ŞUF'A KİTABI 1
ŞUF'A TALEB
ETME BABI 1
ŞÜF'ANIN SABİT
OLUP OLMADIĞI ŞEYLERİN AÇIKLAMASI BABI 1
ŞUF'AYI BÂTIL
KILAN ŞEYLER BABI 1
METİN
Şuf'anın
gasbla ilgisi şudur: Her ikisi de başkasının malını,
rızası olmaksızın mülk edinmektir.
Şuf'a
sözlükte; bir şeyi bir şeye katmaktır. Bir terim olarak ise; şüf'a hakkı, sahibinin satılan
malı,
müşterinin
ödediği satış bedeli ile zorla kendi mülküne kalmasıdır. Malı eğer satış bedeli misli
yattan ise mislini, değilse kıymetini vererek, alır.
Şuf'anın
sebebi, şuf'a hakkı taleb edenin satılan mülke ortaklık
ve-ya komşuluk vasıtası ile bitişik
olmasıdır.
Şuf'anın
şartı ise, şuf'a hakkı taleb edilen yerin akar olması ge-rekir. İster yukarıda, ister aşağıda
olsun.
Yukarıda bulunanın yolu her-ne kadar aşağıda
olmasa bile. Çünkü karar hakkı
olan akara
bitişmiştir.
Dürer.
Ben derim ki: İbni Kemal Şuf'a hakkı hangi mülkte
olur babının baş tarafında. «Karar hakkı
ile
satılırsa, o bina akara bitişir» demiştir.
Şey-himiz Remlî, İbni Kemal'in bu
kesin ifadesini
reddederek ve
Bezzâziye ve diğer kitaplara uyarak onun akara bitişmeyeceği şeklinde fetva
ver-miştir.
Hıfzedilsin.
Şuf'anın
rüknü ise, sebeb ve şartın bulunduğu
yerde iki akit yapa-nın birinden almasıdır.
Hükmü ise, sebeb tahakkuk ettiği zaman şuf'ayı taleb etmenin ca-iz olmasıdır. Velev
ki bir kaç yıl
sonra olsun.
Vasfı ise, bir mülk şuf'a ile almak başlangıçta satın alma menzisindedir. Öyleyse, alışta sabit olan
görme ve ayıp muhayyerliği
ile red-detme, şuf'ada da sabittir.
Şuf'a hakkı satıştan sonra bu hakka sahib olan
için sabit olur, fa-kat üzerine vacip
değildir. Satış
fasit bile
olsa, ondan malikin hakkı kesilir.
Nitekim ileride gelecektir.
Müşteri muhayyerlik hakkına
sahip olsa bite şuf'a yine sabit olur. Şuf'a şefiin şahit tutmasıyla işhat meclisinde kararlaşır. Yani
muvasebe
talebinden sonra. Ondan sonra da bâtıl olmaz.
Mülke,
tarafların rızası ile almakla
veya hâkimin hükmü ile hissele-rinin miktarına
malik olurlar.
Çünkü itibar
olunmaksızın, ortakların hep-si şefiin mülkiyeti almazdan önce yalnız hükümle de
sabittir.
Burada Şâfii'ye hilaf vardır. Malını karıştıran
ortağın mebiin kendisinde, sonra mebî karışık
olsun veya olmasın, hakkı vardır. Ki bu da, mebii
bayi taksim etmiş, ona akarda ortaklık hakkı
kalmıştır. Özel yol ve
sulama hakkı gibi.
Sonra
musannıf bunları şu sözüyle tefsir
etmiştir: «Gemilerin çalış-mayacağı küçük bir nehirdeki
sulama hakkı ve başkasının geçmeyeceği yol gibi
şeylerde ona şuf'a hakkı sabit olur.
Bu yol ile
nehir genel
olsa, onlarda şuf'a olmaz.» Bunun açıklaması şöyledir:
Bir topluluğun ortak-laşa
kullandıkları bir nehir olsa, onların arazilerinden
bir parçası satıl-mış olsa, yine oradan arazisini
sulayanların
hepsinin şuf'a hakkı var-dır Eğer
nehir umumî olursa, o zaman şuf'a hakkı yalnız ona
bitişik
olanındır.
Satılan
binanın arkası bir kimsenin evinin arkasına bitişik olsa bu
kimsenin evinin kapısı başka bir
binası bitişik olan adam sokağa açılsa bile zımmî, mezun veya mükâteb köle bile
olsa, şuf'a hakkı
onundur. Eğer
kapısı aynı sokağa açılıyorsa, yukarıda geçtiği gibi o zaman o mül-künü
ona
karıştırmıştır.
Birisi
direğini başkasının duvarına koysa,
direğe ortak iseler o kom-şudur. Yok eğer duvarın
kendisine
ortak iseler o zaman satılan binaya ortaktır. Mülteka.
Ben derim ki: Şu kadarı
var ki musannıf şöyle demiştir: Eğer kom-şulardan
birisi duvara ortak olsa,
diğer
komşular üzerine şuf'a hakkın-da tercih yapılmaz, Çünkü ortaklık yerde
değil, yalnız
duvardadır.
Onun-la da şuf'a hakkı kazanılmaz.
Mecma şerhinde şöyle denilmektedir: «Çıkmaz bir sokakta karşı-sındaki
komşu için de şuf'a hakkı
sabittir. Ama açık
sokakta karşıdaki komşu bunun, aksinedir.»
Hükümden
sonra ortaklardan bazısı şuf'adaki hakkını düşürse, ge-ri
kalanlar hakkından vazgeçen
adamın hakkını alma hakkına sahip
de-ğildirler. Ama eğer hükümden önce ise,
geri kalan
kalabalığın zail ol-masıyla, geri kalanın hepsini alabilir. Çünkü hükümle
her birisinin hak-kı,
diğerinin
hakkından ayrılmıştır. Zeylaî.
Ortaklardan bazısı gaib olsa. o zaman hazır
olanlar arasında mebi-in hepsinde şuf'a ile hüküm
verilir.
Çünkü onun taleb etmeme ihtimali
vardır. O takdirde de şüphe ile şuf'a tehir edilmez.
Mesela, iki ortaktan birisi gaib olsa, diğer ortak
şuf'a hakkı taleb etse, satılan şeyin hepsin-deki
şuf'a hakkı ona hükmedilir. Sonra gaib olan kimse
gelse, şuf'a hak-kı taleb etse, ona da hüküm
verilir. Eğer
birincisinin hakkı kadar ortaksa, yarısı ile ona hükmedilir. Eğer onun üstünde ise,
hepsi
ona
hükme-dilir. Eğer ondan aşağı ise engel olunur. Hülâsa.
İZAH
«Gasbla münâsebeti ilh...» Musannif burada gasbın
şüf'adan önce takdiminin sebebini
zikretmemiştir. Halbuki şuf'a gasbın aksine meşru-dur.
Takdim şekli şudur: Gasb çok
olmaktadır.
Bir de gasb
hem akarda, hem de menkulde olmaktadır.
Ama şuf'a bunun aksinedir. Zira
Sadiye'de
şöyle denilmektedir: «Gasbın mezun
kitabından sonra gelmesini be-yan
etmesi, şuf'adan önce
gelmesinin açıklanmasına
lüzum bırakmamış-tır.»
«Şuf'a
sözlükte, bir şeyi bir şeye katmaktır ilh ..» Zeylâî şöyle
de-mektedir: «Şuf'a kelimesi katma
anlamına gelen şefi kelimesinden
alın-mıştır. Bu da tekin zıddı, yani çift etmektir. Peygamberin
günahkârlara şefaat etmesindeki şefaat de
bundandır. Zira, Resulullah günahkârları şefaatiyte,
imanıyla
kurtulup cennete gidenlerle
birleştirmektedir. Şefi de satılanı kendi mülkü ile
birleştirmektedir. Bundan ötürü de satılan mülkü şefiin almasına şuf'a
denilir.»
Kuhistânî de
şöyle demektedir: «Şefi sözlükte, zamm ile meful ma-nasınadır. Bu da alınan
mülk ile
çiftleşen
mülke isim olmuştur.»
Muğrib'te de
bu kelimenin iki manaya kullanıldığı
ifade edilmiştir. Şuf'a kelimesinden fiil çekimi de
işitilmemiştir. Ama
fakihlerin »O binaki onda şuf'a hakkı sabit olur» şeklindeki kullanımı istilahi
kullanımdır.
«Şeriatta ise bir mük parçasını temlik etmektir
ilh...» Uygun olan, Kenz ve diğer kitaplarda olduğu
gibi
«temellük» denilmesiydi. Çünkü
temellük şefiin vasıflarındandır.
Zira şefi, malik olandır,
başkasına mülk eden değildir. Belki bundan daha
uygunu Gâyetü'l-Beyân'da olan, «Şuf'a temellük
hakkından ibarettir» ifadesidir. Zira buradaki hak kelimesi ol-mazsa, Kadızâde'nin de
Fetih'in
tekmilesinde dediği gibi/ musannifin «Şefiin talebinden
sonra şahit tutmasıyla kararlaşır»
sözünün
doğru
ol-maması gerekir. Çünkü mülk edinme hükümsüz veya rızasız olmaz.
Yine,
şuf'anın hükmü talebin cevazıdır.
Birşeyin hükmü de ya onun-la
birlikte olur veya onu hemen
takip eder. Eğer temellük talebten evvel hasıl olursa, hasıl olan şeyin tahsil edilmesi
gerekir. Mülk
parçasından maksat, mülk parçası veya parçanın bazısıdır. Böyle denilmelidir ki,
şefiilerden
birisinin o
parçayı
satın alması da ifadenin içine girsin. Nitekim ileride gelecektir.
«Müşteri
üzerine cebren ilh...» Bu, müşterinin rızası ile olandan ka-çınmak için
değildir. Zira
ekseriyetle
mülkü olan kimse şefiin almasına razı
olmaz. Nitekim Kuhistanî de buna işaret
etmektedir.
Ebussuud.
İbni Kemal
de, «Bu sözden murad, ihtiyara itibar
edilmemesidir. Yoksa ademi ihtiyara itibar olunur
demek değildir» demiştir.
Musannif
«alınan şey» ile hibe, irs, sadaka veya
maldan başka olan bir karşılıkla
mehir, kira bedeli,
muhâlea, hulu
bedeli, kasdi kan dök-mekteki sulh
bedeli gibi karşılıksız şeylerle mülk edinmeden
kaçınmış-tır.
Yani şuf'alı bir arazi birisine hibe edilse, onun bitişiğindeki
şuf'a hak-kı olan kimse,
şuf'a hakkını kullanamaz. Bir karşılıkla
yapılan hibe de bu tarife girmektedir.
Çünkü o nihayetinde
alman birşeydir.
Kuhistanî.
Kuhistanî'nin
bu sözü ile zahir olmaktadır ki, evla olan satın alarak kelimesinin
terk edilmemesidir.
Belki uygun
olan «beyi» kelimesinin de eklenmesidir. Çünkü beyinin bey'i ikrar, müşterinin inkâr
etmesi halinde bazan müşteri de cebredilir.
Feteva-yı Suğra'da şöyle denilmektedir: «Şuf'a mülk satıcıdan ke-silmesine
dayanır.
Müşteriye
sübutu
üzerine dayanmaz. Bundan dolayı muhayyerlik şartıyla sattığı takdirde şuf'a, müşteriye
sabit olur.»
«Mevcut olan
bahası ile ilh...» Yani ister hakikaten, ister hükmen. Nitekim
ileride, şarap ve
diğerlerinde
geleceği gibi. Turî.
Burada
üzerinde mevcut olandan maksat,
müşteriye alışla gerekli olan masraflardır. Bu açıklama ile
Dürer sahibi
gibi Aynî'nin sözündeki kusur anlaşılmaktadır. Zira Aynî,
«Müşteri üzerine mevcut olan
semen-le» demiştir. Eğer metni böyle tefsir
etmeyip umumu üzerine bıraksaydı daha uygun olurdu.
Ebussuud.
«Sebebi ilh...» Turî şöyle demektedir: «Şuf'anın meşruiyet sebebi, devamlı kötü komşuluktan doğan
zararı gidermektir. Ateş
yakması, du-varını yükseltmesi ve toz kaldırıp dağıtması gibi zararların
defidir.»
Zahir odur ki
Turî'nin zikrettiği meşruiyet
sebebidir. Musannifin zik-rettiği ise,
alma sebebidir.
Denilmesin ki, Turî'nin zikrettiği zannedilen bir zarardır. Mülkü müşteriden alması
ise muhakkak bir
zarardır.
Çün-kü biz diyoruz ki Turî'nin zikrettiği galibtir.
Vukuundan önce şuf'a yo-luyla
kaldırılır.
Yoksa çoğu
defa şuf'a hakkı ile almakla
da kaldırılmaz. Bu konuda şair ne güzel demiştir: «Çok
insan vardır
ki hiçbir canavar-dan eziyet görmemiştir. Ama ben insanın eziyet vermediği bir insan
göremiyorum.»
«Ortaklık veya
komşuluk vasıtası ite ilh...» Buradaki ortaklık keli-mesi, akardaki ortaklığa da,
haklardaki ortaklığa da şamil olur. Nitekim
ileride gelecektir. Aynı zamanda komşuluk gibi
ortaklığın
azlığına ve çokluğuna da şamil olur. Nitekim bunlara İtkanî dikkat çekmiştir. T.
«Şartı ilh...» Burada akardan maksat, gayri
menkuldür. O zaman bağ, değirmen,
kuyu ve herne
kadar yolu
alt kattan geçmese de üst kat da ona dahildir. Bu kayıtla tariften bina ve
ağaçlar
çıkmaktadır ki bun-larda şuf'a yoktur. Bunlardaki şuf'a ancak akara tabi olmaları iledir. Herne kadar
yerlerinde karar tutma şartı ite de satılsalar
bunlarda yine şuf'a yoktur. Dürrü Münteka.
Bir de akarın mülk olması şarttır. Nitekim zikredilenden
anlaşıldı. İleride de gelecektir.
Bu tariften
vakıf
çıkmaktadır. Çünkü vakıfta şuf'a yoktur. Yine, devlet arazisinde de hüküm böyledir.
Ama öşür
veya haraç arazileri
böyle değildir. Onlarda şuf'a hakkı vardır. Çünkü onların öşür veya haraç
arazisi olması, mülkiyete aykırı değildir. Nitekim
gelecek babtan hemen önce biz bunu zikredeceğiz.
Bir de aktin
ivazlı akit olması gerekir. Bir de satıcının satılan
şeyde-ki mülkiyetinin sona ermesi
şarttır. O
halde, muhayyerlikle satılan bir akarda şuf'a yoktur. O zaman fasit bir satış ile satılanda
da şuf'a
yok-tur. Bir de, şuf'a hakkı taleb
eden kimsenin taleb vesilesi olan mülke satış anında
malik olması şarttır. Bir de delalet yoluyla da olsa şefiin satışa razı olmamasıdır.
Nitekim bunların
hepsi gelecekte bilinecektir.
«Yolu herne
kadar aşağıda olmasa bile ilh...»
Yani satılan yüksek-teki mebin yolu aşağıdan olmasa.
Zahire'de
şöyle denilmektedir: «Satı-lan mülkün yolu
aşağı mülkten geçiyorsa, o zaman
şuf'a
yoldaki
ortak-lık sebebiyledir. Yok eğer büyük sokaktan
geçiyorsa, o zaman da kom-şuluk
yoluyladır. Eğer yukarının sahibi aşağı ile birlikte olmasa, İmam
Ebû Yusuf'un görüşü üzere şuf'a
hakkı bâtıl olur. Zira komşuluk biti-şiktir. Bitişmede
son bulmuştur. Mesela şuf'a hakkı taleb ettiği
yeri al-madan kendi mülkünü satarsa, şuf'a hakkı bâtıl
olmaktadır. İmam Muhammed'e göre ise, o
zaman şuf'a hakkı vacib olmaktadır. Çünkü şuf'a bina sebebiyle değil, yerine
oturma sebebiyledir.
Karar hakkı da devam etmektedir. Eğer üst üste üç ev olsa, her birisinin kapısı ayrı ayrı so-kağa
açılsa, o zaman ortadaki evin satılması yukarıdakine de aşağıdaki-ne de şuf'a
hakkını sabit kılar.
Eğer alttaki
veya en üstteki satılırsa, orta katta
oturan şuf'a hakkına daha uygundur»
Özetle.
«Çünkü karar
hakkı olan akara iltihak etmiştir
ilh...» Zira yukarının hakkı devam
üzere baki kalır.
Çünkü gayri menkuldür. O zaman akar gibi karar hakkı ile
de şuf'a hakkedilir. Zeylaî.
Bu ifadenin
açık anlamı, yukarıda geçen İmam Muhammed'in gö-rüşünün tercihidir.
«Karar hakkı ile satılırsa
ilh...» Devlet malında veya hapsedilen va-kıf malında yapılan
bina gibi.
«Şeyhimiz
reddederek ilh...» Remli, İbni Kemal'in bu fetvasını red-dederken nakle istinad
etmiştir.
Uygun olan şudur ki, şeyhimiz bununla üst
kat meselesi arasındaki farkı açıklamak istemiştir.
Umulur ki,
zik-redilen şeyde binaya devam üzere beka hakkı yoktur. Belki, o topraklar üzerinde
yapılan bina zeval üzeredir. Zira fakihler; «İhtikar edilen bir toprakta
muhtekir ecri misli vermekten
kaçınsa, binasını kaldırması em-redilir ve
toprak başkasına kiraya verilîr» demişlerdir. Devlet
arazisin-de sultanin tayin ettiği ücreti vermekten kaçınsa, elinden alınır.
Ama üst katın hakkı
yukarıda geçtiği gibi devam üzere bakidir. İşte bununla Hanin zikrettiği, «Fakihlerin, «Üst katın
karar hakkı olması
sebebiyle akara ilhak olur» açıklamaları
İbni Kemâl'i teyid eder» defedilmiş
olur.
Düşü-nülsün.
«Bezzâziye ve diğer kitaplar ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmekte-dir: «Binada şuf'a yoktur.
Harezm'de
buna karar hakkı denilir. Çünkü bu nakledilir.
Beytü'l-mala ayrılan devlet arazisi gibi ki
sultan onu
yarı .yarıya ekmeleri için halka verir. Onu yarıya alan halkın bina,
ağaç gibi topraktan evi
olur. İşte bu
evleri satmak bâtıldır. Bina eğer malum ise onu satmak caizdir. Ama onda şuf'a hakkı
yoktur.» Özetle.
Bunun benzeri
Nihâye ve Zahire adlı kitaplarda da vardır.
Tatarhâniye'de
Siraciye'den naklen şöyle denilmiştir «Adamın vakıf
arazisinde bir binası olsa, onda
şuf'a yoktur.
Eğer adam o vakıf arazi-sindeki
binasını satmış olsa, onun komşusu için şuf'a hakkı
yoktur.»
İHTİKAR EDİLEN YERDE YAPILAN BİNADAKİ
ŞUF'A HAKKI BAHSİ
Ebussuud
Miskin haşiyesinde İbni Kemal'e
yardım ederek şöyle de-miştir: «İhtikar
edilen arazide
yapılan binada
şuf'a yoktur diye fetva ve-ren adamın hatası kesindir. Turî
gibi. Zira onun fetvasına
hiçbir daya-nak
yoktur.» Bu yardımdan sonra, şerh-i
Mecmaü'l-Melikiye'de olan ifade ile istidlal
etmiştir.
Çünkü Şerh-i Mecma'nın ifadesi şöyledir: «Bağı veya binayı yalnız
satmış olsa, onda şuf'a
yoktur. Zira
arsasız onlara ka-rar hakkı yoktur.» Ebussuud sözlerine şöyle devam etmiştir: «Onun
il-leti
şuf'anın ihtikar edilen toprakta yapılan
binada sübutu hususunda açık bir ifade gibidir. Çünkü
muhtekir
arazide yapılan bina için karar
hakkı vardır.» Bundan önce de yine
kendi lehine değil,
aleyhine olan
bir delille istidlal etmiştir. Nitekim sen bunu bileceksin.
Mecma şerhinde olana gelince, yine bunda da onun için bir delil yoktur. Zira Mecma şerhinde
zikredilen illet binanın veya ağacın yalnız satılması
ile kaim olduğu mahalle birlikte satılması
arasındaki farkı be-lirtmek içindir. Zira bina veya bağ kaim olduğu yer ile birlikte satıldığı takdirde
onda devamlı
karar hakkı bulunduğundan onda şuf'a sabittir. Ama
bunun aksine bina veya ağaç
yalnız satılırsa, velevki bunlar ihti-kar edilen yerde
olsun, bunlarda şuf'a hakkı sabit olmaz. Nitekim
bizim yukarıdaki
ikrarımızdan da bunu bildin.
İbni Kemal'in
karar hakkı ile maksadı, malın mevcut olduğu yer-dir, denilmesi
mümkündür. O
zaman İbni
Kemal'in ifadesinde başkasına
muhalefet olmaz. Ebussuud'un
yukarıdaki «Fetvasının
senedi
yoktur» sözü de bu nakillerden sonra
garib birşeydir. Çâmiü's-Sağîr'de
olan da buna yine
kesinlikle delalet eder.
Çâmi'ü's-Sağîr'd.e olan şudur: «Mekke'nin toprağının satılması
ca-iz değildir. Ancak caiz olan
Mekke'deki binanın satışıdır. O zaman onda şuf'a
vacib değildir. Hasan, Ebu Hanife'den
Mekke'de
satılan
binada şuf'a sabit olduğunu rivayet etmiştir. Hasan'ın bu rivayeti de
İmameynin sözüdür.
Fetva da
bunun üzerinedir. Çünkü mülk olan birşeyi
satmış-tır.»
Şerh-i
Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Gizli
değildir ki bu sö-zün ifade ettiğine
göre Mekke'de
şuf'a
sabittir. Ancak Mekke'nin top-rağının memluk
olduğuna hükmeden söze binaendir. Yoksa,
Mekke'de-ki binanın sırf kendisi şuf'ayı gerektirmez. O zaman
Mekke'deki bina-nın hükmü diğer
binaların
hükmüne aykırı olur. Nitekim
İbni Vehban'ın ifadesi de bunu
düşündürüyor.»
Yani
Vehbaniye'nin ifadesi düşündürüyor
ki; «Mekke'deki binada şuf'a, yalnız bina için sabittir.
Eğer böyle
denilirse, Mekke'nin toprağı kimsenin mülkü değildir, belki Mekke'deki
bina için şuf'anın
sabit ol-ması
Mekke'nin toprağının da mülk olduğuna kail olan bir hükme has-tır
ki, bina yere tabi
olur. O zaman
da Mekke'deki binanın satışı menkul
satışlardan olmaz.»
Ebussuud'un
yaptığı garip birşeydir. Bu sözle istidlal etmiş ve bu-nu, iddiasında açık bir delil kabul
etmiştir.
Halbuki bu söz Ebussuud'un aksine olan hükmün açık bir şekilde delilidir. Nitekim bu
açıktır.
Çünkü biz Mekke'nin yeri kimsenin mülkü değildir diye hükmetsek, yine de Mek-ke
topraklarında
yapılan binaya devamlı olarak karar hakkı
vardır. De-vam hakkı olmakla da onda
şuf'a
yoktur. Onda
Şuf'a olmayınca, ihti-kâr sayılan yerde yapılan binada nasıl
şuf'a olur? Çünkü bunun
devam hakkı
da yoktur.
Bu ifadeden
şuf'a hakkının üst kata da sabit olmadığı anlaşılmak-tadır
denilmesin. Çünkü biz
diyoruz ki, bina yalnız başına menkuldür. Ama
üst kat, yukarıda da geçtiği gibi
bunun aksine olup,
alt kata
bağ-lıdır. Buna Zeylaî. de işaret edecektir. Bu sonuçlan ganimet bil.
«Velev ki
birkaç yıl sonra olsun ilh...»
Yani şuf'ayı bilmediği takdir-de birkaç
yıl sonra da şuf'a hakkı
taleb
edebilir. T.
«Üzerine
vacip değildir ilh...» Yan,i şuf'a hakkı sahibinin
şuf'ayı ta-leb etmesi vacib değildir.
Buradaki
vücubtan maksat da İtkanî'nin de-diği
gibi sübuttur.
«Satış fasit bile olsa ondan mâlikin hakkı kesilir ilh...» Yani hibe bina veya
ağaç dikmekten.
«Müşteri
muhayyerlik hakkına sahip olsa bile ilh...» Çünkü eğer muhayyerlik satıcının olsa veya her
ikisinin de olsa, fakihlerin ittifakı ile şuf'a yoktur. Çünkü satılan mal. satıcının mülkünden
çıkmamaktadır. Ama
bunun aksine muhayyerlik müşterinin olursa, şuf'a
hakkı sahiptir. Bu
konudaki açıklama ikinci
babta gelecektir.
Kuhistanî'de
Kadıhan'dan naklen şöyle
denilmektedir: «Bey-i vefada şuf'a yoktur. Çünkü mâlikin
hakkı re'sen kesilmemiştir.»
«Şahit
tutmasıyla kararlaşır ilh...» Yani ikinci taleble ki bu da takrir
talebidir. Bundan maksat şudur:
Bir kimse şuf'a üzerine şahit gösteril-se, ondan sonra
sussa da şuf'a bâtıl olmaz. Ancak
şuf'a hakkı
sahibi diliyle
hakkını düşürürse veya fiyatını
ödemekten aciz olursa, hâkim onun şuf'a hakkını ibtal
eder. O zaman muvasebe lazımdır. Bu isa zayıf bir haktır, yüz çevirme ile bâtıl olur. O zaman taleb
etmek ve
şahit gös-termek, gerekir. Cevhere.
«Şahit
gösterme meclisinde, yani
mevasebe talebinden sonra ilh...»
Yani duyar duymaz taleb etmesidir. Bu da gelecek üç talebten
birisidir. Sarihin bu ifadesinde bizim
cevher'den
naklettiğimize muhalefet oldu-ğu
gibi, ondan sonra taleb bâtıl olur
sözüne de aykırıdır.
Çünkü takrir
talebini tehir etmek, yine şuf'ayı
ibtal eder. Nitekim ileride gelecektir.
Sarih burada
İbni Kemal'e uymuştur. Zira İbni
Kemal, şahit göster-mekten muvasebe
talebini murad
etmiştir.
Çünkü talebten önce şuf'a hakkı sallantıdadır.
Eğer tehir ederse şuf'a hakkı bâtıl olur. Eğer
tehir
et-mezse, ondan sonra bâtıl olmaz. Sarihin ifadesine cevap vermek şu şe-kilde
mümkündür:
Denilebilir ki, Şahit göstermekten maksat, ikinci
talebtir. Eğer muvasebe talebi meclisinde olursa.
Çünkü ileride
geleceği gibi bu taleb iki taleb yerine geçer. Öyleyse
en doğru olanı şöyle
denil-mesiydi:
Velev ki muvasebe meclisinde olsun. O
zaman sabit göstermekten maksat ikinci
taleb olur.
«Ondan sonra
do bâtıl olmaz ilh...» Yani üçüncü talebten sonra şuf'a hakkı bâtıl olmaz. Üçüncü
taleb de mülk
edinme talebidir. Bu ya mutlaka bâtıl
olmaz veya bir aya kadar batıl olmaz.
Nitekim bu
konu ileride
gelecektir.
«Malik olurlar ilh...» Dürer'de şöyle denilmektedir: «Yani
akar vs akarın hükmünde olana malik
olur.» Bunun
benzeri Minah'ta da vardır.
«Almakla ilh...»
Zira müşterinin mülkiyeti
tamamlanmıştır. O mülk artık müşteriden intikal etmez.
Ancak ya razı
olmakla veya hâkimin hükmü ile intikal
eder. Hibeden dönmek gibi. O halde eğer
şuf'ayı
is-tihkak eden kimse ölse veya şuf'asına vesile olan şeyi satsa, veyahut
şuf'a edeceği yeri
almazdan veya hüküm verilmezden önce o binanın yanında başka bir bina satılmış olsa, şuf'a hakkı
bâtıl olur.
Müşteri,
şuf'a hakkı sahibi kabzetmeden önce, aldığı yerden bir mey-ve
yese onu zamin olmaz. Bu
konunun
tamamı Cevhere'dedir.
«Ortakların hepsi ilh...» Çünkü hepsi istihkak
etmekte eşittirler. Zi-ra şuf'ayı
istihkak etme İlleti
hepsinde
mevcuttur. O zaman hükümde de eşit
olmaları gerekir.
Bu ifade şunu
da kapsamına alır: Müşteri o şuf'a hakkı sahiplerin-den
birisi olsa, o da onlarla
beraber şuf'a hakkını taleb etse, onlardan
birisi sayılır ve mebi onların aralarında
taksim edilir.
Vehbâniye ve şerh-lerinde de böyledir. Bu ikinci babta gelecektir.
«Sonra ister mebi karışık
olmasın İlh...» Yani mebiin kendisinde is-tihkak sahibi bir
karıştıran ortak
olmasa veya o gaib olsa veya hazır olsa, teslimin dışında başka bir
düşürücü ile şuf'a hakkı
düşmüş
olsa...
«Satıcı taksim etmiş ilh...» Aynî'de de hüküm böyledir. Merhum Şeyh
Şahin diyor ki: «Bunda bir
görüş vardır.
Zira mebiye malını karış-tıran ortak
ister mukaseme yapsın, İster yapmasın
umumîdir.
Yani me-biye kısmetsiz
olarak ortak olmasıdır. Buna şöyle cevap vermek müm-kündür: Bu
ihtiraz!
bir kayıt
değildir. Metin yine kendi mutlak ifadesi üzerinedir.»
Ben derim ki: Bu kayıt ihtiraz! bir kayıttır. Çünkü taksimden önce ortak, ortak olmak bakımından
mebiin kendisinde şuf'aya hak kazanır. Mebiin hakkında değil. Çünkü mebideki
ortaklık mebi
hakkındaki karış-tırmaya takdim edilir. Ebussuud.
«Özel yol ve sulama
hakkı gibi İlh...» Kuhistanî
yol kelimesini «sümme» ile sulama üzerine atfetmiş
ve şöyle demiştir: «Eğer bir akar sulamasız ve yolsuz
olarak satılmış olsa, o akarda
haklan cihetiyle
şuf'a yoktur.
Ama o akara birisi sulama yoluyla, diğeri de yol
yoluyla
ortak olsa, sulama yoluyla ortak olan kimse
şuf'a için
önde gelir.»
Dürrü
Münteka'da da şöyle denilmektedir:
Bercendî şunu nakletmiş-tir: «Yol, şuf'a hakkı için
sulama hakkından daha kuvvetlidir.» Oraya mü-racaat
edin.
«Gemilerin çalışmayacağı küçük
bir nehir ilh...» Bazı âlimler tara-fından, «musannif burada gemi ile
en küçük gemiyi
kasdetmiştir» denil-miştir. Bütün meşâyih
şu söz üzerinde ittifak ederler: Eğer bir
nehrin
üzerinde bulunanlar sayılacak kadar olursa, o nehir küçük nehirdir. Yok eğer
sayılamıyorsa,
büyük nehirdir. Sonra sayılamayacak rakam husu-sunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimler tarafından
eğer beşyüz
kişi olur-sa, o sayılamayacak kadar çok kabul edilir
denilmiştir. Bazı alimler ta-rafından
da sayının
kırk olduğu söylenmiştir. Bazı âlimler tarafından
da en sağlamı, bunu zamanın
müçtehidinin
görüşüne havale etmektir. Eğer o sayılır
derse, sayılır, sayılmaz derse sayılmaz
denilmiştir.
Kifâye Özetle.
Aynî de «En
şüpheli görüş bu son görüştür» demiştir.
Muhit'ten
naklen Dürrü Münteka'da da «Sağlam görüş ancak budur» denilmiştir.
Dürrü
Münteka'da Netif'ten naklen şöyle bir
ifade vardır: «Eğer akardaki hissesini sulama
hakkı ile
birlikte satsa, şuf'a onun arsadaki ortağının hakkıdır.
Ondan sonra bent yapanların, sonra da o
sudan
ara-zisini sulayanların, sonra da
büyük nehirden arazi sulanan kimselerin hakkıdır.»
Ben derim ki: Dımaşk (Şam)
şehrinin sularının hepsi Bereda'dandır. Bereda nehrinden birçok sular
ayrılır. Bundan evlere su getiren birçok kanallar açılmıştır. Bu kanallardan da başka küçük kanallar
açılmıştır. Bu böyle
devam eder. Netif kitabında olan
ifadenin muktezası şunu ifa-de eder: Önce
en
yakın olan
suya İtibar edilir. Sonra ondan
sonraki ya-kına itibar edilir.
Bu şekilde büyük suya
ulaşıncaya
kadar devam eder. Bu da Şam ve köylerinin hepsini sular. Bunun mesafesi
de sekiz
saatten
fazladır. Netif'te olan bu ifade üzerine eğer bir yer satılsa ki onun su-laması Bereda
nehirinden
yapılsa, Bereda nehrinin kendisinde
hiç kimsenin şirket hakkı yoktur. O zaman Bereda
nehirinden
sulananların hep-si o araziyi şuf'a yoluyla alma hakkına sahiptir.
Bunda daire
genişletilebilir. Şüphe yoktur ki burada en .sağlam görüş, bu hakkı müctehidin gö-rüşüne havale
etmektir.
Açık olan, burada müctehidden maksat
da, ıs-tılahı manada müctehid bulunmadığından,
ilim ile isabet eden görüş sa-hibi hâkimdir. Evet
bizim aşağıda Hidâye'den nakledeceğimize
göre de
bir sakınca meydana gelmez. Allah daha iyisini bilir.
«Başkasının geçmeyeceği yol İlh...» Yani o yolda oturanların hepsi-nin, velev karşısında da otursa,
şuf'a hakkı vardır. Oradan başkasının eçmemesinden
maksat orada oturanların, başkasının
oradan
geçmesi-ne engel olabilmeleridir. Dürrü Münteka'da
olduğu gibi.
Eğer orada
bir mescid olursa, hükmen o yol açıktır. Eğer mescid yeni değil, eski bir mescid ise. Bu
konunun
tamamı Bezzâziye'dedir.
Eğer yo! çıkmaz bir sokak olursa, o sokaktan da yine çıkmaz so-kaklar ayrılırsa, birinci sokağın
ehline onda
şuf'a hakkı yoktur. Ama aksi
bunun hilafınadır. Yani ana çıkmaz
sokakta oturanların
ondan
ayrı-lanlar üzerinde şuf'a hakkı yoktur.
Küçük bir
nehir olsa, daha küçük bir nehir de suyunu ondan alsa. bu da yola
kıyas edilir. O zaman
küçük sudan su alan kimse ondan da-ha küçük suya bitişen yerde şuf'a hakkına sahip değildir.
Hidâye ve şerh-lerinde olduğu gibi.
Bu uzun sokak
kaya
ile yuvarlak çıkmaz sokak buradan çıktı. Onun beyan ve tevcihi kaza kitabının
çeşitti meseleler kısmında
geçti.
«Arazisini sulayanların hepsinin şuf'a hakkı vardır ilh...» Yani o su-dan tarlasını sulayanların
hepsinin. Bir
topluluğa mahsus olan bir yolun
üzerindeki evlerin hükmü de bunun gibidir. O
halde o
özel yoldan
ge-denlerin hepsi, şuf'a hakkına
sahiptir. İsterse karşısında olsun. Nitekim biz bunu
zikrettik.
Öyleyse sokağın başında olanla
sokağın sonunda olan birdir. İtkanî.
«Şuf'a hakkı yalnız
ona bitişik olanındır ilh...» Velevki bitişik olan-ar birkaç kişi de olsalar. Bir
tarafından
bir karış bile olsa, bitişik olan-a üç taraftan bitişik olanlar
şuf'a hakkında eşittirler. İtkanî.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Mebi ile hükmen de olsa, bitişik olan, mesela
bir binadan bir
oda satılsa, o odaya bitişik odanın sahibi ile aynı
binanın en uzak yerinde oturan kimse eşittirler.»
«Kapısı başka bîr sokağa
açılsa bile îlh...» Diğer sokak ister açık olsun, ister olmasın. Dürrü
Münteka.
«Satılan
binanın arkası adamın evinin arkasına
ilh...» Yani şuf'a hakkı taleb edilen binanın arkasına
yapışık olsa. Hidâye ve diğer kitaplarım
ifadesi ise, komşunun binasının arkası şuf'a taleb edilen
binanın arkası üzerinde olsa, şeklindedir. Bu
kayıt gerekli bir kayıt değildir.
İtkani ve
diğerlerinin zikrettiği, yani binanın
arkası, binanın arkasında olması sözü, karşılıklı olan
binadan kaçınmak içindir. İtkanî ve di-ğerlerinin zikrettiklerinin
manası şudur: Binaların sırtı
birbirine
doğru olsa, velev ki aralarında
açık bir yol da olsa, yine şuf'a hakkı
taleb eder. Zira
Cevhere'de şöyle denilmiştir: «Komşu, o kimsedir
ki, onun binası şuf'a taleb edilen binanın
arkasına bitişik olandır. Kapısı başka bir so-kakta da olsa. Ama karşılıklı olsalar,
aralarında açık bir
yol olsa, kapı-ları herne kaçar birbirine yakın da olsa, yine şuf'a hakkı taleb edemez. Çünkü yol
birbirinden
ayırır ve zararı ortadan kaldırır.»
Ebussuud. Özetle.
Ben derim ki: Eğer iki
bina birbirinin karşısında ise, aralarındaki
yol kapalı ise, o zaman o evin
karşısındaki kimse,
komşu değil halittirler. Nitekim yukarıda
geçti. Bu da şuf'a hakkı taleb edebilir.
«Kapısı aynı
sokağa açılıyorsa ilh...» Yani
sokak da önü açık bir so-kak olmasa, yukarıda geçtiği
gibi. T. Yine
şuf'a hakkı vardır.
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani açılmayan yol
meselesinde.
BİR UYARI: Bir topluluğa ait bir binada iki kişinin ortak bir odası
olsa, bunlardan birisi odadaki
hissesini satsa, onun ortağı şuf'ada en çok hak sahibidir. Sonra binadaki ortaklar. Çünkü onlar
daha
yakındır. sonra o sokakta oturanlar,
sonra da onunla bitişik olan komşular. Nİhaye ve diğer
kitaplar.
Ebussuud
diyor ki: «Niçin önce onun ortağı hak
sahibidir? Çünkü dai-mi olan bir zararı def için. O
halde bitişiklik bakımından kim daha çok ihtisas
sahibi ise o daha çok zarar görür. O
halde şuf'aya
o daha çok hak sahibidir. Ancak eğer hakkını başkasına
teslim ederse, başka.»
Bil ki,
ortağın şuf'a hakkını teslim ettiği bir yerde komşusu satışı duyduğu
zaman şuf'ayı taleb
ederse, şuf'a ona sabit olur. Herne kadar onun alma hakkı yok ise de. Ama satışı duyduğunda
taleb,
etmese, ortak da şuf'ayı teslim etse, ona artık şuf'a hakkı yoktur. Şerh-i Mecma. Bu-nun benzeri
Nihaye ve diğer güvenilir kitaplarda da mevcuttur.
«Direğini başkasının duvarına koysa ilh...» Yani
mülkiyeti olmayan bir duvar üzerine
koymuş olsa.
Yoksa bu
gelecek meseledir.
«Eğer duvarın
kendisine ortak iseler ilh...» Yani eğer duvarın ken-disine ortak olursa, o mebide de
ortaktır.
Yani mebiin bâzısına ortaktır.
«Ben derim ki: Şu kadar
var ki ilh...» Sarih Dürrü Münteka'da,
Mülteka'da olanı bina ile binanın
üzerinde
bulunduğu yerin ortak olmasına hamletmiştir.
H.
Ben derim ki: Muğnî adlı eserden naklen Kifâye'de belirtilen de bu-dur. Zira Kifâye sahibi şöyle
demiştir: «Yol ortağından geri kalan kom-şunun müşterek duvarda ortak olmaması gerekir.
Ama
eğer ortak ise, o zaman o komşu takdim edilir...»
«Onunla şuf'a
hakkı kazanılmaz ilh...» Yani
ortaklık şuf'ası kaza-nılmaz. Çünkü komşudur. Veya
diğer
komşular değil yalnız o şuf'a
hak-kını kazanmaz anlamındadır. Düşünülsün.
«Karşısındaki komşu için ilh...» Sarih bu
sözüyle musannifin bina-sının arkası
binanın arkasına
yapışıktır
sözünün bir kayıt olduğu düşün-cesini def etmiştir. T.
Bunda da şu
görüş vardır ki, burada bitişiklik yoktur.
Çünkü binalar karşı karşıyadır. Yine geçen
meselede binanın arkaları yapışık olsa da kapısı
diğer bir sokaktadır. Bizim sözünü ettiğimiz
meselede ise, kapılar
aynı sokağa açılmaktadır. Bundan
dolayı da Ebussuud bunu şöyle
açık-lamıştır: «Binanın sırt sırta olmasında
şuf'ayı istihkak etmenin sebebi
mebideki ortaklık
hakkındandır.
O zaman artık bitişikliğe itib. Bu
söz de ifade etmektedir ki, o açık olmayan yol,
bi-nanın
karşısındakini de kapsar, işte
bu ifade ile, denilmesin ki, bu tek-rardır. Evet, şurası var ki
uygun olan, bu konuyu da orada ar edilmez.
Açık olan odur ki, musannifin bu sözü
açık olmayan
yol sözünü
genel-leştirmek içindir zikretmesiydi.»
«Ortaklardan bazısı şuf'adaki hakkını düşürse
ilh...» Yukarıda geç-tiği gibi şuf'a hakkı sahibi
almazdan önce mücerret hükümle ona şuf'a taleb ettiği
binadan mülkiyet sabit olur. Gelecek
babın
sonunda
mu-sannif şunu zikredecektir: Şuf'a ile hüküm verildikten sonra artık şuf'a
hakkı sahibi
şuf'a hakkını terkedemez. Eğer burada düşürme
kelimesi satıcı veya müşteriye temlik
etme
anlamına hamledilirse,
hükümle alan kimseye niçin
hamledilmesin? Düşünülsün.
Sonra ben T
yi gördüm ki Allâme terketmesi sahih değildir. Çünkü onun mülkiyeti Mekkî'den şunu
nakletmiştir: «Ge-ri kalanlar
neden nasibini terkedenin hissesini alamıyorlar? Çünkü onu hükümle
ona karar kıl-mıştır. Onun terkinin sıhhati ile birlikte
haklarının onun hissesinden ke-silmesi için
değildir.»
Bununla kapalılık ortadan kalkmaktadır.
«Kalabalığın
yok olmasıyla îlh...» Yani ona ortak olanların
istihkaktaki kalabalıkları zail
olmuştur.
Kalabalığın
yok olması da onun mülkiye-tinin tekerrüründen önce yok
olmuştur.
Nihaye'de şöyle denilmektedir: «Bunlardan birisi hakkını teslim etse
diğerinin alma hakkı yoktur.
Ancak, ya
hepsini alır veya hepsini terkeder. Zira teslim
eden kimsenin kalabalığı yok olmuştur.
Sanki hiç kala-balık yokmuş gibi oldu.»
«Gaib olan kimse gelse
ve şuf'a hakkı taleb etse ilh...» Yani gaib kimse her iki şekilde hazır olsa ve
taleb etse.
«Ona da hükmedilir ilh...» Hidâye'de de şöyle
denilmektedir: «Eğer şuf'a hakkının hepsi hazır olana
hükmedilmişse, gaib olan geldiğinde ona yarısı ile hükmedilir.
Eğer ikisine verilse, üçüncü bir
kimse hazır ol-sa, her ikisinin elinde olanın
üçte biri ile üçüncü kimseye hükmedilir. Aralarında
eşitliğin
tahakkuku için.
«Eğer birincisinin hakkı kadar ortaksa ilh...» İki ortak veya iki kom-şu gibi
hazır olanın hakkı da
birincisi kadar olsa.
«Eğer onun
üstünde ise ilh...» Meselâ birincisi komşu olsa, sonra
hazır olan ise ortak olsa, o
şuf'anın
hepsi ona hükmedilir. Birincinin şuf'a-sı ibtal edilir.
«Eğer ondan aşağı ise ilh...»
Yani birincisi ortak, ikincisi komşu ol-sa o zaman hepsi ortağa
hükmedilir,
komşu düşürülür.
METİN
Şuf'a hakkı sahibi, bu hakkını satıştan önce
düşürürse, geçerli ol-maz. Çünkü şuf'anın şartı olan
satım akdi
yoktur.
Şüfa' hakkı sahibi şuf'a talep ettiği malın bir bölümünü
alıp kala-nını terketmek istese, bu hakka
sahip
değildir. Müşteriye bu şekilde
alış için zorlamaya malik değildir. Çünkü pazarlığın ayrılması
ile zarar gelir.
Şuf'a hakkı taleb edenlerden bazısı haklarını
diğer birisine verse, sahih değildir. Ama
kaçındığı için
hakkı düşer. Şuf'a, diğerleri arasında taksim edilir.
Ortaklardan
birisi yalnız yarısı üzerinde hak
sahibi olduğunu düşünerek yansını
talep etse, şuf'ası
bâtıl olur.
Çünkü şuf'anın sıhhat şartı, hepsini taleb etmektir. Nitekim Zeylaî bundan uzun uzun söz
etmiştir.
Hatırda tutulsun.
Mekke'nin binalarının satılması geçerli, onlarda
şuf'a da sabittir. Fetva da bu görüş
üzerinedir.
Eşbâh.
Ben derim ki: Bu ifadenin anlamına göre kiraya verilmesi öncelikle sahihtir. Biz bunu yukarıda
zikrettik. Şu
kadar var ki mekruhtur. Biz bu konuyu
yasaklar bahsinde tahkik
edeceğiz.
Eşbah'ta
şöyle denilmektedir: «Alış için vekil olan kimseden şuf'a hakkı
taleb etmek sahihtir, eğer
malı
müvekkiline teslim etmemişse. Eğer teslim
etmişse, sahih değildir. Şuf'ası da bâtıl olur.»
Tercih edilen de bu görüştür.
Vakıfta şuf'a yoktur.
Vakıf için de civarından şuf'a talebi hakkı yok-tur. Nevazil, Şerhi Mecma ve
Haniye. Bezzâziye ve Hülâsa için burada hilaf vardır.
Öyle sanıyorum ki, onların nüshalarında «la» kelimesi düşmüştür. Bu
yüzden ihtilaf ettikleri
sanılmaktadır.
Musannif diyor ki: Ben diyorum ki, şeyhimiz Remlî birincisini, vak-fın civarında olanı şuf'a ile
alamayacağına
ikincisini de, bizzat satıldığı takdirde vakfın orayı alabileceğine hamletmiştir.
Feyz kitabında şöyle denilmektedir: «Şuf'a hakkı satım akdinin
sıh-hati üzerine bina edilir.»
Bu şunu ifade
ediyor ki, vakfın hiçbir şekilde mülk
edilmeyen kıs-mında şuf'a yoktur. Ama
herhangi
bir şekilde mülk edinilen vakıfta şuf'a vardır. Öyleyse,
vakfın civarında bir mülk satılmış olsa veya
mebiin
ba-zısı mülk, bazısı vakıf olsa, o mülk satılmış olsa, vakıf için şuf'a
yoktur.
İZAH
«Şartı olan satım akdi yoktur ilh...» Yani herne kadar şuf'a hakkı sahibinin mülkünün
ittisali şartı
mevcut ise de
yine sahih değildir. Çün-kü o sebeb ancak
şartın bulunduğu yerde sebebtir. Talik
olunan
talak-ta olduğu gibi. Minah. Özetle.
«Bu hakka sahip değildir ilh...» Bu söz şuna işaret
ediyor ki, bu taleble onun şuf'a
hakkı bâtıl olmaz.
Mecma'da şöyle
denilmektedir: «Ebû Yusuf, «yarısını
almayı» tealin kabul etmemiştir. İmam
Muhammed buna
muhalefet ederek teslim kabul etmiştir.»
Mecma sarihi diyor
ki: «Muhit'te, «En sağlam Muhammed'in görü şudur» denilmiştir.» Muhit'te
olanın misli Gurerü'l-Efkâr ve şerhlerindi de mevcuttur.
Haniye'de de şöyle denilmektedir; «Şuf'a hakkı sahibi, şuf'a davı
edilen binanın müşterisine, «Ben
hepsini alıyorum
ama, bana yarısın teslim et» dese,
müşteri de kaçınarak teslim etmese,
onun
şuf'ası sağ lam görüşe göre bâtıl olmaz. Zira yarısının teslimini taleb etmek
teslim değildir.» Yani
yarısının teslimini taleb etmek, diğer yarısını düşürmek demek
değildir.
«Bazısı haklarını diğer birisine verse ilh...»
Yani Şuf'aya hükmedilmezden önce. Ama hükümden
sonra
verirse, onun şuf'a hakkı düşmez Nitekim yukarıdan da bu bilindi.
«Şuf'anın
sıhhat şartı hepsini talep etmektir ilh...» Çünkü hepsin istihkak
etmektedir. Taksimat hak
sahiplerinin çokluğu halindedir. Eğe şuf'a hakkı
sahiplerinin ikisi hazır olsalar,
her birisi satılan
malın yarı
sini taleb etseler hüküm yine böyledir. Yani şuf'a bâtıl olur. Şefilerden birisi yarısını,
diğeri
hepsini talep etse, yarısını taleb edenin şuf'a hakkı bâtıl olur. Hepsini taleb
eden kimse ya
hepsini alır, ya
tamamen bırakır Onun yarısını alma hakkı da yoktur. Zeylaî.
Ben derim ki: Açık
olan şudur ki, burada talebten maksat, şuf'aya muvâsebe ve
şahit tutma
talebidir.
Anifen bizim Mecma'dan naklettiğimiz ise.
bu iki talebten sonra yarısını alma talebine
hamledilir. O zaman iki söz arasında çelişki yoktur.
Bunu teyid edecek görüş ileride gelecektir.
«Şuf'a da sabittir ilh...» Bu görüş ifade ediyor ki, şuf'anın Mekke binalarında vücubu İmameynin
müftabih olan
görüşleri üzerine Mekke toprağının satışının cevazının fer'idir. Yoksa yalnız bina
şuf'ayı
gerek-tirmez. Biz bunun açıklamasını
zikrettik.
«Yasaklar konusunda tahkik edeceğiz İlh...»
Musannıf yasaklar konusunda Vehbaniye ve
Tatarhaniye'nin
icare bahsinden şunu nakletmiştir: Ebû Hanife, «Hac mevsiminde Mekke'deki
evlerin
kiraya verilmesini mekruh görüyor.» Ebû Hanife; «hacıların Mekke'deki evlere, sahipleri
ile
birlikte
oturmaları.» üzerine fetva vermekteydi. Zira Allahu taala, «Yerli ve yolcu bütün insanlar için
eşit kılınan...» (Hacc: 25) buyurmuştur. Ebû Hanîfe, hac mevsiminin dışında Mekke'de kira
muamelelerine ruhsat vermiştir.»
Ben derim ki: Bu nakille Mekke için hac zamanı ile diğer zamanların arasındaki fark ortaya
çıktığı
gibi ikisi arasında uyum da sağlanmıştır. Bunun yanında
kirayı mekruh görenle keraheti
nefyedenler arasında da uzlaşma sağlanmış olmaktadır. T.
«Taleb etmek sahihtir ilh...» Velvaliciye'de şöyle
denilmektedir: «Bi-nayı almakla vekil
olan kimse
binayı alsa ve kabzetse, şüf'a hakkı sa-hibi
de ondan şuf'a taleb etse, vekil eğer satın aldığı binayı
müvekkiline
teslim etmemişse, talebi sahihtir. Eğer teslim etmişse, talebi sahih de-ğildir. Şuf'ası da
bâtıl olur.
Tercih edilen görüş de ancak budur.»
Bunun benzeri
Tatarhâniye ve Kınye'de de
mevcuttur. Umulur ki, butlanın açıklaması şudur :
Vekil
teslimden
sonra artık şefiin hasmı de-ğildir. Burada ancak müvekkildir. O zaman şuf'a hakkı sahibi
talebi
ge-ciktirmiş oluyor ki. hasımdan
taleb etme kudreti varken, hasmı olmayan
bir kimseden
taleb
etmektedir. Bunun için de talebi bâtıldır. Düşünülsün.
«Vakıfta şuf'a yoktur
ilh...» Yani satıldığı zaman.
Tecrîd adlı eserde şöyle denilmektedir: «Vakıf binaları gibi satım ak-di
caiz olamayan akarlarda
şuf'a yoktur.
Bu da vakfın akarının satışını caiz görene göredir.»
Sonra da şöyle denilmiştir:
«Vakıfta ve
vakfın ci-varından taleb etmede şuf'a
yoktur.» Bunu Remlî nakletmiştir.
«Vakfı için de civarından şuf'a talebi hakkı yoktur ilh...» Musan-nifin bundan
sonraki «vakfın
civarında
şuf'a hakkı yoktur» sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Umulur ki sarih
bunu şunun için
zikretmiştir
ki, bu daha genel bir ifadedir. Zira bu, şunu da kapsamına
alır ki vakıf satılan mülke
dahil olursa.
Nitekim sarih de gelecekte böyle açıklamış-tır.
O zaman sarihin bu sözü sırf bir tekrar
değildir.
«Ve Haniye
ilh...» Minah'ta olduğu gibi Hâniye'nin ifadesi şöyledir: «Vakıfta ne vakfa bakan
mütevelli
için ne de üzerlerine vakfedilen
kim-seler için şuf'a hakkı yoktur.»
«Bezzâziye ve Hülâsa için burada hilaf vardır ilh...»
Zira onların iki-si de «Şuf'a vakıf binasının
civarına
sabit olur» demektedirler.
Ben derim ki: Bezzâziye'nin her iki nüshasında da «Şuf'a sabit ol-ma?» denilmiştir.
Evet Den
Hülâsa'nın
her iki nüshasında da sarihin dediği gibi gördüm.
«La kelimesi düşmüştür ilh...» Sarihin bu
sözünü şu da teyid etmektedir: Hülasa
ve Bezzâziye'de bu
konudan önce
şöyle denilmektedir: «Akardan satım
akdi caiz olmayan da şuf'a yoktur...» Teşbih de
bunu
gerektirmektedir.
«Şeyhimiz Remlî
ilh...» Yani Minah haşiyesinde. Remlî'nin açıkla-masının
özeti şöyledir: Bir kısım
vakıflar
hiçbir halde mülk edilemezler. Bunda da şuf'a yoktur. Çünkü satımı
sahih değildir. Vakıf
için şuf'a
ta-lebi yoktur. Yani onun civarında satılan bir mülkten vakıf mütevellisi veya
üzerine
vakfedilen
kimseler şuf'a talebinde bulunamazlar. Bir kı-sım vakıflar da mülk
edilen cinstendir.
Meselâ
vakfedilmiştir, ama vak-fına
hükmedilmemiş mülkler böyledir.
Bu vakıf bitişiğinde satılan
bina veya araziden şuf'a talebinde bulunamaz.
Zira mâliki yoktur. Bu vakfın satımı caiz olduğundan,
satıldığı
takdirde ondan şuf'a taleb edilir. O zaman birincisi, yani Şerh-i Mecma'da olan «Ne vakıfta
şuf'a vardır,
ne de vakıf şuf'a taleb edebilir» ifadesi, hiçbir durumda mülk olmayan vak-fa
yorumlanır.
Hülâsa ve Bezzâziye'de olan, «Onun civarının satışı ha-linde
şuf'a vardır» sözü ise,
vakfın mülk
edilebilen kısmına hamledilir. Şuf'anın onun civarında sübutundan maksat da, yani
bizzat vakıf
satıl-dığı takdirde, onun civarında olana
Şuf'anın sabit olmasıdır. Hâniye'de
olan sözle
Bezzâziye'de
olan söz ise, şöyle telif edilir: Birincisi, vakfın
civarındaki binayı, satıldığı takdirde
alabilmesine hamledilir. İkincisi ise, bizzat kendi nefsini kendinin alabilmesine
hamledilir. Eğer o
mülk
edile-bilen vakıflardan ise. İşte Remlî'nin hâşiyesindeki sözü bu şekilde anlaşılır.
Bununla açık
olmaktadır ki, Remlî yalnız ikinci tevfike ihtisar
etmiştir. Zira Mecma şerhinde olanın
civarında
satılan binanın vakıf tarafından alınmasına hamledilmesi
mümkün değildir. Bu tesbiti
ganimet bil.
«Birincisi ilh...» Yani Hâniye'de olum Uygun olan Hâniye'nin ifadesini aynen
almaktı.
«ikincisi ilh...» Yani Hülâsa ve Bezzaziye'de olur.
«Vakfın
civarında bir mülk satılmış olsa ilh...» Yani onun civarında olan bir akar satılsa.
«Mebiin
bazısı mülk ilh...» Bunun özeti şudur; Vakıf için ne komşu-luk sebebiyle, ne de ortaklık
sebebiyle
şuf'a talebi yapamaz. O zaman bu her iki
kısımda da açıktır. Nitekim sarih de
Nevâzil'in
ifadesini nakletmekte buna işaret etmiştir. Biz de
orada dikkat çektik.
«Vakıf için şuf'a yoktur ilh...» Çünkü mâliki
yoktur.
METİN
Şüf'a hakkı sahibi satışı öğrendiği mecliste
şuf'ayı taleb eder. Bu-nu da ister müşteriden,
ister
elçisinden, ister âdil bir kimseden, ister birkaç kişiden öğrensin sonu; değişmez.
Meclis her ne
kadar uzasa da. Sesbest
bırakılan bir kadın gibi. Sağlam olan da budur. Dürer.
Metinler de
bu görüş üzerinedir. Ama burada Cevâhirü'l-Fetâvâ'ya hilaf vardır. Zira o «derhal
(fevren)
taleb etmesi gerekir» demiştir. Fetva da bu görüş üzerinedir.
Şüf'a talebi anlaşılır bir sözle yapılmalıdır. Yani «Ben şuf'ayı taleb ediyorum» veya
«Ben tâlibim»
veya «Ben onu taleb ederim» gibi sözler-le
yapılmalıdır. Bu talebe, muvâsebe talebi
denilir. Yani
mübaderet
ta-lebi. Bunda şahit tutmak gerekli değildir. Şahit ancak inkârdan
korkul-duğu takdirde
tutulur.
Sonra eğer akar satıcının
elinde ise, şahit tutar. Veya
müşteri üze-rine şahit tutar. Müşteri
her ne
kadar zilyed
olmasa da. Çünkü mâliktir. Veya
akarın yanında şahit tutar. Meselâ
şöyle der: «Falan
kimse bu evi
almıştır. Ben onun şuf'a hakkı sahibiyim. Ben şuf'a talebi de yaptım. Şu
anda da
şuf'ayı taleb
ediyorum. Siz şahit olun.» İşte bu taleb şahit tutma talebidir. Buna tesbit
talebi de
denir. Bu
taleb gereklidir. Ta, mümkün olana kadar. Eğer bunu mektup
veya elçi ile yaparsa, şuf'ası
bâtıl olur.
Eğer gücü yetmezse, şuf'ası
bâtıl,olmaz.
Bunlardan
birisinin yanında muvâsebe talebinde şahit
tutmuş olsa, yeterli olur. İki taleb yerine
mevcut olur.
Bu iki
talebten sonra mahkeme önünde taleb eder. Şöyle der: «Fa-lan kimse bu binayı almıştır. Ben
de şu binam
ile onun şuf'a hakkı sahibiyim.» Eğer «Ben şu sebepten dolayı onun şefiyim» dese,
Mülteka' da
olduğu gibi o zaman mebiin nefsindeki ortağa da şamil olur. Hâkime,
«Ona emret, evi
teslim etsin» der. Şefi bu sözü eğer müşteri binayı teslim almışsa der. Husumet
taleb etmek
müşterinin
kabzına bağlı olmaz. İşte bu talebe temlik ve husumet talebi denir.
Bunu mutlaka tehir
etmekle şüf'a hakkını diliyle düşürmedikçe yani özürlü veya özürsüz bir ay veya
daha fazla tehir
etmekle şuf'a bâtıl olmaz. Fetva da bu görüş ile veri-lir. Çünkü ancak mezhebin acık görüşü budur.
Bazı âlimler de «Muhammet'in görüşü ile fetva verilir» demişlerdir. Yani eğer özürsüz olarak bir ay
tehir ederse, müşterinin zararına engel olmak için
şuf'a bâtıl olur. Mülteka'da da böyledir,
Biz deriz ki: Müşteri zararını şüf'a hakkı sahibini
hâkime götürmekle def eder. Ki, hâkim ona ya
almayı veya
terketmeyi emreder.
Şefi şuf'a hakkını taleb ettiği zaman hâkim hasma şefinin
şuf'a talebine vesile olan mülke malik
olup
olmadığını sorar. Eğer mülkiyeti ile
ikrar ederse, veya bilip bilmediğine
dair yeminden
kaçınırsa, veya
şefi kendi mülkü olduğuna delil getirirse, hâkim müşteriye mülkü alıp al-madığını
sorar. Eğer müşteri aldığını ikrar ederse, veya halit şuf'ası mevcut olduğu konusunda veya
şuf'anın
sebebi üzerine yeminden
kaçı-nırsa, -Burada Şâfiiye
hilaf vardır. Nitekim dava kitabında geçti.-
veya
şefi delil getirirse, eğer müşteri şuf'a talebini
inkâr etmezse, şuf'anın ona olduğuna hükmedilir.
Müşteri
şefiin şuf'a talebinde bulunduğunu
inkâr ederse, o zaman makbul olan söz yemini ile
birlikte
müşterinindir. İbni Kemal.
Şüf'a hakkı sahibi dava zamanında mülkün semeni olan parayı hazırlamamışsa, ona
hükmedildiği
takdirde
hemen hazırlaması gerekir. Müşteri de ödediği parayı almak için
binayı elinde tutabilir.
Hükümden
sonra şüf'a hakkı sahibine «Semeni de eda et» denilse,
o da tehir etse, şuf'a bâtıl olmaz.
Ama hükümden
önce denilirse, İmam Muhammed'e göre şuf'a bâtıl olur. Çünkü parayı hazırlamakla
şuf'a
ta-lebini tekid etmemiştir.
Şefî için hasım mutlaka müşteridir. Mülkü teslim
etmezden önce İse satıcıdır. Birincisi mülkiyeti ile,
ikincisi İse, elinde
bulunduğu için ha-sımdır, İbni Kemal.
Şu kadar var
ki hasım (müşteri) hazır olana kadar şüf'a
hakkı sahibinin delili dinlenmez. Çünkü
mâlik odur.
Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir. Eğer satıcı mülkü
müşteriye teslim
etmişse, satıcının ha-zır olması gerekmez. Çünkü
mülkiyeti de, eli de zail olmuştur.
İbni Kemal.
Şu kadar var
ki hasım (müşteri) hazır olana kadar şüf'a
hakkı sahi-binin delili dinlenmez. Çünkü
mâlik odur.
Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir. Eğer satıcı mülkü
müşteriye teslim
etmişse, satıcının ha-zır olması gerekmez. Çünkü
mülkiyeti de, eli de zail olmuştur.
İbni Kemal.
Hâkim şüf'a
ve uhde ile hükmeder. Çünkü şefîi istihkak ettiği takdir-de satıcıya ödemesi
gerekecektir. Ama
eğer teslim etmişse, semen müş-terinindir. Çünkü yukarıda geçti. Şefî görme ve
ayıp muhayyerliğine
sahiptir. Müşteri her ne kadar onlardan berâeti şart kılmış olsa da. Ama
şart
muhayyerliği
ile vade mu-hayyerliğine sahip değildir. İhtiyar.
Eşbah'ta
şöyle denilmektedir: «Şüf'a bütün
hükümlerde satım akdidir. Ancak
aldatılma
tazminatında
satım akdi gibi değildir. Çünkü şüf'a hakkı sahibi onu müşteriden
zorla almıştır.»
ÖNEMLİ BİR
KONU Arazinin öşri veya haracî
olması mülkiyete engel teşkil etmez. O halde
arazi
devlet
arazisi olmadıkça onda şüf'a sabit olur.
BİR TAMLAMA: Yukarıda zikretiğimiz gibi devlet arazisinde
şüf'a yoktur. Fetâvâ-yı Hayriyye'de şöyle
denilmektedir: «Arazinin
öşrî veya haracî olması mülkiyete aykırı değildir.»
Kitapların
çoğunda da şu vardır: «Haracî veya
öşrî arazi memluk arazîdirler ki onun satımı ve
vakfedilmesi
caizdir. Miras da bırakılabilir. O halde onda şüf'a
sabittir. Ama bunun aksine devlet
arazisi ki, sultan onu ziraat ortaklığı için verir, o arazi
satılmaz ve onda şuf'a da yoktur. O
halde,
araziyi ekip
biçen kimse onun mülkiyetini ve haracını verdiğini iddia etse, söz onundur. Ancak onun
mülkiyeti
hakkında onunla münazaa eden kimsenin davası sahih ise, delil getirmesi
lazımdır. Ben
bu mese-leyi
memleketimizde çok vuku bulduğu için
zikrettim.» Özetle.
Yine
zikrettiğimiz gibi, ihtikar edilen arazide şuf'a yoktur. Onunla, vakıfta olduğu
gibi, satılan civar
mülklerde şuf'a da taleb edilemez.
BİR KISMI
MUHTEKİR OLAN BİNA SATILDIĞINDA KOMŞUSUNA ŞUF'A SABİT OLUR MU?
Ben derim ki: Dımaşk hâkimi
naibinden şunu sordum: Bir parçası ihtikâr olan bir bina satılsa, o
binada şuf'a
var mıdır? Bana şöyle cevap verdi: Ben bu konuda acık bir hüküm görmedim. Şu
kadar var ki
acık olan o parçanın ve o parçanın üzerindeki kısım dışında
kalan yeri bir kimse
alabilir. Şu şartla ki, şuf'a talebine vesile
olan mülk, satılan bina-daki muhtekir parçaya bitişik
olmaması gerekir. Bu hükmü de fakihlerin «İki parça toprak bir pazarlıkla satılsa, edam bunlardan
birisinde
şuf'a hakkına sahip olsa, yalnız onu alır» sözünden de hileler bahsinde
gelen, «Adam bîr
çok satsa, ancak şuf'a
hakkı sahibine bitişik olan bir metresini satmasa, şuf'a
yoktur. Çünkü ittisal
yoktur»
sözünden çıkar-dım. Allah daha iyisini bilir.
«İster müşteriden, ister elçisinden, ister âdil
bir kimseden, ister bir-kaç kişiden öğrensin ilh...»
Yani
haber veren
fuzulî bir kimse de olsa. Burada birkaç kişiden maksat,
şahitlerin sayısıdır ki, ya iki
erkek veya
bir erkek, iki kadındır. Musannif bu sözüyle
şahitlerde adaleti şart kıl-madığını ifade
etmektedir.
Hüküm müşteride de böyledir. Çünkü
müşteri hasımdır. Mahkemedeki hasımlarda da
adalet şart değildir. Müşterinin elcisi de müşteri gibidir. Tatarhâniye'de olduğu gibi.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Binanın satışını
haber veren âdil olmise, şuf'a hakkı sahibi tasdik
ettiği
takdirde satış sa-bit olur. Eğer yalanlarsa Ebû Hanife'ye, göre haberin doğruluğu
ortaya çıksa
bile satın alma sabit olmaz.»
Dürer'de de
şöyle denilmektedir : «İmameyne göre,
haber doğru oldadam ister hüruğu tak,
ister
köle, ister çocuk, ister kadın ol-sdirde bir
un yeterli olur.»
«Meclis herne kadar uzasa da ilh...» Meclisin uzaması şuf'a talebi-ne engel değildir.
Eğer şuf'a
hakkı sahibi vazgeçmeye delalet edece1 k' '' birşeyle meşgul değilse. Dürrerü'l-Bihâr.
«Serbest bırakılan bir kadın
gibi ilh...» Yani o kadının muhayyerliği ki, kocası ona talakını
istediğinde
«senin işin senin elindedir» demiştir. Kadın ne zaman
isterse, kendisini o zaman boşar.
Sağlam olan da budur ilh...» Kerhî de bunu tercih etmiştir.
«Metinler de
bu görüş üzerinedir ilh...» Yani metinlerin açık şekli böyledir. Zira metin sahipleri
«meclis» kelimesini
kullanmışlardır.
«Burada
Cevâhirü'l-Fetâvâ'ya hilaf vardır
ilh...» Sarih bu sözüyle Cevahirü'l-Fetâvâ'da olanı tercih
etmediğine işaret etmektedir. Çünkü Cevâhirü'l-Fetâvâ'da olan metinlerin
zahirine muhaliftir. Şu
kadar var ki
bu söz, musannifin muvasebe talebi
ifadesine uygundur. Bunun gibi gelecek hadise de
münasibtir.
Zahirine göre Hidâye sahibi de
Cevâhi-rü'l-Fetâvâ'da olanı tercih ederek
meşâyihin
umumuna
nisbet etmiştir. Şurunbulâliye'de de
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da olan için, «Zahiri rivayet ancak
budur»
denilmiştir. Hatta satışı duyduğu
halde şüf'a hakkı sahibi rahat bir şekilde susarak
şuf'a
taleb etmese veya
lağv bir sözle konuşmuş ol-sa, şuf'ası bâtıl olur. Nitekim Haniye, Zeylaî ve
Şerh-i
Mecma'da da böyledir.
«Fetva da bu
görüş üzerinedir» sözü Cevherî'nin
ifadelerindendir. İşte Cevherî'nin bu
ifadesi
Cevâhirü'l-Fetâvâ'nın
zahiri rivayet olmasıy-la beraber açık bir tercihtir. O zaman bu tercih
metinlerin
tercihi üzerine takdim edilir. Halbuki metinlerde bunun aksi görülmektedir.
Çünkü
metinlerin
tercihi zımnîdir.
PRATİK MESELELER : Bir kimseye şüf'a hakkına sahip
olduğu bi-nanın satıldığı mektupla
haber
verilse,
şüf'a da mektubun başlarında ve-ya ortasında yazılı olsa, o da taleb etmeden yazıyı sonuna
kadar okur-sa, şuf'ası bâtıl olur. Hidâye.
Şüf'a hakkı sahibi hutbe okunurken mülkün satıldığını duysa, na-mazdan sonra taleb etse, eğer
hutbeyi dinleyecek bir durumda ise, şuf'a bâtıl olmaz. Eğer hutbeyi dinleyecek
durumda değilse,
bunda meşâyih
ihtilaf etmiştir.
Ona mülkün
satıldığı namazın içinde haber verilse, o da sünneti dört veya altı rekat kılsa, tercih
edilen odur
ki, onun şuf'ası bâtıl olur. Ama
öğlenin farzından sonra duyduğunda son sünneti dört
rekât olarak kılsa,
sağlam görüşe göre onun şuf'ası bâtıl olmaz. Ama dört değil altı rekat kılınmış
olsa, şuf'ası batıl olur. Farzdan önceki sünnetleri
kılarken duysa ve dörde tamamlasa,
şuf'ası yine
bâtıl olmaz.
Müşteriden
başkası üzerine selâm vermesi de şuf'ayı bâtıl kılar. Eğer müşteriye selam verirse, bâtıl
olmaz. Duyduğunda sübhanallah, elhamdülillah, la
havle vela kuvvete... veya bir aksırana
elhamdülillah
dese şuf'anın batıl olmayacağı gibi. Tatarhâniye. Yani
meclisin muteber ol-duğunu
kabul eden
rivayet üzerine bâtıl olmaz. Kifâye ve
Şurunbulâliye.
SATIŞI DUYDUĞUNDA MÜŞTERİYİ VE SEMENİ BİLMEDİĞİ İÇİN SUSAN KİMSENİN
ŞUF'ASININ
BATIL OLMAMASI BAHSİ
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Şüf'a hakkı sahibine satış haber
ve-rildiğinde sussa, fakihler,
müşteriyi ve semeni
bilmediği sürece, onun
şuf'asının bâtıl olmayacağını söylemişlerdir. Bakire kız
gibi ki,
ondan birisi nikâh vekâleti istese ve o da verse, sonra da kız babasının kendisi-ni başka
birisi ile evlendirdiğini duysa, kızın o evliliği
reddetmesi sahih-tir.»
Ben derim ki: Timurtaşî, Fetâvâ'sında şuf'anın bâtıl olmayacağına dair fetva
vermiştir. Hıfzedilsin.
«Şuf'a talebi anlaşılır
bir sözle yapılmalıdır ilh...»
Burada sözden maksat herhangi bir sözdür. Hatta
İbn Fadl,
«Bir köylü, «şuf'a» dese, kâfi gelir» şeklinde
hikâye etmiştir. Tatarhâniye.
«Muvasebe
talebi ilh...» Buna Muvasebe talebi
denilmesi, Rasulüllah'ın lafzı ile teberrük içindir. Zira
Rasulullah
(s.a.v.)«Şuf'a, şuf'aya kal-kışan
içindir» buyrulmuştur. Yani sürat ile taleb
edenindir.
«Bunda şahit
tutmak gerekli değildir ilh...» Hidâye ve diğer muteber kitaplarda
da hüküm böyledir.
Zira muvasebe
talebi hakkı isbat için de-ğildir. Belki şuf'adan vazgeçmediğini bildirmek
içindir.
Nihâye ve Miraç.
«Şahit ancak inkârdan korkulduğu takdirde tutulur ilh...» Yani müş-terinin talebi inkâr
etmesinden
korkulduğu
takdirde şahit tutulur. Nite-kim
fakihler «Baba küçük çocuğuna birşey hibe etse, bu
hibesine de şa-hit tutsa...» demişlerdir. Burada fakihlerin
«şahit tutsa» demeleri, şahitin hibenin
sıhhat şartı
olmasından değildir. Belki, babasının
inkâr etme-si halinde hibeyi isbat
etmek içindir.
Miraç.
Sayıhani'de
şöyle denilmektedir:«Bunun açık
anlamına göre bu kim-se yemini ile
birlikte tasdik
edilmez.
Halbuki bununla beraber, «Ben duy-duğum
anda taleb ettim» dese tasdik edilir. Ama «Ben
dün öğrendim
ve talebte bulundum» dese delil ikâme etmesi teklif edilir.»
Dürer'in
sözlerinin açık anlamına göre talebe şahit tutmak eğer
şa-hit tutma kudreti varken terketse,
şuf'asının
bâtıl olacağını açıklıkla söy-lemiştir. Çünkü kudreti varken şahit tutmaması, vaz
geçtiğinin
delilidir. Şu kadar var ki, Şurunbulâliye, «Dürer sahibi bu
sözü sehven söylemiş-tir.
Çünkü şart
olan yalnız talebtir, taleb üzerine
şahit tutmak şart değil-dir» demiştir. Bu konudaki söz
aşağıda kendi konusunda tam olarak ge-lecektir.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Yanında hiçkimse olmasa
bile diyaneten şuf'anın düşmemesi
için taleb
etmek vacibtir. Ki ihtiyaç sıra-sında
yemin etmeye imkân bulsun. Nihaye'de olduğu gibi.
Şahit tutmak
şart değildir. Eğer müşteri onu tasdik ederse, şahit tutmasa
bile talebi geçerlidir.
İhtiyar ve diğer eserlerde olduğu gibi.»
İşte bu söz
delâlet ediyor ki, şahit tutmak
mutlaka şart değildir. Yemini ile birlikte şefinin tasdik
edilmesi, bunun şart olmadığına delâ-let eder. Düşünülsün.
«Sonra şahit
tutar ilh...» Musannif burada «sonra» kelimesiyle
ta-lep süresinin ekseri hallerde taleb
meclisinin fevriliği üzerine olmadığına işaret etmiştir. Belki taleb süresi şahit
tutma süresiyle takdir
edilir.
Nihaye ve diğer kitaplarda olduğu gibi. Kuhistanî.
«Akar satıcının
elinde ise ilh...» Eğer akar satıcının
elinde değilse, Kuduri, İs'am ve Natifî'nin
zikrettiklerine göre, şahit tutması sahih değil-dir. Sadrı Şehîd de bu
görüşü tercih etmiştir.
Şeyhülislâm ve diğer âlim-ler de istihsanen
şahit edinmesinin sahih olduğunu zikretmişlerdir.
Muhit'te
olduğu gibi. Kuhistanî.
«Zilyed
olmasa da ilh...» Sarihin bu sözü musannifin Minah'taki sözünü reddetmektedir. Çünkü
musannif
Minah'ta, Cevhere, Dürer, Nihâye ve diğer kitaplara muhalefet etmiştir.
«Veya akarın
yanında şahit tutar ilh...» Çünkü hak akarla
ilgilidir. İhtiyar.
«Bu taleb
şahit tutma talebidir ilh...» Ben diyorum
ki, fakihlerin ifa-delerinin zahirine göre talebte
şahit tutmak
gereklidir. Şu kadar var ki, ben Haniye de şunu gördüm:
«İkinci talebe şahit tutma
(işhat)
talebi de-nilmesi, şahit tutmanın şart olmasından değildir. Belki hasmın inkârı ha-linde
talebi
isbat etmek imkânına sahip
olmak içindir.»
«Mümkün olana
kadar ilh...» Musannif bu sözüyle işhat talebinin
vaktinin, yukarıda da geçtiği gibi,
şahit tutma
imkânına göre takdir edi-leceğine işaret
etmektedir. O halde muvasebe talebinden
sonra işhat
ta-lebinden önce nafile namazına başlamış olsa, şuf'ası bâtıl olur. Haniye.
ŞAHİT TUTMA
TALEBİNDEN ÖNCE HAKİME ŞÜF'A
TALEBİNDE BULUNMASI HALİNDE
ŞÜF'A
HAKKI BÂTIL
OLUR
Hayriye'de
şahit tutma talebinden önce, hâkimden şüf'a talebinde bu-lunsa, şüf'a hakkının
düşeceği
üzerine fetva
verilmiştir. Hıfzedilsin.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Satıcı ile
alıcı, şüf'a hakkı sahibi ve bina bir şehirde olsalar, bina
satıcının elinde olsa, şüf'a hakkı sahibi hangisinin
yanına giderek taleb etse, talebi sahihtir. Burada
daha yakın
olmasına veya uzak olmasına itibar edilmez. Zira şehir, çevresi
uzak ol-makla birlikte bir
mekân
gibidir. Ancak burada en yakın olanın yanından geçse, fakat ondan taleb etmese, şüf'a bâtıl
olur. Eğer
şüf'a hakkı sahi-bi kendi başına
başka bir şehirde olursa, hangisine giderek taleb etse,
talebi
sahihtir. Satıcı veya müşteriden birisi şüf'a hakkı
sahibinin bulun-duğu şehirde oturuyorsa,
şüf'a hakkı sahibi uzak olandan taleb ettiği takdirde
şuf'ası bâtıl olur.» Özetle.
«Mebiin
nefsindeki ortağa da şamil gelir ilh...» Zira, şüf'a hakkı sa-hibinin «Ben şu evle onun şüf'a
hakkı sahibiyim»
sözü ifade ediyor ki, şüf'a hakkı
sahibinin işaret ettiği bina şüf'a taleb edilen
binadan başkasındadır. O zaman şüf'a hakkı sahibi
ya komşu, veya yalnız haklarda ortağı
oluyor.
Ama bunun
aksine, «Şu sebeble» demiş
olsa, hepsine de şamil gelir.
«Şefi bu sözü
ilh...» Yani şüf'a hakkı sahibinin hâkime «Sen müşte-riye
emret» sözü, müşteri veya
vekili binayı teslim almışsa farzedilir.
«Taleb etmek, müşterinin kabzına bağlı bulunmaz ilh...»
Zira eğer bina satıcının elinde de olsa,
şüf'ayı taleb
etmesi sahihtir. Hâkim o za-man da onun
şüf'a hakkı sahibine teslim etmesini
emreder.
Ancak hu-sumet
talebi yalnız müşterinin bulunmasına
bağlı bulunur. Veya Şüf'a talebi teslim
almasından önce yapılmışsa, satıcı ile birlikte bulunmasına bağlı olur.
Nitekim musannif bunu
aşağıda zikredecektir.
Sarihin sözlerinin özeti şudur: Hâkimin emrinin müşteriye yönelme-si bir kayıt değildir. Zira
müşterinin
binayı kabzetmesi, talebin sıhhati
için şart değildir.
«Fetva da bu
görüş ile verilir ilh...» Hidâye ve Kâfi'de de hüküm böyledir. Dürer.
Azmiye'de şöyle denilmektedir: « Ebussuuti'un Ben mevlâ bu sözü i!e verilmiş fetvasını gördüm.»
«Bazı âlimler de Muhammed'in sözü ile fatva verilir ilh...» Bu görü-şün kaili Şeyhülislam. Kadıhan
Fetâvâ ve Cami üzerindeki şerhinde. Bu görüş
Vikaye. Nikâye, Zahire ve Muğnî'de de
yer almıştır.
-Şurunbulâiye'de Burhan adlı eserden naklen, «En sağlam olan bu-nunla fetva verilmesidir. Yani
Hidâye ve Kâfi adlı eserlerin belirttikleri
sözden daha sahihtir, denilmiştir. Bu konunun tamamı
Şurunbulaiye'dedir.
Bu sözü Kuhistanî, Muhit, Hülâsa, Muzmarat
ve diğer meşhur kitap-lara isnad
etmiştir ve
şöyle demiştir: «Hidâye ve Kâfi'de
olan kapalıdır.»
«Özürsüz
olarak ilh...» Ama eğer hastalık ve
sefer veya civar şufası hükmedecek
bir hâkimin
bulunmaması
gibi özürlerle tehir ederse, şuf'a ittifakla düşmez. Şerh-i
Mecmâ.
«Müşterinin
zararını def için ilh...» Bu görüş Muhammed'in görüşü ile fetva verme şeklinin
açıklamasıdır. Mecma şerhinde deniliyor ki: «Hanî'nin Câmi'inde, «Günümüzde
fetva Muhammed'in
görüşü
üzerine verilir. Çünkü halkın durumu
zarar verme kastı bakımından değişmiştir»
denilmiştir.»
Buradan
anlaşılmaktadır ki, fakihlerin zahirü'r-rivâyenin aksi ile fet-va vermeleri zamanın değişmesi
yüzündendir. O
halde Zahirü'r-rivaye herne kadar sağlam görülse bile
bunun üzerine tercih
edilemez.
Nitekim gasb bahsinde elbisenin siyaha boyanması
meselesinde geçmişti. Bu nün birçok
örnekleri
vardır. Belki fakihler bizim üç imamımızın rivayetle-rine aykırı
olarak fetva vermişlerdir.
Züfer'in
görüşüyle fetva verilen me-seleler ve Kur'anı öğretmek üzerine adam kiralama meselesi
gibi.
«Biz deriz ki ilh...» Yani İmam Muhammed'in görüşü ile
fetva verilir diyenlere cevap
olarak. Burada
sarihin
sözünün açık anlamı musannif gibi, zahirü'r-rivayete
meyletmesidir. Halbuki sarihin burada
sözü Mülteka
üzerindeki şerhindeki sözünün zahirine aykırıdır. Buna şöyle
cevap verilir: Herkes
murafaaya
kadir değildir. Hatta bununla zararı
def etmek bazen aklına bile gelmez. Bilhassa müşteri
aldığı akarda bir bina yapar veya bir ağaç dikerse, zarar daha da şiddetli olur. Hatta ben bir defa
değil birçok
defa müşahede ettim ki, müşteriye zarar vermek ve fiyatı yükseltmek tamamdan dolayı
birkaç sene sonra gelip şüf'a hakkını taleb
et-mektedir. Şüphe yoktur ki. bu
kapının kapanması
daha sağlamdır. Allah
daha iyisini bilir.
«Şüfa hakkı sahibi taleb ettiği zaman ilh...
Musannif burada hâkimin şüf'a hakkı sahibinin talebinin
akabinde hasma sormasını
zikretmiştir. Halbuki durum böyle
değildir. Belki hâkim önce şüf'a hakkı
sahibinden
evin yerini, hududlarını sorar. Ki, böylece davasında haklı olup olmadı-ğını anlar. Şüf'a
hakkı sahibinin bunları bilmesi lazımdır. Sonra, müşte-rinin kabzedip
etmediğini sorar. Zira eğer
kabzetmemişse, satıcı
hazır olmadıkça şüf'a hakkı sahibinin müşteri aleyhine davası geçerli olmaz.
Sonra da
şüf'anın sebebini ve hangi bina veya akarla
şüf'a taleb ettiğini ve onun
hududlarını sorar.
Çünkü onun
davasının uygun olmayan bir sebebe
dayanması veya başka birisi sebebiyle hakkının
düşmesi
müm-kündür. Sonra da şüf'a hakkı sahibine satışı ne zaman
öğrendiğini ve ne yaptığını
sorar. Zamanın çok uzaması veya ondan
vazgeçmesi mümkün-dür. Sonra da
takrir talebini sorar.
Takrir
talebini nasıl yaptığı ve kimi şahit
tuttuğu, şahit tuttuklarının yakın
veya uzak olduğu sorulur
Bun-lardan
sonra şüf'a hakkı sahibi hepsini beyan ederse, davası tamam-lanır. Bu sefer hâkim
hasma döner ve ona sorar. Zeylaî. Özetle.
«Hasma ilh...» Hasım
burada müşteridir. Zeylaî. Yani musannif meseleyi bu şekilde farzetmiştir.
«Şuf'a hakkı sahibinin mülke malik olup
olmadığını ilh...» Zira o mül-kün mücerred onun elinde
olması ile şuf'aya hak kazanamaz.İbni Melek.
«Yeminden
kaçınırsa ilh... Musannif kaçınmayı burada ve ileride delil getirmek üzerine takdim
etmiştir.
Halbuki uygun olan bunların de-lilden
sonra zikredilmesiydi. Çünkü, yeminden kaçınmak
ancak delilden aciz olunduktan sonra olur. Musannifin bunu takdim etmesi ifadede
kı-saltma
yapma düşüncesindendir. Eğer bu sözü sonra söyleseydi,
o za-man faili açıklaması gerekirdi.
Sen
anla.
«Bilip bilmediğine ilh...» Yani müşteri «Billahi ben onun
talebine ve-sile olacak bir mülke mâlik
olduğunu
bilmiyorum» diye yemin eder. Çün-kü bu başkasının fiili üzerine yemindir. İşte bu yemin
Ebû Yûsuf'un
gö-rüşüdür. İmam Muhammed'e göre ise,
katiyet
üzerine yemin eder. Fetva da birinci
görüş
üzerinedir. Kuhistanî'de olduğu gibi.
İbni Melek
diyor ki: «Müşteri eğer «ben
bilmiyorum» derse fetva bi-rinci görüş üzerinedir.
Ama eğer
müşteri onun
şüf'aya vesile ettiği mül-ke malik olmadığını söylerse, o zaman katiyet üzerine yemin
teklif
edilir.
«Şüf'a hakkı sahibi delil getirirse ilh...»
Yani şahitler, «Şu bina bu şüf'a hakkı sahibinindir. Müşteri
bu binayı almazdan önce de onundu. Bu saate kadar
da onundur. Onun mülkiyetinden çıktığını da
bilmiyoruz» deseler... Eğer «Bu bina bu
komşunundur» deseler, Muhit'te de
olduğu gibi yeterli
değildir.
İmam Ebû Yûsuf'tan ise delile ihtiyaç
olmadığı ri-vayet edilmiştir. Kuhistanî.
«Hakim müşteriye
mülkü alıp almadığını sorar ilh...» Makim müşte-rinin hasımlığının
sabit olması
için sorar. İbni Melek.
«Halit şüf'asının meydana geldiği konusunda yeminden
kaçınırsa, i!h...» Zira onda şüf'anın
sübutu
ittifaklıdır.
O zaman hasım olan müşteri «Billahi şüf'a hakkı sahibi
bu akarda zikrettiği yolla şüf'aya
hak kazan-mıştır» der. Kuhistanî.. Zira sebeb üzerine
yemin taleb etmekte davacı için zarar
vardır.
Zira onun
akti feshetmesi caizdir. İbni Melek.
«Şüf'anın sebebi üzerine yeminden kaçınırsa ilh...» Şöyle der: «Bil-lahi ben bu binayı satın
almadım.» Zira eğer onda hasıl üzerine yemin etmiş olsa,
onun itikadmdaki yemini tasdik olunur. O
zaman da
davacı hakkında görüş yok olur.
«Eğer müşteri şüf'a talebini inkâr etmezse ilh...» Bu
ifadenin açık şekli şudur: Müşteri
şirayı inkâr
ederek şüf'a talebini reddederse, o za-man şefi ya
delil getirerek satın almayı isbat
eder veya
delilden aciz olur-sa, müşterinin yemin
etmesini taleb eder. Müşteri yeminden
kaçınırsa, söz
şefinindir.
Bu da çelişki sayılmaz. T.
«Makbul olan
söz yemini
ile birlikte müşterinindir ilh...» Eğer müşteri muvasebe talebini
inkâr
ederse, o zaman şefie, bilgisi üzerine yemin teklif edilir. Eğer takrir
talebini inkâr ederse, o zaman
da şefie katiyen
üzerine yemin teklif edilir. Çünkü ilim
kesinliği ihata etmiştir. Kübrâ'da olduğu gibi.
Kuhistanî..
Şu kadar var
ki, biz Kuhistanî'den, o da
Nihâye'den naklen muva-sebe talebinin
olduğunu
zikretmiştik. Şüf'ası düşmesin ve ihtiyaç anında da yemin
imkânı olsun diye. Bizim Nihâye'den
naklen zikrettiğimiz şunu ifade etmektedir. Muvasebe talebine dair kabul olan söz, yemini ile
birlikte
şüf'a hakkı sahibinindir. Ancak,
burada olanı, «Ben dün duydum ve taleb ettim» sözü
üzerine
hamlederiz. Ama eğer, «Ben
öğrendiğim an-da taleb ettim» dese, makbul olan söz, yemini
ile birlikte şüf'a hakkı sa-hibinindir. Nitekim
biz Dürer'den de naklen zikretmiştik.
«Mülkün
semeni olan parayı hazırlamamışsa ilh...» Yani şüf'a taleb ettiği mülkün semenini
hâkimin
meclisine kadar hazırlamamışsa. Zira
hükümden önce semen vâcib değildir.
Hidâye adlı eserde
şöyle denilmektedir: «Bu, Asi adlı eserin rivaye-tinin
zahiridir. İmam
Muhammed'den
Zira müflis olması mümkündür şüf'a hakkı sahibi semeni
hazırla-yana kadar ona
hüküm verilmeyeceği rivayet edilmiştir. Bu da Hasan'ın Ebû Hanife'den yapmış olduğu rivayettir
şüf'a hakkı sahibinin.»
«Şüf'a hakkı sahibine denilse ilh...» Yani
şüf'a ile hüküm verildikten sonra
onun parayı ödemesi
hazırlanırım» söylense
ve o da tehir etse. Yani, «Benim
ya-nımda şu ön semen yoktur» veya
«Ben
yarın veya buna benzer bir söz söylemiş olsa, imamların
icmaı ile şüf'ası bâtıl olmaz. Eğer şüf'a ile
hüküm
verilmezden önce böyle derse, İmam Muhammed'e
göre şüf'ası bâtıl olur. Zeylaî'de
İmam
Muhammed'in
bu görüşü yer al-mıştır. Remlî.
«Şüf'a hakkı sahibi için hasım mutlaka
müşteridir ilh...» Burada «mutlaka» dan maksat, teslimden
önce veya sonradır. Teslimden murad ise,
mebiin müşteriye teslimidir.
«Birinci»den murad müşteri,
«İkinciden maksat, satıcıdır.
O zaman ifadenin akışı şöyle olur: Müşteri mülkiyetin-den dolayı, satıcı
ise akarı elinde bulundurduğundan dolayı hasımdır.
Burada «mutlaka» demekte bir görüş vardır ki
bu da İbni
Kemal'in sö-zünün gidişinden anlaşılmaktadır.
Zira İbni
Kemal şöyle demektedir: «Şüf'a hakkı sahibinin
hasmı müş-teri ve satıcıdırlar. Eğer birisi
elindeki mebii teslim etmemişse. Bunların birisi
mülkiyeti elinde olduğundan dolayı, diğeri de akar
elinde olması hasebiyle hasımdır. O zaman satıcının üzerine, ta müşteri hazır
olana kadar delil
dinlenmez.
Eğer satıcı mebii müşteriye teslim ederse, davada satıcının hazır olması şart değildir.
Çünkü hem
eli, hem de mülkiyeti son bulmuştur.»
Özetle.
İbni Kemal'in
sözlerinin özeti şudur: Satıcı mebii teslim etmezden önce
mahkemedeki şüf'a hakkı
sahibinin
hasmı hem satıcı, hem de müş-teridir. Teslimden sonra ise
yalnız' müşteridir. O zaman
sarihin, «hasım müşteridir» demesi, eğer yalnız
müşteriyi kasdetmişse, «mutlaka»
deme-si doğru
olmaz. Eğer
müşterinin satıcı ile birlikte hasım olduğunu kas-detmişse,
o zaman da «teslimden
önce» sözüne
uygun olmaz. Kısaca sarihe düşen, «mutlaka» kelimesini
burada zikretmemesi idi.
Ama satı-lanın
tesliminden sonra yalnız müşterinin
hasım olmasına gelince, bun-dan sonra buna
dikkat çekilecektir.
«Çünkü mâlik
odur ilh...» Zeylaî şöyle demiştir: «Zira şüf'a hakkı sahibinin şüf'a davasından
maksadı, hem mebinin mülkiyetini, hem de tasarrufunu eline geçirmektir. Çünkü hâkim
şüf'a ile
hükmettiği
zaman her ikisine birden hükmeder. Çünkü bunlardan müşterinin mülk üzerinde
mülkiyeti,
satıcının ise eli vardır.»
Bundan ötürü
her ikisinin de hâkim huzurunda hazır olması gerekir. Hidâye'de olduğu gibi.
Musannifin,
«Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir» sözün-de müşterinin hazır olması
için
diğer bir açıklamaya da işaret edilmiş-tir. Müşterinin hazır olması satım akdinin
feshi ile aleyhine
hüküm
veri-lebilmesi için şarttır. Nitekim
Hidâye'de
de buna dikkat çekilmiştir. Zira gaibin üzerine
ne mülkiyet
cihetiyle, ne de akitleri fesih cihetiyle hüküm vermek
caizdir. Kifâye,
«Müşteri
hazır olduğunda satım akdi feshedilir ilh...» Yani müşteri-nin huzurunda. Feshin şekli
şöyledir: Hâkim mahkemede, «Ben
müşteri-nin alışını feshettim» der. Şüf'a hakkının bâtıl olmaması
için, «Ben satım akdini feshettim» diyemez. Çünkü şüf'a satım akdi üzerine bina edilir. O
zaman
pazarlık şefi adına yapılmış olur, şefi sanki müşteri olur. Bu-nu Cevhere sahibi ifade etmiştir. O
halde satımın
aslı münfesih olmaz. Ancak
müşteriye izafesi infisah
eder. T. Bu da ancak satıcının
mebii tes-lim
etmesinden öncedir. Ama
teslim etmişse, o zaman hüküm müşteri üzerine verilir. Zira
yukarıda da geçtiği gibi satıcı yabancı olmaktadır. O zaman müşteriden almak,
müşteriden satın
almak gibi olur. Nitekim yakında gelecektir.
«Çünkü
mülkiyeti de, eli de son bulmuştur
ilh...» Yani yabancı ol-maktadır. Hidâye.
PRATİK BİR MESELE: Birisi bin liraya bir ev almış olsa, diğer bir kimse iki bin liraya satsa, sonra
da
şüf'a hakkı sahibi hazır olsa, o akarı birinci satım ile almak
istese, Ebû Yûsuf'a göre şüf'a hakkı
sahibi
zilyedden bin liraya alır ve ona bin lirasını satıcıdan almasını
söyler. İmameyne göre ise,
birinci
müşterinin de hazır olması şarttır. Şüf'a hakkı sahibi eğer ikinci müşteriden şüf'ayı taleb
ederse, ittifakla birinci adamın hazır olması şart
değildir. Tatarhâniye.
«Semeni satıcıya ödemesi gerekir ilh...» Yani istihkak ettiği takdirde
şefi mebiye karşılık ödeyeceği
semeni satıcıya öder.
«Eğer teslim etmişse,
semen müşterinindir ilh...» Tatarhâniye'de Ebû Yûsuf'tan şöyle rivayet
edilmiştir: «Eğer müşteri semeni peşin ver-miş,
şüf'a şefiye hükmedilene kadar da akarı da
kabzetmemişse, şefi se-meni
müşteriye öder. Eğer şefi semeni satıcıya
verirse, uhde satıcıya
aittir.» Turî.
«Yukarıda
geçti ilh...» Yani satıcının mülkiyeti de, eli de yok
olmuş-tur.
«Şüf'a hakkı sahibi görme ve ayıp muhayyerliğine sahiptir ilh...» Zi-ra şüf'a
yolu ile almak,
müşteriden
satın almaktır. Eğer bu alış, mebiyi müşterinin kabzından sonra olursa. Eğer müşterinin
kabzından
önce olursa, satıcıdan almış olmaktadır. Çünkü pazarlık
satıcıya dönmektedir. Eğer onda
muhayyerlik
varsa, o zaman ona muhayyerlik sabit
olur.
Mesela, mebii ondan satın alsa, her ikisinin de
muhayyerliği vardır. Müşterinin
görmüş olmasıyla
onun görme
muhayyerliği düşmediği gibi, müşterinin muhayyerlikten ibra etmesiyle de muhayyerlik
hakkı düşmez. Çünkü müşteri şüf'a hakkı sahibinin
naibi değildir. O zaman müşterinin şartı ve
görmesi şefi için geçerli değildir. Zeylaî.
«Ama şart muhayyerliği ile vade muhayyerliğine
sahip değildir ilh...»
Yani
Kuhistanî'de olduğu gibi şart muhayyerliği yoktur.
Burada
vadeden maksat, semendeki vadedir.
«Aldatılma tazminatında ilh...» Eğer şüf'a hakkı sahibi arsanın üze-rine bina yaptıktan sonra,
mebinin başka birisinin istihkakı olduğu çıkar-sa, o
zaman şüf'a hakkı sahibine satıcıya ne de
müşteriye
binanın kıy-metinin noksanlığı ite rücu edemez. Çünkü burada aldatılmış
değildir. Çünkü
mebiî zorla
temellük etmiştir. Mesele bu.babta metin olarak gelecektir.
METİN
Şüf'a hakkı sahibi ile müşteri, süf'ası iddia
edilen akarın semenin-de ihtilaf etseler, akarın
semeni
nakten
ödenmiş ve bina kabzedilmiş ise, o zaman yemini ile müşterinin sözü tasdik edilir. Çünkü o
ziyadeyi inkâr etmektedir. Karşılıklı yemin de etmezler.
Böyle bir ihtilaf halinde her ikisi de delil
getirse, o zaman şüf'a hakkı
sahibinin delili daha haklıdır.
Çünkü onun
delili bağlayıcıdır.
Müşteri bir
semen iddia etse, satıcı da kabzetmediği halde ondan
az bir semen iddia etse, o zaman
makbul olan
söz satıcınındır. Eğer kabzedilmiş ise ve müşteriden daha
az bir semen iddia ediyorsa,
bu ih-tilaf
eğer satıcının semeni kabzından sonra olmuşsa, makbul olan söz
müşterinindir.
Kabızdan önce
ise,,karşılıklı yemin ederler. Yeminden han-gisi kaçınırsa, diğerinin
sözü
muteberdir.
Eğer her ikisi de yemin
eder-se, satım akdi feshedilir. O zaman şüf'a hakkı
sahibi
satıcının
dediği fi-yatla şüf'ayı alır.
Satıcı semenin bir kısmını müşteri için
düşmüşse, o düşürme şüf'a hakkı sahibi hakkında da zahir
olur. O zaman
şüf'a hakkı sahibi geri kalan kısmı ile şüf'ayı alır. Satıcının semenin bir kısmını
müşteriye
hibe etmesinde de hüküm böyledir. Ancak
bu hibe semenin kabzından sonra yapılırsa,
hüküm böyle değildir. Eşbah.
Ama satıcı semenin hepsini düşürse veya
artırsa, bunlar şüf'a hak-kı sahibi hakkında zahir
olmazlar.
Şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı satıcı ile müşterinin
akitte konuştukları fiyatın tamamı ile alır.
Eğer satıcı sattığı akarın semenin önce yarısını, sonra da diğer yarısını düşerse,
şüf'a hak-ki sahibi
şüf'ayı son
düşürdüğü yarısı ile alır, Eğer şüf'a hakkı sahibi, satıcının bin liraya sattığını ve
testim
ettiğini
bilse, sonra da satıcı bin liranın yüz lirasını düşse, şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı yine bin
lira
karşı-lığında
alır. Nasıl ki bin liraya satsa ve teslim etse, sonra müşteriye bir cariye veya meta
ziyadeleştirse, yine şüf'a hakkı sahibine
şüf'a hakkı vardır. Kınye.
Akar mislî olan birşey satılsa, müslüman hakkındaki şarap gibi hükmen de
olsa, şüf'a hakkı sahibi
onu misliyle
alır. Eğer kıymetli bir-şeyle satılmışsa, o zamanda
satın alma sırasındaki kıymetiyle alır.
Bir akar, bir akar karşılığında
satılsa, akarların her birinin
şüf'a hak kına sahip olan akarı diğer
akarın kıymetiyle alır.
Vadeli satışla satılan bir mülkü şüf'a hakkı
sahibi o fiyatı peşin öde-yerek alır veya
halen şüf'ayı
taleb eder. Vadesi dolduktan sonra da şüf ayı alır. Eğer peşin
alırsa, müşterinin üzerinde kalan
parasını peşine çeviremez.
Vadeli satılan bir akarın şüf asında susarak
vadesi dolana kadar ta-leb etmese, şüf'ası bâtıl olur.
Burada İmam
Yûsuf muhalefet etmiştir.
Eğer bayi,
müşteri ve şefi zımmî olurlarsa, şefi
şarapla veya domuz-la satılan
mülkü şarabın
misliyle,
domuzun kıymetiyle alır. Eğer
bayi zımmî olmazsa, bey fasit olur. O zaman şüf'a
sabit
olmaz. İbni
Kemal, Mebsut'a nisbetle.
Şarap veya domuzla satılan bir binada şüf'a hakkı
sahibi eğer müslüman ise, o zaman şarabın
mislini değil yukarıda
geçtiği gibi kıymetini verir. Çünkü müslüman şarabı mülk ve temlik
etmekten
men
edilmiştir. Sonra burada domuzun kıymeti,
domuzun yerine değil, binanın yerine kaimdir.
Bundan ötürü
de onun temellükü haram değildir. Ama
aşır bah-sinde geçen bunun
hilafındadır.
Şarap ve
domuzun kıymetini bilmenin yolu,
müslüman olan bir zımmiye veya
tövbe eden bir fısıka
müracaat etmektir. Eğer bu kıymette ihtilaf etseler, muteber söz müşterinindir. İnaye.
Şüf'a hakkı sahibi, şüf'a edilen akarı satış bahası ve bir de müşteri tarafından üzerine bina yapılmış
veya ağaç dikilmişse, onların sökülmüş şekildeki kıymetiyle alır.
Nitekim gasb bahsinde geçti.
Ben derim ki: Müşteri almış olduğu binayı birçok
renkle boyasa, veya birçok kireçle kireçlenmiş
olsa, şüf'a hakkı sahibi
burada şüf'ayı terketme veya boyanın artırdığı kıymeti vererek alma
arasında muhayyerdir.
Çünkü boyayı bozmak çok zordur. Bozulması halinde de bir de-ğeri kalmaz.
Ama bina
yaparsa bunun aksinedir. Ona binayı
sökmesi teklif edilebilir. Hâvi-i Zahidi. Bu konu
gelecektir.
İZAH
«Akarın semeninde
ihtilaf etseler ilh...» Yani semenin cinsinde. Bi-risinin dinar, diğerinin
dirhem
demesi gibi. Veya meblağında. Müşterinin iki yüze
aldığını söylemesine karşılık satıcının yüze
sattığını
söylemesi gibi. Veya vasfında. Müşteri peşin para ile aldığını şovlarken
satırının vadeli
aldığını
söylemesi gibi. Düreru'l-Bihaı
«Semeni nakten ödemiş ve bina kabzedilmiş ise ilh...» Yani müşteri
semeni nakten ödemiş ve
binayı kabzetmiş ise. Ben birçok kitaba
müracaat ettim, bu iki kaydın zikredildiğini görmedim.
Yalnız ismini
bilmediğim Kenz'in bâzı şerhlerinde gördüm. Sonra yine, Kenz'in eski bir nüshasının
hamişinde
Kâfî'ye isnadla bu iki kaydı gördüm.
Turî'nin tekmilesindeki ifadesi aynen
şöyledir:
«Müellif
burada mutlak zikretmiştir. O zaman müellifin bu mutlak zikri ihtilafın
semenin verilmesi ve
binanın
kabzedilmesinden önce vukuuna veya semenin verilmesi ve kabzedilmesinden
sonra
binayı şüf'a hakkı sahibine teslimden
önce veya sonra vukuuna da şamil olur. Şu kadar var ki
Tatarhâniye'de
şöyle birşey var-dır: «Adam bir bina alsa, kabzetse
ve semeni de nakten satıcıya
ödese, sonra şüf'a hakkı sahibi ile müşteri
semende ihtilaf etseler, makbul olan müşterinin
sözüdür.»
"Zahîre'de
Tatarhâniye'de olana «yemini ile birlikte» sözü ilâve
edil-miştir. Yani söz yemini ile
birlikte
müşterinindir. Karşılıklı yemin de teklif edilmez. Çünkü şüf'a hakkı sahibi ile müşteri,
satıcı
ile müşteri menzilesindedirler. Ancak aradaki fark, satıcı ile müşteri karşılıklı yemin ederler, fakat
şüf'a hakkı sahibi ile müşteri yemin etmezler. Düşünülsün.
T. Diyor ki: «Bazen
denilebilir ki, eğer semen nakit değilse, şüf'a hakkı sahibi satıcıya rücu eder.
Eğer semen müşterinin iddia ettiğinden az ise, satıcının
sözü esas alınır. O da gelecek meselede
olduğu gibi
fi-yatta bir düşme olur. Buna göre ihtilafın dayanağı semenin
yalnız nakit olması
üzerinedir.»
«Çünkü inkâr
etmektedir ilh...» Zira şüf'a hakkı sahibi semen az
ol-duğu takdirde binanın istihkakını
iddia
etmektedir. Semenin azlığını da müşteri inkâr etmektedir.
Hidâye.
«Karşılıklı yemin
de etmezler ilh...» Zira müşteri şüf'a hakkı sahibinden hiçbir
şey iddia
etmemektedir. Zira şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı almakla
terketmek arasında muhayyerdir. O zaman
onun davalı
olması tahakkuk etmez. Çünkü müşteri, davayı
terketse de terkedilmeyecek kimsedir.
O zaman bu
nas manâsına gelmez. Nas şudur:
satıcı ile müşteri ih-tilaf etseler, mebi mevcut ise
karşılıklı yemin ederler, müşteri mebiyi
red-deder, satıcı da parayı geri
verir. Çünkü bu nas, inkârın
ve davanın her iki tarafta da bulunması halindedir.
İtkani
«Çünkü onun
delili ilzam edicidir...» Yani şüf'a hakkı sahibinin deli-li
müşteri için gereklilik ifade
eder. Ama
müşterinin delili bunun aksine-dir.
Zira şüf'a hakkı sahibi muhayyerdir.
Beyyineler de
hasmı ilzam için getirilir. O zaman onun delili ile
hüküm vermek daha uygundur. İtkanî.
Kuhistanî
şöyle demektedir: «Bu ifade bildiriyor
ki, eğer satıcı ile müşteri ihtilaf etseler, veya satıcı
ve müşteri
şüf'a hakkı sahibi ile ihti-laf etseler, o zaman da satıcının
delili daha haklıdır. Çünkü
onun delili
ziyadeyi isbat etmektedir.»
«Kabzetmediği
halde ilh...» Yani satıcı semenin
hepsini kabzetme-den önce. Müşterinin akarı
kabzedip
etmemesi eşittir. Kuhistanî.
«Söz satıcınındır ilh...» Yani yemin etmeden satıcınındır. Kuhistanî.
O zaman şüf'a hakkı sahibi
satıcının dediği fiyatla akarı
alır. Zira eğer akarın fiyatı
onun dediği gibi
ise, o zaman açıktır. Eğer öyle değil-se, bir düşmedir. Fiyat düşürmesi de şüf'a hakkı sahibi
hakkında açık olur.
«Eğer kabzetmiş ise söz
müşterinindir ilh...» O zaman şüf'a hakkı sahibi dilerse müşterinin
iddia
ettiği fiyatla şüf'ayı alır, satıcının sözüne de iltifat etmez. Zira o semeni tam aldığından aktin
hükmü
son bulmuş ve
satıcı aradan çıkmış bir yabancı hükmünü almıştır.1 O zaman ihtilaf şüf'a hakkı
sahibi ile müşteri arasındadır. Biz bunu beyan ettik. Hidâye. Yani bu ihtilafta söz müşterinindir.
Bil ki, bu
hüküm, eğer kabz açık ise böyledir. Yani müşteri kabzı delil veya yerinin ile isbat ederse.
Dürer'de
olduğu gibi.
Şu mesele kaldı:
Eğer kabz açık değilse, yani şüf'a hakkı sahibine malum değilse. Satıcıya
kabzettiğini
ikrar eder veya etmez. Eğer kabzı
ikrar etmezse, bunu Kitap'ta İmam Muhammed
zikretmemiştir. O zaman zahir odur ki, onun hükmü, semenin
kabzedilmemesindeki hükümdür.
Eğer satıcı kabzı ikrar ediyorsa, müşteri de bina elinde
olduğu halde daha fazlasını iddia ediyorsa,
satıcı önce evvela
semenin miktarını son-ra kabzı ikrar eder veya bunun
aksine önce kabzı, sonra
semenin mik-tarını ikrar eder. Eğer birincisi
olursa, yine önce semenin
miktarını, son-ra kabzı ikrar
ederse mesela binayı ona bin liraya sattığını ve
parayı aldığını söylemesi gibi, şüf'a hakkı sahibi
o
bin liraya
alır. Zira satıcı şüf'anın taalluk ettiği miktarla satımını ikrar etmeye
başlamıştır. Sonra da
kabzettiğini
söylemiştir. O zaman satıcı şüf'a hakkı sahibinin
semen-den olan ikrarına taalluk eden
hakkını
düşürmüştür. Zira bu tahakkuk ettiği takdirde o zaman akitten yabancı hale gelmiş olur.
Zira onun
mülkü yoktur. O zaman da müşterinin iddia
ettiği fiyatla alınır. Zira anifen geçtiği
gibi,
semen eğer kabzedilmiş ise, şüf'a hakkı sahibi müş-terinin dediği ile alır. Satıcı
için de şüf'a hakkı
sahibinin hakkını iskat etmek yoktur. Çünkü o zaman o, kabız ikrarı üzerine reddolunur.
Eğer ikincisi olursa, yani satıcı önce kabzettiğini, meselâ bin lira olan semeni kabzettiğini söylerse,
o zaman onun
sözüne şüf'a hakkı sa-hibi iltifat etmez. Müşterinin dediği ile alır. Çünkü satıcının
semeni kabzettiğini ikrar etmesi onu yabancı haline getirmiştir. Artık semenin mik-tarındaki sözüne
itibar edilemez. İnâye.
«Satıcının
dediği fiyatla ilh...» Zira
satım akdinin feshi şüf'a hakkı sahibinin
hakkının bâtıl olmasını
gerektirmez.
Ama satıcıya iddia ettiği fiyat
üzerine yemin teklif edilir mi? Uygun olan yemin
teklif
edilmeme-sidir. Zira bir defa yemin etmiştir. İtkanî, İsbicabî'den.
«Satıcı semenin bir kısmını müşteri için
düşmüşse ilh...» Yani satı-cı semenin bazısını müşteriden
düşmüşse. O halde eğer satıcının satışla vekili
semenin bir kısmını müşteriden düşerse, aktin
aslına iltihak etmez. O zaman da bu düşme şüf'a
hakkı sahibi hakkında zahir olmaz. Eşbah. Eğer
vekilin
düşmesi sahih olmuş olsa, müşteri borçtan kurtulur. Çünkü vekil, düştüğü meblağın
zaminidir. O
da başlangıçtan hibe gibi olur. Ni-tekim bunu Hamevî açıklamıştır.
«Şüf'a hakkı sahibi kalan kısmı ile şüf'ayı
alır ilh...» Veya şüf'a hak-kı sahibi müşteriye semeni
tam
vermiş ise.
vermiş olduğu ziyade ile müşteriye rücu eder.
Azmiye'de olduğu gibi.
«Kabzından
sonra yapılırsa ilh...» Yani satıcı semeni kabzettikten
sonra bir kısmını hibe ederse, o
zaman şüf'a hakkı sahibi
hakkında bu hibe zahir olmaz. Çünkü teslim etmekle
ayn olmuştur. Şüf'a
hakkı sa-hibi artık geriye birşey isteyemez. Ama kabızdan önce ise, o zaman şüf'a hakkı sahibi
vermiş olduğu
fazlalığı geri alma talebinde bulunur. Çünkü o, müşterinin zimmetindeki bir deynin
hibesidir. Şerhu Tenvîri'l-Ezhân.
Hamevî diyor ki: «Şu
kaldı ki, hibenin bazısı ile kaydedilmesinden anlaşılıyor
ki eğer satıcı fiyatın
hepsini
müşteriye hibe ederse, o hibe şüf'a hakkı sahibi
için mutlaka zahir olmaz. O zaman şüf'a
hakkı sahibi satıcı ile müşteri arasında
konuşulan fiyatla mı, yoksa kıymetiyle mi alır?
Bu konuda
ben açık bir nakil görmedim. Zahiriye'de, «Birisi bin liraya bir bina satmış olsa, o bin lirayı
müşterisine
tasadduk etse, şüf'a hakkı sahibi o
binayı kıymetiyle alır. Ancak bu tasadduk kabızdan
sonra olursa, değil» denilmiştir. İşte buna kıyasla denilebilir ki, eğer
kabzetmezden önce semenin
hepsini
müşteriye hibe ederse, şüf'a hakkı sahibi kıy-metiyle alır. Yok eğer kabızdan hibe
ederse,
semenle alır. Özetle.
Ben derim ki: Ben Muhît'ten naklen Tatarhâniye'de
özetle şunu gördüm: «Fiyat düşürmek,
hibe
veya ibra etmek, eğer kabızdan önce
olursa, bakılır: Eğer semenin
bazısında ise, şüf'a hakkı sahibi
için de
za-hir olur. Eğer hepsinde olursa, zahir olmaz. Ama eğer kabızdan sonra olursa, fiyat
düşmek ve
hibe yine bu ayrıntı üzeredir. Hepsinden veya
bazısından ibraya gelince,
zaten o geçerli
değildir.
Kuhistanî de bunu be-nimsemiştir.
Düşünülsün.
«Ama satıcı
semenin hepsini düşürse veya artırsa,
bunlar şüf'a sa-hibi hakkında zahir olmazlar
ilh...» Ama
fiyatın hepsini düşürmek neden zehir olmuyor? Çünkü o aktin
aslına bitişmemektedir.
Yoksa, akit semensiz kalır.
Bu da bâtıl değil, fasittir. Dürer'de buna muhalefet edil-miştir. Çünkü
fasit akitte
şüf'a yoktur. Nitekim ileride
gelecektir. Şu kadarı var ki fiyatın hepsini düşürmek,
müşteri hakkında açık olur. Kuhistanî.
Fiyatın artırılmasına gelince, zira eğer
ziyade
aktin aslına dahil olmuş bulunsa, o zaman şüf'a
sahibinin hakkı ibtal edilmiş olur. Çünkü şüf'a sahibi
akarı almayı artırmadan önceki fiyatla
hak
etmiştir.
Burada ziyadeden maksat, semendeki artıştır.
Ama satılandaki artışa
gelince, o şüf'a sahibi hakkında da açık
olur. Nitekim sarih de yakında Kınye
adlı eserden naklen bunu zikredecektir. Çünkü
mebideki ziyade fiyatı düşürme kabilindendir. Fiyat
düşürmek ise. şüf'a sahibi hakkında da
açıktır.
«Yarısını
ilh...» Buradaki yarı sırf bir kayıt
değildir. Cevhere'de denilmiştir ki: «Bu aktin aslına dahil
olmama eğer fiyatın
hepsini bir kelimey-le düşürürsedir. Ama eğer bunu birkaç kelime ile
düşürürse,
şüf'a hakkı sahibi o zaman en son
düşürdüğü fiyatla alır.» T.
Ben derim ki: Bunun şekli şudur: Satıcının her düşürdüğünde
semen, kalan kısım olur. Eğer geri
kalan kısmın hepsini düşürürse, o da semenin hepsini
düşmek olur. Burada semenin hepsi de geri
kalan kısmıdır. Şüf'a hakkı sahibi de akarı o geri kalan kısımla
alır.
«Eğer şüf'a hakkı sahibi
bilse ilh...» Sarih bu sözüyle
şüf'a hakkı sahibinin şüf'ayı
almasından önce
bilmesi ile sonra bilmesi arasındaki bir fark
olmadığına işaret etmektedir. Tebyîn'de olduğu gibi.
«Nasıl ki bin liraya satsa ilh...» Yani yine
ona şüf'a hakkı vardır. Zira ânifen biz bunun şeklini
zikrettik.
Ama şüf'a hakkı sahibi satıcının
ziyadeleştirdiği meta veya cariyeyi
de alabilir mi?
Fakihlerin
bazısı bu meselede hiçbirşey söylememiştir. Sonra ben Nihâye sahibinin şöyle de-diğini
gördüm:
«Binayı semenden alan hisseyle alır.»
Bu görüş. Meliki'nin Mecma' şerhinde olan sözüne
aykırı değildir. Melikî'nin sözü
şudur: «Adam bir akan akarda çalışan hayvan
ve kuleleriyle birlikte
satsa, aka-ra teb'an bunların hepsinde şüf'a sabit
olur.» Çünkü burada maksat yer,
çiftçiler ve çiftlik
âletidir. O zaman tabi oluş gerçekleşir. Çünkü yerden maksat olan şey mevcuttur.
Bundan ötürü
böyle bir yerde köle ve hay-vanları yere teb'an vakfetmek de
geçerlidir. Nitekim bu mesele yerinde
geçti.
Ama bina ile birlikte câriye ve emtia bunun
aksinedir. Bana üstün gelen görüş budur.
»Şarap gibi
hükmen de olsa ilh...» Musannif eğer
burada; «hükmen de olsa» kelimesini
«Eğer
kıymetli
birşeyle satılmışsa, o zaman
satın alma vaktindeki kıymetiyle alır»
sözünden sonra
zikretseydi,
H.nin «Bu şarabın müslüman hakkında hükmen misli olmasının ve şefinin şarabın
misli
ile olmasını gerektirir» itirazından salim
olurdu. Halbuki hiç de öyle değildir.
Şarap ile satılmış bir
akarı şüf'a sahibi şarabın
kıymeti ile alır. Çünkü şarap gerçekten mislidir. Müslümanın hakkında ise
hükmen
kıy-meti takdir edilen şeylerdendir. İbni Kemal'e
göre ise hiç itiraz edilemez. Çünkü İbni
Kemal şöyle
demektedir: «Misli olan birşeyle
satılan bir akarı şüf'a sahibi gerçekten veya hükmen
misli olan
bir baha ile alır. Çünkü misliyattan bazıları misli olmayana dahil olur. Şarabın
müslüman
hak-kında misli olmayana dahil olması gibi.» Özetle. O zaman İbni Kemal'in
«Hakikaten veya
hükmen» sözü
herhangi birşey! meseleye dahil etmek için değil, hariç bırakmak içindir.
«Kıymetiyle
alır ilh...» Yani şüf'a yoluyla aldığı tarihteki kıymetiyle
değil, müşterinin satın aldığı
tarihteki
kıymeti ile alır. Zahîre'de olduğu
gibi. Kuhistani.
«Vadeli satışla satılan
ilh...» Yani vakti bilinen bir vade
ile satılsa. Yoksa satım akdi fasittir. Fasit
satım akdinde de şüf'a yoktur. Miraç.
Sarih bu meseleye babın sonunda dikkat çekecektir.
«O fiyatı
peşin ödeyerek alır ilh...» Çünkü vade bir şartla sabit ol-muştur. Şüf'a sahibi ile satıcı
arasında da şart olmaz. Sonra eğer şüf'a sahibi
şüf'ayı peşin para ile satıcıdan alırsa, müşteriden
semen düşer. Zira yukarıda geçtiği gibi, şüf'a sahibinin şüf'a davasını kazanması ile
müşteri
hakkındaki satım akdi münfesih olur. Şüf'a hakkı
sahibi eğer peşin para ile müşteriden alırsa, o
zaman satıcı müşteriye yine vadeli semenle
rücu eder. Zira satıcı ile müşteri arasında cereyan eden
şart şüf'a sahibinin şüf'a ile binayı alması ile bâtıl olmaz. Hidâye.
«Veya hâlen
şüf'ayı taleb eder ilh...» Yani şüf'a
sahibi peşin para ile almakla,
hâlen şüf'ayı taleb
edip vadesi
dolduğunda almak arasında muhayyerdir.
«Peşine çeviremez ilh...» Mülteka'da da hüküm böyledir. Burada bundan maksat eğer şüf'a
sahibi
peşin parayla
satıcıdan değil, müşte-riden alırsa, satıcı
parasını müşteriden peşinen alamaz
demektir.
Nitekim biz bunu anifen takdim ettik.
«Sofasında sükut ederek ilh...» Bu görüş musannifin, «peşinen
ta-leb etme» sözünün sonucudur.
«Şüf'ası bâtıl olur ilh...» Zira onun hakkı sabitti.
Hakkının sübutun-dan dolayı şüf'a sahibi peşinen
almaya da hak
kazanmıştır. Zira eğer hakkı sabit
olmasaydı peşinen alma hakkına da sahip
olmazdı.
Şüf'a hak-kının sübutundan sonra talebten sükut etmek ise şüf'ayı bâtıl kılar. Zey-laî ve
Dürer.
Zeylaî ve Dürer'de olanda bir görüş vardır. Zira bu taleb mülk edin-me talebidir. Bu talebi akarın
satış
vadesine tehir etmek ne Ebû Hani-fe'ye
göre -çünkü Ebû Harrife ona bir vakit
takdir
etmemiştir-,
ne de İmam Muhammed'e göre -çünkü o da bir ay
vade takdir etmiştir- Şüf'ayı bâtıl
kılmaz.
Şurunbulâfiye. -
Bu itirazın
cevabında «Talebten maksat muvasebe talebidir» denil-se, bunu da musannifin «Zira
şüf'a
sahibinin hakkı sabit olmuştur» sözü men eder. Çünkü bu söz talebten maksadın
mülk
edinme talebi
olduğu-nu gösterir. Ebussuııd.
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin «bir görüş vardır» sözü
illetlidir. Ve-rilen cevap ise makbuldür.
Çünkü şüf'a
sahibine şüf'anm sübutu satış-tan sonra ve iki talebten sonra tekarrür eder. Nitekim
metinde de bu
geçti. Öyleyse şüf'a edilen malın satımı
sadır olsa, şüf'a sahibinin onda şüf'a hakkı
sabit olur.
Sonra satışı bildiği halde muvasebe talebi yapma-sa, şüf'ası bâtıl olur. Çünkü hakkının
sübutundan
sonra susmuştur. Bu geçen itirazın menşei de sübut ve istikrar kelimelerini
birbirinden
ayırdetmedir. Düşünülsün.
«Şarabın misliyle,
domuzun kıymetiyle ilh...» O zaman akar eğer ölmüş bir hayvan leşiyle
satılmışsa, onda şüf'a yoktur. Ancak, eğer
zımmîler ölmüş hayvanı mal kabul
ediyorlarsa, o zaman
olur. İtkanî.
«Şüf'a sahibi zımmî olurlarsa ilh...» Pasaportlunun
hükmü de zımmî gibidir. Ama mürted ister
öldürülsün,
ister ölsün, ister darü'l-harbe sığınsın, zımmî gibi değildir. Bunda İmameyne
hilaf
vardır. Onun
varisle-rine de şüf'a sabit olmaz. Ama eğer birşey satın almış olsa, irtidadından dolayı
öldürülmüş
olsa, satın aldığı şeyde
şüf'a sahibinin şüf'a hakkı bâtıl olmaz. Çünkü şüf'a onun
mülkünden
çıkma ile ilgili bulunur.
Bir müslüman
darü'l-Harbte bir bina satın almış olsa,
onun şüf'a hakkı sahibi müslüman olsa bile
şüf'a hakkı yoktur.
Çünkü bizim hüküm-lerimiz
darü'l-harbte câri değildir. İtkanî.
«Yukarda
geçtiği gibi ilh...» Yani gasb kitabında. Zira musannif gasb kitabında,
«Bizim hakkımızda
şarap hükmen kıymet takdir edilen şeyler-dendir»
demiştir. Veya musannifin anifen gecen
«şarap
gibi hükmen
de olsa» sözünde.
«Şüf'a hakkı sahibi eğer müslüman ise ilh...»
Eğer birisi müslüman, diğeri kâfir iki şüf'a sahibi
varsa, yarısı müslümana, şarabın kıymetinin yarısı ile,
diğer yarısı da kâfire şarabın mislinin yarısı
ile verilir.
İtkanî.
İtkani'de
şöyle denilmektedir: «Eğer adam şarapla
şüf'ayı almadan önce müslüman olursa,
şüf'a
bâtıl olmaz,
o adam asıl müslüman gibi olur. Eğer
alan veya satandan birisi müslüman olursa,
şarap henüz kabzedilmemiş ise, ister bina
kabzedilsin ister edilmesin satım akdi bozu-lur. Ama
şüf'a bâtıl
olmaz. Çünkü satımın infisahı, satımı bâtıl kılmaz.»
«Sonra
domuzun kıymeti ilh...» Bu takdir edilecek
bir sorunun ce-vabıdır. Soru
şöyledir: Aşır
bahsinde
geçti ki, şaraptan öşür alınır. Yani şarabın kıymetinden öşür alınır. Ama domuzdan
alınmaz.
Çünkü domuz kıyemîdir. Kıyemî şeyin
kıymeti de aynı gibidir. Bu sorunun
cevabı da açıktır.
Sonra sarih, aşır bahsinde
Sadî'den bu cevaptan başka başka bir cevabı zikretmiştir. Sarihin cevabı
şudur: Eğer şüf'a sahibi domuzun kıymeti ile almamış olsa,
onun hakkı aslından bâtıl
olur. O zaman
da o onun hakkında
zaruret olur. Zaruret yerleri de
istisna edilmiştir.
«Aşır bahsinde geçen bunun aksinedir
ilh...» Zira aşır, şaraptan öşür alır ama domuzdan değil. Sen
anla. Bundan
başka birşey söylenirse, o kelâm
koymasıdır.
«Müslüman
olan bir zımmiye ilh...» Bahır'ın
aşır babında Kâfi adlı eserden naklen
şöyle birşey
vardır:
«Şarabın ve domuzun kıymeti zim-met ehline müracaatla bilinir»
«Eğer ihtilaf
etseler ilh...» Yani şüf'a sahibi
ile müşteri kıymette ihtilaf etseler.
«Muteber söz
müşterinindir ilh...» İnaye'de
şöyle denilmektedir: «Se-menin meblağında ihtilaf
ettiklerinde
söz nasıl müşterinin ise, burada da öyle söz müşterinindir.»
«Nitekim gasb bahsinde geçti ilh...» Zira bina ile
dikilen ağacın kıy-meti
sökülmeye müstahık halde
sökme ücreti kadar sökülmüş şekildeki
kıymetinden daha azdır. T.
«Boyasa ilh...» Bu söz, bina ile boya arasındaki
fark için zikredilmiş-tir. Uygun
olan, musannifin bu
sözü ileride
gelecek «Eğer şefi müşteriye bina ve ağacın sökülmesini teklif
ederse...» sözünden
sonra zikretme-siydi.
Zira boya ile bina arasındaki
muhalefet bu cihettendir.
«Birçok kireçle kireçlemiş
olsa ilh...» Bu söz Zahidî'nin ifadesinden değildir. Belki
bunu Remlî
Zahidî'nin
ifadesinden sonra, «Ben diyorum
ki, Zahidî'nin bu ifadesi üzerine, eğer müşteri binayı
birçok kireçle kireç-kireçlese ilh...»
şeklinde zikretmiştir.
«Çünkü boyayı
bozmak çok zordur ilh...» Bu söz, takdir edilecek bir sözün illetidir.
Takdir edilecek
söz şudur:
Yani müşteriye alıp boyamış olduğu bina boyasını
bozması teklif edilemez. Çünkü
kıymet edecek
bir şekilde boyayı binadan sökmek güçtür.
«Bu konu
gelecektir ilh...» Yani musannif şüf'a kitabının sonundaki fer'î meselelerde «müşteri
binayı boyarsa»
sözü ile başlayarak zikredecektir.
METİN
Müşteri almış
olduğu akarda bina yapsa
veya ağaç dikse, veya şüf'a sahibi müşteriye bina ile ağacı
kaldırmasını söylese, hüküm geçtiği gi-bidir. Ancak
kaldırmak yere bir noksanlık
getirirse, o
takdirde
şüf'a sahibi o akarı bina ve ağacın sökülmüş şekildeki
kıymetiyle birlikte alır. Ebû
Yûsuf'tan şefî
dilerse akarı bahasıyla, yapılan
bina ve dikilen ağacı da kıymetleriyle
alacağı veya
terkedeceği rivayet
edilmiştir. İmam Şafiî ve Mâlik de Ebû Yûsuf'un dediği gibi hükmetmişlerdir.
Biz Ebû Yûsuf
ile Şafiî ve Mâlik'e cevaben deriz ki,
müşteri başka-sının hakkının daha kuvvetli
olduğu yerde bina yapmıştır. Bundan ötürü de
hakkı daha kuvvetli olan kimse
müşteriye tekaddüm
eder ve binayı yıkar.
Şüf'a sahibi müşterinin bütün tasarruflarını nasıl yıkarsa. Hatta müşteri aldığı
mülkü
vakfetse, üzerinde mescid yapsa, kabir
yeri yapsa veya hibe etse, şüf'a
hakkı sahibi bunların
hepsini nakzeder. Zeylaî ve
Zahidi.
Ekine gelince, müşteri aldığı tarlayı ekerse, şüf'a
sahibi davasıyla tarlayı hak ettiği
takdirde
istihsanen o
ekin sökülmez. Çünkü ekinin bi-linen bir sonu vardır. Ekin ücret karşılığı
tarlada kalır.
Şüf'a sahibi
yalnız semenle rücu eder, eğer mülkü şüf'a ile almışsa. Sonra bina yapar
veya ağaç
diker sonra da şüf'a ile aldığı yer başkasının istihkakı
çıkar-sa, hiçkimseye bina ve ağacın kıymeti
ile rücu edemez. Çünkü aldatılmamıştır. Ama müşteri bunun aksinedir.
Bina kimsenin müdahalesi olmadan yıkılırsa, veya
ağaç kurursa, şüf'a hakkı sahibi
yine şüf'ayı
semenin hepsiyle
alır. Çünkü asıl şudur: Semen asla
tekabül eder, vasfa değil. Bina veya
ağaç
vasıftırlar.
Bu hü-küm, eğer binanın yıkılmasında veya ağacın kurumasında enkaz ve ağaçtan hiçbir
şey
kalmamışsa, böyledir. Eğer yıkılan bina veya
kuruyan ağaçtan birşey kalmışsa, müşteri
de onu
almışsa, onun hissesi semen-den düşer. Çünkü o
yerden ayrıldığından artık yere tabi
değildir. O
za-man semen
binanın akit günündeki kıymeti,
enkazın da müşterinin aldığı günün kıymeti üzerine
taksim edilir. Zeylaî.
Ben derim ki: Eğer müşteri o enkazı veya kuruyan
ağaçları almaz-sa, yani helak
olurlarsa o zaman
semenden hiçbir şey düşmez. Çünkü müşteri onları hapsetmemiştir. Yine o enkaz ve ağaç
tabilerdendir.
Tabi olanlara da semenden hiçbir şey tekabül etmez.
Şüf'a ile aldığından pazarlık şefiye dönmüştür. Aldığı
şüf'aya teban dahil olan şey de kabızdan önce
helak
olmuştur. Öyleyse onun misliyle
hiçbir şey semenden düşmez. Bunu
şeyhimiz demiştir.
Ama bunun
aksine yerden bazısı helak
olsa, meselâ su götürmüş olsa, onun hissesi
kadar
semenden
düşülür. Çünkü burada yok olan as-lın
bazısıdır. Zeylaî.
Şüf'a hakkı sahibi eğer müşteri binayı yıkmış
ise, arsaya düşen kıy-met hissesi ile
arsayı alır.
Çünkü müşteri
itlafı kasdetmiştir. Birincisinde ise
afet semavidir. O zaman semen
yer ile akit
günündeki
binanın kıy-meti üzerine taksim edilir.
Ama bina kendiliğinden yıkılırsa, bunun aksinedir. Yukarıda geçtiği gibi o zaman o cinsi ile
kıymetlendirilir.
Yabancının yıkması da müş-terinin yıkması gibidir. Yıkılan enkaz müşterinindir.
Şüf'a hakkı sahibinin onu alma hakkı yoktur. Çünkü yıkılıp
yerden ayrılmakla onun yere
tabi olması
son
bulmuştur.
Şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı istihsanen meyvesi ile
alır. Çünkü meyve ağaca bitişiktir. Müşteri bir yeri
hurma ağaçlan ve meyveleriyle birlikte alsa veya ağaçlan aldıktan sonra elinde iken meyve verse,
şüf'a hakkı sahibi meyve ağaca tabi
olduğundan ağacı meyvesiyle
birlikte alır. Müşteri meyveleri
toplarsa
şüf'a hakkı sahibi artık onu alamaz. Çünkü onlar ağaçtan
ayrılmakla yukarıda geçtiği gibi.
tabiyeti yok
olmuştur.
Veya
müşterinin aldığı ağacın meyveleri semavî bir âfetle helak ol-sa, birincisinde meyvelerin
semenden olan hissesi
düşer. İkincisinde ise semenin hepsi ile alır. Çünkü meyveler kabızdan
sonra meydana
gelmiş-tir.
Şüf'a, şüf'a
sahibine hükmedilse, şüf'a sahibi, şüf'ayı terketme hak-kına sahip
değildir. Şerh-i
Vehbaniye.
Çünkü pazarlık ona dönmüştür. Ama hükümden önce bunun aksine dilerse şüf'ayı
terkedebilir.
Fasit satım akdinde şüf'a talebi, ulemanın ittifakı
ile satıcının hakkı akardan kesildiği
vakit yapılır.
Karşılık olarak birşeyin şart koşulduğu hibede, hibe ile karşılığında şüyu da olmasa, şüf'a taleb
etme vakti,
her iki tarafın da kabz vaktidir.
Fuzulinin
satım akdinde veya satıcının muhayyer satışı ile yaptığı satışla şüf'ayı taleb etme
vakti
Ebû Yûsuf'a
göre satış vaktidir. İmam Muhammed'e
göre satıma icazet verdikleri vakittir. Müşterinin
muhay-yerliği
ile satılan bir satım akdinde ise şüf'a taleb vakti,
imamların itti-fakı ile satış
vaktidir.
Müctebâ.
Komşuluk yoluyla şüf'ayı caiz görmeyen kimse, Şafiî
gibi, şüf'aya inanan hâkimden şüf'ayı
taleb
etse, hâkim ona şüf'anın vücubuna inanıp inanmadığını sorar. Eğer inandığını söylerse, hâkim ona
şüf'a ile
hük-meder. Ama eğer inanmadığını
söylerse, o zaman ona şüf'a ile hükme-dilmez. Minye ve
Bezzâziye.
PRATİK MESELELER: Şüf'a sahibi hakim o görüşte
olmadığı için şüf'anın icabını tehir etse,
mazurdur.
Hüküm, eğer hakimden müşterinin hazır olmasını istese, hâkim de kaçınsa yine böyledir.
Ama
Yahudilerin Cumartesi günleri bunun
aksinedir. Nitekim gelecektir.
Birisi yüz
liraya bir yer satın alsa, onun
toprağını kaldırarak yüz
li-raya satsa, sonra şüf'a ile onu
almış olsa, onu elli liraya alır. Çünkü onun semeni aldığı günün toprağı kaldırmadan önceki
fiyatı ile
sattığı
toprağın kıymeti üzerine taksim edilir.
Bunların ikisi eşittir. O zaman onun yarısını verir.
Adam toprağını
sattıktan sonra yeniden toprak ile doldurursa, bunun hükmü değişmez.
Yine yarı
fiyatına alır. Müşteriye, doldurduğu
toprağı kaldırıp götürmesi
söylenebilir. Havi-i Zahidi.
Havi-i
Zahidî'de şöyle denilmektedir. «Hasat vaktinde ödemek üze-re bir bina satın alsa, şüf'a sahibi
semeni acilen verip şüf'a yoluyla onu alamaz. Çünkü müşteri onu fasit satımla
mülk edinmiştir.»
Ben derim ki: İleride geleceği
gibi fasit satım akdi ile satılan yerde, kabızdan sonra da olsa,
şüf'a
yoktur. Çünkü
feshetme ihtimali vardır. Evet, eğer
bina veya benzeri birşey
yapmakla fesih hakkı
düşerse, o za-man şüf'a sabit olur.
Mebsut'ta
şöyle denilmektedir: «Karşılık şartı ile yapılan hibede, mülk hibede, mülk hibe edilen
kişiye ancak
semenin hepsinin kabzı ile sabit olur. O halde birisi
diğerine bin dirhem ivaz
karşılığında bir bina hibe etse, ivazlardan birisini kabzetse,
sonra şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı teslim
etse, bâtıl
olur. Ta ki^/diğer ivaz kabzedilene kadar.
Diğer ivaz da kabzedildiği zaman
şüf'a sahibi
şüf'a ile binayı
alır.
«Ancak kaldırmak...
Ebû Yûsuf'tan rivayet edilmiştir ilh...» Bu ifa-de kitabın
bazı nüshalarında
mevcuttur. T.
diyor ki: «Bu görüş hazfedilen bir sözden
istisna edilmiştir. İfadenin takdiri şöyledir:
Müşteri
dikmiş olduğu ağaç ve binanın satışı
üzerine zorlanmaz. Ancak
onları sökmek bir noksanlık
getirirse, o
zaman zorlanır.»
Ben derim ki: İtkanî'nin sözü de T. nin sözünü teyid etmektedir. Çünkü İtkanî şöyle demektedir:
«Hâkim müşteriye
yapmış olduğu bina veya dikmiş olduğu
ağacı kaldırmasını emreder. Ancak
kaldırmak yere
nok-sanlık getirirse, o zaman emretmez...»
«Şüf'a sahibi alır ilh...» Yani şüf'a sahibi yeri müşteriyi zorlayarak alır.
«Bina ve
ağacın kıymetiyle ilh.:.» Burada en açığı, Nihâye'nin «Bina ve diktiği ağaçların
kıymetiyle...» sözüdür.
«Sökülmüş şekildeki ilh...»
Yani sökülmeye müstahık olmuş
şekil-deki. Buna da musannifin «sabit
olmayan» sözü
delâlet eder. T.
«Ebû
Yûsuf'tan ilh...» Yani metindeki meselede. O zaman
müşteriye sökme teklifi yapılmaz. Çünkü
sökme bina ve
ağaçta adet değildir. Çünkü onda müşterinin mülkü satın alma ile sabittir.
O zaman
düşmanlık
hükmünden olan söktürmekle müşteriye muamele edilmez.
«Bina ve
dikilen ağacı da kıymetleriyle ilh...» Yani bina ve ağacın sökülmemiş
haldeki kıymetleriyle
onları alır. Nihâye,
Şerh-i Tahavî'den.
«Bundan ötürü
ilh...» Yani başkasının hakkı ki burada başkası şüf'a
sahibidir. Daha kuvvetli
olduğundan
müşteriye takdim edilir ve o söker.
«Ekin ücret karşılığı tarlada kalır ilh...»
Yani hem şüf'a sahibi, hem de müşteri tarafına riayet edilir.
Nitekim
Zeylaî de açıklamıştır.
Tahavî
şerhinden naklen İtkanî'nin ifadesi de şöyledir: «İcma ile müşteriye ekini sökmek üzere
zorlanmaz.
Belki ekinin yetişme vaktine kadar
ona mühlet verilir, sonra tarlanın şüf'a sahibine şüf'a
olarak
verilmesine hükmedilir.»
İtkanî'nin
ifadesinin gereği, eğer yer
müşterinin mülkiyetinden çıkmamışsa, ücret de vermez.
Zira
henüz şüf'a
ile hükmedilmemiştir. Dü-şünülsün.
Sâyıhanî de
diyor ki: «Makdisî'de olan şudur:
«Şüf'a taleb edilen tarlayı müşteri ekmişse, ücretsiz
olarak tarla onun elinde bırakılır. Ebû Yûsuf'tan da ücretle
terkedileceği rivayet edilmiştir.»
Ben derim kî: Makdisî'de olanın misli Tatarhâniye'de
de mevcuttur.
«Hiç kimseye
bina ve ağacın kıymeti ile rücu edemez ilh...» Yani
on-ların kıymetlerinin noksanı ile.
Ebû Yûsuf'tan
onların kıymeti ile rücu ede-ceği rivayet edilmiştir.
«Hiçkimseye
ilh...» Yani ister satıcıdan, ister müşteriden teslim al-sın. T.
«Çünkü
aldatılmamıştır ilh...» Zira şüf'a yoluyla zorla almıştır.
Nite- kim yukarıda geçti.
«Ama müşteri bunun aksinedir ilh...» Yani
müşteri bir akarı alıp üzerine bina yaptıktan sonra
başkasının istihkakı çıksa satıcıya rücu ederek binaya yapmış
olduğu masrafı alır. Çünkü akitte
satıcı onu
mağ-dur etmiştir. Dolayısıyla müşteri zararıyla satıcıya rücu
eder.
«Semenin hepsiyle
alır ilh...» Yani birisi bir bina alsa, bina yıkılsa veya
bahçe alsa, ağaçlar kurusa,
bir diğeri
şüf'a yoluyla onları mülk edinse, binayı veya bahçeyi semenin hepsiyle alır. Zira bina ile
ağaç yere
tabidirler. Minah.
«Vasfa dahil ilh...» Alan kimse onun vasfının
telefini kasdetmedikçe. Eğer o vasfı kasten telef
ederse, o zaman o vasfın karşılığı semenden düşülür. Nitekim ileride gelecektir. Rahmeti.
Uygun olan, burada vasıf değil «tabi» demesiydi. Çünkü bina ve ağaç dar ve
bahçenin vasfı
değillerdir.
Ama kurumak bir vasıftır.
Tebyîn'de şöyle denilmektedir: «Zira onlar yere tabidirler. Hatta on-lar zikredilmeseler
dahi yine de
satışa dahildirler. O zaman onlara se-menden
birşey tekabül etmez. Bundan ötürü beyan
etmeksizin bu
suret-te bunlar murabaha yoluyla da satılırlar.» T.
«Artık yere tabi değildir ilh...» Bu görüş, «semenden
hissesi düşer» sözünün gerekçesidir.
T.
Bu da
müşterinin yanında kalmış mevcut bir
malın aynıdır. Zeylaî.
«Şüf'aya
teban dahil olan şey de kabızdan önce helak
olmuştur ilh...»
Yani o enkaz
ve kuruyan ağaç yere tabi olan şeylerdendirler* Pazarlık do şüf'a sahibine dönmüştür,
öyleyse, aslın şüf'a sahibinin mülküne gir-mesinden sonra, kabızdan önce helak
olmuştur. Sen anla.
Eğer denilse ki, Zeylaî'den şu zikredildi: «Şüf'a ile almak müşteriden satın almaktır. Eğer alışı
müşterinin
kabzından sonra ise. Yoksa, yan müşterinin kabzından önce satıcıdan almıştır. Zira
pazarlık ona dönmüş tür.» Bu Zeylaî'den tekaddüm edenin
gerektirdiği yine müşterinin enkaz dan
aldığı şeyin
fiyatının düşmemesidir. Çünkü müşterinin onu alışı, şüf'a sahibinin satın almasından
vs kabzından
öncedir. O zaman şüf'a sahibi-nin aldığı satılana teb'an dahil olmaz.
Buna cevaben
derim ki: Yine yukarıda zikredildi
ki, şüf'a, şüf'a edi-len parçanın müşterinin üzerine
olan
maliyetle mülk edilmesidir. Eğer onun
hissesi semenden düşürülmezse öyle olmaz. Düşün.
Gelecek örnekte de böyle denilir.
«Çünkü burada
yok olan aslın bazısıdır ilh...» Bazı nüshalarda «zi-ra gaib olan aslın
bazısıdır»
yazılıdır. Bu
ifadelerin hepsi doğrudur. Zira «yok
olmak»tan maksat helak olandır. Gaibten maksat
da yine suda he-lak olandır. Şu kadarı
var ki uygun olan Zeylaî'de olan ifadedir. Sonra «Yok olan
aslın bazısıdır» ifadesi bu mesele ile geçen mesele arasındaki
muhalefetin yönünü açıklamaktadır.
«Eğer müşteri binayı
yıkmışsa ilh...» Ama eğer müşteri binayı yık-mamış, şu kadar
var ki, binayı bir
diğerine arsasız olarak
satmışsa, şüf'a sahibi o satım akdini bozar. Bahçe ve
diğer bitkilerin hükmü
de böyledir. Turî, Tatarhâniye'den.
«Çünkü
müşteri itlafı kasdetmiştir ilh...» Yani yere tabi olan bina ve ağaç gibi şeyler
bizzat
kasdedildikleri takdirde, helak olmaları
hâlinde onların değeri mülkün satış bedelinden düşer. T.
«Semen taksim edilir ilh...» Yani yere bina ile birlikte
kıymet takdir edilir ve bir de binasız olarak
kıymet takdir
edilir. Aralarındaki fiyat
farkı semenden düşülür. T.
Ben derim ki: Şüf'a sahibi ile müşteri binanın
kıymeti üzerinde ihti-laf etseler, söz
müşterinindir.
Eğer delil getirirlerse, İmam-ı Azama göre makbul olan delil şüf'a sahibinindir. İmameyne
göre ise,
makbul olan
de-li! müşterinin delilidir. Eğer yerin
kıymetinde ihtilaf ederlerse, o zaman
da bugünkü
kıymetine
göre alış kıymeti takdir edilir. Çünkü zahir
böyle olmasını gerektirir. Her kime böyle
şehadet edilirse, söz onundur. İtkanî.
«Ama bina kendiliğinden yıkılırsa, bunun aksinedir ilh...» Yani bu-nun aksine
bina kendiliğinden
yıkılsa, enkazı da müşteri alsa, o zaman
müşterinin aldığı günün kıymetine
itibar edilir. Nitekim
yukarıda geçti. Çünkü müşteri enkazı hapsetmesiyle şüf'a sahibine engel olmuştur. Bu yüzden
müşterinin
hapsettiği gündeki kıymeti takdir
edilerek düşülür. Düşünülsün.
«Çünkü meyve ağaca
bitişiktir ilh...» Bu istihsanın
delilidir. Kıyasa göre ise onun meyveyi
alma
hakkı yoktur.
Çünkü binaya konulan emtia gibi meyve
de ağaca tabi değildir. Minah.
İstihsanın şeklinin açıklaması şöyledir: O meyve ağaca bitişik olması bakımından
binadaki ev gibi
akara tâbidir. Hidâye.
«Meyveleriyle
ilh...» Yani alışta meyveleri de şart
koşarsa. Çünkü meyve satıma ancak
şartla dahil
olur. Çünkü
meyve yere tâbi değildir. Zeylaî.
«Aldıktan sonra elinde iken meyve verse
ilh...» Musannifin bu şekil-de kaydetmesi şunun içindir:
Zira müşterinin
kabzından önce, ağaçlar satıcının
elinde iken meyve vermiş olsa, sonra da
müşteri
kabzetmiş
ol-sa, o meyvenin semenden hissesi
olur. Nasıl ki, satın alma vaktinde
meyve mevcut
olsa, bahçenin fiyatı
yükselir. Kifâye.
«Müşteri meyveleri toplarsa ilh...» Müşteri
kelimesi burada bir kayıt
değildir. Satıcı veya yabancı bir
kimse de müşteri gibidirler. Gâyetü'l-Beyân'da
olduğu gibi.
«Şüfa sahibi artık onu alamaz ilh...» Yani her iki
fasılda da. Hidâye. Fasıllar şunlar: Müşterinin onu
meyveleriyle
birlikte alması veya müşte-rinin elinde iken meyve
vermesi. Her iki şekilde de şüf'a
sahibi o meyveleri alamaz.
«Yukarda
geçtiği gibi ilh...» Yani ânifen musannifin «yerden ayrıl-ması ile tabiiyet yok
olmuştur»
sözünde
geçmiştir. Açıktır ki, meyve bi-rinci durumda herne kadar yukarıda geçtiği gibi şartla
satıma dahil ise de, o meyvenin alınışı kasdi olmuşsa da, şu kadar var ki, onun şüf'aya girmesi
akara bitişik olması
itibariyle akara tabi olduğundandır. Nitekim biz bunu takdim ettik. Akardan
ayrılması ile
de onun akara olan tabiyeti yok olmuştur. O zaman meyvedeki şüf'a hakkı sakıt
olur.
Anla.
«Birincisinde meyvelerin
semenden olan hissesi düşer ilh...» Zira kasdî olarak meyve
de satışa
dahil edilmiştir. O zaman semenden ona da birşey
tekabül eder. Semenden ona tekabül eden kısım
akarın seme-ninden düşer. Hidâye.
«Çünkü meyveler kabızdan
sonra meydana gelmiştir ilh...» O
zaman o ancak yere teb'an mebî
olmuş olur.
Ona semenden birşey
de karşılık olmaz. Hidâye.
«Çünkü
pazarlık ona dönmüştür ilh...» Yani şer'i bir gerekçe olma-dan şüf'a
sahibinin münferiden
şüf'ayı iptal
etmesi caiz değildir. T.
«Ama hükümden önce bunun aksine ilh...» Musannif, «Şüf'a
karşı-lıklı rıza ile alınmakla
veya
hâkimin hükmü
ile mülk edinmedir» sözünü yukarıda
zikrettik. O zaman burada hüküm kelimesi bir
kayıt
değildir.
«Satıcının hakkı akardan
kesildiği vakit ilh...» Yani müşteri
aldığı arsada bina veya benzeri birşey
yapma gibi bir
tasarrufda bulunsa, satıcının hakkı kesilir. O zaman da şüf'a taleb edebilir. Nitekim
gelecektir.
«Karşılık olarak birşeyin şart koşulduğu
hibede ilh...» Yani akitte. Bu meselenin şekli şöyledir:
Adamın birşey! hibe edeceğini fakat buna karşılık
onun da kendisine birşey
vermesini söylemesi,
gibi.
Fakihler adam, «Şunu sana hibe ettim, şu karşılıkla» dese, bunun akdi olduğun-da icma
etmişlerdir. İtkanî.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer hibe ivaz şartı koşulmadan yapılırsa kendisine hibe edilen
adam bir karşılık verirse, onda şüf'a yoktur.»
«Hibe ile karşılığında şüyu da olmasa ilh...» Yani hibenin karşılığı da yine hibe gibi akar olursa. T.
diyor ki: «Eğer
ivaz şayi birşeyden olursa, bakılır: Eğer
hibe edilen taksim edilebilir birşeyse o
fasittir.
Eğer taksim edilebilir birşey değilse, o hibe sahihtir. Onda şüf'a da cereyan eder. Bu da
hibede
geçenin kıyasıdır.»
Gâyetü'l-Beyân'da
da şöyle denilmektedir: «Ashabımız demiştir ki: Adam bir ivazla binanın yarısını
hibe etse,
onda şüf'a yoktur. Çünkü tak-sim
olunabilen bir malda müşaın hibesi caiz değildir.»
«Her iki tarafın da kabz vaktidir ilh...» Öyleyse,
ivazlardan bir tane-si kabzedilmiş olsa, o zaman
şüf'a yoktur.
İtkanî.
Eğer diğerini
kabzetmeden onu teslim ederse,
o zaman o bâtıldır. Nitekim
sarih Mebsut'tan naklen
ileride zikredecektir. Bunun misli Mustasfa'dan
naklen Cevhere'de de mevcuttur.
Nihâye'de de şöyle denilmiştir: «Bize göre her iki tarafın da kabzı
gereklidir. Züfer buna muhalefet
etmiştir.
Bizim görüşümüze göre her iki taraf kabzedene kadar şüf'a yoktur. Züfer'in görüşüne göre
karşılıklı ka-bızdan önce de şüf'a sabittir.
Zira ona göre ivaz şartı ile yapılan
hibe başlangıçta da,
sonunda da
satım akdidir. Bize göre ise hibe, başlangıç-ta bir hayır, her iki taraftan kabızla ittisal
ettiği zaman
ise satım menzîlesindendir. Mebsut'ta da hüküm böyledir.»
Kuhistanî'de
Muhit'ten naklen şöyle denilmiştir: «Karşılıklı hibede
zahirü'r rivaye her iki tarafın kabz
vaktinde
taleb edilmesidir. O zaman Sâyıhanî'nin
Makdisî'den naklettiği «Bir rivayete
göre akit
vaktinde
şüf'a taleb edilir. Sahih olan da budur» sözü kapalıdır. Çünkü o Züfer'in sö-zü üzerine bina
edilmiştir.
Ben Hidâye'nin şerhlerinden ve
diğer kitap-lardan Züfer'in görüşünü
sahih göreni de
görmedim.
Düşün.»
«İmam
Muhammed'e göre satım akdine icazet verdikleri vakittir ilh...» Sahih olan da ancak
İmam
Muhammed'in
sözüdür. Nitekim sarih de gelecek babın
baş tarafında bunu zikredecektir; Bu
hususta bir
kelâm vardır ki sen bunu bileceksin.
«Hâkim ona sorar ilh...» Bezzâziye'de şöyle
denilmektedir: «Kitap-larda şüf'ayı kabul etmeyen bir
kimsenin şüf'ayı
caiz gören bir hâkim-den şüf'ayı
taleb etmesi zikredilmemiştir. Bu konuda bazı
âlimler «Kom-şulukla şüf'ayı caiz görmeyen kimseye
şüf'a ile hüküm verilmez. Çünkü o davasının
bâtıl
olduğunu gerekli görmektedir» demişlerdir. Bazı âlim-ler tarafından da,
«Hâkim ona şüf'anın
komşulukla
vücubuna inanıp inan-madığını sorar.
O da eğer evet derse, şüf'a ona hükmedilir. Eğer
inan-madığını
söylerse, hüküm verilmez» demişlerdir.
Halvânî diyor ki: «Sözlerin
en güzeli budur.»
«İnanmadığını
söylerse
ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi
şöyledir: «Eğer hayır derse, hüküm verilmez.»
Düşün.
«Şüf'a sahibi şüf'anın taleb teklifini tehir etse ilh...»
Yani hâkimin indinde isbatını. Zira hâkimden
şüf'a talebi
üçüncü talebtir ki, bu da mu-vasebe ve takrir talebinin isbatını da, tazammun eder. O
zaman icab keli-mesi yerinde kullanılmış olur. Bu hüküm, İmam Muhammed'in müftabih olan «Eğer
bir ay
özürsüz olarak şüf'a talebini tehir
ederse, şüf'ası bâtıl olur» sözü üzerine bina edilmiştir.
Nitekim
yukarıda geçti.
«Hâkim kaçınsa ilh...» Yani hâkim kaçınsa veya
onda şüf'a taleb edilen kimse kaçınsa. Bunu
Ebussuud
ifade etmiştir. T.
«Ama Yahudilerin cumartesileri bunun aksinedir
ilh...» Zira hâkim cumartesi de olmuş olsa,
Yahudiyi mahkemede hazır bulundurur. Hâki-min onu hazır ettirmesi şüf'a
eğer ondan taleb
edilmişsedir. Ama
eğer şüf'a onun için taleb ediliyorsa,
o zaman ifadenin manâsı, hâkimden ta-leb
edilir, herne kadar cumartesi
de olsa, olur. Bu hüküm, eğer cumar-tesi ayın sonu ise açık olur. Zira
ondan önce
şüf'ayı tehir etmek ittifakla şüf'ayı
ibtal etmez. Ancak eğer talebten maksat muvasebe
ve takrir
ta-lebi olursa, o zaman bâtıl olur. Sen düşün.
Hıristiyanların
pazar günü de Yahudilerin cumartesi
gününün hükmü gibidir. Nitekim bunu
Hamevî
ifade
etmiştir.
«Nitekim gelecektir ilh...» Şüf'a kitabının
sonunda, fer'i meselelerde gelecektir.
«Onu elli
Hraya alır ilh...» Bu mesele Hâniye'de
İbni Fazl'a nisbet edilmiştir. Ondan sonra da şöyle
denilmiştir: «Kadı Sadi, «Şefîden seme-nin yarısı atılmaz. Ancak şefiden yere
gelen noksanlığın
hissesi düşülür» demiştir.»
Hâniye'nin birincisini zikretmesinin
zahiri, ona itimad ettiğini gös-terir.
Nitekim onun âdeti böyledir.
«Çünkü onun
semeni ilh...» Bu talilin zahiri, onların her ikisinin de kıymeti akit vaktinde eşit
olmasıdır. O halde eğer kıymetleri birbirinden farklı olsa, o zaman şefinin şüf'ayı
elli liraya alması
belli olmaz.
Belki yerin bahası toprakla yerin
kıymetleri itibariyle taksim edilir. Sen düşün.
«Şüf'a sahibi şüf'a ile binayı alır ilh...». Çünkü her ikisi kabzettikleri
vakit karşılıklı ivazın inikat etme
vaktidir.
İşte bundan ötürü musannif her ikisinin
kabzına delâlet eden tekabuz kelimesiyle ifade
etmiştir. T.
METİN
Şüf'a kasden sabit olmaz. Ancak bir karşılıkla tamlik
edilen akarda sabit olur. O zaman bu tariften
hibe çıkar. O karşılığın
da mal olması gerekir. Bununla da tariften mehir çıkar. Karşılıkla temlik
edilen mülk
taksim edilmese dahi, onda .şüf'a
vardır. Bunda Şafiî'ye hilaf vardır. De-ğirmen gibi.
Yani
değirmenin binası değirmenle birlikte. Nihaye. Hamam, kuyu, taksimi mümkün
olmayan küçük
bir ev gibi
şeylerde şüf'a sabittir. Ama arzda
yani akar olmayan malda şüf'a yoktur. Gemide de şüf'a
yok-tur. İmam
Malik buna muhalefet etmiştir.
Ama arsasız olarak binada ve hurma bahçesinde
şüf'a yoktur. Ve-lev karar hakkı ile
satılmış olsun.
Bunda İbni
Kemal'in anladığına hilaf vardır.
Çünkü o menkule muhalefet etmiştir. Nitekim şeyhimiz
Remlî de
böyle ifade etmiştir.
Miras yoluyla intikal eden malda, sadaka edilen malda, bir karşılık şart koşulmayan
hibede ve
taksim edilen binada veya ücret edilen bir
akarda, hulu bedelinde, azat bedelinde veya kasten adam
öldürmede
sulh bedeli olarak alınan şeyde, mehir olarak verilen binadan şüf'a yok-tur. Herne kadar
taksim edilen bu binanın bazısı mal ile de karşılansa, yine
şüf'a yoktur. Çünkü bunda satım akdi
manâsı
tabidir, imameyn o binanın bazısı karşılığında alınan malda şüf'a vardır demişlerdir.
Satıcının
muhayerliği ile satılan binada, muhayyerliği düşene kadar şüf'a yoktur. Eğer muhayyerliği
düşerse, sağlam görüşe göre, muhay-yerliğin düştüğü vakitte taleb edilmesi halinde şüf'a sabit
olur. Bazı
âlimler tarafından da, «satım akdi
vaktinde taleb edilmesi halinde şüf'a sabit olur»
denilmiştir.
Bu söz sahih görülmüştür.
Fasit satım ile satılan bir binada da, feshi
düşmedikçe yine şüf'a yoktur. Ama
eğer fesih hakkı
düşerse, meselâ müşteri
o yerde bir bina yapsa, şüf'a sabit olur.
Görme, şart
ve ayıp muhayyerliklerinde
reddolunan bir binada da şüf'a
yoktur. Bu ayıp
muhayyerliğinde
reddolunan, yalnız hükümle reddolunmuşsa,
böyledir. Bunda musannifin Dürer'e
uyarak inandığına mu-halefet vardır.
Bir bina
satılsa, şüf'a teslim edilse,
sonra mebi görme ve şart mu-hayyerliği sebebiyle satıcıya geri
verilse, veya ayıp muhayyerliği sebebiy-le
hükümle satıcıya reddedilse, şüf'a
yoktur. Çünkü
bunların üçü
de sa-tım akdi değil, fesihtir. Ama
kabızdan sonra bir ayıp sebebiyle hüküm-süz olarak
reddedilirse veya
ikâle ile reddedilirse yukarıdakinin aksine o binada şüf'a vardır. Çünkü hâkimin
hükmü olmadan
ayıpla reddetmek ve ikâle başlangıçtaki satım akdi
menzîlesindedir.
Borca batık
durumda olan mezun köleye de şüf'a
olur. Borcunun rakabe ve kazancını ihata etmesi
şart
değildir. İbni Kemal, Şüf'a mezuna efendisinin mebiinde sabit olur. Efendi
için de mezun
kölesinin sattığı malda yine şüf'a sabittir. Zira şüf'a ile almak satın almak menzilesindedir. Mezun
kölenin
efendisinden, efendisinin de ondan mal alması caiz-dir.
Şüf'a asaleten veya
vekâleten alınan binada da hem vekil,
hem mü-vekkil için sabit olur. Bu sözün
ifadesi,
müşteri veya satın almaya vekil olan kimse binaya ortak olsa, o binanın üçüncü bir ortağı
da olsa, her ikisine de şüf'anın sabit olmasıdır.
Ama böyle bir binaya kendisi ortak
olsa, o binanın
bir de
komşusu olsa, ortakla birlikte komşuya şüf'a hakkı yoktur.
Ama asaleten veya
vekâleten bir binayı satmış olsa veya kendisine vekâleten satılmış
olsa veya
istihkak anında semene zamin olsa, o adama
şüf'a hakkı yoktur. Çünkü asıl kaide şudur: Şüf'a,
şüf'adaki yüz
çevirmeyi taleb ettiği zaman bâtıl olur.
İZAH
«Kasden sabit olmaz ilh... Musannifin burada «kasden» ile kaydet-mesi, şüf'anın akarın başkasında
bina, ağaç dikme ve meyve gibi şeyler-de akara teb'an
sabit olmasındandır. Yine çiftçilik âletinde
de tarlaya
teb'an şüf'a sabit olur. Nitekim biz
bunu Şarh-i Mecma'dan naklen zik-rettik.
«Karşılıklı temlik edilen akarda ilh...»
Bunun muterizi satıcının mu-hayyerliği ile satılan şeyde
gelecektir.
«Hibe çıkar ilh... Yani ivazın şart kılınmadığı hibe çıkar. Musannifin hibeyi, mehri zikretmesi doğru
değildir.
Uygun olan bunları hazfetmesiydi.
«Mülk taksim edilmese
bile ilh...» Burada taksim edilmeden maksat, taksimi kabil olan şeyler
değildir.
Burada kısmeti nefyetmekten maksat,
geneldir.' O mülk ister taksimi kabul etsin, ister
etmesin.
Düşün.
«Bunda
Şafiî'ye hilaf vardır ilh...» Zira İmam
Şafiî'nin kaidesi şudur: Şüf'a ile alınmanın sebebi,
taksime harcanacak
masrafların getireceği zararı def içindir. Bu da taksimi kabil
olmayan mülkte
gerçekleşmez. Bize göre ise, devamlı kötü komşuluktan
gelecek eziyeti def içindir. Kifâye.
«Hamam ilh...» Şüf'a hakkı sahibi satılan hamamda
satılan kadar şüf'ayı alır. Çünkü o binadandır.
Çanak çömlek kısmından değildir. Zira çanak çömlek binaya bitişik değildir. Nihâye.
Turî'de Muhît
adlı eserden naklen şöyle
denilmiştir: «Değirmen bi-nasının* satışına alt taş dahil
olur, üst taş
dahil olmaz. Çünkü alt taş yerin
üstündedir.»
«Akar olmayan ilh...» Arzı akar olmayan şekilde
tefsir etmek irade edilen bir tefsirdir.
Sahhâh'ta
şöyle denilmektedir: «Arz, «r» harfinin sükûnuyla okunur-sa meta manasınadır. Öyleyse
dirhem ve
dinarlardan başka olan herşey
arzdır.»
Ebû Ubeyde'de şöyle der: «Uruz, tartılan ve ölçülen emtiaya denilir. Hayvan ve
akar-olmayan
şeylere de
denilir.»
«Karar hakkı ile satılmış
olsun ilh...» Şüf'a onlarda akara tabiyetle sabit olur. Öyleyse birisi yeriyle
birlikte bir
hurma bahçesi alsa, o hurma ağaçlarında
yere teb'an şüf'a vardır. Ama bunun aksine
hurma ağaçları-nı yerinden
sökmek üzere alsa, onlarda şüf'a
olmaz. Çünkü menkuldür. Arsasız
bina ve ekin
gibi. Muhit'te olduğu gibi. Kuhistanî.
«İrsen alınan malda ilh...» Zira varis ölen kimsenin
mülkünün hükmü üzere ona mâlik olmaktadır.
Bundan dolayı miras olarak aldığı birşeyde
bir ayıp çıkarsa, onu satıcısına geri
verir. Bu duruma
göre sanki
ölünün mülkü henüz sona ermemiştir.
«Tasadduk edilen malda, hibede ilh...» Çünkü
tasadduk, bir malı bir inala ivaz yapmak
değildir. O
zaman da o
miras gibi olmaktadır. Minah.
«Taksim edilen binada ilh...» Yani ortaklar
arasında taksim edilen bir binada. Çünkü onda taksimde
ifraz anlamı
vardır. Bundan dolayı onda zorlama cari
olur. Minah.
«Veya ücret
edilen bir akarda ilh...» Zira şüf'a, kıyasın aksine eser-lerle malın mutlak mal
karşılığında muavezesinde sabit olur. O zaman da şüf'a yalnız onun
üzerine ihtisar edilir. Minah.
«Kasten adam öldürmede sulh bedeli olarak alınan şeyde
ilh...» Mu-sannifin burada «kasdî
cinayetle kaydetmesi, Mebsut'ta olan, «Eğer bir mal hataen işlenen
cinayette sulh bedeli olarak
verilirse»
onda şüf'a sa-bittir» hükmüne binâendir. Eğer akar birisi hataen,
diğeri kasten iki
ci-nayetin
sulh bedeli olarak' verilirse, Ebû
Hânife'ye göre o akarda şüf'a yoktur. İmameyne göre,
ise hataen cinayete has olan akarda şüf'a sa-bittir. Turî.
Eğer birisi diğeri üzerinde bir hak iddia etse, o da
bir bina üzerine sulh yapmış olsa, şüf'a hakkı
sahibi o
binayı alabilir. Bu sulh ister ikrar veya
inkâr veya sükut yoluyla olsun. Çünkü davacı onu
kendi hakkının karşılığı olarak almaktadır. O zaman davacı kendi kanaati ile muaheze
edilir.
Birisi,
diğerinin üzerindeki binayı iddia
etse, o kimse ile dirhem üze-rine sulh yapsalar, eğer sulh
ikrar yoluyla yapılan bir sulh ise, şüf'a sabittir. Çünkü o, binanın kendi mülkünden çıkmadığını
düşünmektedir.
Sulh sükût ile olsa da hüküm yine böyledir. Zira o zannetmetekdir
ki, ona verilen
kendisinin
yemini ile verilmiştir. Dürerü'l-Bihâr'da
olduğu gibi.
«Mehir olarak verilen binada ilh...» Yine bunda da şüf'a yoktur. Zi-ra eğer o
bina mehr-i müsemma
veya mehr-i mislin akit zamanında veya akitten sonra bedeli kılınsa, onda
şüf'a sabit olur. Zira o
malı mal ile mübadeledir. Çünkü o adam zimmetinde
olan mehri bir binaya çevir-miştir. Nitekim
Tebyîn ve diğer kitaplarda da böyledir.
«Binanın
bazısı mal ile de karşılansa
ilh...» Yani bir kimse bin dir-hem geri vermesi şartıyla
mehir
olarak bir
bina vererek bir kadınla evlense, bunda şüf'a yoktur. Minah. Çünkü
bunda satım akdinin
anlamı akitte tabidir. Zira o akit herne kadar nikâh ve satım üzerine
içtima et-se de, şu kadar var ki
o akitten maksat yine
nikâhtır. Zira nikâh sözüy-le bu akit
bağlanmaktadır. Asıl olan nikâhta şüf'a
olmadığına
göre tabi olanda da şüf'a yoktur.
«Satıcının
muhayyerliği ile satılan binada ilh...» Eğer bina
satıcı ve müşterinin her ikisinin
muhayyerliği
ile satılırsa, hüküm yine böyledir.
Çünkü satıcının muhayerliği ile
satılan mebide
satılan mal satıcının mül-kiyetinden çıkmamaktadır. Ama
müşterinin muhayyerliği bunun aksine-dir.
Bu hüküm,
muhayyerliği kabul eden bina içindir.
Adamın
binasının bitişiğinde bir bina satılsa, satıcı
veya müşteriden birisine muhayyerlik varsa,
şüf'a sahibine şüf'a hakkı vardır. Muhayyer-lik
eğer satıcının ise, şüf'a hakkı sakıt olur. Çünkü
devam ettirmeyi ira-de etmiştir. Muhayyerlik müşterinin de olsa yine böyledir. O zaman şüf'a icazet
olur. Ama adam görmediği bir binayı alsa, bunun aksinedir. O za-man onun yanında satılanı
almakla onun muhayyerliği
bâtıl olmaz. Zi-ra görme muhayyerliği açık olarak bâtıl kılınmakla bâtıl
olmaz. Delâleten ibtali ile nasıl bâtıl olur? Sonra birincisinin
şüf'a sahibi hazır olursa o binayı
birincisi alır, ikincisi değil. Çünkü ikincisi
satıldığı zaman şüf'a sahibinin birincisinde mülkü yoktu.
İnâye. Özetle.
«Sağlam görüşe göre ilh...» Hidâye'de de
böyledir. Çünkü Hidâye sahibi şöyle
illetlendirmiştir:
«Satım akdi muhayyerlik
hakkı düştüğü za-man mülkün zevaline sebeb olur.» Bunun benzeri
Cevhere,
Dürer ve Minâh'ta da vardır. Hidâye'nin
sarihleri de ikrar etmişlerdir. İnâye ve
Mi-racü'd-Dirâye'de,
«Sarihin «sahihtir» demesi, meşâyihin bazısının görü-şünden kaçınmak içindir.
Zira
meşâyihin bazısı demiştir ki: «Satım akdi olduğu zaman şüf'a talebi
şarttır. İster muhayyerlik
olsun, ister
olmasın. Çünkü şüf'aya sebeb olan
yalnız satımdır.»
Ben derim ki: Şu kadar var ki, Zahiriye'de şöyle
denilmiştir: «Şüf'a talebi ve talebine dair şahit
tutmak satım
akdi sırasında şarttır. Hatta eğer
şüf'ayı taleb etmese, satım anında
şahit tutmasa,
sonra da satım icazetle veya muhayyerlik süresinin bitimiyle caiz olsa, zâhirü'r-rivayede ona şüf'a
hakkı yoktur.»
Âlimlerin bazısı da; «Taleb
ancak satımın cevazı zamanında şarttır» demiştir. Bu da
İmam Ebû
Yûsuf'tan rivayet edilmiş-tir. Bunun
örneği şudur: Bir bina satılsa, o binanın hem bitişik
bir kom-şusu,
hem de bir ortağı olsa, şüf a hakkı komşunun değil, binanın ortağımındır.
Şu kadar
var ki
bununla beraber satış zamanında komşunun da şüf'a taleb etmesi şarttır. Ama fuzulînin
satım akdi
bunun aksinedir. Zira fuzulinin satımında şüf'a talebi mâlikin satıma icazet
verdiği
vakit-tir. Aralarındaki fark nedir? Muhayyerlikle
satım tam bir akittir. Görül-müyor mu
ki, o satım
hiçkimsenin icazeti olmadan da amel eder. Ama
fuzulinin akti böyle değildir.» Düşünülsün.
Kuhistanî'de
şöyle denilmiştir: «Muhayyerlikle satılan bir binada şüf'a
talebi muhayyerliğin
düşmesinden
sonradır. Bazı âlimler tarafından da, «Satış zamanıdır»
denilmiştir. Birincisi daha
sağlamdır. Kâfi adlı eser-de olduğu gibi. İkincisi
de sağlamdır. Hidâye'de olduğu gibi.»
Acık olan odur
ki ifade burada değiştirilmiştir. Hidâye'de tashih edi-len birincisidir. Öyleyse her iki
görüşün de
tashihi zahir olmaktadır. Şu kadar var ki, eğer ikincisinin zahiri
rivayet olduğu sahih
olursa, ondan
dönülmez.
«Fasit satım ile satılan
binada ilh...» Yine onda da şüf'a
yoktur. Müş-teri kabzetmeden önceye
gelince çünkü satıcının mülkiyeti henüz yok
olmamıştır. Kabızdan sonraya gelince, satım
fasit
olduğundan
satım ak-dinin fesih ihtimali vardır.
Şüf'anın isbatında da fesat için takrir vardır. O da
caiz değildir. Cevhere.
Bu söz şuna
işaret etmektedir: Eğer satım başlangıçta fasit olarak
vaki olursa şüf'a yoktur. Zira
satım akdinin
fesadı, satımın sahih olarak
meydana gelmesinden sonra olursa,
şüf'a hakkı onda
hali üzere sabit-tir. Zira bir hıristiyan
diğer bir hıristiyandan şarapla bir bina alsa, her ikisi de İslâm
oluncaya
kadar veya onlardan birisi müslüman oluncaya kadar tekabuz yapmasalar veya
adam
binayı kabzetse, diğeri şarabı
kabzetmese, satım akdi fasit olur. Ama şüf'a hakkı devam eder.
Çünkü satım
akdi sahih şekilde bağlandıktan
sonra fasit olmuştur. İnâye.
«Müşteri o
yerde bir bina yapsa ilh...» Veya satış veya
başka bir yolla mülkiyetinden çıkarsa.
Eğer
satarsa, şüf'a hakkı sahibi onun ikinci
satımdaki semenle alma hakkına
sahiptir. Veya birinci
satımdaki kıymetiyle alır. Çünkü şüf'a birinci satımda
sabittir. Bu konunun tamamı
Tebyin'dedir.
«Musannifin
kanaatine muhalefet vardır ilh...» Zira musannif yuka-rıda «hükümle» kelimesini
redde
talik
etmiştir. Şurunbulaliye'de şöyle denilir: «Bunu böyle talik etmek, görme ve şart muhayyerliği
ile reddet-menin
yanlış olduğunu ifade eder. Çünkü
ayıpla redde hüküm şüf'a ile almanın
mutlaka
ibtal edilmesinin şartı değildir. Belki kabızdan sonra
olursa şartı olur. Zira kabızdan önce şüf'a ile
almak satımı aslından feshetmektir. Kâfi ve diğer kitaplarda
olduğu gibi. Ama kabızdan sonra ise
ikale olur. Çünkü onunla hüküm verilmemiştir. Bu da üçüncü kişi hak-kında yeni bir satım akdi olur.
Bu üçüncü
şahıs da şüf'a hakkı sahibidir. O zaman şüf'a sahibine
şüf'a hakkı vardır.»
Zahîre'de de şöyle
denilmektedir: «Şüf'a hakkı sahibi
şüf'ayı teslim alsa müşteri binayı
satıcıya
reddetmiş olsa, eğer reddi her yönüyle fesih olan bir sebebten dolayı ise, meselâ
görme veya şart
muhayyerliği
ile veya kabızdan önce hükümle
reddederse, şüf'a sahibinin şüf'a hakkı ye-nilenmez.
Eğer üçüncü
kişi hakkında yeni bir satım anlamı taşıyan bir sebeble reddederse, meselâ kabızdan
sonra hâkimin hükmü olmadan ayıpla reddetse, bu red ikale hükmüyle olur. O zaman şüf'a
sahibinin
şüf'a hakkı yenilenir.»
«Şüf'a teslim edilse ilh...»
Eğer teslimden önce reddedilirse, şüf'a sahibinin şüf'a
hakkı fesihle de.
fesihsiz de devam eder.
«Kabızdan
sonra ilh...» Bu takyit Hidâye sahibinindir. Bizim ânifen Zahire'den
naklen zikrettiğimize
uygundur.
Zeylâî şöyle demektedir: «Bu kayıt ancak İmam Muhammed'in sözü üzerine doğru olur. Zira İmam
Muhammed'e
göre kabızdan önce akarın satımı caiz değildir. Menkulde
olduğu gibi. O halde bunu
satım akdi üze-rine hamletmek mümkün değildir. Ama Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf'a ge-lince, onlara
göre, akarın satımı kabızdan önce de caizdir.
Artık onu şüf'a sahibine göre onu satımın üzerine
hamletmeye
engel kalmaz.» Bu konunun tamamı
Zeylaî'dedir.
Ebussuud.
Şilbî de onu takip ederek Kâriü'l-Hidâye'nin hattından naklen şöyle
demektedir:
«Kabızdan
önce ayıp sebebiyle reddetmek hep-sinin hakkında fesihtir. Hatta
onu satıcının üzerine
reddetme hakkına sa-hiptir. İsterse hâkimin red
hükmü de olmasın. Bu o zaman görme ve .şart
muhayyerliği
ile reddetmek gibi olur. O zaman onun konusu bâtıl olur» demektedir.
«İkale ilh...» İkalenin başlangıçta satım
akdi menzilesinde olması, eğer
ikâle, ikâle lafzı olursa
böyledir. Ama eğer karşılıklı fesih veya bir-birini terketme
veya karşılıklı redle olursa o zaman
imamların
ittifakıyla ikale satım akdi sayılmaz. Nitekim ikale babında da geçmiştir. Sayıhânî.
«Borca batık
olan ilh...» Yani o mezun ki, nefsini ve malını borca batık hale getirmiştir.
«Şart
değildir ilh...» Belki şart olan kölenin borçlu olmasıdır.
Satıcı mezunun efendisi ve mezun da
şüf'a sahibi
olduğu takdirde. Veya bunun eksi. Ama
satıcı eğer efendiden başka birisi ise,
deynin
bulunması asla şart değildir. Nitekim bu Nihâye'de de ifade edilmiştir.
«Mezun
kölenin efendisinden, efendisinin de ondan mal alması caiz-dir ilh...» Yani
bizim de
zikrettiğimiz
gibi eğer köle borçlu olursa. Yok eğer borçlu değilse, o zaman
bâtıldır. O takdirde
efendiye şüf'a hakkı da yoktur. Çünkü satım akdi onun için yapılmıştır, alacaklılar için
değil.
«Asaleten veya vekâleten ilh...» Şu
kadar var ki vekil müvekkilin-den şüf'ayı taleb edebilir ama asil
bunun
aksinedir. Ki o talebe muhtaç değildir. Hâniye'de olduğu gibi.
Çocuğu için
aldığı şeyde de babaya şüf'a hakkı vardır. Nitekim bu-nun beyanı fer'i
meselelerde
gelecektir.
«Faidesi, müşteri veya alıma vekil olan
kimse binaya ortak olsa ilh...»
Yani müşteri ister asaleten,
ister
vekâleten olsun. Bunun beyânı şöyle-dir:
Bir binada iki ortaktan birisi hissesini
diğer ortağa
satsa, müşteri ister kendi nefsine alsın,
ister başkasına vekâleten alsa veya iki ortaktan birisi
hissesini diğer ortağın vekiline satsa, üçüncü bir şahıs da gelerek şüf'ayı
taleb etse, eğer üçüncü
şahıs ortak olursa, o bina birincisinde onunla müşteri
arasında taksim edilir. İkinci meselede ise
onunla
mü-vekkil arasında taksim edilir. Eğer o şüf'ayı taleb eden kimse komşu
ise, müşterinin
"veya müvekkilinin vücuduyla ona şüf'a hakkı yoktur. Çünkü bina teslim edilmedikçe ortaktır.
Kınye'de şöyle denilmektedir: «Komşu bir bina alsa, o binanın ikin-ci
bir komşusu da olsa ve şüf'a
taleb etse, müşterinin mülkü de onun gi-bidir, o zaman o bina ikisinin
arasında yarı yarıya taksim
edilir. Zira her ikisi
de şüf'a hakkı sahibidirler.
İbni Şıhne
diyor ki: «Kınye'nin «müşterinin hükmü de böyledir» sö-zü, yani müşteri şüf'a taleb etse
ve diğer şefiye teslim etmese
demek-tir. Buna binaen eğer üçüncü bir şahıs da gelerek komşu
olarak şüf'a taleb etse, o zaman bina üçe taksim
edilir. Dördüncü bir adam gelirse o zaman da
dörde taksim edilir.»
İbni Şıhne
sonra da Zahiriye'den şunu
nakletmiştir: «Komşu olan müşteri binanın hepsini diğer
komşuya
teslim etse, binanın yarısını o komşuya şüf'a ile, diğer yarısı da alımla olur.»
Şurunbulaliye
de diyor ki: «Bunda düşünme vardır.»
Ben derim ki: Bu taati ile satım almadır. Çünkü o
komşu binanın yarısını müşteriye zorlayarak
şüf'a
ile mülk edinmiştir. Müşteri olan kom-şu da diğer yarısını ona rızası ile teslim
ettiği ve o da kabul
ettiği zaman
satın alma olur. Düşünülsün.
|