METİN
Miyah; mâ'in
cem'idir. Med'siz de okunur. Aslı «mevh» olup vâvı elife, hâsı da hemzeye
çevrilmiştir.
Su, lâtif bir
cisimdir ki, her büyüyen şeyin hayatı onunla kâimdir: Hades, mutlak surette
mâ-i mutlak denilen su ile giderilir. Mâ-i mutlak su denilince hatıra gelen
bulut, dere, kaynak, kuyu, deniz ve erimiş de damlayan kar suyu, dolu ve buz
suyu ve çiğ gibi sulardır. Bu taksim müşahedeye göre yapılmıştır. Yoksa
bütün sular gökten inmiştir. Teâlâ Hazretleri: «Görmedin mi ki Allah gökten
su indirmiştir...» buyurmuştur. Nekre bir kelime imtihan makamında olursa (nefiden
geçtim) isbat siyakında olsa bile umum ifade eder. Zemzem suyu ile hiçbir
kerâhet olmaksızın hades giderilir.
İmam
Ahmed'den bir rivâyete göre zemzemle hades gidermek mekruhtur. Kasten
güneşte ısıtılan su dahi kerahetsiz olarak hades giderilir. Şâfiî'ye göre
bunun keraheti tıbbîdir. İmam Ahmed kaynak su ile necaset yıkamayı mekruh
görmüştür.
İZAH
Musannıf
evvelce beyan ettiği temizliğin ne ile yapılacağını izaha başlıyor. Bab,
lûgatta kendisi ile başkasına ulaşılan şey demektir. Istılahda ise; ilmin
ekseriyetle fasıllara ve meselelere şâmil olan hususi birtakım toplu
kısımlarının ismidir. Miyah kelimesi cemî kesrettir. Cemî kılleti emvah
gelir. Her büyüyen hayvan ve nebat gibi şeyin hayatı su ile kaimdir. Tuzlu
suda hayat yoktur, denilemez. Çünkü bu ârızîdir. Esas itibariyle onda lezzet
vardır. Yani onun aslı da gökten inmedir. Hades (yani abdestsizlik ve
cünüblük) mutlak surette mâ-i mutlak denilen su ile giderilir. Mâ-i mutlak
su denilince hatıra gelen ve pis olmayan sudur. Bu kayıtla, mukayyet su,
müsta'mel su ve necis su târiften hariç kalır. Zâhire bakılırsa necis su ile
müsta'mel su mukayyet değillerdir. Lâkin suyun pisliğini ve müsta'mel
olduğunu bilene göre mukayyet değillerdir. Onun için ulemadan bazıları:
«Suyun halini bilene nisbetle su denilince hatıra gelen sudur» demişlerdir.
Malûmun olsun, mutlak su tabiri su demekten daha hususidir. Çünkü mutlak
kelimesi bir kayıttır. Onun için bu kayıtla mukayyet su tariften
çıkarılmıştır. Yalnız su dersek mânâsı her suya şâmil olur. Mukayyed su da
buna dahildir. Burada onu kastetmek doğru değildir. Sema suyu, dere suyu
gibi terkiplerdeki izafet tarif içindir. Mukayyet sudaki izafet böyle
değildir. Zira ondaki kayıt lâzımdır. Kayıt olmaksızın ona su denilemez.
Meselâ; gülsuyu böyledir. Kar ve buz sularının eriyip damlaması İmam
A'zam'la İmam Muhammed'e göre şarttır. İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre
damlasın damlamasın mutlak suretle câizdir. Esah olan Tarafeyn'in kavlidir.
Sahih kavle
göre çiğ sudur. Bazıları onun hayvan soluğu mânasına geldiğini
söylemişlerdir.
Nekre kelime
meselesi bir itiraza cevabtır. İtiraz şudur: Âyetteki mâ'i yani su kelimesi
isbat siyakında gelmiştir. Binaenaleyh umum ifâde etmez.
Cevap : Lafzî
bir karine bulunursa nekre isbat siyakında da umum ifade eder. Nitekim umumî
bir vasıfla sıfatlandığı zaman böyledir. Buna misâl; mü'min bir köle daha
hayırlıdır, cümlesidir. Lafzî karine bulunmadığı zaman dahi nefis
bilecektir. «Kuru hurma çekirgeden daha hayırlıdır» gibi yerlerde nekre umum
ifâde eder. Burada da öyledir. Zira siyak imtihan siyakıdır. İmtihan,
nimetleri verenin onları saymasıdır. Binaenaleyh âyet-i kerime, Allah
Teâlâ'nın her suyu gökten indirdiğini ifade eder. Suların bir kısmını
indirdiğini ifade etmez ki yerdeki suların bazıları gökten inmemiştir,
denilebilsin. Zira imtihanın kemâli umumdadır. Âyet-i kerimeden suyun
temizliğine de istidlâl olunur. Çünkü necisle imtihan olunmaz.
Zemzem kuyu
sularına dahil olduğu halde musannıfın onu ayrıca zikretmesi tasrihin
faydasına işaret içindir. Şârih hac bahsinin sonunda zemzemle
taharetlenmenin mekruh olduğunu, yıkanmanın ise mekruh olmadığını
söyleyecektir. Bundan şu fayda hâsıl olur ki, kerahet bulunmaması hadesi
gidermeye mahsustur; pisliği zemzemle gidermek mekruhtur.
«Kasten
güneşte ısıtılan» ifadesindeki kasten kaydı tesadüfi bir kayıttır. Yoksa
şâfiîlere göre su kendi kendine de ısınsa hüküm birdir. Şârih:«Bunun
keraheti Şâfiî'ye göre tıbbîdir» diyor.
Ben derim ki:
İbn Hacer ile Remlî'nin şerhlerinde açıkça bildirildiğine göre bu kerahet
tıbbî değil, şer'î ve tenzîhîdir. İbni Hacer şöyle demektedir: «Bu suyu
kullanmakla baras illeti doğmasından korkulur.» Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.)
den sahih olarak bu şekilde rivâyet edilmiş; bazı müdakkik doktorlar da buna
itimad etmişlerdir. Çünkü yağlılığı bedenin mesamelerini tıkayarak kanı
durdurur. İbn Hacer bu suyun şâfiîlerce mekruh olmasının şartlarını da
saymıştır. Bu şartlar: sıcak bir beldede sıcak mevsimde kullanılması, pas
tutan bir kabta bulunması ve sıcak iken kullanılmasıdır. Abdestin Mendupları
Babında izah etmiştik ki menduplardan biri de güneşte ısıtılan su ile abdest
almamaktır. «el-Hilye» sahibi de bunu söylemiş ve Hazret-i Ömer'in bu su ile
abdest almayı yasak etmesiyle istidlâl etmiştir. Onun için «Fethü'l-Kadîr»
sahibi mekruh olduğunu açıklamıştır. «el-Bahr» sahibi dahi aynı şeyi
yapmıştır. «Mîracü'd-Dirâye» de «el-Kınye»den naklen şöyle deniliyor:
«Güneşte ısıtılan su ile abdest almak mekruhtur. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
Âişe (r.a.)'ın suyu güneşte ısıttığını görmüş de: (Yapma Hümeyra! çünkü bu
baras illetini doğurur) buyurmuştur».
Hazret-i
Ömer'den de bunun misli rivâyet olunmuştur. Bir rivâyette mekruh değildir.
İmam Malik ile İmam Ahmed buna kâildirler. Şâfiî'ye göre kasten güneşte
ısıtılırsa mekruhtur.
«el-Gâye» nam
eserde: «Sıcak memlekette, pas tutan kablarda güneşte ısınmış su ile abdest
almak mekruhtur. Kasdî itibara almak zayıftır. Kast bulunmaması te'yid
etmez» deniliyor.
Gördük ki
bize göre de itimad edilen kavil kerahettir. Çünkü nihâyet edilen eser
sahihtir. Zâhire göre bu kerahet bizce de tenzihîdir. Çünkü menduplar
arasında sayılmıştır. Şu halde bizim mezhebimizle Şâfiî mezhebi arasında
fark yoktur. Bu izahı ganimet bil!
METİN
Hades, tuz
meydana getiren, su ile de giderilebilir; tuzun erimesiyle hâsıl olan su ile
giderilemez. Çünkü birincisi aslî tabiatı üzere bakîdir. İkincisi tuz
tabiatına inkilâb eder. Nebattan sıkılan su ile yani ağaç suyu veya meyva
şırası ile dahi giderilemez. Çünkü mukayyet sudur. Bağ çubuğu veya diğer
meyvelerden kendi kendine damlayan su bunun hilâfınadır. O hadesi giderir.
Bazıları gidermediğini söylemişlerdir ki bu kavil daha münasibtir. Nitekim
Şürunbulâliyye'de «el-Burhan»dan naklen beyan edimiş. Kuhistâni de buna
itimad ederek: «Sıkılmak hakikiye ve asma suyu gibi hükmîye şâmildir»
demiştir.
Keza kavun ve
karpuzdan sıkmadan çıkan su ile hurma şırası (hilâf ve hadesi gidermemenin
daha uygun olması hususunda) asma suyu gibidirler. İçine katılan temiz
şeyden daha az olan su ile dahi hades giderilemez. Halebe (fazlalık) ya tam
karışmak ile, nebatın veya karpuzun içine işlemekle yahud kendisiyle
temizlik kasdedilmeyen bir şeyle kaynatmakla veya karışan şeyin galebesiyle
olur. Karışan şey katı ise hurma şırasında olduğu gibi isim değişmedikçe
suyun koyuluğu ile, mâyi ise suyun vasıflarına zıd olduğu takdirde, ekserî
vasıflarının değişmesiyle, süt gibi suyun vasıflarına uygun ise
vasıflarından birinin değişmesiyle, müsta'mel su gibi suya mümasil ise cüz'i
hesabı iledir. Eğer mâ-i mutlak yarıdan fazla ise hepsi ile temizlik
câizdir. Değilse câiz değildir. Müsta'mel su hakkında bu zikrettiklerimiz
hem dışarıdan katılana hem de uzva temas eden az mâ-i mutlaka şâmildir.
«el-Bahr»,
«en-Nehir» ve «el-Minah» sahiblerinin tahkiklerine göre küçük havuzlardaki
suya karışan müsta'mel suyun onlardakine müsavi olduğu anlaşılmadıkça o
havuzlardan abdest almak câizdir.
Ben derim ki:
Lâkin Şürunbulâli «el-Vahbâniyye» üzerine yazdığı şerhde bu iki mesele
arasında fark bulmuştur. İstersen ona dikkatle müracaatta bulun!
İZAH
Şârihin
«Çünkü birincisi asli tabiatı üzere bakîdir» diyerek naklettiği iki nevî
tuzlu su farkını «Dürer» sahibi göstermiştir. Bunların birincisini
«Uyûnu'l-Mezahip»den, ikincisini el-Hulâsa'dan nakletmiştir. Fakat «Dürer»
haşiyesini yazan Allâme Nûh Efendi buna itiraz etmiş, «el-Hulâsa»nın
ibaresinin şöyle olduğunu söylemiştir:
«Bir kimse
tuzlu su ile abdest alırsa câiz değildir. «el-Bezzâziye»de bildirildiğine
göre tuzlu su hakikî suyun tabiatına uygun değildir. Çünkü yazın donar,
kışın erir, Zeylaî dahî aynı şeyi söylemiştir. «el-Bahr» sahibi ile Allâme
Makdisî onu tasdik etmişlerdir. Bu söylenenlerin muktezası, sonra erisin,
ister erimesin onunla abdest alınmaz. Bence doğrusu bu tuzlu su ile mutlak
surette abdest caiz olmamaktır. Yani ister tuz olup dur».
Bağ çubuğunun
Arabçası«kerm»dir. Suyûtî'nin rivâyet ettiği bir hadîste: «Üzüme kerm
demeyin»; diğer bir rivayette; «Kerm mü'minin kalbidir» buyurulmuştur. Çünkü
bu söz onunla adlandırılan şeyde çok hayır ve menfaat bulunduğuna delâlet
eder ki buna lâyık olan mü'minin kalbidir.
Münavi:
«Acaba maksat üzüm ağacına bu ismi tahsis etmenin yasaklanması ve bu ismin
mü'minin kalbine verilmesinin daha münasip olduğunu bildirmek midir? Bu
takdirde üzüme kerm demeye bir mânî yoktur. Yoksa üzüme kerm adı verilmesi
haram olan bir şeyi medhe ve nefisleri ona teşvike yol açacağı için mi yasak
edilmiştir? Zira üzümden haram olan şarap yapılır. Üzüme kerm adını vermek,
bu pis ve haram şarabın aslını hayırla vasıflandırmak olur ki, haramı medhe
yol açar. Bu iki şıkkın ikisi de ihtimal dahilindedir» diyor. Kamûs sahibi
birinci ihtimali kat'iyetle kabul etmiş, «eş-Şır'a» şerhinde ise ikinci
ihtimal üzerinde durulmuştur.
«Bağ çubuğu
ve emsalinden kendi kendine damlayan su hadesi gideremez» diyenlerin sözü
burada daha makbul görüldüğü gibi birçok kitaplarda sarahaten bildirilmiş;
hatta «el-Haniyye» ve «el-Muhît» gibi bazılarında yalnız bu kavil
zikredilmiştir. Remlî «el-Minah» hâşiyesinde şunları söylemiştir: «Mezhebin
kitaplarına müracaat edenler birçoklarında bunun câiz olmadığını
göreceklerdir. Binaenaleyh itimad bu kavledir. Buna nisbetle bu kitabın
metnindeki hüküm terk edilmiştir».
Galebe
meselesine gelince: Malûmun olsun ki ulema mâ-i mutlak ile hadesin
giderilmesi câiz olduğunda; mukayyed su ile bunun câiz olmadığında ittifak
etmişlerdir.
Suya karışıp
da ona galebe etmedikçe mutlak su hükmünden çıkarmayan temiz bir şey ile
galebenin izahı hususunda ise fukahamızın ifadeleri muhteliftir. İmam
Fahrettin Zeylaî bu muhtelif kavillerin arasını faydalı bir kaide ile
bulmuştur ki, ondan sonra gelen muhakkıklardan Kemal İbn Hümâm, İbn Emîr
Hâc, Dürer, Bahr, ve Nehir sahibleri, kitabımızın Musannıfı ile Şârih-i ve
başkaları bunu tasdik ve kabul etmişlerdir. Kaide sârihin en kısa ibâre ve
en güzel işaretle kitabımızda beyan ettikleridir.
«Kendisi ile
temizlik kastedilmeyen» ifadesinden maksat; çorba suyu, bakla suyu gibi
şeylerdir. Bunlar vasıfları değişsin değişmesin, sularının berraklığı kalsın
kalmasın, muhtar kavle göre mukayyet su olurlar. Şârih bu sözü ile aşırı
temizlik maksadı ile suya atılıp kaynatılan çöven ve benzeri şeylerden
ihtiraz etmiştir. Bunlar suya galebe ederek onu bulamaç gibi yapmadıkça
zarar etmezler.
Safran da
hurma şırası gibidir. Suya karışır da boya haline gelirse artık mâ-i mutlak
değildir. Koyuluğuna, berraklığına da bakılmaz. Kara boya veya mazı suya
atılır da nakışa elverişli bir hal alırsa o su dahi mâl mutlak değildir,
zira artık ona su adı verilmez. Bunu «el-Bahr» sahibi bildirmiştir. Şarih de
tenbih edecektir.
Suya karışan
mayi ya bütün vasıflarında yani tadında, kokusunda ve renginde ona zıddır ki
sirke böyledir. Ya bazı vasıflarında zıd, bazılarında uygundur; yahud bütün
vasıflarında suya denktir. Şârih bunları ve hükümlerini tafsilâtıyla beyan
etmiştir. Suya sirke gibi bütün vasıflarında ona zıd olan bir şey karışırsa
galebe, ekseri vasıflarının değişmesiyle olur. Bütün vasıflar üç şeyden
ibâret olduğuna göre ekserisi ikidir. Şu halde meselâ suda sirkenin bir
vasfı görülürse zarar etmez.
Süt, kokusu
bulunmamak hususunda suya uygun, tad ve renk hususunda ona zıddır. Bazı
karpuz cinsleri de öyledir. Renk ve kokusu bulunmaması hususunda suya uygun,
tad hususunda zıddır. Ama Remlî'nin «el-Bahr» haşiyesinde: «Sütte müşâhede
edilen hususî kokuda suya muhalif olmasıdır» denilmektedir.
Müsta'mel
suyun mutlak suya mümasil ve denk olması temiz olduğunu bildiren kavle
göredir. «el-Bahr» nam eserin sahibi suya mümasil olmak üzere sığırın
dilinden damlayan su ile kokusu kesilen gülsuyunu göstermiştir. Mutlak su,
karışandan daha çok olmaz da ona müsavi veya daha az olursa onunla temizlik
câiz değildir.
Hamamların ve
mescidlerin şadırvanları gibi akmayan ve ona on arşın gelmeyen sular da
küçük havuzlar cümlesindendir. Bu kavle göre yıkananların bedenlerine temas
eden su, mutlak suya müsavî veya ondan fazla olmadıkça onlarda abdest almak
ve yıkanmak câizdir. «el-Bahr» nam eserin sahibi buna ulemanın umum ifade
eden sözleri ile ve bir de «Bedâyı'» sahibinin şu sözü ile istidlâl
etmiştir: «Az su temizleyici olmaktan ancak temizleyici olmayan bir şeyin
meselâ gülsuyunun veya sütün karışması ve galebe çalması ile çıkar. Su galip
gelirse temizleyici olmaktan çıkmaz. Burada müsta'mel olan su bedene temas
edendir, şüphesiz bu su, kullanılmayan sudan daha azdır. O halde bununla o
su temizleyici olmaktan nasıl çıkar!»
Kaariü'l-Hidâye Sirâcüddîn'in fetvalarında şöyle deniliyor: «Siracüddin'e
soruldu: Halkın abdest aldıkları küçük fıskiyelerin içine müsta'mel su
iniyor ama içlerine her gün yeni su konuyor; bunlardan abdest alınır mı
alınmaz mı? Sirac: İçine mezkûr sudan başka bir şey düşmezse zarar etmez;
cevabını verdi». Yani böyle bir fıskiyenin içine pislik düşerse küçük olduğu
için pislenir demek istemiştir.
«Şürunbulâli:
bu iki mesele arasında fark bulunmuştur» cümlesinden murad, müsta'mel suyu
dışardan alıp temiz suya karıştırmakla müsta' mel olması ve bir de yıkanan
kimse, az suya dalıp âzâsına temas eden suyun müsta'mel olmasıdır.
Şürunbulâlî şöyle diyor:
«Suyun bedene
temas eden cüz'ü müsta'mel olur; geri kalan kısmı müsta'mel olmaz. Bu
müsta'mel cüz'ü de çok suyun içinde yok olur, sözü merdudtur, kabul
edilemez. Zira müsta'mel hükmü bütün suya sirayet etmiştir. Yoksa az
miktarda musta'mel su katmakla ekserisi temiz kalan su gibi değildir». Bu
sözde hasılı Bedâyı sahibinin yukarıda naklettiğimiz mütalâasına cevaptır.
Bedâyi sahibi
«Cünüp kimse suya dalar veya elini daldırırsa hükmen bütün suyu müsta'mel
yapar; velev ki hakikatte kullanılan müsta'mel su yalnız bedene temas eden
kısım olsun. Ama dışarıdan az miktarda müsta'mel suyu temiz; karıştırmak
böyle değildir. Bu surette bütün suya müsta'mel hükmü verilemez. Zira
hadesli kimse ondan bir şey kullanmamıştır ki müsta'mel olduğu iddia
edilebilsin. Hakikaten ve hükmen müsta'mel olan su sadece bu temas eden
cüzdür» demiştir.
Sözün
hulâsası şudur: Dışarıdan atılan müsta'mel su ile temiz suyun müsta'mel
olması galebe ile olur. Yani hangisi daha fazla ise suya o hüküm verilir.
Bedenin temas ettiği suyun hükmü böyle değildir. Beden suya temas eder etmez
bütün su müsta'mel olur
«el- Bahr»
sahibi bu farkı reddetmiştir: «Bu farkın bu manası yoktur. Çünkü her iki
surette şuyû ve karışma müsavidir. Hatta biri itiraz ederek Bilakis
dışarıdan atılan müsta'mel su tesir yönünden daha kuvvetlidir. Zira onda
müsta'mel su bellidir: diyebilir» demiştir Şârih: onun için dikkatle
müracaatı tavsiye etmiştir.
Malûmun olsun
ki bu mesele büyük âlimlerin zihinlerini hayrette bırakan maselelerden
biridir. Bu hususta aralarında münâzaa ve münakaşalar olmuş ve şuyû'
bulmuştur. Allâme Kâsım onun hakkında; «Refu'l-İştibah an meseleti'l-Miyah»
namıyla bir risale yazmış, bu risalede suya karıştırılanla bedene temas eden
suyun müsta'mel hükmü verilmemesi hususunda birbirindenfarkı olmadığını
tahkik etmiştir. Yani mücerred beden suya temas etmekle su musta'mel olmaz.
Dışarıdan atılarak karıştırılan suda nasıl galebe (fazlalık) aranırsa,
bedenin temas ettiği suda da galebe itibara alınır demek istemiştir.
Zamanının
ulemasından bazıları Allâme Kasım'a muvafakat göstermiş: diğerleri ise onu
muâhaze etmişlerdir. Bunlardan biri de talebesi Allame Abdi'l-Ber b
Şıhne'dir. İbn Şıhne «Zehru'r-Ravz fi mes'eletil-Havz» adının verdiği bir
risâle ile ona reddiye yazmış ve «Üstadımız Allâme Kâsım'ın söylediklerine
aldanma! » demiştir «el-Vahbâniyye» üzerine yazdığı şerhte dahi ona red
cevabı vermiştir. İbn Şıhne «el-Hâniyye» ve diğer kitaplarda beyan edilen bu
sözlerle istidâlâ etmiştir:
«Bir kimse
serinlemek için elini veya ayağını kaba daldırsa su müsta'mel olur. Çünkü
zaruret yoktur» Bir delili de İmam Ebu Zeyd Debbusi'nin «el-Esrâr» nam
eserindeki şu sözleridir «Şu kadar var ki İmam Muhammet: (Bir kimse az suda
yıkanırsa hükmen bütün su müsta'mel olur): demiştir». Yukarıdaki fark
buradan neş'et etmiştir. Allâme İbni Şilbî bununla fetva vermiştir.
«el-Bahr» sahibi, Allâme Kâsım tarafını tutmuş ve «El-Hayru'l-Bakî
fi'l-Vudûi mine'l-Fusâkı» adında bir risale te'lif ederek İbn Şıhne'nin
istidlâl ettiği sözün zayıf bir kavle istinad ettiğini söylemiş: «Bu zayıf
kavil müsta'mel suyun necis olmasıdır. Malûmdur ki, necaset az da olsa az
suyu ifsâd eder» demiştir. Allâme Bakıllânî, İsmâil Nablusî ve oğlu Seyyidî
Abdulganî de onu tasdik etmişlerdir. «en-Nehir» ve «el-Minah» adlı
kitaplarda da böyledir. Onun İbn Emîr Hâcc ile Kaariu'I-Hidâye'ye muvafakat
ettiğini de biliyorsun. Allâme Nuh Efendi'nin sözü de ona meyyal görünüyor.
Sonra «el-Hazâin» Şârihi'nin de onu tercihe meylettiğini gördüm. Bu zat
şöyle diyor: «Hak, (el-Bahr) sahibinin yazdıklarıdır. O bunları mezhebine
bütün kitablarına vakıf olup onların zâhirde muztarip görünen ibaralerini
naklettikten sonra yazmıştır. Bu hususla te'lif edilen risâleleri görmüş ve
bu sâdık dâvaya âdil beyyine getirmiştir. Ben bu hususta geniş bir risale
yazarak oradaki söylenenleri tahkik ettim ve duydum ki üstadımız
Şerefü'd-Dîn Gazzî de buna meyletmiş».
Ben derim ki:
Bunda büyük kolaylık ve genişlik vardır. Bilhassa beldemizdeki mescidlerin
vesair yerlerin havuzlarındaki sular kesildiği zaman bu kolaylık daha da
kendini gösterir. Lâkin ihtiyat unutulmamalıdır. Binaenaleyh böyle bir hal
karşısında kalan kimsenin bu küçük havuzda a'zâsını yıkamaması, ondan avucu
ile su alarak dışında yıkaması lâzımdır. Velev ki â'zâsını yıkadığı su o
havuza sıçramış olsun. Hiç olmazsa bu dışarıdan atılmış olur. Münakaşa
mevzuu olan bedenin suya teması kabilinden olmaz.
Çünkü bu
makam söz götüren bir makamdır. Hakikat hali Allah Teâlâ bilir.
METİN
Bu
söylediğimiz mâ-i mutlak kısımları ile az su bile olsa içinde kansız
hayvanlardan arı, akrep, bak yani sivrisinek gibileri ölse dahi hadesi
gidermek câizdir. Bazıları bak'ın tahtakurusu olduğunu söylemişlerdir.
«el-Müctebâ» nam eserde: «Esah kavle göre kan emmiş sülük suyu ifsâd eder.
Tahtakurusunun, kenenin ve sülüğün hükmü de bundan anlaşılır» denilmiştir.
«el-Vehbaniyye» de: «İpek böceği, suyu, yumurtası ve tersi temizdir. Nitekim
pislikten doğan kurt da temizdir»deniliyor.
Suda doğan
balık, yengeç, kurbağa hatta köpekbalığı ve sudomuzu (denizhınzırı) gibi
hayvanların suda ölmesi onu ifsad etmez. Ancak kara kurbağası müstesnadır.
Onun kanı vardır. Kara kurbağasının parmakları arasında yüzgeç yoktur. Esah
kavle göre onun suda ölmesi suyu ifsad eder. Nitekim karada yaşayan yılanın
kanı varsa o da ifsad eder; yoksa ifsad etmez. Keza bu saydıklarımızdan biri
dışarıda ölür da suda kalırsa esah kavle göre suyu ifsad etmez. Ölen kurbağa
gibi bir hayvan suda dağılırsa o sudan abdest almak câiz olur. Fakat eti
haram olduğu için içilmesi caiz değil, tahrimen mekruhtur.
İZAH
Şârihin «Bu
söylediklerimizle hadesi gidermek câizdir» sözü sahihtir mânâsınadır. Velev
ki bazılarında meselâ, gasbedilmiş sudan helâl olmasın. Sahih tabiri
ekseriyetle akitlerde, helâl tabiri de fiillerde kullanılırsa da burada
câizdir sözünden sahihdir mânâsını kastetmek daha yerinde bir iş olmuştur.
Kansız
hayvandan murad; akar kanı olmayandır. Çünkü Kuhistânî'de:«Muteber olan hiç
kanı yok değil, akar kanı olmayandır. Hatta suda kanı donmuş bir hayvan
bulunsa suyu pislemez» denilmiştir.
Ben derim ki:
Bit ve pirenin kanı da öyledir; akmaz. Bu kayıtla akar kanı olan hayvanlar
bahsimizden hariç kalır. Bunların kanları kendilerinden olsun, sülükte
olduğu gibi emmekle başkalarından alınmış olsun, suyu ifsad eder. Burada
kansız hayvandan murad, kara hayvanıdır. Çünkü musannıf daha sonra su
hayvanından bahsetmiştir. «el-Bahr» nam kitabta ve diğer eserlerde bak,
sivrisineğin büyüğüdür, denilmişse de, Kâmus'ta bakka sivrisinek ve pis
kokan yassı kırmızı bir hayvancıktır, diye tarif edilmiştir. Burada ikinci
mânânın kastedildiği anlaşılıyor. Bazıları;«Bak; tahtakurusudur»
demişlerdir. «el-Hılyesinin ibaresi de bunu te'yid etmektedir. Bazı yerlerde
buna fesfes derler. Kene gibi bir hayvan olup pek pis kokar. «en-Nehir» adlı
kitabta; «Sülük hakkındaki tercih tahtakurusu hakkında da tercihtir. Çünkü
ondaki kan da başkasından alınmıştır» denilmiştir. Fakat söz götürür.
Çünkü
tahtakurusu ile sülük orasında açık fark vardır. Sülüğün kanı başkasından
alınma da olsa akar kandır. Onun için abdesti bozar. Tahtakurusunun kanı
böyle değildir. Onun kanı sineğin kanı gibidir. Abdesti bozmaz ve akmaz.
Gördün ki
suyu ifsad eden kanlı hayvandan murad; akar kanı olandır. Buna göre sülük ve
keneyi de büyük olursa diye kayıtlamak gerekir. Çünkü evvelce görüldüğü
vecihle küçüğü abdesti bozmaz. O halde kanı akmadığı için suyu da ifsad
etmemesi lâzım gelir.
İpekböceğinin
suyundan murad; İhtimal kemale ermeden ölenlerde görülen süte benzer sudur.
Yahud ipeği alınırken içinde kaynatıldığı sudur. Bence murad birincisidir.
Çünkü «Sayrafiyye» de: «Bir kimse ipekböceğinin üzerine basar da elbisesine
dirhem miktarından fazla bir şey sıçrarsa onunla namaz kılması câiz olur»
deniliyor. «el-Vehbâniyye»de ipekböceği tersinin temiz olduğunakat'î hüküm
verilmemiş: «İpekböceğinin tersi hakkında ihtilâf vardır» denilmiştir.
Suda doğan
hayvandan maksad, akar kanı olsun olmasın doğup büyümesi ve yaşaması suda
olan hayvandır. Zâhir rivâye budur. Yani bu hayvanın kanı hakikatte kan
değildir. «el-Hulâsa»da su hayvanı: «Sudan çıkarırsa derhal ölen hayvandır.
Yaşarsa hem kara hem su hayvanıdır» diye tarif edilmiştir. Şu halde su
hayvanı ile kara hayvanı arasında üçüncü bir kısım meydana getirilmiştir.
Fakat bu kısmın hükmü ayrıca beyan edilmemiştir. Sahih kavle göre bu kısım,
su hayvanına mülhaktır. Zira kanı yoktur.
Ben derim ki:
Bu kısımdan murad; suda doğup çıkarıldığı vakit hemen ölmeyen yengeç ve
kurbağa gibi hayvanlardır. Ama karada doğup suda yaşayan kaz ve ördek gibi
hayvanlar böyle değildir. Nitekim az ileride görülecektir.
Şârih
köpekbalığı ile deniz hınzırı hakkındaki zayıf kavli nazarı itibare almamışa
benziyor. Mezkûr kavle göre bunların suda ölmesi suyu ifsad eder. Kamus'da
beyan edildiğine göre yengecin birçok faydaları varmış. «Kara kurbağası suyu
ifsad ettiğine göre «Hidâye» sahibinin kara kurbağası suyu ifsad etmez» diye
kat'i konuşması, akar kanı olmayana hamledilir. «el-Münye» de bildirildiğine
göre akar kanı olan büyük kertenkele, kara yılanı hükmündedir. Kara
kurbağası ile kara yılanının akar kanları yoksa suyu ifsad etmezler.
METİN
Az suda
karada doğup suda yaşayan kaz ve ördek gibi bir hayvan ölürse esah kavle
göre suyu pisler. Yine esah kavle göre sair mayilerin hükmü de suyun hükmü
gibidir. Hatta ona on ebadında şıra dolu bir havuza sidik sıçrasa onu ifsad
etmez. Akan şıra ile birlikte ayağının kanı da aksa şıra pis olmaz. İmam
Muhammed buna muhaliftir. Bunu Şumunnî ve başkaları beyan etmişlerdir. Çok
su akar bile olsa evsafından (yani renk, tad ve kokusundan)biri değişmekle
bilittifak necis olur. Fakat az su, evsafı değişmese dahi necis olur. İmam
Malik buna muhaliftir. Çok durmakla su değişirse necis olmaz. Ama necaset
sebebiyle bozulduğunu bilirse caiz değildir. Şübhe ederse asıl olan suyun
temizliğidir. Mutezile taifesine rağmen havuzdan abdest almak, nehirden
abdest almaktan efdaldir.
İZAH
Suyu ifsad
etmeyen her şey diğer mayileri de ifsad etmez. Esah olan kavil budur. Bunu
Tühfe ve Muhît sahipleri bildirmiş; Bedâyı sahibi ise «Fıkha daha yaraşan»
ifâdesini kullanmıştır. Şıra dolu havuza sidik sıçradığı zaman şıranın
bozulmaması necasetin eseri görülmediğine göredir. İçine kan karışan şıra
necis olmayınca içilmesi de helâldir. Çünkü su hükmüne girmiştir. İçine
karışan pislik yok olup gitmiştir.
Yukarıdaki
kurbağa meselesi böyle değildir. Düşün! İmam Muhammad buna muhalif olunca
buradaki kavil, İmam A'zam'la Ebu Yûsuf'dan bildirilmiştir. Bize göre az
sayılan su, İmam Malik'e göre değişmedikçe pis olmaz. Ona göre az su değişen
sudur. Çok su ise değişmeyen sudur. Şâfii'ye göre iki kulle su çok, ondan az
olanı az sudur. Bize göre bunların arasındaki fark ilerde gelecektir.
Şârihin
«Şübhe ederse asıl olan suyun temizliğidir» demesinden anlaşılır ki sormaya
hacet yoktur. «el-Bahr» da Mübtega'dan naklen şu izahat vardır: «Bir kimse
az bir suda vahşî hayvan izleri görürse o sudan abdest alamaz. Su kuyusunun
yanından vahşi hayvanlar geçer de ondan su içtiklerine kanaat getirirse su
pistir; getirmezse pis değildir». Şu halde şârihin «bozulduğunu bilirse»
sözünü, kalbi kanaat getirirse mânâsına almak icap eder. Yoksa mücerred
şübhe mâni değildir. Çünkü «el-Asıl»da; «Pis olduğundan korkulan fakat yüzde
yüz bilinmeyen havuzdan abdest alınabilir denilmiştir. Buradaki yüzde yüzü
kalbin kanaat getirmesine, korkuyu da şübhe veya vehim mânâsına hamletmek
gerekir.
Mûtezile
taifesi havuzlardan abdest almayı câiz görmezler. Onları kahretmek o
havuzlardan abdest almakla olur. Fethü'l-Kadîr sahibi: «Bu ancak kahretme
ârızasından dolayı efdaliyeti ifade eder. Bu ârızanın tahakkuk etmediği
yerde nehirden almak efdal olur» demiştir. Şimdi Mûtezile'nin nasıl men
edildiğine gelelim:
«el-Mirâc»
adlı eserde şöyle deniliyor: «Söylendiğine göre havuz meselesi parçalanmayan
cüz nazariyesine ibtina eder. Ehl-i sünnete göre hariçde parçalanmayan cüz
vardır.
Ve necasetin
cüzleri suyun parçalanmayan cüz'üne ulaşır. Havuzun geri kalan yeri temiz
kalır. Mûtezile ile felsefecilere göre ise parçalanmayan cüz'ü yoktur.
Binaenaleyh suyun hepsi pisliğe bitişir. Ve onlarca havuz pislenir. Ama bu
izah söz götürür».
Ben derim ki:
Bunun izahı şöyledir: Parçalanmayan cüz, aslı parçalanmayan cevher-i fertten
ibarettir. Cevher-i ferd; tek cevher demek olup bütün fertleri bir araya
gelince cisimleri meydana getiren cevherdir.
Bu cevher
ehl-i sünnete göre sabit ve mevcuttur. Her cisim parçalanarak cevher fertte
nihayet bulunur. Büyük bir havuza necaset düşer de onun parçalanamaz cüzlere
ayrıldığını farzedersek, bu cüzlerin karşısına kendileri kadar su cüzleri
gelir. Artan su cüzleri temiz kalır. Binaenaleyh bütün havuzun pis olduğuna
hüküm verilemez.
Felsefecilere
göre parçalanmayan cüz yoktur. Her cisim sonsuz parçalara ayrılır. Necasetin
her cüz'ü parçalanabilir. Temiz suyun cüzleri de öyledir. Binaenaleyh temiz
suyun hiçbir cüz'ü yoktur ki karşısına necasetin bir cüz'ü gelmesin. Bu
suretle necasetin cüzleri suyun bütün cüzleri ile birleşir. Ve bütün havuzun
pis olduğuna hüküm verilir.
İzahın söz
götürmesi şu yönden olsa gerekir: Mesele parçalanmayan cüz nazariyesine
ibtina etse küçük havuza düşen necasetin de sudan fazla veya ona müsavi
olmadıkça havuzun pislenmemesi icap eder. Çünkü suyun geri kalan cüzleri
temizdir. Bütün suyun pis olduğuna hükmedilemez. Bir de necaset tabiri
mutemet kavlin hilâfına kullanılmıştır. Mutemet kavle göre müsta'mel su
temizdir.
Şu da var ki
parçalanmayan cüz meselesinde meşhur olan hilâf müslümanlarla
felsefecilerinhükeması arasındadır. Felsefeciler parçalanmayan cüz'ü kabul
etmemiş «Bu alem kadîmdir.», «Bedenler haşredilmeyecektir» gibi sapık
nazariyeleri bunun üzerine kurmuşlardır. Müslümanlar parçalanmayan cüz'ü,
bunu reddetmek için kabul etmişlerdir. Çünkü bu alemin maddesi
parçalanamayan cüzde karar kılarsa bu cüz'ü hâdis ve bir mucide muhtaç olur
ki, o mucid Allah Teâlâ'dır. Nitekim yerinde beyan edilmiştir.
Mûtezile'ye
gelince: Onların bu hususta ehli sünnete hiçbir muhalefeti yoktur. Aksi
takdirde kat'i surette kafir olurlardı. Halbuki onlar bizim kıblemizin ehli
ve fer'i meselelerde bizim mezhebimize bağlı insanlardır. Şu halde en iyisi
bu meseleyi mücaveret kavline bina etmektir. Yani Mütezile'ye göre su
mücevveretle (yanındakine bitişmekle) bize göre içine işlemekle pis olur.
Pisliğin suya işleyip işlemediği ise eserinden anlaşılır. Pisliğin eseri
görülmedikçe suyun pis olduğuna hüküm verilemez. Bu da müsta'mel suyun pis
sayıldığına göredir. Burasını izah ederken benim anladığım budur. Bunu
ganimet bil! Zira bu şekilde izahını başka kitaplar'da hemen hemen
göremeyeceksin. Doğrusunu Allah bilir!
METİN
Keza içersine
üşnan, safran, yemiş ve ağaç yaprağı gibi katı ve temiz bir şey karışan su
ile bütün vasıflarını değiştirse bile berraklığı ve ismi baki kalmak şartı
ile esah kavle göre mutlak olarak hades giderilebilir. Sebebi yukarıda
geçmişti. Lâkin «el-Bahr» nam eserde «Kınye» den naklen: «O su ile bir şey
boyamak mümkün olursa hurma şırası gibi onunla da hades gidermek câiz
değildir» denilmiştir.
İZAH
Evvelce de
görüldüğü vecihle suya karışan temiz ve katı cismin suda kaynatılmamış
olması lâzımdır. Suya karışan katı cisim onun bütün vasıflarını değiştirse
bile su yine temizdir. Çünkü ulemadan nakledildiğine göre müslümanlar,
içersine yaprak düşen havuzlardan suyun bütün vasıfları değiştiği halde
abdest alırlar. Buna kimse itiraz etmezdi. Bunu «en-Nehir» sahibi
«en-Nihâye» den nakletmiştir. Esah kavlin mukabili şudur: Bazılarına göre
yaprakların rengi avuçtaki suda belli olursa onunla abdest alınmaz. Fakat
içilir. Bunun avuçla kayıtlanması çok değişmesine işarettir. Çünkü bazen
suyun rengi bulunduğu yerde değişmiş görünür de avuçla alındığı zaman
görünmeyebilir. Düşün!
«Mutlak
olarak hades giderilebilir» ifadesinden maksat; suya karışan cisim toprak
gibi yer cinsden olsun olmasın, onu suya karıştırmakla sabun ve üşnânda
olduğu gibi temizlik kastedilsin edilmesin İmam A'zam'a göre caizdir
demektir. Şârih «sebebi yukarıda geçmişti» diyerek suya gelebe meselesindeki
«Karışan şey katı olursa, ismi bakî kalmak şartı ile suyun koyu olmasından
bilinir» sözünü kastetmiştir.
METİN
İçersine
necaset düşen akar su ile dahi hadesi gidermek câizdir. Akar su örf ve âdete
göre akar sayılan sudur. Bazıları «Saman çöpünü götüren sudur» demişlerdir.
Birinci kavil daha açık; ikincisi daha meşhurdur. Necasetin eseri görülmezse
su yardımsız bile aksa esah kavle göre onunlahades giderilebilir. Dere
yukarıdan tıkansa da yardımsız olarak kendiliğinden akan su ile bir adam
abdest alsa câiz olur. Çünkü akar sudur. Keza bir kimse küçük bir havuzdan
dere açar yahud havuzun oluk tarafına arkadaşı suyu döker, o da abdest alır;
öteki tarafında içine su toplanan bir kap bulunursa o su ile ikinci, üçüncü
ilah... defalar abdest alması câizdir. Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır. Akar
suda lâşe bulunur yahud içine biri bevleder de bir başkası alt tarafından
abdest alırsa, akıntıda eseri görülmedikçe yani bilinmedikçe câizdir. Eser
ya tad ya renk yahud kokudur. Musannıfın mutlak olan sözünün zahiri lâşe ve
başkalarına da şâmildir. Kemal ibn Hümâm'ın tercih ettiği kavil budur.
Tilmizi Kâsım, muhtar kavlin bu olduğunu söylemiş «en-Nehir» sahibi onu
takviye etmiş; musannıf da tasdik eylemiştir.
Kuhistânî'de
Muzmerat'tan, o da Nisab'tan naklen: «Fetva buna göredir» denilmiştir.
Bazıları: «suyun yarısı veya ekserisi necasetin üzeri ne akarsa caiz
değildir» demişlerdir ki, bu söz daha ihtiyatlıdır.
İZAH
Tahtavî'nin
beyanına göre akar suyun tarifi hakkındaki birinci kavil daha açık ve daha
sahihtir. Nitekim «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri de aynı şeyi
söylemişlerdir. Çünkü örfe dayanır. Ve İmam A'zam'ın «Başına gelenlere
sorulur» kaidesine uygundur. Lâkin bu beyan müşkil görülmüş: «Örf ve âdete
göre akar sayanların çokluğuna ve ihtilâflarına bakarak bu miktar asla tayin
edilemez» denilmiştir. İkinci kavil daha meşhurdur. Çünkü birçok kitap!arda
hatta metinler de mevcuttur. Sadru'ş-Şeria ve ona tabi olarak İbn Kemal
«Anlaşılması güç olmayan tarif budur» demişlerdir. Lâkin gördüm ki birinci
kavil daha sahihtir. Bugün örf ve âdet şudur: Su bir taraftan girer diğer
taraftan çıkarsa ona akar su adı verilir. Velev giren su az olsun, bununla
mescidlerdeki havuzlarla hamam şadırvanların hükmü anlaşılmış olur. Halbuki
bunlar saman çöpünü götürmezler. «el-Hızâne»de bildirildiğine göre biri
temiz, diğeri pis su dolu iki kap yüksek bir yerden dökülerek havada
birbirine karışsalar, yere düştüklerinde ikisi de temiz sayılırlar. Bu iki
kabın suları yerde akıtılsa akar su hükmüne girerler.
Malûmun olsun
ki buradaki dere tıkama vesaire meseleleri müsta'mel suyun pis olduğu
kavline göredir. Buna göre zikredilen fer'i meseleler sahihtir. Çünkü bu
takdirde mesele necasetin akar suya düşmesi kabilinden olur. İyi anla!
Bir kimse
küçük bir havuzdan dere açarak suyu akıtır ve akarken abdest alır da o su
bir yere toplanırsa; sonra başka biri o yerden bir delik açarak suyu akıtır
ve akarken abdest alır da su bir yere toplanırsa, üçüncü bir şahıs dahi aynı
şeyi yaparsa iki yer arasında az çok bir mesafe bulunduğu takdirde hepsinin
abdestleri câiz olur. Bunu «el-Muhit» ve diğer kitaplar nakletmiştir. Bunun
sınırı, müsta'mel suyun akıntı yerinden başka yere düşmemesidir. Bu takdirde
müsta'mel hükmünden çıkarak akar suya tâbi olur. Meselenin tamamı
«el-Münye»dedir. Keza havuzun oluk tarafına arkadaşı su döker o da abdest
alır ve ötekî tarafında bulunan bir kaba bu su akarsa o su ile ikinci,
üçüncü ve dördüncü yani birçok defalar abdest almak caizdir. Bunu Tahtavi
beyan etmiştir.
Şârihin
«eseri görülmedikçe» ifadesi «yani bilinmedikçe» diye tefsir etmesi tad ve
renge de şâmil olsun diyedir. «Hidâye» şerhinde: «Zahire göre bu vasıflardan
murad, necasetin vasıflarıdır. Meselâ gülsuyu ve sirke gibi pislenen şeyler
değildir. Böyle pislenmiş bir mayi, akar suya dökülürse o mâyideki necasetin
eseri itibara alınır: mâyi'in kendi eseri itibara alınmaz. Çünkü mayi
yıkanmakla temiz olmuştur» denilmiş, bundan sonra Hidâye şârihi: «Buna
tenbihte bulunan kimse görmedim. Halbuki mühimdir. Bunu belle!» demiştir.
Şârihin: «Akar suda lâşe bulunursa» sözü görülen görülmeyen necasetlere
şâmildir. Ve her iki nevîde eserin görülmesi muteberdir.
Kemal İbni
Hümâm'ın tercih ettiği kavli Seyyidi Abdülganî dahi «Ümdetü'l-Mütfî»'nin
«Akan su birbirini temizler» sözünü hatırlatarak te'yid ettiği gibi,
Fethü'l-Kadîr ve diğer kitaplar dahi şu ifade ile teyidde bulunmuştur: «Pis
su büyük havuzun suyuna karıştığı vakit, havuzun suyundan fazla bile olsa
onu pislemez». Seyyidi Abdülganî «Öyle ise akar su evleviyetle pislemez»
demiştir.
Şârihin «Daha
ihtiyatlıdır» dediği söz İmam A'zam'la İmam Muhummed'in kavlidir. Bundan
önceki kavil İmam Ebu Yûsuf'undur. «el-Münya» sahibi, İmam A'zam'la
Muhammed'in kavlini tercih etmiş, aynı eserin şarihi Halebî de onu takviyede
bulunarak Fethü'l-Kadîr sahibine ve «el-Bahr» sahibinin Ebu Yûsuf kavli için
«Bu daha güzeldir» demesine cevap vermiştir. Ekseri kitaplarda zikredilen
kavil budur. «Hidâye» sahibi «et-Tecnis» adlı eserinde bu kavlin sahih
olduğunu bildirmiştir. Çünkü burada necaset bulunduğu yakinen malûmdur.
Görülmeyen necaset böyle değildir. Zira onun eseri görülmeyince anlaşılır ki
kendisini su götürmüştür. Allâme Nuh Efendi de onu teyid etmiş ve
«en-Nehir»in beyanına uzun uzun itirazda bulunarak maksadı açıklamıştır.
Hâsılı burada
iki sahih kavil vardır: Bunların ikincisi şârihin dediği gibi daha
ihtiyatlıdır. «el-Münye» sahibi şöyle diyor:
«Şu hale göre
yağmur suyu evin üzerindeki oluktan akar da evin üzerinde fışkı parçaları
bulunursa su temizdir. Fışkı parçaları oluğun ağzında bulunur: yahud suyun
hepsi veya yarısı, yahud ekserisi üzerlerinden geçerse o su necistir. Aksi
takdirde temizdir».
Ben derim ki:
Bizim memleketimizdeki lağım dereleri de bu hilafa göre halledilir.
Bunlardan pislik akar ve diplerine çöker. Lâkin gündüzleri necasetin eseri
bellidir. O zaman pis oldukları hususunda söz yoktur. Geceleri bu eser ve
değişiklik ortadan kalkar. Ve mezkûr hilâf onlar hakkında da câri olur.
Çünkü üzerinden su akar; altı necasettir. «Hazânetü'l-Fetavâ» da şöyle
deniliyor: «Bütün derenin içi pis olur da altından görünmeyecek şekilde çok
akarsa o temizdir. Böyle değilse temiz sayılmaz». «el-Mültekat»'da beyan
edildiğine göre ulemadan bazıları: « Su akarsa az da olsa temizdir»
demişlerdir.
Mühim Tenbih:
Bizim memleketimizde hayvan pisliklerini evlere akan su yollarını tıkamak
için bu yollara atmak adet olmuştur. Bu pislikler oralara çöker ve
üzerlerinden su akar. Bu mesele lâşe meselesi gibidir. Suyun pis olduğunu
söylersek bunda büyük güçlük vardır. Halbuki güçlük nâss ile kaldırılmıştır.
Bu meseleyi Dımaşk Müftüsü Allâme Abdurrahman Ammadî «Hediyetü İbn Ammad»
adlı eserinde bahis mevzuu etmiş; bazı fer'i meselelerle ve meşhur (Meşakkat
kolaylığı celb eder) kaidesiyle keza onun üzerine yazılan fer'î meselelerle
istidâlâ ederek cevaz vermiştir.
Seyyidi
Abdülganî Nablusî de şerhinde bu mesele üzerine uzun uzadıya beyanatta
bulunmuştur. Hülâsası şudur: Pislik su yatağına çöker de eseri görülmezse su
temizdir. Su, evlerdeki havuzlara değişmiş bir halde ulaşırsa, ister büyük
havuzda, ister küçüğüne insin, pistir. Velev ki değişikliği kendiliğinden
ortadan kalksın. Çünkü pis su kendiliğinden temiz olmaz; ancak üzerinden
temiz su geçmekle temizlenir. Temiz suyun akıntısı kesildikten sonra küçük
havuzun dibine pislik çökmüş ise pislik kara çamur haline gelmedikçe
havuzdaki su pistir. Kara çamur haline gelmişse üzerinden akan temiz su
kesildikten sonra pis değildir. Bütün bu izahat bizim mezhebimize göre
hayvan pisliği necis olduğuna göredir. İmam Züfer'den bir rivayete göre eti
yenen hayvanların fışkısı temizdir. «el-Mübtegâ» da bildirildiğine göre
bütün hayvan fışkıları necistir. Yalnız İmam Muhammed'den bir rivâyete göre
zaruret icabı bunlar temizdir. Bu rivâyette hayvan sahiplerine genişlik ve
kolaylık vardır. Zira onlar hayvan pislikleri ile bulaşmaktan pek az hâli
kalırlar. Bu rivayeti belle!
Bizim de
burada buna kail olmamız baîd görülmemeli! Çünkü zaruret bunu icap
ettiriyor. Nitekim ulema müsta'mel suyun temizliği meselesinde ve emsalinde
zaruretten dolayı İmam Muhammed'in kavli ile fetva vermişlerdir. İbn
Hacer'in «el-Ubab» şerhinde İmam Şâfiî'nin «Bir iş daralırsa genişler» sözü
üzerine şöyle denilmiştir:
«Şam'ın
dereleri az da aksalar içlerindeki pislik sebebiyle değişmeleri zarar etmez.
Çünkü insanların muhtaç oldukları bu derelerin bu pisliklerden hâli olarak
akması mümkün değildir». Bu sözün zâhiri gösteriyor ki, ona göre affedilen
şey pisliğin kendisi değil, eseridir.
Ben derim ki:
Şübhesiz zaruret aynının affedilmesini de gerektirmektedir. Zira
memleketimizde sudan uzak mahallelerin çoğunda su kıtlığı vardır. Ekseri
zamanlarda suyun içinde pisliğin aynı mevcuttur. Bu pislik havuzların
diplerine çöker. Çok defa kullanmakla havuzlardaki su azalır yahud su
kesilerek akmaz olur.
Bâhusus
dereler kiralandığı ve suyun günlerce kesildiği zamanlar susuzluk çekilmez
dereceyi bulur. Bu havuzlarda pislik var diye halk onlardan faydalanmaktan
men edilirse bundan kendilerine pek büyük bir güçlük doğar. Nitekim görülen
bir haldir. Binaenaleyh halkın kolaylık gösterilmeye ihtiyacı, hayvan
sahiplerinin ihtiyacından fazladır. Filhakika «el-Münye» şerhinde şöyle
denilmektedir: «Ulemamızın kaidelerinden bildiğimiz şey, zaruret ve umumi
belva hallerinde kolaylık göstermektir. Nitekim köy kuyuları meselesiyle
emsalinde böyle yapmışlardır». Yani özürlünün pisliğini, sokakların pisliğe
galebe çalan çamurunu vesaireyi zararsız saymışlardır. Evet, bazı vakitlerde
değişme artar, su havuza yemyeşil akar; içinde pisliğin aynı vardır. O zaman
havuz küçükse su çıksa bile pislenir. Çünkü pis, su ile akar. Bu halde o
suyu kullanmaya zaruret yoktur. Suyun sofileşmesi beklenir. Unutmamalı ki
kanallardaki ve havuz diplerindeki pislikler zaruretten dolayı
affedilmiştir. Meşakkat kolaylığı celb ettiği ve bir iş daraldığı zaman
genişlediği için bağışlanmıştır. Allahu a'lem!
METİN
Ulema suyun
inmesi ve avuçladıkça hemen arkasının gelmesi şartı ile hamam havuzunu da
akar su hükmüne katmışlardır. Mesela küçük bir havuzun su bir tarafından
girip öbür tarafından çıkarsa o havuzun her tarafından abdest almak mutlak
surette câizdir. Bununla fetva verilir. Keza beşe beş ebadında bir pınardan
su kaynarsa yine bununla fetva verilir. Bunu Kuhistânî «Tetimme» ye nisbet
ederek nakletmiştir. Durgun olan çok suyun hükmü de böyledir. Yanı içine
görünmeyen necaset düşer de velev görünen necasetin düştüğü yerde olsun
eseri görülmezse o su ile hadesi gidermek câizdir. «el-Bahr» nam eserde
beyan edildiğine göre bununla fetva verilir.
İZAH
Hamam
havuzunun akar su hükmüne katılması necasetin eseri görülmedikçe pislenmiş
sayılmaması hususundadır.
Ben derim ki:
Hamam havuzundan başkaları da öyledir Çünkü «el-Zahiriyye» de beyan
edildiğine göre bu hüküm ona on ebadından küçük olan havuz hakkındadır.
Bundan sonra «Hamam havuzu da böyledir» denilmiştir. Bellenilmelidir.
«Avuçladıkça
hemen arkasının gelmesi»nden murad; iki avuç üç arasında akıntının
durmamasıdır. Havuza bir taraftan girip öbür taraftan çıkan suyun kendi
kendine çıkması ile çıkarılması arasında fark yoktur. Çünkü «Tatarhâniyye»de
şöyle deniliyor: «Havuza su girer de çıkmaz, fakat içinde bir insan yıkanır
da onun yıkanması ile öbür taraftan peşi peşine çıkarsa havuz pis olmaz».
Sonra
ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, suyun girip çıkması havuzun üstünden
olacaktır. Su havuzun dibindeki bir delikten çıkarsa akar sayılmaz. Zira
itibar suyun yüzünedir. Buna delil havuz hakkında derinliği değil uzunluk ve
genişliği nazar-ı itibara almaları, çokluk ve azlığını da üst kısmından
hesap etmeleridir. Nitekim şârih bunu anlatacaktır.
«el-Münye»
de; «Su zayıf akarsa ağır ağır abdest almalıdır. Ta ki üzerinden müsta'mel
su gitsin!» denilmiştir. Ben bu meseleyi açık olarak bir yerde görmedim. Ama
Seyyidî Abdülganî'nin şerhiride İmam Ebu Yûsuf'a içinde fare öldüğü haber
verilen hamam deposu meselesi hakkında şöyle denildiğine gördüm: «Bunda
yukarısından girip aşağısından bir boru ile çıkan depo suyunun akar su
hükmünde olmadığına işaret vardır».
Şârihin
«Mutlak surette câizdir.» sözünden murad, havuz ister dörde dört ebadında,
ister daha büyük olsun demektir. Bazıları, «Daha büyük olursa havuz
pislenir. Çünkü müsta'mel su oraya yerleşir. Meğer ki suyun girdiği veya
çıktığı yerden abdest alsın» demişlerdir. Nitekim «el-Münye» de beyan
edilmiştir. Mutlak sözünden bir de şu anlaşılır: Su hafif aktığı için
müsta'mel suyun çıkmadığını bilse de zarar etmez. Halbuki öyle değildir.
Zira «el-Münye» de «Hâniyye»'den naklen şöyle denilmiştir: «Daha doğrusu bu
takdir lâzım değildir. Suyun çokluğundan ve kuvvetinden musta'mel su o anda
çıkarsa câizdir. Aksi takdirde câiz değildir». Şârihler bunu tasdik etmiş;
hatta «el-Hılye» sahibi «Şübhesiz bu güzeldir» ifadesini ziyade eylemiştir.
Sonra bu izahat müsta'mel suyun pis olduğunu bildiren kavle göredir. Esah ve
muhtar olan kavle göre ise avuçladığı suyunyahud yarısının veya yarıdan
biraz fazlasının müsta'mel olduğuna kalbi kanaat etmedikçe o sudan abdest
atması câizdir. «el-Bahr»ın beyanına göre bununla fetva verilir, ifadesinden
maksat; görünür necasetle görünmez necasetin farkı olmadığını anlatmaktır.
Bu kavli «Bahr» sahibi, «Münye» şerhine nisbet etmiş, bundan İbn Emir
Hâcc'ın «Hilye»sini kastetmiştir. O da aynı kavli «Nisab»tan nakletmiştir. O
Nisab'ın ibaresini burada değil, akar su babında zikretmiştir. Halbuki bu
kavil Halebi'nin «Münye» şerhinde «Hulâsa» dan naklettikleri karşısında
müşkül kalır. Orada; «Görünür pislikte necasetin düştüğü yer bilittifak
pislenir. Görünmeyen pislikte pislenir diyenler olduğu gibi, pislenmez
diyenler de vardır» denilmektedir. Bunun benzeri «Hılye» ile «Bedâyı'»de de
mevcuttur. Lâkin «Bedâyı'» de «Bilittifak» yerine «Zâhir rivâyete göre»
denilmiştir. «Bedâyı» sahibi: «Bunun mânâsı necasetin düştüğü yerden küçük
bir havuz kadarını bırakır, sonra abdest alır» demiştir. «el-Kifâye»de
bırakılacak yer dört arşın takdir edilmiştir. Bazıları: «Araştırır, neticede
necasetin ulaşmadığına kanaat getirdiği yerden abdest alır» demişlerdir.
«Hilye»
sahibi; «Ben, esah olan budur derim» demiştir. Keza «el-Hâniyye» sahibi
görünen necasetin yeri pislendiğini hilâf nakletmeksizin kat'î bir lisanla
ifade etmiş: sonra görünmeyen necaset hakkındaki iki kavli nakletmiştir.
«el-Mebsut» ta bu iki kavlin birincisi. «Bedâyi»de ise ikincisi sahih kabul
edilmiştir. Evet «el-Hazâin» sahibi; «Fetva görünenle görünmeyen necaset
arasında fark yapmaksızın mutlak surette pislenmeyeceğine verilmiştir; meğer
ki suda değişme ola! Çünkü belva umumîdir. Hatta ulema yer değiştirmeden
bulunduğu yerden istinca yapabileceğini söylemişlerdir. Nitekim
«el-Müctebâ»dan naklen «el-Mi'rac»da da böyledir.» demiştir.
Fethü'l-Kadir'de: «İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre havuz da akar su
gibi ancak suyu değişmekle pislenir. Sahih kabul edilmesi gereken kavil
budur. Binaenaleyh görünen necasetle görünmeyen necaset arasında fark
bulunmamak icap eder. Çünkü delil fark göstermeksizin sadece çok su olduğu
zaman pislenmediğini iktiza ediyor» deniliyor.
Anlaşılıyor
ki, kitabımızın şârihin söyledikleri İmam Ebu Yûsuf'tan gelen «Akar su
gibidir» rivayetinin zahirine istinat etmektedir.
Evvelce beyan
ettiğimiz vecihle Ebu Yûsuf akar suda mutlak olarak eserin görülmesini
nazarı itibara almıştır. Metinlerden anlaşılan da budur. Burada «Kenz»
sahibi dahi «Havuz, akar su gibidir» demiştir. «Mültekâ » da aynı şey
söylenmiştir. Zâhirine bakılırsa «Kenz» sahibi bu rivayeti benimsemiştir.
Onun için Fethü'l-Kadîr sahibi de onu tercih etmiş, «Hilye» sahibi dahi onu
beğenmiştir. Çünkü akar su babında imam Ebu Yûsuf'tan rivayet edilene
uygundur. «Hilye» sahibi şöyle diyor: «Buna İbn Mace'nin Sünen'inde Cabir
(r.a.)'den rivayet ettiği şu hadis şâhiddir:
Cabir: (Ben
bir göle vardım. Baktım ki içinde bir eşek ölmüş bunun üzerine o gölden su
almaktan vaz geçdik ve Resülullah (s.a.v.) geldik. Şübhesiz suyu hiçbir şeye
pislemez, buyurdular. Artık biz de ondan su içdik, hayvanlarımızı suladık ve
su aldık) demiştir.»
Bu rivayet
yukarıda geçen ittifak nakline aykırıdır. Allahu a'lem.
METİN
Durgun suyun
miktarı hususunda muteber olun cihet, hal başına gelen kimsenin galebe-i
zannı(yani kalbinin yatması)dır. Necasetin suyun öbür tarafına varmadığına
kalbi yatarsa câiz, yatmazsa câiz değildir. İmam A'zam'dan nakledilen zâhir
rivâyet budur. İmam Muhammed de bu kavle rücu etmiştir. Esah olan bu
kavildir. Nitekim «el-Gâye» ve diğer kitaplarda da beyan edilmiştir.
«el-Bahr» sahibi tahkik etmiş ve mezhebin bu olduğunu, bununla amel
edileceğini, ona on ebadı ile takdirin bir esasa dayanmadığını söylemiş: ve
Sadru'ş-Şeria'nın verdiği cevabı reddetmiştir. Lâkin «en Nehir» sahibi şöyle
demiştir: «Sen bilirsin ki ona on hesabını itibara almak daha mazbut bir
iştir. Bilhassa avamdan olup da bir fikri bulunmayanlar hakkında bu daha
elverişlidir. Onun için müteehhirin ulemanın büyükleri bununla fetva
vermişlerdir.»
Yani dört
köşe olan havuz gölde dört tarafın mecmuu kirbas arşını ile kırk arşın:
yuvarlak olanlarda otuz altı arşın, üç köşe olanda on beş arşın, bir çeyrek
yahud on beş arşın ve beşte bir olacaktır. Havuzun uzunluğu var, genişliği
yok fakat ona on ebadını buluyorsa kolaylık olmak için, ondan abdest
câizdir. Suyun üst kısmı on arşın, alt kısmı daha az olursa, az kısmına
varıncaya kadar o sudan abdest câiz olur. Bunun aksini farzederek içine bir
necaset düştüğü zaman on arşına ulaşmadıkça abdest câiz değildir.
İZAH
İmam Muhammed
bir müddet büyük havuzun ona on ebadında olacağını söylemiş; sonra bundan
dönerek: «Hiçbir tayinde bulunmuyorum», demiştir. «el-Bahr» da
bildirildiğine göre bunu ondan mevsuk imamlar nakletmişlerdir
«Esah olan
Kavil budur» ibaresine Fethü'l-Kadîr sahibi: «Ebu Hanife nin kaidesine en
uygun olanı da budur» cümlesini eklemiştir. Yani şer'an tayin edilmiş bu
miktar olmayan yerde tahakküm suretiyle miktar tayin edilemez; mesele, hal
başına gelen kimsenin reyine bırakılır.
İmam
Şâfii'nin kail olduğu vecihle çok suyu iki kulledir diye sınırlandırmaya
gelince: Bunu bildiren hadis sabit değildir. Nitekim, bunu İbn Medini
söylemiş, Hafız İbn Hâcer ve başkaları da mezkûr hadisin zayıf olduğunu
bildirmişlerdir. Fethü'l-Kadîr'de, «el-Bahr» ve diğer mufassal kitablarda bu
hususta uzun beyanat vardır.
«el-Bahr»
sahibi tahkikatı neticesinde üç imamımızdan (yani Ebu Hanife, Ebu Yûsuf ve
Muhammed'den) nakledilen zâhir rivâyetin, meseleyi bir miktarla tayin
etmeksizin hal başına gelen kimsenin reyine bırakmak olduğunu söylemiş,
sonra şunları ilâve etmiştir:
«İmam
Muhammed'in ona on ebadını takdirden dönmediğini farzetsek bu söz kendinden
başkasını ilzam etmez. Çünkü vacip olan şey, hal başına gelen kimsenin
pisliği çok saymasıdır. Bir kişinin çok sayması başkasını ilzam etmez.
Bilâkis bu iş, kalbi kanaat getirenlerin haline göre değişir. Bu mesele
avamın müctehidi taklit etmesi icab eden suretlerden değildir. Bunu Kemal
İbn Hümâm beyan etmiştir».
Ben derim ki:
Lâkin «Hidâye» ve diğer kitablarda bildirildiğine göre büyük göl, bir tarafı
çalkalandığı zaman öbür tarafı hareket etmeyen sudur. «el-Mirâc» nâm eserde
zahir mezhebin bu olduğu kaydedilmektedir. Zeylaî: «Bazıları suyu
çalkalamakla, bazıları da ölçmekle amel edileceğini: söylemişlerdir»
demiştir. Zahir mezhep bunlardan birincisidir. Mütekaddimin ulemanın kavli
de budur. Hatta «el-Bedayî» ve «el-Muhît» nâm kitablarda: «Mutekaddimîn
ulemamızdan gelen rivayet suyu çalkalamakla amel edeceği hususunda ittifak
ettiklerini gösterir» denilmiştir. Çalkalamak, bir anda suyun yükselip
alçalmasıdır. Biraz durduktan sonra alçalması değildir. Hareketin aslı
muteber değildir. Tatarhaniyye'de: «Meşhur kitapların üç imamımızdan
naklettiklerinin bu olduğu bildiriliyor» demiştir. Çalkalamanın yıkanmakla
mı, abdest almak veya elle hareket ettirmek sureti ile mi itibar edileceği
hususunda üç rivayet vardır. Bunların esah olanı ikincisi (yani abdest
almakla itibar edilmesi)dir. Çünkü ortadır. Nitekim «el-Muhit» ve
«el-Havi'l-Kudsî» adlı kitablarda da böyle denilmiştir. Meselenin tamamı
«el-Hilye» ile diğer eserlerdedir.
Şübhesiz ki
hiçbir şeyle takdir etmeksizin sırf galebe-i zann ile suyun öbür tarafa
ulaştığını itibara almak zahire göre çalkalamakla ulaşmaya aykırıdır. Zira
galebe-i zann (kalbin kanaat getirmesi) adamına göre değişir. Suyun bir
tarafını çalkalamak ise hissî bir şeydir; gözle görülür. Bunda değişme
yoktur. Halbuki bu kavillerin ikisi de zahir rivayede üç imamımızdan
nakledilmiştir. Bu hususta söz eden kimse görmedim. Bana öyle geliyor ki,
iki kavlin arası şöyle bulunacaktır: Maksat fiilen çalkalama bulunmadığı
vakit, çalkalanmış olsa öbür tarafa ulaşacağına galebe-i zann hâsıl
olmasıdır. İyi düşünülsün!
«el-Bahr»
sahibi Sadru'ş-Şeria'nın cevabını reddetmiştir. Sadru'ş-Şeria ona on
ebadiyle takdir meselesini bir esasa bina etmiştir. O esas, Peygamber
(s.a.v.)'ın: «Her kim bir kuyu kazarsa, etrafı kırk arşın onundur» hâdis-i
şerifidir. Binaenaleyh kuyunun çevresi her taraftan onar arşın o kimsenin
olur. Kuyunun çevresi dahiline başkasının kuyu kazmasını men eder. Tâ ki su
onun kuyusuna çekilip kendi kuyusunun suyu azalmasın. Pislik sızmasın diye
oraya helâ çukuru kazmasını da men eder. Ama çevrenin dışına kazmaktan men
edemez. Çevre her taraftan onar arşındır. Bu izahattan sonra Sadru'ş-Şeriha:
«Anlaşılıyor ki şeriat, pisliğin sirayet etmemesi hususunda ona on ebadı
itibara almıştır» demiştir. «el-Bahr» sahibi Sadru'ş-Şeria'nın bu izahatını
reddetmiş ve: «Sahih kavle göre çevre her taraftan kırk arşındır. Yerin
kıvamı suyun kıvamından kat kat fazladır. Binaenaleyh sirayet etmemek
hususunda suyu yerle kıyas etmek doğru değildir. Bir de muhtar kavle göre
kuyu ile helâ arasındaki mesafede itimad edilecek şey pisliğin işlemesidir.
Bu ise, yerin sertliğine, gevşekliğine göre değişir» demiştir.
Şârihin
«en-Nehir»den naklettiği sözü «el-Bahr» sahibi de bahis mevzuu etmiş; sonra
onu red ile: «Ulemanın fetvasıyla değil. ancak mezhebin sahih kavli ile amel
edilir» demiştir. Tahtavî'nin beyanına göre «el-Bahr» sahibi haklıdır.
Tahtavî: «Her ikisinin sözlerine vâkıf olunca kat'î surette buna
hükmedersin» demiştir.
Ben derim ki:
Muhakkıklardan Kemal İbn Hümâm ile tilmizi Allame İbn Emîr Hacc'ın
sözlerinin hamledildiği kavil budur. Lâkin bazı hâşiye yazanlar. şeyhülislam
Sâdettin Dirî'nin «el-Kavlü'r-Rakî...» adlı risalesinde metin yazan ulemanın
ona on ebadını seçmelerini hakikat bulduğunu, aksini iddiaedenlere beliğ bir
surette red cevabı verdiğini. doğruyu ifade eden yüz kadar nakil
serdettiğini söylemişdir. Şeyhülislâm, sözünü bir şiirle bitirmiş ve şöyle
demiştir:
«Anlamak
hususunda toy isen,
Kâmil birini
gördüğünde münakaşa etme!
Helâli
görmedinse,
Gözleri ile
gören insanları bari teslim et!»
Şübhesiz ona
on hesabı ile fetva veren «Hidâye» sahibi, Kâdıhân ve diğer tercih sahibi
müteehhîrîn, mezhebimizi bizden iyi bilirler. Bize düşen vazife onlara tâbi
olmaktır.
Şârih
«dörtköşe» tabiriyle ona on ebadından murad yüzölçümü yüz arşın olan havuza
işaret etmiştir. Dörtköşe, üçköşe veya yuvarlak olması fark etmez. Dörtköşe
havuzun dört tarafı onar arşındır. Yüzölçümü ise yüz arşın eder. Yuvarlak ve
üçköşe havuzlar dahi şârihin vasfettiği gibi olurlarsa yüzölçümleri yüzer
arşın eder. Bunlar kare şekline çevrilse ona on ebadında arşın olurlar.
«(es-Sirâc» nâm eserde bildirildiğine göre yuvarlak havuzun çevresi (36)
arşın, kutru (11) bütün beşte bir arşındır. Bunun yüzölçümünü bulmak için
kutrunun yarısı ile çevresinin yarısını birbirine çarpmak gerekir.
«es-Sirac»'ın beyan ettiği bu kavil bu husustaki beş kavlin biridir. «Dürer»
sahibi bunun sahih ve hesap ilmine göre müdellel olduğunu söylemiştir,
şürunbulâli «ez-Zehru'Nadîr» adlı risalesinde delilini de izah etmiş, diğer
dört kavli çürütmüştür.
Üç köşeli
havuzun her kenarı bazılarına göre on beş arşın bir çeyrek, diğer bazılarına
göre on beş bütün, beşte bir arşın olacaktır. Bu suretle onun da yüzölçümü
yüz arşın ederse de bu hesapların ikisi de tam yüz etmez, yüze en yakını on
beş bütün beşte bir olanıdır. Onun için şârih yalnız bununla iktifa etse
daha iyi olurdu. Kirbas arşını pamuklu kumaşları ölçmeye yarayan bir uzunluk
ölçüsüdür. Ne kadar olduğu ileride gelecektir.
TENBİH: Şârih
derinlik hakkında zâhir rivâyede bir takdir bulunmadığına işaret için
derinlik miktarından bahsetmemiştir. Sahih olan budur. «Hidâye» sahibi
derinliğin avuçla su alındığı vakit açılıp dibi görünmeyecek şekilde
olmasını sahih bulmuştur.
«el-Mi'râc»ta
fetvanın buna göre olduğu kaydedilmiştir. «el-Bahr» sahibi ise birinci kavli
daha uygun bulmuştur. Derinlik hususunda muhtelif kaviller vardır. Bazıları
dört parmak, bazıları topuklara kadar olacağını söylemiş, birtakımları bir
karış, daha başkaları bir arşın, hatta iki arşın olacağını bildirmişlerdir.
Uzunluğu olup
genişliği olmayan havuz, eni iki metre, boyu elli metre şeklinde tasavvur
olunabilir. Böyle bir havuzun yüzölçümü yine yüz arşın eder. Böyle bir
havuzdan kolaylık için abdest câiz olmasında, murad; müsta'mel suyun necis
olduğu kavline göredir. Yahud içine necaset düşse de abdest câizdir,
demektir. İki kavilden biri ve muhtar olanı budur. Nitekim Dürer'de
«Uyûnü'l-Mezâhip» ve Zahiriyye'den naklen beyan edilmiştir. «el-Muhît»,
«el-İhtiyâr» ve diğer kitapların sahipleri de bu kavli sahih bulmuşlardır.
Fethü'l-Kadîr sahibi ise diğer kavlı tercih etmiş, Tilmizi Kâsım da onu
sahih kabul etmiştir. Zira suyun çokluğunun delili necasetin öbür tarafa
varmamasıdır. Genişlik itibar edilirse şüphesiz varacaktır. Bunun bir misli
de uzunluğu, genişliğiolmayıp derinliği bulunan havuzdur. Çünkü kullanış
derinlikten değil, satıhtandır. «el-Bahr» sahibi buna cevap vermiş: «Bu
kavil daha güzel ise de ulema halka kolaylık düşünmüş ve bunun da büyük
havuza katılacağını söylemişlerdir. Nitekim «Tecnis» sahibi (Müslümanlara
kolaylık olması için) sözü ile buna işaret etmiştir» demiştir.
Bazıları bu
sözü şöyle ta'lil etmişlerdir: Uzunluk itibara alınırsa havuz pislenmez.
Genişlik itibar edilirse pislenir. Şu halde pislenip pislenmediği şübheli
kaldığından havuz temizdir. Meselenin tamamı Nuh Efendi hâşiyesindedir.
Bununla bu havuz, genişliği olamayıp derinliği bulunan havuzdan ayrılır.
Suyun üst
kısmı on arşın, alt kısmı daha az olursa az kısmına varıncaya kadar o sudan
abdest câiz olur. Yani az kısmına ulaştığında oraya bir necaset düşerse
pislenir. Nitekim «el-Münye»de de böyle denilmiştir. Necaset müsta'mel suyun
necis olduğu kavline göre müsta'mel suya da şamildir. Onun için «el-Bahr»
sahibi «Su azalır da ona on arşından daha aşağı inerse ondan abdest alınmaz:
lâkin ondan avuçla su çıkarılarak dışarısında abdest alınır. Müsta'mel suyun
temiz olduğu rivayetine göre ise mesele küçük havuzlardan abdest alma
meselesi olur. Onlar hakkında evvelce söz etmiştik. Necaset düştükten sonra
havuz tekrar dolarsa necis olarak kalır. Ama kalmaz diyenler de olmuştur.
«el-Hilye»de ikinci vechin anlaşılmadığı kaydedilmiştir. «el-Münye» şerhinde
şöyle deniliyor: Hâsılı su az iken pislenirse bir daha çoğalsa da temiz
olmaz. Pisliğe temas etmezden önce su çoksa necaset düştükten sonra azalsa
bile pis olmaz. Binaenaleyh suyun çokluğu ve azlığına itibar, pisliğe temas
ettiği zamandır. İster pislik suya atılsın, ister su pisliğin üzerine
dökülsün. Muhtar olan budur» demiştir.
«Bunun aksini
farz edersek» yani üst kısmı ona on ebadını doldurmaz da alt kısmı
doldurursa içine necaset düştüğü zaman on arşına ulaşmadıkça abdest câiz
olmaz. On arşına ulaştığında câiz olur. Velev ki üst kısımdaki su miktarca
alt kısımdakinden daha çok olsun. «el-Bahr» da Sirâc-ı Hindî'den naklen bu
kavlin daha münasip olduğu bildirilmiştir.
Ben derim ki:
Galiba ulema burada necâsetin düşmesi halini nazar-ı itibara almamışlardır.
Zira alt kısımdaki su yerinin çokluğu sebebiyle başka bir havuz hükmündedir
ve necaset buraya ilk defa düşmüş olsa zarar etmez. Birinci mesele bunun
gibi değildir. Düşün!
Bunun
hakkında şöyle bir lügaz (bilmece) söylerler: «Çok suyun içine necaset düşer
su pislenir. Sonra su azalırsa temizlenir.»
Şimdi şu
kalır: Birinci meselede havuza necaset düşer de sonra su azalırsa yahud
ikinci meselede havuz dolarsa hükmü nedir? Halebî: «Ben bunun hükmünü
bulamadım.» diyor
Ben derim ki:
Bu şaşacak bir sözdür. Zira biz o havuzun temizliğine hükmettik. Pisleyecek
bir şey de ârız olmadı. Bunun pisliği tevehhüm edilebilir mi? Evet, pislik
görünen necaset olur da havuza kalırsa yahud havuzun üst kısmı kurumadan
dolarsa pislenir. Ama pislik görünmeyen necaset ise yahud görünen necaset
olup çıkarılmışsa veya üst kısmı kuruyarak temizliğine hükmolunduktansonra
dolarsa pislenmez. Çünkü pisliği gerektiren bir şey yoktur. Benim anladığım
budur.
METİN
Büyük havuzun
suyu donar da bir delik açılırsa su buzdan ayrı olduğu takdirde abdest almak
câizdir. Zira buz tavan gibidir. Buza bitişik ise caiz olmaz. Çünkü bu,
tekne gibidir. Hatta delik yerini köpek yalasa pis olur. Ama içine düşer de
ölürse. pis olmaz. Çünkü altına iner.
Sonra muhtar
olan kavil pislenen yerin mücerred akması ile temizlenmesidir. Kuyu ve hamam
havuzu da böyledir.
İZAH
Büyük
havuzdaki suyun yüzü donar da onda on ebadını bulmayan bir delik açılırsa,
buz ayrı, su ondan aşağıda olup çalkalandığı zaman hareket edecek şekilde
bulunursa o sudan abdest akmak câizdir. Fakat su buza bitişik ise caiz
değildir. Nasır ile İskaf'ın kavilleri budur. İbn Mübârek ile Ebu Hafz Kebîr
«Bunda bir beis yoktur» demişlerdir. Bu kavil daha müsamahalı, birinci kavil
daha ihtiyatlıdır. Delinen yer şiddetle çalkalanır da durgun suyun gittiği,
yerine yeni suyun geldiği bilinirse ulema abdest almanın hilâfsız câiz
olduğunu söylemişlerdir. Bunu «Bedâyı'» kaydetmiştir. «el-Hâniyye» de ise;
«Suyu her uzuv daldırdıkça bir defa çalkalarsa câizdir» denilmiştir. Zahire
bakılırsa birinci kavil daha münasiptir. Nitekim Sirâc-ı Hindî'den de
nakletmişdik. Sonra «el-Münye»de fetvanın buna göre olduğunu gördüm.
«el-Hilye»de: «Bu kavil müsta'mel suyun pis olduğuna göredir» denilmiştir.
Köpeğin
yaladığı delik yeri pis olur; fakat altında kalan su temizdir. Bir kimse
başka bir yerden delik açar da su alırsa o su ile abdesti câiz olur.
«Tatarhâniyye»de de böyle denilmiştir.
Köpek içine
düşer de ölürse delik yeri pis olmaz. Çünkü ölüm ekseriyetle dibe çöktükten
sonra olur. Su çok olduğu için deliğin altındaki su da pis olmaz. Lâkin bu
meseleyi köpek düşmesiyle tasvir söz götürür. Zira delik; köpeğin ağzına
burnuna su temas ederek pislenmiştir. Onun için «el-Münye» de mesele koyunun
düşmesiyle tasvir edilmiştir. Şerhinde: «Ölümün dibe çökmeden delikte
meydana geldiği yahud düşen hayvana pislik bulaştığı bilinirse delikteki su
da pis olur» denilmiştir.
Sonra muhtar
kavle göre pislenen yer mücerret akmakla yani bir taraftan girip hemen öbür
taraftan çıkmakla temizlenir. Velev ki çıkan su az olsun. İbn Şıhne diyor
ki: «Çünkü hakikaten akar su olmuştur. Suyun bir kısmının çıkmasıyle
necasetin kalıp kalmadığında şübhe hâsıl olmuştur. Şübhe ile necaset
kalmaz.» Bazıları; havuzdaki su kadar çıkmadıkça, birtakımları da
havuzdakinin üç misli su çıkmadıkça temizlenemeyeceğini söylemişlerdir. Su
havuza girmeksizin, mesela bir delik açılarak çıksa akmış sayılmaz. Suyun
ilk girdiğinde havuzun dolu olması şart değildir. Çünkü havuzdaki su noksan
iken su girer de dolar ve bir kısmı akarsa yine temizlenir. Nitekim pis su
ile dolu iken girdiğinde de öyledir. Bunu «el-Hilye» sahibi tahkik etmiş ve
havuzun temizlendiğine hükmedilmeden çıkan suyun pis olduğunu söylemiştir.
Ben derim ki:
Bu söz son iki kavle göre açıktır. Zira havuzdakinin bir veya üç misli su
çıkmadıkça havuzun temizlendiğine hükmolunamaz. Binaanaleyh çıkan suyun pis
olduğu anlaşılır. Fakat muhtarolan kavle göre mücerred suyun çıkmasıyla
temizlendiğine hükmedilir. Şu halde çıkan su temizdir. Düşün!
Sonra ben
bunu «ez-Zâhihyye» de gördüm. İbaresi şöyledir: «Sahih olan şudur ki,
havuzdakinin bir misli çıkmasa da temiz olur. Bir insan havuzdan çıkan o
sudan alarak onunla abdestlense câizdir», Hamd Allah'a mahsustur.
Lâkin yine
«ez-Zahiriyye» de beyân edildiğine göre pis bir havuz su ile dolar da suyu
kenarlarına taşar ve kenarları kurursa temiz olmaz. Ama temizlendiğini
söyleyenler de vardır. «el-Hulâsa»da: «Muhtar kavle göre havuzdakinin bir
misli çıkmasa da temiz olur. Havuz dolar da kenarından su, akar şekilde
çıkarak ağaçlığa ulaşırsa temiz olur. Ama bir veya iki arşın yayılmakla
temiz olmaz» deniliyor. Teemmül buyurulsun!
Su kuyusu ile
hamam havuzu da mücerred çıkmakla pislikten temizIenirler. Evvelce beyan
ettiğimiz vecihle kuyu ve hamam havuzu hükmünde olan ve avuçlandığında hemen
arkası gelen sular da akmakla temizlenirler.
TENBİH: Acaba
büyük leğen ve tekne gibi şeyler havuz hükmüne girer mi? Bunlarda pis su
bulunur da üzerlerine temiz su akarak etraflarından taşarsa kendileri ve
içlerindeki su temiz olur mu olmaz mı? Zira bunları yıkamak için bir zaruret
yoktur. Ben bu hususta bir müddet çekimser kaldım. Sonra «Hızanetü'l-Fetâvâ»
da gördüm ki; havuzun suyu pislenir de bir kimse ondan tekne ile alarak su
borusunun altına tutar ve teknedeki akarsa o sudan abdest almak caiz
değildir. «ez-Zahîriyye» de havuz meselesinde söyle denilmiştir:
«Su, havuzun
öbür tarafından çıkarsa içindekinin üç misli çıkmadıkça temizlenmez. Nitekim
bazılarına göre tekne de böyledir. Ama sahih kavle göre içindekinin bir
misli çıkmasa bile temizlenir. Anlaşıldığına göre «el-Hizâne»nin sözü sahih
olan hilâfa dayanmaktadır. Bunu, «Bedâyi» sahibinin söyledikleri teyid
etmektedir. «Bedây'ı» sahibi havuzun akması hususundaki üç kavlı
naklettikten sonra aynen şöyle diyor:
«Pislenen
hamam havuzun ve kaplara şâmildir». Bu sözün muktezası, sahih olan kavle
göre kaplar dahi mücerred üzerinden su akmakla temiz olur, demektir.
«Bedâyı'» sahibi bu kavlı şöyle ta'lil etmiştir: «Bu su akar su olmuştur.
Biz onda necaset kaldığını yüzde yüz bilmeyiz». Allah'a hamd olsun ki bu
hüküm açıklığa kavuşmuştur. Şimdi bir şey kalır ki bana sorulmuştur. O da
şudur. Bir kova pislenir de birisi ona su doldurur ve etrafından taşarsa
mücerred bununla temizlenir mi temizlenmez mi? Benim burada anlattıklarımdan
ve geçen meselelerden anladığıma göre temiz olur. Çünkü akıntının bir şey
yardımı ile olması şart değildir.
«Buna örf ve
âdette akmak denilmez» şeklinde bir itirazı da kabul edemeyiz. Zira evvelce
gördük ki, bir adamın ayağının kanı şıraya karışarak aksa şıra pislenmez.
Şârihin ondan sonra bahsettiği küçük havuzdan dere açma ve oluğun bir
tarafına su dökme ilah... meseleleri de böyledir. Ulema bütün bunları akarsu
saymışlardır. Burada da öyledir. Evvelce gördüğümüz vecihle esah olan kavil
sair mayilerin hükmü de su gibi olmasıdır. Hâsılı bu meselenin emsali
çoktur. Aksini iddia edenesarih nakil ile davasını isbat düşer. Yoksa kuru
bir iddia ile: «Böyle olsa idi ulema onu zeytinyağı gibi mayilerin
temizlenmesi bahsinde anlatılırdı» demek meseleyi halletmez. Şu da var ki,
ben bundan sonra Kuhistânî'de bu söylediğime delâlet eden beyanat gördüm.
Orada şöyle deniliyor: «Su ve pekmez gibi mayilerin temizlenmesi ya
üzerlerine kendi cinslerinden bir şey karıştırarak akıtmakla olur nitekim
İmam Muhammed'den rivayet edilen budur yahud su ile karıştırarak akıtmakla
olur. Meselâ yağı çömleğe koyarak üzerine bir misli su döker ve çalkalar.
Biraz durunca yağ suyun üstüne çıkar. Ve çömleği altından delerek suyu
akıtır. Bunu üç defa tekrarlayınca yağ temizlenir. Nitekim «Zâhidî» de beyan
olunmuştur. Bu açıkça gösterir ki mücerred akıtmakla temizlemek caizdir.
Benim âcizane görüşüm budur. Ama her ilim sahibinin üstünde daha âlim
vardır. Burasını yazdıktan sonra «el-Eşbâh» hâşiyesinde Dımaşk Müftüsü
İsmail Hâik'ten alınan şu meseleyi gördüm: İbrikte pis su bulunur da üzerine
temiz su dökülür ve emzikten akıntı sayılacak derecede akar fakat su
değişmezse temizlendiğine hükmolunur.
METİN
Şunu da bil
ki Kuhistânî'de beyan edildiğine göre muhtar olan arşın, kirbas arşındır. Bu
arşın yalnız yedi tutamdan ibarettir. Binaenaleyh velev hükmen olsun ona on
hesabından zamanımızın arşınıyla büyük göl sekize sekiz ebadında olan
göldür. Velev ki hükmen kaydı esah kavle göre uzunluğu olup genişliği
olmayan göle şamil olsun diyedir. Keza derinliği on arşın olan kuyu dahi
esah kavle göre bunun gibidir. Şu halde bu kuyunun suyu ona on ebadını
bulursa pislenmez. Nitekim «el-Münye»de de böyle denilmiştir. O zaman aşağı
yukarı beş parmak miktarındaki derinlik (3312) batman temiz su eder ki, bu
su, takriben uzunluğuna, genişliğine ve derinliğine her yanı iki arşın üç
çeyrek ve yarım parmak olan bir göle sığar. Her arşın (24) parmaktır.
Ben derim ki:
Bu söz itiraz götürür. Çünkü mutemed kavle göre yalnız başına derinliğe
itibar yoktur. Basiretli ol!
İZAH
Muhtar kavle
göre gölün ölçümü kirbas arşınıyla yapılır. «Hidâye» de fetvanın buna göre
olduğu bildirilmiş; «Dürer», «Zahîriyye». «Hulâsa» ve «Hızâne»de bu tercih
edilmiştir. «el-Bahr» sahibi, «Haniyye» ve diğer kitablarda mesâha arşını
ile yapılacağı kaydedildiğini söylemiştir. Mesâha arşını yedi tutam olup her
tutamda bir de dik parmak vardır (yani beş parmaktır). «Muhit» ve «Kâfi»de
her zaman ve mekânın kendi arşını muteber olacağı beyan edilmiştir.
«en-Nehir» sahibi «en münasibi de budur» demiştir.
Ben derim ki:
Lakin «el-Münye» şerhinde bu kavil reddedilmiş: «Bu takdir işinden maksat,
pisliğin ulaşmadığına galebe-i zan hâsıl etmektir. Bu, zaman ve mekâna göre
değişmez» denilmiştir. «el-Bahr» nam eserde bildirildiğine göre birçok
kitablarda kirbas arşınının dörder parmaktan altı tutam olduğu
kaydedilmiştir ki mecmuu «Lailâhe illellâh Muhammedür Rasûlüllâh»
cümlelerindeki harflerin sayısınca (24) parmak eder. «Dik parmak»dan murad
başparmağın kaldırılması (yani onunda hesaba katılması)dır. Bir tutamdan
murad da yan yana dört parmaktır. Bu el arşınına yakındır. Çünkü el arşını
altı tutamdan biraz fazladır ki, iki karış eder.
Şârih «sekize
sekiz» sözünü her halde Kuhistânî'den nakletmiş fakat denememiştir. Doğrusu
sekize on olacaktır.
Bunu izah
edelim: Bir tutam dört parmaktır. Onların zamanında bir arşın sekiz tutam ve
üç parmak olduğuna göre bir arşını (35) parmak demektir. On adedi bu arşınla
sekizle çarpılınca seksen eder. Bu sekseni otuz beşle çarpınca (2800) parmak
eder ki kirbas arşını ile ona on da bu kadar eder. Zira kirbas arşını yedi
tutamdır. Bu hesabtan bir arşın (28) parmaktır. On kere on yüzdür. (28)i
yüzle çarparsak (2800) olur. Fakat şârihin söylediği rakam bu sayıyı
doldurmaz. (Daha açık ifade ile; kare şeklindeki büyük bir havuzun kenarları
onar arşındır. Bunun yüzölçümünü bulmak için iki kenarının uzunluğunun
birbirine çarparız, on kere on yüz eder. Bir arşın (28) parmak olduğuna göre
yüz arşın (2800) parmak eder).
Şârihin
söylediğine göre havuzun kenarları sekize sekizdir. Sekiz kere sekiz
(64)dür. Onların arşını (35) parmaktır. Binaenaleyh (35)i (64) ile çarparız,
(2240) parmak olur ki bu rokam kirbas arşını ile (80) arşın eder. Halbuki
matlup olan yüz olmasıdır. Binaenaleyh doğrusu bizim söylediğimizdir.
Şârihin:
«Aşağı yukarı beş parmak derinlik...» diye başlayarak anlattığı meselenin
hulâsası şudur: Ona on ebadında bir gölün derinliği beş parmak miktarı
olursa içerisi (3312) batman su alır... Halbuki derinliğin miktarı
hakkındaki kavilleri yukarıda görmüştük. Bunların arasında beş parmakla
miktar tayini yoktur. Parmakla miktar tayin edilecekse dört parmakla tayin
daha münasibtir. Zira bu miktar Kuhistanî'den nakledilmiştir. Hem daha
kolaydır. Bu hesaba göre o su uzunluğuna, genişliğine ve derinliğine 2.5
arşın bir parmak ve bir parmağın üçde biri büyüklüğünde dörtköşe bir havuzu
doldurur. Üçköşe olursa uzunluğu ve genişliği 3 5/6 arşın derinliği iki
buçuk arşın 1 1/3 parmak büyüklüğünde; yuvarlak olursa kutru ve derinliği
iki arşın 21 5/6 parmak büyüklüğünde bir havuzu doldurur.
Bu suyun
kulle hesabı ile çekisi on yedi kulle ve bir kullenin beşde birinin üçde
biridir. Bir kulle (büyük küp) Irak ratlı ile (250) ratıldır
(dipnogoster2249). Her ratıl 128 dirhem ve bir dirhemin yedide dördüdür.
Bunun hepsi zamanımızdaki şam ratılı ile (761) ratıl on okıyye (51) dirhem
ve bir dirhemin yedide üçüdür. Her ratıl (720) dirhemdir.
Takriben 460
gramlık ölçü
METİN
Pişirmekle
tabiatı değişmiş çorba ve bakla suyu gibi şeylerle hadesi (abdestsizliği,
cünüblüğü) gidermek caiz olamaz. Suyun tabiatı akmak, Sulamak ve nebat
bitirmektir. Ancak temizlik maksadıyla kaynatılan üşnan ve sabun gibi
şeylerin suyu, berraklığını muhafaza etmek şartıyla kullanılabilir.
Kurbet yani
sevab niyetiyle yahud hadesi gidermek veya bir farzı eda için kullanılan
müsta'mel su, uzuvdan ayrıldı mı bir yerde karar kılmasa bile onunla abdest
ve gusül câiz değildir. Velev ki kurbet niyetiyle birlikte hadesi de
gidersin yahud bu işi yapan mümeyyiz (yani kârı zaran ayıran) sabi
veyaibâdet âdetinden dolayı yapan hayızlı kadın olsun. Yahut su, cenaze
yıkamakta kullanılsa veya yemekten evvel ve sonra sünnet niyetiyle ellerini
yıkamış olsun. Velev ki hadisi giderirken kurbet niyet etmiş olsun. Nitekim
abdestsiz bir kimsenin abdest alması bu kabildendir: velev serinlemek
niyetiyle olsun ama abdestli bir kimse serinlemek veya abdesti öğretmek
niyetiyle yahud elindeki çamurdan dolayı abdest alırsa su bilittifak
müsta'mel olmaz. Nitekim bir uzvu sevab niyet etmeksizin üçden fazla
yıkamak, uyluğunu veya temiz elbisesini yahud eti yenilen hayvanı yıkamak da
böyledir.
Suyun
müsta'mel olması hususunda farzın ıskatı için kullanılması arsıdır. Buna
Kemal b Humâm da tenbihte bulunmuştur. Meselâ abdestsiz veya cünüb bir kimse
yıkanması farz olan uzuvlarından birini yıkar, yahut elini ayağını küpe
daldırır da bununla su çıkarmayı niyet etmezse su müsta'mel olur. Çünkü
bilittifak farz sakıt olmuştur. Velev ki bütün uzuvların yıkanması tamama
ermeden o uzuvdan hades cünublük kalkmış olsun. Abdest ile cünüblük birer
bütündür. Yapılmaları da bozulmaları da mutemed kavle göre parçalanmayı
kabul etmez.
Ben derim ki:
Mazmaza ile istinşaka da şâmil olmak içi/ı buraya «Yahud bir sünneti iskat
için» ibaresini ziyade etmek gerekir, iyi düşün!
Mezhebe göre
uzuvdan ayrılan su bir yerde karar kılmasa bile müsta'mel olur. Bazıları;
«Karar kılarsa müsta'mel olur, güçlük sebebiyle bu kavil tercih edilir»
diyerek bu kavli reddetmiş: «Abdest alan kimsenin mendile ve elbisesine
sıçrayan su, çok bile olsa bilittifak affolunmuştur» demişlerdir.
İZAH
Pişirmek,
suyu bir şeyle karıştırarak kaynatmaktır. Yalnız suyu kaynatmak pişirmek
değildir. Bakla suyu gibi şeyler pişirince berraklığını muhafaza ederse
hadesi gidermekte kullanılmadan caizdir, fakat koyulup bulamaç gibi
olurlarsa câiz değildir. Zira evvelce de «Hidaye»'den naklen gördüğümüz
vecihle artık ona su ismi verilemez.
Abdestin
sünnetleri bahsinde görmüştük ki kurbet, sevab olan bir işi yapmaktır.
Bununla kime yaklaşmak istenildiği bilindikden sonra vakıf ve köle
azalarında olduğu gibi niyete bile hâcet yoktur. «el-Bahr»da «Nikâye»
şerhinden naklen: «Kurbet, kendisine şer'i bir hüküm olan sevab istihkakı
teallûk eden fiildir» deniliyor.
Biri'nin
«el-Eşbâh» şerhinde bildirildiğine göre ulemamız: Ahirette amelin sevabı,
Allah Teâlâ'nın kulunun ameline karşılık olmak üzere vacip kıldığı şeydir»
demişlerdir. Şu halde şârihin kurbeti sevab diye tefsir etmesi, bir şeyi
hükmü ile tefsir ve izahdır ulemanın sözlerinde bunun emsali çoktur.
(Musta'mel
su, kullanılmış su demektir). Malûmun olsun ki müsta'mel su hakkında dört
yerde söz edilecektir.
Birincisi;
sebebi hakkındadır. Musannıf buna «kurbet niyetiyle yahud hadesi gidermek
için» diyerek işaret etmiştir.
İkincisi; ne
zaman sübut bulacağı hususundadır. Buna da «bir yere karar kılarsa» sözü ile
etmiştir.
Üçüncüsü;
sıfatı hakkındadır. Bunu Müsta'mel su, temizdir» sözü ile bayan edecektir.
Dördüncüsü;
hükmü hakkındadır. Bunu da «temizleyici değildir» diye beyan edecektir.
Bir farzı
iskat (yani eda) için kullanılması, suyun müsta'mel olmasının üçüncü
sebebidir. (Birinci sebep kurbet niyeti, ikinci hadesi gidermektir.) Suyun
müsta'mel olmasında esas budur. Suyun kirlendiğine asıl bunun için hüküm
verilmiştir. Fethü'l-Kadîr'de şöyle denilmiştir: «Çünkü şârih tarafından
bildirilmiştir ki, farzı iskat eden âlet ve kendisi ile sevab işlenen şey
kirlenir. Nasıl ki zekât malı farzı iskat etmekle kirlenir, hatta bizzat
kirlerden sayılmıştır. Bizim akıl erdirebildiğimiz cihet sevab ile farz
iskatının da değişmede ikisinin, de tesirli olmalarıdır. Görmüyor musun
nafile sadakada yalnız sevap kazanma vasfı vardır. Ve değişmeye tesir etmiş,
hatta Peygamber (s.a.v.)'e sadaka almak haram olmuştur. Bundan anlıyoruz ki
her birinin şer'i değişmede tesiri vardır».
Ben derim ki:
Bunun muktezası kurbetin de asıl olmasıdır. Hadesi gidermek böyle değildir.
Çünkü o ancak kurbetin veya farzı iskatin yahud her ikisinin zımnında
tahakkuk eder. Bu sebeble ayrı bir fer' olmuştur. Bundan anlaşılır ki
ikisini zikretmek kâfidir. Hadesi gidermeyi söylemeye hacet yoktur. Suyun
müsta'mel olmasına tesir eden yalnız iki asıl vardır. Ve şöyle denilir:
müsta'mel su; kurbet için kullanılan sudur. İster bununla birlikte hadlesi
gidermek veya farzı iskat bulunsun ister bulunmasın. Yahud müsta'mel su; bir
farzı iskat için kullanılan sudur. İster bununla birlikte kurbet niyeti veya
hades gidermek bulunsun, ister bulunmasın. Fettâhu alîm olan Allah'ın
verdiği feyizle benim anladığım budur. Bunu ganimet bil!
Mümeyyiz sabi
niyet ederek abdest alırsa kullandığı su müsta'mel olur. Zâhirine bakılırsa
niyet etmeksizin alırsa su müsta'mel olmaz. Teemmül et!
İbadet
âdetinden dolaylı hayızlı kadının kullandığı abdest suyu da müsta'mel olur.
«en-Nehir» sahibi diyor ki: «Ulema hayızlı kadının abdestte kullandığı suyun
müsta'mel olduğunu söylemişler; çünkü bu kadının her farz namaz için abdest
alması ve namazgâhında farz namazı kılacak kadar oturması müstehabtır: tâ ki
âdetini unutmasın; demişlerdir. Onların söylediklerinin muktezası, bu işin
yalnız farza mahsus olmasıdır. Halbuki âdet edindiği teheccüd veya kuşluk
namazı için abdest alarak namazgâhında otursa kullandığı suyun müsta'mel
olması gerekir. Ben de söylediklerini görmedim ».
Remli ve
diğer ulema «Nehir» sahibinin bu sözlerini tasdik etmişlerdir. Bu sözün
mânâsı açıktır. Onun için şarih onu kat'i söylemiş; «Câmiu'l-Fetâva»ya tâbi
olarak ibadeti mutlak zikretmiştir. «Camiu'l-Fetâva»da, «Namaz vakti hayızlı
kadının abdest alarak mescidinde oturması, ibadet âdetini unutmamak için
namazı edâ edecek miktarda tesbih ve tehlilde bulunması müstehabtır»
denilmiştir.
Cenaze
yıkamakta kullanılan su müsta'meldir. Esah kavil budur. «el-Bahr» sahibinin
beyanına göre İmam Muhammed'in bu suya alelıtlak necasettir, demesi cenaze
ekseriyetle necasetten hâliolmadığı içindir.
Ben derim ki:
Bu söz umumiyetle ulemanın söyledikleri ve «Bedâyî» sahibinin itimad ettiği
«Ölünün necaseti hakikî pisliktir. Çünkü o kanlı hayvandır; necis olması
hükmî necaset, yani abdestsizlik değildir» sözüne binaendir denilebilir. Bu
takdirde İmam Muhammed'in kavlini te'vile hacet yoktur. Bu meseleyi kuyu
faslının başında izah edeceğiz. Cenaze yıkamayı mümeyyiz sabiye atfetmek de
câizdir. O zaman mânâ şöyle olur: Velev ki mümeyyiz sabi cenaze yıkadığı
için abdest almış olsun. Zira cenaze yıkadıktan sonra abdest almak
menduptur. Nitekim evvelce geçmişti.
Yemekten önce
ve sonra el yıkamanın sünnet olduğunu «el-Bahr» sahibi «el-Muhit nâm eserden
alarak kaydetmiştir. «el-Muhit'te»: «Bununla bir kurbet yapmıştır. Zira eli
yıkamak, sünnettir» denilmiştir. «en-Nehir» de: «Buna göre ağız ve burun
yıkamak gibi her sünnette suyun müsta'mel olması gerekir. Ama bunda tereddüt
vardır» deniliyor. Remlî: «Bunda tereddüt yoktur. Hatta bir kimse cünüp
değil iken: sırf temizlik maksadıyla ağız ve burun gibi uzuvlarını yıkasa su
müsta'mel olmaz» demiştir.
Abdestsiz bir
kimse niyet ederek abdest alırsa hem kurbet yapmış hem de hadesi gidermiş
olur. Serinlemek için abdest alırsa yalnız hadesi gidermiş olur. Serinlemek
meselesinde İmam Muhammed'in muhalif olduğu söylenir. Çünkü ona göre su
ancak kurbet niyetiyle kullanılırsa müsta'mel olur. Bu hüküm İmam
Muhammed'in: «Abdestsiz bir kimse kovayı çıkarmak için kuyuya dalsa su temiz
ve temizleyicidir» sözünden alınmıştır. Serahsî diyor ki: «Sahih olan şudur:
İmam Muhammed'e göre hadesi gidermekle su müsta'mel olur. Ancak kuyu
meselesinde olduğu gibi bir zaruret bulunursa o başka». Meselenin tamamı
«el-Bahr»dadır. Başkasına öğretmek için abdest almanın kurbet sayılmadığına
itiraz edilmiş. «Abdesti öğretmek sevabtır. Binaenaleyh bu niyetle alınan
abdestte kullanılan su müsta'mel olur» denilmiştir. Buna «Bahr» «Nehir» ve
diğer kitablarda şöyle cevap verilmiştir: «Kurbet abdestin kendisi değil,
onu öğretmektir. Bu ise abdestten hariç bir iştir. Onun için sözle de
yapılır».
Elindeki
çamur ve kir pas gibi şeyleri yıkamakla hades giderilmiş yahut kurbet
yapılmış olmadığından su müsta'mel sayılmaz. Keza bir kadın peliklerine
insan saçı ekler de yıkarsa su müstamel olmaz. Çünkü kesilen saç insan
bedeni olmaktan çıkmıştır. Fakat bain talakla boşandığı koca sı ölür de onun
başını yıkarsa su müsta'mel olur. Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır.
FAİDE:
Seyyidî Abdülgani'nin beyanına göre abdestsiz bir kimsenin gerek çamurdan
dolayı, gerekse hadesi gidermek için bir uzvu bir defa yıkaması kâfidir.
Fakat necaset evvelce de gördüğümüz vecihle bunun hilâfınadır.
Üçden fazla
yıkana işi birinci abdestten sonra olursa su müsta'meldir. Aynı abdestte
olursa bid'attır. Nitekim yerinde görmüştük. Uyluk abdest uzuvlarından
olmadığı için abdestsiz bir kimsenin onu yıkarken kullandığı su müsta'mel
sayılmaz. Fakat o kimse cünüb ise su müsta'mel olur. Bazıları «Abdestsizlik
bütün bedene sirayet eder. Abdest uzuvlarının yıkanmasıyla onun bütün
bedenden kalkması tahfif içindir» kavlini mülâhaza ederek uyluğun yıkandığı
suyun da müsta'mel olduğunu söylemişlerdir.
Fakat tercih
edilen kavil bunun hilafıdır. Seyyidi Abdülgani'nin ifadesine göre abdest
uzuvlarında murad; sünneti işlemeye niyet şartı ile yıkanması sünnet olan
uzuvlara da şamildir.
Temiz
elbiseden murad; elbise kap-kacak ve yemiş gibi katı şeylerdir. Hayvanı eti
yemlen diye kayıtlamaya hacet yoktur, çünkü eşek ve fare gibilerle yırtıcı
hayvanlar da aynı hükümdedirler. Bunlardan biri suya düşerse ağzı suya
girmedikçe su temiz olmaktan çıkmaz. Bunu da Seyyidi Abdulganî söylemiştir.
«el-Bahr»da da Mübtegâ'dan naklen aynı şey ifade edilmiş; Rahmeti dahi bunun
benzerini söylemiştir. Abdestsiz veya cünüb bir kimse su olmak için değil
de, serinlemek veya çamur ve hamur gibi bir şeyden dolayı elini yıkamak için
küpe daldırırsa su müsta'mel olur. Su almak yahud suya düşen taşı çıkarmak
için daldırırsa zaruretten dolayı su müsta'mel olmaz. «Çünkü bilittifak farz
sâkıt olmuştur» ifadesinden maksat; diğer â'zâyı yıkarken o uzvu
tekrarlamaya lüzum yoktur, demektir. Evvelce görüldüğü vecihle bu ta'lil
İmam A'zam'dan rivayet edilmiştir.
Mutemel kavle
göre parçalanmayı kabul etmez» sözü üzerine Şeyh Kasım «el-Mecma'»
haşiyelerinde şunları söylemiştir: «Hacdes iki mânâda kullanılır. Biri,
taharetsiz helal olmayan şeylerden men eden şer'i mahiyet manâsınadır. Bu
Ebu Hanife ile İmâmeyn arasında hilâfsız parçalanmayı kabul etmez. Diğeri
hükmi necaset mânâsınadır. Bu hem sübût bulması, hem korkması hususunda
hilafsız parçalanmayı kabul eder. Suyun müsta'mel olması, hükmi necaseti
gidermekledir.»
Ben derim ki:
Zâhirine bakılırsa bu parçalanmaktan subut hususunu kastetmiştir Nitekim
cünüplüğe nisbetle abdessizlikle hal böyledir. Çünkü abdestsizlik bedenin
bazı uzuvlarına sirayet eder.
Şeyh
Kâsım'ın; «Birinci mânâya göre hilâfsız parçalanmayı kabul etmez» iddiası
söz götürür. Zira şârih evvelce beyan etmişti ki, sadece eli ağzı yıkamakla
Kur'an okumanın ve Mushaf'a el sürmenin caiz olup olmadığında hilâf vardır.
Düşün!
Şârihin:
«Yahud bir sünneti iskât için ibâresini ziyade etmek gerekir» sözüne şöyle
itiraz olunur: Sünnet ancak niyet edilerek yapılır ve musannıfın «Kürbet
için kullanılan» ifadesine dahildir. Ağız ve burun gibi uzuvları yıkamakla
sırf temizlik kastedilirse bu sefer su müsta'mel olmaz. Nitekim Remlî'den
naklen evvelce görmüştük. Şu halde ortada sünnet diye bir şey yoktur. Sonra
bunu Halebî'nin hâşiyesinde gördüm. Halebi: «Galiba şârih iyi düşün demekle
buna işaret etmiş olacak» diyor.
Belh
ulemasından bir tâifenin kavline göre su düştüğü yerde karar kılıp
oturmadıkça müsta'mel olmaz. Fahrü'l-İslâm ve diğer bazı ulema da bu kavli
tercih etmişlerdir. «el-Hulasa» ile bazı kitaplarda «muhtar olan budur»
denilmiştir. Ancak birinci kavil daha sahihtir. Umumiyetle ulema onunla amel
etmişlerdir.
Hilâfın eseri
şurada kendini gösterir: Müsta'mel su yerinden ayrılarak bir insanın üzerine
düşer deonu akıtırsa ikinci kavle göre sahih, yani zararsızdır; birinci
kavle göre müsta'meldir.
Ben derim ki
: Evvelce görüldüğü vecihle gusülde bütün uzuvlar bir uzuv hükmündedir.
Müsta'mel su bir uzuvdan ayrılarak yıkanan kimsenin başka bir uzvuna düşer
de onu akıtırsa her iki kavle göre de zarar etmez.
İkinci kavli
tercih edenler güçlüğü nazar-ı itibara almışlardır. Çünkü su yalnız yerinden
ayrılmakla müsta'mel olur, denilirse onun pis olduğunu bildiren kavle göre
abdest alan kimsenin elbisesi pislenir. Bunda büyük güçlük vardır.
Gayetü'l-Beyan'da böyle denilmiştir. Fakat mendile ve elbiseye sıçrayan
müsta'mel su bilittifak affedilmiştir. Yani bundan dolayı muaheze
olunmayacaktır. Müsta'mel su pistir, diyenler bile zaruret sebebiyle buna
kail olmuşlardır. Nitekim «Bedâyi» ve diğer kitablarda da beyan olunmuştur.
METİN
Musta'mel su
cünübden bile damlasa temizdir. Zâhir olan budur. Lâkin iğrenç olduğu için
içilmesi ve onunla hamur karılması tenzihen mekruhtur. Pis olduğu rivayetine
göre ise tahrimen mekruh olur. Hükmü, hadesi hatta mutemed ve vücuh kavle
göre pisliği temizlememesidir.
Fer'i bir
mesele : Hadesli bir kimse su ile taharetlenmiş olmak ve üzerinde pislik
bulunmamak şartı ile kova çıkarmak yahut serinlemek için kuyuya dalar da
niyet etmez ve oğunmazsa esah kavle göre o kimse temiz, su ise müsta'meldir.
Çükü suyun müsta'mel olmak için bedenden ayrılması şarttır. Evvelce
görüldüğü vecihle bundan murad, bütün su değil, â'zâsına temas edip ayrılan
sudur.
İZAH
Müsta'mel
suyun temiz olduğunu İmam Muhammed, İmam A'zam'dan rivâyet etmiştir. İmam
A'zam'dan nakledilen meşhur rivâyet budur. Muhakkık ulema bunu tercih etmiş:
«Fetva bunun üzerinedir» demişlerdir. Bu hususta abdestsiz ile cünüb
arasında fark yoktur. «et-Tecnis»de cünüb istisna edilmiştir. Ancak mutlak
hüküm vermek evlâdır. İmam A'zam'dan müsta'mel suyun necaset ve galiz
necaset olduğuna dair rivayetler de vardır. Irak uleması ise hilâfı kabul
etmeyerek bilittifak temiz olduğunu söylemişlerdir. «el-Mücteba» da: «Sahih
rivayete göre imamlarımızın hepsi müsta'mel su temizdir: temizleyici
değildir; demişlerdir. Binaenaleyh onun galiz veya hafif necaset olduğunu
anlatmaya çalışmak faydasızdır» denilmiştir. «El-Bahr» sahibi bu rivayetleri
uzun uzadıya izaha çalışmış; delilin kuvvetine bakarak necis olduğunu
bildiren kavli tercih etmiştir. Zâhir rivayete göre müsta'mel su, cünübden
bile damlasa temizdir. «ez-Zahîre» nam eserde böyle denilmiştir. «Müsta'mel
suyun temiz olması zâhir rivayedir; fetva bunun üzerinedir» diyenlerden
bazıları da «el-Kâfi», «el-Musaffâ» sahipleridir. Nitekim Şeyh İsmâil'in
şerhinde de böyledir.
Müsta'mel
suyun pis olduğu rivayetine göre içilmesi ve onunla hamur karılması tahrimen
mekruhtur. «el-Bahr» sahibi şöyle diyor: «Şüphesiz müsta'mel suyun içilmesi
temiz olduğu rivayetine göredir. Necis olduğunu bildiren rivâyete göre ise
haramdır. Çünkü Teâla Hazretleri: Allah onlara pis şeyleri haram kılmıştır
buyuruyor. Necaset de pis şeylerdendir. Şarih, «Nehir» sahibine tâbi
olmuştur. «Nehir» sahibi keraheti tahrimiyyeye hamlederek «Bahr» sahibini
tasdikeylemiştir. Zira kerahet kelimesi mutlak olarak söylenirse kerahet-i
tahrimiyyeye hamledilir».
Ben derim ki:
Bunu teyid eden bir cihet de müsta'mel suya necis denilse bile pisliğinin
kat'î olmamasıdır. Onun içindir ki ulema eşek eti ve benzerleri hakkında
mekruh tabirini kullanmışlardır.
Fer'i bir
mesele: Suya necaset düşerse vasfı değişdiği takdirde ondan hiçbir suretle
faydalanmak câiz değildir. Vasfı değişmemişse tarla ve hayvan sulamak gibi
şeylerde faydalanmak caizdir. Bu meseleyi «Bahr» sahibi «el-Hulâsa» dan
nakletmiştir.
Mutemed ve
müraccah kavle göre müsta'mel suyun hükmü hadesi, yani hükmî necaseti
temizlenmediği gibi hakikî necaseti de temizlememektir. Halbuki hakikî
necaset, mâ-i mutlaktan başka mayilerle de temizlenir. Buna İmam Muhammed
muhaliftir.
Metindeki
fer'î meseleye «Kenz» ve diğer kitablarda: «Kuyu meselesi C.H.T.'dir»
denilmiştir. («C.H.T.» bir kısaltmadır.) C harfi ile necistir, cümlesine
işaret edilmiştir. Bundan maksat İmam A'zam'ın: «Adam da, su da necistir»
kavlidir. H ile İmam Ebu Yûsuf'un: «Adam da su da halleri üzredir» sözüne
işaret edilmiştir (Halleri üzere olunca adam pis, su temiz demektir). T ile
İmam Muhammed'in: «Adam da su da tâhir (yani temiz)dir» sözüne işaret
edilmiştir. Bundan sonra birinci kavle göre adamın pis sayılması hususundaki
sahih kavil hakkında ihtilâf edilmiştir; bazıları cünüblükten dolayı pis
sayıldığını, binaenaleyh Kur'an okuyamayacağını söylemiş; birtakımları
müsta'mel su pis olduğu için adamın da pis sayıldığını, ağzını yıkarsa
Kur'an okuyabileceğini bildirmişlerdir: «el-Hâniyye» sahibi bu kavli daha
münasib bulmuştur.
Ben derim ki:
Birinci kavlin esası, bazı hususlardan suya temas eder etmez yıkama farzı
sâkıt olmakla vücudu tamamen dalmadan suyun pislenmesi, ikincisinin esası
cünüblükten çıktıktan sonra pislenmesidir. Nitekim «el-Bahr» sahibi
«el-Haniyye»den ve «Hidaye» şerhlerinden naklen aynı şeyi söylemiştir.
Birinci kavle göre suyun da pis olması icap eder. İmam Ebu Yûsuf'un kavli,
cünüblükten çıkmak için akmayan sudan dökünmenin şart olması esasına, İmam
Muhammed'in kavli ise şart olmaması esasına mebnidir ve zaruretten dolayı su
da müsta'mel olmamıştır. «el-Bahr» sahibi ve başkaları bu meseleyi böyle
izah etmişlerdir.
Kuyuya dalan
hadesli kimseden murad, abdestsiz veya cünüb kimselerle hayız ve nifasları
kesilen kadınlardır. Böyle kadınlar kanları kesilmeden kuyuya dalar da
üzerlerinde necaset bulunmazsa, serinlemek için suya giren temiz erkek
gibidirler. Zira henüz hayız veya nifasdan çıkmış değillerdir. Binaenaleyh
su da müsta'mel olmaz. Bu meseleyi «el-Bahr» sahihi «el-Haniyye» ile
«el-Hulâsa »dan nakletmiştir. Tamamı «Halebî»'dedir.
Kuyudan
maksad, ona on ebadında olmayan ve akmayan kuyudur Şârihin böyle bir kuyuya
dalan kimseyi kova çıkarmakla kayıdlaması, yıkanmak niyetiyle girmiş olsa
bilittifak su müsta'mel olacağı içindir. «en-Nehir»de: «Bu ittifak imam
A'zam'la İmam Muhammed arasındadır. Çünkü Ebu Yûsuf'a göre suyu dökünmek
şarttır» deniliyor.
Ben derim ki:
Anlaşıldığına göre Ebu Yûsuf'un dökünmeyi şart koşması yıkanmaya
niyetbulunmadığı zamandır. Dökünmek, niyet yerini tutar. Nitekim şârih
oğunmanın da niyet yerine geçtiğini sarahaten bildiriyor. Tedebbür eyle!
Şârih
serinlemeyi «Bahr» ve «Nehir» sahiblerine uyarak zikretmiştir. Bu söz İmam
Muhammed'den rivayet edilen bir söylentiye dayanır. Güya İmam Muhammed: «Su
ancak kurbet niyetiyle kullanılırsa müsta'mel olur» demiş. Halbuki az
yukarıda gördük, bu söz İmam Muhammed'in sahih kavline aykırıdır. Kuyu
meselesinde ona göre suyun müsta'mel olmaması zarurete binaendir.
Serinlemekte bir zaruret yoktur. Onun için «Hidâye» de serinlemekten
bahsedilmemiş, sadece; «Kova çıkarmak için dalarsa» denilmekle
yetinilmiştir.
Kuyuya dalan
kimsenin «su ile taharetlenmiş» olmakla kayıtlanması, taşlarla
taharetlenmişse bütün su bilittifak pisleneceği içindir. Bunu «en-Nehir»
sahibi söylemiştir.
Aynı söz
«Bezzâziye»de dahi mevcuttur.
Ben derim ki:
İttifak dâvası söz götürür. Çünkü «Tatarhâniyye» sahibi pislenip
pislenmemesi hususunda sahih kavlin ne olduğunda ihtilâf olunduğunu
nakletmiştir. Yani bu ihtilâf; taş pisliği hafifletir mi, temizler mi
esasına dayanır. Fethü'l-Kadîr sahibi temizlediğini tercih etmiştir. Evet,
ekseri kitaplarda hafiflettiği tercih edilmiştir. Bu husustaki sözün tamamı
inşallah istinca babında gelecektir.
Kuyuya dalan
kimse yıkanmayı niyet ederse bilittifak su müsta'mel olur. Yalnız İmam
Züfer'in kavline göre müsta'mel olmaz. Bunu «Sirâc» kaydetmiştir ki,
yukarıda söylediğimiz vecihle Ebu Yûsuf'a göre de müsta'mel olduğunu teyit
eder. «Niyet etmezse» ifâdesinden maksat, suya daldıktan sonra niyet etmezse
demektir. «Oğunmaz» dediğine bakılırsa, kova çıkarmak için iner de suda
oğunursa su bilittifak müsta'mel olur. Zira oğunmak o kimsenin fiilidir ve
niyet yerini tutar, yıkanmak için inmiş gibi olur. Bunu «Bahr» ve «Nehir»
sahipleri kaydetmişlerdir. Âgâh ol!
«el-Münyetü's-Sagîr» şerhinde oğunmak kiri gidermek niyetiyle olmamakla
kayıtlanmıştır. Metinde bahsedilen esah kavil yukarıda «C.H.T.»
kısaltmasiyle ifade ettiğimiz üç kavilden başkadır. «Hidâye» sahibi onu İmam
A'zam'dan ayrıca bir rivayet olmak üzere nakletmiştir. «el-Bahr»da şöyle
deniliyor:
«Ebu
Hanife'den bir rivâyete göre adam temizdir. Çünkü uzuvdan ayrılmadan suya
müsta'mel hükmü verilemez». Zeylaî, Hindî ve başkaları «Hidâyet; sahibine
uyarak bu rivayetin kıyasa en uygun olduğunu söylemişlerdir. «Fethü'l-Kadîr»
de ve «Mecma» şerhinde sahih kabul edilen rivayetin bu olduğu
bildirilmiştir.
«el-Bahr»da:
«Bundan anlaşıldı ki, bu meselede muhtar olan mezhep, adamın temiz, suyun da
temiz, fakat temizleyici olmadığıdır. Adamın temiz olması rivayetin sahih
kabul edildiğini anladık. Müsta'mel suyun temizliği de sahih rivayete göre
öyledir» denilmiştir.
«Hile»de dahi
buna benzer izahat vardır ve bununla anlaşılır ki bu kavil İmam Muhammed'in
değildir. Çünkü ona göre zaruretten dolayı su müsta'mel olmaz. Nitekim
yukarıda geçti.
İmam A'zam'a
gelince: O burada zarureti nazarı itibara almış değil. Yukarıda izah
edildiği vecihlesuyun müsta'mel olduğuna farzın iskatı ile hükmetmişler.
Zarurete itibar etse idi kısaltma ile ifade edilen hilâf sahih olmazdı.
Evet, «el-Bahr»da «Cürcânî'nin hilâfı inkâr ettiği, çünkü bu bâbta nâss
bulunmadığı, suyu avuçla aldığında zaruretten dolayı nasıl bilittifak
müsta'mel olmazsa burada da müsta'mel olmadığı kaydedilmiştir» denilmiştir.
Ben derim ki:
bu izahat mezhemizin kitablarında meşhur olan beyanata aykırıdır. Onlarda
hilâfın sâbit olduğu ve zarureti yalnız İmam Muhammed'in itibara aldığı
bildiriliyor. Her halde diğer imamların onu nazarı itibara almaması, suya
dalma ihtiyacı nadir vukubulduğu içindir. Avuçla su alma ihtiyacı böyle
değildir. Anla!
Şârihin
«Evvelce görüldüğü vecihle bundan murad bütün su değil, â'zâsına temas edip
ayrılan sudur.» ifâdesini «Hilye», «Bahr» ve «Nehir» sahipleri de tasrih
etmişlerdir. Fakat Allâme Makdisi «Kenz» şerhinde bunu «pek uzak bir te'vil»
diyerek reddetmiştir. «Evvelce görüldüğü vecihle» sözü ile şârih «Dışarıdan
konulan su ile bedene temas eden su arasında fark yoktur» meselesine işaret
ediyor. Bu, küçük havuzlar meselesidir ki müteehhirîn ulema arasında ne
kadar büyük münakaşalara yol açtığını gördüm.
M E T İ N :
Domuzla insan
derisinden maada debagatlanan her deri ve debagata tahammülü olup da -velev
güneşle olsun- dibagatlanan her şey temiz olur. Böyle bir şey ile namaz
kılınır ve ondan abdest alınır. Dibagata tahammülü olmayan şey ise
dibagatlanmakla temizlenmez. Binaenaleyh küçük yılan ve fare derisi de
debagatla temizlenmez. Küçük yılan derisinin debagat kabul etmeyeceğini
Zeylaî söylemiştir. Fakat yılanın gömleği temizdir. Fare derisi kesmekle de
temiz olmaz. Çünkü kesmek ve debagat, bunlara tahammül ile kayıtlıdır. Domuz
derisi debagatla temizlenmez. Musannıfın onu insandan önce zikretmesi, makam
ihanet ve tahkir makamı olduğu içindir.
İnsan derisi,
şerefinden dolayı debagatlanmaz. Debagatlansa kullanılması haram olmakla
beraber temizlenir. Hatta insan kemiği unla öğütülse esah kavle göre hürmet
için yenilmez. Musannıfın sözü köpek derisinin dibagatla temizleneceğini
ifade etmektedir. Bazıları: «Mutemed olan da budur» demişlerdir.
İZAH
Eti yenilsin
yenilmesin hayvan derisinin dibâgatlanmadan önce Arabça'da ismi ihab'dır.
Dibagatlandıktan sonra edim, sarm ve cırab adı verilir. Musannıf dibagat
meselesini sular bahsinde istidrat (yeri gelmişken) kabilinden zikretmiştir.
Yoksa münasibi, ondan necasetlerin temizlenmesi babında bahsetmekti.
«en-Nehir» ve diğer kitablarda bildirildiği vecihle bunu ya deri
dibagatlandıktan sonra su kabı olarak kullanmaya elverişli olduğu için
yapmıştır ki, şârih «ondan abdest alınır» sözü ile buna işaret etmiştir;
yahut Kuhistânî'nin dediği gibi dibagat bazı yerlerde temizleyici olduğundan
veyahud dibagat «İçine dibagatlı deri düşen kaptan abdest almak câizdir»
sözü kuvvetinde olduğundan böyle yapmıştır. Nitekim İsam hâşiyelerinden
böyle nakledilmiştir.
Mesane; sidik
yeridir. İşkembe, geviş getiren hayvanların midesidir. Bağırsaklar dahi
işkembe gibidir. «el-Bahr»'da «Tecnîs»den naklen şöyle deniliyor: «Bir kimse
koyunun bağırsaklarını işler debunlar üzerinde iken namaz kılarsa câizdir.
Çünkü bunlardan kiriş yapılır, bu ise dibagat gibidir. Keza mesaneyi
dibagatlar da içine süt koyarsa câiz olur. İşlenebilirse işkembe de öyledir.
İmam Ebu Yûsuf «el-İmlâ» adlı eserinde bunun temizlenmediğini, zira et gibi
olduğunu söylemiştir.
«Her şey»
tabirinin evlâ görülmesi, hüküm yalnız deriye mahsus olmadığı içindir.
Dibag
(tabaklamak) bozulup kokmayı önleyen şeydir ki, hakiki ve hükmî olmak üzere
iki nevidir. Hakikîsi şes, mazı ve karaz yaprağı gibi şeylerdir.
Hükmîsi
topraklamak, güneşletmek ve rüzgâra tutmak gişi şeylerdir. Zeylaî'nin
beyanına göre deri kurur da kazınmazsa temizlenmez.
Şârih; «Velev
güneşle olsun» yani «güneş ve emsali hükmî tabakla» diyerek İmam şâfiî'nin
muhalif olduğuna. bir de sair hükümlerde dibagatın iki nevi arasında hiçbir
fark olmadığına işaret etmiştir. «El-Bahr» sahibi: Yalnız bir hüküm
müstesna! Hakikî dibagdan sonra deriye su isabet ederse bütün rivayetlerin
ittifakı ile o deri tekrar necis olmaz. Fakat hükmi dibagattan sonra deri
ıslanırsa bu hususta iki rivayet vardır» demiştir. Kuhistânî'nin
Muzmerât'tan nakline göre esah kavil necis olmamasıdır.
«Muhtaratü'n-Nevâzıl» sahibi hilâfın su ile yıkamadan hükmî dibagatla surete
mahsus olduğunu, yıkandıktan sonra yapılırsa bir daha bilittifak necis
olmadığını kaydetmiştir.
Şârihin:
«Böyle bir şeyle namaz kılınır» sözü derinin içine ve dışına şâmildir. Çünkü
sahih hadîsler mutlaktır. İmam Malik buna muhaliftir. Lâkin deri, eti
yenilen hayvanın derisi ise, yenilmesi helâl değildir. Sahih olan budur.
Zira Teâlâ Hazretleri: «Size lâşe yemek haram kılındı» buyuruyor. Bu da
lâşeden bir cüzdür. Peygamber (s.a.v.) Meymune (r.a.)'nın koyunu hakkında:
«Ölü hayvanın yalnız yenilmesi haram kılınmıştır» buyurmuş, aynı zamanda
deriyi dibaglamalarını ve ondan faydalanmalarını emretmiştir. Ama eti
yenilmeyen hayvanın derisi olursa yenilmesi bilicmâ câiz olmaz. Çünkü onun
dibagatı kesilmesinden daha kuvvetli değildir. Kesmek. ona mubah kılamazsa
dibagatı da mubah kılamaz. Bunu «el-Bahr» sahibi «Sirâc»dan nakletmiştir.
Küçük yılan
derisinden maksat; kanı olan yılandır. Kanı olmayan yılan temizdir. Zira
evvelce gördük ki böyle bir yılan suda ölürse suyu ifsad etmez. Bunu Halebî
ifâde etmiştir. Zâhirine bakılırsa yılan büyük de olsa gömleği temizdir.
Rahmetî:
«Çünkü ona hayat işlemez, o kıl ve kemik gibidir» demiştir.
Ulemadan
bazıları: «Dibagatla temizlenmemek hususunda insan derisi de domuz derisi
gibidir. Çünkü her ikisinin derileri kat kat olduğundan dibagat kabul etmez.
Binaenaleyh buradaki istisna munkatı'dır» demiş; birtakımları insan
derisinin dibagatla temizlendiğini, lâkin diğer cüzleri gibi ondan da
faydalanmanın câiz olmadığını söylemişlerdir. Nitekim «el-Gaye»'de nassan
beyan edilmiştir. O halde istisna sahih değildir. Fakat bunlara şöyle cevap
verilmiştir: Temizlenir demek, kullanması câiz olur demektir. Burada mecazın
alakası söylenildiği gibi lüzum değil, sebebiyet müsebbebiyettir. Zira
bilirsin ki temiz olmasından faydalanılmasının câiz olması lâzım gelmez.
Ancak her ikisinden faydalanmanın câiz olmasının illeti değişiktir. Domuzda
illet temiz olmaması, insanda ise kıymet ve şerefidir. Nitekim şârih buna
işaret etmiştir. «en-Nehir» sahibi: «Bunda hakiki mânâdan ayrılmak olsa da
yine evlâdır» demiş; bu sözü ile; çünkü mezhepte nakledilen rivâyete uyuyor
demek istemiştir. Evet, domuz derisi dibagatla temiz olmaz. Çünkü ölü olsun,
diri olsun domuzun aynı, yani bütün cüzleri ile zatı necistir. Onu pisliği
başka hayvanlar gibi kanlı olmasından değildir. Bundan dolayıdır ki
ulemamızdan nakledilen zâhir rivâyete göre o temizlenmeyi kabul etmez. Ancak
İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre kabul eder. Bu rivayeti «el-Münye»
sahibi kaydetmiştir.
Musannıfın
domuzu insandan önce zikretmesi ihanet ve tahkir içindir. Gerçi bir şeyi
başkalarından önce zikretmek, onun ötekilerden daha fazla olan şan ve
şerefine ihtimam içindir. Lâkin bu hareket ihanet yerinde değil, ikram
yerindedir. İhanet yerinde şerefli olan sona bırakılır. Nitekim Teâlâ
Hazretleri'nin: «Yıldızperestlerin tapınakları yerle yüz edilirdi» âyet-i
kerimesinde böyle olmuştur. Çünkü yıkmak bir ihanettir. Onun içın evvelâ
yıldızperestlerin tapınaklarını veya rahiplerin manastırlarını,
Hıristiyanların kiliselerini ve Yahudilerin havralarını zikretmiş;
Müslümanların mescidlerini şereflerinden dolayı sona bırakmıştır. Buradaki
temiz olmamak hükmü de bir ihanettir.
Musannıfın
sözü köpek derisinin dibagatla temizleneceğini ifade etmektedir. Çünkü
mutlak olan deriden yalnız domuzla insan derisini istisnâ etmiştir. Bazıları
köpeğin aynı necis olmadığına bakarak mutemed olan kavil budur, demişlerdir.
Az sonra görüleceği üzere sahih kabul edilen iki kavlin esah olanı budur.
Fil'e
gelince: Onun hükmü de köpek gibidir. Nitekim Şeyhayn'ın kavli budur. Esah
olan da budur. İmam Muhammed buna muhaliftir. Beyhakî'nin rivayetine göre
Peygamber (s.a.v.) fil dişinden yapılma bir tarakla taranırmış. Cevherî ve
diğer lügat uleması bunu fil kemiğinden yapılma diye tefsir etmişlerdir.
«Fethü'l-Kadîr»de: «Bu hadîs İmam Muhammed'in filin aynı necistir, sözünü
iptal eder» deniliyor.
METİN
Dibagatla
temizlenen her şey yani her deri zahir mezhebe göre kesmekle de temizlenir.
Ama eti yenilmeyen hayvansa ekseriyetin kavline göre eti temizlenmez.
Kendisi ile fetva verilen en sahih kavil budur. Velev ki «el-Feyz» sahibi
temizliğine kail olmuş bulunsun. Acaba derisinin temizlenmesi için şeriata
uygun olarak kesilmesi şart mıdır? Meselâ ehil bir kimse tarafından
mahallinde besmele ile mi kesilmeli? Bazıları buna evet, bazıları da hayır
cevabını vermişlerdir. Birinci kavil daha makbuldür. Zira Mecûsî'nin kesmesi
ile kasten Besmele'yi terk edenin kesmesi hiç kesmemek gibidir. Velev ki
ikinci kavil sahih kabul edilmiş olsun! İkinci kavlin sahih olduğunu Zâhidî
«el-Kınye» ve el-Müctebâ'da beyan etmiştir. «el-Bahr»da da bu kabul
edilmiştir.
FER'İ BİR
MESELE : Sincap gibi küffar diyarından ihraç edilen bir derinin temiz bir
şeyle dibağlandığı bilinirse temizdir. Pis bir şeyle dibaglandığı bilinirse
pistir. Şübhe edilirse efdal olan onu yıkamaktır.
İZAH
Kesmeye ve
dibagata tahammülü olmayan (bunları götürmeyen) fare gibi bir hayvanın
derisi kesmekle temizlenmez. Bir kimse, üzerinde bir dirhemden fazla
kesilmiş yılan derisi olduğu halde namaz kılsa namazı caiz değildir. Nitekim
«Muhît», «Haniyye». «Valvalciyye» gibi eserlerde de böyle denilmiştir.
«Hulâsa» sahibinin: «Kesilen yılan, fare ve artığı pis sayılmayan herhangi
bir hayvanın eti ile namaz kılmak câizdir» sözü müşküldür. «Fethü'l-Kadîr»de
dahi bahis mevzuu edilmiştir. Tamamı «el-Hılye»dedir.
Ben derim ki:
Buna göre bir kimsenin üzerinde tiryak (panzehir) bulunur da içinde kesilen
yılan eti bulunursa, bir dirhemden fazla olduğu takdirde namazı câiz olmaz.
«Vehbâniyye»de bunun yenilmeyeceği açıklanmıştır. Agâh ol!
Bundan domuz
hariçtir. Çünkü o dibagatla temizlenmez. Binaenaleyh kesmekle de temiz
olmaz. Zâhire bakılırsa insan da böyledir. Velev ki dibagatla derisinin
temizlendiğine hükmetmiş olalım. İnsan şehadet getirdiği sübut bulmaksızın
kesilmiş olsa, sonra yıkanmadan az bir suya düşse o suyu ifsad eder. Ama
bunu sarahaten söyleyen görmedim. Evet «Gurerü'l-Efkâr» adlı eserin av
bahsinde: «İnsanla domuzun derilerine dibagat nasıl tesir etmezse, kesmek de
tesir etmez» denildiğini gördüm. Düşün!
Dibagatla
temizlenen her deri zahir mezhebe göre kesmekle de temizlenirse de bazıları
«Kesilmekle derisi temizlenen hayvanlar yalnız artığı pis sayılmayan
hayvanlardır» demişlerdir.
Şârihin:
«Kendisi ile fetva verilen en sahih kavil budur» sözü mukâbilinin de sahih
kabul edildiğini gösterir. Gerçekten onu «Hidâye», «Tühfe» ve «Bedâyi»
sahipleri sahih kabul etmiş; musannıf dahi kesilen hayvanlar bahsinde «Kenz»
ve «Dürer» sahipleri gibi onu tercih etmiştir. «el-Mi'râc»da mezkûr kavlin
muhakkık ulemanın kavli olduğu bildirilmiştir. Şârihin söylediği,
«Mevâhibu'r-Rahman» nam eserin ibaresidir. Bu eserin «El-Burhân» adlı
şerhinde: «Kesmek bu hayvanın derisini temizler demek câizdir. Çünkü
derisinin içinde ve üzerinde namaz kılmaya, sıcaktan soğuktan korunmak için
giymeye ve avret yerini onunla örtmeye ihtiyaç vardır. Etini temizler, demek
câiz değildir. Zira temizliğinden maksat olan etini yemek helâl değildir»
denilmiştir. Meselenin tamamı «Nuh» hâşiyesindedir.
Hâsılı
hayvan, eti yenen hayvanlardansa kesmek, onun hem derisini hem etini
temizler. Eti yenenlerden değilse aynı necis olduğu takdirde hiçbir şeyini
temizlemez. Aynı necis değilse derisi dibagat taşımadığı takdirde hüküm yine
budur. Çünkü bu takdirde hayvanın derisi eti mesabesinde olur. Derisi
dibagata tahammül ederse yalnız derisi temizlenir. Bu zikredilenler arasında
insan, domuz gibidir. (Ama bu hüküm) ona ta'zim içindir.
Hayvan
kesmeye ehil olmaktan maksat, kesenin müslüman olması, ihramlı bulunmaması,
yahut hıristiyan veya yahudi gibi kitap ehlinden bulunmasıdır.
Mahallinden
murad da; hayvanın çenesi ile gırtlağının arasıdır. İhtiyarî olarak hayvan
böyle kesilir. Zâhire bakılırsa zarurî kesmenin hükmü de böyledir. Zarurî
kesiş hayvanı rasgele bir yerindenkesmektir. Besmele de hakiki ve hükmî
Besmele'ye şâmildir. Besmele'yi unutmak, hükmen Besmele sayılır.
Musannıfın
«Velev ki ikinci kavil sahih kabul edilmiş olsun» sözü, birinci kavil sahih
kabul edilmemiş vehmini doğuruyor. Halbuki «el-Kınye» sahibi her iki kavlin
sahih kabul edildiğini nakletmiştir. «el-Bahr» sahibi, «Mi'rac»da
«el-Mücteba» ve «el-Kınye»den ikinci kavlin sahih kabul edildiği
«naklolunmuştur» ibaresi bulunduğunu söyledikten sonra; ««el-Kınye» sahibi,
«el-Müctebâ»nın da sahibidir. Bu zat ilmi ve fıkhı ile meşhur İmam
Zâhidî'dir. Mezkûr ikinci kavlin esah olduğuna delil «el-Nihâye» sahibinin
şeriata uygun kesilmesi şartını (temriz sigası ile yani) «denilmiştir»
sigası ile söyleyerek «el-Hâniye»ye nisbet etmesidir» demiştir.
İşlenmiş
sincap derisinin pis olduğu bilinirse o deri yıkanmadıkça içinde namaz
kılmak câiz değildir. Pisliğinde şüphe edilirse yıkanması efdal olur. Çünkü
şüphe yerinde güçlüğe müeddi olmamak şartı ile mevsuk olanla amel etmek
efdaldir. Bundan dolayı ulema zimmîlerin yani müslüman memleketine tâbi
gayri müslimlerin) elbiselerini giymekte ve onlarla namaz kılmakta beis
olmadığını söylemişlerdir. Bundan yalnız don ve gömlek müstesnadır. Bunlar
hades yerlerine yakın olduğu için içlerinde namaz kılmak mekruhtur. Ama
caizdir. Zira asıl olan temizliktir. Bir de müslümanlar ganimet elbiselerini
yıkamadan onlarla namaz kılagelmişlerdir. Bahsin tamamı «el-Hilye» dedir.
«el-Kınye» de
beyan edildiğine göre memleketimizde dibaglanan deriler, kesildikleri yer
yıkanmadığı ve dibaglanırken pislikten korunmadıkları, bilakis pis yere
bırakıldıkları ve dibagat bittikten sonra dahi yıkanmadıkları halde
temizdirler. Onlardan mest, tozluk, kitap kılıfı, tarak, dağarcık ve su
tulumu yapmak câizdir. Yaş ve kuru olmaları fark etmez.
Ben derim ki:
Bittabi bu, pisliği bilinmediği yalnız şübhe edildiği zaman câizdir.
M E T İ N :
Mezhebe göre
domuzdan maadâ bütün ölü hayvanların kılı, kemiği meşhur kavle göre siniri,
tırnağı ve yağlı kirden hâli olan boynuzu, insanın yolunmadık saç ve kemiği,
mezhebe göre mutlak surette dişleri ve balığın kanı temizdir. Keza hayat
girmeyen uzuvları hatta tercih edilen kavle göre maya ve sütü de temizdir.
İnsan kulağının temiz olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. «Bedâyi»de necis
olduğu. «el-Hâniyye»de ise temiz olduğu kaydedilmektedir.
«el-Eşbâh»da:
«Diriden ayrılan uzuv onun ölüsü gibidir. Ancak sahibi hakkında temizdir.
Velev ki çok olsun» denilmiştir. Az suya insan derisinden tırnak kadar bir
parça düşmekle su bozulur, fakat tırnak düşmekle bozulmaz.
İ Z A H:
«Mezhebe
göre» sözünden murad; İmam Ebu Yûsuf'un kavlidir ki zâhir rivayettir. Bu
rivayet domuz kılının necis olduğunu ifade eder. «Bedâyi»de bu kavil sahih
kabul edilmiş, «el-İhtiyar»da da tercih olunmuştur. Bir kimse üzerinde bir
dirhemden fazla domuz kılı olduğu halde namazı câiz olmaz. Az suya domuz
kılı düşse suyu pisler. İmam Muhammed'e göre pislemez. Bunu «el-Bahr» sahibi
söylemiştir. «Dürer» de bildirildiğine göre İmam Muhammed domuz kılının
temiz olduğunazaruretten dolayı kail olmuştur. Çünkü dikicilerin onu
kullanmaya ihtiyaçları vardır. Allâme Makdisî: «Bizim zamanımızda buna
ihtiyaçları kalmamıştır. Binaenaleyh temizliğine hüküm vermeye sebeb olan
zaruret ortadan kalktığı için kullanılması câiz değildir» demiştir.
Sinir
hakkında şârihin «meşhur kavle göre» tabirini kullanması bu babta iki
rivayet olduğu içindir. Bu rivayetlerden biri onun temiz olduğunu, çünkü
kemik sayıldığını, diğeri pis olduğunu, zira sinirde his ve hayat
bulunduğunu ifade etmektedir. «Sirac» sahibi ikinci rivayeti sahih kabul
etmiştir.
Yağlı kirden
hâlı olmak kıl, kemik vesairenin hepsine şamildir. İnsanın yolunmuş yağlı
saçı bundan hariçtir. Ölü hayvanın kılı temizdir. Bu babtaki Hazreti Meymune
hadîsini az yukarıda görmüştük. Mezkûr hadîsin bir rivâyetinde: « Bunun
ancak eti haramdır» buyurulmuştur ki etinden başka bir şeyinin haram
olmadığını gösterir. Bu hükme, saydığımız cüzler de dahildir. «el-Bahr» ve
diğer kitablarda bu hususa dair açık hadîsler vardır. Bir de hayvan ölmezden
önce kıllarının temiz olduğu malûmdur. Öldükten sonra da hüküm budur. Çünkü
kılda hayat yoktur.
Maya: Süt
emen oğlağın karnından çıkan sarı bir maddedir. Bunu peynir yapmakta
kullanırlar. Oğlak sütten kesilip yemeye başlayınca maya işkembe olur. Bu
husustaki tercih edilen söz İmam A'zam'ındır. Ama: ben bunun tercih
edildiğini görmedim. İhtimal şârih onu «Mültekâ» sahibinin tertibinden almış
olacaktır. «Mültekâ» sahibi İmam A'zam'ın kavlini önce, İmameyn'in kavlini
sonra zikretmiştir. Onun âdeti budur. Hangi kavli tercih ederse onu evvela
zikreder. Mülteka sahibinin şerhi ile birlikte ibaresi şöyledir: «Ölü
hayvanın mayası mayi bile olsa temizdir. Sütü de öyle, yani kesilmiş hayvan
sütü gibidir». İmameyn buna muhaliftir. Çünkü onlara göre maya ve süt,
bulundukları yerin pisliği sebebi ile necis olurlar.
Biz deriz ki:
Yerin pisliği hayvanın sağlığında bir tesir icra etmez. Zira fışkı ile kan
arasında çıkan süt temizdir. Öldükten sonra da böyledir. «Mevahibü'r-Rahman»
adlı eserde: «Ölü hayvanın sütü ve mayası da temizdir. İmameyn bunları necis
saymışlardır; muvafık olan da budur. Meğer ki maya sertleşmiş ola. Bu
takdirde yıkamakla temizlenir» deniliyor ki, bu söz maya hakkında İmameyn'in
kavlinin tercih edildiğini, süt hakkında ise ihtilâf olmadığını gösterir. Ve
«Mültekâ» ile şerhinde bildirilene muhaliftir. Anla!
İnsanın
başındaki saç temizdir. Bunu beyana hacet yoktur. Burada maksad, sağlığında
başından yolunan saçtır. Bu saç necistir. Bundan da murad; sacların cilde
bitişen yağlı uçlarıdır.
Ben derim ki:
Şu halde bir kimse saçlarını ıslatarak tararsa. tarak dişlerinin arasında
kalan saçlar az suyu ifsad eder. Lâkin Tahtâvî'nin beyan ettiği şu sözden
ifsad etmediği mânâsı çıkarılır:
«Saçla
birlikte ciltten çıkan şey tırnak kadar olmadıkça suyu ifsad etmez». Düşün!
İnsan dişi
mutlak surette temizdir. Yani gerek kendinin, gerek başkasının, ölünün veya
dirinin olsun dirhem miktarı veya daha fazla tutsun, üzerinde taşısın veya
yerine kaksın fark etmez. «el-Bahr» sahibi diyor ki: «Bedâyî Kâfî ve diğer
kitaplarda açıklandığına göre insan dişi temizdir. Zâhir mezhep budur; sahih
olan da budur, çünkü dişlerde kan yoktur. Pisleyen ise kandır. Zahîreile
diğer bazı eserlerde pis olduğu söylenmişse de bu kavil zayıftır».
İnsan kulağı
hakkında Bedâyi'nin ibaresi şudur: «Diriden ayrılan cüzde el, kulak, burun
ve emsalinde olduğu gibi kan varsa o cüz'ü bilittifak pistir. Saç ve tırnak
gibi kansız ise bize göre temizdir.» «El-Hâniyye»de ise bilâkis temiz olduğu
beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Bir kimse kulağı cebinde olarak yahud
onu yerine iade ederek namaz kılsa zâhir rivayete göre namazı câizdir».
Tecnîs sahibi bunun illetini bildirmiş ve: «Et olmayan şeye ölüm girmez.
Binaenaleyh ölümle o şey pis olmaz» demiş; kulağı kesmenin ölüm hükmünde
olduğunu anlamak istemiştir. Fakat «Bahr» sahibi. Bedâyi'deki izahat
karşısında bunu müşkül saymıştır. Hilye sahibi de şunları söylemiştir:
«Şübhesiz ki kulak canlı uzuvlardandır. Etten de hâli değildir. Onun için
Fakîh Ebu'l-Leys pis olduğunu tercih etmiş; müteehhirîn ulemadan bir cemaat
de onu tasdik eylemişlerdir». «Makdisî» şerhinde buna şöyle cevap
verilmiştir:
«Ben derim
ki: işkâlin cevabı şudur: Kulağı yerine iade ve kulağın yerinde durması
ekseriya hayatın ona avdet etmesi ile olur. Binaenaleyh ona diriden ayrılmış
demek doğru olamaz. Çünkü hayat avdet etmekle yerinden hiç ayrılmamış gibi
olur. Bir şahsın öldüğünü, sonra mucize veya keramet kabilinden dirildiğini
farzetsek o şahıs tekrar temiz olur».
Ben de derim
ki: Kulağa hayat avdet ederse kabul ediyoruz. Fakat kulağı cebinde iken
namaz kılarsa işkal yine bâkidir. En iyisi şârihin işaret ettiği
«el-Eşbâh»ın kavli ile cevap vermektir. Sirac'da da böyle açıklanmış ve:
«Kesilmiş kulakla kesilmiş diş, sahipleri hakkında temizdirler, velev ki
dirhem miktarında fazla olsunlar» denilmiştir. «el-Hâniyye»nin sözü
«Eşbah»taki kayıtla itibara alındıktan sonra «Bedâyi»'nin sözüne muhalif
değildir. Diriden ayrılan parçanın ölü hükmünde olduğu hadîs-i şerifden
alınmıştır. Bu hâdîsi «Hilye» sahibi. Ebu Davud'un, Tirmizi'nin, İbni
Mâce'nin ve diğer hadîs imamlarının kitablarından nakletmiştir. Tirmizî onun
«hasen» olduğunu söylemiştir. Hadîs şudur:
«Hayvandan
diri iken kesilen parça ölüdür.»
Az suya düşen
tırnak kadar insan derisi veya eti yahud yara kabuğu gibi şeyler suyu ifsad
eder. Ama baştan düşen konak gibi şeyler az olursa suyu bozmaz. Tırnak
düşmekle de su bozulmaz. Çünkü «el-Bahr»ın beyanına göre tırnak sinirdir.
Zâhirine bakılırsa tırnağın üzerinde yağlı kır bulunduğu takdirde hükmü deri
ve et gibi olur. Düşün!
Musannıfın
«Balığın kanı temizdir» sözü, Kenz'in: «Balığın kanı affedilmiştir»
ifadesinden daha güzeldir. Çünkü balık kanı, hakikatte kan değildir. Buna
delil, güneşe karşı tutulunca beyazlaşmasıdır. Kan güneşe karşı tutulunca
siyahlaşır.
METİN
Malumun olsun
ki, İmam A'zam'a göre köpeğin aynı necis değildir. Fetva buna göredir. Velev
ki İbn Şıhne'nin beyan ettiği gibi bazıları aynı necis olduğunu tercih etmiş
olsunlar. Binaenaleyh köpek satılır, kiraya verilir, öldürülürse ödenir
derisinden seccade ve kova yapılabilir. Suya düşer de diri olarak
çıkarılırsa, ağzına su girmemiş olmak şartı ile kuyunun suyunu pislemez.
Silkinerek
sıçrattığı su elbiseyi pislemediği gibi elbisenin üzerinde salyası
görülmedikçe ısırması ile elbise pislenmez ve köpeği taşıyan kimsenin namazı
bozulmaz. Velev ki büyük olsun. Hulvânî ağzının bağlanmasını şart koşmuştur.
Etinin necis, kılının temiz olduğunda ise hilâf yoktur.
İ Z A H:
Köpeğin
pisliği aynı necis olduğundan değil, eti ve kanı pis olduğu içindir. Köpek
sağ, kan ve et yerlerinde olduğu müddetçe bunların hükümleri yoktur. Namaz
kılan kimsenin iç organları gibidir. Binaenaleyh köpek diğer hayvanlar
hükmündedir. Metindeki fer'î meselelerin bazılarının hükümleri kitablarda bu
şekilde bildirilmiş, bazılarının bunların aksine olduğu söylenmiş, iki
kavlin araları bulunmuştur. «el-Hânîyye»de köpeğin satılması öğretilmiş
olmakla kayıtlanmıştır. Bunun ikinci kavle göre söylendiği anlaşılıyor.
Delili aynı kitabın şu ifadesidir: «Kedi ve vahşi hayvan ve kuş, öğretilmiş
olsun olmasın satılabilir.» (Bundan yalnız köpeğin öğretilmiş olanı
satılacağı anlaşılıyor). Düşün!
Zâhire göre
köpeğin kiraya verilmesi de öğrenmiş olmakla kayıtlıdır. Velev ki bekçi
köpeği olsun. Zira kira menfaat karşılığıdır. Onun için «Umdetü'l-Müftü»
adlı kitabta bu cümleden sonra: «Kedinin kiraya verilmesi câiz değildir;
çünkü o öğretilemez» denilmiştir. «Valvalciyye» ve diğer bazı kitablarda:
«Köpek sudan çıkarak silkinir de bir insanın elbisesine sıçrarsa onu pisler.
Ama yağmurda ıslanır da silkinirse pislemez. Çünkü birincide derisi
ıslanmıştır. Derisi necistir. İkincide tüyleri ıslanmıştır; tüyleri
temizdir» deniliyor. Bu söz köpeğin aynı necis olduğuna göredir.
Nitekim
«el-Bahr»da da böyledir. Tamamı biraz aşağıda gelecektir. Isıran köpeğin
salyasının görülmesinden murad; ıslaklığın görülmesidir. Muhtar olan kavil
budur. Islaklığın alâmeti el ile dokunulduğu zaman elin ıslanmasıdır.
Bazıları: «Köpeğin sükûnet halinde ısırmışsa elbise pistir. Çünkü onu yaş
dudakları ile tutmuştur. Kızgın iken ısırmışsa pis değildir. Zira dişleri
ile tutmuştur» demişlerdir.
Köpeğini
taşıyan kimsenin namazı bozulmaz. «Bedâyi»de anlatıldığına göre ulemamız:
«Bir kimse cebinde köpek yavrusu olduğu halde namaz kılarsa namazı caizdir»
demişlerdir. Ebu Cafer Hinduvânî cevaz meselesini köpeğin ağzının bağlanması
ile kayıtlamıştır. «el-Muhit»te şöyle deniliyor: «Bir kimse üzerinde bir
köpek yavrusu yahud artığı ile abdest câiz olmayan bir hayvan olduğu halde
namaz, kılarsa bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Esah olan şudur ki
köpeğin ağzı acık ise câiz değildir. Zira salyası cebine akar ve dirhem
miktarından fazla olursa pisler. Ama salyası cebine akmayacak şekilde ağzı
kapalı olursa câizdir. Çünkü her hayvanın dışı temizdir; ancak ölürse pis
olur. İçinin pisliği ise merkezindedir. Namaz kılanın içinin pisliği gibi
onun da hükmü yoktur».
En iyisi
mutlak câizdir sözünü, namaza mânî miktarın namaz bitmeden akmayacağından
emin olan hakkında söylemelidir. «Bedâyi»'nin ifadesinden anlaşılan da
budur. Köpeği cebinde taşımakla kayıtlamak başka şekli hariç bırakmak
içindir. Meselâ köpek, seccadenin üzerine otursa ağzını bağlamak ile
kayıtlanmaz. Çünkü «Zahiriyye»de açıklandığına göre kucağına elbisesi pis
bir çocukoturur da kendi kendine durabilirse yahut başına pis bir güvercin
konarsa namazı câizdir. Teemmül et!
Şârihin
«Hulvânî» dediği zat Hinduvânî'dir. «Bahr», «Nehir» ve diğer kitaplarda bu
zatın adı geçmektedir. Köpeğin etinin necis olduğunda hilaf yoktur. Onun
için ulema, etinden doğan artığının necis olduğuna ittifak etmişlerdir. Şu
halde aynının temizliğinden murad; diri olduğu müddetçe zâtının
temizliğidir. Cildinin temizliği dibâgat ve kesmekle olur. Canlı sayılmayan
cüzleri ise sair yırtıcılar gibidir. Köpeğin tüyleri hilâfsız temizdir. Bu
meseleyi «el-Bahr» sahibi, yukarıda geçen «Valvalciyye» meselesinden
almıştır. Valvalciyye'nin söyledikleri köpeğin necis aynı olduğuna göredir.
Orada köpeğin tüyleri temizdir, demiştir. Bir de «Sirac»dan olmuştur.
«Sirac»da: «Köpeğin cildi necis, tüyleri temizdir. Muhtar kavil budur»
denilmektedir. Çünkü cildinin pisliği aynının kendinin pisliğine binaendir.
Bu suretle aynının kendinin necis, tüylerinin temiz olduğuna ittifak edilmiş
olur. «Sirac»ın ibaresinden anlaşıldığına göre köpeğin aynı necis olduğunu
söyleyenler, tüylerinin temiz olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Muhtar
olan kavil temiz olmasıdır. İttifaktan bahsedilmesi buna dayanır. Lâkin bu
müşkildir. Zira aynının necis olması bütün cüzlerinin necis olmasını iktiza
eder. ihtimal «Sirac»ın sözü, ölü köpeğe hamledilmiştir. Ama yukarıdaki
Valvalciyye'nin söyledikleri buna aykırıdır. Evet, «el-Minah» nâm eserde
şöyle deniliyor: «Zahir rivayet mutlaktır. Fark yapmamıştır. Yani ıslanan
köpek silkinir de bir insanın elbisesine sıçrarsa onu pisler. Islaklığın
cildine işleyip işlememesi fark etmez». Bu söz tüylerinin de necis olmasını
iktiza eder. Teemmül et!
METİN
Misk
temizdir, helâldir. Her hâl ve kârda yenilir. Miskin yatağı (yani torbacığı)
dahi esah kavle göre mutlak surette temizdir. Bunu «Fethü'l-Kadir» beyan
etmiştir. «El-Eşbah»'da zebad'ın (yani misk kedisinden çıkarılan misk'in) de
öyle olduğu bildirilmiştir. Çünkü kokuya inkılâp eder. Eti yenilen hayvanın
sidiği hafif necaset olmak üzere pisdir. İmam Muhammed temiz olduğunu
söylemiştir. Ama Ebu Hanife'ye göre gerek tedavi için, gerekse başka bir
niyetle asla içilemez.
FER'İ BİR
MESELE: Haramla tedavi hususunda ihtilâf edilmiştir. Zahir mezhebe göre
memnudur. Nitekim «El-Bahr»ın süt emme bahsinde beyan edilmiştir. Lâkin
musannıf süt bahsinde olsun. burada olsun söylediklerini Hâvî'den
nakletmiştir. Bazıları: «Haramda şifa olduğu bilinir:başka ilaç da
bilinmezse tedâviye ruhsat verilir. Nasıl ki susuz kalan bir kimseye şarap
içmek için ruhsat verilmiştir» demişlerdir. Fetva buna göredir.
İZAH
Misk temiz ve
helâldir. (Gazal denilen hayvanın kanından hasıl olup bir torbacığın içinde
bulunur.) Aslı itibariyle kan da olsa değişmiş, temiz olmuştur. Nitekim
insan pisliğinin külü de temizdir. Değişmeden murad; hal değiştirerek koku
olmasıdır. Bize göre misk temizleyici şeylerdendir. Musannıf «helâldir»
tabirini ziyade etmiştir. Çünkü temizliği helâl olmasını icap ettirmez.
Nitekim toprak da temizdir, fakat yenilmesi helâl değildir. «Hilye»'de şöyle
deniliyor: Peygamber (s.a.v.)densahih rivayetle nakledilmiştir ki «Misk,
kokuların en güzelidir».
Bu hadîsi
Müslim rivayet etmiştir. Nevevî misk'in temiz olduğuna ve satılmasının
cevazına müslümanların icmâ'ı bulunduğunu nakletmiştir. Misk her halükârda
yenir. Yani yemeklerde, ilaçlarda zaruret olsun olmasın kullanılabilir.
Kâmus'ta beyan olunduğuna göre kalbi kuvvetlendirir; kalb çarpıntısına iyi
gelir; bağırsaklardaki şişkinliği giderir. Misk torbacığı mutlak surette
temizdir. Yani yaşı ile kurusu, kesilmiş hayvandan alınması ile ölü
hayvandan alınması arasında bir fark bulunmadığı gibi, ıslanmış olsa,
bozulacak olanı ile bozulmayacak olanı arasında da fark yoktur. Bundan
anlaşılır ki «Dürer»deki: «Kesilmemiş hayvandan alınan yaş misk temiz
değildir» ibaresi esah kavle aykırıdır.
Esah kavli «Fethü'l-Kadîr»den
maadâ «Zeylaî», «Sadru'ş-Şeria» ve «Bahr» sahibi de beyan etmişlerdir. «Eşbâh»
da zebâdın, «ed-Dürrü'l-Müntekâ»da amberin de böyle olduğu kaydedilmiştir. «Fethü'l-Kadir»
ve «Hilye»; sahibleri zebâd'ın temiz olup olmadığını araştırdıklarını, fakat
bu hususta bir nakil bulamadıklarını söylemişlerdir. Lâkin «Eşbâh» şer
hinde. «Cevâhiru'l-Fetâvâ»'dan naklen «Hızânetü'r-Rivâyât» sahibinin şu
sözleri kaydedilmiştir:
«Zebâd
temizdir. Bu, bir kedinin teridir ve mekruhtur denilemez. Çünkü ter de olsa
değişmiş ve kerahatsiz temiz olmuştur». «el-Mevâhib» şerhinde: «Bunu
güvenilir bilirkişilerden mürekkep bir cemaattan işittim. Zebâc kedinin
teridir dediler. Şu halde temizdir» ibaresi vardır. «el-Munhâciye» de: «Misk
temizdir. Çünkü aslı kan da olsa değişmiştir. Zebad da temizdir. Amber de
öyledir» denilmektedir. İbn Şıhne'nin «Elgâz»ında: «Bazılan misk ile amberin
temiz olmadığını söylemişlerdir. Zira misk diri bir hayvandan çıkarılır;
amber ise bir deniz hayvanının pisliğidir» denilmişse de bu söze itibar ve
iltifat olunmaz. Nitekim Kâdıhan da böyle demiştir.
Ambere
gelince : Sahih kavle göre zift gibi denizde bulunan bir maddedir. Bunların
ikisi de temiz ve kokuların en güzellerindendir. İbn Hâcer'in «Tuhfe»sinde:
«Amber fışkı değildir. O denizde bir nebattır» deniliyor.
İmam
Muhammed: «Eti yenilen hayvanların sidiği temizdir» demiştir. Delili
Ureneliler hadîsidir. Urene kabilesinin halkı hastalığa tutulmuş; Peygamber
(s.a.v.) onlara develerinin sidiklerini içmeleri için ruhsat vermiştir. Bu
kavle göre içine yenilen hayvan sidiği karışan su, sidiğe galip olup onu
temizleyici olmaktan çıkarmadıkça pislenmez. Ama kitabların metinleri
Şeyhayn'ın kavli üzere yazılmıştır. Bu sebepten «imdât» nam kitabta: «Fetvâ
Şeyhayn'ın kavline göredir» denilmiştir.
Ebû Hanîfe'ye
göre eti yenilen hayvanların sidikleri pistir. Bu hükümde Ebu Yûsuf da
onunla beraberdir. Delili: «Bevlden korunun!» hadîsidir. Ancak tedavi için
içilmesine cevaz verilmiştir. Bu babta onun delili de Uraneliler hadîsidir.
İmam Muhammed ise mutlak surette câiz olduğunu söylemiştir. İmam A'zam
Uraneliler hadîsi ile istidlâle şöyle cevap vermiştir:
«Peygamber
(s.a.v.) develerin sidiğinde Uranelilere şifa olduğunu vahiy sureti ile
bilmiştir. Başkaları hakkında şifa olduğu yüzde yüz bilinemez. Zira bu
hususta müracaat edilecek yer doktorlardır. Onların sözü ise hüccet
değildir. Hatta helaki defetmek için haram yemek yüzde yüzbelli olsa,
yenilmesi helâl olur. Nitekim zaruret anında ölü eti yemek, şarap içmek bu
kabildendir». Meselenin tamamı «Bahr»'dadır.
Haramla
tedavi hususunda ihtilâf edilmiştir. «Nihâye»de «Zahîre»den naklen: «Başka
bir ilâç bilinmez; haramda şifa olduğu bilinirse câizdir» denilmiş; «Haniyye»de
Peygamber (s.a.v.)'in: «Şübhesiz Allah sizin şifânızı size haram kıldığı
şeylerde halketmemiştir» hadis-i şerifinin mânâsını beyan ederken: «içinde
şifa bulunan haramla tedavide beis yoktur. Nasıl ki «Hidâye» sahibi dahi «Tecnîs»
adlı eserinde şunları söylemiştir: «Bir kimsenin burnu kanar da şifa dileği
ile alnına ve burnuna kanla Fatiha'yı yazarsa câizdir. Şifa olduğunu bilirse
sidik ile yazmaktan da beis yoktur. Lâkin böyle bir şey nakledilmemiştir.
Cevazın sebebi şudur: Tedavide haram hükmü sakıttır. Nasıl ki susuz kimseye
şarabın, aç kimseye lâşe yemenin helâl olması böyledir». Seyyidi Abdülganî
diyor ki: «Ulemanın bu meseledeki ihtilâfları açık anlaşılamıyor. Çünkü
zaruretten dolayı câiz olacağında hepsi ittifak ediyor. «Nihaye» sahibinin
bilgiyi şart koşmasına ondan sonrakinin şifayı şart koşması aykırı değildir.
Onun için pederim «Dürer» şerhinde (Gerek tedavi için sözü zanna hamledilir.
Yoksa yakînen bilindiği zaman câiz olması bilittifaktır. Nasıl ki «el-Musaffâ»da
da açıklanmıştır) demiştir».
Ben derim ki:
Bu söz açıktır. İstidlâl hususunda İmam A'zam'ın yukarıda geçen kavline
muvafıktır. Lâkin biliyorsun ki doktorların sözü ile yüzde yüz ilim hasıl
olmaz. Zâhire göre tecrübe ile yakîn ilim değil, galebe-i zan hâsıl olur.
Ancak ilimden galebe-i zannı kastederlerse bir diyeceğim kalmaz. Bu da
ulemanın sözlerinde yaygın haldedir. Düşün!