GİRME,
ÇIKMA, OTURMA, GELME, BİNME VE BUNLARA BENZER SÖZLERLE YAPILAN YEMİNİN
HÜKÜMLERİ BÂBI 2
YEME,
İÇME, GİYME, KONUŞMA HAKKINDAKI YEMİN BEYANINDA (BÂB) 11
TALÂK
VE KÖLE ÂZÂD EDİLMESİNE DAİR YAPILAN YEMİN HÜKÜMLERİ BÂBI 32
SATMA,
SATIN ALMA, ORUÇ, NAMAZ, YÜRÜME, GİYME, OTURMA GİBİ ŞEYLER HAKKINDA YAPILAN
YEMİNiN HÜKÜMLERİ BÂBI 38
DÖVME,
ÖLDÜRME VE BUNLARDAN BAŞKA ŞEYLERE YAPILAN YEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI 53
YEMİNLER BAHSİ
METİN
Bu bahsin önceki bahis ile münasebeti hezl
(ciddi olan sözün zıddı olup kendisiyle hakiki veya mecazi bir mana
kastedilmez) ve ikrah (zorlama) ın kendilerinde tesir etmemesidir.
Azad, düşürmekte ve sirayette talaka ortak
olduğu için yemin üzerine takdim edilmiştir.
Yemin lügatta; kuvvet manasınadır.
Şer'an "Bir işi yapmak veya yapmamak
hususunda yemin eden kimsenin azim ve kasdına yemin ile kuvvet verdiği gibi
akidden ibarettir.
Yeminin bu tarifine talak ve azad gibi bir
şeye ta'lik suretiyle yapılan bir akid de dahil olmuştur. Çünkü bu ta'likler de
şer'an yemindir, ancak Eşbah'da zikredilen beş meselede ta'lik yemin değildir.
İZAH
"Bu bahsin önceki bahis ile münasebeti
ilh." Yemin, azad, talak ve nikah her birerlerinde şakanın,zorlamanın
tesiri olmamasında ortaktır. Yani bunlardan her biri gerek şaka ile olsun,
gerek zorla yaptırılmış olsun geçerlidir.
Ancak nikâhın diğerleri üzerine takdim
edilmesi kendisinde ibadete daha yakınlık bulunduğu içindir. Nitekim geçmiştir.
Talâk da nikâh gerçekleştikten sonra onu
kaldırdığı için o da önce zikredilmiştir. Fetih.
«Düşürmekte ilh...» Çünkü talâk nikâh
bağını düşürür, âzâd ise kölelik bağını düşürür. T.
«Sirayette ilh...» Kadının yarısını zevci
boşasa talâk kadının tamamına sirayet eder, yani kadın boş olur. Keza kölenin
yarısını efendisi âzâd etse İmameyn'e göre kölenin tamamı âzâd olur. Çünkü
İmameyn'e göre âzâd bölünmeyi kabul etmez, fakat İmam-ı Azam'a göre bölünmeyi
kabul eder. T.
«Yemin lûgatta ilh...» Nehir'de
zikredildiğine göre, yemin lûgatta câriha (el), kuvvet ve kasem arasında ortak
olan bir lâfızdır.
Şârih yemin ile metinde zikredilen ıstılahı
mânâsı arasında ki münasebet açık olduğu için kuvvet mânâsına kasr etmiştir.
Fethü'l-Kadir'in tâlîk babında yemin asılda kuvvet manasınadır. Sağ ele yemin
adı verilmiştir.
Çünkü, sağ el sol elden kuvvetlidir. Yapmak
veya yapmamak hususunda üzerine yemin edilen iş kuvvetlendiği için Allah'a
yapılan half (yemin)'e yemin adı verilmiştir.
«Bu talîkler de şer'an yemindir ilh...»
Zira «ben şu hâneye girmezsem zevcem boş olsun» diye yemin (talîk) eden
kimsenin hâneye girmeye yahut «ben bu hâneye girersem zevcim boş olsun» diye
yemin (talîk) eden kimsenin de hâneye girmemeye azmi ve kasdı kuvvetlenmiş
olur. Talîk lûgatta, yemindir. İmam Muhammed talîka yemin demiştir. Lûgatta
İmam Muhammed'in kavli huccet (delil) dir.
«Ancak Eşbah'da zikredilen ilh...» Eşbah'ın
ibaresi şöyledir: Bir kimse yemin etmemeye yemin etse de talik yapsa yeminini
bozmuş olur. Ancak beş meselede talik yemin değildir. Birincisi kalp fiillerine
talîk edip meselâ; zevcin zevcesine «ben istersem veya seversem sen boşsun»
demesi talik de olmaz, yemin de olmaz. Çünkü bu kendi nefsinin mâlikiyetinden
haber vermektir, sanki bu ifade dilemeye taliktir. Dilemeye talik ise yemin
olmaz.
ikincisi âdet görmeyip aylar ile iddet
bekleyen kadının talâkını ayın gelmesine taliktir. Meselâ; zevcin zevcesine
«aybaşı geldiğinde yahut ay göründüğünde sen boşsun» demesi gibi. Bu da yemin
değildir. Bu ifade sünnet vaktinin açıklanmasında kullanılır. Çünkü iddeti ayla
olan kadın hakkında aybaşı sünnet vechi üzere boşama vaktidir, yoksa talîk
vakti değildir.
Üçüncüsü boşamaya taliktir. Meselâ; zevcin
zevcesine «ben seni boşarsam sen boş ol» demesi gibi. Bu ifade de sırf talîk
için olmaz, Çünkü zevc bu ifadeyle kendisinin zevcesini boşamaya mâlik olduğunu
bildirme ihtimali vardır.
Dördüncüsü efendinin kölesine «bana bin
dirhem ödersen hürsün, aciz kalırsan kölesin» demesi gibi. Bu ifade de talîk
olmayıp kitabete kestiğini açıklamaktır.
Beşincisi zevcin zevcesine «tam bir hayz
görürsen veya yirmi tam hayz görürsen boş ol» demesi gibi bu da talîk olmaz.
Çünkü tam bir hayzda mutlaka temizlikten bir cüz bulunacağından talâk
temizlikte vâkî olmuş olur da bu ifadeyi sünnet vechi üzere boşamanın izahı
kılmak mümkün olur. O halde bu ifade sırf talîk için olmaz. Akıllının sözünü
talâka yeminden korumak için bu beş mesele talîk sayılmamıştır.
METİN
Bir kimse «yemin etmem» diye yemin etse de
talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş olur. Yeminin şartı:
Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef olması ve üzerine yemin ettiği
şey aklen mümkün olup yemininde durabilmesidir.
Yeminin hükmü, (yemin edilen şeye riayet
edilip) yeminin bozulmaması, bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır.
Yeminin rüknü, yeminde kullanılan lâfızlardır. Allahü Teâlâ'dan, başkasına
yapılan yemin mekruh mudur? Bazıları «hakkında nehiy bulunduğu için mekruhtur»
demişlerdir. Âlimlerin çoğu «Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yapılan yemin mekruh
değildir» demişlerdir. Bilhassa zamanımızda bununla fetva verilir. Allah'ü Teâlâ'dan
başkasına yemin etme hakkındaki nehyi âlimlerin çoğu itimad edilmeyen yemine
hamletmişlerdir. Meselâ: Arapların âdeti üzere konuşmada babalarını anmakla
böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve «hayatına yemin ederim» sözleri
gibi. (Bunların maksadı bu sözlerle birbirine itimad telkin etmek olmayıp
bilakis âdetleri üzere cereyan eden bir konuşmadır.)
İZAH
«Bir kimse "yemin etmem" diye
yemin etse talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş olur ilh...»
Tenbih: Kâfî'de «mevcud olan bu kaide
üzerinedir ki: Bir kimse zevcesine «ben senin talâkına yemin edersem kölem
hürdür» dedikten sonra kölesine hitaben «ben senin âzâdına yemin edersem zevcem
boştur» dese kölesi âzâd olur. Çünkü o kimse karısının talâkına yemin etmiştir.
Eğer karısına «ben senin talâkına yemin edersem sen boş ol» deyip bu ifadeyi üç
defa tekrar ederse gerdeğe girdiği takdirde birinci ve ikinci yemin ile zevcesi
iki talâk, gerdeğe girmemişse bir talâk boş olur.
«Yeminîn şartı: Yemin eden kimsenin
Müslüman olması, mükellef ol-ması ilh'...» Bilmiş ol ki yemin edenin Müslüman
olması, Allah'a yapılan yemin ile «ben bunu yaparsam bana namaz kılmak lâzım
olsun» gibi ibadete yapılan yeminlerde şarttır, «ben bunu yaparsam zevcem boş
olsun» gibi ibadet olmayan yeminlerde yemin edenin Müslüman olması şart
değildir. Nitekim bunun böyle olduğu gizli değildir. H. Velhâsılı talîk ile
olan, namaz, oruç ve keffaret gibi ibadetlerî gerektiren yeminlerde yemin
edenin Müslüman olması şarttır. Musannıf yakında zikredecek ki Müslüman olarak yeminini
bozsa bile kâfirin yemininden dolayı keffaret yoktur. Çünkü küfür yemini iptal
eder. Meselâ: Bir kimse Müslüman olarak yemin ettikten sonra -Allah'a
sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa kendisine
keffaret lâzım gelmez. Bu takdirde İslâmiyet yeminin yapılmasında ve yeminin
devam etmesinde şarttır. Kaadının yeminden çekineceğini ümit ederek davalılara
yemin ettirmesi görünüşte yemindir. Nitekim gelecektir. Yeminde istisna
(inşaallah) nın bulunmaması şarttır. Bazıları yemin edenin hür olmasını da şart
kılmışlardır, fakat bu hatadır. Çünkü kölenin yaptığı yemin yemin olur, bozduğu
takdirde keffaretini oruçla öder. Nitekîm fukaha böyle açıklamışlardır.
Bezzaziye'de «Vali bir kimseyî yakalayıp
ona «billahi de» deyip o kimse de «billahi» dese sonra vali o kimseye «elbette
cuma günü geleceksin» deyip o da valinin dediği gibi «elbette cuma günü
geleceğim» deyip de cuma günü gelmese yeminini bozmuş olmaz. Çünkü o kimsenin
hikaye ve sükût etmesi ile Allah'ü Teâlâ'nın ismi ile yemini arasına fasıla
girmiştir» denilmiştir.
Sayrafiyye'de bir kimse «benim üzerime
Allah'ın ahdi ve Resulün ahdi olsun ki şu işi yapmayacağım» dese, bu ifade
yemin olmaz. Çünkü «Resulün ahdi» lâfzı Allah'ın ismi ile yemin edilen şeyin
arasını ayırmıştır. Fakat Resulün ahdi zikredilmeksizin yalnız «Allah'ın ahdi
benim üzerime olsun» ifadesi yemindir.
«Yeminin hükmü, yeminin bozulmaması
bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır.» Yani yapılan yemini muhafaza
etmek asıldır, bozulduğu takdirde keffaret vermek halef(yemini muhafaza etmenin
yerine geçen) dir. Nitekim Dürrü'l-Münteka'da da böyledir. Bilindiği gibi
keffaret Allah'a yapılan yemine mahsustur. H.
«Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yapılan yemin
mekruh mudur? ilh...» Zeylaî «Allah'tan başkasına yapılan yemin meşru olup bu
cezayı şarta talîk etmektir ki asılda yemin değildir. Ancak fukaha, cezanın
şarta tâlikine yemin ismini vermişlerdir. Çünkü bir işi yapmağa teşvik veya bir
işten men etmek için Allah'a yapılan yeminin mânâsı bunda da mevcuttur. AIIahü
Teâlâ'ya yemin etmek mekruh değildir. Fakat Allah'a çok yemin etmekten az yemin
etmek evlâdır. Bazılarına göre hakkında nehyi vârid olduğu için Allah'dan
başkasına yemin etmek mekruhtur. Âlimlerin çoğuna göre; mekruh değildir. Çünkü
bilhassa zamanımızda Allah'tan başkasına yani: Âzâd ve talâka yapılan yeminlere
îtimad edilmektedir. Allah'tan başkasına yapılan yemin hakkında olan nehyi
îtimad edilmeyen yemine hamledilmiştir.
Arapların âdeti üzere konuşmada babalarını
anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve «hayatıma yemin ederim»
ifadeleri gibi. Bunlarda yemini bozmakla bir şey lâzım gelmez ve bunlarla
îtimad hâsıl olmaz. Fakat âzâda ve talâka talîk suretiyle yapılan yemin böyle
değildir. Peygamberimizin: «Her kim yemin ederse Allah'a yemin etsin» hadisi
şerifi âlimlerin çoğuna göre tâlîk olmayan yemine hamledilmiştir. Çünkü bu
yeminde kendisine yemin edilen şeyi tâzîmde Allah'a ortak koşmak olmakla bil
ittifak mekruhtur. Allah'ü Teâlâ'nın «kuşluk», «yıldız», «gece» gibi başka
şeylere yemin etmesine gelince; âlimler «bu şeylere yemin etmek Allah'ü
Teâlâ'ya mahsus olup Allah'ü Teâla dilediği şeye tâzîm ve yemin buyurur. Fakat
insanların bu şeylere yemin etmesi câiz değildir» demişlerdir. Ama tâlîkde
tâzîm olmayıp bilâkis îtimadla beraber bir işi yapmaya teşvik veya yapmaktan
men vardır. Buna göre ittifakla talik mekruh değildir. Bâhusus zamanımızda
insanların Allah'a yemin edip bozmalarına ve keffâretin lâzım olmasına
aldırmadıkları için âzâd ve talâk gibi şeylere yapılan yemine daha fazla îtimad
edilmektedir. Çünkü talâk ve âzâda yemin eden kimse talâkın ve âzâdın vâki
olacağından korktuğu için yeminini bozmaktan sakınır.
METİN
Allahü Teâlâ'ya yapılan yeminler: Yemin-i
Gamûs, Yemin-i Lağv, Yemin-i Mün'akide olmak üzere üç nevidir. Yemin-i Gamûs
ile Yemin-i Lağv'ın Allah'ü Teâlâ Hazretlerinden başkasına yapılması tasavvur
edilmediği için bunlar talâk ve âzâd gibi şeylere yapılırsa talâk ve âzâd vâki
olur. Bunu iyice belle! Aynî.
Bir kimsenin yalan söylemeyi kasdederek
veya doğru olduğunu zannederek «şu işi yaparsam Yahudi olayım» sözü yemin-i
gamûs veya yemin-i lağv olmakla beraber Allah'a yemin olmadığından bu yemin
yeminin üç nevinden hariçtir diye yeminin üç kısımdan ibaret olmadığına yapılan
itiraza şârih «bu şekilde yapılan yemin- yemin eden her ne kadar buyeminin
kinaye yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de -Allah'ü Teâlâ'ya yeminden
kinayedir» diye cevap vermiştir. Bedâyi.
Birinci nevi yemin-i gamûsdur ki -yemin
edeni önce günaha, sonra ateşe daldırır. Yemin-i gamûs mutlak surette pek büyük
günahdır, fakat kebairin günahı farklıdır- yalan yere amden yapılan yemindir.
Bu yemin geçmiş zamanda olan bir şeye olmadı diye yapılır. Meselâ; bir kimsenin
bir işi yaptığını bildiği halde «vallahi ben bu işi yapmadım» diye yalan yere
yemin etmesi gibi. Yemin-i gamûs şimdiki zamanda yalan olan bir şey üzerine de
yapılır. Meselâ: Bir kimsenin kendi üzerinde bin dirhem borç bulunduğunu
bildiği halde «vallahi benim üzerimde falanca şahsın bin dirhem alacağı yoktur»
veya başka bir şahıs olduğunu bildiği halde «vallahi bu şahıs Bekir'dir» diye
yemin etmesi gibi.
Yemin-i gamûs «vallahi bu işi yaptım»
sözündeki gibi bir işin fiili veya «vallahi bu işi yapmadım» sözündeki gibi
terkîn başkası olup, meselâ; taş olmadığı malum iken «vallahi bu, şimdi taştır»
ifadesindeki yemin gibi olursa da fukahanın yemin-i gamûsu işle ve geçmiş
zamanla kayıtlamaları rast geledir veya çok vakî olana hamledilmiştir. Yemin
eden kimse yemin-i gamûs sebebiyle büyük günahkâr olup kendisine tevbe ve
istiğfar etmek lâzım gelir.
İZAH
«Bu yeminin kinaye yoluyla yemin olduğunu
bilmez ise de ilh...» Yani:
«Ben bu işi yaparsam yahudi olayım.» Bu
ifade ile yemin edenin maksûdu Yahudi olmaktan nefreti gerektiren şart (o işi
yapmak) dan çekinmesidir. Bu ise Allah'ü Teâlâ'ya küfürden nefreti bildirir ve Allah'ü
Teâlâ'ya tazîmi ifade eder, sanki o kimse "vallâhi'l-azim bu işi
yapmam" demiş olur. H.
«Yemin-i gamûs mutlak surette pek büyük
günahtır ilh...» Yanı, gerek bu yemin-i gamûsla bir Müslüman'ın hakkı alınsın
gerek alınmasın bu «mutlaka büyük günahtır» ifadesinde Bahır sahibinin «yemin
sebebiyle bir Müslüman'ın malı alınır ve ya Müslüman'a eza edilirse bu yemin
büyük günahlardan olur. Eğer yeminde böyle bir fenalık bulunmazsa küçük
günahlardan olur» sözünü red vardır. Çünkü Bahır sahibinin sözü Buharî'deki:
«Büyük günahlar, Allah'a ortak koşmak,
anaya, babaya karşı gelmek (Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı) bir nefsi
öldürmek ve yemin-i gamûsdur» hadisi şerifinin mutlak olan mânâsına muhâliftir.
Kebairin günahları farklıdır. Makdisî «Allah'ın isminin hürmetini yıkmaktan
daha büyük günah var mıdır?» demiştir.
«Kendisine tevbe ve istiğfar etmek lazım
gelir.» Çünkü yemin-ı gamûs da keffaret yoktur, tevbe ve istiğfar ile yemin-i
gamûsun günahı kalkar, bu itibarla yemin-i gamûsun günahından kurtulmak için
tevbe ve istiğfar etmek ve bu yüzden bir kimsenin bir hakkı zayi olmuş ise onu
yerine getirip helâllik almak lâzım gelir.
METİN
İkinci nevi yemin-i lağvdır ki, yemin eden
geçmiş zamanda veya şimdiki zamanda kendisine yemin ettiği şeyi doğru
zannederek yalan yere yemin etmesidir. Yeminin bu nevinde muahaze yoktur, ancak
üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır. Zann-ı galib üzere zıddı
açıklanırsa talâk vaki olur.
İmam Şafiî'den bunun hilâfı meşhurdur.
Yemin-i gamûs ile yemin-i lağv geçmiş zaman ile şimdiki zamanda müsavi olunca
aralarındaki fark yalanın kasden yapılmasıdır. Gelecek zamana ait yapılan
yemin, yemin-i mün'akide olur. İmam Şafiî yemin-i lağvı konuşmalarda geçen ve
kendisiyle yemin kastedilmeksizin «Lâ vallâhi: hayır vallâh», «belâ vallâhi:
değil vallâh» denilmesi gibi, yeminlere tahsis etmiştir. İsterse bu yemin
gelecekte olacak bir şey için yapılmış olsun.
Yemin-i lağvın mânâsında ihtilâf olduğu
için musannıf yemin-i lağvın affı ümit olunur, dedi. Yahut bu yemin-i lağv
tevazu ve teeddüb için olur. Bir kimsenin doğru olarak geçmiş zamandaki bir
şeye yemin etmesi de yemin-i lağv gibidir. Meselâ; ayakta olan bir kimsenin
«vallahi ben şimdi ayaktayım» diye yemin etmesi gibi.
İZAH
«Ancak üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde
muahaze vardır ilh...Çünkü söz Allah'a yapılan yemindedir. Bunlar da ise
Allah'dan başkasına yemin yapılmaktadır. Bundan dolayı İhtiyar'da İbn-i Rüstem,
İmam Muhammed'den «lağv ancak Allah'a yapılan yeminde olur, bu ise yemin eden
bir kimsenin bir işin doğru olduğunu zannederek yemin edip, halbuki o iş
gerçekte zannettiği gibi olmamasıdır. Bu takdirde kendisine yemin edilen şey
lağv olup sadece «vallahi» sözü kalır da yemin eden kimseye bir şey lâzım
gelmez. Allah'dan başkasına yapılan yeminde ise üzerine yemin edilen şey lağv
olur da «zevcem boştur» yahut «kölem hürdür» yahut «benim üzerime hac lâzımdır»
gibi ifadeler bakî kalır ve yemin eden kimseye bunlar lâzım olur» diye rivayet
etmiştir.
«Aralarındaki fark yalanın kasden
yapılmasıdır ilh...» Ben derim ki Burada başka bir fark vardır: Yemin-i gamûs
üç zamanda da yapılır, nitekim ilerde gelecektir. Yemin-i lağv ise gelecekte
olacak bir şey üzerine yapılmaz. H.
«Gelecek zamana ait yapılan yemin yemin-i
mün'akide olur.» Bizim mevzumuz doğru zannedilerek yalan yere yapılan yemin
hakkındadır, gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin ise ancak
yemin-i mün'akide olur. Yemin-i gamûsda gelecek zamanda olacak bir şey üzerine
yapılır diye itiraz edilemez. Çünkü yemin-i gamûsda amden ve kasden yalan
vardır. Halbuki bizim sözümüz amden ve kasden yalan yere yapılan yemin hakkında
değildir. iyi anla!
«İmam Şafii yemin-i lağvı ilh...» İmam
Muhammed'in, İmam-ı Azam'dan «yemîn-i lağv insanlar arasında konuşmalarda geçen
«vallâhi», «billâhi» gibi yemin kastedilmeksizin söylenen yeminlerdir» diye
naklettiği yemin biz Hanefilerce geçmiş zaman ve şimdiki zamana ait olan
yeminlerdir. Hanefilerce bunlar yemin-i lağvdır. Hanefilerle, Şafiîler
arasındaki ihtilâf: Gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin
kastedilmeksizin yapılan yemin hakkındadır. Bu yemin Hanefilerce yemin-i lağv
olmayıp bunda keffâret lâzımdır. Şafiîlerce yemin-i lağv olup keffâret yoktur.
«Yemin-i lağvın mânâsında ihtilâf olduğu
için musannıf yemin-i lağvın affı ümid olunur demiştir ilh...» Yemin-i lağv nasıl
açıklanırsa açıklansın bunda günah olmayıp affının umulması Allahü Teâlâ'nın:
El-Bakâra sûresi; âyet: 225 «Allah, sizi yeminlerinizdeki «lağv» dan dolayı
sorumlu tutmaz» kavli kerimi içindir.
«Yemin-i lağv gibidir ilh...» Hasılı: Bir
kimsenin geçmiş zamandaki bir şeye doğru olarak yemin etmesi yeminin üç nevine
dahil olmayıp dördüncü bir nevi olur ki yeminin üç nevinden ibaret olmasını
bozar. Buna Sadru'ş-Şerî'a «fukaha şeriatta muteber olan ve üzerine hüküm
tereddüp eden yeminlerin üç kısım olduğunu murad etmişlerdir» diye cevap
vermiştir. Bahır sahibi «bunda da günahın olmaması bir hükümdür» diye
Sadru'ş-Şerî'anın cevabını reddetmiştir. Nehir sahibi «Bahır sahibinin dediği
söz götürür» demiştir.
Muhaşşi Halebi «hak Bahır sahibinin
dediğidir, itirazın bir mânâsı yoktur» demiştir.
Ben derim ki: Fethü'l-Kadir'de «bozulması
tasavvur edilen yeminler üç kısımdır, yoksa mutlak suretteki yeminler değildir»
diye cevap verilmiştir.
Şarih «Vallâhi ben şimdi ayaktayım ilh...»
İfadesiyle geçmiş zamanın şimdiki zaman gibi olduğuna işaret etmiştir. Fakat
güzel olan Feth'in kavlidir ki: Buna misâl; «vallahi Zeyd dün ayakta idi»
cümlesidir.
METİN
Üçüncü nevi yemin-i mün'akidedir ki; yemin
edenin kendisine yapmaması mümkün ve gelecek zamana ait olan bir şey üzerine yaptığı
yemindir. Binaenaleyh «vallahi ben ölmeyeceğim» veya «güneş doğmayacaktır»
ifadeleri yemin-i gamûs nevindendir. Yeminin ancak bu mün'akide kısmında yemin
eden yemini bozarsa keffâret lâzım olur. Çünkü Allah'ü Tealâ: (El-Maide sûresi;
âyet:89) «Yeminlerinizi muhafaza ediniz» buyurmuştur.
Yemini hıfzetmek ancak gelecek zamanda
muhafaza edilmesi mümkün olan şeyde tasavvur edilir .İmam Şafiî'ye göre yemin-i
gamûsda da keffâret verilir. Her ne kadar yemin eden keffâretle beraber tevbede
bulunmazsa da keffâret günahı kaldırır. Sıraciyye.
İkrah (zor) la, hata ile, zühûl (dalgınlık)
ile, sehv (yanlışlık) ile ve, nisyan (unutmak) la yapılan yemin, sahih olur,
bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.
Bir kimse yemin etmemeye yemin edip, sonra
bu yeminini unutup yemin etse ve bu yeminini de bozsa iki keffâret verir.
Keffâretin biri birinci yeminini bozduğu içindir, diğer keffâreti ise üzerine
yemin ettiği şeyi işlediği (ikinci yeminini bozduğu) içindir. Bu hususta
Peygamberimizin (S.A.V.): «Üç şey vardır ki, şakası ciddidir» Hadisi şerifi
vardır. Bunlardan biri yemindir. Yemin eden kimse, yeminini bozması için tehdid
edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle bozarsa yemini bozulur ve
kendisine keffâret lâzım gelir. İmam Şafiî buna muhaliftir. Keza yemin eden
kimse üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik halinde yapsa yine yemini
bozulur. Yemin nasıl bozulursa bozulsun, bozulmakla keffâret lâzım gelir.
İZAH
«Kendisine yapması mümkün olan ilh...»
İfadesiyle «vallahi ben ölmeyeceğim» gibi yeminler yemin-i mün'akidenin
tarifinden çıkmıştır. Çünkü ölmemek yemin edenin elînde, değildir. Bu gibi
yeminler yemin-ı gamûsdandır.
Bir kimse bardakta su olmadığı halde
«vallâhi ben bugün şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin etse bunu yapmak
yemin edenin işi olmakla beraber yeminini muhafaza etmek mümkün olmadığı için
yemini bozulmaz, eğer yemin ettiği vakit bardakta suyun bulunmadığını bilirse
bu yemin yemini gamûs nevinden olur. Eğer yemin ettiği vakit bardakta su
bulunmadığını bilmezse yemin-i gamûs da olmaz, yemini muhafaza etmek mümkün
olmadığı için yemin-i mün'akide de olmaz. Bu yemin, yemin-i lağv nevinden
sayılırsa, yemin-i Iağvın gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz kaidesi
bozulmuş olur. Bana öyle geliyor ki, bardakta su olmadığı bilinsin veya bilinmesin
bu asla yemin olmaz. Çünkü yukarıda geçti ki yeminin şartı yemin edilen şeyin
mümkün olup yeminin muhafaza edilebilmesidir. Teemmül oluna!
«Yemini hıfzetmek ancak gelecek zamanda
muhafaza edilmesi mümkün olan şey de tasavvur edilir ilh...» Yani geçmiş zamana
veya şimdiki zamana ait olan bir şey üzerine yapılan yeminin muhafaza edilmesi
tasavvur edilemez. Çünkü yemini muhafaza etmek, üzerine yemin edilen şeyin
yapılıp, yapılmama arasında bulunması ve onu bozmaktan nefsin men edilmesidir.
Bu ise ancak gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan yeminde düşünülebilir. Bu
gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan her yeminin muhafaza edilmesinin
tasavvur edilmesini gerektirmez ki muhafaza edilmesi mümkün olmayan gelecek
zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin-i gamûs itiraz olarak varid olsun.
«Yahut hata ile ilh...» Meselâ; «bana su
ver» demek murad eden kimsenin «vallâhi ben su içmem» demesi gibi.
«Zühûl, sehv ve nisyanla yapılan yemin
sahih olur ilh...» İbn-i Emîr Hac Tahrir şerhinde «fukahadan çoğu sehv ile
nisyan birdir, her ne kadar sehv, bir şeyin sûretinin kuvve-ihafızada bâki
kalmakla, kuvve-i müdrikeden sûretinin gitmesidir. Nisyan ise «her iki
kuvvetten beraberce sûretin gidip, meydana gelmesinde yeni bir sebebe muhtaç
olmasıdır diye aralarında fark görmüşlerse de ehl-i lûgat aralarında fark
görmemiştir» demişlerdir» şeklinde mütalâa yürütmüştür.
«Hobisi şerifi vardır ilh...» Allâme Molla
Aliyyü'l-kaari Vikâye şerhinde hadisi şerifde yemin lâfzı marûf değildir. Marûf
olan Sünen-i erbe'a ashâbının Ebu Hüreyre'den:
Şakası da ciddi olan üç şey; nikâh, talâk
ve ric'at (bir veya iki talâkla boşanmış kadının iddeti bitmeden kocasının ona
dönmesi) 'dir» lâfzıyla rivayet ettikleri hadisi şerifdir. Bu hadisi şerifi
Tirmizî «hasen», Hâkim ise «sahîh» bulmuştur. İbn-i Adiyy bu hadisi şerifi
«şakası da ciddi olan üç şey; talâk, nikâh ve atak (köle âzâdı)» lâfzıyla
rivayet etmiştir.
Şaka ile yemin eden kimse yemininin hükmüne
razı olmasa bile kasden yemin etmiştir. Bu yüzden yeminin sebebine kendi iradesiyle
mübaşeret ettikten sonra yeminin hükmüne razı olmamasını şeriat nazarı itibara
almayarak yemin saymıştır.
«Yemin eden kimse yeminini bozması için
tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle bozarsa yemini bozulur
ilh...» Eğer yemin eden kimse tehdit edildiğinde üzerine yemin ettiği şeyi
kendisi yapmayıp tehdit edenler yapsalar meselâ; su içmem diye yemin eden
kimsenin boğazına su akıtsalar yemin edenin yemini bozulmaz. Nehir.
«Yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi
baygın veya delilik ha-linde yapsa ilh...» Fakat bayılmış kimsede mecnunda
ehliyet bulunmadığından yeminlerine itibar edilmez. Nitekim geçmiştir.
METİN
Kasem (yemin) -her ne kadar Türklerin
kullandıkları gibi lafza-i Celâl'daki «ne» nin ötresi yahut üstünü yahut sükûnu
yahut hazfiyle de olsa- «billâhi teâlâ» lâfzıyla olur.
Hıristiyanların yeminleri gibi «vesmillâhi»
veya «bismillâhi şu işi yaparım» lâfızları da yine İmam Muhammed'e göre
«billâhi» gibi yemindir. Bahır sahibi, İmam Muhammed'in kavlini tercih
etmiştir. Fakat «lam» ın esresi ve şeddesi ile «billih» yemin olmaz, ancak
Lâfza-i Celâl'daki «he» esre kılınıp yemin kastedilirse yemin olur.
Yemin Allahü Teâlâ'nın isimlerinden olan
-muhtar olan mezheb üzere kendisiyle yemin edilme bilinsin veya bilinmesin her
ne kadar ortak isim de olsa- Rahman, Rahîm, Halim, Alîm, Malik-i yevmiddin,
Ettalibü'l-gaalibi lam-i tarîfli Elhak gibi bir ismi şerifiyle de olur.
Hak kelimesi Lam-i tarifsiz olursa yemin
olmaz, ilerde gelecektir.
Mücteba'da Lâfza-i Celâl'dan başka müşterek
isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir denilmiştir. Yemin
örfde kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da
olur. o sıfat gerek zıddıyla Allahü Teâlâ'nın sıfatlanmadığı «Allahın
izzeti»,«Celâli», "Kibriyâsı" «Melekûtü», «Ceberûtü», «Azameti» ve
«Kudreti» gibi sıfat-ı zâtiyyeden olsun ve gerek kendisiyle ve zıddıyla
vasıflandığı «gazap» ve «rızâ» gibi sıfat-ı fiiliyyeden olsun. Yeminler örf ve
âdet üzere kurulduğundan örfte kendisine yemin olunan şeye yemin etmek yemindir.
Örfte kendisine yemin edilmeyen şeye yemin etmek yemin değildir.
İZAH
«Kasem "billâhi teâlâ" lâfzıyla
olur ilh...» Yani bu mübarek isimle olur.
«"He"nîn ötresi ilh...» Yanı
Lâfza-i Celâl'daki «he» nasıl okunursa okunsun yemin olması «ba» harfiyle zikredildiği
takdirdedir. Fakat kasem (yemin) için olan «vav» ile zikrolunursa ancak Lâfza-i
Celâl'daki «he» esre okunmakla yemin olur. H.
«Yahut hazfiyle de ilh...» Mücteba'da bir
kimse şen, şaklabanların âdeti gibi Lâfza-i Celâl'daki «he» yi söylemeksizin «valla»
dese yemin olur, denilmiştir. Buna göre Türklerin Lâfza-i Celâl'daki «he» yi
okumaksızın «billa» diye yaptıkları yemin, yine yemin olur. Yemin eden yahut
hayvan boğazlayan yahut namaza başlayan kimse Lâfza-i Celâl'da olan ikinci
«lam»ı çeken elifi hazfetse bazıları zarar vermez. Çünkü bazı Arapların
lisanında hazfedildiği işitilmiştir, demişlerdir. Bazıları da zarar verir
demişlerdir.
«Hıristiyanların yeminleri gibi
"vesmillâhi" ilh...» Yani, Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki: Bir kimse «bismillâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese muhtar olan kavle
göre bu ifade ile yemin etmek örf olmadığı için yemin sayılmaz. Buna göre, bir
kimse «vesmiliâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese yine yemin sayılmaz. Ancak
memleketimizde yaşayan Hıristiyanlar «vesmillâhi» diye yemin etmeyi örf ve âdet
edinmişlerdir. Onlar gibi «vesmillâhi» ile yemin etmeyi örf ve âdet edinen
kimselerin yaptıkları yemin, yemin olur. Fakat Hıristiyanların yaptıkları
yemin, yemin olmaz. Çünkü yeminin sahih olması için yemin edenin Müslüman
olması şarttır.
«Bahır sahibi İmam Muhammed'in kavlini
tercih etmiştir flh...» Bahır sahibi zâhir olan «bismillâhi» yemindir demiştir.
Nitekim Bedayî sahibi delil göstermiştir ki; ehli sünnet velcemaate göre isim
ile müsemma bir olup isme yemin zata yemin olur ve «mismillahi» diyen «billâhi»
demiş olur. «Vesmillâhi» de «bismillâhi» gibi olup Hıristiyanlara mahsus
değildir.
«Her ne kadar ortak isim de olsa ilh...»
Allahü Teâlâ'dan başkasına isim olarak verilmeyen Allah, Errahman gibi isimlere
yapılan yemin niyet edilsin edilmesin yemin olur. Halim ve Alim gibi Allah'dan
başkasına da isim verilen ortak isimlerde yemine niyet edilirse yemin olur,
niyet edilmezse yemin olmaz.
«Ettalibü'l-gaalibi ilh...» Bir kimse
«Vettaalibi'l-gaalibi ben şu işi yapmam» dese yemin etmiş olur. Bağdat halkı
arasında böyle yemin etmek örf ve âdettir. Zahire ile Velvâliciyye'de
deböyledir.
«Mücteba'da Lâfza-i Celâl'dan başka
müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir ilh...» Yani
yemin olmaz, çünkü o kimse sözünün muhtemeline niyet etmiştir. Bu itibarla
kendisiyle Allah arasında olan şey hususunda tasdik edilir. Fakat zahire
muhalif olduğu için kazaen tasdik edilmez. Nitekim geçmiştir. Tenbih, diyanet
ile kaza arasındaki fark ancak talâka ve azada, yemin etme hususunda meydana
çıkar, yoksa Allah'a yemin etme hususunda ortaya çıkmaz. Çünkü keffâret Allah
Teâlâ'nın hakkı olup bunda kulun hakkı bulunmamakla yemin eden kaadının
huzuruna davâ için çıkmaz.
Ben derim ki: Bir kimse talâkı veya âzâdı
yemin etmeye talîk ettikten sonra yemin etse ve yemine niyet etmediğini iddia
etse, bu takdirde yemin hususunda da diyanet ile kaza arasındaki fark ortaya
çıkmış olur.
«Yemin örfde kendisiyle yemin olunan Allahü
Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da olur ilh...» Sıfat bir mânânın ismidir
ki zatı tazammun etmez, «hüve hüve: O odur» ile zatın üzerine haml olunmaz.
İzzet, Kibriyâ, azamet gibi. Azîm böyle değildir. Allahü Teâlâ'nın gerek zâtî
sıfatı olsun ve gerek fiili sıfatı olsun örfde kendisiyle yemin edilmesinin
şart olması Maveraünnehir alimlerinin kavlidir. Irak alimlerine göre zâtî
sıfatlara yapılan yemin yemindir, fiili sıfatlara yapılan yemin yemin değildir.
Bunlara göre örfde kendisiyle yemin edilsin veya edilmesin itibar yoktur. Bu,
Fethü'l-kadir'den hûlasa olarak alınmıştır. Burhan'dan naklen Şürünbülâli'de
«esah olan Maveraünnehir alimlerinin kavlidir» diye açıklanmıştır.
Zeylaî «Maveraünnehir alimlerinin kavli
sahihdir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın sıfatlarının hepsi zatının sıfatlarıdır ve
hepsi kadimdir, yeminler ise örf üzerine kurulduğundan, insanların kendisiyle
yemin etmeyi örf edindikleri şeye yemin etmek yemindir. İnsanların kendisiyle
yemin etmeyi örf edinmedikleri şeye yemin etmek yemin değildir» demiştir.
Zeylaî'nin «Allah'ın sıfatlarının hepsi zatının sıfatlarıdır» ifadesinin mânâsı
«şüphe yok ki Allahü Teâlâ'nın kerim olan zatı, sıfatlarıyla mevsuf olup gerek
zâtî sıfatı gerek fiilî sıfatı olsun bu sıfatlar ile zatı murad edilir,
binaenaleyh bu sıfatlara yapılan yemin zatına yemin yapılmış olur» demek olur,
yoksa Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatını nefyetmek değildir.
Sonra musannıfın müşkül bulup «Zeylaî'nin
muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatları Eş'arîlere göre hakikatde kudret
sıfatına racidir. Kudret sıfatı ise Allahü Teâlâ'nın zâtî sıfatıdır» diye cevap
verdiğini gördüm. Bizim dediğimiz daha evlâdır.
«Allah'ın izzeti ilh...» Kuhustani'de
«izzet birinci babdan olursa galebe «üstünlük» ikinci babdan olursa nazîri
olmama, dördüncü babdan olursa menzil ve derecesinden inmeme mânâlarına gelir.
«Celâl» sıfatları kâmil olmak mânâsınadır. «Kibriyâ» zâtı kâmil olmak
mânâsınadır» denilmiştir.
«Melekûtü, Ceberûtü ilh...» Bunlar faalût
veznindedir. Şihâb'ın Şifa-i şerif şerhinde «rahamût» rahmetten mübalağa
sıygası olduğu gibi melekût de mülkden mübalağa sıygasıdır. Bazan «bunu âlem-i
şehadet'e mukâbil olan âleme hasdır» dediler, buna âlem-i emir adını verirler,
mukabiline âlem-i şehadet, âlem-i mülk adını verdikleri gibi. Mevâhib şerhinde
Râgıb-ı Isfahânî «cebirin aslı bir nevi kahır ile bir şeyi düzeltmek
mânâsınadır» demiştir. Bazıları «sâde düzeltmek mânâsına olduğu»
söylemişlerdir. Bazan sırf kahır mânâsına olur. T.
«Azameti ilh...» Azamet esaleten zâtın
kâmil olması tebean sıfatın kâmil olması mânâsınadır. Kudret kendinden her bir
fiil ve terkin hikmet ve maslahat üzere meydana gelmesidir. Kuhustânî.
«Gazap ve rızâ gibi ilh...» Yani: Bunlar
intikam ve ihsan mânâlarına hadd-i zâtında fiil sıfatını temsildir. O halde
ileride gelecek gazap ile rızâya yemin edilmez kavillerine münâfi olmaz. T.
«Yeminler örf ve âdet üzere kurulduğundan
ilh...» Yeminlerin örfe bağlı olması sıfatlara mahsustur. İsimlere mahsus
değildir, isimlerde örf muteber değildir. Nitekim geçmiştir. T.
METİN
Allah'tan başka, Peygamber, Kur'ân-ı Kerîm
ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin edilmez. Kemal «gizli değildir ki şimdi
zamanımızda Kurân'a yemin etmek örf ve âdet olmuştur. Buna göre yemin olur»
demiştir. Fakat Kelamullâh'a yemin etmek örfle deveran eder. Aynî demiştir ki:
Bana göre bilhassa zamanımızda Mushaf'a yemin yemindir. Üç mezheb imamına göre;
Mushaf-ı şerife, Kelâmullâha. Kur'ana yapılan yemin yemindir. Ahmed b. Hanbel
bu üçün üzerine Peygamberi de ziyade etmiştir. Bunların birinden beri olup
meselâ; bir kimse «ben şu işi yaparsam Kur'an'dan beriyim» dese icmâen yemin
olur. Ancak «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Eğer «mushafta olandan
beriyim» derse yemin olur. Hatta «içinde besmele olan bir defterden beriyim»
dese yemin olur. Bir kimse «Mushaf-ı şerifde veya dört kitabda olan her bir
âyetten beriyim» dese bu bir tek yemin olur. Eğer bunlardan beri olduğunu
tekrar ederse yeminlerde sözün sayısınca olur. «Allah'tan beriyim, Rasûlünden
beriyim» iki yemindir. Eğer bu surette «Allahü Teâlâ ve Rasûlü de benden
beridirler» ifadesini ziyade ederse dört yemin olur. «Allah'tan bin kere
beriyim» demek bir tek yemindir. Bir kimsenin «şu işi yaparsam İslâm'dan» yahut
«Kıble'den» yahut «Ramazan orucundan» yahut «namazdan» yahut «mü'minlerden
beriyim» yahut «haça ibadet etmiş olayım» sözü yemindir. Çünkü haça kadar zikredilenlerden
beri olmak küfür olduğu gibi haça ibadet etmek de küfürdür. Küfrü bir şarta
talîk ise yemindir, yakında gelecektir ki bir kimse bu geçenler ile küfrü
îtikad ederse kâfir olur, yok küfrü îtikad etmezse yemini bozmakla keffâret
verir. Hülasa'dan ve Tecrid'den naklen Bahır'da zikre-dilmiştir ki: Yemin
müteaddit olursakeffâret de müteaddit olur, mütead-dit yemin gerek bir meclisde
olsun gerek ayrı ayrı meclislerde olsun hü-küm birdir, eğer yemin eden ikinci
yeminle birinci yemini murad ettim teaddüt yoktur dese, yemini Allahü Teâlâ'ya
ise sözü kabul edilmez. Eğer yemini hacca veya umreye ise sözü kabul edilir ve
yine Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki bir kimse «ben şu işi yaparsam
yahudi olayım. hıristiyan olayım» dese bu ifadesi iki yemindir. Keza bir kimse
«vallâhi vallâhi şu işi yaparım» yahut «vallâhi verrahmani şu işi yaparım» dese
esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur. Fukâha ittifak etmişlerdir ki:
Yemin edenin atıf harfiyle «vallâhi ve
verahmani ifadesi iki yemindir ve atıfsız olursa sıfat olacağı için bir
yemindir ve yine Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki, İmam Râzî «ben
hayatıma ve senin hayatına ve senin başın hayatına yemin ederim» diyen kimsenin
kafir olmasından korkarım, böyle yemin eden kimse bu yemininde durup yemini
bozmamanın vâcib olduğuna itikâd ederse kâfir olur» demiştir.
Şârih «böyle yemini halk tabakası
bilmiyerek yapmasalardı bu yeminleri şirktir derdim» demiştir.
İbn-i Mes'ud (R.A.) dan:
«Elbette benim Allahü Teâlâ'ya yalan olarak
yemin etmem Allahü Teâlâ'dan başkasına doğru olarak yemin etmemden bana daha
sevimlidir» diye rivayet edîlmiştir.
İZAH
«Allah'dan başka Peygamber, Kurân-ı Kerîm
ve Kabe-i Muazama gibi şeylere yemin edilmez ilh...» Yani kinaye yoluyla da
olsa Allahü Teâlâ'nın isimleri ve sıfatlarından başka şeylere yemin edilmez.
Kuhustânî'de beyan edildiği üzere haramdır.
Hatta «hayatıma, senin hayatına yemin ederim» diyen kimsenin kâfir olmasından
korkulur, nitekim gelecektir.
«Kemal ilh...» Kemal'in sözü, Kurân-ı
Kerim'in kelâmullâh mânâsına olması üzerine mebnidir, buna göre Kurân-ı Kerîm
Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından olmuş olur. Nitekim Hidaye sahibide bunu ifade
ederek «her kim Allah'dan başka peygamber ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin
ederse, yemin etmemiş olur. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.):
«Sizden her kim yemin ederse Allaha yemin
etsin, yahut yemini ter-ketsin» buyurmuştur. Keza her kim Kurân-ı Kerîm'e yemin
ederse yine yemin etmemiş olur. Çünkü Kurân-ı Kerîm'e yemin etmek örf ve âdet
değildir» demiştir.
Hidaye sahibinin «keza...» demesi Kurân-ı
Kerîm'e yapılan yeminin Allah'tan başkasına yapılmış olmayıp bilâkis Allahü
Teâlâ'nın sıfatına yemin yapılmış olduğunu ifade etmektedir. Bundan dolayı
Hidaye sahibi «Kuran-ı Kerim'e yemin etmek örf ve âdet değildir» demiştir.
«Fakat Kelamullâha yemin etmek örfle
deveran eder ilh...» Çünkü kelâm müşterek sıfattır.
«Aynî demiştir ki ilh...» Aynî'nin ibaresi
şöyledir: Bana göre bir kimse Mushaf-ı şerife yemin etse veya Mushaf-ı şerif
üzerine elini koyup «bunun hakkına yemin ederim» dese bu yemindir. Bilhassa
yalan yeminin çoğaldığı ve halk tabakasının Mushaf-ı şerife yemin etmeleri
rağbet bulduğu şu zamanda Mushaf-ı şerife yapılan yemin yemin sayılır. Nehir
sahibi de bunu ikrâr etmiştir, burası düşündürücüdür. Çünkü Mushaf-ı şerif Allahü
Teâlâ'nın sıfatı değildir ki kendisinde örf muteber olsun.
Örf muteber olsa Peygambere, Kabe-i
Muazzamaya yapılan yemin yemin olurdu. Çünkü bunlara yemin örf ve âdettir. Keza
«başın hayatına yemin ederim» ve buna benziyen ifadelerin yemin olması lâzım gelirdi.
Halbuki hiçbir kimse bunlara yapılan yeminin yemin olduğunu söylememiştir.
Hatta «Allah hakkına yemin ederim» diyen kimsenin ifadesi de yemin değildir.
Nitekim ilerde gelecektir.
«Mushafın hakkına yemin ederim» ifadesi de
yemin değildir. Keza «Allah'ın kelâmının hakkına yemin ederim» ifadesi de yemin
değildir. Çünkü Allah kelâmının hakkı ona tazîm etmek ve onunla amel etmektir.
Bu ise kulun sıfatıdır. Evet bir kimse «şu mushafta bulunan Allah'ın kelâmına
yemin ederim» dese lâyık olan yemin olmasıdır.
«Bunların birinden beri olup ilh...» Yani
Peygamberden, Kurân-ı Ke-rîm'den, kıbleden. «Ancak «Mushaftan beriyim» dese
yemin olmaz ilh...» Çünkü mushafla murad yaprakları ve cildidir. Bir kimse «ben
Kuran-ı kerim'den» yahut «Mushaf-ı şerifte olandan beriyim» dese yemin olur,
eğer «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Mücteba. Zahire'de de böyledir.
«Hatta "içinde besmele olan bir
defterden beriyim" ilh...» Mushaf hak-kında söylediğimizden bildiğin gibi
doğru olan defterde olandan beriyim tarzında olmalıdır. Haniyye'de «bir kimse
fıkıh kitabını veya içinde Bis-millâhirrahmanirrâhim yazılı olan hesap
defterini kaldırıp «ben şu işi yaparsam bunda olandan beriyim» deyip sonra o
işi işlese kendisine keffâret lâzım gelir. Nitekim «şu işi yaparsam Bismillâhirâhmanirâhim'den
beriyim» dedikten sonra o işi yaptığında kendisine keffâret lâzım gelir»
denilmiştir.
«Eğer bunlardan beri olduğunu tekrar ederse
yeminlerde adedince olur ilh...» Zahire'de «bir kimse «dört kitaptan beriyim»
dese bu bir tek yemindir. Keza Kur'an'dan «Zebur'dan, Tevrat'tan, İncil'den
beriyim» dese yine bir tek yemin olur. Bir kimse «Kur'an-ı Kerîm'den beriyim,
Tevrat'tan beriyim, İncil'den beriyim, Zebur'dan beriyim» dese bu dört yemin
olur» denilmiştir.
Zahiriyye'den ve Asıl'dan naklen Bahır'da
«bu cins meselelerde beri olma ifadesi ne zaman müteaddit olursa keffâretde
müteaddit olur, beri olma ifadesi bir olduğu takdirde keffâret de bir olur»
denilmiştir.
«"Allah'dan beriyim, Resûlünden
beriyim" iki yemindir ilh...» Çünkü beri olma iki kerretekerrür etmiştir.
Fakat bir kimse «Allah'dan ve Resûlünden beriyim» dese bazıları bu «iki
yemindir» demişlerdir. Zahire'de bu sahih görülmüştür. Mücteba'da da bunun bir
yemin olması sahih görülmüştür.
«"Allah'dan bin kerre beriyim"
demek bir yemindir ilh...» Çünkü «bin kerre ifadesi» mübalağa için olup burada
lâfız hakikatte tekerrür etmemiştir. Teemmül et!
«Yahut "Ramazan orucundan"
îlh...» Zahire'de «bir kimse "ben şu işi yaparsam bu otuzdan yani Ramazan
ayından beriyim" deyip eğer "Ramazanın farziyetinden beriyim"
mânâsını niyet ederse yemin olur, eğer "sevabından beriyim" mânâsını
niyet ederse yemin olmaz, keza hiçbirine niyet etmezse şek olduğu için yine
yemin olmaz. Bir kimse "şu işi yaparsam hac ettiğim hacdan" veya "kıldığım
namazdan beriyim" dese bu da yemin olmaz. Fakat öğrendiğim "Kurân'dan
beriyim" dese bu yemindir» ifadeleri de ziyade edilmiştir. Muhit'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir ki «birinci ifadede hac eden kimse kendi
fiilinden beri olmayı kastetmiş yoksa meşru olan hacdan beri olmayı
kastetmemiştir. İkinci ifade de ise her ne kadar Kurân-ı Kerîm öğrenmek o
kimsenin fiili ise de Kurân-ı Kerîm Kurân-ı Kerîm'dir, ondan beri olmak
küfürdür.
«Yahut "müminlerden beriyim"
ilh...» Çünkü müminlerden beri olmak imanı inkar etmektir. Hâniyye.
«Küfrü bir şarta tâlik ise yemindir ilh...»
Yani bir kimse helâl olduğuna inanarak «ben şu işi yaparsam leş yemiş olayım»
yahut «şarap içmiş olayım» yahut «domuz eti yemiş olayım» dese bu yemin olmaz.
Velhasılı: Küfür ve benzeri gibi hiçbir halde haram olması düşmeyecek derecede
ebedi haram olan herhangi bir şeyin helâl itikad edilerek bir şarta talîk
edilmesi yemin olur.
Leş, şarap ve benzerleri gibi muztar halde
haram olması düşen herhangi bir şeyin helâl itikad edilerek bir şarta talîk
edilmesi yemin olmaz. Zahire.
«Yemin müteaddit olursa keffâretde
müteaddit olur ilh...»
Buğye'de «yeminlerin keffâretleri çok
olduğunda, keffâretler tedahul edip bir keffâret hepsine kifayet eder»
denilmiştir.
Şihabü'l-eimme «bu İmam Muhammed'in
kavlidir» demiştir. Asıl Sahibi «bana göre muhtar olan kavilde budur» demiştir.
Münye'den naklen Kuhustânî'de de böyle
zikredilmiştir.
«Yemini hacca veya umreye ise sözü kabul
edilir ilh...» Meselâ bir kimse «ben şu işi yaparsam üzerime hac lâzım olsun»
sonra aynı şekilde yemin etse de ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek
murad ettim dese kabul edilir. Fakat iki kerre «ben vallahi şu işi yapmam»
deyip ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek istedim dese bu sözü
kabuledilmez. Çünkü ikinci ifadenin birinci ifadeden haber vermeye ihtimali
bulunmadığı için birinci yemini niyet etmesi sahih olmaz, sonra Zahire'de de
böylece gördüm. Mebsut'dan ve Hindiye'den naklen Tahtâvi'de zikredilmiştir ki,
yeminin biri hacca diğeri Allahü Teâlâ'ya olsa yemin bozulduğunda hem keffâret
hem de hac lâzım olur.
«Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki
ilh...» Bahır'ın ibaresinde düşme vardır. Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilen
ifade şöyledir: Bir kimse «ben şu işi yaparsam Yahudi, Hıristiyan olayım» dese
bir tek yemin, eğer «şu işi işlersem Yahudi olayım, şu işi işlersem Hıristiyan
olayım» derse bu, iki yemin olur.
«Esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur
ilh...» Yani iki isim arasında yemin için olan «vav» zikredildiğinde gerek
ikinci kelime birinci kelimenin sıfatı olmaya elverişli olsun, gerek olmasın
esah olan kavle göre bu iki isim iki yemin olur, bu zahirirrivayedir, bir
rivayette bir yemin olur. Nitekim Zahire'de de böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Fakat Fetih'de olan istisna
edilir. Orada şöyle denilmiştir: Bir kimse «üzerime Allah'ın ahdi ve emaneti ve
misâkı olsun» deyip niyeti olmasa biz Hanefilere, İmam Mâlik'e ve Ahmed İbn-i
Hanbel'e göre bu bir tek yemindir. İmam Mâlik'den «bu lâfızlardan her biri için
o kimse üzerine bir keffâret lâzımdır, çünkü her lâfız müstakil bir yemindir»
diye rivayette edilmiştir.
Bizim mezhebimizde de «vallahi, verrahmâni,
verrahîmi» lâfızlarında olduğu gibi «vav» tekrar edildiğinde kıyas budur. Ancak
Hasan'ın rivayeti başka.
«Fukâha ittifak etmişlerdir ki ilh...» Yani
ihtilâf «vav» bir olup ikinci ismin üzerine dahil olduğundadır, eğer «vav» iki
defa söylenirse meselâ; «vallâhi ve verrahmâni» gibî. Bunlar ittifakla İki
yemindir. Çünkü iki «vav» dan birisi atıf için diğeri yemin içindir. Nitekim
Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Fakat ikinci ismin üzerine «vav» asla dahil
olmazsa meselâ; «vallâhillâhi» ve «vallâhirrahmâni» gibi, bu ifadeler
ittifak'ta bir yemindir. Nitekim Zahire'de de böyle zikredilmiştir. Fukâhanın
atıfsız kavilleriyle muradları budur.
«İmam Râzi ilh...» Bu zat Ali Hüsamüddin-i
Râzi olup Dımışk'da yaşanmış birçok eseri vardır. Bunlardan biri
Hülasatü'd-delân fi şerhi'l-Kudurindir. (591) tarihinde Dımışk'da vefât
etmiştir.
«Şârih böyle yemini halk tabakası
bilmeyerek yapmasalardı ilh...» Yani:
Halk tabakası yeminin gereğinin yemini
muhafaza etmek veya bozulduğu takdirde Allah'ın isminin hürmeti yıkıldığı için
onu örtmek maksadıyla keffâretin lâzım olduğunu bilmiyorlar. Allahü Teâlâ'dan
başkasının adına yapılan yeminde de yaratıcı olan Allah ile mahlûkun arasını bu
hususta bir tutmak olduğunu bilmiyorlar.
«Bu yeminleri şirktir derdim ilh...»
Münye'den naklen Kuhustâni'de zikredilmiştir ki: Câhîl bir kimse emirin ruhuna
yahut hayatına yahut başına yemin etse o kimsenin henüz
İslâmıgerçekleşmemiştir. Allahü Teâlâ'nın kendi zâtı ve sıfatından başka
meselâ: «velleyli, vedduha» gibi kasem buyurduğu şeylere kul için yemin etmek
yoktur.
«İbn-i Mesud (R.A) dan ilh...» Zannederim
ki İbn-i Mesud (R.A.) un kavlinin vechi şudur: Allahü Teâlâ'ya yalan olarak
yemin etmek her ne kadar haram ise de keffâretle hürmeti kalkar. Fakat Allahü
Teâlâ'dan başkasına yeminin hürmeti daha büyük olup hatta küfre yakın olduğu
için keffâreti yoktur. T.
METİN
Allahu Teâlâ'nın rahmeti, ilmi, rızâsı,
gazabı, sahatı, azâbı, lâneti, şeriatı, dini hududu sıfatı ve subhânallah gibi
sıfatlarından kendisiyle yemin edilmesi âdet olmayan bir sıfatına yemin
edilmez. Çünkü örfte bunlara yemin edilmemektedir. Allahü Teâlâ'ya isimlerine
ve bazı sıfatlarına yemin yapıldığı gibi yemin edenin «leamrullâhi (bekaaullâhi
mânâsına zâti sıfatlarındandır)», «eymullâhi (Allaha yemin olsun)», «AIIaha ahd
olsun», «vechullâhi», «sultânullâhi (bununla kudret mânâsı kast olunursa)»,
«Allaha misakım olsun», «Allaha zimmet olsun» gibi kavliyle de yemin olur. Yine
böyle müzari siygasıyla yemin eden «kasem ederim», «yemin ederim», «azmederim»,
«şehadet ederim» ifadelerini bir şarta talîk edip her ne kadar «billâhi» demese
de yemin olur. Kezâ: «kasem ettim», «yemin ettim», «azmettim», «îlâ (yemin)
ettim», «şehadet ettim» gibi mâzi sıygasıyla söylese evleviyetle yemin olur.
«Üzerime nezir olsun» diyen kimse «nezir» lâfzıyla maksûd olan bir kurbet ve
ibadete niyet ederse onu yapması kendisine lâzım olur. Böyle bir kurbet ve
ibadete niyet etmezse bozduğu takdirde kendisine keffâret lâzım olur. Nezir
bahsinde izah edilecektir. «Üzerime yemin olsun», «üzerime ahd olsun» sözleri
her ne kadar yemin eden bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese bile üzerine
yemin edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur. Mücteba.
İZAH
«Şerîatı, dîni, hududu ilh...» Burada
bunları zikretmenin bir mânâsı yoktur. Çünkü bunlar Allah'ın sıfatları olmayıp
kendileriyle ibadet edilen hükümler olduğundan Allahü Teâlâ'dan başka oldukları
için örf olsa bile bunlara yemin edilmez.
«Srfatı ilh...» Hâniyye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki, bir kimse «Allah'ın sıfatına yemin ederim ki ben şu işi
yapmam» dese bu yemin olmaz. Çünkü Allah'ın sıfatlarından bazısı başkası
hakkında da zikredildiği için sıfatın zikri, ismin zikri gibi değildir.
«Sübhânallâh ilh...» Bahır'da «bir kimse lâ
ilâhe illallâh şu işi yapmam» dese ancak yemine niyet ederse yemin olur. Keza
«sübhânallâhi vallâhuekber şu işi yapmam» dese yine yemine niyet etmedikçe
yemin olmaz. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek âdet değildir» denilmiştir.
Ben derim ki: Bir kimse «AIIah vekildir ki
ben şu işi yapmam» dese zamanımızda bu ifadeyemin olmalıdır. Çünkü bu ifade
«Allahû ekber» gibidir, fakat bu ifade ile yemin marûfdur.
«Örfde bunlara yemin edilmemektedir ilh...»
Bahır'da «örf, sıfatlara yemin etmekte muteberdir» denilmiştir.
«Leamrullâhi ilh...» Fakat «leamruke
veleamrufülanın» denilmesi caiz değildir. Nitekim Kuhustânî'de geçmiştir.
«Leamrün» kelimesi bekaa mânâsına aynın üstünüyle ve ötresi ile caiz ise de çok
kullanıldığı için tahfif yeri olmakla kasemde ancak üstün olarak
kullanılmıştır.
«Allah'a ahd olsun ilh...» Çünkü Allahü
Teâlâ:
(En-Nahl sûresi; ayet: 91)
«Karşılıklı muâhede yaptığımız vakit
Allah'ın ahdini yerine getiriniz. Sapasâğlam ettiğiniz yeminleri bozmayınız»
buyurmuşlardır.
Müfessirler «yeminleri» geçmiş ahidlerle
tefsir etmişlerdir. Yemin Allah'ın sıfatına olmasa bile şeriat geçmişteki
ahidleri yemin saymıştır. Nitekim «şehadet ederim» yemin sayıldığı gibi. Bu
ifadenin yeminde kullanılması galib olunca, yemin olmaması ancak yemine niyet
edilmediğindedir. Tamamı Fetih'dedir. Cevhere'de «bir kimse «Allah'a ahd olsun»
deyip «üzerime Allah'ın ahdi olsun» demese İmam Ebû Yusuf'a göre; yemindir.
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre yemin değildir» denilmiştir.
Ben derim ki: «Haniyye'de, ihtilâf rivayet
edilmeksizin bu ifade kesin olarak yemindir» denilmiştir.
Tenbîh: Bir kimse «üzerime Resûlün ahdi
olsun» dese bu yemin olmaz. Bir kimse «üzerime AIIah'ın ahdi ve Resûlün ahdi
olsun» «Ben şu işi yapmam» dese bu da yemin olmaz. Çünkü Allah'ın ismiyle
üzerine yemin edilen şey arasına «Resûlün ahdi» ifadesi fasıla olarak
girmiştir. Sayrafiyye.
«Vechullâhi ilh...» Zira Lâfza-i Celâl'a
muzaf olan ile zât murad edilir. Bahır.
«Sultanullâhi (bununla kudret mânâsı kast
olunursa) ilh...» Yani «sultan» ile kudret mânâsı kastedildiğinde yemin olur,
eğer sultan ile bûrhan, huccet kastedilirse yemin olmaz
«Allaha misâkım olsun ilh...» Misâk yeminle
kuvvetli söz vermektir.
«Allaha zimmet olsun ilh...» Zimmet ahid
mânâsına olmakla zimmîye muâhid ismi verilmiştir. Fetih.
«"Azmederim" ilh...» Yani; şimdi
gerekli kılmaktan haber vermek mâ-nâsınadır ki yeminin mânâsı da budur. Kezâ
bir kimse «ben şu işi yapmamağa azmettim» dese yemin etmiş olur. Bedâyi. Bahır.
«Muzâri sıygasıyla ilh...» Yani bu sıygayla
yapılan yeminler yemin olur. Çünkü muzâri hakikat olarak şimdiki zamanda,
karine ile gelecek zamanda kullanıldığı için niyetsiz, muzârı sıygasıyla yemin
edildiğinde şimdiki zaman için kullanılmış olur. Sahih olan da budur. Tamamı
Bahır'dadır,
«Bir şarta talîk edip ilh...» Yani: «kasem
ederim» veya «kasem ettim» yahut «yemin ederim» veya «yemin ettim» gibi müzâri
veya mâzi sıygalarıyla yemin yapıldığında yeminin olmasında üzerine yemin
edilen şeyin söylenmesi lâzımdır. Meselâ: Bir kimse «yemin ederim ki ben
elbette şu işi yaparım» deyip o işi yapmayıp yeminini bozduğunda kendisine
keffâret vâcib olur.
«Nezir lâfzıyla maksud olan bir kurbet ve
ibadete niyet ederse ilh...» kavlinin karşılığı hazfedilmiştir. Yani: «üzerime
nezir olsun» ifadesinin yemin olması maksûd olan kurbet ve ibadete niyet
edilmediği takdirdedir. Eğer nezir ile hac veya ömre veyahut daha başka bir
maksûd olan kurbet ve ibadete niyet edîlirse niyet edilen şey lâzım olur. Eğer
niyet edilmez bozulduğu surette keffâret lâzım olur.
«Bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese
bile ilh...» Yani: «Üzerime nezr olsun», «üzerime yemin olsun», «üzerime ahd
olsun» diyen kimse bu ifadeleri «Allah lâfzına muzaf kılarak «üzerime Allah'ın
nezri olsun», «üzerime Allah'ın yemini olsun», «üzerime Allah'ın ahdi olsun»
dese evleviyetle yemin veya nezr olur.
«Üzerine yemin edilen şeyi zikir ile şarta
talîk ettiği takdirde yemin olur ilh...» Meselâ: Bir kimse «üzerime Allah'ın
nezri olsun, ben elbette şu işi yaparım» yahut «şu işi yapmam» deyip de yemin ettiği
şeyi yapmasa kendisine yemin keffâreti lâzım olur. Fakat nezir lâfzında
herhangi bir şeyin ismini zikretmeksizin «benim üzerime Allah'ın nezri olsun»
diyen kimsenin sözü her ne kadar yemin olmasa bile kendisine keffâret lâzım
gelir. Binaenaleyh bu ifade ile iptidaen keffâreti kabul etmiş olur. Nitekim
Fetih'de de böyle zikredilmiştir. Yine Fetih'de zikredilmiştir ki hak olan
«üzerime yemin olsun». İfadeside «üzerime Allah'ın nezri olsun» ifadesi
gibidir. Bu «üzerime yemin olsun» ifadesi haber verme yoluyla değil, inşa
yoluyla söylenip bu ifade üzerine bir şey ziyade edilmediğinde keffâret vâcib
olur . Çünkü bu ifade de nezir sıygalarındandır. Böyle olmasaydı bu ifade
lağvolurdu, fakat «yemin ederim», «şehadet ederim» gibi ifadeler nezir
sıygalarından olmadıkları için bunlar ile başlangıçta keffâret sabit olmaz.
Hasılı: «Üzerime nezir olsun» ifadesiyle keffâret nezri murad edilir. Keza
«üzerime yemin olsun» ifadesi başlangıçta keffâret için nezir olup yemin
keffâreti mânâsınadır. Bu ifadeler ancak üzerine yemin edilen şeye talîk
edildikten sonra yemin olur. Yemin olup bozulduğu surette keffâret lâzım olur,
bozulmadan önce keffâret lâzım olmaz.
Tenbih: Yemin talîka da ıtlâk edilir. Talâk
ve âzâd talik edildiğinde fukâhaya göre bu yemindir. Buna göre; yemin lâfzı
müşterektir.
Galiba fukâha burada yemini Allah'a yapılan
yemine sarf etmişlerdir. Çünkü asıl meşru olan yemin budur. Yine yeminin lügat
mânâsıda budur. Binaenaleyh yemin mutlak olaraksöylendiğinde Allah'a yapılan
yemine sarf edilir.
Yemin ile talâka niyet edilse sözün
ihtimali olana niyet edildiği için niyet sahih olur da talâk yemin edilen şeye
talîk edilmiş olur ve yemin bozulduğu surette ric'i talâk vakî olur, bain talâk
vakî olmaz. Çünkü bu talîk ile yapılan yeminler talâkın kinaye lâfızlarından
değildir.
Bu yeminlerin kinaye lâfızlarından olduğunu
iddia eden ile talîk suretiyle yapılan yeminlere ancak yemin keffâreti lâzımdır
diye iddia eden buna karşı çıkmıştır. Nitekim bunu kinaye babında inceledik.
Yalnız geriye şöyle bir mesele kalmıştır. Bir kimse «ben şu işi yaparsam
Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» deyip o işi yapmak suretiyle yeminini
bozarsa «bu kimsenin zevcesi varsa zevcesi boş olur, zevcesi yoksa kendisine
bir keffâret lâzım gelir» diye Allâme-i Tûrî fetva vermiştir.
Seyyid Muhammed Ebu's-suûd bunu reddedip
«bu ifade yeminin sarih ve kinaye lâfızlarından olmadığı için o kimseye bir şey
lâzım gelmez» diye fetva vermiştir.
Muhaşşi de bunu ikrar etmiştir. Fakat
burada olan gizli değildir ki yeminler yeminin cem'idir. Yemin ise mutlak
olarak söylendiğinde Allah'a yapılan yemin murad edilir. Bilindiği gibi niyet
edildiğinde bununla talâkı murad etmek sahih olur. Hâniyye'de bir kimse diğer
bir şahsa talâk âzâd hediy (beytullahda kesilmek üzere gönderilen kurban)
sadaka ve beytullaha yürüyerek gitmek üzere yemin ettirse yemin eden şahıs
başka bir kişiye «bu yeminler senin üzerine lâzım olsun» deyip o kişide «evet»
dese o kişiye beytullâha yürüyerek gitmek ve sadaka vermek lâzım olur, fakat
talâk ve âzâd lâzım olmaz. Çünkü o kimse bunlar hakkında «Allah için üzerime
kölemi âzâd etmek» yahut «zevcemi boşamak lâzım olsun» diyen kimse gibi olur.
Bu takdirde bu kişi talâk ve âzâd üzerine cebr olunmaz. Fakat kölesinin âzâd
olması lâzım olur. Eğer yemin eden şahıs başka bir kişiye «bu yeminler senin
için lâzımdır» deyip o kişi de «evet» dese bu kişiye talâk ve âzâd da lâzım
olur. Çünkü bu kişinin «evet» ifadesi «bu yeminler benim için lâzımdır» ifadesi
gibidir. Binaenaleyh bu kişi bunlara bizzat yemin etmiş gibi olup kendisine
bunların hepsi hatta talâk ve âzâd da lâzım gelir. Bu izahtan anlaşılan:
«Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» diyen kimseye hususiyle hediy ve
yürüyerek beytullaha gitmek gibi şeylerin lâzım olmasıdır. Çünkü bunlar
Müslümanlara hastır, keza talâk, âzâd ve sadaka da lâzım olur. Buna göre;
«Bunlardan hiçbiri lâzım olmaz veya talâk lâzım olmaz» diyen kimsenin kavli
zâhir değildir.
METİN
Bir kimsenin «şu işi yaparsam Yahudi
olayım» yahut «Hıristiyan olayım» yahut «benim üzerime Hıristiyanlıkla şahitlik
ediniz» yahut «kâfirlere ortak olayım» yahut «kâfir olayım» ifadeleri de yemin
olur. Eğer gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip, yeminini bozarsa
kendisine keffâret lâzım olur. Eğer geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile
bilekasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerde yemin
eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır. Esah olan kavle göre yemin
eden kimsenin inancında bu ifadeler yemin olursa gerek geçmiş zamanda olan bir
şey üzerine ve gerekse gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılsın yemin
eden kimse kâfir olmaz. Eğer bu ifadelerin yemin olduğunu bilmeyip bunlarla
yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde yemin-i gamûsla yemin ederse
veya gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip yeminini bozarsa kâfir olur.
Çünkü kâfir olmaya razı olmuştur. Kâfir böyle değildir. Buna göre; kâfir
talîkle Müslüman olmaz. Çünkü küfür terk etmektir, nitekim musannıf fetevâsında
bunu açıklamıştır.
İZAH
«Eğer gelecek zamanda olacak bir şey
üzerine "şu işi yaparsam Yahudi olayım" ilh...» diyen kimse, o işi
yapıp yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım gelir. Helâlı haram kılmak,
meselâ; «şu yemeği yemek benim için haram olsun» demek yemin olduğu gibi bu
ifadelerle yapılan yeminde yemin olup, bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.
«Eğer geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile
bile kasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs olur ilh...» Meselâ; bir
kimse «şu işi yaptımsa kâfir olayım» yahut «Yahudi olayım» diye bile bile
kasden yalan yere yemin ederse bu yemin-i gamûs olur, bunda keffâret yoktur.
Ancak tevbe ile istiğfar vardır. Fetih. Eğer bu ifadelerle yemin eden doğru
olduğunu zannederek yemin ederse yemin-i lağv olur.
«Bu ifadelerle yemin eden kimsenin kâfir
olup olmamasında ihtilâf vardır ilh...» Yani, bu ifadelerle yalan yere yemin
ettiğinde ihtilâf vardır.
«Esah olan kavle göre ilh...» Bazıları
kâfir olmaz demişlerdir. Bazıları kâfir olur. Çünkü bu yemin manen tenciz (bir
şarta talîk veya bir zamana izafe edilmeksizin derhal yapılan yemin) dir. Zira
bu yemin olmuş bir şeye talîk edilmiş olup sanki başlangıç da yemin eden «ben
kâfirim» demiş gibidir, demişlerdir.
Bilmiş ol ki Sahihayn (Buhari ile Müslim)
da sabitdir ki Peygamberimiz (S.A.V.):
«Her kim İslâm'dan başka bir dine yalan ve
amden yemin ederse o kimse dediği gibidir» buyurmuşlardır. Zâhir olan bu hadisi
şerif ekseri hallere göre zikredilmiştir. Yani bu ifadelerle yemin eden kimse
ekseri cahil olup yemin bozulduğu takdirde kafir olacağına inanan kimselerdir.
Bu tarzda izah hadisi şerifin mânâsına muvafık olursa ne alâ, aksi takdirde bu
hadisi şerif, bu ifadelerle yemin eden kimse mutlak surette kâfir olur diyen
kimsenin kavline şahittir.
«Eğer bu ifadelerin yemin olduğunu
bilmeyip, bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde yemin-i
gamûsla yemin ederse ve-ya gelecek zamanda olacak bir şey üzerineyemin edip
yeminini bozarsa kâfir olur ilh.» Feth'in ibaresi şöyledir: Bu ifadelerle yemin
eden kimse, bunlarla kâfir olacağına inandığı halde yemin etmiş ise, üzerine
yemin ettiği şeyi işlemekle -meselâ: «şu işi yaparsam Yahudi olayım» diyerek
yemin ettikten sonra o işi yapmakla- kâfir olur. Çünkü bu şekilde yemin eden
kimse o işi yaptığı takdirde kâfir olacağına inandığı halde o işi yapmakla
küfre razı olmuştur.
Buna göre «şu işi yaparsam kâfir olayım»
diyen kimse yemin ederken o işi yapmaya niyet ederse derhal kâfir olması lâzım
gelir. Çünkü o kimse yemin ettiği zaman ileride kâfir olacağına inandığı bir
işi yapmayı kastetmiştir.
«Kâfir böyle değildir ilh» Yani bir kâfir
«ben şu işi yaparsam Müslüman olayım» dese sonra o işi yapsa Müslüman olmaz. H.
«Çünkü küfür terk etmektir ilh...» Yani
küfür, kalben tasdiki ve lisanen ikrarı terk etmektir. Binaenaleyh küfrün şarta
taliki sahihtir. Fakat İslâm'ın şarta taliki sahih değildir. Çünkü İslâmiyet
Allahü Teâlâ'nın emirlerini yapmak ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olup
bunların şarta talîk edilmeleri sahih değildir.
METİN
Bir kimsenin yalan yere «Allah bilir ki, şu
işi yaptım» yahut «Allah bilir ki şu işi yapmadım» ifadesiyle kâfir olur mu?
İmam Zahidi «alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir» dedi. Şumunnî «esah olan
kâfir olmaz» demiştir. Çünkü bu ifadelerle yemin eden küfrü değil, belki yalan
bir şeyin tervicini kastetmiş olur. Keza: Bir kimse «AIIah bilir ki şu işi
yaptım» diyerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da
muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır, yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek
değildir. Mücteba. Yine Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben Allahü
Teâlâ'yı şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra o işi yapsa Allahü
Teâlâ'ya istiğfar eder ve kendisine keffâret lûzım gelmez. Keza: «Allah'ım seni
ve meleklerini şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra yapsa yine keffâret
değil, tevbe ve istiğfar lâzım gelir. Çünkü bu ifadeler örfde yemin değildir.
Zâhire'de zikredilmiştir ki; bir kimse «ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur»
dese bu ifadeyle yemin etmiş olur, kâfir olmaz.
Bir kimse «şu işi yaparsam şefaatten beri
olayım» dese bu ifade yemin olmaz. Çünkü şefaati inkar eden bid'atçı ve fasık
olup, kâfir olmaz. Keza: «namazım ve orucum şu kâfirin olsun» dese yine yemin
olmaz. Fakat «orucum yahudinin olsun» deyip bu ifadesiyle kurbet ve ibadet
murad ederse yemin olur. Eğer «orucun sevabı yahudinin olsun» demek murad
ederse yemin olmaz.
İZAH
«Alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir
ilh...» Çünkü o kimse yalan yere «Allah bilir ki şu işiyaptım» yahut «yapmadım»
demekle olan bir şeyin zıddını Allahü Teâlâ'nın ilmine nisbet ettiği için haşâ
sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya cehil nisbet etmiştir.
«Şumunni "esah olan kâfir olmaz"
demiştir ilh...» Mücteba'da ve başka fıkıh kitablarında bu, İmam Ebû Yusuf'dan
rivayettir. Feteva'dan naklen Nuru'l-Ayn'da «alimlerin çoğunun kavli sahihdir»
diye zikredilmiştir. «Kâfir değildir» diyenin kavline göre, bu yemin, yemin-i
gamûs olur. Çünkü o kimse bile bile kasden geçmiş zamandaki bir şey üzerine
yemin etmiştir. Bu ifadelerin yemin olması örfde bunlarla yemin edildiği
takdirdedir, aksi takdirde bu ifadelerle yemin olmaz. Fakat yemin olsun olmasın
bu ifadeleri kullanmak günahtır, bundan dolayı tevbe etmek vâcib olur. H.
«Keza: Bir kimse "Allah bilir ki şu
işi yaptım" veya "yapmadım" di-yerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla
çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve
kolaylaştırmaktır, yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir ilh...» Fakat
Kınye ile Hâvî'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «sen şu işi yapmadınsa
şu Kurân-ı Kerîm cüzü üzerine ayağını koy» deyip zevceside onun üzerine ayağını
koysa zevc kâfir olmaz. Çünkü onun muradı zevcesini korkutmaktır. Zevcesi kâfir
olur.
Buna göre zevcin muradı zevcesini korkutmak
olmasa kâfir olması lâzım gelir. Bir kimse yemin etmek maksadıyla ayağını
Mushaf üzerine koyarsa kendisine tövbe ve istiğfar lâzımdır. Yemin etmediği
halde Mushaf üzerine ayağını koyarsa Mushaf-ı şerifi küçük gördüğü için kâfir
olur.
Bu ifadelerden anlaşılan Mushaf üzerine
ayağı koymak Mushaf-ı şerifi hafif görmeyi gerektirmez. Eşbah'da «bir kimse
Mushaf-ı şerifi küçümseyerek onun üzerine ayağını koysa kâfir olur. Eğer onun
üzerine tazîm için korsa kâfir olmaz» denilmiştir. Muhaşşi der ki; zaruret
olmaksızın Mushaf üzerine ayağı koymak onu küçümsemek ve ona ihanet etmek olur.
Bundan dolayı zevcin muradı olması lâzım gelir. Yani zevc, zevcesinin yaptığını
ikrar etmesi için onu korkutmak maksadıyla ona «sen şu işi yapmadınsa Mushaf-ı
şerif üzerine ayağını koy» dese zevc Kurân-ı Kerîm'e tazîm etmiş olur. Çünkü
zevc Mushaf-ı şerif üzerine ayak koymanın zevcenin yapamayacağı büyük bir iş
olup inkâr ettiğini ikrar edeceğini bilmektedir. Eğer zevc zevcesini bu şekilde
korkutmak istemezse zevcesine küfür olan bir şeyi yapmakla emrettiği için
kendisi kâfir olur. Çünkü bunda Kurân-ı Kerîm'i küçümseme ve hakir görme
vardır. Taharetsiz veya kıbleden başka tarafa bile bile namaz kılan şahsın
kâfir olacağını söyleyen kimsenin kavli de buna delâlet eder. Çünkü bu şekilde
namaz kılan kimse namazı hakir ve ehven görmüştür. Teemmül et!
«Çünkü bu ifadeler örfde yemin değildir
ilh...» Muhaşşi der ki: Zama-nımızda bu ifadelerle yemin örf ve âdettir. Keza;
«Allah şahittir ki ben bu işi yapmam» yahut «Allah bilir ki ben buişi yapmam»
gibi ifadelerin hepsi yemin olur. Çünkü şimdi örfde bunlar yemindir.
«Bu ifadeyle yemin etmiş olur ilh...»
Bahır'da «bu ifadeyle yemin eden kimse Allahü Teâlâ'nın mekandan münezzeh
olduğunu kastederse bu ifade yemin olmaz. Çünkü bu takdirde bu ifade küfür
olmayıp bilakis imanın ta kendisidir» denilmiştir.
«Kâfir olmaz ilh...» Yani bir kimse «ben şu
işi yaparsam gökte tanrı yoktur» dese yemin etmiş olup kâfir olmaz. Bu yeminin
muktezası tanrının gökte olması olunca bizzat bu yeminle yemin edenin kâfir
olması zannedilen yer olur. Çünkü bu yeminde haşâ sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya
mekan isbatı vardır. Bundan dolayı şârih «yemin eden kafir olmaz» demiştir.
Galiba kâfir olmamasının vechi bu ifade mutlak olarak Kurân-ı Kerîm'de vârid
olduğu içindir. Nitekim Allahü Teâlâ:
«O, gökte Tanrı olan (bir Allah) dır.»
(Ez-Zuhruf sûresi; âyet: 84)
«Gökdekin (Allah) den emin mi oldunuz?»
buyurmuşlardır. Buna göre zarfın hakikati (Allahü Teâlâ'nın gökte olması) murad
edilmiş olmayınca Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu söyleyen kimse küfre nisbet
edilmez. Bu itibarla «Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu» ifade eden lâfız Kurân-ı
Kerîm'de vârid olduğu için «gökte tanrı yoktur» demek küfür olur. Bundan dolayı
bu ifadeyle yemin yapılmış olur. Nitekim buna benzer ifadelerle de yemin
yapılır. «Ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» yeminin muktezası: Tanrının
gökte olması olduğu için bu ifadenin lûgatca hakikatine inanmak küfür olması
itibarîyle bu ifadeyle yemin edenin kâfir olması ihtimali vardır. Burada benim
anladığım budur. (El-Mülk sûresi; âyet: 16)
«Camiu'l-Fusûleyn» de «Bir kimse «Allahü
Teâlâ gökte her şeyi hakkıyla bilendir» dese eğer bu ifadesiyle haşâ sümme haşâ
Allah için mekan murad ederse kâfir olur, haberlerde geleni hikaye etmek
isterse kâfir olmaz. Hiç niyeti bulunmazsa âlimlerin çoğuna göre küfre nisbet
edilir» diye zikredilmiştir. Teemül et!
«Çünkü şefaati inkâr eden bid'atçı ve fâsık
olup, kâfir olmaz ilh...» Yani: Yemin ancak küfre talîk edilirse yapılmış olur.
T.
«Fakat orucum ilh...» İmam Zâhidî'nin
Hâvî'sinde «"namazlarım, oruçlarım şu kâfirin olsun» ifadesi yemin olmaz.
Bu ifadeyi söyleyen kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi lâzımdır. Bazıları
"bu ifadeler ile namaz ve oruçların sevaplarının kâfirin olması kastedilirse
yemin olmaz. Bu ifadelerle kurbet ve ibadet kastedilirse yemin olur"
demişlerdir» diye zikredilmiştir. Muhaşşi der ki: Bu izah ile malum oldu ki
burada başka bir kavil daha vardır. Namaz ile oruç arasında fark yoktur, bu
kavle göre tafsilat namaz ile orucun her ikisinde de câridir. Yani namaz ve
oruçtan kurbet ve ibadet kastedilirse küfür üzerine talîk olduğu için meselâ:
«Şu işi yaparsam namazım» yahut «orucum kâfirin olsun» denildiğinde yemin olur.
Fakat bu ifadelerde namazın veya orucun sevabı murad edilirse yemin olmaz.
Çünkü bunlar üzerinesevab gayb olan bir emir olup gerçekleşmiş değildir ve
başkasına sevabı hibe etmek biz ehli sünnet velcemaate göre câizdir. Her ne
kadar kâfir ibadetin sevabına ehil değilse de galiba sevabı ona hibe eden kimse
onun azabının tahfifini murad etmiş olabilir.
METİN
Bir kimse «Ve Hakkaa ben şu işi yaparım»
dese bu yemin olmaz, ancak «Hakkaa» kelimesi ile Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi
murad olunursa yemin olur.
«Hakkullâh için şu işi yapmam» dese bu
ifade de yemin değildir. İhtiyar sahibi bu ifade ile yemin etmek örf olduğu
için bunun yemin olmasını ihtiyar etmiştir. Eğer bunda «ba» harfiyle
«bi-hakkıllâhi» diye yemin ederse ittifakla yemin olur. «Allahü Teâlâ'nın
hürmetine» yahut «Şehidallâh: Allah şahittir» yahut «Lailaheillallâh
hürmetine»'yahut «Resûlün» yahut «imanın» yahut «namazın hakkına» yemin
edilmez.
«Allahü Teâlâ'nın azabına» yahut «sevabına»
yahut «rızasına» yahut «lânetine» yahut «emânetine» yemin olmaz. Fakat
Hâniyye'de «Allah'ın emaneti» ne yapılan yemin yemindir" diye
zikredilmiştir. Nehir'de «Allah'ın emaneti» ile ibadete niyet edilirse yemin
değildir, diye yazılıdır.
Bir kimse «ben şu işi yaparsam Allahü
Teâlâ'nın gazabı» yahut «sahatı» yahut «lâneti benim üzerime olsun» yahut «zâni
olayım» yahut «hırsız olayım» yahut «şarap içmiş olayım» yahut «fâiz yemiş
olayım» dese bu ifadelerle yemin etmek örf olmamakla bunlardan hiçbirisi yemin
olmaz. Eğer bu ifadelerle yemin etmek faraza örf olsa yemin olur mu? Fukâhanın
çoğunun kavillerinin zâhiri yemin olmasıdır. Kemal'in kavlinin zâhiri ise bu
ifadelerle yeminin olmamasıdır. Kemal'in kavlinin tamamı Nehir'dedir. Bahır'da
zikredilmiştir ki: Zaruret zamanında meselâ: Açlık halinde mübah olan kan,
domuz ve şarap gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla bu
ifadeler yemin olmaz. Eğer yemin eden kimse «hakkaa» kavliyle Allahü Teâlâ'nın
ismi şerifini murad ederse mezhebden muhtar olana göre yemin olur. Nitekim bu,
Hâniyye'de sahih görülmüştür.
İZAH
«Ve Hakkaa ilh...» Mücteba'da
zikredilmiştir ki: «Ve hakkaa» yahut vavsız «hakkaa» kelimesinin yemin
olmasında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Gerek vavla, gerek vavsız olsun
âlimlerin çoğuna göre bu yemin değildir. Meselâ; bir kimse «hakkaa ben şu işi
yaparım» dese bundan muradı va'd etmiş olur. Sanki «elbette ben bu işi yaparım»
demiş olur. Ancak «hakkaa» kelimesi île Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad
edilirse yemin olur.
«Hakkullâh ilh...» Hasılı: «Hak» kelimesi
ma'rife yahut nekre yahut muzaf olarak zikredilir. Ma'rife olan «el-hak»
kelimesi gerek «vav» ile zikredilsin gerek «ba» ile zikredilsin ittifakla yemin
olur. Nitekim Hâniyye ile Zahîriyye'de de böyle zikredilmiştir. Nekre olan
«hakkan»kelimesi esah olan kavle göre yemine niyet edilirse yemin olur. Muzaf
olan «hakkullâh» kelimesi «ba» ile zikredilirse ittifakla yemin olur. Çünkü
insanlar bununla yemin ederler. «Vav» ile zikredilirse İmam-ı Azam ile İmam
Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre yemin olmaz. İmam Ebû
Yusuf'dan diğer bir rivayete göre bununla yemin olur. Çünkü «hak» kelimesi
Allahü Te'âlâ'nın sıfatlarından olup örfde bununla yemin edilmektedir.
İhtiyar'da «örf itibar edilerek muhtar olan
budur» denilmiştir.
Bundan malûm oldu ki muhtar olan kavle
göre, gerek marife, gerek nekre ve gerek muzaf olsun üç surette de «hak» kelimesi
ile mutlak olarak yemin olur. Bu Bahır'da açıklanmıştır. Fakat yukarıda «vav»
sız ve «ba» sız nekre olan «hakkan» kelimesinin âlimlerden çoğuna göre yemin
olmadığı» geçmişti. Fetih sahibi «İhtiyar sahibinin «hak» kelimesi ile yemin
etmek örfdür» sözüne «örf, Allahü Teâlâ'nın sıfatı ile başkasının sıfatı
arasında kullanılmada ortak olan sıfatta muteberdir. «Hak» lâfzı söylendiğinde
Allahü Teâlâ'nın sıfatı hatıra gelmeyip bilakis Allahü Teâlâ'nın haklarından
olan şey hatıra gelir» diye itiraz etmiş sonra Belhi'nin «bihakkillâhi
yemindir, çünkü insanlar bununla yemin ederler, sözü de zayıf olan
kavillerdendir» demiş. Fetih sahibinin Belhi'nin sözünü zayıf sayması malûmun
olduğu üzere «bi-hakkillâhi» dahi «ve hakkıllâhi» gibi olduğu içindir.
«Allahü Teâla'nın hürmetine ilh...» Hürmet
ihtiram mânâsına isimdir. Allah'ın hürmeti ise yıkılması helâl olmayan şeydir.
Bu hakikatte Allah'dan başkasına yemindir. Bercendi'den naklen Hamevi'de
zikredilmiştir. T.
«Resûlün hakkına ilh...» Yani Resul-i Ekrem
(S.A.V.) in hakkı her ne kadar büyük ise de yine onun hakkına yemin olmaz.
Hindiyye'den naklen Tahtavi'de zikredilmiştir.
«Fakat Hâniyye'de ilh...» Yani Hâniyye'de
«Allah'ın emanetine yapılan yemin yemindir» diye zikredilmiştir. Tahâvi'de «bu
ifade yemin değildir» diye zikredilmiştir. Bu İmam Ebû Yusuf'dan rivayettir.
Bahır sahibi Asıl adlı kitabda bunun yemin olduğu zikredilmiştir. Tahâvi buna
muhaliftir. Çünkü Emanetullah'tan murat Allah'a taattır. Asıl'da «zikredilenin
vechi Allah'a muzaf kılınan «emanet» kelimesine yemin edildiğinde bununla
Allah'ın sıfatı murad edilir» demiştir. Fetih'de «bu ifade biz Hanefilerle,
İmam Mâlik ve İmam Ahmed'e göre yemindir. İmam Şâfiî'ye göre niyetle yemindir.
Çünkü emanet ibadetle tefsir edilmiştir. İmam Şâfiî'ye "emanet kelimesi yemin
harfinden sonra zikredildiğinde yemin murad edilmesi galibdir. Buna göre galip
olan âdetten dolayı bu ifadenin yemin olması niyyete tevakkuf etmez» diye cevap
verilir» diye zikredilmiştir. Bu izahdan anlaşılır ki mutemet olan Hâniyye'de
zikredilendir.
«"Allahın emaneti" ile ibadete
niyet edilirse yemin değildir ilh...» Çünkü emanet bu takdirde Allah'ın sıfatı
olmaz. Fakat emanatullâh ile yemin eden kimse ibadete niyet ettim desemutemet
olan kavle göre kazaen tasdik edilmez.
«Bir kimse "ben şu işi yaparsam Allahü
Teâlâ'nın gazabı benim üzerime olsun" dese ilh...» Yani bu ifade de yemin
olmaz. Çünkü bu ifadeyi söyleyen kimse kendi nefsine beddua etmiş olur. Dua
edilen şeyi vakî olması gerekmez. Bu, duanın kabul edilmesine bağlıdır. Bu
ifadeyle yemin etmek örf değildir. Fetih.
«Yahut "zâni olayım" ilh...» Bu
ifadeler de yemin değildir. Çünkü bu şeylerin haram olmasının nesh (hükmünün
kaldırmasın) a ve değiştirilmesine ihtimal yoktur. Buna göre bu ifadeler ismin
haram olması mânâsında değildir. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek örf ve âdet
değildir. Yani zaruretten dolayı bu şeylerin haram olması düşmez.
«Kemal'in kavlinin zahiri ise bu ifadelerle
yeminin olmamasıdır ilh...»
Şöyle ki; yeminin mânâsı; yemin eden kimse
yemini olmasından çekineceği bir şeye tâlik etmesidir. Meselâ; bir kimse «ben
şu eve girersem gavur olayım» dese eve girdiğinde gavur olmasından korkması
gibi. Yukarıda geçtiği üzere bu ifadenin yemin olduğunu bilip iddiasına kuvvet
vermek için söylemiş ise bu, bir yemin olur. Yeminini bozunca üzerine keffâret
lâzım gelir. Fakat bu ifadeyi, bununla kâfir olacağına inanarak söylemiş ise bu
yemin olmaz. Kendine tevbe ve istiğfar ile imanını ve evli ise nikâhını tecdid
etmek lâzım gelir. Burada bir kimse «ben şu eve girersem zani olayım» yahut «hırsız
olayım» dese sonra o eve girse sırf eve girmekle zina etmiş yahut hırsızlık
yapmış olmaz ki, eve girmekten çekinsin. Fakat «eve girersem kâfir olayım»
ifadesi böyle değildir. Çünkü eve girmekle küfre razı olma tahakkuk ettiği için
küfrü icap eder. Yukarıda izah edildiği gibi bu ifadeyi kâfir olacağına
inanarak söyleyip eve girerse küfre razı olduğu için kâfir olur. Yemin olduğunu
bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise bu bir yemin olur.
«Bahır'da zikredilmiştir ki İlh...» Muhaşşi
«Bahır'da zikredilen batıl bir vehimden ibarettir» diye itirazda bulunmuştur.
Muhit'de olan bunu izah eder. Şöyle ki; zaruret olmayan zamanda meselâ; tokluk
halinde kan, domuz eti gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olur. Zaruret
halinde meselâ; açlık hâlinde mubah olan kan ve domuz eti gibi şeyleri helâl
gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla zaruret olmayan zamana göre bu ifadeler
yemin olur, zaruret zamanına göre bu ifadeler yemin olmaz. Bu ifadelerin yemin
olup, olmamasında şübhe bulunduğu için bu ifadeler yemin olmaz. Fakat «şu işi
yaparsam Yahudi olayım» ifadesi yemindir. Çünkü Yahudiler Peygamberimiz Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V.) in peygamberliğini inkâr ederler. Bu ise daima
küfürdür. Buna göre ebedi haram olan bir şeyi helâl görerek şarta talîk etmek
yemin olur. Aksi takdirde yemin olmaz. Muhit'de zikredilenin hülasası budur.
METİN
Yemin harfleri: «vâv», «bâ», «tâ», yemin
«lâmı», «tenbîh harfi», «istifhâm hemzesi», kat'ı yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki
«vasıl hemzesi», esre ve ötre ile okunan "mims"ir. Meselâ: Yemin eden
kimsenin «lillâhi», «hallâhi», «millâhi» demesi gibi.
Cer harfi kaldırılıp onun sebebiyle üstün
olarak yemin eden kimsenin «Allâh'a elbette ben şu işi yaparım» ifadesindeki
gibi icâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer (gizli) kılınır. Buna göre,
yemin harfi muzmer kılındığında üç harekeyle okunmak Lâfza-i Celâl'e mahsustur.
Lâfza-i Celâl'dan başka kendisiyle yemin edilen kelimelerden yemin harfi muzmer
kılındığında esre ile okunmayıp, üstün ve ötre olarak okunur. «Eymün» kelimesi
ile «Le'amrullâhi» terkibindeki «Le'amr» kelimesinin ötre okunmaları lâzımdır.
Küfeliler yemin harfi muzmer kılındığında
Lâfza-i Celâl'i esre okurlar. Musannıf yemin harfleri muzmer kılınır demekle
üzerine yemin edilen Şeyde te'kid harfinin muzmer kılınmasının caiz olmayacağını
ifade etmiştir. Musannıf te'kid harfinin muzmer kılınamayacağını şöyle
açıklamıştır: Bir kimsenin «vallahi le-ef'alenne kezâ: vallâhi elbette ben şu
işi yapacağım», kavlindeki gibi gelecek zamanda olacak müsbet bir şey üzerine
Arapça ile yemini ancak te'kid için olan «tâm» ve «nun» ile olur.
Vallahi le-kad ef'altü kezâ: Vallâhi
elbette ben şu işi yaptım, kavlindeki gibi te'kid kelimesine yakın olarak yemin
yapılır.
Nefyide yemin, gelecek zamanda nefyi harfi
olan «lâ», geçmiş zamanda nefyi harfi olan «mâ» ile olur. Hatta yemin eden
kimse «vallâhi ef'alü kezâ: el-yevme» dese yemini nefyi üzere olur da «lâ»
kelimesi muzmer olarak sanki «lâ-ef'alü kezâ: Vallahi ben bugün şu işi yapmam»
demiş olur. Te'kid harfinin müsbette hazfi mümkün değildir. Çünkü Arapça'da
kelimenin muzmer olması marûf olup, kelimenin bir parçası gibi olan «lâm» ile
«nun» un muzmer olması marûf değildir. Bu, Muhit'den naklen Bahır'da
zikredîlmiştir.
İZAH
«Yemin harfleri ilh...» Bunlardan başka da
yemin harfleri vardır. Meselâ; minüllâhi, münüllâhi gibi. Bu, Razî'den naklen
Kuhustânî'de açıklanmıştır. Yemin harfleriyle murad edatlardır. Çünkü minüllâh,
münüllâh ve mim «eymün» den kısaltılmış isimdirler.
«Vâv, bâ, tâ'dır ilh...» Musannıf önce vâv
harfini zikretmiştir. Çünkü yeminde en çok vâv kullanılır. Bundan dolayı «bâ»
harfi "la tüşrik" kelimesine taallukı ihtimaliyle beraber Kurân-ı
Kerîm'de ancak Allahü Teâlâ'nın :
«Hani Lokman oğluna -öğüt verirken- (şöyle)
demişti: «Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir
zulümdür.» kavli keri-minde vâki olmuştur. Musannıf vâvdan sonra «bâ» harfini
zikretmiştir. Çünkü «bâ» harfi yeminde asıl olmakla hem isme hem zamire dahil
olur. Meselâ: «Billâhi» yahut «bike le-ef'alenne: Allah'a yemin ederim» yahut
«sanayemin ederim ki elbette ben şu işi yaparım» denilmesi gibi.
«Yemin "lâmı"dır, ilh...» Yemin
için olan «lâm» büyük işlerde Lâfza-i Celâl'a mahsusdur. yani Lâfza-i Celâl'dan
başkasına dahil olmaz. Bu «lâm» esre okunur. Kuhustânî. Ecrûmiyye şerhinin
haşiyesinde yemin «Iâmı»nın üstün olması rivayet edilmiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki: «lâm» yeminde
ancak taaccüb mânâsını tazammun ettiği halde kullanılır. Nitekim İbn-i Abbas
(R.A.) «Hz. Âdem (A.S.) cennete girdi, lillâhi: Allah'a yemin ederim ki güneş
batmadan cennetten çıktı» demiştir. Nitekim «IilIâhi: Allah'a yemin olsun ki
ecel (geldiğinde) geri bırakılmaz» denilir. Buna göre «lâm» ın taaccüb
mânâsından soyulmuş olarak, yemin mânâsında kullanılması lûgatta sahih olmaz.
Meğer ki böyle kullanılması örf ve âdet olsun.
«"Tenbih harfi" dîr ilh...»
Bununla murad, Lâfza-i Celâle'deki hemzenin vaslı veya kat'ıyla beraber elifi
hazfedilmiş veya sabit olan «hâ» harfidir. Nitekim İbn-i Mâlik'in «Teshil» adlı
eserinde böyle zikredilmiştir.
«"İstifham hemzesi"dir ilh...» Bu
hemze kendisinden sonra elif bulunan hemzedir. Bu hemzeden sonra Lâfza-i Celâle
esre okunur, bu hemzeye istifham hemzesi denilmesi mecazdır. H.
Yemin için olan «lam» tenbih harfi,
istifham hemzesi ile Lâfza-i Celâl'in esre olması bu harfler yemin harflerinin
yerine geçtiği içindir. T.
«Katı yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki
"vasıl hemzesi" dir ilh...» Yani Lâfza-i Celâlenin evvelindeki vasıl
hemzesi kat'ı hemzesi kabul edilerek yemin harfi yerine geçtiği için Lâfza-i
Celâle ismi şerifi esre okunur. Yemin harfi gizli olmaz, çünkü Lâfza-ı
Celâlenin evvelinde yemin harfi gizli olursa hemzesi vasıl hemzesi olarak
kalır. Evet, Lâfza-i Celâle cümlenin evvelinde bulunursa hemzesi kat'ı olup iki
veche ihtimali olur. Lâfza-i celâle cümlenin evvelinde bulunmazsa meselâ: «Yâ
Zeydü Allahi le-ef'alenne: Ey Zeyd Allah'a yemin ederim ki elbette şu işi
yaparım» ifadesindeki Lâfza-i Celâlenin hemzesi kat'ı kılınırsa hemze yemin
için olur, vasıl kılınırsa yemin harfi gizli olur.
«Esre ve ötre ile okunan «mim»dir ilh...»
Kezâ: «Mim» üstün de okunur. Galiba fukâha mimin suretine bakarak onu yemin
harflerinden saymışlardır. Yoksa yukarıda geçtiği üzere «eymenullâhi: Allah'a
yemin olsun» dan «minullâhi: Allah'a yemin olsun» gibi. «Mim» dahi lûgattır.
«Lillâhi ilh...» Yemin lâmının ve Lâfza-i
Celâlda ki hâ nın esresiyledir. Nitekim yukarıda geçmiştir. Anla!
«Hallâhi ilh...» Bu tenbih harfine misaldir
ve Lâfza-i Celâledeki «ha» esredir. H.
«Millâhi ilh...» «Mim» in üç harekeyle
okunması caizdir. Üç halde de Lâfza-i Celâle'deki «hâ»esredir.
«"Mallâhi", "millâhi"
ve "müllâhî" gibi, İcâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer
(gîzli) kılınır ilh...» Yalnız «bâ» harfi muzmer (gizli) kılınır. Çünkü yeminde
asıl olan «bâ» harfidir. Nitekim Keşif ve Razî'den naklen Kuhustânî'de
zikredilmiştir. Yemin harfinin muzmer olmasından murad zikredilmemesidir. Buna
göre, muzmer, hazfede şâmil olur. Muzmer ile hazf arasındaki fark yemin harfi
muzmer kılındıktan sonra eseri (esresi) baki kalır, hazf de ise eseri baki
kalmaz.
Fetih'de buna göre «kendisine yemin edilen
kelime üstün okunduğunda yemin harfi hazfedilmiş; esre okunduğunda eseri baki
kaldığı için muzmer kılınmış olmalıdır» diye zikredilmiştir. Yemin «harfi
muzmer kılınıp kendisiyle yemin edilen kelime gerek üstün gerek esre ve gerekse
ötre okunsun üç surette de yemin olur.
«Üç harekeyle okunmak Lâfza-i Celâle'ye
mahsustur ilh...» Yemin harfinin muzmer veya hazfinden sonra eserini (esresini)
sâz olarak baki bırakmakla esre; yemin fiiliyle üstün, hazfedilmiş müptedaya
haber olarak ötre, Lâfza-i Celâle'ye mahsusdur. Tenbih: Yemin harfi muzmer
kılınıp, Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ», «üstün», «esre» ve «ötre»
okunduğunda yemin olduğu gibi. Kezâ; yemin harfi olan «bâ» yı zikretmekle
Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ» nın sükûnüyle de yemin olur. Zahiriyye'de
«hâ» nın sükûnüyle «billâh» yahut «hâ» nın üstünüyle «billâhe» yahut «hâ» nın
ötresiyle «billâhü ben bu işi yapmam» denilse bu üç surette de yemin olur. «Hâ»
nın sükûnüyle «Allah ben şu işi yapmam» yahut «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu
işi yapmam» denilse yemin olmaz. Ancak «Allahi ben şu işi yapmam» denilirse
yemin olur. Bazıları «bu üç surette de mutlaka yemin olur» demişlerdir» diye
zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bütün metinlerde «yemin harfi
muzmar kılınır» denilmesinde Lâfza-i Celâle'deki «hâ» nın sükûnüyle «AIIah»
veya üstünüyle «Allahe ben elbette şu işi yapmam» ifadesinin yemin olmamasına,
«Allahi ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin olmasına işaret vardır. Çünkü
bilindiği üzere yemin harfi muzmer kılındığında eseri baki kalır. Bu takdirde
Lâfza-i Celâl'in esre okunması lâzımdır. Fakat Hidaye'de ve diğer fıkıh
kitablarında «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin
olması caiz görülmüştür. Cevhere'de de «sahih olan budur» denilmiştir.
Bahır'da «Lafza-ı Celâle üstün okunduğunda
yemin olmasında ihtilâf yoktur. Çünkü lügat ehli Lâfza-i Celâle'nin üstün ve
esre okunmasının caiz olmasında ihtilâf etmemişlerdir. Hattâ üstün okunması
daha çoktur. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da da böyle zikredilmiştir» diye yazılıdır.
Ben derim ki: Geriye Lâfza-i Celâle'deki
«hâ» nın sükûnuyla yemin olmaması kalmıştır. Fetihsahibi bunu reddederek şöyle
demiştir: Kendisiyle yemin edilen kelimenin yanlış yahut doğru yahut sükûn ile
harekelenmesi arasında fark olmayıp nasıl harekelenirse harekelensin yemin
yapılmış olur. Çünkü yeminin manası: Bir işi yapmamak veya yapmak murad
edildiğinde, o işi yapmamak veya yapmak hususunda kasde veya iddiaya kuvvet
vermek için Allahü Teâlâ'nın ism-i şerifini zikretmek suretiyle yapılan bir
akidden ibarettir ki o da burada mevcuttur. Buna göre yemin, lâfızdaki bir
hususiyete (üstün, esre, ötre ve sükûne) bağlı değildir. Fetih sahibinin sözü
burada son bulmuştur.
«Vallâhi le-kad fe'altü kezâ: Vallâhi
elbette ben şu işi yaptım ilh...»
Yani: Geçmiş zamanda olmuş bir şey üzerine
yemin yapılırken fiil mutasarrıf (çekimli) olursa te'kîd için olan «lâm» ile
«kad» lâzımdır. Fiil çekimli olmazsa bu te'kid harfleri lâzım değildir.
METİN
Keffâret-i Yemin: Yemin keffâreti:
Keffâretin yemine izâfeti bir şeyin şartına
izâfeti kabilindendir. Çünkü biz Hanefilerce keffâretin sebebi, yeminin
bozulmasıdır. Yemin bozulduğunda -zıharda geçtiği gibi- keffâreti, (gücü
yeterse) bir köle âzâd etmekten yahut on fakiri (akşamlı sabahlı) doyurmaktan
yahut on fakire orta halli insanlara elverişli, üç aydan ziyade dayanacak ve
bedenin ekserisini örtecek birer kat elbise giydirmekten ibarettir. Buna göre
elbise yerine yalnız don caiz olmaz. Ancak donun kıymeti akşamlı sabahlı bir
fakiri doyuracak (fıtır sadakası) kadar olursa, kıymeti itibariyle caiz olur.
Üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse
bir anda köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak ve on fakire elbise almakla
bunların hepsini birden yapsa, yahut bunları sıra ile yapıp, fakat keffâretin
sahih olması için niyet lâzım olmakla niyeti ancak üçün tamamından sonra etse
üzerindeki keffâretten dolayı kıymet cihetinden alâsı olan biri vakî olup
diğerleri nafile olur. Eğer bu üçten hiç birini yapmazsa farz en azı ile
düşeceğinden dolayı bunlardan kıymet itibariyle en az olan biri karşılığında azap
olunur.
İZAH
«Keffâretin yemine izâfeti bir şeyin
şartına izafeti kabilindendir ilh...» Hadd-i zina (zina cezası), hadd-i şürb
(içki cezası) ve hadd-i serika (hırsızlık cezasın) da olduğu gibi hükümlerin
izafetinde asıl olan hükmün sebebe izâfe edilmesi olunca -halbuki biz
Hanefilerce yemin, keffâretin sebebi değildir; İmam Şafiî'ye göre sebebidir,
biz Hanefilere göre keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. Nitekim
gelecektir.- şârih, keffâretin yemine izâfetinin asıl kaideden hariç olduğunu
ve bu izâfetin mecazen bir şeyin şartına izâfeti kabilinden olduğunu
açıklamıştır. Bu ise keffâret-i ihram, sadaka-i fıtırda olduğu gibi, şeriatta
caiz ve sabittir. Yeminin, keffâretin şartı olup sebebi olmadığı Fetih ve diğer
fıkıh kitablarındadelilleriyle açıklanmıştır.
«Köle âzâd etmekten ilh...» Musannıf yemin
keffâreti için köle âzad etmek deyip, kölenin âzâd olması dememiştir. Çünkü
aleyhine âzâd olacak bir köleye varis olan kimse keffâretten dolayı niyet etse
caiz olmaz. Nehir.
«Yahut on fakiri (akşamlı sabahlı)
doyurmaktan ilh...» Yani ya hakikaten on fakiri bir gün veya takdiren, bir
fakiri on gün doyurmaktır. Hatta bir fakire her gün buğdaydan yarım sâ'
(sadaka-i fıtır miktarı) olarak on gün verse caiz olur. Fakat bir fakire bir
günde on saatte on defa devir yoluyla verse bazıları «caiz olur» demişlerdir,
bazıları «caiz olmadığını» söylemişlerdir. Sahih olan kavle göre caiz olmaz.
Aynı fakire ikinci gün keffâretin verilmesinin caiz olması, ihtiyaç yenilendiği
için o fakir ikinci gün başka bir fakir gibi olduğundan dolayıdır. Bir fakire
bir günde her saatte bir elbise verilmek üzere on saatte on elbise verilse
yahut bir elbise bir fakire verilip sonra ondan alınıp tekrar ona veya
başkasına hibe veya başka bir yolla on defa verîlse -vasfın değişmesi aynın değişmesinde
tesir ettiği için- caiz olur. Fakat âlimlerin çoğuna göre: caiz olmaz.
Kuhustani.
Cevhered'e «on fakire sabahlı akşamlı
katıksız arpa veya darı ekmeyi yedirmek kifayet etmez. Fakat katıksız buğday
ekmeği kifayet eder. On gün sabahleyin bir fakire akşamleyin başka bir fakire
yedirilse kifayet etmez. Çünkü bu suretde on günlük taam yirmiye taksim
edilmiştir. Nitekim bir fakirin hissesi iki fakire taksim edildiğinde caiz
olmadığı gibi. Bir fakire on gün sabahları yemek yedirilip akşam yemeklerinin de
bedelleri verilse kifayet eder. Kezâ on fakire sabah yemeği yedirilip akşam
yemeğinin de bedelleri verilse yine kifayet eder. On fakire Ramazan-ı Şerif'te
yirmi gün akşam yemeği yedirilse kifayet eder» denilmiştir. Fakat Bezzâziye'de
«on fakire bir gün sabahleyin, diğer bir gün ak-şamleyin yemek yedirilse bu
hususta İmam Ebu Yusuf'tan iki rivayet vardır: Bir rivayette bir günün sabah ve
akşamında yedirilmesi şarttır. Mualla'nın rivayetinde şart değildir» diye
zikredilmiştir. Hâkim'in Kâfî'sinde «on fakirden her birine iki yemin keffâreti
yerine birer sâ' buğday yedirse İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf'a göre ancak bir
yemin keffâretine kifayet eder. İmam Muhammed'e göre: ikisine de kafidir.
«Zıharda geçtiği gibi ilh...» Yani üzerine
yemin keffâreti lâzım olan kimse gücü yeterse keffâret niyetiyle bir köle âzâd
eder. Bu kölenin Müslüman baliğ olup olmaması müsavidir. Ancak kendisinden
istenilen menfaatin cinsi tamamıyla yok olacak derecede şahsında bir kusur
bulunmaması lâzımdır, bu itibarla kör, deli, iki ayağı veya iki eli kesilmiş
olan köleler keffâret için kifayet etmez. Müdebber, ümmi veled, kitabet
bedelini kısmen ödemiş mükâtebler de keffâret için kafi değildirler. Çünkü
bunlar bir bakıma hürriyete hak kazanmışlardır. Yemin keffâreti için on fakiri
doyurmaya gelince bu da ya on fakire birersadaka-i fıtır miktarı şey temlik
etmek yahut ibahe yani sabahlı akşamlı olarak yemek yedirmektir.
«Üç aydan ziyade dayanan ilh...» Çünkü üç
ay yeni elbisenin müddetinin yarısından çok olan zamandır. Nitekim Hülâsa'da böyle
zikredilmiştir. Elbiselerin yeni olması şart değildir. Hatta elbiseler yeni ve
ince olup bu müddet dayanmazsa keffârete kifayet etmez.
«Bedenin ekserisini örtecek ilh...» Yani
keffâret için her fakire verilecek çarşaf (kadın için), cübbe, kamis (yakası
kapalı olan elbise) ve kaba «yakası açık olan elbise) gibi elbise onun hiç
olmazsa bedeninin tamamını veya ekserisini örtecek bir halde bulunmalıdır.
Kuhustânî.
Bu İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a
göredir. İmam Muhammed'e göre kendisiyle namaz caiz alacak elbise keffâret için
kifayet eder, buna göre erkekler için don kafidir. Kadınlar için kafi değildir.
«Buna göre elbise yerine yalnız don caiz
olmaz ilh...» Çünkü yalnız don giyinen kimse, örfen çıplak sayılır. Bu takdirde
keffâret için her fakire verilecek elbise ya kamis, yahut cübbe, yahut ridâ'
(palto, aba, kaftan gibi üst tarafa giyilen elbise), yahut kaba (yakası açık
olan elbise) yahut izâr (omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise) olmalıdır. İzâr,
böyle omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise olmayıp, yalnız belden aşağısını örten
elbise olursa don gibi olacağından İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre
kifayet etmez.
İmâme (fes üzerine sarılan sarığın adıdır)
keffâret için kifayet etmez. Ancak kendisinden bedenin ekserisini örtecek bir
elbise yapılması mümkün olursa caiz olur.
Kalen süve (tepesi sivri külâh ve takke
gibi başa giyilen şey) ye gelince hiçbir surette kifayet etmez.
Yemin keffareti kadınlara verildiği
takdirde elbise ile birlikte baş örtüsü de verilmesi lâzımdır. Çünkü baş
örtüsüz kadınların namazı caiz olmaz. Bu, hülâsa olarak Fetih'den alınmıştır.
«Ancak donun kıymeti akşamlı sabahlı bir
fakiri doyuracak (fıtır sa-dakası) kadar olursa, kıymeti itibariyle caiz olur
ilh...» Meselâ: Keffâret için her fakire buğdaydan yarım sâ' hurma veya arpadan
bir sâ' kıymetinde olan kısa birer elbise verilse akşamlı sabahlı yemek yedirme
yerine bir bedel olarak kifayet eder. Kezâ: On fakire bir top kumaş verilip,
bundan her birine birer kat elbise çıkmasa fakat kıymeti on sadaka-i fıtır
kıymetinde olursa yemek yedirme yerine bir bedel olarak kifayet eder. Mezhebden
muhtar olana göre, yemek yedirme yerine bedel olarak kifayet eden elbiselerde
yemek yedirme yerine niyet edilmesi şart değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre
şarttır. Fetih.
«Niyeti ancak üçün tamamından sonra etse
ilh...» Yani: Üzerine yemin lâzım olan kimse bir anda köle âzâd etmek, on
fakire fıtır sadakası miktarı para vermek ve on fakire elbise almakla hepsini
birden yapsa yahut bunları sıra ile yapsa sonra niyet etse vermiş olduğu para
veyaelbise fakirlerin elinde mevcud ise bu niyeti sahih olur. Fakat âzâd etmiş
olduğu kölede sahih olmaz. Kendisine yemin keffâreti lâzım olan kimse sabahlı
akşamlı yemek yedirdikten sonra niyet etse keffâreti için sahih olmaz.
METİN
Biz Hanefilere göre; yemin edip yaptığı
yemine riayet etmeyen kimse yemin keffâretini ödeyeceği vakitte yukarıda
zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç
tutar. Kadınların âdet görmeksizin üç gün peşi peşine oruç tutmaları mümkün
olacağı için, yemin keffâreti için oruç tutan kadın âdet görürse peşi peşine
oruç tutmak bozulmuş olur. Bu kadın âdet görmeyeceği bir zamanda yeniden peşi
peşine üç gün oruç tutar. Oruç keffâreti müddetinde kadınların âdetten hâli
olmaları hemen hemen mümkün olmadığı için, bu orucun peşi peşine olmasına
kadınların âdet halleri mani değildir.
İmam Şâfıî; yemin keffâreti için üç gün
tutulacak orucun ayrı ayrı günlerde tutulmasını caiz görmüştür ve üç şey (köle
âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise almak) den birini yapmaktan
aciz olmayı yeminin bozulduğu zamanda itibar etmiştir.
Biz Hanefilere göre ise keffâreti ödeme
vakti itibar edildiği için üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse malını bir
şahsa hibe edip teslim ettikten sonra oruç tutsa, sonra hibesinden dönse tutmuş
olduğu oruç keffâret yerine kifayet eder. Mücteba.
Şârih der ki, bu surette orucun keffâret
yerine kifayet etmesi fukâhanın «hibeden dönmek asıldan fesih (bozma) dir.»
kavillerinden istisna edilmiş olur.
Oruçla keffâretin ödenmesi için orucu
bitirinceye kadar mal ile ödemekten acizliğin devam etmesi şarttır. Buna göre
fakir olan kimse iki gün oruç tutup sonra üçüncü günün orucunu bitirmeden önce
hatta iftar zamanına az bir zaman kala zengin olsa, bu zenginliği kendisine
miras bırakacak zatın zengin olarak ölüp miras yoluyla olsa bile tutmuş olduğu
oruç keffâret için caiz olmayıp yeni baştan mal ile keffâreti vermesi lâzım
olur.
Üzerine keffâret lâzım gelen bir kimse
oruçdan önce olan (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise
almak) üç keffaretin birine kifayet edecek malı unutarak oruç tutsa sahih olan
kavle göre oruçla keffâreti caiz olmaz. Mücteba.
Bir kimse yemini Allahü Teâlâ'ya yahut
talâka yahut oruca ettiğini unutsa bunlardan birini tercih edici bir sebep
bulunmadığı için üzerine bir şey lâzım gelmez. Ancak, sonra hatırlarsa o şey
lâzım gelir.
Yemin bozulmadan önce isterse mal ile olsun
keffâretin verilmesi caiz olmaz. İmam Şâfiî'ye göre caizdir. Yemin eden kimse
yeminini bozmadan bilmeyerek mal ile keffâretini ödese verdiği mal sadaka
olacağı için fakirden geri alamaz. Yemin keffâretinin verileceği yer zekâtın
verildiği yerdir. Buna göre zekâtın verilmesi caiz olmayan kimseye keffâretin
verilmesi decaiz değildir.
Bazılarına göre keffâret zimmîye verilir.
İmam Ebû Yusuf'a göre verilmez. Nitekim zekât babında geçtiği üzere fetva îmam
Ebû Yusuf'un kavliyle verilir.
Her ne kadar Müslüman olduktan sonra
yeminini bozsa bile kâfirin yemini için keffâret yoktur. Çünkü onlar hakkında:
«Çünkü onlar (kâfirler hakikatte) yeminleri
olmayan kimselerdir.» (Et - Tevbe sûresi; âyet: 12) âyet-i kerimesi nazil
olmuştur. Fakat yeminlerinin subutüne delâlet eden :
«Eğer ahidlerinden sonra yine yeminlerini
bozarlar ve dininize saldırırlarsa küfrün önderlerini hemen öldürün» âyet-i
kerimesindeki yeminlerden murad, hakiki ve içten olmayıp, görünüşte olan
yeminlerdir. Nitekim hâkimin kâfirlere ettirmiş olduğu yemin gibi.
Küfür yeminden sonra ariz olursa yemini
bozar. Buna göre; bir Müslüman yemin edip sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa
sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa kendisine asla keffâret lâzım gelmez.
Çünkü usûlde takrir ve ifade edilmiştir ki: Bir mahalle raci olan vasıfların
kendilerinde iptida ve bekaa müsavidir. Nikâhtaki mahremiyet gibi.
Kezâ : Bir kâfir oruç ve sadaka gibi kurbet
ve ibadet olan bir şeye nezretse kendisine bir şey lâzım gelmez.
İZAH
«Yukarıda zikredilen üç şeyden birini
yapmaktan aciz olursa iIh...» Yani üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse
köle âzâd etmekten, on fakir doyurmaktan veya on fakire orta halde birer kat
elbise almaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç tutar. Üzerine yemin
keffâretı lâzım olan kimsenin yanında bu üçden biri bulunup her ne kadar o şeye
muhtaç da olsa oruç tutması caiz olmaz. Bahır.
Keffaret hakkındaki âyeti kerimede
bildirilen şeylere mâlik olan veya kifaf (oturacağı ev, giyeceği elbise, bir
günlük yiyeceği nafaka) dan ziyade keffâret hakkındaki âyeti kerimede
bildirilen şeylerin bedeline mâlik olan kimsenin keffâret-i yemin için oruç
tutması caiz olmaz. Hatta hizmetine muhtaç olduğu kölesi bulunsa oruç tutması
caiz olmaz.
Üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimsenin
malı olup, malı kadarda borcu bulunsa, eğer önce mal ile borcunu öderse,
keffâretini oruçla öder. Borcunu ödemeden önce oruç tutarsa bazıları «caiz
olur», bazıları ise «caiz olmaz», demişlerdir. O kimsenin malı gaip olsa veya
ileride alacağı malı bulunsa, keffâreti için oruç tutması caiz olur. Gaip olan
malı köle olursa âzâd edebileceği için oruç tutması caiz olmaz. Bu, Hâniyye'den
hülâsa olarak alınmıştır.
Fakir olan bir kadını kocası oruç tutmaktan
men edebilir. Çünkü bu keffâret orucu kadın üzerine kendisinin iradesiyle vâcib
olduğu için kocasının onu orucdan men etme hakkı vardır. Kölede böyledir. Ancak
köle zevcesine zıhâr da bulunursa buna kadının hakkı taallükettiği için efendi
köleyi oruç dan men edemez. Çünkü köle karısına ancak zıhâr keffâretini
ödemekle yaklaşabilir. Cevhere.
«şârih der ki ilh...» Bahır sahibi «hibeden
dönme fesihdir. Malını hibe edip oruç tuttuktan sonra hibesine dönen kimse
sanki malını hiç hibe etmemiş gibi olur da malı elinde mevcut iken oruç tutmuş
olacağından oruç keffâret yerine kifayet etmezdi» demiştir. Şârih Bahır
sahibine «bu mesele fukâhanın «hibeden dönme, asıldan fesihdir» kavillerinden
istisna edilmiştir» diye cevap vermiştir.
«Yemin keffâretini ödeyeceği vakitte
ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen şahsın keffâret vereceği zamanındaki
haline itibar edilir, yemini bozduğu zamanındaki haline itibar edilmez. Hatta
zengin iken yeminini bozup sonra fakir düşse keffâretini oruçla öder. Aksi olsa
yani fakir iken yeminini bozup sonra zengin olsa keffâret için oruç tutması
caiz olmaz.
İmam Şâfiî'ye göre aksi yani üzerine
keffâret lâzım gelen kimsenin yeminini bozduğu zamanındaki haline itibar
edilir.
«Sahih olan kavle göre oruçla keffâreti
caiz olmaz ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen kimse köle âzâd edecek,
yahut on fakiri doyuracak, yahut on fakire orta halde birer kat elbise alacak
malını unutarak üç gün oruç tutsa sahih olan kavle göre oruç kifayet etmez.
Buna göre, bu üç şeyden birini yapmaktan aciz olduğu için üç gün oruç tutsa
sonra kendisine miras bırakacak kimsenin orucundan önce ölmüş olup kendisine
miras olarak mal kaldığı ortaya çıksa, tutmuş olduğu oruç keffâret için kifayet
etmez. Nehir.
«Yemin bozulmadan önce isterse mal ile
olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz ilh...» Çünkü keffâretin sebebi yeminin
bozulmasıdır. o halde yemin bozulmadan keffâretin verilmesi caiz değildir.
Bilmiş ol ki üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse keffâreti tehir etse
günahkâr olur. Ölümle, öldürülmekle düşmez. Zıhar keffâretinin düşmesinde
ihtilâf vardır. Kuhustânî.
«Verdiği mal sadaka olacağı için fakirden
geri alamaz ilh...» Çünkü bu malı kurbet ve ibadet maksadıyla Allah için fakire
mülk olarak vermiştir. Kurbet ve ibadet hasıl olup sevaba nail olduğu için bunu
bozma hakkı yoktur. Fetih.
«Bazılarına göre keffâret zimmîye verilir
ilh...» Yani zekâtın zimmîye verilmesi caiz değildir, zekâttan başkalarının
verilmesi caizdir.
«Görünüşte olan yeminlerdir ilh...» Çünkü
kafirlere kadının yemin verdirmesinden muradı, onların yeminlerden
kaçınmalarıdır. Yoksa küfür ile Allahü Teâlâ'nın ismine tazîm etmiş olmazlar.
Yeminin yemin olması için yemin edenin Müslüman olması şarttır. Keffâret hadd-i
zatında ibadet olduğu için kâfir ona da ehil değildir.
«Usûlde takrir ve ifade edilmiştir ki,
ilh...» Mahal ki kâfirin kendisine ve mahremin kendisine râci olan küfür ve
mahremiyet gibi vasıfların başlangıçta ve sonradan ârız olmalarımüsavidir.
Sonradan ârız olan küfür asıl küfür gibi yemini bozar. Nikâh da başlangıçta
olan mahremiyet ile sonradan ârız olan mahremiyet müsavidir: Bir kimseye zinâ
ettiği kadının kızının nikâhı haram olur. Nitekim zevcesinin anasıyla zinâ
etmesiyle zevcesi kendisine horam olduğu gibi. İşte bunda başlangıçta olan zinâ
ile sonradan ârız olan zinâda mahremiyet müsavi oldu.
METİN
Bir kimse günah olan bir şey üzerine yemin
etse bu yemin gerek terk olsun, meselâ; «vallâhi anam babam ile konuşmayacağım»
gibi veya fiil üzere olsun meselâ; «vallâhi bugün fülân kimseyi öldüreceğim»
gibi. Böyle günah üzerine yemin eden kimsenin yeminini bozması, sonra keffâret
vermesi vâcib olur. Çünkü yemini bozmak her ne kadar günah ise de ana baba ile
konuşmamak veya adam öldürmek günahından ehvendir. Musannıfın «bugün fülan
kimseyi öldüreceğim» ifadesini «bugün» ile kayıtlaması yemin eden kimsenin
üzerine kendi ihtiyarıyla yeminini bozmanın ancak muvakkat (zaman tayin
edilerek yapılan) yeminde vâcib olduğunu bildirmek içindir. Fakat mutlak yani
zaman tayin edilmeksizin yapılan yeminde hayatının sonunda yemini bozulacağı
için yemin eden kimse öleceği zaman yemininin keffâretini vasiyet eder. Eğer
üzerine yemin ettiği şey helâk olursa yeminini muhafaza etmek imkânı kalmamış
olduğu için yemininden dolayı keffâret verir. Hâsılı: Üzerine yemin edilen şey
ya fiil yahut terk olur. Bunlardan her birerleri ya günah olur. Yukarda
zikredilen yeminler gibi, yahut vâcib olur. Meselâ: «Vallâhi bugün ben öğle
namazını kılacağım» diye yemin edilmesi böyledir. Bu nevi yeminlerin muhafaza
edilmeleri farzdır. Yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olur veya yemini
bozmak muhafaza etmekten evlâ olur. Meselâ: «Vallahi ben zevceme bir ay veya
iki ay cinsi yakınlıkta bulunmayacağım» diye yemin edildiğinde zevceye karşı
yumuşaklık münasip olduğu için bunda yeminin bozulması ve keffâret verilmesi
evlâdır, yahut yeminin bozulması ile bozulmaması müsavi olur. Meselâ: «Vallahi
ben şu ekmeği yemeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. Bu nevi yeminlerin
muhafaza edilmeleri evlâdır. Fakat Allahü Teâlâ'nın:
«Yeminlerinizi, muhafaza ediniz.» (El-
Mâide sûresi; âyet: 89) kavli kerimi yemini muhafaza etmenin vâcib olduğunu
ifade eder. Bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan yeminin iki sûreti,
üzerine yemin edilen şey, ya günah veya vâcib olmak, yemini muhafaza etmek
bozmaktan evlâ olmak veya bozmak muhafaza etmekten evlâ olmak ve yahut iki
tarafı müsavi olmak üzere beş sûretine çarpılırsa on suret hâsıl olur. Fetih.
Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip
sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına sarf etmekle işlese, helâlı
haram kılmanın yemin olduğu Allahü Teâlâ'nın :
(Et-Tahrîm sûresi; âyet: 1,2)
«Ey nebi, sen zevcelerinin hoşnudluğunu
arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun?
(Bununla beraber üzülme) Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir. Allah
yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır.» kavli kerimiyle
takrir ve beyan edildiği için yemini bozulmuş olduğundan dolayı kendisine
keffâret lâzım gelir. Fakat bu surette olduğu gibi helâlı haram kılma müneccez
(bir şarta talîk veya bir zamana izâfe edilmeksizin derhal yapılan yemin)
olmayıp «ben şu yemeği yersem bana haram olsun» demek gibi. Haram olmasını
kendi fiili (işi) ne talîk kıl (bağla) sa o yemeği yediği takdirde yemini
bozulmuş olmadığı için kendisine keffâret lâzım olmaz. Hülâsa. Musannıf, Hülâsa
sahibine «şarta talîk edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur
da aralarında fark olmaz» diye itirazda bulunmuştur.
Bir kimsenin kendi nefsine haram ettiği şey
gerek şarap gibi haddi zatında haram ve a'yândan olsun, gerek eve girme gibi
fiillerden olsun, gerek başkasının mülkü olsun, eğer bu ifadeleriyle haber
vermek murad etmeyip inşa murad ederse, yemin olacağı için üzerine yemin ettiği
şeyi yaptığı takdirde kendisine keffâret lâzım gelir. Bir kimsenin kendi
nefsine haram kıldığı bir şeyi yemesi, giymesi, içinde oturması ve nafakasına
sarf etmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi
tasadduk veya hibe etse örfte onunla bozulmuş olmaz. Zeylaî.
Bir kadının kocasına «sen bana haramsın»
veya «seni kendime haram kıldım» sözü helâli haram kılma kabilindendir. Buna
göre zevci kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde buna rıza gösterse
veya zevci ona zorla cinsi yakınlıkta bulunsa kadın üzerine keffâret lâzım
olur. Mücteba.
Yine Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir
kimse bir cemaate «sizin kelâmınız benim üzerime haramdır» yahut «fakirlerin»
veya «Bağdat halkının kelâmı benim üzerime haramdır» yahut «şu ekmeği yemek
benim üzerime haramdır» dese bu cemaat yahut bu fakirler veya Bağdat halkının
bazılarıyla konuşsa yahut ekmeğin bir kısmını yese yemini bozulmuş olur. Fakat
«Vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem» ifadesinde ancak bu
kimselerin hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur.
Eşbah'da «ekmeğin hepsini bir mecliste
yemek mümkün olmasa yahut «vallâhi fülan ile ve fülan ile konuşmayacağım» diye
yemin edip her birine niyet etse yahut «fülanın kardeşleriyle konuşmayacağım»
diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa bu sûretlerde de bazısını yapmakla
yeminini bozmuş olur» diye zikredilmiştir. Bu bahsin tamamı Eşbah'dadır.
Şarih der ki: Bir kimse bir cemaate hitaben
«vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem» dese o kimselerin
hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin hepsini yemedikçe yemini bozulmaz hükmünden
bilinmiş oldu ki bir kimse zevcesinin çocuklarınınevine gelmemeleri üzere
talâka yemin etse bundan sonra onlardan biri evine gelse yemini bozulmaz.
İZAH
«Hâsılı ilh...» Yani: Bu makamda zikredilen
kelâmın hâsılıdır, yoksa metinde zikredilenin hâsılı değildir. Çünkü metinde
fiil ve terk itibariyle yalnız günah üzere yapılan yemin zikredilmiştir.
«Vallâhi bugün ben öğle namazım kılacağım
diye yemin edilmesi gibi ilh...» Bu fiile misaldir, terke misal: «vallâhi bugün
şarap içmeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. H. Bu nevi yeminlerin muhafaza
edilmeleri farzdır.
«Yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olur
ilh...» Yani: Üzerine yemin edilen şeyi yapmak yapmamaktan evlâdır. Fiile
misal: «Vallâhi bugün ben elbette kuşluk namazını kılacağım» diye yemin
edilmesi. Terke misal: «vallâhi soğan yemeyeceğim» diye yemin edilmesidir.
Bu kısmın hükmü velev fiil üzerine yemin
edilmiş olsun, yemini muhafaza etmek evlâ veya vâcib olmaktır. H.
«Vallâhi ben zevceme bir ay veya iki ay
cinsi yakınlıkta bulunma-yacağım ilh...» Bu terke misaldir. Fiile misal:
«Vallahi bugün ben elbette soğan yiyeceğim» diye yemin edilmesidir. Eğer
ailesine îlâ (yemin) müddeti yaklaşmayacağına yemin ederse bu, günah üzere
yapılan yemin kısmından olur.
«Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram
edip ilh...» Şârih bu tâbirde Bahır sahibine tâbi olmuştur. Bahır sahibi bir
kimse kendi nefsi üzerine bir şeyi haram edip sonra onu işlese üzerine keffâret
lâzım gelir. Fakat bir şeyin haram olmasını kendi fiili üzerine talîk edip
sonra onu yaparsa kendisîne keffâret lâzım gelmez. Çünkü Hülâsa'da «bir kimse
"ben şu yemeği yersem o bana haram olsun" deyip onun haram olmasını
kendi fiiline talîk kılsa sonra o yemeği yese yemin bozulmayacağı için
kendisine keffaret lâzım gelmez» diye zikredilmiştir.
«Musannıf Hulâsa sahibine "şarta talik
edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur da aralarında fark
olmaz" diye itirazda bu-lunmuştur ilh...» Fakat Musannıf'a «bu makamda
müneccez ile muallak arasında fark vardır ki müneccezde mevcut olan yemeyi
kendi nefsine haram kılmıştır. Ama muallakda taamı ancak yedikten sonra haram
kılmış olur. Çünkü ceza şartın akibinde meydana gelir, bu takdirde taam mevcut
olmamış olur» diye cevap verilir. H.
Ben derim kî: Fetih'de Hülâsa'da zikredilen
mesele zikredildikten sonra ve Dürrü'l-Müntekâ'da zikredilmiştir ki bir kimse
bir şahsa hitaben «senin evinde yiyeceğim her taam bana haram olsun» dese
kıyasa göre o şahsın evinde taam yediğinde yemini bozulmaz. İbn-i Semâ'a, İmam
Ebû Yusuf (Rh.A.)'dan böyle rivayet etmiştir. İstihsana göre; yemini bozulur.
Çünkü insanlar bu ifadeyle «o taamı yemek bana haramdır» mânâsını murad
ederler. Buna göre talîk suretiyle helâl olan bir şey haram kılındıktan sonra
yenirse yemini bozulur. Keza: Hıyel'de zikredilmiştir ki: bir kimse bir şahsa
hitaben: "Ben şenin yanında ebedi yemek yersem bana haram olsun"
deyip sonra yese yemini bozulmaz. bu cevap kıyasa göre olmalıdır. Nehir sahibi
de buna tâbi olmuştur.
«Haber vermek murad etmeyip ilh...» Yani
bir kimse «şu şarab bana haramdır» dese bunda iki kavil vardır, eğer bu ifade
ile şarabın haram olduğunu haber vermeyi murad etmişse kendisine keffâret lâzım
gelmez. Eğer bu ifadeyle yemin etmek murad etmişse kendisine keffâret lazım
gelmez. Hanîyye.
«Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram
edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına sarf etmekle işlese
ilh...» Bilmiş ol ki, a'yân (cisimler gibi kendi kendine ayakta duran ve yer
kaplayan şeyler) haram kılınarak yemin edildiğinde bu yemin a'yândan istifade
edilecek şeylere sarf edilir.
Nitekim şeriatte a'yânın haram
kılınmasından maksad onlardan istifade edilecek şeylerin haram kılınmasıdır.
Meselâ: Allahü Teâlâ'nın:
«Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz
halalarınız, teyzeleriniz... size haram kılındı.» (En - Nisâ sûresi; âyet: 23)
kavli kerimindeki analar, kızlar ve diğer haram olan kadınların haram
olmasından maksad onların nikâhlarının haram olmasıdır.
Allahü Teâlâ'nın:
«Ölü, kan, domuz eti..... size haram
kılındı.» (El- Maide sûresi; âyet: 3) Kavli kerimindeki ölü, kan, domuz eti ve
diğer haram olan şeylerin haram olmasından maksad onların yenilmelerinin ve
içilmelerinin haram olmasıdır. Bundan dolayı Hülasa'da zikredilmiştir ki: Bir
kimse «şu elbise bana haram olsun» dedikten sonra onu giyse yemini bozulmuş
olup kendisine keffâret lâzım gelir. Ancak bu ifadesiyle giymekten başka şeye
niyet ederse elbiseyi giymekle yemini bozulmuş olmaz.
«Bir kimsenin kendi nefsine tahsis ettiği
bir şeyi yemesi giymesi, içinde oturması ve nafakasına sarfetmesi gibi o şeyden
faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi tasadduk veya hibe etse,
yemini bozulmuş olmaz ilh...» Fetih'de zikredilmiştir ki: Bir kimse elinde
bulunan dirhemler için «bu dirhemler bana haram olsun» deyip onlarla bir şey
alırsa, yemini bozulmuş olur. Eğer onları tasadduk veya hibe ederse örfün
hükmüne göre yemini bozulmaz. Yani «bu dirhemler bana haram olsun» ifadesiyle
örfde, kendisi için bu dirhemler yiyecek veya giyecek satın alıp bununla
faydalanmanın haram kılınması murad edilir. Yoksa bu dirhemlerin tasadduk
edilmesi murad edilmez. Bundan zahir olan mânâya göre; dirhemleri borcuna
verse, yemini bozulmaz. Teemmül et!
Bahır'da «dirhemlerin zikredilmesi için bir
hususiyet yoktur, hatta bir kimse kendi nefsine haram kıldığı her hangi bir şeyi
hibe veya tasadduk etse yemini bozulmuş olmaz. Çünkü o şeyin haram
kılınmasından murad o şey ile faydalanmanın haram olmasıdır» denilmiştir.
«Bir kimse bir cemaate "sizin
kelâmınız benim üzerime haramdır" dese bu cemaattan bazılarıyla
konuştuğunda yemini bozulmuş olur ilh...Hidaye'de «bir kimse kendi nefsine
haram kıldığı şeyin gerek azını ve gerekse çoğunu yaptığında yemini bozulmuş
olup kendisine keffâret vâcib olur, çünkü haram kılma sabit olunca, haram
kılınan şeyin her cüzüne haram şâmil olur» diye zikredilmiştir.
«Fakat "vallâhi ben sizinle
konuşmam" yahut "şu ekmeği yemem" ifadesinde ancak bu kimselerin
hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur ilh...»
Yani: «Konuşmam» diye yemin ettiği cemaatin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin
hepsini yemedikçe yemini bozulmaz. O cemaatten bazılarıyla konuşsa yahut o
ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Nehir'de, Hülâsa'da ve Muhit'te
zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra bir
lokma yese yemini bozulmuş olur. Galiba yukarda zikredilen ifade ile bu ifade
arasındaki fark ekmeği kendi nefsine haram kılmada ekmeğin bütün cüzlerini
haram kılma vardır. «Vallâhi şu ekmeği yemem» ifadesinde ekmeğin hepsini
yemekten kendi nefsini menetmek vardır. Buna göre ekmeğin bir kısmını yese
yemini bozulmuş olmaz. Bununla Hâniyye'de zikredilenin zayıf olduğu anlaşılır.
Meşayıhımız «bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra o
ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Çünkü bu ifade «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim»
ifadesi gibidir. Bu ikinci ifadeyi söyleseydi ekmeğin bir kısmını yemekle
yemini bozulmazdı, sahih olan budur» demişlerdir.
Ben derim ki: Hidâye'den naklettiğimiz söz
bu farka işaret etmektedir. Bunun izahı şöyledir: Ekmek, büyüklüğü ne olursa olsun,
bir bütün ekmeğin ismidir. Bir bütün ekmeğin bir kısmının yenilmesiyle hepsi
yenildi denilmez. Fakat bir kimse ekmeği kendi nefsine haram kıldığında onu
bizzat haram olan şey yerinde kılmıştır. Şöyle ki: Haram kılınma ekmeğin
kendisine nisbet edilmiş olup o şarap ve ölü yerinde tutulmuş olur. Buna göre
haram olan bir şeyin azının da çoğunun da yenilmesi helâl olmaz. Bir şeyin
haram kılınması yemin olduğu yerde yemin eden kimse ondan hiçbir şey yememek
üzere yemin etmiştir. İşte haram kılmanın asıl mânâsı budur. Fakat bir kimsenin
«vallahi şu ekmeği yemeyeceğim» ifadesi böyle değildir. Çünkü bunda nefsini o
ekmeğin her parçasından men etmek yoktur, belki o ekmeğin hepsinden nefsini
menetmek vardır. Fakat Bahır'da Hâniyye'nin kelâmı te'yid edilmiştir. Şöyle ki:
Bir ayn (kendi kendine ayakta duran ve yer kaplayan şey)in haram kılınmasından
murad o ayndan istifade edilecek şeyin haram kılınmasıdır. Meselâ; bir kimse«şu
taam bana haram olsun» dese, bundan murad o taamın yenilmesinin haram
olmasıdır. «Şu elbise bana haram olsun» dese bundan giyilmesinin haram olması
murad edilir.
«Eşbah'da "ekmeğin hepsini bir
meclisde yemek mümkün olmasa ilh...» Yani bir kimse «şu ekmeği yemem» diye
yemin edip bu ekmeğin bir oturuşta yenilmesi mümkün olmasa ve bu ekmeğin birazını
yese esah ve muhtar olan kavle göre yemini bozulur.
Bir kimse, muayyen bir şeyi yemeyeceğine
dair yemin ettiğinde kaide şudur ki; üzerine yemin ettiği şey bir oturuşta
yenilecek veya bir içişte içilecek miktar olursa yemin o şeyin hepsi üzerine
yapılmış olup o şeyin bir kısmını yemekle veya içmekle yemini bozulmaz. Çünkü
yeminden maksad onu yemekten sakınmasıdır. Eğer yemin ettiği şeyin bir oturuşta
yenilmesi veya bir içişte içilmesi mümkün olmazsa, onun bir kısmını yemesi ve
içmesiyle yemini bozulur. Çünkü bu surette yeminden maksad yemin edilen şeyden
hiç yenilmemesi olup yoksa hepsinin yenilmemesi değildir.
Bir kimse «şu iki koyunun sütünü
içmeyeceğim» diye yemin etse, bu iki koyundan her birinin sütünü içmedikçe
yemini bozulmaz. İki koyunun sütünün hepsini içmesi şart değildir. Çünkü iki
koyunun sütünün hepsinin içilmesi kastedilmiş değildir.
Bir kimse «ben şu küpteki sade yağdan
yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra, o küpteki yağdan biraz yese yemini
bozulur. Fakat «şu küpteki sade yağı satmam» diye yemin ettikten sonra o yağın
bir kısmını satsa, yemini bozulmaz. Çünkü küpteki yağın hepsini bir oturuşta
yemek mümkün değildir. Halbuki küpteki yağın hepsini birden satmak mümkündür.
«Muhît» de de böyle zikredilmiştir.
Bir kimse «ben şu narı yemeyeceğim» diye
yemin ettikten sonra o narı yese ancak bir veya iki tanesini yemese istihsanen
yemini bozulur. Çünkü bir veya iki taneye itibar edilmediği için örfde hepsi
yenilmiş sayılır. Eğer o narın yarısını veya üçte birini yahut üçte birinden
daha fazlasını bırakırsa yemini bozulmaz. Çünkü bu takdirde narın hepsi
yenilmiş sayılmaz. Bu izahdan malûm oldu ki; ekmek veya başka bir şeyden bir
lokma gibi az bir şeyin kalmasına itibar edilmez. Yani hepsi yenilmiş kabul
edilir. Bu, Bahır'ın yeme ve içmeye dair yemin bahsinden hülâsa olarak
alınmıştır.
«"Vallâhi fülan ve fülan ile
konuşmayacağım" diye yemin edip her-birine niyet etse ilh...» Yani
bunlardan biriyle konuştuğunda yemini bozulur. Kezâ: Bir kimse «fülan ve fülan
ile konuşmak bana haram olsun» diye yemin etse bunlardan biriyle konuşursa
yemini bozulur. Kezâ: «Bağdat halkıyla konuşmak bana haram olsun» diye yemin
eden kimse Bağdat halkından biriyle konuşursa yemini bozulur. Nehir, Mecmûun
nevazil.
«Fülan ve fülan ile konuşmak bana haram
olsun» yahut «vallâhi fülan ve fülan ile konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde
sahih olan kavle göre o iki kimseden yalnızbirisiyle konuşulsa yemin bozulmuş
olmaz. Ancak o iki kimseden her biriyle konuşulmamaya niyet edilirse bu
takdirde onlardan biriyle konuşulduğunda yemin bozulmuş olur. Çünkü yemin eden
şahıs o iki kimseden her biriyle konuşmamaya niyet etmekle hükmü kendi aleyhine
şiddetlendirmiştir. Muhit.
Ben derim ki: Bu hüküm atıf edatından
sonra, nefiy edatı zikredilmediği takdirdedir. Eğer atıf edatından sonra nefiy
edatı ilâvesiyle «vallahi ne fülan ve ne de fülan ile konuşurum» yahut «vallâhi
ne yemek ve ne de su tadarım» denilse iki yemin olmuş olup herhangi biriyle
konuşulsa veyahut herhangi biri tadılsa yemin bozulmuş ve keffâret icap etmiş
olur.
Eğer atıf edatından sonra nefiy edatı
zikredilmeksizin «vallâhi yemek ve su tatmayacağım» denilse bir yemin olmuş
olup yemek ile sudan yalnız birisi tadılsa yemin bozulmuş olmaz. Bezzaziyye.
«"Fülanın kardeşleriyle
konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa ilh...» Eğer yemin
eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bildiği halde «kardeşleriyle»
diye cemi sıygasıyla yemin etmiş ise o, bir kardeşiyle konuşursa yemini
bozulur. Çünkü yemin eden şahıs cemi (çokluğu) zikretmiş müfredi (tekliği) murad
etmiştir. Yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bilmediği halde
cemi sıygasıyla yemin etmişse o, bir kardeşiyle konuştuğu takdirde yemini
bozulmaz. Çünkü cemi zikredip müfredi murad etmemiştir. Buna göre yemin cemi
sıygası üzere baki kalmış olur. Nitekim bir kimse «şu buğdaydan üç ekmek
yemeyeceğim» diye yemin edip buğday ancak bir ekmeklik miktarı olsa yemin eden
bu miktar yemekle yemini bozulmaz. Bu, Vâkıât'dan naklen Bahır'da
zikredilmiştir.
METİN
Bir kimse «her bir helâl» yahut «Allahü
Teâlâ'nın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan her şey bana haramdır»
-Kemal «bana haram lâzım olsun» gibi ifadeleri de ziyade etmiştir- dese o
kimsenin bu ifadeleri yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Fakat
zamanımızda bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin
niyetsiz bir bâin talâkla boş olması üzeredir. Eğer bu ifadelerle yemin eden
kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş olurlar.
Eğer bu yemin eden kimse bu ifadeleriyle üç talâka niyet ederse üç talâk vaki
olur. «Talâka niyet etmedim» derse bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib
olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib
olduğundan dolayı bunlarla ancak erkekler yemin ederler. Bu yemin eden kimsenin
yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa -sonra gerek evlensin ve gerek evlenmesin-
bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya yemin olur. Eğer bu yemini gelecek zamanda olacak
bir şey üzerine olursa yemekle veya içmekle keffâret verir. Eğer AIIahü
Teâlâ'ya yeminigeçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu
yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Bu kimsenin yemin ettiği
vakitte zevcesi olup iddetsiz bâin talâkla boş olsa meselâ: Onu kendisine cinsi
yakınlıkta bulunmadan önce boşadıktan sonra yemek yese yemini talâka sarf
edildiği için kendisine keffâret lâzım gelmez. Nitekim ÎIâ bahsinde geçmiştir.
İZAH
«Bir kimse "her bir helâl"
ilh...» Hidaye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «her bir helâl bana haramdır»
dese bu sözü yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Ancak bunlardan
başkalarına niyet ederse kabul edilir. Halbuki kıyas «her bir helâl bana
haramdır» ifadesini söyleyince hemen yemininin bozulması idi. Çünkü o kimse
nefes alma gibi mübah olan bir işi yapmıştır. Bu İmam Züfer (Rh.A.)'nın kavlidir.
İstihsana göre; nefes almakla yemini bozulmaz. Çünkü yeminden maksat, yeminin
muhafaza edilmesidir. Bu ifade mübah olan her şeye şâmil olursa yemini muhafaza
etmek mümkün olmaz. Buna göre bu ifade yeme ve içmeye sarfedilir. Örfte bu
ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılıp, mübah olan her şeye şâmil
olmadığı için niyetsiz zevcesi boş olmaz, zevcesine de niyet ederse ilâ (dört
ay ailesine yaklaşmamak üzere yapılan yemin) olur. Bu ifadeyle yapılan yemin
ancak yenilecek ve içilecek şeylere sarf edilir. Bunun hepsi zâhir rivayenin
cevabıdır. Meşayıhımız «bu ifadenin talâkta kullanılması gâlib olduğu için bu
ifadeyle niyetsiz talâk vâki olur» demişlerdir. Fetva da bunun üzerinedir.
Ben derim ki: «Örfte bu ifade âdeta
yenilecek, içilecek şeylerde kullanılır» cümlesinin muktezâsı eskiden örfte bu
ifade yenilecek ve içilecek şeylerde kullanılırdı. Fakat sonra bu ifadenin
talâkta kullanılması örf oldu. Bundan sonra burada zikredilenler ilâ bahsinde
kadının haram olmasına yahut zıhâra yahut yalana yahut talâka niyet edilmesi
arasındaki zikredilen tafsilâta münâfi değildir. Çünkü zıhârda kadına hitaben:
«Sen bana haramsın» gibi yalnız kadının haram olduğunu bîldiren ifade
zikredilmiştir. Burada ise «her bir hetâl bana haramdır» gibi umum bildiren ifade
zikredilmiştir. «Her helâl bana haramdır» ifadesinin talâkta kullanılması gâlib
olduğu için yemin eden kimse evli olduğu takdirde zevcesi niyetsiz bâin talâk
ile boş olur. Fetva bunun üzerinedir.
«Kemal "bana haram lâzım olsun"
gibi ifadeleride ziyade etmiştir ilh...» Burada bunun zikredilmesinin bir
mânâsı yoktur. Çünkü Kemal bu ifadeyle örfe göre ancak talâk murad edilir,
demek istemiştir. Nitekim gelecektir.
«Fakat zamanımızda bu ifadelerin talâkta
kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin niyetsiz bir bâin talâkla boş
olması üzeredir ilh...» Zamanımızdan murad Müteahhirin zamanıdır. Pezdevî
Mebsût'unda, bu ifadeyle talâk murad edilmesi insanların örfü olmasındatevakkuf
etmiştir.
Fetih'de «bilmiş ol ki; bu gibi ifadeler
bizim memleketimizde meşhur değildir. Bizim memleketimizde meşhur olan «bana
seninle konuşmak haramdır», «bana şu şeyi yemek haramdır» veya «bana şu
elbiseyi giymek haramdır» gibi umum ifade etmeyen lâfızlardır. «Bana haram
lâzımdır», «talâk bana lâzımdır» gibi ifadeler de meşhurdur. Şüphe yok ki bu
ifadelerle talîk edilmiş talâk murad edilir. Çünkü bu ifadelerden sonra «şu
şeyi yapmam» veya «şu işi elbette yaparım» ifadeleri zikredilir. Meselâ; «bana
talâk lâzım olsun ki, ben şu işi yapmam» diyen kimse bu ifadesiyle «ben şu işi
yaparsam zevcem boş olsun» manasını murad etmiştir» diye zikredilmiştir.
«Eğer bu ifadelerle yemin eden kimsenin
zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş olurlar ilh...» Bu
mesele hakkında çok söz vardır. Biz bunu kendisine cinsi yakınlıkta
bulunulmamış kadının talâkı babı ile îlâ babında zikrettik. Bir kimse zevcesine
«sen bana haramsın» dese bu ifade yalnız kendisine hitap ettiği zevcesine has
olur. Fakat «her bir helâl bana haramdır» ifadesi ise dört zevcesine şâmil
olur, yani her biri bâin talâkla boş olurlar. Çünkü «her bir» lâfzı umum ifade
eden edatlardandır.
Bir kimse «zevcem haramdır» yahut «zevcem
boştur» dese dört zev-cesinden biri üzerine vakî olur. İhtilâf ancak «Allah'ın
helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan bana haramdır» ifadesindedir.
Bazıları «muayyen olmayarak dört zevcesinden biri bâin talâkla boş olur»
demişlerdir. fakat racih olan kavle göre bu ifade zevcelerinin hepsine şâmil
olur.
«Bu yemin eden kimsenin yemin ettiği
vakitte zevcesi olmazsa ilh...» Zahiriyye'de «her bir helâl» yahut «Allah'ın
helâl kıldığı» yahut «Müs-lümanlara helâl olan bana haramdır» deyip bu
ifadelerle talâka niyet etmedim dese bu ifadelerin talâkda kullanılmaları örf
olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bir kimse bir işi yaptığı halde «ben bu işi
işledim ise her bir helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara
helâl olan bana haramdır» dese yemin edenin bir veya daha ziyade zevceleri
olursa hepsi bâin talâkla boş olurlar, Zevcesi olmazsa bu ifadeler talâka yemin
olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez, Eğer bu ifadeler «Allahü Teâlâ'ya
yemin kılınırsa» yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerle gelecek zamanda olacak bir
şey üzerine yemin edip sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlerse bu yemin edenin
zevcesi olmazsa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret lâzım
olur» diye zikredilmiştir. Hâsılı: Bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi
olmaz ve geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin etmişse bu
ifadeler talâka yemin sayıldığı için müftabih olan kavle göre yemin-i lağv olup
kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yemin eden kimsenin zevcesi yoktur. Eğer
bu şekilde yapılan yemin, Allahü Teâlâ'ya yemin yapılırsa yemin-i gamûs olur.
Çünkü yemin eden kimse her ne kadar kinaye yoluyla bu ifadelerinyemin olduğunu
bilmez ise de bu ifadeler AIIahü Teâlâ'ya yeminden kinayedir. Nitekim «ben şu
işi işlersem Yahudi olayım» ifadesinin kinaye yoluyla yemin olduğu yukarda
geçmiştir.
Buna göre bu ifadelerle geçmiş zamandaki
bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin eden kimsenin zevcesi bulunmadığı
takdirde gerek yemin-i lağv olsun, gerekse yemin-i gamûs olsun her iki surette
yemin eden kimseye tevbe ve istiğfar lâzım gelir.
«Eğer bu yemini gelecek zamanda olacak bir
şey üzerine olursa ye-mekle veya içmekle keffâret verir ilh...» Bir kimse «ben
şu eve girersem helâl olan herşey bana haram olsun» deyip sonra o eve girse
kendisine yemin keffareti lâzım gelir. Çünkü bu ifade, gelecek zamanda eve
girmemek üzere edilen yemin-i mün'âkidedir. Yoksa yememek, içmemek üzere yapılan
yemin-i mün'âkide değildir, hatta eve girmeden önce veya sonra yese, içse
kendisine bir şey lâzım gelmez.
«Eğer Allahü Tealâ'ya yemini geçmiş zamanda
olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu yemin talâka yemin kılınırsa
yemin-i lağv olur ilh...» Meselâ: Bir kimse bir işi yaptığını bildiği halde
«ben bu işi yaptım ise her helâl bana haram olsun» dese bu ifade Allahü
Teâlâ'ya yemin sayılırsa yemin-i gamus olur ve kendisine keffaret lâzım gelmez.
Çünkü yemin-i gamûs büyük günahlardan olup buna keffâret kifayet etmez. Bundan
dolayı tevbe ve istiğfar etmek lazımdır. Eğer bu ifade talaka yemin kılınırsa
yemin-i lağv olur. Yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olması yemin eden kimsenin
yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı takdirdedir.
«Eğer yemin eden kimsenin yemin ettiği
vakitte zevcesi olup ilh...» Bu ifade musannıfın «yemin eden kimsenin zevcesi
olmazsa» kavlinin mukabilidir. Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
gelecek zamanda olacak bir şey üzerine bu ifadelerle meselâ; «ben şu işi
yaparsam helâl olan her şey bana haram olsun» diye yemin edip sonra o işi
yaparsa zevcesi yoksa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret
lâzım gelir. Yemin ettiği vakit zevcesi olup üzerine yemin ettiği şeyi yapmadan
önce zevcesi ölür veya iddetsiz bâin talâkla boş olduktan sonra üzerine yemin
ettiği şeyi işlerse kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü yemin ettiği vakit
zevcesi bulunduğu içen yemini talâka sarf edilmiştir. Yemin ettiği vakit
zevcesi olmayıp sonra evlense bundan sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlese
zevcesinin boş olmayıp olmamasında ihtilâf vardır. Fakîh Ebû Cafer «zevcesi
talâkı bâinle boş olur» demiştir. Başkası zevcesinîn boş olmadığını
söylemiştir.
Fakîh Ebûl- Leys, zevcesi boş olmaz diyenin
kavlini almıştır, fetva da bunun üzerinedir. Çünkü bu kimsenin yemini, yemin
ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı için Allahü Teâlâ'ya yemin kılınmıştır.
Binaenaleyh bundan sonra talâk vakî olmaz.
METİN
Nezr (adak) ın mahiyeti ve nevileri :
Bir kimse mutlak veya bir şarta mualak bir
şeye nezredip, nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib veya farz bulunursa,
-Musannıf bunu Bahır ve Dürer sahibine tâbi olarak ilerde açıklayacaktır-
nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olup ve kendisine talîk olunan
şart da bulunursa nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi vâcib olur. Çünkü
Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:
«Her kim bir şeyi nezredip ismini söylerse
kendisine ismini söylediği şeyi yerine getirmesi vâcib olur.» buyurmuşlardır.
«Nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olursa» kaydıyla abdest almaya
ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan nezirler, nezrin tarifinden çıkmıştır.
(Yani bunları yapmak için yapılan nezirler muteber değildir.)
Oruç, namaz, sadaka, vakıf, i'tikaf, köle
âzâd etme, yürüyerek de olsa hac gibi ibadetlerin nezri sahihtir. Çünkü bunlar
bizzat maksud olan ibadetler olup kendilerinin cinslerinden vâcib ibadet
bulunmaktadır. Namazda, oruçda, sadakada vacib ibadetin bulunduğu açıktır.
Keffâretde köle âzâd etmek, Mekke-i Mükerreme halkından yürüyerek hacca muktedir
olan kimselere yürüyerek hacca gitmek vacibdir.
Namazda ka'de-i ahire durmakdır, i'tikâf
gibi (yani: i'tikâf, ka'de-i ahire gibi durmakdır ki galiba i'tikâfda durmak
namazda oturuş heyeti üzere olur da i'tikâf sanki ka'de-i ahire cinsinden
olur).
Her beldede beytülmalden Müslümanlar için
mescit vakfı hükümdar üzerine vâcibdir. Eğer hükümdar bunu yapmazsa mescit
yapmak Müslümanlar üzerine vâcibdir.
Hastayı ziyaret etmek, cenazeyi uğurlamak,
her ne kadar Peygamberimiz (S.A.V.) in mescidi veya Mescid-i Aksa'ya olsa da
mescide girme gibi kendilerinin cinsinden farz bulunmayan şeylere nezreden
kimseye nezrettiği şeyleri yerine getirmek lâzım olmaz. Çünkü bunların
cinsinden maksud olan bir farz yoktur. Nezrin lâzım olmasında kaide kendi
cinsinden maksud olan bir farzın bulunmasıdır. Nitekim Dürer'de yazılıdır.
İZAH
«Bir kimse mutlak nezretse ilh...» Yani bir
kimse bir şarta bağlamayarak meselâ «nezrim olsun bir sene oruç tutayım» dese
mutlak yani şarttan hali nezretmiş olur. Bir kimse bir söz söylemek murad edip
ağzından nezir çıksa nezir kendisine lâzım gelir. Çünkü nezrin şakası da talâk
gibi ciddidir. Nitekim Feth'in oruç bahsinde beyan edilmiştir.
Bir kimse «nezrim olsun bir gün oruç
tutayım» diyeceği yerde «nezrim olsun bir ay oruç tutacağım» dese bir ay oruç
tutması lâzım olur. Valvâlciye'den naklen Bahrın savm bahsinde zikredilmiştir.
«Nezredilen şey bizzat maksud olan bir
ibadet olup ilh...» Nezrin şartları: Nezredilen şeyincinsinden bir farz veya
vâcib bulunmalıdır. Nezredilen şeyin cinsinden bulunan farz veya vâcib bizzat
maksud olan bir kurbet ve ibadet olmalıdır. Binaenaleyh hastayı ziyaret etmek,
cenazeyi uğurlamak, abdest almak, gusül etmek, mescide girmek, Mushaf-ı şerifi
almak, ezan okumak, kervansaray, mescit yaptırmak gibi şeyler için yapılacak
bir nezir sahih değildir. Çünkü bunlar her ne kadar kurbet ise de bizzat maksud
ibadet değildirler.
«Ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan
nezirler ilh...» Yani ölüyü techiz ve tekfin etmek için yapılan nezir sahih
değildir. Çünkü ölüyü kefenlemek maksud olan bir ibadet değildir. Belki üzerine
namazın sahih olması içindir. Ölünün örtülü olması namazın sahih olmasının
şartıdır.
«Kendisine talik olunan şart da bulunursa
ilh...» Yani bir kimse şarta bağlı olarak meselâ "oğlum askerden gelirse
Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım" dese bir şarta muallak nezir
yapmış olup, oğlu askerden gelince üç gün oruç tutması vâcib olur.
«Nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi
vâcib olur ilh...» Yani: nezrettiği asıl ibadeti yerine getirmesi vâcib olur.
Yoksa nezrettiği şeyin vasfını yerine getirmek vâcib olmaz. Çünkü mutlak bir
nezir muayyen olsa bile mekan (yer) a, zamana, belirli paraya, belirli fakire
inhisar etmez. Buna göre bir kimse «perşembe günü oruç tutayım» yahut
«Beytullah'ta şu kadar rekât namaz kılayım» yahut «bu parayı bayram günü fülan
beldede fülan fakire vereyim» diye nezrettiği halde buna muhalif olarak başka
bir günde oruç tutsa veya başka bir mescitte o kadar rekât namaz kılsa veya o
miktarda başka bir parayı beldede başka bir fakire verse nezrini yerine
getirmiş olur. Bahır, Fetih.
«Bir hadis-i şeriflerinde ilh...» Fetih'te
«bu hadis-i şerif garibtir» de-nilmiştir. Nezir meşru bir ibadettir. Meşruiyeti
kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir. Kitabtan delili;
«Nezirlerini de îfa etsinler» (El - Hacc
sûresi; âyet: 29)âyet-i kerimesidir. Hidaye sahibi «"oruç bahsinde nezri
îfa etmek vâcibdir. Çünkü nezir hakkında âyet-i kerime vardır. Bu âyet-i kerime
katiyyet ifade ettiği için nezrin farz olmasını icab eder" diye yapılan
itiraza bu âyet-i kerime te'vil edilmiştir. Çünkü ondan günaha dair yapılan
nezir ile cinsinden farz veya vâcib bulunmayan nezir tahsis edilmiştir. Buna
göre âyet-i kerimenin delaleti kat'i olmaz. Müteahhirin'den nezrin îfasının
farz olduğunu söyleyen âlimler nezrin îfasının vâcib olduğuna icma ile istidlâl
etmişlerdir.» demiştir. Bürhan'dan naklen Şürünbülali'de «nezrin îfası farzdır»
diye zikredilmiştir.
METİN
Bahır'da nezrin beş şartı üzerine
«nezredilen şey bizzat günah olma-malıdır» ifadesi de ziyade edilmiştir. Buna
göre bir kimse, Ramazan-ı şerif bayramının birinci gününde yahut kurban
bayramının dört gününde oruç tutmayı nezretse, bu sahih olur. Çünkü bu
günlerdeesasen oruç tutmak bizzat günah olmayıp günah olması ancak Allahü
Teâlâ'nın ziyafetinden yüz çevirme bulunduğu içindir.
Nezredilen şey, nezirden önce nezreden
kimse üzerine yapılması vâcib bulunmamalıdır. Buna göre bir kimse «nezrim olsun
farz olan haccı yapayım» dese kendinin üzerine farz olan hacdan başka bir şey
lâzım olmaz.
Nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkünden
fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır. Buna göre, bir kimse yüz dirheme
mâlik olduğu halde «derhal bin dirhem tasadduk etmesini» nezir etse kendisine
ancak bu yüz dirhemi tasadduk etmek lazım olur. Hülâsa'dan naklen Bahır
sahibinin sözü burada sona ermiştir.
Şârih (Rh.A.) der ki, Zevâhirü'l-Cevahir'de
nezredilen şey "haddi zatında muhal olmamalıdır. Buna göre, bir kimse
«dünkü günde oruç tutayım" yahut «dünkü günde i'tikâfa gireyim» diye
nezretse nezri sahih olmaz» denilmiştir.
Kınye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
zenginlere tasadduk etmeyi nezretse yolculara niyet etmedikçe bu nezri sahih
olmaz. Bir kimse her namazdan sonra şu kadar tesbih çekmeyi nezretse bu nezir
kendisine lâzım olmaz. Bir kimse Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine her gün şu
kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir kendisine lâzım olur.
Bazıları «lâzım olmaz» demişlerdir.
İZAH
«Nezredilen şey bizzat günah olmamalıdır
ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Nezredilen şey haram liaynihi (haddi
zatında haram) yahut kendisinde kurbet ve ibadet olmayan bir ma'siyet olursa
nezir sahih olmaz. Binaenaleyh Ramazan-ı Şerif bayramının birinci gününde veya
kurban bayramının dört gününde oruç tutmak nezredilse bu nezir sahih olur. Şu
kadar var ki o günlerde oruç tutulması yasaklanmış olmakla o günlerde oruç
tutulmayıp sonra kaza edilmelidir. Bununla beraber o günlerde oruç tutulsa
nezir yerine getirilmiş olur.
Bir kimse nezri ma'siyete izâfe edip
meselâ: «nezrim olsun falan kimseyi öldüreyim» dese bu yemin olur, hâlis olmakla
kendisine keffâret lâzım gelir.
Ben derim ki: Hasılı; nezrin şartı
nezredilen şey maksud olan ibadet olmalıdır. Eğer nezredilen şey günah olursa,
nezir sahih olmaz, Nezredilen bir şeyin kurbet ve ibadet cihetinden yerine
getirilmesi lâzımdır. Yoksa kabul edilen bütün vasıflarıyla birlikte yerine
getirilmesi lâzım değildir. Buna göre bayram günlerinde oruç tutmak nezredilse
orucun oruç olması cihetinden sahih olup orucun bayram günlerinde olma vasfı
lağv olur. Bundan dolayı Fetih'de zikredilmiştir ki: İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a
göre; bir kimse abdestsiz iki rekât namaz kılmayı nezretse bu nezri sahih olup,
«abdestsiz» ifadesi hükümsüzdür. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre bu nezir sahih
olmaz. Bir kimse kıraatsiz iki rekât namaz kılmayı nezretse bunezir sahih olup
kıraatla kılması lâzım gelir. Bir kimse bir rekât namaz kılmayı nezretse
kendisine iki rekât namaz kılması lâzım gelir. Üç rekât namaz kılmaya nezretse
kendisine dört rekât namaz kılması lâzım gelir.
«Nezredilen şey, nezirden önce nezreden
kimse üzerine yapılması vâ-cib bulunmamalıdır ilh...» Bedâyı'nın kurban
bahsinde zikredilmiştir ki: Bir kimse kurban bayramı günlerinde bir koyun
kurban kesmeyi nezredip kendisi zengin ise biz Hanefilere göre; biri nezir,
diğeri şeriat tarafından vâcib kılınan kurban olmak üzere iki koyun keser.
Ancak «nezir» ifadesiyle üzerine vâcib olan kurbanı haber vermeyi kastederse
kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Eğer bayram günlerinden önce bir koyun
kurban etmeyi nezrederse ihtilâfsız kendisine iki koyun kurban kesmesi lâzım
olur. Çünkü bayram günlerinden önce bu ifadenin kendi üzerine vâcib olan
kurbandan haber vermeye ihtimali olmaz. Zira vakitten önce üzerine kurban
kesmek vâcib değildir.
Kezâ: Bir kimse fakir olduğu halde kurban
bayramı günlerinden önce bir koyun kurban kesmeyi nezredip kurban bayramı
günlerinde zengin olsa kendisine iki koyun kurban kesmek lâzım olur.
Velhâsılı: Kurban nezretmek sahihtir. Fakat
bu nezredilen kurban şeriat tarafından üzerine vâcib kılınan kurbandan başka
kurbana sarf edilir. Yani kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Ancak bu
ifadeyle üzerine vâcib olan kurbandan haber vermeyi kastederse ve bu kurban
nezri de bayram günlerinde olursa kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Bir
kimse hacca gitmeyi nezretse yine bu kimseye iki hac etmek lâzım olur. Çünkü
kurban ile hac bazan vâcib olmazlar, fakat farz olan hac böyle değildir. Çünkü
farz olan hac zaten yapılması lâzım bir farz bulunmaktadır. Ramazan orucu ve
öğle namazı gibi. Buna göre farz olan haccın nezredilmesi sahih değildir. Eğer
hac, namaz ve oruç gibi nafile ve vâcib olursa sahih olur. Nitekim bunun izahı
inşaallah kurban bahsinde ge-lecektir.
«Nezredilen şey, nezreden kimsenin
mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır ilh...» Meselâ: Bir kimse
«Allah için nezrim olsun şu koyunu kurban edeyim» dese halbuki koyun başkasının
mülkü olsa bu nezir sahih olmaz. Bahır.
«Nezredilen şey haddi zatında muhal
olmamalıdır ilh...» Bu muhal, şer'i muhale de şamil olur. Meselâ: Bir kadın
«nezrim olsun âdet günlerimde oruç tutayım» dese bu nezri sahih olmaz. Bir
kadın «nezrim olsun yarın oruç tutayım» dese ertesi gün âdet görse İmam
Muhammed ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima)'e göre; bu nezir bâtıldır. Çünkü o kadın
orucu caiz olmayan bir vakte izâfe etmiştir. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; bu
nezir sahihtir. Çünkü orucun sahih olacağı bir vakitte yapılmıştır, orucun caiz
olmayacağı bir zamana izâfe edilmemiştir. Çünkü ertesi günü kadının oruç
tutması mümkündü, fakat âdet görmekle oruç tutmaktan âcizolmuştur. Şiddetli
hasta olmakla âciz olmak gibi. Buna göre nezir sahih olup temizlendiği vakit
onu kaza eder. Nitekim bir kadın «bir ay oruç tutmayı» nezir etse bu nezri
sahih olup âdet günlerini kaza etmesi kendisine lâzım olur. Çünkü kadının bir
ay âdet görmemesi caizdir. İhtiyar.
«Kınye'de zikredilmiştir ki ilh...» Nitekim
Bahır'da olduğu gibi Kınye' nin ibaresi şöyledir: Bir kimse zenginlere bir
altın tasaddukta bulunmayı nezretse bu nezri sahih olmaz. Ancak yolculara niyet
ederse sahih olur. Çünkü yolcular yolda parasız kaldıklarında her ne kadar
memleketlerinde zengin bile olsalar kendilerine zekât verilmesi caizdir.
«Bir kimse her namazdan sonra şu kadar
tesbih çekmeyi nezretse ilh...» Galiba Kınye sahibinin «tesbih» ile muradı
namazlardan sonra söylenen 33'er defa «Sübhanallah» «Elhamdülillah»,
«Allahüekber»'dir. Tağlîb için üçüne birden «tesbih» denilmiştir. Burada
bunların cinsinden vâcib veya farz bulunmadığına işaret vardır. Halbuki
müftabih olan kavle göre teşrik (kurban bayramı günlerinde getirilen) tekbir
vâcibdir.
Kezâ: İftitah tekbiri bayram namazının
tekbirleri vâciptir. Buna göre vâcib ile murad, ıstılahı vâcib olduğu için
tekbir nezredildiğinde bu nezrin sahih olması lâzımdır. T.
Ben derim ki: Şârih'in zikrettiği Kınye'nin
ibaresi değildir. Nitekim Bahır'da da böyledir. Kınye'nin ibaresi şöyledir: Bir
kimse bunları her namazdan sonra on'ar defa dua niyetiyle demeyi nezretse bu
nezri sahih olmaz.
Kezâ: Bir kimse Kur'an okumayı nezretse
yine bu nezri de sahih olmaz. Kuhustânî bunun sebebini i'tikâf bahsinde «kıraat
namaz için farzdır» diye açıklamıştır. Hâniyye'de «bir kimse «şu işi yaparsam
Beytullah'ı tavaf edeyim, Safa île Merve arasında sa'y edeyim» yahut «Kurân-ı
Kerîm okuyayım» diye nezretse kendisine bir şey lâzım gelmez» denilmiştir.
Ben derim ki: Bu meseleler müşküldür, çünkü
kıraat maksud olan bir ibadettir. Bunun cinsinden vâcip vardır. Kezâ: Tavaf da
maksud olan bir ibadettir. Sonra «tavafın nevileri babında tavafın beşinci nevi
nezir tavafıdır ki bu tavaf vâcib bir tavaf olup hiç bir zamana mahsus
değildir» diye gördüm. Buna göre tavaf etme nezredildiğinde sahih olur.
«Bir kimse Peygamberimiz (S.A.V) üzerine
her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir kendisine lâzım
olur ilh...» Çünkü bunun cinsinden farz vardır. Ömürde bir defa Peygamberimiz
(S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirmek farzdır. Mübarek ismi şerifleri her
zikredildiğinde salavât-ı şerife getirmek vâcibdir. Peygamberimiz (S.A.V.)
üzerine salâvat-ı şerife getirmek amelî farzdır. Buna göre nezredilen şeyin
cinsinden olan farzın kat'i farz olması şart değildir. T. Nezredilen şeyin
cinsinden olan farzın kat'i farz olmasını şart koşanlara göre; Peygamberimiz
(S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirme nezredildiğinde bu nezir lâzım olmaz.
T.
METİN
Bir şarta muallak olan nezirlerde tafsilat
vardır; Olması istenilen bir şarta talîk edilen bir nezir, meselâ: Bir kimse
«gâip olan fülan kimse gelirse» yahut «şu hastalıktan iyi olursam Allah için
nezrim olsun beş gün oruç tutayım» yahut «şu kadar sadaka vereyim» deyip o şart
bulunduğu takdirde yani gâip olan kimse gelir yahut hastalıktan iyi olursa beş
gün oruç tutması yahut nezrettiği sadakayı vermesi icap eder. Olması
istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan bir nezre gelince, meselâ; Bir kimse
«falanca kadınla zina edersem bir ay oruç tutmak nezrim olsun» deyip şart
bulunduğu takdirde mezhepten muhtar olan kavle göre nezreden kimse muhayyer
olup dilerse nezrini yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti verir.
Çünkü bu ifade zahiri itibarî ile nezir, mânâsı itibari ile yemindir. Mükellef
olan bir kimse mülkünde bulunan kölesinin âzâdını nezretse kendisine nezrini
yerine getirmek lazım olur. Eğer nezrini yerine getirmezse vâcibi veya farzı
terk etmesiyle günahkâr olur. Kaadının hükmü altına girmediği için kaadı onu
nezrini yapması için cebredemez. Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse Hz.
İbrahim (A.S.)'ın kıssasından dolayı kendisine bir koyun boğazlamak lâzım olur.
İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî «çocuğun öldürülmesinin nezredilmesi ittifakla
sahih olmadığı gibi bu nezirde sahih olmaz» demişlerdir.
Bir kimse intihar etmeyi yahut kölesini
boğazlamayı nezretse bu nezri lağv (hükümsüz) olur. İmam Muhammed (Rh.A.) «bu
nezirde de bir koyun vâcib olur» demiştir. Bir kimse babasını yahut dedesini
yahut anasını boğazlamayı nezretse bu şahıslar kendinin kesbi olmadığı için
nezri icmaen lağv olur. Bir kimse «ben şu hastalığımdan iyi olursam bir koyun
boğazlayayım» yahut «üzerime bir koyun kesmek lâzım olsun» deyip bundan sonra o
kimse iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü boğazlamanın cinsinden farz
olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır. Binaenaleyh bu nezir sahih olmaz,
ancak nezreden kimse bu ifadesinin üzerine «onun etini tasadduk edeyim» sözünü
ziyade ederse kendisine o nezri yerine getirmek lâzım olur. Çünkü sadaka
cinsinden zekât gibi farz vardır. Fetih, Bahır. Buna göre Dürer'in ibaresinde
tenâkuz vardır. Minah,
Bir kimse «benim üzerime Allah için ,bir
deve boğazlayıp etini tasadduk etmek nezrolsun» deyip bundan sonra onun yerine
yedi koyun boğazlasa caiz olur. «Mecmuünnevazil» adlı kitabda böylece
zikredilmiştir. Bunun vechi gizli değildir. Kınye'de zikredilmiştir ki; bir
kimse «benden şu dert giderse benim üzerime şu kadar şey nezr olsun» dedikten
sonra o dert gidip sonra yine geri gelse kendisine lâzım gelmez. Çünkü bu
kimsenin muradı dert gittikten sonra bir daha geri gelmemesidir.
İZAH
«Bir şarta muallak olan nezirlerde tafsilat
vardır ilh...» Bilmiş ol ki bir şarta bağlanmış olannezir meselesinde iki kavil
vardır. Birincisi Zahirü'r-Rivâye kitablarında zikredilmiş olan kavildir ki: Nezir,
gerek istenilen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ: «Allah benim şu hastalığıma
şifa ihsan ederse on gün oruç tutmak nezrim olsun» denilmesi gibi, gerek
istenilmeyen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ: «Ben Zeyd ile konuşursam veya
şu eve girersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» denilmesi gibi. Bu
iki surette şart bulunduğu takdirde nezredilen şeyin mutlaka yerine getirilmesi
vâcib olur. İkinci kavilde tafsilât vardır. Yani: Nezir olması istenilen bir
şarta bağlanmış olursa o şartın gerçekleşmesi takdirinde nezredilen şeyin
yerine getirilmesi vâcib olur. Meselâ: Bir kimse «oğlum askerden gelirse Allah
için nezrim olsun üç gün oruç tutayım» deyip oğlu askerden gelirse üç gün oruç
tutması vâcib olur. Çünkü şart olan oğlunun askerden gelmesi, o kimsece
istenilen şeydir. Eğer nezir istenilmeyen bir şarta bağlanmış olursa bunda
nezreden muhayyer olup şart gerçekleşince dilerse nezrini yerine getirir,
dilerse yalnız yemin keffâreti verir. Meselâ: «şu eve girersem Allah için bir
ay oruç tutmak nezrim olsun» diye nezreden kimse o eve girerse muhayyer olur,
dilerse bu nezrini yerine getirir. Yani bir ay oruç tutar, dilerse yemin
keffâreti verir. Çünkü eve girmek şartı kendisince istenilmemiştir, bu nezir
bir nevi yemin demektir. Bu ikinci kavil İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan rivayet
edilmiş olup ölümünden yedi gün önce buna dönmüştür. Hidaye'de «bu İmam
Muhamrrred (Rh.A.)'in kavlidir. Sahih olan da budur» denilmiştir. Muhtar, El -
Mecma', Muhtasarü'n - Nikâye, Mültekâ ve diğer fıkıh kitablarının metinlerinde bu
ikinci kavil tercih edilmiştir. Nevâdir'de rivayet edilen ye Muhakkıkının
muhtarı da budur. İmam Şâfiî (Rh.A.)'nin mezhebi de budur. Fetih.
Bahır sahibi bunun rivayette aslının
olmadığını zannedip «Nevadir'in rivayetinde; "nezreden kimse, gerek
olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun gerek olmasını
istemediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun her iki surette de mutlaka
muhayyerdir." Hulâsa'da da böyle zikredilmiştir. Fetva da bununladır.»
demiştir. Halbuki bilindiği gibi Nevâdir'de rivayet edilmiş olan, zikredilen
tafsilâttır. Nehir'de zikredilmiştir ki:
«Hulâsa'da olan olması istenilmeyen bir
şarta bağlanmış olan nezirdir. Yoksa bir şarta bağlanmış olan nezrin iki kısmı
murad edilmiş değildir.» Velhâsılı; bir şarta bağlanmış olan nezir meselesinde
iki kavil vardır. Birincisi asla muhayyerlik olmayan Zahirü'r-Rivâye
kitablarında zikredilmiş olan kavildir. İkincisi zikredilen tafsilâttır. Bahır
sahibinin «Nevâdir'in rivayetinde mutlaka muhayyerliktir. Fetva da bununladır.»
diye vehmettiği şeyin aslı yoktur. Nitekim Allâme-i Şürünbülâlî bunu, «Tuhfetün
- Nıhrîr» adlı risalesinde izah etmiştir.
«Olması istenilen bir şarta talîk edilen
bir nezir ilh...» Eğer nezreden fasık olup mâsiyet (günah) olan bir şartı murad
edip nezri o şarta bağlasa, meselâ: «Bir kimse gizlice sevgilimi ziyaret
edersem, yalın ayak Beytullah'ı ziyaret etmek nezrim olsun» deyip şart
bulunduğutakdirde yani sevgilisini ziyaret edince nezri yerine getirmek
kendisine vâcib olur mu? yoksa olmaz mı? Bana öyle geliyor ki; vâcib olur.
Çünkü nezredilen şey taat olup onun vücubunu bir şarta bağlamıştır. Şart her ne
kadar işlenmesi haram olan bir günah olsa bile bulunduğu takdirde nezredilen
şeyi yerine getirmesi kendisine lâzım olur. Çünkü bu taat günahı işlemeye sevk
edici değildir, bilakis günah işlemekten men edicidir, nezrin tarifi buna da
şâmildir. Bundan dolayı bir kimse «falan kadınla zina edersem Allah için bir ay
oruç tutmak nezrim olsun» dese bu nezri sahih olur. Fakat şart bulunduğu
takdirde nezredilen şey ile yemin keffâreti arasında muhayyer olur. Çünkü o
kimse olmasını istemediği bir şarta nezri bağlamış olduğu için bu nezirde bir
nevi yemin mânâsı vardır. Nitekim izahı ileride gele-cektir. Fakat olmasını
istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir böyle değildir. Çünkü bunda yemin
mânâsı yoktur. Buna göre yalnız nezredilen şeyin yerine getirilmesi lâzım olur.
«Çünkü bu ifade zahiri itibari ile nezirdir
ilh...» Çünkü o kimse bu ifa-deyle şartın bulunmamasını kastetmiştir. İki
cihetten hangisini dilerse onu yapar. Yani; dilerse nezrettiği şeyi yerine
getirir, dilerse yemin keffâreti verir. Olmasını istediği bir şarta nezri
bağlayan kimseye gelince bu ifadesiyle şartın bulunmasını istediği için bu
ifadede yemin mânâsı yoktur. Zira bu kimsenin maksadı, şart kıldığı şeyin gerçekleşmesini
arzu etmektir. Dürer.
«Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse
ilh...» Bu ifadeyle nezreden kimsenin harem-i şerifte veya harem-i şerifin
dışında bayram günlerinde bir koç boğazlaması vacib olur. Rivayetlerin çoğunda
bu ifadeyle nezrin sahih olması için nezreden kimsenin «Hz. İbrahim
Halîlullâh'ın makamında» veya «Mekke'de» sözünü söylemesi şarttır. İmam-ı
Azam'dan bir rivayete göre şart değildir. Kâfî, Mecma şerhi, Dürerü'l-Bihâr
şerhi.
İhtiyar adlı kitabda zikredilmiştir ki: Bir
kimse çocuğunu boğazlamayı veya kesmeyi nezretse İmam-ı Azam'la İmam Muhammed
(Rh. Aleyhima)'e göre; kendisine bir koyun boğazlaması lâzım gelir. Kezâ: Bir
kimse intihar etmeyi veya kölesini boğazlamayı nezretse İmam Muhamed (Rh. A.)'e
göre; yine kendisine bir koyun boğazlaması lazım gelir. Bir kimse babasını,
anasını boğazlamayı nezretse bu husustu İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan iki rivayet
vardır. Esah olan rivayete göre bu nezir sahih olmaz. İmam Ebû Yusuf ile İmam
Züfer (Rh. Aleyhima) «bu nezirler günahla nezir olduklarından dolayı sahih
olmaz» demişlerdir. İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in çocuğun
nezredilmesinin sahih olmasında delilleri Hz. Ali (R.A.), İbn-i Abbas (R.A.) ve
diğer Sahabe-i Kiram'dan bir cemaatin mezhebidir. Bu gibi meselelerin kıyas ile
bilinmesi mümkün olamayacağından Peygamberimîz (S.A.V.)'den işitmiş
olacaklardır. Çünkü çocuğu boğazlamayı vâcib kılmak bir koyun boğazlamayı vâcip
kılmaktan ibarettir. Hatta bir kimse Mekke-i Mükerreme'de çocuğunu boğazlamayı
nezretse harem-i şerifte bir koyun boğazlamak kendisine vâcib olur. Çünkü
Allahü Teâlâ Hz. İbrahim Halîlullâh üzerine çocuğunu boğazlamayı vâcip kılmış,
sonra
(Saffât sûresi; âyet: 105)
«Biz ona: "Ya İbrahim, rüyâna sadâkat
gösterdin."» ( En - Nahl sûresi; âyet: 123 ) buyurup bir koç kesmesini
emretmiştir. Binaenaleyh bizim şeriatımızda da böyle olur. Bunun böyle olması
ya Allahü Teâlâ'nın:
«Sonra (Habibim) sana: «Muvahhid bir
Müslüman olarak İbrahimin dinine uy. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı» diye
vahyetdik.» Kavl-i kerimi bulunduğu için veya bizden öncekilerin şeriatının
neshedilmiş olduğu sâbit olmadıkça bize de şeriat olarak lâzım olduğu içindir.
Çocuğunu kurban etmeyi nezretmenin bir çok
benzerleri vardır: Beytullâh'a yürüyerek gitmeyi nezretmek, hac veya umre
yapmaktan ibarettir. (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen kurban) vâcip
kılmak, bir koyun vâcib kılmaktan ibarettir. Çocuğun boğazlanmasının nezri,
koyun kesmekten ibaret olunca günah olmaz. Bilâkis kurbet olur. Hatta
meşayıhtan İsbicâbî ve diğerleri «çocuğunu boğazlamayı nezreden kimse çocuğun
bizzat kendisini boğazlamayı murad edip ve bunun günah olduğunu bilirse bu
nezri sahih olmaz» demişlerdir.
Şehy-i fâni (çok yaşlı kimse) hakkında oruç
günahtır. Çünkü oruç onu helâke götürür. Bununla beraber oruç tutmayı nezretse
bu nezri sahih olup kendisine orucun fidyesi vâcib olur. Zira şeyh-i fâni oruç
tutmayı nezretmekle fidyeyi kabul etmiş olur. İmam Muhammed'e göre; bir
kimsenin kendi nefsi ve kölesi üzerine olan velâyeti, çocuğu üzerine olan
velâyetinin üstündedir. Bu itibarla kendi nefsini veya kölesini boğazlamayı
nezretse bu nezri sahih olup çocuğun nezrinde olduğu gibi kendi üzerine bir
koyun boğazlamak lâzım gelir. İmam-ı Azam «çocuğun boğazlanması nezredildiğinde
bu nezrin sahih olup çocuğun yerine koyun kurban edilmesinin vâcib olması
kıyasın hilâfına olup Hz. İbrahim Halilullâh'ın kıssasıyla bilinmektedir. Bu
kıssa çocuğun boğazlanması hakkında varid olmuştur. Buna göre yalnız çocuğun
boğazlanması nezredildiğinde koyun boğazlamak vâcib olur. Fakat bir kimse kendi
nefsini, kölesini, anasını, babasını veya dedesini boğazlamayı nezrettiği
takdirde bu nezri sahih olmaz» demiştir. Hatta bir kimse çocuğunu «katil»
lâfzıyla nezretse ittifakta kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü âyet-i kerime
"boğazlama" lâfzıyla varid olmuştur. Bir kimse «nahr» (deve
boğazlama) lâfzıyla çocuğunu nezretse, bu nezri de sahih olup kendisine bir
koyun kesmek lâzım olur. Fakat katil lâfzıyla nezirde bulunsa, bu nezri sahih
olmaz. Çünkü «zebh» (kesmek), «nahr» (deveyi göğsünden boğazlama) lâfızları
Kuran-ı Kerim'de kurbet ve ibadet olarak varid olmuşlardır. Fakat
"katıl" lâfzı ise Kuran-ıKerim'de ukubet, intikâm ve nehy olarak
varid olmuştur. Bundan dolayı bir kimse «katil» lâfzıyla koyun boğazlamayı
nezretse, bu nezri sahih olmaz.
«Boğazlamanın cinsinden farz olmayıp, belki
kurban gibi vâcib vardır ilh...» Bu, Bahır sahibinin açıkladığı sebebtir. Fakat
Hâniyye'de olan buna münâfidir. Şöyle ki: Bir kimse "ben şu hastalığımdan
iyi olursam, bir koyun boğazlayayım" deyip sonra iyi olsa kendisine bir
şey lâzım gelmez. Ancak «ben şu hastalığımdan iyi olursam, Allah için bir koyun
boğazlamak nezrim olsun» deyip sonra iyi olsa, kendine bir koyun boğazlamak
vacib olur. Bu, Dürer'in metninin ibaresidir. Şerhinde bunun sebebini şu
kavliyle açıklamıştır. Çünkü nezrin lazım olması ancak nezreden kimse
ifadesinde «nezir» lâfzını kullandığında lâzım olur. Bu ifadelerin birincisinde
nezir lâfzı bulunmayıp, ikincisinde bulunmaktadır. Buna göre «ben şu
hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım» ifadesindeki «bir koyun
boğazlayayım» lâfzı nezre delâlet eden sıyga olmadığı için bu ifade nezir
olmayıp bir vaattir. Bezzaziye'de zikredilen de bunu te'yid eder. Şöyle ki: Bir
kimse «oğlum şu felaketten kurtulursa yaşadığım müddetçe oruç tutayım» deyip
sonra çocuğu kurtulsa bu bir vaat olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez.
Fakat yine Bezzaziye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu hastalığımdan sıhhat
ve afiyete kavuşursam bir ay oruç tutayım» dese «Allah için bir ay oruç tutmak
nezrim olsun» demedikçe o hastalık dan iyi olunca bir ay oruç tutma kendisine
vâcib olmaz, Fakat istihsana göre; bir ay oruç tutmak kendisine vâcib olur. Bir
kimse «ben şu işi yaparsam hac edeyim» deyip sonra o işi yapsa kendisine hac
vâcib olur. Bundan anlaşıldı ki Dürer'in «vâcib olmaz» demesi kıyasa göredir,
istihsana göre değildir. Çünkü istihsana göre bu ifadelerle nezir sahihtir.
Musannıfın «"şu hastalığımdan iyi
olursam bir koyun boğazlayayım" yahut "üzerime bir koyun kesmek lâzım
olsun" diyen kimseye bir şey lâzım gelmez» kavli de kıyasa göredir.
Bir kimse on kurban kesmeyi nezretse
kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Çünkü on kurban kesmeyi nezreden
kimseye iki kurban kesmesi lâzımdır diye emir bulunmaktadır. Vehbâniyye
şerhinde «esah olan kavle göre on kurban kesmesi vâcibdir. Çünkü cinsinden
vâcib bulunan şeyi Allah için kendi üzerine vâcib kılmıştır» denilmektedir.
Şârih burada Musannıf'dan nakletmiştir ki: Nezredilen şeyin cinsinden gerek
i'tikâdi vâcib ve gerekse ıstılahi vâcib bulunduğu takdirde nezir lâzımdır.
Bununla mâlum oldu ki esah olan kavle göre; «nezredilen şeyin cinsinden bir
vâcib bulunmalıdır» ifadesindeki «vâcib» ile hem farz hem de ıstılahı vâcib
murad edilmiştir. Yoksa yalnız farz murad edilmiş değildir.
«Dürer'in ibaresinde tenâkuz vardır ilh...»
Yani: Dürer sahibi «önce nezredilen şeyin cinsinden bir farzın bulunması
şarttır» deyip bundan sonra «şu hastalığımdan iyi olursam Allah için bir koyun
kesmek nezrim olsun» diyen kimsenin nezri sahihtir diye hükmetmiş. Halbuki
koyun kesmenin cinsinden farz yoktur, belki vâcib vardır. Tahtâvî sahibi «Dürer
sahibi «farz» ile vâcibe şâmil olan farzı murad etmiştir» diye cevap vermiştir.
«Bunun vechi gizli değildir ilh...» Yani
kurbanda ve hedy (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen kurban) de yedi koyun
bir deve yerine geçer.
METİN
Bir kimse Mekke-i Mükerreme fakirlerine
diye bir şey nezredip o nezrettiği şeyi başka yerin fakirlerine verse caiz
olur. Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki: Bir şarta bağlanmış olmayan
nezir (yani mutlak bir nezir) bir şeye mahsus olmaz. Bir kimse on dirhem
kıymetinde olan bir buğday ekmeğini tasadduk etmeyi nezredip sonra ekmekten
başka bir şey mesela; pirinç veya et tasadduk etse eğer bu tasadduk etse bu
tasadduk ettiği şey on dirhem kıymetinde olursa caiz olur.
Para fakirler hakkında daha menfaatli
olduğu için ekmeğin parasını tasadduk etse yine caiz olur.
Bir kimse muayyen bir ayın orucunu nezretse
kendisine o ayı arka arkaya oruçlu geçirmesi lazım olur. Fakat o aydan bir gün
oruç tutmasa her ne kadar o ayın nezrederken arka arkaya tutacağım demiş de
olsa yalnız o günü kaza eder. Ay muayyen olduğu için o ayın orucunu yeni baştan
tutması lazım gelmez.
Bir kimse ebedi ömrü oldukça oruç tutmayı
nezredip sonra bir kimse malından hemen bin dirhem tasadduk etmeyi nezretse
halbuki malik olduğu mal binden az olsa kendisine ancak malik olduğu şeyi
tasadduk etmesi lazım gelir. Muhtar olan kavilde budur. Çünkü malik olmadığı
şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izafe edilmediği için sahih değildir.
Nitekim bir kimse «malım yoksullara sadaka olsun» dese halbuki kendisinin hiç
malı bulunmasa ittifakla bu nezri sahih olmaz.
Bir kimse «Perşembe günü şu yüz dirhemi
Zeyd'e tasadduk edeyim» diye nezredip perşembeden önce başka bir yüz dirhemi
başka bir fakire tasadduk etse caiz olur. Çünkü mutlak bir nezir, muayyen olsa
bile zamana, mekana, muayyen paraya ve muayyen fakire muhtas olamayacağı
yukarda geçmiştir.
Bir kimse «benim üzerime nezir lazım olsun»
deyip bu ifadesinin üzerine hac, namaz, oruç gibi bir şey ziyade etmediği
halde, bir şeye niyet de etmese kendisine ancak yemin keffareti lazım olur.
Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin adedini zikretmeksizin oruca niyet etse
kendisine üç gün oruç tutması lazım olur. Eğer bu ifadesiyle sadakaya niyet
ederse, fıtra gibi on yoksula it'am eder.
Bir kimse otuz hac nezretse ömrü miktarınca
kendisine hac lazım olur. Bir kimse yeminine «inşaallah: Allah dilerse» lafzını
eklerse yemin etmiş olur. İstisna ihbar sıygasıyla olursagerek ibadet ve
gerekse muamele kabilinden olsun yapılması lisana bağlı bulunan herhangi bir
ifadenin peşinden susmadan hemen «inşaallah» lafzı söylenirse, bu «inşaallah»
lâfzı o ifadenin hükmünü iptal eder. Meselâ: Bir kimse «Allah'a yemin ederim
ki, cuma günü inşaallah şu işi yapacağım» diye yemin etse yahut «şu hastalıktan
iyi olursam inşaallah üç gün oruç tutayım» diye nezretse de cuma günü o işi
yapmasa yahut hastalıktan iyi olduğu halde oruç tutmasa yemini bozulmaz ve
günahkâr olmaz. Çünkü bu halde o işin yapılması veya orucun tutulması Allah'ü
Teâlâ'nın dilemesine bağlanmıştır. Allahü Teâlâ'nın her hangi bir şeyi dileyip
dilemediği ise o şey olmadan önce bizce bilinmemektedir. Eğer istisna yani
«inşaallah» lâfzı emir veya nehiy sıygalarıyla olursa meselâ; Bir kimse
vârislerine «benim ölümümden sonra inşaallah kölemi âzâd ediniz» yahut vekiline
«şu köle-mi inşaallah sat» yahut «şu köleyi fülan kimseye inşaallah satma» dese
bu nevi istisnalar sahih olmaz, yani köle âzâd edilmiş olur. Vekili kölesini
satmayabilir ve satma dediği kimseye satabilir.
Niyet gibi yapılması kalbe bağlı bulunan
şeylerde istisna sahih değildir. Nitekim oruç bahsinde geçmiştir.
İZAH
«Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki
ilh...» Yani oruç bahsinin sonunda i'tikâfdan önce izah edilmiştir. Oradaki
ibare metinle beraber şöyledir: İ'tikâf, hac, namaz ve oruç gibi mutlak bir
nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya, muayyen fakire mahsus
olmaz. Buna göre bir kimse «cuma günü şu parayı Mekke-i Mükerreme'de fülan
fakire tasadduk edeyim» diye nezrettiği halde buna muhalif olarak başka bir günde
o miktarda başka bir parayı başka bir şehirde başka bir fakire tasadduk etse
nezrini yerine getirmiş olur. Kezâ: Cuma gününden önce nezrini yerine getirse
caiz olur.
Bir kimse muayyen bir ayda meselâ; Receb-i
şerifde i'tikâfa girmeyi nezredip Recep ayından önce rebiu'l-ahirde i'tikâfa
girse veya recep ayından oruç tutmayı nezredip rebiu'l-ahirde oruç tutsa sahih
olur. Kezâ: Bir kimse «falan sene hac edeyim» deyip o sene gelmeden hacca gitse
caiz olur, kezâ; «fûlanca gün namaz kılayım» diye nezreden kimse o gün gelmeden
evvel namaz kılsa nezrini yerine getirmiş olur. Çünkü bu ibadetler, sebebleri
olan nezir bulunduktan sonra yapılmıştır. Buna göre nezirde «muayen» lâfzı
hükümsüz olup mutlak olarak «nezir» ifadesi kalmış olur. Fakat bir şarta
bağlanmış olan bir nezir o şart bulunmadan önce yapılması caiz olmaz.
Ben derim ki: Mutlak bir nezir ile bir
şarta bağlanmış olan bir nezir arasındaki fark-usulde izah edildiği üzere- bir
şarta bağlanmış nezir derhal sebep olarak münakid olmayıp belki şart bulunduğunda
münakid olmuş olur. Eğer bir şarta bağlanmış olan bir nezir, şart bulunmadan
evvel eda edilse sebebi bulunmadan önce eda edilmiş olur, bu ise sahihdeğildir.
Bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmış olan bir nezir şart bulunmadan önce eda
edilmemesine bakılırsa bu nezirde zaman taayün etmiş olur. Fakat şart
bulunduktan sonra nezir eda edilmezse herhangi bir günde eda edilebilir. Kezâ;
yine bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmak suretiyle yapılan bir nezirde de
şart bulunduktan sonra zamanın, mekanın, paranın ve fakirin tayin edilmesi
hükümsüzdür. Çünkü nezrin bir şarta bağlanması yalnız sebebin münakid olmasında
tesir eder, bundan dolayı şart bulunmadan önce nezrin yerine getirilmesi caiz
değildir.
Fakirin tayin edilmesi hükümsüz olduğu gibi
sayısının da tayin edilmesi hükümsüzdür. Meselâ; bir kimse «kızımı
evlendirirsem malımdan her yoksula bir dirhem sadaka vermek üzere bin dirhem
nezrim olsun» deyip kızını evlendirdikten sonra bin dirhemi birden bir fakire
verse caiz olur.
Tenbih: Nezir, belirli zamana, belirli
mekana, belirli paraya, belirli fakire mahsus olmaz. Çünkü nezir kurbet ve
ibadet olması itibariyle kabul edilmiştir. Bundan dolayı nezirde zamanın,
mekanın, paranın, fakirin tayin edilmesinin tesiri yoktur. Meselâ; bir kimse
Kabe-i Muazzama'da iki rekât namaz kılmayı nezredip bu iki rekât namazı şeref
itibarîyle Kabe-i Muazzama'dan daha az bir mescidde eda etse, nezrini yerine
getirmiş olur. Çünkü bir mekanı ibadet ve taat için tayin etmek şeriatın
hakkıdır, kulun bir mekanı ibadet ve taat için tayin ve tahsis etme hakkı
yoktur. Yalnız hedyin nezrinde mekan ve kurbanın nezrinde zaman tayin ve tahsis
edilmiştir. Çünkü hedy ile kurbandan her biri mahsus ve muayyen şeyin ismidir.
Hedy: Harem-i şerifde kesilmek üzere
gönderilen kurbanın ismidir. Kurban ise, bayram günlerinde kesilen hayvanın
ismidir. Eğer hedy Harem-i şerif'de kesilmezse «hedy» ismi; kurban, bayram
günlerinde kesilmezse «kurban» ismi bulunmamış olur.
«Her ne kadar o ayın orucunu nezrederken
arka arkaya tutacağım demiş de olsa ilh...» Çünkü muayyen bir ayda peşi peşine
oruç tutmayı şart kılmak hükümsüzdür. Zaten günler peşi peşine geldiği için
kendiliğinden günler arka arkaya gelmektedir. Fakat nezredilen ay muayyen
olmazsa nezreden kimse dilerse bir ayı arka arkaya oruçlu geçirir, dilerse ayrı
ayrı aylarda bir ay orucu tamamlar. Ancak muayyen olmayan bir ayın peşi peşine
oruç tutulması şart kılınıp da oruç tuttuğu aydan bir gün yese isterse bu yemiş
olduğu gün oruç tutulması yasak olan günler olsa bile yeni baştan bir ay oruç
tutması vâcib olur.
Fidyesini verir ilh...» Yani buğdaydan
yarım sâ', arpadan bir sâ' verir, eğer fidye vermeğe gücü yetmezse Allahü
Teâlâ'ya tevbe ve istiğfar da bulunur.
«Kendisine ancak mâlik olduğu şeyi tasadduk
etmesi lâzım gelir ilh...» Eğer bin dirhem nezreden kimsenin yanında yüz dirhem
kıymetinde ticaret eşyası veya hizmetçisi bulunsabunları satıp tasadduk eder.
Bunlar on dirhem kıymetinde olsa satıp on dirhemi tasadduk eder. Hiçbir şeye
mâlik olmasa kendisine bir şey lâzım gelmez. Bir kimse bin defa hac etmeyi
nezretse yaşadığı müddetçe her sene hac eder. Bu Hâniyye'den naklen
Şürünbülali'de zikredilmiştir. Böyle nezreden kimsenin alacağı olsa bu alacağı
nezrine dahil olur mu? Malının üçte birini vasiyet ettiğinde alacak vasiyette
dahil olduğu gibi. Açık olan sebebe göre dahil olmaz. Çünkü alacak alınmadan
önce onun mülkü değildir, alınınca nezirden sonra yeni mülk olmuş olur. Malın
üçte birini vasiyette ise ölürken mevcut olan mal itibar edilir. Teemmül et!
Fakat şirket bahsinin evvelinde gelecektir ki hak olan olacağı mal, nezreden
kimsenin mülkü olmasıdır.
«Çünkü mâlik olmadığı şeyde nezir, mülke
veya mülkün sebebine izâfe edilmediği için sahih değildir ilh...» Yani nezrin
sahih olması için nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkü veya mülkün sebebine
izâfe edilmiş olması şarttır. Meselâ: Bir kimse bir köleye hitaben: «Ben seni
satın alırsam Allah için seni âzâd etmek nezrim olsun» deyip sonra o köleyi
satın alsa âzâd olur. Çünkü âzâd etmeyi mülkün sebebine izâfe etmiştir. T.
«Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin
âdedini zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç tutması lâzım
olur. ilh...» Eğer bu ifadesiyle hac, umre gibi bir şeye niyet ederse niyet
ettiği şey kendisine lâzım gelir. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde de böyle
zikredilmiştir. Oruca niyet ederse kendisine üç gün oruç tutması lâzım olur.
Çünkü kulun kendi üzerine vâcib kılması Allahü Teâlâ'nın vâcib kılmasıyla
itibar edilmiştir. Allahü Teâlâ'nın en az vâcib kıldığı oruç, yemin
keffâretinde üç gündür. Bu, Valvâlciye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«Fıtra gibi ilh...» Yani: Her yoksula yarım
sâ' buğday verir. Kezâ: Bir kimse «Allah için bir fakire it'am etmek nezrim
olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi lâzım olur. «Allah için
yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi
lâzım olur. «Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese İmam-ı Azam'a
göre; on fıtır sadakası vermesi lâzım olur. Fetih.
«Bir kimse otuz hac nezretse ömrü
miktarınca kendisine hac lâzım olur ilh...» Haccın menâsiki bahsinde o kimseye
otuz haccın hepsi lâzım olur. Yaşadığı müddetçe hac eder, geri kalanı da
vasiyet eder. Hâniyye, Sırâciyye.
«Bir kimse yeminine "inşaallah: Allah
dilerse" lâfzını eklerse yemin etmemiş olur ilh...» Yeminin olmaması için
«inşaallâh» lâfzını yeminden sonra susmadan hemen söylenmesi şarttır. Eğer
yemin edilip biraz durulduktan sonra «inşaallâh» lâfzı söylenirse yemin
bozulmaz. İbn-i Abbas (R.A.)'den «munfasıl istisnanın altı aya kadar caiz
olacağı» rivayet edilmiştir. Munfasıl istisnanın cevazına kâil olmak bütün
şer'i akidleri lâzım olmaktan çıkarır. Hatta bir kimse zevcesini üç talâkla
boşadığı takdirde birinci kocaya helâl olsun diye ikincikocaya ihtiyaç olmaz.
Çünkü üç talâkla zevcesini boşayan, istisna (inşaallâh) ile boşamasını iptal eder.
«Nitekim oruç bahsinde geçmiştir ilh...»
Meselâ: Bir kimse «yarının orucuna inşaallâh niyet ettim» dese niyeti bozulmaz.
Çünkü burada «inşaallâh» lâfzı oruç da muvaffak olmayı istemek içindir. Yoksa
istisna için değildir. Hatta «niyet lisana bağlı bulunan şeylerden olmadığı
için istisna ile bozulmaz» denilmiştir. Bu Ebussuûd'dan naklen Tahtavi'de
zikredilmiştir. Vallâhu Sübhânehû ve teâlâ a'lem.
GİRME,
ÇIKMA, OTURMA, GELME, BİNME VE BUNLARA BENZER SÖZLERLE YAPILAN YEMİNİN HÜKÜMLERİ
BÂBI
METİN
Yeminler hakkında asıl ve tafsilâtın beyanı
şöyledir: İmam Şâfii'ye göre, yeminler lûgattaki gerçek mânâları üzerine
kurulmuştur.
İmam Malik'e göre, Kur'an-ı Kerim'de
kullanılan kelimeler nazarı itibare alınmıştır.
İmam Ahmet İbn-i Hanbel'e göre, mutlak
surette niyete bakılır. Biz Hanefilere göre, örf ve âdet üzerine kurulmuştur.
Ancak yemin eden kimse yemin ettiği lâfzın muhtemel olduğu mânâya niyet ederse
her ne kadar örf onun hilâfına ise de buna göre niyet ettiği mânâ murad olur. Binaenaleyh
«ben ev yıkmam» diye yemin eden kimse örümcek ağını yıkmasıyla yemini bozulmuş
olmaz. Ancak yemininde ona niyet etmişse onu yıkmasıyla da yemini bozulmuş
olur. Fetih.
Yeminler, lâfızlar (sözler) üzerine
kurulmuştur, yoksa ağraz ki; lâfızların mânâsından olmayan maksatlar ve
niyetler üzerine kurulmuş değildir. Belki muteber olan örfi mânâsı murad olan
lâfızlardır. Binaenaleyh bir kimse başka bir şahsa kızıp onun için fels (bakır
para) le birşey satın almamaya yemin etse sonra o şahıs için bir veya daha
fazla dirhemle birşey satın alsa o kimsenin yemini bozulmuş olmaz.
Bir kimse «kapıdan çıkmayacağına» yahut
«bir şahsı kamçılarla dövmeyeceğine» yahut «bir şahsa bugün bin dirhem gıdâ ve
infak edeceğine» yemin edip sonra tavandan çıksa, bir kamçı ile dövse, bîn
dirheme satın aldığı ekmeği gıdâ ve infak etse, yemini bozulmuş olmaz. Çünkü
itibar, lâfzın umumuna olup maksat ve niyetin umumuna değildir; Ancak bazı
meselelerde maksat ve niyete itibar edilir. Meselâ, bir kimse «bir şeyi on
dirheme, satın almam» diye yemin edip sonra onu onbir dirheme satın alsa yemini
bozulmuş olur. Fakat «birşeyi on dirheme satmayacağım» diye yemin edilip onbir
dirheme satılsa yemin bozulmuş olmaz.
İZAH
«Biz Hanefilere göre örf ve âdet üzere
kurulmuştur ilh...» Çünkü konuşan bir kimse örf ve ödet olan sözle konuşur,
yani lâfızların örfde kendileri için konulduğu mânâyı murad eder. Fetih.
«Örümcek ağını yıkmasıyla yemini bozulmuş
olmaz ilh...» Zahire sahibi ile İmam Mergınânî «örümcek ağını yıkmasıyla yemini
bozulur» demişlerdir. Meşayıhdan bazıları «bu hatadır» diye hükmetmiştir.
Meşayıhdan bazıları da «kelâmın gerçek mânâsıyla amel etmek mümkün olmadığı
takdirde, kelâm, örf ve âdet üzerine hamledilir» diye kayıtlamışlardır. Buna
göre bir kelâmın bir lûgavî, bir de örfi mânâsı vardır. Bir kelâm ile örf ehli
konuşsa bile lûgavî mânâsı itibar edilir. Bu ise «yeminler örf ve âdete
hamledilir» kaidesini yıkar. Halbuki konuşan kimseancak örfte konuşulan kelâm
ile konuşur, bu örf gerek lügat ehlinin örfü olsun, gerek başkalarının, örfü
olsun. Evet, bir kelâm lügat ile örf arasında ortak olursa lügat örf olmak
şartıyla itibar edilir. Fakat burada yani «ben ev yıkmam» ifadesindekî «ev»
lâfzıyla Umum mânâsı niyet edilirse örümcek ağı yıkılmasıyla da yemin bozulur.
Ev lâfzının umum mânâsı niyet edilmezse örümcek ağının yıkılmasıyla yemin
bozulmaz. Çünkü «ev» lâfzı söylendiğinde örfteki yani dört duvar ile tavandan
ibaret olan ev murat edilir. Bundan anlaşıldı ki bizim «kelâm, örf ve âdete
hamledilir.» ile muradımız niyet eden kimsenin lâfzın muhtemel olduğu mânâya
niyet etmediği takdirdedir. Eğer yemin eden kimse bir şeye niyet edip lâfzın da
niyet ettiği şeye ihtimali olursa lâfız itibariyle yemin yapılmış olur. Fetih,
Bahır.
«Yeminler, lâfızlar (sözler) üzerine
kurulmuştur ilh...» Yani: Yeminler örfî lâfızlar üzerine kurulmuştur. Lügat
örfî üzerine veya Kur'ân-ı Kerîm örfî üzerine kurulmuş değildirler.
Bir kimse «hayvana binmeyeceğim» veya
«kazık üzerine oturmayacağım» diye yemin edip sonra bir insana binse veya bir
dağ üstünde otursa her ne kadar lügat örfünde insana hayvan, Kur'ân-ı Kerîm'de
dağa kazık dense bile yemini bozulmuş olmaz.
Bir kimse «baş yemeyeceğine dair» yemin
etse, örfte «baş» fırında kızartılan sokaklarda satılan başın ismidir ki koyun
başı olup serçe, çekirge gibi hayvanların başlarına şâmil olmadığından bu
yemini bulunduğu şehirde satılan başlara hamledilir. Bilmiş ol ki bir kimse
«falan şahıs için fels (bakır para) ile bir şey satın almayacağım» diye yemin
edip sonra onun için dirhemle bir şey satın alsa yemini bozulmuş olmaz. Çünkü
«fels»in mânâsı lügatta da örfte de bir olup bakır paradır. Buna göre fels
mahsus ve malum bir paranın ismi olup dirhem ve dinara şâmil olmaz. Velhasılı
yeminlerde asıl ve muteber olan örfî lâfızlardır. Yemin edenin maksat ve niyeti,
lâfzın mânâsından olursa itibar edilir. Eğer lâfız üzerine ziyade olursa itibar
edilmez. Nitekim geçen meselede olduğu gibi. Yani bir kimse «falan şahıs için
felsle bir şey satın almayacağım» diye yapmış olduğu yeminde maksatı ve niyeti
fels, dirhem, dinar ve diğer paralarla bir şey satın almamak olsa bale dirhem
ve dinar ile o şahıs için bir şey satın aldığında yemini bozulmaz. Çünkü dirhem
ve dinar «fels» lâfzının mânâsında dahil değildirler. Buna göre «fels» lâfzı
ile dirhem ve dinarı murat etmek sahih olmaz. Kezâ: Bir kimse «kapıdan
çıkmayacağım» diye yemin edip sonra tavandan çıksa, her ne kadar evde kalmayı
ve tavandan veya pencereden çıkmamayı niyet etse bile yemini bozulmaz. Çünkü
tavan, «kapı» lâfzının mânâsında dahil değildir.
Bir kimse «falanca şahsı kamçı ile
dövmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra değnek ile dövse niyeti her ne kadar o
şahsı değnek ve başka bir âletle dövüp acıtmamak olsa bile yemini bozulmaz.
Çünkü «değnek» zikredilmemiştir. Kezâ: Bir kimse «bugün falanca şahsa bin
dirhem gıda ve infak edeceğim» diye yemin ettikten sonra bin dirhem ile satın
aldığıekmeği ona verse niyeti her ne kadar kıymeti çok olan şeyi ona infak
etmek olsa bile yemini bozulmuş olmaz.
Bir kimse «bu şeyi on dirheme satın almam»
diye yemin ettikten sonra onu onbir dirheme satın alsa yemini bozulur. Çünkü o
kimsenin niyeti ve maksadı o şeyi on dirheme ve ondan ziyadeye satın almam
demek olduğu için niyet ve maksadına itibar edilmiştir. Fakat bir kimse «ben şu
şeyi on dirheme satmam» diye yemin edip onbir dirheme satsa yemini bozulmaz.
Bunda dört mesele vardır. Birincisi bir kimse «ben şu şeyi on dirheme satın
almam» deyip on bir dirheme satın alsa yemini bozulur. Nitekim bir kimse «ben
şu hâneye girmem» diye yemin ettikten sonra hem o hâneye hem de başka hâneye girse
yemini bozulur. İkincisi bir kimse «ben şu şeyi on dirheme satmam» diye yemin
ettikten sonra onbir dirheme satsa yemini bozulmaz. Çünkü bu kimsenin niyet ve
maksadı on dirhem üzerine ziyade olmasıdır. Bu da hâsıl olmuştur. Üçüncüsü «ben
bu şeyi on dirheme satın almam» diye yemin eden kimse dokuz dirheme satın alsa
yemini bozulmaz. Çünkü on dirheme satın almamıştır. Dördüncüsü «bu şeyi on
dirheme satmam» diye yemin eden kimse dokuz dirheme satsa yine yemini bozulmaz.
Çünkü bu kimsenin niyet ve maksadı on dirhemden ziyadeye satmak, dokuz ve daha
az dirheme satmamak idi. Fakat dokuz dirhem «on dirhem» lâfzının mânâsında
dahil değildir. Zira o kimse ancak on dirheme satmayacağını söylemiştir, on
dirhem ise dokuz dirheme ad olmaz. Niyet ve maksad bir lâfzı tahsis etmeye
elverişlidir. Yoksa lâfzın üzerine başka bir şeyi ziyade etmeğe elverişli
değildir. Nitekim yukarda geçmiştir. Bu izahdan anlaşıldı ki «yeminlerde asil
olan, örfe bağlı olmasıdır» kaidesinin mânâsı -her ne kadar tâfzın lügattaki
veya şeriattaki mânâsı örfteki mânâsından daha umum olsa bile- söylenen
lâfızdan örfde kasdedilen mânânın muteber olmasıdır, yoksa lâfızların
mânasından olmayan maksatlar ve niyetler muteber değildir.
METİN
«Ben eve girmeyeceğim» diye yemin eden
kimse Kâbe-i Muazzama'ya yahut mescide yahut hıristiyanların kilisesine yahut
yahudilerin havrasına yahut kapı aralığına yahut evin kapısı önünde olan
gölgeliğe girse yemini bozulmaz. Çünkü bunlar örfte yatmak için hazırlanmış
değildirler. Eğer kapı aralığı ile evin kapısı önünde olan gölgelik yatmaya
elverişli olmadıkları takdirde yemini bozulmaz. Bundan dolayı mezhebten muhtar
olan kavle göre; her ne kadar tavanı olmasa bile gerek dört duvarlı olsun gerek
üç duvarlı olsun evin sofasına girerse yemini bozulur. Çünkü sofada yazın
yatılır.
«Bir dâr (haney) e girmeyeceğim» diyen
kimse kendisinde yapı olmayıp harâb olan bir hâneye girse yemini bozulmaz.
Fakat «şu dâr (haney) e girmeyeceğim» diye yemin eden kimse, her ne kadar yapı
eseri kalmayıp arsa olduktan sonra yahut binası yıkılıp yerinebaşka bir hâne
yapıldıktan sonra girse yemini bozulur. Çünkü dâr (hane) arsanın ismidir. Arsa
üzerindeki bina ise vasıfdır. Sıfat ancak nekre (belirsiz) olan kelimede itibar
edilir, yani sıfat nekre olan kelimeyi marife (belirli) kılar.
Muayyen olan kelimede sıfat itibar olunmaz.
Çünkü «hazırda vasıf hükümsüzdür, gaipde ise muteberdir» ifadesi usûlcüler
arasında meşhurdur. Buna göre, yemin eden kimse «ben şu dâr (haney) e girmem»
diye yemin ettiğinde sanki «şu arsaya girmem» diye yemin etmiş olur. Bu
takdirde hanelik vasfı işaret ismiyle olan yeminde hükümsüzdür. gerek o arsa
üzerinde hane olsun, gerek bozulup harab olsun arsasına girdiğinde yemini
bozulur. Ancak sıfat şart olup meselâ; bir kimse zevcesine «sen binekli olarak
şu eve girersen boş ol» demesi gibi olursa muayyende de sıfat itibar olunur.
Çünkü «eve binekli olarak girmek» şart olarak zikredilmiştir. Buna göre kadın
yaya olarak o eve girse boş olmaz, yahut yemin edenin yeminini gerektiren,
mesela; «vallâhi ben şu yaş hurmadan yemeyeceğim» demesi gibi sıfat, yemin
etmeye sevk edici olursa muayyen kelime sıfatla takyid olunur. Buna göre o yaş
hurmayı, kuru hurma olduktan sonra yese yemini bozulmaz. Çünkü yaş hurmayı
yemek zararlı olabilir. Eğer «şu haneye girmeyeceğim» diye yemin ettiği hane
yıkılıp bahçe. yahut mescit. yahut hamam, yahut oda, yahut üzerine su galip
olup ırmak olduktan sonra o yere girse yemini bozulmaz. Bunlar da yıkılıp oraya
başka bir hane yapıldıktan sonra girse yine yemini bozulmaz. Çünkü her ne kadar
yeni bir bina yapılmakla hane ismi avdet etse bile, birinci hanenin
yıkılmasıyla üzerine yemin edilen hanenin ismi zail olmuştur. Fakat ikinci hane
başka bir sıfat ile olduğu için üzerine yemin edilmiş hane olmamış olur.
Nitekim «ben şu odaya girmeyeceğim» diyen
kimse orası yıkılıp arsa olduktan sonra yahut yıkılan odanın enkazıyla olsa da
başka bir oda yapıldıktan sonra girse yemini bozulmaz. Çünkü üzerine yemin
ettiği odanın ismi zâil olmuştur. Kezâ: «Ben odaya girmem» diyen kimse oda
yıkıldıktan sonra girse evleviyetle yemini bozulmaz. Eğer bu yemin eden kimse
üzerine yemin ettiği odanın tavanı çöküp duvarları yıkılmadan oraya girse
muayyen odada tavan sıfat gibi olup sıfat ise muayyende işaretle muteber olduğu
için yemini bozulur. Nekre (belirsiz) de yemini bozulmaz. Çünkü bunda sıfat
muteberdir. Nitekim nekrede sıfatın muteber olduğu yukarıda geçmiştir. Bu izah
edilen suretde odanın nekre (belirsiz) olmasıyla ma'rife (belirli) olması
arasındaki fark Bahır'da Bedayi'a nisbet edilmiştir. Fakat Nehir sahibi «içinde
yatmaya elverişli oldukça tavanı olmayan bir odaya girmekle yeminin
bozulmasında odanın belirsiz olmasıyla belirli olması arasında fark yoktur»
diye yukarda zikredilen farka itirazda bulunmuştur. Yukarıda Musannıf yemini
«şu hâneye girmeyeceğim» ile takyîd etti ve takyîdi münasiptir. Çünkü takyîd
etmeyip, yalnız «şu» ile işaret edip «hâne» kelimesini söylemeyerek «şuna
girmem» dese o hâneye hangi sıfatla olursa olsun gerek mescid gerekhamam gerek
bostan gerek bahçe olduktan sonra girse yemini bozulur. Nitekim «şu mescide
girmeyeceğim» diye yemin eden kimse mescid harab olduktan sonra her ne sıfatla
olursa olsun oraya girdiğinde yemini bozulduğu gibi. Çünkü mescid kıyamete
kadar yıkılsa bile mescid olarak bakîdir. Bu İmam Ebû Yusuf (R.A.)'un kavlidir.
Fetva da bunun kavliyle verilir. Eğer mescid genişletilip sonra yemin eden
kimse girse yemini bozulmaz. Eğer yemin eden kimse «falanca kabilenin mescidine
girmeyeceğim» diye yemin edip o kabile mescidi genişlettikten sonra girse
yemini bozulur, hâne de böyledir. Çünkü yemin eden kimse yeminini «falanca
kabileye» izâfe ederek akdetmiştir. Bu akdettiği yemin, yeminden sonra mescide
ilâve edilen ziyadeye de şamildir. Bedayi, Bahır.
Bir kimse «ben şu direğin veya şu duvarın
üzerine oturmam» diye yemin ettikten sonra onlar yıkılıp her ne kadar
kendilerinin enkazlarıyla da olsa yeniden yapılsalar yahut «ben şu gemiye
binmem» diye yemin ettikten sonra gemi bozulup ağaçlarıyla yeniden yapılsa bu
yeni yapılan direğin veya duvarın üstüne otursa yahut yeni yapılan gemiye binse
yemini bozulmaz. Çünkü üzerine yemin edilen şeylerin isimleri zâil olmuştur.
Nitekim «ben şu kalemle yazı yazmam» diye yemin ettikten sonra onu kırıp bundan
sonra yontsa yeni baştan kalem kesip onunla yazdığı takdirde yemini bozulmadığı
gibi. Çünkü yontulup kesilmeyen kaleme kalem ismi verilmez. Belki boğum ismi
verilir. -Bu yemin kamış kalem hakkındadır- Artık kamış kalem kırıldığında
kalem ismi zâil olur. Buna göre üzerine yemin edilen şeyin ismi zâil olunca
yemin bâtıl olur. «Ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimse o evin üstüne
çıksa Mütekaddimin âlimlerine göre; hânenin üstün hâneden sayıldığı için yemini
bozulur. Müteahhirin âlimlerine göre; yemini bozulmaz.
Kemal «hânenin üstünde çatı bulunursa yemin
bozulur; çatı bulunmazsa yemin bozulmaz» diye Mütekaddimin âlimleri ile
Müteahhirin âlimlerinin kavillerinin aralarını birleştirmiştir.
İbn-i Kemal «yemin eden kimse Arab
memleketinden olmazsa yemini bozulmaz» demiştir. Miskin. Fetva bu kavil
üzerinedir.
Bahır'da zikredilmiştir ki; «hâneye girmem»
diye yemin eden kimse hânedeki ağaca veya duvara çıksa yemini bozulur.
Müteahhirinin kavli üzere yemini bozulmaz. Zâhir olan bu sûretlerin hepsinde
Müteahhirlerin kavilleri muteberdir. Çünkü bunlar örfte hâneye dahil
değildirler. Nitekim hânenin altında serdâb (çok sıcak günlerde barınılan
yeraltı odası) veya kendi ile hâne ehlinin faydalanmadığı kanât (su yolu) kazıp
oraya girerse yemini bozulmadığı gibi.
Bahır sahibi «Musannıfın hânenin üstünü
mutlak olarak zikri mescide de şâmil oldu da «mescide girmem» diye yemin eden
mescidin üstüne çıktığında yemini bozulmuş olur. Buna göre «şu mescide girmem»
diye yemin eden kimsenin o mescidin üstünde meskeni olupona gitse yemini
bozulmaz. Çünkü bu mesken mescidden değildir» demiştir. Bedayi'de de böyle
zikredilmiştir.
İZAH
«Eğer kapı aralığı ile evin kapısı önünde
olan gölgelik yatmaya elverişli olmadıkları takdirde yemini bozulmaz ilh...»
Gölgelik, evin içinde olup ve kapı aralığı da büyük olup yatmaya elverişli
olurlarsa yemin eden kimse bunlara girmekte yemini bozulur. Fetih'de
zikredilmiştir ki: Bazı köylerde misafirlerin buralarda yatmaları ödettir,
şehirlerde de bazı zamanlarda hizmetçiler buralarda yatarlar. Buna göre «hâneye
girmem» diye yemin eden kimsenin bu yerlere girmesiyle yemini bozulur.
Velhâsılı: «Ben bu hâneye girmeyeceğim»
diye yemin eden kimse o hânenin herhangi bir yerine girip, kapı kapandığında
içte kalırsa, yemini bozulur. Hatta hânenin tavanına çıksa tavanı yatılmaya
elverişli olursa yemini bozulur.
«Fetva da bunun kavliyle verilir ilh...»
İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; mescid harab olup insanlar ondan müstağni
olurlarsa yapanın veya veresenin mülküne avdet eder. Bu İs'aftan naklen
Tahtâvî'de zlkredilmiştlr.
«"Ben şu kalemle yazı yazmam"
diye yemin ettikten sonra onu kırıp ilh...» Yani: Bir kimse «ben şu kamış
kalemle yazı yazmam» dedikten sonra onu kırıp kendisinden kalem ismi zâil olsa
bundan sonra yontup yeni baştan kamıştan kalem yapıp onunla yazsa yemini
bozulmaz. Fakat kalemin ucunu kırıp yeni baştan düzeltmeye muhtaç olmaksızın
ucunu açsa ve bununla yazsa yemini bozulur. Sayrafiyye.
«"Ben şu hâneye girmem" diye
yemin eden kimse o evin üstüne çıksa ilh...» Yani: «Başka bir hânenin üstünden
girmem» diye yemin ettiği evin üstüne çıksa Mütekaddimin âlimlerine göre,
yemini bozulur. Çünkü hâne dört duvar ile tavandan ibarettir. Nitekim bir
mescidin üstü de mescid sayılır. Hatta cünüb ve âdet gören kadının mescidin
üstüne çıkıp durmaları haramdır. İ'tikafta bulunan bir kimse mescidin üstüne
çıksa i'tikafı bozulmaz.
«Yemin eden kimse Arab memleketinden
olmazsa yemini bozulmaz ilh...» Çünkü onların örflerinde hânenin üstüne çıkan
kimseye hâneye girdi denilmez.
«Miskin. Fetva bu kavil üzerinedir ilh...»
Çünkü fetvada örf itibar edilir, örf değiştiği için fetva yeni örfe göredir.
Anla!
«Hâneye girmem diye yemin eden kimse
hânedeki ağaca çıksa ilh...
Yani: «Girmem», diye yemin ettiği hânede
bulunan ağaca hânenin dışından çıksa eğer hânenin içinden ağaca çıkarsa
ittifakla yemini bozulur.
«Veya duvara çıksa ilh...» Yani: «Girmem»
diye yemin ettiği hâneye ait bulunan duvara çıktığında yemini bozulur. Eğer
üzerine çıktığı duvar yemin ettiği hâne ile komşunun hânesiorasında müşterek
bulunsa yemini bozulmaz.
«Kendi ile hâne ehlinin faydalanmadığı
kanal kazıp oraya girerse yemini bozulmadığı gibi ilh...» Eğer kanal için
hâneye giden bir açıklık bulunup ondan su alıyorlarsa oraya girdiği takdirde
yemini bozulur. Çünkü bu surette su kuyusu gibi hânenin menfaatlarından olmuş
olur. Eğer kanal içîn olan açıklık aydınlık olursa yemini bozulmaz. Çünkü bu
surette aydınlık hânenin menfaatlarından olmadığı için oraya giren hâneye
girmiş sayılmaz. Bu hulâsa olarak Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir.
METİN
Yemin eden girmeyi kapı ile takyîd edip
yani «ben şu hâneye kapıdan girmem» diye yemin etse, sonra o hâneye yeni bir
kapı açılsa. her ne kadar yeni açılan kapı delik de olsa, o hânenin kapısı
olduğu için bu yeni açılan yerden o hâneye girse yemini bozulur. Yalnız yeni
açılan deliğin kapı için açılması lâzımdır. Şu kadar var ki: «Ben şu hâneye
kapıdan girmem» diye yemin eden, kapıyı tayin edip «ben şu hâneye işte bu
kapıdan girmem» diye yemin ederse. yeni açılan kapıdan o hâneye girmesiyle
yemini bozulmaz. çünkü şart bulunmamıştır.
«Ben şu hâneye girmem» diye yemin eden
kimse o hânenin kapısının eşiğine iki ayağıyla basıp dursa, kap: kapandığında
adam dışta kalırsa, yemini bozulmaz. Kapı kapandığında içte kalırsa yemini
bozulur.
«Ben şu hâneden çıkmam» diye yemin eden
kimse o hânenin kapısının eşiğine iki^ayağıyla basıp dursa, hüküm aksine olup
yani; kapı kapandığında adam dışta kalırsa, yemini bozulur, içte kalırsa yemini
bozulmaz. Fakat Muhit'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben şu hâneden çıkmam»
diye yemin etse, halbuki o hanede dalları hâne dışına sarkmış bir ağaç olup
yemin eden ona çıksa, eğer o daldan düştüğü takdirde hânenin dışına düşerse
yemini bozulmaz. Çünkü ağaç hânenin duvarı gibidir. Bu yeminin bozulup
bozulmamasının hükmü yemin eden kimsenin kapının eşiğinde iki ayağıyla durduğu
takdirdedir. Ama ayağının birini eşik üzerine koyup diğerini içeriye koysa eşik
ile iç tarafı aynı seviyede olur yahut dışta kalan eşik kısmı daha alçak olursa
«ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimsenin yemini bozulmaz, hânenin iç
kısmı eşikten daha alçak olursa yemini bozulur. Zeylaî.
Bazıları «mutlak surette yani gerek eşik
kısmı alçak olsun, gerek hânenin iç kısmı alçak olsun yemini bozulmaz»
demişlerdir. Sahih olan da budur. Zahiriyye. Çünkü tam olarak içeri girmek
ancak iki ayağın girmesiyle olur.
Bir kimse «ben şu hayvana binmem» diye
yemin etse, halbuki hayvanın üstünde bulunsa yahut «ben şu elbiseyi giymem»
diye yemin etse, halbuki elbise üzerinde olsa, yahut «ben şu hânede oturmam»
diye yemin etse, halbuki hânenin içinde oturur bulunsa, eğer o kimseyemin
ettikten sonra derhal hayvandan inmez. elbiseyi çıkarmaz, hâneden taşınmazsa
yemini bozulur. Çünkü .bunların devamı yani hayvandan inmemesi, elbiseyi
çıkarmaması, hanede oturması yeni baştan hayvana binmiş, elbiseyi giymiş,
hânede oturmuş sayılır. Eğer o kimse yemin ettikten sonra hemen hayvandan iner,
elbiseyi çıkarır, hâneden taşınırsa yemini bozulmaz. Fakat girme, çıkma,
evlenme ve temizlenmenin devamı yeni baştan yapma gibi değildir. Meselâ: Bir
kimse «ben şu hâneye girmem» diye yemin etse halbuki o hânenin içinde bulunsa,
o hânede devamlı kalsa, yemini bozulmaz. Ancak o hâneden çıkıp tekrar girerse,
yemini bozulur. Çıkma, evlenme ve temizlenme de girme gibidir. Bunda kaide
şudur: Binme, giyme, oturma gibi sürekli olan şeylerde devamları için yeni
baştan yapma hükmü vardır. Girme. çıkma gibi şeylerin devamları için yeni
baştan yapma hükmü yoktur. Bu sürekli olan şeylerde devamları için yeni baştan
yapma hükmü olması eğer yemin devamları halinde olursa olur, önce olursa olmaz.
Bir kimse zevcesine «ben her ne zaman
binersem sen boşsun» yahut «benim üzerime bir dirhem nezir olsun» deyip sonra
binip ve binmesinde devam etse. kendisine bir talâk yahut bir dirhem lazım
olur. Eğer bu yemini hayvan üstünde iken ederse, kendisine inmesi mümkün olan
her bir saatte talak ve dirhem lâzım olur.
Şârih der ki: Bu izah edilen suretlerin
hepsinde gerek devamlı olan şeylerde, gerekse devamlı olmayanlarda olsun, gerek
o fiilin içinde bulunurken yemin etsin, gerek o fiile başlamadan yemin etsin
bizim örfümüzde her ne kadar fiile başlamayı niyet etmezse de ancak fiile
başlamakla yemin bozulur. Bu kavle üstâzımız Mücteba meyletmiştir.
Bir kimse «ben şu hânede» yahut «şu odada»
yahut «şu mahallede oturmam» diye yemin edip eşyasını. ehlini hatta bir kazığı
orada bırakıp kendisi çıkıp gitse, yemini bozulur.
İmam Muhammed (R.A.)'e göre; hânenin
demirbaş eşyasını taşıması kifayet eder. İnsanların haline uygun olan da budur.
Fetva da bunun üzerinedir. Hatta eşyalarını sokağa yahut mescide taşısa,
taşınmış sayılır. Kemal buna kâil olmuştur. Nehir sahibi de bunu ikrar
etmiştir. Bu izah edilen meselede yemin eden kimsenin yemininin bozulması
yemini arapça ile olduğu takdirdedir. Yemini farsça ile olursa, sade kendi
çıkıp gitse, yemini bozulmaz. Nitekim meskeni tebaiyet yoluyla olsa, meselâ:
Babasıyla oturan büyük oğul yahut zevciyle oturan zevce gibi. Büyük oğul «ben
şu evde oturmam» diye yemin edip o evde ehlini ve malını bırakıp kendisi çıkıp
gitse, yemini bozulmaz. Zevc, yemin ettiği halde zevcesi başka bir yere
taşınmaktan imtina edip zevcine gâlib geldiğinde bir daha dönmemek üzere kendisi
çıkıp gitse, yemini bozulmaz. «Ben bu evde oturmam» diye yemin eden kimse
gecenin girmesiyle, kapının kapanmasıyla kendisine çıkmak mümkün olmasa yahut
başka bir ev yahut hayvan aramakla meşgul olup bir kaç gün o evde kalsa, yahut
her ne kadar hayvankiralamaya gücü yettiği halde hayvan kiralamayıp çok olan
evinin eşyasını bizzat kendisi birkaç günde taşısa, yemini bozulmuş olmaz.
«Ben bu hânede durmam» diye yemin eden
kimse bu ifadesi ile yalnız kendisinin çıkıp gitmesine niyet etse diyaneten
tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez. İmam Şâfiî'ye göre taşınmak niyetiyle o
hâneden çıkması kifayet eder. Fakat bir kimse «şu şehirde» yahut «şu beldede»
yahut «şu köyde sakin olmam» diye yemin etse ehlini eşyasını o şehirde yahut o
beldede yahut o köyde bırakıp yalnız kendisi gitse, yemini bozulmaz.
FER'İ MESELELER: Bir kimse «falanca şahısla
bir evde yaşamam» diye yemin edip sonra bir hanenin avlusunda yahut biri bir
odada, diğeri başka bir odada sakin olsa, yemini bozulur. Ancak hâne pek büyük
olup oralarında bir duvarla taksim ederlerse, yemini bozulmaz. Hâneyi yemininde
tayin edip meselâ; «ben falanca şahısla şu evde oturmam» dese taksim suretinde
de yemini bozulur. Yemininde hâneyi tayin etmeksizin meselâ; «ben falanca
şahısla bir hanede oturmam» diye yemin edip hâneyi aralarında bir duvarla
taksim etseler, yemin bozulmaz.
Bir kimse «ben falan şahısla oturmam» diye
yemin ettikten sonra hânesine o şahıs ehli ve eşyası İle zorla girse, yemin
eden kimse yemininin bozulacağını bilsin veya bilmesin o şahısla beraber
oturursa, yemini bozulur. Çünkü örfte o şahısla sâkin olmuş olur.
Taşınmak mümkün olduğu takdirde yemin eden
hemen taşınırsa, yemini bozulmaz. Nitekim o şahıs misafir olarak yemin eden
kimsenin evine geldiğinde yemini bozulmaz.
Kezâ: Yemin eden kimse sefere gidip falan
şahıs o kimsenin ehliyle sâkin olsa yine yemini bozulmaz. Bu kavil ile fetva
verilir. Çünkü yemin eden kimse hakikaten o şahısla sâkin olmamıştır. Yemin
eden kimse o şahısla sâkin olmayı bir ay ile takyîd edip meselâ; «ben falanca
şahısla bir ay oturmam» dedikten sonra bir saat sâkin olsa. sakin olma devam
eden fillerden olmadığı için yemini bozulur. İkâmet buna muhaliftir.
Hızanetu'l-Fetâvâ'da zikredilmiştir ki: Bir
kimse zevcesini dövmeyeceğine dair yemin edip sonra dövmeyi kasd ve murad
etmeksizin onu dövse, yemini bozulmaz.
İZAH
«Her ne kadar yeni açılan kapı delik de
olsa ilh...» Bahır'da zikredilmiştir ki: «Ben şu haneye kapıdan girmem» diye
yemin eden kimse o hâneye başka bir kapı deliği açıp oradan girse yemini
bozulur. Çünkü o kimse yeminini o hâneye ait olan kapıdan girmemek üzere etmiş
olup girme ise bulunmuştur. Eğer yeminiyle birinci kapıyı kasdettiğini iddia
ederse ifadenin buna ihtimali bulunduğu için diyaneten tasdik edilir. kazaen
tasdik edilmez. Çünkü bu, mutlak ile mukayyed murad edılmiş olduğu cihetle
zahire muhaliftir.
«Yahut dışta kalan eşik kısmı daha alçak
olursa "ben şu haneye girmem" diye yemin edenkimsenin yemini bozulmaz
ilh...» Çünkü yemin edenin bütün bedeni dıştaki alçak olan eşik kısmı üzerinde
bulunan ayağı üzerine dayanmaktadır.
«Sahih olan da budur ilh...» Fetih ile
Muhit'te zikredilmiştir ki «ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimse o
hâneye ayağının birini soksa, yemini bozulmaz. Şemsü'l-Eimmeti'l-Hulvâni ile
İmam Serahsi bununla amel etmişlerdir. Bu surette yeminin bozulmaması yemin
eden kimse ayakta dahil olduğuna göredir. Arkası üstü yahut yüz üstü yahut üstü
yatıp yuvarlansa. hatta bir kısmı eve girse eğer bedeninin yarısından çoğu
girmiş ise her ne kadar ayakları dışta kolsa bile girmiş sayılır.
«Çıkma, evlenme ve temizlenme de girme
gibidir ilh...» Meselâ; bir kimse «ben şu hâneden çıkmam» diye yemin etse,
halbuki hânenin dışında bulunsa, o hâneye girip sonra çıkmadıkça yemini
bozulmaz. Kezâ: Bir kimse «ben evlenmem» diye yemin etse halbuki evli bulunsa,
nikâh devam ettikçe yemini bozulmaz. Fetih.
«Ehlini ilh...» Ehli ile murad zevcesi
kendisiyle beraber olan çocukları ve hizmetçileridir. Bahır. Bedâyi.
«İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre hanenin
demirbaş eşyasını taşıması kifayet eder ilh...» İmam Ebû Yusuf (R.A.)'e göre
evin eşyasının çocuğunun taşınmasına itibar edilir.
«Hatta eşyalarını sokağa yahut mescide
taşısa, taşınmış sayılır ilh...»
Bazıları, eşyalarını sokağa ve mescide
taşısa yemini bozulur, demişler ve buna «Ziyadat» adlı kitapta zikredileni
delil göstermişlerdir. Şöyle ki: Bir kimse ailesiyle şehirden çıksa, başka bir
vatan edinmedikçe namaz hakkında birinci vatanı vatan olarak kalır. Hidaye.
Sahih olan kavle göre başka bir mesken
edinmedikçe yemini bozulur. Bu, Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
Ben derim ki: Örf muteberdir. Örf ise buna
muhalifdir. Nitekim bilindiği gibi «oturmam» diye yemin ettiği yerden ehlini ve
eşyalarını mescide veya sokağa taşısa, bu kimseye «taşındığı yerde oturuyor»
denilmez.
«Büyük oğul "ben şu evde oturmam"
diye yemin edip o evde ehlini ve malını bırakıp kendisi çıkıp gitse yemini
bozulmaz, ilh...» Kezâ, bir kadın «ben şu evde oturmam» diye yemin edip o evde
zevcini ve malını bırakıp kendisi çıkıp gitse, yemini bozulmaz.
«"Ben bu evde oturmam" diye yemin
eden kimse, gecenin girmesiyle kapının kapanmasıyla kendisine çıkmak mümkün
olmasa ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: «Ben şu evde oturmam» diye yemin
eden kimse, yemininden sonra hemen taşınmazsa, yemini bozulur. Ancak gecenin
girmesi yahut hırsızdan korkması yahut kuvvetli bir kimsenin taşınmaktan men
etmesi yahut taşınacak yer bulamaması yahut üzerine kapı kapatılıp kapıyı
açamaması yahut şerefli veya zayıf olup bizzat eşyaları taşıyamadığı gibi
taşıyacak kimse de bulamaması gibibir özürden dolayı taşınmazsa, yemini
bozulmaz. Gecenin özür sayılması kadın hakkındadır, erkek hakkında değildir.
Çünkü Hulâsa'dan naklen Fethü'l-Kadir'in yemin bahsinin sonunda zikredilmiştir
ki: Zevc, zevcesine «sen bu hânede sakin olursan boş ol» dese, halbuki bu ifadeyi
geceleyin söylemiş olsa, kadın sabaha kadar taşınmamakta mazurdur. Bunu bir
erkek için söylemiş olsa erkeğin gece taşınmaması özür sayılmaz. Fakat hırsız
veya başka bir şeyin korkusundan dolayı taşınmazsa, mazur sayılır. Kapı
kapatılır da onu açıp çıkamasa, fakat duvarı, yıkıp çıkmaya gücü yeterken
duvarı yıkıp çıkmasa, yemini bozulmaz. Çünkü evden çıkmada muteber olan
insanlarca çıkılan yerden çıkmaya gücü yetmesidir.
«Başka bir ev yahut hayvan aramakla meşgul
olup bir kaç gün o evde kalsa ilh...» Yani: Yemini bozulmaz. Çünkü taşınmak
için ev aramak taşınma işindendir. Buna göre; taşınmak için ev aramada kusur
etmediği takdirde ev arama müddeti, yemin ettiği evde kalma sayılmaz.
«Her ne kadar hayvan kiralamaya gücü
yettiği halde ilh...» Yani: Bir günde eşyalarını taşımak için hayvan kiralamaya
gücü yettiği halde hayvan kiralamayıp eşyalarını kendisi taşısa, yemini
bozulmaz. Çünkü süratle eşyalarını taşıması kendisine lâzım olmayıp belki örfte
«taşınıyor» denilecek şekilde taşınmasıdır.
«Yemini bozulmaz ilh...» Yani: Eşyasını ve
ehlini taşıması lâzım değildir. Fetih. Nehir'de zikredilmiştir ki: Asrımızda
«ben şu şehirde» yahut «şu beldede» yahut «şu köyde durmam» diye yemin eden
kimse orada ehlini ve eşyasını bırakıp yalnız kendisi çıkıp gitse sâkin
sayılacağından yemininin bozulması lâzım gelir. Remlî Hayrüddin «orada ehlini
ve eşyasını bırakıp yalnız kendisi çıkıp gitse, sâkin sayılması mutlak surette
kabul edilmez. Ancak geri dönüp gelmek maksadıyla yalnız kendisi çıkıp giderse
sâkin sayılır. Ama bir daha dönmemek üzere oradan çıkıp giderse sâkin sayılmaz»
demiştir.
«Bir kimse "falanca şahısla sâkin
olmam" diye yemin edip ilh...»
Eğer o şahısla beraber bir evde sâkin
bulunursa, yemin ettikten sonra hemen taşınırsa yemini bozulmaz. Taşınmak
mümkün iken taşınmazsa, yemini bozulur. İmam Muhammed (R.A.) «yemin eden kimse
eşyasını o şahsa hibe edip o şahıs da teslim aldıktan sonra bir daha dönmemek
üzere derhal çıkıp gitse o şahısla sâkin olmuş sayılmaz.» demiştir.
Kezâlik: Yemin eden kimse eşyasını o şahsa
emanet bıraksa, yahut iare verse. sonra bir daha dönmemek üzere çıkıp gitse.
yine yemini bozulmaz. Bahır. Tatarhâniyye'den naklen Remlî Hayrüddin'in
haşiyesinde zikredilmiştir ki: «Ben falanca şahısla sâkin olmam» diye yemin
eden kimsenin o şahısla sâkin olması. ancak her birinin ehli ve eşyası ile bir
arada oturmalarıyla sâbit olur.
«Nitekim o şahıs misafir olarak yemin eden
kimsenin evine geldiğinde yemini bozulmazilh...» Hulâsa'da zikredilmiştir ki: O
şahıs yemin eden kimsenin yanına ziyaretçi veya misafir olarak gelip bir veya
iki gün yanında kalsa, yemin edenin yemini bozulmaz. Çünkü sâkin olma yerleşme
ve devamlı kalmasıyla olur. Bu da ehli ve eşyasıyla kalmasıyla mümkündür.
Hâniyye'de «bir kimse «ben falan şahısla
sâkin olmam» diye yemin ettikten sonra o şahsın evine misafir olarak gidip bir
gün veya iki gün kalsa, onbeş gün onun evinde birlikte kalmadıkça yemini
bozulmaz. Nitekim bir kimse «ben Kûfe'de sâkin olmam» diye yemin ettikten sonra
misafir olarak Kûfe'ye gidip ondört gün kalmaya niyet etse yemini bozulmaz,
onbeş gün kalmaya niyet ederse. yemini bozulur.» diye zikredilmiştir.
«Yemin eden kimse o şahısla sâkin olmayı
bir oy ile takyîd edip ilh...»
Bahır'ın ibaresi şöyledir; Bir kimse «ben
falanca şahısla bir ay oturmam» diye yemin ettikten sonra onunla birlikte bir
saat sâkin olsa, yemini bozulur. Çünkü sakin olma sürekli olmayan
fiillerdendir.
«Ben Bağdat'da bir ay ikâmet etmem» diye
yemin eden kimse orada bir ay ikâmet etmedikçe yemini bozulmaz. Ama «ben
Bağdat'ta bir ay sâkin olmam» diye yemin eden kimse orada bir saat sâkın olsa,
yemini bozulur.
Ben derim ki: Sâkin olma lâfzı ile ikâmet
lâfzı arasında fark vardır. Zaman Ne takdir edilmeyen vakit zarftır, mi'yâr
değildir. Sâkin olma, oturma, bunlara benzeyen şeyler bütün vakitlerde sahih
olduğu için vakitle takdir edilmez. Buna göre «ikâmet», vakitle takdir edilir.
Yani: Uzun bir zaman bir yerde oturulmazsa buna ikâmet denilmez.
Bir kimse «ben şu hânede ikâmet etmem» diye
yemin etse, İmam Ebû Yusuf (R.A.) «o hânede gündüzün veya gecenin yarısından
çoğunu geçirirse yemini bozulur» demiş sonra bu kavlinden dönüp orada bir saat
kalırsa yemini bozulur demiştir. Bu kavil İmam Muhammed (R.A.)'ın kavlidir.
Bir kimse «ben Bağdat'ta bir ay ikâmet
etmem» diye yemin etse, orada tam bir ay kalmadıkça yemini bozulmaz. Bunun
mânâsı «ikâmet» lâfzı bir müddetle takyîd edilirse, mânâsında süreklilik
bulunduğu için söylenilen müddetin yerine getirilmesi lâzım olur. Sâkin olma
lâfzı ikâmet lâfzı gibi değildir. Çünkü sâkin olma lâfzı az ve çok zamana şâmil
olduğu için mânâsında süreklilik yoktur. Buna göre; müddet sâkin olma lâfzı
için kayıt olmaz, belki men için kayıt olur. Yani: Bir kimse «ben falanca
şahısla bir ay bir yerde sâkin olmam» diye yemin edip o şahısta bir gün sakin
olsa yemini bozulur.
METİN
«Ben şu mescidden çıkmam» diye yemin eden
kimseyi kendisinin emir ve ihtiyarıyla bir şahıs yüklenip oradan çıkarsa yemini
bozulur. Fakat kendisinin emri ve ihtiyarı olmaksızın başka bir şahıs onu zorla
mescidden yüklenip çıkarsa, her ne kadar çıkarılırken kalbindenrâzı olsa bile
esah olan kavle göre; yemini bozulmaz Bütün kısımlar ve hükümlerde girme de
çıkma gibidir.
Bir kimse «ben şu hâneye» yahut «şu
mahalleye» yahut şu beldeye girmem» diye yemin etse, kendisinin emri olmadan
bir şahıs o kimseyi sırtına yüklenip zorla o yere soksa yahut ayağı kayıp yahut
tökezleyip yahut rüzgarın şiddetiyle yahut zaptına muktedir olamadığı azgın bir
hayvan oraya soksa. sahih olan kavle göre yemini bozulmaz. Bu suretlerde yemin
eden kimsenin kendisinin iradesi bulunmadığı için mezhebin sahih olan kavline
göre; yemini çözülmeyip zimmetinde bâkî kalmış olur. Bundan sonra o yere
girerse, yemini bozulup kendisine keffâret lazım gelir. Fetih.
Zahiriyye'den naklen Bahır'da «bu kaville
fetva verilir» diye zikredilmiştir. Fakat Bahır sahibi Fetâvâ'sında bu kavle
muhalefet ederek Ebû Şucâ'in kavli insanların haline daha uygun olduğu için
onun kavlini alıp yeminin çözüleceğine fetva vermiştir. Mutemed kavil senin
bildiğindir.
Bir kimse «ben cenazeden başkası için
hânemden dışarı çıkmam» diye yemin eder de hânesinin kapısından ayrılırken
cenazeye gitmek niyeti ile çıkıp sonra başka işine giderse, gerek cenazeyle
beraber gitsin, gerek gitmesin yemini bozulmaz. Nitekim Bedayî'de
zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «mescidden başka bir yere çıkarsan
boşsun» deyip zevcesi de mescide gitmek maksadıyla evinden ayrılıp giderken bir
işi çıkar mescide gitmezse o işine gittiğinde boş olmaz. Çünkü çıkma, gitme,
revâh (mutlaka gitmek mânâsınadır) iyâdet (hasta ziyaretine gitme), ziyaret kelimeleriyle
yemin edildiğinde evden ayrılırken niyetin bulunması şarttır, üzerine yemin
«dilen yere varmak şart değildir. «Gelme» lâfzıyla yemin edildiğinde evden
ayrılırken niyet edilsin veya edilmesin, üzerine yemin edilen yere varmak
şarttır. Binaenaleyh çıkma, gitme gibi lâfızlarda evden ayrılırken niyet şart
olunca, bir kimse «ben Mekke'ye çıkmam» yahut «gitmem» yahut «revâh etmem» diye
yemin etse ve Mekke-i Mükerreme'ye gitmeyi murad ederek evinden çıksa sonra
geri dönse gerek başka bir işi kasd etsin ve gerek kasd etmesin, kendisiyle
Mekke-i Mükerreme'nin arasındaki mesafe sefer müddeti olup Mekke-i Mükerreme'ye
gitme maksadıyla kendi beldesinin umrânını (beldeden sayılan yeri) geçerse
yemini bozulur. Eğer kendi beldesiyle Mekke-i Mükerreme'nin arasındaki mesafe
sefer müddeti olmazsa hânesinden ayrılınca yemini bozulur. Bahır. Nehir. Fetih.
Fetih'de zîkredilmîştir ki: Bir kimse
«vallâhi fülan âlimle beraber Mekke-i Mükerreme'ye çıkacağım» diye yemin edip
sonra onunla beraber çıkıp beldesinin evlerini geçerse, yemini bozulmaz. «Ben
Bağdat'tan çıkmam» diye yemin edip sonra cenazeyle beraber çıkıp mezarlık da
Bağdat'ın dışında bulunsa. yemini bozulur.
Bir kimse «Mekke-i Mükerreme'ye gelmem»
diye yemin etse, ancak Mekke-i Mükerreme'ye gelip ulaşırsa yemini bozulur.
Nitekim «çıkma» lâfzıyla «gelme» lâfzı arasında fark bulunduğu yukarıda
geçmiştir. Bu, erbabına gizli değildir. Nitekim bir kimse zevcesine «sen falan
şahsın gelininin düğününe gelme» diye yemin edip sonra zevcesi düğünden önce o
şahsın hânesıne gidip orada iken gelin gelip düğün olduğunda yemini bozulmaz.
Çünkü yemin eden kimsenin zevcesi geline gelmemiş, bilâkis gelin onun yanına
gelmiştir.
Bir kimse bir şahsa hitaben: «Vallâhi ben
elbette sana geleceğim» diye yemin etse bu yemin «elbette sana geleceğim» diye
üzerine yemin ettiği şahsın evine veya dükkanına gelmek üzere yapılmış olur.
Yemin eden kimse, o şahsın evine veya dükkanına gelse, o şahsı orada bulsun
veya bulmasın yemini bozulmaz. Binaenaleyh yemin eden kimse, o şahsın evine
veya dükkanına gelmeyip hatta ikisinden biri vefat etse, hayatının sonunda
yemini bozulur.
Kezâ: Mutlak (zaman tayin edilmeksizin
yapılan) yeminlerde de böyle yemin eden kimsenin yemini hayatının sonunda
bozulmuş olur. Fakat muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan) yeminlerde ise o
zamanın sonuna itibar olunur. Buna göre o vakit geçmeden önce ölürse yemini
bozulmaz
Musannıfın «mutlak yeminlerde yemin edenin
hayatının sonunda yemini bozulur» kavli ifade eder ki: Bir kimse -Allah'a
sığınırız- mürted olup darı harbe kaçsa mücerred mürted olmasıyla Allahü
Teâlâ'ya yapmış olduğu yemini bâtıl olduğu için sonra yemin ettiği şeyi işlese
yemini bozulmaz. Nitekim yemin bahsinin evvelinde geçmiştir.
Bir kimse bir şahsa hitaben: «benim
istitâ'atım olup gücüm yeterse sana yarın geleceğim» diye Allahü Teâlâ'ya yahut
talâka yemin etse, bu istitâ'at sıhhat istitâ'atıdır ki, vücuttaki âzâların
sıhhat ve selâmette bulunmasından ibarettir. Çünkü istitâ'at söylenildiğinde
bilinen mânâ budur. Binaenaleyh istitâ'at, hastalık yahut hükümdarın menetmesi,
çıldırma, unutma gibi manilerin bulunmamasına hamledilir. Eğer yemin eden kimse
«istitâ'at» ile fiile yakın olan hakiki kudret e gücü niyet ederse, diyaneten
tasdik edilir. Muteber olan kavle göre; kazaen tasdik edilmez. Çünkü
istitâ'atın vücuttaki âzâların sıhhat ve selamette bulunması mânâsında
kullanılması meşhur olunca, bu mânanın dışında kullanılması zahire muhalif
olduğu için hâkim onu tasdik etmez. İmam Zahidî (Rh.A.) Mücteba adlı eserinde
bu bahiste kendisinin mu'tezile olduğunu ızhar ve beyan etmiştir. Nitekim
Kınye'de «El-Fâz-ı Tekfîr» bahsinin iki yerinde de mu'tezile olduğunu beyan
etmiştir.
Bir kimse zevcesine «benden izinsiz çıkma»
yahut «ancak benim iznim» yahut «benim emrim» yahut «benim bilgim ile çık» dese
zevcin bu ifadelerle yaptığı yeminini muhafaza edebilmesi için zevcesinin her
çıkışında izin alması şarttır. Ancak kadının bulunduğu yeri su basar yahut
yangın olur yahut zevcinden ayrılırsa zevcinden izin alması lazım gelmez.
Buifadelerle yemin eden zevc, zevcesinin kendisinden izinsiz bir defa
çıkmamasına niyet etse, ifadelerin buna ihtimali bulunduğu için diyaneten
tasdik edilir ve zevcesi izinsiz bir defa çıkınca zevcin yemini çözülür. Zevc,
zevcesine «her ne zaman çıkarsan sana izin verdim» dese bundan sonra zevcesi dışarı
çıkarken zevcinden izin alması lâzım gelmez; daha sonra zevc, zevcesinin
yeniden dışarı çıkmasını yasaklasa İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; bu yasaklaması
sahih olur. Fetva'da bunun üzerinedir. Valvalciye.
Sayrafiyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
«ben ehlimi falan beldeye taşırsam, zevcem boş olsun» dese sonra bu mesele
hâkime götürülüp. kendinin izniyle bir şahıs gönderip ehlini nakletse, yemin
eden kimsenin yemini bozulmaz. Bir kimse, zevcesine «ben sana izin verinceye
kadar evimden çıkmayacaksın» diye yemin etse, sonra zevcesinin çıkması için bir
defa izin vermesi kifayet eder. Bu ifadesiyle zevcesinin her çıkışında izin
olmasını niyet ederse, ifadenin buna ihtimali bulunduğu için tasdik edilir.
Bir kimse «ben falan şahsın hânesine
girmem» diye yemin etse örfte umum mecaz yoluyla o şahsın oturduğu hâne murad
edilir. Gerek o şahsın oturduğu ev iare. gerek başkasına tebeiyet yoluyla,
gerekse kirayla oturduğu ev olsun yemin eden kimse o şahsın oturduğu eve
girerse. yemini bozulur.
Bir kimse «ben ayağımı falanca şahsın
hânesine koymayacağım» diye yemin etse o hâneye mutlaka yani: gerek yürüyerek,
gerek binerek girse. yemini bozulur. Çünkü yerleşmiş kaidedir ki: Her ne zaman
bir lâfzın hakikat mânâsını murad etmek mümkün olmazsa yahut hakikat mânası terkedilmiş
olursa mecaza gidîlir. Hatta «ben ayağımı falanca şahsın hânesine koymayacağım»
diye yemin eden kimse hânenin dışına yan üzeri yatıp ayaklarını hâneye koysa,
yemini bozulmaz.
İZAH
«Kendisinin emri ve ihtiyarı olmaksızın
başka bir şahıs onu zorla mescidden yüklenip çıkarsa ilh...» Her ne kadar
çıkarılırken karşı koyabilecek güçte iken karşı koymasa sahih olan kavle göre,
yemini bozulmaz. Hâniyye. Bezzâziye'de «bu surette sahih olan yeminin
bozulmasıdır» diye zikredilmiştir.
Fetih'te zikredilmiştir ki: «Ben şu
mescidden çıkmam» diye yemin eden kimsenin emri ve ihtiyarı olmaksızın bir
şahıs onu sırtına yükleyip zorla mescidden çıkarsa, yemini bozulmaz. Fakat o
şahıs onu korkutup. yemin eden yürüyerek mescidden çıkarsa, yemini bozulur.
Bilindiği gibi ikrâh (zorlama) yemin eden kimsenin ihtiyarını ve fiilini biz
Hanefilerce yoketmez.
«Yemini bozulmaz ilh...» Çünkü yemin edenin
emri ve ihtiyarı bulunmadığı için «çıkma» fiil yemin edene nisbet edilmez.
«Fetih ilh...» Fetih'in ibaresi şöyledir:
«Bir kimse «vallâhi ben şu hâneye girmem» diye yemin etse, sonra yemin eden
kimsenin emir ve ihtiyarı olmaksızın bir şahıs onu sırtına yüklenip zorla o
hâneye soksa, yemini bozulmaz. Fakat Seyyid Ebû Şucâ'ya göre; bu surette yemin
eden kimseye keffâret lâzım olmamakla beraber yemini çözülür. Bundan sonra
yemin eden kimse kendi ihtiyarıyla o hâneye girse, kendisine keffâret lâzım
gelmez. Çünkü zorla o hâneye sokulduğunda yemini çözülmüştür. Bu kavli
insanların haline daha uygundur. Alimlerden bazılarına göre; yemin eden kimse
zorla o hâneye sokulduğunda yemini çözülmez. Bundan sonra yemin eden kimse,
kendi ihtiyarıyla o hâneye girerse, kendisine keffâret lazım gelir. Sahih olan
da budur.»
«Nitekim "çıkma" lâfzıyla
"gelme" lâfzı arasında fark bulunduğu ilh...»
Yani «çıkma» içten olsa ayrılmaktan
ibarettir. «Gelme» ise varmak ve ulaşmaktan ibarettir. Nitekim Allahü
Teâlâ'nın: «Haydin O'na varıp da deyiniz ki. şüphe yok ki biz senin Rabbinin
iki elçisiyiz.» (Tâhâ sûresi; âyet: 47)kavli kerimi varmanın ulaşma olduğuna delâlet
eder.
«Kezâ: Mutlak yeminlerde ilh...» Meselâ:
Bir kimse Zeyd'e hitaben «vallâhi ben seni döveceğim» dediği halde uzun bir
müddet dövmese yemini bozulmaz. Fakat dövmeden Zeyd veya kendisi ölse, yemini
bozulur.
«Muvakkat yeminlerde ise ilh...» Meselâ:
Bir kimse Zeyd'e hitaben «vallâhi ben seni bugün döveceğim» diye yemin etse,
yemin o gün güneşin batmasına kadar devam eder. O gün dövmeden güneş batarsa,
yemini bozulur.
«Zevcesi izinsiz bir defa çıkınca zevcin
yemini çözülür.» Yani zevc zevcesine «benden izinsiz çıkarsan boşsun» dese
sonra zevcesi izinsiz çıksa, bir talâk boş olur. Zevcesi sonra bir daha izinsiz
çıksa, şart bulunmakla yemin çözüldüğü için ikinci talâk vâki olmaz.
«Bir kimse "ben falan şahsın hânesine
girmem" diye yemin etse, örfte umum mecaz yoluyla o şahsın oturduğu hâne
murad edilir ilh...»
Buna göre o şahsın kendi mülkü olup
oturmadığı hâneye yemin eden kimse girse, yemini bozulmaz.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
«vallâhi ben falan şahsın hanesine girmem» diye yemin etse, o şahıs da hânesini
başka bir zâta kiraya verse, bundan sonra yemin eden kimse o hâneye girse,
bunda iki rivayet vardır: Bir rivayetde yemin bozulmaz. Bu. İmam-ı Azam'la İmam
Ebû Yusuf (Rh. Aleyhima)'un kavlidir. Çünkü bir mülkün bir kimseye nisbeti satmakla
bozulduğu gibi kiraya verme, teslim etme ve başkasının elinde mülk bulunmakla
da bozulur.
Ben derim ki: Hâniyye'de beyan edilen ifade
ediyor ki: O şahsın hânesi kiraya verilmeksizin kendi elinde bulunsa ve içinde
hiç bir kimse de oturmazsa hâne mal sahibine nisbet edildiğiiçin yemin eden
kimse bu hâneye girse yemini bozulur. Teemmül et!
TENBİH: Hâniyye'de yine zikredilmiştir ki:
Bir kimse «vallâhi ben Zeyd'in hânesine girmem» diye yemin ettikten sonra
«vallâhi Amr'in hânesine girmem'» diye yemin etse, bundan sonra Zeyd hânesini
Amr'e satıp ona teslim ettikten sonra yemin eden kimse Amr'ın bu hânesine
girse. ikinci yemini bozulur. Çünkü Amr'in bu satın aldığı hâne de yemine
dahildir. Bu hâne sahibi öldükten sonra yemin eden kimse oraya girse, hâne vereseye
intikal ettiği için her ne kadar ölen kimsenin üzerinde bıraktığı malın hepsi
kadar borcu bulunsa bile yemini bozulmaz. Muhamed b. Selime «yemini bozulur»
demiştir. Fakîh Ebû Leys bozulmadığını söylemiştir. Fetva da bunun üzerinedir.
Çünkü ölen kimse borçlu olduğu için bu hâne vereseye mülk olarak intikâl
etmeyip ölünün mülkü olarak bâki kalsa bile, her bakımdan ölünün mülkü
değildir.
«Çünkü yerleşmiş kaidedir ki: Her ne zaman
bîr lâfzın hakikat mânasını murad etmek mümkün olmazsa ilh...» Meselâ: Bir kimse
«vallâhi ben şu hurma ağacından veya üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye yemin
etse, o ağacın meyvesinden yememesi murad olunur. Çünkü yemin yenmeyen ağaca
nisbet ettiği için sebebi zikredip müsebbebi murad etmekle mecazen kendinden
hasıl olan meyveye sarfolunur. Eğer yemin ettiği ağacın meyvesi olmazsa, yemini
o ağacın parasına sarfolunur da ağacı satıp parasıyla yenilecek bir şey satın
alıp onu yerse, yemini bozulur. «Ağaçtan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse
ağacın bizzat kendisini yese yemini bozulmaz. Çünkü bunda hakikat
terkedilmiştir.
METİN
Zevcin, çıkmak veya kölesini dövmek isteyen
zevcesine, meselâ «sen çıkarsan boşsun» veya «köleni döversen kölem hür olsun»
ifadesinde yemininin bozulmasının şartı o fiilîn hemen o saatte yapılmasıdır.
Çünkü örfte zevcin maksadı hemen çıkmak isteyen veya kölesini hemen dövmek
isteyen zevcesini bu fiilden menetmesidir. Yemînlerde örf ve âdete itibar
edilir. Bu yemine «yemin-i fevr: Bir kelâma cevap olarak yapılan yemin» adı
verilir. Yeminin bu kısmını sadece İmam-ı Azam (Rh.A.) açıklayıp beyan etmiştir
ve kendisine müctehidlerden hîç bir zât muhalefet etmemiştir.
Kezâ: Bir kimse, bir şahsı yemeğe davet
edip «buyur benimle beraber yemek ye» dedikten sonra, davet olunan şahıs
«vallâhi ben yemek yemem» diye yemin etse, bu yemini o davet olunduğu muayyen
yemeğe ait olur. Buna göre: o davet olunduğu yemeği o kimseyle beraber yerse,
yemini bozulur. Başka yemek yerse, bozulmaz. Bu yemin de yemin-i fevr
kısmındandır.
Eğer davet olunan şahıs «vallâhi ben yemek
yemem» ifadesine «bugün» veya «seninle» lâfzını ilâve ederse mutlak surette
yemesiyle yemini bozulur. Çünkü cevaba «bugün» veya«seninle» lâfzını ilâve
ettiği için iptidaen başka yemin etmiş olur. Eşbah'ın talâk bahsinde
zikredilmiştir ki; «in: eğer» kelimesi terâhî (gecikme) ve te'hir içindir,
ancak acele olduğuna karîne olursa terâhî ve te'hir için olmaz. Buna göre zevc,
zevcesiyle cinsi yakınlıkta bulunmak murad ettiğinde zevcesi kabul etmeyip
zevci de «benimle odaya girmezsen» diye yemin etse zevcin şehveti sakin olduktan
sonra zevcesi odaya girse, zevcin yemini bozulmuş olur.
Muhit'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki: Bu geçen surette yeminden sonra zevc ile zevcenin orasında mücadele ve
münakaşanın uzaması bu yemini, yemini fevr olmaktan çıkartmaz.
Kezâ: Zevce, namazının kaçacağından korkup
namaz kılsa, yahut farz namazı için abdest almakla yahut farz namazı kılmakla
meşgul olsa, yine zevcin yemini bozulmaz. Çünkü bunlarla meşgul olmak şer'an
özür sayılır. Örfte de özür sayıldığından zevce cinsi yakınlıktan geri kaldı
denilmez. belki «cinsi yakınlığa namaz mani oldu» denilir.
Bir kimse «falan şahsın hayvanına binmem
diye yemin etse, o şahsın ticaret etmeğe izin verilmiş kölesinin hayvanına
bindiği takdirde yemini bozulmaz. Çünkü yemin, hakkında ticarete izin verilmiş
köle ile mükatebin hayvanı efendisinin değildir. Ancak iki şartla efendisinin
olur. Birincisi; köleyi borç kaplamış olmak, ikincisi köleye mahsus olan
hayvana da niyet etmektir. Bu iki şart bulunduğu takdirde kölenin hayvanına
binerse, yemini bozulur.
Bir kimse «bineğe binmem» diye yemin etse
yemini örfte at, merkeb gibi insanların bindikleri hayvanlara hamlolunur. Buna
göre bir insanın sırtına yahut deveye yahut öküze yahut file binse istihsanen
yemini bozulmaz. Ancak bunlara da binmeyeceğine niyet etmişse yemini bozulur.
Şârih der ki: Mısır ile Şam'da deveye,
Hindistan'da file binse yemini bozulur. Çünkü buralarda bu hayvanlara binmek
örf ve âdettir. Bir kimse «hayvana binmeyeceğim» diye yemin etse de zorla
hayvana bindirilse, yemini bozulmaz. Nitekim «ferese (ata) binmem» diye yemin
edip de bir zevne (beygire) veya aksine yani «bir zevne binmem» diye yemin edip
de ferese binse yemininin bozulmadığı gibi. Çünkü «feres» arap atının,
«birzevn» acem at.ının ismidir. «Hayl» ise her ikisine de denir. Fakat bu
suretlerde yemin eden yeminini arapça olarak yapmış ise yemini bozulmaz. Farsca
olarak yapmış ise yemini mutlaka bozulur.
Bir kimse «ben binmem» yahut »ben bineğe
binmem» diye yemin etse insandan başka gemi, mahmil (insan taşımak için devenin
üstüne konulan -iki kişinin bineği- sepet) ve hayvan gibi bir bineğe binmesiyle
yemini bozulur. Fakat bundan sonraki babda gelecektir ki bir kimse «hayvana»
veya «dâbbe (yük ve binek hayvanı) ye binmem» diye yemin etseinsana binmesiyle
yemini bozulmaz.
İZAH
«O fiilin hemen o saatte yapılmasıdır
ilh...» Câmiü's-Sagir'de zikredilmiştir ki: Dışarı çıkmak isteyen zevcesine,
zevci «çıkarsan boş ol» dese, bu yemin zevcesinin bu çıkmasına ait olur,
zevcesi geri dönüp biraz oturduktan sonra çıksa boş olmaz. Çünkü zevcin
maksadı, zevcesini bu çıkıştan menetmektir. Sanki «şimdi bu saatte çıkarsan boş
ol» demiş olur. Bu, zevcin niyeti bulunmadığına göredir, eğer zevc herhangi bir
şeye niyet ederse onunla amel edilir. Fetih, Hamevi.
«Bu yemine "yemin-i fevr" adı
verilir ilh...» Yeminin bu kısmını İmam-ı Azam (Rh.A.) ortaya koymuştur. Yemin
bundan önce iki kısımdı: Müebbed yani: mutlak (zaman tayin edilmeksizin
yapılan) yemin, «vallâhi ben şu işi işlemem» denilmesi gibi.
Muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan)
yemin; «vallâhi ben bugün» yahut «bu ay» yahut «bu senede bu işi yapmam»
denilmesi gibi. İmam-ı Azam (Rh.A.) bir kelâma cevap vaki olan «yemin-i
fevr»'iyi bu iki kısımdan çıkarıp sanki üçüncü bir kısım yapmıştır.
«Davet olunduğu yemeği o kimseyle beraber
yerse, yemini bozulur ilh...» Çünkü o şahsın «vallâhi ben yemem» ifadesi davet
edenin sözüne cevap vâki olduğu için bu yemini davet edildiği yemeğe
sarfolunur. Eğer bu şahıs evine gidip yemek yese, yemini bozulmaz.
«Eğer davet olunan şahıs «vallâhi ben yemek
yemem» ifadesine «bugün» veya «seninle» lâfzını ilâve ederse ilh...» Yani davet
edilen şahıs «vallâhi ben bugün yemek yemem» yahut «vallahi ben seninle yemek
yemem» der de, o gün ve herhangi bir zaman o kimseyle yemek yerse yemini
bozulur. Çünkü «bugün» veya «seninle» lâfızlarını ziyade ettiği için davet
edenin sözüne cevap vaki olmayıp iptidaen başka yemin etmiş olur.
«Farz namazı kılmakla meşgul olsa ilh...»
Yani zevcesi namazın kaçmasından korkup farz namazını kılarsa, bu farz namazını
kılıncaya kadar zevcinin yanına gitmemesiyle zevcin yemini bozulmaz. Zevcesi
nafile namaz kılmakla yahut nafile namaz için abdest almakla yahut yemek veya
içmekle meşgul olursa, zevcin yemini bozulur. Çünkü bunlar şer'an özür
sayılmaz.
«Bir kimse "ben hayvana" veya
"dâbbeye binmem" diye yemin etse, insana binmesiyle yemini bozulmaz
ilh...» Çünkü örf insanı hayvandan tahsis etmiştir. «Dâbbe» yer üzerinde
debelenen hayvanların ismi ise de örf onu merkep, katır ve at gibi yük ve binek
hayvanlarına tahsis etmiştir. «Vallâhi ben dâbbeye binmem» diye yemin eden
kimse kâfire binse her ne kadar Kuran-ı Kerim'de:
«Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah
katında en kötüsü şüphesiz ki kâfir olanlardır.» (Enfal sûresi; âyet 55)diye
kâfirlere dâbbe denilmiş ise de örfte tahsis edildiği için yeminibozulmaz.
METİN
Bundan sonra yeme, çiğnemeye ihtimali ve
kabiliyeti olan ekmek ve meyve gibi şeyleri, yiyen kimsenin çiğnesin veya
çiğnemesin her ne kadar çiğnemeden yutsa bile ağız yoluyla mideye
ulaştırmasıdır.
İçme ise yeme ve çiğnemeye kabiliyeti
olmayan mayilerden su ve bal gibi şeyleri ağız yoluyla mideye ulaştırmaktır.
Buna göre; bir kimse «vallâhi ben yumurta yemem» diye yemin etse, onu yutmakla
yemini bozulur. «Vallâhi ben üzüm yemeyeceğim» diye yemin etse, onu sormasıyla
yemini bozulmaz. Çünkü sormak yeme ve içme olmayıp üçüncü bir nevidir. Üzümün
suyunu sıkıp kabuğunu yese, yemini bozulur. Bedayı'
Tehzib-i Kalânisi'de zikredilmiştir ki:
«Ben şeker yemem» diye yemin etse, şekeri sormasıyla yemini bozulmaz. Şârih der
ki: Bizim örfümüzde bozulur,
Zevk (tatma) içeri gitsin veya gitmesin bir
şeyin tadını bilmek için ağızla yapılan bir iştir. Buna göre; her bir yeme ve
içme zevktir. Aksi, yani her bir zevk yeme ve içme değildir. Binaenaleyh bir
kimse «ben suyu tatmam» diye yemin edip sonra namaz için mazmaza (ağıza su
alma) etse, yemini bozulmaz. Eğer tatma ile yemeyi murat ederse, bu kavlinde
tasdik olunmaz. Ancak yemeyi murat ettiğine dair bir delil bulunursa, tasdik
edilir.
Bir kimse «vallâhi ben şu hurma ağacından»
veya «üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye yemin etse, yemininin bozulması o
ağacın meyvesinden yemesiyle takyid olunur. Yani yeni bir sonatla değişmeksizin
o ağacın meyvesini yerse ve kaynatılmamış şırasını içerse, yemini bozulur. O
ağacın meyvesinden kaynatılan pekmezi veya o ağacın dalını başka bir ağaca
aşılamakla meydana gelen meyveyi yemesiyle yemini bozulmaz. Eğer yemin ettiği
ağacın meyvesi olmazsa, yemini ağacın parasına sarf olunur da onun parasıyla
yenilecek bir şey satın alıp onu yerse, yemini bozulur. Hurma ağacının bizzat
kendisinden yerse, her ne kadar ağacın kendisinden yemeyi niyet etse bile
yemini bozulmaz. Çünkü bunda hakikat mânâsı terkedilmiştir. Valvalciyya.
Muhit'te zikredilmiştir ki: Yemin eden
kimse ağacın bizzat kendisinden yemeyi niyet ederse, sözünün hakikatine niyet
ettiği için ağacın meyvesini yese, yemini bozulmaz. Musannıf şeyhine tâbi
olduğundan «mecaz mânâsı tayin edildiği için lâyık olan yemin eden kimsenin
"ağacın bizzat kendisinden yemeyi niyet ettim" sözünün tasdik
edilmesidir» demiştir.
Nehir'de «"örfte bağın yaprağı yenilen
cinstendir. Buna göre yeminin ağacın bizzat kendisine sarf edilmesi
lâzımdır" denilirse, buna "Örf ehli bağın yaprağı ancak pişirildikten
sonra yenir, yaprak pişirilmekle değiştiği için yemin eden kimsenin onu
yemesiyle yemini bozulmaz" diye cevap verilir» denilmiştir.
İZAH
«Mideye ulaştırmasıdır ilh...» Meselâ: Bir
kimse «ben şu taamı yemem» yahut «ben şu şeyi içmem» diye yemin edip, sonra onu
ağzına alıp çiğnedikten sonra onu dışarı atsa içerisine gitmedikçe yemini
bozulmaz. Çünkü bu tatmadır, yeme ve içme değildir. Bu, Bahır'dan naklen
Tahtâvî'de zikredilmiştir.
«Su ve bal gibi ilh...» Yani: Bunlarla katı
olmayan maddeler murad edilmiştir, yoksa bunlarda yenilir. Teemmül et!
Çiğnemeye ihtimali ve kabiliyeti olmayan mayi (sıvı) maddeler tek başına
alındığında meşrubât (içilen) adı verilir. Başka bir şeyle beraber alındığında
me'kûl (yenilen) adı verilir. Aksi de böyledir. Meselâ: Bir kimse «vallâhi ben
şu sütü yemem» diye yemin ettikten sonra onu ekmekle veya hurma ile yese yahut
«vallâhi ben şu balı veya sirkeyi yemem» diye yemin ettikten sonra onu ekmekle
yese, yemini bozulur. Çünkü bu takdirde süt, bat ve sirke yenilen maddelerden
olmuş olur. Eğer yemin eden kimse bunları sade yerse, yemini bozulmaz. Çünkü bu
içmedir, yeme değildir.
Kezâlik: Bir kimse «vâllâhi ben şu ekmeği
yemem» diye yemin edip onu kuruttuktan sonra ufalasa ve onun üzerine su döküp
içse yemini bozulmaz. Çünkü bu içmedir, yeme değildir. Bu, Bedayı'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «süt
yemem» diye yemin ettikten sonra onu içse yemini bozulmaz. Tirit yapıp yerse,
yemini bozulur.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu
sütü yemem» diye yemin edip sonra o sütle pirinç pişirip yerse, Ebubekir-i
Belhî «o süte su katmayıp sütün kendisi görülse bile yemini bozulmaz» demiştir.
Kezâ: 0 sütü peynir yapsa, yine yemini
bozulmaz, ancak o sütten ne yapılırsa yapılsın ondan yememeyi niyet ederse, bu
takdirde yemini bozulur. Bir kimse «şu tereyağını yemeyeceğim» diye yemin edip
sonra kavrulmuş unla karıştırıp yese, Asıl'da «eğer yağın tadı belli olursa
yemini bozulur. Çünkü yağ bu takdirde yok olmamıştır» diye zikredilmiştir.
Hâkim, Muhtasar'ında «eğer sıkıldığında yağ
akarsa yemini bozulur, yağın tadını bulsa bile sıkıldığında yağ akmazsa yemini
bozulmaz» diye zikretmiştir.
Kâdı Han «bir kimse «ben şu sütü yemem»
diye yemin ettikten sonra o sütle pirinç pişirildiğinde cevabı bu tafsilat
üzere olmalıdır» demiştir.
Ben derim ki: Velhâsılı: Bir kimse «süt,
yağ, sirke gibi mayi şeyleri yemem» diye yemin ettikten sonra bunlardan birini
içse, yemini bozulmaz. Bunlardan birini ekmek veya hurma gibi şeyle karıştırıp
yerse, üzerine yemin ettiği sıvı hususiyetini kaybetmemişse, yemini bozulur.
Eğer sıvı madde tadını kaybeder veya sıkıldığı zaman akmazsa yemini bozulmaz.
Sâihânî «Hâkim'in kavli kabul edilmeye daha
uygundur. Bundan dolayı şârihlerin çoğu Hâkim'in kavlini kabul etmişlerdir»
demiştir.
«Onu yutmakla yemini bozulur ilh...» Yani
bir kimse «yumurta yemem» diye yemin ettikten sonra pişirilmiş yumurtayı gerek
kabuğu ile gerek kabuksuz yutarsa, yemini bozulur.
«"Vallâhi ben üzüm yemeyeceğim"
ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «vallâhi ben üzüm veya nar
yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra onları sorup kabuklarını tükürse, yemini
bozulmaz. Çünkü bu yeme ve içme olmayıp bilâkis sormadır. Bedayı'den naklen
Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: İçme; çiğnemeye ihtimali ve
kabiliyeti olmayan mayi şeyleri mideye ulaştırmaktır. Buna göre, sorma da
içmenin tarifine girer. Ancak ağza alındığı vakit o maddenin sıvı olması murad
edilirse, sorma içmenin tarifine girmez. Çünkü sorma, katı olan maddenin suyunu
ağız ile çıkartıp mideye ulaştırmaktır. Bunun muktezası: Bir kimse «ben bir şey
sormam» diye yemin etse, suyu sorarak içmek sünnet olmakla beraber mayi bir şey
içse, yemini bozulmaz. Bundan anlaşılır ki; sorma, içmeden bir bakıma daha
umumdur. Dudaklarla sorularak su ağza alındığında sorma ile içme birleşmiş olur.
Suyu sormaksızın ağza alıp mideye ulaştırmaya içme denir. sorma denilmez. Katı
olan bir maddenin ağız ile suyunu çekmeye sorma denir, İçme denilmez. Hatta
«vallahi ben içmeyeceğim» diye yemin eden kimse, meyveyi sıkıp suyunu birden
İçse, yemini bozulur. Fakat «ben sormayacağım» diye yemin eden kimse meyveyl
sıkıp suyunu birden içse yemini bozulmaz. Eğer sorarak içerse her iki surette
de yemini bozulur. Bana zahir olan budur.
«Kabuğunu yese ilh...» Yani: Bir kimse «ben
üzüm yemeyeceğim» diye yemin edip sonra üzümü sıkıp kabuğunu yese, suyunu
içmese yemini bozulur. Çünkü suyu alınmış üzüm kabuğunu yiyen kimseye «yiyor»
denilir. Nitekim o kimse üzümü ağzında çiğneyip suyunu yutup kabuğunu
tükürdüğünde «üzümü yedi» denilmediği gibi. Buna göre üzüm yemek, kabuğunu ve
koruğu yemektir. O halde üzümün kabuğu yenildiğinde yemin bozulur. Bu
Bedayı'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Hâsılı: Uyûn'da beyan edildiğine
göre; yalnız üzümün suyunu yutsa. yemini bozulmaz. Eğer kabuksuz taneyi
yutarsa, yemini bozulur.
«Şekeri sormasıyla yemini bozulmaz ilh...»
Yani: «şeker yemem» diye yemin eden kimse şekeri sorsa yemini bozulmaz. Çünkü
bu yeme değildir. Buna göre çiğneme bulunmadan içeri ulaşmıştır.
«Bizim örfümüzde bozulur ilh...» Yani:
şeker. çiğnemek ve sormakla yenilir. Kezâ, üzümle, nar da âdette çiğnemek ve
sormakla yenilir.
«Zevk (tatma) içeri gitsin veya gitmesin
bir şeyin tadını bilmek için ağızla yapılan bir iştir ilh...» Fetih'te
zikredildiğine göre; tatmanın gerçek tarifi budur. Nazım'da buna muhalif olarak
«tatma gırtlağın işi değil dudakların işidir» diye tarif edilmiştir. Buna göre;
tadılan şeyin içeri gitmemesi tatmanın mânâsından alınmıştır.
Ben derim ki: Fetih'te olan Hişam'ın
rivayetine daha uygundur. Şöyle ki; bir kimse «ben tatmayacağım» diye yemin etse,
bu yemini tadılan şeyin içeri ulaşmaksızın gerçekten tadılması üzerine
hamlolunur. Ancak tadılan şeyin içeri ulaşacağına delalet eden bir söz
bulunursa başka, Meselâ: Bir kimse bir şahsı «gel beraber yemek yiyelim diye
dâvet ettiğinde o şahıs «seninle beraber yemek tatmam» diye yemin etse. bu
tatma yeme ve içmeye hâmlolunur.
«Buna göre; her bir yeme ve içme zevktir.
Aksi yani her bir zevk yeme ve içme değildir ilh...» Yani zevk (tatma) yeme,
içmeden daha umumîdir. Çünkü zevkte tadılan şeyin içeri gitmesi şart değildir.
Belki içeri gitmeksizin bir şeyin ağızla tadılmasına «tatma» denilir. Fakat
yeme veya içme tatma gibi değildir. Buna göre; bir kimse «tatmayacağım» diye
yemin edip yese veya içse yemini bozulur. Fakat «yemeyeceğim veya «içmeyeceğim»
diye yemin eden kimse içerisine ulaştırmaksızın bir şeyi tatsa yemini bozulmaz.
Fakat bazen tatmaksızın yeme bulunabilir. Nitekim yumurta ve badem gibi tadının
bilinmesi tatmaya bağlı olan bir şeyin yutulması böyledir. Buna göre; yeme ile
tatma arasında umum husus min vecih vardır. Bundan dolayı Fetih'te
zikredilmiştir ki: Muhît sahibi «bir kimse «ben tatmayacağım» diye yemin edip
sonra yese veya icse yemini bozulur.» kavliyle zanı galibe göre «tatmayla»,
çiğnemeye yakın olan «yemeyi» veya çiğnemekslzin tadı anlaşılan «yutmayı» murat
etmiştir. Çünkü biz kesin olarak biliyoruz ki; bademin içini yutan kimseye «onu
tattı» denilmez ve «bademi tatmayacağım» diye yemin eden kimse onu yutsa,
yemini bozulmaz.
Ben derim ki: «Yeme» ile «içme» arasında
fark bulunduğu gibi yeme ve içme ile «tatma» arasında da fark vardır. Buna
göre; «yememe», «içmeme» veya «tatmama» dan birine yemin eden kimse. yemin
ettiğinden başkasını yaparsa, yemini bozulmaz.
«Mazmaza etse, yemini bozulmaz.» Çünkü
yemin eden kimse mazmaza ile suyu tatmayı kasdetmemiş belki abdest almak murat
etmiştir. Bundan dolayı oruçlu kimsenin bir şeyin tadına bakması mekrûhtur.
Fakat mazmaza etmesi mekrûh değildir.
«Ancak yemeyi murat ettiğine dair bir delil
bulunursa ilh...» Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben «buyur beraber yemek
yiyelim» diye dâvet ettiğinde o şahıs da «seninle beraber tatmam» diye yemin
ettiği takdirde «tatma» ile yeme içme murad edilmiş olduğuna delil olur.
«Bir kimse "vallâhi ben şu hurma
ağacından" veya "üzüm kütüğünden yemeyeceğim" diye yemin etse
ilh...» Bu meselelerde asıl olan, mümkün olduğu takdirde kelimenin hakikat
mânâsı ile amel etmektir. Hakikat mânâsıyla amel edilmek mümkün olmazsa veya
hakikat mânâsının hilafına örf bulunursa, bu mânâ terk edilir. Buna göre bizzat
yenilen bir şey üzerine yemin edildiğinde, yemin o şeyin bizzat kendisine sarf
olunur. Çünkü hakikat ile amel etmek mümkündür. Bizzat kendisi yenilmeyen bir
şey üzerine yemin edildiğinde yeminmecazen ondan hâsıl olan şey üzerine sarf
olunur. Çünkü hakikatle amel etmek mümkün değildir. Buna göre bir kimse
«vallâhi ben şu koyundan bir şey yemem» diye yemin etse, sonra onun sütünden
veya yağından yese yemini bozulmaz. Çünkü koyunun bizzat kendisi yenildiği için
yemin koyunun kendisinden yenilmemeye sarf olunur. yoksa koyundan hâsıl olanlar
üzerine sarf olunmaz.
Kezâ: Bir kimse «üzüm yemeyeceğim» diye
yemin etse kuru üzümü veya şırasını yemesiyle yemini bozulmaz. «Şu hurma
ağacından yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu yemin ağaçtan hasıl olan yaş
ve kuru hurmasına sarf olunur. Çünkü ağacın bizzat kendisi yenilmez. «Şu unu
yemeyeceğim» diye yemin eden kimse, onun ekmeğini yerse, yemini bozulur. Çünkü
onun bizzat kendisi yenilse bile, örf ve âdette yenilmez. Tamamı Zahire'dedir.
«Kaynatılmamış şırasını içerse ilh...»
Yani: Bir kimse «ben şu hurma ağacından veya üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye
yemin ettikten sonra o ağacın hurmasını veya o kütüğün üzümünü yediğinde yemini
bozulduğu gibi, bunların kaynatılmamış şırasını yese yemini bozulur. «Fakat bu
mesele müşküldür. Çünkü yemin «yememek» üzerine yapılmıştır. Şıra ise
yenilmeyip içilir» denilirse «burada «yenilmek» ile mecazen tenâvül (alıp yeme)
murad edilmiştir» diye cevap verilir. Yani yemin eden kimse «ben bu hurma
ağacından» veya «üzüm kütüğünden bir şey tenâvül etmem» demek istemiştir. T.
Ben derim ki: Bu cevabın muktezası o hurma
ağacının veya üzüm kütüğünün şırasını içmekle yemini bozulur. Bu surette şırayı
içmekle yeminin bozulması nakledilmeye muhtaç olur. Halbuki fukâhanın kelamı
böyle te'vil edilmeksizin sahihtir. Biz, Bahır'dan naklen zikrettik. Şöyle ki:
Bir kimse «ben şu sütü» yahut «şu balı»
yahut «şu sirkeyi yemem» diye yemin ettikten sonra üzerine yemin ettiği şeyi
ekmekle yese, yemini bozulur. Çünkü bunların yenmesi bu şekilde olur. Kezâ:
Sütü tirit yapıp yese, yine yemini bozulur.
Bezzâziyye'de zikredilmiştir ki: «Taam
yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde yemin yenilen taamlara sarf olunur. Hatta
sirke yenilse yemin bozulur. Buna göre içilen bir şeye «yenildi» demek
sahihtir. Burada do yani «şu hurma ağacından veya şu üzüm kütüğünden
yemeyeceğim» diye yemin eden kimse o hurma ağacının meyvesinden, o üzüm
kütüğünün üzümden çıkarılan şırasını yediğinde yemini bozulur
«Kaynatılan pekmezi ilh...» Bir kimse «ben
şu hurma ağacından» veya «şu üzüm kütüğünden yemem» diye yemin ettikten sonra
onların meyvelerinden yapılan pekmezi, içkiyi ve sirkeyi yese, yemini bozulmaz.
Çünkü bunlar yeni bir fiile izafe edildikleri için ağaca olan izafetleri baki
kalmamıştır. Bahır. «Pişirilmiş pekmez» kaydıyla yaş hurmadan akanşıradan
ihtiraz edilmiştir. Çünkü bunun yenilmesiyle yemin bozulur. Zahire.
«O ağacın dalını başka bir ağaca aşılamakla
ilh...» Yani: «ben şu ağaçtan yemem» diye yemin eden kimse üzerine yemin ettiği
ağaçtan bir dal kesip başka bir ağaca aşılayıp sonra aşıladığı ağacın meyvesini
yese. yemini bozulmaz. H. Bazıları «yemini bozulur» demişlerdir. Fetih, Bahır.
«Yemini bozulmaz» diyenlere göre aşılanan dal ikinci ağaçtan bir parça olduğu
için örfte ikinci ağaçtan yiyen kimseye «birinci ağaçtan yedi» denilmez. Üzerine
yemin edilen ağaç ile aşılanan ağacın nevileri gerek bir olsun gerek ayrı olsun
fark yoktur. Zahire'de bu mesele mutlak olarak nakledilmiştir. Nitekim
geçmiştir. Sonra bu mesele şöyle tasvir edilmiştir: Bir kimse «ben şu elma
ağacından yemem» diye yemin ettikten sonra bu elma ağacını bir armut ağacının
dalıyla aşılasa, yemin eden kimse göstermek suretiyle ismini söyleyerek «ben şu
elma ağacından yemem» diye yemin etmişse, aşıladığı ağaçtan yemesiyle yemini
bozulmaz. Fakat ağacın ismini söylemeyip «ben şu ağaçtan yemem» diye yemin
etmişse, aşıladığı ağaçtan yerse, yemim bozulur. Bazı fakihlerden böyle
nakledilmiştir.
Ben derim ki: İki kavlin arasını
birleştirmek şu suretle mümkün olur. Üzerine yemin edilen ağaç ile aşılanan
ağacın nevileri ayrı olup ağacın ismini söyleyerek yemin ettikten sonra ismini
söylemiş olduğu aşılanmış ağacın meyvesinden yerse, yemini bozulur. Üzerine
yemin edilen ağaç ile aşılanan ağacın nevileri gerek bir olsun gerekse ayrı
olsun üzerine yemin ettiği ağacın ismini söylememiş ise aşıladığı ağaçtan
yemekle yemini bozulmaz. İşin hakikatını Allahü Teâlâ bilir.
«Onun parasıyla yenilecek bir şey satın
alıp onu yerse yemini bozuıur ilh...» Eğer ağacın parasıyla içilecek bir şey
satın alıp onu içerse, yemini bozulmaz. Ancak satın aldığı içilecek şeyi başka
bir şeyle yerse, sözün hakikatiyle amel etmek mümkün olduğu için yemini
bozulur. Çünkü mümkün oldukça sözün hakikatıyla amel olunur.
METİN
Bir kimse «vallâhi ben şu koyunu yemem»
diye yemin etse, o koyunun etini yerse yemini bozulur. Sütünü yerse yemini
bozulmaz. Çünkü koyunun bizzat kendisi yenildiği için yemin koyunun kendi
üzerine yapılmış olur.
Bir kimse «şu hurma koruğundan yemeyeceğim»
diye yemin edip koruk olgunlaştıktan sonra yese yemini bozulmaz.
«Şu yaş hurmadan yemeyeceğim» diye yemin
eden kimse yaş hurma kuru hurma olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. «Şu
sütten yemeyeceğim» diye yemin eden kimse süt yoğurt olduktan sonra yese yemini
bozulmaz. Çünkü korukluk, yaşlık, süt olma sıfatları yemin etmeyi gerektiren
sıfatlar olup yemin bu sıfatlarla kayıtlanmış olur. Fakat bir kimse «şuçocukla»
veya «şu delikanlı ile konuşmam» diye yemin etse, o çocuk veya delikanlı yaşlı
olduktan sonra onunla konuşsa, yemini bozulur.
Bir kimse «ben şu kuzuyu yemem» diye yemin
edip de koç olduktan sonra yese, yemini bozulur. Çünkü çocukluk ve kuzuluk
sıfatları yemin etmeyi gerektiren sıfatlardan değildir. Bu hususda kaide şudur:
Üzerine yemin edilen şeyde yemini gerektiren bir sıfat bulunursa, gerek marife
olsun, gerek nekre olsun yemin o vasıfla kayıtlanmış olur. Buna göre o sıfat
zail olursa, yeminde zail olur. Eğer sıfat yemini gerektirmeye elverişli
olmazsa, bu vasıf marifelerde değil, nekrelerde itibar olunur.
Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse
«ben şu mecnun veya şu kâfirle konuşmam» diye yemin etse, sonra o mecnun iyi
veya o kâfir İslâm şerefiyle müşerref olduktan sonra konuşsa, yemini bozulmaz.
Çünkü delilik ile küfür yemini gerektiren vasıflardandır.
Bir kimse «ben erkekle konuşmam» diye yemin
ettikten sonra erkek çocukla konuşsa, yemini bozulur. Bazıları «bozulmaz»
Nitekim «çocukla konuşmayacağım» diye yemin edip de erginlik çağına girdiğinde
konuşsa yemini bozulmadığı gibi. Çocuğa erginlik çağına girdikten sonra şâbb
(genç), otuz yaşına kadar fetâ (yiğit). otuz ile elli yaş arasında kehl
(olgun), elliden ömrün sonuna kadar şeyh (yaşlı) denir» demişlerdir.
Bir kimse «ben şu yaş üzümden yemem» diye
yemin edip de kuru üzüm olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. «Ben şu sütü
yemem» diye yemin edip de peynir olduktan sonra yese veya «ben şu yumurtayı
yemem» diye yemin edip de pillç olduktan sonra yese, yemini bozulmaz.
Bir kimse «ben şu şaraptan» yahut «ben şu
ağacın çiçeğinden tatmam» diye yemin edip de şarap, sirke; çiçek badem veya
zerdali olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. Fakat «ben şu hurmadan yemem»
diye yemin edip de haysdan yerse, yemini bozulur. Çünkü her ne kadar içine sade
yağdan ve diğer şeylerden katılsa bile ufalanmış hurmadan yapılan bir çeşit
yemektir. Bahır. Yine Bahır'da ziktedilmiştir ki: «Muayyen bir taamı yemem» diye
bir kimse yemin edip sonra o taamın birazını yese bunda kaide şudur: Üzerine
yemin edilen şey bir kimsenin bir oturuşta yiyebileceği veya bir içimde
içebileceği miktarda olursa, yemin o şeyin hepsini yemeye veya içmeye yapılmış
olur. Bir oturuşta yenilecek veya bir içimde içilecek miktardan çok olursa
yemin o şeyin bir kısmı üzerine yapılmış olur.
Bir kimse «ben hurma koruğu yemem» diye
yemin edip olgunlaştıktan sonra yese, yemini bozulmaz. «Ben yaş üzüm yemem»
diye yemin edip de kuru üzüm olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. Fakat «ben
badem» yahut «ceviz yemem» diye yemin edip kuruduktan sonra yese, yemini
bozulur. Çünkü badem, ceviz ismi yaşına denildiği gibi kurusuna da denilir.
Bir kimse «ben yaş hurma» yahut «hurma
koruğu» yahut «yaş hurma ve hurma koruğu yemem» diye yemin etse, olmaya
başlamış hurma koruğu yese, yemini bozulur. Çünkü hem «yemeyeceğim» diye yemin
etmiş olduğu şeyi yemiş hem de ziyadesini yemiştir.
Bir kimse «ben olgun ve yaş hurma satın
almayacağım» diye yemin ettikten sonra içinde olgun ve yaş hurma bulunan bir
salkım hurma koruğu satın alsa, yemini bozulmaz. Çünkü satın alma hurma
koruğunun hepsi üzerine vaki olduğu için içinde bulunan yaş ve olgun hurmalar
koruğa tâbidir. Fakat «ben olgun ve yaş hurma yemeyeceğim» diye yemin eden
kimse içinde yaş ve olgun hurma bulunan bir hurma koruğu salkımı satın alıp
yerse yemini bozulur. Çünkü hurmalar birer birer yendiği için yemini bozulur.
«Et yemem» diye yemin eden kimse etin çorbasını veya balık yese yemini
bozulmaz. Ancak bunlara niyet etmiş ise yemini bozulur. «Hayvana binmem» diye
yemin eden kimse kâfire binse yemini bozulmaz. «Kazık üzerine oturmam» diye
yemin eden kimse dağın üstüne otursa. yemini bozulmaz. Her ne kadar Kur'an-ı
Kerim'de balık etine et, kâfire hayvan ve dağlara da kazık denilmişse de örf ve
âdette bunlara et, hayvan ve kazık denilmez. Ama Tebyin'de «bir kimse «hayvana
binmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra insana binse yemini bozulur» diye
zikredilen kavil örfe münafi olduğu için onu Nehir sahibi «biz Hanefilerce örf-i
kavli gibi örf-i ameli de tahsis edicidir» diye reddetmiştir.
İnsan eti, karaciğer, işkembe, akciğer,
domuz eti, yürek, dalak ettir. bunların et olması Kûfe ehlinin örfündedir. Ama
bizim örfümüzde bunlar et değildir. Nitekim Hütâsa'dan ve diğer fıkıh
kitaplarından naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir. Bundan malûm oldu ki; Arap
olmayan bir kimse yemin ettiğinde kesin olarak kendi örfüne itibar eder.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Baş ile
ayaklar. yeme hakkında olan yeminde et sayılır. Satın alma hakkında olan
yeminde et sayılmaz. «Ben şu merkepten yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu
yemin merkebin kirası üzerine yapılmış olur. «Şu köpekten yemem» diye yemin
edildiğinde bu yemin köpeğin avı üzerine yapılmış olmayıp belki kendi eti
üzerine yapılmış olur. Yeminde sığır mandaya şâmil olmaz. «Et yemeyeceğim» diye
yemin eden kimse çiğ et yese esah olan kavle göre yemini bozulmaz.
İZAH
«Yemin bu sıfatlarla kayıtlanmış olur
ilh...» Yani: «ben şu hurma koruğundan» yahut «yaş hurmadan» yahut «sütten
yemem» diye yemin edildiğinde yemin korukluk, yaşlık ve süt olma vasıflan
üzerine yapılmış olur. Bu sıfatlar kendilerinden zail olunca üzerlerine
yapılmış olan yemin de zail olmuş olur do o şey yenildiğinde üzerine yemin
edilmemiş olan şey yenilmiş olur
«Çünkü çocukluk ve kuzuluk sıfatları yemin
etmeyi gerektiren sıfatlardan değildir ilh...» Fakat çocukluk her ne kadar
haddi zatında yemini gerektiren sıfatlardan ise de çocuğu terk etmek ve ondan
uzaklaşmak şer'an yasaklanmıştır. Çocukların ve gençlerin kötü ahlâklarına
tahammül etmek ve çocuklara merhametle davranmak şeriat tarafından emredilmiş
olduğundan onların kötü sıfatlarından dolayı yemin etmek onları terk etmek
olacağı için onlarda bulunan bu sıfatlara yemini gerektiren sıfatlar olarak
itibar edilmemiştir. Çocukluk ve kuzuluk Sıfatının yemini gerektiren
sıfatlardan olmaması yemin eden kimsenin niyeti bulunmadığı takdirdedir.
«Gerek marife olsun gerek nekre olsun
ilh...» Marifeye misâl: «Ben şu hurma koruğundan yemem». Nekreye misâl: «Ben
hurma koruğu yemem» diye yemin edilmesi gibi. Bu yeminlerde hurma koruğu
olgunlaştığında yemin eden kimse yerse yemini bozulmaz.
«Bu vasıf marifelerde değil, nekrelerde
itibar olunur ilh...» Mesela:
«Ben kuzu yemem» yahut «ben çocukla
konuşmam» diye yemin edilmesi gibi. Bu ifadelerle yemin eden kimse koç yese
yahut yaşlı bir kimseyle konuşsa yemini bozulmaz. Çünkü koça kuzu, yaşlı
kimseye çocuk.denilmez. Bu ifadeler nekreye misaldir. Marifeye misâl:. «Ben şu
kuzuyu yemem» yahut «ben şu çocukla konuşmam» diye yemin edilmesi gibi. Bu
ifadelerle yemin eden kimse, üzerine yemin ettiği kuzuyu koç olduktan sonra
yese, üzerine yemin ettiği çocuk yaşlı ve ihtiyar olduktan sonra konuşsa yemini
bozulur. Çünkü yemini gerektirmeyen sıfat işaret sıfatıyla söylendiğinde
hükümsüz olur da kendisine işaret edilen zat itibar edilir. Üzerine yemin
edilen zat ise sıfat zail olduktan sonra yine bâkî olduğu için yemin zail
olmamış olur.
FER'İ MESELE: Vâkıât'tan naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben bugün şu ekmeği yersem zevcem şöyle olsun»
dese sonra «bugün ben bu ekmeği yemezsem cariyem hür olsun» dese sonra o
ekmeğin yarısını yese yemini bozulmaz. Kezâ Bir kimse ağzında bulunan lokma
üzerine aynı şekilde yemin etse de lokmanın bir kısmını yiyip bir kısmını
çıkarsa yemini bozulmaz. Çünkü yemininin bozulmasının şartı, yemin ettiği
ekmeğin veya lokmanın hepsini yemesidir.
TENBİH: Bezzâziyye'de zikredilmiştir ki:
Bir hânede mal zayi olup hânede bulunanlardan her biri zayi olan malı
almadığına ve hâneden çıkarmadığına dair yemin etse. sonra onlardan birinin
diğer bir şahısla beraber o malı hâneden çıkardıkları bilinse, eğer o mal bir
kişinin taşıyamayacağı büyüklükte bulunursa, hâneden çıkaranların yemini
bozulur. Çünkü bir kişinin taşıyamayacağı mal iki kişi tarafından çıkartılır.
Eğer bir kişinin taşıyacağı miktarda olursa. alıp hâneden çıkaranların yemini
bozulmaz. Çünkü yemin edenler tek olarak çıkarmadıklarına dair yemin ettikleri
için yeminlerinde doğrudur.
Ben derim ki: Buna göre; bir kimse «ben şu
ağacı veya şu taşı taşımam» diye yemin etse, buyeminde de aynı tafsilat vardır.
Yani ağaç veya taş bir kişi tarafından taşınamayacak kadar büyük olup yemin
eden kimse başka bir kimseyle beraber taşırsa, yemini bozulur. Eğer bir kişinin
taşıyacağı miktarda bulunduğu halde başka bir şahısla taşırsa, yemini bozulmaz.
Bundan sonra malumun olsun ki Vâkıât'tan naklen Bahır'da geçen mesele cidden
müşküldür. Nitekim Hâvî sahibi «cariyesinin âzâd olması vâcib olur. Çünkü
ekmeği yememiştir, nefi ile isbat arasında vasıta yoktur. Bunlardan her biri yeminin
bozulmasının şartıdır. Buna göre yeminin birisi bozulur» demiştir.
EICâmiü'l-Asgar'da Ebu'lKâsımı's-Saffar'dan
nakledilmiştir ki: Bir
kimse «falan şahıs şu suyu içerse zevcem
boş olsun» dese diğer bir zat da «o şahıs o suyu içmezse benim zevcem boş
olsun» dese o şahıs o suyu başkasıyla beraber içse, veya o suyun bir kısmını
yere dökse, ikincî zatın yemini bozulur, birinci kimsenin yemini bozulmaz.
«"Et yemem" diye yemin eden
kimse» gerek kebap yapılmış, gerek kavrulmuş olsun deve, sığır, manda, koyun,
kuş etleri üzerine yapılmış olur. Nitekim İmam Muhammed (Rh.A.) bunu Asıl adlı
eserinde zikretmiştir. Bunda İmam Muhammed (Rh.A.)'den çiğ et yenildiğinde
bozulmayacağına işaret vardır. Azhar olan da budur.
Ebû Leys'e göre; çiğ et yenildiğinde yemin bozulur.
Bu Hülasa'dan ve diğer fıkıh kitaplarından naklen Bahır'da zikredilmiştir. «Et
yemeyeceğim» diye yemin eden kimse domuz eti veya insan eti yese yemini
bozulmaz. Fetva da bunun üzerinedir. Burada örfe itibar edilmiştir.
Tebyinü'l-Kenz, Kâfî.
«Bunların et olması Kûfe ehlinin örfündedir
ilh...» Yani: «Et yemem» diye yemin eden kimse insan eti, domuz eti, ciğer,
dalak yese, Kûfe örfüne göre yemini bozulur. Fakat bizim örfümüze göre yemini
bozulmaz. Muhît ile Mücteba'da böyle zikredilmiştir. Bu, örflerin değişmesine
göre değişir. Bahır.
Ben derim ki: İnsan ile domuz eti lügatte
ve örfte hakikatte ettir. Bundan dolayı Musannıf « «et yemeyeceğim» diye yemin
eden kimse bunlan yese yemini bozulur» demiştir. Fakat Fetih'de « «et
yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde örfte insan eti ile domuz etine et denilse
bile, bu yemin örfte insan ve domuz etine sarf olunmaz. Nitekim «ben fülanın
dâbbesine (hayvanına) binmem» diye yemin edildiğinde «dâbbe» lâfzı her ne kadar
örfte deveye, sığıra şâmil olso bile. bu yemin örfte merkep. katır ve ata
hamlolunur» diye zikredilmiştir.
«Bundan anlaşıldığına göre; Arap olmayan
bir kimse yemin ettiğinde kesin olarak kendi örfüne itibar eder ilh...» Yani
yeminlerde yapıldıkları beldelerin örflerine itibar olunur. Hatta Harezm'li bir
kimse «ben et yemeyeceğim» diye yemin edip de balık yese, yemini bozulur. Çünkü
onlar balığa et derler. Bahır.
«Baş ile ayaktar, yeme hakkında olan
yeminde et sayılır. Satın alma hakkında olan yemindeet sayılmaz ilh...»
«Eş-Şâfî» adlı itapta yeme ile satın alma bir.sayılmıştır. Fakat esah olan
birinci kavildir. Bezzaziye.
Ben derim ki: Galiba bunun vechi: Baş ile
ayaklar hem ete hem de başka şeye şâmil olduğundandır. Fakat bunlar
söylenildiğinde et denilmez. Bir kimse «et almayacağım» diye yemin edip baş
veya ayak satın alsa. örfte «et aldı» denilmez. Ama baş veya ayaklarda olan eti
yediğinde et yemiş olup yemini bozulur.
«Yeminde sığır mandaya şâmil olmaz.» Yani
bir kimse «ben sığır eti yemem» diye yemin etse. sonra manda eti yese, yemini
bozulmaz. Aksi de böyledir. Çünkü insanlar bunların aralarını ayırırlar.
Bazıları «yemini bozulur. Çünkü sığır ikisine de şâmildir» demişlerdir. Sahih
olan birinci kavildir. Nitekim Tatarhaniyye'den naklen Nehir'de böyle
zikredilmiştir. Yine Zahire'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki, «koyun eti
yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde yemin eden gerek şehirli olsun, gerek köylü
olsun, keçi eti yerse yemini bozulmaz. Hakim-i Şehid "fetva bunun
üzerinedir» demiştir.
METİN
«iç yağı yemem» diye yemin eden kimse
hayvanın sırtının yağlı etini yese, yemini bozulmaz. İmameyn'e göre; bozulur.
Karnında ve bağırsaklarındaki iç yağını yerse, ittifakla yemini bozulur.
Kemiklerindeki yağı yerse, ittifakla yemini bozulmaz. İç yağın satın alınması
ve satılması üzere yapılan yemin, hükümde ve ihtilâfta yemek üzere yapılan
yemin gibidir. Zeylai. «İç yağı» veya «et yemem» veya «satın olmam» diye yemin
eden kimse, kuyruk yese veya satın alsa yemini bozulmaz. Çünkü kuyruk üçüncü
bir nevidir.
«Şu buğdaydan yemem» diye yemin eden kimse,
o buğdayın ekmeğinden yahut unundan yahut kovutundan yese, yemini bozulmaz.
Ancak buğday su ile kaynatılmış veya kavrulmuş olup ondan yerse bizim örfümüzde
yemini bozulur. Fakat pişmemiş ve çiğ olarak dişleriyle kırarak yerse yemini
bozulmaz. Eğer ona niyet etmiş ise yemini bozulur. Fetih
Keşif'den naklen Nehir'de zikredilmiştir
ki; bu buğday hakkında yapılan yemin meselesi üç vecih üzerinedir:
Birincisi; buğday yığınını göstererek «ben
şu buğdaydan yemem» diye yapılan yemindir. Bu metnin meselesidir.
İkincisi; buğdayı zikretmeksizin «şundan
yemem» diye yapılan yemindir. Bu şekilde yapılan yeminde gerek çiğ gerek un
halinde nasıl yenirse. yensin onun yenilmesiyle yemin bozulur.
Üçüncüsü; «buğdaydan yemem» diye yapılan
yemindir. Bu şekilde yapılan yeminde çiğ, pişirilmiş veya kavrulmuş ne şekilde
olursa olsun buğday yenildiğinde yemin bozulur. Ekmek, un, kavrulmuş un gibi
şeyler yenildiğinde yemin bozulmaz.
Buğdayı göstererek yapmış olduğu birinci ve
ikinci yemin suretlerinde onu ekip ondan çıkanbuğdayı yese, yemini bozulmaz.
Buğdayı göstermeden yapmış olduğu yemin suretinde onu ekip ondan çıkan buğdayı
yese yemini bozulur.
«Ben şu undan yemem» diye yemin eden kimse.
o undan yapılan ekmek, bulamaç, tatlı gibi şeyleri yese yemini bozulur. Fakat o
unu yalamak suretiyle yese, esah olan kavle göre yemini bozulmaz. Nitekim «ben
şu hurma ağacından yemem» diye yemin eden kimse o ağacın bizzat kendisinden
yediğinde yemini bozulmadığı gibi.
«Ekmek yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde
yemin edenin beldesinin halkının âdet edinmiş oldukları ekmek murad edilir.
Buna göre Şamlıların buğday. Yemenlilerin mısır, Taberistan (Amul) lıların
pirinç bazı köylülerin arpa ekmeğiyle yemini bozulur. Bir kimse, âdetleri
buğday ekmeği olan bir beldeye girip orada uzun bir zaman arpa ekmeğiyle
yaşamayı âdet edinse, ancak arpa ekmeğiyle yemini bozulur. Çünkü has olan örf
muteberdir. Fetih.
Bir kimse «bir kadının ekmeğinden yemem»
diye yemin etse, bu yemin fırında ekmeği pişiren kadına sarf olunur. Pişirmek
için hamur yoğurup kesip hazırlayan kadına sarf olunmaz. Zahire. Yufka da ekmek
sayılır. Börek, tirit, ekmeği dövüp veya ufalayıp üzerine yağ dökülen
kırıntılar ekmek değildir. Çünkü örfte bunlara ekmek ismi verilmez. «Filan
kimsenin taamından yemeyeceğim» diye yemin eden şahıs her ne kadar kendi
ekmeğiyle olursa da o kimsenin sirkesinden yahut zeytin yağından yahut tuzundan
yese yemini bozulur. Eğer o kimsenin nebîz denilen hurma suyundan yahut içtiği
suyundan alıp onunla ekmek yese yemini bozulmaz. Çünkü bunlar meşrubât
nevindendir.
Bir kimse «ben sade yağ yemeyeceğim» diye
yemin ettikten sonra kavut yese, yemin ederken kendisinde yağ olan veya olmayan
diye niyet etmemişse, kavut sıkıldığında yağı akarsa. yemini bozulur, olmazsa
yemini bozulmaz. Cevhere.
Bedayı'de zikredilmiştir ki: «Taam
yemeyeceğim» diye yemin eden kimse muzdar ve çaresiz kalıp leş yese, yemini
bozulmaz. Şevâ, kebap yapılmış ete, tabîh su ile pişirilmiş ete ıtlak olunur.
Şarih der ki: Tabih'in su ile pişirilmiş
ete denilmesi başkalarının örfündedir. Ama bizim örfümüzde et yağı, zeytinyağı,
sade yağ ile olursa da su ile pişirilen her şeye tabih ismi verilir. Nitekim
Musannıf bunu Mücteba'dan nakletmiştir.
Nehir'de zikredilmiştir ki: Taam: peynir,
meyve gibi gıda almak için yenilen şeylere şâmil olur. Fakat şârih der ki: Bizim
örfümüzde bunlara «taam» denilmez.
Bir kimse «baş yemeyeceğine dair» yemin
etse, bulunduğu beldede satılması örf ve âdet olan başlara itibar edilir.
Meyve: Elma, kavun, karpuz, zerdali gibi
şeylerdir. Üzüm, nar, yaş hurma meyve değildir. İmameyn (Rh. Aleyhima) ihtilâf
etmişlerdir. İmameyn (Rh. Aleyhima)'in ihtilafları asır ve zaman cihetinden
ihtilâfdır, yoksa hüccet ve delil ile ihtilâf değildir. Sözün kısası, yemin
hususunda itibar örfedir. Buna göre: meyve yenilmeyeceğine dair yemin
edildiğinde örfte meyve sayılan herhangi bir şey yenildiğinde yemin bozulur.
Bunu, Şumunni söylemiş, Musannıf da onu ikrar etmiştir.
İZAH
«Sırtının yağlı etini yese ilh...» Eğer
içten sırta bağlı olan böbreklerde ki iç yağı yerse yemini bozulur.
«Zeylai ilh...» Zeylai'nin ibaresi
şöyledir: «İç yağı yemem» yahut «iç yağı satın almam» yahut «iç yağı satmam»
diye yemin eden kimse, hayvanın sırtının yağlı etini yese, yahut satın alsa,
yahut satsa, İmamı Azam (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. İmameyn (Rh.
Aleyhima)'ya göre; bozulur.
«Ancak buğday su ile kaynatılmış veya
kavrulmuş olup ondan yerse bizim örfümüzde yemini bozulur ilh.. » Yani bir
kimse «şu buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin etse, İmamı Azam (Rh.A.)'a göre;
buğdayı çiğneyerek yerse yemini bozulur. O buğdayın ekmeğinden, kavutundan,
unundan yerse Yemini bozulmaz. Çünkü buğday bizzat kendisi yenilen cinstendir.
İmameyn (Rh. Aleyhima)'ya göre o buğdayı çiğneyerek yerse, yemini bozulmaz.
Ekmeğinden, kavutundan yahut unundan yerse yemini bozulur.
İhtilâfın temeli: Bir «kelime»nin hem
hakikat mânâsı kullanılsa, hem de mecaz mânâsı örf ve âdet olsa, İmamı Azam
(Rh.A.) o kelimenin hakikat mânâsını tercih eder. İmameyn (Rh. Aleyhima) ise
örfî mânâsını tercih eder. Çünkü buğdayı «yeme» lâfzı bizzat buğdayın kendisini
yemede hakikat olarak kullanılır. Zira insanlar buğdayı kaynatıp veya kavurup
yerler. Binaenaleyh buğdayı «yeme» lâfzı ile hakikat mânasını murat etmek.
örfte mecaz olarak buğdayın ekmeğini yemeyi murat etmekten evlâdır.
Fetih'te zikredilmiştir ki: «Buğday yedim»
ifadesi ile iki mânâdan her biri murat edilebilir. O halde bir kelimenin
hakikat mânâsı ile mecaz mânâsı müsavi olduğu zaman hakikat mânâsı üstün olduğu
için İmamı Azam'ın kavli tercih olunur. Bilâkis «şimdi buğday yedim» ifadesinin
buğdayın ekmeğini yedim mânâsında kullanılması örf değildir. örfte «buğday
yedim» denilmeyip, «ekmek yedim» denilmektedir. Bu ihtilâf muayyen bir buğday
üzerine yemin edildiğine göredir. Eğer muayyen olmayan bir buğday üzerine yemin
edilirse imamı Azam (Rh.A.)'ın kavli ile İmameyn (Rh. Aleyhima)'in kavli
gibidir. Bunu Şeyhü'l-islâm zikretmiştir. Fakat gizli değildir ki bunda iki
şeyden birisini sebepsiz tercih etmek vardır. Bütün fıkıh kitablarında
ittifakla zikredilen delil, üzerine yemin edilen buğday gerek muayyen olsun, gerek
muayyen olmasın bizzat yenilen cinstendir. Buğday yemeyeceğine dair yemineden
kimse çiğnemeden buğday tanelerini yutsa yemini bozulur. Kuhustâni.
«Pişmemiş ve çiğ okırak dişleriyle kırarak
yerse, yemini bozulmaz. Eğer niyet etmiş ise yemini bozulur ilh.. » «Şu
buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse o buğdaydan yapılan şeyi
yemeyeceğine niyet ederse bu niyeti sahih olup bizzat buğdayın kendisini yerse
yemini bozulmaz. Zahire.
«Bu metnin meselesidir ilh...» Yani: «Ben
şu buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse gerek suyla kaynatılmış olsun,
gerekse kavrulmuş olsun o buğdayın kendisinden yerse yemini bozulur. Fakat o
buğday çiğ olarak yahut o buğdaydan yapılan ekmeği yerse yemini bozulmaz.
«Gerek çiğ, gerek un halinde nasıl yenirse,
yensin ilh...» Yani: Buğdayı zikretmeksizin fakat buğdayı göstererek «şundan
yemem» diye yemin eden kimse, o buğdayın bizzat kendisini veya ondan yapılan
herhangi bir şeyi yerse, yemini bozulur. O buğdaydan ne şekilde olursa olsun
yenildiği takdirde yeminin bozulmasının sebebi buğdayın ismi söylenmeksizin
buğday gösterilerek yemin edildiğinde buğday gerek hali üzerine kalsın gerek
değişerek başka bir isim alsın, gösterilen buğdayın kendisine İtibar edilir.
«Bu şekilde yapılan yeminde çiğ, pişirilmiş
veya kavrulmuş ne şekilde olursa olsun buğday yenildiğinde yemin bozulur
ilh...» Yani: Nekre olarak mesela: «Ben buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden
kimse buğday gerek suyla pişirilsin gerek ateşte kavrulsun gerekse çiğ olsun
ondan yediği takdirde yemini bozulur. Fakat marife olarak meselâ «ben şu
buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse o buğdayı çiğ olarak yerse. yemini
bozulmaz. Bunların arasındaki fark: Siyakı'n-Nefyi'de nekre olarak vaki olan
buğday kelimesi gerek su ile kaynatılmış gerek kavrulmuş gerek çiğ olsun
buğdayın her nevine şâmil olur. Fakat marife olarak söylenen buğday kelimesi
yenilmesi âdet olan buğdaya sarf olunur, çiğ buğdayın yenilmesi ise ödet
değildir.
«Bir kimse, adetleri buğday ekmeği olan bir
beldeye girip ilh...» Fetih'in ibaresi şöyledir: Fetih sahibi; «arpa ekmeği
âdeti olan bir bedevi, buğday ekmeği âdetleri olan bir beldeye girip uzun zaman
arpa ekmeği yemeğe devam etse, sonra «ekmek yemeyeceğim» diye yemin etse, bunun
yemini arpa ekmeği üzerine mi. yoksa buğday ekmeği üzerine mi yapılmış olur»
diye bana sordular. Ben de onlara «bu yemin kendi nefsinin örfü üzerine
yapılmış olur» diye cevap verdim. Buna göre arpa ekmeği yerse, yemini bozulur.
Çünkü bu bedevinin yemini o beldenin ahalisinin örfü üzerine yapılmamıştır.
Ancak o bedevi onların ekmeğinden yerse, onlardan sayılmış olup, yemini onların
ekmeği üzerine yapılmış olur. Halbuki bedevi ekmek hususunda onlara uymadığı
için onlardan ayrı olmuş olur.
«Börek, tirit ilh...» Yani: «Şu ekmekten
yemem» diye yemin eden kimse o ekmek ufalandıktansonra yese, yahut ekmeği
ufalayıp üzerine et suyu döktükten sonra yahut bulamaç yahut tutmaç yapıldıktan
sonra yese, yemini bozulmaz. O ekmeği ufalayıp su ile içse, yine yemini
bozulmaz.
«Bir kimse "ben şu ekmekten
yemem" diye yemin ettiğinde o ekmekten yemesi için çare nedir?» diye
İmam-ı Azam (Rh.A.)'a sorulduğunda İmam-ı Azam (Rh.A) «o ekmeği ufalayıp
bulamacın içine kor ve ekmek, ekmek olmaktan çıkıncaya kadar kaynatır sonra
yer» diye cevap vermiştir.
Ben derim ki: Bu rivayetin muktezası, eğer
o ekmeği ufalayıp kaynatmadan yerse yemini bozulur. Kezâ: O ekmeği tirit yapıp
da yese, yine yemini bozulur. Çünkü İmamı Azam (Rh.A.)'in «ekmek. ekmek
olmaktan çıkıncaya kadar kaynatır» kavli ekmeğin kendisi bâkî kaldıkça ekmek
olmaktan çıkmayacağını iktiza eder. şimdi bizim örfümüze uygun olan da budur.
Şârih'in «Bir kimse «hurma yemeyeceğim»
diye yemin edip de hurmanın «hays» ismindeki yemeğini yerse yemini bozulur»
diye yukarıda beyan ettiği mesele de bunu te'yid eder. Çünkü hays: Her ne kadar
içine sade yağ ve diğer şeyler katılsa bile ufalanmış hurmadır. O ekmeği dövüp
onu su ile içse yemini bozulmaz, çünkü bu içmedir yeme değildir. Kezâ: Bir
kimse «bir çörek yemem» diye yemin edip de bir kaç tane çöreği ufalayıp ondan
yese, yemini bozulmaz. Fakat bir çöreği ufalayıp hepsini yese yemini bozulur.
Zamanımızın örfü de bunu iktiza eder.
«"Filan kimsenin taamından
yemeyeceğim" diye yemin eden şahıs her ne kadar kendi ekmeğiyle olursa da
o kimsenin sirkesinden yahut zeytinyağından yahut tuzundan yese yemini bozulur
ilh...» Fakat Nehir sahibi «bunlara örfte taam denilemeyeceği için bunlarla
yeminin bozulmaması lâzımdır. Bunların taam olması başkalarının örfüdür. Bizim
örfümüzde ateşte pişirilen şeylere «taam» denilir» demiştir.
«Şevâ; kebab yapılmış ete, tabih; su ile
pişirilmiş ete ıtlak olunur ilh...»
«Ben şevâ: kebab yemeyeceğim» diye yemin
eden kimse kızartılmış havuç, patlıcan yese, yemini bozulmaz. Ancak her
kızartılmış olan şeye niyet ederse yemini bozulur. Keza: «Ben tabîh: pişirilmiş
şey yemeyeceğim» diye yemin eden kimse ancak su ile pişirilmiş eti yerse yemini
bozulur. İlaçlar da kaynatıldığı için bu ifadeyi umuma hamletmek mümkün
değildir. «Et yemeyeceğim» diye yemin eden kimse -her ne kadar içinde et
parçaları bulunsa bile- çorba yese, yemini bozulmaz. Çünkü çorbaya et ismi
verilmez. Nehir.
«Şârih der ki: Bizim örfümüzde bunlara taam
denilmez ilh...»
Yani «Taam yemeyeceğim» diye yemin eden
kimse peynir ve meyve yese yemini bozulmaz. Çünkü bunlara bizim örfümüzde taam
denilmez. Nehir.
Haniyye'de «"ben taam satın
almayacağım" diye yemin eden kimse buğday satın alsa, yemini bozulur.
Fakih Ebu Bekir Belhî "bizim örfümüzde buğdaya taam adı verilmez, taam
ancak pişirilmiş olan şeyin adıdır" demiştir» diye zikredilmiştir.
«Meyve: Elma, kavun, karpuz ilh...» Yani:
«Meyve yemeyeceğim» diye yemin eden kimse elma, kavun, karpuz, şeftali, ayva,
erik, armut gibi örfte meyve sayılan şeylerden herhangi birisini yerse, yemini
bozulur. Çünkü meyve, yemekten önce veya sonra asıl gıda üzerine zaid olarak
zevk için yenilen şeyin ismidir.
Muhit'te zikredilmiştir ki: Ceviz ile badem
başkalarının örfünde meyvedir. bizim örfümüzde meyve değildir. Çünkü bunlar
zevk için yenilmez. Nehir'de de böyledir.
«İmameyn (Rh.A.) ihtilâf etmişlerdir
ilh...» Yani «meyve yemeyeceğim» diye yemin eden kimse yaş üzüm, nar, yaş hurma
yese, İmam-ı Azam'a göre; yemini bozulmaz. Çünkü bunlar bazen taam yerine
yendikleri için meyve olma sıfatını kaybetmişlerdir. İmameyn (Rh. Aleyhima)'ya
göre;
bunlarla yemini bozulur. Çünkü bunlar aslen
meyvedirler. Fetva da bunun üzerinedir. Fakat kuru üzüm, kuru hurma ve narın
taneleri ittifakla meyve değildir. Kuhustâni. Kezâ; acûr, hıyar ittifakla meyve
değildir. Hâsılı elma, kavun, karpuz, zerdali, şeftali. ayva, erik ve armudun
meyve olduğunda ihtilâf yoktur. Acûr ve hıyarın meyve olmadığında ihtilâf
yoktur. Yaş üzüm, nar ve yaş hurmanın meyve olup olmadığı ihtilâflıdır. Nehir.
«İmameyn (Rh. Aleyhlma)'nın ihtilafları
asır ve zaman cihetinden ihtilâftır ilh...» Yani İmam-ı Azam (Rh.A.) «yaş üzüm,
nar ve yaş hurma meyve değildir» demiştir. Çünkü bunlar onun zamanında meyveden
sayılmıyordu. İmameyn (Rh. Aleyhima) zamanında ise meyveden sayılıyorlardı.
Buna göre; İmamı Azam ile İmameyn (Rh. Aleyhima) arasındaki ihtilâf asır ve
zaman cihetindendir, yoksa hüccet ve delil cihetinden değildir.
METİN
Helva: Cinsinde ekşi bulunmayan tatlı ve
lezzetli şeylerdir. Buna göre; «helva yemeyeceğim» diye yemin eden kimse, hurma
tatlısı, bal, şeker yese yemini bozulur. Fakat hangi şeyin helva olup olmaması
hususunda insanların örf ve âdetlerine müracaat olunur. Binaenaleyh ham şeker,
bal ve şeker yerse yemini bozulmaz. Nitekim Musannıf bunu Zahire'den
nakletmiştir.
Katık, kendisine banıldığı zaman ekmeğe
bulaşan şeylere denilir. Sirke, zeytinyağı, tuz ve süt gibi şeyler katıktır.
Fakat et, yumurta. peynir katık değildir. İmam Muhammed (Rh.A.) «ekmekle
beraber yenilen şeyler katıktır» demiştir. Fetva, İmam Muhammed (Rh. A.)'in
kavliyle verilir. Nitekim bu, Tehzîb'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Yine
Bahır'da zikredîlmiştir ki; tek başına yenilen hurma, kuru üzüm, ceviz, yaş
üzüm, kavun, karpuz vediğer meyveler katık değildir. Ancak ekmekle yenilen
yerlerde örfe itibar edilerek katık sayılırlar. Bedayi'de zikredilmiştir ki;
cevizin yaşı meyvedir, kurusu katıktır.
FER'İ MESELELER: Bir kimse «et yemem»,
diğer bir şahıs «soğan yemem», diğer bir zât «karabiber yemem» diye yemin edip
de içinde bunların hepsi bulunan bir yemek yeseler, sadece «biber yemem» diye
yemin edenin yemini bozulur. Çünkü karabiber ancak bu şekilde yenilir. Fakat
yeminin bozulması için karabiberin tadının belli olması lâzımdır. «Zâferan
yemem» diye yemin eden kimsenin içinde zâferan bulunan yemeği yediğinde yeminin
bozulması için zâferanın tadıyla beraber kendisinin de görünmesi tâzımdır.
«Süt yemem» diye yemin eden kimse onu
pirinçle pişirip yese yahut «falan şahsa bakmam» diye yemin eden kimse o şahsın
eline, ayağına ve başının üst kısmına baksa yemini bozulmaz. Eğer o şahsın
başına, sırtına veya karnına baksa yemini bozulur.
«Ben falanca şahsa dokunmayacağım» diye
yemin eden kimse ona eliyle, ayağıyla dokunsa, yemini bozulur.
Bir kimse, bir şahsa yemin arzedip «vallâhi
şu işi yapar mısın!» deyip o da cevabında «evet» dese, sahih olan kavle göre;
yemin etmiş olur.
Musannıf «meşhur olan kavil budur»
demiştir. Fakat şeyhimiz, Tatarhâniyye'den naklen Fevâid adlı eserinde
«Kendisine yemin arzedilen şahsın «evet» demesiyle yemin olmaz. Sahih olan
budur» dedikten sonra bunun üzerine mesele tefri edip mahkemelerdeki talikât ve
sicillerdeki şahit, zevce talikle «şöyledir» deyip o da «evet» dese, sahih olan
kavle göre; zevcin «evet» ifadesi yemin olmaz.» diye zikredilmiştir.
İZAH
«Helva: Cinsinde ekşi bulunmayan tatlı ve
lezzetli şeylerdir ilh...»
Meselâ: İncir, hurma böyledir. Çünkü bunlar
halis tatlı olup cinslerinde ekşi yoktur. «Helva yemeyeceğim» diye yemin eden
kimse yaş üzüm, kavun, karpuz, nar, erik yese yemini bozulmaz. Çünkü bunların
cinsinde tatlı olmayan vardır. Kezâ: «Tatlı yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde
«helva yemeyeceğim» diye yemin edilme gibidir. Tamamı Bahır'dadır.
Ben derim ki: Zamanımızda tatlı; incir, yaş
üzüm, hurma tatlısı, kadayıf gibi tatlılar ile meyvelerden tatlı olarak yenilen
şeylerin ismidir.
«Tuz ilh...» Ağıza alındığında eridiği için
tuz da katık sayılmıştır. «Fetva İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavliyle verilir
ilh...» Fakih Ebu'l-Leys, İmam Muhammed'in kavlini almıştır. İhtiyar adlı
eserde «örf ile amel etmek için muhtar olan budur» diye zikredilmiştir.
«Bedayi'de zikredilmiştir ki; cevizin yaşı
meyvedir, kurusu katıktır ilh...» Bu Bedayı'de zikredilen ifade daha önce
«ceviz katık değildir» ifadesine muhaliftir. Ancak daha önce zikredilen «ceviz»
ile yaşı murad edilirse başka.
Muhît'te «ceviz ile badem başkalarının
örfünde meyvedir, bizim örfümüzde meyve değildir» diye zikredilmiştir.
Bedayı'de zikredilen kendi örflerine göredir. Çünkü kuru ceviz çoğu zaman
ekmeksiz yenir. Bilindiği üzere katıkta muteber olan çoğu zaman ekmekle beraber
yenilen şeydir. Bundan dolayı «katık yemem» diye yemin eden kimse ekmekle
beraber meyve yahut kadayıf yese yemini bozulmaz. Çünkü bunlar tek başına
yenilip ekmekle yenilmediği için bunlara katık adı verilmez.
Evet, örfte «sade ekmek yiyeceğim» denilir,
ekmekle beraber meyve veya meyveye benzer bir şey yerse yemini bozulur.
«Fakat yeminin bozulması için kara biberin
tadının belli olması lâzımdır ilh...» Keza: «Tuz yemeyeceğim» diye yemin eden
kimse tuzu belli olan yemek yerse, yemini bozulur. tuzu belli olmazsa, yemini
bozulmaz.
Fakih Ebu'l-Leys «tuzu ekmekle veya başka
bir şeyle yemedikçe yemini bozulmaz. Çünkü tuzun kendisi yenilen cinsdendir,
kara biber böyle değildir» demiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Eğer yemininde
«tuz» ile «tuzu belli olan yemek» murad edildiğine dair bir delil bulunursa, bu
takdirde tuzu belli olan yemeği yediğinde yemini bozulur. Hâniyye.
Ben derim ki: Et ve ete benzeyen şeylerde
de aynı şey söylenilebilir. Fakat bizim örfümüzde «et yemeyeceğim» diye yemin
edildiğinde mutlak surette yani içinde et parçaları bulunan yemek yenildiğinde
yeminin bozulması tâzımdır. Çünkü böyle bir yemeği yiyen kimseye «et yedi»
denilir.
«Süt yemem diye yemin eden kimse onu
pirinçle pişirip yese ilh...» Eğer sütün kendi görünür tadı belli olursa,
yemini bozulur. Nevazil.
«O şahsın başına, sırtına veya karnına
baksa yemini bozulur ilh...»
Tatarhaniyye ile Bezzaziyye'de bu hususta
tafsilat vardır. Şöyle ki: «Falan şahsa bakmam» diye yemin eden kimse o şahsın
göğsünü, sırtını. karnını yahut göğsü ile karnının ekserisini görse, o şahsı
görmüş sayılır. Eğer yarısından azını görürse görmüş sayılmaz, eğer o şahsı
görüp onu tanımasa; onu görmüş sayılır. «Ben falanca kadına bakmam» diye yemin
eden kimse onu otururken yahut kapalı yahut peçeli iken görse; onu görmüş
sayılır. Ancak yemin eden yüzüne bakmamayı kasd ve niyet etmişse, diyaneten
tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez, onu camın yahut perdenin arkasından görüp
yüzü belli olursa yemini bozulur, aynadan görürse yemini bozulmaz.
«Ona eliyle, ayağıyla dokunsa yemini
bozulur ilh...» «Falanca şahsa dokunmam» diye yemin eden kimse o şahsa eliyle,
ayağıyla ve diğer âzâlarıyla dokunsa yemini bozulur.
«Sahih olan kavle göre yemin etmiş olur
ilh...» Yani: O şahıs «evet» demekle sanki «vallâhi ben o işi yaparım?» demiş
olur.
«Şeyhimiz, Tatarhâniyye'den naklen Fevâid
adlı eserinde ilh...» Yani: Bir kimse bir şahsa yeminlerde bir yemin arzedip o
şahıs da «evet» dese o şahıs yemin etmiş olur. Bunda Müteahhirin ihtilâf edip
bazıları «yemin olur». bazıları «yemin olmaz» demişlerdir. Fakat esah olan
yemin olmasıdır. Fevaid adlı eserde de «doğru olan yemin olur» diye
zikredilmiştir. Bir kimse bir şahsa hitaben «şu işi yaparsan Allah'ın ahdi
üzerine olsun mu?» deyip o şahıs da «evet» dese o şahıs yemin etmiş olur. Bu
yemin ifadesini kendisine arzeden kimse yemin etmiş olmaz.
METİN
Tegaddi: Kahvaltı: Hususi bir vakitte yani
fecir doğduktan sonra zeval vaktine kadar alan zaman sırasında doymak
maksadıyla bir oturuşta yenilen yemektir.
Kezâ: Teaşşî: Akşam yemeği Zeval vaktiyle
gece yarısı arasında yenilen yemektir.
Sahûr: Gece yarısıyla fecrin doğmasına
kadar olan zaman arasında yenilen yemektir. Kahvaltıda, akşam yemeğinde ve
sahur yemeğinde yeminin bozulması için doyma miktarının yarısından fazlasının
yenilmesi lâzımdır.
Hülasa'dan naklen Bahır'da «tegaddî: güneşin
doğmasıyla zeval vaktı arasında yenilen yemektir)» diye zikredilmiştir.
Bahır sahibi «Hülâsa sahibi örfe itimad
etmiştir. Çünkü güneş doğmadan önce yenilen yemeğe örfte kahvaltı denilmez»
demiştir.
Nehir'de «Mısır ahalisi kabakuşluğa kadar
yenilen yemeğe fatûr ismini verirler» diye zikredilmiştir. Binaenaleyh kuşluk
vakti yenilen yemek bunda dahil olur, onların örfleriyle amel olunur.
Şârih der ki: Şam ahalisi de böyle derler.
Kuşluk yemeği; âdetâ yemin edenin beldesinin kuşluk yemeği olarak yedikleri
şeylerden olması lâzımdır. Her beldede kuşluk yemeği, ahalisi arasında örf ve
âdet olan yemektir. Hatta yemin eden süt içmekle dosya bedevi ise yemini
bozulur. şehirli ise yemini bozulmaz. Zeylai.
İsbîcâbî'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki: Bizim örfümüzde akşam yemeğinin vakti ikindi namazından sonradır.
Şârih der ki: Mısır ve Şam ahalisinin örfü
de böyledir.
Bir kimse «ben yersem» yahut «içersem»
yahut «giyersem» yahut «evlenirsem kölem hür olsun» deyip muayyen ekmeğe yahut
muayyen süte yahut muayyen elbiseye niyet ederse, asla tasdik olunmaz.
Binaenaleyh her ne yer yahut her ne içerse; yemini bozulur. Bazıları «niyet
ettiği şeyde diyaneten tasdik olunur» demişlerdir. Nitekim bütün yemekleri
yahut dünyadaki suların hepsini niyet ettiğinde tasdik edilir de sözünün
muhtemeline niyet ettiği için yemini asla bozulmaz. Eğer yemin eden kimse
«yersem» yahut «içersem» yahut«giyersem» ifadesine «yemek» yahut «su» yahut
«elbise» lâfzını ilave etse «filân şeyi kasdettim, filân şeyi kasdetmedim» dese
tahsisi kabul eden umum lâfzı zikrettiği için diyaneten tasdik edilir. Çünkü
«yemek», «su» ve «elbise» lâfızları siyak-ı şartta nekre olarak zikredildikleri
için umum ifade ederler. Nitekim siyak-ı nefyide vaki olan nekre umum ifade
ettiği gibi.
Asıl ve kaide şudur: Niyet ancak söylenen
lâfızlarda sahih olur. Yalnız şu üç şeyde lâfız söylenmeksizin niyet diyaneten
sahih olur: Çıkma ve oturma filleri ile Habeşîyyet ve Arabîyyet gibi cinsi
tahsis, Kûfilik, Basrilik gibi sıfatı tahsiste niyete itibar edilmez. Fetih. Umum
ifade eden bir lâfzı tahsise niyet etmek ittifakla diyaneten sahih olur, kazaen
tasdik olunmaz. Buna göre bir kimse «evleneceğim her kadın boş olsun» deyip
sonra «ben falan beldeden evlenmeye niyet ettim» dese kazaen tasdik edilmez.
Kezâ: Bir şahsın dirhemlerini gasbeden kimseye hasmı, umum olarak «malımı
gasbettin mi?» diye talâka yemin ettirdiğinde hâssa niyet ederek yemin etse,
yemin edenin zevcesi kendisinin boş olduğuna dair kaadıya müracaat edip
zevciyle beraber kaadının huzuruna çıktıklarında, zevc «ben yeminimde altına
niyet ettim» dese. kaadı tasdik etmez. Hassâf «kaadı tasdik eder» demiştir.
Valvalciyya'da zikredilmiştir ki: Bir
kimseye bir zâlim yemin ettirse, yemin eden de Hassâf'ın kavliyle amel edip
umum lâfzı tahsise niyet etse, bunda bir beis yoktur.
Fukaha (Rh.A.) «yemin talâka veya âzâda
olursa, yemin edenin niyeti kabul edilir. Kezâ: Yemin Allah-ü Teâlâ'ya olup
yemin eden mazlum olursa, yine yemin eden kimsenin niyeti kabul edilir. Eğer
yemin eden zâlim olursa, yemin ettirenin myeti itibar edilir. Allah-ü Teâlâ'ya
yapılan yeminde kaadının hükmünün alâkası yoktur.»
İZAH
«Bir oturuşta yenilen yemektir ilh...»
«Kahvaltı yapmayacağım» diye yeminde kaadının hükmünün alâkası yoktur.» fasıla
verip biraz vakit geçtikten sonra bir veya iki lokma daha yese, bu yemeye
kahvaltı denilmez.
«Doymak maksadıyla ilh...» Musannıf bu
ifadeyle doymak kasdedilmeyen hurma veya süt içilmesinden ihtiraz etmiştir.
Yani «kahvaltı yapmayacağım» diye yemin eden kimse süt veya hurma yerse, yemini
bozulmaz, eğer yemin eden bedevi ise bunlarla yemini bozulur. T.
«Hatta yemin eden süt içmekle doysa ilh...»
Kerhî (Rh. A.) «kahvaltı yemeyeceğim diye yemin eden kimse hurma, pirinç veya
başka bir şey yese; hatta dosya bile yemini bozulmaz. Ekmek yemedikçe kahvaltı
yapmış sayılmaz. Kezâlik: Ekmeksiz et yese bile örfe itibar edildiği için yine
yemini bozulmaz» demiştir. Bahır, Fetih.
Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki: Yaş üzümle kahvaltı yapsa yemini bozulmaz, ancak kahvaltı âdetleri yaş
üzümle olan köylü ahalisinden olursa, yemini bozulur.
«Evlenirsem kölem hür olsun deyip ilh...»
Nitekim bir kimse «binmeyeceğim» yahut «gusletmeyeceğim» yahut «filan kimsenin
hanesinde oturmayacağım» yahut «bir kadınla evlenmeyeceğim» diye yemin edip de
ata binmemeyi yahut cünüplükten yıkanmamayı yahut o kimsenin hânesinde iare
veya icare yoluyla oturmayacağını yahut muayyen kadınla evlenmeyeceğini niyet
etse, bu niyeti asla yani ne kazaen ne de diyaneten tasdik edilmez.
«Bazıları niyet ettiği şeyde diyaneten
tasdik olunur demişlerdir ilh...» Bu, İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'dan rivayet
edilmiştir. Hassâf, bunu ihtiyar etmiştir. Çünkü bunların mefulleri her ne
kadar lâfzan zikredilmemiş ise de takdiren zikredilmiştir. «Yersem kölem azâd
olsun» ifadesinde mefulun mukadder olması yemenin yenilecek şeyi iktiza etmesi
zaruretinden dolayıdır. Kezâ: giyme ile içme de böyledir. Fakat mukteza için
umum yoktur. Gerçek olan şudur ki; bu iktiza kabilinden değildir, Usûlcülerin
beyan ettiklerine göre; iktiza; sözün doğru anlaşılabilmesi ve kabulü, mukadder
bir kısma bağlı bulunuyorsa, söylenmiş kısmın bu kısma delâleti ne denir.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) bir hadisi şeriflerinde:
«Ümmetimden, yanılma, unutma ve üzerine
zorlandıkları şey kaldırılmıştır.» buyurmuşlardır. Bu hadisten, unutma, yanılma
ve zorlamanın kalktığını değil -çünkü bunlar kalkmaz ve olağandır- ancak
hükümlerinin ve mesuliyetlerinin kalktığını anlıyoruz. Bu sözün doğruluğu
«hüküm ve mesuliyet» gibi bir kelimenin takdirine (var kabul edilmesine)
bağlıdır. Ya söz takdir olmaksızın şer'an sahih olmaz, Meselâ: Bir kimsenin bir
şahsa hitaben «köleni benden dolayı âzâd et» demesi gibi Yani «köleni bana sat»
takdirinde olur. Fakat «yemeyeceğim» diye yemin edenin sözü böyle takdirden
uzaktır.
«Nitekim bütün yemekleri yahut dünyadaki
suların hepsini niyet ettiğinde ilh...» Yani; «yemek yemeyeceğim» yahut «su
içmeyeceğim» diye yemin eden kimse dünyadaki bütün yemekleri veya dünyadaki
bütün suları niyet etse, diyaneten tasdik edilir. Hatta ömrü boyunca yese, içse
yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden kimse bütün yemekleri yememiş ve bütün suları
içmemiştir. «Ben yemek yersem» diye yemin eden kimse -yemek lâfzı bir kısım
yemeklere veya bütün yemeklere ihtimali bulunduğu için- hangisine niyet ederse,
o sahih olur.
«Ben ademoğluyla yahut erkeklerle yahut
kadınlarla konuşursam şöyle olsun» diye yemin eden kimse, bir kişiyle konuştuğu
takdirde yemini bozulur. Ancak bütün insanlara yahut bütün erkeklere veya bütün
kadınlara niyet ederse, niyetinde kazaen ve diyaneten tasdik olunur ve ebedî
yemini bozulmaz. Bazıları «kazaen tasdik edilmez. Çünkü sözün hakikatı
terkedilmiştir» demişlerdir. Telhisu'l-Cami.
«Diyaneten tasdik edilir ilh...» Yani:
Yemin eden kîmse kendisiyle Allah arasında olan dindarlığına havale edilir.
Kaadıya gelince onu tasdik etmez. Çünkü bu. zahire muhaliftir.
«Çünkü "yemek", "su" ve
"elbise" lafızları sıyak-ı şartta nekre olarak zikredildikleri için
umum ifade ederler ilh...» Çünkü müsbet şarttaki yemin. nefyi (olumsuz) üzerine
yapılmış olur. Meselâ: «Ben elbise giyersem» ifadesinin mânâsı (ben elbise
giymem» demektir.
«Yalnız şu üç şeyde lafız söylenmeksizin
niyet diyaneten sahih olur ilh...» Yani bir kimse «ben çıkarsam kölem hür
olsun» deyip, sefere çıkmayı niyet etse yahut «ben falan şahısla sakin olursam
kölem hür olsun» deyip o şahısla bir odada şakin olmayı niyet etse diyaneten
tasdik edilir. Çünkü «çıkma» kendi nefsinde sefere ve başka yere çıkma
nevilerine ayrılır. Hatta sefere çıkma ile başka yere çıkmanın hükümleri
değişik olduğu için iki neviden birisini murad etmesi kabul edilir. Kezâ: Yemin
eden kimse ile o şahsın sakin olmaları iki kısma ayrılır:
Birincisi kâmil sakin olmadır ki; ikisinin
bir odada bulunmalarıdır.
İkincisi mutlak sakin ofmadır ki; ikisinin
bir hânede bulunmalarıdır. Yemin edenin o şahısla bir odada sakin olmayı murat
etmesi. sakin olmanın kâmil olan kısmını murad etmektir. Nitekim Fetih'de de
böyledir.
Kezâ; bir kimse «ben kadınla evlenmem» diye
yemin edip Kûfeli yahut Basralı kadını niyet etse, bu niyeti sahih olmaz. Çünkü
bu sıfatı tahsisdir. Habeşli yahut Arap kadını niyet etse, diyaneten sahih
olur. Çünkü bu cinsi tahsistir.
Fukaha (Rh. Aleyhima) yemin talâka veya
âzâda olursa ilh...» Yani bir kimse bir şahsa yemin ettirip, yemin eden de
yemin ettirenin istediği şeyin başkasını murad etse, eğer yemin talâk veya âzâd
gibi şeylere olursa, yemin eden zahire muhalif olan şeyi niyet etmedikçe, gerek
zalim olsun, gerek mazlum olsun niyeti muteberdir. Yemin Allahü Teâlâ'ya
olursa, yemin eden mazlum olduğu takdirde niyeti kabul edilir. Eğer zâlim olup
başkasının hakkını iptal etmek isterse, yemin ettirenin niyeti muteberdir. Bu,
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in kavlidir. Haniyye.
Muhit'den naklen Hindiyye'de zikredilmşitir
ki: İbrahümün - Nehai (Rh.A.) «yemin eden mazlum olursa, yemin, onun niyetine
göredir. Yemin eden zâlim olursa, yemin, yemin ettirenin niyetine göredir»
demiştir. İmamlarımız bu kaville amel etmişlerdir. Yemin edenin mazlum olmasına
misal: Bir kimse elinde bulunan bir şeyi satmak üzere zorlanıp da, «elimde
bulunan şeyi filan şahıs -yani satmaya zorlanmaması için o şeyi kendisine satan
zatı kasdederek- bana verdi» diye yemin etse, bu yemin hakikaten yemin-i gamûs
olmaz. Çünkü lâfzın muhtemeli olan şeyi niyet etmiştir. Bu yemin manen de
yemin-i gamûs olmaz. Çünkü yemin-i gamûs, kendisiyle müslümanın hakkı kesilen
yemindir.
Yemin edenin zâlim olmasına misal: Bir
kimse bir şahsın elinde bulunan şeyi satın alıp sonra o şahsın satmış olduğu
şeyî kendisine teslim etmesini istediğinde satan şahıs satışı inkâretse, bunun
üzerine satın alan dâvâ ederek «bu malı bana teslim etmenin vacib olmadığına
dair yemin et» diye teklif edip o da satış yoluyla değil de hibe yoluyla dâvâ
edene teslim etmeyi niyet ederek yemin etse -her ne kadar hibe yoluyla dâvâ
eden bulunsa bile- bu yemin manen yemin-i gamûs olur. Buna göre; niyeti muteber
değildir. Velhâsılı, talâk veya âzâd gibi şeylere zorIa yemin ettirildiğinde,
yemin eden gerek zâlim olsun gerek mazlum olsun zahire muhalif olan şeyi niyet
etmedikçe -nitekim Hâniyye'den naklen geçmiştir- zevcesi kazaen ve diyaneten
boş olmaz. Fakat yemin eden zâlim ise, yemini gamûs günahına girer. Eğer yemin
eden zâhire muhalif olan şeyi niyet ederse, yine diyaneten tasdik edilir. Ama
kaadı onu tasdik etmez. Hatta onun aleyhine talâkın vaki olduğuna hükmeder.
Ancak yemin eden mazlum olursa, Hassâfın kavline göre; kaadı da onu tasdik
eder. Talâk bahsinin evvelinde Şârih'in «bir kimseye zorla talâka yemin
ettirilip, o da talâka yemin ederken sayı söylemeksizin talâk ile bağdan
boşanmayı niyet etse, kazaen de tasdik edilir» diye zikrettiği buna muvafıktır.
Ama Allahü Teâlâ'ya yapılan yeminde kadının hükmünün bir tesiri yoktur. Çünkü
keffâret Allahü Teâlâ'nın hakkı olup onda kulun hakkı bulunmadığı için yemin
eden kimse kaadının huzuruna çıkmaz. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
Fakat yemin eden mazlum olursa, niyeti muteber olup günahkâr olmaz. Çünkü o
zâlim değildir ve lâfzın muhtemeline niyet etmiştir. Buna göre; ne lafzen ne
manen yemin, yemini gamûs olur. Eğer yemin eden zalim olursa, yemin ettirenin
niyeti muteber olur. Buna göre; her ne kadar yemin eden lâfzın muhtemeline
niyet etmiş ise de yemini gamûs ile yemin edenin günahkâr olduğu gibi günahkâr
olur. H.
METİN
Bir kimse, kendisinden eğilip ağzıyla su
içmek mümkün olan «Dicle» veya «kaynak gibi şeyden su içmem» diye yemin etse,
yemini o şeyden eliyle veya bir kapla su alıp içmeye değil eğilip ağzıyla
bizzat su içmeye sarfolunur. Hatta Dicle'den alınan bir ırmaktan su içse,
yemini bozulmaz.
Zahiriyye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki: Eğilip su içmek, ancak diz,kapaklarına kadar daldıktan sonra
olur. Fakat Keşif'den naklen Kuhustânî'de zikredilmiştir ki; eğilip su içmek
için diz kapaklarına kadar dalmak şart değildir. «Diclenin suyundan içmem» diye
yemin eden kimse. eğilerek içmeyip, bir kapla alıp içse de yemini bozulur.
Çünkü oradan herhangi bir şeyle su alındığında suyun Dicleye nisbeti kesilmez.
Yeminin bozulmasının şartı da, oranın suyunu içmektir.
Kendisinden eğilip su içmek mümkün olmayan
kuyu. küp gibi şeylerden meselâ; gerek «kuyudan», gerek «kuyunun suyundan
içmem» diye yemin edildiğinde mecaz mânâsı teayyün ettiği için kapla
içildiğinde mutlak surette yemin bozulur. Hatta böyle kendisindeneğilip su
içmek mümkün olmayan şeyden külfet ve meşakkatle eğilip ağızla su içilse, esah
olan kavle göre; bu şeylerden bu şekilde su içmek örf olmadığı için yemin
bozulmaz.
Yemin, her ne kadar talaka da olsa,
yapılmasının ve devamının şartı, gelecek zamanda muhafaza edilmesinin mümkün
olmasıdır. Çünkü yeminde asıl olan yeminin muhafaza edilmesidir. Yeminin muhafaza
edilmesi mümkün olmalıdır ki; yemine riayet edilmediği takdirde yeminin halefi
olan keffâret hakkında da, yemin yapılmış olsun. Binaenaleyh yemin-i münakidede
üzerine yemin edilen şeyin mümkün ve gelecekte olacak bir şey hakkında
yapılması şart olunca, musannıf yemini muhafaza etmenin mümkün olması üzerine
mesele kurup; bir kimse içinde su olmayan yahut su olup da o gün geceden önce
yemin edenin kendi fiili ile veya devrilip kendiliğinden içindeki su dökülmüş
olan bir bardağı işaret ederek «vallâhi bugün ben şu bardaktaki suyu içeceğim»
diye yemin etse, yahut içinde su olmayıp yeminini mutlak (bir vakit tayin
etmeksizin) yapsa, gerek yemin ederken bardakta su olduğunu bilsin gerek
bilmesin esah olan kavle göre; bu suretlerdeki yeminleri bozulmaz. Çünkü bu üç
surette yemin eden kimsenin yeminini muhafaza etmesi mümkün değildir» demiştir.
Eğer yemin eden yeminini vakit tayin etmeksizin içinde su bulunan bir bardağı
göstererek «vallâhi ben şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin edip hemen
yemininden sonra bardaktaki su dökülse yemini bozulmuş olur. Çünkü böyle vakit
tayin etmeden yapılan yeminlerde yemini muhafaza etmek yemini bitirir bitirmez,
yemin edene vâcib olduğu için suyun dökülmesiyle yemini muhafaza etmenin imkânı
kalmamıştır. Fakat yemin, «bugün» veya «bu hafta» gibi bir vakit tayin edilerek
yapılırsa, o vaktin sonuna kadar yemin edilen şey yapılmadığı takdirde bozulur.
Çünkü bir vakit tayin edilerek yapılan yeminlerde, vakit genişlik için
olduğundan dolayı yemin edilen şeyin ancak o vaktin sonunda yapılması vâcib
olur. Ondan önce yemin edenin, yemini bozulmaz. Yemini muhafaza etmenin mümkün
olması üzerine kurulan meseleler çoktur. Aşağıdaki zikredilecek meseleler
bunlardandır:
Bir kimse; zevcesine «sen yarın sabah
namazını kılmazsan boşsun» deyip, zevcesi de sabah namazı vaktinde âdet görse,
esah olan kavle göre, boş olmaz.
Bir kimse zevcesine «benim kesemden aldığın
altını vermezsen sen boşsun» dese halbuki altın kendi kesesinde olsa, zevcesi
boş olmaz. Çünkü yemim muhafaza etmek mümkün olmadığı için yemin yapılmış
olmadı ki yemin bozulmuş olsun. Bir kimse zevcesine «bugün bana mehrini hibe
etmezsen boş ol» deyip zevcenin babası da «mehrini zevcine hibe edersen anan
boş olsun» dese bu meselede zevc ile babanın yeminlerinin bozulmamasının çaresi:
Zevcenin zevcinden mehir karşılığında dürülmüş bir elbise satın alarak teslim
almasıdır. Buna göre o gün geçtiğinde hibe bulunmadığı için babasının ve alış
verişle mehir düştüğü için zevcenin güneş batarken hibeden aciz olduğu için
zevcinin yeminleribozulmaz. Elbisenin dürülmüş olmasıyla kayıtlanması zevcenin
mehrini geri olmak istediğinde satın almış olduğu elbiseyi hıyar-ı rü'yet
(görme muhayyerliği) ile vermesi içindir.
İZAH
«Bir kimse, kendisinden eğilip ağzıyla su
içmek mümkün olan ilh...» Yani: «Ben Dicle'den içmem» diye yemin eden kimsenin
yemini bizzat eğilip ağzıyla içmesi üzerine sarfolunur. Bu, yemin edenin niyeti
bulunmadığına göredir. Eğer kop ile içmeye niyet ederse Dicle'den içtiğinde
nasıl içerse içsin İmam-ı Azam'a göre; yemini bozulur. Buna göre «Dicle'den
içeceğim» demek ile «Dicle'nin suyundan içeceğim» demek orasında fark yoktur.
Ben derim ki: Zamanımızda örf olan budur.
Fakat «şu bardaktan içeceğim» diye yerinin edildiğinde örfe göre ağzını bardağa
dayayıp içmesi lazımdır.
Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki: «Ben şu bardaktan su içmeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu ifadenin
hakikat mânâsı bardağa ağzını dayayıp içmektir. Hatta yemin eden bardaktaki
suyu ovucunun içine döküp avucuyla içse, yemini bozulmaz.
«Hatta Dicle'den alınan bir ırmaktan su
içse, yemini bozulmaz ilh...» Çünkü suyun Dicle'ye nisbeti kesildiği için
Dicle'den içmiş sayılmaz.
«Kuyu, küp gibi ilh...» Yani: «Kuyu» veya
«küpten su içmem» diye yemin eden kimse o kuyu veya küpten kopla içtiğinde
yemini bozulur. Ancak kuyu veya küp dolu olup ağzını dayayıp içerse yine yemini
bozulur. T.
«Hatta böyle kendisinden eğilip su içmek
mümkün olmayan ilh...» Yani: Bir kimse «su» lâfzın» söylemeksizin «ben şu
kuyudan içmeyeceğim» diye yemin edip sonra zahmet ve meşakkatle kuyunun dibine
inip ağzını suyu dayayarak içse böyle külfet ve meşakkatle su içmek örf ve âdet
olmadığı için yemini bozulmaz.
TENBİH: Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir
kimse «ben şu bardaktan içmeyeceğim» diye yemin edip de o bardaktaki suyu başka
bir bardağa boşaltıp ikinci bardaktan içse, ittifakla yemini bozulmaz. Fakat
«ben şu bardaktaki suyu içmeyeceğim» diye yemin eden kimse o suyu başka bir
bardağa boşaltıp ikinci bardaktan içse ittifakla yemini bozulur. Kezâ: «Şu
küpten içmeyeceğim» yahut «şu küpteki sudan içmeyeceğim»; diye yemin
edildiğinde bu yemin edilen küpteki su başka bir küpe boşaltıldığında
bardaktaki hüküm câridir.
«Gelecek zamanda muhafaza edilmesinin
mümkün olmasıdır ilh...»
Yani: Üzerine yemin edilen şey âdeten
mümkün olmasa bile aklen mümkün olması lâzımdır. Eğer üzerine yemin edilen şey
aklen ve âdeten mümkün olmazsa yapılan yemin olmaz.
«Devamının şartı ilh...» Yani: Yeminin
muhafaza edilmesinin mümkün olması için üzerine yemin edilen şeyin devam etmesi
şarttır. Bu, bir vakit tayin edilerek yapılan yemin hakkındadır, Meselâ: Bir
kimse bir şahsa hitaben: «vallâhi ben senin hakkını yarın elbettevereceğim»
diye yemin edip yarın gelmeden önce ikisinden birisi ölse, yemin bozulmuş olur.
Fakat vakit tayin edilmeksizin yapılan yeminde yeminin muhafaza edilmesinin
mümkün olması için üzerine yemin edilen şeyin devam etmesi şart değildir.
«Çünkü yeminde asıl olan yeminin muhafaza
edilmesidir ilh...» Yani: Yemin, üzerine yemin edilen şeyi muhafaza etmek için
yapılır. Bir kimse bir haberi bildirse veya bir vaadde bulunsa doğru olduğunu
gerçekleştirmek için onu yeminle kuvvetlendirir. Buna göre yeminden maksud
olan, muhafaza edilmesidir. Sonra muhafaza edilmesi yerine bozulma günahını
kaldırmak için keffâret geçmiştir. Çünkü yemini bozan kimse keffâret vermekle
yeminini muhafaza etmiş gibi olur. Üzerine yemin edilen şeyi muhafaza etmek
mümkün olmadığı takdirde yemin yapılmış olmaz ve yemini muhafaza etmenin yerine
geçen keffâret de vâcib olmaz. Çünkü keffâret yeminin hükmüdür. Bir şeyin hükmü
ise ancak yapıldıktan sonra sâbit olur. Nitekim diğer akidlerde böyledir. Bunun
tamamı El-Camiü'l-Kebir şerhindedir.
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh.
Aleyhima)'ya göre; yeminin sıhhatinin şartı; yemin edilen şeyin yapılmasının
mümkün olmasıdır. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'e göre; yeminin sahih olabilmesi için,
yemin edilen şeyin yapılmasının mümkün olması şart değildir.
«"Vallâhi ben bugün şu bardaktaki suyu
içeceğim» ilh...» Bu meselede dört vecih vardır. Çünkü yemin ya mukayyed (zaman
tayin edilerek) veya mutlak (zaman tayin edilmeksizin) olur. Bunlardan her biri
de iki vecih üzere olur. Bardağın içinde ya hiç su bulunmaz veya yemin ederken
su bulunup sonra dökülür. Misalde olduğu gibi yemin mukayyed olursa, iki
vecihde de yani yemin ederken bardakta su bulunmasa veya su bulunup gün
geçmeden önce dökülse, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh, Aleyhima)'e göre;
yemin bozulmaz. Çünkü yemin eden kimsenin bu suretlerde yemininde durması
mümkün değildir.
Yemin, mutlak yani «bugün» lâfzı
söylenilmeden yapılsa, eğer yemin yapılırken bardak içinde su yoksa İmam-ı
Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'ya göre; yine bozulmaz. Çünkü bu surette
de yemin edenin yemininde durması mümkün değildir. İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'a
göre; bu suretlerde yemin bozulur. Zira ona göre; yeminin sıhhatinin şartında
yemin edilen şeyin yapılmasının mümkün olması tâzım değildir. Eğer bugün lâfzı
söylenilmeyip yemin edilirken bardak içinde su bulunup yemin ettikten sonra su
dökülse, ittifakla yemin bozulur.
METİN
Bir kimse «vallâhi ben elbette göğe çıkacağım»
yahut «vallâhi ben şu taşı elbette altına çevireceğim» diye yemin etse, bu
suretlerde yeminde durmak hakikaten mümkün olduğu için yemin olur. Fakat âdeten
aciz olduğu için yemini derhal bozulmuş olur. Ama böyle bir yemin bir vakit
tayin edilerek yapılırsa o vakit geçmedikçe yemin bozulmaz.
Hayretü'l-Fukaha ismindeki kitapta
zikredilmiştir ki: Bir kimse, zevcesine «ben bu gece semâya çıkmazsam benden
boşsun» dese, yemininin bozulmaması için bir merdivenle evinin semâsı olan
damına çıkar. Çünkü Allahü Teala :
«Kim dünyada da ahiretde de ona (o
peygambere) Allah'ın asla yardım etmeyeceğini sanıyorsa (evinin) tavan (ın)a
bir ip uzatsın, sonra kendini (yerden) kes (ib boğ) sun da bir baksın, (bu)
hilesi onun öfkelenmekde olduğu şeyi behelmehal giderecek mi?!» buyurmuşlardır.
Nitekim Müfessirler âyeti kerimedeki «semâ» nazmını evin tavanıyla tefsir
etmişlerdir.
İmam Bâkaanî «yeminlerin Kur'ân-ı Kerîm'in
nazımları üzerine bina edilmeyip örfe göre bina edilmiş olduğundan zâhir olan
bu yemin, yemin binalarından hariçtir» demiştir. Bir kimse bir şahsın öldüğünü
bildiği halde «vallâhi ben falan şahsı öldüreceğim» diye yemin etse, yine
yemini yapılmış olup derhal bozulur. Çünkü o şahsın öldüğü malum olunca Allahü
Teâlâ'nın o şahsı tekrar diriltip bu kimsenin de o şahsı öldürmesi mümkün
olduğu için yeminini bu öldürmeye yapmış olur. Buna göre yemini bozulur. Eğer o
kimse o şahsın öldüğünü bilmeyip «vallâhi ben falan şahsı öldüreceğim» diye
yemin ederse, bu yemini yemin olmaz, dolayısıyla yemini de bozulmaz. Çünkü bu
kimse yeminini o şahısda mevcut olan hayat üzere yapmış; olduğu için o şahsın
ölümünden sonra öldürülmesi düşünülemez. Buradaki yeminin bozulmaması, bardakta
su bulunmadığı halde yapılan yemin meselesindeki yeminin bozulmaması ve «ben
semâya dokunmazsam kölem hür olsun» ifadesindeki yeminin bozulmaması gibidir.
Çünkü yemin eden kimsenin gücü yetmediği bir işi terk etmesi mümkün değildir.
Terk etmek ancak güç yeten işlerde düşünülebilir.
Bir kimse «ben falan şahısla
konuşmayacağım» diye yemin edip sonra o şahıs uyurken onu çağırıp uykudan
uyandırsa yemini bozulur, eğer uykudan uyandırmazsa muhtar olan kavle göre;
yemini bozulmaz. O şahıs uyanık olup söylenen söz yeminden ayrı bir cümle olmak
şartıyla işitilecek derecede olursa yemini bozulur.
Bir kimse zevcesine hitaben: «Ben seninle
konuşursam boş ol» sözünü kesmeden zevcesine «hemen git» yahut «ve git»
cümlelerini eklese bu cümlelerin müstakil cümle olmasını murad etmedikçe
zevcesi boş olmaz. Çünkü bu cümleler yemin ifadesinin devamıdırlar. Fakat «hemen»
yahut «ve» lâfızlarını söylemeksizin zevcesine «git» dese, zevcesi boş olur.
Çünkü bu «git» cümlesi müstakil bir cümle olduğu için zevcesiyle konuşmuş olur.
Bir kimse kendisiyle konuşmamağa yemin ettiği şahsa işittirmek maksadıyla
duvara seslenerek «ey duvar işit» veya «şöyle şöyle yap» dese yemini bozulmaz.
Zeylaî.
Sıraciyye'de zikredilmiştir ki: İmam
Muhammed (Rh.A.) çocukken İmam-ı Azam (Rh.A.)'a «bir şahsa üç kere «vallâhi ben
seninle konuşmayacağım» diyen kimse hakkında nebuyurursunuz?» diye sormuş İmam-ı
Azam (Rh.A.) «sonra ne olmuş» dediğinde İmam Muhammed (Rh.A.) İmam-ı Azam
(Rh.A.)'ın kendisinin sualini ve meramını anlamadığı için tebessüm ederek ona
«ya şeyh güzel düşün» demiş, bunun üzerine İmam-ı Azam düşünüp iki kere «yemini
bozulur» diye cevap vermiş. İmam-ı Azam Muhammed (Rh.A.) bu cevabı işitince
İmam-ı Azam (Rh.A.) «doğru ve güzel cevap verdiniz» demiş, bunun üzerine İmam-ı
Azam (Rh.A.) İmam-ı Azam Muhammed (Rh.A.)'in kendilerini böyle imtihan
etmelerinden müteessir olup «bu iki kelime yani «güzel düşün» ile «doğru ve
güzel cevap verdiniz» den hangisi beni daha ziyade incitti bilmiyorum»
demiştir.
Bir kimse «ben filan şahısla ancak izin
verirse konuşurum» diye yemin edip sonra o şahıs kendisine izin verse, fakat
yemin eden kendisine izin verildiğini bilmeksizin onunla konuşsa, yemini
bozulur, Çünkü «izin» bildirmek mânasına olan ezandan alınmış olduğu için yemin
edenin kendisine izin verildiğini bilmesi şart kılınmıştır. Ama «ben falan
şahısla ancak rızasıyla konuşacağım» diye yemin edip sonra o şahıs razı olup
fakat yemin eden kimse onun razı olduğunu bilmeyerek konuşsa, yemini bozulmaz.
Çünkü razı olma kalp fiili olduğu için o şahsın razı olmasıyla tamam olup
başkasının bilmesine hacet kalmaz. Kelâm ve tahdis ancak lisanla olur. Binaenaleyh
bunlarda yemin karşı karşıya konuşmakla bozulur. İşaret ve kitabet yoluyla
bozulmaz. Nitekim Nitef'te böylece zikredilmiştir.
Haniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
«ben filan şahsa şu kavli söylemeyeceğim» diye yemin edip sonra o kavli o şahsa
yazsa; yemini bozulur. Buna göre, Hâniyye sahibi kavil ile kelâm arasında fark
görmüştür. Fakat Musannıf Câmi'den «reyhan: koklama meselesinden sonra kavil
kelâm gibidir» diye nakletmiştir. İbn-i Semâ'a buna muhalefet etmiştir.
Haber verme, ikrar etme ve müjdeleme ancak
yazma ile olur, işaret ve ima ile olmaz. İzhar, inşa, ilâm yazıyla da olur,
işaretle de olur. Yemin eden «bunların sözle olup işaretle olmamasına niyet
ettim» dese, diyaneten tasdik olunur. «Ben falan şahsı çağırmam» veya «ona
müjde vermem» diye yemin edip sonra ona yazsa, yemini bozulur.
Bir kimse bir şahsa hitaben «sen bana
Zeyd'in geldiğini» veya «Zeyd'in hastalıktan iyi olduğunu bildirirsen» veyahut
«haber verirsen şöyle olsun» diye yemin etse, o şahıs da gerek doğru olsun
gerek yalan olsun, haber verse veya bildirse, yemin edenin yemini bozulur. Eğer
yemin edenin ilsâk için olan «bâ» ile «bikudûmîhî: onun geldiğini» ve
«bîafiyetihi:
onun afiyet ve şifa, bulduğunu» derse
haberin veya bildirmenin bîzzat Zeyd'in gelmesine veya Zeyd'in afiyet ve şifa
bulmasına bitiştirilmesini ifade ettıgı için hassaten doğru olarak haber
verdiğinde, yemini bozulur. Nitekim bu bahis fıkıh usulünde «bâ» bahsinde izah
edilmiştir, Kezâ: Bir kimse «bir şahsa falan zatın geldiğini bana yazarsan
şöyle olsun» diyeyemin etse, o şahıs buna doğru olarak yazarsa, yemini bozulur,
Nitekim ilerdeki babta gelecektir.
Harun Reşid, İmam Muhammed (Rh.A.)'den «bir
kimse «falan şahsa mektup yazmam» diye yemin edip sonra o şahsa bir mektup
yazması için başka bir zata emretse, yemini bozulur mu?» diye sordu. İmam
Muhammed (Rh.A.) «evet, ey mü'minlerin emiri cenabınız gibi tahrirat hususuna
bizzat kendisi mubaşeret etmeyip katip istihdam eder, kabilinden olursa yemini
bozulur» diye cevap vermiştir.
Bir kimse «falan şahısla bir ay konuşmayacağım
diye yemin etse, eğer ayı nekre (belirsiz) olarak söylerse, yemin ettiği
vakitten bir ay itibar olunur, eğer ayı marife (belirli) olarak söylerse, o
ayın bâkîsi üzerine yemin etmiş olur. Fakat «ben bir ay itikâfa gireceğim)
yahut «oruç tutacağım» diye yemin ederse, bunda ayı tayin etmek yemin edene
bırakılmıştır iki suret arasındaki fark «Ebed»'e şamil olan yerde vaktin
zikredilmesi kendisinden sonraki vakti çıkartmak içindir. Ebede şamil olmayan
yerde vaktin zikredilmesi üzerine yemin edilen şeyi o vakte kadar uzatmak
içindir. Zeylai.
İZAH
«Bu suretlerde yeminde durmak hakikaten
mümkün olduğu için ilh...» Çünkü melekler ve peygamberlerden bazıları semaya
çıkmıştır. Kezâ: Allahü Teâlâ'nın taş olma sıfatını altın olma sıfatına
çevirmesiyle taşın altına çevrilmesi mümkündür. Çünkü bütün cevher (kendi
kendine ayakta duran varlık)lar sıfatları kabul etmede cinsleri müsavidir.
Yahut Allahü Teâla taşın cüzlerini yok edip o cüzlerin yerine altın cüzlerini
getirmekle taşın altın olması mümkündür. Birinci suretle Allahü Teâlâ'nın taşı
altına çevirmesi Mütekellimin'e göre; daha açıktır ve mümkündür, hak olan da
budur. Fetih.
«Fakat âdeten aciz olduğu için yemini
derhal bozulmuş olur ilh...»
Yani: Yemin yapılmış olup, sonra hemen
bozulur. T.
Câmiü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki:
Bu suretlerde yeminde durulma mümkün olduğu için yemin yapılmış olur, âdeten
âciz olma itibariyle derhal yemin bozulmuş olur. Bu âcizlik yemine yakın olan
âcizlik değildir. Çünkü bu âcizlik, yemin ile muhafaza edilmesi vâcip olan şeyi
muhafaza etmekten âciz olmaktır. İçinde su bulunmayan bardak meselesindeki
âcizlik böyle değildir. Çünkü ondaki âcizlik yemine yakındır. Bundan dolayı
onda yapılan yemin, yemin olmamıştır. Bilmiş ol ki« semaya çıkmayacağım» diye
yapılan yemin meselesinde üç İmamımıza göre; yemin yapılmış olur ve derhal
yemin edenin yemini bozulur. İmam Züfer (Rh.A.)'e göre; bu surette yemin
yapılmış olmaz ve yemin bozulmaz. Çünkü İmam Züfer (Rh.A.) âdeten muhal olan bu
meseleyi hakikaten muhal olan meseleye ilhak etmiştir.
TENBİH: Burada âcizlikle murat âdeten
mümkün olmaması ve tasavvur edilememesidir. Hatta bir kimse «vallâhi bugün ben
borcumu elbette vereceğim» diye yemin edip de yanında hiç bir şey bulunmadığı
gibi ödünç alacak bir kimse de bulamasa müftabih olan kavle göre; o günün
geçmesiyle yemini bozulur. Nitekim Ta'lik babında geçmiştir. Çünkü o gün
borcunu ödemesi âdeten muhal değildir.
«Ama böyle bir yemin bir vakit tayin
edilerek yapılırsa o vakit geçmedikçe yemin bozulmaz ilh...» Yani: Tayin ettiği
vaktin sonunda yemini bozulur.
Fetih'te zikredilmiştir ki: O vakitten önce
ölse, kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü yemini bozulmamıştır.
TENBİH: Camiü'l-Kebîr şerhinde
zikredilmiştir ki: İmam Kerhî «bir kimse «vallâhi ben semaya çıkacağım» gibi
gücü yetmeyeceği bir şey üzerine yemin ederse günahkâr olur» demiştir.
Hasan İbn-i Ziyad, İmam Züfer (Rh.A)'den
«bir kimse "vallâhi bugün ben semaya elbette çıkacağım" diye yemin
etse günahkâr olur, kendisine keffaret de lâzım gelmez. Çünkü İmam Züfer
(Rh.A.)'e göre; âdeten yapılması mümkün olan şeyler üzerine yapılan yeminler
sahihtir» diye rivayet etmiştir.
«"Vallâhi falan şahsı
öldüreceğim" diye yemin etse yine yeminî yapılmış olup derhal bozulur
ilh...» Musannıf yeminde «öldürme» lâfzını zikretmesiyle dövmeden ihtiraz
etmîştir.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
«vallâhi bugün ben filan şahsı elbette döveceğim» diye yemin edip halbuki o
şahıs ölmüş olsa onun öldüğünü bilsin veya bilmesin yemini bozulmaz. Çünkü
yemini olmamıştır. Eğer o şahıs yemin ettiği vakit hayatta olup sonra ölmüş
olsa İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; yine yemini bozulmaz,
İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini bozulur.
«Buna göre yemini bozulur ilh...» Yani: Bir
kimse meselâ: Zeyd'in öldüğünü bildiği halde «vallâhi ben Zeyd'i öldüreceğim»
diye yemin etse ittifakla yemini bozulur. Çünkü yemini Allahü Teâlâ'nın Zeyd'de
yaratacağı hayat üzerine yapılmış olur ve Allahü Teâlâ'nın Zeyd'i tekrar
diriltmesi mümkündür. Allahü Teâlâ Zeyd'i dirilttiği takdirde Zeyd bizzat eski Zeyd'dir.
Fakat bu diriltme âdete muhaliftir. Buna göre «semaya çıkacağım» diye yapılan
yeminde olduğu gibi bunda da yemin yapılmış olup sonra derhal bozulur.
«Bir kimse "ben falan şahısla
konuşmayacağım" diye yemin edip ilh...» Zahire'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse «ben falan şahısla konuşmayacağım» diye yemin ettiğinde bu yemin o
şahısla ebedi konuşmamak üzere yapılmış olur. Eğer o şahısla bir gün yahut iki
gün bir beldede yahut bir evde konuşmayacağına niyet etse, diyaneten de kazaen
de tasdik edilmez. Herhangi bir gün konuşursa yemini bozulur. Çünkü söylemediği
bir şeyi tahsis etmeyi niyet etmiştir.
«Muhtar olan kavle göre; yemini bozulmaz
ilh...» Yani bir kimse «filan şahısla konuşmayacağım» diye yemin edip sonra o
şahıs uyurken onunla konuşsa, konuşurken onu uyandırırsa, yemini bozulur,
uyandırmazsa yemini bozulmaz.
İmam Kudûrî «yemin edenin konuşması
işitilecek derecede olursa, onu uyandırmasa bile yemini bozulur» demiştir. İmam
Serahsî, Sîyer'de olanla amel ederek Kudûrî'nin kavlini tercih etmiştir.
Sîyer'in ibaresi şudur: Bir müslüman, sesin işitileceği yerden kâfirlere eman
verse, fakat kâfirler harple meşgul olduklarından dolayı onun sesini
duymasalar, bu müslümanın verdiği eman muteber sayılır.
Bazıları «"konuşmayacağım" diye
yemin edildikten sonra konuşmak ile kâfirlere eman vermek arasında fark vardır.
Emanın isbatında ihtiyatla amel edilir. Başkası böyle değildir.» demişlerdir.
«İşitilecek derecede olursa ilh...» Yani
«falanca şahısla konuşmayacağım» diye yemin eden kimse, kulak verildiğinde
işitilecek derecede o şahısla konuşsa, her ne kadar bir meşguliyetten veya
sağırlıktan dolayı işitilmese bile, yemini bozulur. Eğer çok uzak olduğu için
kulak verilmekle beraber işitilmezse, yemini bozulmaz. Zâhiriyye'den naklen
Bahır'da böyle zikredilmiştir.
Yine Bahır'da zikredilmiştir ki: Yemin eden
kimse o şahısla anlamayacağı bir sözle konuşsa, yeminin bozulup bozulmamasında
iki rivayet vardır.
«Bir kimse kendisiyle konuşmamaya yemin
ettiği şahsa işittirmek maksadıyla duvara seslenerek "ey duvar işit"
veya "şöyle şöyle yap" dese, yemini bozulmaz ilh...» Yani yemin eden
duvarla beraber o şahsa hitab etmeyi kasdetmeyip bilâkis yalnız duvara hitab
etmeyi kasdetse yemini bozulmaz. Bundan dolayı Bahır ve diğer fıkıh
kitablarında zikredilmiştir ki; yemin eden kimse bir cemaate selâm verip
«konuşmayacağım» diye yemin ettiği kimse cemaatin arasında bulunsa, yemini
bozulur. Ancak ona selâm vermeyi kasdetmezse, diyaneten tasdîk olunur. Eğer
«içinizden biri müstesna olmak üzere Esselâmüaleyküm» dese, kazaen de tasdik
edilir. Namazdan selâm verip o şahıs da her ne kadar sol tarafında bulunmuş
olsa, sahih olan kavle göre yemini bozulmaz. Çünkü namazdaki iki selâm bir
bakıma namazdandır. Yemin eden kimse «konuşmayacağım» diye yemin ettiği şahsa
namazda uysa, imam olan şahıs namazda yanılıp yemin eden «Sübhanallâh» dese,
yahut imam olan şahıs tıkanıp yemin eden kimse, kıraatı açsa, yemini bozulmaz.
Yemin eden kimse namazda olmadığı halde, namaz kıldıran o şahsa «Sübhanallâh»
dese veya onun kıraatını açsa yemini bozulur.
TENBİH: Bir kimse, bir şahsa «ben önce
seninle konuşursam kölem âzâd olsun» diye yemin ettikten sonra
karşılaştıklarında her biri diğerine selâm verse, yemini bozulmaz. Bundansonra
da onunla önce konuşmak tasavvur edilmediği için yemini çözülmüş olur.
Bir kimse, zevcesine «ben seninle önce
konuşursam, şöyle olsun» diye yemin edip, zevcesi de «ben de seninle önce
konuşursam, şöyle olsun» dese, bundan sonra zevc, zevcesiyle konuşsa, yemini
bozulmaz. Çünkü zevcesi yemin ederek önce zevceyle konuştuğu için zevc önce
zevcesiyle konuşmamıştır. Bundan sonra zevcesi de, zevciyle konuştuğunda yemini
bozulmaz. Çünkü o da önce zevciyle konuşmamış olur. Fetih. Bahır. Zeylai.
Zahire. Zahiriyye.
Bir kimse, bir şahsa «ben seninle Önce
konuşursam» yahut «ben senden önce evlenirsem» yahut «sen bana konuşmadan önce
ben seninle konuşursam, şöyle olsun» diye yemin ettikten sonra o şahısla ikisi
birden beraberce aynı anda konuşsalar yahut beraberce aynı onda evlenseler
ebedi yemini bozulmaz. Çünkü beraber konuşmakla veya beraber evlenmekle birinin
önce olması muhâldir.
«İmam-ı Azam (Rh.A.) düşünüp "iki kere
yemini bozulur" diye cevap vermiş ilh...» Çünkü üç kerre «vallâhi ben
seninle konuşmayacağım» diye yemin eden kimse, birinci ifadesiyle yemin etmiş
olup ikinci ifadesiyle yemini bozulur. Ayrıca ikinci ifadesiyle yemin etmiş
olup üçüncü ifadesiyle yemini bozulmuş olur.
«Bu iki kelime ilh...» Yani «güzel düşün»
ifadesinde cevapta iyi düşünemediğini ve «doğru ve güzel cevap verdiniz»
ifadesinde de İmam Muhammed (Rh.A.)'in bu mesele malumu olup İmam-ı Azam'dan
imtihan için sorduğunu imâ vardır. İmam Muhammed (Rh.A.)'den bu gibi hareketler
gençliğinin gerektirdiği hallerdendir. Yoksa kendilerinden İmam-ı Azam (Rh.A.)
hakkında böyle yersiz muamele pek uzaktır.
«İşaret ve kitabet yoluyla bozulmaz ilh...»
Bir kimse «falan şahısla konuşmayacağım» diye yemin ettikten sonra o şahsa
işaret etse veya mektup gönderse yemini bozulmaz. Kezâ, o şahsa elçi gönderse,
yine yemini bozulmaz. Çünkü örfte bunlara «konuşma» denilmez. İmam Mâlik ile
İmam Ahmed b. Hanbel (Rh. Aleyhima) Allahü Teâlâ'nın: «(Ya) bir vahy ile, ya
bir perde arkasından yahut bir elçi gönderipte kendi izniyle dileyeceğini
vahyetmesi olmadıkça Allah'ın hiçbir beşere kelâm söylemesi (vaki) olmamıştır.
Şüphesiz ki O yücedir, mutlak bir hüküm ve hikmet sahibidir» (Eş-şurâ Sûresi
âyet: 51)kavli kerimiyle istidlâl ederek «elçi gönderirse yemini bozulur»
demişlerdir. Bunlara «yeminler örf üzerine kurulmuştur» diye cevap verilir.
Fetih.
«Câmi'den ilh...» Câmi'nin ibaresi şöyledir:
Bir kimse «vallâhi ben falan şahısa konuşmayacağım» veyahut «vallâhi ben falan
şahısa söz söylemeyeceğim» diye yemin edip sonra ona mektup yazsa, yemini
bozulmaz. İbn-i Semâa' «Nevadir» adlı eserinde «yemini bozulur» demiştir.
«İşaret ve ima ile olmaz ilh...» Yani
işaret el ile olur, îma ise başla olur.
«İnşa ilh...» Fetih, Bahır ve Minah adlı
kitaplarda inşa yerine ifşâ lafzı zikredilmiştir. Yani bir kimse «ben filan
kimsenin sırrını ifşâ etmeyeceğim» yahut «izhâr etmeyeceğim» veya
«bildirmeyeceğim» diye yemin edip sonra mektupla veya işaretle ifşâ yahut izhâr
yahut bildirse yemini bozulur.
Bahır'da zikredilmiştir ki: «Filan şahsın
sırrını ifşâ» yahut «izhâr» yahut «ilâm» yahut «haber vermeyeceğim» diye yemin
edip bunları işaretle değil mektupla yapmayacağını niyet etse, diyaneten tasdik
edilir, kazaen tasdik edilmez.
«Veya "ona müjde vermem" ilh...»
Bu «müjde vermem» lâfzı, tekrardır. Galiba ibare «müjde vermem» şeklinde
olmayıp «ben ona sır söylemem» şeklinde olacaktır.
«Yemin ettiği vakitten bir ay itibar olunur
ilh...» Yani bir kimse «falan şahısla bir ay konuşmayacağım» diye yemin etse,
bu yemini, yemin ettiği andan otuz gün üzerine yapılmış olur. Çünkü kızgınlık
hali bunu gerektirir. Nitekim bir kimse «ben şu şeyi bir ay kiraya vereceğim»
diye yemin etse, yemin ettiği andan itibaren kiraya vermesi icap eder. Çünkü
âkidler mevcut olan ihtiyacı defetmek için yapılır. Fakat «ben bir ay oruç
tutacağım» diye yemin edildiğinde bu yemin ifadesindeki ay müsbette nekre
olarak söylendiği için muayyen olmayan bir ayda oruç tutulmasını gerektirir. Bu
yüzden, yemin edildiği andan itibaren bir aya sarf olunmaz.
«Eğer ayı marife olarak söylerse ilh...»
Mesela: «Ben falanca şahısla bir ay konuşmayacağım» diye yemin eden kimse,
içinde bulunduğu ayın yemin ettiği andan itibaren geri kalan kısmında
konuşmamak üzere yemin etmiş olur. Kezâ; senenin, günün ve gecenin hükmü de
böyledir.
Bir kimse «ben falan şahısla bir gün
konuşmayacağım» diye geceleyin yemin etse, yemin ettiği andan itibaren gecenin
geri kalan kısmında ve ertesi gün konuşursa, yemini bozulur. Çünkü günün zikri
kendisinden sonra olan vakti çıkarmak içindir. Kezâ; bir kimse «ben falanca
şahısla geceleyin konuşmayacağım» diye gündüzleyin yemin etse, yemin ettiği
andan itibaren ertesi gün fecir doğuncaya kadar konuşursa, yemim bozulur.
Bir kimse «ben falanca şahısla bir gün
konuşmayacağım» diye gündüzleyin yemin etse, yemin ettiği saatten itibaren
ertesi gün aynı saate kadar o şahısla konuşursa yemini bozulur. Çünkü gün nekre
olarak zikredildiği için tam bir gün olması icap eder.
Bir kimse «ben filan şahısla geceleyin
konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini yemin ettiği saatten itibaren ertesi
gecenin aynı saatine kadar olan zamana sarf olunur. Bu, Bedayı'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir.
«Ebede şâmil olan yerde ilh...» Meselâ bir
kimse «ben filan şahısla konuşmam» deyip «oy»lâfzını söylemese yemin ebedî
konuşmamak üzere yapılmış olur. «Ben falanca şahısla bir ay konuşmayacağım»
diye yemin edildiğinde «ay» lâfzının söylenmesi kendisinden sonra olan vakti
çıkarmak içindir. Buna göre; yemin ettiği andan itibaren bir ay içinde
konuşursa, yemini bozulur. Bir ay sonra konuşursa yemini bozulmaz.
«Ebede şâmil olmayan yerde ilh...» Meselâ:
Bir kimse «oruç tutacağım» yahut «itikâfa gireceğim» diye yemin edip «ay»
lâfzını söylemese, yemini ebedî oruç tutmaya veya ebedî itikâfa girmeye sarf
olunmaz. «Bir ay oruç tutacağım» yahut «bir ay itikâfa gireceğim» diye «ay»
lâfzının söylenmesi orucu ve itikâfı bir ayla takdir etmek içindir.
METİN
«Konuşmayacağım» diye yemin eden kimse,
namazda Kur'ân veya tesbih okusa ittifakla yemini bozulmaz. Namaz haricinde
ise, İmam Kudûrî'nin muhtarı olan zâhir rivayete göre; yemini bozulur. Nitekim
Bahır'da da bu kavil tercih edilmiştir. Fetih'te mutlaka, gerek yemin Arapça
ile ve gerekse Farsça ile yapılmış olsun örfte Kur'ân ve tesbih okumak konuşma
sayılmayacağı için yeminin bozulmaması tercih edilmiştir. Dürer ile Mültekâ
sahipleri de bu kavli tercih etmişlerdir.
Tehzîb'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki; bizim örfümüzde yemin eden kimsenin diğer kitapları okumasıyla da yemini
bozulmaz.
Şürünbûlâlî'de «yeminin bozulması hakkında
olan Sahih kavillerin çokluğundan senin üzerine bir beis ve zarar yoktur. Çünkü
bu kaviller örfe muhaliftir» diyerek yeminin bozulmayacağına dair olan kavil
kuvvetli görülmüştür.
Tehzîb'de «"konuşmayacağım" diye
yemin eden kimse, fıkıh veya nahiv kitapları okuduğunda yemini bozulmadığı gibi
talebelere ders okutsa, yine yemini bozulmaz» denilmiştir. Fakat Fetih'te «şiir
okusa; yemini bozulur. Çünkü şiir ölçülü sözlerdir. Şiir olmayan sözleri
okumakla yemininin bozulması daha evlâdır» diye zikredilmiştir. Teemmül et!
«Bugün Kur'ân okumayacağım» diye yemin eden
kimsenin namazda veya namazın dışında Kur'an okumakla yemini bozulur. Hatta
besmele okusa, eğer Neml Sûresindeki besmeleye niyet ederse, yemini bozulur.
Fakat bu sûredeki besmeleye niyet etmezse, yemini bozulmaz. Çünkü müslümanlar,
Neml Sûresindeki besmelenin dışındaki diğer besmeleler ile teberrük
kastederler, Kur'ân olmasını murad etmezler.
«Filan sûreyi» veya «filan şahsın kitabını
okumayacağım» diye yemin eden kimse, ona bakıp mânâsını anlasa, yemini
bozulmaz. Bununla fetva verilir.
Bir kimse «bugün falanca şahısla
konuşmayacağım» diye yemin etse, yemini gece ile gündüz üzerine sarf olunur.
Yemin edenin «gün» lâfzı uzamayan bir fiille beraber söylenirse, gece ile
gündüze şâmil olur. Eğer gün lâfzı ile yalnız gündüze niyet ederse, tasdik
edilir. Çünkü kelimeyi hakikat mânâsında kullanmıştır.
Bir kimse «falan şahısla konuştuğum gece,
şöyle olsun» diye yemin etse, yemini ancak gece üzerine yapılmış olur. Çünkü
müfred (teklik) olan gece kelimesi mutlak vakitte kullanılmaz.
Bir kimse «Zeyd gelmedikçe» yahut «izin
vermedikçe» yahut «izin verene kadar ben Amr ile konuşursam, şöyle olsun» deyip
sonra Zeyd gelmeden yahut izin vermeden onunla konuşursa, yemini bozulur. Eğer
Zeyd geldikten yahut izin verdikten sonra konuşursa, yemini bozulmaz. Çünkü
Zeyd'in gelmesini yahut Zeyd'in izin vermesini konuşmamak için gâye kılmıştır.
Gâyeden önce yemin bâkidir, gayeden sonra sona erer. Eğer Zeyd gelmeden veya
izin vermeden ölürse, yeminde durma mahalli fevt olduğu için yemin düşer.
Musannıfın misalinde cezâyı tehir ile kayıtladığı münasiptir. «Eğer Amr ile
konuşursam» şart cümlesini hazf ile beraber cezâyı da önce söyleyip «Zeyd
gelmedikçe zevcem boş olsun» dese, burada «Zeyd gelinceye kadar» ifadesi gâye
için olmayıp bilâkis şart için olur. Çünkü talâk, vakte, saate ihtimali olmayan
şeylerden olduğu için Zeyd'in gelmesiyle vâki olmaz. Bilâkis ölmesiyle talâk
vâki olur.
«Zeyd gelmedikçe zevcem boş olsun»
ifadesinin manâsı «Zeyd gelmezse sen boşsun» demektir. Buna göre; Zeyd'in
gelmesiyle talâk vâki olmaz. Yemin mutlak olduğu için Zeyd hayatta oldukça
zevcesi boş olmaz. Zeyd ölürse, yeminin bozulmasının şartı gerçekleştiği için
zevcesi boş olur. Nitekim bir kimse bir şahsa «vallâhi falan zat bana izin
vermedikçe ben seninle konuşmayacağım» yahut borçlusuna «vallâhi alacağımı
ödemedikçe senden ayrılmayacağım» yahut «vallâhi bugün elbette borcumu
ödeyeceğim» diye yemin edip o zat izin vermeden ölse, yahut alacağından beri
olsa, yemini düşer.
Bunda asıl ve kaide şudur: Yemin eden bir
kimse, yemini için bir gâye ve nihayet koyup o gâye fevt olur, elde etme imkânı
kalmazsa, yeminde durmak mümkün olmayacağı için yemin batıl olur. İmam Ebu
Yusuf (Rh.A.)'a göre yemin batıl olmaz. «Mâzâle», «mâdâme» ve «mâkâne»
kelimeleri gâye içindirler.
Yemin kendileriyle nihayet bulur. Mesela:
Bir kimse «Buhârâ'da oldukça şu işi yapmayacağım» diye yemin edip sonra oradan
çıkıp tekrar geri dönüp o işi yapsa, yemini bozulmaz. Çünkü Buhârâ'dan Çıkmakla
yemini nihayete ermiştir. Kezâ: Bir kimse «ben şu taâmı falân şahsın mülkünde
oldukça yemeyeceğim» diye yemin edip sonra falân şahıs o taâmın bazısını satsa,
geri kalanı yemin eden yese, yemini bozulmaz. Çünkü o taâmın bazısının
satılmasıyla yemin nihayet bulmuştur. Kezâ: Bir kimse, bir şahsa hitaben «sen
benim hakkımı vermedikçe bugün senden ayrılmayacağım» yahut «seni sultâna
götürmedikçe bugün senden ayrılmam» diye yemin edip, o şahıstan ayrılmadan o
güngeçse yemini bozulmaz. Fakat o günden sonra hakkını almadan ayrılırsa yemini
bozulur. Gün kelimesini evvel söyleyerek «bugün hakkımı almadıkça senden
ayrılmam» diye yemin eder, o günden sonra ayrılsa yemini bozulmaz. Bahır.
Kezâ: Bir kimse hasmım mahkemeye götürüp
orada ona yemin ettireceğine yemin edip de sonra hasmı, aleyhine davâ olunan
şeyi ikrar etse, yahut şahitler ortaya çıksa, yemini düşer. Çünkü yemini,
mânâda hasmının inkâr haliyle kayıtlanmıştır. Nitekim dövme hakkındaki yemin
babında gelecektir.
Bir kimse «falan şahsın kölesiyle» yahut
«zevcesiyle» yahut «dostuyla konuşmayacağım» yahut «onun hânesine girmeyeceğim»
yahut «onun elbisesini giymeyeceğim» yahut «onun taâmını yemeyeceğim» yahut
«onun hayvanına binmeyeceğim» diye yemin etse, mezhebin muhtar olan kavline
göre yemin ederken onun kölesine, hânesine elbisesine, taâmına, hayvanına gerek
göstererek yemin etsin, gerek göstermeyerek yemin etsin o şahıs kölesini,
hânesini, elbisesini taâmını, hayvanını satmak, zevcesini boşamak, dostuyla
düşman olmak suretiyle bu şeylerin kendisine olan nisbeti kesildikten sonra
yemin eden kimse köleyle konuşursa, yemini bozulmaz. Çünkü köle pazarda
satıldığı için hür kimselere nisbetle itibarı düşük olur da elbise ve hâne gibi
olur. Yemin eden kimse, o şahsın boşadığı eski zevcesiyle, düşman olduğu eski
dostuyla konuşursa, göstererek «filan şahsın şu zevcesiyle» veya ismini tayin
ederek «filan şahsın dostu olan Zeyd ile konuşmayacağım» diye yemin etmişse
nisbet kesildikten sonra do yemini bozulur. Çünkü hür olan kişinin zatına
kızarak konuşmamak üzere yemin edilir. Eğer yemin eden kimse böyle o şahsın
zevcesini göstererek dostunun ismini tayin ederek yemin etmemişse nisbet
kesildikten sonra konuşursa, yemini bozulmaz. Yeminden sonra o şahıs köle satın
alsa veya evlense, yemin eden kimse o şahsın satın aldığı köleyle veya
evlendiği zevcesiyle konuşursa yine yemini bozulur. Çünkü köle ile zevcenin o
şahsa nisbeti mevcuttur. Yemin eden kimse o şahsın sattığı hâneye girse, yemini
bozulmaz. Çünkü hâne kendisiyle konuşulmamakla köle gibi olduğu evleviyet
yoluyla malumdur, evleviyet yolu kölenin akıllı olup hânenin akıllı
olmamasıdır.
Bir kimse meselâ: «ben şu taylasân (yünden
dokunmuş yuvarlak bir nevi Acem elbisesidir) ın sahibiyle konuşmayacağım» diye
yemin edip sonra o şahıs o taylasânı sattıktan sonra yemin eden onunla konuşsa
yemini bozulur. Çünkü taylasânın o şahsa nisbeti o şahsı tanıtmak içindir.
Bundan dolayı o taylasânı satın alan zatla konuşsa, yemini bozulmaz.
İZAH
«Bununla fetva verilir ilh...» İmam Ebu
Yusuf (Rh.A.)'un kavliyle fetva verilir.
İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; falan şahsın
kitabını okumaktan maksat kitapta olanıanlamaktır. «Ben filan şahsın kitabını
okumayacağım» diye yemin eden kimse, onun kitabına bakıp mânâsını anlarsa,
maksat hasıl olduğu için yemini bozulur.
«Eğer Zeyd geldikten yahut izin verdikten
sonra konuşursa, yemini bozulmaz ilh...»
Ben derim ki: Zeyd'in izin vermesiyle yemin
edenin konuşması beraber olsalar, yine yemini bozulmaz. Çünkü Hâniyye'de «Bîr
kimse «filan şahıs şu hâneye girmedikçe ben de girmeyeceğim» diye yemin
ettikten sonra o şahısla beraber o hâneye girseler, yemini bozulmaz» diye
zikredilmîştir.
«"Mâzâle", "mâdâme" ve
"mâkâne" kelimeleri gâye içindirler ilh...»
Bu kelimeler «bulunduğu müddetçe» manasına gelirler.
Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse «şu
elbise falan şahsın üzerinde bulundukça onunla konuşmayacağım» diye yemin edip
o şahıs da sırtında bulunan elbiseyi çıkarıp tekrar giydikten sonra yemin eden
onunla konuşsa, yemini bozulmaz. Eğer yemin eden kimse «şu elbise o şahsın
üzerinde bulunduğu halde onunla konuşmayacağım» diye yemin etse, o şahıs
üzerindeki elbiseyi çıkarıp tekrar giydikten sonra yemin eden onunla konuşsa,
yemini bozulur. Çünkü yemin eden kimse, yeminini belirli bir vakitle tayin etmeyip
bilâkis elbisenin o şahsın sırtında bulunmasıyla kayıtlamıştır. O elbise, o
şahsın sırtında bulunduğu müddetçe yemin eden o şahısla konuşursa yemini
bozulur.
Bir kimse annesine babasına hitaben «ben,
siz hayatta olduğunuz müddetçe evlenirsem, şöyle olsun» diye yemin edip de
onlar hayatta iken evlenirse. yemini bozulur. Tekrar evlense, yemini bozulmaz.
Ancak olan kavline göre yemin ederken onun kölesine, hânesine, elbisesine, «siz
hayatta olduğunuz müddetçe evlendiğim her kadın boş olsun» diye yemin ederse,
evlendiği her kadın boş olur. Eğer annesiyle babasından biri ölürse yemin
düşmüş olur. Çünkü yeminin bozulmasının şartı, onların ikisi de hayatta
bulunduğu müddetçe evlenmesidir. Onlardan biri öldükten sonra yemininin
bozulması düşünülemez.
«Sonra oradan çıkıp ilh...» Bir kimse
«Buhârâ'da oldukça şu işi yapmayacağım» diye yemin edip, Buhârâ'dan yalnız
kendisi çıktıktan sonra tekrar geri dönüp o işi yapsa, yemini bozulmaz. Fakat
«şu hânede oldukça şu işi yapmayacağım» diye yemin etse, o hâneden ehli ile
birlikte çıkması lâzımdır.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
«Buhârâ'da bulundukça hurma suyu içmeyeceğim» diye yemin edip Buhârâ'dan
ayrıldıktan sonra tekrar geri dönüp hurma suyu içse, yemini bozulmaz. Ancak
Buhârâ'nın kendisi için vatan oldukça içmeyeceğine niyet ederse, geri döndükten
sonra içse, yemini bozulur. Çünkü Buhârâ onun vatanı olarak bakidir.
Yine Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse zevcesine «vallâhi, bu hânede bulunduğum müddetçe sana yaklaşmayacağım»
diye yemin etse, yemini ancak başka bir hâneyetaşınmakla batıl olur. Çünkü «bu
hânede bulundukça» ifadesinin mânâsı bu hânede oturdukça demektir. O hânede bir
kazığı kalsa bile İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre: o hânede oturuyor sayılır.
İmameyn (Rh.A.)'a göre: oturuyor sayılmaz.
Fetva da İmameyn (Rh A.)'in kavli üzerinedir.
«Falan şahıs o taâmın bazısını satıp geri
kalanı yemin eden yese, yemini bozulmaz ilh...» Fakat yukarda geçtiği üzere «şu
taâmı yemeyeceğim» veya «şu suyu içmeyeceğim» diye yemin edildiğinde o taâm bir
oturuşta yenilecek miktar, o su bir içişte içilecek miktar olursa, yemin
onların hepsini yemeğe ve içmeğe yapılmış olur. Eğer o taâm bir oturuşta, o su
bir içişte yenilecek veya içilecek miktardan fazla olursa yemin onların bazısı
üzerine yapılmış olur.
Ben derim ki: «Falanca şahsın taâmını
yemeyeceğim» diye yemin eden kimse üzerine yemin ettiği taâm gerek bir oturuşta
yenilecek miktar kadar olsun gerek bir oturuşta yenilecek miktardan daha fazla
olsun taâm sahibi o taâmın bir kısmını satsa geri kalan kısmını yemin eden
kimse yese, yemini bozulmaz. Bu mesele «bir kimse annesine, babasına hitaben:
«Siz hayatta oldukça ben evlenmeyeceğim» diye yemin edip sonra onlardan biri
ölünce evlense, yemini bozulmaz» meselesine benzer. Burada yemin ettiği taâmın
satılmayan kısmını yemesiyle yemini bozulmaz. Çünkü yeminin bozulmasının şartı;
o taâmın hepsini yemin ettiği şahsın mülkünde iken yemesidir. Burada ise
hepsini yeme bulunmamıştır.
«Bir kimse bir şahsa hitaben: "sen
benim hakkımı vermedikçe bugün senden ayrılmayacağım" ilh...» Yani: «Sen
benim hakkımı verinceye kadar ben senin peşini bırakmayacağım» diye niyet
ederse o gün peşini takip edip borcunu alamasa, yemini bozulmaz. Eğer o günden
sonra onun peşini bırakırsa yemini bozulur. Yemin ettiği gün borçlusunun peşini
bırakırsa yemini evleviyetle bozulur.
«Çünkü yemini, mânâda hasmının inkâr
haliyle kayıtlanmıştır ilh...»
Nitekim borçlu alacaklısına «vallâhi ben
senin iznin olmadan bu beldeden çıkmayacağım» diye yemin etse bu, yemini
üzerinde borç bulunduğu zamanla kayıtlanır.
«Bir kimse "falan şahsın
kölesiyle" ilh...» Burada kölenin o şahsa izafeti mülk izafetidir. Bir
kimse «falan şahsın zevcesiyle» veya «onun dostuyla konuşmam» diye yemin etse
bu ifadedeki zevc ile dostun o şahsa izafeti nisbet izafetidir.
«Bu şeylerin kendisine olan nisbeti
kesildikten sonra ilh...» Yani: İsterse bu şeyler yemin eden kimseye verilmiş
olsun. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: «Ben senin şu taâmını yemeyeceğim»
diye yemin edip o şahıs da o taâmı yemin eden kimseye hediye olarak verse yemin
eden şahıs da onu yese, İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini
bozulmaz. İmam Muhammed (Rh.A)'e göre; bozulur.
TENBİH: Bir kimse «ben filan şahsın taâmını
yemeyeceğim» diye yemin etse. halbuki o şahıs taâm satsa yemin eden kimse ondan
taâm alıp yese. yemini bozulur.
Ben derim ki: Bu surette yeminin
bozulmasının sebebi. o şahıs taâm satan olunca, ondan satın alınan veya onun
yaptığı taâm murat edilir de yemin o şahsın mülkünde bulunan taâm üzerine
yapılmış olmaz. Çünkü taâmın onun mülkünde bulunması kastedilmemiştir.
«Gerek göstererek yemin etsin, gerek
göstermeyerek yemin etsin ilh...» Yani: Bir kimse «falan şahsın kölesiyle
konuşmayacağım» yahut «onun hanesine girmeyeceğim» yahut «onun elbisesini
giymeyeceğim» yahut «onun taâmını yemeyeceğim» yahut «onun hayvanına
binmeyeceğim» diye yemin ettiğinde gerek bunları göstererek yemin etsin gerek
göstermeyerek yemin etsin bunlar o şahsın mülkünde bulundukça yemin bunlar
üzerine yapılmış olur. hatta o şahıs yeminden sonra üzerine yemin edilen
şeylerden satın alsa, bunların üzerine de yemin edilmiş olur. Buna göre yemin
eden kimse üzerine yemin ettiği şey o şahsın mülkünde iken yapmayacağım diye
yemin ettiği şeyi işlerse yemini bozulur. Eğer bu şeyler o şahsın mülkünden
çıktıktan sonra «yapmayacağım» diye yemin ettiği şeyi işlerse yemini bozulmaz.
Çünkü yemin o şahsın zatına yapılmıştır. bu şeyler üzerine yapılmamıştır.
«Yeminden sonra o şahıs köle satın alsa
veya evlense yemin eden kimse o şahsın satın aldığı köleyle veya evlendiği
zevcesiyle konuşursa yine yemini bozulur ilh...» Yeminin bozulması. yemin eden
kimse «falan şahsın kölesiyle» veya «zevcesiyle konuşursam şöyle olsun» diye
yemin ederken köleyi veya zevceyi göstererek yemin etmediği takdirdedir.
Yukarda geçtiği üzere yemin eden kimse yemin ederken köleyi göstersin veya
göstermesin fark yoktur. Yani o şahıs yeni köle satın aldığında yemin eden
kimse satın alınan köleyle konuştuğunda yemini bozulur. Fakat yemin eden kimse
«ben falanca şahsın şu zevcesiyle konuşmayacağım» diye o şahsın zevcesini
göstererek yemin edip o şahıs bu zevcesini boşar, başka bir kadınla evlenirse
yeni evlendiği kadınla yemin eden kimse konuştuğunda yemini bozulmaz. Çünkü bu
surette yemin eden kimse, o şahsın eski zevcesiyle konuşmamak üzere yemin
etmiştir. Bu yemini o şahsın sonradan evlendiği zevcesine şâmil değildir.
Bahır, Kenz.
METİN
«Zaman» ve «hîn: vakit» lâfızları gerek
marife gerek nekre olsun yemin edildiği andan itibaren altı ay geçerlidir. Eğer
bu lâfızlarla yemin eden kimse, belirli bir zamanı veya belirli bir vakti niyet
ederse, yemini sahih olan kavle göre; niyet ettiği şey üzerine olur. Bedayı.
Ayın gurresi ve ayın başı ile ayın birinci
gecesi ve gündüzü murat edilir. Ayın evveli ile ayın birinden onbeş güne kadar
olan müddet murat edilir. Ayın ahiri ile onbeş günden sonrakimüddet murat
edilir. Buna göre bir kimse «ayın sonundan evvelki günü oruç tutacağım» veya
«tayın evvelinden son günü oruç tutacağım» diye yemin etse onbeşinci günü ile
onaltıncı günü oruç tutar. Yaz mevsimi ile kışın giyilen kürk gibi elbiselerin
bırakıldığı zamandan itibaren tekrar bu elbiselerin giyilmesine ihtiyaç duyulan
zamana kadar olan müddet murat edilir. Bedayı.
Bir kimse «ben filan şahısla dehir boyunca»
yahut «ebedî konuşmayacağım» diye yemin etse, yemin ederken bir şeye niyet
etmemişse, bu yemin, yemin edenin yaşadığı müddete hamlolunur. Yani «ömür
boyunca konuşmayacağım» demiş olur. Eğer nekre (belirsiz) olarak «dehren
konuşmayacağım» diye yemin ederse, İmam-ı Azam (Rh.A.) «nekre olan «dehir»
kelimesinin mânâsını bilmiyorum» demiştir. İmameyn (Rh.A.)'a «dehir kelimesi de
«hîn: vakit» kelimesi gibidir» demişlerdir. Erbab-ı Kemâl'e gizli değildir ki
bir meselede İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan bir kavil rivayet edilmeyince İmameyn'in
kavliyle fetva vermek vacib olur. Nehir.
Sirac adlı kitapta zikredilmiştir ki:
İmam-ı Azam ondört meselede tevakkuf edip cevap vermemiştir. Dört İmam
(Rh.A.)'dan hatta Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den ve Cebrail (A.S.)'den de
«bilmiyorum» cevabı vâki olmuştur.
Bir kimse «falan şahısla çok günler» yahut «aylar»
yahut «seneler» yahut «cumalar» yahut «zamanlar» yahut «vakitler» yahut
«dehirler konuşmayacağım» diye yemin etse, bunların her bir sınıfından on ile
takdir olunur. Çünkü on cem'i lafzıyla zikrolunanların çoğudur. Bir kimse
«falan şahısla zamanlarca konuşmayacağım» diye yemin etse, beş seneyle takdir
olunur. Eğer «günler», «aylar». «seneler». «cumalar», «zamanlar». «vakitler» ve
«dehirler» nekre olarak söylenirse, üç ile takdir olunur. Çünkü çoklukla
muttasıf olmadıkça cemin en aşağı derecesi üçtür.
Bir kimse «ben kölelerle» yahut «falan
şahsın köleleriyle konuşmayacağım» yahut «falan şahsın hayvanlarına
binmeyeceğim» yahut «falanca şahsın elbiselerini giymeyeceğim» diye yemin edip
sonra üç köleyle konuşsa, yahut o şahsın üç hayvanına binse, yahut o şahsın üç
elbisesini giyse, her ne kadar o şahsın üç kölesinden fazla kölesi, üç
hayvanından fazla hayvanı, üç elbisesinden fazla elbisesi olsa bile yemini
bozulur. Eğer bir veya iki köleyle konuşsa yahut bir veya iki hayvanına binse
yahut bir veya iki elbisesini giyse, yemini bozulmaz. Yemin eden kimse o şahsın
bütün köleleriyle konuşmayacağını, bütün hayvanlarına binmeyeceğini ve bütün
elbiselerini giymeyeceğini niyet etse, niyeti sahih olur.
Bir kimse «falan şahsın zevceleri» yahut
«ahbapları» yahut «kardeşleri ile konuşmayacağım» diye yemin etse, o şahsın
bütün zevceleriyle yahut bütün ahbaplarıyla yahut bütün kardeşleriyle
konuşmadıkça yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden kimseninbunlarla konuşmaması
kendilerinin zâtında olan bir sebepten dolayıdır. Binaenaleyh yemin bunların
kendi zâtları üzerine yapılmış olur. Sanki yemin eden kimse «ben bunlarla
konuşmayacağım» diye yemin etmiştir. Yemin eden kimse «ben falanca şahsın
kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin ederken o şahsın bir kardeşi olduğunu
bilerek yemin etmişse, onunla konuştuğunda yemini bozulur. Eğer bir kardeşi
olduğunu bilmeyerek yemin etmişse, onunla konuştuğunda yemini bozulmaz, Nitekim
Vakıat'da böylece zikredilmiştir.
Nehir'de «o şahsın ahbapları ile zevceleri
de kardeşe ilhak edilmiştir» diye zikredilmiştir.
Şârih der ki: «O şahsın bir kardeşi olsa»
meselesi cemi sıygası zikredilip müfred mânâsı murad edilen dört meseledendir.
Nitekim Eşbah'ın yemin bahsinde zikredilmiştir. Fakat yemin taâmlara,
elbiselere, kadınlara olursa icmaen bir tanesine vâki olur. Çünkü lamı tarif
mümkün olursa ahde; mümkün olmazsa, cinse sarf olunur. Eğer dünyada olan bütün
taâmlara, bütün elbiselere veya bütün kadınlara niyet ederse, sahih olan kavle
göre niyeti diyaneten sahih olur. İşin hakikatını Allahü Teâlâ Hazretleri
bilir.
İZAH
«"Zaman" ve "hîn;
vakit" lâfızları ilh...» Yani bu lafızlarla gerek marife, gerek nekre,
gerek müsbette ve gerekse menfide olsun yemin edildiği andan itibaren altı ay
murad edilir. Çünkü altı ay bu lâfızların ortada kalan mânâlarıdır. Meselâ: Bir
kimse, bir şahsa «vallâhi ben seninle bir hîn: bir vakit konuşmayacağım» yahut
«vallâhi ben seninle bir zaman konuşmayacağım» diye yemin ederse, bu yemin altı
ay üzerine yapılmış olur. Yani yemin eden kimse yemin ettiği andan itibaren altı
aydan önce konuşursa yemini bozulur. Altı aydan sonra konuşursa, yemini
bozulmaz.
Kezâ: Bir kimse «vallâhi ben bir hîn: bir
vakit veya bir zaman oruç tutacağım» diye yemin ederse, altı ay oruç tutması
lâzım gelir. Yalnız yemin eden kimse bu altı ayı dilediği zaman tayin edebilir.
«Hîn» lâfzıyla bazen saat mânâsı murad
edilir. Nitekim Allahü Teâlâ:
«Haydi akşam saatinde, sabah saatinde
hepiniz Allah'ı tenzih (ve tesbih) edin (namaz kılın).» buyurmuştur (Er-rûm
Sûresi; âyet: 17).
«Hîn» lâfzıyla bazen kırk sene murad
edilir. Nitekim Allahü Teâlâ:
«İnsan (Adem)in üzerine uzun devirden bir
hine geçti ki (o vakit) o, anılmaya değer bir şey bile değildir.» (El-İnsân
Sûresi; âyet: 1) buyurmuştur. Müfessirler bu âyeti kerimedeki «hîn» nazmını
kırk seneyle tefsir etmişlerdir.
«Hîn» lâfzıyla bazen altı ay murad edilir.
Nitekim Allahü Teâlâ:
«O (ağaç) Rabbinin izniyle her hin yemişini
verir, durur.» (İbrâhim sûresi, âyet: 25 ) buyurmuştur. İbn-i Abbas (R.A.) bu
âyeti kerimedeki «hîn» nazmını altı ayla tefsir etmiştir. Çünkü hurma ağacının
tomurcuğunun çıkıp olgun olmasına kadar geçen müddet altı aydır.
Bir kimse, yemin ederken «hîn» lâfzını
kullandığında herhangi bir zamana niyeti bulunmazsa, bu yemini altı ay üzerine
vâki olur. Binaenaleyh altı ay, «hîn» lâfzının ortada olan mânâsıdır. Zira
«hîn» lâfzı ile saat mânâsı murad edilmez. Çünkü bir saat konuşmamak üzere
yemin edilmez.
«Hîn» lâfzıyla yemin edildiğinde âdeten
kırk sene de murad edilmez. Çünkü kırk sene ebedî mânâsınadır.
«Zaman» lafzı da «hin» lâfzı gibi
kullanılır. Bunun tamamı Fetih'dedir.
«Yemin eden kimse belirli bir zamanı veya
belirli bir vakti niyet ederse; yemini sahih olan kavle göre yemin ettiği şey
üzerine olur ilh...»
Çünkü «hîn» lâfzı ile «zaman» lâfzı saat,
kırk sene ve altı ay mânâlarında kullanıldığı için sözünün hakikat mânâsına
niyet etmiştir.
«Ayın evveli ile ayın birinden onbeş güne
kadar olan müddet murad edilir ilh...»
Hâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir
şahsa «vallâhi ben sana Ramazan ayının evvelinde elbette geleceğim» diye yemin
edip de ona on beşinci gün gelse, yemini bozulmaz. Eğer Ramazan ayı yirmidokuz
gün olursa, İmam Muhammed (Rh.A.) «onbeşinci günü zevâl vaktinden önce gelirse,
yemini bozulmaz. Zevâl vaktinden sonra gelirse, yemini bozulur» demiştir. İmam
Ebu Yusuf (Rh.A)'dan «bir kimse, bir şahsa ben seninle ayın evvelinin son günü
ile ayın sonunun ilk gününde konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini ayın
onbeşinci günü ile onaltıncı günü üzerine yapılmış olur» diye rivayet
edilmiştir.
«Yaz mevsimi ile ilh...» Bir kimse, bir
şahsa «yaz mevsimi sana geleceğim» diye yemin etse, yemin eden kimse yaz ile
kış mevsimi hesapla bilinen bir beldede oturuyorsa. yemini bu hesaba göre
yapılmış olur. Eğer yaz ile kış mevsimi hesapla bilinmeyen bir beldede
oturuyorsa, kış, insanların içlik, kürk gibi kalın elbise giydikleri zamandan
başlayıp bunları giymeyi bıraktıkları zamana kadar olan müddettir.
«Kışın» yahut «yazın» yahut «baharın» yahut
«güzün konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde bu mevsimlerin ne zaman başlayıp,
ne zaman bittiği herkesçe malumdur.
«Yaşadığı müddetçe hamlolunur ilh...»
Meselâ: Bir kimse «falan şahısla bir ömür konuşmayacağım» diye yemin etse,
herhangi bir vakte niyet etmemiş ise, bu yemini ebedî konuşmamak üzere yapmış
olur.
İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'den « «ömür»
kelimesi nekre olarak söylenildiğinde «bir gün» murat edilir» diye rivayet
edildiği gibi ««hîn»gibi altı ay murat edilir» » diye de rivayet edilmiştir.
Zâhir olan da budur. Bu, Sirâc'dan naklen Nehir'de zikredilmiştir.
«İmam-ı Azam (Rh.A.) "nekre olan
«dehir» kelimesini bilmiyorum" demiştir ilh...» Yani İmam-ıAzam (Rh.A.)
«dehir kelimesinin mânâsında tevakkuf edip «ne kadar zaman murad edildiğini
bilmiyorum» demiştir.
İhtiyar'da zikredilmiştir ki; «dehir»
kelimesinin mânâsında örf yoktur ki; ona tâbi olunsun. Lûgatlar ise, kıyas ile
bilinmez. Dehrin mânâsında deliller mütearız olduğu için İmam-ı Azam tevakkuf
etmiştir.
İmam Ebu Yusuf (Rh.A.) İmam-ı Âzam
(Rh.A.)'dan "nekre olan «dehir» kelimesiyle marife olan «dehir» kelimesi
müsâvidir diye rivayet etmiştir. Bu, yemin edenin niyeti bulunmadığı
takdirdedir. Niyeti bulunursa, onunla amel olunur. Fetih.
«Cami-i Kebîr'de "bir kimse «ben falan
şahısla dehirlerce» yahut «aylarca» yahut «senelerce» yahut «cumalarca» yahut
günlerce konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemin bunların her birinden üç
üzerine vâki olur» diye zikredilmiştir» denilirse, «bu mesele «dehir» mânâsını
bilen zâtın kavli üzerinedir" diye cevap verilir.
Ben derim ki: « «Dehirlerce konuşmayacağım»
diye yemin edildiğinde bu yemin üç üzerine vâki olur» ifadesinde dehrin
mânâsını tayin yoktur. Çünkü bu üç ile üç gün mü, üç hafta mı, üç ay mı, üç
sene mi? olduğu beyan edilmemiştir. Fetih.
«İmam-ı Azam (Rh.A.) ondört meselede
tevakkuf edip cevap vermemiştir ilh...»
1 - Nekre (belirsiz) olan dehir.
2 - İnsan pisliği yiyen hayvanın etinin ne
zaman temiz olacağı.
Böyle bir hayvan üç gün veya yedi gün
hapsedilir diye rivayet edilmiştir.
3 - Av köpeğinin ne zaman eğitilmiş
olacağı. Bunun bilinmesi köpeğin eğitilmesiyle uğraşanlara bırakılmıştır.
İmam-ı Azam'dan rivayet edilmiştir ki: Bu aynı zamanda İmameyn'in de kavlidir.
Av köpeği üç defa avladığı avı yemeden bırakırsa, eğitilmiş olduğu bilinir.
4 - Çocukların sünnet olma zamanı. On
yaşında veya yedi yaşında olmaları rivayet edilmiştir. Musânnıf da metnin
sonunda bunu kabul etmiştir.
Bazıları «çocukların sünneti oniki yaşından
sonraya bırakılmamalıdır» demişlerdir.
5 - Müşkil (erkekliği dişiliği belli
olmayıp iki tenasül uzvundan da bevleden) hünsa. İki tenasül uzvunun birinden
fazla bevil gelmesine itibar edilmez.
6 - Eşeğin artığı. Buradaki tevakkuf
artığın temiz olmasında değil temizleyici olmasındadır.
7 - Melekler ile Peygamberlerden hangisinin
üstün olması. Namaz bahsinde geçtiği üzere beşerin havâssı meleklerden
üstündür.
8 - Allahü Teâlâ'ya ortak koşan kimselerin,
erginlik çağına varmadan önce ölen çocuklarının nereye gidecekleri.
İmam Muhammed (Rh.A.) «Allahü Teâlâ
günahsız hiç bir kimseye azab etmez» demiştir. Nitekim cenaze bahsinde
geçmiştir.
9 - Mescidin duvarlarının vâkıfın malından
nakışlanması. Yukarıda geçtiği üzere mescidin vâkıf malının zalim tarafından
alınmasından korkulursa yahut vâkıf zamanında cami nakışlı olursa, yahut
duvarları ıslah için olursa câiz olur.
10 - Cinlerin insanlar gibi ibadet ve
taatlarının mükafatını görüp görmeyeceği hususunda tevakkuf etmiştir.
«Hatta Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den ve
Cebrail (A.S.)'den de «bilmiyorum» cevabı vâki olmuştur ilh...»
Kermânî'de zikredilmiştir ki: Resûl-i Ekrem
(S.A.V.)'e «mekanların en faziletlisi hangisidir?» diye sorulduğunda
«bilmiyorum, Cebrail (A.S.)'a sorayım» buyurdular. Bunu Cebrail (A.S.)'a
sorduklarında o da «bilmiyorum, Rabbıma sorayım» deyip sorduğunda Allahü Teâlâ
«mekânların en hayırlısı mescidlerdir, mescid ehlinin en hayırlısı önce girip
sonra çıkanlardır, mescid ehlinin en şerlileri sonra girip önce çıkanlardır»
buyurmuşlardır.
Hakaik'te zikredilmiştir ki: Bunda
kendilerinden fetva sorulan zevata tenbih var ki bilmedikleri bir mesele
kendilerine sorulduğunda tevakkuf edip yerine bakalım demekten çekinmeyenler.
Çünkü bilmeden körü körüne helâlı haram, haramı helâl diyerek cevap vermek
Allah'a iftira olacağından büyük günahtır. Kuhustâni'de de böyledir.
İmam Gazali İhya-u Ulum adlı eserinde
zikretmiştir ki: Resûl-i Ekrem (S.A.V.) «Üzeyr Peygamber midir, değil midir?
bilmiyorum, Tubba mel'un mudur, değil midir? bilmiyorum, Zülkarneyn peygamber
midir, değil midir? bilmiyorum» buyurmuşlardır, Peygamberimiz (S.A.V.)'in bu
mübarek sözleri Allahü Teâlâ'nın kendilerini bu esrara muttali ve vâkıf
kılmadan önce olması gerekir. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.)'in Allahü Teâlâ
kendilerini muttali kıldıktan sonra «Tubba mümindir» diye haber verdikleri
nakledilmiştir. T.
«Yahut cumalar ilh...» Bir kimse «falan
şahısla pek çok Cuma günleri konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemin on Cuma
günü konuşmamaya yapılmış olur. Yemin eden kimse, bu yeminiyle on hafta
konuşmamayı niyet ederse, bu niyeti sahih olur. Fakat bir kimse «Bir Cuma oruç
tutacağım» diye yemin etse, gerek bir haftaya niyet etsin gerek niyet etmesin
bir hafta oruç tutması lâzım gelir. Bahır.
«Bunların her bir sınıfından on ile takdir
olunur ilh...» Bu, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göredir. İmameyn (Rh.A.)'e göre; bir
kimse «falanca şahısla günlerce» veya «pek çok günler konuşmayacağım» diye
yemin etse, bu yemini yedi gün konuşmamak üzere yapılmış olur, «Aylarca
konuşmayacağım» diye yemin ederse, bu yemin oniki ay konuşmamak üzere yapılmış
olur. «Senelerce» yahut «cumalarca» yahut «zamanlarca» yahut «vakitlerce» yahut
«dehirlerce konuşmayacağım» diye yemin ederse, bu yemin ebedî konuşmamak
üzereyapılmış olur.
«Çünkü yemin eden kimsenin bunlarla
konuşmaması kendilerinin zâtında olan bir sebepten dolayıdır ilh.. » Yani yemin
eden kimsenin bunları o şahsa nisbet ederek yemin etmesi, bunları tanıtmak
içindir. Yoksa o şahısla ilgili oldukları için değildir. Buna göre; o şahsın
zevcelerinin yahut ahbaplarının yahut kardeşlerinin kendilerinde nefret ettiren
bir sebep bulunduğu için kendileriyle konuşmamak üzere yemin etmiştir. Bu yemin
eden kimse, o şahsın bütün zevceleriyle yahut bütün ahbaplarıyla yahut bütün
kardeşleriyle konuşmadıkça yemini bozulmaz.
Bir kimse «ben falan şahsın köleleriyle
konuşmayacağım» yahut «onun elbiselerini giymeyeceğim» yahut «onun hânesine
girmeyeceğim» yahut «onun hayvanlarına binmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra,
bu üzerine yemin edilen kimse, yapmayacağım diye yemin ettiği şeyleri işlese,
yemini bozulmaz. Çünkü bu şeylerin o şahsa izâfeti, mülk izâfetidir. Yani yemin
eden kimsenin yemini bunlar o şahsın mülkünde bulundukça geçerlidir. Yemini
bunlar için yapmamıştır. Bunların sahibi için yapmıştır.
«Şârih der ki: «O şahsın bir kardeşi olsa»
meselesi cemi sıygası zikredilip müfred mânâsı murad edilen dört meseledendir
ilh...» Cemi (çokluk) sıygası, müfred (teklik) sıygası için ancak dört meselede
kullanılır.
İkincisi; bir kimse «malımı evlâdıma
vakfettim» dese, halbuki kendisinin bir çocuğu bulunsa, vakfın bütün geliratı o
bir çocuğun olur. Fakat «beninime (oğullarıma) vakfettim» dese, hüküm böyle
değildir.
Üçüncüsü; bir kimse «falan beldede ikâmet
eden ekâaribime mallarımı vakfettim» dese, halbuki o beldede akrabalarından
ancak bir şahıs bulunsa, bütün mallar o bir şahsa vakfedilmiş olur.
Dördüncüsü; bir kimse «ben şu buğdaydan üç
ekmek yemem» diye yemin etse, halbuki o buğdaydan ancak bir ekmek çıksa, yemin
bu bir ekmek üzerine yapılmış olur. Yani o bir ekmeği yerse, yemini bozulur.
Keza; bir kimse «ben fakirlerle» yahut «yoksullarla» yahut «İnsanlarla» yahut
«âdemoğullarıyla» yahut «şu cemaatle» yahut «Bağdad ehliyle konuşmayacağım»
diye yemin edip, sonra bunlardan biriyle konuşsa, yemini bozulur.
METİN
Bu bâbın toplayıcı şer'i meselelerinde asıl
ve kaide şudur: Ölü bir çocuk başkası hakkında çocuktur. Fakat kendi hakkında çocuk
değildir. Yine asıl ve kaidenin tamamındandır ki: «Evvel» lâfzı ilk ferdin
«âhir» lâfzı son ferdin, «vasat» lâfzı ikisinin arasında olan ferdin ismidir.
«Evvel», «âhir» ve «vasat» dan biriyle
muttasıf olan bir şey, diğeriyle muttasıf olamaz. Çünkü bunların aralarında
zıtlık vardır. Fiil böyle değildir, çünkü fiillerin aralarında zıtlık yoktur.
Zira ikinci fiil birinci fiilin başkasıdır. Binaenaleyh bir kimse «kendisiyle
en son evlenmiş olduğum zevcem boş olsun» dese iki defa evlendiği zevcesi boş
olur. Çünkü zevce son evlenme akdini fiiline vasıf kıldığı için iki defa
evlendiği zevcesinin akdi son akid olmuş olur.
Bir kimse «satın aldığım evvelki köle hür
olsun» deyip sonra bir köle satın alsa bu köle âzâd olur. Çünkü yukarıda
geçtiği üzere »evvel» kelimesi ilk ferdin ismi olup bu da bulunmuştur. Böyle
yemin eden kimse iki köleyi birden beraber satın alıp bundan sonra bir köle
daha satın alsa, asla yani beraber satın aldığı iki köle de sonra tek olarak
satın aldığı köle de âzâd olmaz. Çünkü bu suretlerde önce ferd olarak satın
alma bulunmamıştır. Eğer yemin eden kimse ifadesinde «tek» yahut «siyah» yahut
«altınla» kelimelerini ziyade edip ve vasıf da bulunursa üçüncü yani tek olarak
satın aldığı köle âzâd olur.
Bir kimse «vâhiden: Tek olarak satın aldığım
evvelki köle âzâd olsun» deyip sonra iki köleyi birden beraber satın alsa daha
sonra «vâhid: Tek» bir köle satın alsa ihtimal bulunduğu için üçüncü köle âzâd
olmaz. Geçen suretteki «vâhid» ile buradaki «vâhid» arasındaki farka musannıf
«ihtimal bulunduğu için» kavliyle işaret etmiştir. Çünkü buradaki «vâhid»
kelimesinin köleden hal olup mefulun halini beyan etmesi ihtimali olduğu gibi
efendiden hal olma ihtimali de vardır. Buna göre ifadede şek bulunduğu için
üçüncü köle azâd olmaz.
Bahır'da « «vâhid» lâfzının köleye sıfat
olarak esre olması câiz görülmüştür. Bu takdirde «vahdehu» gibi olur» diye
zikredilmiştir.
Nehir'de « «vahid» kelimesinin hazfedilmiş
mübtedanın haberi olarak ötre okunması caiz görülmüştür. Bu da vahid gibidir.
Yani üstün halindeki ihtimaller bundada geçerlidir» diye zikredilmiştir.
Bir kimse «en evvel mâlik olduğum köle hür
olsun» deyip sonra bir köle ile başka bir kölenin yarısına mâlik olsa tamamına
mâlik olduğu köle azâd olur. Elbiseler de böyledir. Fakat ölçekle ve tartı ile
satılan şeyler böyle değildir. Zeylaî.
Bir kimse «âhir: Sonraki mölik olduğum köle
hür olsun» deyip bir köleye mâlik olduktan sonra ölse, o köle âzâd olmaz. Bir
kölenin âhir olması için kendisinden evvel bir kölenin bulunması lâzımdır. Aksi
yani «en evvel mâlik,olduğum köle hür olsun» ifadesi böyledeğildir. Çünkü
«evvel» lâfzının mânâsı kendi üzerine başkasının geçmemesidir. Bu ise kendisine
başka şey katılmaksızın bulunur. «Ahir: Sonraki» lâfzı «bad:
Sonra» lâfzı gibidir. «Bad: Sonra» için
«kabl: önce» lâzımdır. «Kabl» böyle değildir. Yani kendisinden sonra bir şeyin
bulunması lâzım değildir.
Bir kimse «âhir mâlik olduğum köle hür
olsun» deyip bir köle satın aldıktan sonra bir köle daha satın olsa ve sonra
ölse, ikinci köle âhir köle olduğu için satın alındığı vakitten itibaren âzâd
olur. Eğer ikinci köleyi sıhhati yerinde iken satın almışsa, malının hepsinden
itibar edilir. Hasta iken satın almışsa, malının üçte birinden itibar edilir.
«Köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd
olur.» kaidesine göre; bain talâkı âhire tâlik edip «evlendiğim ahir: Sonraki
zevcem üç talâk boş olsun» diyen kimsenin talâkı İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre;
talâkı fâr (bir kimsenin ölüm hastalığında zevcesini mirastan mahrum etmek için
boşaması) olmaz. İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; yemin eden kimse ikinci köleyi
gerek sıhhati yerinde iken gerek hasta iken satın alsın, köle malının üçte
birinden âzâd olur. «En son evlendiğim zevcem boş olsun» diyen kimsenin talâkı
da talâkı fâr olur.
İZAH
«Ölü bir çocuk ilh...» Şârih'in «ölü çocuk»
diye kayıtlaması, düşen yavrunun âzâlarının belli olmasının şart olduğuna
işaret içindir.
Fetih'te zikredilmiştir ki: Düşen yavrunun
âzâları belli olmazsa, çocuk sayılmaz.
«Başkası hakkında çocuktur ilh...» Yani
böyle bir çocuğu doğuran kadın iddet bekliyorsa, bu çocukla iddeti bitmiş olur.
Bu çocuktan sonra gelen kan lohusalık kanıdır. Bu çocukla annesi ümm-i veled
olur. «Çocuk doğurursan boş ol» diyen kimsenin zevcesi böyle bir çocuk
doğurursa, boş olur. T.
«Fakat kendi hakkında çocuk değildir
ilh...» Yani böyle ölü doğan çocuğa isim konmaz, yıkanmaz, üzerine namaz
kılınmaz, mirasa, vasiyete hak sahibi olmaz, âzâd olmaz. Yani bir kimse
cariyesine çocuk doğurursan şöyle olsun» deyip ölü çocuk doğursa, yemini
bozulur. Fakat «çocuk doğurursan, o çocuk hür olsun» deyip cariyesi ölü çocuk
doğursa, doğan çocuk hür olmaz. T.
« «Evvel» lâfzı ilk ferdin ismidir ilh...»
Yani «evvel» lâfzında muteber olan kendi üzerine başka bir şeyin geçmemesidir.
« «Vasat» lâfzı ikisinin arasında olan
ferdin ismidir ilh...» Yani üçten ikinci, beşten üçüncü gibi. T.
« «Evvel», «âhir» ve «vasat» dan biriyle
muttasıf olan bir şey diğeriyle muttasıf olamaz ilh...» Meselâ: Bir kimse
«evleneceğim âhir: Sonraki zevcem boş olsun» deyip bir kadınla evlense, sonra
bir kadınla daha evlendikten sonra evvelkini boşasa daha sonra yine onunla
tekrarevlenip ölse, bir defa evlendiği zevcesi boş olur. İki defa evlendiği
birinci zevcesi evvelki zevcesi olarak muttasıf olup âhir zevcesi olmakla
muttasıf olmaz. Çünkü aralarında zıtlık vardır. Nitekim bir kimse «döveceğim
âhir: Sonraki kölem hür olsun» deyip birini dövse, sonra birini daha dövse daha
sonra evvelki dövdüğünü tekrar dövüp ölse, bir defa dövdüğü kölesi âzâd olur.
Bahır.
«Fiillerin aralarında zıtlık yoktur ilh...»
Bunun beyanı: Fiilin evveliyetle muttasıf olması ahiriyetle mevsuf olmasına
mani değildir. Çünkü ikinci fiil birinci fiilden başkadır. Yani biriyle
muttasıf olan diğeriyle mevsuf olandan başkadır.
«Üçüncü yani tek olarak satın aldığı köle
âzâd olur ilh...» Yani: Bu üçüncü köleden önce iki köleyi birden beraber satın
olması, üçüncü kölenin satın alınan evvelki köle olmasına zarar vermez. Kezâ:
Bir kimse «satın aldığım evvelki siyah köle» veya «altınla satın aldığım köle
âzâd olsun» deyip sonra beyaz köleler veya dirhemle köleler satın alsa, daha
sonra siyah bir köle veya altınla bir köle satın alsa, âzâd olur. Bahır'da da
böyle zikredilmiştir.
«Bir köle ile başka bir kölenin yarısına
mâlik olsa ilh...» Yani: Bir köle ile başka bir kölenin yarısına beraber mâlik
olsa. Nitekim Fetih'te de böyledir.
«Tamamına mâlik olduğu köle âzâd olur
ilh...» Çünkü kölenin yansı köle olmadığından öbür mâlik olduğu köleye isimde
ortak olamayacağı için, tamamına mâlik olduğu köleyi evvelki köle olmaktan
çıkaramaz. Nitekim evvelki köleyle beraber elbise satın alsa, bu satın alınan
elbise o köleyi evvelki köle olmaktan çıkartamaz. Zeylai.
«Elbiseler de böyledir ilh...» Meselâ: Bir
kimse «mâlik olduğum evvelki elbise hedy olsun» deyip de beraber bir tam elbise
ile bir de yarım elbiseye mâlik olsa, hedy olur.
«Fakat ölçekle ve tartıyla satılan şeyler
böyle değildir ilh...» Meselâ: Bir kimse «mâlik olduğum evvelki kür (kırk
kafız) sadaka olsun» deyip de birden bir buçuk kürre mâlik olsa, kendisine hiç
bir şey tasadduk etmek lâzım gelmez. Çünkü bir kür üzerine ziyade olan yarım
kür, bir kürrü evvelki kür olmaktan çıkartır.
Kür; kırk kafizin ismidir. Kafiz ise
eskiden kullanılmış, miktarı yer yer değişen bir ölçektir. Bu kimse, altmış
kafize birden mâlik olmuştur. Bunun benzeri: Bir kimse. «mâlik olduğum evvelki
kırk köle hürdürler» deyip sonra birden altmış köleye mâlik olsa hiç birisi
âzâd olmaz. Bundan malum olur ki; yarım kürre başka bir yarım kür katıldığında
tam bir kür olur. Ama bir kölenin yarısı, başka bir kölenin yarısına katılamaz.
«Bir köleye mâlik olduktan sonra ölse, o
köle âzâd olmaz ilh...» Kezâ: Bir köleye mâlik olduktan sonra ölmese, yine o
köle âzâd olmaz. Çünkü yemin edenin yaşadığı müddetçe başka köleye mâlik olma
ihtimali vardır.
««Kabl» böyle değildir ilh...» Meselâ:
«Zeyd kabl: Önce geldi» denildiğinde Zeyd'den sonrabaşka bir kimsenin gelmesi
gerekmez. Çünkü bu ifadenin mânâsı «Zeyd'den önce hiç bir kimse gelmedi»
demekitir.
«Ölse ilh...» Yani «mâlik olduğum sonraki
köle âzâd olsun» diyen kimse, bir köle satın aldıktan sonra bir köle daha satın
alıp kendisi ölse, ikinci satın aldığı köle, satın aldığı andan itibaren âzâd
olmuş olur. Musânnıf «yemin eden kimse ikinci köleyi satın aldıktan sonra ölse»
diye kayıtladı. Çünkü ikinci köle ancak efendisinin ölmesiyle ikincilik
kazandı. Eğer yaşasaydı, yemin eden başka bir köle alır. Bu almış olduğu köle
sonraki köle olmuş olurdu. Bahır.
«Köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd
olur ilh...» Bu İmam-ı Azâm (Rh.A)'a göredir. İmameyn (Rh.Aleyhima)'e göre;
ölürken âzâd olur. Buna göre; köleyi gerek sıhhatte iken gerek hasta iken satın
alsın malının üçte birinden âzâd olur. Çünkü bu ikinci kölenin sonraki köle
olması ancak kendisinden sonra köle satın alınmamakla gerçekleşir. Böylece
efendinin ölmesiyle başka köle satın alamayacağı anlaşılmış olur. İmam-ı Azam
(Rh.A.)'ın delili efendinin ölümü ikinci kölenin son köle olduğunu
bildiricidir. İkinci kölenin sonraki köle olmakla muttasıf olması satın
alındığı vakitten itibaren olup âzâd olması da satın alındığı vakitten itibaren
sabit olur. Bahır.
«Bain talâk-ı âhire tâlik edip İlh...»
Yani; Bir kimse «en son evlendiğim zevcem boş olsun» deyip de evlendikten sonra
ölse, İmam-ı Azam (Rh. A.)'a göre; bu kadının talâkı talâk-ı fâr olmaz ve bu
kadın evlendiği vakitten itibaren boş olmuş olur. Eğer yemin eden kimse
zevcesine cinsi yakınlıkta bulunursa, şüphe sebebiyle ona cinsi yakınlıkta
bulunduğu için mehrin tamamı, cinsi yakınlıkta bulunmamışsa, mehrin yarısı
lâzım gelir. Kadın iddetini matem tutmadan hayızla bekler. Zevcînden miras
alamaz. İmameyn (Rh.A.)'e göre; bu kadın zevci Ölürken boş olur ve talâkı da
talâk-ı fâr olduğu için zevcinden miras alır. Kendisine bir mehir lâzım gelir.
Talâk iddeti ile ölüm iddetinden hangisi daha uzun olursa, iddetini onunla
bekler. Aynı zamanda matem de tutar. Bahır.
METİN
Musannıf «evvel» lâfzı ile «âhir» lâfzını
izah edip «vasat» lâfzını izah etmediği için şârih onu beyan etmiştir:
Bedayı'da zikredildiğine göre «vasat» lafzı ancak tek olan sayılarda olur. Buna
göre üçün ikincisi vasattır. Kezâ: Beşin üçüncüsü yine böyledir. Hâkezâ yedinin
dördüncüsü dokuzun beşincisi onbirin altıncısı gibi.
Bir kimse, zevcesine «çocuk doğurursan
boşsun» veya cariyesine «çocuk doğurursan hürsün» deyip zevcesi veya cariyesi
uzuvları belli olan çocuk düşürse, yemini bozulur. Yani zevcesi boş, cariyesi
âzâd olur. Eğer düşen çocuğun uzuvları belli olmazsa, zevcesi boş, cariyesi
âzâd olmaz. Fakat bir kimse, cariyesine «çocuk doğurursan o çocuk hür
olsun»deyip cariye evvela ölü bir çocuk, sonra diri bir çocuk doğursa, İmam-ı
Azam (Rh.A.)'a göre; yalnız diri olarak doğan çocuk âzâd olur. Çünkü kölelik
ölümle bâtıl olur. Ama çocuk veya doğurmak ölmekle bâtıl olmaz.
Beşâret: Örfte kendisine müjde verilen
kimsenin bilgisi ve haberi olmadığı gerçeğe uygun, sevinç ve ferah verecek
haberin ismidir. Buna göre beşâretin tarifinden üzüntü ve keder verecek zararlı
haber çıkmıştır. Binaenaleyh zararlı haber örfte beşâret değildir. Belki
lûgatta zararlı habere de beşâret denilir. Hatta Allahü Teâlâ'nın:
«İşte bunlara pek acıklı bir azabı
müjdele!» (Et-Tevbe Sûresi; âyet: 34) kavl-i kerimi bu kabildendir. Yalan
olarak bildirilen sevinç ve ferah verecek haber de her ne kadar ilk anda yüzde
sevinç ve ferah eseri görülürse de hilafı zuhur edince derhal zail olacağı için
ona itibar edilmemekle «gerçeğe uygun» olmak kaydıyla beşâretin tarifinden
çıkartılmıştır. Kendisine müjde verilen kimsenin o sevinç ve ferah verecek
habere önceden bilgisi ve haberi olmaması lâzım olduğu için, peşi peşine bir
kaç şahıs bir kimseye sevinç ve ferah verecek bir haberi müjdeleseler «müjde»
en evvel müjde edenin olur da diğerlerininki müjde olmayıp haber olur. Buna
göre bir kimse «her hangi bir köle falan hususu bana müjdelerse o hür olsun»
deyip sonra kendisine peşi peşine üç köle o hususu müjdelese, yalnız önce
müjdeleyen köle âzâd olur. Çünkü müjde ancak öncekininki olur. diğerlerininki
olmaz.
«Falan hususu bana müjdeleyen hür olsun»
diyen kimse söz ile müjde verilmeye niyet etmedikçe müjde mektup veya elçi
göndermekle de olur. Eğer o kimse kendisine bu hususun söz ile müjde verilmesine
niyet ederse müjde de «hadîs: Söz» gibi olup, söz ile anlatılması şart kılınır.
O efendinin kölelerinden birisi diğer köleyi gönderse, gönderilen köle
gönderildiğini anlatıp meselâ: «Filan köle beni sana gönderip filan zat sana
gelmiştir der» dese gönderen köle âzâd olur. Eğer gönderilen köle kendisinin
başka bir köle tarafından gönderildiğini söylemeyip doğrudan doğruya «filan zat
sana gelmiştir» derse, kendisi âzâd olur. Bir kaç köle beraberce birden
müjdeleseler, hepsi âzâd olur. Çünkü müjdeyi hepsi birlikte vermişlerdir.
Nitekim Allah-ü Teâlâ:
«Ve onu çok bilgin bir oğulla
müjdelediler.» (Ez-zâriyat Sûresi; âyet: 28) âyet-i kerimesinde İbrahim
(A.S.)'a bilgin bir oğulu haber veren meleklerin hepsine müjdeyi isnâd
buyurmuşlardır.
«Beşâret» kelimesinin «bâ» harfi ile
kullanılıp kullanılmaması arasında fark yoktur. Ama «haber» lâfzı bunun gibi
olmayıp «bâ» harfiyle kullanılırsa, doğru habere mahsus olur. Nitekim bundan
önceki bâbda geçmiştir. Bu hususta «mektup» da «haber» gibidir. «ilâm: Bildirme»
lâfzı da «beşâret» gibi olup onda da her ne kadar «bâ» harfi kullanılmasa bile
verilen haberin doğru olması lâzımdır. Çünkü ilâm ilmi (bilgiyi) isbattır.
Yalan ise gerçeğeuygun olmadığı için bilgiyi isbat etmeyi ifade etmez. Bedayı.
İZAH
«Vasat ilh...» Bir kimse «mâlik olduğum
vasat köle hür olsun» deyip ayrı ayrı üç köle satın aldıktan sonra ölse,
İmameyn'e göre; öldüğü andan itibaren ikinci köle âzâd olur. İmam-ı Azam
(Rh.A.)'a göre;
satın aldığı andan itibaren üçüncü köle
âzâd olur. Çünkü üçüncü köle satın alınırken bizzat vasat ismini kazanmıştır.
Bunu da dördüncü köleyi almadan efendinin ölmesiyle bildik. Ama üçüncü köle
satın alınmadan önce ikinci köle ne bize göre ne de nefs-ül emir'de vasat
ismini kazanmıştır. Buna göre ikinci köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd
olmaz. Fakat bir kimse «mâlik olduğum en sonraki köle hür olsun» deyip ayrı
ayrı iki köle satın aldıktan sonra ölse İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; ikinci köle
satın alındığı vakitten itibaren âzâd olur. Çünkü ikinci köle bizzat satın
alınmakla en sonraki köle ismini kazanmıştır. Bunu da başka bir köle satın
almadan efendisinin ölmesiyle bildik. Bana zâhir olan budur. Teemmül et! H.
Ben derim ki; Bu yeni bir bahistir,
kâideler bunu te'yid eder.
Telhis'de ve Fârisî'nin Telhîs şerhinde
zikredilmiştir ki: Bir kimse «mâlik olduğum her köle hür olsun, ancak ortadaki
köle müstesna» deyip de bir köleye mâlik olsa, bir kölenin ortada olması mümkün
olmadığı için derhal âzâd olur. Bundan sonra ikinci bir köleye daha sonra
üçüncü bir köleye mâlik olsa bunlardan hiç birisi âzâd olmaz. Çünkü üçüncü
köleyi satın almakla ikinci kölenin ortadaki köle olma ihtimali, beşinci köleyi
satın almakla üçüncü kölenin ortadaki köle olma ihtimali vardır. Dördüncü
köleye mâlik olmakla ikinci köle ortadaki köle olmaktan çıkar ve ikinci köle
âzâd olur. Bu böylece devam edip gider. Ölen efendinin iki, dört veya altı gibi
çift sayılı köleleri kalırsa böyle çift sayılarda ortada kalan köle
bulunmayacağı için hiçbirisi âzâd olmaz. Ölen efendinin üç, beş veya yedi gibi
tek sayılı köleleri kalırsa böyle tek sayılarda ortada kalan köleden başkaları
âzâd olur.
«(İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; yalnız diri
olarak doğan çocuk âzâd olur ilh...»
İmameyn'e göre; hiç biri âzâd olmaz. Çünkü
ölü çocuğun doğmasıyla şart gerçekleştiği için âzâd bulunmadan yemin çözülür.
Zira ölü çocuk âzâd olmaya mahal değildir. İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın delili mutlak
surette çocuk ismi diri olma vasfıyla kayıtlanır. Çünkü efendi cariyesinden
doğacak çocuğa hürriyeti isbat etmeyi kasdetmiştir. Yine bu ihtilaf üzeredir
ki: Bir kimse cariyesine «evvel doğurduğun çocuk hür olsun» deyip cariyesi önce
ölü bir çocuk doğurup sonra diri bir çocuk doğursa, İmam-ı Azam'a göre; diri
olan çocuk âzâd olur. İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; olmaz. Bahır.
«Çünkü kölelik ölümle bâtıl olur ilh...»
Yani: Bir kimse «yanıma evvel giren köle hür olsun» deyip sonra yanına ölü bir
köle getirilse daha sonra diri bir köle girse, sahih olan kavle göre; ittifakla
diri köle âzâd olur. Burada İmameyn (Rh. Aleyhima)'ın mazereti şöyledir: "ölümden
sonra kölelik bâkî kalmaz. Çünkü ölümle kölelik bâtıl olur. Fakat «evvel
doğurduğun çocuk hür olsun» veya «çocuk doğurursan o çocuk hür olsun»
ifadelerindeki «çocuk» ölümden sonra da yine çocuktur."
«Belki lügatte zararlı habere de beşâret
denilir ilh...»
Nehir sahibi «beşâret lügatte sevinç ve
ferah verecek habere mahsus olmayıp hatta üzüntü ve keder verecek habere de
denilir. Allah-ü Teâlâ'nın:
«İşte bunlara pek acıklı bir azâbı
müjdele!» Et-tevbe Sûresi; âyet: 34 kavli kerimi bu kabildendir. «Beşâret»
kelimesinin üzüntü ve keder de kullanılması mecazdır» diye iddia edilmesi
beşâretin alınmış olduğu maddesi sebebi ile defedilmiştir. Şek ve şüphe yok ki;
kötü haberle de insanın yüzü değişir» demiştir.
Ben derim ki: Nehir sahibinin «beşâret
kelimesinin insanın yüzünü değiştiren haberde kullanılması hakikattir»
demesiyle ehl-i beyan (edebiyatçılar)'ın «âyet-i kerimede isti'âre-i
tehekkümiyye (alay, eğlenme) vardır» demeleri arasında zıtlık yoktur. Çünkü
Nehir sahibi «beşâret» kelimesinin lügatteki asıl mânâsını, nazarı itibara
almıştır. Ehli beyan ise «beşâret» kelimesinin lügatteki örf mânâsını nazarı
itibara almıştır. Zira bir lâfzın lügatteki asılda bir mânâya, lügatteki örfte
başka bir mânâya geldiği pek çoktur. Meselâ: «Dâbbe» kelimesinin lügatteki asıl
mânâsı «yer üzerinde debelenen varlık» demektir. lügatteki örf mânâsı ise dört
ayaklı hayvana mahsustur. Kezâ: Lâfız kelimesinin lügatteki asıl manâsı,
atmaktır. Lügatteki örf mânâsı ise, ağızdan çıkan sözdür.
Risaletü'l-Vaz'iyye'de böyle zikredilmiştir. H.
«Müjde en evvel müjde edenin olur da
diğerlerininki müjde olmayıp haber olur ilh...» «Sevinç ve ferah verecek bir
haberi bir kimseye bir kaç şahıs arka arkaya bildirseler önce bildiren şahsın
haberi «beşâret: Müjde» olup diğerlerininki olmaz» hususundaki asıl delil
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den rivayet edilen hadis-i şeriftir: Peygamberimiz
(S.A.V.) İbn-i Mesud (R.A.) Kur'ân-ı Kerîm'i tilavet ederken yanına teşrif
ettiler de «her kim Kur'ân-ı Kerim'i Allahü Teâlâ tarafından inzal olunduğu
vecih üzere terütâze olarak tilavete muhabbet ve şevk ederse, İbn-i Mesud
(R.A.)'un kıraatı üzere tilavet etsin» buyurdular. Peygamberimiz (S.A.V.)in bu
müjdesini bildirmek üzere Ebubekir-i Sıddık (R.A.) ile Ömerü'l-Faruk (R.A.)
İbn-i Mesud (R.A.)'a koştuklarında Ebubekir (R.A.) Hz. Ömer (R.A.)'i geçip önce
İbn-i Mesud (R.A.)'a Resul-i Ekrem (S.A.V.)in kıraat ve tilavetini
beğendiklerini bildirdi. Sonra da Ömerü'l-Faruk (R.A.) bildirdi. Bunun üzerine
İbn-i Mesud (R.A.) «Ebubekir (R.A.) Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in müjdesini bana
bildirdi. Ömerü'l-Faruk (R.A.) ise bana haber verdi» demiştir.
«Hepsi âzâd olur ilh...» Yani: Bir kimse
«kölelerinden her kim falanca hususu bana bildirirse, âzâd olsun» deyip sonra
kölelerinin hepsi beraberce o şeyi efendilerine bildirseler hepsiâzâd olur.
Eğer efendileri «ben kölelerimden birinin âzâd olmasını kasdettim» dese kazaen
tasdik olunmaz. Fakat diyaneten tasdik olunur da kölelerinden birisini âzâd
eder, diğerleri âzâd olmaz, Hindiyye.
«Yalan ise gerçeği uygun olmadığı için
bilgiyi isbat etmeyi ifade etmez ilh...» Çünkü ilim gerçeğe uygun kesin
bilgidir. Yalan ise gerçeğe uygun olmayan bilgidir.
METİN
Bir fıkıh kaidesidir ki: Yeminden yahut
zıhardan yahut oruçtan yahut katilden keffârete niyet, satın alma gibi âzâdın
ihtiyarî illetine yakın olup âzâd edilecek köle, kölelikten tam olursa,
keffâretten dolayı sahih olur. Ama miras her ne kadar mülkün sebeblerinden ise
de ihtiyarî olmayıp cebrîdir. Eğer niyet âzâdın illetiyle beraber olmayıp yahut
beraber olup da ümmi veled gibi köleliği tam olmazsa, keffâretten dolayı sahih
olmaz.
Bundan sonra musannıf bu kaide üzere kendi
kavliyle mesele tefri edip der ki: Bir kimsenin keffâret namına babasını hatta
her bir zirahmi mahremini satın alması, sahihtir. Çünkü keffâret için niyet
âzâdın illeti olan satın almayla beraberdir. Fakat âzâdına yemin ettiği köleyi
keffâreti için satın alması sahih değildir. Bunda âzâdın illeti, satın olma
üzere mukaddem olan yemin olduğu için keffâretin niyeti ona yakın olmamıştır.
Bir kimsenin keffâreti için azâdını satın almasına bağladığı ve nikâhla çocuk
taleb ettiği cariyeyi keffâretinden dolayı satın alması da sahih değildir.
Çünkü bu cariyenin köleliği noksandır. Fakat bir kimse, bir cariyeye «seni
satın alırsam, yemin keffâretimden dolayı hürsün» deyip de onu satın alsa,
illete niyet yakın olduğundan keffâret için kifayet eder. Nitekim bir kimseye,
zirahmi mahremi hibe veya vasiyet edilip kabul ederken keffârete niyet
ettiğinde keffâreti için kifayet ettiği gibi. Fakat yukarda geçtiği üzere irs
böyle değildir. Zeylaî.
Bir kimsenin «ben odalık cariye edinirsem o
âzâd olsun» sözüyle, yemini vaktinde mülkündeki odalık cariyesi âzâd olur.
Çünkü yemini mülke tesadüf etmiştir. Fakat böyle yemin eden kimse bu yemininden
sonra cariye satın alıp onu odalık edinse, âzâd olmaz. Odalık cariye, ancak bir
oda hazırlamak, ona cinsi yakınlıkta bulunmakla sabit olur.
İmam Ebu Yusuf (R.A.)'a göre; ona cinsi
yakınlıkta bulunduğunda menisini dışarı akıtmaması da şarttır. Bir kimse,
zevcesine «ben odalık edinirsem sen boş ol» veya «kölem hür olsun» deyip tâlik
zamanında mülkünde bulunan veya sonradan satın aldığı cariyeyi odalık edinirse,
zevcesi boş veya kölesi âzâd olur.
Musannıf bu suretle « «ben bir cariyeyi
odalık edinirsem o hürdür» deyip sonradan satın aldığı cariyeyi odalık
edinirse, cariye âzâd olmaz» meselesi arasındaki farkı kendi kavliyle şöyle
ifade etmiştir: Bu meselede hiç bir mani olmaksızın şart bulunmuştur. Çünkü
nikâhlısının talâkını hangi şarta olursa. otsun tâlik etmesi sahihtir.
İZAH
«Niyet ilh...» Yani keffâretten dolayı
âzâda niyet etmektir. Azâdın satın alınmaya tâlik edilmesi yemin olduğu için
fukaha bu kaideyi burada zikretmişlerdir. Böyle olmasa, bu kaidenin zıhar veya
yemin keffâretinde zikredilmesi münasip olurdu.
«Satın alma gibi ilh...» Yani bir kimse
zirahmi mahremini satın alırken keffâreti için niyet etse, biz Hanefilerce
keffâretinden dolayı kifayet eder.
İmam Züfer (Rh.A.) ile diğer üç mezheb
imamına göre; kifâyet etmez. Zira onlara göre; âzâd olmanın illeti akraba
olmasıdır, satın alma değildir. Önce İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavli de böyleydi.
Biz Hanefilerin delili zirahmi mahrem
akrabayı satın almak âzâddır. Çünkü Buhari'den başka Kütüb-i Sitte'nin diğer
kitaplarında rivayet edilmiştir ki; Peygamberimiz (S.A.V.):
«Çocuk babasının hakkını elbette ödeyemez.
Ancak onu köle bularak satın alır da azâd ederse o başka» buyurmuşlardır. Bunun
tamamı Fetih'tedir.
«Cebridir ilh...» Yani mirasta istemeksizin
mülk sabit olduğundan burada niyet düşünülemez. Buna göre; niyet edilse bile
miras kalan zirahmi mahrem keffâretten dolayı âzâd olmaz. Çünkü buradaki niyet
âzâddan sonra bulunur. Fakat bir kimseye zirahmi mahremi hibe veya vasiyet
edilip de onu kabul ederken keffâreti için niyet ederse, keffâretine kifâyet
eder.
«Fakat âzâdına yemin ettiği köleyi keffâreti
için satın alması sahih değildir ilh...» Meselâ: Bir kimse, başkasının kölesine
«ben seni satın alırsam, sen hür ol» deyip sonra onu keffâretinden dolayı
âzâdına niyet ederek satın alsa, keffâreti için kifayet etmez. Çünkü bu kölenin
âzâd olmasının illeti «ben seni satın alırsam, sen hür ol» ifadesindeki «sen
hür ol» cümlesidir. Satın alması ise âzâd olmasının şartıdır. Şart bulununca
her ne kadar âzâd olursa da, bu âzâd niyeti sebebi ile değil daha önce âzâdını
satın almaya bağladığı içindir. Halbuki niyetin sonra bulunması değil önce
bulunması lâzımdır. Hatta yemin ederken keffâreti için olmasına niyet etse,
satın aldığında keffâreti için kifayet eder. Tamamı Fetih'tedir.
«Nikâhla çocuk taleb ettiği cariyeyi
ilh...» Yani bir kimse, çocuk taleb etmek için başka bir şahsın cariyesini
nikâhla alıp sonra o zevcesi olan cariyeye «ben seni satın alırsam, sen benim
yemin keffâretimden dolayı âzâd ol» dese, daha sonra onu satın alsa, keffâreti
için kifayet etmez.
«Çünkü bu cariyenin köleliği noksandır ilh...»
Yanı bu cariye ümm-i veled olmakla âzâda hak kazanmıştır. Hatta bir bakıma âzâd
edilmiş sayılır. Bundan dolayı keffâret için âzâd edilmesi caiz değildir.
«Odalık cariye ancak bir oda hazırlamak,
ona cinsi yakınlıkta bulunmakla sabit olur ilh...» Yani bir cariyenin odalık
olabilmesi için ona müstakil bir oda hazırlayıp oradan dışarı çıkmasını
menetmek ve kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak lâzımdır. Hatta bir kimse,
cariyesine cinsi yakınlıkta bulunup onun için bir oda hazırlamasa, her ne kadar
cariye ondan hamile kalsa bile odalık olmaz. Fetih.
METİN
Bir kimse «benim her memlüküm: Kölem
hürdür» dese, o kimsenin köleleri, müdebberleri, ümm-i veledleri âzâd olurlar.
Çünkü bunlar o kimsenin hem eli itibariyle hem de şahısları itibariyle mülkü
olduklarından «memlûk» lâfzı hepsine şâmildir. Eğer yemin eden kimse «ben bu
sözümle erkek olan kölelerimi niyet ettim, cariyeleri niyet etmedim» dese, bu
niyeti diyaneten tasdik olunur. Fakat «benim her memlüküm hürdür» ifadesinde
mükâtebleri, bir kısmı âzâd edilmiş köleleri dahil olmaz. Çünkü bunlara el
itibariyle mâlik değildir. Ancak mükâteb olan kölelerine de niyet ederse onlar
da âzâd olur.
Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse
«benim için olan her bir rıkk: Köle hürdür» dese. lâyık olan mükâtebin âzâd
olması. ümmi veledin âzâd olmamasıdır. Ancak onun da âzâdına niyet ederse, o da
âzâd olur.
Üç zevcesi olan kimse, iki zevcesi arasında
terdîd ile «şu» yahut «şu boştur» üçüncü zevcesi hakkında terdîdsiz «şu boştur»
dese, üçüncü zevcesi boş olur. İki evvelkilerden birini seçmede zevc
muhayyerdir. Azâd ile ikrar da talâk gibidir. Çünkü «ev» zikrolunan iki şeyden
birisi içindir. İki evvelkilerin aralarına idhal olunan «ev» talâkın onların
birisi için olup üçüncü de onlardan talâk kendinin üzerine vuku bulan üzere atıf
olunmakla sanki zevc iki evvelkine «sizden biriniz boştur ve şu üçüncü de
boştur» demiş olur. Üçüncü «hazihi» kelimesini ikinci üzere atıf sahih
değildir. Çünkü buna göre, tesniyeden müfred ile haber vermek lâzım gelir. Bu
da ikinci ile üçüncü için haber zikredilmediğine göre olur. Bu farz olunan
surette ikinci ile üçüncüde haber zikredip «şu boştur» yahut «şu» ve «şu
boşturlar» dese, yahut «şu hürdür» veya «şu» ve «şu hürdürler» dese, hiç biri
âzâd ve boş olmaz. Belki birinci icabı İhtiyar ederse, yalnız evvelki köle âzâd
ve yalnız evvelki zevcesi boş olur. Eğer bu İfadeyi söyleyen kimse, ikinci
icabı ihtiyar ederse, iki sonraki köle âzâd ve iki sonraki zevceleri boş olur.
Bir kimse «falan şahısla sakin olmam» diye
yemin ettikten sonra sefere gidip o şahıs yemin eden kimsenin ehliyle bir yerde
sakin olsa, İmam-ı Azam'a göre; yemini bozulur. İmam Ebu Yusuf'a göre; yemini
bozulmaz. Fetva İmam Ebu Yusuf'un kavliyle verilir.
Bir kimse, kendi kölesine «bu gece sen
gelip de hatta seni ben dövmezsem sen hürsün» deyip sonra köle gelip efendisi
onu dövmezse İmam Ebu Yusuf'a göre; yemini bozulur. İmam Muhammed (Rh.A.)'e
göre; yemini bozulmaz. Fetva İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavline göre verilir.
İmameyn (Rh.Aleyhima) sükuttan sonra olan şartın akdedilmiş yemine mülhak
olmasında ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebu Yusuf (Rh.A.) bu mülhakı sahih görmüş,
İmam Muhammed (Rh.A.) iptal etmiştir. İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavliyle fetva
verilir. Meselâ: Bir kimse komşusuna «benim zevcem dün senin yanında imiş
dediğinde o da «dün senin zevcen benim yanımda idiyse zevcem boş olsun» deyip
biraz sükut ettikten sonra ve «senin zevcenden başkası var ise de» dese bundan
sonra onun yanında başka bir kadın olduğu ortaya çıksa, bu yemini müftabih olan
kavle göre bozulmaz. Hâniyye.
İZAH
«Bir kimse «benim her memlûküm: Kölem
hürdür» dese ilh...» Bu ifadeden bâbın sonuna kadar zikredilecek meselelerin
hepsi kendilerinde tâlîk bulunmadığı için yeminden değildirler. Buna göre evlâ
olan âzâd ve talâk bâblarında zikir olunmalıydı. Fakat «şunu yaparsan şöyle
olsun» gibi bir şart takdiriyle yeminde dahil olmaları da mümkündür.
«Bu niyeti diyaneten tasdik olunur ilh...»
Yani kazaen tasdik olunmaz. Çünkü yemin eden kimse umum olan lâfızla has olan
lâfızı murad etmiştir. Eğer yemin eden «yalnız siyah olan kölelerime niyet
ettim, diğerlerine niyet etmedim» dese, ne diyaneten ne de kazaen tasdik
edilir. Çünkü lâfızda olmayan bir vasfı tahsise niyet etmiştir, halbuki umum
ancak söylenen lâfızlarda olur. Bu yüzden niyetiyle amel edilmez. Fakat yalnız
erkek olan kölelerine niyet ederse, diyaneten tasdik edilir. Zira «benim için
olan her bir memlûk» lâfzının erkek kölelerde kullanılması hakikattir. Çünkü
cariyeler için «memlüke» denilir. Fakat «memluk» kelimesi üzerine «kül: Her»
gibi umum ifade eden kelime getirildiğinde hakikat olarak cariyelere de şâmil
olur. Bundan dolayı böyle ifadelerle yalnız erkek kölelere niyet etmek zahire
muhalif olarak sahihtir. Binaenaleyh kazaen tasdik edilmez, böyle ifadelerle
yalnız cariyelerin âzâdına niyet etse, asla tasdik edilmez. Fetih.
«Çünkü bunlar o kimsenin hem eli itibariyle
hem de şahıslar itibariyle mülkü olduklarından ilh...» Yani; Kölelerin,
müdebberlerin, ümmi veledlerin hem kendileri hem de kazançları efendilerinin
mülküdür.
«Çünkü bunlara el itibariyle mâlik değildir
ilh...» Yani: Efendi mükâtebin kazancına mâlik olamaz. Buna göre mükâtebin
köleliği noksan olduğu için mutlak olan «memlûk» lâfzında dahil olmaz. Kezâ:
Bir kısmı âzâd edilmiş ve ortak olan köle de «memlûk» lâfzına dahil olmaz.
«Üç zevcesi olan kimse, iki zevcesi
arasında terdîd ile «şu» yahut «şu boştur» ilh...» Bu bâb'a münasib olan şu
misal zikredilmeliydi: Bir kimse «ben Zeyd'le yahut Amr ve Bekir'le
konuşmayacağım» diye yemin etse, Zeyd'le yahut Amr ve Bekir'le konuşursa,
yeminibozulur. Çünkü «ev» iki şeyden birisi içindir. Yemin eden kimse yalnız
Amr yahut yalnız Bekir'le konuşsa, diğeriyle konuşmadıkça yemini bozulmaz,
aksine yani «ben Zeyd ve Amr'le yahut Bekir'le konuşmayacağım» diye yemin etse,
bu takdirde Bekir'le konuşursa yahut Zeyd ve Amr'Ie konuşursa, yemini bozulur.
Çünkü «vav» cem: Birleştirmek içindir, «ev» kelimesi ise «vela» mânâsınadır.
Zira «ev» kelimesi nefyide nekreye şâmil olduğu için umum ifade eder. Nitekim
Allah-ü Teâlâ'nın:
«Onlardan (kâfirlerden) hiç bir günahkâra
ve hiç bir nanköre boyun eğme» (El-İnsan Sûresi; âyet: 24) Kavl-i keriminde
vaki olmuştur. Birinci yemin ifadesinde cem için olan vav harfiyle Amr'le
Bekir'in arasını birleştirmek vardır. Yemin eden sanki «ben Zeyd ve Amr,
Bekir'le konuşmayacağım» demiştir. İkinci yemin ifadesinde cem için olan vav
harfiyle Zeyd'le Amr'in arasını birleştirmek vardır. Yemin eden sanki «ben
Zeyd, Amr'le ve Bekir'le konuşmayacağım» demiştir.
«İkrar da ilh...» Yani: Bir kimse «Zeyd'in
benim üzerimde bin dirhemi vardır yahut Amr'in ve Bekir'in» dese beş yüz
dirhemi Bekir'in olur, geri kalan beş yüz dirhemi Zeyd'le Amr'den hangisini
ihtiyar ederse onun olur. Eğer ikrar eden kimse beş yüz dirhemi Zeyd'le Amr'den
hangisinin olduğunu açıklamadan ölürse bu beş yüz dirhemde Zeyd'le Amr ortak olurlar.
H.
«İmameyn sükuttan sonra olan şartın
akdedilmiş yemine mülhak olmasında ihtilâf etmişlerdir ilh...» Meselâ: Bir
kimse zevcesine «şu hâneye girersen boş ol» deyip biraz sükut ettikten sonra
«şu hâneye de» dese eğer ikinci hâne birinci hâneye katılırsa, zevcesi yalnız
birinci hâneye girmekle boş olmaz. Bu ifadeyi söylemekle yemini değiştirmeye de
mâlik olmaz. Zahîre. Bezzaziyye.
Velhâsılı: Müftâbih olan kavle göre ;ister
yemin edenin lehine ister aleyhine olsun mutlak surette sükuttan sonra olan şartın
daha önce yapılmış olan yemine mülhak olmamasıdır. İşin hakikatını ancak
Allah-ü Teâlâ bilir.
METİN
Bu bâbda asıl ve kaide şudur: Alış-veriş ve
icare gibi bütün hakları akid yapanla ilgili olan her bir fiil üzerine yemin
edildiğinde yemin eden kendisi yaparsa, yemini bozulur. Emrettiği şahıs
yaparsa, yemini bozulmaz.
Nikâh ve sadaka gibi bütün hakları
emredenle ilgili olan fiiller üzerine ve iare, ibra (herhangi bir şeyden beri
kılma) gibi kendilerinde dünya ile ilgili hakları olmayan fiiller üzerine yemin
edildiğinde bu fiiller gerek yemin eden gerekse vekili yapsın yemini bozulur.
Çünkü vekil müvekkilinin meramını tabir edici bir elçidir. Satma ve almada,
bizzat kendisi mübaşeret eden kimselerden olursa, yemin edenin bizzat
kendisinin yapmasıyla yemini bozulur, başkasına emretmesiyle yemini bozulmaz.
Bir şey karşılığındaki hibe de satma kabilindendir. Zahîriyye.
Selem ve ikaale de satın alma nevindendir.
Bazılarına göre; teâtî (pazarlıksız) satış da satın alma kabilindendir.
Vehbâniyye şerhi. Kiraya verme ve kiralamada da yemin edenin bizzat yapmasıyla
yemini bozulur.
Bir kimse «kiraya vermem» diye yemin etse,
halbuki kendisinin ev, dükkan gibi gelir getiren gayri menkul malı bulunup,
bunları zevcesi kiraya verip kirasını ona verse, yemini bozulmaz. Nitekim bu
gayri menkul mallarını içinde oturanlara bırakmasıyla ve oturdukları ayın kira
bedelini almasıyla da yemini bozulmaz. Fakat içinde oturmadıkları ayların
kiralarını yeminden sonra alırsa yemini bozulur. Çünkü bu kiraya vermektir.
Malı ikrardan dolayı sulhta, ortağıyla malı taksimde, husumette, büyük çocuğunu
dövmede yemin edenin bizzat kendisinin yapmasıyla yemini bozulur. başkasına
emretmesiyle yemini bozulmaz. Eğer malı inkardan dolayı sulh olursa, yemininin
fidyesi olur. Vekili ise sırf elçi olup ikinci kısımdan olacağı için kendisi
yapsa da vekili yapsa da yemini bozulur. Eğer yemini küçük çocuğunu dövmek
üzere olursa, kendisi dövdüğünde yemini bozulduğu gibi çocuğunu dövdürmeye
mâlik olduğu için vekilinin dövmesiyle de yemini bozulur. Kadı'nın dövmesi
helâl olan kimseleri dövdürmek için vekil tayın etmeye mâlik olması gibi.
İZAH
«Bu bâbda asıl ve kaide ilh...» Fetih'de
zikredilen asıl ve kaide burada zikredilenden daha açıktır. Şöyle ki: Her bir
akid ki, hakları akid yapana ait olup vekil o fiilin akdini müvekkiline nisbet
etmeye muhtaç olmaz.
Meselâ: Bir kimse «satmayacağım» yahut
«satın almayacağım» yahut «kiraya vermeyeceğim» yahut «kiralamayacağım» yahut
«maldan sulh olmayacağım» yahut «husumetten sulh olmayacağım» yahut «büyük
çocuğumu dövmeyeceğim» diye yemin etsebu işleri kendisi yaparsa, yemini
bozulur, eğer bu işleri yapmak için başkasını vekil tayin ederse, yemini
bozulmaz. Her bir akid ki, hakları akid yapan vekile ait olmayıp vekil ancak
müvekkilinin meramını ifade eden bir elçidir.
Meselâ: Bir kimse «evlenmeyeceğim» yahut
«mal karşılığında olsun veya olmasın âzâd etmeyeceğim» yahut «kitabete
kesmeyeceğim» yahut «hibe etmeyeceğim» yahut «sadaka vermeyeceğim» yahut
«vasiyet etmeyeceğim» yahut «ödünç almayacağım» yahut «kasden adam öldürmeden
dolayı sulh olmayacağım» yahut «emanet vermeyeceğim» yahut «emanet almayacağım»
yahut «iare vermeyeceğim» yahut «iare almayacağım» diye yemin etse, bu işleri
ister kendisi yapsın, ister vekil tayin etsin yemini bozulur.
Kezâ: Her bir fiil ki maslâhat ve menfaati
emredene ait olur. Meselâ: Bir kimse «kölemi dövmeyeceğim» yahut «hayvan
boğazlamayacağım» yahut «borcumu ödemeyeceğim» yahut «alacağımı almayacağım»
yahut «şu elbiseyi giymeyeceğim» yahut «şu hayvana yüklemeyeceğim» yahut «şu
elbiseyi dikmeyeceğim» yahut «bina yapmayacağım» diye yemin etse, bu işleri
ister kendisi yapsın, ister vekil tayin etsin yine yemini bozulur.
«Nikâh ve sadaka gibi ilh...» Nikâhın bütün
haklarının emredene alt olduğu acıktır. Bundan dolayı bir kimseyi evlendirmeye
vekil olan şahıs, nikâhı müvekkiline nisbet eder. Binaenaleyh mehir ve nafaka
gibi nikâhın bütün hakları müvekkilden istenir.
«Satma ve almada, bizzat kendisi mübaşeret
eden kimselerden olursa ilh...» Yani kaadı ve sultan gibi olmayıp alışverişini
devamlı veya çoğu zaman kendisi yapan kimselerden olursa, böyle bir kimse
«alışveriş yapmayacağım» diye yemin ettiğinde bizzat kendisi alışveriş yaparsa;
yemini bozulur, vekil tayin ederse, bozulmaz.
«Bir şey karşılığındaki hibe de «atma
kabilindendir ilh...» Mesela:
Bir kimse «satış yapmayacağım» diye yemin
ettikten sonra kendisine bir şey verilmek şartıyla hibe etse, yemini bozulur.
Kınye'de de böyledir. Zahiriyye'de de kesin olarak «yemini bozulur»
denilmiştir.
Bir kimse «ben şu hanemi satmayacağım» diye
yemin edip de, onu zevcesine mehir olarak verse, eğer onu mehir parasına
karşılık olarak vermişse, yemini bozulur. Fakat onun üzerine evlendiği için
vermişse, yemini bozulmaz. Sözün kısası; satışa girerse, kendisine satış hükmü
verileceği için kendisi yaparsa, yemini bozulur. Emrettiği bir şahıs yaparsa,
yemini bozulmaz. Nehir.
«Selem ilh...» Bir kimse «ben falan
şahıstan satın almayacağım» diye yemin edip de o şahısla elbise karşılığında
selem (peşin bir şey ile veresiye mal alma) yapsa, yemini bozulur. Çünkü o
şahıstan veresiye satın almıştır. Bu, Vakıat'tan naklen Bahır'da
zikredilmiştir.
«İkâale ilh...» Bir kimse «sattığımı geri
satın almayacağım» diye yemin ettikten sonra satınalan ikâale yapsa, yemini
bozulur. Nitekim bu, Bahır'da Kınye'ye nisbet edilmiştir.
Yine Bahır'da Zahiriyye'den naklen
zikredilmiştir ki: Eğer ikaale miktar veya cins itibarıyla birinci paraya
muhalif olursa, yemini bozulur. Bazıları «bu, İmameyn (Rh.A.)'in kavlidir»
demişlerdir. Fakat İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. Çünkü bu her
hal'ü kârda ikâaledir. Bunun muktazası; eğer ikaale bizzat birinci parayla
olursa, üç imamımıza göre; yemini bozulmaz. Bunun sebebi; ikaale, âkîdeyn (satan
ve alan) hakkında fesih (bozma) dır. Akîdeynden başkaları hakkında yeni bir
alışveriştir.
«Zevcesi kiraya verip ilh...» Yani isterse
zevcinin izniyle kiraya vermiş olsun, yine zevcinin yemini bozulmaz.
«Nitekim bu gayrı menkul mallarını içinde
oturanlara bırakmasıyla ilh...» Yani içinde oturanlara «oturunuz» demeksizin
onların elinde bıraksa, yemini bozulmaz. Eğer onlara «içinde oturunuz» derse,
yemini bozulur. Zira gayrimenkul mallarını içinde oturanlara bırakması kiraya
verme sayılmaz. Bahır.
«Malı ikrârdan dolayı sulhta ilh...»
Musannıf malı ikrâr etmesiyle kayıtladı. Yani müddealeyhin ikrârıyla maldan
dolayı sulh olunca satış gibi olur.
«Ortağıyla malı taksimde ilh...» Yani bir
kimse «ortağımla malı taksim etmeyeceğim» diye yemin edip malı taksim için
vekil tayin etse, yemini bozulmaz.
METİN
Eğer yemin eden kimse, üzerine yemin ettiği
şeyleri bizzat kendisi yapmayan servet ve şevket sahibi zevattan olursa yemin
ettiği şeyi bizzat kendisi yaptığında yemini bozulduğu gibi onun emriyle
başkası yaparsa, yine yemini bozulur. Çünkü yemin örfle ve yemin edenin
maksuduyla da kayıtlanmıştır. Eğer yemin eden kendi ihtiyaçlarını bazen kendisi
yapar ve bazen da başkasına yaptıran kimselerden olursa, kendisinin yapması ile
başkasına yaptırmasından hangisi daha çoksa ona itibar edilir. Bazılarına göre;
satın alınan mala itibar edilir. Eğer üzerine yemin edilen mal kıymetli
mallardan olup yemin edenin bizzat kendisinin satın aldığı mal cinsinden olursa
kendisinin satın almasıyla yemini bozulur, vekilinin satın almasıyla yemini
bozulmaz. Eğer üzerine yemin ettiği mal kıymetsiz şeylerden olursa, kendi satın
almasıyla da vekilinin satın almasıyla da yemini bozulur.
Nikâh, talâk ve âzâd gibi şeylerde yemin
edenin bizzat kendisinin yapmasıyla ve emrettiği şahıs ki gerek vekili ve
gerekse elçisi olsun üzerine yemin edilen şeyi işlemesiyle yemini bozulur.
Musannıf «emrettiği şahıs» deyip «vekili»
demedi. Çünkü ödünç almak bu neviden olup ödünçte ise vekil tayin etmenin sahih
olmadığını beyan etmek içindir. Elçiyle ödünç almak ise câizdir. Fakat
başkasını nikâh etmede ancak kendisinin mübaşeretiyle yemini bozulur. Yeminden
sonra hâneye girmeye sözü ta'lîk gibi nesne ile vâki olan talâk ve âzâdda
bizzat kendinin veya emrettiği şahsın sözüyle de yemini bozulur. Fakat bu
ta'lîk yeminden önce olursa yemini bozulmaz. Zeylai.
Hülu (mal karşılığında kadın boşama),
kitabet, kasden adam öldürmekten sulh, hibe - her ne kadar fâsid yahut bir şey
karşılığında olursa da - sadaka, ödünç verme, ödünç alma - her ne kadar hibe,
sadaka, ödünç verme ve ödünç alma kabul edilmeseler bile yemin edenin bizzat
kendisinin veya vekilinin bunları yapmasıyla yine yemini bozulur.
Köleyi dövme -bazıları «zevce de köle
gibidir» demişlerdir- güzel yapamasa bile bina yapma ve dikiş dikme, hayvan
boğazlama, emanet verme, emanet alma, iare verme, iare alma gibi fiiller
üzerine yemin edildiğinde bunları gerek yemin eden yapsın gerekse vekili yapsın
yemini bozulur, Eğer vekil sözünü elçinin kullandığı şekilde kullanırsa,
müvekkilinin yemini bozulur.
Sözünü elçinin kullandığı şekilde
kullanmazsa, müvekkilinin yemini bozulmaz. Tatarhâniyye.
İZAH
«Eğer yemin eden kimse ilh...» Yani: Her
bir akid ki, hakları akid yapana aid olan herhangi bir fiil üzerine yemin
edildiğinde yemin eden kimse bizzat o yemin ettiği şeyi işlerse, yemini
bozulur, vekili yaparsa yemini bozulmaz. Ancak yemin eden kimse servet sahibi
olup işlerini kendisi yapmazsa, bu takdirde üzerine yemin ettiği şeyi gerek
kendisi gerekse vekili yapsın, yemini bozulur. Çünkü böyle bir kimsenin işi
yapmaktan maksadı başkasına emretmesidir. Buna göre «yapmayacağım» diye yemin
ettiği şeyi başkasına yapması için emrettiğinde yeminin bozulmasının sebebi
bulunmuş olur. Yemin eden kim olursa olsun meselâ:
«Bina yapmayacağım» yahut «çamur
karmayacağım» diye âdet edinmediği bir şey üzerine yemin etse, yemini o şekilde
yapılmış olur.
Hidaye'de «yemin eden bizzat kendisinin
veya vekilinin satmamasına niyet etse, kendi aleyhine şiddetlendirdiği için
vekilinin satmasıyla da yemini bozulur. Sultan ve kaadı gibi büyük zevat bu işi
bizzat kendilerinin yapmayacağına niyet etseler sözlerinin hakikat mânâsına
niyet ettikleri için diyaneten tasdik edilir. Yanî bunların emrettiği kimseler
yemin ettikleri şeyi yaparlarsa. yeminleri bozulmaz» diye zikredilmiştir.
«Çünkü yemin örfle ilh...» Çünkü örfte
servet ve şevket sahibinin yemini hem kendisinin hem de emrettiği kimsenin
işlemesi üzere umum olarak yapılmıştır.
«Yemin edenin maksadıyla da kayıtlanmıştır
ilh...» çünkü yemin edenin maksadı zahire muhalif olmadıkça muteberdir.
«Musannıf «emrettiği şahıs» deyip «vekili»
demedi ilh...» Eğer musannıf vekâletle tabir etseydi ödünç alma bu neviden iken
ondan çıkmış olurdu. Ödünç alma da vekil tayinetmenin câiz olmaması, vekil olan
kimsenin ödünç verecek kimseye «bana şu kadar ödünç ver» deyip mülkü ancak
kendisine isbat edeceği içindir, bu ise bâtıldır. Fakat vekil ödünç alınacak
malı müvekkiline isnad ederek «filan şahıs senden şu kadar şey ödünç istiyor»
yahut «filan şahsa şu kadar ödünç ver» derse bu elçilik ve emir olur, vekâlet
olmaz.
İmam Zeylaî «vekâletle elçilik arasındaki
farkı şöyle izah etmiştir: Vekâlette mücerred vekâlet akdiyle borç, ödünç alan
müvekkilin zimmetinde vâcib olmayıp bilâkis ,onu teslim almakla vâcib olur.
Ödünç alınan meblağ başkasının mülkü olduğu için vekile onu teslim almakla
müvekkilin emretmesi de sahih değildir. Ama ödünç alınan şeyde elçilik
sahihtir. Zira elçi ifade eden olup ifade gönderenin mülkü olduğu için elçisine
kendi mülkünde tasarrufla emretmiş olur. Fakat bir kimsenin kendi malını
başkasına ödünç vermek veya başkasından ödünç aldığı malı kendisi namına teslim
almak için vekil tayin etmesi sahihtir.» demiştir.
Ben derim ki: ödünç vermesi veya verilen
ödüncü teslim alması için vekil tayin edilmesi sahihtir. Fakat ödünç alması
için vekil tayini sahih değildir. Hatta elçi ödünç verene «filan şahıs senden
şu kadar şey ödünç istiyor» diyerek ödünç alınan şeyi emredene isnad etmelidir
ki mülk emredenin olsun, aksi takdirde mülk emredilenin olur. Bu, yalnız ödünç
alınan şeye mahsus değildir. Nikâh ve iare alma da böyledir.
«Nikâh ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben
evlenmeyeceğim» diye yemin etse, sonra gerek kendisi gerekse vekil tayin ettiği
şahıs nikah akdi yapsa, yemini bozulur. Kezâ: Bir kadın «evlenmeyeceğim» diye
yemin edip cebretmeye velâyeti olan bir kimse onu cebren evlendirse lâyık olan
yeminin bozulmamasıdır. Nitekim «evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimse mecnun
olsa veya bunamış olsa do babası onu evlendirse yemini bozulmaz.
«Fakat başkasını nikâh etmede ilh...» Yani:
Bir kimse «başkasını evlendirmeyeceğim» diye yemin etse, ancak kendisinin
evlendirmesiyle yemini bozulur. Bu yemin, büyük çocuğuyla başkası hakkında
yapıldığı takdirdedir. Çünkü bir kimse «kölemi veya cariyemi evlendirmeyeceğim»
diye yemin etse, ister kendisi evlendirsin ister vekil tayin ederek evlendirsin
isterse cariye veya köle evlendiklerinde onlara icazet versin yemini bozulur.
Çünkü bunların evlenmeleri efendilerinin isteğine bağlıdır. Kezâ bir kimse
küçük oğlunu yahut küçük kızını evlendirmeyeceğine dair yemin etse, gerek kendi
evlendirsin gerekse bunları evlendirmek için vekil tayin etsin yine iki surette
de yemini bozulur. Fakat büyük oğlunu veya büyük kızını evlendirmeyeceğine dair
yemin etse, bizzat evlendirirse yemini bozulur, bunları evlendirmek için vekil
tayin etse, yemini bozulmaz.
«Kasden adam öldürmekten sulh ilh...» Yani:
Bir kimse «kasden adam öldürmekten sulh olmayacağım» diye yemin edip sonra
tayin ettiği vekili sulh olsa, yemini bozulur. Davalı inkâr ederse, ondan sulh
olmaya da vekil tayin edip vekili sulh olursa. yine yemini bozulur. Çünküdavalı
hakkında inkârdan dolayı sulh olmak yeminin fidyesidir, davalının vekili yalnız
elçidir. Sükût da inkâr gibidir. Fakat davacı, vekil tayin etse, mutlak surette
yemini bozulmaz. İnkâr, gerek malı inkâra, gerek kasden adam öldürmeyi inkâra
ve gerekse başka inkârlara, gerek kasden adam öldürmeyi inkâra ve gerekse başka
inkârlara da şâmildir.
«Hibe ilh...» Bir kimse «mutlak surette
hibe etmeyeceğim» yahut «muayyen bir şeyi hibe etmeyeceğim» yahut «muayyen bir
şahsa hibe etmeyeceğim» diye yemin edip de hibe etmesi için bir kimseyi vekil
tayin etse hibe gerek sahih olsun gerek olmasın, kendisine hibe edilen zat
gerek kabul etsin gerek kabul etmesin, kendisine hibe edilen zat gerek teslim
alsın gerek almasın yemini bozulur. Çünkü yemin eden kimse kendisine ancak
yapabileceği şeyi lâzım kıldı, bundan daha ziyadesini yapamaz. Muhit'te
zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben kölemi filan şahsa hibe etmeyeceğim» diye
yemin edip sonra bir mal karşılığında kölesini ona hibe etse, yemini bozulur.
Çünkü bu, sıyga ve lâfız itibariyle hibedir.
Tatarhaniyye'de «Bir kimse «filan şahıs
kölesini bana hibe ederse, zevcem boş olsun» deyip de sonra o şahıs kölesini
kendisine hibe ettiği halde köleyi kabul etmese, yemini bozulur.» diye
zikredilmiştir.
«Bir şey karşılığında olursa da ilh..,»
Yani: «Hibe etmeyeceğim» diye yemin eden kimse bir şey karşılığında kendisi
hibe ederse yemini bozulur, vekili hibe ederse, yemini bozulmaz. Çünkü bir şey
karşılığında yapılan hibe satışa girdiği için vekilinin yapmasıyla yemini bozulmaz.
«Sadaka ilh...» Yani: Yukarda geçtiği üzere
sadaka da hibe gibidir. İbn-i Vehban zikretmiştir ki: Bir kimse «sadaka kabul
etmeyeceğim» diye yemin edip de sadakayı kabul etmesi için vekil tayin etse,
yemini bozulur, bozulur, vekili hibe ederse, yemini bozulmaz. Çünkü bir şey
karşılığında kire hibede bulunsa veya «ben hibe etmeyeceğim» diye yemin edip de
bir zengine tasaddukta bulunsa, layık olan birinci surette yeminin
bozulmasıdır. Çünkü itibar mânâyadır. İkinci surette yeminin bozulmasıdır.
Çünkü zengine verilen sadaka ile bazen sevap kasd edildiği için istihsanen
bundan dönmek mümkün değildir. Bu iki surette lafza itibar edilerek aksine -
yani «tasadduk etmeyeceğim» diye yemin edip hibe ettiğinde yemini bozulmaz.
«Hibe etmeyeceğim» diye yemin edip de zengine tasadduk ettiğinde yemini
bozulur- olmaları da muhtemeldir.
«Köleyi dövme ilh...» Meselâ: Bir kimse
«kölemi dövmeyeceğim» diye yemin etse, ister kendisi dövsün isterse vekili
dövsün yemini bozulur. Çünkü köleyi dövmekten maksad efendisinin emrine itâat
etmesidir. Bu ise efendiye aittir, büyük çocuğu dövmekten maksad onu
edeplendirmek olduğu için çocuğun kendisine aittir. Bu yüzden bir kimse «büyük
çocuğumu dövmeyeceğim» diye yemin ettiğinde kendisi döverse, yemini bozulur,
vekilidöverse, bozulmaz. Ama küçük çocuk köle gibidir.
«Zevce de ilh...» Bazıları «zevce de köle
gibidir.» Bazıları da «çocuk gibidir» demişlerdir.
«Güzel yapamasa bile bina yapma ve dikiş
dikme ilh...» Meselâ:
Bir kimse «ben şu elbiseyi dikmeyeceğim»
veya «şu duvarı yapmayacağım» diye yemin edip sonra bunu yapması için başkasına
emretse, gerek yemin eden bunu güzelce yapsın gerekse yapmasın yemini bozulur.
Hâniyye.
Ben derim ki: Bundan anlaşılan: Yemin eden
kimse külfet ve meşakkatle bizzat kendisi yapsa yine yemininin bozulmasıdır.
Kezâ: Bir kimse «sünnet olmayacağım» yahut
«başımı tıraş etmeyeceğim» yahut «dişimi çekmeyeceğim» gibi âdet olarak bizzat
insanın kendisinin yapmadığı veya yapması ancak büyük meşakkatle mümkün
olabilecek bir fiil üzerine yemin etse, bu yemini bizzat kendisinin yapması
üzerine edilmîş olmayıp emrettiği şahsın yapması üzerine edilmiş olur. Çünkü
böyle ifadelerin hakikat mânâsı âdet olarak terkedilmiştir.
Bir kimse zevcesine «şu kabı yıkamazsan boş
ol» deyip o kabı zevcesinin emriyle kadının hizmetçisi yıkasa, eğer o kabı
yıkamak yalnız zevcesinin âdeti ise boş olur, eğer yalnız hizmetçisi yıkıyorsa
zevci de bunu bilirse, boş olmaz. Eğer o kabı bazen zevcesi bazen da kadının
hizmetçisi yıkıyorsa, zahir rivayete göre boş olur. Ancak zevc, zevcesinin hizmetçisine
yıkamayı emretmesini niyet ederse, boş olmaz. Bu, Nevazil'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir. Teemmül et!
«Hayvan boğazlama ilh...» Meselâ: Bir kimse
«mülkümde olan koyunu boğazlamayacağım» veya «hiç bir şey emanet vermeyeceğim»
diye yemin etse, bunu gerek kendisi, gerekse vekili yapsın menfaati kendisine
ait olduğu için yemini bozulur.
Kezâ: Bir kimse «Zeyd'e iare vermeyeceğim»
diye yemin etse, sonra Zeyd o kimseye bir şahsı gönderip iare alsa, yemini
bozulur. Çünkü Zeyd'in gönderdiği şahıs elçi olup yapmış olduğu iş müvekkiline
nisbet edilir. Buna göre ödünç almaya vekil olan gibi olur. Hâniyye.
Cemü't-Tefârîk'de «yeminin bozulması İmam
Züfer (Rh.A.)'in kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir, İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)
muhaliftir.» diye zikredilmiştir.
«Eğer vekil sözünü elçinin kullandığı
şekilde kullanırsa, müvekkilinin yemini bozulur ilh...» Meselâ: Bir kimse «iare
almayacağım» diye yemin edip sonra iare alması için vekil tayin etse, vekil
kendisinden iare alınacak şahısa «filan kimse senden şu şeyi iare istiyor»
derse, müvekkilinin yemini bozulur. Eğer «şu şeyi bana iare ver» derse,
müvekkilinin yemini bozulmaz. Zira, bu takdirde o şeyin menfaati emredene ait
olmayıp kendisine ait olmuş olur. Vekilin yaptığı işi müvekkiline nisbet etmesi
tâzımdır. Nitekim vekâlet bahsinde gelecektir.
METİN
Borcunu ödeme, alacağını alma, kisve:
Elbise -kefen örfte giydirme olmadığı için kisveden değildir. Ancak örtme murad
edip mülk edindirme murad etmezse, kefen de kisveden sayılır- yükleme gibi
filler üzerine yemin edildiğinde yemin eden kimse, bunları kendisi veya
emrettiği şahıs yaparsa, yemini bozulur. Bahır'da yemin eden kimsenin veya
emrettiği şahsın yapmasıyla yeminin bozulduğu yerlerin kırktan ziyade olduğu
zikredilmiştir.
Nehir'de, Vehbaniyye şarihi Abdülberr'den naklen
zikredilmiştir ki: Vekilin fiili ile yeminin bozulmadığı yerler az olduğu için
pederim onları nazımla beyan ederek geri kalanlarda yeminin bozulduğuna işaret
etmiştir: Satma, satın alma, maldan sulh, husumetten sulh, kiraya verme,
kiralama, oğlunu dövme, kısmet (taksim etme). Bunlar üzerine yemin edildiğinde
yemin eden kimsenin yemini vekilinin bunları yapmasıyla bozulmaz. Bunlardan
başkalarında vekilinin yapmasıyla da yemini bozulur.
Satma, satın alma, kiraya verme, dikiş
dikme, kuyumculuk etme, bina yapma gibi kendisinde naib ve vekil tayin etmek
geçerli ve mümkün olan fiil üzerine dahil olan «lâm» k yani fiille beraber olan
«lâm» meselâ: Bir kimse, bir şahsa «ben senin için elbise satarsam, şöyle
olsun» diye yemin ettiğinde yemininin bozulması, üzerine yemin ettiği şahsın
yemin eden kimseye satma işini emretmesini ve onu vekil tayin etmesini
gerektirir. Çünkü «tâm» ihtisas için olduğundan satma işini o şahsa mahsus
kılar. Yani «senin için elbise satarsam şöyle olsun» diye üzerine yemin ettiği
şahsın yemin eden kimseye «benim için şu elbiseyi sat» diye emretmesi ve onu
vekil tayin etmesi lâzımdır.
Bir kimse, bir şahsa «ben senin için elbise
satarsam yani senin emrinle satarsam şöyle olsun» deyip sonra onun emri
olmaksızın elbise satarsa, vekâlet bulunmadığı için gerek o elbise onun mülkü
olsun gerek mülkü olmasın yemini bozulmaz. Fakat yemîn eden «ben sana mahsus
olan elbiseyi satarsam. şöyle olsun» derse, bu surette elbisenin muhatabın
mülkü olması lâzımdır. Nitekim yakında gelecektir.
Eğer «tâm» ayn yani zat üzerine dahil
olursa -meselâ: İn bi'tü sevben leke: «Ben sana mahsus olan elbiseyi satarsam»
gibi.- yahut yeme, içme, girme. çocuğu dövme gibi niyâbet ve vekâlet kabul
etmeyen fiil üzerine dahil olursa, «lâm» in duhulu, üzerine yemin edilen aynın,
muhatabın mülkü olmasını gerektirir. Çünkü lâm ihtisas içindir.
«Sana mahsus olan elbiseyi satarsam, şöyle
olsun» diye yemin eden kimse, kendisi için yemin ettiği şahsın mülkü olan
elbiseyi onun izni olmaksızın satarsa, yemini bozulur. Bu suret, ayn olan elbisenin
üzerine «lâm» ın dahil olmasının nazîridir. Bu ifadenin mânâsı: «Senin mülkün
olan elbiseyi satarsam» takdirindedir. Fakat «lâm» ın niyabet ve vekâlet kabul
etmeyen fiil üzerine dahil olmasının misalini, musannıf yine böyle «lâm» ın
takdimiyle «senin taamını yer» veya «suyunu içersem şöyle olsun» derse, taam ve
suyun muhatabınmülkü olmasını gerektirir» kavliyle zikir ve beyan etmiştir.
Binaenaleyh «lâm» ın fiile yakın olmasında mülkiyet şart olunca «lâm» ın ayn
(zat) a yakın olmasında mülkiyetin şart olması evleviyette kalır. Nitekim «ben
sana mahsus olan taamı yersem. şöyle olsun» ifadesinde mülkiyet gerekli olduğu
gibi. Çünkü bunda «lâm» isme fiilden daha yakındır. Yakın olma ise tercih
sebeplerindendir. Fakat çocuğu dövmede mülkün hakikati düşünülemez. Belki
burada çocuğun yemin edene mahsus olması murad olunur. Eğer yemin eden kimse
«in bi'tü sevben leke» ifadesiyle «senin için elbise satarsam» mânâsını murad
etmeyip «in bi'tü leke sevben» diyerek «sana mahsus olan elbiseyi satarsam»
mânâsını murad ederse, kendi üzerine şiddetli olan şeyde kazaen ve diyaneten
tasdik olunur. Kendi lehine olan şeyde yalnız diyaneten tasdik olunur. Yukarda
geçtiği üzere yemin keffâreti kul tarafından istenilmediği için Allah-ü
Teâlâ'ya yapılan yeminde kâza ile diyanet arasında fark yoktur.
İZAH
«Borcunu ödeme, alacağını alma ilh...»
«Borcumu ödemem» diye yemin eden kimsenin gerek kendisi gerekse vekili ödesin
yemini bozulur. «Bugün ben alacağımı almayacağım» diye yemin eden kimsenin
gerek kendisi gerekse vekili alsın yemini bozulur. Eğer daha önce vekil tayin
etmiş olup yemininden sonra vekili alırsa, yemini bozulmaz.
Kadıhan'da «lâyık olan yemininin
bozulmasıdır. Nitekim nikâhta olduğu gibi» denilmiştir. Nehir.
«Kisve ilh...» Bir kimse «elbise
giymeyeceğim» yahut «mutlak surette giydirmeyeceğim» yahut «şu elbiseyi
giymeyeceğim» yahut «şu şahsa elbise giydirmeyeceğim» diye yemin etse, bunları
gerek kendi gerekse vekili yapsın yemini bozulur. Tamamı Nehir'dedir.
«Kefen örfte giydirme olmadığı için
kisveden değildir ilh...» İare de kefen gibidir. Meselâ: Bir kimse «ben şu
şahsa elbise giydirmeyeceğim» diye yemin edip, o şahıs öldükten sonra onu
kefenlese veya ona bir elbise iare verse yemini bozulmaz. Çünkü giydirme ile
murad, elbiseyi başkasına mülk olarak vermekten ibarettir. Bir elbise mülk
olmak üzere ölüye verilmez. Ancak yemin eden kimse giydirmekle örtmeyi murad
ederse, yemini bozulur. Bu Siraciyye'den naklen Vehbaniyye şerhinde
zikredilmiştir.
«Yükleme ilh...» Bir kimse «Zeyd'in
eşyasını yükleyip taşımayacağım» diye yemin etse, vekilinin yapmasıyla yemini
bozulur.
«Bahır'da yemin eden kimsenin veya
emrettiği şahsın yapmasıyla yeminin bozulduğu yerlerin kırktan ziyade olduğu
zikredilmiştir ilh...» Bunlar: Yıkma, kesme, öldürme. şirket, zevceleri ve
küçük çocuğu dövme, şüfayı teslim etme, izin verme, nafaka verme, vakfetme,
kurban kesme hapsetme kaadı ve sultana nisbetle tazir etme, haccetme, vasiyet
etme, havale etme, kefil olma, kaadılık verme, şehadet etme, ikrar etme,
tevliyet gibi.
Ben derim ki: Burada meseleler kırk dört
olmuştur. Zâhir olan bu nevin meseleleri kırk dörde münhasır değildir. Pişirme,
süpürme, tıraş olma, hizmetçi tutma gibi hissî (şer'i olmayan) fiiller de bu
nevidendir.
«Fiile yakın olan «lâm» ilh...» Yani fiil
ile mefulu arasına giren «lâm» dır: «İn bi'tü leke sevben: Senin için elbise
satarsam» denilmesi gibi. «Fiile yakın olan «lâm» » ifadesi ile «in bi'tü
sevben leke: Sana mahsus olan elbiseyi satarsam» gibi mefulden sonra gelen
«lâm» dan ihtiraz edilmiştir. Eğer musannıf Dürer sahibinin ve diğerlerinin
tâbir ettiği gibi «fiile taalluk eden «lâm» » diye tâbir etseydi, daha iyi
olurdu. Fakat Kenz sahibine ve diğerlerine tâbi olarak bundan sapmıştır.
«Kendisinde naib ve vekil tayin etmek
geçerli ve mümkün olan «lâm» ki ilh...» Bilindiği üzere fiil iki kısımdır:
Satma, satın alma gibi kendisinde niyâbet ve vekâlet mümkün olur veya yeme,
içme gibi kendisinde niyâbet vekâlet ihtimali olmaz. Buna göre; «lâm», ya «in
bi'tii leke sevben: Senin için elbise satarsam» terkibinde olduğu gibi fiile
dahil olur ya da «in bı'tü sevben leke: Sana mahsus olan elbiseyi satarsam»
terkibinde olduğu gibi ayn (zat)a dahil olur. Binaenaleyh «lâm» kendinde
niyâbet ve vekâlet imkanı olan fiile dahil olduğunda fiile mâlikiyet ifade
eder. Ayn (zat)a dahil olduğunda ayn (zat)a mâiikiyet ifade eder.
«Çünkü «lâm» ihtisas için olduğundan
ilh...» Yani: «Lâm» ın ihtisas için olması ki satış fiilinin tâmın dahil olmuş
olduğu muhatab kâfına izafetini ifadesi ancak muhatabın vekil tayin etmesini
ifade eden emriyle gerçekleşir. Yani üzerine yemin edilen muhatabın yemin edene
«satışı benim için yap» diye emretmesi tâzımdır. Hatta muhatab yemin edenin
elbiselerinin arasına kendi elbisesini yemin edenden habersiz gizleyip yemin
eden de onu satsa, yemini bozulmaz, Çünkü yemin eden muhatabın emriyle
elbisesini satmamıştır.
T E N B İ H : Hâniyye'de zikredilmiştir ki:
Muhatabın emretmesi şart değildir. Hatta yemin eden kimse, muhatabın gerek emri
olsun ve gerek olmasın onun için satmayı kasdettiğinde yemini bozulur. Bahır'da
bu, hıfzedilmesi vâcib olan meselelerdendir.
Ben derim ki: Telhîsû'l-Câmi' şerhindeki
mesele bunu te'yîd eder. Şöyle ki: Bir kimse, Zeyd'e «senin için elbise
satarsam kölem hür olsun» deyip niyeti de bulunmasa, sonra Zeyd bir şahsa
elbîse verip «bunu yemin eden kimseye ver benim için satsın» deyip o şahıs da
yemin eden kimseye verip «bu elbiseyi benim îçin sat» dese yemin eden kimse o
elbisenin Zeyd'e aid olduğunu bilmeyerek satsa, yemini bozulmaz. Çünkü «senin
için elbise satarsam» ifadesindeki satma fiilinin Zeyd'e mahsus olması
lâzımdır. Bu da Zeyd'in yemin edene emretmesi veya yemin eden kimsenin o
elbiseyi Zeyd'in namına sattığını bilmesi ile olur, gerek o elbise Zeyd'in
olsun gerekse başkasının olsun.
«Bir kimse, bir şahsa «ben senin için
elbise satarsam» ilh...» Muhıt'te zikredilmiştir ki: Birkimse bir şahsa «ben
senin için satarsam şöyle olsun» deyip sonra o şahsın emriyle gerek o şahsın
malı olsun gerekse başkasının malı olsun satarsa yemini bozulur. Bahır.
«Çünkü lâm ihtisas içindir ilh...» Yani:
«Lâm» ayn (zat). veya vekâlet ve niyâbet kabul etmeyen fiil üzerine dahil
olursa, ayn (her hangi bir şey) ın muhataba mahsus olmasını gerektirir.
İhtisâsın kemâli ise mülk ile olur. Buna göre; «lâm» ın dahil olduğu şeyin
muhatabın mülkü olması lâzımdır. Fakat mülk, hakikî ve hükmî olmak üzere iki
kısımdır. Çünkü çocuğa hakikaten mâlik olunmaz. Nitekim buna şârih işaret
etmiştir.
Bundun dolayı Fetih'te zikredilmiştir ki:
Bir kimse «ben filan şahsın hânesine girmem» diye yemin etse, o şahsın oturduğu
hâneye girerse -oturduğu hâne gerek o şahsın mülkü olsun gerek kirayla oturduğu
yer olsun gerekse âriyet olarak oturduğu yer olsun- yemini bozulur. Çünkü «ben
filan şahsın hânesine girmem» ifadesinin mânâsı «ben filan şahsın oturduğu yere
girmem» demektir. Teemmül et!
METİN
Bir kimse «ben bu köleyi satar veya satın
alırsam hür olsun» deyip sonra yemin eden satıcı veya satın alıcı muhayyerliği,
kendi nefsi için kılarak o köle üzere alış - veriş akdini yapsa, şart bulunduğu
için yemini bozulur. Eğer muhayyerliği satıcı veya alıcı kendi nefsi için
kılmayıp yani satıcı, alıcı için veya alıcı, satıcı için kılarsa -esah olan
kavle göre;
her ne kadar sonra icazet verilirse de-
yemini bozulmaz. Nitekim bir kimse «ben filan köleye mâlik olursam, hür olsun»
dese, sonra o köleyi hıyar-ı şartla satın alsa, İmam-ı Azam'a göre; hıyar-ı
şart, satılan malın satın alanın mülküne girmesine mani olduğundan bu köle
hıyar-ı şartla
o kimsenin mülkü olmadığı için âzâd olmaz.
Satma suretinde muhayyerlikle
kayıtlanmıştır. Çünkü «ben filan köleyi satarsam hür olsun» deyip sonra
muhayyer olmaksızın sahih satışla satarsa, köle âzâd olmaz. Zira kölenin mülkü
elinden çıkmıştır ve şart gerçekleştiği için yemin de çözülmüştür. Zeylaî.
Satın alma da satma gibidir. «Ben bu köleyi satar veya satın alırsam hür olsun»
meselelerinde yemin eden, fâsid veya mevkûf (durdurulmuş) olarak satar veya
satın alırsa, yemini bozulur. Fakat bâtıl olarak satma veya satın almada - her
ne kadar satın alan satılan malı teslim alırsa da - mülk olmadığı için yemini
bozulmaz.
«Ben köle alırsam âzâd olsun» diyen kimse
bir müdebberi veya mükâtebi satın alsa, yemini bozulmaz. Ancak müdebber
hakkında kaadının satılmasına icazetiyle yani satışının câiz olduğuna
hükmederse, yemini bozulur, sanki kaadının hükmüyle satmaya münafi olan tedbir
zail olmuştur. Mükâtebe gelince kendinin icazetiyle yani kitabetini bozmakla
sanki satın almaya münafi olan kitabet kalkmış olup akid tamam olmuş olur da
yine satın alanınyemini bozulur.
FER'İ MESELE: Bir kimse cariyesine «senden
bor şey satarsam hürsün» deyip sonra onun yarısını kendisinden çocuğu olan
zevcine satsa veya kendi babasına satsa efendinin âzâdı vaki olmaz. Eğer efendi
bu cariyeyi başkasına satarsa efendinin âzâdı vaki olur. Zikrolunan fark
Zahiriyye'de yazılıdır.
Yukarda geçen surette fâsid satışla yeminin
bozulmasının kayıdlanması: Bir kimsenin «ben hiç bir kadınla evlenmeyeceğim»
veya «şu kadınla evlenmeyeceğim» diye yemin etmesi sahih olan kavle göre; ancak
sahih akidle evlenme suretine kasrolunur, fâsid evlenmeye şamil olmaz.
Kezâ: «Ben namaz kılmayacağım» yahut «oruç
tutmayacağım» yahut «haccetmeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu yemin ancak
bunların sahih olanları üzerine yapılmış olur. Çünkü bunlardan maksud olan
sevap, nikâhtan maksud olan helâl olmasıdır. Sevap ile helâl olma fâsid ile
hasıl olmaz. Buna göre; yemin fâsid ile çözülmez. Fakat alışveriş bunlar gibi
değildir. Çünkü alışverişten maksud olan mülk edinme olduğu için teslim
alındığı surette fâsid alışveriş ile de mülk sabit olur. Hibe, icare de
alışveriş gibidir. Bunların fâsidleriyle de yemin bozulur. Eğer yukarda geçen
nikâh, oruç, namaz ve haccın hepsi hakkında yemin «ben evlenmedim» veya «oruç
tutmadım» gibi mazi sıygasıyla olursa, bu yemin sahih ile fâsidin ikisinin de
üzerlerine yapılmış olur. Çünkü mazi sıygasıyla ihbar kasdolunur, helâl olma ve
sevap kasdolunmaz. Mücerred isim sahih olana da fâsid olana da ıtlak olunur.
Eğer yemin eden «benim muradım sahih akidle evlenmekti» derse, bu sözünde
tasdik olunur. Çünkü bu nikâh kendisinin üzerine hükümler terettüb eden
nikâhtır. Bedayı.
İZAH
«Şart bulunduğu için ilh...» Yani; köleye
mâlik olma mevcuttur. Çünkü satıcının muhayyer olması satılan malı ittifakla
mülkünden çıkartmaz. Satın alanın muhayyerliği ise satılan malı kendi mülküne
sokmaz. Bu, İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göredir.
İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre ise; satılan mal
her ne kadar satanın mülkünden çıksa bile satın alanın mülküne girmez. Fakat
şarta talîk edilen şey şart bulunduğunda müneccez (doğrudan doğruya âzâd
edilmiş) gibi olur da sanki yemin eden kimse köleyi satın aldıktan sonra «sen
hürsün» demiş gibi olur.
«Yemin eden, fâsid ilh...» Meselâ: Bir
kimse, kölesine «ben seni satarsam, hür ol» deyip sonra onu fâsid satışla
satarsa, eğer satanın elinde yahut satın alanın elinde fakat ondan emanet veya
rehin suretiyle uzak bulunursa, âzâd olur. Çünkü kölenin mülkü satandan zail
olmamıştır. Eğer köle satın alanın elinde mevcut veya bizzat ödenmesi lâzım
olarak gaib bulunursa, âzâd olmaz. Çünkü satış akdiyle köle, satanın mülkünden
çıkmıştır.
Bir kimse «ben şu köleyi satın alırsam, hür
olsun» deyip sonra onu fâsid olarak satın alsa, eğer köle satanın elinde
bulunursa, âzâd olmaz. Çünkü köle henüz satanın mülkünde bulunmaktadır. Eğer
satın alanın elinde ise yani alışveriş yapılırken köle orada mevcut ise âzâd
olur. Çünkü alışverişten hemen sonra satın alan onu teslim almış olup ona mâlik
olmuştur. Eğer köle alışveriş yapılırken odasında veya gasbedilmiş olup
ödenmesi lâzım gelen olursa, âzâd olur. Çünkü satın alan bizzat satın almakla
ona mâlik olmuştur. Eğer köle emanet verilmiş olur veya rehin gibi başka bir
şeyle ödenmesi lâzım gelirse, âzâd olmaz. Çünkü satın alan alışverişten sonra
onu teslim almamıştır. Bedayı.
«Mevkûf ilh...» Yani bir kimse «ben şu
köleyi satarsam, hür olsun» deyip sonra onu gaib olan bir şahsa satıp o şahsın
yerine fuzuli kabul etse veya «ben köle satın alırsam hür olsun» deyip
fuzuliden bir köle satın alsa, satın almakla yemini bozulur.
Telhisü'l-Cami'de «fuzuliden satın
almasıyla yahut şarapla satın almasıyla yahut hıyar-ı şartla satın almasıyla
yemini bozulur. Çünkü alışverişin' kendisi, sıfatında olan bir noksanlıktan
dolayı bozulmaz» denilmiştir.
Telhisü'l-Cami'nin şarihi olan Farisî
«yeminin bozulmasının şartı olan alışveriş ehlinden ve yerinde vaki olmakla -
her ne kadar fuzulîden safın alındığında mâlikinden zararı gidermek için,
şarapla satın alındığında alışveriş fâsid olduğu için, hıyar-ı şartla satın
alındığında muhayyerlik için mülk sâbit olmasa bile- bulunmuştur. Mülkün derhal
sâbit olması, alışverişin sıfatındandır. Yoksa zatından değildir. Çünkü Araplar
«bey'i lâfzını: malı malla değişmek» için vazetmişlerdir. Halbuki Arapların
okuma yazma bilmeyenleri alışverişin hükümlerini, sahih olanını ve fâsid
olanını bilmezler. Alışverişin bizzat kendisi bulunduğu takdirde sıfatındaki
bir eksiklik zarar vermez» demiştir.
«Batıl olarak ilh...» Yani: Bir kimse «ben
köle satın alırsam hür olsun» deyip sonra leş veya kan ile köle satın alsa
yemini bozulmaz. Malı malla değişme olan alışverişin rüknü bulunmamıştır.
Bundan dolayı satılmak istenen köleye mâlik olamaz. Fakat köleyi şarap veya
domuzla satın alsa yemini bozulur. Çünkü şarapla domuz İnsanlardan bazıları
hakkında kıymetli maldır. Ancak şarap veya domuz ile mal satın onandığında
alışveriş fâsid olur. Çünkü teslim edemeyeceği bir şeyi alışverişte şart
kılmıştır.
Alışverişin bâtılını fâsidinden ayırmanın
kâidesi: Satılan mal ile ona karşılık olarak verilen semen (kıymet, baha) den
birisi dinlerden herhangi bir dinde mal olmazsa alışveriş bâtıl olur.
Boğazlanmadan kendiliğinden ölmüş hayvanı, kanı ve hür kimseyi satma gibi. Eğer
dinlerin bazısında mal olup, bazısında mal olmayıp ve kendisini semen itibar
etmek mümkün olursa meselâ: Köleyi şarap karşılığında veya aksiyle yani şarabı
köle karşılığında satma gibi işte bu alışveriş fâsiddir.
«Zikrolunan fark Zahiriyye'de yazılıdır
ilh...» Yani: Bir kimse cariyesine «senden bir şey satarsam hürsün» deyip sonra
cariyenin yarısını kendisinden çocuğu olan zevcine satsa veya cariyeyi kendi
babasına satsa cariyenin kocasından çocuğu olması ve cariyenin babasından
nesebinin sabit olması efendisinin «senden bir şey satarsam hürsün» talîkinin
üzerine mukaddem olduğu için efendinin âzâdı vaki olmaz. Fakat efendisi bu
cariyeyi başkasına satarsa, bunda sebeb mukaddem olmadığı için efendinin âzâdı
vaki olur.
«Buna göre; yemin fâsid ile çözülmez
ilh...» Yani: Bir kimse «evlenmeyeceğim» diye yemin edip fâsid olarak evlense
veya «namaz kılmayacağım» diye yemin edip namaz kılarken namazı fâsid olsa,
yemini bozulmaz. Sonra sahih olarak nikâh akdini yapsa veya sahih olarak namazı
iade etse yemini bozulur.
«Hibe, icare de alışveriş gibidir ilh...»
Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «hibe etmeyeceğim» diye yemin edip sonra
taksim edilmeyecek bir şey hibe etse, yemini bozulur. Nitekim Zahiriyye'de de
böylece zikredilmiştir. Bundan malum oldu ki fâsid hibe de sahih hibe gibidir.
Gizli değildir ki icare de alış veriş gibidir. Yani icarede menfaat satılır.
METİN
Bir kimse «ben şu köleyi satmazsam, şöyle
olsun» deyip sonra onu âzâd veya mutlak surette tedbire kesse veya cariyesini
ümm-i veled kılsa, satmaya mahal olmamakla şart tahakkuk ettiği için yemini
bozulur. Hatta bir kimse kölesine «seni satmazsam, hür ol» deyip sonra onu
tedbire kesip veya ümm-i veled kılsa, âzâd olur. Ümm-i velud kılınan cariyenin
- Allah'a sığınırız - mürted olup dar-ı harbe gidip sonra esir alınarak
köleliğin tekrarına itibar edilmez. Çünkü bu farz edilen suret mevhum olan bir
şeydir. «Şu köleyi satmazsam, şöyle olsun» diye yemin eden kimse, o köleyi
mukayyed olarak tedbire kesse, yemini bozulmaz.
Bir kimseye zevcesi asen benim üzerime
evlenmişsin» deyip o da «benim için olan her bir kadın boş olsun» dese,
zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi de boş olur. İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'tan «zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi boş olmaz» diye rivayet
edilmiştir. İmam Serahsî bu kavli sahih görmüştür,
Câmi-i Kadıhan'da «bu kavli
meşayıhlarımızdan çoğu almışlardır» diye yazılıdır.
Zahire'de «bu sözü, zevc gazab halinde
söylemişse, zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi de boş olur. Gazab
halinde olmazsa, boş olmaz.» denilmiştir.
Bir kimseye «bu zevcenden başka zevcen var
mıdır?» diye sorulduğunda «benim için olan her bir kadın boş olsun» dese,
kendisine işaret olunan zevcesi boş olmaz. Çünkü «bu zevcenden başka» kavlinin
bu işaret olunan kadına ihtimali olmadığı için «benim için olan her bir kadın»
ifadesinin altına girmemiştir. Ama birinci ifadedeki «benim için olan her bir
kadın boş olsun» sözü. hem zevcinin yemin etmesine sebeb olan kadına hem de
başkakadınlara şâmil olur.
Yemini muhafaza etmeye, mahal olan şeyin
fevti ile yeminin bozulması üzerine teferru eden meselelerdendir.
Bir kimse zevcesine «şu şeyi şu kabın içine
dökmezsen boş ol» deyip sonra zevcesi o kabı kırsa yahut zevcesine «şu
güvercini tutup bana getirmezsen boş ol» deyip sonra güvercin uçsa, zevcesi boş
olur.
Bir kimse, mahrem(nikâhı ebedi kendisine
haram olan)ine «ben seninle evlenirsem, kölem hür olsun» deyip sonra onunla
evlense, yemini bozulur. Çünkü yemini mümkün ve mutasavvar olan akde
sarfolunur.
«Kûfe'de evlenmeyeceğim» diye yemin eden
kimseye yeminini muhafaza etmenin yolu nikâh akdini Kûfe'nin dışında
yapmasıdır. Çünkü muteber olan nikâhın akdedildiği yerdir. Bir kimse «ben dul
kadınla evlenirsem, boş olsun» deyip sonra kendi zevcesini boşayıp tekrar
onunla evlense, boş olmaz. Çünkü maksadının nikâhı altında bulunan kadından
başkası olduğu itibar edilmiştir. Bazıları, lâfzı itibar edip «boş olur»
demişlerdir.
Bir kimse «ben falan şahsın kızlarıyla
evlenmem» diye yemin edip, halbuki o şahsın o vakit kızı olmasa, sonra o şahsın
dünyaya gelen kızıyla evlense, yemin edenin yemini bozulmaz. Bahır.
İZAH
«İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan «zevcinin yemin
etmesine sebep olan zevcesi boş olmaz» diye rivayet edilmiştir ilh...» Çünkü
zevcinin «benim için olan her bir kadın boş olsun» ifadesi zevcesine cevap
olarak vakî olmuştur. Zevce, bu ifadeyle zevcesini razı edip ondan başkasının
boş olmasını murad etmiştir. Buna göre; zevcin ifadesi mukayyed olmuş olur.
Zevcinin yeminine sebep olan bu kadının boş olması ise, sözün umumi olmasıdır.
Zevce, sözü cevap üzerine ziyade ettiğinden «benim için olan her bir kadın boş
olsun» ifadesi müstakil ifade olmuş olur. Zevcin bu ifadeyle maksadı, zevcesini
kendisine itiraz etmekten korkutmak da olabilir. Binaenaleyh bu ifade
tereddütle mukayyed olmaz. Zevce bu ifadeyle «benim üzerime evlendin» diyen
zevcesinden başkalarının boş olmasını niyet etse, diyaneten tasdik edilir. Umum
olan ifadeyi tahsis ettiği için kazaen tasdik edilmez. Bahir.
«Zahire'de ilh...» Zahire'de şöyle
zikredilmiştir: Müteahhirin âlimlerden bazıları «halin hakem kılınması
lâzımdır. Eğer zevce ile zevç arasında bu ifadeden önce münakaşa geçmişse, zevç
bu ifadeyi gazab halinde söylemiş olacağı için bu zevcesi de boş olur. Fakat
aralarında bu ifadeden önce münakaşa geçmemişse, bu zevcesi boş olmaz»
demişlerdir.
Şemsül'eimmetis-Serahsi »bu kavil benim
yanımda güzeldir» demiştir.
Ben derim ki: Bütün metinlerin üzerinde
bulunduğu Zahirür'rivaye ile İmam Ebû Yusuf(Rh.A.)'un rivayetinin arası bu
şekilde bulunur. Çünkü zevç rıza halinde bu ifadesiyle zevcesine cevap vermeyi
ve onu razı etmeyi kasdetmiş olur. Fakat gazab halinde bu ifadesiyle onun da
boş olmasını kasdetmiş olur. Bu şekilde izahda iki kavilden her biriyle amel
etmek vardır. Böylece alınması lâzımdır.
«Zevcesi boş olur ilh...» Çünkü yemini
muhafaza etmesi mümkün olmadığı için yemini bâtıl olmuş olur da zevcesi boş
olur.
«Bir kimse mahrem (nikâhı kendisine ebedi
haram olan)ine ilh...»
Yani: Neseb yahut süt yahut müsahare
(evlenme) yoluyla nikâhları kendisine haram olan kadınlar. T.
«Çünkü yemini mümkün ve mutasavvar olan
akde sarfolunur ilh...»
Yani: Mahrem olan kadınlar fil cümle nikâh
akdine mahaldirler.
Tatarhaniyye'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse «duvarla evlenirsem» veya «merkeble evlenirsem kölem hür olsun» dese
yemin-i münakide olmaz. Çünkü bunlar nikâh akdine asla mahal değildirler. Bir
kimse bir kadına «ben seni nikâh edersem boş ol» dese bu ifadedeki nikâh lâfzı
nikâh akdine sarfolunur.
Bir kimse zevcesine veya cariyesine «seni
nikâh edersem şöyle olsun» dese, bu ifadedeki nikâh lâfzı cinsi yakınlığa
sarfolunur. Hatta zevcesini boşadıktan sonra cariyesini âzâd ettikten sonra
tekrar onlarla evlense, yemini bozulmaz.
«Nikâh akdini Kûfe'nin dışında yapmasıdır
ilh...» Yani: «Kûfe'de evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimse nikâh akdini
bizzat kendisi veya vekili Kûfe'nin dışında yapsa, yemini bozulmaz. Yemin eden
kimsenin kendisi Kûfe'de bulunup vekili nikâh akdini Kûfe'nin dışında yapsa,
yine yemini bozulmaz.
«Çünkü muteber olan nikâhın akdedildiği
yerdir ilh...» Hatta «Kûfe'de evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimse Basra'da
bulunan bir kadınla kadının emri olmaksızın bir fuzuli tarafından Kûfe'de nikâh
akdi yapılsa sonra kadın Basra'da iken nikâhına icazet verse, yemini bozulur.
Çünkü nikâhın akdedildiği yer ve zaman itibar edilir, nikâha icazet verilen yer
ve zaman itibar edilmez.
«Sonra o şahsın dünyaya gelen kızıyla
evlense ilh...» Sadru'ş-Şehîd bu, imam Muhammed (Rh.A.)'in kavline muvafıktır.
İmam-ı Azam (Rh.A.)'la İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'un kavillerine muvafık olan Camiu's-Sagir de zikredilmiş olandır. Şöyle
ki: Bir kimse «ben filan şahsın zevcesiyle konuşmayacağım» diye yemin edip
halbuki o vakit o şahsın zevcesi olmasa daha sonra o şahıs evlenip yemin eden
kimse onun zevcesiyle konuşsa, İmam-ı Azam (Rh.A.)'la imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a
göre; yemini bozulur. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; yemini bozulmaz.
Hüccet'te «fetva İmam-ı Azam'la İmam Ebû
Yusuf (Rh.Aleyhima)'un kavli üzerinedir» diye zikredilmiştir. Tatarhaniyye.
METİN
Yerleşmiş kaidelerdendir ki nekre
(belirsiz) nekrenin altına girer. Meselâ: Bir kimse «şu haneye bir şahıs
girerse zevcesi boş olsun» deyip o hâne kendinin olsun veya başkasının olsun
oraya yemin eden girerse, yemini bozulur. Çünkü kendisi de nekre olduğu için
nekre olan «bir şahıs» lâfzının altına girmiştir.
Marife (belirli) olan şey nekre altına
girmez. Meselâ: «Benim haneme» veya «senin hanene bir şahıs girerse, şöyle
Olsun» dese gerek yemin edenin, gerekse muhatabın girmeleriyle yeminleri
bozulmaz. «Benim haneme» ve «senin hanene» diye izafetle marife oldukları için
nekre altına girmemişlerdir.
Keza: Bir kimse kendi başına işaret ederek
«şu başa bir şahıs dokunursa şöyle olsun» dese kendisinin dokunmasıyla yemini
bozulmaz. Çünkü baş kendisine yaradılışında bitişik olduğu için mütekellim
yasına (birinci teklik şahsa) izafetten daha kuvvetli olarak marife olmuştur.
Bahir. Musannif bunu talâka aid yemin bahsinde Eşbah'a nisbet ederek
zikretmiştir. Ancak marifenin nekrede dahil olmasına yemin eden niyet ederse,
marife nekrede dahil olur. Marife, âlem (özel isim) de de dahil olur. Meselâ:
Bir kimse «Ahmed'in oğlu Mehmed'in kölesi ile bir şahıs konuşursa şöyle olsun»
diye yemin edip kendinin ismi Mehmed babasının ismi Ahmed olup kendi kölesiyle
konuşsa, marife, nekre olan «bir şahıs» lâfzının altına girer de yemini
bozulur. Çünkü âlemin nekre yerinde kullanılması caizdir. Buna göre yemin eden
nekrenin umumundan çıkmıştır. Bahır.
Sarih der ki: Eşbah'ta marife, nekre altına
girmez. Ancak marife cezada dahil olur. Yani şart yerinde olan nekrede dahil
olur. Meselâ: Bir kimse zevcesine «benim şu haneme bir şahıs girerse, boş ol»
deyip bundan sonra zevcesi girse boş olur. Eğer haneye yemin edenin kendisi
girerse, yemini bozulmaz. Çünkü marife nekre altına dahil olmamıştır» diye
zikredilmiştir. Bu bahsin tamamı Zahiriyye'nin yemin bahsinin üçüncü
kısmındadır.
İZAH
«Nekre nekrenin altına girer ilh...» Âleme
isim olmada başkaları ör tak olduğu için; zamire muzaf olan kelimenin altında
bir takım fertler bulunduğu için; nekre, bir bakıma marife olan kelimelere de
şâmildir. Marifeyle murad Zahire'de zikredildiğine göre; her bakımdan bilinen
kolime olup kendisinde başkası ortak olmaz. «Şu hâne» ve «şu köle» gibi işaret
ismi İle marife olur. «Benim hanem» ve «benim kölem» gibi zamire muzaf olarak
marife olur. «Abdullah'ın oğlu Mehmet» gibi marife olan âlem isim «Abdullah'ın
oğlu Mehmet'in hanesi» gibi izafetle marife olan isimlere gelince bunlar
nekrenin altına girerler. Çünkü âlem isim herbakımdan ortaklığa mani olamaz.
Bundan dolayı «Abdullah'ın oğlu Mehmet kimdir?» diye sorulabilir. Böyle âlem
isimlerde bir nevi nekre (belirsiz) lik mevcuttur.
«O hâne kendisinin olsun veya başkasının
olsun ilh...» Şârih bu ifadesiyle Hasan b. Ziyad'ın ihtilafına işaret etmiştir.
Ona göre; hâne yemin eden kimsenin olursa, yemini bozulmaz. Çünkü insan kendi
nefsini kendi evine girmekten menetmez. Hasan b. Ziyad'a «insan kızdığı için
veya başka bir sebepten dolayı bazan kendi nefsini kendi hanesinden
menedebilîr» diye cevap verilmiştir. Nitekim Şerh-i Telhîs'te de böyledir.
«Çünkü kendisi de nekre olduğu için ilh...»
Yani: Yemin eden haneyi kendisine izafe etmekle kendisini tayin etmediği için
nefsini nekre (belirsiz) kılmıştır. Zira hâne her ne kadar kendisine işaret
edilerek zikredilse bile maliki taayyün etmemiştir. Fakat «şu baş» gibi bir
cüzüne işaret edilerek zikredilirse, maliki taayyün eder.
«Ancak marife cezada dahil olur ilh...»
Aksi de böyledir. Yani marife şart yerinde bulunan nekrede dahil olur. Hasılı:
Marife bir cümlede bulunduğunda nekre altında dahil olmaz, iki cümlede
olurlarsa marife nekre altına girer. Çünkü bir cümlede bir kelime hem marife
hem nekre olamaz. iki cümlede böyle değildir. Meselâ: Bir kimse zevcesine
«benim şu haneme birisi girerse sen boş ol» deyip sonra zevcesi o haneye girse
- her ne kadar zevcesi «sen» lafzıyla marife olsa bile cezada vaki olduğu için
«benim şu haneme birisi girerse» şart cümlesinin altında dahil olduğundan - boş
olur. Bir kimse zevcesine «şu işi yaparsan benim zevcelerim boştur» deyip
zevcesi de o işi yaparsan benim zevcelerim boştur» deyip zevcesi de o işi yapsa
zevcinin diğer zevceleriyle birlikte kendisi de boş olur. Çünkü zevce şartta
marife vaki olduğu için cezanın altına girmiştir,
METİN
Bir kimse «Beytullah'a» yahut «Ka'be-i
Muazzama'ya yürüyerek gitmek üzerime lâzım olsun» dese, o kimseye memleketinden
yaya olarak hac veya umre etmesi vâcib olur. Eğer vasıtaya binerse, nezrine
noksanlık verdiği için kendisine bir kurban kesmek lâzım gelir. Eğer
«Beytullah» ile mescidlerden birini murad ederse, kendisine bir şey lâzım
gelmez.
Bir kimse «Beytullah'a çıkmak veya gitmek»
yahut «yaya olarak Harem'e» yahut «Mescid-i Haram'a» yahut «Ka'be-i
Muazzama'nın kapısına» yahut «Mîzâb'ına» yahut «Safa'ya» yahut «Merve'ye» yahut
«Müzdelife'ye» yahut «Arafat'a gitmek benim üzerime lâzım olsun» dese,
kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu tabirlerle ihrama girmeyi kabul etmek,
örf ve âdet değildir.
Bir kimse, kölesine «ben bu sene
haccetmezsem sen hür ol» deyip sonra «haccettim» dese, köle de âzâd olmak için
inkâr ederek, Kûfe'de efendisinin kurban kestiğine şehâdet eden iki şahit
getirse, şehâdetleri kabus edilmez ve köle âzâd olmaz. Çünkü şahitler
haccınyapılmadığına şehâdet etmişlerdir. Kurban ise hüküm altına girmez.
İmam Muhammed (Rh.A.) «o kimsenin kölesi
âzâd olur» demiştir.Kemal bu kavli tercih etmiştir. «Oruç tutmayacağım» diye
yemin eden kimse oruç tutmak niyetiyle bir saat oruç tutup sonra orucunu
bozsa,orucun şartı bulunduğu için yemini bozulur. Eğer yemin eden kimse«tam
oruç tutmayacağım» veya «bir gün oruç tutmayacağım» diye yemin ederse mutlak
kemale sarf olunacağı için bir gün oruç tutmasıyla yemini bozulur.,
Bir kimse «bugün ben elbette oruç
tutacağım» diye yemin etse, halbuki yemini o gün yedikten veya zeval vaktinden
sonra olsa, yemini sahih olur ve derhal bozulur. Çünkü yemin, sıhhate itimat
etmez. Belki bunda orucun tasavvur ve imkân», unutarak orucu yiyen kimsede
yedikten sonra orucun tasavvuru gibi olur. Bu meseledeki hüküm; bir kimsenin
kendi zevcesine «bugün namazı kılmazsan boş ol» deyip o anda veya bir rekât
namaz kıldıktan sonra zevcesi hayız görse, yeminin sahih, zevcesinin de derhal
boş olması gibidir. Çünkü istihazede olduğu gibi kanın devam etmesi, bunda da
namaza mani olmayabilir. Ama bardak meselesi ki; meselâ: içinde su olmayan
bardağı göstererek «vallahi ben şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin
edildiğinde bu, geçen meselenin hilafına olup bunda yemin bozulmaz. Çünkü fiile
mahal olan su asla bulunmadığı için bunda yemini muhafaza etmek hiç bir suretle
mümkün ve mutasavvar değildir. Bundan dolayı yapılması mümkün olmayan şeylere
edilen yemin, yemin olmaz.
İZAH
«Yaya olarak hac veya umre etmesi vâcib
olur ilh...» Yani: Bir kimse «Beytullah'a» veya «Ka'be-i Muazzama'ya yürüyerek
gitmek üzerime lâzım olsun» dese istihsanen kendisine memleketinden yaya olarak
hac veya umre etmesi vâcib olur. Çünkü bu ifade hac veya umreden birinin vâcib
olmasında meşhurdur. Buna göre bu ifadeden zikredilen mânâ mecaz-i lugavî ve
hakikat-i örfiyye olur da sanki yemin eden «üzerime hac veya umre nezir olsun»
demiş olur. Böyle olmasa kıyas bu ifadeyle o kimsenin üzerine bir şey lâzım
olmamasıydı. Çünkü o kimse vâcib olan bir kurbet ve maksud olan bir ibadet
olmayan yürümeyi kabul etmiştir. Nezir sıygasının yemin olma ihtimali vardır.
Nitekim savm bahsinin sonunda beyanı geçmiştir. Bundan dolayı fukaha «nezir
meselelerini yemin bahsinde» zikretmişlerdir. Bu ifadeyle nezreden kimse
Mekke-i Mükerreme'de olmazsa, râcih olan kavle göre; Mîkat'tan değil evinden
yürüyerek hac veya umre yapması kendisine lâzım olur. İhtilâf evinden ihrama
girmediği takdirdedir. Eğer evinden ihrama girerse, ittifakla yürümek kendisine
lâzım gelir. Bu ifadeyle nezreden kimse Mekkeli olup ve üzerine lâzım geleni
hacc ile eda etmek isterse, Harem-i Şeriften İhrama girer. Diğer hacılar gibi
yürüyerek Arafat'a çıkar ve ziyaret tavafını yapar. Eğer üzerine lâzım geleni
umre ile eda etmek isterse, Hil'eçıkıp oradan ihrama girer. Hil'e giderken
yürümek kendisine lâzım gelir mi? Bunda ihtilaf edilmiştir. Esah olan kavle
göre; yürümek kendisine lâzım olur. Çünkü bu ifadeyle üzerine haccı vâcib kılan
kimsenin ihramsız olarak memleketinden ihram giymek îçîn ihram mahalline
gelinceye kadar yürümesi kendisine lâzımdır. Nehir.
«Eğer vasıtaya binerse ilh...» Yani bütün
vakitlerde veya çoğu zaman vâsıtaya binerse, kendisine kurban kesmek vâcib
olur. Eğer az bir zaman binerse, kendisine sadaka vermek lâzım gelir. T.
«Yaya olarak Harem'e yahut Mescid-i Haram'a
ilh...» Bir kimse «Harem'e yahut Mescid-i Haram'a yürüyerek gitmek benim
üzerime lâzım olsun» dese, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; bu tâbirlerle ihrama
girmeyi kabul etmek, örf ve âdet olmadığı için kendisine bir şey lâzım gelmez.
İmameyn (Rh.A.)'e göre; bu ifadelerle kendisine ya hac ya da umre lâzım gelir.
Bunun vechi; bu ifadelerle hac veya umrenin vâcib olmasının İmam-ı Azam
(Rh.A.)'dan sonra örf olması üzerine hamlolunur. Binaenaleyh bu ifadelerle hac
veya umrenin vâcib olmasına İmameyn (Rh.A.) kail olmuşlardır. Nitekim bu mesele
Fetih'de izah edilmiştir.
«Şehâdetleri kabul edilmez ilh...» Yani
İmameyn (Rh.A.)'e göre; kabul edilmez. Çünkü şahitler haccın yapılmadığına
şehâdet etmişlerdir. Zira şahitlikten maksud olan haccın yapılmamasıdır. Yoksa
kurban kesmenin isbat edilmesi değildir. Kurban kesme kul tarafından taleb
edilmediği için şahitler sanki «o kimse hac yapmadı» diye şahitlik yapmış
oldular. Halbuki o kimsenin Kûfe'de kurban kesmesi bir keramet olarak hac
yapmasına zıd değildir.
«Orucun şartı bulunduğu için ilh...» Yani
bir kimse «oruç tutmayacağım» diye yemin edip oruç niyetiyle bir saat oruç
tutsa, orucun, şartı olan ibadet kasdıyla yemekten, içmekten ve cinsi
muameleden kendini menetmek bulunduğu için yemini bozulur.
«Mutlak ilh...» Yani bir kimse «tam oruç
tutmayacağım» veya «bir gün oruç tutmayacağım» diye yemin etse, bîr gün oruç
tutmadıkça yemin! bozulmaz. Çünkü bu ifadelerle şer'an muteber olan oruç murad
edilmiştir ki; o da en az bir gündür. Bundan dolayı bir kimse «Allah için
üzerime oruç lâzım olsun» dese, icma ile kendisine tam bir gün oruç tutmak
vâcib olur. Keza: «Allah için üzerime namaz lâzım olsun» dese, biz Hanefilerce;
kendisine iki rekât namaz vâcib olur. Zira bir şey mutlak olarak söylenince
kemaline sarfolunur. Orucun kemali bir gün, namazın-ki ise iki rek'attır.
«Unutarak orucu yiyen kimsede yedikten
sonra orucun tasavvuru gibi ilh...» Yani yeme, içme ve cinsi yakınlıktan
kendini menetmekten ibaret olan orucun hakikati unutarak yemekle mevcut
olmadığı halde Sâri (Allah veya Resulü) onu oruçlu saymıştır. Hayızla beraber,
namaz da tasavvur edilebilir. Çünkü hayız, kadınlardan âdet kanının gelmesidir.
Adet kanınamazın meşru olmasına münafi olmayabilir. Görmez misin ki müstahazâ
(kendisinden üç günden az on günden fazla kan gelen kadın) hakkında namaz
meşrudur! Yani Allah-ü Teâlâ hayızla beraber namazı meşru kılsaydı, mümkün
olurdu.
METİN
«Namaz kılmayacağım» diye yemin eden
kimsenin, bir rekât kılmasıyla yani birinci rekâtın secdesini yapmasıyla yemini
bozulur. Efendi, kölesine «bir rekât namaz kılarsan hür ol» dese, kölesi iki
rekâtlı namazdan ancak bir rekâtını kıldığında âzâd olur. Çünkü bir rekât ancak
böyle gerçekleşir.
«Tam bir namaz kılmayacağım» diye yemin
eden kimse, her ne kadar sonunda oturmasa bile iki rekât kıldığında yemini
bozulur. Fakat «öğle namazını kılmayacağım» diye yemin eden kimsenin yemininin
bozulması için namazın sonunda oturması şarttır.
«Hiç bir şahsa imam olmayacağım» diye yemin
eden kimse, kendi başına namaza başladıktan sonra bir cemaat kendisine uysa,
her ne kadar hiç bir şahsa imamlık yapmamayı kasdetse bile yemini bozulur.
Çünkü imamlığa niyet şart olmadığı için onlara imamlık yapmıştır. Eğer hiç bir
şahsa imamlık yapmamaya niyet ederse, bu kavlinde diyaneten tasdik olunur. Hiç
bir şahsa imamlık yapmayacağına dair yemin eden kimse, namaza başlamadan önce
hiç bir şahsa imam olmamaya şahit tutsa, sonra kendisine bir cemaat uysa,
yemini kazaen de, diyaneten de bozulmaz. Her ne kadar cuma namazında olsa bile
îstihsanen cemaatin ona uyması sahihtir. Nitekim bu yemin eden kimse, bir
cemaate cenaze namazında veya tilâvet secdesinde imamlık yapsa, yemini
bozulmaz. Çünkü yemini mutlak namaza sarfolunmakla kâmil olan namaz murad
edilir. Cenaze namazı ile tilâvet secdesi ise kâmil değildirler. Ama nafile
namazda imam olsa, her ne kadar nafile namazda imam olmak yasak edilmiş ise de,
yemini bozulur.
FER'Î MESELELER: Bir kimse, kölesine «namaz
kılarsan hür ol» deyip sonra köle «namaz kıldım» diye iddia edip efendisi inkâr
etse, meşakkatsiz kölenin namaz kıldığını bilmek mümkün olduğu için âzâd olmaz.
Bir kimse, zevcesine «namazı terkedersen
boş ol» deyip sonra zevcesi namazı kâza etse, zahir olan kavle göre, boş olur.
Bir kimse «namazı vaktinden tehir etmedim»
diye yemin etse, halbuki uyku sebebiyle namazı kâza etmiş olsa, Bâkaanî «bu
yemin edenin yemini bozulmaz. Çünkü «uyuyan kimsenin kâza ettiği vakit, o kâza
olunan namazın vaktidir» diye hadis-î şerif mevcuttur» demiştir.
İki hades (abdestsizlik ve cünüplük)
toplansa, temizlik ikisinden de olmuş olur. Bir kimse «bugün elbette beş vakit
namazı cemaatle eda edeceğim ve zevcemle cima' edipyıkanmayacağım» diye yemin
etse, sabah, öğle, ikindi namazlarını cemaatle eda ettikten sonra zevcesiyle
cima. edip güneş battıktan sonra gusledip akşam ve yatsı namazlarını cemaatle
kılsa, yemini bozulmaz.
İZAH
«Bir rekât kılmasıyla ilh...» İstihsanen
yemini bozulur. Çünkü namaz çeşitli fillerden ibaret olduğu için hepsi
bulunmadıkça namazın hakikati tamam olmaz. Hakikat bir cüzün bulunmamasıyla
müntefi olur. Oruç böyle değildir. Oruç bir rükün olup ikinci cüzle tekerrür
eder.
«Ka'de-i ahîre (namaz sonunda oturuş)
namazın rükünlerindendir. Halbuki bir rekâtlı namazda ka'de-i ahîre bulunmadığı
için «namaz kılmayacağım» diye yemin eden kimsenin bir rekât kılmasıyla
yemininin bozulmaması lâzımdır» diye i'tiraz eden kimseye «gerçek olan, namazın
hakiki rükünleri beştir, ka'de-i ahîre ise zaid olan rükün olup namazı bitirmek
için vâcib olmuştur. Binaenaleyh yeminin bozulması hususunda ka'de-i ahîre
rükün olarak itibar edilmemiştir» diye cevap verilir. Fetih.
«Yani birinci rekâtın secdesini yapmasıyla
ilh...» «Namaz kılmayacağım» diye yemin eden kimse birinci rekâtın secdesini
yapmak için yere alnını koymasıyla yemini bozulur. Çünkü secdenin hakikati
başın yere konmasıyla tamam olur. Başın yerden kaldırılması şart değildir.
Fetih'te beyan edildiği üzere râcih olan kavil budur.
«Bir rekât ancak böyle gerçekleşir ilh...»
Yukarda geçtiği üzere namaz dört rüknün bulunmasıyla gerçekleşir. Fakat «bir
rekât namaz kılarsan hürsün» dediğinde namazın hakikati üzerine bir rekâtı
ziyade etmiştir ki bu da iki rekâtlı namazın evvelki rekâtıdır. Hatta köle bir
rekât kılıp da konuşsa âzâd olmaz. Çünkü bu sûreten rekâttır, ama namaz olan
rekât değildir. Zira bir rekât namaz memnudur.
«Her ne kadar tonunda oturmasa bile ilh...»
Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «tam bir namaz kılmayacağım» diye yemin
etse yemininin bozulması iki rekâttan sonra Tahiyyat okuyacak miktar oturmasına
bağlı mıdır? değil midir? Bunda fukaha ihtilaf etmişlerdir. Zahir olan kavle
göre yemin eden kimse «mutlak surette namaz kılmayacağım» diye yemin etmişse,
ka'de-i ahire zaid rükün olduğu (cin Tahiyyat miktarı oturmadan iki rekât namaz
kılınca yemini bozulur. Eğer sabah namazı veya fecrin iki rekât namazı gibi
farz olan namaz üzerine yemin etmişse, Tahiyyat miktarı oturmadıkça yemini
bozulmaz.
İnaye'den naklen Nehir'de zikredilmiştir
ki; namaz Tahiyyât miktarı oturmaksızın şer'an muteber sayılmaz. İki rekât
namaz tam bir namazdan ibarettir. Bunun tamamı ise şer'an ancak sonunda
Tahiyyat miktarı oturmakla olur. Hasılı Tahiyyat miktarı oturmak mutlaka
lâzımdır. Bu zikredilenin hepsi Zahiriyye'den naklen Bahır'da beyan edilene
muhaliftir.
Bahır'ın ibaresi şöyledir: Zahir ve râcih olan
kavle göre; yemin eden kimse «tam bir namaz kılmayacağım» diye mutlak namaz
üzerine yemin etmişse, iki rekât namaz kılıp Tahiyyat miktarı oturmasa bile
yenlini bozulur.
«iki rekâttı olan farz namazını
kılmıyacağım» veya «dört rekâtlı farz namazını kılmıyacağım» diye yemin edip
iki rekât kılarak Tahiyyat miktarı oturmasa bile yine yemini bozulur. Ama «öğle
namazını kılmayacağım» diye yemin etse, dört rekâttan sonra Tahiyyat miktarı
oturmadıkça yemini bozulmaz. Fakat burada zıtlık vardır. Çünkü «ben farz
namazını kılmayacağım» ifadesi ile «öğle namazını kılmayacağım» ifadesi
arasında hiç bir fark yoktur. Teemmül et!
Tatarhaniyye'de zikredilmiştir ki; bir
kimse öğle namazını yahut sabah namazını yahut akşam namazını kılmayacağım diye
yemin etse, bu namazların sonlarında Tahiyyat miktarı oturmadıkça yemini
bozulmaz.
Bana öyle geliyor ki: İnâye'den naklen
Nehir'de zikredilen kavil râcihdir. Bu izah'tan «bir rekât kılmayacağım»
ifadesinde de Tahiyyat miktarı oturmanın şart olduğu» malum olmuştur. Eğer
Tahiyyat miktarı oturulmazsa bu rekât sûreten rekât olup hakikaten rekât olmaz.
«Onlara imamlık yapmıştır ilh...» Yani:
Görünüşte onlara imamlık yapmıştır.
Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Yemin eden
kimsenin hiç bir şahsa imam olmamayı kasdetmesi kendisiyle Allah arasında olan
bir istir, sonra Zahiriyye sahibi «Nâtıf"ide «bir kimse hiç bir şahsa imam
olmamayı niyet ederek namaza başlayıp sonra iki kişi kendisine uysa yemini
bozulmaz. Çünkü yemininin bozulmasının şartı imam olmayı kasdetmesidir ki bu da
bulunmamıştır» diye zikredilmiştir» demiştir. Bu ifadeden anlaşılan yemin eden
kimsenin yemini kazaen, de bozulmaz. Bu meselede iki kavil vardır: Birinci
kavle göre; yemin) bozulur, ikinci kavle göre; yemini bozulmaz. Çünkü yemin
eden kimse imam olmayı kasdetmeyerek tek başına namaza başladığı açıktır, imam
olmaya niyet etmek lâzım olmadığı için cemaatın bu yemin eden kimseye uymaları
sahihtir. Bundan dolayı yemin eden kimse «hiç bir şahsa imam olmuyorum» diye
şahid tutup namaza başladıktan sonra kendisine bir cemaat uysa, cemaatin
uymaları sahih olmakla beraber yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Çünkü imam
olan kimsenin imam olmaya niyet etmesi sevabın hasıl olması için şarttır, yoksa
kendisine uyulmanın sahih olması için şart değildir.
«Her ne kadar cuma namazında olsa bile
istihsanen cemaatin ona uyması sahihtir ilh...» Çünkü cumada cemaat şarttır,.bu
da bulunmuştur. Fetih.
Zahiriyye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki: «Hiç bir şahsa imam olmayacağım» diye yemin eden kimse
insanlara cuma namazını kıldırıp kendisi yalnız kılmaya niyet ederse deşart
olan cemaat bulunduğu için istihsanen cemaatin ona uyması sahih olur. Bunun
muktezası bu yemin eden kimse «ben hiç bir şahsa imam olmuyorum» diye şahit
tutup namaza başladıktan sonra cemaat kendisine uyarsa, yemini asla yani
diyanehit tutup namaza başladıktan sonra kendisine uysalar, yemini diyaneten
niyet edip namaza durduktan sonra kendisine cemaat uysa. kazaen yemini bozulur,
diyaneten bozulmaz.
Lâkin Bezzaziye'de zikredilmiştir ki: Cuma
namazından başka bir namazda namaza başlamadan önce tek başına namaz kılacağına
dair şahit tutup namaza başladıktan sonra kendisine uysalar, yemini diyaneten
de kazaen de bozulmaz. Bu ifadenin mânâsı cuma namazında her ne kadar tek
başına namaz kılacağına dair şahit tutsa bile kazen yemini bozulur. Galiba
bunun vechi şu olacaktır: Şüphesiz cumada cemaat şart olduğundan cumayı kılması
için ileri geçmesi imam olduğu içindir. Teemmül et!
«Cenaze namazı ile tilâvet secdesi kâmil
değildirler ilh...» Zahiriyye'-de zikredilmiştir ki; bir kimse «imam
olmayacağım» diye yemin etse. bu yemini rükûlu, secdeli olan mutlak namaza,
sarfolunur. Cenaze namazında veya tilâvet secdesinde imam olsa, yemini
bozulmaz.
«Yasak edilmiş ise de ilh...» Yani: Bir
kimse «hiç bir şahsa imam olmayacağım» diye yemin ettikten sonra çağırma
yoluyla toplanıp nafile namazda dört kimseye imam olsa, her ne kadar cemaatla
bu şekilde nafile namaz kılmak yasaklanmış ise de, yemini bozulur. T.
«Bâkaanî ilh...» Yani bir kimse «namazı
vaktinden tehir etmedim» diye yemin edip halbuki uyku sebebiyle namazı kâza
etmiş olsa, Bâkaanî'ye göre; yemini bozulmaz. Çünkü uyuyanın kâza ettiği vakit
o kâza olunan namazın vaktidir. Fakat örfte bu namaza vaktinden tehir edilmiş
denilir.
Bezzaziye'de zikredilmiştir ki; eğer
vakitten önce uyuyup vakitten sonra uyanırsa, yemini bozulmaz. Vakit girdikten
sonra uyursa yemini bozulur.
«İki hades (abdest ve cünüplük) toplansa
temizlik ikisinden de olmuş olur ilh...» Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse
«şu zevcimle cima'dan dolayı yıkanmayacağım» diye yemin edip de sonra ona cinsi
yakınlıkta bulunsa daha sonra başka bir zevcesine de cinsi yakınlıkta bulunsa
veya bunun aksini yani önce başka bir zevcesine daha sonra yemin ettiği
zevcesine cinsi muamelede bulunsa sonra gusletse, bu gusül her ikisi için yapılmış
olacağından yemini bozulur.
Keza: Bir kadın «cünüplükten veya hayzdan
dolayı yıkanmayacağım» diye yemin edip de cünüp olsa ve âdet görse sonra
gusletse bu gusül her ikisi için yapılmış olacağı için yemini bozulur.
İmam Cürcani «cinsleri gerek bir olsun
gerek ayrı olsun birincisi için yapılmış olur. Meselâ: «Burun kanından abdest
almayacağım» diye yemin eden kimsenin önce burnu kanayıpsonra bevl yapsa,
abdesti burnu kanadığı için almış olur» demiştir.
Ebû Cafer «iki hadesin cinsi bir olursa
evvelkisi için cinsleri ayrı olursa ikisi için temizlenmiş olur» demiştir.
Zâhd Abdülkerim «biz «iki hadesten hangisi
galîz ise abdestin onun için alındığını eğer iki hadis müsavi olurlarsa, abdest
her ikisi için alındığını» zannediyorduk. Sonra İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan her
ikisi için abdest alınmış olacağına dair rivayeti bulduk ve İmam-ı Azam
(Rh.A)'ın kavline
döndük» demiştir.
İhtilafın faydası şu meselede ortaya çıkar:
Bir kimse «burun kanından dolayı abdest almıyacağım» diye yemin edip de burnu
kanasa sonra bevl edip abdest alsa ihtilafsız yemini bozulur. Eğer önce bevl
edip sonra burnu kanayıp abdest alsa İmam Cürcani'nin kavline göre; yemini
bozulmaz. Ebû Cafer'in kavline göre yemini bozulur. Tatarhaniyye.
Ben derim ki: Bununla malum oldu ki sarihin
kesin olarak yemini bozulur dediği kavil Zahirür'rivaye'dir.
«Yemini bozulmaz ilh...» Çünkü guslü
geceleyin olup gündüzleyin olmamıştır. Fetevây-ı Kübrâ'dan naklen Hindiyye'de
böylece zikredilmiştir. Fakat buna itiraz olunur. Eğer «gün» den muradı yemin
ettiği vakitten itibaren güneş batıncaya kadar kalan zurnan olursa, yemini beş
vakit namaza iken üç vakit namazı cemaatle kılmasıyla nasıl yeminini muhafaza
etmiş olur. Eğer «gün» den muradı beş vakit namazı karinesiyle geceye şâmil
olan vakit olursa bunun muktezası gerek gece yıkansın gerek gündüz yıkansın
yeminin bozulmasının şartı olan gusül bulunduğu için yemininin bozulmasıdır.
Zira buna göre geceleyin ve gündüzleyin gusletmemek olur da «elgâz» da cemaatle
namaz kılmanın dahli ve tesiri olmaz. Teemmül et!
Ben derim ki: Galiba bunun vechi yemini
zahiri itibariyle yemin ettiği andan itibaren günün geriye kalan kısmı üzerine
yapılmış olur. Beş vakit namazın zikredilmesiyle geceye şâmil olan vaktin murad
edilme ihtimali vardır. Zevcesiyle gündüzleyin cima' edip yıkandığı takdirde
yakinen yemini bozulur.
Keza: Akşamleyin cima edip yıkanırsa, yine
yemini bozulur. Çünkü her iki ihtimale göre yeminin bozulmasının şartı
bulunmuştur. Ama gündüz zevcesiyle cima edip güneş battıktan sonra yıkandığı
takdirde «gün» ile yemin ettiği andan itibaren günün geriye kalan zamanı murad
edilme ihtimali olduğu için yeminin bozulmasının şartı bulunmamıştır. Eğer gün
ile geceye şâmil olan vakit murad edilirse, yeminin bozulmasının şartı bulunmuş
olur. Binaenaleyh şek ile yemin bozulmaz. Sonra benim için başka bir cevap
zahir oldu: Bu yemin yalnız gündüz üzerine yapılmış olur. Fakat gündüzleyin beş
vakit namazın edası mümkün olmayınca bu yemini şer'an bütün namazların vaktinde
eda edilmesine sarfolunur. Nitekim bir kimse «ben mahremim (nikâhı ebedi haram
olan)la evleneceğim» diye yemin edip de mahremiyle evlense, yemini bozulur.
Çünkü yemini tasavvur ve mümkün olan şeye sarfolunur. Bu takdirde «ben beş
vakit namazı cemaatle kılacağım ve zevcemle cima edip yıkanmayacağım» diye
yemin eden kimse her namazı vaktinde kılıp güneş batmadan önce zevcesiyle cima
edip güneş battıktan sonra yıkanırsa, yemini bozulmaz. Eğer gündüzleyin cima
edip yıkanırsa, yemini bozulur. Çünkü gündüzleyin cima edip yıkanmayacağına
dair yemin etmişti. Eğer akşamleyin cima edip guslederse, yine yemini bozulur.
Çünkü gündüzleyin cima edeceğine yemin etmiştir.
Zannederim ki; murad olan vecih budur.
Bununla bütün itirazlar defedilmiş olur. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ
hazretleri bilir.
METİN
Bir kimse «haccetmeyeceğim» diye yemin etse,
bu yemini sahih olan hac üzerine yapılmış olur, buna göre fâsid hac ile yemini
bozulmaz. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; bu, Arafat'ta vakfeye durmadıkça
bozulmaz. Ebû Yusuf'a göre ise; farz olan tavafın ekserisini yapmadıkça
bozulmaz.
Buhara'nın büyük fakihlerinden Allâme Ömer
b. Muhammed El-Akîfî EI-Ensarî Minhac adlı eserinde İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un
kavliyle kesin olarak hüküm vermiştir. Bu zat Buhara'da beş yüz yetmiş
tarihinde vefat etmiştir. Umre hakkında yapılan yeminde de umrenin rüknü olan
tavafın ekserisini yani dört şavtını yapmadıkça yemini bozulmaz.
Bir kimse zevcesine «senin eğirdiğin
iplikten elbise giyersem hediy: Mekke-i Mükerreme'de vereceğim sadaka olsun»
dese yeminden sonra zevç biraz pamuğa mâlik olup o pamuğu zevcesi eğirip elbise
dokuyup zevci giyse o elbise İmam A'zam (Rh.A.)'a göre; hediy olur. O kimseye
onun kıymetini Mekke-i Mükerreme'de tasadduk etmesi lâzım gelir, başka yerde
tasadduk etmesi caiz olmaz. İmameyn (Rh. Aleyhima) ise; yemin eden kimsenin
yemin ettiği günde pamuğun mülkünde olmasını şart kılmışlardır.
Sarih «bizim memleketimizde İmameyn (Rh.
Ateyhima)'in kavliyle fetva verilir. Çünkü Arabistan'da kadınlar ekseri
kendilerinin ketenlerinden veya pamuklarından eğirip dokurlar. Arabistanın
dışında kalan memleketlerde İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavliyle fetva verilir.
Çünkü bu memleketlerde kadınlar kocalarının keteninden ve pamuğundan eğirip
dokurlar.» diyor.
Bjr kimse «zevcemin eğirmiş olduğundan
giymeyeceğim» diye yemin edip sonra onun eğirip dokuduğu uçkuru kullansa. İmam Ebû
Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. Fetva ancak bunun kavliyle verilir.
Çünkü örfte uçkur kullanmaya giyme denilmez. Bir kimse «falan şahsın dokuduğu
kumaştan elbise giymeyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsın kölesinin dokuduğu
kumaştan giyse, bizzat kendisi dokumacı Olursa, yemin edenin yeminibozulmaz.
Eğer o şahısın kendisi dokumacı olmazsa kölesine emretmesi murad edilerek mecaz
mânâsı taayyün edeceği için yemin edenin yemini bozulur.
İZAH
«Minhac adlı eserinde İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'un kavliyle kesin olarak hüküm vermiştir ilh...»
Telhîsü'l-Camii'l-Kebîr'de zikredilmiştir
ki: Şüphesiz hac, namaz gibi çeşitli fiillerden İbarettir. Buna göre yemin bu
fiillerin hepsine şâmil olur. Bu da ancak ziyaret tavafının ekserisini yani
dört şavtını yapmakla olur. Yani «ben haccetmeyeceğim» diye yemin eden kimse,
ziyaret tavafının dört şavtını yaparsa, yemini bozulur. Eğer ziyaret tavafım
yaparken zevcesine cinsi yakınlıkta bulunursa, yemini bozulmaz. Çünkü hacdan
maksud olan kurbet ve ibadettir. Binaenaleyh yemin sahih olan hacca şâmil
olmuştur. Nitekim namaz da böyledir.
«Umre hakkında yapılan yeminde de ilh...»
Yani: Bir kimse «umre yapmıyacağım» diye yemin etse umrenin rüknü olan tavafın
ekserisini yani dört şavtını yapmadıkça yemini bozulmaz.
Mekke-i Mükerreme'de vereceğim sadaka olsun
ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Burada hediy, Mekke-i Mükerreme'de verilen
sadakadır. Çünkü hediy; Allah'a manen yaklaşmak için Harem-i Şerife gönderilen
şeyin ismidir.
Bir kimse hediy olarak bir koyun veya bir
deve nezretse, bu hayvanın ancak Harem-i Şerifte boğazlanıp tasadduk
edilmesiyle nezir vecibesini yerine getirmiş olur. Bu hayvanın kıymetini
gönderse, kifayet etmez. Bazıları «koyunun kıymetinin gönderilmesinde iki
rivayet vardır» demişlerdir. Harem-i Şerifte nezrettiği hayvan boğazlandıktan
sonra çalınsa, nezreden kimseye başka bir hayvanı kesmesi lâzım gelmez. Bir
elbiseyi hediy olarak nezretse, elbisenin kendisini veya kıymetini Mekke-i
Mükerreme'de tasadduk etmesi kifayet eder. Hâne gibi gayri menkul olan bir şeyi
hedy olarak nezretse, bu gayri menkulün kıymetini nezretmiş olur.
«Yeminden sonra ilh...» Eğer zevce yemin
ettiği vakit pamuğa mâlik olup zevcesi onu eğirip dokusa, zevci o elbiseyi
giyerse, ittifakla o elbise hediy olur. Bahir.
«İmameyn ise; yemin eden kimsenin yemin
ettiği günde pamuğun mülkünde olmasını şart kırmışlardır ilh.. » Çünkü nezir
ancak ya mülkte ya da satın alma gibi mülke sebep olan şeye muzaf kılmakla
sahih olur. Zevcesine/ «senin eğirdiğin iplikten giyersem o hediy olsun» diyen
kimsenin yemin ettiği vakit kendinin mülkünde iplik ve pamuk olmayıp sonradan
satın aldığı pamuğu zevcesi dokuyup elbise yapsa, giydiğinde bu elbise hediy
ölmez. Zira zevcesinin eğirip dokuması ve kendisinin elbiseyi giymesi mülkün
sebeplerinden olmadığı için nezrin sahih olmasının şartı bulunmamıştır.
«Çünkü Arabistan'da kadınlar ekseri
kendilerinin ketenlerinden veya pamuklarından eğirip dokurlar im...» Yani; bir
kimse zevcesine «senin eğirdiğin iplikten elbise giyersem o hediyolsun» dese
sonra zevcesi kendi keteninden ve pamuğundan iplik eğirip elbise dokusa, bu
elbiseyi zevci giyerse İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; yemini bozulmaz. Çünkü
nezrin şartı olan mülke veya mülkün sebebine izafet bulunmamıştır. T.
«Bir kimse «zevcemin eğirmiş olduğundan
giymeyeceğim» ilh...»
Yani; bir kimse «zevcemin eğirmiş
olduğundan giymeyeceğim» diye yemin ettiğinde niyeti bulunmazsa, bu yemini
eğirmiş olduğu iplikten yapılan elbiseye sarfolunur. Eğer eğirmiş olduğu
ipliğin kendisini giymeme-ye niyet ederse, sözünün hakikat mânâsına niyet etmiş
olduğu için eğirmiş olduğu iplikten yapılan elbiseyi giymekle yemini bozulmaz.
METİN
Nitekim «zinet takınmayacağım» diye yemin
eden kimsenin kendisi her ne kadar erkek olup kaşsız olursa da altın yüzük
yahut inci gerdanlık yahut zeberced gerdanlık yahut zümrüt gerdanlık
takınmasıyla imameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; her ne kadar bu gerdanlıklar cevher
ile işlenmemiş olsalar bile yemini bozulur, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; bu
gerdanlıklar cevherle işlenmemiş olurlarsa, zinet sayılmadıklarından yemini bozulmaz.
Fakat fetva İmameyn (Rh.Aleyhima)'in kavilleriyle verilir.
«Zinet takınmayacağım» diye yemin eden
kimse gümüş yüzük ta-kınsa, gümüş yüzüğün erkeklere helâl olmasının delaletiyle
yemini bozulmaz. Ancak gümüş yüzük kadınların yüzüğünün heyeti üzere kaşlı
olarak yapılmışsa, sahih olan kavle göre; yemini bozulur. Zeylaî. Eğer yüzük
altınla yaldızlanmış olursa, lâyık olan bununla yemininin bozulmasıdır. Nehir.
Nitekim ayağın ve elin bileğine takılan gümüş bilezikle yemin bozulur.
Bir kimse «yer üzerine oturmayacağım» diye
yemin edip sonra yerden ayıran tahta yahut post yahut kilim yahut hasır gibi
şeyler üzerine otursa yahut «şu döşek üzerinde uyumayacağım» diye yemin edip
sonra onun üzerine başka bir döşek koyup onun üzerinde uyuşa yahut «şu karyola üzerinde
oturmam» diye yemin edip o karyolanın üzerine başka bir karyola koyup onun
üzerine otursa, bu üç surette yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Nitekim
döşeğin içinde olan yünü veya yüzünü çıkarıp yünün üzerine veya yüzü üzerine
otursa örfte bunlara döşek denilemeyeceği için yemini bozulmaz. Son iki suret
yani döşek ile karyola nekre (belirsiz) olarak söylenseler, gerek üzerlerine
kendilerinin cinsinden bir şey konulsun ve gerekse konulmasın, nekre olan lâfız
üsttekine ve alttakine şâmil olduğu için yemini bozulur.
Kudûrî'de «nekre olarak söylenen karyolanın
üstüne başka bir karyola konulup yemin eden onun üzerine oturduğunda yemini
bozulmaz» diye zikrolunan ifadedeki karyolayı Cevhere sahibi lam ile marife
olan karyolaya hamletmiştir.
Bir kimse «şu karyolanın» veya «şu geminin
tahtaları üzerinde uyumayacağım» diye yeminedip sonra onun üzerine bir döşek
serip uyuşa yemini bozulmaz. Çünkü o. karyolanın veya geminin tahtaları
üzerinde uyumarmştır, Şerhin nüshaları ki Minah'da ibare izah edilen minval üzere
zikredilmiştir. Fakat lâyık olan «yemin etse» gibi teşbih edalıyla kelâmın
sonuna Kadar zikredilmesi yahut bu kelâmı ilerde zikredilecek çarşaf
meselesinden meramın sahih olması için tehiriydi. Nitekim zeki kimselere gizli
değildir.
Sarih «bizim memleketimiz Şam Dımaşkında
mevcut olan metin nüshalarının çoğunda da teşbih edalıyladır.» demiştir.
«Döşek» veya «karyola üzerinde uyumayacağım» diye yemin eden kimse döşeğin
üzerine çarşaf serip yahut karyola üzerine kilim veya hasır serip onun üzerinde
uyuşa, yemini bozulur. Çünkü örfte çarşaf yatağa kilim veya hasır «karyola
üzerinde uyumayacağım» diye yemin eden kimse döşeğin üzelar üzerinde uyuyan
yatak üzerinde veya karyola üzerinde uyumuş veya oturmuş sayılır. Ama yukarda
geçen üç mesele bunun gibi değildir.
Bir kimse «yer üzerinde yaya yürümeyeceğim»
diye yemin edip sonra yer üzerinde ayakkabı veya mestle yahut taşlar üzerinde
yürüse. yemini bozulur. Yaygı üzerinde yürürse, yemini bozulmaz.
FER'î MESELE: Bir kimse zevcesine «senin
elbisen» veya «döşeğin üzerinde uyursam şöyle olsun» dese bedeninin ekserisi
itibar olunur ki eğer bedeninin ekserisi onun elbisesi veya döşeği üzerinde
olarak uyursa, yemini bozulur, aksi takdirde bozulmaz.
İZAH
«Kendisi her ne kadar erkek olup ilh...»
Yani: Erkek olan kimse «zinet takınmayacağım» diye yemin edip gümüş yüzük
takınsa, yemini bozulmaz. Çünkü gümüş yüzük erkekler hakkında örfen zinet
değildir. Fakat altın zinettir.
«İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; her ne
kadar bu gerdanlıklar cevher ile işlenmemiş olsalar bile yemini bozulur ilh...»
imam Malik, imam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel (Rh. Aleyhim)'e göre de; bu
gerdanlıklar işlenmemiş olsalar bile yemini bozulur. Çünkü bunlar hakikaten
zinet olup zinet için takınılır. Allah-ü Teâlâ'nın: «(Allah-ü Teâlâ denizi
müsahhar etmiştir) Ondan, giyeceğiniz bir zinet çıkarırsınız.» (En-Nahl Sûresi;
âyet 14) kavl-i kerimi, incinin gerçekten zinet olduğuna delâlet eder. Denizden
çıkarılan inci ile mercandır, imam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; bunlar işlenilmeden
zinet sayılmazlar, imam-ı Azam (Rh.A)'ın delili: Bunlar örf ve âdette altın
veya gümüşle işlenmeden zinet eşyası değildirler. Yeminlerde asıl olan, örf ve
âdettir, yoksa Kur'ân-ı Kerîm'de kullanılan kelimeler nazar-ı itibara alınmaz.
Bazı meşayıh «İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın
kavline göre gençlerin ve erkeklerin inci takınmasında beis yoktur»
demişlerdir. Bazıları «bu, zamana göre ihtilâftır. İmam-ı Azam (Rh.A.)
zamanında inci, zeberced ve zümrüt gerdanlıklar altın veya gümüşle işlenmedikçe
zinet sayılmıyordu. İmameyn (Rh. Aleyhima) zamanında bu gerdanlıklar işlensin,
işlenmesin zinet sayılmıştır. Fetva İmameyn (Rh. Aleyhima)'in kavilleri
üzerinedir» demişlerdir. Fetih.
«Gümüş yüzüğün erkeklere helâl olmasının
delaletiyle ilh...» Erkeklerin gümüşle süslenmeleri yasaklanmakla beraber gümüş
yüzüğü mühür olarak kullanmaları mubah kılınmıştır. Bu şekilde gümüş yüzük
takınmaları zinet değildir. Her ne kadar böyle gümüş yüzük takınmalarının zinet
olması lâzım gelse bile zinet kasdedilmemiştir. İmam Mâlik. İmam Şafiî. Ahmed
b. Hanbel (Rh.A.)'e göre; «zinet takınmayacağım» diye yemin eden kimse gümüş
yüzük takınsa, yemini bozulur. Fetih.
«Kaşlı olarak yapılmışsa ilh...» Yani gümüş
yüzüğün kaşı olursa erkekler için helâl olmaz. Kûhistani'nin kerahet bahsinde
zikredilmiştir ki; gümüş yüzük erkeklerin yüzüğünün heyeti üzere olursa,
erkeklerin takınması caizdir. Ama iki veya daha fazla kaşı olursa, haramdır.
Fetih'de zikredilmiştir ki; kadınların
yüzüğünün heyeti üzere yapılmış olursa, bir kaşı olsa bile yemini bozulur.
Çünkü bu kadınların takındığı yüzüktür. Teemmül et!
«Sahih olan kavle göre ilh...» Bazıları
«gümüş yüzük ne şekilde olursa olsun hatta kadınların takındıkları yüzüklerden
olsun yemini bozulmaz» demişlerdir.
Fetih'de «bu bazılarının sözü bir tarafa
bırakılmaz. Çünkü örfte gümüş yüzük - her ne kadar süs için olsa bile - zinet
eşyası değildir» denilmektedir.
«Nitekim ayağın veya elin bileğine takılan
gümüş bilezikle yemin bozulur ilh...» Çünkü bu, ancak zinet için kullanılır.
Buna göre;, zinet için olmada mükemmel olmuştur. Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir.
Tetimme.
Bir kimse «elbise giymeyeceğim» veya
«elbise satın almayacağım» diye yemin etse, bu yemini avret mahallini örtecek
ve kendisiyle namaz caiz olacak elbise üzerine yapılmış olur. Eğer yaygı yahut
keçe yahut takke yahut mendil yahut .peçe yahut sargı giyer veya satın alırsa,
yemini bozulmaz. Ancak sargı, peştemal kadar olursa, yemini bozulur. Burada
asıl ve kaide şudur: Bir kimse, tayin etmeyerek «ben bir elbise giymeyeceğim»
diye yemin etse, bu yemini giyilmesi âdet olan elbise üzerine yapılmış olur.
Yani giyilmesi âdet olan bir elbise giyerse, yemini bozulur. Muayyen olan bir
elbiseyi giymeyeceğim diye yemin ederse, nasıl elbiseyi giyerse giysin yemini
bozulur. Fakat yatarken yorgan üzerine cübbesini örtse, yemini bozulmaz. Bahır.
«Yerden ayıran ilh...» Bir kimse «yer
üzerine oturmayacağım» diye yemin edip yerden ayıran tahta, post gibi bir şey
üzerine otursa, yemini bozulmaz. Fakat yerden ayıran kendi elbisesi olursa,
yemini bozulur. Çünkü üzerindeki elbise yemin edenin kendisine tâbidir. Eğer
elbiseyi üzerinden çıkarıp üstüne oturursa, kendisine tâbi olma ortadan
kalktığı için yemini bozulmaz. Bahır. Fetih.
Nehir sahibi «biçilmemiş ot üzerine otursa,
yemini bozulur mu, bozulmaz mı? görmedim. Lâyık olan ot çok olsa bile
bozulmasıdır» demiştir.
«Bu üç surette yemini bozulmaz ilh..» Çünkü
bir şey kendi gibi olan bir şeye tâbi olmaz da alttakinden nisbet kesilmiş
olur. İmam Ebû Yusuf'tan zahir olmayan bir rivayete göre; yemini bozulur. Zira
«ben şu döşek üzerinde uyumayacağım» diye yemin eden kimse yemin ettiği döşek
üzerine başka bir döşek koyup onun üzerinde uyuduğunda her ne kadar döşeğin
biri diğerine tâbi değil ise de iki döşek arasındaki nisbet kesilmediği için
«iki döşek üzerinde uyudu» denilir. Hasılı bir şeyin kendi gibi diğer bir şeye
tâbi olmadığını teslim etsek bu kaideyi iki döşek hakkında teslim etmemek bize
zarar vermez. Hatta bu döşeklerden her biri hadd-i zatında müstakildir. Her ne
kadar iki döşek üzerinde yatan insan ancak üstteki döşek üzerinde yatmış olsa
bile «iki döşek üzerinde uyudu» demek örf ve âdet olduğu için yemini bozulur.
Fetih.
Ben derim ki: Şimdi örf ve âdet olan da
budur.
«Cevhere sahibi lam ile marife olan
karyolaya hamletmiştir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «döşek
üzerinde uyumayacağım» diye yemin edip sonra yemin ettiği döşeğin üzerine başka
bir döşek koyup onun üzerinde uyuşa, yemini bozulmaz.
Ben derim ki: «Yemin ettiği döşeğin üzerine
başka bir döşek koyup» ifadesindeki «başka bir döşek» lâfzı üzerine yemin
edilen döşeğin muayyen olmasını gerektirir ki ikinci döşek birinci döşekten
başka olsun. Eğer üzerine yemin edilen döşek nekre olsaydı onun üzerine konulan
ikinci döşek üzerine de yemin edilmiş olurdu.
«Bir kimse zevcesine «senin elbisen»
ilh...» Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «ben
senin elbisen üzerinde uyursam boş ol» deyip sonra onun yatağında veya onun
elbiselerinden birisi üzerinde uyursa, bedeninin ekserisi döşek veya elbise
üzerinde bulunduğu takdirde yemini bozulur. Çünkü onun elbisesi üzerinde uyumuştur.
Eğer onun yastığına dayanır veya yastığı üzerinde oturursa, yemini bozulmaz.
Çünkü onun elbisesi üzerinde uyumamıştır.
METİN
Bu babın yıkama ve kisveye aid dağınık
meseleler adıyla tercüme edilmesi münasiptir. Burada asıl ve kaide şudur: ölü
ile dirinin ortak olduğu şeyde yemin ölüm ile hayat üzerine yapılmış olur.
Sövme, öpme gibi lezzet, acı. gam veya sevinç veren hayat haline mahsus her bir
fiil, hayatla kayıtlanır.
Bundan sonra Musannif bu asıl ve kaideye
dayanarak açıklama yapmıştır.
Bir kimse, başka bir şahsa «ben,seni
döversem» yahut «ben seninle konuşursam» yahut «ben senin yanına girersem»
yahut «ben seni öpersem» yahut «ben sana kisve giydirirsem şöyle olsun» diye
yemin etse, bunların herbirinde yemin hayatla kayıtlanır. Hatta bu zikredilen
fillere talâkı veya azadı talik etse, yemin eden kimse bu işleri yemin ettiği
şahıs öldükten sonra işlese, yemini bozulmaz. Yıkama, taşıma, dokunma ve elbise
giydirme hayatla kayıtlanınız. Meselâ: «Falan şahsi yıkamayacağım» yahut «onu
taşımayacağım» diye yemin eden kimse bu filleri o şahıs öldükten sonra işlese,
yemini bozulur.
«Zevcemi dövmeyeceğim» diye yemin eden
kimse -her ne kadar yemini forsça ile yapmış olsa bile- onun saçlarını çekse
yahut boğazını sıksa yahut ısırsa yahut tırmalasa bunlara mizah ve latife
yoluyla olsa bile yemini bozulur. Fakat bu görüş Hulasa sahibinin tashih
eniğine muhaliftir. Bu dövmede kasıt ve irade şart değildir. Bazıları «zahir ve
râcih olan kavil üzere kasıt ve irade şarttır» demişlerdir. Haniyye'de ve
Siraciyye'de bu kavil ile kesin olarak karar verilmiştir. Ama döğmekte ağrıtıp,
acıtmak şarttır. Bu kavil ile fetva verilir. Kamçılardan muayyen adet üzere
yemin eden kimseye onların hepsiyle birden vurması kifayet eder. Yalnız her
birinin dokunması Ve acıtması şarttır. «Ama döğmenin bedene elem ve acı veren
bir fiilin adı olmasını Allah-ü Teâlâ'nın:
«(Eyyûb'a) emrolundu ki; eline otlardan bîr
küçük demet al, sonra onunla vur ve yemini bozmuş olma.» (Saffât sûresi; âyet:
44) kavl-i kerimi bozar» denilirse «bu âyet-i kerime Eyyûb (A.S.)'ın zevcesi
Rahmet Hanıma hastır» diye cevap verilir. Fetih.
İZAH
«Hayatla kayıtlanır ilh...» Yani: Bu
fiillerden her biri hayatta olanlara mahsustur. Dövme .bedene acı ve elem veren
bir fiilin adıdır yahut dövme te'dip için olur, te'dip de ancak acı ve elem
duymakla hasıl olur. Acı verme ve terbiye etme ölü hakkında tahakkuk etmez.
Buna göre kabirde ölüye âzâb edilmez diye itiraz edilemez. Çünkü bütün âlimlere
göre; kabirde ölüye elem ve acıyı duyabilecek kadar hayat verilir. Ehli sünnete
göre acıyı duymak için vücud uzuvlarının yerli yerinde olması şart değildir.
Hatta gözle görülmeyecek derecede dağılmış cüzlere hayat verilir.
Bir kimse «ben falan şahsa kisve giydirmeyeceğim»
diye yemin etse, o şahsa hayatta kisve giydirirse yemini bozulur, öldükten
sonra giydirirse yemini bozulmaz. Çünkü «kisve»nin mânâsında mülk edindirmek
şarttır. Nitekim, keffarette olduğu gibi. Bundan dolayı bir kimse bir şahsa «bu
elbiseyi sana kisve olarak verdim» dese, bu elbiseyi o şahsa hibe etmiş .olur.
Ölü ise kendisine mülk olarak verilmeye ehil değildir.
Fakih Ebu'l-Leys «yemin forsça ile olursa
lâyık olan yeminin bozulmasıdır. Çünkü farsça ifade ile mülk edindirme değil
giydirme murad edilir.»
Fukaha'nın «bir kimse hayatta iken ağ veya
tuzak kurup adam öldükten sonra ağa veya tuzağa av düşse, bu ava ölen kimse
mâlik olur» kavillerine ölen insan da mâlik oluyor diye itiraz edilemez. Çünkü
bu mülkiyet sıhhat halindeki vakte ve ağı veya tuzağı kurma zamanına dayanır
yahut o av ölenin mülkü diye hükmolunur da ona hakikaten veresesi mâlik olur.
kendisi mâlik olmaz. Bir de bu, mülktür, mülk edindirme değildir. Bana zahir
olan da budur,
Bir kimse «ben şu şahısla konuşmayacağım»
diye yemin edip o şahıs öldükten sonra onunla konuşsa, yemini bozulmaz. Çünkü
konuşmaktan maksad anlatmaktır, ölü de ise anlamak düşünülemez. Ama Resûlüllah
(SAV.) ehl-i Kalîb'i (ki Bedir'de öldürülmüş olan Kureyş büyüklerinin harp
meydanında serilen leşleridir) gördüğünde bunlara: «Rabbinizin sizlere vaad
buyurduğu azab ve cezayı hak olarak buldunuz mu?» diye hitab etmişti. Hz. Ömer
(R. A.) «bu ruhsuz cifelere mi hitab ediyorsunuz?» dediğinde Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) : «Nefsim yedi kudretinde olan Cenab-ı Hak'ka yemin ederim ki siz
bunlardan daha fazla işitici değilsiniz.» buyurmuşlardır. «Bu hadis-i şerif
ölülerin de işitici olduklarına delildir» diye itiraz edilemez. Çünkü
Peygamberimiz (S.A.V.)'in ölülere hitab etmesi ve ölülerin Peygamberimiz
(SAV.)'in hitabını dirilerden daha ziyade işitici olmaları onun için bir
mucizedir.
Allâme Nesefî (Rh.A.) Kâfî'sinde «bu
hadis-i şerif mânâ cihetinden sabit değildir. Bu hadis-i şerif. Hz. Aişe
(R.Anhâ)'ye eriştiğinde «Resûl-i Ekrem (S.A.V.) üzerine iftira ediyorsunuz.
Allah-ü Teâlâ'nın :
«Şüphe yok ki, Allah dilediğini işittirir
ve sen kabirlerde bulunanlara işittirici değilsin.» (Fâtır Sürati; âyet : 22)
kavl-i kerimi buna muhaliftir» demiştir.» diye cevap vermiştir. Ama Zeylaf
(Rh.A.) : «Peygamberimiz (S AV.) 'in ölülere bu hitabının, diriler için bir
vaaz ve öğüt olması caizdir» demiştir.
«Fakat bu görüş Hulasa sahibinin tashih
ettiğine muhaliftir ilh...»
Hulasa'da zikredilmiştir ki: «Zevcesini
döğmemeğe» yemin eden kimse onun saclarını çekse yahut onu ısırsa yahut burnuna
dokunup kanatsa, eğer bunları gazap halinde yapmış ise yemini bozulur. Eğer
latife ve mizah yoluyla yapmışsa, sahih olan kavle göre yeminibozulmaz.
«Bu dövmede kasıt ve irade şart değildir
ilh...» Hatta bir kimse zevcesini döğmemeğe yemin etse, sonra başkasını döğmek
isterken yanlışlıkla zevcesine vuracak olsa, dövmekte kasıt şart olmadığı için
yemini bozulur. «Döğmekte kasıt şarttır» diyenlere göre; yemini bozulmaz. Çünkü
bunda kasıt olmadığı gibi buna örfen döğme de denilmez.
«Kamçılardan muayyen adet üzere yemin eden
kimseye onların hepsiyle birden vurması kifayet eder...» Zahiriyye'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben köleme yüz kamçı vuracağım» diye
yemin etse, sonra yüz kamçıyı bir araya toplayıp hepsiyle birden bir defa vursa
eğer acıtırsa, yemini bozulmaz. Eğer acıtmazsa, yemini bozulur. Çünkü bu
takdirde sûreten dövme vardır, manen dövme yoktur. İtibar mânâyadır, iki çatalı
olan bir sopayla iki çataldan her biri kölenin bedenine isabet etmek şartıyla
elli defa vursa yemini bozulmaz. Çünkü yüz dayak vurmuştur. Yüz kamçıyı bir
arada toplayıp hepsiyle birden bir defa vursa, bu kamçıların eniyle vurursa, bu
kamçıların eniyle vurursa, yemini bozulur. Çünkü bu takdirde kamçıların hepsi
kölenin bedenine dokunmamıştır. Eğer vurmadan önce kamçılardan her birinin
ucunu dokunacak şekilde düzeltip uçlarıyla kölenin bedenine vurursa, yemini
bozulmaz. Eğer kamçılardan bazılarının ucu içerde kalıp kölenin bedenine
dokunmazsa, âlimlerden ekserisine göre; yemini bozulur. Fetva da bunun
üzerinedir.
Fetih'de zikredilmiştir ki: Bu değneklerden
her biri ile tek olarak köle döğüldüğünde acıtacak şekilde olmalıdır.
«Allah-ü Teâlâ'nın ilh...» Birisi ««
dövmenin mânâsında acı ve elem verme şarttır. Halbuki Eyyûb (A.S.)'ın zevcesi
(Leyya blnti Yakub) bazılarına göre de (Rahmet binti Efrâim bin Yusuf) bir
hacet için gidip geç kaldığında, Eyyûb (A.S.) iyi olunca onu yüz değnek vurmak
üzere yemin etmişti. Allah-ü Teâlâ kendisine «eline otlardan bir küçük demet
al, sonra onunla vur ve yeminini bozmuş olma» buyurmuştur. Bu âyet-i kerimede
dövmenin mânâsında acı ve elem vermenin şart olmadığı vardır» diye itiraz
ederse, ona «bu âyet-i kerime Eyyûb (A.S.)'ın zevcesine hastır» diye cevap
verilir.
Fetih'te zikredilmiştir ki; bu âyet-i
kerimenin Eyyûb (A.S.)'un zevcesine has olması kabul edilmemiştir. Çünkü
Kitabü'l-Hiyel'de hile (çare arama)'nın caiz olması hususunda bu âyet-i
kerimeye temessük edilmiştir.
Keşşafta «bu ruhsat bakidir. Gerçek şudur
ki, asla acı ve elem vermeksizin bir demet otla vurulup yeminin bozulmaması,
Eyyûb (A.S.)'un zevcesine mahsustur. Bunun Eyyûb (A.S.)'un zevcesine has
olması, bilcümle hilenin meşru olmasının baki olmasına münafi değildir. Hatta
bir kimse, bir şahsa «ben sana elbette, yüz kamçı vuracağım» diye yemin edip de
yüz kamçıyı bir araya getirip onların hepsiyle birden o şahsa vursa, yemini
bozulmaz. Fakat bu kamçılardan her birinin o şahsın bedenine dokunması
şarttır.» denilmiştir.
METİN
Bir kimse «falan şahsı bin kere döveceğim»
yahut «bin kere katledeceğim» diye yemin etse, bu yemini çokluk ve mübalâğaya
hamledilir. Nitekim «falan şahsı ölünceye kadar döveceğim» yahut «katledinceye
kadar döveceğim» yahut «ne ölü ne diri kendisini bırakıncaya kadar döveceğim»
diye yemin edildiğinde mübalâğa murad edilir. «Aklı başından gidip bayılıncaya
kadar döveceğim» yahut «yardım ve imdat isteyinceye kadar döveceğim» yahut
«ağlayıncaya kadar döveceğim» diye yemin ederse, bu yemini hakikat üzerine
hamlolunur.
Bir kimse, ölmüş olan Zeyd hakkında «ben
Zeyd'î katletmezsem şöyle olsun» dese, Zeyd'in ölmüş olduğunu bilirse, yemini
bozulur; Zeyd'in ölmüş olduğunu bilmezse, yemini bozulmaz. Bu nevi yeminin
bahis ve tafsilini musannif «ben elbette semaya çıkacağım» ifadesini beyan
ederken zikretmiştir.
Bir kimse «falan şahsı Kûfe'de
katletmeyeceğim» diye yemin edip sonra onu köyde dövse, o şahıs Kûfe'de ölse,
yemini bozulur. Nitekim «cuma gününde katletmeyeceğim» diye yemin edip de
perşembe gününde ölse, yemini bozulur. Aksi yani Kûfe'de dövüp o şahıs köyde
ölse, yemini bozulmaz. Çünkü muteber olan, dövme ve yaralamanın yeminden sonra
olması şartıyla ölme zamanı ve mekânıdır. Zahiriyye.
Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki; bir
kimse, bir şahsa «sen gelmezsen hatta seni döveyim» dîye yemin etse, ister
dövsün, isterse dövmesin bu yemini o şahsın gelmesi üzerine yapılmış olur.
«Filan kimseyi görürsem, vallahi onu döveceğim» diye yemin etse, bu yemini
acele görmeye niyet etmedikçe, terâhi üzeredir. Yani ne vakit dilerse döver.
Bir kimse, bir şahsa «seni görüp de
dövmezsem, şöyle olsun» diye yemin edip sonra dövemeyecek derecede hasta olduğu
halde onu görse, yemini bozulur. Eğer «sana mülâki olduğumda seni dövmezsem
şöyle olsun» diye yemin edip sonra onu bir mil uzaklıktan görse, yemini
bozulmaz. Bahır.
Bir ay ve bir aydan daha fazla olan zaman
isterse, ölünceye» kadar olsun fukahaya göre; uzun zamandır. Bir aydan az olan
müddet yakın zamandır. Buna göre; «vallahi ben borcumu uzun müddette» veya
«yakın müddette ödeyeceğim» yahut «ben onunla uzun müddet konuşmayacağım» veya
«yakın müddet konuşmayacağım» diye yemin eden kimsenin yeminindeki, uzak ve
yakın müddet yukarıda açıklandığı üzere itibar edilir.
Acele ve seri lâfızları ile muayyen bir
müddete niyet edilmezse, yakın zaman murad edilir. Âcil lâfzı ile muayyen bir
müddete niyet edilmezse, uzak zaman murad edilir. Eğer bu lâfızlar ile muayyen
bir müddete niyet edilmezse, uzak zaman murad edilir. Eğer bu lâfızlar
ilemuayyen bir müddete niyet edilirse, niyet edilen müddet murad edilir. Bu
lâfızlar ile tahfif olan şeye niyet edilirse, diyaneten tasdik edilir. Bahir.
Bir kimse, bir şahsa «ben seninle meliyyen:
Uzun zamandan bir müddet» veya «tavilen: Uzun zaman konuşmayacağa» diye yemin
etse. eğer muayyen bir müddete niyet ederse, o müddet murad edilir, muayyen bir
müddete niyet etmezse, gerek meliy gerek tavil lâfzı ile bir ay ve bir gün
murad olunur. Keza; Zahiriyye'den naklen Bahır'da da böylece zikredilmiştir.
Siraciyye'den naklen Nehir'de «bu
zikredilen surette yemin bîr ay üzere yapılmış olur» diye yazılıdır. Atıf edatı
olan vavı zikretmeksîzin «şu şahısla keza keza yevmen: Şu kadar şu kadar gün
konuşmayacağım» diye yemin etse, onbir gün; eğer atıf edatı olan vavı
zikrederek «şu şahısla keza ve keza yevmen: Şu kadar ve şu kadar gün
konuşmayacağım» diye .yemin etse, yirmibir gün; eğer «şu şahısla biz'ate aşere
konuşmayacağım» diye yemin etse. onüç gün murad edilir.
İZAH
«Çokluk ve mübalağaya hamledilir ilh...»
Talik babının sonunda geçtiği üzere bir kimse «ben zevceme bin kere cinsi
yakınlıkta bulunmazsam şöyle olsun» diye yemin etse, bu yemini âdet üzerine değil
mübalağa ve çokluk üzerine hamlolunur. Bazıları «burada yetmiş adedi çoktur»
demişlerdir.
Bir kimse «şu şahsı bin kere öldüreceğim»
diye yemin etse, öldürme dövme mânâsına hamlolunur. Yoksa hakiki öldürmek
mânâsına hami olunmaz. Ancak niyet ve karîne bulunursa, öldürmeye sarfolunur.
Bundan dolayı Dürer'de zikredilmiştir kî: Bir kimse bîr şahsa yalın kılıç hücum
edip «ben onu elbette öldüreceğim» diye yemin etse, bu yemini hakiki öldürmek
üzere hamlolunur. Eğer sopayla hücum edip «ben onu elbette öldüreceğim» diye
yemin etse, bu yemini şiddetli dövmeye hamlolunur.
«Nitekim «falan şahsı ölünceye kadar
döveceğim» ilh...» Bu ifadeyle şiddetli dövme murad edilir, imam Ebû Yusuf
(Rh.A.) «Eğer yemin eden kimse «ben o şahsı ölünceye kadar kamçıyla döveceğim»
diye yemin ederse, bu yemini şiddetli dövmeye hamlolunur, «ben o şahsı kılıçla
ölünceye kadar döveceğim» dîye yemin ederse, bu yemini öldürmeye hamlolunur»
demiştir. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Eğer yemin eden döveceği
âleti zikretmeksizin «ben onu ölünceye kadar döveceğim» diye yemin ederse, bu
yemini şiddetli dövmeye sarf olunur. Ancak yukarda geçtiği üzere niyeti
bulunursa, öldürmeye sarfolunur.
«Ölme zamanı ve mekânıdır ilh...» Bir
kimse, «falan şahsı Kûfe'de öldürmeyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsı
Kûfe'de dövse, daha sonra o şahıs Kûfe'nin köyünde ölse, yemini bozulmaz. Çünkü
yeminin bozulup bozulmamasmda muteber olan yeminden sonra dövmeve yaralamanın
olması şartı ile ölümün zaman ve mekânıdır. Eğer dövme ve yaralama yeminden
önce olursa, yemini bozulmaz. Çünkü yeminin gelecek zamanda olacak bir şey
üzerine yapılması şarttır. Geçmiş zamanda olmuş bir şey üzerine yapılamaz.
«Terâhi üzerinedir ilh...» Yani bir kimse
«filan şahsı görürsem vallahi onu döveceğim» diye yemin etse. acele görmeye
niyet etmedikçe bu yemini hayatının son cüzüne veya üzerine yemin ettiği şahsın
ölümüne kadar yapılmış olup ne zaman dilerse, onu döver. Eğer dövme bulunmayıp
ikisinden biri ölürse, yemini bozulur.
«Bir mil uzaklıktan görse, yemini bozulmaz
ilh...» Bir kimse, bir şahsa «ben sana mülâki olduğumda seni dövmezsem şöyle
olsun» diye yemin edip sonra onu bir mil uzaklıktan veya çıkma imkânı olmayan
yüksek bir yer üzerinde görse, yemini bozulmaz. Çünkü mülâki olma ancak
dövmenin mümkün olacağı yerde olur. örfte bunlara mülâki denilmez.
Ben derim ki: Bu yemin el ile dövme üzerine
yapılmışsa, yemini bozulmaz. Eğer ok veya taş ile dövme üzere yapılmışsa,
mümkün olanı itibar edilir.
METİN
Bir kimse «falanın borcunu elbette bugün
ödeyeceğim» diye yemin etse, o borcu tüccarın reddettiği paradan nebehrece
neviyle yahut beytülmalın reddettiği züfûfla ödese yahut Ödedikten sonra
ödediği paranın başkasının olduğu ortaya çıksa, yemini bozulmaz. Mükâteb,
efendisine kitabet bedelini bu paralardan verse, âzâd olur. Kalay dedikleri
madenden yahut iki tarafı gümüş, içi tunç veya bakır settûka denilen paradan
ödese, yemini bozulur. Çünkü bunlar dirhem cinsinden değildir. Bundan dolayı
bunlar sarf (akçe bozma)ta 'bedel ve selemde' re's-i mal kılınca caiz olmaz.
Fakat züfûyla, nebehrece caiz olur.
Miskin, Risale-i Yusufiyye'den nakletmiştir
ki: «Nebehrece» nin maden olan katkısı çok olursa alınması caiz olmaz.
«Settûka» bakır olduğu, için alınması haramdır. «Züyûf» la borcunu ödemede
yemininin bozulmama meselesi fukahanın kendisinde züyûf parayı geçerli para
gibi kıldıkları beş meseleden birincisidir.
Bir borçlu alacaklısına «vallahi bugün
hakkını vereceğim» diye yemin edip sonra borcunu götürüp hak sahibini bulamayıp
kaadıya teslim etse, yemini bozulmaz. Eğer borçlu kaadı olmayan bir yerde
olursa, yemini bozulur. Bu kavil ile fetva verilir. Münyetü'l-Müftî'de böylece
yazılıdır.
Keza: Borçlu hak sahibini bulup ona borcunu
verip o da kabul etmese, borçlu borcunu hak sahibinin arzu ettiği zaman alacağı
bir yere koysa, yine yemini bozulmaz. Eğer alamayacağı bir yere koyarsa, yemini
bozulur. Zahiriyye.
Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse «vallahi ben falan şahsın üzerimde olan hakkını ödeme hususunda gücümün
yettiği kadar çalışacağım» diye yemin etse bu yemininimuhafaza etmenin yolu
faraza o husus kaadıya şikâyet olunsa kaadıya göre; satılması caiz olan
şeylerini satmasıyladır.
Keza: Borcu karşılığı bir şeyi yemin edenin
alacaklısına satsa yahut borcu yerine bir şey vererek hak sahibiyle ödeşseler,
yine yemini bozulmaz. Çünkü borçlar kendi misliyle ödenir. Alacaklı hakkını
borçluya hibe etse, bu ödeme değildir. Çünkü hibe hak sahibi tarafından
düşürmek olup ödeşme değildir. Binaenaleyh yemin muvakkat olursa, hibe
suretinde yemin bozulmaz. Zira borç.hibe edildiği için yemini muhafaza etmek
mümkün değildir. Yemini muhafaza etmenin mümkün olması ise, yeminin bekâsının
şartıdır. Yukarıda bardak meselesinde geçtiği üzere ibtidâen yeminin yapılmış
olmasının da şartıdır. Buna göre bir kimse «vallahi yarın borcumu ödeyeceğim» diye
yemin edip bugün ödese yahut «filan şahsı yarın katledeceğim» diye yemin edip
bugün o şahıs ölse yahut «bu ekmeği yarın yiyeceğim» diye yemin edip bugün o
ekmeği yese yemini bozulmaz. Zeylaî.
İZAH
«Nebehrece ilh...» Bu kelime arapça
değildir. Aslı «nebehrehe» olup hisse manasınadır. Yani bu nevi dirhemlerin
gümüş kısmı az olup maden kısmı çoktur. Bundan dolayı bu dirhemleri tacirlerden
sıkı olanlar kabul etmez, müsamahakâr olanlar kabul eder. Nehir.
«Züyûfla ilh...» Bu kelime «zeyf»in
cemidir. Nitekim fels'in cemi fülûsdur. Misbah. Züyûf da gümüş ile madenin
karışımı bir para nevidir. Bunu da tacirler kabul eder, beytülmal kabul etmez.
Bu kelime de arapça olmayıp ancak fukahanın kullandığı kelimelerdendir. Bu
kelimenin fiili zâfe olup masdarında kıyas olan züyûf'dur, ziyafet değildir.
Nitekim Muğrib'de böylece zikredilmiştir. Nehir. Fetih.
«Ödediği paranın başkasının olduğu ortaya
çıksa ilh...» Yani: «Bugün ben borcumu elbette ödeyeceğim» diye yemin eden
kimse, borcunu nebehrece yahut züyûfla ödese yahut ödediği paranın başkasının
olduğu ortaya çıksa, yemini bozulmaz. Hatta züyûf, nebehrece yemin edene geri
verilse ve hak sahibi ödediği parayı alacaklısından alsa yine yemini bozulmaz.
Mükâteb bu nevi paralardan efendisine kitabet bedeli olarak verip de âzâd olsa,
sonra efendisi her ne kadar bu paralan köleye geri verse bile âzâd olmasına bir
zarar gelmez.
«Settûka ilh...» Bu kelime settûka veya
süttûka okunur. Kuhistânî Fetih'te zikredilmiştir ki: Sîtûka'dan
arapçalaştırılmıştır. Yani üç tabaka halindedir, iki yüzü gümüş, içi bakır veya
tunçtur. Bakır veya tunç olan madeni, gümüşünden ziyadedir.
«Çünkü bunlar ilh...» Yani: «bugün ben
borcumu elbette ödeyeceğim» diye yemin eden kimse kalaydan yahut settûka'dan
borcunu ödese yemini bozulur.
Zeylaî, «settûka denilen paranın gümüşü
madeninden ziyade olursa, yemini bozulmaz. Aksiyani madeni gümüşünden ziyade
olursa, yemini bozulur. Çünkü i'tibar ziyade olanadır.» demiştir.
«Miskin, Risale-i Yüsufiyye'den İlh...» Bu
eseri İmam Ebû Yusuf (Rh. A.) haraç ve öşür meseleleri hakkında Harun Reşid
için yazmıştır. Bu eserin ibaresi Muğrib'te settûka kelimesi izah edilirken ve
Bahir ile Nehir'de Miskin'den nakledilmiştir. Galiba imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un
bu eseri yazmaktan muradı hükümdarın cizye ve arazi ehlinden nebehrece
ismindeki parayı olmamasıdır. Ama settûka ismindeki parayı alması haramdır.
Çünkü bunu almada beytülmalın hakkını zayi etmek vardır.
«Züyûf'la borcunu ödemede yemininin
bozulmama meselesi fukahanın kendisinde züyûf parayı geçerli para gibi
kıldıkları beş meseleden birincisidir iIh...»
İkincisi: Bir kimse geçerli dirhemlerle bir
hâne satın alıp sonra parasını züyûftan verse, o hanede şüfa dâva eden şahıs
ancak geçerli dirhemlerle o haneyi alır. Çünkü şüfa sahibi o haneyi satın
alınan dirhemlerle alır.
Üçüncüsü: Bir kimse geçerli dirhemlere
kefil olup züyûfdan ödese, kendisine kefillik edilen şahıs kefilinden geçerli
dirhemleri alır.
Dördüncüsü: Geçerli parayla .bir şey satın
alıp sonra satıcıya parasını züyûfdan verse sonra satın alan kimse satın aldığı
şeyi murabaha (kâr) yoluyla satsa sermayesi geçerli paradan olur.
Beşincisi: Bir kimse bir şahıs üzerinde
olan geçerli dirhemlerden olan hakkını bilmeyerek züyûftan alıp infak etse,
sonra bilse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; almış olduğu
züyûf parayı verip geçerli parasını alamaz. Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
«Kaadıya teslim etse ilh...» Nâtıfî
zikretmiştir ki: Kaadı gaib olan kimsenin yerine bir vekil tayin edip bu vekil
gaib olan kimsenin hakkını alırsa, yine yemin edenin yemini bozulmaz. Bazrları
«hak sahibi gaib olduğu takdirde yemin eden kimse her ne kadar borcunu kaadıya
veya kaadı tarafından tayin edilen vekile vermese bile yemini bozulmaz»
demişlerdir. Bazıları «kaadıya verse bile yemini bozulur» demişlerdir. Fakat muhtar
olan kavle göre; kaadıya veya kaadı tarafından tayin edilen vekile verdiği
takdirde yemini bozulmaz.
«Kaadıya göre; satılması caiz olan
şeylerini satmasıyladır ilh...»
Yani: Bir kimse «vallahi ben falan şahsın
üzerimde olan alacağını ödeme hususunda gücümün yettiği kadar çalışacağım» diye
yemin ettiğinde bu yeminini muhafaza etmenin yolu faraza bu kimse borcunu
ödemeyip kaadıya şikâyet edildiğinde kaadının satması caiz olan meselâ
elbiseleriyle hanesinden başka olan menkul ve gayrı menkul mallarını satmasıyladır.
«Borcu karşılığı bir şeyi yemin edenin
alacaklısına satsa ilh...» Yani: Bir kimse «ben falan şahsa olan borcumu
ödeyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsa borcu karşılığında bir şey satsa her
ne kadar o şahıs alacağı karşılığında borçlusundan satın aldığı malı teslim
almasa bile yine yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Çünkü yeminin muhafazası
ve borcun ödenmesi mücerred satışla hasıl olmuştur. Hatta satılan mal teslim
edilmeden helak olsa satış bozulur; borç, borçlunun üzerine geri döner. Fakat
yemini bozulmamış olur. Nitekim hak sahibi alacağına karşılık borçlusunun
cariyesiyle evlenip ona cinsi yakınlıkta bulunsa yahut hak sahibi borçlusunun
bir malını telef etmesiyle veya bir cinayetle kendisine ödemek lâzım olsa yine
yemin edenin yemini bozulmaz,
Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse
«ben şu kadında olan hakkımı alıncaya kadar ondan ayrılmayacağım» diye yemin
edip sonra onun üzerinde olan hakkı mehir olmak şartıyla onunla evlense bu,
borcunu almak sayılacağı için yemini bozulmaz.
Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse eben şu şahısta olan borcumu bugün almayacağım» diye yemin edip sonra o
gün onun malından bir şey telef etse eğer telef ettiği mal mislî (çarşı ve
pazarda bahânın ayrı olmasını gerektiren bir farklılık bulunmaksızın kendisi
gibi bulunan şey) den olursa yemini bozulmaz. Çünkü üzerine vâcib olan
mislidir, kıymeti değildir. Eğer telef ettiği şey kıyemî (çarşı ve pazarda
fiatları farklı olan şey) den olursa telef ettiği malın kıymeti borcu kadar
veya borcundan daha ziyade olursa, yemini bozulur. Çünkü ödeşme yoluyla borcunu
almış olur. Fakat bu, yani alacaklı borçlusunun malını gasbettikten sonra telef
ettiği takdirdedir. Buna göre ödemeyi gerektiren alma bulunduğu için sanki
borcunu almıştır. Eğer borçlusunun malını gasbetmeden önce yakma gibi telef
bulunursa, alma bulunmadığı için yemini bozulmaz.
«Çünkü borçlar kendi misliyle ödenir
ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Borcu ödemek dirhemle olursa, ödeşme
yoluyla olmuş olur. Hatta borçlu alacaklısına borcu miktarı para karşılığında
bir şey satsa her ne kadar satılan malin parası borcuna karşılık olduğu
söylenmese bile ödeşme yapılmış olur.
«Alacaklı hakkını borçluya hibe etse, bu
ödeme değildir ilh...» Çünkü ödeme borçlunun fiilidir, hibe ise borçlusunu beri
kılmak suretiyle alacaklının fiilidir, Buna göre alacaklının fiili borçlunun
fiili olamaz. Fetih.
«Yemini muhafaza etmenin mümkün olması ise,
yeminin bekâsının şartıdır ilh...» Yani: Bekâsının şartı muvakkat yemindedir,
mutlak yeminde yeminin muhafaza edilmesinin mümkün olması ihtidasında şarttır,
bekasında şart değildir. Yemin eniği zaman üzerindeki borç mevcut olup yeminini
muhafaza etmesi mümkün olduğu için yemin yapılmış olur, sonra borcu kendisine
hibe edildiği için yeminini muhafaza etme ümidi kesilmiştir. Fakat ödeyecekbir
zaman geçtiği halde borcunu ödemediği için yemini bozulur. Fetih.
«Yemini bozulmaz İlh...» Yani; bir kimse
«vallahi yarın borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip bugün borcunu ödese, yemini
bozulmaz. Çünkü yarınki günde yeminini muhafaza etme imkânı kalmadığı için
yemin bâtıl olmuştur.
METİN
Bir kimse «vallahi ben filan sansa olan
borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip sonra onun ödenmesini başkasına emir veya
havale edip, o şahıs da alsa, yeminini muhafaza etmiş olur. Ama bir kişi
teberru olarak bunun borcunu ödese, yeminini muhafaza etmiş olmaz. Zahiriyye.
Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse borçlusuna «senden hakkımı tamamen almadıkça ayrılmayacağım» diye yemin
edip borçluyu görüp, gözetleyeceği bir yere otursa, ondan ayrılmış sayılmaz.
Yemin eden uyuşa yahut dalgın olup yahut bir şahıs kendisini konuşmakla meşgul
edip yahut borçlusunu takip etmekten men etmekle borçlusu kaçsa yemini
bozulmaz.
Bir kimse zevcesine «her gün sana bir
dirhem vermezsem boş ol» diye yemin etse, akşam veya yatsı vaktinde ona bir
dirhem verir. Bu yemin eden kimse her yirmidört saatte bir dirhem vermeye devam
derse yemini bozulmaz. Bir kimse borçlusundan alacağını bölük bucuk
almayacağına dair yemin etse, bundan sonra bir kısmını alsa, hepsini parça
parça alıncaya kadar yemini bozulmaz. Çünkü hepsini parça parça almakla yeminin
bozulma şartı bulunmuş olur. Ancak alacağını zaruri ayırmakla meselâ alacağının
hepsini iki veya üç defa tartmakla ayrı ayrı alsa, yemini bozulmaz. Çünkü yemin
eden tartma veya sayma işinde oldukça örfte ayırma sayılmaz.
Bir kimse «filan şahıs üzerinde olan
hakkımı ancak cümleten veya cem'an alacağım» diye yemin edip sonra ondan bir
dirhemi talep etmeyi terketse, geri kalanı gerek toptan gerekse ayrı ayrı ne
şekilde alırsa alsın yemini bozulmaz. Zahiriyye. Bu suret birinci meselede
yeminin bozulmamasının hile (çare) sidir. Nitekim bir kimse «benim yüz
dirhemden başka» yahut «yüz dirhemden gayrı» yahut «yüz dirhemden mâada bir
şeyim bulunursa şöyle olsun» diye yemin etse ve kendisi yüz dirheme veya daha
az dirheme mâlik olsa, yemini bozulmaz. Çünkü yemin edenin maksadı yüz
dirhemden ziyadesini nefyetmek olduğu için yüzden ziyade kendisinde zekât lâzım
olan altın, ticaret malı, hayvan gibi mala mâlik olursa, nisaba baliğ olsun
veya olmasın yemini bozulur. Eğer kendisinde zekât vâcib olmayan mala mâlik
olursa, yemini bozulmaz. Hatta bir kimse «benim için mal varsa, zevcem boş
olsun» deyip halbuki kendisinin ticaret için olmayan eşyası, arazisi, haneleri
bulunsa, yemini bozulmaz. Hızanetü'l-Ekmel.
Bir kimse «ben bu fiili işlemeyeceğim» diye
yemin etse, meselâ: «Fülan şahısla tekellüm etmeyeceğim» dese, onunla kelâmı
ebedî terkeder. Çünkü fiil, nekre olan bir masdar iktiza eder ki; burada kelâmı
gerektirir. Nefyden sonra vâki olan nekreler umum ifade eder ki; gelecek
zamanın hepsine şâmil olur da sanki yemin eden gelecek zamanın hepsinde «filan
şahısla konuşmayacağım» demiş olur. Buna göre; bu yemin eden kimse üzerine
yemin ettiği şeyi bir defa işlese, yemini bozulur ve çözülür. Mecma Şerhindeki
«bir kere işlemekle yemin çözülmez ifadesi yanlıştır. Bu şekilde yemin eden
kimse «işlemem» diye üzerine yemin ettiği şeyi bir defa işlediğinde yemini
bozulur. Tekrar bir daha işlediğinde yemini bozulmaz. Ancak «küllema: Her ne
zaman» lafzıyla yemin bozulur. Eğer yemin eden yeminini «vallahi bugün ben
işlemiyeceğim» gibi bir vakitle takyid edip o işi işlemeden o gün geçse, yemini
bozulmaz. Çünkü o günün hepsinde o fiilin terki bulunmuştur. Keza: Yemin eden
veya üzerine yemin edilen şey helak olsa, o günde fiil bulunmadığı cin yemin
bozulmaz. «Bugün şu ekmeği yiyeceğim» diye yemin eden o gün mecnun olduğu için
yemese, Hanefilere göre; yemini bozulur. Ahmed b. Hanbel (Rh.A.)'e göre;
bozulmaz. Fetih.
Bir kimse «vallahi ben elbette şu fiili
işlerim» diye yemin etse, o fiili bir kere işlese, yeminini muhafaza etmiş
olur. Çünkü isbatta vâki olan nekre fiilin mutazammın olduğu hassa masdar olur.
Bir ise müteyekkandır. Eğer bu yemini bir vakitle tevkit edip o fiili işleme
imkânı varken o fiili işlemeden o vakit geçerse, yemini bozulur. Yemin edenin
ölmesiyle yahut o mahallin fevtiyle yapma imkânı olmazsa, yemini bâtıl olur,
nitekim bardak meselesinde geçmiştir. Zeylaî.
İZAH
«Sonra onun ödenmesini emir veya havale
edip ilh...» Borcu ödeme mücerret havale ve emirle tahakkuk etmez. Belki havale
ve emirle birlikte alacaklının hakkını alması lâzımdır.
Hindiyye'de zikredilmiştir ki: Borçlu
bizzat kendisinin vermesini niyet etse, kazaen ve diyaneten tasdik edilir.
Borçlu «borcumu vermeyeceğim» diye yemin edip sonra borcunun ödenmesini bir
şahsa emir veya havale edip o şahısda adese, yemini bozulur. Bu yemini ile
bizzat kendisinin vermeyeceğine niyet ettiğini söylese, bu sözünde kazaen
tasdik edilmez.
«Borçluyu görüp gözetleyeceği ilh...» Yani
bir kimse borçlusuna «ben senden hakkımı tamamen almadıkça ayrılmayacağım» diye
yemin edip sonra onu görüp, gözetleyeceği bir yere otursa ayrılmış olmaz.
Bahır'da zikredilmiştir ki: Aralarına bir
perde veya caminin direklerinden biri hail olsa yine ondan ayrılmış olmaz.
Kezâlik: Biri mescidin içinde, diğeri dışında oturup mescidin kapısı açık
bulunup onu görse ondan ayrılmış sayılmaz. Eğer mescid duvarı hail olursa ve
kapısı da kapalı bulunursa ondan ayrılmış sayılır. Ancak alacaklı borçlusunu
bir yere sokup kapıyıkapatır, kendisi kapının önünde oturursa ayrılmış olmaz.
«Yemini bozulmaz ilh...» Bir kimse
zevcesine «her gün sana bir dirhem vermezsem boş ol» dese «gün» lâfzı örfte
geceye de şâmil olur. Yukarıda geçtiği üzere bir kimse «ben falanca şahısla bir
gün konuşursam şöyle olsun» dese, bu yemini geceyle gündüze hamlolunur. Yani
yirmidört saat zarfında o şahısla konuşursa yemini bozulur. Çünkü «gün»
uzamayan bir fiile yakın olduğu için yirmidört saat murad edilmiştir. Burada
yani «her gün sana bir dirhem vermezsem boş ol» ifadesindeki «verme» fiili de
uzamayan fillerden olduğu için bu ifadedeki «gün» lâfzı ile de yirmidört saat
murad edilmiştir.
«Hepsini parça parça alıncaya kadar yemini
bozulmaz ilh...» Yani bir kısmını almakla yemini bozulmayıp yeminin bozulması
kalan kısmını almasına bağlı bulunur. Peyderpey hepsini alınca yemini bozulur.
Fetih.
«Atacağının hepsini iki veya üç defa
tartmakla itti...» Yani bir kimse «alacağımı peyderpey almıyacağım» diye yemin
etse, halbuki hepsini birden alması mümkün olmayıp iki veya daha ziyade tartmak
suretiyle alsa, yemini bozulmaz. Çünkü bu şekilde tartarak hakkım almaya örfte
ayırma denilmez. Âdet muteberdir. Zeylaî.
«Yemini bozulmaz ilh...» Zahire'nin talâk
bahsinde zikredilmiştir ki: Bir kimse bir şahsa mal hibe ederken «benim sana hibe
ettiğim malı ehlinden başkasına harcarsan zevcem üç talâk boş olsun» dese,
sonra o şahıs kendisine hibe edilen malın bir kısmını ehline harcasa geriye
kalan kısmıyla borcunu ödese yahut hacca gitse yahut evlense, yemin edenin
zevcesi boş olmaz. Bunu Hâherzâde Şerhi'l-Hıyel'de zikretmiştir. Bu meselenin
benzeri: Bir kimse «filan şahıs, üzerinde olan hakkımı ancak toptan alacağım»
diye yemin edip sonra bir kısmını alsa, yemini bozulmaz. Çünkü yeminini
muhafaza etmesinin şartı hakkının hepsini toptan almasıdır. Buna göre;
yemininin bozulmasının şartı alacağının hepsini ayrı ayrı almasıdır ki bu da
bulunmamıştır. Hâsılı hakkının bir kısmını birden veya ayrı ayrı almasıyla
yemini bozulmaz. Ancak hakkının hepsini peyderpey aldığında yemini bozulur. Bu
şekilde yemin edildiğinde yeminin bozulmamasının çaresi yemin eden kimsenin
borçlusundan bir dirhem olmamasıdır. Bu takdirde hakkının hepsini peyderpey
almamış olur. Dolayısıyla yemini de bozulmamış olur. Burada bir mesele kaldı.
Şöyle ki: «Falanca şahıs üzerindeki borcumu bölük buçuk almayacağım» diye yemin
eden kimse o şahıstan alacağını hiç almasa veya «benim sana hibe ettiğim mali
ehlinden başkasına harcarsan zevcem boş olsun» deyip kendisine hibe edilen
şahıs hibeyi zay etmekle ehli üzerine hibeden hiç bir şey harcamasa, bu
suretlerde yemin edenin yemini bozulur mu, yoksa bozulmaz mı? Zahir olan kavle
göre; yemini bozulmaz. Çünkü bu ifadelerin mânâsı «eğer ben hakkımı alırsam onu
ancak toptan alırım» yahut «onu ancak ehline harcarsın» demek olur. Bunun
benzeri «ben şu elbiseyiancak on dirheme satarım» yahut bir kimse zevcesine
«benim iznim olmadan çıkamazsın» dese sonra o elbiseyi hiç satmasa veya zevcesi
hiç dışarı çıkmasa yemini bozulmaz. Burada da böyledir. Bundan anlaşılır ki,
bir kimse «ben falan şahsı ancak siyaset hâkimine şikâyet ederim» diye yemin
edip de onu asla şikâyet etmese, yemini bozulmaz. Bana zahir olan budur.
«Yüzden ziyade kendisinde zekât lâzım olan
ilh...» Yani: «Benim yüz dirhemden başka bir şeyim bulunursa, şöyle olsun» diye
yemin eden kimsenin yüzün üzerine kendisinde zekât vâcib olan meselâ altın,
gümüş, hayvan, ticaret malları gibi mala mâlik olursa, nisaba baliğ olsun veya
olmasın yemini bozulur. Eğer kendisinde zekât vâcib olmayan köle, hâne gibi
mala mâlik olursa, yemini bozulmaz. Çünkü mutlak mal ile kendisinden zekât
verilmesi lâzım gelen mal murad edilir. Nitekim bir kimse «vallahi benim malım
yoktur» veya «benim malım yoksullara sadakadır» dese bu ifadesindeki mal ile
kendisinde zekât vâcib olan mal murad edilir, ister nisaba baliğ olsun isterse
olmasın. Vasiyet böyle değildir. Meselâ: Bir kimse malının üçte birini vasiyet
etse, bu vasiyeti malının hepsine şâmil olur. Bunun tamamı Şerh-i Telhis'tedir.
«Onunla kelâmı ebedi terkeder ilh...» Yani:
Bir kimse «ben şu şahısla konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini o şahısla
ebedi konuşmamasına hamlolunur. Her hangi bir vakit onunla konuşursa, yemini
bozulur. Eğer o şahısla bir gün yahut iki gün yahut üç gün konuşmamağa niyet
etse diyaneten de kazaen de tasdik edilmez. Çünkü söylenmeyen bir şeyi tahsis
etmeğe niyet etmiştir. Zahire.
«Mecma Şerhinde ki; «bir kere işlemekle
yemin çözülmez» ifadesi yanlıştır ilh...» Bilâkis bir kimse «şu işi
yapmayacağım» diye yemin edip o işi bir defa yapsa, yemini bozulur ve çözülür,
o işi ikinci defa yaptığı takdirde tekrar yemini bozulmaz. Çünkü yemin
bozulduktan sonra bozulan yemini muhafaza etmek mümkün değildir. Yemini
muhafaza etmenin mümkün olması için yeminin baki olması şarttır. Buna göre;
yemin baki kalmadığı için bozulması mümkün değildir.
METİN
Vali bir kimseye şehire giren her bir
bozguncu ve yaramaz şahsı kendisine mutlaka bildirmesi için yemin ettirse, bu
yemin valinin vali olduğu müddetçe geçerlidir. Çünkü mutlak (zaman tayin
edilmeksizin yapılan) yemin halin delaletiyle mukayyed (zaman tayin edilmiş)
olur. Burada kendisine yemin ettirilen kimsenin yemininin bilgisinin acele
olmasıyla kayıtlanması lâyık ve münasiptir. Yani fena bir kimsenin şehre
girdiğini bildiğinde hemen gidip valiye bildirmesi lâzımdır. Bu vali azle-dilse
veya ölse yemini düşer. Yani şehire giren fena kimseleri biidirmemekle yemini
bozulmaz. Valilikten azledilmeden daha yüksekmakama terfi etse, yemini baki
kalır. Çünkü kuvvet ve kudreti artmıştır. Musannifin aşağıdaki zikir ve beyan
edeceği meseleler halin delaletiyle mukayyed olur: Bir alacaklı borçlusuna
yahut kendisine kefillik edilen kimsenin emriyle kefil olana kendinden izinsiz
şehirden çıkmamağa yemin ettirse, bu yemin borç ve kefaletin kıyamları halinde
çıkmakla kayıtlanmış olur. Çünkü borç ve kefaletin kıyamları halinde her kimin
men etme hakkı varsa, izin verme hakkı da vardır. Borç ve kefalet ortadan
kalkınca men etme hakkıda ortadan kalkar.
Bir kimse zevcesine «benden izinsiz
çıkmayacaksın» diye yemin ettirse, evliliğin kıyamı haliyle kayıtlanır. Yani
evlilik zail olduktan sonra kadın çıksa, yemini bozulmaz. Zevcesine «haneden
çıkmayacaksın» diye yemin ettirse, bu evliliğin kıyamıyla kayıtlanmış olmaz.
Çünkü kayıtlanmaya delâlet edecek bir delil yoktur.
Bîr kimse «şu malı filan şahsa hibe
edeceğim» diye yemin edip sonra onu hibe edip de o şahıs kabul etmese, yemin
eden yeminini muhafaza etmiş olur.
Keza: Ariyet, vasiyet, ikrar gibi bütün
teberru akidlerde de yine böyledir. Alış-veriş, icare, sarf, selem, nikâh,
rehin, hülu gibi akidler kabul edilmeden yemin muhafaza edilmiş olmaz. Nefy
(olumsuz)i tarafı da böyledir. Bunda asıl ve kaide: Hibe gibi teberruat
akidlerinde yalnız icab kâfidir. Fakat alış-veriş ve icare gibi muavazat
akidlerinde ise icab ile kabulün beraber bulunmaları lâzımdır. Nefiy (olumsuz)
ve isbat yoluyla yapılan hibede yemin edenin yemininin bozulmasının şartı
kendisine hibe edilen zâtın hazır bulunmasıdır. Buna göre «ben şu şeyi hibe
etmeyeceğim» diye yemin eden kimse gaib olan bir şahsa o şeyi hibe etse,
ittifakla yemini bozulmaz. Bu mesele bellenmelidir! İbn-i Melek.
İZAH
«Burada kendisine yemin ettirilen kimsenin
yemininin bilgisinin acele olmasıyla kayıtlanması lâyık; ve münasiptir ilh...»
Bu yeminin bu şekilde fevri olmasını İbn-i Hümam bahsetmiştir.
Kenz şerhinde zikredilmiştir ki: Vali
tarafından kendisine yemin ettirilen şahıs şehire giren fena kimseyi bilip onu
valiye bildirmese yemini bozulmaz. Ancak vali ölür yahut azledilir yahut yemin
eden ölürse, yemini bozulur. Çünkü mutlak olan yemin ancak üzerine yemin edilen
şeyin yapılmasından ümit kesildiğinde bozulur. Eğer yemin muvakkat olursa,
üzerine yemin edilen şeyin yapılması mümkün iken yapılmayıp o muayyen vaktin
geçmesiyle yemin bozulur.
Valinin bir kimseye şehire girecek her
bozguncuyu ve şehirde olacak her fenalığı kendisine bildirmesi için yemin
ettirmesinden maksadının şehirde olacak her kötülüğü ve fenalığı derhal defedip
menetmek için olduğuna bakılırsa, bu yeminin fevri (acele) yemin olmasına
hükmolunur.
İnâye'de zikredilmiştir ki: Bu kendisine
yemin ettirilen kimsenin zahir rivayete göre; şehiregiren bir bozguncuyu derhal
valiye bildirmesi lâzım olmadığı gibi, vali ölünceye veya azledillnceye kadar o
bozguncuyu valiye bildirmeyi tehir etmesi de lâzım gelmez. Fakat Fetlh'in
beyanından malum oldu ki; kârine bulunduğunda bu bilgilerin acele olmasıyla
kayıtlanması mezhebte sabit olan bir hükümdür. Yani kendisine vali tarafından
yemin ettirilen kimse, şehre giren bir bozguncuyu ve şehirde cereyan eden bir
kötülüğü bilir bilmez derhal valiye bildirmesi lâzımdır. Buna göre İbn-i Hümam'ın
bahsinin neticesi şudur: Valinin bir kimseye şehire girecek her bozguncuyu
kendisine bildirmek üzere yemin ettirmesinden muradı, şehirde cereyan edecek
kötülükleri defetmek olduğundan şehirde kötülük ve fenalık yayılmadan önce
kendisine haber verilmesidir. Yoksa şehirde senelerce bozgunculuk ve fenalık
yapıldıktan sonra kendisine bildirilmesi değildir. Bu ise bu yeminin mezhebte
sabit olan fevri yemin olduğunun acık kârinesidir. Kenz Şerhi ile İnâye'de
mevcut olan yeminin fevri olduğuna kârine bulunmadığına mebnidir. İbn-i
Hümam'ın bahsettiği ise yeminin fevri olduğuna kârine bulunduğuna mebnidir.
Yeminin fevri olduğuna kârine bulunduğu yerde mezhebin nassıyla fevri yemin
diye hükmolunur. Kârine bulunmazsa, fevri yemin diye hükmolunmaz. İbn-i Hümam'ın
bahsettiği, mezhebten nakledilmiş olana muhalif değildir. Bilâkis mâkûl ve
makbuldür. Bundan dolayı bunu büyük âlimler ikrar etmişlerdir.
«Valilikten azledilmeden daha yüksek makama
terfi etse yemini baki kalır ilh...» Bu ibare Fetih'te zikredilmemiştîr. Fakat
Bahir sahibi şöyle zikretmiştir: Vali vazifesinden azledilip daha yüksek bir
vazifeye tayin edilse, o kimseye yaptırdığı yeminin bozulup bozulmayacağının
hükmünü görmedim. Lâyık olan yeminin bozulmamasıdır. Çünkü vali birinci
makamından daha ziyade fesad ve fenalığı giderecek bir makama yükselmiştir.
Ben derim ki: Zahir olan yemin ettirdiği
kimsenin yemininin bozulmaması, valinin azliyle daha yüksek makama tayin
edilmesi arasında fasıla bulunmadığı takdirdedir. Belki valinin terfi edip daha
yüksek makama geçmesidir. Bundan dolayı Sarih «azledilmeden daha yüksek makama
terfi etse» ifadesiyle tâbir etmiştir. Eğer azledilip bir gün geçtikten sonra
tekrar gerek ayn; vazifeye gerekse daha yüksek vazifeye tayin edilse, yemin
ettirdiği kimsenin yemini düşer. Tekrar tayin edildiğinde düşmüş olan yemin
kendiliğinden geri dönmez.
«Çünkü borç ve kefaletin kıyamları halinde
her kimin menetme hakkı varsa ilh...» Yani alacaklının hakkı ileride verilecek
olmazsa, borçlusunu veya kefilini şehirden çıkmaktan menetme hakkı vardır. Eğer
olacağı ileride verilecek olursa, borçlusunu veya kefilini borcunun vakti
gelmeden şehirden çıkarmamaya ve borcunu istemeye hakkı yoktur.
«Bu evliliğin kıyamıyla kayıtlanmış olmaz
ilh...» Çünkü zevcin bu ifadesinde izin lâfzı zikredilmemiştir. Binaenaleyh
burada yeminin izindeki velayet zamanıyla kayıtlanmasınıgerektiren bir sebep
mevcut değildir. Buna göre; bir kimse zevcesine hitaben «senden izinsiz
evleneceğim her kadın boş olsun» deyip sonra zevcesini bain talâkla veya üç
talâkla boşasa, bundan sonra boşamış olduğu zevcesinden izinsiz evlense
evlendiği kadın boş olur. Çünkü yemini nikâhın devam etmesiyle kayıtlanmaz.
Eğer kadın nikâh akdiyle kocasına izin verme ve kocasını men etme hakkına sahip
olsaydı kocasının yemini nikâhın devam etmesiyle kayıtlanmış olurdu. Fakat
kocası böyle olmayıp nikâh akdiyle zevcesine izin verme ve men etme hakkına
sahip olur.
«Nefvi tarafı da böyledir ilh...» Meselâ:
Bir kimse «ben şu şeyi filan şahsa hibe etmeyeceğim» diye yemin ettiği halde
hibe edip de o şahıs kabul etmese, yemini bozulur. Fakat «şu şeyi satmayacağım»
diye yemin ettiği halde satsa da o şahıs kabul etmese yemini bozulmaz.
«Bunda asıl ve kaide ilh...» Hibe gibi
teberruatta yalnız meccanen bağışlayanın icabı (şu şeyi verdim veya aldım demesi)
kifayet eder. Fakat alış - veriş ve icare gibi muavazattd yalnız icab kifayet
etmeyip kabule de ihtiyaç vardır, İmam Züfer'e göre; hibe de icab gibidir.
Bir kimse bir zâta «ben şu elbiseyi sana
sattım» yahut «şu haneyi sana icare verdim de sen kabul etmedin» deyip o zât da
«bilâkis kabul ettim» dese ittifakla «kabul ettim» diyen zâtın sözü kabul
edilir. Çünkü satışı ikrar etmek icab ile kabulün ikrarını tazammun eder. ödüne
meselesi de ihtilaflı olup İmam Ebû Yusuf'a göre; ödüne muavazat hükmünde olduğu
için bunda da kabul şarttır, ödüne meselesinde İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan iki
rivayet nakledilmiştir, İbrâ (borçluyu borcundan beri kılma) meselesi lâfızla
mülk ifade ettiği için alış - verişe ve karşılıksız mülk edindirme olduğu için
hibeye benzer.
Hulvânî «ödünç ile ibra hibe gibidir»
demiştir. Münasip olan ibranın hibeye, ödüncün ise alış-verişe ilhak
edilmesidir, ödünç almaya gelince ihtilafsız hibe gibidir.
FER'İ MESELE: Fetih'te zikredilmiştir ki:
Bir kimse bir köleye «filan şahıs seni bana hibe ederse hür ol» deyip o şahıs
da köleyi bu kimseye hibe etse, eğer köle hibe edenin elinde bulunursa, köleyi
bu kimseye teslim etsin veya etmesin âzâd olmaz. Eğer köle kendisine hibe
edilen kimsenin elinde emanet olup önce hibe eden söze başlayıp «bunu sana hibe
ettim» dese bu kimse kabul etsin veya etmesin âzâd olmaz. Bu kimse önce söze
başlayıp «bu köleyi bana hibe et» deyip o şahıs da «bunu sana hibe ettim» dese
âzâd olur.
METİN
«Reyhan (fesleğen) koklamayacağım» diye
yemin eden kimsenin gül veya yasemin koklamasıyla yemini bozulmaz. Yeminde
üzerine itimad edilen örftür. Fetih. Koklamaya yapılan yemin koklanması maksud
olana vaki olur ki meselâ: Burnuna yaklaştırıp koklamakla olur. Buna göre; bir
kimse «güzel koku koklamayacağım» diye yemin edip bundan sonra kasıtsız güzel
kokunun rayihasını bulsa her ne kadar dimağına vasıl olsa bileyemini bozulmaz.
«Menekşe veya gül satın almayacağım» diye
yemin eden kimse bunların, yapraklarını satın alsa, yemini bozulmaz.
«Evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimseyi
bir fuzuli evlendirip kendisi de söz ile icazet verse, yemini bozulur. Fakat
mehrinî gönderme, öpme veya ona cinsi yakınlıkta bulunma gibi fiiliyle icazet
verse, yemini bozulmaz. Bu kavil ile fetva verilir. Yazma da fiil
kabilindendir.
İbn-i Semaa muhalefet edip «yazma söz
kabilindendir» demiştir. Bir kimseyi bir fuzuli evlendirip sonra o kimse «ben
evlenmeyeceğim» diye yemin etse, bunda fiiliyle icazet verdiğinde yemini
bozulmadığı gibi sözüyle de icazet verdiğinde ittifakla yemini bozulmaz. Çünkü
icazet akid vaktine istinad eder.
Bir kimse «benim nikâhım altına giren veya
bana tezevvücle helâl olan her bir kadın şöyle olsun» deyip bundan sonra bir
fuzulinin nikâhına fiiliyle icazet verse yemini bozulmaz, kavliyle icazet
verse, yemini bozulur. Ama «mülküme giren her köle hür olsun» dese geçen
suretin hilafınadır ki fiilliyle icazet verdiğinde de ittifakla yemini bozulur.
Çünkü mülkün sebebleri çoktur. İmâdiyye.
Yine İmâdiyye'de zikredilmiştir ki: Bir
kimse «ben zevcemi boşamayacağım» diye yemin etse, sonra bir fuzulinin
boşamasına kavlen veya fiilen icazet verse, bu da nikâh gibidir ki kavliyle
icazet verirse yemini bozulur, fiiliyle icazet verirse yemini bozulmaz. Şu
kadar var ki mehri sonra göndermesi icazet sayılmaz. Çünkü mehir talâktan önce
de vâcib olduğu için onunla talâka istidlal olunmaz ve talâk vâki olmaz. Ama
mehir nikâhın hasaisinden olduğu için nikâh talâkın hilafınadır. Bir fuzuli
başka bir şahsın zevcesine «filan zâtın hanesine girersen boş ol» deyip bundan
sonra o kadının zevci de bu fuzulinin talikine icazet verip o kadın da o haneye
girse, boş olur.
Bir kadın kendi üzerine zevcinin
evleneceğinden korktuğunda aralarında vesika yazan kâtiplere «ben bizzat kendim
yahut vekilim yahut fuzuli bir kimse vasıtasıyla evlenirsem» yahut «nikâhım
altına her ne suretle otursa olsun bir kadın girerse, boş olsun» diye
yazdırsalar, sonra bir fuzulinin nikâhına fiiliyle icazet verse, yemininin
bozulmaması geçen meseleler gibidir. Burada da fuzulinin nikâhına kavliyle
icazet verirse, yemini bozulur. Çünkü bu yazıdaki «fuzuli vasıtasıyla
evlenirsem» ifadesindeki fuzuli lâfız söz ile olan icazetine sarfolunur. Bu
surette fuzuli yoluyla? evlenmenin kapanması, ancak zevç «ben fuzulinin
nikâhına icazet verirsem de yine boş olsun» derse olur. Buna göre; her ne kadar
fiiliyle icazet verse de, kendini yemininden kurtarıcı bir şey olmaz. Fakat
izah edilen surette talik olunan nikâhı altında olmayıp sonradan evleneceği
kadının talâkı olursa, bu husus mülke muzaf olan yeminin feshi için Şafiî
kaadısına götürülür de yemini münfesih olmakla halâsolur.
Sarih «talik babında bu yeminin bozulma
hususunda Şafiî kaadısının fetvası kifayet eder diye zikrettik» demiştir.
Bahır.
İZAH
«Örfte yemini bozulmaz ilh...» Yani:
«Menekşe veya gül satın almıyacağım» diye yemin eden kimse menekşe veya gülün
yapraklarını satın alsa, yemini bozulur. Ama bunların yağlarını satın alsa,
örfte yemini bozulmaz.
Hidaye'de «bunların yağını satın alsa,
yemini bozulur. Fakat yapraklarını satın alsa yemini bozulmaz» denilmesi ve
Kerhî'nin «bunların her ikisinin satın alınmasıyla yemini bozulur» demesi örfün
değişmesine göredir. Bizim örfümüzde Musannifin zikretmiş olduğudur Bu hülasa
olarak Fetih'ten alınmıştır.
«Kendi»! de söz ile icazet verse ilh...»
Meselâ: «Razı oldum veya kabul ettim» demesi gibi. Nehir.
Zâhidî'nin Hâvi'sinde zikredilmiştir ki:
insanlar onu fuzulinin nikâhından dolayı tebrik edip o da sukut etse, bu da
icazet sayılır.
«Yemini bozulur ilh...» Yani: Bir kimse
«evlenmeyeceğim» diye yemin edip sonra bir fuzuli onu evlendirdiğinde fuzulinin
nikâhına sözü ile icazet verse, yemini bozulur. Tebyin'de olduğu gibi muhtar
olan kavil budur. Meşayıhın ekserisi bu kavil üzerindedir. Fetva da bunun
üzerinedir. Nitekim Haniyye'de de böyledir.
«Yazma da fiil kabilindendir ilh...» Yani:
«Evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimseyi bir fuzuli evlendirip kendisi de bu
nikâha yazı ile icazet verse yemini bozulmaz. Fuzulinin nikâhına yazıyla icazet
vermesi fiil kabilindendir. Çünkü Câmi'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben
filan şahısla konuşmayacağım» veya «ona bir şey demiyeceğim» diye yemin edip
sonra o şahsa mektup yazsa, yemini bozulmaz. İbn-i Semaa «yemini bozulur»
demiştir. Nehir.
«Çünkü icazet akid vaktine istinad eder
ilh...» Yani: Nikâhın akdi (kıyılma) vaktinde, yemini bozulmadığı için kendisi
evlense bile yemini bozulmaz. Fuzulinin nikâhına kavliyle veya fiiliyle icazet
verse, yemini evleviyette bozulmaz.
«Yemini bozulmaz ilh...» Yani: Bir kimse
«benim nikâhım altına giren, veya bana tezevvüçle helâl olan her bir kadın
şöyle olsun» deyip sonra bir fuzulinin (asıl, veli, vekil veya elci olmayan bir
şahsın yemin eden kimse namına yapmış olduğu) nikâhına fiiliyle icazet verse,
yemini bozulmaz. Çünkü bu şekilde yemin eden kimse sanki «bizzat kendim
evlenmeyeceğim» demiştir. Fuzulinin evlendirmesiyle tezevvüç etmiş olmaz.
Nitekim Allâme Kasım'ın Fetavasında böylece zikredilmiştir.
«Çünkü mülkün sebepleri çoktur ilh...» Zira
mülke sebep söz olur; satın alma gibi. Sözden başka olur; miras, hibe ve
vasiyet gibi.
«Fiilen icazet verse ilh...» Meselâ: Bir
kimse «ben zevcemi boşamayacağım» diye yemin edip sonra bir fuzulinin talâkına
fiiliyle yani zevcesinin eşyalarını evinden çıkartmakla icazet verse, yemini
bozulmaz.
«Şafiî kaadısının fetvası kifayet eder
ilh...» Yani; yemin eden kimseye Şafii olan kaadı bu yemininin bâtıl olduğuna
dair fetva verir. Bu imam Muhammed (Rh.A.)'den rivayet edilmiştir. Harzem
âlimleri bu rivayetle fetva vermişlerdir. Fakat bu rivayet zayıftır.
METİN
Bir kimse «filan şahsın hanesine
girmeyeceğim» diye yemin etse, bu yemin o şahsın mülkiyetle icare ile iare ile
tasarruf ettiği haneye şâmil olur. Çünkü filan şahsın hânesiyle murad örfte o
şahsın oturduğu yerdir. Oturduğu hanede başkasına tâbi olma yoluyla oturmaması
da lâzımdır. Buna göre; bir kimse «filan kadının hanesine girmeyeceğim» diye
yemin edip sonra o kadın kendi hanesinde zevciyle beraber otururken girse,
yemini bozulmaz. Çünkü hâne oturana nisbet olunur. Bu hanede oturan ise kadının
zevcidir. Bu, Vakıat'dan naklen Nehir'de zikredilmiştir. İflasıyla hükmolunan
fakir veya zengin üzerinde alacağı olan kimse malım yoktur diye yemin etse,
yemini bozulmaz. Çünkü alınacak hak her ne kadar ileride mal ise de şimdiki
halde mal değildir. Belki hakikaten alınması mutasavvar olmayan zimmette bir
vasıftır.
FER'İ MESELELER: Bir kimse başka bir şahsa
«vallahi şu şeyi işleyeceksin» deyip ve bu ifadesiyle o şahsa yemin ettirmeyi
de niyet etmese kendisi yemin etmiş olur. Eğer o şahıs o işi işlemezse, yemin
eden kimsenin yemini bozulmuş olur.
Bir kimse bir şahsa «ben senin üzerine
Allah Azîmüşşân'a kasem ederim ki elbette şu işi yapacaksın» dese yahut «senin
üzerine» lâfzını söylemeyip «ben Allah Azîmüşşân'a kaşem ederim ki elbette şu
işi yapacaksın» dese bu kimse bu ifadesiyle istifham (soru) hemzesinin takdiri
(gizli olması) ile istifham murad etmezse, kendisi yemin etmiş olur.
Bir kimse bir şahsa «şu şeyi işlersen
Allah-ü Teâlâ'nın ahdi üzerine olsun» deyip o da cevabında «evet» dese, bu
surette «evet» diye cevap veren yemin etmiş olur.
Bir kimse «falan şahıs benim haneme
girmesin», diye yemin etse, bu kimsenin yemini o şahsı hanesine sokmamağa gücü
yetmezse, sözüyle yasaklaması yapılmış olur. Eğer o şahsı sokmamağa gücü
yeterse, bu takdirde yemini hem söz ile yasaklama üzerine hem de eve sokmamak
üzerine yapılmış olur.
Bir kimse hanesini bir şahsa icareye verip
sonra «a şahsı hanemde bırakmayacağım» diye yemin etse o şahsa «çık» demesiyle
yeminini muhafaza etmiş olur. «Bugün malımı borçlumüzerinde bırakmayacağım»
diye yemin eden kimse borçlusunu kaadıya götürüp yemin ettirse yeminini muhafaza
etmiş ölür. Bir kimseye «sen şu işi yâptınsa zevcen boş olsun mu?» denildiğinde
cevabında «evet» deyip halbuki o işi yapmış olsa zevcesi boş olur.
Eşbah'ta zikredilmiştir ki: On birinci
kaide sual, cevapta iade olunmuştur. Bir kimse Zeyd'e «şu işi işlersen zevcen
boş olsun» yahut «kölen hür olsun» yahut «Beytullâh ı yürüyerek ziyaret etmek
üzerine vâcib olsun» deyip o da «evet» dese yemin etmiş olur. Bir kimse bir
şahıstan bir miktar hak dava edip o şahıs da inkâr ve «bende bir şeyin yoktur»
diye talâka yemin etse, dava eden kimse o şahısda malının bulunduğuna dair
şahit getirip kaadı da hükmetse, o şahsın yemini bozulur. Bu kaville fetva
verilir.
Bir kimse «filan şahıs ağırcanlıdır» diye
yemin edip halbuki o şahıs insanların yanında ağırcanlı olmayıp yemin edenin
yanında ağırcanlı olsa, yemini bozulmaz. Ancak insanların yanında ağırcanlı
olduğuna niyet etse, yemini bozulur.
Bir kimse «filan şahısla beraber kassarlık
sanatında çalışmayacağım» deyip o şahsın ortağıyla çalışsa, yemini bozulur.
Eğer ticarete izin verilmiş kölesiyle beraber çalışırsa yemini bozulmaz.
«Filan şahsın tarlasında ekin ekmeyeceğim»
diye yemin eden kimse sonra o şahısla başka bir zât arasında müşterek olan
tarlayı ekse, yemini bozulur. Çünkü tarlanın yarısına da tarta denilir. Ama
«filan şahsın hanesine girmeyeceğim» diye yemin edip sonra onun ortak olan
hanesine girse, eğer o şahıs o hanede oturmazsa, yemini bozulmaz. İşin
hakikatini Allah-u Teâlâ bilir!
İZAH
«Oturduğu hanede başkasına tâbi olma
yoluyla oturmaması da lâzımdır ilh...» Şârih'in bu ifadesi yukarıda geçen «bir
kimse "ben kızımın veya annemin hanesine girmeyeceğim" diye yemin
ettiği halde kızının veya annesinin kocasıyla oturduğu haneye girse, yemini
bozulur» ifadesine muhaliftin Hâniyye'de Vakıât isimli kitabın meselesi de
zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: Eğer yemin eden muayyen bir haneye
niyet etmezse yemini bozulmaz. Çünkü hâne kadının kendisine değil kocasına
nisbet edilir. Hâniyye isimli eserle Vakıât adlı kitabda zikredilen meselelerin
arasını bulmak mümkündür. Şöyle ki: Hâniyye'de ki meselede hâne kadının mülkü
değildir. Buna göre o kimsenin yemini bu kadının tâbi olma yoluyla oturduğu
hâne üzerine yapılmış olur ve yemin eden kimse bu kadının tâbi olma yoluyla
oturduğu haneye girdiğinde yemini bozulur. Vakıât'ın burada zikredilen
meselesinde ise hâne kadının mülküdür. Bundan dolayı yemin, asıl olarak hâne
kendisine nisbet edilen kimseye sarfedilmiş olur. Buna göre kadın kendi
hanesinde kocasıyla beraber oturunca hâne kocasına nisbet edilmiş olur ve
kendisine olan nisbeti kesilir. Binaenaleyh yemin eden kimsemuayyen haneyi
niyet etmedikçe bu şekilde kadının oturduğu haneye girmesiyle yemini bozulmaz.
«Belki hakikaten alınması mutasavver
olmayan zimmette bir vasıftır ilh...» Bundan dolayı «borçlar emsali ile ödenir»
denilmiştir. Çünkü borç alan kimse almış olduğu borcu kendisine mülk olmak
üzere almıştır. Alacaklının ise borçlusundan vermiş olduğu şeyin misli
(benzeri)ni alma hakkı vardır. Tamamı Bahır'dadır.
«Eğer o şahıs o işi işlemezse, yemin eden
kimsenin yemini bozulmuş olur ilh...» Yani bir kimse, bir şahsa «vallahi şu
şeyi işleyeceksin» dese ve o şahsa yemin ettirmeyi de niyet etmemiş olsa, o
kimse yemin etmiş olur. Buna göre; o şahıs o şeyi işlemezse, bu kimsenin yemini
bozulmuş olur. Bu kimse, o şahsa bu şeyin gerek yapılmasını gerekse
yapılmamasını emretsin müsavi olup o şahıs üzerine yemin edilen şeyi yerine
getirmezse, yemin eden kimsenin yemini bozulur.
Sayrafiyye'de «bir kimse, oturan bir şahsın
yanına uğrayıp o şahıs kalkmak istediğinde, o kimse «vallahi kalkma» dediği
halde o şahıs kalksa, o kimse yemin etmiş olmaz. Fakat oturan şahsın Allah'ın
ismine tazim için kalkmaması icabeder» diye gördüm. Bezzaziye'de, Sayrafiyye'de
zikredilen bu mesele forsça ibare ile zikredilmiştir. Fakat burada zikredilen
Sayrafiyye'de zikredilene muhaliftir. Zahir olan emir sıygasıda nehy gibidir.
Meselâ: Bir kimse, bir şahsa «vallahi bugün Zeyd'i döv» dese, o şahısda Zeyd'i
dövmese, bu kimsenin yemini bozulmaz.
«Bu ifadesiyle o şahsa yemin ettirmeyi de
niyet etmezse ilh...»
Yani bir kimse başka bir şahsa «vallahi şu
şeyi işleyeceksin» deyip ve bu ifadesiyle o şahsa yemin ettirmeyi de niyet
ederse, hiç birisi yemin etmemiş olur. Çünkü o şahıs o kimseye «evet» diye
cevap vermediği için yemin etmiş olmaz. O kimse de o şahsa yemin ettirmeyi
niyet ettiği için kendisi de yemin etmiş olmaz.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse bir
şahsa «vallahi şu şeyi işleyeceksin» deyip o da «evet» dese, bu mesele beş
vecih üzeredir:
1 - Söyleyenle cevap verenden her birinin
yemin etmeye niyet etmeleridir. Buna göre; her ikisi de yemin etmiş olur.
Söyleyenin yemin etmiş olduğu açıktır, ikinci ise «evet» demekle kendisine
söylenen ifadeyi tekrar etmiş olup sanki «vallahi ben bu şeyi işleyeceğim»
demiş olur. Binaenaleyh o şahıs o şeyi işlemediğinde her ikisinin yemini de
bozulur.
2 - Bu ifadeyi söyleyen kimsenin o şahsa
yemin ettirmeyi, «evet» diye cevap veren şahsın da kendisinin yemin etmesini
murad etmesidir. Buna göre; yalnız «evet» diyen şahıs yemin etmiş olur.
3- «Evet» diye cevap veren şahsın yemini
değil, va'di murad etmesidir. Buna göre; hiç birisiyemin etmemiş olur.
4 - O kimseyle o şahıstan hiç birisinin
niyetinin bulunmamasıdır. Buna göre; yalnız bu ifadeyi söyleyen kimse, yemin
etmiş olur.
5 - Bu ifadeyi söyleyen kimsenin yemin
ettirmeyi «evet» diye cevap veren şahsın da yemin etmeyi murad etmesidir. Buna
göre; yalnız «evet» diye cevap veren şahıs yemin etmiş olur.
Ben derim ki: Beşinci vecih ikinci vechin
aynıdır.
«istifham hemzesinin takdiri ile istifham
murad etmezse ilh...»
Eğer istifham hemzesinin mukadder olmasını
niyet ederse, mânâsı yemin edeyim mi, yoksa etmeyeyim mi? olur. Hemzenin
mukadder olmasının niyet edilmesi yeminin bozulmaması murad edildiğinde
kurtuluş için bir çaredir.
«Bu surette «evet» diye cevap veren yemin
etmiş olur ilh...»
Yani: Bir kimse bir şahsa «şu şeyi işlersen
Allah-ü Teâlâ'nın ahdi üzerine olsun» deyip o da cevabında «evet» dese, «evet»
diye cevap veren şahıs yemin etmiş olur. Sual, cevapta tekrarlanmış yani sanki
o şahıs «Allah-ü Teâlâ'nın ahdi üzerime olsun şu işi işleyeceğim» demiş olur.
Buna göre; her ne kadar yemin ifadesini ilk defa söyleyen kimse yemine niyet
etse bile kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yemin şahsa isnad edildiği için
yemin edenin başkası olması mümkün değildir. Hâniyye, Fetih.
«Bir kimse «falan şahıs benim haneme
girmesin» diye yemin etse ilh...» Hulâsâ'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «falan
şahsın haneme girmesine müsade etmeyeceğim» diye yemin etse eğer hâne yemin
eden kimsenin mülkü ise yeminini muhafaza etmesinin şartı o şahsı sözüyle ve
takati nisbetinde fiiliyle men etmeye çalışmasıdır. Buna göre; sözüyle men edip
takatı nisbetinde fiiliyle men etmeye çalışmazsa, yemini bozulur. Eğer hâne
kendisinin mülkü olmazsa sözüyle men edip fiiliyle men etmese o şahsın
girmesiyle yemini bozulmaz.
Veberi'den naklen Kınye'de zikredilmiştir
ki: Bir kimse «filan şahsı bugün hanemden elbette çıkaracağım» diye yemin edip
halbuki hanesinde bulunan şahıs zâlim olsa, yemin eden kimse o gün o şahsı
evinden çıkarmak için uğraşsa fakat çıkartması mümkün olmasa bu yemin lisan ile
söylemek üzere yapılmış olur. Bir kimse borçlusuna «sen benim hakkımı
ödemedikçe ben senden ayrılmayacağım)» diye yemin edip borçlusu da bu kimseden
kaçsa, yemini bozulmaz. Fakat borçlusuna «sen benden ayrılmayacaksın» diye
yemin edip borçlusu kaçsa yemini bozulur. Hâniyye'de böylece zikredilmiştir.
«O şahsa «çık» demesiyle yeminini muhafaza
etmiş olur ilh...» Yani: Bir kimse hanesini bir şahsa icareye verip sonra «o
şahsı hanemde bırakmayacağım» diye yemin etse. o şahsa «hanemden çık» demesiyle
yeminini muhafaza etmiş olur. Çünkü icare akdi yemin eden kimsenin o şahsı
hanesinden bilfiil çıkartmasına mani olur. Zira ev sahibi icare müddetindeevin
menfaatına mâlik olmaz. Bu takdirde ev sahibi yabancı gibi olur. Şurunbulâlî.
«Yemin ettirse yeminini muhafaza etmiş olur
ilh...» Yani: «Filan şahıstaki malımı bugün onda bırakmayacağım» diye yemin
eden kimse o gün kaadıya müracaat edip malını dava ve o şahıs inkâr ettiğinde
kendisine yemin ettirilmesini talep etse, yeminini muhafaza etmiş olur. Çünkü
yemin eden kimse kendisine mümkün olan şeyi yapmıştır.
«Bu kaville fetva verilir ilh...» Bu İmam
Ebû Yusuf (Rh. A.)'un kavlidir, imam Muhammed (Rh.A.) buna muhaliftir. Bir
kimse bir şahıs üzerine hak dava edip o şahıs da inkâr ve «bende bir şeyin
yoktur» diye talâka yemin etse, dava eden o şahısa bin dirhem ödünç verdiğine
dair şahit getirip kaadı da hükmetse, o şahsın yemini bozulmaz. Çünkü o kimse o
sahsa ödünç verip sonra o şahsı ödünçten beri kılmış yahut davadan önce ödüncü
-o şahıstan almış olması caizdir. Buna göre; o şahsın dava eden kimseye karşı
«senin bende bir şeyin yoktur» ifadesinde yalan yoktur.
«Yemini bozulur ilh...» Yani; Bir kimse
«ben filan şahısla kassarlık sanatında beraber çalışmayacağım» diye yemin edip
sonra o şahsın ortağıyla kassar sanatında beraber çalışsa, yemini bozulur.
Çünkü ortaklardan her birisi diğeri üzerine herhangi bir mesuliyet ve senetle
müracaat eder. Buna göre; yemin eden kimse «kendisiyle beraber çalışmam» diye
yemin ettiği şahısla çalışmış gibi olur. Fakat o şahsın ticarete izin verilmiş
kölesiyle beraber çalışırsa köle herhangi bir mesuliyetle efendisini müracaat
edemiyeceği için yemin eden kimse kölenin efendisiyle ortakçı olmuş olmaz. Bu
Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.
«O hanede oturmazsa, yemini bozulmaz
ilh...» Yani: Bir kimse «ben filan şahsın hanesine girmeyeceğim» diye yemin
edip de o şahsın ortak olan hanesine girse, eğer o şahıs ortak olan hanesinde
oturmuyorsa yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. O şahıs ortak olan hanesinde
oturuyorsa kendi hanesinde oturduğu için yemin eden kimsenin yemini bozulur.
Çünkü hâne kirayla tutulmuş haneye şâmil olunca kendisinin oturmuş olduğu ortak
olan hanesine evleviyetle şâmil olur.