|
TEVBE ve
ALLAH’TAN AFFEDİLMEYİ İSTEMEK
قال العلماء :
التوبة واجبة من كل ذنب, فإن كانو المعصية بين العبد وبين الله لا تتعلق بحق آدمي,
فلها ثلاثة شروط:
أحدها: أن
يقلع عن المعصية. الثاني: أن يندم على فعلها. الثالث: أن يعزم أن لا يعود إليها
أبدا. فإن فقد أحد الثلاثة لم تصح توبته.
وإن كانة
المعصية تتعلق بآدمي فشروطها أربعة: هذه الثلاثة, وأن يبرأمن حق صاحبها, فإن كانت
مالاأو نحوه رده إليه, وإن كانت حد قذف ونحوه مكنه منه أو طلب عفوه, وإن كانت غيبة
استحله منها. ويجب أن يتوب من جميع الذنوب, وإن تاب من بعضها صح توبته عند أهل
الحقمن ذلك الذنب, وبقي عليه الباقي. وقد تظاهرت دلائل الكتاب, والسنة, وإجماع
الأمةعلى وجوب التوبة :-
İslam alimler derler ki :
Yapılan her günah için tevbe etmek vaciptir. Şayet işlenilen günah kullar
arasında olmayıp insanoğlu ile Rabbi arasında ise tevbenin kabul olması için üç
şart gereklidir.
1-
Yapacağı veya içinde bulunduğu günahı hemen terketmek.
2-
İşlediği günahtan dolayı pişmanlık duymak.
3-
Bir daha günah işlememeye kesin karar vermek.
Şayet bu üç şartlardan biri
yerine getirilmezse tevbesi kabul olmaz.
Eğer yapılan günah
insanoğluna karşı işlenilmişse tevbenin kabul olması için dört şart gereklidir.
Bunlardan ilk üç şart yukarıda zikrettiğimiz şartlardır, dördüncü şart ise; suç
işlediği kişi veya kişilere karşı kendisini affetirmesi, yani birisinin malını
zorla veya çalıntı yoluyla almışsa, aldığı malı sahibine geri vermesi veya
kendisini aldığı mala karşılık sahibinden kendini affetirmesi gerekir. Buna
benzer olarak başkasına iftira atma, hakkında konuşma, vurma, v.b. haksızlık
olayları örnek verilebilir. Kişi tüm günahlarından tevbe etmesi gerekir. Şayet
işlediği bazı günahlardan tevbe ederse tevbesi sahihtir, fakat diğer
günahlarının tevbesi özerinde kalır. Kuranı kerim, Sünnet ve ümmetin icmaından
gelen delillerle günahlardan tevbe etmenin vacip olduğuna işaret etmektedir.
قال الله تعالى :
{
وَتُوبُوا
إلى اللَّهِ جَمِيعًا أيها الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
[.
“Hepiniz topluca,
(günahkarca davranışlardan dönüp) Allah’a tevbe ediniz (yönelin) ki, kurtuluşa
(dünya ve ahiret mutluluğunu) eresiniz.” (24 Nûr 31)
قال الله تعالى :
{ اِسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إليه[.
“Rabbinizden (günahlarınız
için) bağışlanma dileyin ve sonra tevbe ve pişmanlık tavrı içinde O’na yönelin.”
(11 Hûd 3)
قال الله تعالى :
{ يَآأيها الَّذِينَ اَمَنُوا توبوا إلى اللَّهِ تَوْبَةً نَصُوحًا[.
“Ey iman edenler! Tam bir
pişmanlık ve gönül huzuru içinde gösterişten uzak ölçüde Allah’a tevbe edin.”
(66 Tahrim 8)
13- عَنْ أبي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّه سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
يَقُولُ : وَاللَّهِ إني لاَسْتَغْفِرُ اللَّهَ وَأَتُوبُ إِلَيْهِ فِي الْيَوْمِ
أَكْثَرَ مِنْ سَبْعِينَ مَرَّةً .
13: Ebû Hureyre (Allah Ondan
razı olsun) Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken
işittiğini söylemiştir: “Allah’a yemin ederim ki; ben günde yetmiş defadan fazla
Allah’tan beni bağışlamasını diler ve tevbe ederim.” (Buhârî, Deavât 3)
14- عَنِ الأغر
بْنِ يَساَرٍ الْمُزَنِيِّ رَضِيَ اللَّه قال : قال رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم: يَا أيها النَّاسُ تُوبُوا إِلَى اللَّهِ وَاسْتَغْفِروُهُ فَإني
أَتُوبُ فِي الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ .
14: Eğâr ibn Yesâr el Müzenî
(Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: “Ey insanlar Allah’a tevbe edin O’ndan
affedilmenizi isteyiniz, çünkü ben Ona günde yüz defa tevbe ederim. (Müslim,
Zikir 42)
15- عَنْ أبي
حَمْزَةَ أنس بْنِ مَالِكٍ الأنصاري رَضِيَ اللَّه خاَدِمِ رَسوُلِ اللهِ صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم, قال : قال رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
: اَللَّهُ أَفْرَحُ بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ مِنْ أَحَدِكُمْ سَقَطَ عَلَي بَعِيرِهِ
وَقَدْ أَضَلَّهُ فِي أَرْضٍ فَلاَةٍ . وَفِي رِواَيَةٍ لِمُسْلِمٍ : اَللَّهُ
أَشَدُّ فَرَحًا بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ حِينَ يَتُوبُ إِلَيْهِ مِنْ أَحَدِكُمْ كان
عَلَى رَاحِلَتِهِ بِأَرْضٍ فَلاَة,ٍ فَانفَلَتَتْ مِنْهُ وَعَلَيْهَا طَعَامُهُ
وَشَرَابُهُ فَأَيِسَ مِنْهَا, فَأَتَى شَجَرَةً فَاضْطَجَعَ فِي ظِلِّهَا, وَقَدْ
أَيِسَ مِنْ رَاحِلَتِه,ِ فَبَيْنَا هُوَ كَذَلِكَ إِذْ هُوَ بِهَا قَائِمَةً
عِنْدَه,ُ فَأخذ بِخِطَامِهَا ثُمَّ قال مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ : اَللَّهُمَّ أنت
عَبْدِي وأنا رَبُّكَ, أَخْطَأَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ .
15: Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem)’in hizmetçisi olan Ebû Hamza Enes ibn Mâlik el Ensârî (Allah
Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdular: “Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu
memnuniyet sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki
sevincinden daha çoktur.” (Buhârî, Deavât 4; Müslim tevbe 1)
Müslim’in başka bir rivayeti
de şöyledir: “Herhangi birinizin tevbesinden dolayı Allah’ın duyduğu hoşnutluk
ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini
kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan,
derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı
sevincinden dolayı (ne söylediğini bilmeyerek Allah’ım sen benim Rabbim ben de
senin kulunum diyeceği yerde,) sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim diyen
kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, tevbe 7)
16- عَنْ أبي
مُوسَى عَبْدِ اللهِ بنِ قَيْسٍ الأشعري رَضِيَ اللَّه عَنِ النَّبِيِّ صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : إن اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَبْسُطُ يَدَهُ
بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ النَّهَار,ِ وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ
لِيَتُوبَ مُسِيءُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا.
16: Ebû Mûsâ Abdullah ibn
Kays el Eşarî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Allah gündüz günah işleyen
kimsenin tevbesini kabul etmek için geceleyin rahmet elini açarak tevbeleri
kabul eder, gece günah işleyen kimsenin tevbesini kabul etmek için gündüz rahmet
elini açarak günahları bağışlar, güneş battığı yerden doğuncaya kadar (yani
kıyamete) kadar bu böylece devam eder gider” (Müslim, tevbe 31)
17- عَنْ أبي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّه قال: قال رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم : مَنْ تَابَ قَبْل َأن تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا تَابَ اللَّهُ
عَلَيْهِ.
17: Ebû Hureyre (Allah Ondan
razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurdu: “Güneş batıdan doğmazdan önce kim tevbe ederse Allah onun
tevbesini kabul eder.” (Müslim, Zikir 43)
18- عَنْ أبي
عبدا لرحمن عَبْدِ اللهِ بْنِ عُمَرَ بْنِ الْخَطّاَبِ رَضِيَ اللَّه عَنِ
النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: إن اللَّهَ عز ورجل يَقْبَلُ
تَوْبَةَ الْعَبْدِ مَا لَمْ يُغَرْغِرْ .
18: Ebû Abdurrahman Abdullah
ibn Ömer ibni’l Hattâb (Allah Onlardan
razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurdu: “Bir kul can çekişmeye başlamadıkça Allah onun tevbesini kabul
eder.” (Tirmîzî, Deavât 98)
19- عَنْ زِرٌّ
بْنِ حُبَيْشٍ قال : أَتَيْتُ صَفْوَان بْنَ عَسَّالٍ رَضِيَ اللَّه أَسْأَلُهُ
عَنِ الْمَسْحِ عَلَى الْخُفَّيْنِ فَقال : مَا جَاءَ بِكَ يَا زِرّ؟ُ فَقُلْتُ :
ابْتِغَاءَ الْعِلْم,ِ فَقال :إن الْمَلَائِكَةَ َتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا لِطَالِبِ
الْعِلْمِ رِضًا بِمَا يَطْلُبُ, فَقُلْتُ : إنهُ قَدْ حَكَّ فِي صَدْرِي الْمَسْحُ
عَلَى الْخُفَّيْنِ بَعْدَ الْغَائِطِ وَالْبَوْلِ, وَكُنْتَ امرأً مِنْ أَصْحَابِ
النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَجِئْتُ أَسْأَلُكَ : هَلْ سَمِعْتَهُ
يَذْكُرُ فِي ذَلِكَ شَيْئًا ؟ قال : نَعَم,ْ كان يَأمرنَا إذا كُنَّا سَفْرًا -
أَوْ مُسَافِرِينَ -أن لاَ نَنْزِعَ خِفَافِنَا ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ وَلَيَالِيهِنَّ
إلا مِنْ جَنَابَة,ٍ لَكِنْ مِنْ غَائِطٍ وَبَوْلٍ وَنَوْمٍ. فَقُلْتُ : هَلْ
سَمِعْتَهُ يَذْكُرُ فِي الْهَوَى شَيْئًا ؟ قال : نَعَمْ كُنَّا مَعَ رَسوُلِ
اللهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فِي سَفَرٍ, فَبَيْنَا نَحْنُ عِنْدَهُ إِذْ
نَادَاهُ أَعْرَابي بِصَوْتٍ لَهُ جَهْوَرِيٍّ : يَا مُحَمَّدُ , فَأَجَابَهُ
رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم نَحْوًا مِنْ صَوْتِهِ : هَاؤُم,
فَقُلْتُ لَهُ : وَيْحَكَ اغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ فَإنكَ عِنْدَ النَّبِيِّ صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم, وَقَدْ نُهِيتَ عَنْ هَذَا ! فَقال : وَاللَّهِ لاَ
أَغْضُض. قال الأعْرَابي : الْمَرْءُ يُحِبُّ الْقَوْمَ وَلَمَّا يَلْحَقْ بِهِمْ ؟
قال النَّبِيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أحب يَوْمَ
الْقِيَامَةِ. فَمَا زَالَ يُحَدِّثُنَا حَتَّى ذَكَرَ بَابًا مِنَ الْمَغْرِبِ
مَسِيرَةُ عَرْضِهِ أَوْ يَسِيرُ الرَّاكِبُ فِي عَرْضِهِ أَرْبَعِينَ أَوْ
سَبْعِينَ عَامًا. قال سُفْيَان أَحَدُ الرُّواَةِ. قِبَلَ الشَّامِ خَلَقَهُ
اللَّهُ تّعاَلَي يَوْمَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ والأَرض مَفْتُوحًا يَعْنِي
لِلتَّوْبَةِ لاَ يُغْلَقُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْهُ .
19: Zirr ibn Hubeyş (Allah
Ondan razı olsun) şöyle demiştir: Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak
üzere Safvân ibn Assâl’in yanına gitmiştim, Zirr bana niçin geldin diye sordu.
Ben de İlim öğrenmek için deyince şunları söyledi: “Melekler ilim öğrenenlerden
hoşlandıkları için onlara kanat gererler, ben de abdest bozduktan sonra mestler
üzerine nasıl mesh edileceği kalbimi kurcaladı, sen de Hz. Peygamberin
ashabından olduğun için O’nun bu konuda birşey söylediğini işitmişsindir diye
sormaya geldim.” Savfân: “Evet duydum, peygambe-rimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) yolculukta bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı,
abdest bozduktan ve uykudan sonra bile mestlere meshetmeyi ancak cünüp olunca
mestleri çıkarmayı emrederdi.” dedi. “O’nun sevgiye dair bir şeyler söylediğini
işittiniz mi? dedim” “Evet işittim. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile
bir seferde beraberken bir bedevî gür sesiyle Ya Muhammed diye bağırdı. Hz.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de onun sesine yakın bir sesle “Gel
buradayım” diye cevap verdi. Ben bedevîye yazıklar olsun sana, peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’in yanındasın sesini kes, yüksek sesle bağırmanı
Allah yasakladı dedim. Bedevî vallahi sesimi kısmam dedi ve Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem)’e hitaben: Bir kişi bir toplumu sever fakat onlar
gibi hayırlı ameller yapamadığından onlara ulaşamazsa bu kimsenin durumu nedir?
deyince Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Kişi kıyamet gününde
sevdikleriyle beraberdir.” diye buyurdular. Safvân ibn Assâl sözüne devam ederek
dedi ki; “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bu konuda uzun uzadıya
konuştu. Hatta batı taraflarında bulunan bir kapıdan bahsetti. Bu kapının
genişlik mesafesi veya yaya yürüyüşü ile kırk yıl veya yetmiş yıl
genişliğindedir buyurdu.”
Şam taraflarının hadis
rivayet edenlerinden Süfyân ibn Uyeyne dedi ki: “Allah gökleri ve yeri yarattığı
günden beri bu kapıyı tevbe edenler için açık bırakmıştır. Güneş battığı yerden
doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.” (Timîzî, Deavât 98)
20-عَنْ أبي
سَعِيدٍ سَعْدِ بْنِ ماَلِكِ بْنِ سِنان الخدري رَضِيَ اللَّه أن رَسوُلَ اللَّهِ
صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : كان فِيمَنْ كان قَبْلَكُمْ رَجُلٌ قَتَلَ
تِسْعَةً وَتِسْعِينَ نَفْسًا, فَسَأَلَ عَنْ أَعْلَمِ أَهْلِ الأرض, فَدُلَّ عَلَى
رَاهِبٍ, فَأَتَاهُ فَقال : إنهُ قَتَلَ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ نَفْسًا, فَهَلْ لَهُ
مِنْ تَوْبَةٍ ؟ فَقال : لا,َ فَقَتَلَهُ فَكَمَّلَ بِهِ مِائَةً, ثُمَّ سَأَلَ
عَنْ أَعْلَمِ أَهْلِ الأرض, فَدُلَّ عَلَى رَجُلٍ عَالِمٍ فَقال : إنهُ قَتَلَ
مِائَةَ نَفْسٍ فَهَلْ لَهُ مِنْ تَوْبَةٍ ؟ فَقال : نَعَمْ , وَمَنْ يَحُولُ
بَيْنَهُ وَبَيْنَ التَّوْبَةِ ؟انطلق إِلَى أَرْضِ كَذَا وَكَذَا , فَإن بِهَا
إناسًا يَعْبُدُونَ اللَّهَ تّعاَلَي فَاعْبُدِ اللَّهَ مَعَهُمْ , وَلاَ تَرْجِعْ
إِلَى أَرْضِكَ فَإنهَا أَرْضُ سَوْءٍ, فانطلق حَتَّى إذا نَصَفَ الطَّرِيقَ
أَتَاهُ الْمَوْتُ, فَاخْتَصَمَتْ فِيهِ مَلاَئِكَةُ الرَّحْمَةِ وَمَلاَئِكَةُ
الْعَذَابِ, فَقالتْ مَلاَئِكَةُ الرَّحْمَةِ : جَاءَ تَائِبًا مُقْبِلاً
بِقَلْبِهِ إِلَى اللَّهِ تَعاَلَي, وَقالتْ مَلاَئِكَةُ الْعَذَابِ : إنهُ لَمْ
يَعْمَلْ خَيْرًا قَطُّ, فَأَتَاهُمْ مَلَكٌ فِي صُورَةِ آدَمِيٍّ فَجَعَلُوهُ
بَيْنَهُمْ - أي حكما - فَقال : قِيسُوا مَا بَيْنَ الأرضين فَإِلَى أَيَّتِهِمَا
كان أَدْنَى فَهُوَ لَهُ , فَقَاسُوهُ فَوَجَدُوهُ أَدْنَى إِلَى الأرض الَّتِي
أَرَادَ , فَقَبَضَتْهُ مَلاَئِكَةُ الرَّحْمَةِ . وَفِي رِواَيَةٍ فِي الصَّحِيحِ
: فَكان إِلَي الْقَرْيَةِ الصّاَلِحَةِ أَقْرَبَ بِشِبْرٍ, فَجُعِلَ مِنْ
أَهْلِهاَ,وَفِي رِواَيَةٍ فِي الصَّحِيحِ : فَأَوْحَي اللهُ تَعاَلَي إِلَي هَذِه
ِأن تَباَعَدِي, وَإِلَي هَذِهِ أن تَقَرَّبِي, وَقال : قِيسوُا ماَ بَيْنَهُما,َ
فَوَجَدوُهُ إِلَي هَذِهِ أَقْرَبَ بِشِبْرٍ فَغُفِرَ لَهُ , وَفِي رِواَيَةٍ :
فَنَأَى بِصَدْرِهِ نَحْوَهاَ .
20: Ebû Saîd Sa’d ibn Mâlik
ibn Sinân el Hudrî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Vaktiyle doksandokuz
kişiyi öldürmüş bir adam vardı, bu kimse yeryüzünde en büyük bilgi sahibinin kim
olduğunu soruşturdu, ona bir rahibi haber verdiler. Bu adam rahibe giderek:
“Doksandokuz adam öldürdüm tevbe edebilirmiyim (kabul olur mu)?” diye sordu.
Rahib: “Hayır edemezsin (kabul olmaz)” deyince onu da öldürerek sayıyı yüze
tamamladı. Sonra yeryüzünün en bilginini soruşturdu, ona bir alim kişiyi tavsiye
ettiler. Onun yanına vararak yüz kişiyi öldürdüğünü tevbe edip edemeyeceğini
(kabul edilip edilmeyeceğini) sordu. O alim elbette edebilirsin (kabul olur),
insanla tevbesi arasına kim girebilir ki, sen falan yere git orada Allah’a
ibadet eden insanlar var, sende onlarla beraber Allah’a ibadet et, sakın kendi
memleketine geri dönme, çünkü orası kötü bir yerdir dedi. Adam denilen yere
gitmek üzere yola çıktı, tam yolu yarılamıştı ki, ölüm onu yakaladı. Rahmet
melekleriyle azap melekleri adam hakkında münakaşaya tutuştu, rahmet melekleri:
Adam tevbe edip kalben Allah’a yönelerek geliyordu dediler. Azap melekleri ise:
O adam hayatında hiç iyilik yapmadi ki dediler. Derken insan şekline girmiş bir
melek çıkageldi, melekler onu aralarında hakem tayin ettiler, hakem olan melek:
Geldiği yerle gideceği yerin arasındaki mesafeyi ölçün, hangisine daha yakınsa
ona göre muamele yapın dedi. Melekler ölçtüler gitmek istediği yerin daha yakın
olduğunu gördüler ve rahmet melekleri onun ruhunu alıp götürdüler.” (Buhârî,
Enbiyâ 54; Müslim, tevbe 46,47)
Başka bir sahih rivayette ise
: Gideceği hayırlı köyün , geldiği kötü köyden bir karış daha yakındı. Bunun
özerine tevbe eden kişiyi salih kişilerden kıldılar.
Başka sahih bir rivayette ise
: Allahu Teala tevbe edeceği yere (köye) : Biraz yaklaş ;
kendi
köyüne ise biraz uzaklaş diye vahyetti (emretti), ve sonra: Geldiği köy ile
gideceği köyün arasını ölçünüz dedi. . Melekler ölçtüler gitmek istediği yerin
geldiği köyden bir karış daha yakın olduğunu gördüler, ve böylece affedildi.
Başka bir rivayette ise :
Adam yönünü sâlih köye doğru
çevirdi.
21- عَنْ
عَبْدِاللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ, وَكان قَائِدَ كَعْبٍ رَضِيَ اللَّه مِنْ
بَنِيهِ حِينَ عَمِيَ قال : سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّه يُحَدِّثُ
بِحَدِيثِهِ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسوُلِ اللهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فِي
غَزْوَةِ تَبُوكَ. قال كَعْبٌ : لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ , صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم , فِي غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ إلا فِي غَزْوَةِ
تَبُوكَ,غَيْرَ أني قَدْ تَخَلَّفْتُ فِي غَزْوَةِ بَدْرٍ, وَلَمْ يُعَاتَبْ
أَحَدٌا تَخَلّفَ عَنْهُ, إنما خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم وّالْمُسْلِموُنَ يُرِيدُونَ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ
تَعاَلَي بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهِمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ. وَلَقَدْ
شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ
حِينَ تَوَاثَقْنَا عَلَى الإسلام, وَمَا أحب أن لِي بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ, وَإن
كانت بَدْرٌ أَذْكَرَ فِي النَّاسِ مِنْهَا. وَكان مِنْ خَبَرِي حِينَ تَخَلَّفْتُ
عَنْ رَسوُلِ اللهِ, صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم , فِي غَزْوَةِ تَبوُكَ إني
لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِي
تِلْكَ الْغَزْوَةِ, وَاللَّهِ مَا جَمَعَتُ قَبْلَهاَ رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى
جَمَعْتُهُمَا فِي تِلْكَ الْغَزْوَةِ, وَلَمْ يَكُنْ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم يُرِيدُ غَزْوَةً إلا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَتَّى كانت تِلْكَ
الْغَزْوَةُ, فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فِي حَرٍّ
شَدِيد,ٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا, وَاسْتَقْبَلَ عَدَداً
كَثِيرًا, فجلي لِلْمُسْلِمِينَ أمرهُمْ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ
فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِمْ الَّذِي يُرِيدُ, وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كَثِيرٌ وَلاَ يَجْمَعُهُمْ كِتَابٌ
حَافِظٌ "يُرِيدُ بِذَلِكَ الدِّيوان", قال كَعْبٌ : فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيد ُأن
يَتَغَيَّبَ إلا ظَنَّ أن ذَلِكَ سَيَخْفَى بِهِ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْيُ
مِنَ اللَّهِ, وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم تِلْكَ
الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتِ الثِّمَارُ وَالظِّلاَلُ فَإنا إِلَيْهاَ أَصْعَرُ
فَتَجَهَّزَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَالْمُسْلِمُونَ
مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَيْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُ, فَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ
شَيْئًا, وَأَقُولُ فِي نَفْسِي أنا قَادِرٌ عَلَي ذَلِكَ إذا أَرَدْتُ, فَلَمْ
يَزَلْ يَتَمَادَى بِي حَتَّى إِسْتمَرَّ بِالنَّاسِ الْجِد,ُّ فَأَصْبَحَ رَسُولُ
اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم غاَدِياً وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ, وَلَمْ
أَقْضِ مِنْ جِهَازِي شَيْئًا, ثُمَّ غَدَوْتُ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئاً,
فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَماَدَي بِي حتى أَسْرَعوُا وَتَفاَرَطَ الْغَزْوُ,
فَهَمَمْت ُأن أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ, فَياَ لَيْتَنِي فَعَلْت,ُ ثُمَّ لَمْ
يُقَدَّرْ ذَلِكَ لِي, فَطَفِقْتُ إذا خَرَجْتُ فِي النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ
رَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَحْزُنُنِي أني لاَ أَرَى لِي
أُسْوَةً, إلا رَجُلاً مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ, أَوْ رَجُلاً مِمَّنْ
عَذَرَ اللَّهُ تَعاَلَي مِنَ الضُّعَفَاءِ, وَلَمْ يَذْكُرْنِي رَسُولُ اللَّهِ
صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم حَتَّى بَلَغَ تَبُوكَ, فَقال وَهُوَ جَالِسٌ فِي
الْقَوْمِ بِتَبُوكَ : مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ ماَلِكٍ ؟ فَقال رَجُلٌ مِنْ بَنِي
سَلَمَةَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ حَبَسَهُ بُرْدَاهُ, والَنَّظَرُ فِي عِطْفَيْه.ِ
فَقال لَهُ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ رَضِيَ اللَّه : بئس مَا قُلْتَ ! وَاللَّهِ يَا
رَسُولَ اللَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إلا خَيْرًا فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ
صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم . فَبَيْناَ هُوَ عَلَي ذَلِكَ رَأَي رَجُلاً
مَبِيضاً يَزوُلُ بِهِ السَّراَبُ, فَقال رَسوُلُ اللهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم : كُنْ أبا خَيْثمَةَ, فَإذا هُوَ أّبوُ خَيْثمَةَ الأنصاري وَهُوَ الَّذِي
تَصَدَّقَ بِصاَعِ التَّمْرِ حَينَ لَمَزَهُ الْمُناَفِقوُنَ, قال كَعْبٌ :
فَلَمَّا بَلَغَنِي أن رَسوُلَ اللهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم َ قدْ
تَوَجَّهَ قَافِلاً مِنْ تَبوُكَ حَضَرَنِي بَثِّي, وَطَفِقْتُ أَتَذَكَّرُ
الْكَذِبَ وَأَقُولُ : بِمَ أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا وَاسْتَعِينُ عَلَى
ذَلِكَ بِكُلِّ ذِي رَأْيٍ مِنْ أَهْلِي, فَلَمَّا قِيلَ :أن رَسُولَ اللَّهِ
صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلُ حتى
عَرَفْتُ إني لَمْ إنجُ مِنْهُ بِشَيْءٍ أَبَدًا, فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ,
وَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَادِمًا, وَكان إذا
قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ
لِلنَّاسِ فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَ هُ الْمُخَلَّفُونَ يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ
وَيَحْلِفُونَ لَهُ وَكانوا بِضْعَةً وَثَمَإنينَ رَجُلاً فَقَبِلَ مِنْهُمْ عَلاَ
نِيَتَهُمْ وَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَوَكَّلَ سَرَائِرَهُمْ إِلَى
اللَّهِ تَعاَلَي حَتَّي جِئْتُ. فَلَمَّا سَلَّمْتُ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ
الْمُغْضَبِ ثُمَّ قالت :عَالَ فَجِئْتُ أَمْشِي حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْه,ِ
فَقال لِي : مَا خَلَّفَكَ ؟ أَلَمْ تَكُنْ قَدِ ابْتَعْتَ ظَهْرَكَ! قال : قُلْتُ
: ياَ رَسوُلَ اللهِ إني وَاللَّهِ لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ
الدُّنْيَا لَرَأَيْتُ إني سَأَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ بِعُذْرٍ؛ لَقَدْ أُعْطِيتُ
جَدَلاً, وَلَكِنَّنِي وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ
حَدِيثَ كَذِبٍ تَرضي بِهِ عَنِّي لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ يُسْخِطَكَ عَلَيَّ, وإن
حَدَّثْتُكَ حَدِيثَ صِدْقٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ إني لأرجو فِيهِ عُقْبَ اللَّهِ
عَزَّ وَجَلَّ, وَاللَّهِ مَا كان لِي مِنْ عُذْرٍ, وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ
أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ . قال : فَقال رَسُولُ
اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَق,َ فَقُمْ
حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِيك,َ وَسَارَ رِجَالٌ مِنْ بَنِي سَلَمَةَ
فَاتَّبَعُونِي, فَقالوا لِي : وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا
قَبْلَ هَذَا, لَقَدْ عَجَزْتَ فِي أن لاَ تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ
اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بِمَا اعْتَذَرَ إليهِ الْمَُخَلِّفُونَ
فَقَدْ كان كَافِيَكَ ذَنْبَكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم
لَكَ. قال
: فَوَ اللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونَنِي حَتَّى أَرَدْت ُأن أَرْجِعَ إِلَي
رَسوُلِ اللهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَأُكَذِّبَ نَفْسِي, ثُمَّ قُلْتُ
لَهُمْ : هَلْ لَقِيَ هَذَا مَعِي مِنْ أَحَدٍ؟ قالوا : نَعَمْ لَقِيَهُ مَعَكَ
رَجُلان قالاَ مِثْلَ مَا قُلْتَ, فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلَ مَا قِيلَ لَك,َ قال
َقُلْتُ : مَنْ هُمَا؟ قالوا : مُرَارَةُ بْنُ الرَّبِيعِ الْعَمْرِيُّ, وَهِلاَلُ
بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِيُّ فَذَكَرُوا لِي رَجُلَيْنِ قال : صَالِحَيْنِ قَدْ
شَهِدَا بَدْرًا فِيهِمَا أُسْوَة,ٌ قال : فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِي,
وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم عَنْ كَلاَمِنَا أيها
الثَّلاَثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ, قال : فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ -
أَوْ قال : تَغَيَّرُوا لَنَا -حَتَّى تَنَكَّرَتْ لِي فِي نَفْسِي الأرض فَمَا
هِيَ بالأرض, الَّتِي أَعْرِفُ, فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً.
فَأَمَّا صَاحبايَ فَاسْتَكانا وَقَعَدَا فِي بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَان, وَأَمَّا
أنا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ, فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَشْهَدُ
الصَّلاَةَ مَعَ الْمُسْلِمِينَ, وَأَطُوفُ فِي ألاسواق وَلاَ يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ,
وَآتِي رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَأسلم عَلَيْهِ, وَهُوَ
فِي مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلاَةِ, فَأَقُولُ فِي نَفْسِي : هَلْ حَرَّكَ
شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلاَمِ أَمْ لاَ؟ ثُمَّ أُصَلِّي قَرِيبًا مِنْهُ
فَأُسَارِقُهُ النَّظَر,َ فَإذا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلاَتِي نَظَرَ, إِلَيَّ وَإذا
الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ عَنِّي, حَتَّى إذا طَالَ ذَلِكَ عَلَيَّ مِنْ
جَفْوَةِ الْمُسْلِمِينَ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ جِدَارَ حَائِطِ أبي
قَتَادَةَ وَهُوَ اِبْنُ عَمِّي وَأحب النَّاسِ إِلَيَّ, فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَوَ
اللَّهِ مَا رَدَّ عَلَيَّ السَّلاَم,َ فَقُلْتُ لَهُ : يَا أَبَا قَتَادَةَ
إنشُدُكَ بِاللَّهِ هَلْ تَعْلَمُنِي أحب اللَّهَ وَرَسُولَهُ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم ؟ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَاشَدْتُهُ فَسَكَتَ, فَعُدْتُ
فَنَاشَدْتُهُ فَقال : اَللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . فَفَاضَتْ عَيْنَايَ,
وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ. قال : فَبَيْنَا أنا أَمْشِي فِي
سُوقِ الْمَدِينَةَ إذا نَبَطِيٌّ مِنْ نَبَطِ أَهْلِ الشَّامِ مِمَّنْ قَدِمَ
بِالطَّعَامِ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ : مَنْ يَدُلُّ عَلَى كَعْبِ بْنِ
مَالِكٍ ؟ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ حَتَّى إذا جَاءَ نِي
فَدَفَعَ إِلَيَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّان, وَكُنْتُ كاَتِباً. فَقَرَأْتُهُ
فَإذا فِيهِ : أَمَّا بَعْدُ فَإنهُ قَدْ بَلَغَناَأن صَاحبكَ قَدْ جَفَاكَ, وَلَمْ
يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَان وَلاَ مَضْيَعَة,ٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ
فَقُلْتُ حِينَ قَرَأْتُهَا : وَهَذِهِ أَيْضًا مِنَ الْبَلاَءِ فَتَيَمَّمْتُ
بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُها,َ حَتَّى إذا مَضَتْ أَرْبَعُونَ مِنَ الْخَمْسِينَ
وَاسْتَلْبَثَ أَلْوَحْيُ إذا رَسُولُ رَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم يَأْتِينِي, فَقال :أن رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
يَأمرك َأن تَعْتَزِلَ أمرأَتَكَ, فَقُلْتُ؟ أُطَلِّقُهَا, أَمْ ماذا أَفْعَلُ ؟
فَقال: لاَ بَلِ اعْتَزِلْهَا فَلاَ تَقْرَبَنَّهَا, وَأَرْسَلَ إِلَى صَاحبيَّ
بِمِثْلَ ذَلِكَ . فَقُلْتُ لامرأَتِي : الْحَقِي بِأَهْلِكِ فَتَكُونِي عِنْدهُمْ
حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِي هَذَا الأمر , فَجَاءَ تِ امرأَةُ هِلاَلِ بْنِ
أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَقالتْ لَه : يَا
رَسُولَ اللَّه ِإن هِلاَلَ بْنَ أُمَيَّةَ شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ
فَهَلْ تَكْرَهُ أن أَخْدُمَهُ قال :لاَ وَلَكِنْ لاَ يَقْرَبَنَّكِ, قالتْ : إنهُ
وَاللَّهِ مَا بِهِ مِنْ حَرَكَةٍ إِلَى شَيْء,ٍ وَو َاللَّهِ مَا زَالَ يَبْكِي
مُنْذُ كان مِنْ أمرهِ مَا كان إِلَى يَوْمِهِ هَذَا. فَقال لِي بَعْضُ أَهْلِي :
لَوِ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فِي أمرأَتِكَ,
فَقَدْ أَذِنَ لأمرأَةِ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ أن تَخْدُمَهُ فَقُلْتُ : لاَ
أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم , وَمَا
يُدْرِينِي ماذا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إذا
اسْتَأْذَنْتُهُ فِيهَا وَإنا رَجُلٌ شَابٌّ فَلَبِثْتُ بِذَلِكَ عَشْرَ لَيَال,ٍ
فَكَمُلَ لَنَا خَمْسُونَ لَيْلَةً مِنْ حِينَ نُهِىَ عَنْ كَلاَمِنَا, ثُمَّ
صَلَّيْتُ صَلاَةَ الْفَجْرِ صَباَحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ
بُيُوتِنَا, فَبَيْنَا أنا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِي ذَكَرَ اللَّهُ تَعاَلَي
مِنّاَ, قَدْ ضَاقَتْ عَلَيَّ نَفْسِي وَضَاقَتْ عَلَيَّ الأرض بِمَا رَحُبَتْ,
سَمِعْتُ صَوْتَ صَارِخٍ أَوْفَى عَلَى سَلْعٍ يَقوُلُ بِأَعْلَى صَوْتِهِ : يَا
كَعْبُ بْنَ مَالِكٍ أَبْشِرْ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا, وَعَرَفْتُ إنهُ قَدْ جَاءَ
فَرَجٌ, وَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أَلنّاَسَ
بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلاَةَ الْفَجْرِ
فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا, فَذَهَبَ قِبَلَ صَاحبيَّ مُبَشِّرُونَ,
وَرَكَضَ إِلَيَّ رَجُلٌ فَرَسًا وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أسلم قِبَلِي وَأَوْفَى عَلَى
الْجَبَل,ِ فَكان الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنَ الْفَرَسِ, فَلَمَّا جَاءَ نِي الَّذِي
سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِي نَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَيَّ فَكَسَوْتُهُماَ إِيَّاهُ
بِبُشْارتهُ وَاللَّهِ مَا أملك غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذ,ٍ وَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ
فَلَبِسْتُهُمَا وَانطَلَقْتُ أّتَأَمَّمُ رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم يَتَلَقَّاني النَّاسُ فَوْجًا يُهَنِّئُونَنِي بِالتَّوْبَةِ
وَيَقُولُونَ لِي لِتَهْنِكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ, حَتَّى دَخَلْتُ
الْمَسْجِدَ فَإذا رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم جَالِسٌ
حَوْلَهُ النَّاس,ُ فَقَامَ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ رَضِيَ اللَّه
يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِي وَهَنَّأني, وَاللَّهِ مَا قَامَ رَجُلٌ مِنَ
الْمُهَاجرينَ غَيْرُه,ُ فَكان كَعْبٌ لاَ يَنْسَاهَا لِطَلْحَة.َ قال : كَعْبٌ
فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال
وَهُوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنَ السُّرُورِ : أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ
عَلَيْكَ مُذْ وَلَدَتْكَ أُمُّك,َ فَقُلْتُ : أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ
أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ ؟ قال : لاَ بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ,
وَكان رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إذا سُرَّ اسْتَنَارَ
وَجْهُهُ حَتَّى كان وَجْهَهُ قِطْعَةُ قَمَر,ٍ وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ مِنْهُ,
فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّه ِأن مِنْ تَوْبَتِي
أن أنخَلِعَ مِنْ مَالِي صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ وَإِلَى رَسُولِهِ, فَقال رَسُولُ
اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : أَمْسِكْ عَلَيْكَ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ
خَيْرٌ لَكَ قُلْتُ : إني أُمْسِكُ سَهْمِي الَّذِي بِخَيْبَرَ فَقُلْتُ يَا
رَسُولَ اللَّهِ :إن اللَّهَ تَعاَلَي أنجَاني بِالصِّدْقِ وَإن مِنْ تَوْبَتِي إلا
أُحَدِّثَ إلا صِدْقًا مَا بَقِيتُ فَو َاللَّهِ مَا عَلِمْتُ أَحَدًا مِنَ
الْمُسْلِمِينَ أَبْلاَهُ اللَّهُ تَعاَلَي فِي صِدْقِ الحديثِ مُنْذُ ذَكَرْتُ
ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلاني
اَللهُ تَعاَلَي وَاللهِ مَا تَعَمَّدْتُ كِذْبَةً مُنْذُ قُلْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ
اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إِلَى يَوْمِي هَذَا وَإني لأرجو أن
يَحْفَظَنِيَ اللَّهُ تَعاَلَي فِيمَا بَقِيَ قال : فَأنزل اللَّهُ تَعاَلَي :
{لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجرينَ وَالأنصار الَّذِينَ
اِتَّبَعُوهُ فِي ساَعَةِ الْعُسْرَةِ
[ حتى بلغ
: {إنهُ بِهِمْ رَؤُوفُ الرَّحِيمْ وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا
حّتَّى إذا ضاَقَتْ عَلَيْهِمُ الأرض بِماَ رَحُبَ[
حتى بلغ : {اِتَّقُوا اللهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ
[ قال
كَعْبٌ : وَاللَّهِ مَا أنعَمَ اللَّهُ عَلَيَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ إِذْ
هَدَانيَ اللهُ للإسلام أَعْظَمَ فِي نَفْسِي مِنْ صِدْقِي رَسُولَ اللَّه ِ صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أن لا أكون كَذَبْتُهُ فَأَهْلِكَ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ
كَذَبُوا َإن اللَّهَ تَعاَلَي قال لِلَّذِينَ كَذَبُوا حِينَ أنزل الْوَحْيَ شَرَّ
مَا قال لاَحَدٍ فَقال الله تعالى : { سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إذا
انقَلَبْتُمْ اِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَاَعْرِضُوا عَنْهُمْ إنهُمْ
رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِماَ كانوُا يَكْسِبوُنَ. يَخْلِفوُنَ
لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإن تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإن اللَّهَ لاَ يَرضي عَنِ
الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ
[ قال
كَعْبٌ : كُنَّا خُلِّفْنَا أيها الثَّلاَثَةُ عَنْ أمر أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ
مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم حِينَ حَلَفُوا لَهُ
فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم أمرنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ تَعاَلَي فِيهِ بِذَلِكَ قال
اللَّهُ تَعاَلَي : {وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا
[وَلَيْسَ
الَّذِي ذُكِرَ مِمَّا خُلِّفْنَا تَخَلُّفَنَا عَنِ الْغَزْوِ إنما هُوَ
تَخْلِيفُهُ إِيَّإنا وَإِرْجَاؤُهُ أمرنَا عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ
إِلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُ . وَفِي رِوَايَةٍ :أن النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ
وسَلَّم خَرَجَ تَبوُكَ يَوْمَ الْخَمِيسِ وَكان يُحِبُّ أن يَخْرُجَ يَوْمَ
الْخَمِيسِ . وَفِي رِوَايَةٍ : لاَيَقْدُمُ مِنْ سَفَرٍ إلا نَهاَراً فِي الضُّحَى فَإذا قَدِمَ بَدَأَ
بِالْمَسْجِدِ فَصَلَّي فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ فِيهِ.
21: Ka’b ibn Mâlik (Allah
Ondan razı olsun) gözlerini kaybettiği zaman onu elinden tutup götürme işini
yapan oğlu Abdullah’tan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem)’le beraber tebük gazvesine katılamadığının
hikayesini anlatırken dinledim şöyle dedi:
- Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem)’in gittiği savaşlardan tebük savaşından hariç diğer savaşlardan
geri kalmamıştım. Lakin Bedir savaşına katılamamıştım. Bedir savaşına
katılamayanlar azarlanmamışlardı. O vakit Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’le müslümanlar savaş için değil Kureyş ticaret kervanını takip için
yola çıkmışlardı. Nihayet Allah müslümanlarla Mekke’li müşrikleri aralarında
verilmiş herhangi bir karar olmadığı halde karşı karşıya getiriverdi. Ben Akabe
biatının yapıldığı gece bizler İslâm’a yardım etmek için söz verirken
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir
savaşı Akabe gecesinden daha meşhur ise de, ben Bedir savaşında bulunmayı
Akabe’de bulunmaktan da üstün görmem. Tebük gazvesine Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) ile birlikte katılamayışım şöyle oldu: Ben daha önceleri
katılamadığım bu savaş sırasındaki kadar hali vakti yerinde değildim yani bu
savaşta zengin ve varlıklıydım. Vallahi bu savaşa kadar iki deveyi bir arada hiç
bulamamıştım. Bu savaş günlerinde ise iki binitim vardı. Sonra Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) bu savaşa gelinceye kadar gideceği yeri söylemez,
başka bir yere gider gibi görünürdü. Fakat bu savaş sıcak bir mevsimde ve uzak
bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) hedefini açıklamıştı. Savaşın özelliğine
göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte savaşa katılanların sayısı
çok fazla idi ve isimleri de bir deftere kaydedilmemişti. Ka’b sözüne şöyle
devam etti: Herhangi bir kimse savaşa gitmemek için gözden kaybolsa, bu konuda
vahiy nazil olmadıkça bu işin gizli kalacağını zannedebilirdi.Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) bu savaşı meyvelerin olgunlaştığı, gölgelerin
arandığı bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm, Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) ve müslümanlar savaş için hazırlığa başladılar, ben
de savaşa hazırlanmak için çıkıyor fakat hiçbirşey yapmadan geri dönüyordum.
Kendi kendime de “Ne zaman
olsa hazırlanırım” diyordum. Günler böyle geçti, herkes işini ciddi tuttu ve bir
sabah Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’le birlikte müslümanlar erkenden
yola çıktılar, ben ise hazırlanmamıştım. Ertesi sabah yine hazırlık için evden
çıktım fakat hiç bir iş yapmadan geri döndüm, hep aynı şekilde davranıyordum.
İnsanlar savaş için yarışırcasına koşmaya başlayıncaya kadar ben aynı halde
devam ettim. Nihayet yola çıkıp onlara erişeyim dedim, keşke öyle yapsaydım,
bunu da başaramadım. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) savaşa gittikten
sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey savaşa gitmeyip geride
kalanların; ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için savaşa
katılamayan kimseler olmasıydı.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) tebük’e varıncaya kadar adımı hiç anmamış, tebük’te ashabın arasında
otururken Ka’b ibn Mâlik ne yaptı? diye sormuş, bunun üzerine Benî Selîme’den
bir adam ya Rasûlallah elbiselerine ve endamına bakıp gururlanması onu Medine’de
alıkoydu demiş. Bunun üzerine Muaz ibn Cebel ona ne çirkin söz söyledin demiş.
Sonra da peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e dönerek Ya Rasûlallah biz onun
hakkında hep iyi şeyler biliyoruz demiş. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
de hiç birşey söylememiş o sırada çok uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın
gelmekte olduğunu görmüş ve bu gelen Ebû Hayseme olaydı demiş. Bir de ne görelim
gelen adam ensardan Ebû Hayseme değil mi? Ebû Hayseme savaş hazırlığında bir
ölçek hurma verdiği için münafıklar tarafından ayıplanan kişidir. Ka’b sözüne
şöyle devam etti:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’in tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir
üzüntü kapladı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime yarın
O’nun öfkesinden nasıl kurtulacağım? dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer
verdiğim kimselerden akıl almaya başladım.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’in gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman kafamdaki yanlış
düşünceler silinip gitti. Anladım ki, yalan söylemekle hiçbir şeyden
kurtulamayacağım, herşeyi doğru olarak söylemeye karar verdim. Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) sabahleyin Medine’ye geldi, Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) her seferden dönünce; önce mescide uğrayıp iki rekat namaz
kılıp insanlarla sohbet etmek üzere onlara karşı dönerdi, yine öyle yaptı. Bu
sırada savaşa katılmayanlar huzuruna gelerek neden savaşa katılamadıklarını
yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kişi idiler. Hz.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onların ileri sürdüğü mazeretleri kabul
etti, kendilerinden biat aldı, Allah’tan bağışlanmalarını istedi, içyüzlerini
Allah’a havale etti.
Sonunda ben geldim selam
verdiğimde dargın kimse gibi gülümsedi, sonra “Gel” dedi. Ben de yürüyerek
yanına geldim ve önüne oturdum. Bana “Niçin savaştan geri kaldın? Binek hayvanı
satın almamış mıydın?” diye sordu. Ben de: Ya Rasûlallah Allah’a yemin ederim
ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım ileri süreceğim mazeretlerle onun
öfkesinden kurtulabileceğimi zannederdim. Çünkü bu işi çok iyi becerebilirdim.
Fakat yeminle söyleyeyim ki
bu gün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Allah işin doğrusunu
sana bildirecek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğrusunu söylersem bana
kızacaksın ama ben doğruyu söyleyerek Allah’tan hayırlı sonuç bekliyorum.
Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu, hiçbir zaman da savaştan geri
kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olmamıştım.
Ka’b sözüne devamla dedi ki:
Bunun üzerine peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): “işte bu doğru
söyledi: Haydi kalk, senin hakkında Allah hüküm verene kadar bekle” buyurdu. Ben
kalkınca, Benî Selîme’den bir çok kimse peşime takılarak Allah’a yemin ederiz
ki, bundan önce hiç suç işlemediğini biliyoruz, yazıklar olsun sana, savaşa
katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mazeret söyleyemedin, halbuki suçunun
bağışlanması için peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in istiğfar etmesi
yeterdi dediler. Durmadan beni azarladılar ki, tekrar Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem)’in yanına dönüp kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara
sordum; benimle beraber bu cezaya uğrayan kimse var mıdır? dedim. Evet seninle
beraber iki kimse daha aynı cezaya uğradılar, onlar da senin gibi konuştular ve
senin aldığın cevabı aldılar.
-O iki kişi kimlerdir? dedim:
-Biri Mürâre ibn Rabi’ el
Âmirî, diğeri de Hilâl ibn Ümeyye el Vâkifî diyerek Bedir savaşına katılmış olan
iki örnek olmuş salih kişinin adını verdiler. Bunları söylediklerinde geri
dönmekten vazgeçip yoluma devam ettim.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) savaşa katılmayanlardan bizim üçümüzün insanlarla konuşmalarını
yasakladı. Bunun üzerine insanlar bizden uzaklaştılar – veya bize karşı
tavırlarını değiştirdiler - çekinip bize yan çizmeye başladılar dedi. hatta bana
göre; içinde yaşadığım toprak bile yabancı gelmeye başladı, sanki burası benim
memleketim değildi. Elli gün böyle geçti, diğer iki arkadaşım boyunlarını büküp
ağlayarak evlerinde sinip kaldılar.
Ben onlardan daha genç ve
dinç olduğum için dışarı çıkar cemaatle namazda bulunurdum, çarşılarda
dolaşırdım, fakat kimse benimle konuşmazdı.
Namaz bittikten sonra
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) yerinde otururken yanına gelir kendisine
selam verirdim. Kendi kendime acaba selamımı alırken dudaklarını kımıldattı mı
kımıldatmadı mı? diye sorardım. Sonra O’na yakın bir yerde namaz kılar ve namaz
içinde farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca, bana doğru dönüp
bakar, kendisine baktığım zaman da benden yüzünü çevirirdi. Müslümanların
benimle ilgiyi kesmeleri uzun sürünce, Amcamın oğlu ve en çok sevdiğim kişi Ebû
Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selam verdim. Allah’a yemin
ederim ki selamımı almadı, bunun üzerine ona:
- Ey Ebû Katâde Allah için
sana soruyorum, Allah’ı ve Rasulünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun? dedim. Hiç
cevap vermedi. Yeminle tekrar sordum yine cevap vermedi. Yine sözümü
tekrarlayarak Allah için sana soruyorum? dedim.
- Allah ve Rasûlü daha iyi
bilir dedi. Bunun üzerine gözüm yaşla dolup taştı, geri dönüp duvardan atladım.
Günün birinde Medine
çarşısında dolaşıyordum, yiyecek satmak üzere gelen Şam’lı bir çiftçi Ka’b ibn
Mâlik’i bana kim gösterir? diyordu. Halk da işaretleriyle beni göstermeye
başladılar, adam yanıma gelerek Gassân Melîk’inden getirdiği bir mektubu verdi.
Ben okuma yazma bilenlerden olduğum için mektubu açıp okudum. Selamdan sonra
şöyle diyordu: “Efendinizin size karşı hoş olmayan muamelede bulunduğunu haber
aldım, Allah sizi hukukun çiğnendiği ve kıymetin bilinmediği bir yerde
bırakmasın, hemen yanımıza gel size ikram ederiz.”
Mektubu okuyunca bu da başka
bir beladır dedim, hemen onu ateşe atıp yaktım. Nihayet elli günden kırkı geçmiş
fakat vahiy gelmemişti. Bir gün Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in
gönderdiği bir şahıs çıkageldi ve:
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) sana hanımından ayrı oturmanı emrediyor dedi. O’nu boşayacakmıyım,
yoksa ne yapacağım? diye sordum. Hayır ondan ayrı oturacak ona yaklaşmayacaksın
dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) diğer iki arkadaşıma da aynı emri
göndermişti.
Bunun üzerine eşime Allah bu
meselede bir hüküm verene kadar, anne babasının yanına gitmelerini ve orada
oturmalarını emrettim.
Hilâl ibn Ümeyye’nin karısı
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e giderek: Ya Rasûlallah Hilâl ibn
Ümeyye çok yaşlı bir adamdır, kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet
etmemde bir sakınca görürmüsün? diye sormuş, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) de: “Hayır ama, sana asla yaklaşmasın” deyince kadın da şöyle demiş:
Allah’a yemin olsun ki onun kımıldayacak hali yoktur, başına gelen bu işten
dolayı da durmadan ağlıyor.
Ka’b sözüne şöyle devam etti:
Yakınlarımdan biri bana Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’den hanımın için
izin istesen de sana hizmet etse olmaz mı? Baksana Hilâl ibn Ümeyye için
karısının bakmasına izin verdi dedi. Ben ona hayır bu konuda Rasûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem)’den izin isteyemem, üstelik ben genç bir adamım,
izin istesem bile peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in bana ne diyeceğini
bilemem dedim. Bu durumda on gün daha kaldım. Bizimle konuşulması
yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci günün sabahında
evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah’ın Kur’ân’da bizden
bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o geniş olan yeryüzü bana dar gelmiş bir
vaziyette otururken; Sel’ Dağı’nın tepesinden birinin yüksek bir sesle:
“Ka’b ibn Mâlik müjde müjde”
diye bağırdığını duydum. Kurtuluş gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye
kapandım.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) sabah namazını kıldırınca, Allah’ın tevbelerimizi kabul ettiğini ilan
etmiş, bunun üzerine halk bize müjde vermeye koşoyurdu. İki arkadaşıma da
müjdeciler gitmiş, bunlardan biri bana doğru at koşturmuş, Eslem kabilesinden
bir diğer müjdeci de koşup Sel’ Dağı’na tırmanıp oradan bağırmış, Onun sesi
atlıdan önce bana ulaşmış, sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik
edince, sırtımdaki iki elbiseyi de çıkardım, müjdesine karşılık ona giydirdim.
Yemin ederim ki o gün bunlardan başka elbisem yoktu.
Emanet olarak iki elbise
bulup hemen giydim, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i görmek üzere yola
düştüm. Beni gurup gurup karşılayan sahabiler tevbemin kabul edilmesi sebebiyle
beni tebrik ediyor ve Allah’ın seni bağışlaması kutlu olsun diyorlardı.
Nihayet mescide girdim
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) toplumun ortasında oturuyordu. Talha ibn
Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik
etti. Vallahi muhacirlerden ondan başka kimse ayağa kalkmadı. Ravi der ki: Ka’b
talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı. Ka’b sözünü şöyle sürdürdü: Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’e selam verdiğimde yüzü sevinçten parlayarak şöyle
dedi: “Annen seni doğurduğundan beri üzerinden geçen günlerin en hayırlısıyla
seni müjdelerim.” Ben de Ya Rasûlallah bu tebrik ve müjde senin tarafından mıdır
yoksa Allah tarafından mıdır? diye sordum. “Benim tarafımdan değil yüce Allah
tarafındandır” diye buyurdu.
Sevinçli olduğunda Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’in yüzü parlar ay parçasına benzerdi, biz de
sevincini böylece anlardık.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem)’in önüne oturduğumda, Ya Rasûlallah tevbemin kabul edilmesine teşekkür
olsun için bütün malımı Allah ve Rasûlü uğrunda sadaka etmek istiyorum dedim.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de “Malının bir kısmını dağıtmayıp
yanında tutman senin için daha hayırlıdır” dedi. Ben de Hayber fethinde hisseme
düşen malı elimde bırakıyorum dedikten sonra sözümü şöyle tamamladım: Ya
Rasûlallah Allah beni doğru söylediğimden dolayı kurtardı, tevbemin kabul
edilmesi sebebiyle artık yaşadığım sürece daima doğru söz söyleyeceğim. Vallahi
bunu Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e söylediğim günden beri doğru sözlü
olmaktan dolayı Allah’ın hiç kimseyi benden daha güzel mükafatlandırdığını
bilmiyorum Yemin ederim ki, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e o sözleri
söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de
Allah’ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
Ka’b sözüne devamla şöyle
dedi: Allah şu ayetleri indirdi: “Gerçek şu ki, mü’minlerden bir kısmının,
kalpleri kaymak üzereyken Allah, peygamberi sıkıntılı bir zamanda, O’na uyan
muhacirleri ve ensarı affetti sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü o
Allah, gerçekten mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir. (9 tevbe 117)
Ve savaştan geriye kalan üç kişinin de tevbesini kabul etti. Yeryüzü genişliğine
rağmen, onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet
Allah’tan, yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Bunun
üzerine O da, yine merhametle o üç kişiye yöneldi ki, pişmanlık duyup tevbe
etsinler; çünkü kendisine yürekten yönelen, sığınan herkesi, acıması
esirgemesiyle kuşatıp tevbeleri kabul eden, yalnızca Allah’tır. Ey iman edenler!
Yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın; ve doğrulardan olun ve hem de
doğrularla beraber olun. (9 tevbe 118-119)” Ka’b şöyle devam etti: Allah’a yemin
ederim ki beni İslâm’la şereflendirdikten sonra Allah’ın bana verdiği en büyük
nimet Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in huzurunda doğruyu söylemek ve
yalan söyleyip helak olanlar gibi olmamaktır. Çünkü Allah yalan söyleyenler
hakkın da vahiy gönderdiği zaman hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyleyerek
şöyle buyurdu: “Savaştan o münafıkların yanına döndüğünüz zaman, kınama ve
ayıplamadan vazgeçesiniz diye, Allah adına yemin edecekler. O halde bırakın
peşlerini, çünkü tiksinti veren kimselerdir onlar. Kazandıkları işlerin cezası
olarak da, varacakları yer cehennemdir. Sizi hoşnut etmek için yemin
edeceklerdir ama siz onlardan hoşnut olsanız bile biliniz ki, Allah ilâhî
sınırları aşıp, itaat dışında kalanlardan asla razı olmayacaktır.”(9 tevbe
95-96). Ka’b sözünü şöyle bitirdi: Biz üç arkadaşın bağışlanması Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’in yeminlerini kabul edip kendilerinden biat aldığı
ve Allah’tan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından elli gün geri
bırakılmıştık. Nihayet Allah bu konuda yukarıda açıklandığı üzere hüküm verdi.
Allah’ın bahsettiği bu geri kalma hadisesi bizim savaştan geri kalmamız değil,
bizim işimizin o yemin edip de özürleri kabul edilenlerden geriye
bırakılmamızdır. Diğer bir rivayette Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
tebük savaşına perşembe günü çıkmıştı, sefere perşembe günü çıkmayı severdi.
Başka bir rivayette; ancak gündüzün kuşluk vaktinde seferden evine dönerdi,
evine döndüğünde ilk önce mescide girer iki rekat namaz kılar sonra otururdu
denilmektedir. (Müslim, Müsafirîn 74)
22- عَنْ أبي
نُجَيْدٍ عمْرَان بْنِ الْحُصَيْنٍ الخزاعي رَضِيَ اللَّه إن امرأَةً مِنْ
جُهَيْنَةَ أَتَتْ رَسولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَهِيَ حُبْلَى
مِنَ الزِّنَى, فَقالت : يَا رَسُولَ اللَّهِ أَصَبْتُ حَدًّا فَأَقِمْهُ عَلَيَّ,
فَدَعَا نَبِيُّ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم وَلِيَّهَا فَقال :
أَحْسِنْ إِلَيْهَا, فَإذا وَضَعَتْ فَأْتِنِي, فَفَعَلَ فَأمر بِهَا نَبِيُّ
اللَّه ِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَشُدَّتْ عَلَيْهَا ثِيَابُهَا, ثُمَّ أمر
بِهَا فَرُجِمَتْ, ثُمَّ صَلَّى عَلَيْهَ. فَقال لَهُ عُمَر ُ: تُصَلِّي عَلَيْهَا
يَا رَسُولَ اللَّهِ وَقَدْ زَنَتْ ؟ قال : لَقَدْ تَابَتْ تَوْبَةً لَوْ قُسِمَتْ
بَيْنَ سَبْعِينَ مِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ لَوَسَعَتْهُمْ, وَهَلْ وَجَدْتَ
أَفْضَلَ مِن أن جَادَتْ بِنَفْسِهَا لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ؟!.
22: Ebû Nüceyd İmrân ibn
Husayn el Huzâî (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre: Cüheyne
kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem)’in huzuruna geldi ve: Ya Rasülallah cezayı gerektiren bir suç işledim,
cezamı ver dedi. Bunun üzerine peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) kadının
velisini çağırttı ona: “Bu kadına iyi davran doğum yapınca bana getir” buyurdu.
Adam Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in emrettiğini yaptı, kadın doğurup
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’e getirilince kadının elbisesinin sıkıca
bağlanmasını emretti ve Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’ in emriyle kadın
taşlandı. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de cenaze namazını kıldı.
Bunun üzerine Ömer (Allah Ondan razı olsun) Ya Rasülallah zina etmiş bir kadının
namazını mı kılıyorsun? deyince Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle
cevap verdi:
“O kadın öyle bir tevbe
etmiştir ki, onun tevbesi Medine halkından yetmiş kişiye dağıtılsaydı hepsine
bol bol yeterdi. Sen Cenâb-ı Allah’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha
iyi birşey biliyor musun?” (Müslim, Hudûd 24)
23- عَنْ إِبْنِ
عَبَّاسٍ وَ أنس بْنِ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّه عَنْهمَا أن رَسُولَ اللَّهِ صَلّى
اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : لَوْ أن لاِبْنِ آدَمَ وَادِيًا مِنْ ذَهَبٍ أحب أن
يَكُونَ لَهُ وَادِيَان, وَلَنْ يَمْلأ فَاهُ إلا التُّرَابُ, وَيَتُوبُ اللَّهُ
عَلَى مَنْ تَابَ .
23: İbn Abbâs ve Enes
bin Mâlik (Allah Ondan razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Adem oğlunun bir vadi dolusu altını olsa bir
vadi daha ister, onun ağzını topraktan başka birşey doldurmaz. Allah tevbe
edenin tevbesini kabul eder.” (Buhârî, Rikâk 10; Müslim Zekat 116 119)
24- عَنْ أبي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّه أن رَسُولَ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال
: يَضْحَكُ اللَّهُ سُبْحانهُ وَتَعاَلَي إِلَى رَجُلَيْنِ يَقْتُلُ أَحَدُهُمَا
الآخَرَ يَدْخُلان الْجَنَّةَ, يُقَاتِلُ هَذَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيُقْتَلُ,
ثُمَّ يَتُوبُ اللَّهُ عَلَى الْقَاتِلِ فَيُسْلِمُ فَيُسْتَشْهَدُ .
24: Ebû Hureyre (Allah Ondan
razı olsun)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurdu: “Birbirlerini öldüren ve ikisi birden cennete giren iki kişiden
Allah onlara rizasini güstererek güler. Bunlardan biri Allah yolunda savaş
ederken diğeri tarafından öldürülür. Katil olan sonradan tevbe eder müslüman
olur o da Allah yolunda savaşarak şehid düşer.” (Buhârî, Cihad 28; Müslim, İmâra
128 129)
|
|