REHİN
KİTABI 1
REHİN
EDİLMESİ CAİZ OLANLAR
VE OLMAYANLAR BABI 1
REHİNİN
ADİLE BIRAKILMASI BABI 1
REHİNDE TASARRUF
VE CİNAYETLER BABI 1
ÇEŞİTLİ MESELELER FASLI 1
METİN
Rehin'in av
bahsiyle münasebeti şudur: Rehin ve av, her ikisi de malın tahsiline sebep olurlar.
Rehin lügatte,
bir şeyi hapsetmektir. Şeriatta ise, mal olan birşeyi hapsetmek, yani onu mahpus
kılmaktır. Onu hapseden mürtehindir. Bir hak karşılığı olarak tamamının
veya, eğer rehin edilen
şeyin kıymeti borçtan az olursa bir kısmının alınması mümkün
olan bir nesnenin hapsedilmesidir.
Ki bu hak da
borçtur. Çünkü nesnenin (ayn'ın)
rehinden alınması mümkün değildir. Ancak, hükmen
borç olursa alınır. Nitekim ileride gelecektir. Bu
borcun hakikî, yani zahiren ve batınen
ödenmesi
vacip olan
borç olması, veya yalnız zahiren borç olması lâzımdır. Sonradan hür çıkan kölenin ve
sonradan şarap çıkan sirkenin
bahası gibi. Veya hükmen borç olması lâzımdır. Bu da misli veya
kıymetiyle zamin olunacak nesnelerdir. Nitekim
ileride gelecektir.
Rehin icap ve
lâzım olmayan kabul ile münakit
olur. Binaenaleyh râhinin onu teslim
etme veya
hibede olduğu
gibi ondan dönme hakkı vardır. Râhin,
rehin edilecek nesneyi teslim etse, mürtehin
de onu ağacın
üzerindeki meyve gibi dağınık halde
değil, toplu halde, ve râhinin hakkı ile meşgul
olmayacak bir
şekilde, müşaen değil, hükmen de olsa ayırdedilmiş olarak kabzetse,
meselâ
merhun, merhun
olmayan nesne ile hilkaten muttasıl olsa,
ağaç gibi, ki bunun izahı gelecektir,
rehin gerçekleşir.
Bu ifade
ediyor ki, hibede olduğu gibi: kabız
rehinin lüzumunün şartındandır.
Mücteba'da
şöyle denilmektedir: «Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.»
Rehin ile
mürtehin arasını tahliye etmek, bey
gibi, zahire göre hükmen kabızdır.
Tahliye bey'de de
kabız sayılır.
Merhun, helak olduğu takdirde,
kıymetinden veya borçtan hangisi
daha az ise onunla
tazmin edilir.
Şafiî'ye göre rehin edilen nesne
emanettir.
Muteber olan,
merhunun, «Eşbah» da vehm olunduğu
gibi helâk olduğu günün kıymeti değil,
mürtehinin
kabzettiği günün kıymetidir. Çünkü helak gününün kıymetinin muteber sayılması
nakillere mugayyirdir.
Nitekim musannıf da öyle tahrir
etmiştir.
Rahin alacağı deynin miktarını beyan etmeden önce, rehin teklifi üzerine
kabzedilen nesne helak
olduğu
takdirde esah kavle göre zamin
olunmaz. Keza Kınye ve Eşbah, Rehin helak olursa, kıymeti
borca eşit
olduğu takdirde, o zaman mürtehin rahinden borcunun tamamını hükmen almak olur.
Eğer kıymeti
borçtan fazla olursa, fazlalık
mürtehinin elinde emanettir. O zaman taaddi ile zamin
olur. Eğer
kıymeti borçtan noksan ise rehinin
kıymeti borçtan düşülür, mürtehin geri
kalan
alacağını rücu ederek rahinden alır. Çünkü,
alacağın tam alınması paranın miktarı kadardır.
Mürtehin
rehinin burhansız olarak helakını iddia etse mutlaka zamin olur.
Rehin ister zahir
mallardan, ister batın mallardan olsun. İman Mâlik bu
zaminiyeti batın mallara has
kılmıştır.
Mürtehin,
rahinden alacağını talep edebilir. Rehin kendisinde olsa bile
mürtehin, alacağını almak
için merhunu
hapsedebilir. Çünkü hapis onun borcunu geç ödemesinin cezasıdır.
Mürtehin, akti
feshetmiş olsalar bile, alacağını
alana veya onu edene kadar,
merhunu elinde
tutabilir.
Çünkü rehin, yalnız aktin feshiyle batıl olmaz. Kabız ve borç kaldığı müddetçe rehin de
bakidir.
Bunlardan birisi fevt olursa, rehin kalmaz. Dürer, Zeylaî ve diğerleri.
Merhundan
mutlaka, ne istihdamla, ne oturmakla, ne giymekle ne icare vermek ve ne de iare
vermekle
menfaatlenemez. Menfaatlenme ister rahin, ister mürtehin istesin. Ancak, birisi diğerine
izin verirse,
menfaatlenmesi mümkündür. Bazı âlimler tarafından, «Mürtehinin rehinden
menfaatlenmesi helâl değildir, çünkü faizdir.»
denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da; «Eğer
mürtehin
menfaatlenmeyi şart koşarsa, faiz
olur, koşmazsa, faiz olmaz.» denilmiştir.
Eşbah ve
Cevahir'de şöyle denilmiştir: «Rahin, mürtehine rehin verdiği bahçenin meyvelerini
yemeyi, rehin
verdiği binada oturmayı veya koyunun sütünü içmeyi mubah kılarsa, yediği ve içtiği
takdirde zamin
değildir. Rahin mürtehini bunlardan men de edebilir»
Sonra da Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Mürtehinin rehinden menfaatlenmesi mekruhtur.» Bu husus
rehin bahsinin
sonunda gelecektir.
İZAH
Rehin, «Ve eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız,
rehinler (yeter).» (Bakara : 283) ayeti
ve Rasûlullah
(S.A.V.)'in bir yahudiden yiyecek
alarak karşılığında zırhını rehin
bırakması rivayeti ile
meşrudur.
Rehinin meşruiyeti üzerinde icma da
edilmiştir.
Rehinin
güzelliklerinden bir tanesi, alacaklının
hakkının helakten emin olmasıdır. Borçlu açısından
da alacaklının husumetini azaltmak ve ödemekten aciz
kaldığı takdirde rehin ettiği şeyle
borcunu
ödeme
kudretine sahip olmasıdır.
Rehinin rüknü,
yalnız icap veya icap ile kabuldür. Nitekim ileride gelecektir. Şartları da ileride
gelecektir.
Rehinin hükmü
ise, alacağın alınmasının sübutudur. Sebebi
de, mukadder hakkının baki kalmasıdır.
Rehinin ayette
seferle sınırlandırılması, seferde genellikle yazmanın ve şahit
tutmanın mümkün
olmamasındandır. O yüzden
rehinle onun alacağı vesikalandırılmaktadır.
«Rehin lügatte
bir şeyi hapsetmektir ilh...»
Hangi sebeple olursa olsun. Zira Allah-u Tealâ, «Her can
kazandığıyla
rehin alınmıştır.» (Müddesir: 38) buyurmuştur.
Rehin kelimesi bir mal karşılığı
rehin
edilen nesneye
de denilmiştir.
«Onu mahpus kılmaktır
ilh...» Islah'ın izahında şöyle denilmiştir: «Rehin bir şeyi bir hak karşılığında
hapis kılmaktır. Burada bir şeyi bir hak karşılığında hapsetmektir denilmemiştir.
Çünkü hapseden
ancak
mürtehindir, rahin değil. Ama o şeyi hapis kılmak bunun hilafınadır.»
H.
Bu, tam
rehinin veya lâzım olan rehinin tarifidir. Yoksa, rehin akti hapsi ilzam etmez. Belki
o,
kabızla olur. Sadi.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Rehinin
hapsinden ilk akla gelen, teberru veçhiyle
hapsedilmesidir. Eğer rahin rehini mürtehine vermeye zorlanırsa, rehin olmaz. Kübra'da da olduğu
gibi. O zaman,
zannedildiği gibi iznin zikredilmesi de lâzım değildir.»
Gelecek babın sonunda gelecektir ki, eğer
mürtehin borçlusunun sarığını alsa, eğer borçlu sarığın,
onun yanında kalmasına razı olursa rehin
olur.
«Bir hak karşılığı ilh...» Yani mali olan bir
hak sebebiyle. Velev ki o mal,
meçhul olsun. Musannıf
kısas, had ve
yemin gibi şeylerden kaçınmak
için «hak» tabirini kullanmıştır. Ama bu kayıttan
dolayı
rehin tarifine
kitabet bedeli de girmektedir. Zira onunla rehin yapmak da caizdir. Kitabet bedeline
her ne kadar kefalet caiz değilse de rehin caizdir. Nitekim Hâniye'den naklen Mi'rac'da da böyledir.
«Alınması mümkün olan ilh...» Yani rehin
edilen nesneden hakkın (alacağın) alınmasının mümkün
olması
Musannıf bu kavliyle de kar,
buz, emanet, müdebber köle, ümmül veled cariye ve
mükatebten kaçınmıştır ki, bunlar rehin edilmezler.
Şurunbulaliye'de şöyle denilir: «Şaraba gelince, şarabı rehin etse, o da yine maldır. Ondan hakkını
alması mümkündür. Eğer mürtehin müslüman ise, bir zımmîyi şarabın satışı ile vekil eder veya
rahin ve
mürtehin, her ikisi de zimmet ehlinden olurlarsa, zaten rehin caizdir. Şu
kadar var ki şarap
müslüman hakkında kıymetli bir mal değildir. Öyleyse onu birisine rehin vermek veya onu
bir
müslüman veya zımmîden rehin olarak alıp kabul
etmek caiz değildir. Her ne kadar (helâk ettiği
şarabın bedelini) zımmîye tazmin etse bile nitekim aşağıdaki
babda da gelecektir.»
«Hür çıkan kölenin, şarap çıkan sirkenin ilh...»
Ve kesilmiş hayvanın bahası
veya inkâr üzerine
yapılan sulh
bedeli gibi. Eğer o kesilmiş hayvanı ölü olarak bulmuş olsa, veya her ikisinin
birbirlerini,
borç olmadığına dair doğrulamaları gibi. Zira burada borç zahiren
vaciptir, Borcun
zahiren vacip
olması da kafidir. Çünkü borcun zahiren vacip olması vadedilen borçtan daha
tekidlidir.
Dürer. Yani o zaman rehin mazmundur.
Kuduri'de
şöyle denilir: «Rehinin helaki ile hiçbir şey lâzım gelmez. Nasıl ki, başlangıçta
hür bir
adamı veya şarabı
rehin etmesi gibi.»
İmâm Muhammed
de Mebsut ve Camii'de nassen söylemiştir
ki, fasit bir rehin hükmüyle
kabzedilen
nesne
yenildiği takdirde kıymetinden ve borçtan hangisi az ise onunla mazmundur. Burada muhtar
olan da
Muhammed'in kavlidir. Nitekim
İhtiyâr'da da böyledir. Ebussuud, özetle.
«Misli veya kıymetiyle zamin olunacak nesneler ilh...» Misli veya kıymeti ile
mazmun olunan
şeylere, kendi
nefsiyle mazmundur da denilebilir.
Çünkü bunların kıymeti veya misli
onun yerine
kaimdir.
Magsubun kıymetinin veya mislinin
onun yerine kaim olması gibi.
Musannıf
bununla gayrı ile mazmun olunan şeyden kaçınmıştır. Bayiin elindeki mebi gibi. Zira bu
gayrıyla
mazmundur ki, gayr da ancak
onun semenidir. Bir de asla mazmun olmayacak, emanetler
gibi,
şeylerden kaçınmıştır. Zira bu iki şeyle
rehin batıldır. Bunlara hükmen borç denilmesi,
bunlarda asıl mucib olanın «kıymet» veya «misil»
olmasındandır. Eğer reddi mümkün ise,
fukahanın
cumhuruna göre, ayn'ın reddi (geri verilmesi) borçtan kurtarır ki bu ret de bir borçtur.
Ama bazı
fukahanın kavline gelince, onun reddi kıymetiyledir. Kıymetini ödemek de ancak
helakten
sonra vacip
olur. Şu kadar var ki bu da geçmiş bir kabızla helaki zamanında vacip
olur. Bu bahsin
tamamı Hidaye
ve Zeylaî'dedir.
«İcab ile ilh... Yani, «Bu şeyi senin üzerimde olan alacağın
karşılığı olarak sana rehin ettim.» veya
«Şu şeyi rehin
olarak al.» demesi gibi. Kuhistanî.
Rehin akdinde
rehin lafzını söylemek şart değildir. Nitekim musannıf da gelecek babda bunu
zikredecektir.
«Kabul ile ilh...» Diğeri de «rehin olarak aldım» derse,
kabul etmiş olur. Bu söz ister
müslümandan,
ister kâfirden,
ister köleden, veya
çocuktan, asilden veya vekilden sadır olsun, fark etmez. O halde
kabul de icab gibi rehinin bir rüknüdür. Meşayih'in ekseri de buna meyletmiştir.
Zira rehin de bey
gibidir.
Bundan dolayı birisi, kabulsüz rehin
vermeyeceğine yemin etse, sonra da rehin verse, hanis
olmaz.
Fukahadan
bazıları da, «icabı illet kılmakla kabul rehinin şartı olur. Çünkü rehin teberruî
bir akittir.
Bundan dolayı rehin edilecek nesne teslim edilene kadar
rehin lazım gelmez.» denilmiştir.
Kuhistanî.
Hidaye'de ikinci
görüşle yetinilmiştir. Kuhistanî de Kermanî'den
şunu nakletmiştir: «Rehin, teati
yoluyla caizdir.»
«Lazım olmayan
ilh...» Zira rehin teberru akdidir.
Çünkü rahini rehin ettiği şeyin karşılığında
mürtehine bir
şey icab ettirmemektedir.
«Kabzetse ilh...»
Yani rahinin sarih izni ile veya iznin yerine cari olacak meclisteki bir sözü üzerine
kabzederse. Akit
meclisinden sonra ise, bizzat kendi izni ile veya baba, vasi
ve bir adil gibi naibinin
izniyle kabzetmesi gerekir. Hindiye, özetle.
Rahin sükut
ettiği halde mürtehin onu kabzetse, lâyık olan, onun da rehin olmasıdır.
«Halde ilh...» Bu hallerin hepsi ya müteradif veya mütedahil hallerdir. Ayni. Musannıf
bu hallerle
şunu ifade
ediyor ki, rehin bu sıfatlarla akit
anında lazımî bir akit değildir. Belki, rehin edilen
nesnenin kabzı
zamanında lazımî bir akit olur. Öyleyse, rehin edilen
nesne bir şeye muttasıl olmuş
olsa, veya başka
bir şeyle meşgul olsa, meselâ
rehin edilen bina kirada olsa,
o zaman rehin batıl
değil, fasit
olur. Yine, rahin, ortaklı bir şeyden hissesini ayırmadan onu şeyden
rehin etmiş olsa,
fasit olur.
Fukahanın
bazısına göre ise batıldır. Kerhi'nin ihtiyar ettiği de
budur. Bu fesat, kabız anında
kalkmış olsa, o zaman fasit rehin, sahih ve
lazım bir akit olur. Nitekim Kermanî'de
de böyledir.
Kuhistanî.
«Ağacın üzerindeki meyve gibi ilh...» Bu dağınık olana misaldir. Veya tarlanın üzerindeki ekin gibi,
yani ağaçsız, topraksız, ağacın ve toprağın üzerindeki ekin
ve meyveyi rehin etmesi gibi.
Zira
meyve ile ekin mürtehinin elinde toplanmaz. Çünkü ağaçsız bir meyveyi toplamak, yersiz
bir ekini
de toplamak
mümkün değildir. T.
«Meşgul
olmayacak ilh...» Bir şeyi meşgul
edene gelince, onu rehin etmek caizdir. Nitekim
kitapların
çoğunda da böyledir. Musannıfın burada
«rahinin hakkı» ile kayıtlaması
şundan
kaçınmak içindir: başkasının mülküyle meşgul olmuş olsa, o meşguliyet rehine mani olamaz.
Nitekim
madiyede de olduğu gibi. Hamevi.
Ben derim ki: Mülkü meşgul eden şeyin rehin edilmesinin caiz
olması, o şeyin herhangi bir şeyle
muttasıl
olmamasıyla
takyid edilmelidir. Zira bilindiği
gibi, meyveyi veya ekini veya yalnız binayı
rehin etmek caiz değildir. Nitekim ileride de gelecektir.
«Müşaen değil
ilh...» Meselâ bir kölenin veya bir binanın yarısını. İsterse bunu ortağına versin, yine
caiz değildir. Bu bahsin tamamı gelecektir. Ancak bu sözden şüyuun zarureti sabit olan
kısım
istisna edilir.
«Rehinin
lüzumunun şartındandır ilh...» Kabzın
rehinin lüzumunun şartlarından olması kavline,
Hidaye, Mülteka ve diğer kitaplarda da uyulmuştur.
İnaye'de şöyle denilir: «Şeyhülislâmın
ihtiyarı da budur. Bu da ammenin rivayetine muhaliftir.»
İmâm Muhammed
diyor ki: «Rehin ancak kabzedilirse, caizdir.
«Muhammed'in dediğinin misli,
Hakim'in
Kafi'sinde, Tahavi'nin Muhtasar'ında ve
Kerhi'de de mevcuttur.
Sadiye'de şöyle denilmiştir: «Ben diyorum ki, hibe kitabında geçti ki, Peygamber (S.A.V.);
«Hibe
ancak kabzedilirse caizdir.» buyurmuştur. O zaman kabız hibede cevazın şartı değildir.
Öyleyse,
rehin bahsinde
de öyle olması lâzımdır.
Düşünülsün.»
Bunun hasılı
şudur: Burada cevazın sıhhatle değil, lüzumla, tefsir edilmesi mümkündür.
Nitekim
fukaha hibe
bahsinde de cevazı lüzumla tefsir etmişlerdir. Zira fukahanın kelamı
ile hadis
arasındaki telif, ancak bu tefsirle mümkün olur.
Mücteba'da da,
«Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.» denilmiştir. Zahire'den
naklen Kuhistanî'de de böyledir.
«Tahliye
ilh...» Tahliye, manilerin ortadan kaldırılması, mürtehine kabız imkânı verilmesidir.
«Hükmen
kabızdır ilh...» Çünkü, tahliye
teslimdir. Kabızla hüküm vermek de teslimin
zaruretlerindendir. Musannıf burada hükmün üzerine bina edilecek gayeyi
zikretmiştir. Çünkü
maksut da ancak odur. İşte bununla Zeylaî'nin,
«Doğrusu tahliye teslimdir.» sözü,
kendiliğinden def
edilmektedir. Çünkü teslim de kabza mani olan hallerin
kaldırılmasından ibarettir. Bu teslim edenin
fiilidir,
teslim alanın değil. Kabız ise teslim alanın fiilidir.
Bunu Minah'ta ifade etmiştir.
Burada bundan
murat, hakiki kabzın üzerine ne terettüb ederse» teslimin
üzerine de o terettüb eder
demektir.
«Zahire göre ilh...» Yani Zahiri rivayete göre. Esah olan da ancak budur. Ebû Yûsuf'tan kabzın
ancak, menkulde nakille sabit olduğu rivayet
edilmiştir. Hidaye.
«Mazmundur
ilh...» Yani maliyeti mazmundur, ama
bizzat kendisine gelince, o emanettir.
İhtiyar'da şöyle denilir: «Helak olduğu takdirde rahinin mülkiyeti üzerine helak
olur. Ta tekfinine
varıncaya kadar.
Çünkü hakikaten onun mülküdür. O
mürtehinin elinde emanettir. Hatta,
mürtehin
onu satın
almış olsa, rehinden dolayı
kabzetmesi alma kabzının
yerine kaim olmaz. Çünkü o kabız
emanet kabzıdır.
Zaminiyet kabzı yerine kaim
olmaz, öyleyse o madem ki rahinin mülküdür, ölse,
kefeni rahinin
üzerinedir.» Eşbah üzerine Hamevi.
Musannıf
burada «helak olsa» sözüyle
istihlak etmeden kaçınmıştır. Zira rehin edilen nesneyi
mürtehin helak
etmiş olsa. o zaman, onun hem maliyetine, hem de aynına
zâmindir. Nitekim bunun
beyanı ileride gelecektir.
Musannıfın
burada mutlak zikretmesi, zayi
olduğu takdirde tazmin edilmemeyi şart
kılmayı da içine
almaktadır. O zaman, böyle bir şartla verilen rehin, caizdir. Ama şart batıldır. Deyn ile de
helâk olur.
Hülasa ve
diğerlerinde olduğu gibi. Mutlak ifade
etmesi, rehin edilen nesnenin bir ayıpla
noksanlanmasına da şamil olur. Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
bir ifade vardır: «Bir köleyi rehin
etmiş
olsa, köle kaçsa,
rehin düşer. Eğer onu adam bulursa, rehin yine avdet eder. Deynden de kölenin
hesabı miktarınca düşülür. Eğer kölenin ilk kaçışı ise. Yoksa, hiçbir şey düşmez.»
Rehin bahsinin
sonunda şu da gelecektir: Mutlak ifade fasit rehine de
şamildir. Çünkü fasit rehin de
sahih rehin
muamelesi görür. Bunun beyanı
da rehinin sonunda gelecektir.
BİR TENBİH :
İmadiye'nin
otuzuncu faslında zikredilmiştir:
«Eğer bin liraya karşı iki köleyi rehin elmiş olsa,
bunlardan bir
tanesi ölse, ölen kölenin kıymeti borçtan daha çok olsa, onun helaki ile deynden
hiçbir şey
düşmez. Belki deyn hayatta olan
kölenin kıymeti ile helak olan
kölenin kıymeti üzerine
taksim edilir. Helak olan kölenin hissesine isabet eden düşer, hayatta kalan isabet eden kısım da
kalır. Yine,
bir adam bin liraya
karşı bir binayı rehin etmiş olsa,
bina kendiliğinden yıkılsa, borç
ayakta kalan
kısım ile kabız günündeki arsanın kıymeti üzerine taksim edilir. Ayakta kalan
kısma
isabet eden düşer,
arsaya isabet eden kısım ise kalır. Mebsut'ta da
böyledir.»
Bunun beyanı Tatarhaniye'de şöyle yapılmıştır: «Kırk dirhem değerindeki bir kürkü on dirheme
rehin etse, kürkü güve
yese, onun kıymeti on dirheme inmiş
olsa, o zaman rahin iki buçuk dirhemle
o rehini
çözer.»
Yani, helak olan
rehinin dörtte üçüdür. O zaman borçtan onun miktarı kadar düşülür. Nitekim
Bezzaziye'de
de böyledir. Bu hıfzedilsin. Zira, bu birçok kimseye gizlidir (çoğu bunu bilmez).
Musannıf
gelecek babın sonunda şunu zikredecekti.: Rehin edilen hayvanın
gözünün birisi gitmiş
olsa, borcun
dörtte biri düşer. Bunun beyanı
gelecektir. Yine ileride gelecektir ki, değer noksanlığı
borcun
düşmesini gerektirmez. Ama aynın noksanlığı bunun hilafınadır. Yani rehinin aynı
noksanlanırsa, noksanlığı miktarınca borcun düşmesi
gerekir. Yine ileride gelecektir
ki, rehin
edilen nesneden üreyen bir şey, nesneye tabi olarak rehin
olur, üreyen şey helak oldursa,
meccanen (karşılıksız)
helak olur. Ancak aslın helakinden
sonra helak olursa, o zaman o da
meccanen helak olmamış
olur. İnşallah bunların hepsinin beyanı gelecektir.
«Kıymetinden veya borcundan hangisi
daha az ise ilh...» Bu ibareden murad, yani eğer kıymet
borçtan az
olursa, onu tazmin eder. Yok borç kıymetten
az olursa, onu tazmin eder. O halde, helak
olan merhun,
onlardan hangisi daha az ise, onunla tazmin ettirilir.
«Şafiî'ye göre
emanettir ilh...» Yani onun hepsi
mürtehinin elinde emanettir. Onun helaki
ile borçtan
bir şey
düşmez. Bu husustaki kelamın tamamı
uzun kitaplardadır.
«Muteber olan,
kabzettiği günün kıymetidir ilh...» Hülasa'da şöyle denilir: «Rehinin hükmü şudur:
Rehin edilen
nesne eğer mürtehinin veya adil bir
kimsenin elinde helak olursa, onu onun kabzettiği
gündeki
kıymetine ve borca bakılır. Eğer onun
kabız günündeki kıymeti borcun misli ise, onun
helak olmasıyla
borç düşer...»
Zeylaî de şöyle der: «Onun kabız günündeki kıymetine itibar edilir. Ama
eğer onu bir yabancı telef
ederse, bunun
hilafınadır. Mürtehin yabancının helak
ettiği günün kıymetini ona tazmin ettirir ve o
kıymet yanında rehin olarak kalır. Bu bahsin
tamamı Minah'tadır.»
Mülteka
şerhinde de şu ziyade vardır: «Kıymet hususunda makbul olan söz mürtehinindir. Beyyine
getirmek ise, rehinin görevidir.»
«Nitekim Eşbah helak gününün kıymetinin muteber olduğunu
vehmetmiştir ilh...» Yani, üçüncü
fennin «semenü'l-misil» bahsinde.
Ben derim ki: Eşbah'ta olan ifadenin, mürtehinin istihlak
etmesine hamledilmesi mümkündür.
Bundan dolayı Remlî, bu kelamdan sonra şöyle demiştir: «Sen derin baktığın
zaman, sana helak ile
istihlak arasındaki fark açık olur. Bu sana açık olduğu zaman kesin olarak bilirsin ki, nesne
kendiliğinden
helak olduğu zaman muteber olan, onun kabız günündeki kıymetidir. İstihlak
suretinde ise, helak olduğu günün kıymeti muteberdir.
Çünkü helak o zaman vedia edilen emanete
varid
olmuştur.»
«Deynin miktarını beyan etmeden ilh... Ama eğer
beyan ederse, makbuz olan mazmun olur.
Bunun
sureti
şöyledir: Rehini şu kadar meblağ ödünç
vermek şartıyla almış
olsa, ödünç vermeden önce de
rehin aldığı
nesne onun zilliyetinde helak olsa, o zaman helak olan nesnenin kıymeti ile mürtehinin
isimlendirdiği
meblağdan hangisi daha az ise
onunla zamindir. Zira onu
rehindeki anlaşma fiyatıyla
kabzetmiştir.
Rehin anlaşmasındaki fiyatla kabzedilen, satın
alış anlaşmasındaki fiyatla
kabzedilen
gibidir. Ki,
nesne karşılıklı anlaşmadaki fiyatla
helak olsa, kıymetiyle zamin olunur. Tahavi'nin
şerhinde de
böyledir. Hamevi.
«Keza Kınye
ilh... Kınye'nin ifadesi aynen
şöyledir : «Rehinin fiyat anlaşması üzerine
kabzedilen
nesne, rahin
onun karşılığında alacağı meblağı
beyan edene kadar, onda başka bir deyn
de yoksa,
iki rivayetten en esahı üzerine helak olduğu
takdirde adam ona zamin olmaz. Ebu Hanife, Ebû Yûsuf
ve Muhammed
demişlerdir ki, mürtehin ona dilediği kadar verir. Muhammed'den, bir dirhemden
daha azını istihsan etmediği, de rivayet edilmiştir. Ebû Yûsuf'tan da helak olduğu takdirde onun
kıymetini
ödemesi lazımdır hükmü rivayet edilmiştir.»
Ben derim ki: Bu mesele,
söz verilen bir borç karşılığında rehin meselesidir.
Musannıf bunu
gelecek babın sonunda zikredecektir.
«Helak olduğu
takdirde ilh...» Evla olan, musannıfın bu kavli, «rehin anlaşması
üzerine kabzedilmiş
olan...» kavlinden daha evvel zikretmesiydi. Çünkü bu kavil, ondan evvelki kavlin
tamamlayıcısıdır.
T.
Bunun beyanı şöyledir: On dirhem kıymetindeki bir
elbiseyi on dirheme rehin
vermiş olsa; elbise
mürtehinin
yanında helak olsa, borç düşer. Ama eğer on dirhem karşılığında rehin
ettiği şeyin
değeri beş dirhem ise, nesne mürtehinin elinde
helak olduğu takdirde mürtehin kalan beş dirhemi
almak için rahine rücu eder. Eğer nesnenin
kıymeti on beş dirhem olursa, fazlası
mürtehinin
yanında emanet
olur. Kifaye.
Musannıf
burada helaki kayıtsız olarak, mutlak zikretmiştir.
O zaman, helak
borcun ödenmesinden
sonra olan helake
de şamil olur. O zaman helak
olduğu takdirde rahin ödemiş olduğu borcu geri
alır. Çünkü
helakla, mürtehinin geçmiş kabız
vaktinden alacağını tam aldığı tebeyyün etmiştir.
Bezzaziye ve diğer kitaplar. Rehin bahsinin sonunda
tafsilat gelecektir.
«Taaddi ile zamin olur ilh...» Eğer yirmi dirhem kıymetindeki bir elbiseyi on dirhem karşılığı rehin
vermiş olsa,
mürtehin sahibinin izni ile onu giymiş
olsa, giymesiyle elbisenin kıymetinden altı
dirhem noksanlanmış
olsa, sonra da rahinin izni olmadan giyse, izinsiz giymesinden dolayı da
kıymeti dört
dirhem daha noksanlaşsa, sonra kıymeti
on dirhem olduğu halde helak olsa, mürtehin
rahinden,
borcunun bir dirhemini alabilir. Dokuz dirhemi düşer. Çünkü rehin günü elbisenin yarısı
borç ile
mazmundu, yarısı da emanet idi. İzinle
giydiğinden
dolayı elbiseye gelen altı dirhemlik
noksanlığa
mürtehin zamin değildir. İzinsiz olarak giydiğinden dolayı
elbiseye gelen dört dirhemlik
noksanlığa
mürtehin zâmindir. O zaman dört dirhem noksanlığın karşılığında borçtan düşülür.
Kıymeti on dirhem iken helak olduğunda, yine onun yarısı
borç ile mazmun, yarısı da emanettir.
Mazmun
olunduğu miktarca mürtehin borcunu
ondan alır. O zaman ona bir dirhem kalır. Bir
dirhemle de rahine rücu ederek ondan alır. Zahiriye ve Haniye,
özetle.
«Burhansız
olarak helakini iddia etse, zamin
olur ilh...» Dürer ve Melikî'nin Mecma şerhinde de
böyledir. Bu ifadenin zahiri şudur ki, rehin edilen nesne helak
olduğu takdirde kıymeti neye ulaşırsa
ulaşsın,
mürtehin ona zamindir. Burhansız da onun davası tasdik olunmaz. Burhan ikame ettiği
takdirde
zaminiyet ortadan kalkar. Bu, İmâm
Mâlik'in mezhebidir. Hanefi mezhebine gelince, helak
ister
mürtehinin yemini ile, ister bürhan
ile sabit olsun, arasında fark yoktur. O halde mürtehin her
iki surette de
helak olduğu takdirde onun kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise, onunla
zamindir.
Nitekim Hakaik'ten naklen Şurunbulaliye'de de böyle izah
edilmiştir. İbnü'l-Halebî de
bununla fetva
vermiştir. Bu fetvanın misli Kazerûni'nin ve musannıfın fetvasında da
mevcuttur.
Allame Remlî'nin de bu meselede musannıfa uyarak ayağı kaymış, merhunun kıymeti neye ulaşırsa
ulaşsın,
mürtehinin zamin olacağına fetva vermiştir. Nitekim bu
fetvası Fetava'sında mevcuttur.
Yine, Minah
haşiyesinde de bu fetvasını sarahaten zikretmiştir.
Fetavay-ı Rahimiye sahibi, şeyhi
Şurunbulaliye'ye uyarak
Remlî'nin bu fetvasını reddetmiş ve
«Bu fetva re'sen Hanefi mezhebine
muhaliftir.
Hakka dönmek en doğrusudur.» demiştir.
«Zahir mallardan ilh...» Zahir mallar, hayvan, köle ve akar gibi mallardır. Batın malları ise, altın,
gümüş, ziynet
eşyası ve uruzdur. Dürer.
«İmâm Malik bu zaminiyeti batın mallara has kılmıştır ilh...» Yani İmâm Malik
mürtehin bürhansız
olarak merhunun helakini iddia ederse, eğer merhun
batın mallardan olursa, zamindir çünkü
bunlarda
töhmet vardır görüşündedir. Gurerü'l-Efkar.
«Yalnız akdin
feshiyle batıl olmaz ilh...»
Belki, bu fesihle beraber rehin edilen nesneyi rahinine
reddetmek de lazımdır. O zaman rehin batıl olur.
«Rehin de bakidir ilh...» Yani tazmin edilmiş olarak. Öyleyse, fesihten
sonra mal onun elinde helak
olursa, borç
düşer. Eğer rehin edilen nesne borcu karşılarsa.
Hidaye.
«Kabız ve borç
kaldığı müddetçe ilh...» Yani rehin mürtehinin elinde, borç da rahinin zimmetinde
kaldığı
müddetçe. Vanî.
«Bunlardan
birisi fev olursa ilh...» Yani
mürtehin rehini geri verir veya rahini borçtan ibra ederse,
artık rehin
diye bir şey kalmaz. O zaman da
mürtehinin zaminiyeti düşer. Zira, bir şeyin illetinin iki
vasfı olursa,
o iki vasıftan birisinin olmayışı ile
hüküm de olmaz.
Buna şöyle itiraz edilebilir: Eğer mürtehin
merhunu teslim etmeden evvel, borç
ödendikten sonra
rehin helak olursa, o zaman mürtehin zamin olur. Rahin
de ödemiş olduğu borcu geri ister.
Nitekim
yukarıda geçti. Bunun cevabı ileride gelecektir. Bu itiraz, cevabı ile birlikte
İnaye'dedir.
«Ne icare vermek ilh...» Mürtehin onu izinsiz olarak icare verirse, aldığı
ücret onundur. Nitekim
Rehin bahsinin
sonunda diğer ferleriyle birlikte bu
bahis gelecektir.
«Ne de iare etmekle
ilh...» Rehinde tasarruf babında
musannıf rehinin iare ahkamını, ister rahine,
ister bir
yabancıya, ister izinli, ister izinsiz olsun, zikredecektir.
«Menfaatlenmeyi ister rahin, ister
mürtehin istesin ilh...» Bunun birincisi, bütün metinlerde
sarahaten zikredilmiştir. İkincisi ise,
Dürerü'l-Bihar, Kerhî'nin
Muhtasar'ının şerhi ve Zahidi'nin
şerhinde tasrih edilmiştir. Bu ikincisinde Şafiî'nin
muhalefeti vardır. Şafiî'ye göre rahinin rehin
ettiği
şeyden, vat'in haricinde menfaatlenmeşi
caizdir. Birincisinde hiç ihtilaf yoktur.
Nitekim
Gurerü'I-Efkar'da da böyledir.
Burada
musannıfın zikretmediği şu mesele kaldı:
Mürtehin rehin olan evde otursa, ücret
vermesi
lâzım mıdır?
Hayriye'de, buna «Mutlaka ücret vermesi lâzım değildir. Yani ister
izin versin, ister izin
vermesin,
ister gelir getirmesi için yapılan
bir bina olsun, ister olmasın.» diye cevap verilmiştir.
Bunun misli
Bezzaziye'dedir.
Yine Hayriye'de;
«Eğer yetimin de olsa, ücret lâzım değildir.» diye cevap verilmiştir.
Bu bahis, gasb
bahsinin
sonunda geçti. Müracaat ediniz.
«Ancak izin verirse ilh...» Eğer mürtehin
rahinin izni ile rehin edilen nesneden menfaatlense, rehin
onun
kullanması sırasında helak olsa,
o zaman emaneten helak olmuştur. Bunda da bir ihtilaf
yoktur. Ama o rehin edilen nesne kullanmadan
evvel veya kullanmadan sonra helak
olursa, borç
karşılığı helak olmuş olur.
Eğer rehin edilen
nesne cariye ise, rahin izin de vermiş olsa, onu vat'etmek helâl değildir. Çünkü
fercin hürmeti
çok şiddetli bir haramlıktır. Şu kadar var ki, mürtehin onu vat'etiği takdirde had
vurulmaz. Biz
Hanefilere göre ücret vermesi
lazımdır. Mirac.
«Mürtehinin
rehinden menfaatlenmesi helâl değildir. ilh...» Minah'ta şöyle denilmiştir:
«Semerkant
ulemasının
büyüklerinden Abdullah Muhammed bin
Eslemî Semerkandî'den şu rivayet edilmiştir:
Hiçbir yönüyle merhundan mürtehinin menfaatlenmesi helâl değildir. Rahin ona
izin verse bile. Zira
onun izin
vermesi, faize izin vermektir. Zira
mürtehin borcunu kâmilen alacaktır, menfaatlenmek
ise, ona fazlalık kalacaktır.
O zaman bu menfaatlenme faiz olur ki, bu da büyük bir iştir. Ben
diyorum ki, bu rivayet bütün muteber kitaplara
muhaliftir. Çünkü bütün muteber kitaplarda
mürtehinin
rehinden menfatlenmesinin, rahinin izni ile olursa helâl olduğu zikredilmiştir.
Ancak, bu
helâl olmama diyaneten
helâl olmamaya yorumlanabilir. Muteber kitaplarda olan helâllik ise,
hükmen helâl olmaya yorumlanır. Sonra ben
Cevahirü'l-Fetava'da şunu gördüm: «Eğer o
menfaatlenme,
menfaatlenme şartı ile olursa, o zaman
o rehin menfaat karşılığı olan bir karz olmuş
olur. Menfaat
karşılığı karz da ribadır. Yoksa, eğer menfatlenme şart
kılınmamışsa, bir beis yoktur.»
Özetle.
Minah'ta olan
özetle budur, ve bunu oğlu Şeyh Salih de ikrar etmiştir. Hamevi de
onu şununla takip
etmiştir: «Faiz olan bir şeyde diyanet ile hüküm
arasında bir fark zahir olmaz. Şu da var ki, fetva
intifanın
mubah olması kavli üzerine zahir
olduktan sonra diyanet ile hükmün
uzlaştırılmasına
ihtiyaç yoktur.»
Ben derim ki: Cevahir'de olan, diyanet ile hüküm arasında
uzlaştırma yapmaya salihtir. Bu vecih
güzeldir de.
Fukaha bunun mislini şu meselede zikretmişlerdir: Karz isteyen bir kimse, karz verene
bir şey hediye etse,
eğer bu hediyesi şartlı bir hediye ise mekruhtur. Yoksa, mekruh değildir.
Şarihin
Cevahir'den naklettiği. «zamin değildir»
kavli de ifade ediyor ki, faiz değildir.
Zira faiz,
mazmundur. O
zaman «zamin değildir» kavli, şart kılınmayana hamledilir. Eşbah'ta zikredilen
kerahet de, şart kılınana hamledilir. Bunu da
şarihin rehinin sonunda gelecek olan şu kavli teyid
etmektedir: Bunu faiz ile illetlendirmek ifade eder
ki buradaki kerahet tahrîmî kerahettir.
Düşünülsün.
Eğer
mürtehinin menfatlenmesi bir şart ile bağlı ise, zamin olur. Nitekim
şu meselede Hayriye'de
bununla fetva
verilmiştir: Birisi bir zeytin ağacını mürtehinin zeytinleri
yemesi şartı ile rehin etse,
mürtehin
zamindir. Bu mesele, bir hediye
karşılık borcunu uzatmasının örneğidir.
T. diyor ki: «Ben
diyorum ki, halkın halinden genellikle anlaşılan şudur: Bir şeyi rehin verdikleri
zaman,
mürtehinin menfatlenmesini de irade ederler. Eğer o menfatlenme
olmasa, para verilmez,
denilirse, bu
şart menzilesindedir. Çünkü örf olan bir şey de şart gibidir. İşte bu da
menfaatlenmekten men etmeyi tayin eder. Allah daha iyisini
bilir.»
BİR FAYDA:
Tatarhaniye'de
aynen şöyle denilmiştir: «Eğer adam birisinden bir miktar dirhem
istikraz etse, ikraz
eden adama da iki ay kullansın diye eşeğini verse, veya oturması için evini teslim etse, bu fasit
icare menzilesindedir. Her iki surette de
kullanmış olduğu takdirde ona ecri misil vermesi lâzımdır.
Bu, rehin de olmaz.»
Biz bunu icare
bahsinde de takdim ettik.
«Yediği
takdirde ilh...» Rehin bahsinin sonunda musannıfın Fetava'sından şu gelecektir:
Zahir
şudur ki, bu
yeme, merhunenin bahasını yemeye şamil gelir.»
«Zamin
değildir ilh...» Yanı borcundan bir şey düşmez. Kınye. Yani asıl helak
olmadığı müddetçe.
Nitekim bunun
beyanı gelecektir.
METİN
Rehin olan
koyun mürtehinin zilyedinde ölse, o zaman borç koyunun kıymeti ile mürtehinin aynı
koyundan içtiği süt üzerine taksim edilir. Koyunun hissesine düşen borç düşer, sütün hissesine
düşen borcu o
mürtehin rahinden alır.
Eğer izin
vermeden menfaatlenirse, müteaddi olmuş olur. O zaman helak olduğu takdirde
ona
zamindir. Ama
onunla rehin batıl olmaz.
Mürtehin
alacağını istediğinde, mürtehine helak olduğu takdirde hakkını iki defa almış olmaması
için rehini
hazır etmesi emredilir. Ancak, ona bir taşıma gerekiyorsa, veya rehin
mürtehinin yanında
değil, rahin
ondan emin olmadığından bir adilin yanında ise, o zaman merhunu hazırlaması
emredilmez. Şerh-ı Mecma.
Mürtehin
rehini hazır ettiği zaman evvelâ onun alacağının hepsi ona teslim
edilir, sonra da mürtehin
rehini sahibine
teslim eder. Eşitlik gerçekleşsin diye.
Mürtehin
alacağını, akdin yapıldığı şehirden
başka bir şehirde talep ederse, hüküm
yine böyledir.
Eğer rehine bir
masraf gerekmiyorsa. Yok eğer onun taşınması için bir masraf gerekiyorsa,
hazırlamasa bile onun alacağı ona teslim edilir.
Zira onun üzerine vacip olan bir mekandan bir
mekana nakletmek değil, tahliye manasına olan teslimdir.
Kuhistanî
Zahire'den şunu nakletmiştir: «Rehin mevcut olmakla beraber mürtehin onu o an
hazırlamaya
asla kadir değilse, ona merhunu hazırlaması emredilmez.»
Şu kadar var
ki rahin merhunu teslim almadan borcu ödediği takdirde mürtehine rehinin helâk
olmadığına
dair yemine verdirebilir. Bu hazırlama
emri, rahin eğer helaki iddia ederse verilir. Eğer
helaki iddia etmezse, mürtehinin merhunu hazırlamasında
bir fayda yoktur.
Aydan aya ödemek
üzere aldığı borcun ödenmesi sırasında da hüküm böyledir. Eğer korkuyorsa
hazırlaması emredilir, eğer korkmuyorsa, emredilmez.
Nitekim bunu İbn-i Sıhne de böyle tahrir
etmiş ve
nazmen şunu söylemiştir: «Borç ona
verilmez, o rehini hazırlayana kadar. Veya merhun
akit yapılan yerde değilse ve taşımak da zorsa. Aylık
taksitte de hüküm böyledir. Yalnız borçlusu
helaki iddia ederse o zaman hazırlanır. Bu Nihaye'de de zikredilir.»
Borcunu talep
eden mürtehine rehini hazırlaması, rehin rahinin emri ile adil
bir kişinin yanına
konulmuşsa, teklif
edilmez. Yine, mürtehine, rahinin izni ile sattığı rehin semenini hazırlaması da
teklif edilmez.
Ta, borcunu habzedene kadar. Zira mürtehin o rehini rahinin
izni ile satmıştır.
Semeni alınca, hazırlaması teklif edilir.
Çünkü semen, rehinin yerine kaimdir.
Mürtehine,
rahinin borcunu ödemesi için rehini satış imkânı vermesi teklif edilemez.
Çünkü rehinin
hükmü,
mürtehin alacağını alıncaya
kadar, daima yanında hapsetmektir.
Kendisine alacağının bir
kısmı ödenmiş veya
bazısını ibra etmiş mürtehine rehinin bazısını teslim etmesi de teklif
edilmez.
Geri kalan alacağını alana veya ibra edinceye
kadar. Bu hüküm de, mebiin hapsine itibar edilir.
Mürtehine,
rehini bizzat kendisinin veya ailesinin
hıfzetmesi vaciptir. Vediada olduğu
gibi. Eğer
kendisinin veya ailesinin
gayrisi merhunu korursa, zamindir.
Nitekim vedia bahsinde geçti.
Mürtehin,
rehini îda', iâre, icâre, istihdam etmesiyle ve taaddi ile
kıymetinin hepsine zamin olur. O
zaman borç
onun miktarınca düşer. Yine mürtehin, rehin edilen yüzüğü
sol serçe parmağına veya
Radi'nin
ihtiyarına göre sağ serçe parmağına takmakla da
bütün kıymetine zamin olur. İster kaşını
avucunun içine
getirsin, ister getirmesin. Bercendi bununla fetva vermiştir.
Şu kadar var
ki, biz yasaklar bahsinde Bercendi'nin rehin kitabından naklen takdim
ettik ki, sağ
parmağa takmak rafizilerin şiarındandır. Ondan
kaçınmak da vaciptir.
Ben derim ki: Şu kadar var ki, zamanımızın adeti, sol
parmağa da takmaktır. O zaman lâyık olan,
gelecek kılıç meselesine
kıyasla,
mürtehinin zamin olmasının lüzumudur. Tahrir edilsin ki, başka
bir parmağına
takmakla zamin olmaz. Ancak mürtehin kadın olursa, hangi parmağına takarsa
taksın
zamin olur.
Çünkü kadınlar yüzüğü başka parmaklarına da takarlar. O zaman onun takması
rehini
korumak değil kullanmak
olur. İbn-i Kemal, Zeylaî'ye isnatla.
Murtehin,
kendisine rehin edilen üç kılıcı değil, iki kılıcı beline bağlarsa, zamin olur. Zira yiğitler
adeten iki kılıç kuşanırlar.
Ama kimse üç kılıç kuşanmaz.
Rehin edilen
yüzüğü diğer bir yüzüğün üzerine
taksa, o adamın adetine bakılır. Eğer o adam üst
üste iki yüzük
takarak süsleniyorsa, o zaman helâk
olduğu takdirde zamin olur. Yok
eğer iki yüzüğü
üst üste takma
adeti yoksa, o zaman korumuş
olur, helak olduğu takdirde zamin olmaz.
İZAH
«İçtiği süt
üzerine ilh...» Yani rahinin izni ile içtiği süte. Nitekim bu rahin
kelimesi Velvaliciye'de
sarahaten zikredilmiştir.
«Sütün hissesine düşen borcu alır ilh...» Yani mürtehin
rahinden sütün hissesine düşen parayı
alır.
Zira ileride gelecektir
ki, rehinin artışı, asıl rehinle birlikte o da rehindir. O
artışı rahinin izni ile
mürtehin telef
ettiği zaman, onu sanki rahin telef etmiş olmaktadır. O zaman o,
rahinin üzerine
mazmundur. O
zaman buna da borçtan bir hisse düşer. İşte
bizim az önce geçen kavlimizin manası
da, budur. Bu
bahsin tamamının beyanı rehin bahsinin
sonunda gelecektir.
«Müteaddi
olmuş olur ilh...» O zaman, gasıb gibi onu zamin olur. Eğer sonra muvafakate dönerse,
yine onun
elindeki nesne rehin olur. Bu bahsin tamamı gelecektir.
«Hakkını iki defa almış olmaması için ilh...» Yani, rehin edilen nesnenin helaki takdir
edilirse iki
kere almış olur.
Gurerü'l-Efkâr'da şöyle
denilir: «Mürtehin merhunu hazırlamazdan önce rahine borcu ödemesi
emredilirse, çoğu kez rehin helâk olur ve o zaman
da borçlu borcunu iki defa ödemiş
olur.»
«Ancak ona bir taşıma gerekiyorsa ilh...» Çünkü onu taşımaktan acizdir.
Şerh-i Mecma.
Yani, hükmen
onu taşımaktan acizdir. Çünkü mürtehine masraf lazım gelir.
Şilbi şunu nakletmiştir:
«Eğer merhun rehin edildiği şehirde ise,
borçlu borcunu ödediği sırada
mürtehine
mutlaka merhunu da hazırlaması emredilir.
Eğer merhun rehin edildiği şehirde değilse, o
zaman bakılır. Eğer onun hazırlanması için taşıma ve
masraf yoksa, hüküm yine böyledir.
Eğer o
taşınacaksa, o zaman
mürtehine onu hazırlaması emredilmez.»
T. Mecma şerhinde olan «acizdir» sözünü buna hamletmiştir.
Ben derim ki: Fukahanın kelamından ilk akla gelen de budur. Fakat burada düşünmek gerekir. Zira
mürtehin
üzerine vacip olan tahliyedir, nakil değil.
Nitekim ileride gelecektir. Bu da Bezzazîye'de
olana
muhaliftir.
Zira Bezzaziye
sahibi şöyle demiştir: «Mürtehinin rehini
hazırlamasında eğer bir meşakkat
ve
masraf yoksa
hazırlaması emredilir. Eğer varsa, yani başka bir yerde ise, o
zaman hazırlaması
emredilmez.»
Zahire'de de şöyle
denilmiştir: «Rehinde asıl kaide şudur:
Eğer mürtehin mihnetsiz, meşakkatsiz
merhunu
hazırlamaya kadir ise, hazırlayana
kadar rahin borcu ödemekten imtina edebilir. Merhun
olan nesne mevcut olmakla birlikte eğer onu hazır etmeye asla kadir değilse, veya ancak mihnet ve
meşakkatle kadir ise, o zaman hazırlaması emredilmez.»
Bu kelamdan sonra da Zahire sahibi şöyle demiştir: «Rahin
mürtehine rehin akdi yapılan şehirde
rast gelirse, rehin de cariye ise borcunu ödeyeceği
zaman cariyesinin de hazır olmasını emreder.
Çünkü
mihnetsiz olarak onu hazırlamaya
kadirdir. İşte biz mihnet ve meşakkatin bulunduğu yerde
kıyası terk
etti, geri kalan yine kıyasın aslı üzerine kaldı.» Özetle.
«Mürtehin
rehini sahibine teslim eder ilh...» Öyleyse, mürtehin
alacağını aldıktan sonra, rehini
teslim etmeden
önce, rehin helak olursa, rahin ödemiş olduğu borcu geri
alır. Çünkü rahin geçen
kabızla malın helak olduğunda hakkını tam vermiş olur. Borcu ikinci defa
ödemesi, hakkını tam
ödedikten
sonra ikinci bir ödeme olur. O zaman ikinci ödemenin reddi vacip
olur. Hidaye. Bu bahis
rehinin
sonunda gelecektir.
«Eşitliğin
tahkiki için ilh » Yani her birinin hakkını
tayinde eşitliğin gerçekleştirilmesi için.
Zahire'de
şöyle denilir: «Zira mürtehin rahinin hakkını
tayin etmiştir. Rahinin de, mürtehinin hakkını
tayin etmesi üzerine vaciptir. Ancak şu kadar var ki, dirhem ve dinarların tayini,
tayinin hasıl olması
için ancak teslimle vaki olur.»
Bu kavil, evvelâ borcun teslim edilmesinin vacip
olmasının illetidir. Hazırlamanın illetine gelince, o
şarihin «iki defa ödememesi için» sözünün
izahında geçti.
«Kaim olmakla beraber ilh...» Musannıf bu kavliyle şundan kaçınmıştır: Helak olduğu
için rehini
hazırlamaya
kadir olmadığı takdirde.
«Hazırlaması emredilmez
ilh...» Bir mihnet ve meşakkatten
dolayı kadir olmadığında nasıl
hazırlaması emredilmezse, burada da hazırlaması emredilmez. Bu kavil de yine
Zahire'de
zikredilmiştir.
«Şu kadar var ki rahin ilh...» Musannıf'ın bu kavli «eğer hazırlamasa»
sözü üzerine istidraktir. Yani
eğer mürtehin
rehini hazırlamazsa, rahin onu rehinin helak olmadığına dair yemine verdirir.
Musannıfın
«hazırlaması emredilmez» kavli de makablinin kaydıdır. Metnin ibaresi de bunu ifade
eder. Musannıf
burada, Zahire, Kifaye ve diğer
kitapların ibaresine uyarak «şu kadar
var ki» sözünü
zikretmiştir.
«Ona Yemin
verdirir ilh...» Yani katiyet üzere yemin verdirir. Çünkü bu yemin verdirme mürtehinin
elindeki helaki üzerine yemin verdirmedir.
Zahire.
«Aydan
aya ödenmek üzere aldığı borcun
ödenmesi sırasında da hüküm böyledir
ilh...» Yani eğer
borç taksitle
ödenecekse, taksidin birinin
ödenmesi vakti geldiğinde yine rahin ondan rehinin
hazırlanmasını ister.
Nihaye'de şöyle denilir: «Mürtehine borcun tamamını almak için rehini hazırlaması
nasıl teklif
edilirse, aylık
ödenecek taksidin alınmasında da ona rehini hazırlaması
emredilir. Rehini
hazırlamasının emredilmesi; rahinin, rehinin
helâkini iddia ettiği. Kadı'dan da mürtehinin rehini
hazırlaması için emretmesini talep ettiği takdirdedir.
Ki, onun hali zahir olsun. O zaman, rehin
edilen nesne, rehin akdi yapılan şehirde ise, Kadı ona merhunu hazırlamasını
emreder. Ama eğer
rahin merhunun
helâkini iddia etmezse, mürtehinin rehin edilen nesneyi hazır etmesine ihtiyaç
yoktur. Çünkü
onun hazır etmesinde bir fayda yoktur.» Özetle.
Bunun misli
Zeylaî'de de mevcuttur. Tarsusî, Nihaye'nin ifadesine şu şekilde itiraz etmiştir: «Bu
böyledir, eğer rahin rehinin helakini
iddia ederse...» kaydının
kendi indinden yapmıştır. Ki bunu da
hiçbir alime isnat etmemiştir. Nihaye'nin bu takyidi
fasittir. Zira Nihaye'nin bu takyidinde hükümde
ihtiyatı terk etmek vardır. Rahin her ne kadar
helaki iddia etmese bile, rahinin iki defa para
ödememesi için kadı mürtehine rehini hazırlamasını
emreder. Ancak, Kadı mürtehine, eğer rahin
mürtehinin
yanında baki olduğunu tasdik ederse,
rehini hazırlamasını emretmez.»
Tarsusî'nin bu
itirazını İbn-i Vehban ikrar ederek;
«Ben yanımdaki kitapları tetebbu
ettim. Nihaye
sahibinin bu
yapmış olduğu takyidi bulamadım. Fukahanın ibaresi de Tarsusî'nin
zikrettiğinin sahih
olduğunu ifade
etmektedir. Kıyas ise,
Nihaye'de olanın sahih olmasını
gerektirir. Zira asıl,
merhunun helak
olmamasıdır. Merhunu talep etmek de rahinin hakkıdır. O talep
etmediği takdirde
hakimin üzerine
mürtehini rehini hazırlamaya cebretmesi vacip değildir. Helak olmadığı üzerine
yemin verdirmek
de, rehinin hazırlanmasında taşıma ve zorluk varsa. Bu iki kavil üzerine merhunu
hazırlama emri gibi olur.» demiştir. İbn-i Şıhne'nin
Vehbaniye şerhinden özetle.
Sonra İbn-i
Şıhne meseleyi tahrir ederek, orada bir tafsilat ihtiyar etmiştir. Tafsilat şudur: «Deynin
tamamının
ödenmesi meselesinde mutlaka rehinin hazırlanması
lâzımdır. Çünkü geçen illet bunu
gerektirmektedir. Ama
deynin bir taksidini ödemeye gelince, onda rehinin hazırlanması lâzım
değildir.
Ancak rahin merhunun helâk olduğunu iddia
ederse, hazırlanması lâzımdır. Çünkü ondan
bir taksit
ödemekle hakkını tam ödemiş olmaz. O
zaman mürtehin de rehinin hepsini hazırlamaya
cebredilmez. Şu kadar var ki, helak davası varsa, o zaman
hazır etme talebi teveccüh eder.
Mürtehinin
rehini hazır etmesi de lâzım olur. Sonra, yemin verdirmek de bu
tafsilat üzeredir.» Özetle.
İbn-i Şıhne bu
tafsilatı gelecek nazmında da irad etmiştir.
Şurunbulali
şöyle demiştir: «Şarih, müddainin talebinin yalnız
bir taksidi ödeme ile mukayyet
olduğunu
anlamıştır. Şu kadar var ki, şarihin böyle
anlaması, müsellem değildir. Zira sen Zeylaî'nin
Nihaye'nin kelamına
muvafık olan kelamından bunu bildin.».
Ben derim ki: Bana zahir olan şudur: Hak Nihaye sahibinin sözüdür. Bu kayıt da, Şurunbulali'nin
anladığı gibi,
her iki meselenin kaydıdır. Yani borcun tam ödenmesi meselesi
ile bir taksidin
ödenmesi meselelerinin. O zaman Kadı'ya mürtehine rehini hazırlaması için emretmesi lâzım
değildir.
Ancak, rahin hazır olmasını talep eder
ve merhunun helakini iddia ederse. o zaman
mürtehine
hazırlamasını emreder, çünkü bu talep rahinin hakkıdır. Buna da
Zahire'de olan şu ibare
delalet eder: «Helak
olmadığı üzerine yemin verdirme rahinin talep etmesiyle kayıtlıdır. Kuhistanî de
buna tabi
olmuştur. Bunun misli
Gurerü'l-Efkâr'da da mevcuttur.»
Bezzaziye'de
şöyle denilir: «Eğer rahin helakini
iddia ederse, mürtehin merhunun mevcut olduğuna
yemin eder.
Mürtehin yemin ettiği zaman rahine
borcu ödemesi emredilir.» Görülüyor
ki bu
meselede fukaha «deynin tam ödenmesi» ile, «bir taksidin ödenmesi» şeklinde kayıt
yapmamışlardır.
Geçenden rehini hazırlamakla emretmek ve yemin verdirmenin eşit olduğunu ve bu
konudaki
ihtilâfları sen bildin. Merhun menkul ise Kadı'nın üzerine mürtehine, helak
olmadığına dair, yemin
verdirmek
vacib değildir. Ancak hak sahibi olan rahin mürtehinin yemin etmesini talep ederse, o
zaman Kadı'nın
ona yemin verdirmesi vacip olur. Nasıl Kadı'nın üzerine mürtehine
yemin verdirmek
vacip değilse,
rehini hazırlaması için Kadı'nın mürtehine emretmesi de vacip değildir. Ancak, hak
sahibi olan rahinin talebi ile emreder. İşte benim kısa fehmime zahir olan budur. Allah-u a'lem.
«İbni Şıhne de
böyle tahrir etmiş
ilh...» İbni Şıhne'nin tahrir ettiği
yukarıdaki yapmış olduğu
tafsilattır.
Nitekim sen bildin. Bunu T. ifade etmiştir.
«Borç ona
verilmez ilh...» Yani mürtehin rehini
hazırlamadığı müddetçe rahin borcu tamamen
ödemez. Her ne
kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. Ancak, merhun rehin akdi yapılan
şehirden başka bir şehirde olursa, onu akit yapılan şehre getirmek için masraf
gerekiyorsa o zaman
borcu tamamen
verir. Ama kendisi de mürtehine rehinin
helak olmadığına dair yemin
verdirebilir.
Musannıf'ın: «aylık
taksitte de böyledir» sözü, yani rahin vadesi gelmiş takdirini mürtehin rehini
hazırlamadığı
müddetçe vermez. Her ne kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. O zaman
taksit ödemekle deyni tam ödemenin hükmü eşit olur. Bu da
Nihaye'de olan hükmün gayrıdır.
Nihaye'de olan ifadeye gelince; borcu tam ödemekle taksit ödemek arasında fark vardır. Şöyle ki,
aylık ödemede borçlu helaki iddia
edene kadar mürtehine rehini hazırlaması emredilemez. İbn-i
Şıhne buna da
«ister talep etsin, ister etmesin» sözüyle işaret etmiştir. Zira
İbn-i Şıhne'nin «Rehini
hazırlamadıkça» sözü ifade ediyor ki, mürtehine rehini hazırlaması emredilir, taksit ödeme
suretinde
rehini hazırlamakla emredilmez. Ancak rahin helaki dava ederse emredilir. İşte bu,
nazmın İbn-i
Şıhne'nin anladığı şekildeki takriridir. İbn-i Şıhne şöyle anlamıştır: Merhunun
hazırlanması, taksit meselesinde Nihaye'nin kelamında rahinin helak
davası ile kayıtlıdır.
Aralarındaki fark da budur.
«Akit yapılan
yerde değilse ilh...» Bu kavil,
Şilbi'den naklen geçen tafsilatı teyit etmektedir.
Sâyihânî diyor ki: «Buradaki «veya», «ancak» manasınadır.
Veya
kelimesinden sonra gelen fiilin
mensub olması lâzımdır. Ancak, şiirde meczum olarak gelmiştir.
O zaman onun «hazırlamadıkça»
üzerine atfı
sahih olur. Yani akit yapılan şehirde
olduğu müddetçe, para verilmez. Akit yerinde
olmadığı
müddetçe para verilir. Şu kadar var ki, o zamanda, «taşımak da
zordur» sözü uzak olur.
Çünkü merhun
akdin yapıldığı yerde olursa, taşınması gerekmez. Ancak şöyle
denilebilir ki,
mürtehinin
rehini evine götürmesi mümkündür. O
zaman da beytin manası şöyle olur: «Yani rehin
akit yerinde
olursa, mürtehine para verilmez. Ancak onun hazır olması için meşakkat
ve taşıma
yoksa, mürtehin
hazırlarsa, ödenir.» Bu şekilde tevil edilse, Şilbi'den
geçen ifadeye muhalif olur.
Ama bizim
Bezzaziye ve Zahire'den naklen takdim
ettiğimizi de teyit eder. Şu kadar var ki bu şeklide
yorumlamak da çok uzaktır.
«Teklif edilmez ilh...» Çünkü ona emanet edilmemiştir.
Zira ondan başka bir adama verilmiştir. Onu
teslim etmek de mürtehinin kudretinde değildir.
«Adil bir kişinin ilh...» Adil, rehinin yanına
konulduğu kimsedir. Buna hususi bir bab gelecektir.
«Rahinin izni
ile satmıştır ilh...» Yani onun izni ile satmıştır. O zaman sanki mürtehin
ile rahin, her
ikisi rehini feshetmişler, satılan merhunun
semeni de rehin olmuş, semeni de ona teslim etmemiş,
belki adil bir kişinin yanına bırakmıştır. Bu bahsin tamamı Hidaye ve şerhlerindedir.
«Satış imkânı vermesi teklif edilemez ilh...» Yani deynin karşılığında satılması için rehini rahine
teslim etmesi teklif edilemez. Zira mürtehinin
onların bey akdi yapmalarına mani olma gücü yoktur.
Şurunbulaliye.
Evet, öyle ama, bey'in nafiz olabilmesi mürtehinin icazetine veya borcun
ödenmesine tevakkuf eder.
Onun feshi ile
de rehin esah kavle göre fesih olmaz. Bunun beyanı
gelecektir.
«Mebiin
hapsine itibar edilir ilh...» Yani bayiin yanında hapsedilmesine.
Zira bayie, semenin bir
kısmını almakla mebinin
bir kısmını teslim etmesi lâzım gelmez. Şu kadar var ki, adam
iki köleyi
rehin etse, her bir köle için belirli bir para alsa, bunlardan birisinin parasını ödediği
takdirde onu
alabilir. Ama
bey' böyle değildir. Nitekim
gelecek babda musannıf bunu zikredecektir.
«İyalinin
hıfzetmesi ilh...» Şahsın iyalinden sayılmak için
beraber oturmaları gerekir. Ama
beraber
oturan kimse ister
mürtehinin nafakasında olsun, ister olmasın. Karısı,
kızı, oğlu, hizmetçisi gibi.
Koca, yevmiyeli
değil, aylık veya senelik çalışan
işçi iyaldendir. Mufaveze ve inan şirketi
ortaklarının
hükmü de kişinin iyalinden olan kimseler gibidir. Karısı ve çoğunda, iyalinde olması
şart değildir.
Gurerü'l-Efkar.
«Hepsi ile zamindir ilh...» Yani kıymetinin hepsi ile zamindir. Bu zaminiyet, rehindeki zaminiyet
değil, gasptaki
zaminiyettir. Bundan murat şudur ki, eğer bu şeyler sebebiyle helak olursa zamindir.
Herhangi bir
şey ki, o fiille mûda' (kendisine emanet bırakılan) zamin olur, o fiil ile
mürtehin de
zamin olur.
Mûdaa zamin etmeyen fiiller mürtehini
de zamin etmez. Ancak şu
kadar var ki, vedia
kendiliğinden
telef olursa, tazmin edilmez. Nitekim Camiü'l-Fusuleyn'de olduğu gibi.
Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Eğer mürtehin rahine
muhalefet eder, sonra muhalefetinden
dönerse, yine
o nesne kendi hali üzere rehindir. Öyleyse eğer mürtehin
muvafakati iddia eder, rahin
onu yalanlarsa.
rahinin sözü tasdik edilir. Çünkü o tazminatın sebebini ikrar etmiştir.»
BİR TEMBİH:
Mürtehin
rehini bildirmeden ölse, zamin olur. Nitekim Hayriye ve diğer kitaplarda
olduğu gibi.
«Taaddi ile ilh...» Bu geneli özel üzerine atıftır.
Yani izinsiz olarak okuma, bey, giymek, binek
hayvanı ise binmek, oturmak gibi. Kuhistanî.
«Kıymetinin hepsine ilh...» Yani kıymeti neye
ulaşırsa ulaşsın, kıymetine zamindir. Çünkü mürtehin
bu fiilleri
yapmakla gasıb olmuştur. İtkanî.
Hidaye'de şöyle denilmektedir: «Zira rehinin deynin miktarından fazlası emanettir. Emanetler de
taaddi ile
tazmin olunurlar.»
«Borç onun
miktarınca düşer ilh...» Yani deynin
hepsi düşer. Eğer deyn tazmin ettiği
miktar kadar
ise. Yok eğer deyn
fazla ise. mürtehin, rahinden, rehinin kıymeti daha fazla ise, rahin mürtehinden
fazlayı alır.
Evla olan bu kavli hazfetmekti. Çünkü yakında metinde gelecek tafsilat vardır.
«Radi'nin
ihtiyarına göre ilh...» Ben diyorum ki, Bezzaziye ve diğer kitaplarda olan şudur
ki, bu kavli
Radi değil, Serahsi ihtiyar etmiştir, öyle sanıyorum ki, buradaki «Radi'nin ihtiyarına göre» ifadesi,
yazanların
tahrifidir. Zira bu isimde benim bildiğim kadarıyla, Hanefi İmâmları arasında
meşhur olan
kimse yoktur
Radi ile Serahsi ayrı ayrı üç âlim değil, H.
571 de vefat eden Radıyyuddin Muhammed es-Serahsi
adlı hanefî
fakihidir. H. 490 da vefat eden Mebsut sahibi Şemsüleimme Serahsi, Radıyyuddin
es-Serahsi ile karıştırılmamalıdır (bkz. Taşköprüzâde, Tabakatülfukaha, s. 75, 104)
«Bercendi'nin
rehin kitabında ilh...» Yani Bercendî'nin şerhinden, rehin kitabından. Sarih yasaklar
bahsinde
takdim ettiğini de Bercendî'ye nispet
etmemiştir. Evet, bu bahsi Bercendî'ye
Dürrü'l-Munteka'da isnat etmiştir.
Zira musannıf orada; «Bu şekilde Bercendî, rehin
kitabında
Keş-fü'l-Pezdevi'den nakletmiştir.»
demiştir. Bazı nüshalarda da «burada» kelimesinin
yerine
«orada» kelimesi kullanılmıştır.
Bunun şerhinde T. diyor ki: «Yani sağ
el bahsinde.»
«Ben derim ki: şu kader
var ki ilh...» İşte bu, yasaklar
bahsinde şarihin zikrettiğinin manasıdır ki,
o
şiar olmuştur.
Biz yasaklar bahsinde şunu takdim
ettik: Hak şudur ki, sağ parmak ile sol parmak
arasında eşitlik vardır. Çünkü yüzüğün her ikisine takılması da Seyyidü'l-Ahyâr olan Peygamber
(S.A.V.)'den sabit olmuştur. Sonra bu istidrak,
istidrak üzerine istidraktir. Bu, metinde olan sağ
parmak ile sol parmak arasındaki eşitliği
teyit etmektedir. Şöyle ki, hangisine takılırsa
takılsın, o
rehini
hıfzetmek değil, kullanmaktır. Bundan ötürü onu serçe parmağına takmakla zamin olur. Bu
izah üzerine şarih'in «layıktır» sözüne de ihtiyaç
yoktur. Çünkü o metinde olanın aynıdır. Hidaye
ve
diğer
kitaplarda da sarahaten zikredilmiştir. Onun ispatı için
araştırmaya ve ehli olmadığımız için
de
kıyas yapmaya ihtiyaç yoktur.
«Başka bir parmağına takmakla zamin olmaz
ilh...» Yani serçe parmağı dışındaki bir parmağa
yüzüğü
takmakla, helak olduğu takdirde zamin olmaz. Bu meselede asıl şudur: Mürtehin rehini
kullanmakla korumakla
izinlidir. Öyleyse rehin olan bir yüzüğü
serçe parmağına takmak, o yüzüğü
kullanmak demektir ve zımaniyeti icap ettirir. Başka bir parmağa takmak ise onu takmak değil,
korumaktır.
Çünkü adette serçe parmağın dışında başka bir parmağa yüzük
takılmaz. O zaman
serçe parmak dışındaki parmaklara takmakla zamin olmaz.
Yine,
kendisine rehin edilen bir taylasanı
(baş ve boyun şalı) giyinse, ona zamin olur. Çünkü
giyinmek kullanmaktır. Ama taylasanların mutat giyilişi gibi giyinmese, meselâ
omzuna atmış olsa,
zamin olmaz, çünkü o korumaktır.
Sonra burada
zamin olmamaktan murat, kullanmak değil, korumak
sayıldığı yerde gasp zaminiyeti
gibi zamin
olmaz demektir. Yoksa asla zamin olmaz demek değildir.
Çünkü rehin olan bir şey
kıymeti veya
borçtan hangisi daha az ise onunla mazmundur. Nitekim bu, Tahavi şerhinde de tasrih
edilmiştir.
İtkanî, özetle.
«Yiğitler
ilh...» Hidaye ve Tebyin'de de
böyledir. Bunun zahiri şudur ki mürtehin eğer
yiğitlerden
değilse zamin olur. Halbuki fakihler, yüzüğün takılmasında mürtehinin kendi haline itibar
etmişlerdi. Zahir şudur ki burada; «eğer kılıcı rehin alan kimse yiğitlerden ise» manası
kastedilmiştir. Zira, Kadıhan ve diğerlerinin sözü buna delalet eder. Çünkü onlar, iki kılıç
rehin
edildiği
takdirde mürtehin her ikisini de takarsa, o da kullanma olur,
demişlerdir. Görülüyor ki
burada da
yüzük meselesinde olduğu gibi
mürtehinin haline bakılır. O zaman metinde olan ifade de
Kadıhan ve
diğerlerinin ifadelerine göre
yorumlanır. O zaman kılıcı takanın hali ile yüzüğü takanın
hali arasındaki münâfat kalkar. Sen anla.
«Üç kılıcı değil ilh...» Yani o zaman üç kılıcı
takarsa kullanmak değil, korumak
olur. Zamin de olmaz.
«Tüzüğü diğer
bir yüzüğün üzerine taksa ilh...»
Yani ona iki yüzük rehin edilmiş olsa,
oda ikisini
birbiri
üzerine aynı parmağa taksa, o
zaman adete bakılır. Zeylaî.
Yani
mürtehinin adetine bakılır. Eğer başkasının
adetine muhalifse, zamin olur.
Yoksa, korumaktır,
zamin olmaz.
Nitekim mabadinden de bö-le anlaşılmaktadır.
METİN
Eğer borcun
cinsinden mezkur kıymetle hükmedilirse, o zaman, rahin ile mürtehin yalnız kıymeti
ödemekle ödeşmiş olurlar. Eğer borcun ödeme vakti gelir,
mürtehin de rahinden fazlalık isterse,
arada bir fazlalık
varsa, o zaman fazlalığı alır. Ama eğer borç vadeli ise, o zaman mürtehin helak
olan rehinin
kıymetini zamindir ve o kıymet onun yanında
rehin olur. Borcun ödeme vadesi
geldiği
zaman onu borç
karşılığında alır.
Eğer cinsinin hilafına olan bir kıymetle hükmedilirse, o zaman
o rehinin cinsinin hilafına olan
kıymet, rahin
borcunu ödeyene kadar olan yanında rehin olur. Çünkü rehin
bedelidir, ve rehin
hükmünü almış
olmaktadır.
Rehin edilen
nesneyi korumak için icarlanan evin, bekçinin ve koyunların yatak yerinin ücreti
mürtehinin
üzerinedir. Ama merhum hayvan ise, onu
otlatan çobanın ücreti, köle ise nafakası,
arazi
ise ondaki öşür ve haraç da rahinin üzerinedir.
Bunda asıl kaide şudur: Rehinin maslahatı ve baki
kalması için yapılan masraflar rahinedir. Çünkü
rehin onun
mülküdür. Korunması için gereken masrafların hepsi ise mürtehin
üzerine vaciptir.
Çünkü onu
mürtehin hapsetmiştir.
Muhakkak bilinsin ki, eğer bunlardan rahine bir
şey şart kılınmış olsa, rahinin ödenmesi
lazım
değildir.
Kuhistanî, Zahire'den.
Rehinin
tamamının mürtehinin eline geri getirilmesi masrafı,
kaçan köleyi yakalayıp getirene verilen
ücret gibi, veya
ondan bir parçasının eski
haline reddi, meselâ yarasının tedavisi
gibi ücretler iki
kısma ayrılır:
Mazmun ve Emanet. Mazmun olan kısım
mürtehinedir, emanet olan kısmın ücreti de
rahinindir.
Eğer kıymeti borçtan fazla ise.
Yok eğer borçtan fazla değilse, o zaman mürtehinin
üzerinedir.
Yine rehinin
hastalık ve yaraların tedavisi ve işlediği cinayetin fidyesi de,
eğer rehin edilen
nesnenin
kıymeti borçtan fazla ise, ikiye
taksim edilir. Rehin karşılığında olan kısmın masrafı
mürtehinin,
borçtan fazla olan kısmın karşılığı olan masraf da rahinin
üzerinedir.
Rahin veya mürtehinden birisi üzerine vacip olan şeyi
diğeri öderse, müteberri olur. Ancak,
Kadı'nın emri
ve onu diğerinin üzerine borç bulması ile öderse, o zaman diğerine rücu
ederek
ondan alır.
Ama Kadı'nın sarahatsiz, mücerret emri
ile ve üzerine borç kılması ile
rücu edemez.
Mültekit'te
olduğu gibi.
İmâmdan, eğer diğer arkadaşı hazır ise, hazır olan
adamın üzerine vacip olan şeyi yaparsa, mutlaka
rücu
edemeyeceği rivayet edilmiştir. Ama
ikinci İmâm buna muhalefet etmiştir. Bu mesele de hacr
meselesinin fer'idir. Zeylaî.
Rahin, «Rehin
ettiğim nesne bu değildir.» dese. mürtehin de «Hayır, senin bana rehin verdiğin
nesne budur.»
dese, makbul olan söz mürtehinindir. Çünkü onu mürtehin kabzetmiştir. Ama bunun
hilafına, eğer
mürtehin rehin edilen nesneyi kendisi kabzettikten sonra rahine geri verdiğini iddia
etse, rahin de inkâr etse, o zaman makbul olan
söz rahinindir. Çünkü o inkâr etmektedir. Eğer ikisi
de burhan
getirseler, yine makbul olan burhan
rahinindir. Borçta fazlalığı ispat ettiğinden borç da
düşer.
Mürtehin eğer
kabızdan evvel bunu iddia ederse,
o zaman makbul olan söz, mürtehinindir. Çünkü
mürtehin
rehinin kendi zımaniyetine girmesini
inkâr etmektedir. Eğer her ikisi
de burhan
getirirlerse, o zaman makbul olan burhan rahinindir.
Çünkü o zımaniyeti ispat etmektedir.
Bezzaziye.
Mürtehinin, yol emin olduğu takdirde yola
gitmesi caizdir. Vediada olduğu gibi. Her ne kadar rehini
beraberinde sefere götürmesinde bir taşıma ve masraf
olsa da.
Mürtehin,
rehini rehin verildiği şehirden başka bir şehre de götürebilir. Rehinin yanına bırakıldığı
adil de bu
bahiste mürtehin gibidir. İmadiye'de,
İddet'e isnatla olduğu gibi. Ama bu
Kadiyeyn'de
olanın
hilafınadır. Belki, İddet'te olan İmâmın, Feteva'da olan da İmameyn'in kavlidir. Nitekim
Kınye'nin kelamı da bunu ifade etmektedir.
BİR FAYDA:
Hadiste şöyle
denilmiştir: «Rehinin durumu gizli
olur (kıymeti bilinmezse) neyle rehin olmuşsa,
onunla
mazmundur.» Fukaha bu hadisin manasında şöyle demişlerdir: Helakinden sonra kıymeti
bilinmese,
yani rahin ve mürtehin nesnenin kıymetini bilmediklerini söyleseler, o zaman rehin
borcun karşılığıdır. Musannıf da babın evvelinde
böyle zikretmiştir.
İZAH
«Mezkur
kıymetle hükmedilirse ilh...» Yani kıymetinin
hepsiyle.
«Borcun
cinsinden
ilh...» Dirhemle dinar iki muhtelif cinstirler. Nitekim
Hamevi'nin şerhinden de
böyle anlaşılır.
Ebussuud.
T. diyor ki: «Dirhemle dinarın muhtelif
cins olmaları Maden'de de tasrih edilmiştir. Mekki.»
«Mürtehin de
rahinden fazlalık istese ilh ..» Yani mürtehin rahinden borç kalan fazlayı talep eder.
Eğer borç
rehin olan nesneden az olursa, o zaman da rahin mürtehinden fazlasını
talep eder.
Eğer musannıf
burada Zeylaî'de olduğu gibi «Rahin
ve mürtehinden her biri diğerinden
fazlasını
talep eder.» deseydi, daha şümullü olurdu.
«Nafakası ilh...» Mesela yemesi, içmesi, giymesi ve rehin eğer bir cariye ise, çocuğunun süt ücreti,
merhun bostan
ise sulaması, kanal açması, erkek hurmaların tohumlarının dişi hurmalara
taşınması ve
toplanması ve bahçe için yapılan bütün
masraflar rahine aittir. Hidaye.
Birisi belirli bir ekmekle
bir köleyi satsa, köleyi alan köleyi, satan da ekmeği kabzetmeden
satılan
köle ekmeği yese,
bayi kölenin semenini tam almış olur. Ama
bunun hilafına, adam bir ölçek arpa
karşılığı bir hayvan
rehin etse, hayvan o arpayı yese, mürtehin borcunu
tam almış sayılmaz.
Bunlar arasındaki
fark nedir? Zira birincide kölenin nafakası bayiin
üzerinedir. İkincisinde ise
hayvanın nafakası rahinin üzerinedir. Cevhere, özetle.
«Öşür ve haraç
ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilir: «Eğer sultan
mürtehinden öşür ve haraç alırsa,
mürtehin rücu
edip onu rahinden alamaz. Çünkü onu eğer gönüllü olarak vermişse, teberru etmiş
olur. Eğer
zorla vermişse, sultan ona zulmetmiş olur. Mazlum da ancak zalime
rücu edebilir.»
«Rahinedir
ilh...» İster rehin borçtan fazla olsun, ister olmasın. Hidaye.
«Çünkü onun
mülküdür ilh...» Öyleyse o zaman onun mihnet ve meşakkati de onun üzerinedir.
«Bunlardan bir
şey ilh...» Yani mürtehine
vacip olan şeylerden herhangi bir şey rahine şart kılınmış
olsa, rahinin
ödemesi lazım değildir.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Eğer rahin
mürtehine rehinin korunması ücretini şart kılmış olsa,
mürtehin
hiçbir şey istihkak etmez. Çünkü
rehinin korunması mürtehinin üzerine
vaciptir. Ama
vedia bunun
hilafınadır. Vediada korumak mûda'nın (emanet bırakılan kişi) üzerine vacip
değildir.»
«Yarasının
tedavisi gibi ilh...» Yani rehinden
yaralı olan bir azanın tedavisi veya katarakt
inen bir
gözün tedavisi
ve bunlara benzer, ileride musannıfın
zikredeceklerinden.
«Mazmun
ilh...» Yani mürtehinin zaminiyetine
giren kısım. Emanet bunun hilafınadır.
(O, rahinin
zaminiyetine
girer.)
«Borçtan fazla
değilse ilh...» Yani yalnız
mürtehinin üzerinedir. Çünkü mürtehinin
elinde olan rehini
tam olarak iade etmesi
lâzımdır.
«Yine ilh...»
Yani o ücret «Mazmûn» ve «Emanet» kısımları
üzerine taksim edilir. Nitekim Hidaye
ve
diğer
kitaplarda da böyledir.
Bezzaziye'de
şöyle denilmiştir: «İlâcın ve doktorun ücreti mürtehinin üzerinedir. Kuduri de şunu
zikretmiştir: «Emanet olan kısmın ücreti rahinin
üzerinedir.» Meşayihten bazıları da, «İlâcın
parası
mürtehinin
üzerinedir, eğer hastalık veya
yara mürtehinin elinde iken olmuşsa.
Yok eğer rahinin
yanında iken olmuşsa,
o zaman ilâç ve doktorun parası
rahinin üzerinedir.» demişlerdir.
Meşayihten
bazıları da her hâlükârda ilâc parası mürtehine aittir demişlerdir.
Muhammed'in mutlak
ifadesi de
buna delalet etmektedir.»
«Müteberri
olur ilh...» Çünkü, o onu yapmak
zorunda değildi. Zira onu Kadı'ya götürebilirdi.
«Rücu ederek diğerinden alır ilh...» Eğer kaçınan, rahin ise, Kadı'nın emri ile onu ödeyen mürtehin
rücu ederek onu rahinden alır. İster merhun kaim olsun,
ister olmasın. Nafaka ile de rehin
olmaz.
Öyleyse nafaka için mürtehinin hapsetmesi de lazım değildir. Bu da İmâmın
kavlidir. Bezzaziye.
«Rücu edemez ilh...» Meşayihin ekseri bu görüştedir. Çünkü Kadı'nın bu emri ilzam için değil, nazar
düşünme, dikkat etme) içindir. Öyleyse Kadı'nın o emri, hasbeten yapma ile diğerine
borç kılarak
yapması arasında mütereddittir. Âlâ üzerine nass olmadıkça, ednayı yapmak
daha evladır. Meselâ,
bu meselede borç olması için Kadı'nın sarih emri
olmadığından evla olan ona hasbeten
yapması
için emir
vermiş olmasıdır. Nitekim Zahire'de de böyledir.
Şu mesele kaldı ki,
eğer memlekette Kadı olmasa, veya
olsa ama zalim olsa, durum ne olur Allame
Makdisî bu
hususta şöyle der: «Mürtehinin
rehine masraf yaptığı yolundaki iddiası
tasdik edilmez.
Ancak beyyine ile tasdik edilir.» Yani, rücu
edip rahinden alması için infak ettiğine dair iddiası
tasdik
olunmaz, ancak beyyine ile tasdik edilir. Sayıhani.
«İmamdan ilh...» Şarihin burada hazırdaki hilafı
hikâye etmesi ifade ediyor ki, metinde olan bahis
gaib meselesinde farzedilmiştir.
«Mutlaka ilh...»
Yani Kadı'nın emri ile de olsa. Çünkü onun Kadı'ya müracaat etmesi Kadı'nın da
diğer adama emir vermesi mümkündür. O yüzden
kendiliğinden yaptığı masrafı kendisi
öder, rücu
edemez. H.
«İkinci İmâm buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira
ikinci İmâma göre, rahin veya
mürtehinden
herhangi
birisi Kadı'nın emri ile infak ederse, öteki ister hazır
olsun, ister gaib olsun, yaptığı
masrafı, müracaat ederek
diğerinden alır. Nitekim Zahire'de de böyledir.
Şu kadar var
ki Haniye'de şöyle denilmiştir: «Rahin veya mürtehinden birisi hazır olsa, rehine infak
etmekten kaçınsa, Kadı da diğerine infak
etmesini emretse, o da infak etse, infak eden adam infak
ettiğini,
müracaat ederek, diğerinden alır. Fetva da bu kaville verilir.» Kuhistanî.
Öyleyse müftabih olan kavil, ikinci İmâmın kavlidir. Bunun üzerine masraftan kaçınan adamın hazır
veya gaib olması arasında fark yoktur.
Metindeki mutlak ifadenin zahiri
de ancak budur.
«Hacr meselesinin fer'idir ilh...» Zira Kadı
hazır olan kimseye velayet edemez. Onun emri onun
üzerine geçerli de değildir. Zira eğer emri nafiz
olsa, hazır olduğu halde masraftan kaçınan kimse
hacredilmiş olur. Halbuki İmâma göre Kadı hazır olan
kimsenin hacrine malik değildir. Ebû Yûsuf'a
göre ise, Kadı hazır olan kimsenin hacrine
maliktir. O zaman Kadı'nın emri hazır olan üzerine
geçerlidir. Zeylaî.
«Bunun
hilafına mürtehin rehini geri
verdiğini iddia etse ilh...» Geri verdikten sonra da helakini
iddia etse, rahin de rehinin mürtehinin yanında
helak olduğunu iddia etse, yine söz
rahinindir.
«Çünkü o inkâr
etmektedir ilh...» Zira onların her ikisi de rehinin
mürtehinin zımanına girdiğine
ittifak
etmişlerdir. Burada mürtehin zimmetten beraat ettiğini iddia ederken, rahin beraat etmediğini
iddia
etmektedir. O zaman makbul olan söz rahinindir. Bedâyi.
«Borç da düşer
ilh...» Yani onun helak olmasıyla rahinden borç düşer. Zira kelam
onun helak
olması bahsindedir. T.
«Fazlalığı ispat ettiğinden ilh...» Bu kavil, «Makbul olan söz rahinindir.» sözünün gerekçesidir.
T.
Bedayi'nin ibaresi de şöyledir: «Rahin ve mürtehinin her ikisi de beyyine
ikame etseler, yine
makbul olan
beyyine rahinin beyyinesidir. Çünkü rahinin beyyinesi rehinin
helaki ile borcun tam
ödendiğini
ispat etmektedir. Mürtehinin beyyinesi ise,
borcun ödenmesini nefyetmektedir. ispat
edici beyyine, nefyedici beyyineden evladır.»
Bedayi'nin bu ibaresi ifade ediyor ki, merhunun helakinin rahinin yanında olduğuna yalnız
mürtehinin beyyinesi
olursa, beyyinesi
kabul edilir. Şurunbulali.
«Kabızdan
evvel bunu iddia ederse ilh...» Evla
olan, musannıfın burada, «Mürtehinin
kabzından
evvel helakinde
ihtilaf ederlerse...» demesiydi. Yani, rehinin helakinin ihtilaf etseler, mürtehin
merhunun
kabızdan önce, rahinin elinde helak olduğunu iddia etse, rahinde, kabızdan sonra helak
olduğunu söylese, o zaman makbul olan söz ve
iddia mürtehinindir. T.
«Bezzaziye
ilh...» Bezzaziye'nin ibaresi şöyledir: «Rahin merhunun mürtehinin yanında
helak
olduğunu ve
borcun düştüğünü zannederse, mürtehin de merhunu
kabızdan sonra rahine iade
ettiğini ve
onun yanında iken helak olduğunu söylerse, o zaman makbul olan söz, rahinindir. Çünkü
mürtehin arız
olan bir reddi iddia etmektedir. Rahin ise, bunu inkâr etmektedir.
Eğer iddiaları
hususunda
burhan getirseler, gene makbul olan burhan, rahinindir. Borç da düşer.
Çünkü rahin
ziyadeyi ispat etmektedir. Ama eğer mürtehin kabızdan evvel rahinin elinde helak olduğunu
söylerse, o zaman makbul olan söz
mürtehinindir. Çünkü mürtehin rehinin
zimmetine girdiğini
inkâr etmektedir. Eğer bu hususta burhan getirirlerse,
rahinin burhanı makbuldür. Çünkü o
zımanı
ispat etmektedir.»
Bezzaziye'nin
ibaresi vazıh bir ibaredir. Bunun üzerinde
bir söz yoktur. T.
BİR TEMBİH:
Bundan zahir
olmaktadır ki, bu mesele, helak
davasında farzedilmiştir. Veya helakin
zamanı
ihtilafında
farzedilmiştir. Evet, o helak
mürtehinin reddinden evvel midir, sonra mıdır? Bütün
kitaplarda da zikredilen bu meseledir. Ama helaki zikretmeden
ret davasında rahin ile mürtehin
ihtilaf
etseler, bu hususta Şurunbulalî bir risale
telif ederek o risaleye
«Rehinin reddi hususunda
rahin ile
mürtehinin ihtilaflarını ikna» adını vermiştir. Bu risalede helaki
de zikretmemiştir. Bu
meselede hükmün cevabında da tereddüt ederek şöyle demiştir: «Bazen cevap verilir ki, söz
yeminiyle
birlikte rahinindir. Çünkü Miracü'd-Diraye'de, «Eğer rahin ile mürtehin
rehinin reddi
hususunda
ihtilaf ederlerse, ihtilafsız olarak, makbul olan söz
rahinindir. Çünkü rahin münkirdir.»
kavliyle nassedilmiştir.»
Şurunbulali
şöyle de demiştir: «Şu kadar var ki,
Miracü'd-Diraye'nin ifadesi, ret ile helakte
ihtilaf
etmeleri üzerine yorumlanır»
Zira Miracü'd-Diraye'nin kelamının akışı, merhunun helaki
hususundaki
ihtilaf hakkındadır. Fukaha sarahaten,
rehinin mürtehinin elinde vedia
menzilesinde
olduğunu söylemiştir. Onun elinde emanettir. Fukaha
şunu da tasrih etmiştir ki, herhangi bir emin
kimse, emaneti müstahakkına verdiğini iddia ederse,
onun sözü kabul edilir. Bu iddiası ister
müstahakkı)
ölümünden evvel, ister sonra olsun.
Öyleyse her kim ki mürtehinin bu külli
kaideden
istisna
olduğunu iddia ederse, onun beyan
etmesi lâzımdır. Mirac'ın kelamına şu da muarız olabilir:
Mürtehin
merhunun rahinin yanında helak olduğunu iddia etse, rahin de onu inkâr
etse, gene
makbul olan
söz
yemini ile birlikte
mürtehinindir. Çünkü mürtehin de mûda' ve müstair gibi emindir.
Bununla
birlikte rahin münkirdir.»
Sonra da şöyle
demiştir: «Mirac'da olan ifadeye
göre, borç düşer mi? Fazlaya zamin olur
mu, yoksa
asla zamin olmaz mı? Emanete ve bir de rahinin borcu ödemediğine dair ikrarına
nazaran. Veya
kıymetin
hepsine mi zamindir? işte bu hususta
hakim ve müftü Allah'tan çok sakınmalı ve bunu
ifade edecek bir nassa bakmalıdırlar.» Özetle.
Ben derim ki: Şu kadar var ki rehinle diğer emanetler arasındaki
fark açıktır. Çünkü rehin borçla
mazmundur. Artık reddi hususunda mürtehin nasıl tasdik edilir. Mirac'ın kelamına
muarız olan
meseleye
gelince, Mirac'ın kelamına bu itirazın varit olmaması aşikârdır.
Zira «yanında»
kelimesindeki zamir, eğer mürtehine irca
edilirse, artık «söz rahinindir» kavlinin manası kalmaz.
Çünkü borç
rehinin mürtehinin yanında helak olması
ile düşer. O zaman artık bu bahisle Mirac'ın
kelamı arasında muareze kalmaz. Çünkü
mürtehin kendi nefsinden zaminiyeti
nefyetmemiştir. Ama
onun ret
davasında ise, zımanı nefsinden
nefyetmektedir. Eğer o zamir rahine raci
olursa, o zaman
da kabzından
evvel helak olduğunu iddia ederse makbul olan söz yemini ile birlikte mürtehinindir.
Nitekim
Bezzaziye'den naklen de geçti. O zaman
bu bahisle kabızdan sonraki mücerret
ret davası
arasında fark gizlenmeyecek kadar açıktır.
Ben,
Kariü'l-Hldaye'nin Feteva'sında şu nassı gördüm: «Mürtehin rehin edilen
nesnenin reddini
iddia ederse, rahin de onu tekzip ederse, söz onun mudur
diye sorulduğunda şöyle cevap verildi:
Söz yemini ile birlikte mürtehinin sözü olmaz.
Çünkü söz, yemini ile birlikte onun
sözüdür, eğer
emanetçi olursa. Çünkü bu hal emanetlerin halidir. Bir
borç karşılığı mazmunatların değil. Bilakis
makbul olan
söz, yemini ile birlikte
mürtehinin reddetmediğine dair rahinin sözüdür,»
Kariü'l-Hidaye'nin Feteva'sında olanın misli İbn-i Şilbi'nin Feteva'sı ile İbn-i Nüceym'in Feteva'sında
da mevcuttur.
Bu da Mirac'da olan ifade ve hükmün aynıdır. O zaman menkule uymak lâzımdır.
Menkul makul
olduğu halde artık nasıl ona uyulmaz. Onun sözünün kabul edilmemesinin muktezası
da zaminiyetin
hepsini kabul etmemesidir. Şu kadar
var ki, lâyık olan şöyle denilmesiydi: Bu bahsin
hepsi şundadır
ki, rehin eğer borçtan fazla olmazsa. Rehin eğer borçtan
fazla olursa, ziyadeyi
zamin olmaz.
Çünkü o ziyade sırf emanettir,
mazmun değildir. O zaman söz de onun sözüdür. İster
sırf reddi
iddia etsin, ister ret ile helaki
beraber iddia etsin. İşte bana zahir olan budur. Allah daha
iyisini bilir. Bu tahrir bizim şu kitabımızın
hususiyetlerindendir. AIIah'a hamd olsun.
«Yol emin
olduğu takdirde ilh...» Bir de rahin rehinin aynı şehirde kalmasını kaydetmezse. Ama
rehinin o
şehirde kalmasını kaybederse, mürtehin rehinle birlikte sefere gitmeye
malik değildir. Bu
bahsin tamamı
T.'dedir.
«Kadıyeyn'de olanın hilafınadır ilh...» Yeni Kadıhan ile Kadı Zahirüddin.
Zira onların her ikisi de
mürtehin
rehinle birlikte sefere gidemez demişlerdir. Yalnız Kadıhan,
şunu da ilâve etmiştir ki,
mürtehin
rehinle sefere gidemez sözü, İmameyne göredir.
«Udde'de olan
ilh...» Udde'de olanla Kadıyeynin
fetevalarında olanın telifine Camiü'l-Fusuleyn
sahibi
gitmiştir. Remlî, «Bu telife ihtiyaç
yoktur.» sözüyle itiraz ederek, «Çünkü Kadıhan'da olan
ifade sarahaten onun İmameynin kavli olduğunu söylemektedir.» demiştir.
«Gizli olursa ilh...» Yani haber gizli olursa. Burada
maksat, yani onun durumu gizli olur, her ikisi de
onun helakinde
ittifak ettikleri halde kıymeti de bilinmiyorsa, demektir.
«Rehin borcun
karşılığıdır ilh...» O zaman borç rahinden düşer. Bu da
eğer borcun az olduğu
bilinmiyorsa
böyledir. Yok eğer az olduğu biliniyorsa, kıymeti de şüpheli ise, o zaman onun hükmü
araştırılır. T.
«Musannıf da
böyle zikretmiştir ilh...» Hidaye ve İnaye'de de böyledir. Nihaye'de de şöyle
denilmektedir: «Mebsut'ta da bu tevil Ebu Cafer'den hikâye edilerek böyledir.»
METİN
Mutlaka müşa
(ortak) olan bir şeyin rehin edilmesi sahih değildir. Rehinin başında da geçtiği gibi
rehin edilen nesnenin
ayırdedilmesi lâzımdır. Müşa ise ayırdedilmiş değildir. Bu müşaiyet ister
mukarin olsun,
ister arız olsun. Rehini de ister ortağına versin, ister başkasına. İster o müşa taksim
edilsin, ister edilmesin.
Sonra sahih olan
kavil şudur ki, müşanın rehin akdi fasittir. Kabızla da mürtehin
zamin olur. İmam
Şafiî ile müşanın rehinini caiz görmüştür.
Eşbah'ta şöyle
denilmektedir: «Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul
eder. Ancak dört şeyde
değil: Müşa olan, meşgul olan, bir diğeri ile
muttasıl olan ve azadı bir şarta
bağlanan müdebberin
dışındaki köle o şartın vücudundan evvel rehin edilemezler. Halbuki
bunların rehin edilmesi değil,
bey'i caizdir.»
Yine Eşbah'ta
şöyle denilir: «Müşanın rehin edilmesinin cevazının hilesi şudur: Evvelâ
rahin müşa
olan nesnenin
yarısını mürtehine muhayyerlikle satar, sonra da diğer yarısını rehin eder. Sonra
yapmış olduğu
bey'i fesheder.»
Musannıf diyor ki: Bunun üzerinde düşünmek gerekir. Belki, Eşbah'ta olan
bu hile, «sonra arız olan
şüyudaki rehin caizdir» zayıf kavli üzerine tefridir.
Ben derim ki: Zayıf
kavil üzerine de tefri edilemez. Çünkü
onu muhayyerlikle satmıştır.
Muhayyerlikle satılması da şu iki şeyden
hali değildir: Ya bayiin mülkünde kalır veya muhayyerlik
müşteride ise, müşteri feshettiği zaman yine bayiin
mülküne döner. Bu her iki durumda da onun
rehin edilmesi ibtidaen müşanın rehini gibi olur. Nitekim
bu Tenvirü'l-Besair'de genişçe
açıklanmıştır.
Ben derim ki: Bu hususta en sahih hile Minyetü'l-Müfti'nin
hileler bahsinde olandır. O da şöyledir:
Adam binasının
yarısını müşaen rehin etmek istese, yarısını ondan rehin talep eden mürtehine,
onun muhayyer olması şartı ile satar, semeni de ondan alır. O da binayı kabzeder. Sonra
muhayyerlik
hükmü ile müşteri bey'i nakzeder. O zaman o bina onun elinde rehin menzilesinde
semenin karşılığı ile kalır. Bu hileye musannıfın oğlu da Zevahirü'l-Cevahir'de itimat etmiştir.
Zevahîrâ'l-Cevahir'de şöyle denilmektedir. «Zarureten sabit
olan şüyu rehine zarar vermemektedir.
Zira
Valvalciye'de şöyle bir şey vardır: «Adam
birisinin yanına iki elbise götürse, ona birisini rehin
olarak al, bana para ver, diğeri de yanında emaneten kalsın dese, caizdir. Zira
bunlardan her
birisinin
yarısı deynin karşılığında rehin olur. Çünkü bunlardan her bir elbise diğerinden daha evla
değildir. O
zaman rehin her ikisinde de zarureten şayi olur, bu da zarar vermez.»
Ağacı değil, üzerindeki
meyveyi veya tarlayı değil, üzerindeki ekini veya
ağaç veya binayı yersiz
olarak rehin etmek veya bunların aksi, caiz değildir.
Meselâ, meyvenin
değil ağacın üzerindeki
ağacın değil yerin
rehin edilmesi gibi.
Bu meselede asıl kaide
şudur: Merhun, hilkaten merhun olmayan
bir şeye muttasıl olduğu zaman
onun rehini
caiz değildir. Zira yalnız merhunu
kabzetmek mümkün değildir. Dürer.
İmâmdan
üzerinde ağaç olan bir tarlayı ağaçsız olarak rehin vermenin caiz olduğu rivayet edilmiştir.
Ağacı, ağaçların yeri ile birlikte veya binayı içindeki eşya ile birlikte rehin etse, caizdir. Mülteka.
Çünkü bunların
ittisali mücavereten ittisaldir.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Bir binayı rehin verse, onun duvarları rahin ile
komşular arasında
müşterek olsa, arsada
sahihtir. Tavanın müşterek duvarlarla
muttasıl olması da bir zarar vermez.
Çünkü o tebean
muttasıldır.»
Hürün,
müdebberin, mükatebin, ümmüveledin ve
vakfın rehini caiz değildir.
Sonra
musannıf, rehin verilmesi caiz olmayan
şeyleri zikrettiği gibi, kendisiyle
rehin verilmesi caiz
olmayan şeyleri de zikredecektir.
Musannıf şöyle
der: Emanetlerle rehin caiz değildir. Vedia ve emanet gibi. Derekle
de rehin caiz
değildir.
Çünkü mebiin başkasının istihkakı çıkmasından korkulduğu
için alınmıştır. O zaman onda
rehin
batıldır. Ama derekle kefalet bunun
hilafına caizdir. Nitekim kefalet bahsinde geçti.
Başka bir şeyle
mazmun olan bir nesne rehin edilemez. Yani misli ve kıymeti olmayan
bir şeyle
mazmun olan
bir şey rehin edilmez. Bayiin
elindeki mebi gibi. Çünkü o semenle mazmundur.
O
helak olduğu
takdirde semeni ile birlikte helak olur. Nefis
kefaleti ile, mutlak kısasla,
ister bu kısas
nefiste olsun,
ister azalarda olsun, rehin caiz değildir. Ama, hataen işlenen cinayet bunun
hilafınadır.
Çünkü cinayet diyetinin rehinden
alınması mümkündür.
Şufa ile, ölü
üzerine ağlayan kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti ile rehin ve cinayet
işleyen
köleyi veya
borçlu köleyi rehin etmek de caiz
değildir. Bu suretlerde rehin sahih olmadığı takdirde
rahin o rehini
geri alabilir. Eğer bunlar talepten önce mürtehinin yanında helak olurlarsa, karşılıksız
helak olmuş olurlar. Çünkü batıla hüküm yoktur.
Kabız da malikin izni ile kalır.
Sadr-ı Şeria ve İbn-i
Kemal.
Müslüman
şarabı ne rehin verebilir, ne de bir müslümandan rehin olarak kabul
edebilir. Ne de bir
zımmî şarabı müslümana rehin olarak verebilir. Yani müslüman
için şarabı rehin etmesi veya
rehin
olarak kendi yanına
alması, ister zımniden olsun, ister müslümandan, caiz
değildir. O şarabın
mürtehini
zımmî olduğu takdirde onun müslüman
rahine zamin olmaz. Bunun aksine, rahin zımmî,
mürtehin
müslüman ise, zaminiyet vardır. Çünkü şarap müslümanlarda değil,
zımmîlerde bir
kıymettir.
Rehin, kendi
nefsi yani misli ve kıymeti ile mazmun olan bir şeyde sahihtir. Gasp edilen
nesne, hulu
bedeli, amden cinayetin sulh bedeli gibi şeylerin rehin
edilmesi sahihtir.
Ayan üç
türlüdür: Biri emanetler gibi asla mazmun
olmayan ayan. Birisi, bayiin
elindeki mebi gibi
mazmun olmamakla
beraber mazmuna benzer ayan. Birisi de kendi nefsile mazmun olan şeydir.
Magsub ve
benzerleri gibi olan şeyler. Bu bahsin
tamamı Dürer'dedir.
İZAH
«Müşa oLAn bir şeyin rehin edimesi sahih değildir ilh...» Ancak, iki kişi arasında
müşterek bir köle
olur, onu,
onlardan her birisinde alacağı olan bir adama tek rehin olarak rehin verirlerse, sahih olur.
Ama bunlardan
her birisi kendi hissesini
rehin ederse, caiz değildir. Zahire'den naklen Kuhistanî'de
olduğu gibi. Ancak, rehin edilen nesnede şüyu
zarureten sabit olursa, Müsvedde'nin sonunda
geleceği gibi, caiz olur.
«Mutlaka ilh...»
Mutlaka'yı mabadi tefsir etmektedir. Ancak, müşanın rehini
niçin caiz değildir? Zira
rehin,
merhunun daima mürtehinin yanında
hapsedilmesini gerektirir. Müşada ise, müşanın bir
kısmının rehin
edilmesi devamlılığı fevt eder. Zira müşaen rehin edildiği takdirde mürtehin ile diğer
ortaklar arasında nöbetleşme lâzım gelir. O zaman rehin
eden sanki: «Sana
bir gün rehin ettim, bir
gün etmedim»
demiş olacaktır. O zaman daimi hapis fevt olur. Bunun için de rehin caiz olmaz. Bu
bahsin tamamı
Hidaye'dedir.
«İster mukarin olsun ith...» Belirtmeden bir binanın veya bir kölenin yarısını rehin vermek
gibi.
«Arız olsun ilh...» Mesela nesnenin
hepsini rehin verdikten sonra rehini o
nesnenin bir kısmında
feshetmek
gibi. Veya rahinin, nesneyi yanında bulunduran adile rehini dilediği gibi satması için izin
vermesi, onun
da nesnenin yarısını satması gibi. Bu
suretle de rehin caiz olmaz. Minah.
Ebû Yûsuf'tan
bir rivayete göre, sonra arız olan şüyu rehine zarar vermez. Ama
sahih olan birinci
görüştür.
Nihaye ve Dürer'de de olduğu gibi.
Şarih rehin
bahsinin sonunda, rehinin tamamı başkasının
istihkakı çıkarsa, mürtehinin o rehinin
yerine rehin olarak
başka bir nesneyi talep edemeyeceğini ve rehinin bir kısmı başkasının
istihkakı
çıkarsa, istihkak olunan kısım şayi ise, rehinin
geri kalan kısımda da batıl olacağını zikredecektir.
«İster
ortağına versin, ister başkasına ilh...» zira ortak o nesneyi bir gün yanında rehin olarak tutar,
bir gün de
istihdam eder. O zaman, sanki o nesne bir gün rehin, bir
gün değilmiş gibi olur ki, bu da
sahih
değildir. Ama müşanın icara
verilmesine gelince, o da ancak İmâma
göre ortağa verilebilir,
yabancıya verilemez. Çünkü müstecir akdin
gerektirdiği kadar ondan istifade etmeye ancak nöbetle
malik olabilir. İşte bu da, ortakta bulunmaz. Bunu İtkânı
ifade etmiştir. Zira ortak
onunla icare
müddetinin
hepsinde akdin ve mülkiyetin hükmüyle nöbetsiz olarak menfaatlenmektedir. Ortak
olmayan bir
adam ise bunun hilafınadır.
«İster taksim edilsin, ister edilmesin ilh...»
Hibe bunun hilafınadır. Çünkü hibede intifaa mani olan
şey taksim
edicinin ücretidir. Bu ücret de kısmeti kabul eden şeyde yardır. Kısmeti
kabul etmeyen
şeyde yoktur. O zaman müşanın hibesi sahihtir,
fakat rehini sahih değildir. Mirac.
«Sahih olan, müşanın rehin akdi fasittir ilh...»
Bazı alimler tarafından da, müşanın rehininin batıl
olduğu ve ona
tazmin taalluk etmediği söylenmiştir. Ama bu kavil sahih değildir.
Çünkü rehinde
batıl olan,
mal olmayan nesnenin veya onun karşılığında çekilmiş bir
borç olmayan nesnenin rehin
edilmesidir. Bizim mevzumuz ise, öyle değildir. Bu
sebebe rehinde kabız akdin tamamının
şartlarındandır, akdin cevazının şartlarından değildir. İnaye.
Rehin bahsinin
sonunda gelecektir. Yine rehinin sonunda şu külli kaide de gelecektir: Sahih
rehinde
bilinen her hüküm fasit rehinde de hükümdür. Yalnız fasit rehinde rehinin borçtan evvel
olmasıyla kayıtlıdır. Bunun beyanı ileride gelecektir.
«Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul eder
ilh...» Yani satışı sahih olan her şeyin rehin
edilmesi de sahihtir.
«Meşgul olan
ilh...» Yani rahinin hakkı ile meşgul
olan bir şey. Nitekim şarih de
rehin bahsinin
başlarında
bunu, rahinin mülkünün gayrı ile meşgul
olmasından ihtiraz olarak kaydetmiştir. Meselâ,
içinde başka birisinin emtiası bulunan binayı rehin verirse, bu mani değildir. Nitekim İmadiye'den
naklen Hamevi
haşiyesinde de böyledir.
Ben derim ki: Rehin edilen nesne bizzat rahinin kendisiyle
meşgul olursa, o da yine rehine manidir.
Zira Hidaye'de
şöyle bir ibare vardır: «Rehin edilen nesnenin teslim edilmesine, rahinin veya
metaının rehin
edilen binada bulunması da mani olur.»
Mirac'ta da şöyle
denilmektedir: «Rahinin kendisi veya
metaı o binadan çıktığı zaman rehin edilen
nesne yeni bir
teslime muhtaçtır. Çünkü bina nasıl metaı
ile meşgul ise, rahin de o
binayı meşgul
etmektedir.
Rahinin metaının rehin edilen kapta bulunması da nesnenin teslimine
manidir. Bunun
hilesi şudur: Evvelâ
kabın içinde olan metaı mürtehinin yanına ida eder, sonra da rehin ettiği kabı
ona teslim eder.»
«Bir diğeri ile
muttasıl olan ilh...» Yani gayrı ile muttasıl olan bir şeyin,
meselâ bir binadan bir
odanın veya topraksız olarak bir bağın veya ağacın değil, üzerindeki meyvenin rehin edilmesi gibi.
Şarih bunu
ileride zikredecektir. Şarih burada bu kavliyle
munfasıl olan şeyden kaçınmıştır. Meselâ,
binada veya kapta olan bir şeyi kapsız ve binasız olarak rehin etmesi ve
beraber teslim etmesi gibi.
Zira bu
caizdir. Nitekim Hidaye ve Hanlye'de de böyledir. Şarihin burada muttasıldan muradı, gayre
tabi olandır.
Zira Hidaye'de
şöyle bir ifade vardır: «Meselâ adam,
atın üzerindeki eyeri veya
başındaki gemi rehin
etse, atı eyer
ve gemle beraber teslim etse, eyeri
veya gemi attan çıkarıp teslim edene kadar rehin
olmaz. Zira eyer
veya gem hayvanın tabilerindendir.
Meyvenin bahçeye tabi olması gibi. Hatta
fukaha, eyer
veya gem zikredilmese, atın
müştemilatına dahil olurlar, demişlerdir.»
Yani, üzerinde
eyer ve gem olan bir atı rehin verse, o eyer ve gem de rehine dahil
olur. Mirac.
Mirac'dan
yapılan nakille zahir olmaktadır ki, şarihin «muttasıl»ı geçmişte ve
gelecekte «hilkaten»
sözüyle kaydetmesi zahir değildir. Düşünülsün.
«Azadı bir şarta bağlanan müdebberin dışındaki
köle, o şartın vücudundan evvel rehin edilemez
ilh...» Mesela adam kölesine,
«Şu binaya girersen hürsün.» dese, o köle satışı
sahihtir, ama rehini
sahih
değildir. Belki bu rehinin sahih olmaması şundandır: Rehinin
hükmü alacağını tam alıncaya
kadar daima yanında
hapsetmesidir. Böyle bir kölenin
mürtehin tarafından daimi olarak
hapsedilmesi mümkün değildir. Zira o binaya girdiği takdirde, azat edilmiş olur. O zaman borç
ödenmediği
takdirde mürtehinin alacağını tam olarak alması mümkün olmaz.
T.
Ben derim ki: Şarihin zikrettiğini Birî, el-Akta şerhinden nakletmiştir. Birî daha sonra da
Ravzatü'l-Kuzzat'tan şunu nakletmiştir: «Adam azadını bir sıfatla bağladığı
kölesini rehin etse
caizdir. Şafiî'ye
burada hilaf vardır.»
«Müdebberin
dışında ilh...» Bu müdebber, mutlak müdebere de, mukayyet müdebbere
de şamildir.
Hamevi. Yani
müdebber ister mutlak, ister mukayyet
müdebber olsun, her ikisinin de rehin edilmesi
caiz değildir. Burada da düşünmek gerekir: Şarih tedbir
(Müdebber kölelik) babında şunu
zikretmiştir: Mukayyet
müdebber satılır, hibe edilir ve rehin edilir. Yine Bâkânî de Mülteka şerhinde
mukayyet müdebber babında bunu sarahatle söylemiştir. Mukayyet müdebber şudur: Azadı
efendisinin
mutlak ölümüne değil, hususi bir sıfat üzere ölümüne bağlanan köledir.
Meselâ,
efendisinin, «Eğer
bu hastalığımda ölürsem veya bu seferimde
ölürsem hürsün.» demesi gibi.
Mukayyet
müdebber ile azadı ölüm dışındaki herhangi bir şarta bağlanan köle arasındaki
fark
araştırılsın. Çünkü şarihin zikrettiğine göre mukayyet
müdebberin rehin edilmesi caiz olduğu halde,
azadı ölümden
başka bir şeye bağlanan kölenin rehin edilmesi caiz değildir.
«Bunların
rehin edilmesi değil, bey'i caizdir ilh...» Yani müdebberin dışındaki dört şeyin. Zira
mutlak
müdebberin ne bey'i, ne de rehini caizdir. Mukayyet müdebberin ise hem bey'i, hem de
rehini
caizdir.
«Eşbah'ta ilh...» Yani Eşbah'ın hileler bölümünün beşinci
fenninde, bu mesele, Valvalciye'nin
de
Rehin
kitabının sonunda hileler bahsinde zikredilmiştir.
«Müşa olan nesnenin yarısını
mürtehine muhayyerlikte satar ilh...» Yani rehin karşılığı istediği
borç
miktarı bir semenle mürtehine satar.
«Sonra yapmış
olduğu bey'i fesheder ilh...» Yani muhayyerlik hükmüyle bey'i
fesheder.
«Musannıf
diyor ki ilh...» Yani, Minah'ta bu babın sonunda.
Musannıfın Minah'taki ibaresinin nassı
şöyledir:
«Ben derim ki, bana göre bu
hilenin sıhhati hakkında düşünmek gerekir.
Zira geçmişte
takarrür etti
ki, sahih kavle göre sonradan arız olan şüyu, mükarin olan şüyu
gibi rehini jfsad eder.
Mümkündür ki,
bu hile sahih kavlin karşısındaki kavil üzere tefri edilmiş olsun. Sahihin karşısındaki
kavil şudur:
Sonradan arız olan şüyu rehini ifsad
etmez. Bunda da düşünmek gerekir.»
Zahir olan
şudur ki, musannıfın bu ikinci «bunda da düşünmek gerekir» sözünden
muradı, şarihin
henüz yukarıda zikrettiği görüşüdür. Sen anla.
«Bayiin
mülkünde kalır ilh...» Yani eğer muhayyerlik bayiin ise bayiin mülkünde kalır. Zira
bayiin
muhayyerliği
mebiin onun mülkünden çıkmasına mani olur. O zaman bayiin o yarıyı
muhayyerlik
müddetinde
rehin alması kendi mülkünün bazısını rehin almasıdır. Bu da
ibtidaen müşanın
rehinidir. O
da sahih değildir.
«Bayiin
mülküne döner ilh...» Muhayyerlik eğer müşterinin ise. Çünkü mebi bey ile bayiin
mülkünden
çıkmış olur. İmâma göre müşteri de ona malik olamaz. Ama İmameyn'e göre müşteri
ona malik olabilir. O zaman İmâmeyn'in kavline göre ortağın mülkünden ibtidaen müşaen rehin
olmuş olur.
İster müşteri bey'i feshetsin, ister
bey'e icazet versin, İmâmın kavli
üzerine ise, eğer
müşteri bey'e
icazet verirse, mebi onun mülküne
girer. Yoksa, bayiin mülküne döner. O zaman her
iki kavil
üzerine de muhayyerlik müddetinde o yarıyı rehin vermesi ibtidaen bir yabancıdan
müşaın
rehini olmuş
olur.
Lâyık olan, şarihin «bayiin mülküne döner»den sonra; «Veya müşterinin mülküne girer»
kavlini
ilâve
etmesiydi.
«Tenvirü'l
Besair de genişçe açıklamıştır ilh...» Tenvirü'I-Besair, Eşbah
muhaşşisi Şeref Gazzînin
eseridir. Tenvirü'l-Besair'de izah edilenin özeti açıklamasıyla birlikte yukarıda takdim ettiğimizdir.
«Onun elinde rehin
menzilesinde semenin
karşılığı ile kalır ilh...» Eğer merhuna bir
zarar isabet
ederse, borçtan onun kadarı düşer. Minah, Hassaf'ın
hileler bahsinden.
Bunun hasılı
şudur: Bu hakikaten ne sahih, ne de fasit bir rehindir. Zira
rehin akdi mevcut değildir.
Ancak rehin menzilesindedir. Zira o, semeni kabzedene kadar rehini elinde hapseder.
Müstecir
icareyi
feshetse, vermiş olduğu ücreti alıncaya
kadar müsteciri elinde hapsetmesinde olduğu gibi.
Mürtehinin bu
binayı elinde tutmakta bir menfaati oldukça,
elinde tuttuğu bina helak olduğu
takdirde
kıymetiyle tazmin edilir. Ama
emanetler bunun hilafınadır. Onlar ancak,
helak etmekle
tazmin
olunurlar. Bu hakiki rehinin de hilafınadır. Çünkü hakiki rehinde merhun helak
olduğu
takdirde
kıymetinden veya borçtan hangisi daha az olursa; onunla tazmin edilir.
İşte bu takrir
ettiğimizle
şarihin, «rehin menzilesindedir» sözünün vechi zahir olmaktadır. Yani yalnız mürtehine
nesneyi
hapsetme hakkı bulunması açısından rehin menzilesindedir. Yoksa rehin
zımaniyeti gibi
zamin olunma
haysiyetiyle değil. Bunun ve diğer emanetler
gibi olmadığının delili de
Camiü'l-Fusuleyn'in muhayyerlikler bahsinde olan
şu ifadedir: «Adam
muhayyerlikle bir arsa satsa,
her ikisi de haklarını kabzetseler, sonra satan muhayyerlik müddetinde satışı bozsa, orsa
kıymetiyle mazmun olarak müşterinin elinde
kalır. Müşteri onu bayiine verdiği semeni alıncaya
kadar elinde tutabilir.»
Camiü'l-Fusuteyn'in ifadesine göre, arsa
helak olsa, onun kıymeti bayiin kabzettiği semenin
misli
kadar olsa, bayiin kabzettiği semen düşer. Eğer arsanın
kıymeti bayiin kabzettiği semenden az
olursa,
kıymeti kadarı semenden düşülür. İşte bana zahir olan da budur.
«Zevahirü'I-Cevahir'de ilh...» Bu bahisle
bu babın sonunda metinde gelecek mesele üzerinde
düşün.
«Evla değildir
ilh...» Yani rehin olmak bakımından.
«Binayı yersiz olarak ilh...» Meselâ vakıf
bir arsa üzerindeki imareti. Nitekim Hamidiye'de de
bununla fetva
verilmiştir. Veya devlet arazisi üzerinde yapılan bir binayı rehin verse. Nitekim
Tatarhaniye'de
olduğu gibi. Bu her iki surette de o
binanın rehin edilmesi caiz değildir.
«Meyvenin değil ağacın ilh...» Meselâ, yeriyle beraber veya toprağa tabi olarak ağacı rehin verse,
fakat ağaçlardaki meyveyi vermeyeceğini
söyleyerek verse rehin bu cihetle fasit olur. Eğer kesin
olarak meyveyi dahil etmediğini söylemezse, meyve
ağaca tabi olarak akdin sıhhati için rehine
girer. Ama bu şekildeki
rehin bey'in hilafınadır. Çünkü
ağacı, üzerinde meyve varken, meyveyi
katmadan satmak caizdir. Zikretmeden meyvenin satışa girmesi için bir zaruret de yoktur. Yine,
rehin edilecek bir binanın içindeki metaın da
hilafınadır. Çünkü rehin edilen binanın içindeki emtia,
zikredilmeksizin, binanın rehinine girmez. Çünkü meta
hiçbir vecihle binaya tabi değildir. Ekin,
yaş
hurma, bina,
fidan, tarlanın, binanın ve köyün
rehinine girerler. Bizim zikrettığimiz
gibi. Nitekim
Hidaye'de de böyledir.
«Hilkaten ilh...»
Uygun olan, musannıfın bu kelimeyi
hazfetmesiydi. Nitekim Hidaye ve
diğer
kitaplarda da hazfedilmiştir. Zira hazfedildiği zaman,
genel kaideye bina, eyer ve gem de dahil olur.
Nitekim biz
bunu takdim ettik.
«İmâmdan ilh...» Çünkü ağaç, yetişen bir bitkinin ismidir. O zaman yeri ile birlikte ağaçların
rehin
edilmesinden istisna edilmiş olur. Ama odayı
değil, binayı rehin etmek bunun hilafınadır. Çünkü
bina bina edilenin
adıdır. O zaman odayı değil, binayı rehin etmekte yerin hepsi rehin edilmiş
olmaktadır. O
zaman o da, rahinin mülkü ile meşgul olmuş olur. Hidaye.
«Mücavereten
ittisaldir ilh...» Bu kavil yeriyle birlikte ağaçların rehin edilmesinin cevazının illetidir.
Zira ağaçların üzerinde yetiştikleri toprakla birlikte diğer arazi ile muttasıl
olması, mücavereten olan
bir
ittisaldir. Bina ve atın eyeri gibi tebaî bir ittisal değildir. Meyve gibi hilkaten bir ittisal de değildir.
O zaman ağacın yeri
ile birlikte rehin edilmesi bir metaın bir kabın içinde
rehin edilmesi gibidir ki,
bu da rehine
zarar vermez.
«Arsada sahihtir
ilh...» Tavanında ve şahsa ait olan
duvarlarında da rehin sahihtir.
Kınye'de olduğu
gibi.
«Teb'an
muttasıldır ilh...» Musannıfın bu kavil, bizim Hidaye'den hayvanın üzerindeki eyerin rehini
bahsinde naklen takdim ettiğimiz kavle muhaliftir. Atın
üzerindeki eyer meselesi şöyledir: Eyeri atın
üzerinden
kaldırana kadar rehin caiz değildir. Çünkü o eyer ata tabi olan şeylerdendir. Sen düşün.
«Hürün ilh...»
Çünkü bu şeylerden mürtehin istifade edemez. Zira
hürde maliyet yoktur.
Diğerlerinde ise,
mani vardır. Hidaye.
«Müdebberin
ilh...» Yani mutlak müdebberin. Nitekim biz yukarıda bunu takdim ettik.
Bunun mutlak
müdebber
olması da zikredilen illetten anlaşılmaktadır.
«Emanetle rehin caiz değildir ilh...» Yani emanetler
ile rehin almak sahih değildir. Zira
zaminiyet,
helak olan eğer misli bir şey ise, onun mislini, kıyemî ise, onun kıymetini geri almaktadır. Emanet
olan bir şey
eğer kendiliğinden helak olursa, o zaman onun karşılığında bir şey yoktur.
Vedia ve
ariye gibi şeyler kimin elinde ise, o helak
ettiği takdirde, o zaman emenet değil, magsub olmuş olur.
Hamevi.
«Vedia ve
emanet gibi ilh...» En doğrusu emanet yerine ariye demesiydi. Yine mudarebe ve şirket
malı ile de rehin caiz değildir. Hidaye'de olduğu gibi. Geçmişte, «Tedbir» babında da
geçti ki,
kitapları
vakfeden adam, kitapların binadan ancak
rehin karşılığı çıkabileceği şartını
koyarsa, bu
şart batıldır.
Çünkü emanettir. Helak olduğu takdirde de hiçbir şey ödemek vacip değildir.
Eşbah'ın borç
bahsinde de şu zikredilmiştir: «Onun şartına uymanın vacip olması ve rehini lügavi
manaya
hamletmek uzak bir şey değildir.»
«Çünkü mebiin
başkasının istihkakı çıkmasından
korkulduğu için alınmıştır. ilh...» Şarihin bu kavli
ibareden hasıl olan mananın tefsiridir. Zira burada
rehin ancak mebiin semeni iledir. Şöyle ki,
müşteri mebiin
istihkakından korktuğu için bayiden semenle bir rehin almaktadır. Bu rehin de
batıldır.
Çünkü emanettir. Nitekim ileride gelecektir.
«Kefalet bunun
hilafına caizdir ilh...» Yani «derek»le kefalet caizdir.
Rehini caiz olmadığı halde
kefaleti caiz olduğuna göre aradaki fark nedir? Fark şudur: Bir şeyi
rehin almak verdiğini tam
olarak almak içindir. Alacağını tam almak da,
günü gelip alınması vacip olmadan,
olmaz. Ama
«derek»in zımaniyeti ise mebiin istihkakı zamanındaki bir zımaniyettir. O zaman onu borcun
ödenmesinin
vacip olduğu zamana izafe etmek sahih değildir. Çünkü istifa, bir muvazenedir. Bir
şeyin
temlikini istikbale izafe etmek caiz değildir. Kefalet ise, mutalebenin
iltizamı içindir. Yoksa
asıl borcun
iltizamı için değildir. Bundan dolayı, birisinin üzerinde olan
bir borca eriyecek bir şeyle
kefil olmak caizdir. Ama eriyecek bir şeyi rehin vermek caiz
değildir. Kifaye, özetle.
«Mislî veya kıyemî olmayan bir şeyle mazmun olan ilh...» Çünkü mislî ve kıyemî olan şeyler bir
nesne menzilesindedirler. Nitekim bunun beyanı gelecektir.
«Bayiin
elindeki mebi gibi ilh...» Meselâ, birisi bir nesne alsa, ama aldığı şeyi kabzetmese, sonra
aldığı nesne ile bayiden rehin olarak bir şey
alsa, o rehin batıldır. Çünkü mebiin helaki ile bayiin
üzerinde bir şey
vacip değildir ki onu rehinle tamamlasın. Mebin helak! ile bey
batıl olur. Semen de
düşer. Bu
bahsin tamamı Kifaye, Gayetü'l-Beyan,
Cevhere ve Zeylaî'dedir.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Şeyhülislâm diyor ki: «O
rehin fasittir. Çünkü rehin maldır.
Mebi
de
mütekavvimdir. Fasit de hükümlerde sahihe
katılır. Nitekim Kermani'de olduğu gibi.» Mebsut'ta
da şöyle
denilmiştir: «O rehin caizdir. O rehin kendi kıymetinden ve aynın kıymetinden hangisi daha
az ise onunla mazmundur. Bu kavli fakih Ebû Said el-Berdaî ve Ebül Leys kabul etmişlerdir. Fetva
da bu kavil
üzerinedir. Kermani ve diğerlerinde
olduğu gibi.»
«Nefis kefaleti ile rehin caiz değildir ilh...»
Yani, Zeyd Amr'ın ödemesi gereken bin dirhemi bir
seneye kadar
ödemediği takdirde kendisinin ödeyeceğini
söylese, sonra Amr, kefalete rağmen
alacaklısına bin dirhem karşılığında bir malı
bir sene müddetle rehin olarak verse, batıldır. Çünkü
Amr'ın üzerine
henüz mal vacip olmamıştır. Yine, Zeyd,
«Amr paranı ödemeden ölürse ben öderim.»
dese, sonra Amr
borcu karşılığı bir rehin verse caiz değildir. Bu bahsin tamamı Haniye'den naklen
Minah'tadır.
«Kısasla ilh...» Çünkü kısasın merhundan tam
olarak alınması daha, zordur.
«Hataen işlenen cinayet bunun hilafınadır ilh...» Diyet
ve kısasın cari olmadığı yaralama
da yine
kısasın hilafınadır. Çünkü kısasın cari olmadığı
yaralamada erş (diyet) ile hükmedilir. O halde onun
yerine rehin olsa,
caizdir. Dürrü'l-Münteka.
«Şuf'a ile ilh...» Yani şuf'adan dolayı mebiin teslimi kendisine vacip olan müşteriden rehin
almak
caiz değildir. Çünkü mebi müşteri üzerine mazmun değildir.
T.
«Ağlayan
kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti
ile ilh...» Çünkü bu her ikisinin icare edilmesi de
batıldır.
Dolayısıyla, rehin karşılığında mazmun bir şey olmayınca
rehin de mazmun olmaz.
«Cinayet işleyen veya
borçlu köleyi ilh...» Çünkü köle
efendisi üzerinde mazmun değildir. Ve eğer
köle helak olursa, efendisinin üzerine hiçbir şey
vacip değildir. Minah.
«Talepten önce
ilh...» Bundan anlaşılan, zımaniyet talepten sonradır. Yani eğer talepten sonra helak
olursa, karşılıksız
helak olmamış olur. Bu
Camiü'l-Fusuleyn'de sarahaten
zikredilmiştir.
Camiü'l-Fusuleyn sahibi şöyle
demiştir: «Vedia gibi emanet bir şeyle rehin batıldır. Eğer mürtehinin
onu hapsinden
evvel helak olursa, emaneten helak olmuş olur. Eğer hapsinden sonra helak
olursa,
o zaman zamin olur.»
«Ne rehin
verebilir ilh...» Zira müslüman rahin olduğu takdirde şarapla borcunu ödeme hakkına
sahip
değildir. Mürtehin müslüman olduğu
takdirde de ondan hakkını şarap olarak alamaz. O
zaman şarabı rehin etmek veya rehin almaz caiz değildir. Domuzda da hüküm böyledir. İtkanî.
Ben derim ki : Şimdi sözümüz kendisiyle rehin caiz olmayan mesele hakkındadır. Musannıfın
burada
zikrettiği ise hamrın rehinin caiz olmamasıdır. O zaman musannıfın
burada zikrettiği şu
andaki
konumuzla ilgili değildir. O zaman lâyık olan musannıfın bu bahsi daha önce takdim
etmesiydi. Sen
düşün.
Şarabı rehin etmek meselesi
Camiü'l-Fusuleyn'de zikredilerek şöyle
denilmiştir: «Şarabı rehin
vermek
batıldır. Verildiği takdirde o emanettir. Bu da müslümanlar hakkındadır. Mürtehinin
müslüman,
rahin kafir olursa hüküm yine
böyledir. Ama her ikisi de kafir olursa, onlar arasında
şarabın rehin edilmesi
sahihtir.»
Şu kadarı var
ki Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Şarap ve
domuzla yapılan rehin fasit bir rehindir
ve ona zıman
taalluk eder.»
Bizim
İnaye'den naklen takdim ettiğimiz
gibi, batıl mal sayılmayan veya
karşılığında bir mazmun
olmayandır. O
zaman şarapla domuzun karşılığında bir mazmun vardır. Veya müslümanlara göre
mal olmasa bile zımmilere göre mal olduğundan,
onlarla yapılan rahin batıl değil fasit
olur.
«Müslüman
rahine zamin olmaz ilh...» Şarap
müslüman hakkında mal olmadığı için, ondan
gasbettiğinde
zımmî olan mürtehin zamin olmadığı gibi, rehin olarak aldığında da zamin
olmaz.
Minah.
«Mürtehin
müslüman ise zaminiyet vardır ilh...» Yani eğer rahin zımmi,
mürtehin müslüman olursa
mürtehin
zımmiye şarap için zamin olur.
Zımminin bir malını gasbettiğinde müslüman nasıl zamin
olursa. Minah.
Minah'ın
ifadesinin zahirinden şu anlaşılmaktadır:
Müslüman mürtehin, taaddisiz rehine zamin
olur.
Zira burada
rehin (şarap) zımmiye göre maldır.
Onun karşılığı da mazmundur. O zaman bu rehin ne
fasit, ne de
batıldır, sahih bir rehindir. Düşünülsün.
«Misli ve
kıymeti ilh...» Şarih burada nefis
kelimesini misli ve kıymet ile tefsir
etmiştir. Çünkü onlar
mazmun olunan
nesnenin yerine kaimdirler. O zaman bu ifadeden maksat şudur: «eğer nesne
misliyattan
ise, misli ile kıyemiyattan ise, kıymetiyle tazmin edilir.
«Gasp edilen nesnenin ilh...» Yani gasp edilen,
veya hulu, mehir ve sulh bedeli olarak tayin edilen
şeyler eğer
misli ise misli ile, kiyemî ise kıymeti ile tazmin edilir. O zaman bunları rehin etmek
sahihtir.
Çünkü bunlarda zımaniye takarrür
etmiştir ve eğer bunlar kaim ise, aynını
teslim etmek,
eğer helak olmuşsa, onun kıymetini veya mislini teslim etmek vaciptir. Dolayısıyla
bunları rehin
vermek mazmun
olan bir şeyi rehin yapmaktır ki bu da sahihtir. Nitekim Hidaye'de olduğu gibi.
«Emanetler gibi ilh...» Yani ariye ve vedia gibi
emanet şeyleri rehin etmek sahih
değildir. Bunun
sahih olmamasının sebebini de Hamevi'den naklen takdim
ettik.
«Mazmun
olmayan ayn ilh...» Yani hakikaten kendisi mazmun olmayan fakat mazmuna benzeyen
nesne.
Bunların rehini de sahih değildir. Çünkü helak olduğu takdirde, bayiin elindeki mebi gibi
bayiin mülkü helâk olmuş olur. müşteriye hiçbir şey vacip değildir.
Vedia helâk olduğu takdirde
mudiin hiçbir
şey vermesi lâzım gelmediği gibi.
Şarihin, «mazmuna benzer» ifadesi, müşteri kabzetmedikçe semenin düşeceğini ifade eder.
Kabzettiği
takdirde de reddetmesi itibariyledir.
İşte bundan dolayı yukarıda
bayiin elindeki mebiye
gayri ile mazmun olan adı verildi. Biz de takdim
ettik ki, onunla rehin ya batıldır, ya fasittir, ya
caizdir.
METİN
Vadedilen karz için rehin verilmesi sahihtir. Şöyle ki,
adamın kendisine bin dirhem borç
vermesi
için ona bir rehin
vermesi gibi. Eğer mürtehin vadettiği paranın bir kısmını vererek kalanından
imtina etse, cebredilmez. Eşbah.
Rehin edilen
nesne, vadettiği, karzı vermeden önce
mürtehinin elinde helak olsa, söz
verdiği miktar
kadar tazmin eder. O zaman meselâ bin dirhem söz
vermişse, rahine bin dirhemi teslim etmesi için
cebredilir. Bu da eğer rehinin kıymeti verilecek paraya eşit ise veya ondan az ise böyledir. Ama
eğer söz
verilen para alınan rehinden daha fazla ise, o zaman yalnız rehinin kıymetini tazmin eder.
Eğer verilecek
para önceden tayin edilmişse.
Eğer tayin edilmemişse, yani birisi diğerine,
kendisine bir miktar karz vermesi için bir rehin
verse, rehin de onun elinde helak olsa, mürtehin
zamin olur mu?
İmameyn arasında bu hususta
ihtilaf vardır ki bu ihtilaf Bezzaziye ve diğer
kitaplarda zikredilmiştir. Esah olan kavle göre
mürtehin tazmin etmez. Çünkü yukarıda da geçtiği
gibi, karşılığında alınacak para tayin edilmeyen rehin esah kavle göre tazmin edilmez.
Selemin sermayesi ile üzerinde selem yapılan nesnenin rehin edilmesi sahihtir. Sarfın bahasını
rehin etmek de sahihtir. Eğer rehin mecliste helak olursa, sarf ve selem tamam olur. Mürtehin de
hükmen hakkını tam almış olur. Yalnız diğer üç mezhebin
İmâmı buna muhaliftir.
Mürtehin
parayı ödemeden, rehin de helak
olmadan birbirinden ayrılsalar,
selem ve sarf batıl olur.
Ama üzerinde selem yapılan nesne de mutlaka sahihtir. Eğer rehin helak olursa, akit tamam olur ve
helak olan nesne üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı
olur. Eğer helak olmamışsa, fakat,
selemi feshetmişseler,
ve üzerine selem yapılan şey rehin ise, o zaman istihsanen sermaye ile
rehindir.
Çünkü o sermayenin yerine kaimdir.
Eğer rehin fesihten
sonra helak olursa, o zaman selem yapılan şeyle beraber helak olmuş olur. O
takdirde selem sahibine, selem yapılan şeyin mislini vermek lâzım olur. Çünkü o helâk oluncaya
kadar hükmen rehin bakidir.
Babanın,
kendisine verilecek bir borç karşılığında
küçük oğlunun rehin vermesi sahihtir.
Çünkü
babanın
oğlunun kölesini ida etme (emanet verme) hakkı vardır. Öyleyse rehin etmesi daha evlâdır.
Çünkü helâk
olduğu takdirde tazmin edilir. Vedia ise
emanettir. Vasi de baba gibidir.
Ebû Yûsuf diyor ki: «Ne baba, ne de vasi bu
hakka sahip değildirler. Helâk olduğu takdirde aldığı
borç miktarı kadar çocuğa zamindirler. Fazlasına
değil. Çünkü fazlası emanettir.»
Timurtaşi
diyor ki: «Vasi, helak olan rehinin kıymetini zamindir. Çünkü baba
oğlunun malı ile
menfaatlenir
fakat vasi menfaatlenemez.»
Şu kadar var
ki Zahire ve başka kitaplarda baba ile vasinin eşit olduğu kesin
şekilde ifade edilmiştir.
Baba, alacağı bir borç karşılığında bir malını
küçük oğluna rehin olarak bırakabilir. Rehin ettiği
nesneyi de
küçük oğlu adına kendisi hapseder. Ama
vasi bunun hilafınadır. Zira vasi bu
hakka
sahip
değildir. Siraciye.
Bunun aksinde
de hüküm yine böyledir. Yani
baba, kendisine borçlu olan küçük çocuğunun bir
malını rehin
olarak yanında tutabilir. Çünkü babanın
oğluna karşı şefkati çok olduğundan adam iki
şahıs ve iki
taraf gibi kabul edilir. Babanın küçük çocuğunun malını alması
nasıl caiz ise. Ama vasi
bunun
hilafınadır. Çünkü vasi sırf vekildir. Ve
bey'de, ne rehinde akdin her iki tarafına temsil
edemez. Bu
bahsin tamamı Zeylaî'dedir.
Kölenin, sirkenin ve kesilmiş bir hayvanın semeni ile rehin sahihtir. Her ne kadar sonradan kölenin
hür, sirkenin
şarap, ve kesilen hayvanın murdar
olduğu ortaya çıksa da.
İnkâr üzerine yapılan
sulh bedelinin rehin edilmesi de sahihtir.
Her ne kadar daha sonra alacağı
olmadığını ikrar
etse bile. Çünkü bunda asıl kaide
şu geçendir: Rehin ve kefaletin sıhhati için
deynin zahiren vacip olması kâfidir.
Altın ve
gümüşü, ölçülecek, tartılacak bir şeyi rehin etmek de sahihtir. Bu zikredilenleri cinsinin
hilafına rehin
etse, helâk olduğu takdirde kıymetiyle helâk
olmuş olur. Ki bu da zahirdir.
Eğer
cinsiyle rehin
ederse, helâk olduğu takdirde ağırlık ve ölçü olarak misliyle helâk olmuştur,
kıymetiyle değil. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Burada aynı cinsin iyiliğine
itibar edilmez. Eğer
eşit olurlarsa, zaten açıktır. Eğer rehin edilen
nesneden borç daha fazla ise, helâk
olduğu takdirde
fazlası rahinin zimmetindedir. Eğer rehin edilen nesne
daha fazla ise, o zaman fazlası mürtehinin
elinde emanettir. Dürer ve Sadrı Şeria.
İZAH
«Bir kısmını vererek İlh...» Yani vadettiğinin bir kısmını verse, geri kalanını vermekten imtina etse,
vermesi için
cebredilmez. Bu aşikârdır ki,
eğer rehin baki ise mürtehine cebredilmez. Yok eğer baki
değilse, hükmü
metinde olandır.
«Helâk olsa ilh...» Yani mürtehin vadettiği parayı
ödünç vermeden önce merhun onun elinde
helâk
olursa.
Bezzaziye.
«Kıymeti ilh...» Yani rehinin kabzedildiği
günün kıymeti ile borç eşit ise.
«Tayin
edilmemişse ilh...» Bazı nüshalarda böyledir.
Bazı nüshalarda da, «Esah kavilde eğer
mürtehin
vereceği borcun miktarını belirtmemişse, merhun helâk olduğu takdirde mazmun
değildir.
Nitekim,
yukarıda, rehin talebi üzerine kabzedilen
merhun, borç beyan edilmemişse yani,
kendisine
bir şey vermesi için
ona bir rehin verse...» şeklindedir. İşte bu nüshada, şarihin «zamin olur mu?»
kavlini,
tekrarı kullandırmak için düşürmek gerekirdi.
«İmâmeyn
arasında bu hususta ihtilaf vardır
ilh...» Yani zamin olup olmama
hususunda İmâmeyn
arasındâ ihtilaf
vardır. Biz de rehin kitabının başında
Kınye'den naklen şunu takdim ettik: İmâmla iki
öğrencisi demişlerdir ki,
mürtehin rahine, rahinin dilediğini
verir.» Zeylaî de, «helâk ile mürtehin bir
şeyi tamamen
almıştır» sözüyle talil ederek bu
görüşe varmıştır. O zaman Zeylaî'nin beyanı
da
yukarıdaki söze rücu etmiş olur. Velhasıl bu bahiste
rivayet muhteliftir.
«Esah olan kavle göre mürtehin tazmin etmez ilh...» Yani iki rivayetten en sahihine
göre helâk olan
merhun mazmun
değildir. Nitekim biz de bunu
Kınye'den naklen takdim ettik.
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani rehinin başlarında metinde geçti. O zaman
bu bahis makablinden
bilinmektedir.
Şu kadar var ki şarih burada tekrar etmekle geçenden maksadın da ancak bu
olduğuna
dikkat çekmek istemiştir. Yani rehin talebi üzerine kabzedilenden maksat,
vadedilen
borçla rehin manasıdır.
Bunlar aynı
şeyi ifade etmekte birlikte tabirleri
değişiktir. Bundan ötürü
Bezzaziye'de.
«Vadedilen borçla alınan rehin rehin talebi üzerine kabzedilendir.»
denilmiştir.
BİR TEMBİH:
Rehin karşılığı söz verilen borcu yerine getirmek lâzım değildir. Nitekim yakında musannıfın,
«Birisi, müşterinin semen karşılığı bir şey rehin
etmesi şartıyla bir köle satsa...»
sözünde de
gelecektir.
«Selemin sermayesi ile rehin edilmesl sahihtir ilh...» Bu meselelerin izah şekli
şöyledir: Birisi
yiyecek karşılığı
yüz dirhem selem etse, veya dinarı dirhemle satmış olsa, sonra kabızdan önce
selem ettiği kimseye yüz
lira karşılığı bir şeyi rehin verse, veya
dirhem veya yiyecekle bir rehin
almış olsa, o zaman o rehin mecilsle helâk olursa, sarf da, selem de tamam olur.
Bazı âlimler de birinci meseleyi şöyle izah etmişlerdir:
Selem yapan kimse selem yaptığı
kimseden
vermiş olduğu
selem sermayesi karşılığı bir rehin alsa, o rehin helâk olmuş olsa,
yine selem de sarf
da tamam olur.
Bana zahir
olan, doğrusu, benim açıkladığım şeklidir.
Çünkü eğer akit meclisinde rehin helâk
olursa selem yapan
kimse selem sermayesini geri almış olabilir.
Artık nasıl, bununla akdin
tamamlandığı
söylenebilir. Eğer rehinin helâk olmasından evvel birbirinden ayrılırlarsa,
rehin batıl
olur.
«Rehin helâk olursa ilh...» Bu kavil, zikredilen şeylerle rehin yapmanın faydasını beyan etmektedir.
Aynî.
Kuhistanî de:
«Bundan murat rehinin sermaye
ile veya sarfın bahası ile helâk
olduğu» dur demiştir.
Üzerinde selem yapılan
malın helaki değil. Çünkü o, musannıfın gelecek olan,
«eğer ayrılsalar»
sözüne
münafidir, ve ileride geleceği gibi selem yapılan mal mutlaka sahihtir.
Ben derim ki: İşte bundan dolayı Dürer'de üzerine selem yapılan mal meselesi yalnız tehir edilerek
zikredilmiştir.
«Mürtehin de
hükmen hakkını tam almış olur ilh...» Yani sermaye veya
sarfın semeni veya üzerine
selem yapılan
nesnenin semenini mürtehin tam almış olur. T., Şümnî'den. Bu ifadenin misli
Hamevi'den
naklen Ebussuud'un bir kavlidir.
Mürtehinden
murat, birincisinde vereceği mal karşılığında para alan kimsedir. İkincisinde ise,
sarf
yapan akitlerden birisidir. Üçüncüsünde ise, selem
yapılan malın sahibidir.
Ben derim ki: Burada senin de bildiğin gibi üçüncüsü için,
yani selem yapılan malın sahibinin ilgisi
yoktur. Sonra
mürtehini birincisinde vereceği mal karşılığı
para alan kimse ile tefsir etmek,
geçmişte bizim
meseleyi tasvir etmemizi teyit etmektedir. Kuhistanî de şunu ifade etmiştir:
«Mürtehin
hakkını tam almış olur, ancak, eğer
rehinin kıymeti selem sermayesine ve
sarfın
semenine eşit ise.
Eğer rehinin kıymeti selem sermayesinden
veya sarfın semeninden az olursa
ancak onun
kıymeti kadar sahih olur.
«Parayı
ödemeden, rehin de helâk olmadan ilh...» Yani rehin karşılığı verilecek
paranın
verilmesinden
ve rehin de helâk olmazdan önce, ayrılırlarsa.
«Selem ve sarf
batıl olur ilh...» Çünkü ne hakikaten,
ne de hükmen kabız yoktur. Cevhere'de şöyle
denilir: «Mürtehinin rehini geri vermesi lâzımdır. Eğer geri vermeden önce elinde
helâk olursa,
sermaye
karşılığı helâk olmuş olur. Çünkü mürtehin selem akdinin butlanından sonra rehinin
helâk
olmasıyla
selem sermayesini tam almış olur.
Bu durumda selem akdi de caiz bir akde inkılap
etmez.»
«Mutlaka sahihtir ilh...» Yani isterse rahin ile
mürtehin birbirinden ayrıldıktan sonra da olsun.
Çünkü üzerinde
selem yapılan nesneyi, selem
akdi yapılan mecliste kabzetmek
vacip değildir.
Zeylaî.
«Üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı olur iIh...» Yani, selem yapılan nesneyi tam almış olur.
Fazlasında da yed-i
emin olmuş olur. Eğer helâk olan rehinin kıymeti daha az ise, o zaman
onun
kıymeti kadar
almış olur. Cevhere.
«Sermayenin yerine kaimdir
ilh...» Yani magsub gibi olur ki, gasp edilen şeyin karşılığında bir rehin
olursa, o zaman o kıymeti ile rehin olmuş olur. Hidaye.
«Fesihten
sonra helâk olursa ilh...» Çünkü üzerine selem yapılan nesne ile rehin olmuştu.
Rehin
adamın yanında
selemin gayrıyla mahpus ise, bunun örneği de şöyledir: Meselâ birisi bir köle
satarak onu teslim
etse, ancak kölenin semeni karşılığında bir rehin alsa, sonra da
bayi ile müşteri
ikale yaparak
bey'i feshetseler, köleyi satan kimse köleyi almak için
rehin aldığı şeyi hapsedebilir.
Çünkü o
kölenin fiyatının karşılığıdır. Eğer
rehin edilen nesne helâk olursa, kölenin fiyatının
karşılığında helâk olmuş olur. Çünkü o kölenin fiyatı ile rehin edilmiştir. Zeylaî.
«Lâzım olur
ilh...» Yani üzerine selem yapılan nesne karşılığında rehin helâk olsa, selem sahibinin
selem yapılan
mal kadar selem yaptığı kişiye vermesi lâzımdır.
Ve selem sermayesini alır. Çünkü
rehin selem sermayesi ile mazmundur. Rehinin hükmü de helâk oluncaya kadar bâkidir. O
zaman
selem sahibi rehinin helâki ile, rehin yapılan malı tam almış olur. Eğer selem yapılan nesneyi tam
olarak almış olsa,
sonra ikale yapsalar,
veya ikaleden sonra tam almış olsa, o zaman tam
aldığı şeyi
selem sahibine geri vermesi sermayeyi
de geri alması gerekir. Rehin bahsinde de hüküm aynen
böyledir. Zeylaî.
«Çünkü helâk
olduğu takdirde tazmin edilir ilh...» Bu kavil, rehinin idadan (emanet vermeden) daha
evlâ olduğunu
beyan etmektedir. Zira Mürtehin, rehini, ödeme korkusundan dolayı, mûda'dan daha
dikkatli
hıfzeder. Hidaye.
«Vedia ise emanettir ilh...» Vedia bahsinde de
geçtiği gibi emanet olan bir şey helâk olduğu
takdirde
mazmun değildir.
«Ebû Yûsuf diyor ki ilh...» Züfer de böyle demektedir. İmâm Ebû Yûsuf ile Züfar'in kavli, kıyasa
göredir.
Birincisi ise, zahiri rivayet
ve istihsana göredir. Hidaye ve Zeylaî.
«Fazlasına değil ilh...» Yani borç miktarı kadar
zamindirler, rehinin kıymeti fazla
olduğu takdirde
borç
miktarından fazlasına zamin değildirler.
«Vasi kıymetine
zamindir ilh...» Yani kıymetin,
hepsine, Rehinin kıymeti borçtan fazla olsa bile.
Şarih de, ileride gelecek olan rehinde
tasarruflar babında Timurtaşi'nin kavliyle
yetinmiştir.
«Başka kitaplarda ilh...» Muğni, İnaye ve
Mülteka gibi kitaplarda.
«Baba ile
vasinin eşit olduğu ilh...» Zahire, Muğni, İnaye ve Mülteka'da olan
kavil, metinde geçen
birinci
kavildir.
«Küçük oğlu
adına kendisi hapseder ilh...» Yani baba çocuğuna rehin
ettiği malı çocuğun namına
kendi yanında
hapseder.
«Bunun aksinde
de ilh...» Yani babanın çocuğu üzerinde alacağı olmuş olsa, küçük çocuğunun
malını rehin
olarak alabilir. Borç diğer bir
küçük oğluna olursa, veya babasının tacir bir kölesine
olursa, baba
borçlu olan çocuğunun metaını alacaklı
olan diğer çocuğunun veya tacir kölesinin
yanına rehin olarak
koyabilir. Nitekim Hidaye ve Mülteka'da da böyledir.
«Ama vasi bunun hilâfınadır ilh...» Yani vasinin vesayeti altındaki çocukta
alacağı olsa, onun
metaını rehin
olarak kendi yanında tutamaz.
«Ne bey'de
ilh...» Bu söz, Kadı'nın tayin ettiği vasiye hamledilir. Musannıf
vasi babında şöyle
demektedir: «Eğer çocuğun
vasisi çocuğun malını kendine alır veya kendine satarsa, bakılır: Eğer
Kadı'nın tayin
ettiği vasi ise, mutlaka caiz değildir. Eğer
çocuğun babasının vasisi ise, çocuğa açık
bir menfaat
bulunması şartı ile caizdir. Ama babanın çocuğun malını çocuğun
namına kıymetinin
misli ile ve halkın aldanabileceği miktarla satması caizdir. T.
«Bu bahsin
tamamı Zeylaî'dedir ilh...»
Zeylaî de Hidaye ve Minah sahipleri gibi bu bahsin talil ve
meselelerin tefriini uzun uzadıya yazmıştır.
Mülteka'da
şöyle denilmiştir: «Vasi,
vesayetindeki yetim çocuğun yemesi ve
giymesi için bir
yabancı adamdan borç para alsa, onun karşılığında da
çocuğun metaını rehin verse, sahihtir.
Çocuk baliğ
olduğu zaman vasisinin yapmış olduğu borcu ödemedikçe, rehini
bozamaz.»
«Kölenin
ilh...» Yani rehinin zımaniyeti ile
zamindir. Yani helak olmuş olsa, kölenin kıymeti borç
kadar veya daha fazla ise, rahine borç
miktarı kadar öder. Eğer onun kıymeti borçtan az ise, kölenin
kıymetini
rahine öder. Çünkü mürtehin köleyi zahiren vacip olan bir borç karşılığı rehin almıştır.
İbni Kemal.
«İkrar etse ilh...» Yani mürtehin rehinden sonra
alacağı olmadığını ikrar etse. Bu meselenin izahı
şöyledir: Birisi diğer adamın üzerinde
bin dirhem alacağı olduğunu iddia etse, borçlu görülen
kimse de inkâr etse, beş yüz dirhem üzerine sulh yapılsa, borçlu kimse, beş yüz dirhem karşılığı bir
malı alacaklıya rehin verse, o mal da mürtehinin
yanında helâk olsa, sonra bir borç olmadığında
birbirlerini
doğrulamış olsalar, mürtehinin rehinin kıymetini
rahine ödemesi lâzımdır. Mirac.
«Rehin ve
kefâletin sıhhati için kâfidir ilh...» Minah'ta da böyledir. Ben bu bahsi
Minah'tan başka bir
yerde de
görmedim. Nihaye ve diğer kitapların ibaresi
ise şöyledir: «Rehinin sıhhati ve
mazmun
olması için borcun zahir olması kafidir.» Belki
musannıfın, buradaki kefilden muradı ödenmesi
vacip olan
şeylerle kefil olandır. Zira
musannıfın kefalet kitabında ifade ettiğine binaen
tazminatlarla
kefil olmak sahihtir. Ama buradaki
kefili kölenin semeni ve mabadindekine
hamletmek
ise zahir değildir. Çünkü Münteka'dan naklen Zahire'nin kefalet bahsinde
şöyle bir ifade vardır:
«Eğer kefil talibin ikrarı üzerine, bu malın
şarap veya fasit satışın semeni
olduğuna dair beyyine
ikame etse, beyyinesi
kabul edilir ve o mal batıl olur.»
«Cinsinin
hilâfına ilh...» Mesele elbise
gibi bir şeyle rehin edilmiş olsa.
«Kıymetiyle
helak olmuş olur ilh...» Yani altın veya gümüş veya onların
benzeri şeylerden rehin
edilen nesne helâk olsa,
ölçü ve tartı ile değil, kıymeti ile
helâk olmuş olur. Bu sebeple altın ve
gümüşün saf
olması muteberdir. Çünkü, elbise gibi cinsinin hilafı ile rehin
edilmiştir. Ama cinsinin
karşılığında rehin edilmiş olsa, onda saf olmaya
itibar edilmez. Nitekim ileride gelecektir.
«Cinsiyle
rehin ederse ilh...» Yani gümüşü
gümüşle, altını altınla, buğdayı
buğdayla, arpayı arpa ile
rehin etmiş olsa,
rehin helâk olduğu takdirde ölçü ve tartı bakımından ister kıymeti çok olsun, ister
az olsun, misliyle helâk
olur. Zeylaî.
«Kıymetiyle
değil, İmâmeyn buna muhalefet etmiştir
ilh...» Yani İmâmeyn'e göre, helâk olduğu
takdirde,
mürtehin, cinsin hilâfına rehin edilen nesnenin kıymetine zamindir. O zaman o kıymet
helâk olan rehinin yerine rehin olmuş olur. Mürtehin de
tazminatına helâk olana mâlik olur. Aynî.
Eğer rehinin kıymeti
borçtan az olursa, İmâmlar arasındaki ihtilafın semeresi
zahir olur. Ama eğer
helâk olan rehinin kıymeti borç kadar veya daha fazla olursa, o zaman her iki
bahiste cevap
ittifakladır.
Çünkü İmâma göre mürtehinin alacağını
alması tartı iledir, İmâmeyne
göre ise, kıymeti
iledir. Kıymet
birincisinde borcun mislidir, ikincisinde
ise, borçtan fazladır. O zaman mürtehin borç
miktarı kadar hakkını tam almış olur, borçtan
fazla olan kısımda yanında emanet olur.
Nitekim
Hidaye'de de böyledir.
«Aynı
cinsin iyiliğine itibar edilmez
ilh...» Çünkü cinsi cinsi ile karşılaştırıldığında faiz olmaması
için iyi
olmasının kıymeti yoktur.
«Eşit olurlarsa ilh...»
Yani rehinle karşılığında alınan mal ölçü ve tartı bakımından eşit olursa, o
zaman onun
hükmü zahirdir. Yani kıymetine
bakılmaksızın ve İmâma göre iyi
olmasına
bakılmaksızın rehin helâk olduğu takdirde borç
düşer. Bunların hepsi, rehinin helâk olması
halindedir.
Ama eğer helâk değil, rehinden bir şey
noksanlaşsa, meselâ, gümüş bir ibrik olan rehin
kırılsa, o ayrı bir konudur. Bu meselelerin suretleri helâk ve noksan konusunda yirmi altı surete
ulaşır. Bunlar
da uzun kitaplarda açıklanmıştır.
Tebyîn ve Gayetü'l-Beyan da bunları izah etmiştir.
METİN
Birisi,
müşterinin semen karşılığında kendisine belirli bir
rehin bırakması veya belirli bir kimseyi
kefil etmesi şartıyla bir köle satsa, sahihtir. Müşteriye o rehini vermesi veya o kefili göstermesi için
cebredilemez. Zira, rehin kitabının başlarında
geçtiği gibi, müşterinin bunu yerine
getirmesi lâzım
değildir. Bu
satışta bayi taleb ettiği vasıf fevt olduğundan satışı feshedebilir. Ancak müşteri semeni
peşin öderse, veya
şart kılınan rehinin kıymetini
verirse, o zaman satıcı satışı feshedemez. Çünkü
burada maksut
hasıl olmuştur.
Müşteri,
satıcıya mebiin dışında başka bir şey
vererek onun semeni kadar yanında
kalmasını
söylese, verdiği şey rehin olur. Çünkü
müşteri rehini ifade eden bir şey telaffuz etmiştir. Akitlerde
muteber olan,
manadır. Ama ikinci İmâm ile diğer
üç mezhebin İmâmları buna muhalefet
etmişlerdir.
Müşterinin, satıcıya: «onu tut!» diye söylediği şey, satın aldığı mebi
olsa bile, eğer
kabızdan sonra
vermişse, o zaman o şey
semeni ile rehin olmaya salihtir. Eğer mebiyi kabzetmeden
evvel böyle derse, rehin olmaz. Çünkü o sırada mebi semeni ile satıcının
yanında hapsedilmiştir.
Nitekim geçti.
Yalnız şu kaldı: Eğer mebi et veya buz gibi beklemekle bozulan bir şey ise, müşteri
de parayı
geciktirir, ve telef olacağından
korkarsa, o zaman o mebinin ikinci defa satılması ye
alınması caizdir. Eğer eski sattığı fiyattan daha fazlasına satsa, fazlasını tasadduk
eder. Zira onda
şüphe vardır.
Bir adam iki kişinin yanına, her ikisinden aldığı bir borca karşılık bir nesneyi
rehin etse, sahihtir.
Onun hepsi,
her iki adamın yanında rehindir. Velev ki bu adamlar iki ortak da olmasınlar.
Bunlar
rehini nöbetle
ellerinde tutsalar, bunların her biri kendi nöbetinde diğer adam
hakkında adil gibi
olur. Bu
hüküm, eğer rehin edilen nesne tecezzi etmeyen cinsten ise böyledir.
Eğer rehin
parçalanabilen cinsten ise, bunlardan her biri
yarısını kendi yanında hapsedebilir.
Rahin nesnenin
tamamını birisine vermiş olsa, İmâma
göre zamin olur. İmâmeyn buna muhalefet
etmiştir.
Bunun aslı, vedia meselesidir. Zeylaî.
İki kişiye
rehin edilen nesne helâk olursa, bunlardan her birisi kendi
hisselerine zamindir. Çünkü
alacakları hak parçalanabilmektedir.
Rahin
bunlardan birisinin alacağını öderse, o malın hepsi, diğerinin yanında rehin olur. Zira
yukarıda geçtiği gibi, nesnenin hepsi onların her birinin elinde parçalanmadan
rehindir.
Eğer iki kişi üzerlerindeki bir borç karşılığı
bir adama bir şeyi bir rehinle rehin etseler, o nesnenin
borcun hepsine
karşılık rehin edilmesi sahihtir. Mürtehin o nesneyi alacağının
tamamını alıncaya
kadar yanında
tutar. Çünkü şüyu (ortaklık) yoktur.
Adam iki kölesini bin lira karşılığı rehin etse, birisinin
hissesini ödese bile onu geri
alamaz. Çünkü
iki köle borcun hepsi karşılığı rehin edilmiştir.
Mebiin, semenin tamamı karşılığında satıcının elinde
hapsedildiği
gibi.
Eğer her köleyi,
karşılığında rehin ettiği miktarı ayrı ayrı tayin ederek rehin ederse,
o zaman
hangisinin karşılığında
aldığı miktarı öderse, onu geri alabilir. Ama bey bunun hilafınadır. Çünkü
akit rehinde semenin ayrılmasıyla, birden çok olmaktadır,
ama satışta değil. Esah olan da ancak
budur.
İki adam, bir nesnenin bir adam tarafından kendisine
rehin bırakıldığına ve onu teslim aldığına dair
ayrı ayrı beyyine getirseler, her ikisinin
beyyinesi de batıldır. Çünkü meselâ bir köle gibi aynı
nesnenin
hepsinin, «buna karşılık» ve «şuna karşılık» olmak üzere aynı zamanda iki adama rehin
edilmesi muhaldir. Ortaklık söz konusu olduğu için onu yarıya
bölmek mümkün değildir. Karşılıklı
beyyine getirirlerse, beyyineleri düşer. O zaman helâk olduğu takdirde
emaneten helâk olmuştur.
Çünkü batıla
hüküm yoktur. Bu hüküm eğer tarih atmamışlarsa
böyledir. Eğer tarihini yazmışlarsa,
hangisinin
tarihi daha eski ise, o daha evladır. Yine rehin bunların birisinin elinde ise,
elinde olan
(zilyed) daha haklıdır. Çünkü elinde olması,
onun daha evvel parayı verdiğine
karinedir.
Kölenin rahini
ölmüş olsa, köle de onların ikisinin yanında olsa, veya
olmasa hüküm birdir. Zeylaî.
Eğer
vasfettiğimiz gibi bunların her birisi
delil getirse, bunların her birisinin elinde onun yarısı
istihsanen hakkının karşılığında rehin olur. Çünkü
rahinin ölümü ile o köle borcun karşılığına
inkılap etmiştir. Şayi de bunu kabul eder.
Adam
borçlusunun başındaki sarığını yanında
rehin olması için almış olsa,
rehin olmaz. Ama o
sarık helâk olduğu takdirde rehin hükmüyle helak olur. Diyor ki: «Eğer borçlu onun yanında
rehin
olarak kalmasına razı
olursa rehin olacağı açıktır.» İmadiye.
Bu şunu ifade
ediyor ki, eğer borçlu onun yanında rehin olarak kalmasına razı ise rehin olur,
değilse rehin olmaz. Bunun üzerine musannıfın da ifade ettiği gibi Siraciye ve diğer kitapların
mutlak ifadeleri
de hamledilir.
Mücteba'da
şöyle denilmektedir: «Mal sahibi borçlunun malını ondan izinsiz yanında
rehin olarak
tutabilir.»
Bazı âlimler tarafından da, «Para sahibi borçlusunun
ödemesinden ümidini keserse, o zaman
hakkının
yerine onun herhangi bir malını
alabilir.» demişlerdir. Musannıf da bunu ikrar etmiştir.
Birisi
diğerine iki elbise vererek, «Bunlardan hangisini istersen şu kadar para karşılığı rehin olarak
al.» dese, o da her iki elbiseyi de alsa, onların
birisini seçmezden önce hiçbiri rehin olmaz. Siraciye.
FER'İ
MESELELER:
Rehinin gasp
edilmesi helâk olması gibidir. Ancak mürtehin rahinin izni ile ondan intifa
ederken
gasp edilirse, rahin nesneyi dellala vermesi için emretse, o da verirken helâk
olsa, zamin olmaz.
Hamamcı rehin edilen Kur'anı sandığına koysa, sandığın üzerine de bir bardak içme suyu
bıraksa,
su dökülse ve
Kur'an helâk olsa, rehin zaminiyeti lie zamin olur, fazlasına değil. Mûda ise hiçbir
şeye zamin
olmaz. Kınye.
Rehinde müddet
kesmek rehini ifsat eder.
Rahin rehinin
satılması için birisine yetki verse ve ölse, mürtehin onu varisleri hazır olmadan da
satabilir.
Rahin kısa bir müddet ortadan kaybolsa, mürtehin anacağı karşılığında
rehinin satılması işini
Kadı'ya götürse, Kadı satış emri verse, lâyık olan onun satışının caiz olmasıdır.
Eğer adam ölse, bir varisi olduğu bilinmese, Kadı da onun binasını satsa, caizdir.
Nehir'in bey
bahsinin çeşitli meseleler babında da böyledir.
Zahire'de
şöyle denilmektedir: «Mürtehin kendisine
rehin edilen ağaçların meyvesini, telef
olmasından korksa
bile satamaz. Çünkü mürtehin hapsetme
velayetine sahiptir, satma velayetine
değil. Ama onu Kadı'ya götürmesi mümkündür. Kadı'ya
götürmesi mümkün olmayan bir yerde
olsa,
veya Kadı'ya götürmeden evvel bozulacak bir halde olsa, o
zaman mürtehinin onu satması caiz
olur.» Allah daha iyisini bilir.
İZAH
«Belirli bir kimseyi kefil etmesi ilh...» Yani akit meclisinde hazır olan bir
şahsı kefil etmesi ve onun
da kefaleti kabul etmesi halinde sahih olur. Eğer
rehin ile kefil belirsiz olsalar,
veya onlar akit
meclisinden ayrılıncaya
kadar kefil orada olmasa, akit fasit olur. Eğer kefil hazır olur,
kefaleti kabul
eder veya rehinin tayin edilmesi üzerinde ittifak ederlerse yeya müşteri semeni nakden peşin
öderse, bey
caiz olur. Ama yapılan işlemler akit meclisinden sonra olursa,
bu satış caiz olmaz.
Zeylaî, özetle.
«Müşteriye
cebredilemez ilh...» Yani müşteriye
rehin vermesi için cebredilmez. Kefile gelince,
yukarıda bildin
ki, kefilde şart olan onun akit meclisinde hazır olması ve
aynı mecliste kefaleti kabul
etmesidir.
Kefalette kaçınmak veya
icbar etmek yoktur. Düşünülsün.
«Rehinin başlarında geçtiği gibi ilh...» Yani rehin kitabının
başında geçti ki, kabızdan önce yalnız
icap ve
kabulle rehini yerine getirmek lâzım değildir. Hatta
rehin akdi yapmış olsa, rahin
rehini
teslim etmeye
cebredilemez. O zaman mürtehin de mücerret söz vermekle sözünü yerine getirmeye
cebredilemez.
«Talep ettiği
vasıf fevt olduğundan ilh...» Çünkü karşılığında
rehin bulunan semen, karşılığında
rehin olmayan
semenden daha sağlamdır. O zaman rehin semenin bir sıfatı olmaktadır.
Bu da
mergub bir
vasıftır. Bunun fevti ile satıcıya muhayyerlik vardır. Bu bahsin tamamı
Gayetü'l-Beyan'dadır.
«Maksut hasıl olmuştur ilh...» Çünkü rehinden kastedilen
kıymetidir, aynı değil.
«Rehini ifade
eden bir şey telaffuz etmiştir ilh...»
Rehin semeni ödeyinceye kadar hapsetmektir.
Akitlerde de manalara itibar edilir. Bundan dolayı asilin beraatı şartıyla kefalet havaledir.
Asilin
beraat etmemesi şartı ile yapılan havale de kefalettir. İtkanî.
«İkinci İmâm ile diğer üç mezhebin İmâmları
ilh...» Zira o lafzın rehine de idâya da ihtimali vardır.En
az idâyı
ihtimal eder. O zaman idanın sübutu
ile hükmedilir. Ama bunun hilafına müşteri, «Şunu
alacağın veya
malın karşılığında tut» dese, bu rehin
olur. Çünkü o nesneyi borcun karşılığı olarak
ifade ettiği
zaman, rehin olduğunu tayin etmiştir.
Biz deriz ki,
«Şunu, ben sona parasını verinceye kadar tut.» sözünde müşteri
tutmayı verme vaktine
kadar uzattığı
zaman, anlaşılır ki onun bu sözden muradı rehindir. Bundan ötürü rehin olmaktadır.
Hidaye.
«O şey semeni
ile rehin olmaya salihtir ilh...» Çünkü
müşterinin mülkiyeti onda taayyün etmiştir.
Hatta helâk
otmuş olsa, müşterinin hesabına helâk
olmuş olur, akit de infisah etmez. T.
«Semeni ile satıcının yanında hapsedilmiştir ilh...» Bunun zaminiyeti de rehin
zaminiyetine
muhaliftir. O
zaman iki muhtelif zaminiyetle
mazmun değildir. Çünkü iki muhtelif
tazminatın içtiması
muhaldir.
Hatta müşteri satıcıya, mebiyi kabzetmeden önce, «Ben sana semeni
verinceye kadar
mebii elinde tut» dese, o da elinde tutsa, fakat
elinde helâk olsa, satış kendiliğinden infisah eder,
müşterinin de
para ödemesi lâzım değildir. Zeylaî.
«Nitekim geçti
ilh...» Yani musannıfın bayiin
elindeki mebi de rehin edilmez sözünde geçti.
«Beklemekle bozulan bir şey ise ilh...» Yani eğer müşterinin kabzetmesinden
önce rehin ettiği şey
beklemekle bozulan cinsten ise... T. Bunun
zahiri şudur ki, kabızdan sonra hüküm böyle
değildir.
Ben derim ki: Bey'in
müteferrikat bahsinin başlarında şu geçti: «Adam bir şey almış
olsa, mebii
kabzetmeden ve
semeni ödemeden önce bilinen bir şekilde kaybolsa, satıcı da
ona peşin olarak
sattığına dair
beyyine getirse, eğer adamın yeri bilinmiyorsa o mebi
satılır. Yani Kadı onu satar.»
Nehir'de de
yine bey bahsinin müteferrikat kısmında şöyle denilmektedir: «Adam bir şey satsa,
kabzetmeden ve
semeni ödemeden önce kaybolsa,
uygun olan, denilmelidir ki, eğer o
satılan şeyin
telef edilmesinden korkulursa. onu satmak caizdir.
İster alan adamın yeri
bilinsin, ister bilinmesin.»
Nehir sahibi
burada müşterinin onu rehin kılmasıyla da kaydetmemiştir.
«Satılması caizdir ilh...» Bizim yukarıda takdim ettiğimizin zahirine göre bu cevazdan
maksat,
Kadı'nın
satabileceğidir. Bu babın sonunda sarahaten bunu bildiren ifade gelecektir.
«Alınması ilh...» Yani müşterinin daha
evvel onun satıldığını bildiği halde alması caizdir.
«Fazlasını tasadduk eder ilh...» Yani birinci
satışın semeninden fazla olan kısmı tasadduk eder.
«Zira onda
şüphe vardır ilh...» Yani, gayrın malı
olması şüphesi vardır ki o da birinci
müşteridir.
«İki kişinin yanına
ilh...» O iki kişi de kabul etseler, o zaman sahih
olur. Ama adam borcu
karşılığında bir şeyi iki kişiye rehin ettiğinde birisi
kabul etse, diğeri kabul etmese, sahih olmaz.
Meselâ, «Ben yarısını
şuna, yarısını da şuna rehin
ettim.» demesi gibi. Sayıhanî,
Makdisi'den.
«Onun hepsi o
iki adamın yanında rehindir ilh...» Yani o nesnenin hepsi, onların herbirinin alacağı
karşılığında hapsedilir. Yoksa, yarısı birisine rehin,
yarısı da diğerine rehin değildir. İbn-i Kemal.
Bir nesnenin
iki kişiye rehin edilmesi, hibenin hilafınadır. Çünkü hibe, hibe edilen nesnenin hibe
edilen kişiye
mülkiyetinin sübutunu icabettirir. Bir nesne
de ayrı ayrı iki kişiye,
aynı zamanda mülk
edilemez. Bir nesne iki
adama rehin edildiği zaman ona zarureten
şüyu (ortaklık) girer. Rehinin
hükmü ise,
borç ödeninceye kadar daimi hapistir. Bu sebeple tek nesnenin iki kişinin
hakkı
karşılığında tam olarak hapsedilmesi caizdir.
Bu bahsin tamamı Kifaye'dedir.
«Velev ki, bu
adamlar iki ortak da olmasınlar ilh...» Yani borçta
da ortak olmasalar bile. Yine ikisinin
alacaklarının cinsleri ayrı olsa bile. Meselâ
birisinin alacağı dirhem iken, diğerinin alacağı dinar
olsa, yine de
onların karşılığında bir nesneyi
rehin olmaları sahihtir. İnaye.
«İmâma göre zamin olur ilh...» yani rehini diğerine veren adam gasp zaminiyeti
ile zamin olur. T.
«Bunun aslı
vedia meselesidir ilh...» Yani bir adam taksimi kabil olan bir
nesneyi iki kişinin yanına
îda etmiş olsa, bunlardan birisi de o nesnenin hepsini
diğerine verse, veren adam İmâma göre gasp
zaminiyeti ile
zamin olur. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Zeylaî.
«Herbirisi kendi hisselerine zamindir ilh...» T.
Mekki'den naklen şöyle
demektedir: «Bu bahsin
sureti
Binaye'de olduğu gibi şöyledir:
Mürtehinlerden birisinin rahinden on dirhem, diğerinin de
beş dirhem alacağı olsa,
rehin edilen nesnenin kıymeti de otuz
dirhem olsa, otuz dirhemlik
rehinden yirmi
dirhemi helak olsa, kalan on dirhemlik kısım iki mürtehinin
elinde üçe taksim
edilmek üzere rehin kalmış
olur. O zaman onun helaki ile on dirhem alacaklı mürtehinden,
üçte ikisi
düşer. Beş
dirhem alacaklı mürtehinin hakkından
da üçte biri düşer. O zaman rahinin on dirhem
alacaklı olan mürtehine 3.33 dirhem vermesi
gerekir. Beş dirhem alacaklı olan mürtehine de
1.66
dirhem verir.»
«İstiyfa
edecekleri parçalanabilmekedir ilh...» Çünkü alacakları
parçalanmayı kabul eder.
«Birisinin olacağını
ödese ilh...» En doğrusu, musannıfın bu kavli «eğer helâk
olursa» sözünden
evvel zikretmesiydi. Nitekim İbn-i Kemal
böyle yapmıştır. Eğer böyle
yapsaydı, onların her birisinin
kendi hissesine zamin olduğunu ifade ederdi.
«Bunlardan
birisinin alacağını ödese ilh...» Zira Nihaye'de Mebsut'tan naklen şöyle bir ifade vardır:
«Eğer rehin ikinci adamın
elinde helâk olsa, rahin birinci mürtehine ödediği borcu geri alır. Çünkü
rehin rahine
ulaşana kadar onların her ikisinin
de mürtehinlikleri bakidir. Çünkü yukarıda
geçtiği
gibi, bunların
her birisi kendi nöbetinde diğeri için adil gibidir.»
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani yakında
musannıfın «Bir adam iki kişinin yanına, her ikisinden
aldığı bir
borca karşılık bir nesneyi rehin etse, sahihtir.
Onun hepsi, her iki adamın yanında
rehindir.»
sözünde geçti.
«Parçalanmadan rehindir ilh...» O zaman,
borçtan bir şey kaldığı müddetçe
rahin rehin ettiği
nesneden
hiçbir şeyi geri alamaz. Mürtehin bir olduğunda,
borcunu ödemeden rehinden bir şey
|