EMANETE RİAYET ETMEK
قال الله تعالى :
{
إن اللهَ
يَأمركُمْ أن تُؤَدُّوا الأماناتِ إلَى اَهْلِهَا.
[
“Gerçekten Allah, size
emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder...” (4 Nisa 58)
قال الله تعالى :
{ إنا عَرَضْنَا الأمانةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالأرض وَالْجِبَالِ فَأبينَ أن
يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الإنسان، إنهُ كان ظَلُومًا
جَهُولاً.
[
“Gerçek şu ki biz
emaneti(farzları yani namazı, orucu v.s) göklere, yere ve dağlara teklif ettik,
ama sorumluluğundan korktukları için onu yüklenmekmekten çekindiler
(sorumluluktan) kaçtılar. O emaneti insan üstlendi. Doğrusu o çok zalim çok
cahildir .” (33 Ahzap 72)
201- عَنْ أبي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّه عَنِ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال :
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ :إذا حَدَّثَ كَذَبَ , وَإذا وَعَدَ أَخْلَفَ , وَإذا
اؤْتُمِنَ خَان. وَفِى رِوَايَةٍ : وَإن صَامَ وَصَلَّى وَزَعَمَ إنهُ مُسْلِمٌ.
201: Ebu Hüreyre (Allah Ondan
razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurdu: “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verince
sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhari,
İman 24, Müslim, İman 107)
Müslim’in değişik bir
rivayetinde: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mü’min zannetse bile”
buyurulmuştur. (Müslim, İman 109)
202- عَنْ
حُذَيْفَةَ بْنِ الْيَمَان رَضِيَ اللَّه قال : حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم حَدِيثَيْنِ قَدْ رَأَيْتُ أَحَدَهُمَا وَأنا أنتظِرُ
الآخَرَ : حَدَّثَنَا أن الأمانةَ نَزَلَتْ فِي جَذْرِ قُلُوبِ الرِّجَالِ ثُمَّ
نزل القرآن فعَلِمُوا مِنَ القرآن وعَلِمُوا مِنَ السُّنَّةِ , ثُمَّ حَدَّثَنَا
عَنْ رَفْعِ الأمانةِ فقال : يَنَامُ الرَّجُلُ النَّوْمَةَ فَتُقْبَضُ الأمانةُ
مِنْ قَلْبِهِ فَيَظَلُّ أَثَرُهَا مِثْلَ
الْوَكْتِ
ثُمَّ يَنَامُ النَّوْمَةَ فَتُقْبَضُ الأمانةُ مِنْ قَلْبِهِ فَيَظل أَثَرُهَا
مِثْلَ أَثَر الْمَجْلِ , كَجَمْرٍ دَحْرَجْتَهُ عَلَى رِجْلِكَ فَنَفِطَ فَتَرَاهُ
مُنْتَبِرًا وَلَيْسَ فِيهِ شَيْءٌ ثُمَّ أخذ حَصَاةً فَدَحْرَجَهَا عَلَى
رِجْلِهِ، فَيُصْبِحُ النَّاسُ يَتَبَايَعُونَ فَلاَ يَكَادُ أَحَدٌ يُؤَدِّي
الأمانةَ حَتَّى يُقال : إن فِي بَنِي فُلان رَجُلاً أمينا , حَتَّى يُقال
لِلرَّجُلِ : ما أجلده , مَا أَظْرَفَهُ, مَا أَعْقَلَهُ , وَمَا فِي قَلْبِهِ
مِثْقال حَبَّةِ من خَرْدَلٍ مِنْ إِيمَان. وَلَقَدْ أَتَى عَلَيَّ زَمَان وَمَا
أُبَالِي أَيَّكُمْ بَايَعْتُ , لَئِنْ كان مُسْلِمًا لَيَرُدَّنَّهُ عَلَىَّ
دِينُهُ , وَلإن كان نَصْرَانيًّا اَوْ يَهُودِيًّا لَيَرُدَّنَّهُ عَلَيَّ
سَاعِيهِ, فَأَمَّا الْيَوْمَ فَمَا كُنْتُ أُبَايِعُ مِنْكُمْ إلا فُلانا
وَفُلانا.
202: Huzeyfe ibn-il Yeman
(Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir. Rasulullah (s.av.) bize emanete dair
iki olayı haber verdi, bunlardan birini gördüm diğerini de bekliyorum.
Rasulullah bize şunları söyledi: “Emanet insan kalblerinin derinliklerine kök
salıp yerleşti. Sonra Kur’an indi, bu sayede insanlar Kur’andan ve sünnetten
diğer bilgilerle beraber emaneti de öğrendiler.” Sonra Rasulullah emanetin
kalkacağını haber verdi ve şöyle dedi:
“İnsan bir kere uyur ve
kalbinden emanet çekilip alınır ondan belli belirsiz bir iz kalır sonra yine bir
uyku uyur yine kalbinden emanet şuuru ve inancı tekrar alınır. Bunun izi de ayak
üzerinde yuvarlanan kordan meydana gelen kabarcık gibi şişkin olarak görülür ama
içi boştur.” Buyurdu. Sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) eline çakıl
taşı alıp onları ayağında yuvarladı ve sözlerine şöyle devam etti: “Bundan sonra
insanlar o hale gelirler ki alışveriş yaparlar fakat hiçbirinin emaneti yerine
getirme niyeti yok, hatta şöyle denilir. Filan oğulları arasında güvenilir bir
adam varmış yine bir başka kimse hakkında da, ne kadar cesur adam ne efendi
kimse ne akıllı insan denilir de onun kalbinde hardal danesi kadar bile iman
yoktur.”
Hadisi rivayet eden Huzeyfe
diyor ki: Öyle zamanlar geçirdim ki kiminle alışveriş edeyim diye düşünmezdim.
Çünkü alışveriş ettiğim müslümansa hakkımı ödemeye onun dini sevkederdi. Eğer
hıristiyan ve yahudi ise onların valisi veya hakimi hakkımı vermeye onu
sevkederdi. Bugün ise filan ve falan kimselerden başkasıyla alışveriş edemez
oldum. (Buhari, Rikak 35, Müslim, İman 230)
203- عَنْ
حُذَيْفَةَ وَاَبِى هُرَيْرَةَ رضي اللهُ عَنْهُمَا قالا : قال رسول الله صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : يَجْمَعُ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى النَّاسَ
فَيَقُومُ الْمُؤْمِنُونَ حَتَّى تُزْلَفَ لَهُمُ الْجَنَّةُ فَيَأْتُونَ آدَمَ
صلوات الله عليه فَيَقُولُونَ : يَا أَبَانا اسْتَفْتِحْ لَنَا الْجَنَّةَ ,
فَيَقُولُ: وَهَلْ أَخْرَجَكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ إلا خَطِيئَةُ أبيكُمْ! لَسْتُ
بِصَاحب ذَلِكَ اذْهَبُوا إِلَى ابْنِي إِبْرَاهِيمَ خَلِيلِ اللَّهِ, فَيَأْتُونَ
اِبْرَاهِيمَ فَيَقُولُ : لَسْتُ بِصَاحب ذَلِكَ إنما كُنْتُ خَلِيلاً مِنْ وَرَاءَ
وَرَاءَ , اعْمدُوا إِلَى مُوسَى الَّذِي كَلَّمَهُ اللَّهُ تَكْلِيمًا ,
فَيَأْتُونَ مُوسَى فَيَقُولُ : لَسْتُ بِصَاحب ذَلِكَ اذْهَبُوا إِلَى عِيسَى
كَلِمَةِ اللَّهِ وَرُوحِهِ فَيَقُولُ : عِيسَى لَسْتُ بِصَاحب ذَلِكَ, فَيَأْتُونَ
مُحَمَّدًا صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم , فَيَقُومُ فَيُؤْذَنُ لَهُ ,
وَتُرْسَلُ الأمانةُ وَالرَّحِمُ , فَيقُومَان جَنَبَتَيِ الصِّرَاطِ يَمِينًا
وَشِمَالا , فَيَمُرُّ أَوَّلُكُمْ كَالْبَرْقِ. قُلْتُ : بِأبي وَأُمِّي, أَيُّ
شَيْءٍ كَمَرِّ الْبَرْقِ؟ قال : أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ يَمُرُّ وَيَرْجِعُ فِي
طَرْفَةِ عَيْنٍ؟ ثُمَّ كَمَرِّ الرِّيحِ ثُمَّ كَمَرِّ الطَّيْرِ , وَشَدِّ
الرِّجَالِ تَجْرِي بِهِمْ أَعْمَالُهُمْ , وَنَبِيُّكُمْ قَائِمٌ عَلَى الصِّرَاطِ
يَقُولُ : رَبِّ سَلِّمْ سَلِّمْ حَتَّى تَعْجِزَ أَعْمَالُ الْعِبَادِ, حَتَّى
يَجِيءَ الرَّجُلُ لاَ يَسْتَطِيعُ السَّيْرَ إلا زَحْفًا , وَفِي حَافَتَيِ
الصِّرَاطِ كَلاَلِيبُ مُعَلَّقَةٌ مَأْمُورَةٌ بِأخذ مَنْ أمرتْ بِهِ, فَمَخْدُوشٌ
نَاجٍ , وَمَكْردسٌ فِي النَّارِ. وَالَّذِي نَفْسُ أبي هُرَيْرَةَ بِيَدِهِ إن
قَعْرَ جَهَنَّمَ لَسَبْعُونَ خَرِيفًا .
203: Huzeyfe ve Ebu Hüreyre
(Allah Onlardan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu
aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
“Allah tüm insanları kıyamet
günü bir araya toplar. Mü’minler kabirlerinden ayağa kalkarlar ve cennet
kendilerine yaklaştırılır. Adem (a.s.)’e gelirler ve derler ki : Ey babamız
bizim için cennetin kapısının açılmasını iste. Adem der ki: Sizi cennetten
çıkaran babanızın hatasından başka bir şey değil ki, ben bu işin ehli değilim.
Siz Allah’ın dostu olan oğlum İbrahim’e gidiniz. Derhal İbrahim (a.s.)’a
giderler. İbrahim de ben buna ehil değilim ben bu işin çok ötesinde bir dost
oldum. Siz vasıtasız olarak Allah’ın kendisiyle konuştuğu Musa’ya gidiniz. Hemen
Musa’ya giderler. Musa’da ben bu işin ehli değilim siz Allah’ın kelimesi ve ruhu
olan İsa’ya gidiniz der. İsa (a.s.)’a geldiklerinde: Ben bu işin ehli değilim,
der. Sonunda Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’e gelirler. O da hemen ayağa
kalkar, kendisine şefaat için izin verilir. Nihayet emanet ve sıla-i rahim
akrabalık ve müslümanların birbirleriyle bağlantıları gönderilir. Sırat
köprüsünün sağında ve solunda dururlar. (Yani emanete riayet ve sıla-i rahme
riayet dinimizin önem verdiği ahlaki prensiplerden ikisidir. Sırattan geçişte
bunlara riayet edenler için birer ölçü olacaktır.) Sonra sizin ilk grubunuz
sırattan şimşek gibi geçer. Ben:
-Anam babam feda olsun şimşek
gibi geçmek nedir? dedim. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem):
-Şimşeği görmediniz mi? Göz
açıp yumacak kadar kısa bir zamanda geçip kaybolur. Sonrakiler rüzgar gibi sonra
kuşlar sonra koşucular gibi geçerler, onları amelleri böyle süratli geçirir.
Peygamberiniz sırat üzerinde durup Rabbim selamete çıkar Rabbim selamete çıkar
diye dua eder. Sonunda kulların amelleri onları sırattan geçiremez olur. Nihayet
öyle adamlar gelir ki yürümeye gücü yetmez de emekliyerek gelir, sıratın iki
tarafında takılmış bazı çengeller vardır ki bunların vazifeleri emredildikleri
kimseleri yakalamaktır. Bundan dolayı kimileri yaralanmış vaziyette kurtulur
kimileri de cehenneme yuvarlanır.
Ebu Hüreyre’nin nefsi kudret
elinde olan Allah’a yemin ederim ki cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar
derindir. (Müslim, İman 329)
204- عَنْ أبي
خبيب عَبْدِاللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ رضي الله عنهما قال : لَمَّا وَقَفَ
الزُّبَيْرُ يَوْمَ الْجَمَلِ دَعَاني فَقُمْتُ إِلَى جَنْبِهِ فَقال : يَا بُنَيِّ
إنهُ لاَ يُقْتَلُ الْيَوْمَ إلا ظَالِمٌ أَوْ مَظْلُومٌ وَإني لاَ أُرَاني إلا
سَأُقْتَلُ الْيَوْمَ مَظْلُومًا , وَإن مِنْ أَكْبَرِ هَمِّي لَدَيْنِي ,
أَفَتُرَى يُبْقِي دَيْنُنَا مِنْ مَالِنَا شَيْئًا؟ ثم َقال : يَا بُنَيِّ بِعْ
مَالَنَا فَاقْضِ دَيْنِي , وَأَوْصَى بِالثُّلُثِ , وَثُلُثِهِ لِبَنِيهِ ,
يَعْنِي بَنِي عَبْدِاللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ ثُلُثُ الثُّلُثِ . قال : فَإن
فَضَلَ مِنْ مَالِنَا بَعْدَ قَضَاءِ الدَّيْنِ شَيْءٌ فَثُلُثُهُ لِبَنِيِّكَ قا
هِشَامٌ : وَكان وَلَدِ عَبْدِاللَّهِ قَدْ وَازَى بَعْضَ بَنِي الزُّبَيْرِ
خُبَيْبٌ وَعَبَّادٌ , وَلَهُ يَوْمَئِذٍ تِسْعَةُ بَنِينَ وَتِسْعُ بَنَاتٍ. قال
عَبْدُاللَّهِ : فَجَعَلَ يُوصِينِي بِدَيْنِهِ وَيَقُولُ : يَا بُنَيِّ إن
عَجَزْتَ عَنْ شَيْءٍ منه فَاسْتَعِنْ عَلَيْهِ مَوْلاَيَ. قال : فَوَاللَّهِ مَا
دَرَيْتُ مَا أَرَادَ حَتَّى قُلْتُ : يَا اَبَتِ مَنْ مَوْلاَكَ؟ قال : اللَّهُ.
قال : فَوَاللَّهِ مَا وَقَعْتُ فِي كُرْبَةٍ مِنْ دَيْنِهِ إلا قُلْتُ : يَا
مَوْلَى الزُّبَيْرِ اقْضِ عَنْهُ دَيْنَهُ , فَيَقْضِيه قال : فَقُتِلَ
الزُّبَيْرُ رَضِيَ اللَّه وَلَمْ يَدَعْ دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا إلا أَرَضِينَ
, مِنْهَا الْغَابَةُ وَإِحْدَى عَشْرَةَ دَارًا بِالْمَدِينَةِ , وَدَارَيْنِ
بِالْبَصْرَةِ , وَدَارًا بِالْكُوفَةِ وَدَارًا بِمِصْرَ .
قال :
وَإنما كان دَيْنُهُ الَّذِي كان عَلَيْهِ أن الرَّجُلَ كان يَأْتِيهِ بِالْمَالِ
فَيَسْتَوْدِعُهُ إِيَّاهُ فَيَقُولُ الزُّبَيْرُ : لاَ وَلَكِن هوُ سَلَفٌ َإني
أَخْشَى عَلَيْهِ الضَّيْعَةَ . وَمَا وَلِيَ إِمَارَةً قَطُّ وَلاَ جِبَايَةَ ولا
خراجا وَلاَ شَيْئًا إلا أن يَكُونَ فِي غَزْوَ مَعَ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم أَوْ مَعَ أبي بَكْرٍ وَعُمَرَ وَعُثْمَان
رَضِيَ
اللَّه
قال
عَبْدُاللَّهِ : فَحَسَبْتُ مَا عَلَيْهِ مِنَ الدَّيْنِ فَوَجَدْتُهُ أَلْفَيْ
أَلْفٍ وَمِائَتَيْ أَلْفٍ! فَلَقِيَ حَكِيمُ بْنُ حِزَامٍ عَبْدَاللَّهِ بْنَ
الزُّبَيْرِ فَقال : يَا ابْنَ أخي كَمْ عَلَى أخي مِنَ الدَّيْنِ ؟ فَكَتَمَهُ
وقلت : مِائَةُ أَلْفٍ فَقال حَكِيمٌ وَاللَّهِ : مَا أرَى أَمْوَالَكُمْ تَسَعُ
هَذِهِ! فَقال لَهُ عَبْدُاللَّهِ : أَرَأَيْتكَ إن كانت أَلْفَيْ أَلْفٍ؟
وَمِائَتَيْ أَلْفٍ؟ قال : مَا أرَاكُمْ تُطِيقُونَ هَذَا , فَإن عَجَزْتُمْ عَنْ
شَيْءٍ مِنْهُ فَاسْتَعِينُوا بِي. قال : وَكان الزُّبَيْرُ اشْتَرَى الْغَابَةَ
بِسَبْعِينَ وَمِائَةِ أَلْفٍ فَبَاعَهَا عَبْدُاللَّهِ بِأَلْفِ أَلْفٍ وَسِتِّ
مِائَةِ أَلْفٍ , ثُمَّ قَامَ فَقال : مَنْ كان لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ شَىْءٌ
فَلْيُوَافِنَا بِالْغَابَةِ , فَأَتَاهُ عَبْدُاللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ وَكان لَهُ
عَلَى الزُّبَيْرِ أَرْبَعُ مِائَةِ أَلْفٍ فَقال لِعَبْدِاللَّهِ : إن شِئْتُمْ
تَرَكْتُهَا لَكُمْ؟ قال عَبْدُاللَّهِ : لاَ . قال : فَإن شِئْتُمْ جَعَلْتُمُوهَا
فِيمَا تُؤَخِّرُونَ إن أَخَّرْتُمْ ؟ فَقال عَبْدُاللَّهِ : لاَ, قال :
فَاقْطَعُوا لِي قِطْعَةً , فَقال عَبْدُاللَّهِ : لَكَ مِنْ هَاهُنَا إِلَى
هَاهُنَا قال : فَبَاعَ عَبْدُاللَّه مِنْهَا, فَقَضَى عنه دَيْنَهُ أَوْفَاهُ
وَبَقِيَ مِنْهَا أَرْبَعَةُ أَسْهُمٍ وَنِصْفٌ , فَقَدِمَ عَلَى مُعَاوِيَةَ
وَعِنْدَهُ عَمْرُو بْنُ عُثْمَان وَالْمُنْذِرُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَابْنُ
زَمْعَةَ. فَقال لَهُ مُعَاوِيَةُ : كَمْ قُوِّمَتِ الْغَابَةُ؟ قال : كُلُّ سَهْمٍ
بمِائَةَ أَلْفٍ قال : كَمْ بَقِيَ مِنْهَا قال : أَرْبَعَةُ أَسْهُمٍ وَنِصْفٌ قال
الْمُنْذِرُ بْنُ الزُّبَيْرِ : قَدْ أخذتُ مِنْهَا سَهْمًا بِمِائَةِ أَلْفٍ قال
عَمْرُو بْنُ عُثْمَان : قَدْ أخذتُ مِنْهَا سَهْمًا بِمِائَةِ أَلْفٍ , وَقال
ابْنُ زَمْعَةَ : قَدْ أخذتُ سَهْمًا بِمِائَةِ أَلْفٍ فَقال مُعَاوِيَةُ : كَمْ
بَقِيَ مِنْهَا؟ فَقال : سَهْمٌ وَنِصْفٌ قال : قَدْ أخذتُهُ بِخَمْسِينَ وَمِائَةِ
أَلْفٍ. قال : وَبَاعَ عَبْدُاللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ نَصِيبَهُ مِنْ مُعَاوِيَةَ
بِسِتِّ مِائَةِ أَلْفٍ فَلَمَّا فَرَغَ ابْنُ الزُّبَيْرِ مِنْ قَضَاءِ دَيْنِهِ
قال بَنُو الزُّبَيْرِ: اقْسِمْ بَيْنَنَا مِيرَاثَنَا. قال : لاَ وَاللَّهِ لاَ
أَقْسِمُ بَيْنَكُمْ حَتَّى أنادِيَ بِالْمَوْسِمِ أَرْبَعَ سِنِينَ : ألا مَنْ كان
لَهُ عَلَى الزُّبَيْرِ دَيْنٌ فَلْيَأْتِنَا فَلْنَقْضِهِ . فَجَعَلَ كُلَّ سَنَةٍ
يُنَادِي بِالْمَوْسِمِ فَلَمَّا مَضَى أَرْبَعُ سِنِينَ قَسَمَ بَيْنَهُمْ ودفع
الثلث فَكان لِلزُّبَيْرِ أَرْبَعُ نِسْوَةٍ فَأصاب كُلَّ أمرأَةٍ أَلْفُ أَلْفٍ
وَمِائَتَا أَلْفٍ , فَجَمِيعُ مَالِهِ خَمْسُونَ أَلْفَ أَلْفٍ وَمِائَتَا أَلْفٍ
204: Ebu Hubeyb Abdullah ibni
Zübeyr (Allah Onlardan razı olsun) şöyle demiştir: Cemel vakası gününde muharebe
durunca babam Zübeyr beni çağırdı, bende yanına gidip durdum, dedi ki:
-Ey oğulcuğum bugün
öldürülenler ya zalim veya mazlumdur.Bana gelince bugün mazlum olarak
öldürüleceğimi zannediyorum.En büyük düşüncelerimden birisi borçlarım-dır.
Borçlarımız malımızdan geriye bir şey bırakacak mı ? ne dersin dedi ve devam
etti:
-Ey oğulcuğum malımı sat
borcumu öde, malının üçte birini vasiyet etti, bunun da üçte birini onun
çocuklarına yani Abdullah’ın çocukları olan torunlarına malın üçte birinin içte
birini vasiyet etti verilmesini istedi ve dedi ki;
-Borçlar ödendikten sonra
malımızdan bir şey kalırsa üçte biri senin oğullarına aittir, dedi.
Hişam şöyle diyor:
Abdullah’ın çocukları Zübeyrin Hubeyb ve Abbad gibi bazı çocuklarının yaşıtı
idiler. O gün için onun dokuz oğlu ile dokuz kızı bulunuyordu.
Abdullah der ki: Borcunu bana
vasiyet edip duruyor ve Ey oğulcuğum şayet borcumdan bir kısmını ödemekten aciz
kalırsan Mevlamdan yardım dile diyordu. Allaha yemin olsun ki ben ne demek
istediğini tam anlıyamadım ve Babacığım Mevlan kim dedim. O da : Mevlam
Allah’tır, dedi.
Allah’a yemin ederim ki onun
borcunu ödemede sıkıntıya düştükçe:
-Ey Zübeyr’in Mevlası onun
borcunu ödemekte kolaylık ihsan et diye dua ederdim de o da ödemede kolaylık
verirdi. Abdullah ibni Zübeyr şöyle diyor:
Zübeyr öldürülürken altın ve
gümüş bırakmadı sadece bir bölümü Gabe denilen yerde arazi bırakmıştı. Medine’de
on bir ev, Basrada iki ev, Kufe ve Mısırda da birer ev bıraktı.
Abdullah demiştir ki: Babamın
üzerindeki borç şu suretle meydana gelmişti. Bir kimse ona bir şey emanet
bırakmak istediğinde Zübeyr ona : Hayır emanet olarak değil borç olarak bırak,
ben onun kaybolmasından korkarım, derdi. Zübeyr hayatı boyunca ne bir valilik ne
de haraç toplama memurluğu ne de başka bir idari görevde bulunmadı, sadece
Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)le veya Ebu Bekir, Ömer ve Osman(Allah
Onlardan razı olsun) ile birlikte cihada iştirak etmişti.
Abdullah diyor ki : Babamın
üzerindeki borçları hesapladım, iki milyon iki yüz bin dinar olarak buldum.
Hakim ibni Hişam ile karşılaştım. Ey yeğenim kardeşimin borcu ne kadardır, diye
sordu. Ben tamamını söylemedim. Yüz bin dinar dedim. Bunun üzerine Hakîm:
Vallahi malının bunu karşılayabileceğini sanmıyorum dedi. Eğer iki milyon iki
yüz bin dinar ise ne dersin dedim. Buna gücünüzün yeteceğini sanmıyorum eğer
sıkıntıya düşerseniz benden yardım isteyin dedi. Abdullah diyor ki: Zübeyr, Gabe
mevkiindeki araziyi yüz yetmiş bine satın almıştı. Abdullah orayı bir milyon
altı yüz bine sattı ve kimin Zübeyr’de alacağı varsa Gabe’de bize gelsin diye
ilan etti. Bunun üzerine Abdullah ibni Cafer dört yüz bin dinar alacağı olduğunu
bildirerek isterseniz bu borcu size bağışlayayım diyerek müracaat etti. Abdullah
da hayır dedi. Bunun üzerine Abdullah ibni Cafer şayet borcunuzdan bir bölümünü
geri bırakmak isterseniz benimkini geri bırakabilirsiniz, dedi. Abdullah hayır
bunu da istemiyoruz deyince Abdullah ibni Cafer: O halde bana araziden bir parça
ayırın, dedi. Abdullah ibni Zübeyr de: Şuradan buraya kadar senin olsun dedi.
Abdullah kalan araziden bir bölümünü de sattı. Babası Zübeyrin kalan borçlarını
ödeyip bitirdi. Araziden dört buçuk hisse de arttı.
Abdullah kalkıp Muaviye’nin
huzuruna gitti. Orada Amr ibni Osman, Münzir ibni Zübeyr ve ibni Zema’da vardı.
Muaviye, Abdullah ibni Zübeyre:
-Gabe’ye ne kadar değer
biçildi, diye sordu. Abdullah her hisse için yüz bin dinar, dedi. Muaviye:
-Bunlardan ne kadarı kaldı?
Dedi.
- Dört buçuk hisse, dedi
Abdullah.
Bunun üzerine Münzir ibni
Zübeyr: Ben ondan bir hisseyi yüz bin dinara aldım, dedi. Amr ibni Osman da bir
sehimini de ben yüz bin dinara aldım, dedi. İbni Zema da bir sehimini de ben yüz
bin dinara aldım, dedi. Muaviye geriye ne kaldı diye sordu. Abdullah ibni Zübeyr:
Bir buçuk hisse dedi. Muaviye :
-Kalan bir buçuk hisseyi de
ben yüz elli bine satın aldım, dedi. Abdullah ibni Zübeyr dedi ki: Abdullah ibni
Cafer, Muaviyeye Gabe’deki hissesini altı yüz bine sattı.
Abdullah ibni Zübeyr
babasının borçlarını ödeyip bitirince Zübeyr’in varisleri mirasımızı aramızda
taksim et dediler. Abdullah Allah’a yemin ederim ki dört sene süreyle hac
mevsiminde:
“Kimin Zübeyr’de alacağı
varsa bize gelsin ödeyelim diye ilan etmedikçe Zübeyr’in mirasını
paylaştırmayacağım, dedi.” Dört sene geçince mirası taksim etti ve babası
Zübeyr’in vasiyeti olan üçte birini dağıttı. Zübeyr’in dört karısı vardı,
onlardan her birine bir milyon iki yüz bin dinar hisse düştü. Buna göre
Zübeyr’in tüm serveti elli milyon iki yüz bin dinara varmaktaydı. (Buhari,
Fedailül Humus 13)
|