Çünkü bunlarda kâmil bir ehliyet şarttır.

Yapmış olduğu talâk ve azada büluğundan sonra icazet verse bile yine sahih değildir. Ancak

büluğundan sonra onun icazeti aktin başlangıcına sirâyet eden «Ben talâkı ikâ ettim» veya «Azadı

ikâ ettim» sözleriyle yaparsa, o zaman sahih olur. Yine, bu talak ve azadın babası. vasisi ve hâkim

tarafından yapılması da çocuğa zarar olduğundan sahih değildir.

Ben derim ki: Zaruret olan yerler şer'î kaidelerden istisna edilmişlerdir. Mesela çocuk evlense,

organı kesik olsa, veya irtidad etse veya karısı müslüman olduğu köle ile kitabet kesse ve kitabet

bedelini tam olarak almış olsa. bir görüşe göre çocuk burada karısını boşamış olur. Azad etmiş

olması gibi. Bu bahsin tamamı Kuhistânî ve Beccendî'dedir. Dürrü Müntekâ.

«Satış gibi ilh...» Bu satış kıymetinin iki katına bile olsa. Çünkü itibar bir şeyin asıl vaz'ınadır. Sonra

halin ittifakı ile ona âriz olan şeye itibar edilmez. Satış aslında kâr ile zarar arasında gider-gelir.

Ama çocuğa yapılan hibe bunun aksinedir. Bu bahsin tahkiki Minâh'tadır.

«Bütün hükümlerde ilh...» O halde susma ile çocuk mezun olur. Çocuğun elindeki malın kendi

kazancı olduğunu ikrar etmesi de sahihtir. Çocuk kölesini evernreye, kitabet yapmaya, mezun

kölede olduğu gibi malik değildir. Cevhere.

Çocuğa verilen ticaret izni, ticaretin bir çeşidi ile takyid edilmez. Ebû Hanîfe'ye göre çocuğun gabnı

fahişle satımı da caizdir. İmameyi'ı buna karşı çıkmıştır. Velhasıl mezun kölede olan diğer

hükümlerde de mezun gibidir. Zeylâî.

Zeylâi daha sonra, babın sonunda istisna ederek şöyle demiştir: «Ancak velinin onların mallan

üzerindeki tasarruflarına engel olunamaz. Borçlu olsalar dahi. Onların aleyhindeki ikrarı da kabul

edilemez. Üzerlerinde borç olmasa dahi. Ama efendi bunun aksinedir. Fark şudur: VeIinin onlar

aleyhindeki ikrarı şehâdettir. Çünkü başkasının üzerine ikrardır. O halde kabul edilmez. Onların

borçları da onların malına taalluk etmez. O halde o borç onların zimmetindedir. Çünkü onların ikisi

de hürdürler. O halde borçlanmadan önce tasarruf ettikleri gibi borçlandıktan sonra da tasarruf

edebilirler.»

Ben derim ki; Bu fark gerçekte efendi ile veli arasındaki farktır. Çocuk ile köle arasındaki fark

değildir. O zaman Zeylâî'nin istisnasına ihtiyaç kalmaz. Çünkü söz çocuğun tasarrufları

hususundadır. Buna Miraç'ta da işaret edilmiştir.

«Satımı bilmeleri ilh...» Yani çocuk ile zayıf akıllı mücerret ifadeyi değil satımın mazmununu

bilmelidirler. Yakubiye ve diğer kitaplar.

Velvâliciye'de şöyle denilmektedir: «Zira herhangi bir çocuğa satma ve satın alma telkin edilse,

çocuk bunları mutlaka kavrar.»

«Mülkiyeti satıcının elinden çıkardığını ilh...» Yani satım akdi malın mülkiyetini elden çıkarır, semeni

de çeker. Alış da bunun aksinedir. Yani alış mebii celbeder, semeni elden çıkarır.

«Kâr etmeyi kasdetmeyi ilh...» Lâyık olan, burada «bilmek ve kasdetmek» kelimelerini metne uygun

olması bakımından «kasdetmeleri ve bilmeleri» şeklinde kullanmasıydı. Şu kadar var ki, şârih

burada Zeylâi'nin ifadesini nakletmiştir.



«Gabnı bilmesi ilh...» şeyhimiz bu şarta itiraz etmiştir. Çünkü gabnı yesir ile gabnı fahiş arasındaki

farkı bilmek ancak mahir tacirlere mahsustur. Uygun olan buna itibar edilmemesidir. H.

Ben derim ki: Bunun aslı, Sadrı Şeria muhassisi Allâme Yakûb Başa'nındır ki bunu vekâlet kitabının

başlarında zikretmiştir. Şu kadar var ki bu, mezhepte nakledilenlere zıddır. öyleyse bunun tevili

şöyle yapılır: Fâkihlerin maksadı kıymeti meşhur ve bilinen bir şeydeki gabndır. Yoksa ondan

başkasında bazen en akıllı kimseler dahi yanılabilirler. Veyahut murad çocuğun kıymeti on olan

şeyde beşin gabnı fahiş olduğunu bilmesidir. Kıymeti on olan şeyde bir aşağı veya yukarısının do

gabnı yesir olduğunu bilmesidir. Çünkü ikisinin arasındaki farkı idrak etmeyen âkil değildir. Mese

birisi çocuğa bir aşık kemiği vererek elindeki elbiseyi alsa, çocuk buna sevinerek aldatıldığını

bilmese, o zaman tasarrufu sahih değildir. Zahir olan kastolunan ancak budur.

Sâdiye'nin vekâlet bahsinde de şöyle cevap verilmiştir, «Bir şeyin yapılmasındaki imkân o şeyin

yerine geçer. O halde bir şeyi bilmek akılla bilmektir. Bu do mevzumuz olan çocukta mevcuttur.

Bunun özeti şudur: Zikredilen çocuğun akıllı olmasından kinâyedir. Yoksa hakikaten çocuğun bu

şekilde bilmesi değildir. O halde bu lazımı zikrederek melzumu irade etmek kabilindendir. AIIah

daha iyisini bilir.

«Bu da zahirdir ilh...» Sanki ona nisbetle zahirdir Buna göre cümlenin manâsı şöyle olur: O çocuk

aldatılma olduğu herkese zahir olan gabnı bilmelidir. O zaman bu cümlenin manâsı bizim cevap

verdiğimizin aynı olmaktadır.

«Velileri babalarıdır ilh...» Yani çocuk ve zayıf akıllının velisi babalarıdır.

Hindiye'de şöyle denilmiştir: «Satımı bilen bir zayıf akıllıya babası, babasının velisi ve dedesi ticaret

izni verir Kardeşi ile amcası izin vermezler. Bunun hükmü de çocuğun hükmüdür.» Daha sonra da

Hindiye'de oğlunun zayıf akıllıya izin vermesinin butlanını zikretmiştir.

Eğer adam zayıf akıllı olarak baliğ olursa hüküm böyledir. Ama çocuk akıllı olarak baliğ olsa, sonra

kıt akıllı olsa kıyasen onun velâyeti babasına avdet etmez. Kadı'ya veya sultana avdet eder.

İstthsana göre ise, babasına avdet eder. Bazı alimler tarafından kıyasın Ebû Yûsuf'un, ikincisinin de

İmam Muhammed'in olduğu söylenmiştir. Bazı alimler de birincinin Züfer'in olduğunu, ikincinin de

üç imamımızın olduğunu zikretmişlerdir. Tatarhâniye'de olduğu gibi.

«Sonra da vasinin vasisidir ilh...» Remlî Bahır hâşiyesinde, «Yani böyle görse de» demiştir.

Câmiü'l-Fusuleyn'de olduğu gibi.

«Sahih ilh...» Bu sahih, annesinin babası gibi fasit dededen kaçınmak içindir.

«Vâlidir ilh...» Vâliden maksat hâkimleri tayin edendir. Hidâye'nin sözü buna delildir. Ama şurta

sahipleri bunun aksinedir. Çünkü şurta sahibi hâkimleri taklit edemez. İnâye de vali, hâkimin

vasisinden sonra zikredilmiştir. Yâkubiye'de, «Bunda bir söz vardır.» denilmiştir.

«Öncelikle ilh...» Yani velâyetin valiye sübutu daha evlâdır. Zira hâkim velâyeti validen alır.

«Sonra da hâkim veya vasisi ilh...» Hâkimin vasisine niçin vasi denilmektedir? Halbuki vesayet,

ölümünden sonra birisini kendi yerine koymaktır. Çünkü vasi burada babaya halife oluyor. Öyleyse

sanki baba hâkimin vasisini vasi kılmış gibi olur. Zira Kadı'nın fiilleri, babanın fiilleri gibidir.

Ebussuud, Şümnî'den.

Yakûbiye'de hakimin buraya kadar tehir edilmesi müşkül görülerek ,şöyle denilmiştir: «Kadı,

babasının imtinasından sonra izin verse çocuk mezun olur. Bu ifade eder ki izin hususunda Kadı

babadan öncedir. Nitekim bu gizli de değildir.»

Ben derim ki: Biz. buna ileride cevap vereceğiz.

«Hangisi tasarruf yapmış olso, sahihtir ilh...» Yani bunların her ikisi de bir mertebededirler. Nitekim

Dürrü'l-Mülteka'da da böyle denilmiştir.

Kuhistânî şöyle der: «Burada musannıf velileri tertib sırası ile zikrettikten sonra burada eşit olarak

zikretmiştir. Zira, valinin hâkimin ve vasinin velâyetleri vasinin ve dedesinin vasisinin ölümünden

sonra sahihtir.»

Bunun özeti şudur: Babanın vasisi varken dedeye velâyet yoktur. Dede veya vasisi varken de Kadı

veya valiye velâyet yoktur. Dede ve dedenin vasisinden sonra ise velâyet tertibi yoktur.

«Anne veya vasisi veli olamazlar ilh...» Zeylâî şöyle der: «Asabeden usulden başkası olan kardeş ve

amca gibi ve bunların haricinde anne ve annenin vasisi gibi, şurta sahibi gibi kimselerin izni sahih

değildir. Çünkü onlar çocuğun malında ticari yolla tasarruf etmeye malik değillerdir. Öyleyse onlar



ticarette çocuğa izin vermeye de malik değillerdir. Baba, dede ve vasileri gibi birinci derecedeki

velileri çocuğun malında ticari yolla tasarrufa malik olduklarından çocuğa ticaret izni vermeye de

maliktirler.»

«Bu mal hususundadır ilh...» Bu mutlak değildir. Çünkü Bahır'ın vekâlet bahsinde

Hizanetü'l-Müftiyyin'den naklen şöyle denilmektedir: «Annenin vasisi için annenin terekesinde

babanın veya vasisinin veya vasisinin, vasisinin veya dedenin huzurunda tasarruf velâyeti yoktur.

Eğer bu sayılanların hiçbirisi olmazsa, o zaman annenin vasisi menkul olanların satışı ile hıfzetme

velâyetine sahiptir. Akarın satışı ile ticaret için bir şey alma velâyeti yoktur. Bir de çocuğun

annesinin malları dışındaki istifade ettiği şeyler hususunda yine onun velâyeti yoktur. Bu bahsin

tamamı Hizânetü'l-Müftiyyin'dedir.»

Şu kadar var ki, menkul olan bir şeyi satmak hıfzetmektir. Câmiü'l-Fusuleyn'in yirmiyedinci faslında

«Yukarıda sayılan velilerin hiçbirisi olmazsa, o zaman annenin vasisi çocuğun malını koruma

velâyetine sahiptir. Menkulü satmak da korumadandır. Ama annenin vasisi çocuğun karını satamaz.

Ticari yolla çocuk namına bir şey alamaz. Ancak, elbise ve nafaka gibi alınması lazım olan şeyleri

alabilir. Annenin vasisinin yetimin annesinin terekesinin dışındaki şeyleri hakkında tasarruf hakkı

yoktur. İster menkul, ister gayri menkul olsun» denilmektedir. Bu bahsin tamamı

Camiü'l-Fusuleyn'dedir, oraya müracaat edilsin.

«Nikâh meselesinde bunun aksine ilh...» Nikâhta vasilerin müdahalesi yoktur. Nikâh ancak

velilerindir. Anne de çocuğun asabesi bulunmadığı yerde nikâh velâyetine sahiptir.

BİR TAMLAMA: Mezun çocuk ve zayıf akıllı kölesine de izin verebilir. Zira ticaretle izin vermek

ticarettir. Kıt akıllının oğlu, babasına ticaret izni veremez. Kıt akıllı babasının malında da tasarruf

edemez. Baba deli olursa, hüküm yine böyledir. Bu bahsin tamamı Tebyin'dedir.

«Kendi kölesini ilh...» Eşbâh sahibinin düşündüğünü binaen Kadı'nın kendi kölesini görmesi. Biz

bu husustaki görüşü yukarıda takdim ettik.

«Yukarıda geçtiği gibi ilh...» Yani mezun kitabının başlarında.

«İzin vermek olmaz ilh...» Zira Kadı'nın başkasının malında hakkı yoktur ki, izin o hakkı iskat etsin.

Zeylâî veya el-Kitap zikretmiştir.

Bu ifade ediyor ki, kendi kölesine izin olur. O halde bizim yukarıda takdim ettiğimizi teyid eder.

«Velileri imtina ettiği takdirde ilh...» Özet olarak hâkimin velinin olmadığı yerde yetim ile zayıf

akıllıya izni sahih olur. Eğer velileri varsa, o zaman hâkimin onlara izni sahih" olmaz. Ancak velileri

izinden kaçınırsa o zaman sahih olur. Bercendî ve Nâzım'dan gelecek olan da budur.

Mirac-ı Diraye'de de bu «babası ticarete engel olursa» sözüyle talil etmiştir. O zaman babasının

engel olmasıyla onların velâyeti hâkime intikal eder. Nikâh babındaki veli gibi.

İşte bununla zahir oldu ki, hâkimin izninin sahih olması ite babanın velâyetinin hâkimden sonraya

bırakılması gerekli olmaz. Bundan dolayı Tatarhâniye'de, «Baba ticarete engel olduğu takdirde

Hâkimin izni caizdir. Her ne kadar hâkimin velâyeti baba ve vasinin velâyetinden sonra da gelse»

denilmiştir. Bu izahla bizim Yakubiye'den naklen zikrettiğimiz itiraz zail olmaktadır. Düşünülsün.

«Ben derim ki: Bercendî'de ilh...» Bunun benzeri Hülâsa'da da mevcuttur. Umulur ki, şarih bu sözü

metinde olmakla birlikte iade etmesi, metinde iznin taleb vakti ile kaydedilmemesindendir. O zaman

bu ifade eder ki, bu bir ittifakı kayıttır. Nazım'dan naklen gelecek olan da bunun mislidir. Yine,

Hindiye'nin Muhit'ten nakliği, «Kadı ona izin verse, babası da engel olsa. hâkimin izni sahihtir»

sözü de bunu ifade eder. Düşünülsün.

«Bundan sonra da çocuk asla hacrolunmaz ilh...» Yani hâkim ölse veya azledilse de çocuk

hacredilmez. Ama bunun aksine baba veya vasi ölürse hacredilir. Zira hâkimin izni hükümdür.

Bizim de zikrettiğimiz gibi. Bununla Tatarhâniye'de de tasrih edilmiştir.

«Ancak başka bir hakimin hacre hükmetmesiyle ilh...» O halde hâkim tarafından izin verilen çocuk

veya zayıf akıllı babası tarafından hacredilemez. Tatarhâniye.

«Bir insan ikrar ederse ilh...» Yani mezun olan çocuk veya zayıf akıllı. Nihâye ve Hindiye'de olduğu

gibi. Buradaki insandan maksat. babasının dışındaki birisi tarafından izin verilendir. Çünkü

Tatarhâniye'de şöyle bir şey vardır: «Babası tarafından ticaretle mezun kılınan çocuk, elindeki bir

mal veya borcun babasının olduğunu ikrar etse, ikrarı sahih olmaz.» Bu ifadeden anlaşılan şudur:

Eğer çocuk hâkim tarafından mezun kılınmışsa, onun babası için ikrarı sahihtir. Velvaliciye'de olan,

«Borçlu olduğu halde mezun çocuk babasına bir şey satsa, herkesin aldatıldığı bir miktarla satması



caizdir. Semenin kabzı ile ikrar etse, ancak delil ile tasdik edilir. Çünkü izni aldığı babasına ikrar

etmektedir. Babasının borcu tam aldığı iddiasının tasdik edilmediği gibi» kavli de buna delâlet eder.

«Elinde olan ilh...» Bu ifade ayna da deyne de şâmil olur. Nihâye.

«Zahir görüşe göre sahihtir ilh...» Yani çocuk veya zayıf akıllı babalarından irsen aldıkları şeyin

başkalarının olduğunu iddia etseler, zahiri rivayete göre sahihtir. Ebû Hanîfe'den yapılan rivayete

göre onların babalarından irsen aldığı şeyi başkalarına ikrar etmeleri sahih değildir. Zira onların

kendi kazançlarındaki ikrarlar ticaretlerde, ona muhtaç olduğundan sahihtir. İrs olarak alınan şeyde

yle bir ihtiyaç yoktur.

Açık sözün delili şudur: Onun ikrarı velinin reyine eklenince çocuk baliğe iltihak eder. Her iki mal

da onun mülkü olur. O zaman onun iki malda ikrarı da sahih olur. Dürer. Mirasın babadan olması da

ihrazi bir kayıt değildir. Nihâye'de. olduğu gibi.

«Mezunun ikrarı gibi ilh...» Bu söz Dürer'de yoktur. Çünkü mezuna irs yoktur. Sayıhânî.

«Bir mesele istisna ilh...» Bu sözün özeti şudur: Eğer izin kasdi olursa, mezunun izni bilmesi

şarttır. Yok eğer metindeki mesele gibi izin zımnî olursa, mezun izni bilmese dahi mezun olması

caizdir.

Birî, Velvaliciye'den «Köle izni bilmeden mezun olmaz.» sözünü naklettikten sonra, «O zaman

bunda iki rivayet vardır» demiştir.

«Köle bilmediği halde onlar köle ile alış-veriş yapsalar, köle mezun olur ilh...» 0 zaman o köle, o

sözden başkası ile de alış-veriş yapabilir. Eğer onlar o köle ile alış-veriş yapmasalar, köle başka

kimselerle alış. veriş yapsa, bu alış-veriş sahih olmadığı gibi köle mezun olmaz. Zira izin kölenin

efendisinin onunla alış-veriş yapın dedikleri için sabit olmuştur. O zaman ondan önce köleye izin

sabit değildir. Tatarhânîye.

İşte bu meselede iznin zımnî olduğu açık olmaktadır. Her ne kadar efendisi onlara. «Ben ona izin

verdim» dese bile yine izin zımnîdir.

«Ama bunun aksine, «Küçük oğlumla alış-veriş yapın» dese, bu izin olmaz ilh...» Bana bir fark zahir

olmadı. O zaman Hamevî'ye bakılsın.

Ben derim ki: İkinci rivayete göre fark yoktur. Ziyâdat'tan naklen Tenvîrü'l-Ezhân şerhinde şöyle

denilmektedir: «Adam birisine, «Köleni küçük oğluma bin liraya sat» dese o da satsa, eğer çocuk

babasının emrini bilirse caizdir. Eğer bilmezse, caiz değildir. Rivayetlerin bazısında da «mutlaka

caizdir» denilmiştir. Meşayihten bazıları birinci görüşü kıyasa, ikinciyi de istihsana

yorumlamışlardır. Meşayihten bazıları da iki rivayet üzerine hamletmişlerdir.»

Velhasıl, tasarrufla izin eğer kasdî olarak sabit olursa, onda mezunun izni bilmesi şarttır. Ama eğer

başkasının zımninde sabit olursa, bazı âlimlere göre bunda hem kıyas vardır, hem de istihsan. Bazı

alimlere göre, ise, bunda iki rivayet vardır. Meşâyihten bazılarına göre de ikisi arasında hiçbir fark

yoktur. Açık olan da ancak budur.

Ebussuud şöyle der: «İşte bu naklettiğimiz musannıfın «bunun aksine...» sözünü sarahaten

reddetmektedir.»

Ebussuud'un dediğini şeyhimiz Hibbetüllâhî Bali. Eşbâh üzerindeki şerhinde ikrar etmiştir. İmam

Züfer'in «Kaçmak iznin başlangıcına münafi değildir.» sözü üzerine talil etmişlerdir. İşte bu talil

üzerine Eşbâh'ın Fenni'l-Kavaid'inde zihab edilerek kaçan kölenin izninin sahih olduğu söylenmiştir.

Şu kadar var ki Zeylâî, «Biz o görüşe engel olabiliriz. Zira Şeyhülis-lâm'ın zikrettiğine binaen

kölenin isyan ederek kaçması iznin ibtidasına da engeldir» demektedir.

Mecma şerhinde de şöyle denilir: «Zeytâî'nin dediği rivayetin ihtilafı üzerine hamledilir.»

İnâye'de de, «Eğer isyan ederek kaçan köle izni bilirse mezun olur» denilmiştir.

«Gasbedilip inkâr edilen köleye ilh...» Yani gasbına şehâdet edecek bir delil olmazsa.

Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Efendisine isyan ederek kaçan köleye izin sahih değildir. Kaçan

köle bilse dahi. Ama eğer isyan ederek kaçan köleye, yanında bulunduğu adamla birlikte izin

verirse sahihtir. Ama eğer gasbeden adam gasbını ikrar eder veya gasbına dair delil bulunursa.

sahihtir. Yoksa, sahih değildir. Zira bu halde satması caizdir. Öyleyse izni de caizdir.»

«Sahih görüş üzere ilh...» Hâniye'de şöyle denilir: «Mezun köle isyan edip kaçmakla minhacir olur.

Ama mezun olan müdebber köle değil. Sahih görüşe göre ticaretle izinli köle gasbedilmekle

hacirden çıkmış olmaz. Yine, esir olmakla da olmaz. Ama esaretten sonra malik olursa hacirden



çıkmış olur. Meselâ, esaretten sonra efendisine ulaşırsa, mezun olmaz. Köle isyanından sonra

efendisine dönse, yine onun izni en sağlam görüşe göre kendisine dönmez.» Özetle.

Tenvîrü'l-Ezhân şerhinde şöyle denilmektedir: «Musannıfın ifadesi kaçan köleye nisbetle mutlak

değildir. Bu yüzden, burada musannıfın sözü mezun olan köleye değil, müdebber olan mezuna

hamledilir. Böylece buradaki ifade ile metindeki ifade arasındaki zıtlık ortadan kalkmış olur.»

«Hakim izin verse ilh...» Metin ve şerhte geçen buna ihtiyaç bırakmaz.

«Çocuk yanındaki emaneti (vediayı) helâk ederse zamin olur ilh...» Yani hacir altındaki çocuk.

Kınye'de şöyle denilmektedir: «Birisi bir çocuğa bin dirhem parayı emânet olarak bıraksa, çocuk bu

parayı helâk etse, imameyne göre zamin olmaz. Ebû Yusuf'a göre ise çocuğun malından tazmin

edilir. Emânet olan hayvana binse, hayvan helâk olsa, bunun hükmü de geçen hilâf üzerinedir.

Hayvanı bir mahcur köleye emânet bıraksa, köle onu helâk etse, imameyne göre azadından sonra

onu tazmin eder. İmam Ebû Yusuf'a göre ise, mahcur köle helâk ettiği şeyden dolayı satılır. Eğer

vedia köle ise, onu çocuk veya mahcur köle öldürmüş olsa. İmameyn'e göre onların vedia olmayan

bir köleyi öldürmeleri gibi olur. Aradaki fark şudur: Efendi kölenin canına kendisi mâlik olmadığı

gibi onun canını başkasının hükmü altına vermeye de mâlik değildir. Eşya ile hayvan bunun

aksinedir. Bir kimse çocuk veya köleye bir şeyi karz olarak verse, ne o sırada ve ne de daha sonra

tazmin yükümlülükleri bulunmaz. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Bazı âlimler, karzın da yukarıdaki

hilâf üzere olduğunu söylenmiştir. Yani bunlar imameyn'e göre helâk olan karzı zamin olmazlar.

Ebû Yusuf'a göre ise zamindirler» Şurunbulâliye.

«Yemin teklif edilir ilh...» Yani ticaret izni olana yemin teklif edilir. İzinlinin üzerinde bir şey olduğu

iddia edilse. o da inkâr etse, ona yemin teklif edilmesi konusunda ihtilaf edilmiştir. İkrar kitabında

zikredilen yemin teklif edilmesidir. Fetvâ da bu görüş üzeredir. Hâniye.

0 halde Nazım'da, «Mezun bir şeyi inkâr ettiği takdirde yemin teklif edilir» denseydi daha uygun

olurdu. Şurunbulâliye.

«Hacir altındaki bir kimse bir şeyi rehin verse ilh...» Burada mahcurdan maksat köledir. Nitekim

ilgili çocuk da onun gibidir.

«Hüküm değişmez ilh...» Yani onun yapmış olduğu şey hâl üzere devam eder. Çünkü efendisinin

icazeti ile o geçerlidir.

«Ben derim ki ilh...» Buradaki bahis Şurunbulâliye'nindir. Bu söz, karz için söylenmiş olup bu.

Nâzım'da zikredilmemiştir. Bunu Şurunbulâliye zikretmiştir. O zaman zikredilmeyen şey üzerine bir

itirazdır.

Ben derim ki: Bu bahis de illete zikredilen genel tasarrufa dâhildir. Anla. Allah daha iyisini bilir.

 

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.02 saniye 14,840,264 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024