FERAİZ KİTABI 1
ASABELER
FASLI 1
AVL BABI 1
ZEVİ'L-ERHÂMIN VÂRİS
OLMASI BÂBI 1
SUDA BOĞULANLAR YANANLAR
VE DAHA BAŞKALARI
KAKKINDAKİ FASIL 1
MÜNASAHA FASLI 1
MEHARİC BÂBI 1
M E T İ N
Feraiz, fıkıh
ve hesabın asıllarının bilinmesidir kibunlarla haksahiplerinden
her birinin terikeden ne
alacağı bilinir.
Araştırmalarla bilinmektedir ki haklar beştir:
Çünkü hak ya ölünün hakkıdır, veya ölen kişi
üzerindeki bir
haktır (ölenin borcudur) yada ikisi de
değildir.
Birincisi ölenin
techizidir. İkincisi (ölenin borcu) ya zimmete taalluk eder ki bu mutlak borçtur yada
zimmete tealluk
etmez ki bu da ayna
tealluk edendir. Üçüncü hak da, ya ihtiyarîdir ki bu vasiyettir;
veya zarûridir ki bu da mirastır.
Bu konuya feraiz denilmesinin sebebi; Allah Teâlânın
bu taksimi bizzat kendisinin yapması ve
bunu
güneşi ile
gündüzü aydınlatması gibi açıklamasıdır. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.)
feraizi «ilmin
yarısı» olarak isimlendirmiştir.
Zira bu ilim, başka bir şey ile değil, nass ile sâbittir. Feraiz dışındaki
ilimlerse bazen nass ile bazen de kıyas ile
sabittir.
Bazı âlimlere göre ise,
«feraiz»a ilmin yarısı denilmesinin sebebi, feraizin ölüme tealluk
etmesidir.
Diğer ilimler ise hayata tealluk eder. Yahutta ferâiz zarurete, diğerleri ise
isteğe bağlı olduğu için
böyle denilmiştir.
Hayatta olanın mirascılığı, canlıdan mıdır
yoksa ölüden ml? Mütemed olan ikincisidir.
Vehbâniye
Şerhi.
ölen kişinin rehin,
cinayet işleyen köle, ticarete izinli borçlu köle.
kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan
satılmış köle ve kiraya verilen ev gibi başkasının
hakkının taallukundan hali olan terikesinden, önce
techizine başlanır, ki bu kefeni de içine alır. Techiz, fazla kısmâdan ve tebzîr etmeden yapılmalıdır.
Yukarıda
sayılanların tekfinden önce gelmesi; bunların mal henüz terike olmadan önce mala taalluk
etmelerinden
dolayıdır.
Kefenleme sünnet vechile ve hayatında giydiği elbise miktarı ile olmalıdır.
Eğer kefeni telef olursa, cesedi bozulup dağılmadan
Önce olursa tekrar kefenlenir. Bu kefenlerin
hepsi malın tamamından
çıkarılır.
İ Z A H
Ferâiz'in,
vasiyetin hemen ardından zikredilmesi,
vasiyetin mirasın benzeri olup, ölüm hastalığında
vâki
olmasıdır. Miras ölümden sonra taksim edilir. Onun için ferâiz vasiyetten sonra zikredilmiştir.
Ferâiz, «farîza»nın çoğunludur. Farîza da; mükellef
üzerine farz olan şey manasınadır.
Develerin
ferâizi yirmibeş devede bir binti mehâz (iki yaşına girmiş deve) gibi, farz olandır.
Takdir olunan
her şeye «ferâiz» denilir,
Bundan dolayı da, vârislerin hisselerine
feraiz denilmiştir.
Çünkü o
hisseler sâhipleri için takdir edilmişlerdir.
Miras meseleleriyle ilgili olan ilme «İlm-i ferâiz» denilir. Bu ilmi bilen
kişiye de; «ferizî, fâriz» veya
«ferâiz» denilir. Muğrib.
«Ferâiz fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir.»
Yani kaide ve kurallardır ki bunlarla varislerden
herbirinin
hakkı yani terikeden hakkı
olan meblağ bilinir. Açıktır
ki, mirastan mene ve mahrum
etmeye taalluk
eden asıllar da, bunlardandır. Hatta bu asıllar bu konuda umdedirler.
Zira bunlar
bilinmeden haklar
da bilinmez. Bundan dolayı da fakihler, mirastan men ve hacbetmenin asıllarını
iyice bilmeyen kimsenin bir terekeyi taksim etmesinin helâl olmayacağını söylemişlerdir. Bu
asıllara : Vârisin
farz sahibi mi, asabe mi yoksa
zevil-erhâmdan mı olduğunun bilinmesi
de girer.
Miras sebeplerini çarpmayı, tashihi, avli,
reddi ve diğerlerini bilmek de bu asıllardandır. Anla.
Ferâizden
murad, yukarda geçtiği gibi,
takdir olunmuş hisseleridir. O halde asabeler
ve zevil-erhâm
da ferâize dahildirler. Çünkü onların hisseleri açıkça olmuşsa da yine
de takdir olunmuştur.
Feraizin
mevzuu: terikelerdir.
Ferâizin
gayesi, hak sahiplerine haklarının iletilmesidir. Ferâizin
rükünleri üçtür; varis, mûris ve
mûres
(terike). Ferâizli şartları da üçtür:
1 - Murisin
hakikaten veya mefkûd gibi hükmen yada gurresi olan cenin gibi-takdiren
ölmesi,
2 - Öldüğü
zaman, hakikaten veya - anne karnındaki cenin gibi-
takdiren, hayatta varisinin
bulunması,
3 - İrs cihetinin bilinmesidir, İrsin sebepleri ve
manîleri ise ileride gelecektir.
Ferâizin
kaynakları üçtür: 1 - Kitab, 2 -
Anneanneye verilecek miras hususunda Muğîre ve İbn
Seleme'nin şahitlikleri ile sabit olan sünnet
(1), 3 - Babaannenin mirası konusundaki icmadır. Bu
icmâda, Ömer (r.a.)'ın ictihadı üzerine gerçekleşmiştir, umumî icmâa dahildir. Babaannenin
aldığı
mirasın kıyasa
göre olduğunu zannedenlerin hilafına,
miras bahsinde kıyas yoktur.
Onun cevabını
ve feraizin bu
asıllardan çıkartıldığını da biliyorsa. Bu, Durru'l-Mülteka'da ifade
edilmiştir.
«Bu taksimi
Allah Teâlânın ilh...« Zeylaî'nin de dediği gibi «takdir etmiş
olması» deseydi daha iyi
olurdu. Çünkü,
«farzın» manası budur.
«... Bizzat kendisi ilh...» Yâni Allah Teâla bunun taksimini mukarreb bir meleğe veya göndermiş
olduğu bir
nebiye havale etmemiştir. Namaz zekât ve hac gibi diğer hükümler bunun aksinedir.
Çünkü bu
hükümlerde nasslar mücmel olup, onları sünnet beyan etmektedir. Allah
Teâlâ'nın.
«Namazı kılın ve zekâtı verin» ve; «Yoluna gücü yeten herkesin, o eve (gidip) haccetmesi
insanlar
üzerinde Allah'ın bir hakkıdır» sözleri böyledir...
«Zira bu ilim
başka bir şeyle değil, nass ile sabittir».
Şârih burada «nass»tan, icmâi da kapsayacak
bir mana kasdetmiştir.»
«Başka bir şey ile değil» sözü ile de kıyastan kaçınmıştır. Zira kıyas verasette
cari değildir. Çünkü
Allah Teâlâ'nın, vârislerden herhangi birine bir meblağı tahsis etmesinin
hikmeti gizli olduğu için
verasette
takdir olunanlarda kıyasa yer yoktur. Bu söz, illetin illetîdir. O halde evlâ olan şârihin :
«Veya başka
birşey ile değil nass ile sâbit olduğu
için» demesiydi. Bu durum da bu söz.
ferâize
«ilmin
yarısı)» denilmesinin ikinci gerekçesi olurdu.
Bazı âlimler tarafından ise, ferâiza «ilmin yarısı»
denilmesi konusunda söylenenlerden
başka
şeyler, söylenmiştir.
Bir kısım âlimler ise
: «Bu, manası anlaşılamıyan şeylerdendir ve iImin yarısı olduğunu tasdik
ederiz, ama sebebini araştırmayız» demişlerdir.
Bir de
bilinmelidir ki; bu anılan vecihler, «yarı» kelimesi ile, bir şeyin iki kısmından birisinin
kastedilmiş olunmasına mebnidir. Çünkü herşeyin iki türü vardır, her iki türün sayıları
bir olmasa
bile bunlardan
birisi onun yarısıdır. Bunun birçok delili vardır. Meselâ Ahmed
b. Hanbel'in rivâyet
ettiği bir
hadiste; «temizlik imânın yarısıdır» buyrulmuştur. Araplar «senenin yarısı hazan yarısı
seferdir».
Yâni sene, adedleri bir olmasa bile iki zamana
ayrılır. Kadı Şureyh'e; «Nasıl sabahladın?
denildiğinde,
«Sabahladığımda halkın yarısı
bana kızgındı» cevabını vermiştir. Yani
halkın bir kısmı
lehinde hüküm
verdiği için kendisinden razı olduklarını, bir kısmının da aleyhinde hüküm verdiği
için kendisine kızgın olduklarını kasdetmiştir. Biri
şâir de şöyle demiştir: «Öldüğümde halk iki
kısımdır; yarısı
sevinir yarısı da yaptıklarımda razı
olur.» Mücâhid; «mazmaza ve istişâk abdestin
yarısıdır» demiştir. Yâni abdest iki kısımdır: Biri iç tarafın bir kısmını, diğeri de dışın
bir kısmını
temizler.
Bunları İbnu Hacer el-Erbaîn şerhi'nde ifade etmiştir.
«Nass ile ilh...» Şârih
bununla icmâı da kapsayan nassı murad
etmiştir.
«Yahutta
ferâiz zarurete ilh...» Yâni mirasın... ihtiyari olanlar ise alış satış
hîbenin kabulü ve vasiyet
gibileridir.
«Hayatta olanın varisliği canlıdan mıdır ilh...» Yâni hemen önce hayatının son bölümündemidir?
Birincisi
Züfer'in ve Irak ulemâsının ikincisi ise
İmameyn'in görüşüdür. Aradaki ihtilâfın sonucu
aşağıda gelecek meselede
kendisini gösterir. Şöyle
ki; kişi kendisinden başka varisi
olmadığı halde
mûrisinin câriyesi
ile evlense ve cariyeye
«efendin öldüğü zaman hürsün» dese, o zaman birinci
görüşe göre cariye
azâd edilir. Zira kişi cariyenin âzâdını ölüme izafe etmiştir. Halbuki cariyenin
mülkîyeti onun için ölümden evvel
de sâbittir.
İkinci görüşe göre ise, câriye âzâd olmaz. Çünkü cariyenin mülkü onun için ölümden sonra sabit
olur. Bu,
Vehbâniye şerhi'nde ifade edilmiştir.
Bu ihtilafın
sonucu şu meselede de görülür: Câriyenin kocası olan vâris, onun talâkını efendisinin
ölümüne
bağlasa ; Birinci görüşe göre hemen talâk vâki olur ikinci
görüşe göre ise talâk ölümden
sonra vâki
olur. Nitekim bu bahsi Sirâciye'den
naklen Bîrî'de kati bir ifade ile söylemiştir.
Ben derim ki!
Bu ihtilaf ile, meselenin «koca»
ile tasvir edilmesinin faydası ortaya çıktı. Öyle
olmasaydı
âzâdın taliki evliliğe bağlanmazdı.
Düşün.
«Mûtemed olan
ikincisidir...» Trablusî de Sekbu'l-Enhur'de
mütemed olanın, ikinci görüş olduğunu
söylemiştir. Tatarhâniye'den naklen Durru'l-Mültekâ'da ise birinci görüşe itimad
edileceğini
söylemiştir.
«Hakkı taalluk etmeyen ilh...» Bu açıklayıcı bir sıfattır. Zira ıstılahta terike, ölen kimsenin, harhangi
bir aynında
başkasının hakkı bulunmadan, geride bıraktığı mallardır. Nitekim Sirâciye
şerhlerinde
de böyle denilmektedir.
BiIinmelidir ki:
Hatâen öldürme ile vâcip olan diyet, kasdi adam öldürme sonunda yapılan sulh
neticesinde katil ve âkilesinden alınan mal ve
maktûlün velilerinden bazılarının affetmeleri
ile mala
çevrilen kısas
bedeli de terekeye dahil olur. Buna göre bu sûretlerden herhangi birisi ile ele geçen
maldan, ölenin
borçları ödenir ve vasiyetleri infaz edilir. Zahire'de de böyledir.
«Rehin... gibi
ilh...» Bu başkasının hakkının taalluk ettiği ayn'a misâldir. Öyle ise, kişi birşeyi rehin
verse ve
teslim etse, öldüğünde rehin ettiği
maldan başka birşey de bırakmasa, mürtehinin borcu
techizinden
önce gelir. Eğer mürtehinin borcu ödendikten sonra birşey artarsa o da techîzine
sarfedilir.
«Cinayet işleyen köle ilh...» Yâni köle efendisi
hayatda iken cinayet işlese ve efendisinin de ondan
başka malı olmasa,
o zaman cinayete maruz kalan kişi o
kölede, efendisinden daha çok hak
sahibidir.
Ancak kölenin işlediği cinayetin diyeti verildikten sonra köleden birşey artarsa bu,
efendinin
olur.
BİR UYARI:
Cinayet işleyen köle rehin bırakılmışsa cinayete
uğrayanın hakkı mürtehinin hakkından öncedir.
Çünkü onun
hakkı kölenin zimmetinde sâbit olduğu için daha kuvvetlidir. Mürtehinin
hakkı ise
râhinin
zimmetinde olup, kölenin zimmetine değil, rakabesine müteâlliktir. Bu
bahsi Yakup Paşa,
Seyyid Şerif'in Sirâci'ye şerhinin hâşiyesinde zikretmiştir.
«Ticaretle izinli borçlu köle ilh...» Yâni kölenin
efendisi ölse ve ondan başkasının davalı olması
halinde; köleden alacaklı olanlar haklarını efendinin techizinden evvel
alırlar.
«Kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan
satılmış köle...» Şöyle
ki: Bir kişi bir köle satın alsa ama
kabzetmese ve parasını nakit olarak ödemeden önce ölse o zaman köleyi
satan kişi kölede
müşterinin
techizinden daha çok hak sahibidir.
Yakup Paşa şöyle
demiştir: «Ama satılmış olan bu
köle müşterinin elinde olsa ve müşteri onun
fiyatını ödemekten âciz olarak ölse o zaman kölenin rücûu ile başlanılır. ama bu
mutlak değildir.
Aksine köleye
ödemesi gerekli olan haklardan birşey taalluk etmediği takdirdedir.
Meselâ, köle ile hitabet akdi yapsa veya
rehin verse yada onu (cariye ise)
ümmü'l-veled yapsa. veya
satılan köle bir cinayet işlese, mânî kuvvetli
olduğu için rücû hakkı sâbit olmaz. Şayet köle kitâbet
bedelini ödemekten
âciz kalsa ve köleliğe dönse veya rehin çözülse yahut
işlediği cinayetin fidyesi
verilse o
zaman manî ortadan kalktığı için rücû hakkı vardır. Tahtâvî bunun benzerini Acemzâde'nin
Seyyid'in şerhi üzerine yaptığı hâşiyeden
naklettikten sonra şöyle demiştir: Bu
hükme fukahanın şu
sözleri ile birlikte bak; «Bize göre: satıcı onda ölenin alacaklıları ile eşittir.» Bu bahiste, Şafiî'nin
ihtilâfından
başka ihtilaf zikretmemişlerdir. Nitekim bu hıyaru's-şart konusunun hemen başında da
geçti.
Anlaşıldığına
göre burada zikredilen, şâfiî kitaplarından alınmıştır.
Buna dikkat edilsin.
«Kiraya verilen ev ilh...» Kiracı kiralamış
olduğu evin ücretini peşin ödese, sonra
da ev sahibi ölse
o ev verilen ücret karşılığında rehin
olur. Seyyid.
Tahtavî şöyle demiştir: «Ruhu'ş-şurûh'ta yukarda zikredilene şu da ilâve edilmiştir:
Birisi nikahına
mehir yaptığı
köleyi, karısına teslim etmeden ölse
ve ondan başka da malı olmasa, karısı
köleyi
techizinden
önce alır.
Fasid bir
bey'e ile satılıp kabzedilen malın semeninde, satıcı, bey' fesh edilmeden evvel öldüğü
takdirde satıcının techizinden önce müşteri hakkını alır.
«Yukarda
sayılanların teklifinden önce gelmesi ilh...» Yâni bunlara taalluk eden hakların öne
alınması şu asla dayanır; hayatta iken öncelikle verilmesi gereken haklar vefatta da öncelikle
verilir.
Dürrü Mimtekâ.
Yukarda
zikredilen hakların techizden önce gelmesi Mirâc'ta da kesin olarak ifade edilmişti. Kenz'in
şerhlerinde ve
Sirâciye'de de aynı şekildedir.
Hatta Sirâciye'nin bazı Şârihleri bu
hakların techize
takdim edilmesi hususunda fukahanın müttefik olduklarını rivayet etmişlerdir.
Miskin lle, bu hakların techize takdim edilmesinin
bir rivâyet olduğunu ve sahih olanın techizin bu
haklara takdim edilmesi gerektiğini zikretmiştir.
Dürrü Müntekâ'da Miskîn'in
söylediklerinin
düşünülmesi
gereken bir husus olduğu söylenmiştir.
Belki de fukahanın talili, techizin asla terike
olmadığını
ifade etmektedir. Bu durumda metinlerin mutlak olarak ifade ettikleri
«terikeden önce
techize başlanır» sözüne itiraz vârid olmaz.
«Techizine ilh...» Birazcık önce bile olsa kendisinden evvel
ölen oğlu veya zengin olsa bile karısı
gibi, nafakası ile mükellef
bulunduğu kimselerin techizi de mutemed olan görüşe göre onun
üzerinedir. Dürrü Müntekâ.
«Bu, kefeni de
içine alır...» Şârih bu sözüyle sanki
Sirâciye'nin «Techizi ve tekfini ile başlanır»
sözüne işaret etmiştir.
«Fazla kısmadan ve tebzîr etmeden...» Tebzîr, genelde israf manasında
kullanılır. Halbuki aslında
ikisi arasında fark vardır. İsraf bir şeyi yerinde ama gerekenden
fazlası ile sarfetmektir. Tebzîr
ise
sarfedilmesi gerekmeyen yerde
ve fazlası ile sarfetmektir. Kirmânî bunu Buharî şerhinde böyle
açıklamıştır. Binaenaleyh burada uygun olan Allah
Teâlâ'nın; «Onlar, sarfettikleri zaman ne israf
ederler ne de cimrilik, ikisi orasında orta bir
yol tutarlar» kavli şerifine uygun olarak «israf» ile tabir
edilmesi idi. Şu kadar var ki musannıf burada meşhur
olana riâyet etmiştir.
«Kefenlenmesi sünnet vechile ilh...» Yâni sayı bakımından sünnete göre...
«Ve hayatında
giydiği elbise miktarı ile» sözüne gelince, yani hayatında iken giydiği elbise
kıymetindeki
bir, kumaşla kefenlenir, manasındadır.
Sekbu'l-Enhur'dd denilmiştir ki: «Kefende israf iki türlüdür; birli
sayı bakımındandır ki; erkeği üç,
kadını da beş parçadan daha fazlası ile kefenlemektir. Diğeri de kıymet bakımındandır ki bu da,
hayatta iken altmış dirhem kıymetinde elbise giyerken doksan dirhem kıymeti'ndeki bir bezle
kefenlemektir.
Kısmak da yine
iki türlüdür, biri sayı bakımından dı'ğeri de kıymet bakımındandır. Meselâ üç kefen
yerine iki kefenle kefenlemek
veya hayatında doksan dirhem
kıymetinde elbise giyerken öldüğünde
altmış dirhem
kıymetinde
kumaş ile kefenlenmek buna misaldir.
Bu söylenilenler, vasiyette bulunmadığı
takdirdedir. Ama eğer fazla kefenle kefenlenmeyi vasiyet
etse, mislinden fazla olan (onun durumundakilerin sarıldığı) kefen terikenin
üçte birinden
hesabedilir.
Vârisler veya
yabancı biri o fazlalığı teberru
ederse hüküm yine aynıdır. Bu durumda sayı
bakımından
değil, kıymet bakımından fazla olanda
bir beis yoktur.
ölen kişinin alacaklıları
onun, misli ile kefenlenmesine mani olabilirler mi? Bu
hususta iki görüş
vardır. şârih
olan görüşe göre mani olabilirler. Dürrü Müntekâ. Yâni o zaman kifayet derecesindeki
kefenle kefenlenir ki bu erkek için iki, kadın için de üç parçadır. İbnu Kemâl.
«Ve hayatında
giydiği elbise miktarı ile ilh...» Yâni elbiselerinden
orta derecede olan ile veya
bayramlarda, cumalarda ve ziyaretlerde giydiği
elbise türünden bir kumaş ile.. Bu konuda âlimler
ihtilaf
halindedir.
«Eğer kefeni telef olsa ilh...» Sekbu'l-Enhur'da
şöyle denilmiştir: «Ölünün kabri kazılsa ve kefeni
alınsa, üç kefen ile kefenlenir, vücudu bozulmadığı müddetçe üçüncü ve dördüncü kerede de olsa
yine kefenlenir. Ama
yıkanması ve namazı iade edilmez. Eğer
vücûdu dağılmışsa o zaman bir
kefene sarılır. Bize göre, borçlu bile olsa bu
malının aslındandır... Ama alacaklılar terekeyi
kabzetmişlerse, o zaman
onlardan kefen için birşey alınmaz.
Eğer malı varisler arasında taksim
edilmiş ise sonraki kefenleri varislerin her
birinden, terekeden aldığı paya göre
geri alınır.
Alacaklılar ile musâ leh (vasiyet edilen
kimse) lerden bir şey alınmaz. çünkü onlar yabancıdırlar.
Varisler teberru edilen bir kefenin kabûlü için zorlanamazlar.
Çünkü zorlamada onlar için utanç
vardır. Ancak varisler küçük olurlarsa eğer. İmam bir maslahat görürse kabul edilir.
Şu kadar var ki,
büyük olan varisler kefeni kendi rızaları ile
kabullenirlerse onlara öncelik
tanınır. Yani Düşün.
M E T İ N
Techizden
sonra kullar tarafından talep edilen borçları gelir. Sağlığındaki
borcu, sebebi bilinmediği
takdirde hastalığındaki
borcuna takdim edilir. Aksi halde ikisi de
eşittir. Nitekim bunu Seyyid de
tafsilatlı
olarak zikretmiştir.
Allah'a olan borcuna gelince; eğer onların ödenmelerini
vasiyet etmişse adı geçen haklar
verildikten
sonra geri kalan malının üçte birinden tenfizi icabeder. Şayet vasiyet etmemişse, yerine
getirilmesi
vacip değildir.
Bundan sonra
da, sahih olan görüşe göre mutlak olsa bile vasiyeti gelir.
İhtiyâr'da tercih edilen ise.
bunun
aksinedir.
Vasiyeti,
techiz ve borçları terikeden çıktıktan
sonra kalan malın üçte birinden karşılanır.
Ayette; vasiyet,
önemine binaen, terikenin varisler
arasında taksiminden daha önce zikredilmiştir.
Çünkü vasiyetin yerine
getirilmeme endişesi vardır.
Dördüncü ve
beşinci olarak da, kalan mal varisler arasında taksim edilir.
Yâni Kitap veya
Resulûllah'ın
«ninelere altıda bir veriniz» sözü gibi sünnet yada icmâ ile, varislikleri sabit olanlara
taksim edilir. icmâ dedeyi baba. oğlun oğlunu
da oğul gibi kılmıştır.
Mirasa bir mushaf bile olsa -ki fetvâ buna göredir, ama bazı âlimler tarafından tarike
bir tek mushaf
olursa miras olmayacağı, onun ancak ölen kişinin çocuklarından okuyana verileceği söylenmiştir-
Üç şeyden biri
ile hak kazanılır. Bunlar da rahim (akrabalık) sahih nikâh ve velâdır. Fukahânın icmâı
ile, fasit
veya bâtıl olan bir nikâh ile verâset
olmaz.
i Z A H
«Sağlığındaki borcu... takdim edilir». Sıhhatli
zamanındaki borç, ya mutlak olarak beyyine
ile veya
sıhhatli
dönemindeki ikrarı ile sabit olan borçtur. T, Bunların da bazısı
bazısına tercih edilir. Meselâ
kitabet akdi
yapmış bir köle yabancı birisine borçlanmış olsa
yabancının borcu efendisine olan
borcundan önde
gelir. Bir hıristiyan üzerindeki
müslümanların şahitlik etmeleri ile sabit
olan borç,
zımmilerin şahitlikleri ile sabit olan borçdan
önce gelir. Eğer iki alacaklının
şahitlikleride kafir ise
veya yalnız kafirin şahitleri kafir ise o zaman bir müslümanın
davası ile sabit olan borç, bir kafirin
davası ile
sabit olan borca takdim edilir. Ama
eğer her ikisinin de şahitleri müslüman veya yalnız
kafirin şahitleri
müslüman ise o zaman ikisi de eşittirler.
Nitekim Remlî'nin. Bahr üzerine yazmış
olduğu
hâşiyenin şehâdetler bahsinde de böyle denilmiştir.
«Hastalığındaki borcuna ilh..» Hastalığındaki borç:
Hastalığındaki veya hastalık hükmünde olan
halindeki ikrarı ile
sabit olan borcudur. Hastalık
hükmündeki hal: birisinin
savaşa giderken, veya
kısasen öldürülmek veya recmedilmek üzere
götürülürken ikrar etmesi halidir. T. Acemzâde'den.
«Sebebl bilinmediği takdirde ilh...» Ama eğer hastalığında, daha önceden olduğu açıkça
belli olan
bir borcu
ikrar etmesi suretiyle
bilinen bir borç ise aslında sıhhat borcudur. Çünkü onun varlığı
ikrarı olmadan da bilinmektedir. Malik olduğu veya istihlak ettiği bir malın bedelinin vacip olması
buna misaldir.
İşte bundan dolayı da bu borç, hükümde sıhhat halindeki
borç ile eşittir. Seyyid.
«Allah'a olan borcuna gelince ilh...»
Bu söz musannıfın «kullar tarafından» sözü ile dışta bırakılan
hükümdür. Bu
da zekât, keffâretler ve benzeri borçlardır.
Zelâî şöyle
demiştir: «Bu borçlar ölüm lle düşer. O halde varislerinin ödemeleri
gerekmez. Ancak
kişi bunların
ödenmelerini vasiyet ederse o zaman, eğer terikesi varsa varislerin bunları terikeden
ödemeleri gerekir. Yahutta varisler bunları teberru olarak öderler. Çünkü ibadetlerde
rükün.
mükellefin
niyeti ve fiildir. Bunlarda ölüm ile düşerler.
Bu durumda önceden vacip olan şeyin,
bâki
kalması düşünülemez.» Bu bahsin tamamı Zeylaî'dedir.
Ben derim ki: Bu gerekçenin
zâhiri şunu göstermektedir: Eğer varisler, ölen kişinin zekât ve
keffâret
borçlarını teberru olarak öderlerse.
borç onun üzerinden düşmez. Çünkü niyeti yoktur.
Ayrıca
varislerin fiilleri, izni olmadan. ölenin fiili yerine geçmez. Düşün.
«Geri kalan malının üçtebirinden ilh...» Yâni
geçen haklar ile kul borcundan arta kalanın üçte
birinden...
Zira kul borçları iIe Allah'a
olan borçlar bir araya
gelse, kul borçları öncelikle ödenir.
Çünkü Allah Teâlâ zengindir, biz ise fakiriz. Dürrü Müntekâ'da
da böyle denilmektedir.
«Bundan sonra
da... vasiyeti gelir.» Yâni terekenin
varisler arasında taksiminden önce vasiyeti
yerine getirilir.
Zeylaî şöyle demiştir: «Vârislerden önce, vasiyeti ödemek musâ leh'e varislere takdim etmek
manasına gelmez. Aksine musâ leh varislere ortaktır. Hatta musâ leh'e birşey verilse.
onun iki katı
veya daha fazlası varislere verilir. Demek
ki bu, hakikatte musa leh'i varislere takdim etmek
değildir. Ama
techiz ve borç bunun aksinedir. Zira varisler ile musâ leh
haklarını ancak techiz ve
borçtan arta
kalan maldan alırlar.
«Sahih olan
görüşe göre mutlak vasiyet olsa bile
ilh...» Seyyid ve diğerleri de böyle demişlerdir.
Ayrıca Seyyid şöyle der: «Şeyhu'l-İslâm Hâherzâde demiştir
ki: Eğer vasiyet ettiği,
muayyen bir şey
ise, o mirasdan önde gelir. Eğer mutlak ise; meselâ malının
üçte birini veya dörtte birini
vasiyet
ederse; o zaman bu vasiyet, miras manasında olur. Zira bu vasiyet terikede şâyidir. Bu durumda da
musâ leh
varislerden önde gelmeyip, onlara
ortak olur. Musâ lehin hakkının da. varisin hakkı gibi
terikede şâyi
olması buna delalet eder. Zira ölen kişinin malı vasiyetten sonra, artsa her ikisinin
hakkı da artar. Noksanlaştığı takdirde de her
ikisinin hakkı azalır. Nitekim ölenin malı vasiyet
zamanında bin
dirhem olsa ve daha sonra fazlalaşıp, taksimden önce ikibin
dirheme varsa musâ
leh ikibin
dirhemin üçte birini alır. Aksine,
malı ikibin dirhem olsa ve hiç kimsenin müdahalesi
olmadan, taksimden önce bin dirheme düşse, o zaman musâ leh bin
dirhemin üçtebirini alır.»
Ekmel'de şöyle
demiştir: «Doğrusu Şeyhu'l-İslâm
Hazerzâde'nin dediği olmalıdır. Çünkü takdim
ancak musâ lehin hakkın çıktığı suret ve manaya muteallik kılınmasıyla tasavvur
edilebilir. Musâ
lehin hakkı terikenin üçte birinden çıkınca varisin
hakkının, suretine taalluk etmesine mâni olur. O
zaman bu musâ
lehin hakkının varislerin hakkına
takdimi olur. Ama vasiyet mutlak
olduğu takdirde,
artık orada takdim
tasavvur olunamaz.
«İhtiyâr'da tercih edilen ise bunun hilâfınadır».
Yâni Şeyhü'l-İslâm'ın geçen kavlinden
tercih ettiği
görüşün...
İhtiyâr'ın ibaresi aynen şöyledir:
«Eğer vasiyet
edilen şey bir ayn ise, terikenin üçte
birinden sayılır ve infaz edilir. Şayet vasiyet üçte
bir ve dörtte
bir gibi bir cüzi şâyi ise, musâ lehû
varislere ortak olur; terikenin mal itibariyle
fazlalaşması ile onun hîssesi de artar. Noksanlaşması ile
de noksanlaşır. Musâ lehin payı
da varisin
payı, terikeden verildiği gibi verilir. Geçen âyete binâen musâ lehin hissesi, terikenin varisler
arasında taksimine takdim edilir.»
Bu meselenin
özeti şudur: Vasiyet,
ev ve elbise gibi bir ayn olursa, vârislerin hakkına takdim
edilmesinde ihtilaf yoktur.
Şöyle ki: Vasiyet terikenin üçte birinden
verildiği takdirde, terikeden
yalnız o
ayrılır. Varislerin onda hiç bir hakları da yoktur. Onun dışında kalan da, varisler arasında
taksim edilir. Ama
vasiyet mutlak olursa o zaman o vasiyetin terikede şâyi olmasına
ve terikenin
artması ile artmasına, azalması ile azalmasına bakan
kimse vasiyetin takdim edilmeyeceğini söyler.
Aksine musâ leh varislere ortaktır. Terike onun alacağı
kadarını kaplayacak olsa bile, hakkını
yalnız
başına alması mümkün değildir. Borç ve benzerleri ise
bunun aksinedir.
Mirasın taksiminin, ancak musâ lehin payı çıktıktan sonra, yapıldığına bakan ise vasiyetin mirasdan
önce geldiğini
söyler. Zira eğer evvela musâ
lehin hissesi ifraz edilmese ve varislerle ortak sayılsa
sanki onlardan, terekenin üçtebirine sahip birisi
gibi onlarla birlikte taksime girmesi
gerekir.
Bundan da
fâsid bir durum meydana gelir, şöyle ki: Kadın ölse ve geriye kocası ile anababa bir iki
kızkardeşi kalsa
ve Zeyd'e de malının üçtebirini vasiyet etmiş olsa; evvelâ
musâ bih olan üçtebir
çıkar, yani Zeyd
malın üçte birini alır. Sonra da geri kalan miktar,
yediye bölünür. Bunun üçü
kocasına dördü de anababa bir kızkardeşlerine
verilir. Eğer böyle taksim edilmese idi, (musâ
leh,
varislerle
birlikte olsaydı) terikenin dokuza
taksim edilmesi gerekir. O durumda da musâ leh iki,
kocası üç anababa bir kızkardeş de dört hisse
alacaktı. Bu durumda da musâ lehin hissesi
azalacaktı. İşte yukardaki «fasit bir durum» dediğimiz budur.
Bu ifadeye dikkatle
bakarsan, ulemâ arasındaki ihtilafın, lafzî olduğunu anlarsın.
Zira iki görüş
sahiplerinden
her biri, diğerinin söylediğini
kabul etmektedir. Aralarındakî
tartışma sadece musû
lehin hissesinin önce verilmesine takdim edilip, denilmeyeceği hususundadır. Zeylaî'nin geçen
sözleri, denilemeyeceğine delalet eder. İhtiyâr
sahibinin sözü de aynı şekilde,
denilemeyeceğine
delâlet eder. Zira o, Şeyhu'l-İslâm'ın «musâ leh vârislere ortaktır» sözüne uymuş daha sonra da,
musâ lehin
payının terikenin taksiminden önce
verileceğini söylemiştir. Demek ki
ihtiyar sahibi,
takdim ile
ortaklık arasını birleştirmiştir.
Kabule şayan olan bu tahkiki ganimet
bil. Tevfik
Allah'tandır.
«Ayette
ilh...» Yâni Allah Teâlâ'nın: «Yaptığı
vasiyetten veya borcundan arta kalanın...» sözünde...
«Çünkü vasiyetin yerine
getirilmeme endişesi vardır.» Zira vasiyet karşılıksızdır. Bu
da varislere zor
gelir ve vasiyetten hoşnut olmazlar. Ama borç bunun
aksinedir. Yahutta, âyette vasiyetin
önce
zikredilmesi vasiyetin,
hayır ve tâat olmasından dolayıdır. Borç ise genellikle, garantl altındadır.
Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) borçtan Allah'a sığınmıştır.
Vasiyetin
âyette borçtan evvel
zikredilmesinin üçüncü bir sebebi de onun hükümünün muhataplarca meçhul olmasındandır.
Borç
ise böyle
değildir. Bu bahsin tamamı Zemahşerî'den naklen Sekbu'l-Enhur'dadır.
«Beşinci olarak ilh...»
Techizden önce, başkasının hakkının taalluk ettiği bir aynın ödenmesi ile
başlaması itibarı ile beşinci.. Şu kadar var
ki; techizin terikeden olmadığı yukarda geçmişti. Bundan
murad ise terikeye taalluk eden haklardır. O halde bunlar dörttür.
«Kolan mal taksim edilir». Musannıf daha evvel dediğt gibi burada «takdim edilir» demedi. Zira
varisler
arasındaki taksim, hakların en sonuncusudur.
Dolayısıyle bunun, kendisinden önce geldiği
birşey
kalmadı.
«Yâni mirasları kitap ile sabit olan ilh...» Yâni
Kur'an ile... Bunlar da şu kişilerdir:
Anababa,
karıkoca. oğullar, kızlar, erkek kardeşler ve kız kardeşler.
«... Veya
sünnetle ilh...» ibareden anlaşıldığına göre, varislik sebeplerinin
üçünün de bir araya
gelmesi mümkündür.
Burada
sünnetten murad : Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den rivâyet edilendir. O da ister Hz. Peygamber'in
oğlun kızına,
anababa bir kızkardeşe, baba
bir kızkardeş ile öz kızına veya
anneanne olan nineye
miras vermesi
gibi fiili olsun, ister şârihin misal verdiği gibi Peygamber'in
sözü olsun farketmez.
Bu
Sekbu'l-Enhur'da ifade edilmiştir.
«Veya temâ ile
ilh...» Yâni ümmeti Muhammed'den olan
müctehidlerin görüşlerinin herhangi bir
asırda şerî bir hüküm üzerinde ittifak etmesidir.
Bazı âlimler de burada icmâdan muradın, bir
müctehidin sözü olduğunu söylemişlerdir. Buna göre
:
Kur'an
lafzının, Kur'an'dan herhangî bir
âyete itlak edilmesi gibi, burada da bütünün parça üzerine
itlak
olunmasıdır. Zira icmâ bu şekilde tarif edilirse
zev'I-erham gibi, varis olduğunda ihtilaf edileni
de kapsar. Bunu düşünmek lazım. Zira, icmâ böyle tarif edilirse müctehidlerin görüşlerinin ittifak
ettiği bir
mevzu, icmâ'ın dışına çıkar. Hem de bir varisin verâsetinde ihtilaf eden âlimin delil, ona
göre ya Kitap veya sünnettir. O zaman
tevile ihtiyaç kalmaz.
«Zira icmâ, dedeyi baba gibi kılmıştır. İlh...» Yâni icmâ; dedeyi baba gibi, nineyi anne gibi, oğlun
kızını öz kızı
gibi bababir erkek kardeşi
ana baba bir erkek kardeş gibi, bababir kız kardeşi de
anababa bir kızkardeş gibi kılmıştır. Sekbu'l-Enhur.
«Üç şeyden
biri ile ilh...» Yâni bu üç şeyden
herbiri ile mirasta hak sahibi olunur.
Ancak bu üç illetin
hepsinin veya bazılarının bir arada bulunmaları
gerekli değildir. O halde bu, üç sebepten ikisinin de
bulunması mirası
hak etmeye zıt değil. Bunun örneği şudur:
Birisinin, amcasının kızı olan veya
azadlısı olan hanımı ölse, kocası mirasının
yarısını kocalık ile geri kalanını da ya asabe olarak veya
velâ iIe alır.
Anla
«Sahih nikâh ilh...» İcmaâ göre zifaf ve halvet olmasa bile... Dürrü Müntekâ.
«Fasit bir nikâh
ile olmaz». Fasit nikâh; şahitlik gibi, sıhhat
şartlarından birisinin bulunmamasıdır.
Mut'a nikahı,
muvakkat nikah gibi muvakkat olanlarda
müddet bilinmese veya esah olan kavle
göre
uzun olsa bile
batıl nikah ile de miras hak edilmez. Nitekim bu.
nikah bahsinde geçti.
»...Ve
veladır». Yâni her iki nevi ile de, yâni
âzâd ile de muvâlât ile de...
M E T İ N
Terikede hak sahibi olanlar sırasıyla on sınıftır. Musannıf bunları, şu sözleri ile ifade etmiştir:
Terikenin taksimi şu sıraya göre yapılır:
1 - Farz
sahipleri. Yâni sehimleri takdir olunanlar. Bunlar da on ikidir.
Bunların üçü erkeklerden
yedisi kadınlardan olmak üzere; (Onu) nesep ikisi
de sebebiyet yoluyladır.
Onlar da, karı ve kocadır.
2 - Nesep yoluyla
olan asabeler, Buradaki
«elif-lâm» cins içindir. Dolayısıyla bunda tekil ile
çoğul
birdir.
Musannıf bunu (yukarıda geçen) «farz sahipleri ne uygun olsun diye
çoğul yapmıştır. Nesep
yoluyla olan asabelerin öne alınışı,
onların daha kuvvetli olmasındandır.
3 - Kadın bile
olsa âzâd edenler ki bunlar asabe-i sebebiyeyedir.
4 - Azâd edenin, erkek asabesi. Çünkü kadınların ancak kendi azâd ettiklerinde
velâ hakları vardır.
5 _ Neseb yoluyla farz sahibi olanlara (ashabı
feraiza) kendi hakları kadar red yapılır.
6 -
Zevi'l-Erhâm'a,
7 Mevlâ'l-Muvalât. Bunlar velâ kitabında geçmişti. Mevlâ'l-Muvâlât'a, karıkocadan birinin
hissesinden sonra kalan
verilir. Bunu Seyyid zikretmiştir.
8 - Nesebi sabit olmayıp, başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh. Eğer
mukarrun aleyhin tasdiki
ile veya mukarrin ikrârı gibi ikrâr
etmesiyle, yada başka bir erkeğin şahitliği ile sâbit
olursa, nesebi
hakikaten sabit olur. Böyle olursa mukir ikrarından dönse bile nesebi ikrar edilen
varislere
Mukarrun leh
Mukirin ikrarını rücûundan evvel tasdik
etse bile hüküm aynıdır.
Bu bahsin
tamamı Sirâciye şerhlerinde. özellikle Ruhu'ş-Şuruh'ta vardır.
Ben, bunu,
Ruhu'ş-Şuruh'a yazdığım talikte özetledim.
9 - Kendisine
terikenin üçte birinden fazlası vasiyet edilen musâ leh. Malının tamamını vasiyet etse
bile durum
aynıdır. Mukarrun lehin musâ lehden
önce miras almasının sebebi, mukarrun leh için bir
çeşit yakınlık
olmasıdır. Musâ leh ise böyle
değildir.
10 - Bu
sayılanlardan hiçbirisi bulunmazsa
ölünün terikesi miras olarak değil, müslümanlara fey
olarak hazineye
konulur.
İ Z A H
«Terikede hak sahibi olanlar sırasıyla on
sınıftır» Allâme Muhammed bin eş-Şıhne bunları, burada
zikredilen
tertip üzere, üstadlarımızın üstadı fakih İbrahim es-Saihânî'nin
şerhettiği ferâize ait
manzum eserinde
toplamış. Ve şöyle
demiştir: «Terike, farz sahiplerine (ashabı faraiza)
sonra
asabeye, sonra
köle azâd ederek cömertlikte bulunan mütika, sonra dede gibi onun asabesi olana
verilir. Sonra
nesep yoluyla olan ashabı feraiza red yapılır. Bunlardan sonra zevi'l-erhâm, sonra
başkası üzerine ikrarda bulunulan, sonra
kendisine terikenin üçte birinden fazlası vasiyet edilen
musâ leh, daha sonra da hazine gelir.»
İbnu Şıhne
şiirde geçen «mühmel» sözü ile nesebi sabit olmayıp,
nesebini başkasına yüklemekle
ikrar olunan
mukarrun lehi kasdetmiştir.
Ben derim ki: Mûtıkın asabesinin zikredildiği her
yerde, mevâlinin yani
mevtâ'l-muvâlâtın
asabesi'nin de zikredilmesi uygun olurdu. Çünkü ileride geleceği gibi mevâlî de mûtıktan sonra
miras alır. Bu durumda miras alan sınıfların sayısı
onbire çıkar.
BİR UYARI:
Şârihin,
burada «terike» kaydını koyması verasetîn malı
olan aynlarda câri olmasından
dolayıdır.
Haklara gelince: satılan
malın semen karşılığı hapsedilmesi ve
rehinin hapsedilmesi gibi miras olan
haklar vardır.
Şuf'a hakkı, şart muhayyerliği kazif hakkı olan
had ve evlendirme hakkı gibi
miras olmayan haklar
vardır.
Bu ve daha
sonra gelecek olan muhayyerlikler,
Bey' (alım satım) bahsine bakınız.
Meselâ bir küçüğün öz kardeşi ölse ve geride bir oğulu bir de
baba bir kardeşi kalsa, küçüğü
evlendirme
hakkı oğlunun değil bababir kardeşinindir.
Velâyetler, âriyetler ve
emânetler de mirâs olmazlar. Meselâ; ireti alan ölse vârisi onun yerine
mustair olamaz.
Bir şeyi vedia olarak alan kişi de aynı
şekildedir. Hibe'den rücû hakkı ve
velâ'da
miras olmazlar.
Meselâ mu'tık öldükten sonra geride iki oğlu kalsa ve
bunlardan birisi ölse; ölenin geride varis
olarak bir
oğlu kalsa velâyet hakkı olduğu gibi
mûtıkın sağ kalan oğluna aittir. Sonra bu oğlu da
ölüp geride
iki oğlu kalsa velâ hakkı, bu iki
oğulla, mûtıkın ilk ölen oğlunun oğlu
arasında üçe
taksim edilir. Böylece
velâ hakkının babalarından değil dedelerinden almış gibi
olurlar.
Alimler, kabul muhayyerliğinin
de miras olmayacağında icmâ halindedirler.
İcâre
bey'u'l-fuzûlî satıştaki vâde de miras
olmaz. (Ayıp muhayyerliği)nin miras olup olmayacağı ise
ihtilaflıdır.
Bazı âlimlerce miras olacağı
söylenmiştir. Dürer'de sadece bu görüş
verilmiştir.
Tahâvî'nin
şârihi de hıyaru'l-aybın miras olacağında icmâ olduğunu iddia etmektedir.
Bazı âlimler
ise hıyaru'l-aybın
vâris için, daha işin başında sâbit olduğunu söylemişlerdir.
Kısas konusu da
aynı şekilde ihtilaflıdır.
Hıyaru'r-ruye
(görme muhayyerliği) hususunda sahih olan görüş, onun miras olacağıdır.
Hıyaru't-tayin
ise varis için daha ilk anda sabit .olur. Meselâ bir kişi birisini seçmekte muhayyer
olmak şartıyla
iki köle alsa varis için seçme hakkının
ibtidâen sabit olacağında fakihler ittifak
etmişlerdir.
Hıyâru'l-vasıf (satın alınan malda olması şart koşulan vasıf muhayyerliği)
de Feth'de de denildiği
gibi fukahanın
icmaı ile vârise intikal eder. Bundan hıyaru't-tağririn (aldatılma
halindeki
muhayyerlik)
de miras olacağı anlaşılır. Çünkü
hıyaru't-tağrir vasfın fevtine benzer.
Allâme Makdisi
de buna
meyletmiştir. Tenvir sahibi ise bunun aksine
meyletmiştir. Ancak Tenvir sahibinin
manzum
olarak yazdığı
fıkıh kitabında birinci görüşe
meylettiği görülmektedir. Eşbâh'tan ve
Şeyhimiz,
Allâme Bâlî'nin Eşbâh üzerine şerhinden özetle...
«Yâni sehimleri
takdir olunanlar ilh...» Bunlar; yarımı dörttebir şeklinde bir, üçte iki, üçte bir altıda
birdir. Sirâc.
«Üçü erkeklerden ilh...» Bunlar; baba, dede ve
anabir erkek kardeştir. H.
«Yedisi kadınlardan
ilh...» Bunlar da; kız,
oğlunkızı, anababa bir kızkardeş, bababir kızkardeş,
annebir kızkardeş, anne ve ninedir. H.
«Dolayısıyla bunda tekil ile çoğul birdir.» Zira
bilinmektedir ki «elif lâm» bir kelimeye bitiştiğinde o
kelimedeki çoğulluk manasını iptal eder. Öyle
ki tekil gibi, her bir ferdi kapsar. Eğer birisi «nisa» :
«Kadınlar» kelimesini
«el-nısâ» olarak söyleyerek, «Allah'a yemin ederim ki kadınlarla
evlenmeyeceğim» diye yemin etse tek bir
kadınla evlendiği takdirde de yeminim
bozmuş olur. Eğer
«nisa» kelimesini
«elif-lâm»sız olarak söylerse,
ancak üç kadınla evlendiği takdirde yemini bozmuş
sayılır.
Yakûb.
«Musannıf
bunu, farz sahipleri, sözüne uygun
olsun diye çoğul yapmıştır.» Bu
mukadder bir
sorunun
cevabıdır ki, takdiri şöyledir: Müfred olarak «asabe»
denilseydi daha kısa olurdu. Nitekim
bunun
karşılığı olan, asabe-i sebebiye müfred olarak tabir edilmiştir.
Bu sualin
cevabı şudur: Musannıf, onda çoğul
manası olmasa bile, onunla yukarıdaki «farz
sahipleri» sözünü eşleştirmeği istediği için, onu
lafzen çoğul yapmıştır. şu do denilebilir:
Asabenin,
asabe binefsihi, asabe
bigayrihi ve asaba maagayrihi gibi, müteaddid nevileri olduğu
için çoğul
yapmıştır.
Nitekim bunun izahı ileride de gelecektir.
Yine denilebilir ki: Bu kelimedeki çoğul
manasını iptal
etmeye vesile olan şeyi nesep yoluyla
asabe olanın kölesini azad eden mutıktan
evvel miras
alması için, taaddüdünün şart
olmamasıdır. Aksine bir tek varis de
olsa yine mûtıktan
önce miras alır. Ama farz sahipleri bunun aksinedir. Çünkü onlardan tek başına asabeden
önce
miras alacak kimse
yoktur. Yâni asabe onunla birlikte miras alamaz. Zira, farz sahipleri içersinde
malın tamamını
farz olarak, tek başına alacak kimse yoktur. Başka
bir mana ile asabeden önce
miras alan olsa bile durum budur. Asabeye ancak
farz sahibi hissesini aldıktan sonra artan verilir.
Düşün.
«Nesep yoluyla olan asabelerin
öne alınışı onların daha kuvvetli
olmasındandır.» Bu söz «sonra»
kelimesinden anlaşılan takdimin illetidir.
Seyyid şöyle demiştir: Asabe-i nesebiye, asabe-i
sebebiyeden
daha kuvvetlidir. Bu hususta seni tatmin edecek illet şudur: Nesep cihetinden olan
ashab-ı
feraiz-e red yapılır. Ama karıkoca
gibi sebep yönüyle olan ashab-ı feraize red yapılmaz.
«Kadın bile olsa azâd edenler
ilh...» Burada evlâ olan; ihtiyarî
olanı da zarûrî olanı da kapsaması
için, Sirâclye'nin
dediği gibi «mevlâ'l-ıtâka» denilmesi idi. «İhtiyârî âzâd: Itâk âzâd»
kelimesi ile veya
onun bir dalı
olan «tedbir» ile âzâd etmesi yada mahrem olan bir akrabasını
satın olması ile onun
âzâd olmasıdır. Zarûrî âzâd ise : Kendisine mahrem olan bir akrabasının miras olarak eline
geçmesidir. Yakın akrabasını miras olarak alınca, o zarureten âzâd olur.
Burada murad
mevtâ'l-itakanın cinsidir. O zaman erkeği ve kadını kapsadığı gibi,
mûtıkın ve
babanın mûtıkı
gibi vasıta ile mûtık olanı da kapsar. Nitekim yakında gelecektir.
İbnu Kemâl'in
dediği gibi bu tabir herkesçe bilineni de, mukarru lehi de kapsar.
Herkesçe bilinen,
mukarrun leh
den evvel gelir. Mukarru lehin
miras almasının sıhhati için. mukarrin marûf bir
mevlâl-itakasının bulunmaması ve şer'in
tekzip edilmemiş olması
şarttır.
MÜHİM BİR UYARI:
Velânın
sûbûtunun şartı: Annesinin aslen hür olmamasıdır. Yâni
ne annede ne de aslında köleliğin
olmamasıdır. Eğer anne aslen hür ise babası âzâd
edilmiş bir köle bile olsa onun çocuğu
üzerinde
kimsenin velâ
hakkı yoktur. Bedai'de de böyle denilmektedir.
Azâdlı bir köle, aslı hür bir kadın ile evlense,
annenin hür asıllı oluşu ağır basacağı
için çocukları
üzerinde kimsenin velâ hakkı yoktur. Dürer'den ve diğer
kitaplardan naklen Sekbu'l-Enhur'da da
böyledir. Bu bahsin tamamı Sekbu'l-Enhur'dadır.
Bizim, velâ bahsinde söylediklerimizi
de hatırla.
Zira bu mesele çok hataya düşülen bir meseledir.
«... Ki, bu asabe-i sebebiyedir». Bu söz, asabesine değil, mûtıka hastır.
Halbuki aşlı böyle değildir.
Aksine asabe-i sebebiye, mûtık ile asabesinin hepsidir. Allâme
İbnu'l-Hanbelî'nin Sirâciye
Şerhi'nde
de böyledir. Binaenaleyh şarihin «asabeler»
faslında gelecek olan sözüde bu şekilde yorumlanır.
Seyyit'in sözünün bunun hilafını zannettirmesine, Yakup cevap vermiştir. Buna göre şarih,
musannıfın : «Sonra
erkek olan asabeleri gelir» sözünden sonra ikil zamiri ile «onlar asabe-i
sebebiyedir»
demesi uygun olurdu.
«Azâd edenin erkek asabesi ilh...» Yâni kendiliğinden asabe olarılar. O halde bu kesinlikle
erkeklerden olur. Mûtikın asabesinin, mevlâ'l-ıtakaya asabe binefsihi olması, ölen için asabe-i
sebebiye
olmasına ters düşmez. İbnu'I-Hanbelî'de
böyle der. Buna göre; âzâd edilen öldüğünde,
vâris olarak
efendisinin oğlu ile kızını bıraksa, miras yalnız efendisinin oğlunundur. Eğer aynı
kişi
efendisinin
kızı ile kızkardeşini bıraksa her ikisinin de mirastan hakkı yoktur.
«Çünkü ilh...»
Bu söz, musannıfın asabeyi
«erkek» kelimesi ile kayıtlamasının illetidir. Zira Seyyid
bu kaydın
gerekli olduğunu söylemiştir. Ancak
bu durumda mûtık sözü yakın olan mûtık ile, uzak
olan mûtıkın
mûtıkını da kapsar. ister kadın alsun ister erkek olsun
aynıdır. Ama mûtıktan murad;
ilk akla gelen yakın mûtık ise o zaman asabeyi «erkek» kelimesi ile kayıtlamaya ihtiyaç kalmaz.
Mûtıkın asabesinden
murad da erkeklerden ve kadınlardan olan asabe-i
sebebiyedir. Erkek köleyi
âzâd eden
mûtık ve cariyeyi âzâd eden mûtık gibi. Asabe-i nesebiyyede böyledir. Şu kadar var ki
ikincisinde asabebi'1-gayr ve asabe maa'l-gayr değil asabe binefsihi olması gerekir. Ve yukarda da
geçtiği gibi
sadece kesinlikle erkeklerden olur.Çünkü bu husustadaha önce gecen bir hadis vardır.
BİR UYARI:
Musannıfın
burada yalnız mûtıkı ve asabesini zikretmesi
ifade ediyor ki; eğer mûtıkın bir asabesi
olsa ona miras düşmez. Bunun izâhı şöyledir:
Bir kadın, bir köle âzâd etse sonra da kocası ile
kocasından olan oğlunu bırakarak ölse, daha sonra da âzâd
ettiği köle ölse kölenin mirası oğula
kalır, çünkü oğul ölen kadının asabesidir. Ama eğer oğul ölen annesinin azâd ettiği köleden önce
ölürse kocasına miras
düşmez. Çünkü koca, kadının asabesinin asabesidir.
Bir kişi, bir köle âzâd etse. sonra azatlı başka bir köleyi âzâd etse ve üçüncü olarak âzâd edilen
ölse de geride ilk âzâd
edenin asabesi kalsa o mirası
alır. Mû'tıkın asabesinin asabesi suretinde
olsa bile yine
aynıdır. Ancak mû'tıkın asabesinin asabesi olduğundan dolayı değil, birinci olarak
âzâd edilen köle, ölen kölenin velâsını çektiği içindir.
Çünkü bu durumda, ilk âzâd edilenin asabesi,
birinci azad edenin yerine kaim olur Zirâ hadis buna delâlet eder.
Biz bunu velâ
bahsinde Zahîre kitabının velâ bâbından
özetle. Takdim etmiştik. Hadis hakkında
söyleneceklerin
tamamı ileride gelecektir.
«...Red
yapılır.» Yâni asabeden zikredilenlerden birisi bulunduğu zaman, ashab-ı ferâizden artan
miras, neseb yoluyla olan, farz sahiplerine reddolunur.
Burada, «neseb yoluyla farz sahipleri», sözü
ile karıkoca gibi sebep yoluyla olan farz sahipleri hükmün dışına
çıkartılmıştır. Zira reddin sebebi
takdir edilen
pay
alındıktan sonra kalan yakınlıktır.
Evlilik yakınlığı ise hükmi olup,
hissenin
alınmasından sonra kalmaz. O halde sebebi
bulunmadığı için karıkocaya
red yapılmaz. Bunu Yakup
ifade
etmiştir. Bu bahis Eşbâh'tan naklen de. gelecektir. Velâ bahsinde, zamanımızda karıkocaya da
red yapıldığı
geçmişti. Bu bahsin tamamı inşaallahu Teâlâ gelecektir.
«Hakları kadar ilh...» Yâni sayı olarak değil nisbet olarak... Çünkü bazen onlara
red olarak verilen,
farz olarak
verilenden daha az olur. Meselâ anne-baba bir iki kızkardeş ile anne-bir bir kız-kardeşe
farz olarak
verilenden daha az red yapılır. Bazen
de bunlar eşit olur; anne-bir iki kızkar-deş ile anne
gibi. Bazan
anne bir kız kardeş ve nene de olduğu gibi, red olarak verilenden fazla olur.
Nispet şekli şöyledir: Terikenin yarısı farz olarak verilen kişiye, terikeden kalanın yarısı
da red
olarak
verilir.
Terikeden üçte bir verilen kimseye red yapılırken de, aynı şekilde üçte bir verilir. Meselâ kişi
öldüğünde
geriye vâris olarak anne. baba bir kızkardeş ile annesini bıraksa o zaman mesele altıdan
halledilir.
Altının yarısı olan üç ana-baba bir kızkardeşe, üçte biri
olan iki de anneye verilir. O zaman
hisselerin toplamı beş olur. Geriye bir kalır. O da payları nispetince, onlara red yapılır.
Anna-baba-bir
kızkardeşe geri kalan birin beşte üçü, anneye de beşte ikisi
verilir. Böylece red
meselesi de, beşe
rücû eder. Bunun izahı yerinde gelecektir.
«Zevi'l-Erhâm
ilh...» Yâni nesep cihetinden farz sahibi ve asabe olmadığında terikenin
taksimine
zevi'l-erhâm
ile başlanır. Bu durumda zevi'l-erhâm
terikenin tamamını alır. Vârislerden,
sadece
karı-kocadan biri kalmışsa onun hissesinden
kalanın tamamıda zevi'l-erhâm'a verilir. Çünkü karı
veya kocaya red yapılmaz.
«...
Mevle'l-Muvâlât ilh...» Ölenin zevn-erhâmdan
da varisi kalmadığı takdirde
mevlâ'l-muvâlât şöyle
olur: Bir kimse diğerine:
«Öldüğüm takdirde benim mevlâmsın ve
benim mirâsımı alırsın, cinayet
işlediğim takdirde de diyetimi verirsin» der. Velânın sahih olması içm bunu diyen kişinin arap
olmaması, arapların âzâd ettiklerinden olmaması
nesebe dayanan bir vârisinin bulunmaması, ve
hazine veya başka
bir mevlâ'l-muvâlatın onun akilesi olmaması
şarttır. Bu durumda
mevlâ'l-muvâlâtı kabul eden kimse onun
mirasını alır. Bunun aksi de olabilir. Ancak, aksinin
olabilmesi için, her iki taraftan da şart koşulması
ve şartların karşılıklı tahakkuku lâzımdır. Mevtâ
olan kimse onun yerine
diyet ödemedikçe, anlaşmadan dönebilir. Bu hüküm Hz. Ömer, Hz. Ali ve
birçok sahabenin görüşüdür. Mevlâ olanın asabesinde, mevlâ'l-itâkanın asabesinin tertibine göre
onun mirasını
alırlar. Bunu musannıf her ne kadar zikretmemişse de... Sâihanî, Manzûme şerhinde
söylemiştir. Biz de şartlarının tamamını ve
izahlarını velâ bahsinde zikrettik.
«Nesebi sâbit olmayıp, başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh,» Yâni mevlâ'l-muvâlât do
bulunmasa o
zaman nesebi başkası üzerine
ikrar olunan mukarrun leh gelir. O zaman da malın
hepsi ona
verilir. Karı-kocadan birisi bulunduğu
takdirde onun hissesinden arta kalan verilir.
«...Başkası üzerine ilh...» Yâni nesebini
kendinden ikrârı, başkasından olan nesebi de tazammun
eden.. de. Meselâ bir kişinin,
kardeşi olduğunu veya oğlunun oğlu olduğunu ikrâr etse o ikrar aynı
zamanda nesebin babanın veya oğlunun üzerine de yüklenmesini tazammun eder. Musannıf bu
sözüyle, nesebin başkası üzerine
yüklenmesini tazammun etmeyen durumdan kaçınmıştır. Meselâ
bir kışı nesebi meçhul olan birisinin kendi oğlu
olduğunu ikrâr etse, o ikrâr, nesebi meçhul olan
kişinin nesebinin sabit olmasını gerektirir. Eğer bu
ikrâr, mukirdeki hürriyet
akıl ve bulûğ gibi
ikrarın sıhhat şartlarını kapsıyor ve mukarrun leh
de onu tasdik ediyorsa oğlu olduğunu
iddia ettiği
kimse de yaş
itibariyle ona oğul olabilecek durumda
ise, nesebi meçhul olan o kişi nesebe
dayalı
olan varisleri
arasına girer. Hastanın sahih olan ve sahih olmayan
ikrârı hususundaki sözlerin
tamamı şartlarının beyanı ile birlikte hastanın ikrarı konusunda geçti. Yine biz bunu Mültekâ'nın
nazmu'l-teraizi üzerine yazdığım.
er-Rahîku'l-Mahtum Şerhi Kalâidi'd-Durru'l-Manzum
ismindeki
eserimde de yazdım.
Câmiu'l-Fusûleyn'in yirmi dokuzuncu
faslının sonundaki çok önemli meseleler
vardır, oraya müracaat
etmek gerekir.
«Nesebi sâbit olmayıp ilh...» Bu ikinci bir kayıttır.
Şârih bunun muhterizini de beyan
etmiştir.
Sirâciye'de
üçüncü bir kayıt daha vardır. O da Mukirrin ikrârı üzere ölmesidir. Zira
ikrârından
döndüğü
takdirde ikrârı hesaba katılmaz ve mukarrun leh de miras alamaz.
Bu sıfatlar
mukarrun lehte toplandığı takdirde. bize göre zikredilen sırada vâris
olur. Çünkü mukir
iki şeye ikrâr
etmiştir; birisi nesep, diğeri ise miras sebebiyle malda hak sahibi olmasıdır. Şu kadar
var ki nesebi
ikrârı bâtıldır. Çünkü bu mukarrun lehin nesebini başkasına
yüklemektedir. Başkası
aleyhindeki
ikrar ise bir iddiâdır, dinlenmez. Mal ile ikrârı ise sahih olarak kalır. Çünkü mukarrun
lehin bilinen
bir vârisi olmadığı takdirde bu ikrâr başkasına
geçmez. Yâni bu ikrar manen vasiyet
olur. Bundan
dolayı da ondan dönmek caizdir. Bu miras
mukarrun lehin ne ferilerine (çocuklarına)
ne de aslına (atalarına) intikâl eder.
«Mukarrun
aleyhin onu tasdiki ile ilh...» Yâni
mukarrin babası: «Evet o, benim oğlum ve senin
kardeşindir» derse veya
vârisler ikrâr ehlinden olupta mukirri tasdik etseler yine aynıdır.
Ruhu'ş-Şurûh'tan... Burada «varislerden»
maksat, mukirrin vârisleridir. Yâni mukirrin çocuklarının
«Evet, o
amcamızdır» demeleridir. T,
«...Veya
mukirrin ikrârı gibi ikrâr etmesiyle ilh...» Yâni mukirrin ikrârını bilmeden, «o. benim
oğlumdur»
demesiyle... Zira eğer bilmiş olursa o zaman onun ikrarı mukirrin ikrârını
tasdik olur.
Zâhir olan
şudur: Kişi nesebini kendi üzerine yüklerse, başka birisi ikrâr etmese bile ondan ve
başkasından da kasden miras alır. Bunu T.
ifade etmiştir.
«Veya başka
bir erkeğin şehadet etmesiyle ilh...» Yâni mukirrin ikrarı ile birlikte başka bir kişi de
şahitlik etse. Şârih, hastanın ikrârı konusunda
«başkası hakkındaki ikrâr,
ancak burhanla sahih
olur. iki kişinin ikrârı da bundandır» demiştir.
Bundan anlaşılan şudur: Bu ikrarda şehâdet lafzı
gerekli değildir ve hastanın ikrarı vârisin ikrârı ile birlikte sahihtir.
Muris ikrâr etmese bile böyledir.
«Mukir ikrârından dönse bile ilh...» Ruhu'ş-Şuruh'ta şöyle denilmiştir: «Bilinmelidir ki; mukarrin
ikrârı ile birlikte başka bir kişi de şahitlik etse, veya
mukarrun aleyh yada varisleri ikrara ehil olup
da onu tasdik
etseler, o zaman mûkirrin ölümüne kadar ikrârı üzere ısrar etmesi şart
değildir.
Dolayısıyla ikrarından dönmesinin bir faydası
yoktur. Çünkü o zaman nesep sâbit
olmuştur.»
Sekbu'l-Enhur'da
: «Mukirrin ikrârından dönmesi sahihtir,
çünkü ikrar manen bir vasiyettir.
Dolayısıyla mukarrun leh onun terekesinden birşey alamaz» denilmektedir.
Sirâciye'nin
Minhâc adlı şerhinde de şöyle
denilmiştir: «Mukirrin ikrardan dönmesi, rücûundan
evvel mukarrun aleyhin onun ikrârını tasdik
etmediği veya onun ikrârı ikrârda bulunmadığı
takdirde
sahihtir. ilh...»
Buna göre,
Minah'ın Sîrâciye'nin bazı
şerhlerinden naklettiği «Bu rücûun sahih olması, mukarrun
leh tasdik etmediği takdirdedir.» sözünün doğrusu, «mukarrun aleyh tasdik
etmediği takdirde»
şeklinde olmalıdır. Nitekim ben bunu elimdeki
nüshada, âlimlerden birisinin el yazısı ile düzeltilmiş
olarak gördüm.
«Mukarrun leh
mukirrin ikrârını rücûundan evvel tasdik etse bile
ilh...» Bu cümle hiç olmasaydı
daha doğru
olurdu: Şârihin bunu yazmasına sebep. Minah'ın geçen
ibaresidir. Halbuki onun
ibaresinde
doğru olan şekli ben de gördün. Çünkü mukarrun lehin ikrarı nesebi olarak ispat etmez.
Çünkü nesebin
sübutu ile o menfaatlenecektir. dolayısıyla o itham altındadır.
Mûkirrin ikrarı ile
sabit olmayan
nesep, itham altında olan mukarrun lehin tasdiki ile nasıl sabit olur?
Binaenaleyh
Ruhu'ş-Şuruh
ve diğer kitaplardaki ifade nesebin mukarrun lehin değil, mukarrun aleyhin tasdiki ile
sabit olmasına delâlet eder. Bu hususta geniş
bilgi «hastanın ikrarı» bâbından öğrenilebilir. Oraya
müracaat et.
«Kendisine
terikenin... vasiyet edilen ilh...»
Yâni adı geçen varislerden hiç birisi olmadığı zaman,
malının
hepsinden musâ lehin hakkı verilmeye başlanır ve vasiyetin tamamı ödenir. Çünkü musa
lehin
terikenin üçtebirinden fazlasını almasına
engel varislerdir. Varislerden hiçkimse
bulunmayınca bize göre. ona vasiyet edilenin
tamamı verilir. Seyyid.
Aşikardır ki; burada maksat musâ lehin üçte
birden fazlasını, varislerin icazetine bağlı olmadan
istihkâk yoluyla almasıdır.
Demekki: «Üçte birden fazlasını alabilmesi için,
varislerin olmaması şart
değildir. zira
«onlar icâzet verirlerse üçtebirden fazlasını yine alabilirler» şeklinde
bir itiraz varid
olmaz.
«...Bir çeşit yakınlık
olmasıdır.» Doğrusu, Seyyid'in
: «onun için bir çeşit yakınlık vardır»
sözüdür.
«Bu
sayılanlardan hiçbirisi bulunmazsa
terike... hazineye konulur» Yâni üçte
birden fazlası vasiyet
edilen musâ leh de olmazsa, terikenin tamamı
hazineye konulur. Terikenin üçte
birinden fazla ama
tamamından azı
vasiyet edilmiş olan musâ leh varsa,
ondan arta kalanda hazineye
konulur. Şârih
burada «takdim
edilir» değil de «konulur» dedi, çünkü beytü'l-mâlden sonra başka birşey yoktur.
«Miras olarak değil ilh...» Bu söz Şafiîlerin
görüşünü nehyetmektedir. Zira Şafiîlerin
dediklerine şu
itiraz vârid
olûr: Kimsesiz ölen kişinin malı eğer hazineye miras olarak intikal
ederse, özel bir varisi
olmadığı
takdirde, malının üçte birini fakirlere vasiyet etmesi sahih olmaz. Çünkü bu varise vasiyet
sayılır. Bu
durumda da diğer varislerin icâzetine
tevakkuf eder. Ayrıca o maldan, mal sahibi
öldükten sonra
doğan çocuğa ve babası ile birlikte çocuğuna da verilir. Eğer miras
olsaydı bu
sahih olmazdı.
Şu kadar var ki Şafii mezhebinin muteahhir fakihleri, hazine muntazam olmadığı
takdirde bunun
reddine fetvâ vermişlerdir.
METİN
Metindeki
ibareye göre mirasın mânileri dörttür.
Bunlar:
1 - Kölelik: Mükâtep gibi nakış bile olsa kölelik irse manîdir. Ebû Hanife ve Mâlik'e göre
şahsın
yarısı köle olsa bile
yine aynıdır. İmameyne göre ise bir kısmı azâd edilen köle
hürdür. Dolayısıyla
miras alır ve hacbeder. İmam Şafiî ise, bir kısmı âzâd edilen kölenin miras alamayacağını
ama
kendisine mirasçı olunacağını söylemiştir. Ahmed
bin Hanbel ise, bir kısmı âzâd edilen kölenin
miras alacağını, malının miras olacağını ve
hür olduğu kadarıyla da hacb edeceğini
söyler.
Ben derim ki: Şafiînin zikrettiği bir meseleye göre halis köle olduğu halde
öldüğü takdirde ondan
miras alınır. Bu meselenin sureti şöyledir:
Müste'men
birisi, Darü'l-islâm'da yaralansa ve yaralı
olduğu halde darül-harbe iltihâk edip, orada
köle olsa ve o yara
nedeniyle köle olarak ölse. diyeti
varislerine verilir.
Bu hususta
bizim imamlarımızdan bir nakli görmedim. O halde araştırılsın.
2 - Kısası
veya keffareti gerektiren kati: Daha
önce geçtiği üzere. kısas ve keffaret babalık hürmeti
ile düşseler bile mirasa manidir.
Şafiîye göre
ise kâtil mutlak olarak miras alamaz.
Eğer kâtil, maktulden evvel ölürse
imamların
icmâı ile maktul ondan miras alır.
3 - İslâm ve
küfür şeklindeki din ayrılığı: İmam Ahmed:
«Kafir, terikenin taksiminden evvel
müslüman
olduğu takdirde varis olur.» demiştir.
Mürtede gelince; bize göre ona mirasçı olunur.
Şafiî ise buna, muhalefet etmiştir.
Ben derim ki: Şafiîler,
kafire mirasçı olunan bir mesele zikretmişlerdir. O meselenin
sureti şudur:
Kâfir, geride
hâmile olan hanımını bırakarak
ölse, ve biz anasının karnındaki cenine düşen mirası
durdursak,
sonra da kadın müslüman olsa ve çocuğunu doğursa, çocuk o mala varis olur.
Ben bu hususta
bizim imamlarımızın ise sarih birşey söylediklerini
görmedim.
4 - Bize göre
kâfirler arasındaki, ülkelerin
farklılığıdır: Şafiî buna da muhalefet etmiştir.
Bu ülkeler ister harbi ve zımmi gibi hakikaten muhtelif olsun, isterse müstemen ve zımmî veya bir
Çin'li ve bir
Hint'li gibi ayrı ayrı ülkelerden olan iki harbî gibi hükmen olsun hüküm
aynıdır. Çünkü
aralarındaki dokunulmazlık kesilmiştir. Ama müslümanlar böyle değillerdir.
Metinde Çinli
yerine Türk vardır. Metinler yazıldığında
henüz Türkler müslüman olmadıkları için.
Türk misal
verilmiştir. Yanlış değerlendirilmemesi
için kelimeyi değiştirdik. (Redaktör)
Ben derim ki: Mirâsa mani
alan hallerden bir diğeri de suda boğulanlar, yananlar, binaların
yıkıntıları altında kalanlar ve savaşta ölenlerde olduğu gibi, ölüm tarihinin bilinmemesidir. Nitekim
bu ileride de
gelecektir.
Yine mirâsa mâni olan diğer bir hal daha vardır ki o da varisin bilinmemesidir. Bu da beş
veya daha
fazla meselede söz konusudur. Bunlar Müctebâ'da tafsilatlı
olarak zikredilmişlerdir. Şu mesele de
vârisin meçhul
olduğu hallerdendir: Kadın. kendi çocuğu ile birlikte, başka bir çocuk emzirse ve
ölse, sonra hangisinin kadının çocuğu olduğu bilinmese
bunların ikisi de miras alamazlar.
Aynı şekilde süt annenin yanında bir müslümanın çocuğu
ile bir hıristiyanın çocuğu karışsalar ve
müslüman olarak
büyüseler ikisi de babalarından miras alamazlar.
Minye'de buna şu da ilâve edilmiştir: «Şu
kadar var ki, bunların ikisi anlaşırlarsa
her ikisi de
babalarından
miras alırlar ve aralarında taksim
ederler.»
İ Z A H
«Mânileri ilh...» Mâni lûgatta «hail» (perde) manasınadır.
Istılahta ise; sebebi mevcut olduktan
sonra, şahıstaki bir manadan dolayı hükmün nefyedilmesine sebep olan şeydir. Buna «mahrum» de
denilir. Şahsın dışındaki bir manadan dolayı hükmün yok
olması bu tarifin dışında kalmıştır. Zira o
mahcûbdur.
Veya, yabancı gibi, sebebin kâim olmaması da bu tariften
çıkar.
Buradaki manîden
murad vâris kılmaktan değil varis olmaktan men eden şeydir. Din ayrılığı gibi
bazı maniler her ikisine de mâni olsada maksat budur. Nitekim bunu Rahiku'l-Mahtûm'da beyan
ettim.
«Metindeki
ibareye
göre ilh...» Çünkü fukahadan bazıları bu dörtmâniye, başkalarını da ilâve
etmişlerdir.
Nitekim şârih de ileride zikredecektir.
«Mükâtep gibi
ilh...» Mükâtebin köleliğinin tam olup mülkiyetinin noksan olduğu
açıklanmıştı.
Burada doğru
olan, «müdebber ve ümmü'l-veled gibi» demesiydi. H. Şöyle de
denilebilir: Mükâtebin
köleliğinin kâmil olması,
müdebber ve ümmü'l-velede nispetledir. Bundan dolayı da mükâtebi
keffâret olarak
âzâd etmek caizdir. Mükâtep, kazancına da
mâliktir. Ümmü'l-veled ile müdebber ise
kazandıklarına mâlik değildirler.
Fakat
mükâtebin köleliği «halis köleye» nispetle noksandır. Çünkü müdebber ve ümmü'l-veled gibi
onda da,
hürriyet sebebi akdolunmuştur.
«Şahsın yarısı
köle olsa bile ilh...» O, bir kısmı âzâd edilmiş, geri kalanını da kölelikten kurtarmak
için çalışan kişidir. Böyle birisi İmamı Azâm'a
göre: tam olarak hürriyetine
kavuşmak için bir
dirhem de
borcu kalsa köle menzilesindedir.
İmameyn ise
onun hür olduğunu söyleyerek «o hürdür
ve borçludur dolayısıyla miras da
alır hacb
de eder» demişlerdir.
Bu ihtilafın
sebebi şudur: İmam'a göre âzâd, bölünme kabul eder. İmameyne göre ise etmez.
«İmam şafiî ise;
bir kısmı azad edilen köle miras almaz
ama ondan miras alınır demiştir.» Bazı
âlimler tarafından ise: «Şafiî'den naklolunan :
Onun ne miras
alacağı ne de kendisinden miras alınacağıdır»
denilmiştir. Şafiî kitaplarına müracaat
edilsin.
«...Ondan miras alınır.»
Yâni yaralamanın, evveline
istinad etme yoluyla... T.
«Ve yara
nedeniyle ilh...» Yâni, köle olmadan
önce ona isabet eden yaralanma
sebebiyle ölse ilh... T.
«Diyeti varislerine verilir ilh...» Yâni yaralanma vaktine bakılırsa diyeti varislerinin olur.
...Zira o yara
nedeniyle,
köle olmadan önce ölseydi onun mirası
varislerinin olurdu. öyle ise köle olduktan sonra
da mirası onlarındır. Çünkü ölüm sebebi köle olmadan evvel meydana
gelmişti. T.
«Bu hususta
bizim İmamlarımızdan bir nakil görmedim». Ama onlar birçok meselede
yaralanma
vaktine itibar
etmişlerdir. Buna göre bu bahsin de,
o meselelerden olması. mümkündür. Böyle bir
kölenin
ölümünün, efendisinin mülkiyetinde
iken vâki olduğunu söylemek de mümkündür. O
takdirde de
diyeti efendisinin olur. T.
Ben derim ki: Benim anladığım şudur: Cânî yani köleyi yaralayan
kimseye, bize göre, birşey
gerekmez. Zira müstemen bahsinde geçtiği üzere;
müstemen dârü'l-harbe döndüğü zaman,
dârü'l-İslâmda bir vedlû veya alacağı kalsa
sonra da esir edilse veya
dâru'l-harb halk mağlup ediIip
müstemen esir alınsa yada öldürülse, alacağı düşer, kendisinden gaspedilen
malı da vediası gibi
olur.
Ortağının yanında kalan veya ülkemizdeki
evinde kalan ise, fey olur. Harbîler mağlup
edilmeden
öldürülse veya ölse, o zaman
darü'l-îslâm'daki alacakları
ve
vediası vârisinin olur.
Çünkü onun
kendisi ganimet olmamıştır.
Onun diyeti cânînin üzerine olmadığı bilinmektedir.
O halde onun dâru'1-harbe dönüşü ve
köle
olması ile, o diyet düşer. O zaman diyet varislerinin de efendisinin de olmaz.
Çünkü cinayet
meydana geldiği zaman henüz efendisinin mülkiyetinde değildi. Zira efendisi onu
köle edindiği
zaman o yaralı idi. Bundan dolayı da
efendisi cânîden birşey talep etme hakkına sahip
değildir.
«Kısası veya
keffareti gerektiren ilh...» Bunlardan
birincisi, amden öldürmektedir. O da maktulü
kesici bir alet veya organları parçalamada onun yerine
geçen birşey ile, kasden vurarak
öldürmektir.
İkincisi ise üç kısımdır:
Bunlar: Şibh-i amd. Sopa gibi, çoğunlukla öldürmeyen
birşey ile, ölümünü
kasdederek vurmaktır, hatâen öldürmektir: Bir ara silah atıp bir insana
isabet edip öldürmesi gibi
olan öldürme
veya uykudaki bir kimsenin bir şahıs üzerine yuvarlanarak onu
öldürmesi yada bir
kişinin üzerine
damdan düşerek öldürmesi gibidir. Amden öldürmenin
yerine geçer. Demekki
sebebiyet vererek öldürmek bu hükmün haricindedir.
Zira sebep olarak öldürmek kısas ve keffareti
icap ettirmez.
Meselâ birisi yola
balkon çıkarsa veya kuyu kazsa yada bir taş koysa ve bu yüzden de
mûrisi ölse, yahut
bir hayvanı sürse veya çekse de, o hayvan
mûrisini çiğnese, mûrisini kısasen
veya recmen yahutda kendisini müdafaa etmek için
öldürse, mûrisini kendi evinde
öldürülmüş
olarak bulsa, kendisi
âdil bir hükümdar murisi de bâğî
olsa ve onu öldürse, eğer «ben onu haklı
olduğum halde
öldürdüm ve şu onda da haklıyım» dese
öldüren mirasçı olur.
Çocuğun ve
delinin, bizzat kendilerinin
öldürmeleri de mirasa mani değildir. Çünkü bunların
öldürülmeleri
ne kısası ne de keffareti
gerektirir. Bu bahsin tamamı Sekbu'l-Enhûr ve diğer
kitaplardadır. Havî'l-Zâhidi'de de remizli olarak şöyle denilmiştir: «Koca, zinadan dolayı karısını
veya kadın mahremlerinden bir akrabasını
öldürse, bize göre ondan miras alır,
Şâfii ise aksi
görüştedir.
Yâni zinanın tahakkuku ile.. Ama
memleketimizde köylerdeki çiftçiler arasında olduğu
gibi yalnız zina ithamı ile öldürürse vâris olamaz.
Bunu bil. Remlî.
Burada :
Keffâretin «gerektiren» sözü ile kayıtlanması, çoğunlukla vaki olduğu sözü keffâretin
müstehap
olduğu, öldürmede de hüküm aynıdır.
Meselâ, bir adam bir kadını dövse ve
kadın ölü bir
cenin düşürse, adam onun gurresini verir, ayrıca keffâret ödemesi de müstehaptır. Bu durumdaki
adam keffâret
müstehap olduğu halde ceninin mirasından mahrum olur.
Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yâni cinayetler kitabından...
Şafîîye göre
katil mutlak olarak ilh...» Yani ister haklı olsun ister haksız,
ister mübaşereten
öldürsün,
ister olmasın... Katle Şehâdet ile veya katle şahitlik edeni tezkiye ile de olsa hüküm
aynıdır.
«Eğer kâtil maktûlden evvel ölürse ilh...» Yâni yatağa
düşecek şeklide yaralasa ve katil ondan
evvel
ölse maktul icmâ ile ondan miras alır.
«İslâm ve
küfür şeklindeki ilh...» Musannıfın, «İslâm ve küfür» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Bize
göre. dinleri
değişik bile olsa kafirler kendi aralarında birbirlerinden miras alırlar.
Zira küfrün hepsi
bir millettir.
«Mürtede
gelince: Bize göre ona mirasçı olunur». Yâni müslüman iken kazandığına
mirascı olunur.
Mürted iken
kazandığı ise müslümanlar için feydir. İmameyne göre
ise, mürted iken kazandığıda,
mürted kadının
kazandığı gibi, müslüman varisinindir.
«Ama Şafiî buna muhalefet etmiştir. » İmam
Şafiî, mürtedin her iki kazancının da, hazineye
konulacağını söylemiştir.
«... Sonra da kadın müslüman olsa ilh...» Yâni
kocasının ölümünden sonra... Ama eğer
kocasının
ölümünden evvel müslüman olursa, zahir olan ceninin
varis olmayacağıdır. Bu konuda ihtilaf
yoktur. Çünkü
o, annesinin bir parçasıdır ve mûrisi öldüğü zaman müslümandır. Doğum anında da
annesine tebaen müslümandır. Bu mesele bir fetvâ vakıasıdır.
«Ben bu
hususta bizim İmamlarımızın ise sarih
birşey söylediklerini görmedim» Ben derim ki:
Şârihin bunu
«sarih olarak» sözüyle kayıtlamasına
sebep: İmamların sözlerinin açık bir
delâletle
ceninin miras alacağına
delâlet edişidir, İmamların : «Ceninin mirası» sözleri, bu kabildendir.
Çünkü onlar
mirası haml olduğu halde, cenine izafe etmişlerdir. Onların,
ceninin canlı olarak
çıkmasını şart koşmaları ise, mûhsi öldüğü
zaman, onun varlığının tahakkuku
içindir. Bundan
dolayı da bize: «Malik olan bir cansız
vardır, o da nutfedir» denilmektedir.
Zâhiriye'den
naklen Hamevî hâşiyesinde şöyle
denilmiştir: «Cenin anneden ölü olarak çıktığı
zaman: Kendi kendine çıkmışsa varis olamaz. Ama eğer annesinden bir müdahale ile
ayrılırsa o
zaman varisler
cümlesinden olur. Bunun izahı
şöyledir:
Bir kişi bir kadının karnına vursa ve kadın
ölü bir cenin
düşürse bu cenin varis olur. Çünkü şâri canlı
üzerinde işlenen cinayette
tazminatı
vacip kıldığı
gibi kadının kamına vuran kişiye de
gurreyi vâcip kılmıştır.
Buna cinayette
hükmettiğimize göre ölü olarak
düşen cenine miras düşer ve ona düşen mirasda
varislerine
miras olur. Nitekim nefsinin bedeli olan gurrede miras olur.
Ben derim ki: Fakihler hamli, anasından
ayrılmadan önce cenin olduğu halde hem
varis hem de
muris kılmışlardır. Murisinin ölümü anında cenin müslüman
değildi. O halde mirasta hak sahibi
olduğunda mânî
mevcut değildi. Mâni, istihkâktan
sonra ortaya çıktı. Buna göre;
ceninin durumu,
kâfir olan
mûrisî öldükten sonra müslüman olana benzer. Zira hakikatte
ceninin miras alması,
müslümanın
kâfirden miras alması değil, kâfirin kafirden miras
almasıdır. Bize göre. mürted
meselesinde, müslümanın kâfirden miras alması tasavvur
edilir.
«Bize göre kafirler arasındaki ülkelerin
farklılığıdır». iki ülkenin farklılığı hem askeri yönden
hem
de. otorite
farklılığı yönündendir. Şöyleki: Liderlerden birisi Hindistan'da olup, kendisinin
bir ülkesi
ve ülkesini
koruyan askeri olsa diğeri de Türkistan'da olup, bir ülkesi ve ülkesini koruyan askeri
bulunsa, saldırmazlık
kesilse de bunlardan her
biri diğerinin katlini helâl kılsa.
o zaman bu ülkeler
farklıdırlar.
Ülkelerin farklılığı sebebiyle aralarındaki
verâset kesilir. Çünkü verâset
dokunmazlık ve velâyet
üzerine bina
edilir. Ama düşmanlarına karşı kendi aralarında yardımlaşıp, birbirlerine
destek
olurlarsa o zaman ülke bir olup, verâset sabit olur.
Sonra
bilinmelidir ki; ihtilaf: Ya, harbi ile zımmî ve geçen manaya göre iki ayrı ülkede yaşayan iki
harbi gibi
hakikaten ve hükmen, yada bizim
ülkemizdeki müstemen ve zımmî gibi
sadece hükmen
olur. Zira ülke
hakikatte bir olsa bile hükmen muhteliftir. Çünkü müstemen hükmen darü'l-harp
halkındandır,
zira oraya dönme imkânına sahiptir.
Yahutta ülkemizdeki bir müstemen ve
daru'l-harpteki bir harbi gibi sadece hakikaten
muhtelif olur. Zira ülke hakikaten muhtelif olsa bile,
senin müstemen
hükmen dûru'l-harp vatandaşıdır. O halde
her ikisi de hükmen birdirler. Bu
sonuncusunda,
müstemen bizim ülkemizde öldüğü takdirde malı harbi olan varisi'ne verilir. Çünkü
malındaki emân, onun hakkından dolayı bâkidir. Onun hakkından dolayı malı varisine ulaştırılır.
Kitapların
çoğunda böyle denilmektedir. Bu durumda onun
emân hükmünün devamı, malının
hazineye devredilmesine mâni olur. Siraciye'ye, musannıfı tarafından yazılan şerhte buna muhalefet
edilmlştlr. Bu
muhalefete Durru'I-Mültekâ ve
Sekbu'l-Enhûr'da dikkat çekilmiştir.
Ben derim ki: Bununla anlaşılmış oldu ki: Mirasa mâni
olan, ülke ihtilafı, sadece hakikaten muhtelif
olması değil, ister hakikaten muhtelif olsun ister
olmasın, hükmen muhtelif olmalarıdır. Bu da
Zeylaî'nin dediğidir. Zeylaî şöyle
demektedir: «Mirasta müessir olan mâni, ülkelerin hükmen
muhtelif
olmasıdır. Şayet hükmen muhtelif olmayıp hakikaten muhtelif olsa ona itibar edilmez.»
«... Hakikaten İlh...» Yâni bildiğin gibi aynı zamanda hükmen de muhtelif ise...
«Harbi ve
zımmî gibi ilh...» Yâni harbi
darü'l-harpte öldüğü takdirde, onun
bizim ülkemizde zımmî
bir varisi
olsa, veya ülkemizde bir zımmî ölse ve onun dârû'l-harpte bir varisi olsa, bunlardan biri
diğerinden
miras alamaz. Zira zımmî ve harbi aynı dinden olsalar bile ülkeler hem hakikaten hem de
hükmen
muhteliftirler.
«Veya hükmen
ilh...» Yâni sadece hükmen...
«İki harbi gibi ilh...» Sirâciye'de de böyledir.
Orada şunlar do yer almıştır: O daha öncede
söylediğimiz gibi, hakikaten ve hükmen ülkelerin
ihtilafındandır. Ancak her iki harbinin de
hakiketen iki ayrı ülkeden olduklarına hamledilmesi
müstesnâ. Ama ikisi de bizim ülkemizde
müstemendirler. Dolayısıyla
ikisi de hakikaten tek ülkeden. hükmen ise iki ayrı ülkedendirler.
Bu yorumu da sârihin «iki ülkede» değilde, «iki ülkeden»
ifadesi teyid etmektedir.
Şârih için evlâ olan, «iki harbî» yerine «iki müstemen» demesiydi. Zannediyorum
Şârih bu
evleviyyeti
bunun her iki ihtilafa da misal olabileceğine işaret etmek için terketmiştir. Bunu Seyyid
ifade etmiştir
ve bu bahsin tamamı oradadır.
Müslümanlar
böyle değillerdir» Yâni ülke ihtilafı,
müslümanlar hakkında geçerli değildir.
Nitekim bütün
şerhlerde de böyledir. Hatta müslüman bir tacir veya
müslüman bir esir dârü'l-harpte
ölse, onun
darû'l-islâm'daki varisleri ondan miras alırlar. Sekbû'l-Enhûr'da
da böyle denilmektedir.
ibnu'l-Hanbeli'nin Siraciye şerhinde
şöyle denilmiştir: İtabî'nin: «Bir kimse
müslüman olsa fakat,
bizim ülkemize hicret etmese, memleketimizdeki
aslî bir müslümandan miras alamaz. Aslî bir
müslüman da ister müstemen olsun ister olmasın
darû'l-harpte müslüman olup ülkemize
hicret
etmeyenden
miras alamaz.» sözlerine gelince, bu sözlere âlimlerimizden biri
şu sözleri ile
reddetmiştir.
«Bana öyle geliyorki İtâbî'nin bu görüşü, islamın başlangıcı yani hicretin farz olduğu
zamanla ilgilidir. Nitekim Allah Teâlâ hicret eden ile etmeyen arasındaki velâyeti
şu ayetle
nefyetmiştir. «...İnanıp hicret etmeyenlere, hicret edinceye kadar sizin dostluğunuz
yoktur.»
Hicret eden ile
etmeyen arasında velayet bulunmayınca, varislik de bulunmaz.
Çünkü miras
velâyete bağlıdır. Günümüzde ise bunların birbirlerine varis olmaları uygundur.
Çünkü
Resûlullah'ın
«Fetihten sonra hicret yoktur»
hadisi ile hicretin hükmü neshedilmiştir.
«İleri de de geleceği
gibi ilh...» Yâni «yananlar ve boğulanlar» faslında...
«Beş veya daha fazla meselededir.» Şârih «veya
daha fazla» sözünü. Müctebâ'ya uyarak, varisin
mechuliyetinin
beş meselede hasredilmeyeceğine
işaret etmek için eklemiştir. Çünkü
beş mesele
dışında. daha
başkalarının da eklenmesi
mümkündür. Düşün.
Şârih, bu meselelerden
ikisini zikretmiştir. Üçüncüsü
şudur: Bir kişi çocuğunu gece cami
avlusuna
bıraksa ve
sabahleyin pişman olup çocuğunu
almaya gittiğinde orada iki çocuk olduğunu
görse ve
kendi
çocuğunun hangisi olduğunu bilemese; bunlardan hangisinin kendi çocuğu olduğu
anlaşılmadan ölse, bu çocuklardan hiçbirisi
ona mirascı olamaz, malı hazineye konulur ve
çocukların nafakaları hazineden karşılanır. Ayrıca çocuklarda
birbirlerinden miras alamazlar.
Yine bu
meselelerden dördüncüsü de şudur: Hür bir kadın ile bir cariye karanlık bir
odada doğum
yaparak birer tane erkek
çocuk doğursalar ve hür kadının çocuğu
câriyeninkinden ayırdedilmese
onlardan
hiçbiri hür kadından miras alamaz.
Ve çocuklardan herbiri, cariyenin
efendisi için çalışır.
Beşincisi de şudur: Birisinin, hür bir kadından,
başka birinin de cariye olan karısından bir oğlu
olsa, her iki çocuğu da büyüyünceye kadar bir sütannesi emzirse
ve hangisinin hür kadının çocuğu
olduğu
bilinmese çocukların ikisi de hürdür ve herbiri kıymetinin yarısı kadar
cariyenin efendisi için
çalışır. Ondan miras da alamazlar.
«Anlaşsalar
ilh...» Yani o iki çocuk anlaşsalar...
Çünkü miras onları aşmaz. Kim bir hisse alırsa
hakikatte ancak o varistir ve oldığı da kendi payındandır.
Diğerinin aldığı da hak sahibinden hibe
olur. Zâhir
olan şu ki bu, geçen meseleye câridir. T.
Ben derim ki
Aksine bu geçen bütün meselelere caridir. Yukarda geçen «malının hazineye»
konulacağı
hükmü de, «sulh etmedikleri takdirde hazineye konulur» şeklinde
yorumlanır.
EK:
Bu durumda,
mânilerin tamamı altı olmaktadır. Ulemâdan bazıları, nübüvvetin de mirasa mani olan
şeylerden
olduğunu söylemişlerdir. Zira Resulûllah'ın Buhari ve Müslim'deki «Biz
peygamberler
topluluğu,
kimseyi varis etmeyiz. Bizim
terikemiz sadakadır.» hadisi bunu göstermektedir.
Tetîmme'den naklen Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Her insan varis de olur, miras da
bırakır. Ama
Peygamberler
müstesnadır. Onlar ne varis olur ne de
miras bırakırlar.»
Bazılarının,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Hz. Hatice'den
miras aldığı yolundaki sözleri
sahih değildir.
Hz. Hatice malını,
sağlığında iken ona hibe etmiştir.
Ben derim ki: İbn Kemâl'in ve Sekbu'l-Enhûr'un sözleri ise Peygamberlerin de miras alacaklarını
bildirmektedir. Bu bahsin tamamı Rahiku'l-Mahtum'dadır.
Ulemadan bazıları
bu manilere, riddeti (dinden çıkma) de ilâve etmişlerdir. Çünkü mürted, icmâ
ile,
hiç kimseden miras alamaz. Mürtedin kimseden
miras alamayacağı din ihtilafından
dolayı değildir.
Zira,
konusunda bilindiği üzere, mürtedin
dini yoktur. Buna göre mirasın
mânileri sekiz olur.
Ulemadan bazıları ise dokuzuncu mâni olarakda, ilânı ilâve etmişlerdir. Duru'l-Müntekâ'da şöyle
denilmiştir: Aslında
mâniler beştir: Dördü metinde zikredilenler, beşincisi de
riddetdir. Bu ser'î bir
araştırma ile bilinmiştir.
Bu beş mânie ilâve edilenlere gelince, onlara mâni demek mecâzîdir. Zira, onunla mirasçı
olunmaması bir
mâninin varlığından değil, şartın veya
sebebin yok olmasındandır.
Bunun izahı
şudur: Miras olmanın şartı varisin, mûris
öldüğü zaman hayatta olmasıdır. Bu şart
da,
ölüm tarihi
meçhul olanda mevcut değildir. Çünkü
şartın mevcudiyeti bilinmemektedir.
Şekk ile
veraset sâbit
olmaz. Varisin meçhuliyetine gelince o
da aynıdır.
Meçhul olan varis mefkûdda olduğu
gibi, hükmen ölü gibidir.
Lian yoluyla
reddedilen çocuğa gelince o, babasına babasıda ondan varis alamaz,
çünkü nesebi
kesiktir. Demekki onun miras alamaması, aslında sebebin bulunmamasındandır. O da, babasına
nispet edilmesidir.
Nûbûvvette şartın veya sebebin bulunmamasına
gelince, bunda söylenecek hayli söz
var. Bunlar
Rahiku'l-Mahtum adlı şerhimizden
öğrenilebilir. âhir olan şu ki: Nübûvvetin mirasa mâni
olmamasındaki illet, nübûvvetin mûriste kâim olan bir manâ
olmasıdır. Mâni ise, vâriste kâim olan
bir manadan
dolayı olur. Nitekim onu manîînin
tarifinde söylemiştik.
BİR EK:
Şafiîler
devr-i hükmîyi de mânilerden saymışlardır. Devr-i hükmî şudur: Birisini varis kılmanın
varisin yokluğunu gerektirmesidir. Meselâ bir kişi varis olarak
sadece kardeşini bırakarak ölse,
kardeş de ölen kişinin bir oğlu olduğunu ikrar etse,
o çocuğun nesebi sabit olur. Ama
Şafiîlere göre
vâris olamaz.
Çünkü varis olacak olsa, kardeşi hacbeder,
dolayısıyla kardeşin ikrârı
kabul edilmez
ve çocuğun da
nesebi sabit olmaz, o zaman miras alamaz.
Çünkü çocuğa miras ispât etmek, onun
nefyine vesile olur. O zaman da temelden nehyedilmiş olur.
Bunu ulemamız zikretmemişlerdir.
Çünkü mukirrin
ikrârı yalnız kendi hakkında sahihtir. Buna
göre çocuk miras alır, kardeş
ise
alamaz. Ben bu bahsi nakille teyid ederek Rahiku'I-Mahtûm adlı eserimde tahkik ettim.
Bu bahsin
tamamı
hastanın ikrarı bâbında geçmiştir.
M E T İ N
Musannıf,
mirasa mâni olan şeyleri
beyan ettikten sonra, zevce (hanım) ile başlayarak
ashâbı feraizi
(belirli hisse sahiplerini) açıklamaya başladı. Konuya hanımla başlamasına sebep, onun
üremenin
aslı oluşudur.
Zira çocuklar ondan doğar. Musannıf şöyle demiştir: Mirastan bir veya daha fazla
hanım için çocuk ile veya
çocuğun oğlu ile birlikte farz olarak verilecek hisse sekizde birdir.
Ama
ne kadar aşağıda olursa olsun kızın oğlu ile
birlikte ise, hakkı dörtte birdir. ÖIenin çocuğu veya
çocuğun oğlu
olmadığı takdirde hanıma yine dörtte
bir verilir.
Demekki hanımın iki halı vardır: 1 - Kişi çocuksuz
olarak ölürse hanımın hakkı dörtte bir, 2 - Çocuk
bırakarak ölürse sekizde birdir.
Bir veya daha fazla koca için, mirastan
farz olarak verilen dörttebirdir. Kocanın birden fazla olması
şöyle olur: İki veya daha fazla kişiden her biri ölen bir kadının
kendi nikahlı karısı olduğunu iddia
eder ve hepsi
delil getirir. Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir, ve bunlardan hiçbiri
kadınla cinsi ilişki
kurmamıştır. İşte o zaman bu adamlar tek bir koca gibi kadının
mirasını taksim
ederler. Çünkü
aralarında tercih sebebi yoktur.
Koca karısının çocuğu ile veya karısının oğlunun
çocuğu ile beraber olursa rubu alır. Karısının
çocuğu veya karısının
oğlunun çocuğu olmadığı takdirde ise
mirasın yarısını alır. Buna göre
kocanın iki hali vardır. yarı veya dörtte bir.
Baba ve
dedenin üç hali vardır: ,
1 - Farzı
mutlak ki bu altıda birdir: Bu ölen çocuğu Veya oğlunun çocuğu ile birlikte olması
durumundadır.
2 - Ta'sibi
mutlak (mutlak asabe) öleni ve oğlunun çocuğu olmadığı takdirdedir.
3 - Asabelikle
birlikte farz (farz meatta'sib): ölenin kızı veya oğlunun kızı ile
birlik hem farz'ını
(hissesini) alır hem de asabe olur.
Ben derim ki: Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Onüç mesele
dışında baba gibidir. Bunların beşi ferâizde
kalanları da başka
konulardadır.
Musannıfın
oğlu Fusuleyn'den naklen Zevâhir adlı eserinde
bunlara şu meseleyi de eklemiştir:
Baba küçük çocuğunun nikah mihrini kefil olsa ve onu ödese, eğer rucû etmeyi (oğlundan almayı)
şart koşmuşsa, alabilir.
Eğer şart koşmamışsa alamaz.
Eğer babanın yerine başka bir veli veya vasi
olursa mutlak
olarak, ((şart koşsada koşmasada)
rucû eder.
«Baba yerine
başka bir veli» sözü dedeyi de kapsar.
Demekki dede de vasi gibi, rücûu şart
koşmasa bile rücû edebilir. Baba ise böyle değildir.
i Z A H
«Çünkü o,
üremenin aslıdır». Yâni aslın ve ferlerin doğumunun aslıdır. Ekseriyetle, hepsi onun
evladıdırlar.
Çünkü doğum bazen cariye edinme ilede olur. Hanım bu itlbarla
anne olsada onun
zevcelik
özelliği, annelik özelliğinden evveldir.
Bundan dolayı da anne önce zikredilmedi.
Düşün.
«Çocuk ile ilh...» Yâni ister erkek olsun ister dişi
ölen kocanın çocuğu ile birlikte... Ölen kocanın
çocuğu başka bir kadından olsa bile durum aynıdır.
«Ölen bir kadının, kendi nikahlı karıları olduğunu
ilh...» Ama eğer böyle bir durumda o
kadın sağ
olsa adamların delilleri birbirlerini bâtıl
kılarlar. O zaman kadın kendisini tekzip ettiği kişinin
yanında değilse ve adam onunla cinsi ilişki kurmamışsa,
kadın erkeklerden hangisini tasdik
ederse
onun
karısıdır. Eğer her iki erkek de
evliliklerine tarih belirtirlerse, hangisinin tarihi daha eski
ise o
kadında daha müstehıktır. T.
«Delil getirir
ilh...» Bahr'da «iki kişinin
davası» konusunda şöyle denilmiştir: «iki kişi, bir kadının
ölümünden
sonra, onun kendi nikahlısı olduğuna delil getirseler ve tarih göstermeseler
veya tarih
gösterseler ama her ikisinin
tarihi aynı olsa. kadının nikâhının
her ikisine ait olduğuna hükmedilir
ve bunlardan
herbiri kadının mehrinin yarısını verir. Kadın ölünce de bir kocanın mirasını alırlar.
Kadın bir
çocuk doğurduğunda nesebi her ikisinden de sâbit olur. Dolayısıyle o çocuk
her ikisinden
de tam bir
evlat mirası alır. Ama adamların her
ikisi, o çocuktan bir tek baba mirası alırlar.
Hülâsa'da da böyle
denilmektedir.» Münyetü'l-Müfti'de de bu konuda ikrar ile zilliyete itibar
edilemez.» denilmiştir.
Bunun benzeri
Camiu'l-Fusuleyn'de de vardır.
«Kadın ise
bunlardan hiçbirinin evinde değildir ilh...» Bu, Ruhu'ş-şuruh'taki şu ibarenin manasıdır:
O kadın onlardan
hiçbirinin zilliyetinde olmasa..» Bunun
muhalif mefhumu zilliyete itibar
edileceğini gösterir. Bu ise bizim biraz evvel söylediğimizin
aksinedir.
«Koca mtrasın
yorısını alır.» Mirastan hakkı yarı
olanların dördü Ise zlkredilmemiştir. Halbuki diğer
farz (hisse)
larda olduğu gibi onları da burada zikretse idi uygun olurdu.
Bunlar kız, -kızı olmadığı
zaman- oğlunun
kızı, anababa bir kızkardeş, -anababa bir kızkardeş
olmadığı zaman- baba bir
kızkardeştir. Bu saydığımız farz sahipleri, kendilerinin asabe yapacak varis olmadığı takdirde yarı
alırlar.
«Dede ilh...» Yâni eğer ölü ile kendisi arasında bir kadın girmemişse baba olmadığı zaman
dede
baba gibidir.
Bu da ceddi şahihtir. Eğer, ölüye nispetinde araya anne girmişse
o, ceddi fasit olup
torunundan
miras almaz, ancak zevi'l-erhâmdandır. Çünkü annenin, ölüyü dedeye nispette araya
girmesi nesebi keser.
Zira nesep babalara aittir. Zeylai.
«Farzı mutlak». Yâni asabelik, takdir edilmiş olan
hisseye eklenmez.
«Çocuk veya ölenin oğlunun çocuğu ile birlikte ilh...» Musannıf bunu farzı mutlak
ile kayıtladı. O
halde «çocuğu» da «erkek
(oğul) olarak kayıtlamalıydı. Çünkü çocuk kızı da kapsar. Ancak,
musannıf bunu,
ibarenin devamından anlaşıldığı için terketmiştir.
«Kızı ile veya
oğlunun kızı ile birlikte ilh...» Zira
babaya farz (hisse) olarak
altıda bir verilir, kızına
veya oğlunun kızına da yarım verilir. Geri kalan ise
asabe olarak yine babanındır.
«Bunların beşi
farâizde ilh...» Bunlar:
1 - Annesi onunla (baba ile) birlikte vâris olmaz, ama dede ile varis olur.
2 - Birisi ölse
ve geride annesi ve babası ve bir de karısı
kalsa :
O zaman anne hanımının hissesi çıktıktan sonra geri
kalanın üçte birini alır. Şayet burada baba
yerine dede olsaydı.
o zaman anne malın tamamının üçte birini alırdı. Ebû Yusuf'a göre ise
anne bu
durumda da kalanın
üçte birini alır.
3 -
Benu'la'yan (ana baba bir erkek kardeş) ve benu'l-allat (baba bir erkek kardeş)
baba ile icmâen
sakıt olurlar. Dede ile bir olduklarında ise : Ebû
Hanife'ye göre sakıt olurlar
ama İmameyn'e göre
olmazlar.
4 _ Mûtik'ın
(azâd edenin) babası, mûtıkın oğlu ile birlikte Ebû Yusuf'a göre velânın altıda birini alır.
Dede ise bir şey alamaz. Aksine velânın hepsi
oğulundur. Diğer imamlara göre ise dede velâdan
hiçbirşey
alamaz.
Birisi ölse ve geride mûtıkının dedesi ile. mûtukının kardeşi kalsa; Ebû Hanife'ye
göre: Mutikın
velâyeti dedeye aittir. İmameyne göre ise veli
ikisinindir. Eğer bu durumda dedenin
yerinde baba
olsa idi imamların ittifakı ile mirasın hepsi onun
olurdu. Minah'ta şöyle denilmiştir: «Beşinci
meselenin hükmü üçüncü meselenin hükmünden çıkarılmıştır.»
«Geri kalan meseleler de feraizin
dışındadırlar.»
1 - Kişi eğer «falan kişinin
akrabalarına vasiyet ettim» derse baba
bu vasiyete dahil olmaz. Dede ise
Zâhir-i rivayete göre dahil olur.
2 - Çocuğun
fitresi zengin olan babası üzerine vaciptir, dedesine ise vacip değildir.
3 - Eğer baba âzâd edilmiş olsa çocuğun velâsı dedenin
mevâlisine değil kendi mevâlisinedir.
4 - Küçük
çocuk babasının müslümanlığı ile müslüman olur, ama dedesinin
müslüman oluşu ile
müslüman olmaz.
5 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa, bıraktığı malda velâyet babanındır. Bu
durumda
baba ölenin
vasisi gibidir. Dede ise bunun hilafınadır.
6 - Nikah
velâyetinde; eğer küçük çocuğun
kardeşi ve dedesi olsa:
Ebû Yûsuf'a
göre çocuğu nikahlama velâyetinde,
ikisi ortaktırlar. İmamı Azâm'ın görüşüne göre ise
çocuğun nikah
velâyeti dedeye aittir. Eğer burada dede yerine baba olsaydı imamların
ittifakı ile
velâyet babasına olurdu.
7 - Babası ölse çocuk yetim olur. Çocuğu yetimlikten kurtarmak için dede babanın
yerine geçemez.
8 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa ve
malı olmasa: ölen adamın annesi ve
baba
tarafından
dedesi olsa küçük çocukların nafakaları üçe bölünerek
ikisine ait olur; üçte biri adamın
annesine üçte ikisi de dedesine aittir. Eğer dede
baba gibi olsaydı nafakanın hepsi onun
üzerine
olurdu. H.
Ben derim ki: Beşinci
şıkta üzerinde durulması gereken bir husus var. Çünkü «vasilerin şahadeti»
bahsinden
hemen önce geçtiği üzere çocuğun malında velâyet hakkı önce babasının, sonra
babasının,
vasisinin daha sonra babasının vasisinin, sonra dedenin, sonra dedenin vasisinin,
sonra hakimin, daha sonrada hakimin vasisinindir. Buna göre
baba ve babanın vasisi olmadığı
takdirde dede
yerine kaim oluyor. Demekki çocuğun
malının velâyetinde dede babaya
muhalif
değildir.
Altıncıda da
Minah'tan naklen geçen hüküm cârî olur.
Sekizincide, «ölünün annesi ve dedesi olsa» sözü
Eşbâh'ın bazı nüshalarındaki ifadeye uygundur.
Eşbâh'ın diğer
bazı nüshalarında da çocuklara raci olan, cemi zamiri ile «çocukların
anneleri ve
dedeleri olsa» şeklindedir
ve doğrusu da budur. Çünkü küçük çocuğun
nafakası mirası kadarıyla
en yakın akrabasının
üzerinedir. Nitekim metinlerde böyledir.
Yâni o çocuk öldüğü takdirde, yakın
akrabası ondan ne kadar miras alacaksa, o oranda nafaka verir. Buna göre buradaki «anneden»
maksat, çocukların anneleri olsa çocukların nafakalarının üçte birinin onun görevi olması doğru
olur. Kalanı
da dedenîn vazifesidir. Çünkü çocuklar öldüğü takdirde anneleri mallarının
üçte birini
alır.
Ama eğer «anne» den maksat. ölen babalarının
annesi ise o zaman ona çocukların nafakalarının
altıda biri
vacip olur. Çünkü onların ninesidir.
Ninenin hissesi ise üçtebir değil, altıdabirdir.
Demekki zamiri «onun annesi olsa» şeklinde ölüye
ircâ etmek doğru olmaz. Aksine zamirin
çocuklara ait olduğu ortaya çıkar. Bu izâhât.
benim Fettâhu'l-Âlim'in «feyz»inden anladığımdır.
«Musannıfın
oğlu... eklemiştir.» Ben derim kl: Yukarıdakilere
şunlarda îlâve edilebilir: Çocuğun
nafakası, fakir olan dedesine vacip değildir, dedesinin
müslüman olmasıyla çocuk müslüman
olmaz. Oğlu
hayatta olduğu halde dede bir çocuğun
kendi torunu olduğunu ikrâr etmiş
olsa.
sadece onun ikrârı ile nesep
sâbit olmaz. Seyyîd bunu Sirâciye şerhinde zikretmiştir. Ben de bir
diğerini daha
ilâve ettim ki. o da vasîlerin şehâdetleri» bahsinden hemen önce
geçti. O aynı
zamanda
Hâniye'de de olan şu ifadedir. Haniye
sahibi şöyle demiştir: «Ebû Hânife, vasî ile ölenin
babasını
birbirlerinden ayırmıştır; Vasî ölen kişinin borcunu ödemek iç.in terikeyi satar. Ölenin
babası ise terikeyi ölenin borçlarını ödemek için değil, çocuklara ait olan
borcu ödemek için satar.
Bu Hassaf'tan
nakledilen bir fâizdedir, hatırda tutulsun.
İmam Muhammed
ise, dedeyi baba yerine ikâme
etmiştir. Fetva Hassaf'ın kavli ile
verilir.
Bu meselenin
özeti şudur: Küçük çocuğun dedesi, bu meselede çocuğun dedesi,
bu meselede
çocuğun
babasına ve babasının vasîsine benzemez. Bir de ben gördüm ki, Vehbaniye sahibi bu
meseleyi aynı bahiste zikretmiştir.
«Baba küçük çocuğunun nikâh mehrine kefil olsa ilh...» Yâni bir baba
küçük oğlunun kansının
mehrine kefil olsa ve ödese...
«Eğer rûcû etmeyi
şart koşmuşsa alabilir.» Akit
zamanında çocuğun malı olmasa bile, rücûu şart
koşmuş ve
şahitde tutmuşsa. Camiu'l-Fusuleyn'den
bir de şu mesele alınmıştır: Kişi kendi
malından naklen ödeyerek
çocuğuna bir şey alsa ve alırken parayı
çocuğundan almaya niyet etse,
şahit
tutmamışsa diyaneten rücû ederek
alabilir, kazaen alamaz. Eğer çocuğuna
aldığı şey elbise
veya yiyecek
ise ve rücû edeceğine dair şahit tutarsa, şayet çocuğun malı varsa harcadığını
çocuktan alır. çocuğun malı yoksa alamaz. Çünkü onun giyeceği ve yiyeceği babasının
vazifesidir.
Eğer aldığı şey
bir köle veya çocuğa lazım olmayan birşey ise. şahit tuttuğu
takdirde malı olmasa
bile rücû edebilir,
şahit tutmamışsa rücû edemez.
Ben derim ki: Çocuğu evlendirmek babanın görevi değildir.
Eğer baba çocuğunu evlendirse ve
hanımının
mehrini ödese rücû edeceğine dair şahit tuttuğu takdirde, malı olmasa
bile rücû ederek
ondan alır.
«Eğer şart koşmamışsa rücû edemez.» örf
böyle olduğu için istihsanen rücû edemez.
Camiu'l-Fusuleyn.
«Mutlak olarak rücû eder». Yâni veli veya vasî rücû etmeyi şart koşmasalar bile rücû edebilirler.
Çünkü âdeten
veli veya vasî küçük çocuğun zevcesinin mehrini yüklenmezler.
M E T İ N
Annenin üç hali
vardır:
1 - Altıda bir: çocuğu veya oğlun çocuğu
ile, yada (erkek ve kız)
karışık olsalar bile, hangi yönden
olurlarsa olsunlar erkek veya kız kardeşlerden iki veya daha fazlası ile birlikte olması halidir.
2 - Yukarıda
geçenlerden hiçbiri olmadığı zaman,
3 - Kalanın
üçte biri: Baba ve karıkocadan biri ile birlikte olursa, onların
hissesinden kalanın üçte
birini alır.
Ninenin hissesi mutlak olarak altıdabirdir. Eğer
anneanne ve babaanne gibi birden fazla olurlarsa
hepsi altıda
birde ortaktırlar. Ninelerin altıda birde ortak olmaları
zikredilenler gibi sahih oldukları
takdirdedir.
fasit nine ise ileride de geleceği gibi zevi'l-erhamdandır.
Yine ninelerin ortak olması için
derece itibariyle
aynı seviyede olmaları gerekir, çünkü ileride de geleceği gibi yakın, uzağı mutlak
olarak hacbeder.
Ölenin kızı ile birlikte, oğlunun bir veya daha
fazla olan kızının üçte ikiyi tamamlamak için altıdabir
verilir.
Annebababir kızkardeş
ile birlikte bir veya daha fazla olan bababir kızkardeşe
de üçte ikiyi
tamamlamak için altıda bir verilir.
Anne bir olan
bir kardeşe altıdabir, iki veya daha fazlasına da üçtebir verilir. Bunların erkekleri
ve
kadınları eşittir.
Anne kendisi ile birlikte olduğunda altıdabir alacağı
bir varis olmadığı zaman, üçtebir alır. Nitekim
bu yukarda geçmişti.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi anne karıkocadan herhangi birinin hissesi çıktıktan
sonra kalanın üçte
birini alır.
Bu da, birisi ölüp, geride zevcesi ve anababası kaldığı durumda söz konusudur. Bu
durumda ona
dört' te bir verilir.
Eğer bir kadın ölse ve geride kocası ve anababası kalsa anneye altıdabir verilir. Ancak buna «...
anababası ona varis olur, anasına üçte bir vardır.» âyeti kerimesine göre, edeben «üçtebir» denilir.
Hissesi yarım
olanlardan iki veya daha fazlasına üçteiki verilir ki
bunlar beş sınıftır: Kız, oğulun kızı,
anababa bir kızkardeş,
bababir kızkardeş ve koca. Ancak
koca üçteiki almaz, çünkü o birden fazla
olmaz. Allah Teâlâ
en iyisini bilendir.
i Z A H
«Çocuğu veya oğulun çocuğu ile birlikte ilh...» ister erkek olsun ister
kız...
«Hangi yönden
olurlarsa olsunlar ilh...» Yâni, iki
veya daha fazla olan kardeşler, ister anababa bir
ister bababir
isterse anabir olsunlar...
«Karışık olsalar bile
ilh...» Yâni, bir veya daha fazla yönden erkek ve kadın
olsalar...
«Yukarda geçenlerden
hiçbiri olmadığı zaman...» Yâni çocuk oğlunun çocuğu
kardeşler ve
kızkardeşler baba ve kankocadan biri olmadığı
zaman...
«Kalanın üçte
birini de ilh...» ilerlde de geleceği gibi bunun
İçinde iki suret vardır. Tahtâvî
demiştir
ki: Şârih'in, bu iki halı. yani üçte bir ile kalanın
üçtebirini; musannıfın ileride zikretmesine rağmen
burada
zikretmesinin sebebi, annenin bütün hallerinin birbiri arkasına
zikredilmesinin evlâ
olduğuna
işaret etmektir.
«Mutlak olarak.» Yâni misal verildiği gibi ister anne tarafından
ninesi olsun ister baba tarafından...
«Sahih oldukları ilh...» Cedde-i sahila (sahih
nine) kendisi ile ölen kişi arasında
ceddi fasit (fasit
dede) olmayan
ninedir. Bu da üç kısımdır: Annenin annesinin annesi gibi yalnız kadınlarla
bağlanmış olan,
babanın babasının annesi gibi yalnız erkeklerle bağlanmış olan ve babanın
annesinin annesi
gibi yalnız kadınlarla erkeklerle
bağlanmış olandır.
Annenin
babasının annesi gibi olanlar ise bunun aksinedir. Çünkü o cedde1
faside (fasit nine) dir.
«Mutlak olarak ilh...» Yâni ister yakın, ister uzak olan kadın, anne tarafından dar
olsa baba
tarafından da
olsa eşittir. Ve yine
yakın olan kadın, babanını olmadığı
yerde annenin annesinin
annesi ile varis olmuş olsun baba ile hacbedilmiş olsun eşittir.
«ileride de geleceği
gibi ilh...» Yâni hacb
ahlatılırken gelecektir.
«ÖIenin kızı ile birlikte oğlunun bir kızı için
altıda bir vardır ilh...» Kızların
altı hali vardır: Bunlardan
üçü öz kızları
ve oğlunun kızlarında tahakkuk eder; bunlar, bir tanesi için
üçtebir, birden fazlası için
üçte iki almaları ve kızlarla birlikte erkek vâris
olması halinde de asabe olmalarıdır.
Üç halde sadece oğulun kızları içindir; birincisi musannıfın
zikrettiği. ikincisi oğulun kızları iki öz
kız veya daha fazlası ile mirastan mahrum
olurlar. Ancak onlarla birlikte, kendilerinden
yüksek
derecede olmayan bir erkek olursa o zaman o erkek
onları asabe yapar. Üçüncüsü oğulun kızları
öz
oğul ile mirastan mahrum olurlar. Bunun izahı ileride gelecektir.
«Bababir kızkardeşe...
altıda bir verilir ilh...» Anne bir olmayan kızkardeşlerin yedi
hali vardır.
Bunların beş
tanesi annebababir kızkardeşlerde
ve bababir kızkardeşlerde tahakkuk eder.
Bunların
üçü öz kız da
geçen hallerdir. Dördüncüsü: ölenin bababir kızkardeşleri kızları ile veya
oğlunun
kızları ile asabe olurlar. Beşincisi; ölenin ana baba bir kızkardeşleri, oğlu veya oğlunun oğlu yada
babası ile imamların ittifak ile mirastan
düşerler. İmam Azâm'a göre dede ile de düşerler, iki hal de
bababir kızkardeşlere
mahsustur.
Bunlar
musannıfın zikrettiğidir. Bunlar ölenin
iki veya daha fazla olan
anabababir kızkardeşi ile
düşerler.
Ancak kendileri ile birlikte onları asabe
yapacak birisi olursa o zaman düşmezler.
Siraciye'nin
bazı nüshalarında denildiğine göre bababir kızkardeşler anabababir kızkardeş asabe
olduğu
takdirde düşer. Yâni anabababir kızkardeş ölenin kızları ile veya oğlunun kızları ile birlikte
olursa. baba bir
kızkardeşler düşerler.
Seyyid: Zira o, bu durumda asabe olma
konusunda erkek kardeş gibi ölüye daha yakındır.
«Anne bir olan bir kardeşe altıda bir
verilir.» Yâni annebir erkek kardeş ile
anne bir kızkardeşe
altıda bir
verilir. Bunların üç hali vardır:
Musannıf bunlardan ikisini zikretti, üçüncüsü de şudur:
Bunlar varisin
çocukları ile yada babası ve dedesi
ile mirastan düşerler. Nitekim ileride de
gelecektir.
«Kendisi ile birlikte olduğu zaman altıdabir alacağı varis olmadığı zaman
ilh...» Yâni, veya kalanın
üçtebirini alacağı
varis bulunmadığında...
«Karıkocadan herhangi birinin hissesi çıktıktan
sonra ilh...» Yâni karının veya
kocanın hissesi
çıktıktan sonra
kalanın sülüsü...
«Bu durumda
ona dörtte bir verilir». Çünkü hanıma
dörtte bir verilir». Meselenin mahreci dörttendir,
dörtte bir
zevceye verilince, üç kalır. Kalan üçün üçte biri de anneye verilir, bu aynı
zamanda
dördün dörtte
biridir. Geri kalan da babaya
verilir.
«Anneye
attıdabir verilir.» Çünkü mesele altıdan halledilir. Bunun yarısı olan üç, kocaya verilir.
Kalanın üçte
biri anneye, geri kalan da babaya
verilir.
«Edeben ilh...» Zira Allah Teâlâ'nın «anneye üçtebir
verilir» sözün. den murad ebeveynin miras
aldığı
miktarın sülüsüdür. Bu, ister malın tamamı olsun ister bazısı
olsun... Bu izahın delilleri
mufassal kitaplarda zikredilmiştir. Buna göre buradaki
üçtebir, aslın da malın tamamının dörtte biri
veya altıda biri de olsa. Kur'an'ın
lafzı ile teberrük etmek için üçte bir demek edep gereğidir. Ayrıca
üçte bir demek âyete muhalefet şüphesinden de uzaklaştırır.
«Çünkü o
birden fazla olmaz.» Bu söz hiç söylenmese
daha iyi idi. Çünkü daha önce kocanın da
birden fazla
olabileceği geçmişti. Denilebilir ki:
O durum ne hakikaten ne de sûreten kocanın birden
fazla olmasıdır. Onlar ancak bir delil olmadan,
tercih etmeyi bertaraf etmek için
ortak kılınmışlardır.
Bundan dolayı da onların her ikisine de bir koca payı
verilir. Binaenaleyh musannıfın Mecma'a
uyarak «ancak
zevc üçteiki almaz» demesi fazladır. Düşün. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
ASABELER FASLI
M E T İ N
Neseb
cihetiyle olan asabeler üçtür: 1 - bi-nefsihi asabe, 2 - bigayrihi (başkası sebebiyle) asabe. 3 -
maagayrihi
(başkası ile birlikte) asabe.
Asabe binefsihi: (Başka birisi olmadan) kendi kendine
asabe olandır. Bu da, ölüye nispette
aralarına kadın girmeyen erkektir. Buna göre ikadın kendi
başına asabe olamaz. başkası
sebebiyle
veya bir başkası ile birlikte asabe olabilir.
Eğer annenin
çocuğu gibi erkekle ölü arasına bir kadın girerse o
erkek asabe olmaz, farz sahibi
olur. Annenin babası veya kızının oğlu da böyledir. Zira bunlar zevi'l-erhamdandır.
Asabe binefsihi,
farz sahiplerinden yani
o cinsden artan terikeyi alır. Farz sahibi
bulunmayıpta
sadece asabe bulunduğu zaman tek cihetten malın tamamını alır.
Binefsihi asabeler
dört sınıftır: ölünün cüzü (nesli) ölünün aslı, ölünün babasının cüzü ve dedesinin
cüzü.
Asabeler, yukarda
ki sırayla ölüye yakınlık durumlarına göre birbirlerine takdim edilirler.
Buna göre,
asabeler de öncelik sırası şöyledir:
1 - Ölünün
oğlu ve -ne kadar alt sırada olursa olsunlar- oğlunun oğlu gibi, cüzü,
2 - Ölünün
aslı:
a - Baba : baba bir veya
daha fazla kız ile birlikte olursa hem asabe hem de farz
(sehim) sahibi olur.
b - Ne kadar
yukarıda olursa olsun, ceddi sahlh. babanın babası ilh.
Annenin babası
ise ceddi fasiddir ve zevil erhamdandır.
3 - Babanın
cüzü ki bunlar:
a - Anababa bir erkek kardeş.
b - Baba bir
erkek kardeş,
c- Ana baba bir erkek kardeşin oğlu,
d - Baba bir
erkek kardeşin oğlu, bunlar nekadar
aşağıda olursa olsunlar farketmez.
Dede ne kadar yukarıda
olursa olsun, erkek kardeşlerin
dededen sonra gelmesi İmamı Ebû
Hanife'nin
görüşüdür ve fetvâ için muhtar olandır. Sahibeyn ve İmam şafii'ye göre ise
kardeşler
dededen önce
gelir. Bazı âlimler, müftabih olanın bu olduğunu söylerler.
4 - Dedenin
cüz'ü olanlar; bunlar da:
a - Ana baba bir amcası,
b - Baba bir
amcası,
c - Ana baba bir amcasının oğulları,
d - Baba bir
amcasının oğulları,
e - Babasının
amcası,
f - Babasının
amcasının oğlu,
g - Dedesinin
amcası,
b - Dedesinin
amcasının oğlu v.s.
Ne kadar aşağı inerlerse insinler bu sıra
devam eder.
Demek
oluyorki, asabeliğin sebebi dörttür:
Oğulluk, babalık,kardeşlik,amcalık.Bunlar,derecelerinin
yakınlıkları ile tercih edildikten sonra,
farklılık anında annebaba bir ve bababir olmak gibi yakınlık
kuvveti ile tercih olunurlar. Nitekim yukarda geçti.
Buna göre:
Asabelerden anabababir olanlar, kadın da olsalar, bababir olana tercih
edilirler.
Anabababir kızkardeş kız
ile birlikte, ölenin bababir erkek kardeşine
takdim edilir. Zira Peygamber
(s.a.v.); «Anne baba bir kardeşler birbirlerine
varis olurlar, baba bir kardeşler ise
olmazlar»
buyurmuştur.
Bu meselenin
özeti şudur: Vârisler, derece
itibariyle eşit olduklarında, iki
yönden yakın olan takdim
edilir. Derece itibariyle birbirlerinden farklı olduklarında ise en yüksek derecede
olan öne alınır.
İ Z A H
Muğrib'te :
«Asabe; kişinin babasına olan
yakınlığıdır...» denilmiştir.
«Bigayrihi
asabe ve maagayrihi asabe». Bunların arasındaki
fark ileride izah edilecektir.
«Buna göre
kadın başına asabe olamaz ilh...» Şârih, musannıfın «asabe bi-nefsihi, erkektir»
sözüyle
asabe bi'l-gayr
ve asabe mea'l-gayrin tarifin dışına çıktığına işaret etmiştir. Zira bu
ikisi sadece
kadınlardır.
Mûtikaya, yani köle azad eden bir kadına, gelince. o kendiliğinden
asabe olsa bile, neseb yönünden
asabe değildir. Dolayısıyla itiraz olarak öne
sürülemez. Çünkü buradaki asabeden maksat, nesebe
dayanan asabelerdir. Nitekim şârihte
başta buna işaret etmiştir.. İşte bundan dolayı
köle azâd eden
kişi de tariften çıktı.
«Aralarına
kadar girmeyen ilh...» Burada «girmemekten» maksat varis ile ölü arasında kadın
vasıta
olmamasıdır. İster varis ile ölü arasına dede veya oğlun oğlu gibi
bir erkek vasıta girsin, isterse
baba ve öz
oğul gibi hiçbir vasıta girmesin
farketmez.
«...Annenin çocuğu gibi ilh...» Yâni anabir erkek kardeş gibi.. Ana
bababir erkek kardeşe gelince o,
binefsihi
(kendiliğinden) asabedir. Halbuki onun ölüye nispetine anne de
girmiştir. Ama burada
kasdedilen ölene, sadece anne ile intisab
etmeyendir. Bu mesele ile ilgili olarak Seyyid de şöyle
demiştir: «Babaya olan yakınlık asabeliğin istihkakında asıldır. Zira o asabeliğin
ispatı için tek
başına kafidir.
Anneye yakınlık ise böyle değildir. Çünkü anne
asabeliği isbatta illet olmaya tek
başına uygun
değildir. Buna göre anneye yakınlık,
asabelik hakkını elde etmede etken değildir. şu
kadar var ki
biz, anne yakınlığını fazla bir
özellik gibi kabul ettik ve o vasıfla
anababa bir erkek
kardeşi, bababir erkek kardeşe tercih ettik.»
Ben derim ki: Bu, ulemadan bazılarının: «Annenin çocuğu, musannıfın varisin ölüye
nispetinde'
sözü ile
tariften çıkmıştır. Zira musannıf: varisin ölüye yakınlığında' dememiştir, çünkü
kardeşine
yakınlığa kadında dahildir ama babaya nisbetle dahil değildir,
zira nesep babaya aittir. O halde,
babanın
haricinde bir vasıta ile nesep sabit olmaz» sözlerinden daha
evlâdır.
Zira, buna şu,
itiraz olarak varid olur: Burada muteber olan nispet, babaya değil ölüye olan
nispettir. O
halde maksat, şer'i nesep değil
yakınlıktır. Aksi halde asabe ölü, ancak baba veya dede
olduğu
takdirde söz konusu olur. O zaman da, amca kardeş
ve benzerleri asabelikten çıkarlar.
Sonra ben,
Allâme Yakûb'un bu cevabı reddettiğini ve bizim dediğimizin benzeri bir ifade ile onu
doğruluk
dairesinden çıkardığını gördüm.
Hülasa, asabenin tarifi, asabeden muradın ne
olduğunun araştırılmasından sonra bile olsa,
itirazdan hâli
değildir. Çünkü tarif yapılacak
itirazları defetmemektedir. Bunun için İbnu'l-Hâim
manzumesinde şöyle
demektedir: «Asabenin tarifi tenkitten
hali değildir. Onun için asabeyi sayarak
tarif etmek gerekir.»
Ayrıca
musannıfın, asabe tarifini nesebe dayanan asabe ile tahsis
etmesini gerektiren bir neseb
yoktur.
Allâme Kasım Mecma'ın Feraizinin şerhinde
şöyle demiştir: «Asabe, ölüye bizzat
kendisi veya
sadece erkeklerle
ulaştırılan erkek veya mütıktır, (köleyi azâd edendir)»
Allâme Kâsım tarifinde «sadece» sözünü söylemeseydi daha iyi olurdu. Çünkü o zaman
anabababir
erkek kardeş de tarife dahil olurdu.
Fakat burada
da düşünülmesi gereken bir husus vardır. Düşün.
«O erkek farz sahibi olur». Yâni sadece farz
sahibi olur. Yoksa onun sehim sahibi olarak varis
olması asabe olmamasını gerektirmez. Zira
baba ile dede hem mirastan sehim sahabidirler, hem de
asabedirler.
«Yâni o
cinsten ilh...» Yâni, buradaki «elif-lâm» cins içindir. Dolayısıyla çoğulluk manasını iptal
eder. O halde bu, bir tek farz sahibi olupda, onun diğer hak
sahiplerin hakkı verildikten sonra,
terikeden kalana sahip
olmasını da kapsar.
«Bir cihette
ilh...» Minah'ta söylenilmiştir: «Farz sahibi de asabe olmadığı zaman
malın hepsini
alabilir» şeklinde bir itiraz gelmemesi için «bir cihetle» sözü ile kayıtladık. Çünkü farz sahibi malın
bir kısmını Tarz yoluyla kalan
kısmını da red yoluyla
alır.»
«Ölünün cüzü
ilh...» Bunların hepsinde kasdedilen, «erkeklerdir». Nitekim mevzu da odur.
«Dedesinin
cüzü ilh...» dede (ced) sözü ile, babanın babasını ve daha yukarısını kapsayan mana
kastedilmiştir. Çünkü gelecek olan, «ne kadar
yukarda olursa olsun» sözü buna delalet
eder.
Demekki «babanın amcası ile dedenin amcası aşağıda gelecek
dört sınıfın dışındadırlar. Sözü itiraz
olarak iIeri sürülemez.
«Ölüye yakınlık durumlarına göre ilh...» Yâni
önce cihet olarak en yakını sonra derece olarak
en
yakını sonra da akrabalıkta
en kuvvetli olanı gelir. O halde
bunların hepsi bir araya geldiğinde
önce
cihetin
tercihine itibar edilir. Meselâ ölenin
cüzleri olan oğlu ve oğlunun oğlu
ölenin aslı olan
babasına ve
babasının babasına takdim edilir. Ölenin aslı olan babası da
annebir olmayan erkek
kardeşlerine ve, bunların oğulları gibi, babasının cüzüne takdim edilir.
Kişinin
babasının cüzü, dedesinin cüzü olan bababir amcaları ve bunların oğullarına
takdim edilir.
Cihet itibari
ile tercih yapıldıktan sonra eğer,
aynı cihetten olanlar birkaç tane olursa
aralarındaki
yakınlığa göre tercihe gidilir. Meselâ ölenin oğlu,
oğlunun oğluna takdim edilir. Baba, kendi
babasına, kardeş de
kendi oğluna takdim edilir.
Çünkü dereceleri yakındır.
Cihet ve yakınlıkları
bir olsa o zaman da yakınlıktaki
kuvvete itibar edilir. Meselâ
anabababir erkek
kardeş, bababir erkek kardeşe takdim edilir. Aynı şekilde oğulları da böyledir.
Bunların
hepsi, musannıfın sözünden istifade ile söylenmiştir. Bunu Allâme El-Câberi de nazım
olarak şöyle
ifade etmiştir: «Tercih :
Önce cihet ile sonra yakınlık ile bunlardan sonra da akrabalıktaki kuvvet iledir.»
«Cedd-i sahih
ilh...». Ceddi sahih ölüye
nispetinde kendisi ite ölü arasında kadın
girmeyen dededir.
«Bababir erkek kardeş...»
Anabir erkek kardeşe gelince o sadece
farz sahibidir. Nitekim daha önce
geçmişti.
«Bazı âlimler fetvâınn buna göre olduğunu söylemişlerdir». Bunu ileride de
geleceği üzere, Sirâcîye
sahibi Siraciye üzerine yazdığı şerhinde söylemiştir. Şârih bu ifadesiyle mûtemed olan görüşün.
birinci görüş
olduğuna işaret etmiştir. Bu görüş, Ebû Bekr es-Sıddîk'ın (r.a.) mezhebidir.
«Aynı
şekilde...» Yâni dedenin anabababir amcası, sonra da bababir amcası.
«Ne kadar aşağı inerlerse insinler ilh...» Yânı babanın amcasının oğlu ile dedenin
amcasının oğlu...
«Tercih edildikten sonra ilh...» Yâni asabenin dört
sınıfından her bir sınıf -kardeşlerin. onların
oğullarına
tercih edilmeleri gibi- derece yakınlığı ile tercih edildikten sonra anabababir kardeş
ile
baba bir kardeş arasında
olduğu takdirde, yakınlığın kuvvetine
göre tercih edilirler.
«Anabababir kızkardeş gibl ilh...» Bu
misal de şu hususun düşünülmemesi gerekir:
Burada söz
asabe binefsihi hakkındadır. Anabobablr kız kardeş ise
asabe maa'-gayr (başkası
ile birlikte asabe)
dir. Ancak Seyyid
şöyle demiştir: Ancak «ana baba bir kızkardeş her ne kadar asabe binefsihi
değilse de, şârihin onu burada zikretmesi
asabe binefsihi ile hükümde
müşterek olmasından
dolayıdır.»
«Ana baba bir erkek kardeş ilh...» Hadisin tamamı şöyledir: «Kişi ana baba bir erkek kardeşinden
miras alabllir, bababir erkek kardeşinden ise olamaz.» Bu hadisi Tirmîzî ve İbni Mâce
rivâyet
etmişlerdir. Kâsım.
Şârihin de ileride zikredeceği üzere anabababir erkek
kardeşlere benu'l-ayan denilmesinin sebebi
şudur: Bunlar
aynı kaynaktandır. yani bir anne ve
babadandırlar.
Benû'l-allât
da bababir erkek kardeşlerdir.
Bunlara benû'l-allât denilmesinin sebebi de alel etmesi
(sulanması)
dır.
Anabir erkek kardeşlere
de benû'l-ahyâf denilir. İleride de
gelecektir.
Anlaşılan şu ki hadisteki «benû'-ümm» den maksat
anabababir erkek kardeş ve yalnız annebir
erkek kardeşlerdir.
Benû'l-ayân'dan murad da birinci kısım yani anabababir erkek kardeşlerdir. Muğrib sahibinin
Muğrib'teki,
«bir kavmin ayânı onların eşrafıdır»
sözü de buna delâlet eder.
Fukahanın
anabababir kardeşlere benû'1ayân demleri de bundan dolayıdır.
Seyyid demiştir ki: Burada «anneyi» zikretmekten maksat benû'l-ayânın benû'l-allâta tercih
edilmesini açıklamaktır.
Zira
benû'l-ayânın, anneye olan
yakınlıkları ile, benû'l-allâta üstünlükleri vardır. Bundan dolayı da
ayân olmuşlardır.
M E T İ N
Musannıf,
asabe binefsihi (kendinden asabe olan)nın izahını bitirdikten sonra asabe
bigayrihi
(başkası sebebiyle asabe)nin izahına başladı ve şöyle
dedi: Kızlar, oğul ile oğulun kızlar da oğulun
oğlu ile asabe bigayrihi olurlar. Ne kadar aşağı sırada
olurlarsa olsunlar böyledir.
Anabababir kızkardeşler veya bababir kızkardeşler de erkek
kardeşleri ile asabe olurlar. Buna
göre,
asabebigayrihi
dört sınıf olmaktadır. Onlar da nısf
(yan hisse) ve üçte iki hisseye sahip olanlardır ki,
bunlar kendisi
gibi olanı veya daha üsttekini asabe kılan oğulu ve
oğulun oğlu gibi, hükmende olsa
erkek kardeşleri
ile asabe olurlar.
Musannıf daha
sonra, asabe maagayr (başkası ile birlikte
asabe olan)a başlayarak şöyle demiştir:
Ölenin kız kardeşleri,
kızları veya oğlunun kızları ile birlikte
asabe olurlar. Çünkü ferâiz âlimleri:
«ölenin kızkardeşlerini kızları ile birlikte asabe kılınız» demişlerdir. Buradaki
iki gurupdan murad
cinstir.
Zina mahsulü
olan çocuğun ve babanın inkâr edip. annesi ile lanetleştiği çocuğun
asabesi, annenin
mevlâsıdır.
Burada «mevlâ»dan murad, hem azâd edene hem de asabeye şâmildir. Böylece hür
asıllı olan anneyi de içine almaktadır. Nitekim Allâme Kâsım da bunu tafsilatlı olarak zikretmiştir.
Çünkü bu
çocukların her ikisinin de babası yoktur.
Adı geçen çocuklar bir tek meselede
birbirlerinden ayrılırlar ki o da şudur: Zina
mahsulü olan
çocuk ikiz erkek kardeşinden
anne bir erkek kardeş mirası alır. Kendisi için karı kocanın
lanetleştiği çocuk ise
ikiz erkek kardeşinden, anababa-bir erkek kardeş mirası
alır.
Asabelerden son sınıf asabe-i sebebiye yani
mu'tık (köleyi azâd eden) ve geçen tertip üzere
mutıkın
asabe-binefsî'sidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Velâ sebep yakınlığı gibi bir yakınlıktır»
buyurmuştur.
Mütak
(kölelikten azâd edilmiş olan kişi) geride mevtâsının babası ile,
onun oğlunu bırakarak ölse,
malının hepsi
mevlâsının oğlunundur. Ebû Yusuf ise
babanın altıda bir olacağını söylemiştir.
Şayet mütak,
mevlâsının dedesi ile, yine mevlâsının kardeşini vâris olarak bıraksa geçen sıraya
göre malının
hepsi dedesinindir.
İmameyn ise
«Miras gibi. ikisi arasında taksim edilir» demişlerdir.
Burada ise asabe-bigayrihi ve
asabe-maa-gayrihi
yoktur. Zira Peygamber (s.a.v.)
kadınlar hakkında «Onlar için âzâd ettiklerinin
velâsı dışında
velâ yoktur.» buyurmuştur.
Gerçi bu hadis şâzdır ama büyük sahâbelerin sözleri ile teyid edilmektedir. Böyle
olunca da meşhur
hadis seviyesinde olur. Nitekim bunu Seyyid,
tafsilâtlı olarak anlatmış, musannıf da ikrar etmiştir.
İ Z A H
«Kızlar ilh...» Musannıfın, «oğul» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Kızlar oğul olmadığı takdirde
daima farz
(belirli hisse) sahibidirler. Oğlun oğlu do farz sahibi olan kadınları asabe yapmaz.
«Ne kadar aşağı sırada
olurlarsa olsunlar ilh...» Yâni oğlun kızları, oğlun oğlu v.s. gibi...
«Erkek-kardeşleri ile
ilh...» Yâni yakınlık itibariyle kızlara denk olan erkek kardeşler. Dürerü'l-Bihâr.
Tûrî şöyle
demiştir: «Keşfu'l-Gavamiz'de denilmiştir
ki baba-bir erkek kardeş, ana
baba-bir kız
kardeşi asabe yapmaz. Bunda icmâ var. Çünkü
ana-baba-bir kızkardeş nesep açısından,
baba-bir
erkek kardeşten daha kuvvetlidir. Aksine kız
kardeş, ana baba-bir kız kardeş hissesi alır. Baba-bir
kızkardeşi de, ana-bababir erkek-kardeş asabe yapmaz, onu hacbeder. Çünkü ana-baba-bir
erkek-kardeş yakınlıkta baba-bir kızkardeşten, icmâ ile daha kuvvetlidir.»
Musannıf
Tuhfetu'l-Kur'ân adlı manzumesinde
şöyle demiştir: «Ölenin bababir kızkardeşi,
anababa-bir erkek
kardeşi ile miras alamaz; bunu aklında tut ki isabet edesin.»
Yine musannıf
anılan eserin şerhinde Cevahir'den naklen şunu zikretmiştir: *Bazı âlimler
kız-kardeşin, malın yarısını alacağını zannetmişlerdir. Ama bu, itimad edilecek birşey değildir.»
«Onlarda nısf ve üçte iki hisseye sahip olanlardır ilh..» Yâni tek oldukları zaman sehim
olarak
mirasın
yarısını birden fazla oldukları zaman da üçte ikisini alanlardır. Bunlar
da, kız, oğulun-kızı,
ana-baba-bir
kız-kardeş veya baba, bir kızkardeştir.
Bazı âlimlerce; «Burada
baba ile birlikte annenin de zikredilmesi gerekirdi. Zira baba,
karı-kocadan
birisi ile birlikte vâris olduğu takdirde anneyi de asabe yapar» denilmiştir.
Bu söze cevap
verilmiştir. «Annenin kalanın üçte birisini alması, asabelik yoluyla değil, farz
yoluyladır.»
Musannıf bu
sözüyle Sirâciye ve Şerhindeki şu hükme işaret
etmiştir; kadınlardan sabit bir hissesi
olmayan
birisi, erkek kardeşi asabe olduğunda onunla asabe olmaz. Ana-baba-bir amca ve hala
veya baba-bir amca ve hala böyledir. Bu durumda malın hepsi, halanın değil amcanın olur.
Amcaoğlu, amca-kızı ile, ve kardeşin kızı, kardeşin oğlu
ile beraber olduklarında da durum aynıdır.
Ben bu konuyu şu sözümle nazım halinde ifade ettim :
«Hala ve amca gibi sahim sahibi olmayanı
kardeş asabe yapmaz.»
«Hükmen de olsa
ilh...» Şârih bunu, oğlun-kızına nisbetle,
kardeşin umumiliğini ifade etmek için
koymuştur. Zira oğlun-kızının asabeliği yalnız erkek kardeşi ile
değildir. Zira o erkek kardeşi ile
de
amcasının oğlu
ile de ve farz olmadığı takdirde kendisinden aşağıda olan
birisi ile de asabe olabilir.
Nitekim bunun
açıklaması ileride gelecektir.
«Ölenin kız-kardeşleri,
kızları ile beraber ilh...» Yâni ana-baba-bir kız kardeş
ile baba bir
kızkardeşler... Ana-bir kız-kardeşe gelince, erkek
olduğu halde, erkek kardeşi bile asabe
yapamaz.
Dolayısıyle onun, başkası ile birlikte asabe olmaması daha
evlâdır.
«Çünkü ferâiz
âlimleri... demişlerdir ilh...» Siraciye
ve diğer kitaplarda bu söze hadis denilmiştir.
Sekbu'l-Enhûr'da ise «Ben bunu hadis olarak tahric edene vâkıf olamadım»
denilmektedir. Ancak
bu sözün aslı
İbnu Mes'ud'un haberi ile sabittir; O da Buhârî ve diğer hadis kitaplarının
şu
meselede rivâyet
ettikleridir: Birisi ölse ve geride kızı, oğlunun kızı ve kızkardeşi kalsa kızı terikenin
yarısını
oğlunun kızı altıda birini kız kardeşi
de geriye kalanı alır.
İbnu'l-Hâim,
Fusûl'ünde bunu feraizcilerin sözü kabul etmiştir. Kâdı Zekeriyyâ ve
Mardîni'nin torunu
ve diğer bazı
şarihleri de ona tabi olmuşlardır.
BİR UYARI:
Bu iki tür
asabe arasındaki fark şudur: Asabe bigayrihi (başkası sebebiyle
asabe olan) deki «gayr»
bi nefsihi
(kendiliğinden) asabe de olur. Bu sebepten dolayı asabelik kadına da geçer. Ama asabe
(başkası ile birlikte asabe olan) maagayrihideki
«gayr» ise kendi kendine asla asabe olmaz. Aksine
o asabenin asabeliği o gayr ile birlikte olur. Seyyid.
Bu söz ile,
birincinin «be» ikincisinin de «maa» ile tahsis edilmelerine işaret
edilmiştir.
Sekbu'l-Enhur'da denilmiştir ki: «be» ilsâk (bağlama) içindir. Ilsâk da, ancak bağlanan ile kendisi ile
bağlanan arasında hükümde ortaklık bulunduğu zaman tahakkuk
eder. O zaman da, her ikisi de
asabelik hükmünde ortak olurlar.
Ama «maa», «beraberlik»
içindir. Beraberlik de, hükümde ortak olmasalar bile, iki şahıs arasında
tahakkuk eder. Allah
Teâlânın «Biz kardeşi Harun'u onunla birlikte vezir kıldık». Yânt onun veziri
yaptık, âyeti
böyledir.. Çünkü burada Harun nübüvette Musâ'ya ortaktır. Kudûrî'nin : «Bayram
namazını imam ile birlikte geçiren kişi» sözü de
böyledir. Yâni imam ile birlikte
yetişemeyip namazı
geçirir, demektir. Yoksa imam ile birlikte her ikisinin
de namazının geçmesi değildir.
Demek ki buna göre o, asabe olur ama o «gayr» asabe
olmaz. Bediu'ddh, Sirâciye şerhinde:
«Maa
bazen şart için «ba» da sebebiyet için kullanılır» demiştir.
«Nitekim
Allâme Kâsım da bunu tafsilatlı olarak
zikretmiştir.» Yâni Kudurî'nin Tashih'inde
Cevahir'den
naklen... O şöyledemiştir: «Eğer lanetleşilen kadın hür asıllı ise miras onların
mevlâlarınındır. Ki bunlar da, erkek kardeşleri
ve her ikisinin annelerinin
diğer asabeleridir. Eğer
anne âzâd edilmiş bir câriye ise o zaman miras onu âzâd edenindir. Azâd edenin oğlu, kardeşi ve
babası da, azâd eden gibidir.
Allâme Kâsım'ın : «Onların mevlâları içindir»
sözü mûtıkı da annelerinin asabesini de kapsar.
Bunun benzeri
Cevhere'de de vardır.
Ben derim kî: Allâme
Kâsım'ın geniş olarak açıkladığı
bu mesele Kenz şârihlerinin ve daha
başkalarının zikrettiklerine muhaliftir.
Zeylaî şöyle demiştir: «Hakkında lian yapılan çocuğunun asabelik yoluyla
miras alması veya miras
bırakması ancak velâ veya doğum ile tasavvur edilebilir. O zaman onu veya
annesini âzâd eden
yada onu
doğuran ondan asabe olarak miras alır.
O da, kendi âzâd edenden veya kendisim
âzâd
edeni âzâd edeninden yahutta oğlundan asabelik
suretiyle miras alır.
Kenz'in bu
ifadesi lanetleşilen kadın ve çocuğunun hür asıllı olması halinde asabe olarak miras
alamıyacağı ve
miras bırakamayacağı konusunda acıktır. Onun bir oğlu
veya oğlunun oğlu
bulunması
müstesnadır.
Mi'râcu'd-Dirâye'de şöyle denilmiştir: «Lanetleşen kadının oğlunun. anne tarafından
olsa bile baba
tarafından
akrabalığı yoktur. Annesinin asabesi ona asabe olmadığı
gibi cumhura göre annesi de
ona asabe olmaz.
İbnu
Mes'ud'dan; annesinin asabesinin, ona asabe olacağına dair bir
rivâyet vardır. Yine İbnu
Mesud'dan
gelen diğer bir rivayette şöyle denilmiştir: «Annesi onun
asabesidir. Zira Vâsile
İbnu'I-Eskâ Peygamber
(s.a.v.) In şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: «Kadın, şu üç mirası alır
kendisini azâd edenin mirasını, bulduğu çocuğun mirasını
ve kendisi hakkında lanetleştiği
çocuğunun
mirasını».
Biz deriz ki : Miras ancak
nass ile sabit olur. Annenin üçte
birden anne-bir erkek kardeşin de altıda
birden fazla
miras almasına dair bir nass yoktur.
Aynı şekilde anne-baba ve
benzerlerinin, annenin
asabesi olarak miras almasına dair de nass yoktur. Çünkü asabelik mirasın en kuvvetlı
sebeplerindendir. Anne
vasıtası ile miras almak ise mirasın
en zayıf sebeplerindendir. Dolayısıyle
mirasın en kuvvetli
sebebi olan asabeliği, anne vasıtası ile hak etmek caiz olmaz. Hadis kadının
miras alacağına delâlet
etmektedir. Miras almak ise, asabeliğe
delâlet etmez. Zira kadının asabe
olarak değil, farz ve redd yoluyla miras alması caizdir.
«Kişlnin asabesi annesinin
kavmidir» hadisine gelince : Bunun manası; mirası asabelik anlamında
istıhkak etmektir ki bu da rahimdir. Yoksa bu,
asabeliğin hakikatının ispatı hakkında değildir.
Özetle.
Kudûrî'nin
şerhi Müctebâ'da şöyle denilmiştir:
«Zina mahsulü olan çocuğun ve hakkında, karı koca
arasında lanetleşme cereyan eden çocuğun asabesi annelerinin
mevlâsıdır.» sözünün manası
-Allah daha iyi bilir- şöyledir: İbnu Mesud'un dediği gibi anne çocuğunun
asabesi değildir. Annenin
asabesi de çocuğun asabesi değildir. Onun
asabesi ancak -varsa- annenin mevlâsıdır.»
Hanefî âlimlerinin kabul ettikleri görüş ise Hz. Ali ve Zeyd
İbnu Sâbit'-in (r.a.) mezhepleridir.
Bunların
görüşlerinin delili de şudur: Anne
zinadan olan çocuğun ve lanetleşen
kadının çocuğunun
dışındakilerde asabe
olmayınca, zevi'l-erham gibi, veled-i zina ve veled-i mülaane
hakkında da
asabe olmaz.
«Çünkü bu iki
çocuktan her ikisinin de babası yoktur». Bu, metnin
illetidir. İhtiyar'da buna şunlarda
ilâve
edilmiştir: «Peygamber (s.a.v),
«Kendisi ile lanetleşilen kadının çocuğunu annesine nisbet
etmiştir.»
Buna göre o
çocuk, baba tarafından akrabası olmayan bir şahıs gibi olur. Bu durumda da annesinin
yakınlarının
ondan. onun da annesinin akrabalarından miras alması gerekir.
Bu açıklamaya
göre bir kişi ölse ve geride bir kızı, annesi ve bir de kendisi hakkında
hanımı ile
anlaştığı bir
çocuk kalsa terikenin yarısı kıza,
altıda biri anneye verilir. Kalanı da red yoluyla yine
onlara
verilir. Sanki onun babası yok gibi
olur.
Bu anılanlarla birlikte koca veya hanım olsa hüküm yine aynıdır. Zira o karı veya koca kendi
hissesine düşen payı alır, geri kalanda anne ile kız orasında farz ve
redd olarak taksim edilir.
Eğer birisi ölse ve geride anne-bir erkek kardeşini
ve bir de ilan yapılanın oğlu kalsa.
annesine
üçtebir,
annebir erkekkardeşine altıda bir
Verilir. Geri kalan da yine bu ikisine redd yoluyla verilir.
Lian yapılanın
oğluna ise birşey yoktur. Çünkü onun
baba-cihetinden erkek kardeşi değildir.
Kendisi ile lian yapılan kadının oğlu ölse babasının sülalesi ona varis olurlar ki
onlar da erkek
kardeşlerdir. Onun dedesinin yakınları yani
amcaları ve amcalarının çocukları ise ondan miras
alamazlar.
Bu izahla,
diğer meselelerde açığa çıkmış olur.
Bunun benzeri Minah'tadır.
Ben derim ki: İhtiyâr'dan
nakledilen bu ifade. daha önce söylediklerimi teyid etmektedir. Zira
orada
anne için
üçtebir, annesinin asabesi olduğu halde ana bir kardeşe de altıdabir verilmiştir. Eğer hür
olan annesinin
asabesi, onunda asabesi olsaydı, annesinin hissesinden
sonra kalanı o alırdı.
«Ayrılırlar
ilh...» İhtiyâr'da da aynen böyle
denllmiştlr. Minah Sekbu'l-Enhur ve
diğer kitaplarda da
buna uyulmuştur.
Ben derim ki: Bu da, şarihin «liân bâbı»nın sonunda
kesin bir dille ifade ettiği hükme aykırıdır. Zira
şarih orada, mulâanenin çocuğunun, annesinin çocuğundan annebir
erkek-kardeş mirası olacağını
söylemişti. Bunun benzeri «Câmi» nin şehâdetleri bölümünden naklen
Bahr'da da mevcuttur.
Miracu'd-Dirâye'de şöyle denilmiş: Kendisi ile lian yapılan kadının çocuğunun, anne-bir kardeşi
olduğu
takdirde, bize Şafiî'ye İmam Ahmed'e ve Cumhur'a göre, bunlar annebir erkek-kardeş
gibidirler.
İmam Mâlik'e göre ise lianlaşılan kadının
çocuğu diğerleri ile ana -baba bir erkek-kardeş gibidirler.
Mi'râcu'd-Dirâye'de bunların delilleri
ve ferileri zikredilmiştir. Oraya
müracaat et.
Mi'râcu'd-Diraye'deki ifade sarahaten
ifade etmektedir ki şârihin burada söyledikleri İmam
Mâlik'in
mezhebidir.
Düşün.
«Asabelerden son sınıf asabe-i
sebebiyedir ilh...» Yâni buradaki son
sınıf izafidir. Zira hakikatte son
sınıf mûtıkın
asabesidir.
Bu ifadeler asabenin ikinci kısmı olan asabe-i sebebiyyeyi
beyan etmektedir.
Mûtıkın,
bigayrihi veya maa-gayrihi değil, binefsihi asabe olduğu açıktır.
Onun, binefsihi asabe
olmasından
dolayı asabe bi gayrihi veya asabe maa-gayrihiden önce zikredileceği zannedilir.
Musannıf bu
ibaresi ile, mûtık'ın asabeliğinin nesep yoluyla olan asabeliğin bütün kısımlarından
sonra olduğuna
işaret etmektedir. Çünkü asabe-i nesebiye, asabe-i sebebiyeden daha kuvvetlidir.
İşte bundan
dolayı musannıf uslûbunu değiştirmektedir.
Aksi halde, geçen kısma uygun düşmesi
için «asabe-i sebebiye mevlâ'l-ıtâkadır» demesi daha açık
olurdu. Bunu Yakup ifade etmiştir.
«Yâni mûtık
ilh..» Daha önce izah ettiğimiz gibi «mevlâ'l-ıtâka» deseydi daha uygun olurdu.
«Sonra mûtıkın
asabe binefsihisidir ilh...» Musannıfın bu sözü bizim de daha
önce beyan ettiğimiz
gibi, mûtıkın
asabesinin miras alamayacağını ifade etmektedir.
Musannıf burada «asabe» demekle,
mûtıkın kızı.
annesi ve kızkardeşi gibi, sehim sahiplerini dışta
bırakmıştır. Bu durumda bunlar miras
alamazlar, çünkü velâ asla farz sahibi olamaz.
Musannıfın «asabe binefsihi» ile kayıtlaması da,
asabe
bigayrihi ve asabe maa gayrihiden kaçınmak içindir. Nitekim
ileride de gelecektir. Yukarıda
beyan ettiğimiz üzere. Velânın sübûtu için gerekli şartlardan
birisi de annenin hür asıllı
olmamasıdır. Eğer azâd edilenin annesi hür
asıllı ise babası mutlak dahi olsa onun çocuğu
üzerinde kimsenin velâsı yoktur.
«Geçen sıraya göre ilh...» Mûtîkın neseb yönünden
olan binefsihi asabesi, asabe-i sebebiyesine
takdim edilir.
Yâni o, mûtıkın mûtıkına ve onun mûtıkına v.s. takdim
edilir.
Buna göre
mûtıkın oğlu öbür varislerden önce
gelir. Sonra ne kadar aşağı inerse
insin oğlunun
oğlu, sonra
mûtıkın babası, sonra, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedesi ilh., sonra mûtıkın mûtıkı,
sonra geçen sıraya göre onun asabesi, sonra mûtıkın mûtıkının mûtıkı sonra da onun asabesi...
gelir. İbnu
Kemâl.
BİR UYARI:
Bir oğul ve
bir kız. köle olan babalarını satın alsalar
ve satın aldıkları babaları da bir köle olarak
azâd etse ve
babaları öldükten sonra babalarının azâd ettiği kölede ölse ve
başka varisi olmasa
onun malının
hepsi oğulundur. Zira mûtıkın nesep
yönünden olan asabesi kızdan öncedir. Çünkü
kız asabe-i sebebiyedir. Sâihânî.
Aynı şekilde bir kız köle olan babasını satın alsa
ve babası onun satın alışıyla
azâd olsa, sonrada
adam o kızı ile başka
bir kızını bırakarak ölse ve geriye
mal bıraksa. malın üçte ikisi farz olarak iki
kızındır. Geri kalanı da
asabe olarak birinci kıza verilir.
«... Bir
yakınlıktır ilh...» Yâni nesepteki
yakınlık gibi, velâda yakınlaştırıcıdır.
Bu hadisi İbnu Cerir,
Tehzîb'de, Abdullah bin Ebi Evfâ'nın hadisinden sahih bir senetle tahric etmiştir.
İbnu Ebi Hatem
de İbn. Ömer'in hadisinden tashih etmiştir.
Seyyid şöyle demiştir: Bunun manası şudur: Hürriyet insan için hayattır, zira
hürriyetle, insanları
diğer hayvanat ve cemaattan ayırdeden mâlikiyet
sıfatı sabit olur. Kölelik ise telef ve
helâktır. Buna
göre azâd eden,
azâd edilenin ihyasına
sebeptir. Bu babanın, çocuğun vücuduna sebep oluşuna
benzer. Çocuk
nasıl babasına nesep ile, babasının akrabalarına da babasına tebean
mensup ise,
azâd edilen de azâd edene
ve ona tebean de akrabalarına, velâ ile
mensup olur. Böyle olunca da
mlras. nesep ile nasıl
sabit olursa velâ ile de sabit olur.
Bu söylenenler şuna da dikkat çekmektedir: Bu hadis mevlâ'l-ıtâka veya asabesinden
velâsı olan
kişinin nesep de olduğu gibi iki taraf cihetinden varisliği gerektiren bir durum olmadan varis
olacağına delâlet eder. Ayrıca yine işâr etmektedir ki, velâ sahibi olan kişi asabedir. Çünkü
zımnen,
baba olma
haysiyeti ile, babaya
benzemektedir.
Bu hadis
mevlâ'l-ıtâkanın asabelerin sonuncusu olduğuna da delalet etmez. Bu mevzuun tamamı
-İbnu'l-Hanbelî'nin şerhindedir.
Allâme Kâsım'ın zikrettiği «Miras asabenindir,
eğer asabe yoksa o zaman mevlânındır»
hadisini
ilave etmek
daha uygundur. Bu hadisi Said İbnu Mensur Hasan'ın
hadisinden rivayet etmiştir.
«Ebû Yusuf İse
babanın altıda bir alacağını söylemiştir.» Bu, Ebû Yûsuf'un
sonraki görüşüdür.
Birinci görüşü
ise tarafeynin görüşleri gibidir.
Sonraki görüşünün illeti şudur;
velânın tamamı
mülkiyetin
eseridir. O halde velâ hakiki mülke ilhak olunur. Şöyle ki; mûtık geride mal bıraksa ve
varis olarak
da bir oğulu ile babası olsa malın
üçte biri babasının geri kalan da oğlunundur. Mûtık
öldüğü zaman
geride velâ bıraktığında da yine malın
altıda biri velânın, geri kalan da
oğlunundur.
Ebû Yûsuf'un
sonraki görüşe şöyle cevap verilir: Velâ mülkiyet eseri olsa bile mal değildir, ve
bedeli mal ile karşılanması
caiz olan kısas gibi, mal hükmünde de
değildir. Dolayısıyla velâda,
malda olduğu
gibi, varislerin sahimleri farziyetle
câri olmaz. Aksine velâ asabelik
yoluyla miras
olunan bir
sebeptir. Böyle olunca en yakına sonra da ondan sonra en yakın olana itibar edilir. Oğul
ise asabelerin en yakınıdır. Bu meselenin tamamı Seyyid'in şerhindedir.
«Geçen sıraya göre ilh...» Yâni neseb cihetinden olan asabede geçen tertibe
göre...
«Burada
yoktur.» Bu söz şârihin yukordaki «asabe bi
nefsihî» sözünün muhterizidir. Yâni
asabe-i
sebebiye'de
sadece asabe-binefsihi vardır.
Asabe-bigayrihi ve maagayri'hi yoktur.
«Kadınlar için sadece
âzâd ettiklerinin velâsı
vardır» hadisi hakkındaki görüşler:
«Hadis» Hadis'in lafzı Sirâciye'de belirtildiğine göre şöyledir: «Kadınlar için sadece
azâd ettiklerinin
veya onların azâd ettiklerinin yahut azâdlarını ölümüne bağladığı kölelerin yada onların
müdebberlerinin veya kadınların azâd ettiklerinin
yahut onların azâd ettiklerinin velâsını çekenlerin
velâları
vardır.»
Bu hadisin
manası şudur: Kadınlar için velâ hakkı ancak şu durumlarda
vardır: ,
1-- Azâd ettikleri kölenin veya onların azâd ettikleri kölelerden, köle âzâd
edenin,
2 - Kitâbet
yaptıkları kölenin veya o kölenin kitabet yaptıklarının,
3 - Azadını ölümüne bağladıkları kölenin yada onların azâdını ölümlerine bağladıklarının,
4 - Kadınların
azatlılarının veya azadlılarının azadlısının
velâları.
Bunların
herbirinden, diğeride olan benzerleri, hazfedilmiştir. Yani kadınlar için
velâdan ancak,
azâd ettiklerinin velâsı veya azâd ettiklerinin,
azadlısının, mükatebinin ve
müdebberinin velâsı
vardır. Yada
kadınların kitabet yaptıklarının (mükateplerinin) velâsı veya
onların mükâteplerinin,
azatlılarının
ve müdebberlerinin velâları vardır.
Yahutta müdebberlerinin (azadını
ölümlerine
bağladıklarının) velâları veya onların müdebber,
mükâtep ve azatlılarının velâları
vardır.
Kadınların
müdebberlerinin velâsının sureti
şöyledir: Bir kadın kölesinin azadını kendi ölümüne
bağlasa ve
sonrada irtidad edip dârü'l-harbe iltihak etse, kadı da onun darü'l-harbe
iltihak ettiğine
ve müdebber yaptığı kölenin hürriyetine hükmetse; bu kadın da sonradan müslüman olarak
dârü'l-islâma dönse ve müdebberi nesep yönünden bir
asabe bırakmadan ölse, bu kadın
müdebberinin
asabesidir. Bu müdebberin müdebberinin hükmü de aynıdır.
Meselâ hâkim, kâdının
darü'l-harbe
iltihak sebebiyle müdebberinin
hürriyetine hükmetse ve o müdebber de bir köle
olarak
onu müdebber
yapsa ve sonra ölse, bilahere
kadın da tevbe ederek, ister
kendi müdebberinin
ölümünden önce ister sonra,
darü'l-islâma dönse ve sonra ikinci müdebber geride bir nesep
yönünden bir
asabe bırakmadan ölse onun velâsı bu kadınındır.
Biz
Kitabü'l-velâ'da bunun tasviri için, başka
bir şekil takdim etmiştik.
Kadınların
azadlılarının velâ olma şekli de şöyledir: Kadının kölesi onun izni ile, sahibi tarafından
azad edilmiş olan bir cariye ile evlense ve bir
çocukları olsa, o çocuk annesine teb'an
hürdür, onun
velası da
annesinin mevlâsınındır. Kölenin
sahibi olan kadın evlenen kölesini azâd ettiği takdirde
azâd edilen köle çocuğunun velâsını kendi mevlâsı olan kadına çeker. Hatta önce azad
edilen köle,
sonra da onun
çocuğu ölse ve geride babasını azad eden kadın kalsa o çocuğun
velâsı babasını
azad eden kadınındır.
Kadınların
azad ettiklerinin azadlısının velâ olma şekli de şöyledir: Bir kadın kölesini
azad etse;
âzad edilen bu
köle bir köle satın alıp onu başka birinin azâd ettiği
câriye ile evlendirse. bunlardan
dünyaya
gelen çocuk hür olur. O çocuğun velâsı da annesinin mevlâsınındır. Azâd edilen köle,
satın alıp
evlendirdiği kölesini azad etse kölesini
azâd etmekle azâdlısının çocuğunun velâsını önce
kendisine sonra da kendi efendisi olan kadına
çekmiş olur.
Bunlar
fukahanın bu konuda zikrettiklerinin
özetidir. Bu husustaki geniş bilgi ve velâyı çekme
şartları
Kitabu'l-Velâ'dan öğrenilebilir. Oraya müracaat ediniz.
«Gerçi bu hadis şazdır ama ilh...» Şâz hadis, sika bir rivanın, birçok kişinin rivayet ettiği hadise
muhalif olarak
rivayet ettiği hadistir. Bu durumda râvi tek başına bir hadis
rivayet etse bakılır. eğer
rivayet ettiği hadis hıfzda ve zabtta kendisinden daha kuvvetli olan birinin rivayet ettiği hadise
muhalif ise,
onun tek başına rivayet ettiği hadis
şâzdır. reddedilir. Eğer muhalif olmazsa bakılır,
şayet hadisi
rivayet eden kişi hıfz ve itkanına güvenilen kimselerden ise o hadis makbuldür, râvînin
tek olu / şu
hadise zarar vermez. Eğer tek olarak
rivayet ettiği hadiste hıfz ve
itkanına güvenilen
kişilerden değil ise bakılır, şayet hâfız. zâbıt ve tek başına yaptığı
rivâyeti makbul olan kimsenin
derecesinden uzak değilse o zaman rivâyet ettiği hadis hasendir, aksi halde
şâzdır. reddedilir.
Bu söylediklerimiz İbnu's-Salâh'ın şâz
hadisin tarifinde tercih ettiği
tariftir.
«Ama büyük
sahabilerin sözleri ile ilh...» Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zeyd
İbnu Sabib'ten (r.a.) rivayet
edildiğine
göre onlar kadınlara, şu aşağıdaki
istisnaların dışında velâ yoluyla miras
vermezlerdi.
Kadınların
azâd ettiklerinin veya onların azadlılarının velâsı ve mükâteplerinin
velâsı.
Bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe Abdurrezzak, Dârimî ve
Beyhakî rivâyet etmişlerdir.
Bu rivayeti Rezîn İbnu'l-Abd Müsned'inde şu sözlerle
zikretmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: «Velânın mirası erkeklerin en büyüğümündür. Kadınlar ise
velâ ile miras alamazlar.
ancak azad ettiklerinin veya azâd ettiklerinin âzâd
ettiğinin velâsı müstesna..» Kâsım.
«Böyle olunca meşhur hadis seviyesinde olur.» Meşhur hadis, birlnci
asırda âhad olup sonra
yayılarak ikinci
ve daha sonraki asırlarda mütevatir haline gelen hadistir. Birinci asır sahabe asrıdır.
Onlar da şika oldukları için töhmet altında bulundurulamazlar.
Onların şehadetleri mütevatir hadis
menzilesinde hüccettir. Hatta Cassâs «Meşhur hadis mütevatir hadisin iki kısmından
biridir.»
demiştir.
Yâkub.
M E T İ N
Müellif
ashab-ı ferâiz (sehim sahipleri) ve asabe ile ilgili meseleleri bitirdikten
sonra, «hacbe
başlayarak,
şöyle demiştir: Varislerden altısı hiçbir şekilde mirastan mahrum
edilemezler. Bunlar:
baba, anne,
oğul, kız -yani ebeveyn ile çocuklar- ve karı-kocadır. Vârislerden
bir gurup da bazı
hallerde miras alırlar,
bazı hallerde ise mirastan mahrum olup hacbolunurlar. Bunlar da ister asabe
ister farz sahiplerinden olsun yukarda sayılan altı
kişinin dışındakilerdir.
Mahrum olarak
hacbedilmek iki esas üzerine bina edilir.
1 - Yukardaki
altı kişinin dışında kalanlardan, ölüye yakın
olanı, daha uzak olanı hacbeder. Zira
yukarda geçtiği
üzere en yakın olan en önce gelir sonra da yakınlık sırasına göre mirasta öncelik
kazanırlar. Varislerin
varis olma sebebi aynı olsun olmasın durum budur.
2 - Oğulun
oğlu gibi, ölüye bir şahıs vasıtasıyla ulaşan kimse, şahısla birlikte miras alamaz.
Ancak
annenin oğulu
(anne bir erkek kardeş) müstesnadır, o anne ile birlikte
miras alır. Çünkü anne bir
tek cihetle terikenin tamamını alamaz.
Kâfir veya kâtil olan oğul gibi, mirastan
mahrum olan bir varis, bize göre başka birisini asla
hacbedemez. Ama
hacbedilen bir varis fukahanın ittifâkı
ile, başka bir varisi hacbeder. Meselâ
babanın annesi
baba ile hacbedilir. (Babanın) annesi de annenin annesini hacbeder.
Erkek ve kızkardeşler de böyledirler. Zira onlar baba ile hacbedilerek mirastan mahrum olurlar.
Ama onlar, anneyi
hacb-i noksan ile hacbederek hissesi'ni
üçte birden altıda bire düşürürler.
Hacb-i noksan
(mirastaki hisseyi azaltan) beş kişiye mahsustur. Bunlar: Anne. oğlun kızı,
baba bir
kız kardeş, karı ve kocadır...
Benû'l-ayân, ki bunlar ana, baba, bir erkek ve
kızkardeşlerdir. Üç gurup ile mirastan düşerler.
Bunlar: ne kadar aşağıda
olursa olsun oğlun oğlu, baba
-imamların ittifakı ile- ve Ebû
Hanife'ye
göre dededir.
İmameyn ise: «Hz. Zeyd'in
usûlüne göre dede onlarla birlikte
taksime girer»
demişlerdir. Fetvâ ise birinci görüşe göre verilir. Nitekim Ebû Hanife'nin mezhebi de böyledir.
Hz. Zeyd'in usûlü, geniş eserlerde tafsilatlı olarak
mevcuttur.
Vehbâniye'de
şöyle denilmiştir: «Sahibeyn benû'l-ayân benû'l-allât (baba
bir kardeşler) mirastan
düşürmemişlerdir. Numan (Ebû Hanife) ise düşürmüştür. Uygun görüş de olur». Fetvâ
da Mültekâ
ve Sirâcîye'de
belirtildiğine göre Ebû Hanife'nin
görüşü üzeredir. Siraciye'nin
musannıfı Sirâcîye'ye
yazmış olduğu
şerhte fetvâ İmameyn'in görüşüne göredir.» dese de fetva İmamı Azâm'ın görüşüne
göredir.
Benû'l-alât
-ki bunlar baba bir erkek ve kız kardeşlerdir- benû'1 -ayân ile de düşerler. Bunlar ayrıca
oğul, oğlun
oğlu. baba, dede ve asabe olduğu
takdirde anababa-bir kızkardeş ile de
mirastan
düşerler.
Benû'l-ahyâf da -ki bunlar ana bir erkek ve
kızkardeşlerdir. Ölünün çocuğu ile ve ne kadar aşağı
inerse insin çocuğunun oğlu ile mirastan düşerler. Bunlar babası ve dedesi
ile de düşerler. Bunda
icmâ vardır.
Zira benû'l-ahyâf «kelâle» kabilindendir. Nitekim bunu Seyyid'de
tafsilatlı olarak
anlatılmıştır.
Nineler -ister
baba tarafından olsun ister ana tarafından olsun- anne ile mutlak
olarak düşerler.
Baba
tarafından nineler baba ile ve dede ile düşerler. Ancak, ne kadar yukarıda olursa olsun
babanın annesi
dede ile düşmez. Zira babanın annesi, dede ile
birlikte miras alır. Çünkü o dedenin
tarafından
değildir, onun zevcesidir. O halde babasının annesi ile dedesi, ölen kişinin ana babası
gibi olurlar.
Hangi cihetten
olursa olsun yakın olan varis uzak olanı hacbeder. Yakın
olan ister varis olsun ister
hacbedilmiş olsun durum aynıdır. Nitekim bunu daha önce
anlatmıştır.
İ Z A H
«Hacbe başlayarak ilh...» Yâni varislerden, farz (hisse) sahipleri ile asabeleri beyan
ettikten sonra...
Zira onlardan
bazıları mirastan tamamen mahrum edilir
veya takdir edilen sehimden daha azına
indirilir.
«Hacb» : Lûgatta, mutlak olarak. men etme manasınadır. Istılahta
ise mirasa ehil olan bir kimsenin,
velâsı olan
başka bir varisle mirastan men edilmesidir. Buna göre katil ve
kâfir olan varisler, bu
tarifin dışına
çıkar. Onlar kimseyi hacbetmezler. Bu tarif hacbin iki nevini de kapsamaktadır. Zira
imamlarımız kişinin köle ve katil olması gibi kendi
nefslnden miras almasına mani olan sebebe de
istilahen «mahrûmi» ismini vermişlerdir. Eğer miras'almasına mani olan sebep kişinin kendi
nefsinden
değil de başka binsinden dolayı ise ona da «mahcub» ismini vermişlerdir.
Yine
imamlarımız hacbi ikiye ayırmışlardır. Bunlar: Hacbi hırmâni,
-belirli bir şahsın başka birisinin
bulunmasından
dolayı mirastan tamamen men edilmesidir- diğeri de hacbi noksan'dır. Bu da
başka
bir varisin
bulunmasından dolayı, kendisi için
takdir edilmiş olan hisseden daha az bir hisseye
düşürülmesidir. Demekki payların «avl» yolu ile noksanlaşması hacb değildir.
Birkaç hanım gibi,
aynı şekilde,
ashabı ferâizin kendileri ile hem
cins olanlarla birlikte olduklarında hisselerinin tek
başına olmaları halindeki hisse noksanlaşması da hacb değildir.
Hacbi hırman
(mirastan tamamen mahrum bırakan hacb) metinde zikredilen
altı sehim sahibinin
dışındakilerde söz konusudur. Hacbi noksan ise bunlardan yalnız beşinde olur. Nitekim şârih de
bunu ileride
zikredecektir.
«Yâni ebeveyn ilh...» Yâni daha üsttekiler değil anne
ile baba... Zira dede ile nine bazen hırmanen
hacb
olunurlar. Demekki onlar ikinci guruptandırlar. Anla!
«Çocuklar ilh...» Yâni oğul ve kız...
«İster asabe olsunlar, ilh...» Zevi'l-erhâm gibi,
asabe manasında olanlarda asabe
gibidirler.
«Mahrum olarak
hacbedilmek ilh...» Yâni hacbi hırmân iki asıl
üzerine bina edilmiştir. Yâni hacbi
hırmân da
bulunur. Aksi halde o da bulunmaz. Bu konu
ile ilgili bir açıklama yakında gelecektir.
«Ölüye yakın olanı... hacbeder». Yâni derece
ve yakınlık itibariyle yakın olanı,
uzak olanı mirastan
mahrum
bırakır.
«Vâris olma sebebi
aynı olsun ilh...» Nineler ile anneler,
oğlun kızları ile iki öz kızı irsiyet sebebi
aynı olsun ister erkek-kardeşler ile anne-babada olduğu gibi aynı
olmasın...
«Ölüye bir
şahıs vasıtasıyla ilh...» Bu meselede
hacbedilenle vasıta arasındaki yakınlık aynı cinsten
olur. T.
«Oğlun oğlu
gibi ilh...» Ölenin oğlunun oğlu, kendi
oğlu varsa miras alamaz.
Bu asabede olan hacbın misâlidir. Ashabı ferâizden
(sehim sahipleri) misali de anne annesinin,
kişinin kendi annesi ile birlikte miras alamamasıdır.
BİR UYARI :
Müellifin
zikrettiğine göre, kişinin anne annesinin. kişinin babası ile
hacbolunması gerekir. Zira
ölüye onunla ulaşmasa bile babası kendisine anneannesinden daha yakındır. Aynı şekilde kişinin
oğlunun
kızının, bir öz kızı ile bababir kız kardeşinin
anabababir kızkardeş ile, annebaba bir
erkek-kardeşinin oğlunun da annebir erkek
kardeşi ile hacbolunması gerekir...
Bu itiraza,
«en
yakın» dan murad, «asabeden olan yakındır» diye cevap verilirse o zaman, anılan bu
iki aslın bazen miras olan bazen de mirastan
tamamen mahrum olan ikinci gurup için asıl olacağı
itirazı vârid
olur. Halbuki bu ikinci fırka da asabe de
asabe olmayan da mevcuttur. Eğer bu itiraza,
«maksat, uzak olan. ölüye, daha yakın olan vasıtası
ile ulaşırsa zaman yakının
uzağı hacbetmesi
gerekir» şeklinde cevap
verilirse o zaman da : «Bu iki şeyin
asıl olmasında bir mana kalmaz.
Ve
ölenin oğlunun
çocuğunun babası olmayan diğer oğlu
(amcası) ile miras alması gerekir.
Çünkü o
çocuk ölene amcası vasıtası ile ulaşmaz» denilir.
Bunu Seyyid
ifade etmiştir.
«Bir tek cihetle ilh...» Bu söz annenin tek olarak
bulunması halinden kaçınmak içindir. Zira anne bu
durumda
terikenin tamamını alır, fakat bu cihetle değil, farz ve red cihetiyle alır.
«Mahrum olan
ilh...» Yâni mirastan birşey alamaması bizzat kendi şahsında olan bir manadan
dolayı olan kişi.
«Bize göre
ilh...» Sahabenin umumunun görüşü de bu şekildedir.
İbn Mesud'dan rivayet edildiğine
göre, kişinin
kâfir olan oğlu karıkocadan biri ile beraber olduğunda
onu mirastan tamamen mahrum
edemez fakat hissesini azaltır. Yine İbnu Mesud'dan rivayet edilmiştir ki, ölen kişinin annebir
erkek-kardeşi ölenin kâfir olan oğlu ile,
mirastan mahrum olur.
«Asla...»
Yâni ne hisseyi noksanlaştırarak
ne de tamamen mahrum bırakarak.
«Ama hacbedilen bir varis... hacbeder».
Yâni başkası tarafından mirastan tamamen mahrum
bırakılan bir varis, diğer bir varisi de mahrum bırakır. Musannıf bunlardan herbirine birer misal
vermiştir.
«(Babanın)
anne(si) de, annenin annesini hacbeder.» Bazı nüshalarda burada
olduğu gibi «anne»
kelimesi üç kere
tekrar edilmiştir. Bazı nüshalarda ise
iki kere tekrar edilmiştir. Doğrusu birincisidir.
«Anne ilh...» Zira anne, ölenin çocuğu,
oğlunun çocuğu, ve erkek veya kızkardeşlerinden birden
fazlası ile birlikte hissesi üçtebirden altıda
bire düşer.
«Oğlun kızı
ilh...» Kişinin oğlunun kızının hissesi, bir tane olan özkızı
bulunduğunda yarıdan altıda
bire düşer.
«Bababir kız kardeş ilh...» Baba bir kızkardeş,
öz kız kardeş ile birlikte yarıdan altıda bire
hacbolunur.
«Karı ve koca
ilh...» Ölenin çocuğu veya
oğlunun çocuğu ile koca, yarıdan dörtte
bire. karı da dörtte
birden sekizde bire hacbolunur. (hisseleri buna düşer)
«Benû'l-ayân... mirastan düşerler
ilh...» Öz erkek ve kız kardeşlere benû'l-ayân denilmesinin
sebebini daha önce belirtmiştik.
«Hz.Zeyd'in
usûlüne göre ilh...» Büyük sahabi Zeyd
bin Sâbit (r.a.)'ın usûlünün özeti
şudur: Mirasın
taksimi anında dede kardeşler ile birlikte
onlardan birisi gibidir. Ama bu
kardeşlerle bölüşmesinde
hissesi, farz sahibi bulunduğu takdirde üçte birden farz sahibi bulunmadığı takdirde
de altıda
birden aşağı olmadığındadır.
Buna göre birinci surette dedeye, mukasemeden veya
malın
tamamının
üçtebirinden hangisi daha fazla ise o verilir. Bunun kaidesi şudur: Eğer dede ile birlikte,
kendisinin aldığının iki mislinden daha az olan
birisi varsa, onun için kendi hissesini alması
daha
hayırlıdır. Eğer onunla birlikte, onun iki
katı miras alan birisi varsa o zaman dede için mukaseme
veya malın üçtebirini alması eşittir.
Şayet iki katından fazla alan varsa
onun için malın üçtebirini
alması daha hayırlıdır.
Birincinin beş
sureti vardır: Bunlar: 1 - Dede, ölen erkek kardeşiyle birlikte,
2 - Ölenin kızkardeşi ile
birlikte. 3 -
Ölenin iki kızkardeşi ile birlikte, 4 - Ölenin: üç kızkardeşi ile birlikte, 5 - ölenin bir erkek
bir de kız kardeşi ile
birlikte bulunur.
İkincisinin de üç sureti vardır. 1 - Dede, ölenin iki erkekkardeşi ile birlikte, 2 - ölenin dört kızkardeşi
ile birlikte, 3 - ölenin bir erkek iki de kızkardeşi ile
birlikte... bulunur.
Üçüncüsü ise sınırlanamaz.
Dede için, kincisinde, farz sahibinin hissesi,
farzın en az mahrecinden verildikten sonra üç taksim
şeklinden en hayırlı
olanı vardır.
Mukasemeye
gelince; bunun sureti de şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası dedesi ve
erkekkardeşi kalsa,
koca
yarısını alır, geri kalan da dede ve kardeş
arasında taksim edilir.
Kalanın
üçtebirinin dedeye verilmesinin sureti de şudur: Bir kişi ölse geride ninesi, dedesi, iki
erkekkardeşi ve bir de kızkardeşi kalsa, nine altıda bir dede de geri kalanın üçte birini
alır.
Dedenin malın
tamamının altıda birini almasının şekli de şöyledir: Bir kişi ölse ve geride
ninesi kızı.
dedesi ve iki
erkekkardeşi kalsa nine altıdabir kız yarı
dede de altıdabir alır. Çünkü burada dedenin
altıdabir alması, onun için kalanın üçtebirini almaktanda,
mukasemeden de daha hayırlıdır. Bu
bahsin tamamı
er-Rahiku'l-Mahtûm adlı şerhimizde ve daha başka kitaplarda vardır.
«Nitekim Ebû
Hanife'nin mezhebi de böyledir». Ebu
Hanife'nin görüşü büyük halife Ebû Bekir
es-Sıddık (r.a.)'ın
da mezhebidir ki O sahabelerin
en bilgini ve en efdâldir. Dede
hususunda ondan
çelişkili rivâyet
de yoktur. Bundan dolayı da İmamı
Azâm onun mezhebini benimsemiştir. Ebû
Bekir'in dışındaki sahabeler ise, onunla aynı
görüşte değildirler. Zira Hz. Ömer'in
dede meselesinde
biri birine
zıt yüz kaziyye ile hükmettiği rivâyet edilmiştir. Muttefekun aleyh olan bir hükmü kabul
etmek daha evlâdır.
Ayrıca Hz. Ebû Bekir'in görüşü, Resulullah'ın
ashabından ondört kişinin daha
görüşüdür.
ibnu Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği
rivâyet edilmiştir:
«Zeyd Allah'tan korkmuyor mu? ki oğlun oğlunu
oğul gibi kabul ediyor da babanın babasını baba
gibi kabul
etmiyor». Bu bahsin tamamı Sekbu'1Ehhûr'dadır.
«Fetvû da...
Ebû Hanife'nin görüşüne göredir
ilh...» Sekbu'l-Enhûrda: «Şemsu'l-Eımme es-Serahsi,
Mebsût'ta,
«Fetvâ İmameyn'in kavli üzeredir» dedi. denilmektedir.
Haydar ise, Sirâciye'de şöyle
demiştir: «Ancak meşayihimizden bazı müteahhir âlimler dede
meselelerinde ihtilaf edilen yerlerde sulhen fetva vererek demişlerdir ki: Eciri
müşterekin tazminatı
hususunda
sahabenin ihtilafından dolayı sulh ile
fetvâ verdiğimize göre, dede meselelerinde
sulh
ile fetvâ
vermek daha evlâdır. Çünkü buradaki ihtilaf
daha açıktır.»
Sirâciye
şerhindekilerin benzeri Mebsut'ta da vardır. Sahabenin dede meselelerindeki
ihtilâflarının
sebebi ölenin
dedesinin ölenin erkekkardeşleri
ile birlikte miras almaması hususunda
kitap ve
sünnette
nassın bulunmamasıdır. Dedenin miras alması ancak birçok tartışmadan sonra sahabenin
ictihadları ile sabit olmuştur. Zaten bu konu ferâizin en müşkil
konularındandır. Şu kadar var ki
metinler imam'ın görüşü istikâmetindedir. Bundan dolayı da şarih burada da yukarda da İmam'ın
görüşünü ihtiyar ettiğine işaret etmiştir.
«Benû'l-ayân
ile ilh...» Yâni benû'l-allât,
benû'l-ayân'dan erkek olanlar ile düşerler.
Zaten ibarenin
açık manasıda buna delâlet eder. Zira
musannıf. «evlât: Çocuklar» dememiş, «Benû : Oğul»
demiştir.
Yukarda geçen ise böyle
değildir. Zira orada şarih «benû'l-ayânı» yine tağliben «ünas:
kadınlar» ile tefsir etmiştir. Zira makam onu
gerektiriyordu. Burada ise makam o tür
bir izaha el
vermiyor. Çünkü «evlâdı allât (bababir kardeşler)
annebababir kızkardeşler ile mirastan sakıt
olmazlar. Buna
da «anabababir kızkardeş»
sözü delâlet etmektedir. ilh. H.
Ben derim ki: Evet, öyledir.
ama evlâdı allâtın bazıları, benû'l-ayândan olan kadınlar ile mirastan
düşerler. Meselâ bababir kızkardeşler, baba bir erkek kardeşler
kendilerini asabe yapmadığı
takdirde, ana baba bir kız kardeşlerle mirastan sakıt olurlar. Nitekim bu ileride gelecektir.
Bu konuda
Sirâciye'nin ibaresi daha açıktır. O ibare aynen şöyledir: «Benû'l-ayân ve benû'l-allâtın
hepsi oğul
ile, ve ne kadar aşağıda olursa olsun oğlun oğlu ile ittifaken mirastan düşerler. Ebû
Hanife'ye göre
dede ile de düşerler. Ayrıca
benû'l-allât anabababir erkekkardeş
ile de mirastan
düşerler.»
Sirâcîye'nin
bu ifadesinden anlaşılıyor ki: bababir
kızkardeş ana baba bir erkek. kardeş ile mirastan
düşer. Nitekim
biz Keşfu'l-Gavamiz ve Tuhfetu'l-Akran'dan
naklen bu konudaki sârih ifadeyi
zikretmiştik.
«Dede ilh...» Yâni geçen ihtilafa göre.
«Asabe olduğu takdirde ilh...» Yâni kişinin
anabababir kız kardeşleri kızları
ile veya oğlunun kızları
ile asabe oldukları takdirde benû'l-allât
mirastan düşürürler. Zira birisinin anabababir kızkardeşler,
kızları ile birlikte asabe olup ölüye daha yakın
olmakda erkekkardeş gibidirler. Seyyid.
«Benû'l-ahyâfde... düşer.» «Hıyf» gözlerin renklerinin değişik
olmasına denir: Meselâ birisinin mavi
diğerinin ise
sürmeli gibi siyah olmasıdır. «Ahyâf» da bu köktendir. Anneleri
bir olup babaları ayrı
olan kardeşlere «ihvetu ahyâf» denilir. Muğrib.
«Ölünün çocuğu
ile ilh...» Yâni çocuk «kadın» olsa bile... Bu durumda
da benû'l-ahyâf, şu altı kişi
ile mirastan düşer, 1 - ölenin oğlu, 2 - Kızı, 3 -
Oğlunun oğlu. 4 - Oğlunun kızı. 5 -
Babası, 6 -
Dedesi...
«Ölen kişinin varis olan feri ve erkek olan asıllar» şeklindeki bir ifade bu altı sınıfı toplar.
Ben bunu nazım
halinde şöyle dile getirdim : «Ölenin annesinin
oğlunu. aslı olan erkek, hacbeder.
Aynı şekilde, fakihler ölenin varis olan ferinin de hacbettiğini
söylemişlerdir.»
«Bunda icmâ
vardır». Bu söz «dede» ile ilgilidir. Yâni benû'l-ayâti ve
benû'l-allâtın hilafına,
benû'l-ahyâfın dede ile düşmesinde icmâ vardır,
Demekki benû'l-ayân ve benû'l-allâtın mirastan
düşmeleri
ihtilaflıdır.
«Zira onlar ketâle kabilindendir.»
Musannıfın bu sözü benû'l-ayan ile
benû'l-allâtın anılan guruplarla
mirastan düşmelerinin
illetidir. Bunun izahı şöyledir: Allah Teâlâ
«Eğer (öten) erkek veya kadına
ketâle yoluyla mirasçı
olunuyorsa (evlâdı ve anababası
olmayıp başka yakınları varis ise) bir erkek
bir kız kardeşi varsa, herbirine altıda bir düşer.» buyurmuştur: Burada erkek kardeş veya
kızkardeşten murad icmâ ile evlâd-ı ümm yani annesinden olan erkek veya kız kardeşleridir.
Übey'in «anne bir erkek veya kız kardeşi olsa» kıraatı da buna delâlet
eder. Kelâlenin miras alması
için şart, icmâ ile, ölenin,
babasının veya çocuğunun olmamasıdır. şayet varsa onlarla birlikte
evlâd-ı ümme
miras yoktur.
Kelâle: Ana,
baba, büyükbaba, oğul, kız, torun zincirinin
dışında kalan, mirasçı olabilen akrabadır.
Aslında «ketâle» kelimesi
kuvvetin gitmesî manasındadır, daha
sonra çocuk ve babanın haricindeki
yakınlık için istiare yoluyla kullanılmıştır.
Sanki bu doğuma dayanan yakınlığa kıyasla zayıf bir
yakınlıktır. Ayrıca, ölüpde geriye çocuk veya baba
bırakmayana da kelâle denilir. Bu
geride
kalanlardan çocuk veya baba olmayanları da kapsar.
İşte Seyyid'in zikrettiğinin hâsılı
da budur.
«Nineler... düşerler ilh...» Burada asıl kaide şudur. Mirası hak etme sebebinin aynı olması ve ölüye
nisbetteki
vasıtalıktan herbiri hacbde tesirlidir. Buna göre babanın annesi baba ile yalnız
vasıtalıktan
dolayı mahcub olur. Babanın annesini
anne de hacbeder, çünkü her ikisinde de varis
olma sebebi aynıdır.
O da anneliktir. Ölen kişinin anne annesi babası ile birlikte miras alabilir.
Çünkü burada
her iki mana da yoktur.
Anne anne, anne
ile hacbolunur çünkü onda mirası hak ediş sebebi de ölüye
ulaşmadaki
vasıtalıkda
vardır.
Bilinmelidir ki:
Ölenin babası ile birlikte ancak anne tarafından olan bir tek nine miras
alır, zira baba
tarafından
olan nineler baba ile hacbolunurlar. Anne tarafından olan sahih
ninede asla birden fazla
olmaz.
Dedeye gelince
: Baba tarafından olan ninelerden
birisi, onunla birlikte miras
alır ki, o da babanın
annesi veya ondan daha yukarıda olan babaannesinin annesi gibi olanlardır. Dede
ölen kişiden
ölenin
babasının babasının babası gibi iki derece ile uzaklaşırsa, onunla birlikte baba tarafından
olan iki nine miras alır:
Birisi, ölenin babasının baba annesi veya ölenin babasının baba annesinin
annesi gibi
ondan bir yukarda olan diğeri de
babasının anne annesi veya
babasının annesinin anne
annesi gibi
ondan bir yukarda olandır. Bu
bahsin tamamı Rahiku'l-Mahtûm adlı şerhimizde vardır.
«Çünkü o
dedesinin tarafından değildir». Yâni o nine ölüye dede vasıtasıyla ulaşamamaktadır
ve
mirası hak ediş sebepleri
de aynı değildir. Zira dedenin ciheti
babalık, ninenin ciheti ise anneliktir.
«Onun
zevcesidir.» Nine dede ile aynı
seviyede olursa onun zevcesi olması açıktır. Ama eğer nine
dededen üst
derecede olursa, o zaman ya onun hanımının annesi veya ninesi yada ona yabancıdır.
«Hangi
cihetten olursa olsun...» Yâni ister anne cihetinden ister baba cihetinden...
Bu durumda
sûretler dört
tane olur: Anne tarafından bir cihetle
yakın olan. iki cihetle uzak olanı hacbeder. Baba
tarafından bir
cihetle yakın olan iki cihetle
uzak olanı hacbeder.
«Nitekim bunu
daha önce anlatmıştık». «Hacbolunan da hacbeder» sözünün
şerhinde geçmişti.
M E T İ N
İki nine birlikte bulunduğu takdirde : Bunlardan biri, babanın annesi gibi. bir tek yakınlık sahibi olsa
-metnin ve
şerhin nüshalarında aynen böyledir.
Sirâciye ve diğer kitaplara
muvafık olan doğrusu
ise: Babanın annesinin annesi gibi şeklinde
olmalıdır. Yukarda da geçtiği üzere yakın olan uzak
olanı mutlak
olarak hacbeder. Anla!- Diğeri de
aynı zamanda babanın baba annesi olan,
annenin
anne annesi gibi iki yakınlık sahibi olsa İmam Muhammed (nenenin hissesi olan)
altıda biri bunlar
arasında üçte bir ve üçte iki şeklinde taksim etmiştir. Meselenin
sureti şu şekildedir: Ölü;
Bu şeklin izahı şöyledir: Bir kadın oğlunun oğlunu,
kızının kızı ile evlendirse ve onların bir çocukları
olsa, o zaman bu kadın ölen çocuğun hem anne hemde baba
tarafından ninesidir.
(İmam
Muhammed'in altıda biri, iki nine arasında üçtebirer oranla
bölüştürdüğünü az önce
söyledik).
Ebû Hanife ile
İmam Ebû Yûsuf ise bedenlerine itlbar ederek yarı yarıya taksim
etmişlerdir. İmam
Mâlik ve İmam
Şafii de bununla hükmetmişlerdir. Bu Kenz'de de kesin bir dille ifade edilmiş ve
şöyle denilmiştir:
«İki yönden
akraba olan da bir yönden akraba olan gibidir.»
Ölenin
öz-kızları ve ana-baba-bir kız-kardeşleri, farz hisseleri olan üçte ikiyi
tamamladıkları
takdirde,
ölenin oğlunun kızları ve baba-bir kız
kardeşleri mirastan düşer. Ancak birinci şekilde,
ölenin oğlunun
kızları ölenin oğlunun oğlu ile asabe
olarak alırlar. İkinci şekilde baba-bir kız
kardeşe eşit veya
ondan bir aşağı olan erkek-kardeşi olursa o zaman o erkek, baba-bir
kız-kardeşi
asabe yapar ve
terikeden kalan, erkeğe iki kadına
bir hisse olmak üzere
paylaştırılır.
Musannıf bunu,
şerhinde söylemiştir. Ben derim
ki: Musannıfın bunu hiçbir kayda tabi
tutmadan
söylemesinde, eleştirilebilecek bir hususun olduğu açıktır. Zira fukaha sarahaten belirtmişlerdir
ki:
Kardeşin oğlu,
kendi kız-kardeşini asabe
yapamaz. Nitekim amca kendi
kız-kardeşini, amca-oğlu
kendi kız-kardeşini ve mûtıkın oğlu kendi kız-kardeşini asabe yapamaz. Aksine bu
durumda malın
tamamı erkeğin olur. Çünkü kadına bir şey
verilmez kadın
zevi'l-erhâm'dandır.
Rahbiye'de şöyle denilmiştir: Kardeşin oğlu kendi gibi olanı veya nesepte
kendinden bir yukarı
olanı asabe yapmaz.»
Ama, ne kadar aşağı
sırada olursa olsun oğlun oğlu,
böyle değildir. Zira o, mirastan sehim
sahibi
olmayan
kendisi gibi bir kadını bir veya üstünde olanı asabe yapar. Ama kendlnden
aşağıda olanı
düşürür.
Demekki buna göre : Bir kişi ölse ve geride oğlunun, bazısı
bazısından daha aşağıda olan üç kızını,
diğer bir
oğlunun oğlunun aynı şekildeki üç kızını
ve üçüncü bir oğlunun oğlunun oğlunun da aynı
şekilde üç kızını şu şekilde bıraksa:
Birinci
gurubun en üst sırasındaki kıza hiçkimse
denk olmaz. Dolayısıyla ona terikenin yarısı verilir.
Birinci
guruptan ortanca kıza ikinci guruptan üstteki kızı denk olur. O zaman ikisine üçte ikiye
tamamlamak için altıdabir verilir.
Alt sıradaki kızlara ise
terikeden hiçbirşey verilmez. Ancak onlardan birisi ile beraber bir erkek
bulunursa onu
ve farz sahibi olmayıp ona eşit olanı ve ondan bir derece yukarıdakini asabe yapar.
Onun altındaki
derecede olanların ise hepsi düşer.
(Babasının)
anne bir erkek kardeşi olan amcasının oğlu -metnin ve şerhin bütün nüshalarında bu
şekildedir. Seyyid
ve diğerlerinin ibareleri ise: «ölenin anabir erkek kardeşi olan amcanın iki
oğlundan biri»
şeklindedir- Farz olarak altıda bir alır. Amcasının diğer oğlu kocası olsa o da yarısını
alır. Terikeden kalanı
da asabelik yoluyla aralarında,
yarı yarıya taksim ederler. Zira amca
oğlunun
hem farz
sahibi olarak. hem de asabe
olarak miras almasına mâni bir hal yoktur. Bu durumda o.
hem farz
cihetiyle hemde asabelik cihetiyle
miras alır. Ama bir cihetle hem farz sahibi
olarak hemde
asabe olarak miras
alması için, ancak baba veya
babanın babası olması gerekir.
Ben derim ki: Bazen asabeliğin
ciheti bir arada bulunur. Meselâ bu amcanın oğlunun oğlu olan oğul
gibidir. Şöyle
ki: Bir kadın amcasının oğlu ile evlense ve bir oğlan çocuk doğursa ve çocuk
annesinden iki cihetten asabe olarak miras alır. Mûtık olan oğul da böyledir. Bazen de
farz sahibi
olmanın iki ciheti bir arada bulunur. Bu ancak mecûsîlerde tasavvur
edilebilir. Çünkü onlar
mahremleri ile de evlenirler. Bize göre onlar birbirlerinden her iki cihetle
de miras alırlar. İmam
Şafiî'ye göre
ise cihetlerin en kuvvetlisi ile miras alır. Bu bahsin
tamamı ferâiz kitaplarındadır ve
buna «ğarkâ» bahsinde de işaret edilecektir.
Bir kadın ölse ve geride kocası, annesi veya ninesi, anne-bir erkek kardeşleri ve
anne-baba-bir
erkek-kardeşleri
kalsa kocası, malının yarısını, anne veya
ninesi altıda birini anne bir erkek
kardeşleri üçte birini alırlar. Ana-bababir erkek-kardeşlerine
ise birşey yoktur. çünkü onlar
asabedir. Kendilerine birşey kalmamıştır.
İmam Mâlik ve
Şafiî'ye göre ise son iki
sınıf, sanki hepsi anne bir erkek kardeş gibi
(üçtebire) ortak
olurlar.
Aynı şekilde, İmam Mâlik ve İmam Şafîî anne bababir
kız-kardeş veya bababir kız-kardeşe
terikenin
yarısını, kocası ve annesi ile birlikte, dedeye
altıda birini farz olarak
vermişlerdir. Buna göre bu
meselenin tashihi dokuza evledilir.
Ebû Hanife ve
İmam Ahmed'e göre ise kız-kardeş mirastan düşer.
Ben derim ki: Bu bahsin özeti şudur ki, Hanefîlere göre ittifakla mesele-i
müşerreke, ve Müftâbih
görüşe göre de
«ekderiye» meseleyi yoktur. Nitekim yukarıda da geçmişti.
i Z A H
«...Ve
yukarıda da geçtiği üzere ilh...» Şârih bu sözüyle şunu delil gösteriyor:
Eğer metindeki
«anne», babanın annesi olsa idi, diğerini
hacbederdi. O zaman İmam Muhammed ile İmameyn
arasında ihtilaf
olmaz. H.
«Aynı
zamanda babanın baba annesi olan, annenin anne annesi gibi yakınlık
sahibi olsa...» Yâni bu
kadın, ölen çocuğun hem baba tarafından ninesidir, çünkü
babasının baba annesidir, hem de anne
tarafından da
ninesidir çünkü annesinin anne annesidir.
Biz deriz ki; burada başka bir kadın daha olsa
ve onun kızı birinci kadının oğlu ile evlenmiş olsa,
ikinci kadının kızından ve birinci kadının oğlundan -ki o da ölünün babasıdır- bir oğlan çocuk doğsa
o zaman diğer
kadın. ölenin babasının anne annesidir. Ve o ölüye bir yönden yakındır. Mineh.
«Bu Kenz'de de
kesin bir dille ifade edilmiş ilh...» Dürrü'l-Müntekâ'
da şöyle denilmiştir: Musannıfın
yaptığı bunun
aksini gerektirse bile. tercih edilen budur.» Buna dikkat
edilsin!
Bu meselenin aslı şudur: Usûl ilminden bilindiği üzere,
illetin çokluğu göz önüne alınarak tercih
yapmak caiz değildir. Sonra, iki yönden yakınlığı
olanı vaz etmek ittifakidir, zira sonsuza kadar
ziyadeleştirilebilir.
İmam Ebû
Yusuf'a göre ise iki nine mutlak olarak, yarı yarıya bölüşürler. İmam Muhammed'e göre
ise akrabalık cihetler
çok olsa bile, cihetlere itibar edilerek taksim edilir. öğrenilsin.
«...Ve ana-bababir kız-kardeşleri ilh...» Buradaki
«ve», «veya» manasındadır.
Çünkü farzını tam
olarak alan, iki sınıftan
sadece birisidir. Her ikisi birden değil... Bunu Tathavî ifade etmiştir.
«Veya erkek
kardeşi ilh...» Yâni bababir erkek kardeş...
«Musannıfın
bunu hiçbir kayda tabi tutmadan söytemesinde ilh...» Yâni Mecma'a uyarak, bir kayıtla
kayıtlamasında... Bu itiraza Gûrerû'l-Efkâr'da olduğu gibi, şu şekilde cevap verilir: Musannıfın
«denk» veya «aşağı»
sözleri kardeşin değil oğlun oğlunun özellikleridir. Zira «kardeşi»
«aşağı
derece» ile vasıflandırmak doğru değildir. Çünkü kardeşin oğluna kardeş
denilmez. Oğlunoğlu ise
böyle değildir. Zira ikinci derecede veya
daha aşağı derecede olana da oğul denilir.
Evet, Allâme Kâsım'ın
dediği gibi, musannıfın «kardeşi» «oğlun oğlundan» evvel
zikretmesi
gerekirdi.
«Zira fukaha sarahaten belirtmişlerdir ki ilh...»
Bunun özeti, Sirâciye ve Mültekâ'da belirtildiği gibi.
şöyledir: Kadınlardan terikede farz
hissesi olmayan erkek-kardeşi asabe olduğu halde, onun
vasıtasıyla asabe
olamaz. Biz bunu daha önce nazm halinde söylemiştik.
«Çünkü o kadın
zevi'l-erhâmdandır». Yâni kız kardeş, bu suretlerde zevi'l-erhâmdandır. Şu kadar
var ki,
mûtıkın kızı, ölen kişinin
zevi'l-ehrâmından maksat mûtıkın kızının dışında olanlardır. Mûtık'ın
kızını asabe olan erkek-kardeşi asabe yapmaz,
çünkü kadınlar için ancak azâd ettiklerinin velâsı
vardır.
Musannıfın
burada «zevât» demeyip «zevî» (muennes değil, müzekker bir ifade
kullanması)
ile tabir
etmesi erkeklerin
kadınlara galebesindendir. Nitekim Allah
Teâlâ'nın : «Ve gönülden itaat
edenlerden
oldu» sözünde de böyledir.
«Kardeşin oğlu
kendi gibi olanı ilh...» Yâni kardeşin oğlu kendi derecesindeki kız kardeşini
veya
amcasının kızını asabe
yapmaz.
«Veya
kendinden bir yukarı olan». Halası gibi...
«Zira o kendisi gibi bir kadını veya bir üstünde olanı
ilh...» Bu hüküm zahiri rivâyettir.
Bazı
müteahhir
âlimlere göre oğlun oğlu kendisinden bir derece yukarı olanı asabe yapmaz. Aksi halde
kendisi mirastan mahrum olur. Zira asabenin miras almasında asıl kaide şudur: Kadın olsa bile
yakını uzağa tercih edilir. Bundan dolayı da ölenin
kızkardeşi, ölenin kızı ile asabe olduğu takdirde
ölenin kardeşinin oğluna tercih edilir.
Buna şöyle cevap verilir: Oğlun oğlundan yukarıda
olan ancak onun vasıtası ile asabe olur. Eğer
oğlun oğlu
olmasaydı o zaten miras alamazdı. O
halde oğlun oğlunu nasıl hacbederdi? Seyyid
(k.s.)'in
verdiği cevaba da bak!
Sehim sahibi olmayan ilh...» Yâni ashabı feraizden olmayan..
«Birinci
gurubun en üst sırasındaki kıza hiç
kimse denk olamaz.» Çünkü o. ölen kişiye bir tek
vasıtayla intisab eder. öbür kızlardan ise o
şekilde olan hiç kimse yoktur.
«Dolayısıyla ona terikenin yarısı verilir.»
Çünkü o ölenin öz kızı bulunmadığı yerde
özkızı yerine
geçer.
«Birinci
guruptan ortanca kıza, ikinci guruptan yukardaki kız eşit olur.» Çünkü onlardan herbiri
ölen kişiye
iki vasıta ile ulaşırlar.
Birinci
gurubun en alt derecesindeki kıza gelince; ona. ikinci gurubun
ortanca kızı ile üçüncü
gurubun üst
derecede olan kızı eşit olur. Zira bunlardan herbiri ölen kişiye üç vasıta ile
ulaşmaktadırlar.
ikinci gurubun
en alt sırasındaki kıza gelince; ona da üçüncü
gurubun orta sırasındaki kız eşit olur.
Çünkü
bunlardan herbiri ölüye dört vasıta ile intisab eder.
Üçüncü gurubun
alt sırasındaki kıza gelince ona hiç kimse eşit
değildir. Çünkü o ölen kişiye beş
vasıta ile
intisab etmektedir. öbür kızlar arasında ise bu şekilde olan birisi yoktur.
«O zaman her ikisine...
altıda bir verilir ilh...» Altıda bir hisse almaları şu sebeptendir:
Birinci
gurubun üst
sırasında olan kız ölenin özkızı yerine
geçtiği için ondan bir derece aşağı
olanlarda
oğlun kızları
yerine kaim olmuşlardır.
«Alt sıradaki kızlara terikeden
hiçbirşey verilmez.» Bunlar da dokuz
kızdan. geriye kalan altısıdır.
Zira o üç kız için üçte iki tamamlanmıştır. Geri
kalan kızlara farzdan hisse kalmadığı
gibi onların
asabelikleri de yoktur. Böyle olunca do terikeden
miras alamazlar.
«Ancak onlardan birisi ile beraber bir
erkek bulunursa ilh...» Eğer o erkek birinci
gurubun alt
sırasındaki kızla beraber olursa, birinci
gurubun üst sırasındaki kız malın yarısını alır. Birinci
gurubun orta
sırasında olan kızda, ikinci gurubun üst sırasındaki kız ile birlikte altıda bir
alır. Geriye
kalan üçtebir de o erkek
ile, birinci gurubun alt sırasında olan kız, ikinci gurubun orta sırasındaki
kız ve üçüncü
gurubun üst sırasındaki kız arasında, erkeğe
iki kadına bir itibariyle, beşe
bölünerek
taksim edilir.
İkinci gurubun
alt sırasındaki kız ile üçüncü gurubun orta sırasındaki
ve aşağı derecedeki kızlar ise
terikeden birşey
alamazlar.
Eğer o erkek, ikinci
guruptaki alt sıradaki kızla beraber olursa kalan üçtebir onunla,
birinci gurubun
aşağı sırasındaki
kız, ikinci gurubun orta ve aşağı
sırasındaki kızlar
ve üçüncü gurubun yukarı ve
orta sırasındaki kızlar
arasında. erkeğe iki kadına bir itibariyle. yediye
bölünerek taksim edilir.
Üçüncü gurubun
alt sırasındaki kız ise sâkıt
olur.
Eğer o erkek üçüncü gurubun alt sırasında olan kızla beraber olursa kalan üçtebir onunla, alt
sıralarda olan altı kız arasında sekize bölünerek. yine
erkeğe iki kadına bir itibariyla, taksim edilir.
Eğer o erkeğin birinci gurubun üst sırasındaki kızla
beraber olduğu farzedilse malın tamamı onunla
kızkardeşi arasında, erkeğe iki kadına bir itibariyle, taksim edilir. Alt
sıradaki kızlara ise bir şey
kalmaz. Onlar da sekiz
tanedirler.
Eğer o erkeğin birinci gurubun orta sırasındaki kızla
beraber olduğu farzedilse, o zaman birinci
gurubun yukarı sırasındaki
kız malın yarısını alır kalan da o erkek ile onun seviyesinde olan, birinci
gurubun
ortanca kızı ile ikinci gurubun yukarı
derecedeki kızı arasında, erkeğe
iki kadına bir
itibariyle,
taksim edilir.
O erkeğin, ikinci gurubun üst sırasındaki kızla
beraber olduğu farzedildiği takdirde de durum aynı
şekildedir.
Bu
suretlerdeki meselelerin
tashihine gelince, onu daha sonra anlayacaksın. Onun burada ele
alınmasına lüzum yoktur.
Bilinmelidir ki:
Kitap'ta geçtiği şekilde kızların muhtelif derecelerde zikredilmesine «teşbib»
meselesi denilmiştir. Zira bu mesele inceliği ve güzelliği ile zihinler onda ısrar eder ve kulakları onu
dinlemeye meyleder. Bu mesele, güzelliğinden ve
kulak vermeye çağırdığı için şairin gazel
söylemesine
benzetilmiştir. Seyyid'in Şerhinden...
«Farz sahibi olmayıp ilh...» Ama farz sahibi olan
kız kendi payını alır ve o erkekle asabe olmaz. O da
terikenin
yarısını alan, birinci gurubun yukarıda sırasındaki kız ve ikinci
gurubun üst sırasındaki kız
ile beraber birinci gurubun orta sırasındaki kızdır.
Zira bunların ikisi altıda bir alırlar.
Bu ifade, o
erkeğin hizasındaki değil, kendisinden bir
üst derecede olan kız için muteber bir kayıttır.
Zira o erkek, kendi hizasındaki kızı mutlak olarak
asabe yapar. Seyyid.
«Onun
altındaki derecede olanların ise hepsi düşer.» Yâni derece
bakımından, o erkeğin altında
olan kızlar... «Seyyid
ve... ibaresi ilh...» Yâni musannıfın
de, özellikle, «onların ikisi terikeden
kalanı
taksim ederler» sözü ile birlikte.. Seyyid'in dediği gibi söylemesi gerekirdi.
«Ölenin onabir
erkekkardeşi ilh...» Kadın
sanki iki kardeşle evlenmiş ve herbirinden birer oğul
doğurmuş, o
iki kardeşinde diğer bir kardeşlerinin başka bir
kadından çocuğu olmuş ve o kadının
iki oğlundan
biri ölmüş geriye amcasının oğlu olan
(ana bir) erkek kardeşini ve diğer amcasının
oğlunu
bırakmış gibi olur.
«Amcasının diğer oğlu kocası olsa». O ikisinde biri yani kadının amcasının oğullarından biri kocası
olsa dese daha açık
olurdu. T.
«Terikeden kalanı da
asabelik yoluyla
aralarında taksim ederler».Kalan, birinci surette
altıda beş,
ikinci surette de yarısıdır. T.
«Zira hem farz
sahibi olarak hem de asabe olarak miras almasına mani bir hal yoktur.» Bu söz
şundan kaçınmak için söylenmiştir: Eğer birinci surette, ölenin bir kızı olsa o
zaman o kız malın
yarısını alır. amcasının
oğlunu da anne bir kardeşi olma dolayısıyla
altıda birden hacbeder.
Hacbedilen ile diğer amca
oğlu kolanda müşterektir.
İkinci surette de eğer zevcenin anne-bir kız-kardeşi varsa terikenin yarısını alır diğer yarısını da farz
olarak kocası alır.
Amcasının annesinden olmayan diğer oğlu gibi. kocası olan amca
oğluna da amca oğlu olma
sebebiyle
birşey verilmez.
«Hem farz
hemde asabelik cihetiyle ilh...» Farz ciheti
evlilik ve anne-bir erkek-kardeşlikle, asabelik
ciheti de amcasının oğlu olmasıyladır. T.
«Farz sahibi olarak ilh...» Yâni farz ve asabelik
yoluyla
miras almak. T.
«Bir cihetle...» ki bu da babalıktır. T.
«... Ancak baba
veya babanın babası olması gerekir.» Yâni baba
oğlundan, kızı ve oğlunun kızı ile
birlikte hem
farz hem de asabelik yoluyla miras alır. Nitekim daha önce geçmişti.
«Benzer asabeliğin iki ciheti bir arada
bulunur.» Yâni o iki cihetle miras almasına
bakılmaksızın...
Zira burada o
cihetlerden biri ile miras alır:
Zira oğulluk
ciheti amcalık ve velâ cihetlerine tercih edilir.
«Bazen de faz
sahibi olmanın iki ciheti bir arada bulunur.» Bunun şekli
şöyledir: Bir mecûsi kendi
kızı ile evlense ve ondan çocuğu olsa bu çocuk o kadının hem oğlu hem de kardeşidir. Çocuk
öldüğü zaman
geriye hem annesi hem de kız-kardeşi olan bir kadın bırakmış olur. Böyle olunca da
o kadın farzın
iki cihetiyle miras alır. T.
«Bu da ancak mecûsilerde
tasavvur ediIir.» Ben derim ki:
Kitâbu'l-Hudadda geçti ki, nikâhı haram
olanla cinsi ilişki mahallin
şüpheli olduğu yerlerdendir ve ulemanın Nehir bahsinde inceledikleri
üzere ondan
nesep sabit olur. Oraya .müracaat et!
Sekbu'l-Enhur'da
şöyle
denildiğini gördüm: Bu ancak mecûsilerin evliliklerinde ve müslümanların
ve
başkalarının şüpheli münasebetlerinde tasavvur edilir. Müslümanların sahih olan nikahlarında
ise tasavvur
edilemez. Bunun tamamı ileride gelecektir.
«İmam Şafiî'ye
göre ise cihetlerin en kuvvetlisi
ile». Bu da kişinin her halükarda miras aldığı
cihettir. Bir
oğul ölse ve geriye kız kardeşi
olan annesini bıraksa. bize göre o kadın annelik cihetiyle
üçte bir
kız-kardeşlik cihetiyle de yarı olmak
üzere iki cihetten miras alır.
Şafii'ye göre
ise o kadın başka cihetle değil sadece annelik cihetiyle
miras alır. Nitekim
Gûrerû'I-Efkâr'da da böyledir.
«Son iki sınıfa... ortak olurlar.» Yâni anne bir erkek
kardeşlerle ana-baba-bir erkek-kardeşler
arasında bölüştürülür. Bundan dolayı da bu meseleye
«müşerreke meselesi» demişlerdir.
«Aynı
şekilde, Malik ve Şafiî anne-baba-bir kız-kardeş veya baba-bir kız-kardeşe terikenin
yarısını,
kocası ve
annesi ile birlikte dedeye altıdabirini farz olarak vermişlerdir.» Şârihin söylediğinin
aksine Şanşûrî'nin zikrettiğine göre Ahmed de
aynı görüştedir. Ebû Yusuf ve Muhammed'in de
görüşleridir.
Bu meseleye
«ekderiye meselesi» denilmiştir. Zira bu mesele Zeyd'e mezhebini bulandırmıştır.
«Dokuza
avledilir...» Kocaya üç, anneye iki, dedeye bir, kızkardeşe de üç hisse
verilir. Şu kadar var
ki, kız-kardeş kendisine farz olarak
verilende yalnız olsa, dededen fazla alır. Kız-kardeş farzdan
sonra dede
vasıtası ile asabeliğe çevrilir. O zaman onun hissesine
dedenin hissesi de ilâve edilir ve
dördü
aralarında üçe bölerek ikili birli taksim ederler. Zira dede için mukâseme malın tamamının
altıda
birinden ve geri kalanın üçte birinden
daha hayırlıdır. Bu mesele yirmiyediden tashih edilir.
Konunun tamamı
Sekbu'l-Enhur'dadır.
«Kız kardeş mirastan düşer». O zaman kocaya yarı, anneye üçte bir geri kalanda dedeye verilir. Bu
meselenin aslı altıdan yapılır.
«Müftâbîh
görüşe göre ilh...» Yâni İmam-ı
Azâm'ın «benû'l-ayân ile benû'l-allat dede ile düşer»
sözünden,
anlaşılan görüşe göre... İmameyn ise buna muhalefet etmişlerdir.
«Yukarda
geçtiği gibi...» Yâni Hacb bahsinde... Allah Teâla en iyisini bilendir.
AVL BABI
M E T İ N
İleride de geleceği gibi, avlin zıddı reddir. Avl;
farzlar çok olduğu takdirde sehimlerin, farizanın
mahrecinden
fazla olmasıdır. Noksanlığın, farz sahiplerinden her birinin
hisse miktarınca olması
için yapılır.
(Terike yetmediği için) alacaklıların
hisselerinin noksanlaşmasına
benzer.
Avl ile ilk
hükmeden Hz. Ömer (r.a.)'dır.
Mahrecler
yedidir. Bunlardan dördü avl olmaz; iki,
üç, dört ve sekiz... Üç mahreci ise bazen ihtilat
(karışma) ile avlolur. Nitekim mehâric bâbında gelecektir;
Altı, ona kadar
tek veya çift olarak dört kez
avlolur. Meselâ altı,
a - Yediye avleder, bir kadının ölüp geriye kocası ile anababa-bir iki kız-kardeşini bırakması gibi.
b - Sekize avleder: Bir kadının ölüp geriye
yukardaki varislerle birlikte annesini
de bırakması gibi...
c - Dokuza
avleder, bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte anne-bir
erkek-kardeşini
bırakması gibi...
d - Ona
avleder: Yukarda geçen varisler ve
birlikde, diğer bir ana -bir erkek kardeşinin
bulunması
gibi.
Oniki de,
onyediye kadar çiftlere değil, tek sayılara, üç kez avl olur. Meselâ
bir kişi ölse ve geride
karısı iki kız-kardeşi ve annesi kalsa oniki
onüçe avleder.
Oniki ayrıca,
yukardaki varislerin yanı
sıra annebir erkek-kardeş de bulunursa onbeşe avleder.
Oniki birde
onyediye avleder; aynı varislerle
birlikte başka bir anne-bir erkek kardeşin
bulunması
halinde olduğu
gibi.
Yirmidört ise
sadece yirmiyediye avleder. Meselâ : Bir kişinin
ölüpde geride karısı iki kızı ve
ana-babasının
kalması gibi... Bu meseleye «minberiye» denilir.
Yukarıda da
geçtiği gibi redd avlin zıddıdır. O
halde red (varisler arasında), asabe olmadığı takdirde
farzlardan
artan mikdarın farz sahiplerine hisseleri miktarınca reddedilmesidir.
Bu konuda icmâ
.vardır. Çünkü
beytü'l-mâl bozulmuştur. Ancak, karıya ve kocaya redd yapılmaz.
Hz. Osman
(r.a.) «Karı-kocaya da reddin yapılacağını söylemiştir. Bunu musannıf ve başka âlimler
söylemişlerdir.
Ben derim ki: İhtiyâr'da
kati olarak ifade edildiği üzere, bu, râvinin bir vehmidir. Oraya
müracaat eti!.
Yine ben derim
ki: Eşbâh'ta zamanımızda beytü'l-mâl bozulduğu için karı kocaya
da redd yapılır
denilmiştir.
Biz bunu velâ bahsinde takdim etmiştik.
İ Z A H
Feraizin meseleleri üç
kısımdır. Bunlar: Adile, âzile ve âiledir. Yâni ferâiz meseleleri ya
kesirsiz
olarak veya redd ile yada avl ile taksim edilir.
«Avl» Lügatte: Meyl ve cevr manasındadır, galebe
ve «yükseltme» manalarında da kullanılır.
Istıtâhi manasının
ilk lügat manasından alındığı söylenmiştir. Zira mesele,
terike sahipleri üzerine
cevr ile
meyletmiştir. Çünkü onların farzlan, avl
ile noksanlaşmıştır.
Meselelerle ilgili olarak geçen taksim bu
hususta sarih gibidir, zira âdile kelimesi cevrin mukabili
olan «adl»den alınmıştır.
Bazı âlimler de avl'in ıstılâhî manasının, lügat manasının ikincisinden
alındığını söylemişlerdir. Zira
mesele, terike sahiplerini
zarara sokmakla galebe çalmıştır.
Bazı âlimler ise avlin, üçüncü lügat manadan alındığını söylemişlerdir. Zira farzlar toplandığında
meselenin mahreci darlaşınca, terike, o mahreçten daha fazla bir rakama yükseltilir, sonrada
taksim edilir. Böylece
vârislerin hepsinin farzları noksanlaşır
Bunu Seyyid ihtiyâr
etmiştir.
«Avlin zıddı reddir.» Zira avl ile farz sahiplerinin payları noksanlaşan, meselenin
aslı ise artar. Red
ile ise paylar
artar, meselenin aslı eksilir.
Diğer bir ifade ile avlde sehimler mahreçten fazla olur,
redde ise mahreç sehimlerden
fazla olur. Seyyid.
«Sehimlerin fazla olmasıdır». Yâni vârislerin sehimlerinin...
T.
«Farizanın
mahrecinden ilh...» Yâni farz kılınan sehimlerin mahrecinden...
O mahrece meselenin
aslı denilir. Meselenin aslı da: Vârislerden her bir gurubun paylarının kusursuz
olarak alınabileceği
en küçük sahih sayıdan ibarettir. Sekbu'l-Enhûr.
«Alacaklıların
hisselerinin noksanlaşmasına
benzer» Yâni terikenin kafi gelmediği borçlar ki,
alacaklıların bir kısmı ödeme hususunda
diğerlerinden öncelikli değildir. Noksanlık herkesin hakkı
kadar olur.
«Avl'e ilk olarak hükmeden Hz. Ömer (r.a.)
dir.» Zira Hz. Ömer, mahrecin farzlara yetmeyecek
şekilde az geldiği bir suretle karşılaşmış, ve
sahabe ile istişare etmiştir. Hz.Abbas avl yapılmasına
işaret etmiş, Hz. Ömer de «Feraizi avledin!» demiştir. Sahabelerde ona uymuş ve hiçbirisi bunu
inkar etmemiştir. Ancak
Hz.Abbas'ın oğlu, babasının ölümünden sonra buna karşı çıkmıştır.
Bu
bahsin tamamı
Seyyid'in şerhi ve diğer kitaplardadır.
«Mahrecler yedidir.»
Bu konunun vechi şudur: Farzlar altıdır:
Bunlar da iki nevidir: Birincisi: yarı
dörttebir ve
sekizdebir, ikincisi ise, üçte iki, üçtebir ve altıda birdir. Bu farzların da ikişer hali
vardır.
Birisi infirad
(bir meselede tek bir farzın olması) diğeri de ictima
(bir meselede birden fazla farzın
bulunması)
halidir. İnfirad halinde mahreçler beştir. Yarı için iki.
dörttebir için dört, sekizdebir için
sekiz, üçtebir ve üçte iki için üç, altıdabir içinde altıdır.
Farzlar ictimâ ettiği takdirde bakılır. Eğer hepsi aynı neviden ise zikredilen bu beş kısmın
dışına
çıkmazlar. Zira en aşağı mahrece itibar
edilir. O halde meselede yarı ve dörttebir hisseler bulunursa
mesele dörtten
halledilir. Yarı ve sekizdebir olursa sekizden olur. Üçtebir ve
altıdabir olursa altıdan
olur.
Eğer farzlar iki guruptan da olursa, meselâ,
birinci nevlden yan ikinci nevinin hepsi veya
bir kısmı
ile karışırsa mahreç
altı olur, ve bu yukardaki gibi beş kısmın
dışına çıkmaz.
Eğer ikinci nevinin tamamı veya bazısı ile birlikte
dörttebir bulunsa mahreç oniki olur. Eğer ikinci
nevinin tamamı
veya bir kısmı ile sekiz
de bir hisse bulunsa mahrec yirmidört olur. Bu iki durumda
zikredilen beş mahrece
ilâve edilince mahreçler yedi olur. Bu
bahsin izahı «mehâric» bâbında
gelecektir.
«Bunlardan
dördü avl olmaz.» Çünkü mal. ya bu
mahreçlere taalluk eden hisselere yeter, yada
hisselerden fazla olarak maldan birşeyler artar. Bunun izahı Minah'tadır.
«Üç mahreci ise bazen avl olur.» Onun avl olacağı rakam,
altı, altının iki kafi ve iki katının iki katıdır.
Müellif burada
«bazen» sözü ile, üç mahreci için avlin lazım olmadığına
işaret etmiştir.
«İhtilat
(karışım) ile ilh...» Yâni iki neviden birisinin diğer nevinin ya tamamı veya bir kısmı ile
karışması halinde... Nitekim beyan etmiştik.
«Attı ona kadar tek veya çift olarak ilh...» Yâni altı mahreci onda son bulan
tek veya çift sayılara
avledebilir.
«Bu meseleye
minberiye denilir.» Zira bu mesele Hz.
Ali'ye Kûfe'de minberde, hutbesinde: «Allah'a
Hamdolsun ki o
kati olarak hak ile hükmeder, her nefsi çalışması ile mükafatlandırır ve dönüş
ancak onadır» derken sorulmuş. O da hemen «kadının sekizdebir hissesi dokuzda bir
olmuştur»
demiş ve
hutbesine devam etmiştir. Dinleyenler onun zekâsına hayran kalmışlardır.
Dürrü Müntekâ.
«Çünkü beytü'l-mâl bozulmuştur.» Bu, icmâın illetidir,
ama yerinde değildir. Çünkü Malikî
mezhebinde meşhur olan görüşe göre beytü'l-mâl
muntazam olmasa bile, varislerin farz olan
hisselerinden artan beytü'l-mâle verilir. Şafiî'nin
mezhebi de böyledir. İmam Mâlik'ten,
bizim
(Hanefilerin)
dediğimiz gibi de rivâyet edilmiştir.
Şafîî
mezhebinin muteahhir fakihleri de beytü'l-mâl muntazam olmadığı takdirde,
artanın farz
sahiplerine reddolunması ile fetvâ vermişlerdir Bu Gûreru'l-Efkâr'da ifade edilmiştir.
«Ve diğerleri ilh...» Yâni Sirâciye şerhleri ve Kenz... Ruhu'ş-Şurûh'ta şöyle denîlmiştir: «Bu hususta
Hz. Osman'ın
delili şudur. Farz avledildiği takdirde noksanlık sehimlerin
hepsinde olur. O zaman
sehimlerden artanın farz sahiplerinin hepsine verilmesi
gerekir. Çünkü herkes avlden dolayı
hissesine gelen noksanlık kadar alır.»
Bunun cevabı
şudur: Karı-kocanın birbirlerinden miras
almaları kıya. sın hilafınadır. Zira
onların
birbirlerine
bağlılığı nikah iledir. O da ölüm ile kesilmiştir.
Kıyasa muhalif olarak nass ile sabit olan
hüküm o nassın
varid olduğu yere mahsustur. Karı-kocanın farzlarının artması
hususunda ise nass
yoktur.
Miraslarını nefyedeni
kıyasa meyille onların paylarına noksanlık girince noksanlığa hükmedildi,
fakat delil
bulunmadığından dolayı red ile
hükmedilmedi. Böyle olunca meseledeki fark anlaşıldı ve
gerçek açıklandı. T. Özetle...
«Eşbâh'ta... denilmiştir Hh...» Kınye'de denilmiştir «Zamanımızda, beytü'l-mâlin bozulmuş
olmasından
dolayı, karı-kocaya da red yapılmasına fetvâ
verilir» denilmiştir. Zeylaî'de
Nihaye'den
naklen şöyle
demektedir: «Karı-kocanın birisinin farzından arta kalan mal öbürüne
reddolunur.
Kişinin
süt-kızı ile süt-oğlunda böyledir. Onlara da sarfedilebilir.»
Müstesfâ'da : «Günümüzde, karı-kocaya red yapılması
yolunda fetva verilmelidir. Bu da, bizim
müteahhir
âlimlerimizin sözüdür» denilmiştir.
Haddadi
demiştir ki: «Günümüzde fetvâ, karı-kocaya red yapılması yolundadır.»
Muhakkik âlim Ahmed
bin Yahyâ bin Sad et-Taftâzânî de şöyle der: «Alimlerimizin çoğu,
ölenin
yakınlarından. karı-kocadan
başka kimse olmaz ise, karı-kocaya
red yapılmasına fetvâ vermişlerdir.
Çünkü
zamanımızda İmam bozulmuştur. Hakimler de zalimdirler. Mûtıkın kızlarını
ve zevi'l-erhâmını
ölene varis
kılmakla da fetvâ verilir.»
Aynı şekilde, Herevîde : «Âlimlerimizin birçokları mûtıkın kızları ile zevi'l-erhâmını varis kılmaya
fetva vermişlerdir.» Ebu's-Suud Kâzerûni'nin
Sirâciye Şerhi'nden...
Ben derim ki: Hidâye şerhi Miracu'd-Dirâye'de şöyle denilmektedir: «Bazı âlimler tarafından
denilmiştir ki:
Bir adam öldüğünde mirasçısı olmasa
da sadece mûtıkının kızı kalsa,
malının hepsi
ona verilir. Ama bu miras olarak değil ölüye en yakını olduğu içindir. Aynı
şekilde, karıkocadan
birinin
farzından artan da öbürüne reddedilir. Aynı şekilde, kişinin sütkızı ve süt oğluna da verilir.
Bu şekilde
fetvâ verilmesi beytü'l-mâlin olmamasından dolayıdır.»
Müstesfâ'da
şöyle denilmiştir: «Günümüzde karı-kocadan birinin farzından arta kalan varislerden
onu hak edecek kişi bulunmadığı durumda, ona (karı
veya kocaya) reddedilir. Çünkü
beytü'1-mâl
yoktur. Zira
zâlimler, beytü'l-male konulan malı
yerinde sarfetmiyorlar. Şafiî'nin ashabının
bazılarından
böyle nakledilmiştir. Ayrıca
onlar bu manadan dolayı zevi'l-erhâmında varis
kılınacağına fetvâ
vermişlerdir.»
Şarih,
Dürrü'l-Müntekâ'nın Kitâbu'l-velâ
bölümünde şunları söylemiştir: Ben derim
ki: Şu kadar var
ki bana ulaşan bilgiye göre Şafiiler bununla fetvâ
vermemişlerdir. Uyanık ol!
Ben derim ki: Biz zamanımızda böyle fetvâ
verildiğini duymadık. Hatta metinlere zıt olduğu için
böyle fetvâ verilmemiş olması muhtemeldir. Şu kadar var ki: Metinlerin, ancak
mezhep ne ise onun
nakli için vaz edildikleri aşikardır. Bu mesele ise müteahhir ulemanın zikredilen illetten
dolayı,
mezhebin aslına muhalif olarak fetvâ verdikleri meselelerdendir.
Nitekim mezhebin aslına muhalif
olarak, Kur'an-ı öğretmek üzere ücret alma meselesinde de buna benzer fetvâ vermişlerdir. Zira
onlar
Kur'an'ın zayi olmasından korkmuşlardır.
Bunun benzerleri çoktur. Özellikle zamanımızda
Şârihlerin, bu
meselede zikrettikleri fetvâ
ile amel edilsin! Çünkü beytû'l-mâlın vekili olan kişi o malı
alır ve
kendine ve hizmetkarlanna sarfeder ama beytü'l-mâle ondan hiçbirşey ulaşmaz.
Bu meselenin
özeti şudur: Metinlerdeki bilgi ancak beytü'l-mâl muntazam olduğu zamana hastır.
Şârihlerin sözü ise beytû'l-mâl muntazam olmadığı zamana aittir. Bu durumda aralarında çelişki
yoktur.
Zamanımızda böyle fetvâ verme imkanı olan kişi bununla fetvâ versin.
Ve lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billah...
M E T İ N
Red meseleleri dört kısımdır. Zira red yoluyla
varis olanlar ya bir sınıftır veya
daha fazladır. Bu
kısımlardan herbirinde «menlâ yuraddu aleyh»
(kendisine redd yapılmayan kişi) ya bulunur veya
bulunmaz.
Birincisi: Eğer kendilerine red yapılanlar iki kız
kardeş veya iki nine gibi, aynı
cinsten olurlarsa işi
uzatmamak için daha başlangıçtan mesele
sayılarının tamı olan rakamdan alınarak,
taksim yapılır.
İkincisi: Kendisine reddedilecek kişiler iki veya
üç cins olursa -ki araştırmalar daha fazla
olamıyacağını
gösteriyor- o zaman mesele mesafeyi kısaltmak için sehimlerinin
sayısından taksim
edilir. Meselâ sehimlerde
iki tane altıda bir olursa ikiden, üçtebir ve altıdabir bulunursa üçten, yarı
ve altıda bir
bulunursa dörtten taksim edilir. Üçte
iki ve altıda bir olursa beşten taksim edilir.
Üçüncüsü :
Birincisi ile yani aynı cinsten olan redde hakkı olanlarla beraber, kendisine red
yapılmayan
birisi bulunursa, -ki o da karı-kocadır- kendisine red yapılmayanın farz
hissesi,
meselenin aslının mahreçlerinin en azından
verilir. Geri kalan da kendilerine red yapılanların
sayısına göre
taksim edilir. Meselâ bir kadının ölüp geride kocası
ve üç kızının kalması böyledir...
Bu durumda,
meselenin aslı dörtten olur, biri kocaya
verilir, geriye
üç hisse kalır. O da üç kıza denk
düşer. O zaman çarpmaya ihtiyaç kalmaz. Eğer kalan. redde hakkı olanlara denk düşmezse: Şayet
onların
sayılan, küsürata meydan bırakmadan kalanı
bölüşebilecek şekilde ise (muvafık ise)
mesela
bir kadın ölerek
geriye kocasını ve altı kızını bırakırsa o zaman onların vefki -ki burada
ikidir-
kendisine redde bulunulmayanın hissesinin mahreci ile çarpılır.
Bu da burada dörttür. Sonuç
sekize ulaşır. O zaman
sekizden ikisi kocaya, altısı da birercik
kızlara verilir.
Burada bazı
tabirleri açıklamak gerekir:
îki sayı, üçüncü bir sayıya bölündüğünde kalan olmazsa
aralarında tevafuk
vardır. Meselâ 6 ile 4 biri birlerine
bölünmez, fakat ikisinde, 2 ye
kalansız olarak
bölünebilir.
Dolayısıyle bu iki sayı
arasında iki ile «tevâfuk» vardır. Bu sayılarda ikiye
bölündüğünde:
Çıkan 3 altının «vefkı» 2 de dördün
«vefkı»dır. iki sayı biri birlerine veya baçka
bir
sayıya kalansız
olarak bölünemiyorsa aralarmda
«tebayün» vardır demektir. 3.4.7.8.
gibi. iki sayı
biribirinin
aynısı ise aralarında «temasûl». vardır. 2:2 gibi Büyük sayı küçük sayıya kalansız
olarak
bölünebilirse
aralarında «tedahûl»var demektir. (Mütercim)
Eğer artan mikdar, kendilerine red yapılacakların
sayısına muvafık değil, mübayin
olursa
(aralarında
tevafuk değil, tebayün olursa) o zaman kendilerine red yapılacakların sayısı zikredilen
mahreçle çarpılır. Meselâ bir kadın ölerek geriye
kocasını ve beş kızını bıraksa, meselenin
mahreci
dörttür,
dörttebir kocaya verilir. Geriye
üç kalır, bu üç de (kızların sayısı olan) beşe mübayındır. O
zaman dört beş
ile çarpılır ve yirmiye ulaşır.
Kocaya bir (hisse) verilir ki bu da beş ile çarpılınca beş
eder. Geriye
üç (hisse) kalır. Bu üç de beşle çarpılınca
onbeşe ulaşır o da herbir kıza üçer üçer
verilir.
İ Z A H
«... Veya daha
fazladır.» Yâni (kendilerine red yapılacaklar) iki veya üç sınıftır.
Şârihin de ileride
zikredeceği gibi daha fazla olamaz.
«Eğer kendilerine red yapılanların cinsi bir olursa ilh...» Bu söz, o cinsin
tek bir şahıs veya daha
fazla olması haline şamildir. Bundan dolayı Allâme
Kâsım «Bir anne, veya bir nine bir kaç
nine veya
bir kız, birkaç kız veya
bir oğul-kızı, birkaç oğul-kızı veya anne-baba bir kız-kardeşleri, baba-bir
kız
kardeşleri veya
ana bir erkek kardeşlerden bir veya daha fazlası gibi.» sözü ile misâl vermiştir.
«Adedi ruuslarından». Yâni meselede birden
fazla şahıs olduğu takdirde onların sayılarından... Eğer
red yoluyla
miras alacak kişi tek ise, mesele bir olur. Şerhu İbnu'l-Hanbeli.
«İşi uzatmamak içln ilh...» Yâni taksimi bir
defada bitirmek için... Şayet
varislerden herbirine hakkı
olan hisse
verilse, sonra da terikeden artan aralarında hisseleri kadarıyla bölüştürülse taksim iki
kere yapılmış
olur. Seyyid.
«İki veya üç cins olursa ilh...» Ninelik,
kardeşlik veya kızlık ve annelik gibi
varis olma yönünden iki
veya üç cins
olursa... Her iki cinsin hissesi aynı olsa nine ile annebir kız-kardeş
gibi ki bunların her
birinin hissesi altıdabirdir. Veya üç cinsten ikisinin hissesi aynı olsa -kız, oğul-kızı ve annenin
birlikte olmaları
gibi herne kadar kız
sözü, kızı da oğulun kızını da
kapsasa bile kızlık
bir sebep
oğul-kızlığı
da, diğer bir sebeptir. O zaman bu meselede yalnız iki cins değil,
üç cins vardır.
İbnu'l-Hanbelî.
«Araştırma ilh...» Kendilerine red
yapılanların cüzlerini araştırma
sonunda ilh...
«Sehimlerinin sayısından ilh...» Bu sehimlerde dört tanedir. Onlar iki. üç, dört ve beştir. Şârih
bunları
zikretmiştir. Ve bunların hepsi, bizim de ileride zikredeceğimiz
gibi. altıdan alınmıştır.
«İki tane altıdabir olursa ilh...» Meselâ bir kişi ölse ve geride ninesi ve anne-bir kız-kardeşi kalsa
mesele altıdandır. Altıdan ikisi bunlara
farz hisse olarak verilir. Bu durumda iki, meselenin
aslı
kılınır ve
terike aralarında yarı yarıya taksim edilerek her birine malın yarısı verilir. Seyyid.
«Üçtebir ve
altıdabir bulunursa ilh...» İki anne bir kardeş ve anne gibi... Burada
mesele yine altıdan
olur; anne bir
iki kardeşe üçtebir anneye de altıdabir verilir. Buna göre mesele
bunların
sehimlerinin sayısı
olan üçten yapılır. Bunun da yolu şudur: En aşağı hissenin benzerlerinden,
fazla
olandakine bakılır ve o ona eklenir. O zaman, üçte birde iki tane altıda
bir vardır ve onlar annenin
hakkı olan altıdabire eklenir. Kâsım.
«Eğer yarım ve
altıdabir hulunursa ilh...» Kız ve
oğul kızı veya kız ve anne gibi... Zira mesele
bunda
da altıdandır.
Altıdan alınan sehimlerin toplamı
dörttür. Bunların üçü kıza, biride
oğulun kızına veya
anneye verilir. Bu durumda da mesele
altıdan değil dörtten olur:
Dolayısıyla terike dörde bölünüp
üçü kıza biri de anneye veya oğul kızına
verilir. Seyyid.
«Üçte iki ve
altıda bir gibi olursa ilh...» İki kız
ve anne gibi... «eğer» ile değil «gibi» ile örnek
vermiştir.
Zira «beş» için üç sûret vardır. Birincisi yukarda geçendir. İkincisi ise yarı ile
iki altıda
birdir. Bu da,
kişinin kızını oğlunun-kızını ve
annesini bırakması gibidir. Üçüncüsü ise yarı ve
üçte
birdir ki bu
da, kişinin annesi ile veya
anne-bir iki kız-kardeşiyle birlikte, anne-baba-bir kız-kardeşini
bırakması gibidir.
Bu üç surette
de mesele yine altıdan haledilir. Altıdan
alınan hisseler de beştir. Buna göre «beş»
meselenin aslı kılınır
ve terike beşe taksim edilir.
BİR UYARI :
Zikredilen
vecihlere göre yapılan taksim eğer
varislere tam denk olursa güzel. Aksi
halde, meselâ
kişi ölerek geriye kızını ve üç tane oğul kızını bırakmış olsa,
o zaman kızına üç hisse verilir. ki bu
ona uygundur. Oğul-kızlarına is&bir hisse verilir. Bu da onlara denk düşmez. Böyle olunca
hisselerin küsura uğrayanların sayısı olan «üç» meselenin mahreci dörtle çarpılır. O
da oniki eder.
Onikiden
dokuzu kıza, üçü de üç oğul-kızına verilir. Seyyid.
«Geri kalan da kendilerine red yapılanların sayısına göre taksim edilir.» Yâni o
mahreçten kalan. bir
cinsin fert
sayısına göre taksim edilir. Bu malın tamamının içlerinde kendisine red
yapılmayanlardan
hiç kimse olmadığında, malın tamamının, kendi fert sayılarına göre taksim
edilmesine benzer.
«O zaman meselenin aslı
dörtten olur.» Meselenin aslı on ikidendir. Çünkü dörtte bir ile üçte iki bir
araya
gelmiştir. Gelecek iki mesele de bunun benzeridir;
«... Denk düşmezse ilh...»
Yân! o mahreçten arta kalan. kendilerine red yapılacak olanların sayısına
denkse...
«Onların vefki
çarpılır;» Yâni onların sayılarının vefki...
«Ki burada ikidîr.» Çünkü fert sayısı altıdır. Mahreçten arta kalan da üçtür, ve aralarındaki
muvafakat da
üçte bir hesabıyladır. Yerinde de bilindiği gibi, burada
tedahüle itibar edilemez.
«...Muvafık
değil ise ilh...» Yâni kalan, terikeden alacakların sayısına
muvafık değilse...
«O zaman dört,
beş ile çarpılır.» İbarenin önüne ve sonuna uygun
olanı beşi dört ile çarpılır,
denilmesidir. T.
Zira çarpan, varislerin sayısı olan beştir, çarpılan -ki o da mahreçtir- ise dörttür.
M E T İ N
Dördüncüsü:
Eğer ikinci gurupla beraber kendilerine red yapılmayanlardan
birisi bulunsa -yani
yalnız iki cins ile ki
burada, araştırma ile bilinmektedir ki daha fazlası yoktur, zira dört tâife ile
birlikte, aslâ red yapılmaz. Her halde Musannıfın, geçen metinde, iki cins
üzerine iktisâr etmesinin
nüktesi de bu
olabilir, aksi halde «ikincisi» ile tamamı değil bazısı irade olunurdu-
o zaman
kendisine red yapılmayanların
hisselerinin mahrecinden kalan, redd yoluyla alacakların sayısına
denk düşerse, onların meselesi üzerinden taksim
edilir. Meselâ bir kişi ölerek geride karısı dört
ninesi ve altı
annebir kızkardeşi kalsa,
taksim denildiği gibi yapılır. Şöyleki:
Burada, kendisine red
yoluyla miras
verilmeyecek olanın mahreci dörttür. O halde zevceye
dörtten bir verilir. geriye üç
kalır. Bu da ninelerin
sehimleri ile anne-bir
kız-kardeşlerin sehimlerine uygun düşer. Şu kadar var ki
ileride de geleceği gibi her gurubun tek tek fertlerine
göre kusûrlu olur. Eğer onlara uygun
düşmezse o zaman, kendine red yoluyla miras
verileceklerin meselesinin tamamı, kendilerine red
yapılmayanların
mahreci ile çarpılır. Bu çarpmadan ortaya çıkan meblağ da, iki gurubun da
farzlarının
mahrecidır. Dört zevce dokuz kız ve
altı ninenin durumu da böyledir. Bu konuda,
kendilerine red yapılmayanların mahreci sekizdir:
Zevcelere sekizde bir verilir ki bu da birdir. Geriye yedi kalır bu da
kendilerine red yapılacakların
meselesine denk düşmez. Zira o burada beştir.
Çünkü farzlar üçte iki ve
altıdabirdir. Böyle olunca
beş, sekizle çarpılır ve sonuç kırk olur. Bu kırk,
iki gurubun farzlarının mahrecidir.
Sonra kendilerine red yapılmayanların hisseleri-ki
bu zevcelerin sehimleridir- kendilerine red
yapılanların meselesi
olan beşle çarpılır, ki bu da beş eder, bu da dört zevcenin kırktan olan
haklandır.
Kendilerine
red
yapılanlardan herbir fıkranın hisseleri, ki bunların
dördü kızların biri de ninelerindir,
kendilerine red yapılmayanların farzının mahrecinden
kalan yedi ile çarpılır, o zaman dört kıza
yirmisekiz, ninelere de yedi verilir. İşte bu
durumda gurubun farzı düzgün olur.
Ama her gurubun
fertlerine
göre kesirli olur. O zaman, «mahûric» bâbında gelecek
olan
yedi usûl ile tashih edilir.
Buna göre meselemizin
tashihi bindörtyüzkırktan sahih olur. Birincisi
ise kırksekizden
sahih olurdu.
Eğer uzatma
korkusu olmasaydı, burada biraz daha genişçe
söz ederdim.
İ Z A H
«Dördüncüsü...» Yâni dört kısımdan
dördüncüsü...
«Burada ilh...»
Yâni kendisine red yapılmayanla,
red yapılanların meselelerinin
birleşmesi
durumunda. Ama meselede
sadece kendisine red yapılan bulunursa; şârihin
de yukarda sarahaten
ifade ettiği
gibi, bazen üçte de olur. Bu da yarı
ile iki tane altıdabirin birleşmesi sûretindedir.
«Zira dört
tâife ile beraber asla red yapılmaz.» Yâni ister bunlardan birisi kendisine red
yapılmayanlardan
kalan üçü red yapılanlardan. isterse
dördü de kendisine red yapılanlardan olsun.
«Herhalde... olabilir;»
Yâni reddin iki cinsten fazlasına olmayacağı tarzındaki sözleri..
Bunun özeti
şudur: Musannıf ikinci kısımda, sadece
iki cinse red yapılacağını söylemişti.
Zira
musannıf
yukarıda «Eğer. kendisine red
yapılacak olanlar iki cins olursa...» demişti. Halbuki üç de
olur. Böyle demesi
burada «eğer ikincisi ile ilh..» sözünün sahih olması
içindir. Zira bununla üçü
kasdetmek sahih değildir. Hatta eğer musannıf geçen
ifadesinde, sadece iki cinsle
kalmayıp. üçü
de zikretseydi
burada ikincisinden muradın «bazısı»
olması gerekirdi ki bu da hepsi değil iki
cinstir.
O da üçtür.
Demekki musannıfın daha önce geçen ifadesinde, sadece iki cinsi zikr etmesi, orada üç
olamayacağı
için değil, belki şârihin de Seyyid
ve diğerlerine uyarak zikrettiği, araştırma
hükmü ile
olamayacağı
içindir.
Ben derim ki: Eğer araştırmanın
sıhhati kabul edilirse bu da sahihtir. Halbuki araştırmanın sıhhati
kabul edilmez. Çünkü dört taifenin bir, arada bulundukları bir reddiye
meselesi mevcuttur. O
mesele şudur: Bir zevce, kız, oğlunun kızı, anne veya nine birlikte
bulunsalar, meselenin asıl
mahreci
yirmidörttendir; zevceye sekizdebir verilir ki bu üçtür, kıza yarı
verilir ki bu da onikidir,
oğlun kızına
da üçte ikiyi tamamlamak için altıdabir verilir ki bu da dörttür. Anneye veya
nineye de
altıdabir
verilir, bu da dörttür. Geride de bir
hisse artmıştır. Bu bir zevcenin dışındakilere
reddolunur, ki
onlar da üç cinstirler. O zaman bu mesele Rahîku'I-Mahtum'da
da zikrettiğim gibi
kırktan tashih
edilir.
Sonra ben,
bunu aynı bahiste Yakub'un haşiyesi ve İbnu'l-Hanbelî'nin şerhinde de gördüm.
Yakub: «Bu mesele,
makamda varid olan eski bir
şüphedir» der.
Demek oluyor
ki musannıfın. ikinci kısımda «üçü de zikretmesi gerekirdi, o zaman
da, buradaki
sözünde cinslerin
bazıları değil hepsi kastedilmiş olurdu.
Allâme Kâsım, Bâkânî ve başka âlimler bu görüşe göre
hükmetmişlerdir. Ama Şârih,
Dürrü'l-Müntekâ'da onlara itiraz ederek onların sehivlerine hükmetmiştir. Halbuki onların sözlerinde
sehiv yoktur. Seninde bildiğin gibi doğru olan. onların söyledikleridir. öyleyse
çok hata edilen bu
makamda dikkatli ol!
«...
Alacakların sayısına denk düşerse...»
Yâni onların hisselerine denk düşerse... ister onların
fert
sayılarına
denk düşsün, ister denk düşmesin böyledir.
Fert sayılarına denk
düşmemesi musannıfın
misal
verdiğidir. Denk düşmesi de: Zevce, nine ve anne-bir iki kız-kardeşin bulunması gibidir. Zira
zevcenin
hissesinin mahrecinden kalan üç, ninenin ve iki kız-kardeşin sehimlerine de ve sayılarına
da denk düşer.
«Şu kadar var ki... her gurubun tek tak fertlerine göre küsürlü olur.» Yâni aded-i
ruuslarına göre...
Zira dört
ninenin payları birdir. Bir ise
onlara tam olarak denk gelmez. Aksine sayıları ile sehimleri
arasında mübayenet
vardır. O zaman biz onların
sayılarının tamamını hıfzederiz. Aynı
şekilde altı
kız-kardeşin hissesi ikidir
ki bu da onlara göre denk değildir.
Ancak bunların
sayıları
ile, sehimleri arasında «yarı» oranı ile muvafakat vardır. O zaman biz,
kız-kardeşlerin sayılarına yarıya böleriz, ki o da üçtür. Sonra aded-i ruus ile ruus
arasında
muvafakat
ararız ama bulamayız. O zaman kızkardeşlerin ruuslarının
fevki olan üçü, ninelerin sayısı
olan dört ile
çarparız, sonuç oniki olur. Daha sonra bu onikiyi kendilerine red yapılmayanların
farzının
mahreci olan dörtle çarparız ki o da kırksekiz olur. İşte o
zaman mesele sahih olur; zevceye
bir verilir ve
bu bir çarpılan sayı olan oniki ile çarpınca sonuç yine aynı
olur. Yâni zevce
kırksekizden on iki alır. Ninelere de yine bir verilecekti. Bu biri on iki ile
çârptığımızda o da oniki
olur. Bu
onikiden, herbir nineye üç verilir. Altı kız-kardeşe de iki verilecekti. Bu ikiyi de oniki ile
çarptığımızda
yirmidört olur. Altıkız kardeşten herbirine de dört verilir.Seyyid.
«İki gurubun
da ilh...» Yani kendilerine red yapılmayanların ve ret yapılanların..
«Dört zevce
ilh...» Bu meselenin aslı yirmidörttendir.
Zira sekizde bir üçte iki ve altıda bir ile
karışmıştır. Fakat bu mesele, reddiyedir. Öyle
olunca biz bu meseleyi, kendisine red
yapılmayanın
hissesinin en az mahrecine reddederiz ki bu da
sekizdir. Seyyid.
«Üçte iki ve
altıda birdir.» Üçte iki dört tane altıda bir olarak kızların
hissesidir. Bir oltıdabir de
ninelerin hissesidir. Buna göre bunların toplamı beş
tane altıda bir eder ki bu da red meselesidir.
«Sonra hisseleri... çarpılır
ilh...» Bu söz, varislerden her bir gurubun bu meblağdan hissesinin
bilinmesinin
başlangıcıdır. T.
«İşte bu
durumda her gurubun farzı düzgün
otur.» Yâni kendilerine red
yapılanların ve
yapılmayanların
hisseleri.
«Ama her gurubun fertlerine göre tesirli olur ilh...» Yâni sehimlerine
göre küsûrludur. Eğer mesele
bir zevce yedi kız ve yedi nine olsaydı hesap tamam olup gelecek tashihe
ihtiyaç kalmazdı.
«O zaman Maharic bâbında gelecek olan yedi usûl ile tashih edilir.»
Bunlardan üçü her gurubun
sehimleri ile, sayıları arasındadır, O da; bölünme, tevâfuk ve tebayündür.
Dördü de fertler arasında
ve fertlerin
bazısı ile bazısındadır ki bu da : Temâsûl, tevafuk ve tebâyündür.
H.
O zaman bizim
meselemizde sayıları dört olduğu halde zevcelere beş verilir. Ki bu da onlara
küsûrsûz olarak taksim
edilemez, ve arada tevafuk da yoktur.
Ninelere de sayıları
altı olduğu halde yedi verilir ki bu da onlara küsürsüz
olarak taksim edilemez ve
arada tevafuk
da yoktur.
Kızlara da sayıları
dokuz olduğu halde yirmisekiz verilir ki bu da onlara
sahih olarak taksim
edilemez ve
tevâfuk da yoktur.
O zaman burada
fert sayılarından dört, altı ve dokuz bir araya gelmiştir. Dört ile altı
arasında yarı ile
muvafakat
vardır. O zaman, bunlardan birisinin yarısı diğerinin tamamıyla çarpıldığında oniki eder.
Oniki ile dokuz arasında üçte birde muvafakat vardır, o zaman bunlardan birisinin üçte biri
diğerinin
tamamıyla çarpılır ki bu otuzaltıya ulaşır,
bu da hissenin bir parçasıdır. Hissenin bu
parçasını kırkla çarpınca
bindörtyüzkırk eder. İşte bu sayıdan, kırktan bir hakkı olan varis bu
hakkını, hissenin parçası ile çarpılarak, alır. Bu sehimden zevceler için payları olan beş, otuzaltı ile
çarpılınca yüzseksen
eder; her bir zevce kırkbeş alır.
Ninelere
verilen yedi otuzaltı ile çarpılınca
ikiyüzelliiki eder: Ninelerden herbirine kırkiki
verilir.
Kızlara
verilen yirmidörtde otuzaltı ile çarpılınca
binsekiz eder, herblr kıza yüzoniki
verilir.
Sekbu'l-Enhûr.
«Birincisi kırksekizden
tashih edilir.» Biz onun kırksekizden tashihinı açıklamalı olarak takdim ettik.
Allah Teâlâ en iyisini bilendir.
M E T i N
Zevi'l-erhâm:
sehim sahibi ve asabe olmayan her akrabadır.
O halde bu üçüncü kısımdır.
Zevi'l-erhâm,
karı-koca dışındaki, sehim sahibi ve asabe ile birlikte miras alamaz. Çünkü karı
kocaya red yapılmaz. Varis olarak sadece kocaya red yapılmaz. Varis olarak sadece
Zevi'I-erhâmdan bir kişi olsa karâbette sebebiyle malın tamamını alır.
Asabelerdeki tertip üzere, zevi'l-erhâmın yakını
daha uzakta olanı hacbeder.
Zevi'l-erhâm
dört sınıftır: 1- ölenin cüzü, 2-
Ölenin aslı 3- Ölenin ebeveyninin
cüzü, 4- Heriki taraftan
dedelerinin
veya ninelerinin cüzü.
Buna göre
ölenin cüzü ki bunlar kızlarının çocukları ile ne kadar aşağı inerse insin oğlunun
kızlarının çocuklarıdır. Şu şekilde takdim edilir:
Kız
Kız
Kız
Kız
Kız
Oğul
Kız
Oğul
Kız
İki oğul
Kız
Kız
6
6
16
Kız
Kız
Kız
Kız
Oğul
Kız
İki kız
Oğul
22
6
İ Z A H
«Zevi'l-erhâm:
Her akrabadır ilh...» Yâni ıstılahta. Lûgatte ise,mutlak
olarak «yakınlık sahibi» olan
kimse manasındadır. Şeyyid. Yâni ister sehim sahibi, ister asabe isterse bunların
dışında bir varis
olsun veya İster ölen ona mensup olsun isterse
o ölene veya asıllarına mensup
olsun. (lügatta
hepsine
Zevi'l-erhâm denir.)
«... Malın tamamını
alır.» Yânı onlardan bir tanesi,
hangi sınıftan olursa olsun, malın tamamını veya
karıkocanın farzından kalanın tamamını alır.
«Karâbette sebebiyle
ilh...» Şârih bu sözü ile, zevi'l-erhâmın, bize göre. varis olmasının asabelik
gibi akrabalık yoluyla
olacağına işaret etmiştir. O halde akrabalık yönünden kuvvetli olan, takdim
edilir. Bu da
ya derecenin yakınlığı ile veya
sebebin kuvveti iledir. Zevi'l-Erhâm'dan
tek olan kişi
malın hepsini
alır. Bundan dolayı da âlimlerimiz buna
ehli karûbet ismini vermişlerdir. Ulemadan bir
gurup da,
istihkakta akrabalıkta vasıta olanı, kendisi ile vasıta olunan menzilesine indirmişlerdir.
Buna da ehli
tenzil ismini vermişlerdir.
Bir gurup da,
yakın ile uzağın, tenzil (indirme)
olmadan eşit olduklarına hükmetmişlerdir ve ona
ehl1 rahim demişlerdir.
«Zevi'l-erhâmın yakını daha uzakta olanı hacbeder.»
Yâni ister sınıflarının ictimâi anında bir sınıf
olsun, ister
bir sınıfın adedlerinin ictimâi anında o sınıftan bir tanesi
olsun aynıdır. Bunu Kâsım
ifade
etmiştir.
Bunlardan
birincisi; tercihin akrabalık
cihetiyle olduğuna, ikincisi ise
tercihin akrabalık derecesinin
yakınlığı ve
kuvveti ile olacağına işaret
etmektedir.
Eğer musannıf
bu sözünü, «kızların evlâtları takdim edilir ilh...» sözünden sonra
zikretseydi, o
zaman bu, asabeler bahsinde de geçtiği gibi, üç
cihetle yapılan tercih tertibi üzere
olurdu. O da
tercihte
itibar edilecek yönün evvelâ akrabalık
cihetiyle, sonra yakınlıkla sonra
da kuvvetle.. oluşu
olur. Musannıf
bu üçüncü kısma ileride gelecek
olan, «vârisin çocuğu takdim
edilir» sözüyle işaret
etmektedir.
«Asabelerdeki
tertip üzere ilh...» O halde : İkinci
sınıftan bir kişi daha yakın bile
olsa, birinci sınıftan
uzak bile olsa bir kişinin
bulunması ile miras alamaz. Üçüncüsü ikincisi ile dördüncüsü de
üçüncüsü ile ayrı
şekildedir. Yâni miras alamazlar) Fetvâ da bu görüşe göredir. Dürrü'l-Müntekâ.
«Ölenin aslı ilh...» Bu zâhiri rivayet olup, fetvâ
da buna göredir.
İmam-ı Azâm'dan ikinci sınıfın birinci
sınıfa takdim edilmesi gerektiği de rivâyet edilmiştir. Şu kadar
var ki imam'ın
bu görüşünden döndüğü de gerçektir.
Kâsım.
İhtiyâr müellifi İmam'ın rücû ettiği (birinci) rivâyete göre hükmetmiştir. Bundan dolayı,
Dürrü'l-Müntekâda : İhtiyar'da tercih edilen
rivâyetin, muhtar olan rivâyet olmadığı söylenmiştir.
Ben derim ki: İhtîyar'da
daha sonra, yukarıdakinin aksi ile hükmedilmiştir.
«Ölenin cüzü
takdim edilir ilh...» Bu birinci sınıftır. Bu sınıfla ilgili
olarak söylenebilecekler
şunlardır: Bu
sınıftaki varisler, derece bakımından
ya farklıdırlar veya değildirler. Eğer farklı
olurlarsa, kadın olsa bile, yakın olan uzak olana takdim edilir. Kızın kızı ile
kızın kızının oğlu
böyledir. Eğer derecede farklı değillerse, o zaman bunların bazıları vârisin çocuklarıdır.
diğerleri ise
değildir. Ya
da bunların tamamı varisin çocukları veya
varis olmayan bir kişinin çocuklarıdır.
Birincisinde
imamların ittifakı ile, varisin çocuğu takdim edilir. Meselâ oğlun kızının kızı,
kızının
kızının oğluna
takdim edilir. Diğer ikisinde ise
usulün sıfat ve kadınlıkta ya aynı
veya farklı olur.
Eğer usulün
sıfatlan aynı ise ve hepsi yalnız erkek veya yalnız kadın ise o
zaman, fukahanın ittifakı
ile terikenin taksimi ferilerin sayılarına göre eşit
olarak yapılır. Meselâ oğlunun kızının
oğlunun,
kendi misli ile yani diğer bir oğlunun kızının oğlu ile
birlikte olması ve kızının kızının kızının kendi
misli ile beraber olması gibi...
Eğer kızının
oğlu ile diğer bir kızının kızı gibi, kadın erkek karışık olurlarsa o zaman erkeğe iki,
kadına bir
itibariyle taksim edilir.
Eğer usûlün
sıfatları bir batında veya daha fazlasından
olmak üzere muhtelif olursa o zaman herbir
aslın bir feri
olması gibi, fer'leri ya bir olur veya müteaddid olur. Her iki durumda da ferileri ya iki
cihetten akraba
olan bulunur veya bulunmaz. İçlerinde iki cihetten
akraba olan olmadığı takdirde
kızın oğlunun
kızı, kızın kızının oğlu gibi feriler bir olursa Ebû Yusuf malı ferilerin
bedenlerine
(cinsiyetlerine) göre taksim eder. O
zaman kadına üçtebir erkeğe de üçte iki
verilir. İmam
Muhammed ise malı
en yukarıdaki muhtelif olan batına
göre taksim etmiştir ki burada o ikinci
batındır. Ve
her asla isabet eden sehmi eğer o
batından sonra ihtilâf vaki olmamışsa geçen misalde
olduğu gibi
onun ferine vermiştir. Buna göre kadına,
babasının hissesi olan üçte iki erkeğe de Ebû
Yûsuf'un
taksiminin aksine, annesinin hissesi
olan üçtebir verilir.
Eğer ondan
(üsttekinden) sonraki diğer bir batında veya
daha fazlasında erkekler ve kadınlar
bulunsa o
zaman Muhammed üst derecedeki batındaki cinsiyet farklılığını esas alarak
taksim
ettikten
sonra, erkekleri bir taife kadınları da bir taife kılarak
her taifenin hissesini onlardan değişik
olan en
üstteki batına göre taksım eder. Nitekim ileride açıklanacaktır.
Eğer tamamı
veya bazısı, farklı cinsten olan asılların ferileri müteaddid olur ve içlerinde iki
cihetten
akraba olan bulufımasa -ki bu da kızın kızının iki oğlu, kızın kızının
oğlunun kızı ve kızın oğlunun
kızının iki kızıdır. Ebû Yûsuf burada da kendi asıl
kaidesine göre hareket etmiştir. Yâni taksimi
ferilerin cinsiyetlerine
göre yapmıştır. Dolayısıyla mal onlara, yediye
bölünerek taksim edilir.
İmam Muhammed
ise: Aslı ferilerinin adedi ile de müteaddid olarak kendi vasfı ile vasıflandırır.
Buna göre malı
cinsiyetlerin farklı olduğu en yüksek batına göre ki burada
ikinci batındır, yediye
bölerek taksim eder. Çünkü birinci kız ikinci batında
iki kız gibidir, zira onun feri artmıştır. Çünkü
onun son feri
iki oğuldur. İkinci kız ise ikinci
batında kendi hali üzeredir, çünkü feri tektir. Ama
İkinci
batında, oğul, iki oğul gibidir. Çünkü onun son feri artıştır. O zamanda o, dört kız gibidir. O
halde ona
yedide dört, iki kıza da yedide üç verilir. Sonra biz, erkekleri bir taife kadınları
da bir taife
kılarız ve
oğlun yedide dördünü kızının iki kızına ve iki
kızın yedide üçünü de onların çocuklarına
eşit olarak veririz ki bunlarda üçüncü batındaki bir oğul ve bir kızdır. Çünkü kız, feri fazlalaştığı için
iki kız gibidir.
O zamanda oğula eşit olur. Ve kızla, o oğul
birlikte dört kişi gibi olurlar. Üç dörde,
kesirsiz olarak bölünmez, aralarında mübayenet vardır. O halde adedi ruus olan dördü meselenin
aslı olan yedi
ile çarparız ki o da yirmisekiz eder.
Kızın oğlunun kızının iki kızına dört verilecekti, bu
dört de
zikredilen dört ile çarpılınca onaltı eder ve bu onaltı bu iki kıza verilir. İkinci batındaki iki
kıza verilecek
olan üç de yine, dört ile çarpılır ve
bu oniki eder. Bu oniki de üçüncü batındaki kız iIe
oğul arasında
geçen illetten dolayı
eşit olarak taksim edilir, dolayısıyla kıza altı verilir. O
da, onun
iki oğluna
verilir. (Üçüncü batındaki) oğluda altı
verilir, sonra bu onun kızına verilir.
Eğer ferilerde iki cihetten akraba olan bulunsa, meselâ;
aynı zamanda kızının oğlunun iki kızı
olan,
kızının
kızının iki kızı bulunsa, ve bunlarla birlikte diğer bir kızının oğlu olsa, bu durumda Ebû
Yûsuf:
Ferilerin bedenlerindeki akrabalık
cihetlerine itibar etmiştir. O
iki kızı, ikikız anne cihetinden
iki kız da baba cihetinden olmak üzere o zaman dört kız
kabul etmiştir. O zaman da iki kıza
üçte iki,
oğula da
üçtebir verilir. İmâm Muhammed ise, yukarda
geçtiği üzere adedleri ferilerden almakla
birlikte, cihetlere, cins
farklılığının en yukarıda olanında itibar etmiştir. Buna
göre o, ikinci batına
göre taksim etmektedir; ikinci batında bir oğul,
iki oğul gibi, iki kızdan herbiride iki kız gibidir. O
zaman da
toplamı yedi kız gibi olur. Bu durumda
mesele bunların adedi ruusundadır; oğula dört
hisse verilir
çünkü o feri teaddüd ettiğinden iki oğul gibidir ve dört kız gibi olur. Feri teaddüd eden
kıza iki hisse diğer kıza da bir hisse
verilir.
Bu batında,
erkekleri bir taife kadınları da bir taife yaptığımız takdirde, oğulun payını üçüncü
batındaki iki kıza vermiş olsak onlardan herbirine iki
sehim isabet eder. Kadınlar taifesinin payını
da üçüncü
batında onların hizasında olanlara vereceğimizden, bu onlara kesirsiz olarak taksim
edilemez.
Çünkü onların payları yedide üçtür. Bu payları alacak olanlar ise bir oğul ve iki kızdır ve
toplamı dört
kız gibidir. Üç ile dört arasında mübayenet vardır. Öyleyse adedi
ruus olan dördü
meselenin aslı olan yedi ile çarparız. Sonuç yirmisekiz eder ve bundan taksim sahih olur. Çünkü
ikinci
batında, kızın oğluna dört verilir, bu
dördü çarpılan dört ile çarptığımızda onaltı eder, o zaman
iki kızından herbirine
sekiz verilir. İkinci batındaki
iki kıza verilecek olan üçü. dört ile çarpınca oniki
eder. O da kızının kızının oğluna altı, kızının kızının iki kızına da altı
verilir ki herbirine üç düşer. Bu
durumda son
batında her kızın hissesi onbir olur, sekiz baba cihetinden üç de
anne cihetinden
olmak üzere onbir eder. Bu, Muhammed'in müftâbih olan mezhebinden çıkan sonuçtur. Nitekim
ileride geleceği üzere İmam Muhammed asıllara sıfatları
ile itibar eder ve onlarda ferilerin ve
cihetlerin adedini alır. Bu izah Sirâciye şerhlerinde ve diğer kitaplardaki malumatın
özetidir.
M E T İ N
(Ölenin
cüzünden) sonra, ölenin aslı gelir. Bunlar: Ne kadar yukarıda olursa olsun, fasit
dedeleri ve
fasit
nineleridir. (Kendisi ile ölü arasında kadın
bulunan dede ve nineleridir.)
Sonra ölenin
ebeveyninin
cüzleri gelir. Onlarda ölenin anababa bir veya bababir kızkardeşlerin
çocukları anne-bir erkek ve kız kardeşlerin
çocukları. veya ne kadar aşağı inerse insin
anabababir
veya baba bir erkek-kardeşlerin kızlarıdır. Sahibeynin hılafına, dede, bu gurupta olanlara takdim
edilir. şu şekil bu gurubu gösterir:
Baba-bir erkek kardeş
Baba-bir kız kardeş
Ana-baba-bir
kız kardeş
Anne-bir kız
kardeş
Kız
Oğul
Kız
Oğul
Oğul
İki kız
Kız
2
18
4
İ Z A H
(Ölenin
cüzünden) sonra, ölenin aslı gelir. Bunlar ceddi fasit ilh...» Ced'den
(dede) murad dede
cinsidir. Bu
birden fazla olana da şamildir. Bu söz, ikinci guruba başlangıçtır.
Bu bölümde
söylenebilecek olan şudur:
Dedeler derece olarak
ya farklıdır veya değildir. Eğer
annenin babasının annesi ile annenin
annesinin babasının
babası gibi farklı olursa; o zaman ister baba
ister ana tarafından olsun yakın
olan takdim
edilir. Ayrıca ister yakın olan kadın olup ölüye varissiz
ulaşsın ister uzak olan erkek
olup varisle
ulaşsın farketmez.
Eğer dereceleri bir olursa ölüye ya bunların
bazısı veya hepsi varisle ulaşır. Yada hiçbiri varisle
ulaşmaz. Birinci
tasavvurda denilmiştir ki:
Birinci
gurupta olduğu gibi. ölüye varis
vasıtasıyla ulaşan takdim edilir. Buna
göre annesinin
babası, annenin babasının babasından daha evlâ olur.
Çünkü vârise birincisi cedde-i sahiha ile
ikincisi ise cedd-i fâsit ile ulaşmaktadır.
Bazı âlimlerce ise ikisinin
de eşit olduğu söylenmiştir.
İhtiyâr, Sekbu'l-Enhûr ve diğer kitaplarda denildiği
gibi, sahih olan da budur.
Ruhu'ş-Şurûh'ta : «Rivâyetler bu ikinci görüşe şahittir» denilmektedir.
Babanın
annesinin babası ve annenin annesinin babası gibi ve annenin babasının babası ve
annenin
babasının annesi gibi olan son ikisinde ise; onların yakınlıkları
birinci misaldeki gibi
muhtelif olur,
yani bazısı baba tarafından bazısı da
anne tarafından olur. Veya ikinci misal gibi
yakınlıkları bir olur. Eğer yakınlıkları muhtelif ise: Baba tarafından olan yakınlarına üçte iki, anne
tarafından
olanlara da üçtebir verilir. Sonuç, adam sanki
geride anne ve babasını bırakmış gibi olur.
Daha sonra da.
babanın yakınlarına isabet eden hisse;
onların arasında, cinsiyetin muhtelif
olduğu
ilk batına
göre taksim edilir. Annenin
yakınlarına isabet eden hisse de, aynı
şekilde taksim edilir.
Eğer onlar içerisinde
cinsiyeti muhtelif olan bir batın bulunmazsa o zaman
taksim her sınıfın
bedenlerine
göre yapılır. Bunların akrabalıkları bir olsa yani hepsi ya anne
tarafından veya baba
tarafından
olsalar bile durum budur.
Dede veya ninelerin, kendileri ile ölüye
ulaştıkları kimselerin sıfatları erkeklik
ve kadınlık yönünden
ya aynıdır veya
değildir. Eğer aynı olursa sayılarına itibar edilir ve hepsi erkek veya hepsi kadın
olursa taksimde eşit olurlar. Aksi halde erkeğe iki,
kadına bir hesabıyla takdim edilir.
Eğer oradakilerin cinsiyeti farklı olursa o zaman taksim muhtelif olan ilk
batına göre yapılır. O
batındaki iki, kadına bir verilir. Daha sonrada , birinci gurupta takarrur
eden kıyasa göre, ittifaken,
erkekler bir taife kadınlar da bir taife
kılınır.
Ebû Yûsuf,
birinci gurupta itibar etmesede burada
batınların muhtelif oluşuna itibar etmiştir. Onun
birinci gurup
ile ikinci gurubu farklı mütalâ edîş sebebi uzun kitaplarda
vardır.
«Sonra ölenin
ebeveyninin cüzü gelir ki
bunlar ana-baba-kız kızkar-deşlerin çocuklarıdır ilh...»
«Çocuklar» kelimesi erkeklere de kadınlara da şamildir. Bu söz,
üçüncü guruba başlangıçtır. Bu
konuda
söylenebile ceklerde şunlardır: Bu guruptakiler, ölüye yakınlık derecesinde ya farklı olurlar
veya olmazlar. Eğer farklı olurlarsa
yakın olan kadın olsa bile, ona geçer. Meselâ,
kız kardeşinin
kızı. erkek kardeşlerinin
kızının oğlundan önce gelir. Eğer yakınlık dereceleri farklı olmazsa, o
zaman bunların
bazıları veya hepsi varisin çocukları olur veya hiç
biri varisin çocukları olmaz.
-Buradaki
varis asabeye de şamildir-
Bazıları varisin çocukları ise onlar, varisin çocuğu
olmayanlara
takdim edilir. Meselâ erkek kardeşin
oğlunun kızı, kız-kardeşin kızının
oğluna takdim
edilir. Kardeşlerin her ikisinde ana baba-bir veya baba-bir olması veya birisinin ana baba yada baba
bir olup
öbürünün olmaması arasında fark yoktur.
Son ikisinde, yani
hepsinin ana-bababir veya baba-bir erkek kardeşin iki oğlunun
iki kızı gibi asabe
olan varisin
çocukları olması veya ana baba ayrı kız kardeşlerin kızları gibi farz sahiplerinin
çocukları ya
da ana-bababir veya bababir erkek-kardeşin
kızı ve annebir erkek kardeşin kızı gibi,
biri asabe öbürü de farz sahibi olan iki varisin çocukları olsalar ve onlar
arasında annebir
erkek-kardeşin oğlunun kızı ve anne-bir kız-kardeşin kızının oğlu gibi varisin çocuğu olmasa : Ebû
Yûsuf'a göre
bu suretlerin hepsinde akrabalığı daha kuvvetli olana itibar edilir, ve sonra da erkeğe
iki, kadına bir hesabıyla bedenlere göre taksim edilir. O zaman, aslı
ana-bababir olan erkek kardeş
aslı yalnız
bababir veya yalnız annebir olan erkek-kardeşten daha önde gelir. Bababir
olan da
annebir
olandan daha evlâdır.
İmam
Muhammed'e göre ise : -ki onu görüşü Ebû Hanife'nin görüşünün zâhiridir- mal asıllara yani
erkek ve kız kardeşlere asıllardaki akrabalık cihetlerine ve furûların sayılarına itibar edilerek taksim
edilir. Buna
göre de, bunların herbir gurubuna isabet eden hisse, birinci gurupta
olduğu gibi,
ferileri arasında taksim
edilir.
Eğer ölen, geride
bababir erkek-kardeşinin
kızının oğlunu, bababir kız-kardeşinin iki kızını -ki
bunlar aynı
zamanda ana-baba bir kız-kardeşinin kızının iki kızıdır- ve annebir kız-kardeşin
oğlunun
kızını bıraksa; Ebû Yûsuf'a göre malın hepsi anne-bababir
kız-kardeşinin kızının iki kızına verilir.
Çünkü bunların
akrabalığı daha kuvvetlidir.
İmam
Muhammed'e göre ise mal, -dediğimiz gibi- asıllara göre taksim edilir. O zaman,
meselenin
asıl mahreci altıdan olur. Bunun altıda biri annebir
kız-kardeşe verilir.
Altının üçte ikisi olan dört
ana-bababir
kız-kardeşe verilir. Çünkü o, iki kız-kardeş gibidir. Zira onun ferileri
fazladır. Kalan bir
de bababir kız
kardeşi ile bababir erkek-kardeşine erkeğe
iki kadına bir hasebiyle
asabelik yoluyla
taksim edilir.
Ayrıca bababir kız-kardeş, iki kız-kardeş gibidir.
Çünkü onun ferileri müteaddiddir. Öyle
olunca bu
kızkardeş bababir erkek kardeşle birlikte dört kişi gibi olur. Biri dörde taksim etmek mümkün
değildir. Biri
dörde arasında da mübayenet
vardır. O halde bu dört, meselenin aslı olan altı ile
çarpılır ve
yirmidört elde edilir. Bundan da taksim
sahih olur. Netice itibariyle,
meselenin aslından,
bir hisse alan kimse.
aldığını dörtle çarparak alır. Şöyleki: Anne-bir kız-kardeşe
verilen bir, dört ile
çarpılır ve
onun oğlunun kızına verilir. Ana-baba-bir kız-kardeşin meselenin aslından
alacağı dört
dört ile
çarpılır ve bu da onun iki kızının kızına verilir. Baba-bir kız-kardeş ile erkek
kardeşin
hisseleri olan bir, dört ile çarpılır. O da erkek kardeşin kızının oğlu ile kız-kardeşin
oğlunun iki kızı
arasında yarı
yarıya taksim edilir. Bu durumda da iki cihetten (ana-baba bir) olan iki
kızın payları
onsekiz eder.
Seyyid Şerif bu misali bazı şârihlerden naklen
zikretmiş ve bunu ikrar etmiştir. Onun dediğine göre
bu taksimin
muktezası şudur: İmam Muhammed'e göre bu gurupta batınların ihtilafına itibar
edilmez.
Sirâciye'nin
sözünün zahiri de : Bunlardaki hüküm
birinci guruptaki gibi olduğunu gösterir.
Sirâciye'nin
«her guruba düşen mikdar birinci sınıfta olduğu gibi, ferileri arasında taksim edilir»
sözü, İmam
Muhammed'e göre: Birinci, ikinci ve dördüncü sınıfın evlâtlarında olduğu gibi ilk ihtilaf
eden batına
göre taksim edileceğini gösterir.
Ben bu hususu
bu şekilde açıklayan
birini görmedim. Müracaat edilsln.
M E T İ N
(Ana babasının cüz'ünden) sonra anne ve baba tarafından dedelerinin veya ninelerinin cüzü gelir.
Bunlar, ölenin
dayıları, teyzeleri, annebir amcaları
ve halaları ve amcalarının kızları ve bunların
çocukları daha sonra babaların ve annelerin halaları.
onların dayıları ve teyzeleri,
babaların anne-bir
amcaları ve annelerin amcalarının hepsi, yukarıda veya aşağıda olma yönünden uzak olsalar bile,
bunların
çocuklarıdır. Ve her sınıfta yakın olan uzak olana öncelik verilir.
Bunlar yakınlık derecesinde eşit olsalar ve akrabalık cihetleri
bir olsa (ölüye) varis olanın çocuğu
takdim edilir.
Cihetleri muhtelif olsa, o zaman baba tarafından yakın olana üçte iki, anne
tarafından\yakın olana da üçte bir verilir.
Eşit oldukları
zaman : Eğer asıllar,
erkeklik ve kadınlık yönünden bir
olursa, ittifaken ferilerinin
şahıslarına itibar edilir. Ama ferileri ve asıllar -kızın oğlunun kızı ve kızın kızının oğlu gibi- farklı
cinsiyetten
olurlarsa :
İmam Muhammed
asıla itibar ederek malı erkeklik ve kadınlıkta muhtelif olan ilk batına göre taksim
etmiştir. O da
bu meselede ikinci batındır, yani kızın oğlu ile kızın kızıdır. Demek
oluyorki İmam
Muhammed, bu
meselemizde, ikinci batındaki asılların cinsiyetlerine
itibar etmiş ve malları üçe
bölerek taksim etmiş ve ferilerden herbirine de asılının hissesini
vermiştir: O zaman malın üçte ikisi
kızın oğlunun
kızına verilir ki bu baba sının payıdır.
Üçte biri de kızın kızının oğluna verilir. Bu da
annesinin his
sesidir. Bu bahsin tamamı Sirâciye ve şerhlerinde vardır.
Ebû Hanife ve
Ebû Yûsuf ise yalnız ferilere itibar etmişlerdir.
Şu kadar var ki: Muhammet'in görüşü
zevi'l-erhâmın
tamamında, Ebû Hanife'den gelen iki rivâyetin
mahsurudur: Fetvâ da buna göredir.
Sirâciye
müellifinin Sirâciye şerhinde de böyle denilmiştir.
Mültekâ'da İmam Muhammet'in görüşü ile fetvâ
verileceği söylenmiştir.
Bana şu mesele soruldu; bir kişi ölüp geride
ana-bababir erkek kardeşinin kızı ile, ana-baba-bir
kız-kardeşinin oğlu ve kızı kalsa malı nasıl
taksim edilir?
Ben buna şöyle
cevap verdim : Fukaha ferilerin asıllardan sayılmasını
şart kılmışlardır. O halde
ana-baba bir kız-kardeş,
iki kız-kardeş gibi
sayılarak, ölenin malı aralarında yarı
yarıya taksim edilir.
Sonra da ana baba-bir kız-kardeşe düşen yarı, çocukları
arasında üçe bölünerek taksim edilir. Allah
Tealâ en iyisini
bilendir.
İ Z A H
«Sonra anne ve
baba tarafından dedelerinin veya
ninelerinin cüzü ilh...» Dedelerden
murad babanın
babası ve
annenin babasıdır. Ninelerden murad da babanın annesi ve annenin annesidir.
Bu
ifadeler
zevi'I-erhâmın dördüncü sınıfının
başlangıcıdır. Bu gurupta derece farkı olmaz. Derece farkı
ancak onların çocuklarında ve çocuklarından sonra
gelenlerde olur. Bu konuda ileride malûmat
gelecektir. Bu guruptaki akrabaların yakınlık yönleri
ya bir olur veya olmaz. Eğer bir olursa, meselâ
onlar ölenin
baba cihetinden veya anne cihetinden akrabaları olsalar
kadın olsa bile kuvvetli olan
fukahanın icmâı
ile takdim edilir. Yâni anne-baba tarafından olan. sadece baba tarafından
olana,
sadece baba tarafından olan da sadece anne tarafından
olana takdim edilir. İmamların itifakı ile mal
onların
bedenlerine göre taksim edilir. Çünkü asılları birdir. Erkeğe kadının iki misli verilir. Meselâ
ölenin geride
bir amca ve bir halası kalsa
ve ki her ikisi de anne tarafından olsalar, ya da bir dayı ve
bir teyzesi kalsa
ve her ikisi de anne-baba-bir dayısı
ve teyzesi olsalar, yahutta bababir dayısı ve
teyzesi olsalar, veya anne bir
dayısı ve teyzesi olsalar, mal aralarında
erkeğe iki, kadına bir usulüyle
bölüştürülür.
Muhtelif olsa yani bazısının akrabalığı
baba tarafından, bazısınınki de anne tarafından
olsa o zaman akrabalığı
baba tarafından olana üçte iki, anne tarafından olana da üçte bir verilir.
Bir cihetten
daha kuvvetli olan, diğer
cihetten başka birine takdim edilmez. Ama her cihetten, daha
kuvvetli olan aynı cihetteki başkasına takdim edilir. Buna göre ana-baba-bir
halası anne-bir
teyzesine takdim edilmez. Fakat
anne-baba-bir halası baba bir veya
anne-bir halasına takdim edilir.
Anne-baba-bir
dayısı da anne bir halasına takdim edilmez. Ama
anne-baba-bir dayısı, baba-bir veya
anne-bir
dayısına takdim edilir. Her cihetin
hissesi de o cihetin fertlerine göre taksim edilerek,
erkeğe iki, kadına bir verilir.
Buna göre bir
kişi ölerek geriye on hala bir teyzesi
bir de dayı bıraksa malının üçte
ikisi eşit olarak
on halasına, üçte biri de dayısı ile teyzesine üçe
bölünerek (erkeğe iki kadına bir) taksim edilir.
«Amcaların
kızları ilh...» Musannıfın bunu
ana-baba-bir amcaların, baba-bir amcaları veya anne-bir
amcaları da kapsaması
için mutlak zikretmiştir.
«... Ve bunların çocukları ilh...» Yâni asılları
olmadığı zaman, bu dördüncü sınıfın çocukları.
Musannıfın
bunları özellikle zikretmesi, amcaların,
halaların, dayıların ve teyzelerin, çocuklarını
kapsamadıklarından dolayıdır.
Kızların çocukları,
kız kardeşlerin
çocukları, nine ve dedelerin
çocukları ise bunların hilafınadır.
Çünkü bu
isimler vasıtalı veya vasıtasız olan çocuklarını da kapsarlar.
Bu
guruptakilerin hükmü, birinci
sınıftakilerin hükmü gibidir. şöyle ki;
bunlar ya derece itibariyle
birbirlerinden
farklıdırlar veya değildirler. Eğer farklı iseler. onlardan yakını -başka bir cihetten olsa
bile- diğerine
takdim edilir, meselâ halanın
çocukları halanın veya teyzenin çocuklarının
çocuklarından daha evlâdır. Teyzenin çocukları da
teyzenin veya halanın çocuklarının
çocuklarından daha evlâdır.
Eğer derecede eşit olurlarsa, yakınlık yönünden
bir olurlar veya olmazlar. Eğer aynı
yönden akraba
iseler, hepsinin akrabalığı ölenin babası
tarafından veya annesi tarafından olursa veya hepsi ya
asabe çocuğu veya
zirahim çocuğu olursa yada bazısı asabe
çocuğu olursa o zaman birinci ve
ikincide, -anneleri
bir olmayan amca çocukları ve hala çocukları gibi-akrabalığı
daha kuvvetli olan
takdim edilir.
Bunda ihtilaf yoktur. Demekki bu ferilerden, aslı
anne ve babadan olan, aslı sadece
babadan
olandan daha önceliklidir. Babadan olan da anneden olandan daha
üstündür. Çünkü
sebep bir
olduğu zaman akrabalık yönünden
olan kuvvetlilik derece bakımından
daha yakınlığa
sebep olur.
Sonuncusunda ise: -ki o da; bazısı asabe çocuğu bazısı
da zirahim çocuğu olmasıdır-
zirahim
çocuğu, akrabalık bakımından daha kuvvetli olmazsa asabe çocuğu
ona takdim edilir.
Meselâ ana-baba-bir amcanın kızı, ana baba-bir
halanın oğlundan daha evlâdır. Ama eğer amca
yalnız baba-bir
amca olursa, böyle değildir. Zira anne-baba bir halanın oğlu ondan da1 ha
önceliklidir. Çünkü bir şahsı, kendisinin sahip
olduğu, bir mana dan dolayı -ki burada karabettir-
başkasındaki bir manadan dolayı bir şeye sahip
olana -ki bu da aslının asabe olmasıdır- tercih
etmek daha evlâdır. Bu zâhir-i rivâyettir. Ulemadan bazısı ise baba-bir amca kızının daha evlâ
olduğunu söyleyerek bunu zahir-i rivâyete tercih etmişlerdir. Seyyid.
İmaduddin'de
Şemsü'l-Eimme'ye uyarak bu görüşü ihtiyar etmiştir. İbnu Kemâl.
Ancak Sekbu'l-Enhûr'da önceki görüş olan zahir-i rivâyet ile fetvâ verileceği söylenmiştir.
Ben derim ki: Mültekâ'daki mutlak ifadeden ilk
akla gelen de budur. Fukaha önce derece yakınlığını
sonra akrabalığın kuvvetini daha sonra da, cihetin
bir olması halinde aslın vâris olmasını göz
önüne alırlar.
Eğer akrabalık ciheti
muhtelif olursa o zaman kendisine babanın akrabalığı ile
ulaşılana üçte iki, annenin akrabalığı ile
ulaşılana da üçte bir verilir, sonra İmam Yûsuf'a göre her
fırkaya isabet
eden pay, ferilerin fertlerine göre,
ferilerdeki cihetlerin adedlerine itibar edilerek
taksim edilir.
İmam
Muhammed'e göre ise mal, (cinsiyet itibariyle) ilk ihtilaf eden batna göre, ferilerin
adedlerine
ve -birinci
sınıfta olduğu gibi- asılların da
cihetlerine itibar edilerek taksim
edilir. Bu bahsin tamamı
Seyyid'in şerhindedir.
Bilinmelidir ki,
her iki gurup arasında akrabalığın
kuvvetine itibar edilmez. Öyleyse
ana-baba bir
halanın
çocuğu, dayının veya teyzenin
çocuğuna tercih edilemez. Aynı
şekilde, asabenin çocuğuna
da itibar edilemez.
Dolayısıyla ana-baba bir amcanın kızı, dayının
ve teyzenin kızına tercih edilemez.
Bu tercihe ancak,
her gurubun kendi içinde itibar edilir. O zaman karabetin
kuvvetine ölüye baba
akrabalığı ile ulaşanlar
arasında itibar edilir.
Sonra, akrabalık kuvvetine asabenin çocuğu ve annenin
akrabalığı ile ulaşanlar arasında da itibar
edilir.
Annenin karabetinde asabelik tasavvur
olunamaz.
Sirâciye ile
Hidâye sahibinin Ferâizu'l-Osmaniyye adlı eserinde de belirtildiği
gibi, bu zâhir-i
rivâyettir. Metin ve şerhlerin zâhirleri de böyledir. Zira onlar «Karâbet cihetleri muhtelif olduğunda
babanın akrabasına annenin akrabasına verilenin iki
katı verilir.» demişlerdir.
Yine onlar
arase çocuğu ile diğerleri arasında
fark görmemişlerdir. Ancak,
Miracûddirâye'de metin
ve şerhlerin
bu dedikleri zikredildikten sonra Şemsü'l-Eimme'den naklen :
«Zâhir-i rivâyete göre
karâbet yönü
ister bir olsun ister muhtelif asabe
çocuğu diğerlerinden evlâdır.» denilmektedir.
O zaman, ana-baba-bir amcanın kızı. dayının kızından daha evlâdır. Timurtâşî de Miracü'd-Dirâye'ye
muvafakat
ederek: «Dav'us-Sirâc'da denilmiştir ki: Şemsü'l-Eimme'nin
rivâyetini
almak daha
evlâdır.»
demiştir.
Ben derim ki: Hulâsa'da şöyle denilmiştir: «Cihetler ister bir olsun ister
muhtelif olsun, zahir-i
rivâyete göre asabe çocuğu daha evlâdır.»
Mecmau'l-Fetâvâ'da da böyle denilmiştir. Muzmarât'da da
bu rivâyet sahih görülmüş, Allâme
Hayruddin er-Remlî de bununla fetvâ vermiştir.
Ancak Hâmidiyye'de bu rivâyete muhalefet edilerek: «Mûteber olan metinlerdekidir. Zira metinler
mezhebin nakli
için yazılmışlardır.» denilmiştir. Düşün ve Fetâvâ el-Hayriye'ye
müracaat et! .
Fetâva'l-Hayriye'nin
ibaresi şöyledir: Geriye ana-baba-bir
amcasının kızı ile-baba-bir dayısının
oğlunu
bırakarak ölen bir kişinin mirasının hükmü
sorulmuş ve buna şöyle cevap verilmiştir; bu
hususta fukaha
ihtilaf etmiştir: Bir kısmı; zâhir-î
rivâyete göre, malının üçte ikisinin amcasının
kızına, üçte birinin
de dayısının oğluna verileceğini söylemişlerdir. Sirâc'ın
feraizinde zikredilen de
budur. Hidâye, Kenz, Mültekâ ve, Kenz'in ve Hidaye'nin
birçok şerhleri de bu görüştedirler.
Bir kısmı da zâhir-i rivâyetin dayısının oğluna hiçbir şey verilmeyip malın hepsinin asabe
çocuğu
olduğu için
amcasının kızının olduğu şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Dav'da da
fetvanın buna
göre olduğunu
söylemiştir. Şemsü'l-Eimme es-Serahsî'nin rivâyetide
budur. Ve bu, Timurtaşî'nin
rivâyetine de uygundur. Muzmarât'da bu, sahih
görülmüştür. Hulâsa sahibi de bu rivâyeti
kabul
etmiştir.
Siraciye şerhi
Dav'da da: «Fetvâ için, Şemsü'l-Eimme'nin rivayetini
almak, Hidaye sahibi ile Siraciye
sahibinin rivâyetlerini
almaktan daha evladır » denilmiştir.
Bu konuda asıl
kaide şudur: Akrabalık ciheti ihtilaf ettiği takdirde -adı geçen vakada olduğu gibi-
asabe çocuğu diğer varislere takdim edilir mi? Bu sorunun cevabında şöyle denilmiştir:
Tercihe
lâyık olan
Serahsî'nin rivâyet ettiğidir. Zira «fetvâ» kelimesi, «muhtâr» ve «sahih» gibi
tashih
lafızlarından
daha kuvvetlidir. Bununla birlikte
ben, Serahsi'nin rivayeti karşısındaki
rivayet için
kimsenin, «bu sahihtir» veya «daha meşhurdur» veya «muhtardır» gibi tashih lafızlarından
birini
sarahatle söylediğini
görmedim. Ancak, Serahsi'nin rivâyeti
karşısındaki rivâyetin zâhiri
rivâyete
göre olduğu
söylenmiştir.
Serahsî'nin rivâyetine
gelince: Fukahâ onun sahih olduğunu açıkça söyledikleri gibi, fetvâ için de
onu almanın
daha evla olduğunu söylemişler
ve bunun rivâyet olduğuna açıkça işaret etmişlerdir.
öyleyse ona itimad edilmelidir. Allah
Teâlâ en iyisini bilendir.
«Sonra babaların... halaların ilh...» Fukahadan
bazıları bunları zevi'l-erhâmın
dördüncü gurubundan
saymışlardır.
Dördüncü gurup: ölenin dedesine mensup
olanlardır. Çünkü babanın dedesi de
dededir. Fakihlerden
bazıları ise bunları beşinci bir gurup
olarak mütâlaa etmişlerdir. Musannıfın
ibaresinden ilk akla
gelen de budur. Bu konunun özeti şudur:
Ölen kimsenin halası, teyzesi ve
bunların
çocukları bulunmazsa, o zaman ölenin mirası babasının hala ve teyzelerine
intikal eder.
Daha sonra da,
bunların çocukları gelir. Bunların çocukları da bulunmaz
ise o zaman miras ölenin
babasının babasının
halalarına ve teyzelerine
sonra da bunların çocuklarına intikal eder. Bu hal
sonuna kadar
bu şekilde gider. Gâfil olma! Hâvî'-Kudsî ve diğer kitaplarda şu mesele yer
almaktadır: Ölenin babasının halası ile teyzesi
ve annesinin halası ile teyzesi gibi baba tarafından
iki yakının ve
anne tarafın da iki yakını ictimâ ettiği takdirde
malının üçte ikisi babanın iki yakınına,
üçte biri de
annenin iki yakınına verilir. Sonra da
baba tarafından iki yakınına isabet eden mal üçe
bölünerek üçte
ikisi onun baba tarafından olan akrabasına üçte biri de anne
tarafından olan
yakınına
verilir. Anne tarafından olan iki yakınına isabet eden de aynı şekilde taksim edilir.
«Hepsi ilh...» Yâni annelerin, ana-baba-bir veya
baba-bir veya ana-bir amcaları...
«Uzak olsalar bile ilh...» Yâni babaların ve
annelerin amcaları uzak olsalar bile...
Çünkü «yukarıda
olma» kelimesi onların babalarına «aşağıda
olma» kelimesi de evlâtlarına râcidir.
«Ve her sınıfta en yakın olan uzak olana öncelik verilir.» Bu söz, bazı âlimlerin dedikleri gibi,
zevi'l-erhâmın
sınıflarının beş oluşuna itibar ettiğimiz takdirde geçerli olur. Bu, dördüncü gurup
arasında daha yakın olan yoktur. Ama şârihin zevi'l-erhâmın dört sınıf oluşuna itibar etmesine
gelince, bu açıktır. Anla!
«... Ve akrabalık
cihetleri de bir olsa ilh...» Yâni onların ya baba tarafından veya anne tarafından
akraba olmalarıdır. Bu da, ancak birinci gurubun
dışında tahakkuk eder. Anla!
«Varis olanın çocuğu takdim edilir.» Karâbet cihetinin
bir oluşunun birinci gurupta tahakkuk
etmediğini
biliyorsun. Öyleyse, birinci gurupta
akrabalık cihetinin bir olması şartı
olmadan da
varisin çocuğu
diğerlerine takdim edilir. O halde anlaşılmış oldu ki, varisin
çocuğuna öncelik
verilmesi
için, akrabalık cihetinin» bir olmasının şart oluşu, onun mümkün
olması halindedir.
Varisin çocuğuna öncelik verilmesi de onun tahakkuk ettiği yerdedir, ki bu da birinci ve üçüncü
guruplardır.
Geçen tafsilata göre, dördüncü gurubun çocuklarında da varisin çocuğu takdim edilir.
İkinci gruba gelince;
onlarda varis çocuğu yoktur. Zira varis
onların feridir. Onlarda ancak ölüye
varis vasıtasıyla
ulaşma tahakkuk eder. Aradaki vasıtaya
itibar etmemenin esah olduğunu da
takdim
etmiştik.
Dördüncü
guruba gelince, derecede eşit ve cihette bir oldukları takdirde onların hepsi ya varis
çocuğudur veya hepsi varis olmayanların çocuklarıdır. O halde onlar arasında varisin
çocuğunun
takdim edilmesi söz konusu olmaz. Bunlardan ancak yukarda da geçtiği gibi, akraba lığı
daha
kuvvetli olan takdim edilir.
Burada,
varisin çocuğundan murad ölüye bizzat varisin kendisi ile ulaşandır. O zaman
varis ile
vasıtalı
olarak idlâ olunana itibar edilmez. Meselâ kızının kızının
kızının oğlu, kızının kızının kızının
kızına takdim edilmez. Nitekim bu, Sekbû'l-Enhûr ve diğer kitaplarda
da saraheten ifade edilmiştir.
Bundanda
anlaşılmış oldu ki: Musannıfın «varis ile idlâ olunan» demeyip varisin çocuğu» demesi
ikinci sınıftan ve
varis ile vasıtalı olarak idlâ olunandan kaçınmak içindir.
«Eğer muhtelif
olursa». Yâni akrabalık ciheti...
Bu söz «cihetleri bir olsa» sözünün mukabilidir.
Zeylâi şöyle demiştir: Cihetlerin muhtelif olması evlâtlarda tasavvur
olunamaz. Ancak, babalarda
halalarda ve
dayılarda tasavvur edilebilir. Yâni ikinci sınıfta dördüncü sınıfta ve dördüncü sınıfın
çocuklarında söz konusudur.
«Eşit oldukları zaman ilh...» Yâni Mültekâ ve şerhinde de
ifade edildiği gibi yakınlıkta, kuvvette,
cihette, ve
hepsinin varis çocuğu olmaları veya olmamaları
yönlerinde eşit olsalar.
«Eğer asıllar erkeklik
ve kadınlık yönünden bir olursa ilh...»
Yâni kendileriyle, ölüye ulaştıklarının
sıfatları... Demekki
buradaki «asıllar»dan murad kendileri ile ölüye nisbet edildikleri kişilerdir.
İster
onlara asıl olsunlar isterse olmasınlar farketmez.
Zeylai. Yâni ikinci sınıfı da kapsamaları için...
«Ama feriler ve asıllar muhtelif olduğu zaman...
ilh...» Bu söz «eğer... bir olursa» sözünün
mukabilidir. Şu kadar var ki, ferilerin muhtelif oluşunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü buradaki
ihtilaf yalnız asılların
muhtelif oluşu hususundadır.
«Ebû Hanife ve
Ebû Yûsuf ise ilh. .» Yâni, Ebû Hanife
kendisinden yapılan şâz bir rivayette
Ebû
Yûsuf'da son
görüşünde böyle demişlerdir. Kâsım.
«Mültekâ'da İmam Muhammed'in görüşü ile fetvâ verileceği söylenmiştir» Muhtelif
ve Mebsut'ta
Ebû Yûsuf'un
görüşü sahih görülse bile Mültekâ'da aksi söylenmiştir. Çünkü onun görüşü müftaye
daha kolaydır.
Nitekim bazı hayız meselelerinde de
onun kavli alınmıştır.
Dürrü'l-Müntekâ.
«...Ve ben şöyle
cevap verdim ilh...» Yâni Muhammed'in
görüşüne' göre cevap verdim. Meselenin
aslı ikiden alınır. ve üç iki ile çarpılarak
altıda tashih yapılır. Çünkü yarımın mahreci üçe taksim
edilince kesir olur...
Ebû Yûsuf'un
görüşüne göre ise mesele dörtten olur; oğula iki her kıza da birer pay verilir.
«...Şart kılmışlardır.» Evlâ olan «asıllarda
ferilerin adetlerini almışlardır»
demesiydi. Yâni vasıflar
asıllardan alırlar. T.
«Taksim edilir ilh...» Yâni sanki adam ölünce
ana-baba bir erkek kardeş ile
ana-baba-bir iki
kız-kardeş bırakmış glbi olur. T.
«Çocukları arasında ilh...» Yâni oğul ile kız
arasında... Şârih burada oğula, iki kız gibi itibar
edilmesini güzel
görmüştür. Demek ki oğul kız ile birlikte üç kişi gibi
olur. Anla! Allah Sübhânehu
ve Teâlâ en iyisini bilendir.
M E T i N
Suda boğularak
ölenler ve ateşte yanarak ölenler
birbirinden miras alamazlar. Ancak ölenlerin ölüm
sıraları bilinirse müstesna. O zaman miras alabilirler. Bu durumda. daha sonra ölen miras alır.
Eğer sonra ölenin hangisi olduğu bilinmiyor ise onlardan
her birinin varisine, mirastan mutlak
verilebilecek
olan miktarı verilir, şüpheli olan kısım ise durum belli olana
kadar veya varisler
arasında sulh yapılıncaya
kadar bekletilir. Mecmâ şerhi.
Ben derim ki: Bunu musannıf da ikrar etmiştir. Ancak şeyhimiz, İmam Muhammet'e isnatla
Davu's-Sirâc'dan şöyle nakletmiştir: Eğer
onlardan birisi önce Ölmüş ama hangisinin önce öldüğü
bilinmiyorsa o
zaman ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir. Çünkü aralarında
tearuz
vardır.» Bu
söz geçen ifadeye muhaliftir.
Eğer
ölümlerinin tertibi bilinmiyorsa,
onlardan herbirinin malı hayatta olan
varisleri arasında taksim
edilir, çünkü
şek ile verâset olmaz.
Kafir de,
müslüman gibi, sebep ve nesep yoluyla miras
alır.
Eğer, kafirin birbirini habbeden iki şahısa
akrabalığı olsa o kafir mirası sadece habbeden
vasıtasıyla alır. Eğer biri diğerini
hacbetmez ise bize göre yukarda da
söylediğimiz gibi, her iki
yakınlıkla da miras
alır.
Kafirler
(İslâma göre sahih değilse) kendilerince helâl olan
evlenmeler yoluyla miras alamazlar.
Yâni bir
Mecusi annesi ile evlendiği takdirde annesinden zevce olarak miras alamaz. Çünkü fasit
nikah, müslümanlar arasında
veraseti icap ettirmez. öyleyse fasit nikah, mecûsiler arasında da
mirasa sebep olamaz. Cevhere'de de böyle
denilmiştir. Cevhere'nin ibaresi şu şekildedir: «Gayri
Müslimler
Müslüman oldukları takdirde devam edebilen nikahları vasıtasıyla birbirlerinden miras
alabilirler. Devam edemeyen nikahları vasıtasıyla ise
miras alamazlar.»
Zahiriye'de de
bu hüküm sahih görülmüştür. Veled-i
zina ve veled-i liân (zina mahsulü olan
çocuk
ve babanın
reddedip liânlaştığı çocuk) sadece annesi
tarafından miras alır. Zira asabeler
bahsinde,
onların
babaları olmadığını takdim etmiştik.
Ana karnındaki bebeğe bir oğul veya bir kız payından hangisi daha fazla ise o bırakılır.
Fetvâ buna
göredir. Çünkü
genelde (bir batından) bir çocuk doğar. Ayrıca onun hissesi için ihtiyaten kefil olur.
Meselâ bir kişi ölse ve geride annesi-babası, kızı ve
hamile karısı kalsa, eğer haml
erkek farzedilirse
mesele
yirmidörtten olur. Kız farzedilirse
yirmiyediye avl edilir.
Bu misal
bebeğin ölüye ait oluşuna göredir.
Eğer bebek ölüye ait değilse onun
örnekleri çoktur.
Meselâ bir kadın ölerek geriye kocasını ve gebe olan annesini bıraksa terikenin
yarısı kocasının,
üçte biri annesinin,
ve erkek takdir edilirse, altıda biri de
ceninindir. Çünkü o asabedir. Eğer kız
takdir edilirse yarısı ona verilir ve mesele sekize avledilir.
Ben derim ki: Ben ceninin iki takdirden birine
göre miras alıp diğerine göre alamayacağı durumla
ilgili bir
bilgi görmedim. Meselâ bir kadın ölüpte geriye
kocasını hamile olan annesini ve anabir iki
erkek kardeşini bıraksa, eğer cenin erkek takdir edilirse ona mirastan
birşey kalmaz. Bu durumda
uygun olan, hamlin kız takdir edilmesi ve
meselenin ihtiyaten dokuza avledilmesidir.
Vehbâniye'de
şöyle bir mesele kurulmuştur:
Doğurduğu erkek çocuk miras almayan, oma doğurduğu kız üçte bir
hisse alan hamile kadın
kimdir?!
i Z A H
Burada,
boğulanlar ve yananlarla birlikte, yıkıntı altında kalanlarla savaşta topluca
öldürülenlerdir.
Musannıf: «Başkaları» sözü ile kâfiri, zina
mahsulü olan çocuğu, koca tarafından inkâr edilip, karısı
ile lânetleştiği çocuk ve cenini kasdetmiştir.
«Ancak... bilinirse müstesna ilh...»
Sekbu'l-Enhûr ve diğer kitaplarda belirtildiğine göre bunların
beş hali
vardır:
1 - Boğulan veya
yanan iki kişiden birisinin daha evvel öldüğü bilinip onun hangisi
olduğunda
tereddüd
edilmesi: Bu durumda ikinci ölen ilk ölenden miras alır.
2 - Ard arda öldüklerinin bilinmesi fakat
hangisinin önce öldüğünün bilinmemesi,
3 - İkisininde birlikte öldüğünün bilinmesi,
4 -
(Yukarıdakilerden) Hiçbirşey
bilinmemesi. Son üç halde, ölenlerden biri diğerinden herhangi
birşey alamaz.
5 - Ölen iki kişiden hangisinin önce öldüğünün bizzat bilinmesi ve bundan sonra onun hakkında
tereddüde
düşülmesi. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir. Bu tasnifin
benzeri,
Dürrü'l-Müntekâ'da da vardır.
«Sonra ölenin
hangisi olduğu bilinmiyorsa ilh...»
Yâni peşi peşine öldükleri bilindikten sonra. Bu
hal ikinci ve beşinci hallerde muhtemel olur. Ancak, Mecmâ Şerhinin şu ibaresi halin sadece
ikinci
halde muhtemel
olduğunu ifade etmektedir: «Bunlardan önce öldüğü bilinirse ama önce
ölenin
hangisi olduğu
bilinmezse, bunlardan her birinin varislerine mutlaka verilmesi gereken mikdar
verilir.
şüpheli olan mikdar ise, durum belli olana kadar veya aralarında sulh yapılıncaya kadar
bekletilir.
«Herbirinin
varisine mirastan mutlaka verilecek olan verilir ilh...» Yâni onların varislerinden
herbirine, her
halükârda (hangisi önce ölürse ölsün) verilecek olan verilir. Mecmâ
sahibinin «veya
aralarında sulh yapanlar» sözü buna karinedir. Buna göre; iki kardeş suda boğulsalar
ve herbirinin
bir kızı olsa, daha sonra ölen belli olana kadar o kızlardan herbiri babasının terikesinin
yarısını alır.
Belli olduktan
sonrada daha sonra ölenin kızı babasının terikesinin kalan
yarısını ve babasından
önce ölen amcasının terikesinin de yarısını alır. Yada iki
kız aralarında sulh yaparak anlaşırlar.
Düşün!
«Mecmâ şerhi.» Yani Mecmâ musannıfın şerhinde...
Bunun benzeri İhtiyâr'da da vardır. İhtiyâr
sahibide şöyle
demiştir: «Bunlardan birinin önce öldüğü
bilinmekle beraber hangisinin olduğu
bilinmese, herbirinin varisine her halükârda olacağı
mikdar verilir. Şüpheli olan kısım da durum
belli oluncaya
veya aralarında sulh yapıncaya kadar bekletilir.»
Bunun benzeri
Sirâciye musannıfının Sirâciye
şerhinde de vardır. Sirâciye'nin bazı şârihleri
de buna
uymuşlardır.
Acemzâde de Haşiyesinde bu ifade «hatırlamakdan ümit kesilmez» sözüyle gerekçelendirilmiştir.
«Ancak şeyhimiz... şöyle nakletmiştir ilh...» Yâni Minah üzerine olan haşiyesinde... Mecmâ Şerhinin
haşiyesi olan
Miracu'd-Diraye'de de Sirâciye şerhi olan Da'u's-Sirâc'ın ibaresi ile istidrâk edilmiştir.
Allâme Kasım Ferâizu'l-Mecmâ şerhinde şöyle demiştir: Mecmâ
sahibi zikrettiği şeyi İhtiyâr'dan
almıştır. Bu Şâfiî'lerin
görüşüdür. Bu görüşü ne rivâyet
ne de dirâyet desteklememektedir.
Mebsût'ta da
şöyle denilmiştir: «İki kişiden birinin önce öldüğü bilinse ama hangisi
olduğu
bilinmese, aralarında muaraza bulunduğu için sanki
ikisi beraber ölmüş gibi kabul edilir.»
Muhît'te de :
«Her ikisi de sanki beraber ölmüş gibi
kabul edilir» denilmektedir.
Biri birine
varis olan iki kişiden birisi öbüründen önce ölse ama hangisinin önce hangisinin
sonra
öldüğü
bilinmese hüküm yine aynıdır. Çünkü bu ikisinden sonra ölen için, miras sebebi sabit
olmuştur.
Fakat mirası hangisinin istihkâk edeceği bilinmemektedir.
Öyle olunca mirasın bunlardan
birisine ait
olduğu söylenemez. Bu mesele şuna
benzer: Birisi iki câriyesinden
birini tayin ederek
azad etse, ama sonra hangisini azad ettiğini
unutsa bunlardan hangisinin onun mülkü
olduğu
bilinmediği
için ikisi ile de cinsi münasebette
bulunması helâl olmaz.
El-Erfâd'da
şöyle denilmiştir: «... Veya onlardan
biri diğerinden önce ölmüş olsa ve önce ölenin
hangisi olduğu
bilinmese: Fakihler onları beraber ölmüş gibi kabul
etmişlerdir. Öyle olunca,
onlardan
herbirinin malı hayatta olan varislerinindir. Ölülerden biri
diğerinden miras alamaz. Bu,
Ebu Hanife'nin
mezhebidir.»
Bu aynı zamanda Sekbu'l-Enhur'da ve Makdîsi'nin Kenz şerhinde de zikredilmiştir.
Ben de bunu
Rehiku'l-Mahtûm'da özetledim. Orada
dedim ki «Bu ibarelerin hepsinden akla ilk
gelen şudur:
Tartışma
konusu olan şey ikinci haldir. O da birinin önce öldüğü bilindiği halde hangisinin
olduğunun
bilinmemesidir. Bu tasavvur Sekbu'l-Enhûr'da beşinci hale
tahsis edilmiştir. O da önce
ölenin şahsen bilinmesi ama sonradan karıştırılmasıdır. Sekbu'l-Enhur bunu Allâme Kasım'ın
sözünden almış
olabilir ki o da Şafii'nin kavlidir. Zira şafiîler tartışma konusu olan şeyi, Şensûrî'nin
Tertip
şerhinde zikrettiği gibi, sadece beşinci
halde zikretmişlerdir.
Ancak ikinci halde tartışma olursa, beşinci
halde de öncelikle olur. Düşün.
«Çünkü şek ise verâset olmaz.» Bu, ya takdir edilen şöyle
bir hükmün illetidir: Onlar biri birlerinden
miras alamazlar. Çünkü şek ile verâset olmaz.
Yada,
musannıfın daha önce sarahaten zikrettiği hükmün illetidir. Bu da, Ebu Hanife'nin sonraki
görüşüdür. Ebu
Hanife evvela ölenlerin varislerinin biri
birlerinden miras alacağını, ama ölenlerin
kendilerinin
biribirlerine varis olamayacağını
söylemiştir. Mutemed olan, Ebü
Hanife'nin birinci
görüşüdür.
Çünkü onların ikisinin beraber veya
peşi peşine ölmeleri muhtemeldir. öyle
olunca
mirası kimin hak edeceği şüpheli olur. Hayatta olan varislerin hak sahibi oldukları ise kesindir.
şüphe ise kesin bilgi karşısında duramaz. Bu
durumda : İki kardeş suda boğularak ölse ve
herbirinin
doksan dirhem malı olsa ve bunların geride birer kız, bir anne ve bir de amca bıraksalar,
mutemed olan
görüşe göre bunların her birinin terikesi hayatta olan varislerine göre altıdan taksim
edilir. Yarısı
kıza, südüsü annesine, kalan
da amcasına verilir.
İkinci görüşe göre artan mal, ki otuz dirhemdir, amcaya
değil ölen kardeşe verilir, sonra bu
otuz,
kız, anne ve
amca arasında yukarda geçtiği gibi altıdan taksim edilir. Böyle olunca da altmışı
kıza,
yirmisi anneye
onu da amcaya verilir. Kâsım, özetle...
BİR UYARI:
Vârislerden herbiri babasının daha sonra öldüğüne
dair delil getirse, Ebu Hanife'ye göre
her iki
taraf da karşı tarafı yalanlayarak yemin ederler.
Aynı şekilde, herbirinin vârisi, diğerinin babasının daha evvel öldüğünü iddia
ederek yemin etse
tasdik edilmez. Ama
bunlardan birisi önce delil getirse veya iddiada bulunsa ve
ikincisinde de
yemin etse o zaman tasdik edilir, çünkü muarızı
yoktur.
İki kardeş aynı günde zevâl vaktinde veya güneş
doğarken yada batarken ölseler: Ama
bunlardan
birisi doğuda,
öbürü de batıda olsa, batıda olan doğuda olandan miras alır.
Çünkü doğuda olan
daha önce
ölmüştür. Zira güneş ve diğer
yıldızların doğmaları ve batmaları doğuda batıdakinden
daha evveldir.
Sekbu'l-Enhur.
Dürrü'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Bu ifade
ediyor ki; Eğer aynı şehirde veya bir
birlerine yakın
bir yerde olsalar hüküm böyle olmaz.» Ona müracaat edilsin!
Ben derim ki: Mirasın şek
ile sabit olmayışında ve şek olmadığında
sâbit oluşunda şüphe yoktur.
«Kâfir
hacbeden vasıtası ile miras alır.»
Meselâ bir mecûsinin annesi ile evlenmesi
gibi...Sekbu'l-Enhûr'da şu da ilave edilmiştir: Bir müslüman
şüphe ile annesi ile cinsi münasebette
bulunsa ve o
kadın bir kız doğursa sonra o kız ölse ve geride annesi kalsa
-ki bu aynı zamanda
onun
ninesidir- o kadın sadece annelik sıfatı ile miras alır, çünkü anne nineyi hacbeder.
«Her iki
yakınlıkla da miras alır.» Meselâ
geçen meselede zikredilen anne ölse ve geriye kızını
bıraksa, -ki bu aynı zamanda onun oğlunun kızıdır-
bu kız kız olma sıfatı ile malın yarısını. oğlunun
kızı olması hasebiyle de üçte ikiye tamamlamak için de altıda birini alır.
«Bize göre
ilh...» Şâfiî'ye göre ise hangi akrabalığı daha kuvvetli ise onunla miras alır.
Nitekim bunu
avl bâbından
hemen önce takdim ettik, «Kâfirler (islâm'a göre sahih değilse)
kendilerince helâl olûn
evlenmeler
yoluyla miras alamazlar.» Bu söz, musannıfın
«iki akrabalıkla
miras alırlar» sözünden
kaçınmak içindir.
Aradaki fark şudur: Mecûsilerce helâl olan nikahlar islâm'a göre kesinlikle geçerli değildir. Ama
akrabalık böyle
değildir. Çünkü, fasit nikahta ve
şüphe ile olan cinsi münasebette nesebin sebebi
mahzurlu olsa
bile, neseple miras hak edilir.
Makdisî'de şöyle
denilmiştir: Karıkoca arasında hürmet-i musaharet olduğu anlaşılırsa.
fakat
onların bir
çocukları olsa ve o çocuğun babası ölse,
Kadı Süleyman bu çocuğu mirastan mahrum
etmiştir.
şeyhü'l-İslâm Suğdî ise miras alacağını söylemiştir. Şâihânî.
Ben derim ki: Bu mesele
Vehbaniye'de, aynı konuda nazm
halinde beyan edilmiştir. Onun
şerhlerine miracaat
et!
«Mecûsinin annesi
ile evlenmesi gibi.» Yâni onlardan biri
diğerini terkederek ölürse zevciyet
ile
değil nesep ile miras
alırlar.
«Müslüman
oldukları takdirde devam edebilen nikahfarı vasıtasıyla ilh...» Bu, şahitsiz olarak
yapılan bir nikah
veya bir kâfirin
iddetindeki bir kadınla yapılan nikah
gibidir ki onlar bu iki nikahı
helâl kabul ederler. Ama mahremleri ile veya
bir müslümanın iddetindeki kadınla nikahlanırlarsa bu
nikahları müslüman olduklarında devam etmez.
Bu mesele Cevhere'de; caiz olan nikah ile fasit olan
nikaha koide kılınmıştır. Yâni mirasın sübûtuna
sebep olan nikah sahih, olmayan ise fasittir.
«...Sadece annesi tarafından miras alırlar.»
Meselâ bir adamın bir kadından bir
çocuğu olsa,
sonrada o kadınla zina yapsa ve kadın bir çocuk daha doğursa veya kendi çocuğu olan
kadın ile
başka bir çocuktan dolayı lanetleşseler ve sonra bu iki kardeşten birisi ölse diğer kardeşi ondan
anne-baba-bir
kardeş olarak değil anne-bir kardeş
olarak miras alır. H.
«Zira, asabeler bahsînde... takdim ettik.»
Orada, aralarındaki farkı ve hükmü takdim etmiştik. Dikkat
et!
«Ana karnındaki bebeğe bir oğul payı bırakılır ilh...» Böyle olması ana karnındaki
ceninin varislere
ortak olduğu
veya onları hacb-i noksan ile hacbettiği takdirdedir. Ama onların hepsini mirastan
mahrum ederek hacbederse malın hepsi bekletilir.
Eğer doğum bir
aydan daha yakın olursa aynı
şekilde (herhalükârda) malın hepsinin bekletileceği
de
söylenmiştir.
Haleb'de yaşayan bir âlim de Sirâciye üzerine yazdığı şerhinde bunu kati bir ifadeyle
zikretmiştir.
Şu kadar var
ki, Ekmel'in de Sirûciye şerhinde zikrettiği gibi mutlak ifade daha açıktır.
Eğer ana karnında bebek olup olmadığı bilinmese
onun için bir pay durdurulmaz. Fakat daha
sonra
kadın doğum
yaparsa daha evvel yapılmış olan taksimat yenilenir.
Kadın gebe
olduğunu iddia etse o kadının hamilini tespit için bu hususta güvenilir kişilere
havale
edilir.
Eğer kadın çocuğu ölü olarak doğurursa yani
çocuk kendiliğinden ölü olarak doğarsa bu çocuk
miras alamaz. Ama
eğer bir cinayetle düşürülürse o
zaman miras da alır ve ona varis de
olunur.
Çocuğun ekserisi,
hayatta olduğu bilinecek bir şekilde
canlı olarak çıkar,
-bu canlılığı bir göz veya
dudak
oynatması ile de olsa- ve sonra ölürse
miras alır ve cenaze namazı da kılınır.
Eğer çocuğun
vücudunun az bir kısmı canlı olarak çıkar
ve sonra ölürse o zaman miras alamaz. Bu
bahsin tamamı
Dürrü'l-Müntekâ'dadır.
«Fetvâ buna
göredir.» Bu, Ebu Yûsuf'un görüşüdür. İmam-ı Azâm'a göre ise dört erkek çocuğun
payı, imam Muhammed'e göre ise iki erkek çocuğun payı bekletilir.
«Çünkü genelde
(bir batından) bir çocuk olur.»
Yâni ekseriyetle ve mutad olan, kadının bir batında
ancak bir çocuk doğurmasıdır. Bunun aksi bilinmediği
müddetçe hüküm ona göre verilir. Seyyid.
«... Kefil
olunur.» Ebû Yûsufun görüşüne göre
Kâdı vârislerden, malum olan mikdar karşılığında
-ki
bu da bir erkek çocuk payından daha fazla olandır- bir kefil ister.
Bu, kendine bakmaktan aciz olan
cenini
gözetmek içindir. Seyyid.
«Meselâ... geride anne baba ve... kalsa
ilh...» Ana karnındaki bebeğe alt
meselelerin tashihindeki
asıl şudur; önce zikredildiği gibi onun erkek
ve kız oluşu göz önüne alınarak meseleleri tashih
edilir. Sonra eğer aralarında
mübâyenet varsa biri diğeri ile, muvafakat varsa biri diğerinin vefki ile
çarpılır.
Bundan sonra
her varis, onun farzedildiği kadın meselesine göre alacağı hisseyi ikinci
meselenin
tamamı ile
veya vefki ile çarpılmış olarak alır. Kendisine hâsıl olanlardan daha azı verilir, fazla
olan
ise bekletilir.
Buna göre bu
sûrette erkek oluşuna göre mesele yirmidört ten olur; kadına sekizdebir verilir ki bu
üçtür. Ana-babadan herbirine altıdabir verilir, bu da dörttür. Kıza da erkek (farzedilen) cenin ile
birlikte kalan verilir ki bu da
onüçtür.
Kadın
farzedildiği takdirde ise mesele, içerisinde
sekizdebir ve altıdabir karıştığı için 27 den gelir.
Ana-babaya
sekiz, zevceye üç, kızına da dişi olan cenin ile birlikte
onaltı verilir.
Bu iki mesele arasında
üçte bir ile muvafakat vardır. O zaman
bu meseleden birisinin vefki diğeri
ile
çarpılınca 216 eder,
ve bundan taksim sahih olur.
Buna göre
cenin erkek farzedilirse zevceye yirmiyedi düşer ki bu, üçün ikinci meselenin vefki olan
dokuz ile çarpılması ile elde edilir. Ana ve babasına da otuz altı verilir. Bu da dördün dokuz ile
çarpılmasından elde edilir. Kıza ise erkek farzedilen cenin ile birlikte yüz onyedi
verilir, ki bu,
onüçün dokuz
ile çarpılmasıyla elde edilir; yüzonyedinin sülüsü olan otuzdokuz kıza, kalan
iki
sülüs, ki bu da
yetmişsekizdir, erkek olan cenine verilir.
Ana karnındaki bebek dişi takdir edilirse, zevceye yirmidört verilir ki bu, üçün
birinci meselelerin
vefki olan
sekiz ile çarpılmasından elde edilir. Ana-babadan
herbirine de otuziki verilir. Bu da
dördün sekizle
çarpılmasından elde edilir. Kıza ise dişi olan cenin ile birlikte yüzyirmisekiz verilir ki
bu onaltının
sekiz ile çarpılmasından elde edilir. O zaman yüzyirmi
sekizin yarısı olon altmışdört
kıza verilir
diğer yarısı olan altmışdört de hamile
kalır.
Sonuç olarak ölenin zevcesine ve ana-babasına, hamil dişi takdir edildiğinde
düşen mikdar verilir,
kalan onbir ise bekletilir. Bu da zevcenin hissesinden
kalan üç ile anne-babasının hissesinden
kalan sekizdir.
Kıza ise cenin erkek
takdir edildiğinde düşen verilir. Geri
kalan da cenin için bekletilir ki bu
da
yetmişsekizdir. Buna göre cenin için bekletilen
meblağın toplamı seksendokuz olur.
Şayet o bebek
kız olarak doğarsa, bu bekletilen hisselerden yirmibeşi hissesinin
tamamlanması
için, kıza verilir, geri kalan da kız olarak doğan
bebeğe verilir.
Ama erkek olarak doğarsa bekletilenden karısına üç ebeveynine
sekiz, kalan do erkek olarak
doğan
cenine
verilir.
Şayet cenin
ölü olarak doğarsa; yarıya tamamlamak için bekletilen kıza, sekizde
bire tamamlamak
için, üç, karısına,
altıda biri tamamlamak içinde dört, anneye verilir. Babaya da onüç kalır
ki bu
onüçten dördü
altıda biri tamamlamak için, dokuzu da asabe olarak verilir.
Ben, bu
taksimatta, Sirâciye ve
şerhlerindekine muhalafet ettim. Zira
biliyorsun
ki; fetvaya göre
bekletilen mikdar bir erkek çocuğun hissesidir.
Diğerine göre ise burada hâmi kız hakkında erkek,
zevce ve ebeveyn
hakkında da kız olarak takdir edilir.
Sirâciye'de
olana hayret! Zira o, müfta bihin bu
olduğunu söylemiş. sonra da hamlin dört
erkek
çocuk payını
bekletmiş ve taksimatını ona göre
yapmıştır. Düşünülsün!
BİR UYARI:
Bu bekletme işi ancak,
hissesi çoktan aza değişen varis hakkındadır. Ama, nine ve
hamile olan
zevce gibi,
hissesi değişmeyen varisler
için birşey bekletilmez.
Şayet hamlin
iki halinden birisine göre hamile olan zevcesi ile beraber olan kardeşi veya amcası
gibi hiç miras alamayan bir yakını olursa, ona
hiçbir şey verilmez. Bu konuda geniş bilgi
Sekbu'l-Enhûr'dadır.
«Bu misal ilh...» Yâni geçen misal... Bilinmelidir
ki; eğer bebek ölenden olur ve iki seneden
az bir
zaman zarfında
doğar kadın da iddetinin bittiğini
ikrar etmez ise o zaman miras alır. Ama eğer
bebek iki senenin tamamında veya daha fazla bir sürede doğar yada kadın iddetinin bittiğini ikrar
ederse o zaman hami miras alamaz.
Sîrâciye'de
tam iki senenin iki seneden aşağı olan zamana ilhak edilmesi
zâhir-i rivâyetin hilafınadır.
Şayet hami
ölüden başkasından olursa o zaman ancak adamın
ölümünden altı ay veya daha az bir
zaman zarfında
doğarsa miras alır. Aksi halde miras alamaz,
Ancak kadın iddet bekler ve iddetinin
bittiğini de
ikrar etmez ise veya varisler hamlin var olduğunu ikrar ederlerse
o zaman miras alır.
İbnu Kemal'in
şerhi, Yakub'un haşiyesi ve
Sekbu'l-Enhur'dan böyle anlaşılmaktadır.
«... Onun
örnekleri çoktur.» Bu ifadeden eğer bebek ölüden olursa
örneğin sadece geçen misal
olduğu zannını
veriyor. Halbuki öyle değildir. Şunu
Tahtavi ifade etmiştir.
«Gebe olan annesini ilh...» Yâni ölen kadının, babasından
gebe olan annesi kalsa... Ama eğer bebek
ölen kadının
babasından değilse o zaman hamlin farzı, ister erkek
olsun ister kız, olsun üçte birdir.
«Eğer kız takdir edilirse.» Zira onun payı daha çoktur.
«Ben görmedim
ilh...» Müellifin bu meseleyi Vehbaniye'den aynen nakletmesine rağmen
böyle
demesi hayret
vericidir. H.
Ben derim ki: Şârihin bu ifadeden muradı şudur: Şârih
hami için terikeden birşey
bekletilip
bekletilmeyeceği konusunda birşey görmemiştir. Vehbâniye'nin sözlerinden bunu ifade edecek
birşey yoktur.
«Ona mirastan birşey kalmaz.» Yâni cenine birşey kalmaz. Çünkü o asabedir. Halbuki farz hisseler
terikeyi
kaplamıştır. Çünkü mesele altıdandır, kocaya
yarısı verilir ki bu üçtür,
anneye altıda bir
verilir o da
birdir. Anablr iki kardeşe de üçte bir
verilir ki bu da ikidir. Bu mesele Şafiilere
göre
mesele-i müşerrekedir.
«Kız takdir
edilmesi ilh..» Zeylaî'nin sözü buna delâlet eder. Eğer varisin payı iki takdirden birisine
göre daha
fazla olursa, ona daha az olanın düşeceği kesin olduğu için
daha azı verilir, geri kalan da
bekletilir.
Çünkü şüphe
yok ki bu meselemizde varislerin payı,
ceninin erkek takdir edilmesi halinde dişi
takdir
edildiği duruma göre daha fazladır. öyleyse
cenin dişi takdir edilir ve ona
terikenin yarısı, avi
yapılarak, durdurulur. Bu da terikenin üçte biridir. Vârislere de kesin olan az meblağ verilir.
«Hamile kadın ilh...» Bu mısralar Vehbânfye'nin muâyatından alınmıştır, ki bu erkek doğurduğu
takdirde
çocuğun miras alamayacağı kız
doğurduğunda ise o çocuğa terikenin üçtebiri takdir
edilerek ki bu da avi halinde terikenin yarısı olur. Miras verileceği hamile kadın hakkında bir
bilmecedir. Bu bilmecenin cevabı da şârihin biraz evvel tasvir ettiğidir. O zaman denilir ki bu da: Bir
kadının ölüp
geride kocası, gebe olan annesi ve anne-bir iki erkek
kardeşinin kalması halidir.
Aşikardırki:
Vehbâniye'nin
sözünde o hami için terikeden birşey
bekletip bekletilmeyeceğini ifade eden bir ibare
yoktur.
Vehbâniye'nin sözü sadece meseleyi
tasvir etmek için söylenmiş mücerred bir
sualdir. Allah
Teâlâ en iyisini bilendir.
M E T İ N
Terikenin taksiminden evvel varislerin bazısı ölmüş
olsa birinci mesele tashih edilerek her varisin
payı verilir, sonra da ikinci mesele
tashih edilir. Ancak bir adamın ölüp geriye on oğul bırakması ve
sonra bu
oğullardan birisinin babasının terikesi taksim edilmeden önce ölüp
aynı kardeşlerini varis
bırakması gibi varis aynı olurlarsa o zaman
ikinci meselenin tashihine gerek
kalmaz.
Eğer sonraki ölenin payı terikenin meselesine göre uygun düşerse mesele yok.
Ama eğer uygun
düşmezse o zaman : Sehimleriyle
mesele arasında muvafakat olduğu
takdirde tashihin vefki birinci
meselenin tashihinin tamamıyla çarpılır. Şayet
aralarında muvafakat olmayıp mübayenet olursa o
zaman ikinci meselenin
tamamı birinci meselenin tamamıyla çarpılır ve bu çarpmadan iki meselenin
de mahreci hasıl olur. Böyle olunca da önce, ölenin varislerinin payı çarpanla yani ikinci
meselenin
tashihi veya vefki ile çarpılır. ikinci ölenin
varislerinin sehimleri de birinci meselenin
tashihi
sonunda ölünün
eline geçecek olan tamamıyla veya vefkıyla çarpılır.
Eğer varisler
içerisinde her iki ölüden de miras alan bir varis bulunursa,
onun birinci ölüden aldığı
payı. ikinci meseleyle veya vefkiyla çarpılır:
ikinci ölüden aldığı hissesi de ikinci
ölünün elindekiyle
veya vefkıyla
çarpılır.
Eğer taksimden evvel
üçüncü bir kişi ölürse ikinci meblağ birincinin yerine üçüncü de işlemde
ikincinin
yerine geçirilir.
Her bir varis
öldüğünde, aynı şekilde o ikincisi
yerine ve ondan evvelki meblağ da
sonuna kadar.
birincisinin
yerine ikâme edilir. Bu tatbiki bir ilimdir. Ondan gâfil olunmasın Allah Teâlâ en iyisini
bilendir.
i Z A H
Münasaha kelimesi «nesh»
kökündendir. Nesh ise nakil ve tahvil manasındadır. Burada
münasahadan
murad, vârislerden bazılarının taksimden evvel ölümü ile hissenin ondan miras
alacak kimselere
intikal etmesidir. Seyyid.
«Sonra ikinci mesele
ilh...» Yâni sonra, ikinci ölünün meselesi tashih edilir ve
birinci meselenin
tashihinden
elinde olanla, ikinci meselenin
tashihi arasında üç hale bakılır;
yanı aralarında
mümaselet mi muvafakat mı var? bakılır. Seyyid. Bunların misalleri ileride gelecektir.
«Ancak...
aynı olurlarsa ilh...» Yâni iki ölünün
de varisleri bir olduğunda bir tashih
ile iktifa edilir.
Anılan misalde terike,
sanki ikinci ölü hiç yokmuş
gibi, daha baştan dokuza göre taksim edilir.
«Eğer uygun
düşerse ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride bir kızı ve bir de oğlu kolsa
sonrada onun
terikesi taksim edilmeden önce oğlu geriye iki oğlunu bırakarak ölse : o zaman birinci mesele
üçten olur,
oğula iki sehim kıza ise bir
sehim düşer. Ölen oğulun meselesi ise ikiden
olur. Demekki
oğulun
elindeki ile meselesi arasında
uygunluk vardır.
«Mesele yok.»
Yâni o uygunluk ile iktifa edilir. Zira birinci meselenin
tashihi ile her iki mesele de
sahih olur.
Dolayısıyla fazla bir işlem yapmaya gerek kalmaz.
«Ama eğer uygun düşmezse...» Yâni ikinci ölenin nasibi ki birinci meseleden eline geçendir, kendi
meselesine denk gelmezse...
«Sehimleriyle
mesele arasında muvafakat olursa.» Yani birinci meselenin tashihinden
ölenin eline
geçenle, meselesi
arasında muvafakat varsa.. Meselâ bir
adam ölse ve geride iki oğlu ve iki kızı
kalsa sonra da bu oğullardan biri, babasının terikesi taksim edilmeden önce ölse ve geriye
zevcesini
kızını ve bir de asabe olan bir akraba bırakmış olsa o zaman birinci
meselenin tashihi
altından olur.
ikinci meselenin tashihi ise sekizden olur. ölen
oğulun birinci meseleden payı ikidir ki
bu iki onun
meselesine denk düşmez.
Ama bunlar arasında yarım ile
muvafakat vardır. O zaman
onun meselesinin vefki olan dört, birinci meselenin tashihi olan altıyla çarptığımızda yirmi
dört
olur. Her iki
meselenin tashihi, yirmidörtten yapılır. Birinci oğula sekiz,
kızlardan herbirine dört ölen
oğula da sekiz verilir. Ölenin zevcesine o sekizden bir sehim, kızına dört
sehim, asabesine de üç
sehip verilir.
«Eğer aralarında muvafakat yoksa ilh...» Meselâ bir adam ölüp geri de zevcesi ve birisi ona-baba
bir. birisi
baba bir, birisi de anne bir üç kız-kardeşi kalsa onun
terikesi taksim
edilmeden önce.
ana-baba bir kız-kardeşi
geride iki kızkardeşi ile kocasını
bırakarak ölse; birinci meselenin
tashihi
onikiden
yapılır ve oniki onüçe avleder: Bundan da karısına
üç, ona-baba-bir kızkardeşine altı,
baba-bir
kız-kardeşine iki, ana bir kız-kardeşine de iki
verilir.
İkinci mesele ise
altıdan tashih edilir ve yediye
avleder, üçü kocasına, üçü baba-bir kız-kardeşine,
biri de
ana-bir kız kardeşine verilir.
Ana-baba-bir
kız-kardeşinin birinci meseleden payı altıdır. Bu ye. diye denk düşmediği gibi
aralarında muvafakat da yoktur. O zaman yedi onüçle çarpılır. buda doksanbir eder.
O halde iki
meselenin tashihi doksan birdendir.
«İki meselenin de mahreci hasıl olur.» Yâni
muvafakat ve mübayenet suretlerinde
çarpma ile elde
edilen meblağ. her iki meselenin de mahrecidir. Elde edilen bu meblağa «camia» adı
verilir.
Birinci mesele ile çarpılana
da -ki o ikinci mesele veya vefkidir- cüzü sehim
denilir.
Dürrü'l-Müntekâ'da ise böyle denilmektedir Dikkatli ol!
«Böyle oluncada... çarpılır ilh...» Bu.
her iki meselede de. meselelerin tashihliden varislere düşen
payların bilinmesine giriştir. Bunun bizim
muvafakata misal olarak tasvir
ettiğimiz meselenin
beyanı, birinci meselede oğula iki
verilirdi. Bu ikinci meselenin vefki olan çarpım ile ki o da dörttür.
Çarpılınca sekiz eder. Bundan herbir kıza bir düşer. Bu
da dörtle çarpılınca dört eder. Zevceye
ikinci meseleden bir düşer ki bu da onun ölen kocasının
elinde olanın vefki ile -ki bu da birdir-
çarpılınca bir eder.
Kıza düşen
dört birle çarpılınca da dört eder. Asabeye düşen üç de birle
çarpılınca üç eder.
Bizim
mübayenete örnek olarak tasvir
ettiğîmiz meselede de zevceye yalnız birinci meseleden üç
düşer ve bu üç
yedi ile çarpılınca yirmibir eder. Birinci
meseleden, baba, bir kız-kardeşine düşen iki
yedi ile çarpılınca ondört eder. Baba-bir kız-kardeşe ikinci meseleden düşen üç, ölene düşecek
olanın tamamı
ile -ki bu da altıdır- çarpılınca onsekiz eder. Anne-bir kız-kardeşe, birinci meseleden
düşen iki yedi
ile çarpılınca ondört eder. İkinci meseleden
de bir düşer ki bu da altı ile çarpılınca
altı eder. Zevce sadece ikinci meseleden üç düşer ki bu da altı ile çarpılınca onsekiz eder.
«Eğer vârisler
içerisinde ilh...» Bu, mübayenet için tasvir ettiğimiz
örnekteki baba-bir ve anne-bir
kız-kardeş gibi olanlardır. Ancak bu, birinci meselenin tashihindeki payı ikinci meselenin
tamamıyla
çarpmanın ve
ikinci meselenin tashihinden elde edilen sehimi ikinci ölüye
düşecek olanın
tamamıyla
çarpmanın misalidir. Bunun vefki ile
çarpılmasının misali şudur. Bir adam ölse ve geride
karısı ondan olan
kızı ve bir de babası kalsa,
sonra o kız da ölse ve geride annesini ve dedesini
bırakmış olsa, birinci mesele yirmidörtten olur; kıza yirmidördün yarısı olan oniki
verilir. Zevceye
sekizde biri olan üç, babaya da farz olarak altıda bir olan dört ve asabe olarak
da, geri kalan beş
verilir.
ikinci mesele üçten halledilir. Anneye üçtebir verilir. Geri
kalan ikide dedeye verilir.
İkinci mesele ile
ölen kızın hakkı plan oniki arasında üçte birde muvafakat vardır. O zaman ikinci
meselenin tashihinin vefki olan bir, birinci meselenin
tashihinin tamamıyla çarpılınca yirmidört eder
ki bu zaten eskiden de öyle idi.
Böyle olunca birinci meseleden zevceye düşen üç, birinci meselenin
tashihinin vefki olan birle
çarpılınca üç eder. Zevceye ikinci meseleden, anne olarak, verilen bir ölen kızın
hakkı olanın vefki
olan dört ile
çarpılınca dört eder. Babaya da birinci meseleden verilen dokuz bir ile çarpılınca
dokuz eder, ikinci
meseleden de ona dede
olarak, iki verilir ki bu iki dört ile çarpılınca sekiz eder.
«Üçüncü bir kişi
ölürse ilh...» Bunun izahı daha önce geçen, uygunluk muvafakat ve mubayeneti
kapsayan bir
tek misalledir:
Şöyle ki:
Bir kadın ölüp geride kocası, başka bir
erkekten olan kızı ve bir de annesi kalsa
ve bu
kadının terikesi taksim
edilmeden önce koca da bir karısını
ve ana babasını bırakarak ölse. üçüncü
olarak da kız iki oğlunun bir kızını ve ninesini bırakarak
ölse daha sonra da ninesi, kocasını ve iki
kardeşini bırakarak
ölse, birinci mesele de -ki kadının meselesidir- reddiye
olup mesele onaltıdan
tashih edilir.
kocaya dört, kızına dokuz, annesine
de üç verilir. ikinci mesele
-ki koca meselesidir-
dörtten sahih
olur. onun elinde olan dört, meselesine uygun düştüğünden dolayı çarpmaya ihtiyaç
yoktur. Üçüncü
mesele de -ki kızın meselesidir-
altıdan olur. Kızın birinci meseleden payı olan
dokuz onun
meselesine göre taksim edilmez, ve üçtebirde muvafakat vardır, öyle olunca onun
meselesinin üçte biri olan iki, birinci mesele olan onaltı ile çarpılınca otuziki eder.
O zaman bu
otuzikiden iki
farz da sahih olur. Onaltıdan hisse alan kişinin hissesi iki ile çarpılmış
olur. Altıdan
hissesi olan kişinin hissesi de kızın elindekinin vefki olan üç ile çarpılmış olur.
Dördüncü
mesele de -ki nine meselesidir- dörtten olur. Ninenin otuzikiden payı dokuzdur. Çünkü
ona, kızından
düşen altı ile kızının kızından düşen üç, içtima etmiştir.
Dokuz da dörde denk
düşmemektedir. Ve aralarında
muvafakat da yoktur. O zaman dört, otuziki ile çarpılınca
yüzyirmisekiz eder. Bu yüzyirmisekizden bütün meseleler sahih olur. Öyle olunca otuzikiden her
hisse alanın hissesi dört ile çarpılmış
olur. Dörtten hisse alanın hissesi de ninenin elinde olan
dokuz ile çarpılmış olur. Bunun tafsilatı Sirâciye şerhindedir.
«İkinci meblağ... kılını.» Bu da birinci ve
ikinci meselelerin tashih edildikleri meblağdır.
«İşlemde.» Yâni gecen işlemde... Şöyle ki; üçüncü
ölünün sehimleri birinci ve ikinci meselelerin
tashihlerinden
alınır ve onun meselesine göre taksim edilir. Eğer (yeni bir işleme gerek
kalmadan)
taksim edilebilirse mesele
yok. Ama taksim edilemezse
o zaman ikinci olarak itibar edilen üçüncü
meselenin
vefkini veya tamamını, birinci olarak itibar edilen evvelki iki
meselenin tashihinin
tamamıyla
çarpılır. Onlardan hasıl olanda bir mesele
olarak ele alınır ve bu her iki meseledeki
varislere
taksim edilince cami misalde
de matlub hasıl olur.
«İşte bu
tatbiki bir ilimdir. Ondan gâfil olunmasın!» Musannıfın bu sözü bu bâbın
meselelerinin
zorluğuna ve
bunları ancak akıl sahipleri ile ilmi
feraiz ve ilmi hesapta mahir olanların iyi bir şekilde
bile bileceklerine işaret
etmektedir. Bu bâbı kolaylaştıran
Meliku'l-Vehhâb olan Allah'ın yardımı ile
çok işlem yapmak
ve hesapçılar arasında meşhur olan karışık işlemi iyi
bilmektir.
Allah Teâlâ en
iyisini bilendir.
M E T İ N
Kur'ân'da
zikredilen sehimler iki nevidir! Birinci, nısf (yarı) tır.
Nısf'ın haricindeki her kesirin
mahreci onun
adaşı (kendi adı ile söylenen rakam) dır. Meselâ dörtte bir dörtten, sekizde bir
sekizdendir. Nısf'ın mahreci ise ikidir.
İkincisi: Üçte bir ve üçte ikidir, her ikisi de
«üç» tendir. Altıda bir de, ikiye katlansa ve ikiye bölme
yoluyla altıdandır. Meselâ : «Sekizde bir. onun katı ve katının katı» veya
«yarı, yarının yarısı
yarısının
yarısının yansı» denilir.
Ben derim ki: Bunların yerine : «Dörtte bir, üçte bir, bunlardan herbirinin katı ve yarısı»
denilse idi
daha kısa olurdu.
Buna göre. meselede
bu farzlardan birer birer (teker teker) geldiklerinde
her birinin mahreci yalnız
onun adaşı
(kendi rakamı)dır. Ancak yukarda do geçtiği gibi nısıfın adaşı yoktur. ikişer ikişer veya
üçer üçer aynı
neviden oldukları halde gelseler o zaman her şeyi bir cüze mahreç olur.
Ayrıca bu
sayı, altı
gibi kendi katına ve birkaç katına mahreç olur ki. bu altı altıda bire.
onun katına ve katının
katına da mahreçtir.
Eğer, birinci neviden olan yarım ikinci nevin yani diğer üçün tamamıyla veya bazısı ile birlikte
bulunmuş olsa,
meselâ meselede, zevc,
anababa-bir iki kız kardeş. anne-bir iki kız kardeş ve anne
gibi nısf
(yarı) üçte iki üçte bir ve altıda bir hisseye sahip olanlar bulunduğunda mesele
altıdan olur.
Çünkü altı
ikinin üçle çarpılmasıyla elde edilir. Yahutta birinci neviden dörttebir, ikinci nevinin
tamamı veya bazısı ile beraber bulunursa
mesela meselede zevce ile adı geçenler
bulunsa, mesela
onikiden olur.
Zira oniki dördün üçle çarpılmasıyla elde edilir. Çünkü altı ile nısıf orasında
muvafakat
vardır.
Şayet birinci
neviden sekizde bir ikinci nevinin
bazısı ile beraber bulunduğu takdirde
mesele
yirmidörtten
olur. Fakat birinci neviden olan sekizdebirin,
ikinci nevinin tamamı ile beraber
bulunması
tasavvur edilemez. Bu ancak, İbnu
Mesud'un görüşüne göre veya vasiyetlerde
tasavvur
edilebilir.
Hıfzedilsin! Meselenin yirmidörtten
olmasının örneği. Bir adamın ölüp
geride zevcesi iki
kızı ve
annesinin kalmasıdır. Zira yirmidört sekizin üçle çarpılmasından elde edilir. Nitekim daha
önce, altının
nısfa muvafık olduğunu daha önce
söylemiştik.
Bir meselede hisselerden
dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi
hisse sahiplerinden de beş guruptan
fazlası bir arada bulunmaz. Dört fırkadan fazlası da kesirli olmaz.
İZAH
Musannıf daha
önce dediği gibi, burada da «Mehâric ve başka konular bâbı» deseydi
daha iyi
olurdu. Çünkü
musannıf, tashih konusu ile sayılar
arasındaki nispet meselesini de
bu bâbda
anlatmıştır.
Sirâcîye'de yapıldığı gibi. bu bâbın münâsehat konusundan daha önce zikredilmesi de minasipti.
Çünkü
münasehatın bilinmesi de buna bağlıdır.
Mehâric: «Mahrec» kelimesinin
çoğuludur. Mahrecde her hisse sahibinin içersinden tek başına
hissesini tam olarak alması mümkün olan en
küçük sayıdır.
Buna göre «1»
feraiz hesabına göre «sayı» değildir. Ama nehivcilere göre sayıdır.
«Farzlar ilh...» Yâni Nisâ Sûresi'nin beş
âyetinden alınan ve aşağıda gelecek
olan altı farz...
«İki nevidir.»
Fâkihlerin altı farzı, iki kısma
ayırmalarının sebebi şudur: Altı farzdan miktar
bakımından en
azı olan sekizde birdir ki onunda
mahreci sekizdir. Dörtte bir ile nısıf, sekizden
kesirsiz olarak çıkartılabilirler. İşte bundan dolayı bu üçüncü bir nevi
kabul etmişlerdir. Bundan
sonra da farzların
miktar bakımından en azı «altıda bir»dir. Ki
bunun mahreci altıdır. Üçte bir ve
üçte ikide altıdan kesirsiz olarak çıkarlar. İşte bu yüzden fukaha bu üçüncü de başka bir nevi kabul
etmişlerdir.
Bunu Seyyid ifade etmiştir.
«Her kesirin mahreci onun adaşıdır.» Kesirin adaşı: Sahih sayılardan, onunla aynı isim altında
birleştikleri rakamdır. Meselâ altıda bir
mahreci olan altıyla aynı isim altında birleşmektedirler.
Çünkü «sitte»
(altı) kelimesinin aslı «sidse»
dir; «dâl» ile ikinci «sin»
harfi «tâ»ya kaybolmuş
sonrada «tâ», «tâ» ya idğâm olunarak «sitte» denilmiştir.
Musannıfın
burada «kesir» demesi zikredilen
farzlar dışındaki, beştebir, yedidebir,
dokuzdabir ve
ondabir gibi
kesirleri de kapsaması içindir. Çünkü
bunların da mahreçleri, kendi isimlerini taşıyan
rakamlardandır.
Musannıfın
sözü nısıf gibi müfred ve üçte iki
gibi mürekkep olan kesirleri de kapsar.
Bilinmelidir ki:
Mahrec ne kadar az olursa, farz
o kadar çok olur. Mahrec çok olduğunda da farz
daha az olur.
Zira meselâ yarı dörttebirden daha
çoktur. halbuki mahreci onun mahrecinden daha
azdır.
«İkiye katlama
ilh...» Musannıf bu ifadesi ile sekizde
bir ikiye katlandığında dörtte bir, dörtte bir
katlandığında
nısf (yarım) altıda bir ikiye katlandığında üçte bir, üçte bir ikiye katlandığında da üçte
iki olduğunu
kasdetmiştir.
«...İkiye
bölme yoluyla ilh...» Musannıf bu
ifadesiyle de, yarım ikiye bölündüğü
zaman dörtte bir,
dörtte bir
ikiye bölündüğünde sekîz de bir, üçte
birin yarısı alındığında altıda bir
üçte iki ikiye
bölündüğünde
de üçte bir olduğunu kasdetmiştir. Seyyid.
«Mesela... denilir ki ilh...» İkinci nevide
de böyle denilebilir. Bunun özeti şudur: iki neviden daha
küçüğü ile başlandığında bu katlama yoluyla daha büyük
olanla başlandığında da yarıya bölme
yoluyladır.
«Bunların
yerine... daha kısa olurdu.» Yâni her iki
nevi de söylenen sözlerin kısası.
«Birer birer ilh...» Bunun manası. bir kez bile
zikredilmiş olsa mükerrer olmasıdır.
Sirâciye'de :
Lâfız cihetine bakılarak, hadisteki «gece namazı ikişer ikişerdir»
sözü gibi,
tekrarlanmıştır. (Ahad
âhad denilmiştir.) Bunu Seyyid ifade etmiştir.
İmam Vâhidî'nin Divûnu'l-Mütenebbî şerhindeki «o
âhâddır, yani birdir, denilmez,
ancak onlar âhâd.
Yâni birer
birer gelmişlerdir» denilir. «bir» yerine âhâd» demek hatadır» sözü «âhâd» kelimesinin
birden fazla şey
için bir kez kullanılmasının caiz olmadığına delâlet etmez.
Nitekim bu kelime,
üzerinde
durduğumuz meselede, birden fazla şey için kullanılmıştır. Yukarıdaki ifade bu kelimenin
ancak «tek» olan için
kullanılamayacağına delalet eder.
Buna göre, «Zeyd âhâddır» denilemez. Anla!
«İkişer ikişer veya üçer üçer aynı neviden ilh...» Yâni yalnız birinci neviden
veya yalnız ikinci
neviden... Bu
nevilerden birisinde diğerinden
hiçbirşey karışmadan gelse.
«... Bir cüze ilh...» Yâni onlardan en az olan cüze...
«Kendi katına...
mahrec olur.» Çünkü katının mahreci cüzünün mahrecinde
de bulunur. Dolayısıyla
cüzün mahreci
ile iktifa edilir.
Meselâ üçte bir ve üçte ikinin mahreci üçtendir. Bu üç, aynı zamanda, altının mahreci olan altıya
dahildir. Aynı. şekilde dörtte bir ve yarının
mahreçleri de sekizde birin mahrecine dahildir. Buna
göre meselede, içtima etse, anne ile anne-bir
iki kız-kardeşte olduğu gibi, üçte bir ile altıda bir
birlikte
bulunsalar veya anne ile
anne-baba-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi altıda bir ile üçte iki
birlikte
bulunsalar mesele altıdan olur. Ana-baba-bir iki kız-kardeş ile ana-bir iki-kız kardeş de
olduğu gibi,
üçtebir ile üçte iki bulunsa üçten olur. Yahutta anne, anne-bir iki-kız kardeş ve
anne-baba-bir
iki kız-kardeş de olduğu gibi üçü bir arada olsalar mesele
yine altıdan otur. Meselede
zevce ile kız
da olduğu gibi sekiz bir ile yarım bulunsa mesele sekizden olur. Koca ve kızda olduğu
gibi, dörtte
bir ile yarım bulunsa mesele dörtten
olur. Dörtte birle sekizde birin veya
üçünün birlikte
bulunmaları ise
tasavvur olunamaz.
«...Eğer
yarım... birlikte bulunsa ilh...» Musannıfın bu sözü, «eğer onların ikisi aynı neviden olsalar»
sözünün muhterizidir.
Geçen bahis her nevinin fertlerinin kendi işinde, biri birleri ile birlikte
bulunması halinde idi. Bu ise
bir nevinin
fertlerinin diğer bir nevinin fertleri ile
ya tamamen veya bazısı ile birlikte bulunmaları
bahsidir.
Bilinmelidir ki:
Bu birlikte olma suretleri mutlak olarak elli
yedidir. Bunlardan yirmiyedisi şer'î,
otuzu da
aklîdir. Bunların hepsini Rahîku'l-Mahtûm adlı eserde özetledim. Oraya müracaat et!
«Zevc ilh...»
Bu yarının üç ile birlikte olması haline örnektir. Bu ifade ite nısıfın bunlardan bazısı ile
birlikte olmasının misalleri görülmüş oldu. Meselâ
zevcin bu varislerden yalnız biri ile veya
ikisi ile
olması gibi...
«Çünkü altı
ikinin üçle çarpılmasından elde edilir.» Bu da ancak
meselede altıda bir olmadığı
takdirde kendisini
gösterir. Ama meselede altıda bir bulunursa, altıda birin mahreci ile iktifa edilir.
Çünkü nısıfın
mahreci iki, üçte bir ve üçte îkinin mahreçleri üçtür ve her iki mahrec de altıya
dahildir.
Dolayısıyla altı ile iktifa edilir. T.
«... Meselede zevce ile adı geçenler.» Yâni geçen
misaldeki ana-baba-bir iki kız-kardeş,
annebir iki
kız-kardeş ve
anne bulunsa... Bu da dörttebirin, ikinci nevin tamamı ile birlikte bulunmasına
örnektir. Bu
misalden, meselede zevcenin, bu varislerden yalnız biri veya ikisi
ile birlikte olması
gibi, dörtte
birin, ikinci nev'in bazısı ile birlikte bulunmasıda anlaşılır. Bu da geçen
misalin
benzeridir.
«Çünkü altı
ile nısıf orasında muvafakat
vardır.» Musannıfın bu sözü,
önceki sözünün anlattığı,
meselede ister altıdabir bulunsun ister bulunmasın
dördün daima üç ile çarpılacağının illetidir.
Meselede altıda bir yoksa tamam. Ama altıda bir varsa pek uygun
değil. Zira altıdabirin mahreci
altıdandır.
Altıda nısıf ile dörttebirin mahreçleri
olan dörde muvafıktır. Altının yarısı ise
üçtür. İşte
bundan dolayı
da üç daima dört ile çarpılır. Anla!
«İkinci nevinin bazısı ile ilh...» Bu, mutlak değildir. Çünkü sekizde bir,
üçte iki ile de birlikte
bulunur.
Meselâ, zevce ile iki kız gibi'... Zevce, anne ve oğulda olduğu gibi
altıda bir ile de birlikte
olabilir. Aynı şekilde zevce, iki kız ve annede olduğu
gibi üçte iki ve altıda bir ile de
birlikte bulunur.
Sekizde birin bunların dışındaki bir hisse ile
birlikte olması konusuna gelince, o ancak İbnu
Mesud'un,
ileride gelecek olan görünüşüne göre mümkün
olur. Çünkü onun görüşüne göre
mirastan
mahrum olan birisi başkasını hacbı
noksan ile hacbedebilir. Demekki ona göre sekizdebir
üçtebir ile beraber
bulunabilirler. Meselâ
zevce, anne bir iki kızkardeş ve mirastan mahrum olan
oğul buna
örnektir. Yine ona göre üçtebir ve
altıda birle birlikte de bulunabilir. Adı
geçen varisler ve
annenin
bulunması gibi... Yine İbnu Mesud'a
göre zevce, ana-baba bir iki kız-kardeş anne-bir iki kız
kardeş ve
birde mirastan mahrum olan oğulun
bulunması gibi hallerde, üçte iki ve üçte bir ilede
beraber
bulunur.
«Bu ancak İbnu Mesud'un görüşüne göre...» Meselâ bir adam ölüp geride kâfir
bir oğul, zevce,
anne.
anne-baba-bir iki kız-kardeş ve anne-bir iki kız-kardeş kalsa
o zaman mesele yirmidörtten
olur ve İbnu
Mesud'a göre otuzbire avleder. H.
Ama başkalarına göre mesele onikiden olup onyediye
avleder.
«Veya vasiyetlerde ilh...» Meselâ bir kişi,
birisine malının sekizde birini başka birine üçte ikisini,
üçüncü birine
üçte birini dördüncü bir şahsa da altıda birini vasiyet etse ve
varisi almasa veya
varisleri
olduğu halde hepsi bu vasiyete icâzet verseler, mesele yirmidörtten olur ve İbnu Mesud'un
dediğinin
benzeri olarak otuzbire avleder.
Yukarıda
söylediğimiz suretlerden ancak İbnu
Mesud'un reyine göre olan suretler vasiyetlerde
İbnu
Mesud'un
dışındaki âlimlerin görüşlerine göre de yapılır.
«Üçle çarpılmasından ilh...» Yâni ister altıda
bir ister olmasın... İşte bu izâhla bizim daha evvel
benzerine dikkat çektiğimiz gibi, talil açığa çıkmış olur.
«Altının nısfa muvafık olduğunu daha önce söylemiştik.» Ancak
daha evvel geçen yerde altının nısıf
ile muvafakatı
dört içindi, burada ise sekiz içindir.
«Hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi ilh...» Yâni mükerrer olmayarak. Şu mesele bu
söze, itiraz
olarak varid olamaz: Bir kadın ölerek, kocasını, annesini, ana-baba-bir kız kardeşini,
bababir kız-kardeşini
ve anne-bir iki kız-kardeşini bıraksa bu meselede hisseler dörtten fazla, ama
mükerrer olarak birlikte
bulunur. Ashâb-ı ferâizden, beş tâifeden fazlası bir arada bulunamaz.
Şöyle
ki: Birisi ölse geride eşi, babası, annesi, dedesi, ninesi, kızı, oğlunun kızı,
anababa-bir kız-kardeşi
ve anne bir
erkek-kardeşi ile kız-kardeşi kalsa; bunlar hisseleri belirlemiş ashab-ı feraiz-i
dendirler.
Fakat dede ve
kız kardeşler, baba ile, nine de anne ile hacbolunur.
Böyle olunca geriye sekizde bir
veya dörtte biri alacak olan eş karı kocadan biri, nısh alacak olan kız, altıda biri alacak olan üç
gurup-baba-anne ve oğulun kızı-kalır. Sonunda bunlar
beş tâife kalırlar.
Eğer, baba, dede, kız ve oğulun kızı olmasa, o zaman da dörtte bir veya nısıf
alacak olan eşkarı
kocadan birisi -nısfı alacak olan ana-baba bir
kız-kardeş altıdan biri alacak olan
iki gurup- yani anne
ile baba-bir kız-kardeş
ve üçte biri alacak olan
anne bir kardeş kalır. Tâifeler burada da beştir. «Dört
fırkadan fazlası
da kesir olmaz» çünkü beş
tâifeden birisinin, baba veya anne veya eş gibi, tek
olması lâzımdır. Onun payı da kendisine nisbette küsürlü olmaz.
M E T İ N
Varislerden bir gurubun sehimleri, kendilerine göre küsürlü olduğu takdirde
sayıları, meselenin aslı
ile, eğer meselede
avl varsa avli ile. çarpılır. Meselâ bir adam ölse ve
geride karısı ve iki kardeşi
kalsa mesele dörtten olur. Zevceye dörtebir, iki kardeşine
de üç kalır. Bu da onlara denk düşmez.
Burada, sehimler
ile şahısların arasında
muvafakat da yoktur. öyleyse ikiye dörtle çarpılınca mesele
sekizden sahih olur.
Eğer sehimleri ile adedleri
arasında muvafakat olursa, adedlerinin vefki meselenin aslı ile veya avli
ile çarpılır, meselâ
bir adam öldüğünde, geride zevcesi ve
altı erkek kardeşi kalsa
o zaman altı
kardeşe dörtten üç düşer ki bu onlara da üçte bir ile muvafıktır. O zaman (altının
üçe bölünmesi
sonunda çıkan)
ikiyi dörtle çarparız; mesele
yine sekizden sahih olur.
Eğer iki veya
daha fazla gurubun sehimleri kesirli olur sehim sahiplerinin adetleri
arasında
mümaselet olursa,
o zaman adedlerden biri meselenin aslı ve avli ile
çarpılır. Meselâ bir adam ölse
ve geride üç
kız ve üç amca kalsa, o zaman iki mütemâsilden biri ile
iktifa edilir, ve «üç» meselenin
aslı ile çarpılır. O da dokuz eder. Mesele
bundan sahih olur.
Eğer üç veya dört guruba göre, sehimleri kesirli
olsa, o zaman evvela sehimlerle adedler arasındaki
sonrada adedler arasındaki
müsareket sonra da iki guruptaki müdahâle (tedahül) mümaselet
muvafakat ve
mübayenette yaptığım gibi yaparsın. Sonunda hâsıl olana cüzü sehim
denilir. Elde
edilen cüz-ü
sehimde meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf buna şu sözü ile işaret
etmiştir: Eğer
sayıları biri
birlerinin içine girse mesela adam
öldüğünde geriye dört zevce, üç nine ve oniki amca
bıraksa sayıların
en büyüğü meselenin aslı olan oniki ile
çarpılır. Çünkü bu sayılar biri birinin içine
girerler. On iki oniki ile çarpıldığında yüzkırkdört eder. Taksimat bundan sahih olur.
Eğer sayılar
biri birlerine muvafık olursa, meselâ adam öldüğünde geriye dört zevce onbeş
nine,
onsekiz kız ve altı amca kalsa o zaman iki sayıdan
birinin vefki diğerinin tamamıyla çarpılır. Elde
edilen sonuçda
eğer aralarında muvafakat olursa, üçüncü sayının vefki ile çarpılır,
muvafakat
yoksa, tamamiyle
çarpılır. Daha sonra dördüncü sayı da aynı
şekilde çarpılır. Toplanan bu sayı ki o
cüzü sehimdir.
Ve bizim meselemizde yüz seksendir. Meselenin aslı
ile çarpılır. Meselenin aslı
burada
yirmidörttür. Dolayısıyla mesele elde edilen dörtbinüçyüzyirmiden sahih olur.
Eğer sehimleri kesirli
olanların adedleri birbirlerine mübayin olursa, meselâ adam öldüğünde
geride iki zevce on kız altı nine, ve yedi amca kalsa, sayılardan biri ikincisinin tamamıyla çarpılır ve
elde edilen meblağ üçüncünün tamamıyla
çarpılır. bundan elde edilen de dördüncü sayının
tamamıyla
çarpılır. Böylece cüz-ü sehim hâsıl
olur: Burada cüz-ü sehim ikiyüzondur.
Çünkü kızların
adedleri ile ninelerin adetleri, sehimlerine yarı
ile muvafıktır. O zaman cüz-ü sehim
olan ikiyüzon,
meselenin aslı ile çarpılır.
Meslenin aslı burada yirmidörttür.
O zaman elde edilen beşbinkırktan
taksimat düzgün olur.
İ Z A H
«Bir gurubun
sehimleri, kendilerine göre küsûrlu olduğu takdirde iIh...» Musannıf bu sözleri ile
feraiz meselelerinin tashihine başlamaktadır.
Tashihden maksat, varislerin herbirinin paylarını
kesirsiz olarak alabilecekleri adedlerin
en küçüğünü bulmaktır.
Bilinmelidir ki;
burada yedi «asl»ın bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu ye di asıldan üçü sehimlerle hisse
sahiplerinin adetleri arasında, dördü de, hisse
sahipleri arasındadır.
Sehimlerle, hisse
sahiplerinin adetleri arasındaki üç asıl şudur:
1 - İstikamettir: Yâni her gurubun sehiminin, o guruptakilere kesirsiz olarak taksim edilmesidir. Kişi
öldüğü zaman
geride annesi, babası ve dört kızının kalması buna misaldir. Bu meselede çarpmaya
ihtiyaç yoktur.
2 - Sehimler küsûrlu olup sehimlerle, sehim sahipleri arasında mübayet olmasıdır. Şöyleki
sehimler
varislerden
bir guruba göre küsûrlu olsa ve sehimleri
ile, sehim sahipleri arasında muvafakat
olmasa, o zaman sehim sahiplerinin adedi yalnız meselenin aslı ile veya, avl ettiği takdirde, âvli ile
çarpılır.
3 - Sehimlerin muvafakatla birlikte küsürlü olmalarıdır. Şöyle ki, sehimler bir guruba göre küsurlu
olmakla birlikte sehimleri ile sehim sahipleri arasında muvafakat olsa, o zaman
ruusların vefki,
meselenin aslı ile veya avli ile birlikte aslı ile çarpılır.
Sehim sahipleri arasındaki
dört «asl»a gelince; onlar: Temâsül, tedahül, tevafuk ve tebâyündür.
Musannıf bu
dört asılla ilgili bilgiyi ileride
verecektir. Bu dört asıla ancak, kesir iki
taifeye veya daha
fazlasına göre
olduğu takdirde itibar edilir.
Ancak fakihler, sehim sahipleri
arasındaki tedahüle itibar ettikleri gibi, onlarla sehimler
arasındaki
tedahüle
itibar etmemişlerdir. Aksine, sehim sahipleri fazla olduğu takdirde onu muvafakata,
sehimler -altının üç göre taksimi gibi- daha fazla
olduğunda da mümâselete reddetmişlerdir. Bunu
da, yakında
izâhı geleceği üzere. ihtisâr için yapmışlar-dır.
Musannıf bu yedi aslı
misalleri ile birlikte, anılan tertibe göre
zikretmiştir. Ancak istikameti
zikretmemiş, açık olduğu için, onu hazfetmiştir.
«Eğer avl
varsa ilh...» Yâni onların adedi meselenin aslı
ile ve avli ile çarpılır. Aksi halde (avl yoksa)
sadece meselenin
aslı ile çarpılır. Musannıf
burada ve bundan sonra gelecek kısımda bu tafsilatı
terk etmekle mesele
ve avlinin asıl mesele menzilesinde
olduğuna işaret etmiştir. O da sehim
sahipleri sayısı
meselenin aslı ile çarpıldığı gibi,
meselenin aslı ve avli ile de çarpılır. Nitekim
Seyyid de bunu ifade etmiştir.
«Meselâ karısı ve iki kardeşi kalsa ilh...» Bu. içersinde avl olmayan meseleye
misaldir ki aslı
dörttür. Avl olan ise şöyledir: Bir kadın ölse ve beş tane anne-bir olmayan kız-kardeş bıraksa
-ki bu
meselenin aslı altıdır- kocaya yarısı -ki üçtür-
kız kardeşlerine de üçte iki -ki dört-tür- verilir. Mesele
yediye avleder ve kız-kardeşlerin sehimleri ile, sayıları arasında
mübayenet vardır. O zaman
kız-kardeşlerin adedi olan beş, avlı ile birlikte
meselenin aslı ile -ki bu yedidir- çarpılır. Sonuç
otuz-beş eder
ve taksim bundan sahih olur.
«Avl ile ah...» Yâni eğer mesele
avliye ise, aksi halde
Musannıfın da zikrettiği gibi
sadece
meselenin
aslı ile çarpılır.
«Karısı ve
altı erkek kardeşi kalsa ilh...» Bu, avliye
olmayan meseleye misaldir. Bu meselenin
aslı
da dörttür. Avliye
olanın misali ise şöyledir:
Bir kadın ölüp geride kocası, ana-babası
ve altı kızı
kalsa meselenin aslı
onikiden olur, kocasına dörttebir -ki üçtür- anne-babasına. altıda iki -ki dörttür-
altı kızına da üçte iki -ki sekizdir- verilir. O zaman
mesele onbeşe avleder. Kızların sehimleri olan
sekiz sayıları
olan altıya göre kesirlidir.
Ancak sayıları ile sehimleri arasında nısıfla
muvafakat
vardır. Böyle olunca biz sayılarının yarısını -ki
üçtür- alır. Sonra bu üçü meselenin avli ile birlikte,
aslı olan onbeşle
çarparız. Sonuç kırkbeş olur ve
taksim bundan sahih olur.
«O zaman altı kardeşe üç düşer ki bu da
onlara, üçte birde muvafıktır.»
Musannıfın, altı ile üç
arasında, tedahül olduğu halde muvafakata itibar etmesi, yukarda söylediğimiz gibi,
sehimlerle
sehim sahipleri orasındaki tedahüle itibar
etmediğine işaret etmektedir. Zira, sayıların en büyüğü
olan altıyı
-ki bu sehim sahiplerinin tamamıdır-
dörtle çarpmakla tedahüle itibar etmek mümkün ise
de bu, hesabın
uzamasına yol açar. Hesabı uzatmamak ise kârdır. İşte bundan
dolayı da hesabı
muvafakata
irca ettik.
Aynı şekilde, yukarda
avliye için zikrettiğimiz misalde de
eğer kızlar dört tane olsaydı.
o zaman
sayıların büyüğü olan sekiz -ki bu onların sehimlerinin
adedinin tamamıdır- meselenin aslı ile
çarpılmazdı. Çünkü bu hesabın uzamasına yol acardı. Aksine taksim çarpmadan sahih olduğu için
temasule müracaat edilirdi.
«Eğer iki veya
daha fazla gurubun sehimleri kesirli olursa ilh...» Bu söz farklı
guruplardaki sehim
sahipleri arasındaki dört aslın başlangıcıdır.
Önce her gurup ile sehimlerine bakılır. Eğer aralarında
tebayün varsa o zaman gurubun tamamı ele alınır. Eğer birbirlerine
muvafık iseler o zaman fırkanın
vefki ele
alınır. Sonra da bu dört usûlle, elde edilen
sayılara bakılır. Şayet iki adet arasında temasül
varsa o zaman
onlardan biri. meselenin aslı ile çarpılır. Bu iki adet
arasında tedahül varsa o zaman
bunlardan büyüğü yine meselenin aslı iIe çarpılır.
Eğer bu iki adet arasında muvafakat varsa vefk
diğerinin
tamamı ile çarpılır. Sonrada elde edilen rakam meselenin aslı
ile çarpılır. Şayet bu iki sayı
arasında mübayenet
varsa bunlar biri birleriyle çarpılır.
Elde edilen meblağda meselenin aslı ile
çarpılır. Musannıf bu dört aslı bu tertibe göre zikretmiştir. Meselenin aslı ile çarpılana da ileride
geleceği üzere cüzü sehim denilir.
«Veya daha
fazla ilh...» Yâni üç veya dört... Yukarda da geçtiği gibi bunlardan fazla olmaz.
«Ve adedleri arasında
mümaselet olursa ilh...» Seyyid şöyle demiştir: «Ruuslarının adedlerinden
murad:
Adedleri ve onların vefkini de kapsayandır.
Zira sehim sahipleri arasında
sehimleri muvafık
olan bir gurup
olsa, onların sayıları önce vefkine
reddolunur, sonra da o sayı ile diğer
adedler
arasındaki mümaselete itibar edilir.
«Ve avli ile
ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride
altı tane anne-baba-bir kız-kardeşi, üç tane anne-bir
kız-kardeşi ve üç ninesi kalsa meselenin aslı altı olur ve
yediye avleder. Ana baba-bir
kız-kardeşlere
üçte ikî
verilir ki dörttür. Dört altıya bölünmez, ama aralarında nısıfla
muvafakat vardır ki o da üçtür.
Anne-bir
kız-kardeşlere de üçte bir verilir ki bu da ikidir. İki üçe bölünmez ve aralarında muvafakat
da yoktur.
Ninelere de altıda bir verilir ki o da birdir. Onda da tevafuk yoktur.
Bu durumda
birbirine mümâsil olan üç aded bir oraya gelmiştir. Bunlardan biri farzla çarpıldığında
yirmi bir eder ve bundan taksimat sahih olur. Zeylaî.
«Eğer sehimler üç veya dört guruba göre kesirli
olursa ilh...» Bu söz daha önce söylediğimiz
«evvelâ her fırkaya sehimleri ile birlikte bakılır sonra da sabit
olan sayılara bakılır» sözüne işaret
etmektedir.
Onun zikrettiğinde iki veya daha fazla fırka arasında fark
yoktur. Fark ancak fırkalar üç
olduğu
zamandır ki onların suretleri fazlalaşır. İspat
edilen adedler birkaç tane olduğundan çarpma
tekrar edilir. Zira, evvelâ üç gurup ite sehimleri arasına
bakılır. Bunlardan her fırka sehimlerine ya
mübayın veya
muvafık olur. Yahutta iki fırka ile
sehimleri arasında muvafakat, diğer fırka ile
sehimlerinde ise mübayenet olur. Veya iki fırka ile sehimleri arasında mübayenet olur. Diğer fırka
ile sehimleri arasında
da muvafakat olur. İşte bunlar dört
haldir. Sonrada bunların her bir halinde,
dört asıl ile ispat edilen adedler arasına bakılır; ki elli
iki surete ulaşır. Bu suretlerin açıklaması
Tertip şerhi
ve diğer uzun kitaplardır.
«Müşareket arar ilh...»
«Münasebet arar» dese idi daha iyi olurdu.
«Sonra da iki gurupta yaptığın gibi yaparsın.» «Yapacağın gibi» deseydi daha iyiidi.
Zira iki gurup
arasındaki hallerden sadece mümaselet geçmişti. Müdâhalede, muvâfakat ve mübayenetin
halleri
ileride gelecektir. Anla!
«Buma, şu sözü
ile işaret etmiştir. » Musannıf bu sözü ile cüzü sehimin çarpılmasına ve daha
önce
geçen; «eğer sehimler üç fırkaya göre kesirli
olursa ilh...» sözüne îşaret etmiştir. Düşün!
«Dört zevce
gibi ilh...» Meselenin aslı onikidendir; ninelere altıda bir olan
iki. zevcelere dörtte bir
olan üç, amcalara da
kalan yedi verilir. Bunlardan her gurubu sehimleri ile sehim sahipleri arasında
mübayenet vardır. O zaman, sehim sahiplerinin tamamını alırız ki
bunlar: Dört, üç ve onikidir. Bu
sayılardan evvelki iki
adedin, üçüncü adedde, -ki onikidir- tedâhül ettiğini buluruz. öyleyse onikiyi
yine oniki olan
meselenin aslı ile çarparız.
Bundan da taksimat sahih olur.
«Dört zevce,
onbeşine ilh...» Meselenin aslı yirmidörtten olur; zevcelere sekizde bir olan üç verilir.
Bu üç, dörde
denk düşmez. Aralarında muvafakat da yoktur. öyle olunca onların
adedleri olan
dördü tutarız.
Ninelere altıdabir olan dört verilir.
Dörtle onların adedleri olan onbeş arasında da
mübâyeten vardır o zaman onu da tutarız, kızlara da üçte iki olan onaltıdır.
Onaltı, onların adedleri
olan onsekiz, dokuz olan nısıf ile muvafıktır. Öyleyse
onu da tutarız. Amcalara da kalan verilir ki bu
da birdir. Bir
ile onların adedi olan altı arasında mübayenet vardır,
o zaman onu da tutarız.
Demek oluyor
ki tutulan rakamlar, dört, altı, dokuz
ve onbeştir. Sonra biz bunlar arasındaki
münasebeti araştırınız. Dördün altıya nısıf ile muvafık
olduğunu buluruz ve bu ikisinden birisinin
yarısını alır diğerinin tamamıyla çarparız. Sonuç oniki eder. Bu onikinin de dokuza
üçte birde
muvafakatı
vardır. Bu durumda biz bunlardan birinin üçte birini de diğerinin tamamıyla çarparız, iki
oda otuzaltı
eder. Otuz altı ile onbeş arasında yine üçte bir ile muvafakat vardır.
Bu otuzoltıyı
onbeşin sülüsü
olan beş ile çarpınca yüzseksen eder ki bu da cüzü sehimdir.
«Meselâ, iki zevce ilh...» Meselenin aslı yirmidörttendir.
İki zevceye
sekizde bir verilir ki üçtür. Üç ile
iki zevce arasında
mübayenet vardır. Buna göre onların sayısı olan ikiyi tutarız. Kızlara da
üçte iki
verilir ki oda
onaltıdır. On altı ile onların adedi olan on arasında nısıf ile
muvafakat vardır ki bu da
beştir, bu
beşi de tutarız. Ninelere de altıdabir verilir ki dörttür. Dört ile ninelerin adedi olan alt»
arasında nısıf ile muvafakat vardır, ki o da üçtür o halde bu üçü de tutarız. Amcalara da kalan bir
verilir. Birle
onların adedi olan yedi arasında
mübayenet vardır, dolayısıyla yediyi
de tutarız. Bu
durumda
tutulan sayılar iki, üç, beş ve yedidir ve bunların hepsi birbirlerine mübayindirler.
Böyle olunca ikiyi üçle çarparız, altı eder, sonra altıyı beşle
çarparız otuz eder. sonra da
otuzu yedi
ile çarparız ve ikiyüz on eder ki bu cüzü
sehimdir. İşlemin tamamı ise Şârihin yukarda zikrettiğidir.
Bunlardan
herbirinin sehimlerinin bu misallerde ve diğerlerinde bilinmesi, hususu ileride gelecektir.
M E T İ N
İki aded arasındaki temasül, tevafuk, tedahül ve tebayünü bilinmenin yolu şudur: -Bu izah, terikenin
taksiminde
ihtiyaç duyulan bir başlangıçtır- Üç ve onun gibi olan iki adedin temâsülü bunlardan
birisinin
diğerine denk olmasıdır. İki muhtelif adedin, buradakine göre
tedahülü : Ya o adedlerden
az olanın çok olanı yok etmesiyle veya o iki adedden büyük
olanın küçük olanına kesirsiz olarak
sahih bir taksim ile taksim edilebilir
olmasıyladır. Meselâ altının üçe ve
ikiye göre taksimi gibi...
İki sayının
muvafakatı ise, küçük olanın büyük olanını yok etmemesi fakat bu iki sayıyı
da üçüncü
bir sayının yok etmesidir. Meselâ, dördün yirmi ile sekizi
yok etmesi böyledir. Bu durumda sekiz ile
yirmi arasında dörtte bir ile muvâfakat vardır.
İki adedin .tebâyünü.
iki muhtelif adedi üçüncü bir sayının
asla yok etmemesidir. Meselâ dokuz ile
on gibi..
İki muhtelif
sayı arasındaki tevâfuk ve tebâyün, bir derecede ittifak edinceye
kadar her iki taraftan
da küçük sayıyı büyük
sayıdan defalarca çıkarmakla bilinebilir. Buna göre eğer. iki
muhtelif sayı bir
de tevafuk
ederlerse aralarında mübayenet vardır.
Eğer ikide tevafuk ederlerse o zaman aralarında
nısıfla
muvafakat olur. Üçte muvafakat ederlerse
aralarında üçte bir ile muvafakat vardır. Bu ona
kadar
böyledir.
Bunlara
«küsûr-u muhteka» denilir.
Eğer onbirde
tevafuk ederlerse o zaman onbirin bir cüzünden muvafıktırlar. Buna da «Esam»
denilir. Ve bu, böylece
devam eder.
Kızlar, amcalar, nineler
ve diğerleri gibi her gurubun payının, kendilerine denk gelecek surette
meselenin tashihini bulmak istersen meselenin aslından o guruba düşeni, meselenin aslını
çarptığın cüzü
sehim ile çarp o zaman o gurubun nasibi çıkar.
Daha sonradan
bu gurubun her bir ferdinin nasibini bilmek
için her vârisin sehimi, çarpılan
cüzü
sehim ile çarpılır. Bu nispeti bilmenin en acık
yolu şudur: Meselenin aslında her fırkanın
sehimlerinin, yalnız
o fırkanın adedi ruuslarına nispet edilmesi sonra da çarpılandan,
o fırkanın
fertlerinden
her birine o nisbetin mislinin verilmesidir.
i Z A H
«İki aded arasındaki
temâsül... bilinmenin yoludur ilh...»
Bu söz adedler arasındaki nispetleri izaha
bir giriştir.
Onlar da dörttür. Bu mantıktaki külliyat arasındaki nispetler gibidir. Öyleyse her iki aded
orasında, bu
nispetlerden birinin bulunması gerekir. Çünkü iki ayı ya
birbirlerine eşittirler veya
değildirler. Eğer birbirlerine eşitseler o zaman bu
iki sayı birbirlerine mütemâsildir. Aksi
halde, eğer
o sayılardan
küçük olanı, büyük olanını ya ifnâ
eder veya etmez. Eğer ifnâ ederse o
zaman o iki sayı
mütedahildir.
Şayet o iki sayı birbirlerini ifna etmiyorlarsa o zaman ya üçüncü bir sayı
onları ifnâ
eder veya etmez. Eğer ifnâ ederse o iki
sayı birbirlerine mütevâfıktır. Aksi halde mütebâyindirler.
«Bu bir
başlangıçtır ilh...» Terikenin hak sahiplerine. sayılarına göre kesirsiz olarak taksım
edilmesinde bu nispetlerin bilinmesine ihtiyaç vardır.
Şöyle ki:
Meselenin tashihi mümkün olan en küçük sayıdan yapılır. Dolayısıyla
meselelerin tashihi
için bu
nisbetler öncelikle bilinmelidir. öyle olunca bu nispetlerin meselelerin
tashihinden evvel
zikredilmesi daha uygun olurdu.
Bilinmelidir ki
sayı, iki veya daha fazlası gibi, teklerden oluşan
adedlere denilir. Bir sayının,
yanındaki iki yakın
veya iki uzak sayının toplamının yarısına
eşit olması onun özelliklerindendir.
Meselâ dördün
yanındaki yakın sayılar, üç ile beştir. Bu ikisinin toplamı sekizdir.
dört de bu ikisinin
toplamının
yarısıdır. Dördün yanındaki iki uzak sayıda iki ve altı veya bir ve
yedidir. Bu iki uzak
komşunun
yarısıda yine dörttür.
Aynı şekilde ikide böyledir. İki kenarındaki sayılar olan bir ile üçün toplamının yarısına eşittir.
Bu izahtan
anlaşılmış oluyor ki; hesapçılara göre, bire sayı denilmez.
«İki muhtelif
adedin ilh...» Yâni azlık ve çoklukta farklı olan... Sayıların ihtilafı, temasülde tasavvur
olunamaz. Belki
tedahül ve ondan sonra gelen. tevafuk
ve tebayün gibi, nispetlerde tasavvur edilir.
Ancak musannıf
ihtilafı sadece tedâhülde açıkça
zikretmiş ve bununla, ondan sonra
gelenlerde de
olacağına işoret etmiştir. Seyyid.
«Buradakine
göre ilh...» Sirâciye'de diğer iki işlem
daha ilâve edilmiştir.
Birincisi; küçük olan sayıya bir veya
birkaç mislinin ilave edilmesi ve büyük
olanla eşit hale
gelmesidir.
ikincisi de. küçük olan
sayının büyük olan sayının cüzü
olmasıdır. Bu, ibaredeki bir ihtilaftan
ibarettir.
«Büyük olan» yok eder.» Yâni küçük sayı büyük
sayıdan atıldığında büyükten birşey
kalmamasıdır.
Üç ile altı
buna misaldir. Zira üç altıdan iki kez
atıldığında altı tamamen yok
olur. Aynı şekilde üç de
dokuzdan üç
kere atıldığında dokuz yok olur. Ama sekiz
böyle değildir. Çünkü üç. sekizden
iki kere
atıldığı zaman
geride iki kalır. O halde sekizin üç ile ifnâ
edilmesi mümkün değildir. Ancak
sekizden
iki, dört defa
atıldığı takdirde sekiz yok olur. O zaman sekizle iki tedahül halindedirler. Seyyid.
«Meselâ, dördün
yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir.» Sekiz
ile yirmiyi, iki de yok eder. Buna
göre
sekiz ile yirmi
arasında nısıf ile muvafakat
vardır. Şu kadar var ki «yok
eden» sayı birden fazla
olduğu
takdirde vefkin cüzünün daha az olması
için, büyük sayıya itibar edilir. Meselâ oniki ile
onsekiz
gibi...
Bunların aralarında
yarım, üçtebir ve altıda bir ile muvafakat vardır. Burada hesabın
daha kolay
olması için. onların altıda birdeki muvafakatlarına itibar
edilir.
«Arasında dörtte bir ile muvafakat vardır.» Zira her ikisini de yok eden sayı, aralarındaki vefkin
cüzünün
mahrecidir. O iki sayıyı dört
yok edince, -ki dört,
dörttebirin mahrecidir- o zaman
bunların
ikisi dört ile mütevâtık oldular.
«Dokuz ile on
gibi...» Zira bu ikisini, aded kabul edilmeyen «bir» den başka,
hiçbir sayı yok etmez.
BİR UYARI :
İbnu Kemâl
tebâyünün tarifinde başka bir kayıt daha ilave etmiştir. Bu kayıt
şudur: Bu sayılardan
birinin
diğerini yok etmemesidir. Çünkü iki
ile dört mütebâyin değil mütedâhil sayılardan oldukları
halde, üçüncü
bir sayı bunları yok etmez. Zikredilen bu kayıtla, iki ile dörtten ihtiraz edilmiştir.
Çünkü iki dördü yok eder.
«... Ve tevâfuk bilinebilir...» İki sayı arasındaki temasül ve tedahülün bilinmesi açıktır. Ama, adedler
arasındaki tevafuk
ve tebâyünün bilinmesinde kapalılık
olduğu için musannıf bunların
bilinmesine
başka bir yol
zikretmiştir.
«İki taraftan
da ilh...» Yâni büyük sayı da küçük oluncaya kadar küçük sayı büyüğünden
çıkarılır.
Sonra da o sayı
küçükten de çıkarılır. Kâsım.
«Aralarında mübayenet vardır.» Yâni
aralarında tebayün hasıl olur. Meselâ beşle yedi böyledir..
Zira
beş yediden
çıkarıldığında iki kalır. iki de beşten
iki kere düşürüldüğünde bir kalır.
«Nısıf ile ilh...» Yâni aralarında nısıf ile
tevafuk vardır. Meselâ altı ile on böyledir. Zira altı ondan
düşürüldüğünde
dört kalır. Dört de altıdan
düşürüldüğünde iki kalır.
«Üçte bir ile ilh...» Yâni o iki sayı birbirine sülüs ile
mütevafıktırlar. Dokuz ile oniki
gibi...
«Ona kadar aynı şekildedir.» Yâni, sekiz ile yirmi gibi iki sayı
dörtte tevafuk ederlerse, o zaman
dörtte bir ile
mütevafıktırlar. Eğer onbeş ile yirmi
beş gibi beşte tevafuk ederlerse, o
zaman beşte
bir ile
mütevâfıktırlar. Şayet on iki ile on sekiz gibi. altıda
tevafuk ederlerse, altıda bir ile
muvafıktırlar.
Eğer on dört ile yirmi bir gibi yedide tevafuk
ederlerse yedide bir ile muvafıktırlar.
Eğer on altı
ile
yirmi dört gibi sekizde tevafuk
ederlerse, o zaman sekizde bir ile
muvafıktırlar. Eğer
yirmi ile otuz
gibi onda tevafuk ederlerse. o zaman onda bir ile muvafıktırlar.
«Bunlara
küsûr-u munteka denilir.» Kesiri muntak, hakikaten cüzi yet lafzı ve gayri ite tabir
edilendir. Meselâ
beşte bir böyledir.
Zira bu kesire, beşte bir (humus) denildiği gibi beşin bir cüzü
de denilebilir.
Kesiri esam ise ancak
cüziyyet lafzı ile tabir olunandır. Meselâ onbirden bir böyledir.
Bu bire ancak birin onbirde bir cüzü denilebilir. Tek kelime ile bu kesir ifade edilemez.
«Veya
onbir...» Yani, yirmi iki ile otuz üç gibi iki sayı onbirde tevafuk
ederlerse o zaman bu iki sayı,
onbirden bir
cüz ile mütevafıktırlar.
«Aynı
şekilde...» Meselâ yirmialtı ile otuzdokuz gibi, iki sayı
onüçten bir cüz ile tevafuk etseler o
zaman aralarında onüçten bir cüz ile muvâfakat vardır. Otuzdört ile ellibir
gibi onyediden bir cüz ile
tevafuk
etseler, o zaman onyediden bir cüz ile tevafuk etseler, o zaman
onyediden bir cüz ile
mütevafıktırlar. Otuz sekiz ile elli
yedi gibi. Ondokuzun bir cüzünde tevâfuk etseler,
o zaman
ondokuzundan
bir cüz ite mütevâfıktırlar.
BİR UYARI:
Eğer iki sayı
mürekkep bir sayıda tevafuk ederlerse, ki mürekkep sayı.
onbeş ile kırkbeş gibi bir
sayının diğer
sayı ile çarpılmasından meydana gelendir -0 zaman istersen onlar
onbeşten bir cüz ile
mütevafıktırlar dersin istersen biri
diğerine izafe edilen iki kesirle, biri ona
izafe eder ve aralarında
beştebirin
üçtebiri ile veya üçtebirin beştebiri ile muvafakat vardır, dersin. Buna göre o cüz ile de,
izafe olunmuş
küsuru muntekâ ile de tabir edilir. Mürekkep olmayan sayı ise böyle
değildir. Zira o
ancak cüz ile tabir edilir.
«Bulmak istersen ilh...» Bu sözler her gurubun nasibinin
ve aynı gurubun fertlerinden
herbirinin
hissesinin bilinmesi yoluna giriştir.
İkincisine payın taksimi adı verilir. Yukarda verilen
son meseleye göre bunun izahı şöyledir:
İki
zevceye meselenin
aslından üç düşerdi. Bu üç meselenin aslı
ile çarpıtan cüzü sehim -ki
ikiyüzondur- ile çarpılınca altıyüzotuz eder. O zaman bu meblağ, meselenin tashihi
sonunda
zevcelere
verilen paydır. Kızlara da onaltı verilir. Bu onaltı mezkur olan cüzü sehim ile
çarpılınca
üçbinüçyüzaltmış eder ki bu da kızlara
verilir. Ninelere de meselenin
aslından düşen dört, cüzü
sehim ite çarpılınca sekiz
yüzkırk eder. Amcalara verilen bir cüzü sehim ile çarpılır ve onlara verilir.
«Her varisin
sehimleri çarpılır ilh...» Yâni meselenin aslından her
gurubu sayılarına göre taksim
edildikten
sonra... Musannıfın cüzü sehimle çarpılan bilinsin diye bunu zikretmesi gerekirdi. Şöyle
ki: Meselenin aslından iki zevceye düşen üç onlara taksim edilir ve herbirine birbuçuk
verilir. Bu da
çarpılan ikiyüzonla
çarpıtınca üçyüzonbeş eder. Ki bu herbir
zevcenin hakkıdır. Meselenin aslından
kızlara düşen onaltı, onların on olan sayılarına taksim edilince, herbirine bir sehim ve bir sehimin
beşte üçü
düşer. Bu da çarpılan ile çarpılınca üçyüzotuzaltı eder. Ki bu da herbir kızın hakkıdır.
Meselenin aslından ninelere düşen dört, sayıları olan altıya taksim edilince herbirine üçte iki düşer.
Bu da cüzü
sehimle çarpılınca yüzkırka
varır. Herbir nineye yüzkırk
düşer.
Meselenin aslından amcalara düşen bir, onların
sayıları olan yediye taksım edilince herbirine bir
sehimin yedide
bir düşer ki bu da madrub ile çarpılınca
otuza ulaşır. Herbir amcaya otuz düşer.
«Bu nispetin
bilinmesinin en açık yolu
şudur» Mezkûr meselede, zevcelere verilen üçün onlara
nispeti bir
bucuktur. Böyle olunca, herbirine
çarpılandan. o nispetin bir buçuk misli verilir ki bu da
daha önce geçen gibidir. Anılan meselede kızların sehimleri onaltı idi. Bunun onların sayıları olan
ona nispeti
bir tam üçbölü beşidir. O zaman herbirine, çarpılanın bir tam
üçbölü beşi verilir k» bu
da gecen
gibidir.
Meselenin aslından ninelerin sehimleri dörttür. Bu dörtde sayıları olan altıya nispet edilince, üçte
iki çıkar. Buna herbirine madrûbun üçte ikisi
verilir. Ki bu da geçen çözümdeki
gibidir. Amcalara bir
sehim verilir:
Bu bir sehimin, sayılan olan yediye
nispeti bir sehimin yedidebiridir. Buna göre
bunların
herbirine çarpılanın yedidebiri verilir
ki bu da geçen çözümdeki gibi olur.
Bu yolun daha açık oluşu şunun içindir:
Bunda taksime ve çarpmaya ihtiyaç yoktur. Aynı zamanda
denilmiştir ki:
Kim adedler arasındaki
nispeti bilirse hesabı da bilir. Şu kadar var ki, bazen nispet
daha zor olur.
Öyle olunca da çarpma ile işlem yapmak daha kolay olur. Orada başka yollar
da
vardır.
M E T İ N
Terike, ölenin varisleri ve alacaklıların arasında hepsinin hissesi
beraberce değil de. her birine
düşen belli olacak
şekilde taksim edilmek istendiğinde, -çünkü alacaklıların
hakkı. Haydar'ın
Siraciye
şerhinde de belirtildiği gibi varisler
arasındaki taksimden öncedir- eğer terike ile
meselenin tashihi arasında
mümâselet varsa tamamdır. Şayet muvâfakat varsa. tashihden herbir
varise düşen
sehimleri, terikenin tamamıyla çarpılır. Metnin ve şerhin nüshalarında
da böyledir.
Sirâciye ve
diğer bazı kitaplardaki ifadeye uygun olan ise, terikenin vefki ile çarpıtmasıdır.
Terikenin
tamamıyla
ancak mübayenet olduğu zaman çarpılır.
Bu işlem
varislerden herbir ferdin payının
bilinmesi için yapılır. Varislerden
herbir gurubun
hissesinin bilinmesi için
aynı işlem yapılır.
Borçların
ödenmesine gelince, eğer terike kafi gelirse mesele yok. Fakat terike kâfi gelmezse ve
alacaklılar birden fazla olursa o zaman
borçların toplamı. meselenin tashihi gibi farzedilir. Her
alacaklının alacağı da varisin payı gibi kabul edilir ve yukarda geçtiği şekilde
işlem yapılır.
İ Z A H
«Terike taksim edilmek
istendîğinde ilh...» Musannıf
tashihden de gurubun payına düşeni tayin
ettikten sonra
da o tashihden her varisin hissesine düşeni açıkladıktan sonra, asıl maksadı
izaha
başlamıştır. Her varisin terikenin tamamından olan nasibi iki yolla tayin
edilir. Bu iki yolda
meselenin tashihinden her varisin nasibinin bilinmesine bağlıdırlar.
«Herbirine düşen
belli olacak şekilde
ilh...» Bu söz, Sirâciye'deki
gibi musannıfın da «ve
alacaklıları»
şeklinde «ve» ile söylemesine. «bu sahih
değildir» şeklindeki itiraza
cevaptır. Çünkü
terike borçların hepsini karşılar ve varislere de birşey kalırsa
o zaman alacaklılar arasında taksime
ihtiyaç kalmaz
ve taksimat varisler arasında yapılır.
Aksi halde varislere birşey kalmaz. Cevabın
özeti şudur:
Burada «ve alacaklılar»dan murad «ve alacaklılar arasında»
dır. O zaman, «arasında»
kelimesi takdir edilmiştir. Yâni «şu taifenin fertleri
arasında ve şu taifenin fertleri arasında»
demektir. Buna
göre taksim, her iki taife için birlikte olmayıp, taksimin halleri teaddüd ettiğinden,
taksimde müteaddit olur. Yahut ta buradaki «ve», «veya»
manasındadır. O zaman mana yine bizim
dediğimiz gibi
olur.
«Herbir
varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni, sonra. eğer sehimler terikenin tamamıyla veya -varsa-
vefkiyle çarpılmışsa, elde edilen meblağ. tashihe göre taksim edilir. Musannıf
ve şarih bu izahı
terketmiş olsalar bile gereklidir.
«Sirâciye ve
diğer... uygun olan ilh...» Musannıf «doğru olan» dememiştir. Çünkü mübayenette
olduğu gibi
muvafakat ve müdâhelede de, çarpmanın,
terikenin tamamıyla yapılması sahihtir.
Ancak bu
durumda hesap uzar. O halde muvâfakat bulunan yerde çarpmanın vefk ile, mübayenet
olan yerde de
tamamıyla yapılması iyi olur. Muvafakata misal şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası
anne-bir iki erkek-kardeşi ve ana baba-bir iki
kız kardeşi kalsa; pay sahiplerinden altıda bir hisseye
sahip
bulunduğundan, meselenin aslı altıdandır, ve dokuza avleder. Ölen kadın altmış dinar terike
bırakmış olsa bununla meselenin tashihi olan
dokuz arasında üçtebir ile muvafakat
vardır. O zaman
kocaya
dokuzdan üç düşer ki bu üç terikenin
vefki olan yirmi ile çarpılınca altmış
eder. Bu da
tashihin vefki
olan üçe taksim edilince yirmi
çıkar ve bu yirmi terikeden kocaya verilir. iki erkek
kardeşten birine bir sehim düşer ki bu da
terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca
yirmi eder. Bu
yirmi üçe taksim edilince altı tam iki bölü üç
eder. Bu da her bir erkek kardeşe
verilir.
Anne-baba-bir
iki kız-kardeşten birine de iki düşer. Bu iki de terikenin
vefki olan yirmi ile çarpılınca
kırk eder. Bu kırk üçe taksim edilince onüç
tam bölü üç çıkar. Bu da her bir kız kardeşe verilir.
Mübâyenete misal de şudur: Bir kadın
ölüp geride kocası, annesi ve ana-baba-bir kız-kardeşi kalsa
: Bu meselenin aslı da altıdandır, ve sekize
avleder. ölen kadının yirmibeş dinar terike
bıraktığı
farzedilse: Aralarında
mübâyenet vardır; kocaya sekizden üç düşer
ve bu, terikenin tamamı olan
yirmibeşle çarpılınca yetmişbeş eder. Bu yetmişbeş
sekize taksim edilince. dokuz tam
üç bölü
sekiz eder ki bu kocaya verilir. Anababa bir kız-kardeşe de bu kadar
verilir. Anneye ise sekizden iki
düşer ki
yirmibeşle çarpılınca elli eder. Bu elli sekize taksim edilincede altı tam bir bölü dört eder.
Bu da anneye verilir.
Eğer birinci misalde
tashihden her varisin sehimleri terikenin tamamı ile çarpılırsa sonra da elde
edilen meblağ burada yapıldığı gibi tashihin tamamına
göre taksim edilse sahih olur. Fakat
dediğimiz gibi
hesap uzar. Eğer ikinci misalde
terike yirmidört olursa terike ile
tashih arasında
müdahale
olurdu. Çünkü sekiz yirmidördün içinde
vardır. Bu durumda da mübâyenette olduğu gibi
işlem yapmak
caizdir. Şu kadar var ki en kısa yol muvafakat işlemidir. Zira
her ikisi de ortak kesir
olan sekizdebir de müşterektirler. Sekizde bir de
onların mahreçlerinin en küçüğüdür ki bu da
sekizdir. O zaman bunların her ikisi de, tevafak
hükmündedirler.
«Varislerden herbir gurubun hissesinin bilinmesi için de aynı işlem yapılır.» Yâni birinci misalde.
her iki erkek-kardeşin
payları ile her iki kız-kardeşin paylan
bu paylardan birisinin çarpıldığı meblağ
ile çarpılır. Ve elde
edilen meblağ da tashihin vefkına göre
taksim edilir. O zaman çıkan
her
gurubun payıdır. Musannıfın zikrettiği çarpma yoluyla olan taksim,
vecihlerin en meşhurudur. Bu
beş vechin
terikedeki kesirin izâhı uzun şekilde kitaplarda vardır.
«Borçların
ödenmesine gelince ilh...» Yâni onların taksim edilme
yolu... Buna hisseleşme denilir.
«Mesele yok.»
Yâni terikenin borçları karşılaması ile
maksat hâsıl olur, ve bu da güzeldir.
«Ve alacaklılar
birden fazla olursa...» Eğer alacaklılar
bir kişi olursa o zaman taksim olmaz.
«Borçların
toplamı, meselenin tashihi gibi farzedilir.»
Techizden sonra borçların tamamı ile geriye
kalan terikeye
bakılır. Eğer oralarında muvafakat olursa, meselâ adam
on iki dinar terike bıraksa ve
onsekiz dinar
da borçlu olsa; bu onsekiz dinardan dört
dinar Zeyd'e, iki dinar Amr'e ve
oniki dinar
da Bekir'e olsa, o zaman borç ile terike
arasında altıda bir ile muvafakat vardır. Bunlardan
herbirinin
borcu terikenin vefki filan İki ile çarpılır. Sonra da elde edilen
meblağ borçların
tamamının
vefki olan üçe taksim edilir; Zeyd'e
iki tam iki bölü üç, Amr'e bir tam bir
bölü üç, Bekir'e
de sekiz
verilir.
Eğer borçların
tamamı ile terike arasında
mübâyenet olursa meselâ meselemizdeki terikeyi onbir
dinar farzetsek,
o zaman alacaklılardan
herbirinin alacağı terikenin tamamı ile çarpılır ve elde edilen
meblağ borçların
tamamına göre taksim edilir.
Bu durumda Zeyd'e iki tam dört bölü dokuz. Amr'e
bir tam iki
bölü dokuz. Bekir'e de yedi
verilir.
Eğer birinci surete göre yirmi dört dinar borçlu olsa idi, yirmi
dört ile terikesi arasında müdahale
vardır.
Müdâhale suretinde de muvafakat gibi
işlem yapılır. Bildiğin gibi, müdahale
ve muvafakat
suretlerinde
mübâyenet gibi işlem yapmak sahihtir.
M E T İ N
Musannıf
bundan sonra tehârüç meselesine başlayarak şöyle demiştir. Vârislerden veya
alacaklılardan biri terikeden, malum olan bir
meblağ alıp çıkmak üzere anlaşma yapsa onun payı
meselenin tashihinden çıkartılır ve sanki hissesini
tam almış gibi kabul edilir. Sonra da meselenin
tashihinden veya
borçlardan kalan kısım
varislerin veya alacaklıların
sehimlerine göre taksim edilir.
Meselâ, bir kadın ölüp geride kocası annesi ve amcası
kalsa ve kocası zimmetinde olan mehir
karşılığında anlaşarak
varisler arasından çıksa, onun payı
-ki o üçtür- tashihden atılır. Çünkü
mesele altıdan oluyordu. Buna göre mehir hâricinde
terikeden kalan kısım anne ile amca arasında
tehârüçten
evvelki tashihden, sehimleri olan üç sehim hesabıyla taksim edilir. Buna göre anneye iki
hisse, amcaya da bir hisse verilir. Kocanın hiç yok
gibi kabul edilmesi caiz değildir. Zira öyle kabul
edilse, annenin hissesi, malın aslının üçte
birinden kalan kısmın üçte birine inkılap eder. Zira o
zaman anne bir
amca da iki hisse alır, ki bu da icmâa aykırıdır. Bunu Seyyid ve diğerleri söylemiştir.
Ben derim ki: Doğru olan ancak bu taksimdir, bu meselenin
taksiminde, bendeki nüshalara göre,
Muhtar ve
Mecmau'I-Bahreyn sahipleri ve başkaları hata etmişlerdir. Zira onlar kalanı
taksim ederek
anneye bir
sehim amcaya ise iki sehim
vermişlerdir. Halbuki bunun icmâa aykırı
olduğunu
biliyorsun.
Allâme
Kutbuddin Muhammed b. Sultan, Kenz'in
şerhinde: «O sanki hiç yokmuş gibi kabul edilir»
sözünde
düşünülmesi gereken bir husus vardır» demiş sonra da yukarda
anlatılanın benzerini
zikretmiştir.
Düşün.
İ Z A H
«Sonra, tehârüc
meselesine başlamıştır.» Tehârüc, istılahta; varislerin bir varisi. ister
ayn olsun
ister deyn
olsun, terikeden bir şey vererek mirastan çıkarmak üzere anlaşma yapmalarıdır.
Sekbu'l-Enhûr'da
şöyle
denilmiştir: Tehârücün aslı rivâyet
edilen şu hadisedir: Abdurrahman b. Af
(r.a.)dört
karısından birini ölüm hastalığında iken boşamış ve o kadının iddeti bitmeden
Abdurrahman b.
Avf ölmüştür. Osman (r.a.) o kadını sekizde birin dörtte biriyle (normal karısı imiş
gibi) vâris
kılmıştır. Bunun üzerine Abdurrahman'ın varisleri de o kadınla, hissesi karşılığında
seksenüçbin dirhem vermek üzere sulh yapıp
onu mirastan çıkarmışlardır.
Diğer bir rivâyete
göre ise, bu meblağ dinar olarak verilmiştir. Başka
bir rivâyette de seksenbin
dirhem
verilmiştir.
Bu hadise hiçkimse tarafından inkâr edilmeden, sahabe huzurunda vukû bulmuştur.
Ben derim ki: Tehârücün hüküm ve şartları vardır. Bunlar: «Kitabu's Sulh'un sonundaki şu bahis de
geçmiştir: «Eğer varisler içlerinden birini verasetten çıkarsalar ve ona kendi mallarından verseler,
çıkardıkları kişinin
hissesi geri kalan varisler arasında eşit olarak taksim edilir.» Şayet çıkartılan
kişiye verdikleri meblağ, kendilerinin
miras olacakları terikeden verilmişse
o zaman, geri kalan
onların
mirastan alacakları paylarına göre taksim edilir.
Şarih
Kitabu's-Sulh'un sonunda şöyle demişti: «Hassâf, Terikeden geri kalanın. herkesin mirastan
alacağı paya
göre taksim edilmesini sulhun inkardan dolayı
yapılması ile haliyle kayıtlamıştır.
Eğer
sulh ikrardan dolayı
yapılmışsa o zaman eşit olarak
taksim edilir.» Bunu düşün!
«Veya
alacaklılar ilh...» Bunlar Sirâciye'de zikredilmemiştir. Mültekâ, Mecmâ ve diğer kitaplarda
zikredilmiştir. Alacaklıların hükmü, terikenin taksiminde ve
tehârücde, varislerin hükmü gibidir.
Kitabu's-Sulhun sonunda geçtiği üzere
mûsa leh de onlar gibidir.
«Onun payı
meselenin tashihinden çıkartılır.» Yâni mesele varisler arasında sulh
yapılan kişide
varmış kabul
edilerek tashih edilir. Sonra da onun sehimleri tashihden
çıkarılır. Seyyid.i
«Koca gibi
ilh...» Bu meselenin aslı altıdan yapılır. Kocaya yarı olan üç sehim verilir. Anneye üçtebir
verilir ki bu
iki sehimdir. Amcaya da kalan verilir ki bu da bir sehimdir.
«Buna göre
anneye iki... verilir.» Eğer terikeden
birşey karşılığında sulh ederek varisler arasından
çıkanın amca olduğu farzedilse, mesele yine altıdan olur. Amcanın payı altıdan çıkınca beş kalır;
üçü kocaya
ikisi de anneye verilir. Buna göre kalan
koca ile anne arasında beş tane beştebire
ayrılır. Bu beşten üçü kocaya ikisi de anneye verilir.
Eğer, terikeden bir mikdar karşılığında, anne sulh
yapsa ve varisler arasından çıksa mesele yine
altıdan olur.
Altıdan anneye düşecek olan iki
sehim atılınca dört kalır. Bu
dört dört tane dörtte bire
ayrılır. Üçü kocaya biri de amcaya verilir.
Seyyid.
«Annenin farzı inkılâp eder.» Yâni, bu suret
gibi bazı suretlerde.. Amca yerine baba olsa böyle
değildir. Zira
baba olunca kocanın, tashihe dahil edilmesine itibar
etmeye gerek yoktur. Çünkü her
hâlükârda anneye
bir sehim babaya da iki sehim düşer.
«...
Düşünülmesi gereken bir husus vardır.» Bunun aslı Zeylai'nindir.
Zeylai bunu şu sözüyle ifade
etmiştir: «Zira o adam hissesinin bedelini
almıştır o halde nasıl olurda hiç yokmuş gibi kabul edilir?
Aksine diğer varisler hisselerini tam almadıkları
halde sanki o adam hissesini tam almış gibi kabul
edilir.
Görülmüyor mu ki bir kadın ölse ve
geride öz, anne bir ve baba bir uç
tane kızkardeş ve
kocasını bıraksa ve anababa bir (öz) kızkardeşi
sulh ederek varisler arasından çıksa, geri kalan
aralarında beş tane beşte bir yapılır, üçü kocasına,
biri baba bir kızkardeşine, biri de annebir
kızkardeşine verilir. Bu taksimatda. onlara sekizden düşene göre, yapılır. Çünkü meselenin aslı
altıdan olup
sekize avletmişti. Buna göre ana-bababir kız kardeş nasibi olan üçü
alınca geriye beş
kalır. Eğer o kızkardeş hiç yok gibi kabul edilirse,
o zaman mesele altıdan olur ve bir sehim de
asabeye
kalır.»
Bunu şu
şekilde ifade etseydi daha doğru
olurdu : Mesele altıdan alınır ve bir sehim ile yediye
avledilir.
Nitekim Zeylaî'nin bazı nüshalarında
da böyle denilmiştir.
Ancak önceki ifade Zeylai'nin bizzat kendi yazısı ile
o şekilde bulunmuştur. Demekki o kalem
hatasıdır. Zira
bu bahiste asabe yoktur.
«Sonra yukarda
anlatılanın benzerini zikretmiştir.»
Yâni yukarda geçen, «onun sehimleri
tashihten
atılır» sözü.
M E T İ N
Bu kitabın
müellifi Emeviyye Câmlinin İmamı sonra da Dımeşk müftüsü olan, Şeyh Ali
el-Hısnî,
el-Hanefî
el-Abbasî'nin oğlu abd-i fakir, âciz, hakir Muhammet Alaâddin, demiştir ki: Ben,
Dürrü'l-Muhtar'ın telifini hicri binyetmişbir senesinin
Muharrem ayının sonunda bilirdim. Onu
seçme özetleme ve
yazmada titizlik gösterdim.
Musannıfın metinin birçok yerinde yaptığı değişiklik
ve tashihte,
ona uydum. Oralarda ve başka sehv yerlerinde de uyarılarda bulundum.
Kısaca, bu zorluktan
sâlim kalmak, beşer
için nâdir olan bir şeydir.
Allah, ayıpları örten kimselerin
ayıplarını örtsün. bağışlayanları bağışlasın.
Eğer bir hata
bulursan o deliği kapa. Hiç ayıbı olmayan, büyük ve yüce olan (Allah)'dır. Nasıl hata
olmaz ki, ben o şerhi müsveddelerimden temize çekerken
kalbimde,memleketimden,çocuklarımdan, kardeşlerimden ve torunlarımdan uzakta olmaktan dolayı
ciğerlerimi parçalayarak hasret ateşi yanıyordu.
Allah
Taftazanî'ye rahmet etsin, zira o,
kitabının başlangıcında özür dileyerek
nazmen şöyle
demiştir:
Bu kitabı
yazarken, birgün Hazvâ birgün Akik
birgün Uzeyb ve bir günde Huleysâ'da
idim...
Ancak, Allah'a
zâhiren, bâtınen, evvelen ve âhiren hamd ederim ki bana lutfettide bu kitabın temize
çekilmesine kıymet ve risâlet sahibi olan
Hz. Peygamber (s.a.v.) huzurunda başladım ve bu metni
şerifin
sahibinin kabri yanında bitirdim.
Umulur ki bu, onlardan kabul alâmeti ve benim için bir
şereftir.
Dürrü'l-Muhtar'ın Müellifi şöyle demiştir:
«Rabbim, eğer
sen onu kabul ettiysen benim için büyük
şereftlr. İnsanların tümü hasedden
dolayı
onu
reddetseler bile... Ya Rabbi, metin sahibi ve üstatlarımla birlikte benden kabul et!.. Ve bizi
Mustafa Ahmed ile birlikte haşret!
Bize her zaman
iyilik yapan kardeşlerimizi
ve bize daima rüşdümüz için dua eden
ebeveynlerimizi
de...
Allah bize kâfidir, o ne güzel vekildir. Bütün gücümüz ve
kuvvetimiz de ancak yüce ve
büyük olan
Allah'ladır. Allah
(c.c.) efendimiz Muhammet (s.a.v.)'e
âline ve ashabına salat ve selâm etsin!...
İ Z A H
«Dürrü'l-Muhtar'ın müellifi demiştir
ki: «Müellif» kelimesi telif kökünden
gelir. Telif iki veya daha
fazla arasında ülfet sağlamaktır. Örfen : Hangi
ilimden olursa olsun, birçok meselelerin
içinde
toplandığı
kitaba denilir ki bu müellef anlamınadır. Meseleleri toplayıp bir araya getirene de müellif
denilir.
«El-Hısnî»
Hısn-i Kayfa denilen yere nispettir. Üstadın nispeti ise. «Haskefî» lafzı
ile meşhur
olmuştur.
«El-Abbasî» Burada zâhir olan, Peygamber Efendimizin amcası Abbas'a nispettir. Onun soyundan
olanlara,
Abbasi denilir.
«İmamı» Yâni Emeviye
Camii'nin halefi imamı ve Dımeşk şehrinin müftüsü...
Aynı zamanda bu
camiin kubbesi altında hadis müderrisi
ve Selimiye tekkesinin de müderrisi...
«Hicrî» Peygamber
Efendimiz'in Mekke'den Medine'ye
hicretidir ki müslümanların tarihi buna nispet
edilir. Zira müslümanların tarihi hicretle başlar.
Hicreti tarih baçlangıcı olarak
alan Hz. Ömer
(r.a.)'dır. Arapların tarihi, evvelce İsmail (a.s.)'in çocuklarının dağılışı ve
Mekke'den çıkışları ile
başlardı. Sonra Fil Senesi'ni başlangıç olarak aldılar Nitekim Zahiriyede Mehâdır bahsinden hemen
önce geniş bir
şekilde anlatılmıştır.
«Özetlemekte» Açıklamasında şerh edilmesinde ve özetlenmesinde...
Kâmus.
«Yazmada ve
seçmede ilh...» Yânı bu kitabın yazılışında, düzeltilmesinde ve hatalarının
çıkartılmasında...Kâmus.
«Ve başka sehv yerlerinde
ilh...» Yâni musannıfın ihmal ederek
değiştirmediği yerlerde...
«Kısaca ilh...» Yâni özet olarak şunu söylemek istiyorum : Musannıf veya diğer âlimler sehv edipde
oralarda
uyarıda bulunsam bile ben de sehv
etmiş olabilirim çünkü sehvden sâlim kalmak zor bir
şeydir. Sehv etmemek beşere göre mümkün
değildir. Zira sehv etmek ve unutmak
insanın fıtratı
gereğidir. ilk unutan da ilk insandır. Şârihin bu ifadesinde
tevazu, kendisi ve musannıf için özür
dileme vardır.
«Allah ayıpları örten kimselerin ayıplarını örtsün.» Yâni, eğer bu
kitapta hata ve unutma varsa
onların
gizlenmesi istenir. Ancak. açıklanacak yer ise açıklanması gerekir.
«Eğer bir hata
bulursan ilh...» Bu beyit
önceki sözün manasındadır.
«O deliği kapa» Delik:
İki şey arasındaki boşluk ve
histeki zayıflıktır. Buradaki
delikten maksat
ayıptır. Sehivden dolayı olan ayıba halel (delik) denilir. Kapatmaktan murad da örtmek ve mümkün
ise tevil
etmektir.
«Büyük ilh...» «Yüce» kelimesini ona
atfetmek onu tefsir etmektir. Şârihin bu sözü, siyakın delâlet
ettiği mahzuf
bir kelama bağlıdır. Yâni «o ayıbı
kapat, onunla ayıplama ve onu rezil etme!» Zira
mâsum olanlar haricindeki tüm insanlar tamamında
ayıp vardır. Ayıplardan tamamen münezzeh
olan ancak Yüce olan Hak Teâlâdır. T.
«Nasıl hata olmaz?» Yâni, hal böyle iken, bende nasıl sehv bulunmaz. Bu da müellifin eserinde de
hata
bulunduğuna dair ikinci defa özür dilemesidir.
«Onu temize çekerken ilh...»
Yâni müsveddeden temize naklederken... Müelliflerin ıstılahında
müsvedde.
telife başlanan yapraklardır. Bunlara müsvedde denilmesi
çok silme ve yeniden
yazmadan dolayı
içersinde çok siyahlık
bulunmasındandır. Müellifin müsveddede inşa
ve ispat
ettiği şeyleri
naklettiği kağıtlara ise «Mübyedda»
denilir.
«Ciğerlerimi parçalayarak.» Yâni ciğerimi kesecek
ve yaracak... Burada «ciğerler» den
murad tek
bir ciğerdir.
O da müellifin ciğeridir. Çünkü onun kalbinde başkasının ciğeri parçalanmaz. Burada
çoğul olarak «ciğerler»
demesi «secî» içindir. Yada, «benim kalbimde olan acı, ciğerleri
parçalayacak
cinstendir. Veya benim kalbimde olan hasret ateşi birkaç ciğerim olsa idi onları da
parçalardı, benim kalbimdeki acıların herbiri kendi başına ciğer parçalar» şekillerinde de
anlaşılabilir. Bu durumda sanki birkaç ciğeri olmuş
gibi olur.
«Allah rahmet etsin.» Bu, kendinden
önceki sözün bir tefridir, şöyleki
Müellif ayrılık elemini tadınca
ve özleyen kişinin kalbinin dağılması ve yürek yakıcı şeylerin peşpeşe gelmesi meşakkati
ile de
karşılaşınca, Taftâzâni'nin de bu sözlerinin benzeri
kendisinden evvel özür dilemesinin,
makbul bir
mazeret
olduğunu bilmektedir. Bu sebepten de nefsi onun o imama dava etmeye
tahrik etmiştir.
Zira şair demiştir ki:
«Vevdi ancak
onunla karşılaşan bilir, aşkı da ancak onu çeken bilir.»
«Taftâzânî» ismi Mesud'dur. Lakabı ise Sa'du'I-milleti
ve'd-din'dir. Bu zat. Taftâzân'a
nispet edilir.
Taftâzân ise
Horasan bölgesinde bir şehrin ismidir. Bu zat hicri 722
yılında orada doğmuş ve 792
yılında da Semerkand'da vefat etmiş ve Serahs'e nakledilerek
buraya defnedilmiştir.
«Zira o, özür
dileyerek
ilh...» Yâni Maanî ilmine dair olan Telhis ismindeki kitabın şerhi
Muhtasaru'l-Maanî'nin başındaki
hutbesinde...
Bu beyitten evvel:
«Aynı şekilde belâların soğukluğu
sebebiyle zekamın donmasına,
musîbetlerin
fırtınası ile
anlayışımın sönmesine şehirlerin ve kıtaların beni oradan oraya
atmasına vatanların ve
emellerin benden nefret edipte tozla karışmış yerlerde dolaşmaya
başlamama ve bu kitabın herbir
satırını çölün
bir ucunda yazmama rağmen...» demiştir.
«Birgün
Hazvâ'da.» Bunların hepsi yer ismidir. Ve burada günden maksat,
mutlak vakittir.
«Ancak hamd Allah içindir ilh...» Yani memleketimden uzaklaşmakla beraber yine
benim istediğim
olmuştur. Zira
benim için, kabul alâmeti sayılacak çok faydalı şeylerin
bulunuşu emelime
kavuşmamın
delilidir.
«Evvelen ve âhiren ilh...» Yâni herşeyin başında ve sonunda...
«Zahiren ve
batınen ilh...» Yâni dışta lisanla içte de kalbimle sena ederim.
«Lutfetti..»
Yâni Allah Teâlâ bana ihsân etti.
«Bu metni
şerifin sahibinin kabri karşısında.»
Onun kabri kendi memleketi olan Gazze'dedir.
«Umulur ki...» Yâni bu başlangıç ve bitiş...
«Onlardan kabul alameti ilh...» Yâni Allah Teâlâ risâlet
sahibi (s.a.v.) ve bu metnin sahibinin
kabulünün
alametidir. Kabul: Bir şeye
razı olmak ve o şeyi yapan
kimseye
itiraz etmemektir.
Bazıları da «kabul; salih
amele karşılık sevap vermektir» demişlerdir.
«Benîm îçin
bîr şereftir.» Şeref; dinde veya dünyada yücelmektir.
Kâmus.
«Herne kadar insanların hepsi ilh...» Yâni
müellifin asrındaki insanlar... veya
onlar ve onlardan
sonra gelenler...
«Hasedden
dolayı reddetseler bite.» Yâni onların
hasedinden, bu kitabı red doğsa bile, Allah Teâlâ
yine kabul etmiştir.
«Benden kabul
et!.» Yâni bana sevap ver! Bu, dua manasınadır.
«Üstazlarımla.» Üstad bir şeyde mahir olan kişiye denilir. Burada üstazlardan maksat müellifin
hocalarıdır.
«Bizi toplu
olarak haşret!» Yâni bizi Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte topluca haşret.
«Daima ilh...» Yâni daima kabul et veya bizi daima Resulullah (s.a.v.) ile haşret!
«Rüşdümüz
için.» Yânı bizim hak üzere doğru olmamız için dua eden Ana-babamızı
da...
Allah Teâlâ'dan bizi doğru yola iletmesini isteriz. Bizi daima hak üzere devam ettirsin, ve
Resûlullah'ın
civarında vech-i kerimine bakmayı
nasıp etsin! Âmin.
|